GADİR SAYFASI
İmam Muhammed el-Bâkir (as) Sayfası
Hadis'ül Hayt'ul Asfar (Sarı
İp Hadisi)
Selamun
aleyküm, arkadaşlar, Hadis'ül Hayt hadisinin tamamını türkçeye
çeviren araştırmacı yazar Enis Emir'e teşekkürlerimi
sunuyorum. Bu hadis, değişik kitaplarda mevcut olmasına
rağmen, çoğu kitapta, ya başından, ya ortasından, ya
da sonundan kesilmiş olarak naklediyor. Aşağıda hadisi tam
nakledenler ile kesikli nakledenlerin kaynaklarını yazdım. Bu
hadis tam olarak incelendiği zaman, Ehl-i Beyt'in hadislerinin reddedilmemesini,
anlaşılamayanların Ehl-i Beyt'e havale edilmesini
belirtmiştir, Şianın çoğunun Mukassıra yani
Ehlibeyt'in marifetinde kusur edenler olduğu
vurgulanmıştır. Ayrıca imam as-sadık as
zamanında, bilinen şianın dışında Ehl-i beyt'e
özel bir derecede olan, bir toplumun varlığından
bahsedilmiştir...bu da bazı gerçekleri açığa çıkarmaktadır.
Herkes bu hadisi okuduktan sonra, Ehli Beyt as
hakkında mukassaralardan olup olmadığını kendi kendine
bilecektir.
Hadis'ül
Hayt'ul Asfar (Sarı İp Hadisi) Adıyla Meşhur olan İmam
Muhammed el-Bâkır aleyhisselam'ın Bir Mucizesi
Bihar'ül
envar kitabının yazarı Allame el-Meclisi, bu hadisi yazmadan
önce, Marifetü Emir'ül Müminin as bin-Nuraniyye hadisini nakletmiştir,
nuraniyye hadisini, babasına isnat etmiştir, demiş ki:
"Allah rahmet eylesin, babam, Ali bin Ebi Talib (as)'in faziletlerini anlatan,
çok eski-yıpranmış (el yazma)(عَتِيق)
bir kitapta bu haberi (nuraniyye hadisi) gördü."
daha sonra, hadisi naklediyor. Bu hadisten sonra, yine babasından,
aynı eski-yıpranmış kitaptan, Marifet hadisi
yazılmıştır...
Allamet’ül Meclisi “Bihar’ül Envar’dan
naklen:
Zikredilen kitaptan babam bana
anlatarak dedi ki: bana Ubeydullah’ın oğlu Abdullah bunu anlattı
ve dedi ki: bana ... Muhammed bin Sinân bunu anlatarak dedi ki: bana bunu
Yezid’in oğlu Cabir el-Cu’fi anlatarak dedi ki:
Halifelik makamı Emevioğullarına geçtiğinde haram
kılınmış kanı döktüler, mimberlerin üzerinden
Müminlerim Emiri’ne (hz.Ali’ye) bin ay müddetince lanet ettiler, ondan
uzaklaşmayı, ayrılmayı sağladılar; Şia’yı
her beldede avladılar ve sırf dünya malı için evlerini
yıkarak dünyadan imha ettiler; insanları her yerde korkuttular;
Müminlerin Emiri’ne (hz.Ali’ye) lanet etmeyenlere ve ondan
uzaklaşmayanları (ayrılmıyanları), kim olurlarsa
olsunlar öldürdüler.
Herşeyin açıklayıcısı olan imam, temiz olanların
en temizi, ibadet edenlerin en iyisi, zahitlerin efendisi, Allah’ın
kulları üzerine halifesi olan Huseyn’in oğlu Ali’ye, Allah’ın
duası ikisinin üzerine olsun, Emevioğullarını ve
taraftarlarını şikayet ederek dedim ki:
“ Ey Allah’ın
elçisinin (hz.Muhammed’in) oğlu ! Emevioğulları bizi
buldukları her yerde öldürdüler; aslımızı kestiler;
mevlamız Müminlerin Emiri’ne, Allah’ın duası onun üzerine olsun,
mimberlerin ve minarelerin üzerinden, çarşıda ve sokaklarda lanet
ederek ondan uzak olduklarını ifade ettiler. Hatta kendileri Allah’ın
elçisinin (hz. Muhammed’in) mescidinde bir araya gelerek, Ali’ye açıkça
lanet ediyorlar. Bunu
duyanlardan hiç kimse ne inkar ediyor ne de karşı çıkıyor !
Bizden herhangimiz bunu inkar ettiğinde ise, bu kişi rafizilerden
(Ebu Bekr, Ömer ve Osman’ı rededenlerden) ve toprağın
babası lakabının sahibi (Ebu Turab) Ali’ye mensup
olanlardandır diyerek, o kişiyi hemen sultanlarına götürüyorlar.
Sultanlarına, bu kişi toprağın babası Ali’yi iyilikle
andı, diye şikayet ediyorlar. Bunun üzerine o kişiye dayak
atıp, sonra hapse atıyorlar. Daha sonra da onu öldürüyorlar !”
İmam, Allah’ın duası üzerine olsun, bunları benden
duyduğunda göğe doğru bakarak şöyle dedi:
“ Ey Allah’ım, ey
efendim ! Seni her türlü kusur, ayıp ve eksiklikten, insanlığa
özgü niteliklerden uzak tutarım ! Ceza vermekte ne kadar
yumuşaksın ve bununla beraber yüce makama ve hükümdarlığa
sahipsin ! Ey Rabbim, kullarına diyarlarında o kadar mühlet verdin
ki, kulların bu mühletini onlara sonsuza kadar verdiğini zanettiler.
Bu senin bilgin dahilinde olup, senin hükmettiğine galip gelmez ve
tedbirinde olmasını ön gördüğünü geri çevirmez.
Olmasını istediğin, nasıl istersen öyle olur ve bunda
bizden daha bilgilisin.”
Allah’ın duası üzerine ve Ehli Beyt'ine olsun, bunun üzerine
oğlu Muhammed aleyhisselama “Ey
oğlum !” diye seslenerek
çağırdığında “Buyrun
emret ey efendim.” Diye cevap vermişti. İmam ( hz.
Ali Zeynulabidin) oğluna (hz. Muhammed el-Bakır’a) dedi ki:
“ Yarın
Rasulallah’ın (s.a.a.) mescidine git ve Cebrail’in dedemize (s.a.a.)
getirmiş olduğu ipi beraber al. Mescidin içine girdiğinde ipi
hafif bir şekilde kıpırdat. İpi şiddetli bir
şekilde kıpırdatmadan sakın ! Allah için bunu yapmaktan
sakın, aksi takdirde bütün insanlar ölür !”
Bunu duyduğumda düşünceye ve tuhaflığa düşerek,
mevlama ne diyeceğimi bilemedim. Bütün geceyi ipi ve
kıpırdamasını görmenin tutkusu ile geçirdim.
Sabahladıktan sonra imamın kapısına giderek bekledim.
İmam aleyhiselam dışarı çıktığında
ayağa kalkıp onu selamladım. Kendisi selamıma
karşılık vererek dedi ki:
“ Bu kadar erken bir
vakitte buraya gelmezdin, seni buraya getiren nedir ?”
Ona dedim ki:
“Ey Rasulallah’ın
oğlu ! Dün babanın sana: Yarın Rasulallah’ın (s.a.a.)
mescidine git ve Cebrail’in dedemize (s.a.a.) getirmiş olduğu ipi
beraber al. Mescidin içine girdiğinde ipi hafif bir şekilde
kıpırdat ve şiddetli bir şekilde kıpırdatmandan
sakın, aksi takdirde bütün insanlar ölür, dediğini duymuştum.”
Bunun üzerine dedi ki:
“ Ey Cabir !
Allah’ın bilgisindeki o gün olmasaydı, hiç şüphesiz gelecek olan
ecel ve kaçınılmaz olan ilahi takdir olmasaydı, Allah’a yemin
olsun ki doğru yoldan sapan bu yaratıkları, gözün kapanıp
açılması müddeti içinde yeryüzünü yarıp içine gömerdim !
Hayır, onları bir bakış süresi içinde veya bir
bakıştan daha acilen yok ederdim ! Lakin bizler: "Onlar lütuf
ve ihsana mazhar olmuş kullardır. Onların sözleri, hep Onun
emrine uygundur ve onlar, daima Onun emrini yerine getirirler." (*
Enbiya suresi 26-27)
Ona dedim ki:
“Ey efendim ! Bunu
onlara neden yapacaksın ?”
Dedi ki:
“ Geçen günlerde taraftarlarımızın
(Şia’nın), Ehli Beyt düşmanlarından olan lanetlilerden ve
kadercilik yapıp Ehli Beytin makamını inkar edenlerden
çektiklerini babama şikayet ettiğimde sen hazır değil miydin
?”
Dedim ki:
“Evet efendim,
hazırdım.”
Dedi ki:
“ Ben onların içine
korkuyu düşürecem. Onlardan bir topluluğun ölmesini istiyorum.
Böylece onların yok olmasıyla, şehirleri Allah’ın onlardan
temizlemesini ve kulları onların sıkıntısından
kurtarmasını istiyorum.”
Dedim ki:
“Ey efendim ! Nasıl
korkutacaksın ki onlar, sayılmayacak kadar çoktur !?”
Dedi ki:
“Gel beraberce mescide
gidelim de, sana şanı yüce Allah’ın kudretini göstereyim !”
Bunun üzerine onunla beraber mescide gittim. Orada iki rekat namaz
kıldıktan sonra yüzünü toprağa dokundurarak bazı kelimeleri
söyledi. Daha sonra başını kaldırıp elbisesinin
kolundan bir ince ipi çıkardı. Ondan çok güzel bir koku
çıktı. Yamamak için kullanılan ipin
kalınlığındaydı. Bunun üzerine bana dedi ki:
“ İpin bir
tarafını al ve yavaş yavaş yürü ve sakın oynatma!”
Ben de ipin bir tarafını tutarak yavaş yavaş yürüdüm.
Sonra, Allah’ın duası üzerine olsun, bana dedi ki:
“ Ey Cabir, dur !”
Bunun üzerine durdum ve kendisi ipi kıpırdattı. İp o kadar
gevşek bir şekilde duruyordu ki, sanki onun
kıpırdamadığını zannettim. Bunun üzerine bana
dedi ki:
“ İpin öbür ucunu
bana uzat !”
İpi ona uzattıktan sonra dedim ki:
“Ey Rasulallah’ın
oğlu ! İp ile ne yaptın ?”
Bana dedi ki:
“ Sakın bu
şekilde düşünme ! Dışarı çık da insanların
haline bak !”
Bunun üzerine mescitten dışarı çıktığımda
her yönden ve köşeden bağrışmalar ve feryatlar
yükseliyordu. Deprem, yıkım ve titreşmeler her tarafa hakimdi.
Yıkım Medinedeki evlerin çoğunluğunu harap etmişti. Bu
yıkımın altında otuzbin erkek ve kadından daha
fazlası can vermişti. Sokaklardan çıkan insanların
şiddetli bir ağlayışı, ızdırabı ve
yankılı feryatları duyuluyordu. Bu insanlar :
“ Biz Allah’ın
kullarıyız ve biz O’na döneceğiz. Kıyamet günü
başladı, kıyamet koptu ve insanlar öldü !”
Başka bir topluluk :
“Deprem ve
yıkım oldu !” diye bağrışıyordu.
Başkaları ise :
“ Titreşme oldu ve
kıyamet koptu ! Bütün insanlar öldü !” diyorlardı.
Bazı insanlar ağlayarak mescide doğru gelmek istiyorlardı.
Bazıları da birbirine :
“ Yeryüzünün
yarılıp içine gömülmeyi hak ettik. İyiliği emretmeyi ve
kötülüğü engellemeyi terkettik. Günah ve haram işler zuhur etti.
Zina, faizcilik, içki ve oğlancılık çoğaldı. Allah’a
yemin olsun ki nefsimizi islah etmesek, bu başımıza gelenden
daha şiddetlisi ve daha büyüğü gelecektir.”
Bunu gördüğümde şaşırmış bir halde insanlara
bakıp durdum. İnsanlar ağlıyor, feryat ediyor ve
bağrışıyorlar. İnsanların bölük bölük mescide
geldiklerini gördüm. Onlara karşı kalbimde bir merhamet oldu ve Allah’a
yemin olsun ki onların ağlayışına ben de
ağladım. Başlarına gelenlerin ve içine düştükleri
halin nerden geldiğini bilmiyorlardı. Bunun üzerine imam
el-Bakır (aleyhisselam)'ın yanına döndüm. İnsanlar onun
etrafına toplanmış ve:
“ Ey Rasulallah’ın
oğlu ! Rasulallah’ın kutsal diyarında bizlere olanlardan haberin
yok mu ? İnsanlar yok oldular, öldüler ! Şanı yüce Allah’a,
bizim için dua et !” dediler.
Onlara dedi ki: “
İbadete, karşılıksız yardımlaşmaya ve duaya
sığının!”
Bunun üzerine bana dedi ki:
“ Ey Cabir,
insanların hali nedir ?”
Dedim ki:
“Ey efendim, ey Rasulallah’ın
oğlu, olanları sorma. Evler ve köşkler harap oldu ve insanlar
yok oldular! Rahmetin onlardan gittiğini gördüm ve onlara merhamet
diledim.”
Bana dedi ki:
“ Ebedi olarak Allah
onlara rahmet etmesin ! Sende bozgunculuktan vazgeçirme isteği kalmasaydı,
bizim düşmanlarımıza ve
bize yakın olanların düşmanlarına merhamet etmezdin, zalimler topluluğu Ezilsinler! Allah’ın rahmetinden uzak
olsunlar. Allah’a yemin olsun ki ipi biraz daha şiddetli
kıpırdatsaydım, topluca yok olurlardı. Yeryüzü altüst olurdu.
Hiç bir ev ve köşk kalmazdı. Efendim ve mevlam bana, ipi ancak hafif
bir şekilde kıpırdatmamı emretti.”
Bunun üzerine minarenin üzerine çıktı, insanlar ise onu
göremiyorlardı ve en yüksek sesiyle şöyle nida etti:
“ Ey doğru yoldan
sapıp yalanlayan toplum!”
İnsanlar bu sesin gökten geldiğini sanarak, yere yüzleri üzerine
düşüp, secdeye kapandılar. Kalpleri sanki havaya uçmuş bir halde
secdelerinde şöyle diyorlardı:
“Teslim olduk, teslim
olduk!”
"O gün kendileri o bağrışı gerçek olarak
işiteceklerdir..." (*
Kaf suresinin 42. ayetinden) ama nida eden
şahısı görmüyorlardı. Bunun üzerine, Allah’ın
duası onun üzerine olsun, eli ile işaret etti. Ben onun
yaptığını görüyordum, insanlar ise onu görmüyordu ve o
işaretten sonra Medine önceki depremden daha hafifi bir deprem
yaşadı. Çok sayıda evler yıkıldı ve bunun üzerine
şöyle okudu:
"Bu, zulümleri
yüzünden onlara verdiğimiz cezadır". (*Enam suresi: 146)
Daha sonra minarenin üzerinden aşağı indiğinde şöyle
okudu:
“ Emrimiz gelince,
oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine çamurdan taş
yağdırdık. Öyle taşlar ki haddini aşanlar için,
Rabbinin katında damgalanmıştır.” (* Zariyât suresi:
33-34)
Bunun üzerine şöyle okudu:
“ Allah onların
binalarını temellerinden söktü, üstlerindeki tavan da tepelerine
çöktü. Bu azap onlara, farketmedikleri bir yerden gelmişti.”(Nahl: 26.
Ayet)
Bu ikinci depremde iffetli kadınlar başları açık olarak
evlerinden çıktılar ve bebekler ağlayıp
bağrışıyorlardı. Hiç kimse onlara bakmıyordu.
Bunu gören imam el-Bakır aleyhisselam ipi elinin avcuna topladı ve
böylece deprem duruverdi. Elimden tutarak mescitten dışarı
çıktık ve insanlar onu görmüyorlardı. Dışarıda,
bir kalabalık demirci dükkanı kapısı önünde
toplanmış ve şöyle diyorlardı:
“ Bu minarenin
tuğlasından bir fısıltı duymadınız mı
?”
Bazıları dediler ki:
“Evet, hatta çok
fısıltı duyduk.”
Başkaları ise:
“ Allah’a yemin olsun ki
belki bir ses, konuşma ve çok müthiş bir seslenmeydi. Allah’a yemin
olsun ki o konuşmanın ne olduğunu bilemedik !”
İmam el-Bakır aleyhisselam bu kalabalığın
söylediklerini duyduktan sonra bana dedi ki:
“Ey Cabir ! Bizim
üzerinde olduğumuz hâl ve onların üzerinde oldukları hâl
şudur: Eğer kendileri nimetleri savurarak yaşarlarsa, bu
nimetlerini ahiretleri için gerektiği şekilde harcamazlarsa, hak
meselesine karşı direnirlerse ve asi olurlarsa, onları korkutur
ve ürkütürüz. Eğer kötülüklerden geri dönerlerse ne iyi, ama devam
ederlerse onların yerin içine gömülmesine Allah izin verir.”
Ben dedim ki:
“ Ey Rasulallah’ın
oğlu ! İçinde acayipler bulunan bu ip nedir ?”
Dedi ki:
“ Bu ip, içinde bir
ferahlık ve sukunet, Musa ve Harun soyundan arta kalanlar bulunan ve
melekler tarafından “bize” taşınan’dır. (*
Bakara suresi: 24)
Ey Cabir! Allah’ın
yanında bizim yüce bir menzilimiz ve mekanımız vardır. Biz
olmasaydık, Allah ne yer, ne gök, ne cennet, ne cehennem, ne güneş,
ne ay, ne kıyı, ne deniz, ne düzlük, ne dağ, ne yaş, ne
kuru, ne tatlı, ne acı, ne su, ne bitki ve ne de ağaç
yaratırdı. Allah bizi zatının nurundan meydana
çıkardı. İnsanlar bizimle kıyaslanamazlar. Şanı
yüce Allah bizimle sizi kurtardı ve bizimle doğru yola sevketti.
Allah’a yemin olsun ki sizi Rabbinize götürenler biziz. Bizim emrimize ve
yasakladıklarımıza uyun. Bizden size gelen bütün şeyleri
sakın reddetmeyin. Çünkü biz, size gelen bütün şeylerden daha yüce,
daha büyük, daha üstün ve daha da değerliyiz. Bizden size gelen
haberlerden anladığınız tarafı için Allah’a
şükredin ve anlamadıklarınızı bize geri havale edip:
İmamlarımız söylediklerinde bizden daha bilgilidirler, deyiniz
!”
Biz bu hal üzereyken Medine’nin valisi atına binmiş ve
muhafızları da etrafında olduğu halde bize doğru
geldi. Muhafızlar insanlara şöyle çağrıda
bulunuyorlardı:
“ Ey insanlar !
Rasulallah’ın oğlu Ali (Zeynulabidin) bin Huseyn’in etrafına
toplanın ve onunla şanı yüce Allah’a yakın olmaya
bakın ! Belki o zaman Allah sizin üzerinizden azabı giderir!”
Muhammed bin Ali (Zeynulabidin) el-Bakır aleyhisselamı gördüklerinde
ise şöyle dediler:
“ Ey Rasulallah’ın
oğlu ! Deden Muhammed’in (s.a.a.s.) ümmetinin başına neler
geldiğini görmez misin ? Hepsi bittiler, yok oldular ! Baban nerede ?
Ondan rica edelim, Rasulallah’ın mescidine çıksın da hepimiz
onunla Allah’a yakınlaşmak için dua edelim ki Allah, dedenin
ümmetinden bu belayı kaldırsın !”
Muhammed bin Ali (Zeynulabidin) aleyhisselam dedi ki:
“ İnşaallah,
Allah bunu yapacaktır ! Nefislerinizi islah edin ! Dua edin, tövbede
bulunun, haramlardan sakının ve üzerinde olduğunuz hatadan
uzaklaşın! 'Zarara uğrayan topluluktan başkası,
Allah’ın mühlet vermesinden emin olamaz'.” (* A’raf
suresi: 99)
Bunun üzerine Ali (Zeynulabidin) bin Huseyn aleyhisselamın yanına
gittik. Kendisi ibadeti ile meşguldü. İbadetini bitirdikten sonra
bize dönerek şöyle dedi:
“ Ey Muhammed
(el-Bakır) ! İnsanların durumu nedir ?”
(Muhammed el-Bakır) dedi ki:
“ Şanı yüce
Allah’ın kudretinden gördüklerinden dolayı halen
şaşkınlık içindeler !”
Ben dedim ki:
“ Onların
hükümdarları (vali), insanların mescitte toplanarak Allah’tan bu
durumu gidermesi için dua edip yalvarmak istiyorlar ve senin orada bulunman
için rica etmemizi istedi.”
Kendisi (imam-ı Ali Zeynulabidin) gülümseyerek şöyle dedi:
"Size
peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi ? derler. Onlar
da: Getirdiler, cevabını verirler. O halde kendiniz yalvarın,
derler. Halbuki kafirlerin (inkarcıların) yalvarması
boşunadır". (*Gafir “Mumin” suresi: 50)
"Eğer biz
onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her
şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah
dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu
bilmezler."
(* En’am suresi: 111)
Dedim ki:
“Ey efendim ! Ne kadar
acayip bir durum, kendileri bu olanların nerden geldiğini bilmiyorlar
mı ?”
Dedi ki:
“Evet, öyledir ! "Onlar,
bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve
ayetlerimizi bile bile inkar ettikleri gibi biz de bugün onları
unuturuz". (* A’raf suresi: 51)
Allah’a yemin olsun ki
bu ayet bizim ayetlerimizden biridir. Allah’a yemin olsun ki bu ayet bizim
velayetimizdir.
Ey Cabir ! Sünnetimizi
öldüren, düşmanlarımıza dost olan, hürmetimize
saygısızlık eden, bize zulmeden, bize karşı zor
kullanan, zalimlerin sünnetini ihya eden ve dinsizlerin yolu üzerinde giden bir
kavim hakkında ne dersin ?”
Dedim ki:
“ Bana, sizin
varlığınızı tam manası ile bilme nimetini
bağışlayan, faziletinizi anlamak için bana ilhamda bulunan, size
itaat etmeye, size dost olana dost olmayı ve size düşman olana
düşman olmayı muvaffak eden Allah’a şükürler olsun.”
Allah’ın duası üzerine olsun, bana dedi ki:
Ey Cabir !
Varlığı tam manası ile bilmenin (marifetin) ne
olduğunu biliyor musun ? Varlığı tam manası ile
bilmek, ilk olarak tevhidi tanıtlamaktır; ikincisi ise manaları
bilmektir; üçüncüsü ise kapıları bilmektir; dördüncüsü ise yetimleri
bilmektir; beşincisi ise rükünleri bilmektir; altıncısı ise
nakipleri bilmektir; yedincisi ise necipleri bilmektir. Bunların hepsi
şanı yücenin şu sözleridir: "Rabbimin sözleri için deniz
mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden
önce deniz tükenecektir". (*Kehf suresi:
109) "Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz
de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın
sözleri tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet
sahibidir".
(* Lukman suresi: 27)
Ey Cabir ! Tevhidi
tanıtlamaya ve manaları bilmeye gelince. Tevhidi tanıtlama
şudur: Başlangıcı olmayan ve görme duygusundan
uzaklaşan, "Gözler O’nu görmez; O, gözleri görür. O ,
eşyayı (her şeyi) pek iyi bilen, her şeyden haberdar
olandır". (*En’am suresi: 103)
Kendisi, görme
duygusundan uzak ve zatının hakikati duyular ve akıllarla idrak
edilemez. O’nu, kendisini nitelediği gibi göreceksin.
Manaları bilme
şudur: O’nun manaları ve size görünen tarafı biziz. Bizleri
zatnın nurundan meydana çıkardı ve kullarının emrini
bize verdi. Bizler O’nun izniyle istediğimizi yaparız. Biz dilersek
Allah diler, biz istersek Allah ister. Şanı yüce Allah bizleri bu
makama koydu. Bizleri kulları arasından seçerek diyarlarında
O’nun kanıtları olarak kıldı. Bu söylediklerimden bir
şeyi kabul etmeyen ve inkar eden, ismi yüce Allah’ın dediklerini
kabul etmemiş, Allah’ın ayetlerini, peygamberlerini ve nebilerini
inkar etmiş olur. Ey Cabir ! Her kim şanı yüce Allah’ı,
sana tarif ettiğim bu özelliği ile bilirse tevhidi
tanıtlamış olur. Nitekim bu özellik, indirilmiş olan
kitabın içindekine muvafıktır, şanı yüce buyurdu ki: "Gözler
O’nu görmez; O, gözleri görür". (* Enam suresi:
103) "O’nun
benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir". (*Şura suresi: 11) Yine
şöyle buyurdu : "Allah, yaptığından sorulmaz; onlar
ise sorguya çekileceklerdir." (* Enbiya suresi:
23)
Ben dedim ki:
“Ey efendim ! Bu
düşüncedeki eshabım ne kadar da azdır !”
Aleyhisselam dedi ki:
“ Senin
düşündüğünden bile çok daha azdır ! Senin gibi düşünen
eshabından yeryüzünde kaç kişi bulunduğunu biliyor musun ?”
Dedim ki:
“Ey Rasulallah’ın
oğlu, her şehirde yüz ile ikiyüz kişi arasında ve genel
olarak bin ile ikibin kişi arasında olduklarını
zannediyorum ! Daha doğrusu, yeryüzünde genel olarak yüzbinden daha fazla
olduklarını zannediyorum !”
Aleyhisselam dedi ki:
“Ey Cabir ! Zannına
muhalif ol ve görüşünü geride tut ! Senin eshabın olarak
zannetiklerin “mukassirun” durlar. Onlar ise sana eshap değillerdir.”
Dedim ki:
“Ey Rasulallah’ın
oğlu, "el-mukassirun” kime denir ?”
Dedi ki:
“ Ehli Beyt
imamlarının gerçek varlıklarının bilgisinden ve
Allah’ın onlara farz kıldığı emirlerinin ve ruhunun
gerçek bilgisinden geride duranlardır."
Dedim ki:
“Ey efendim, bu ruhun
gerçek bilgisi nedir ?”
Aleyhisselam dedi ki:
“ Allah’ın, ruh hakkında
vermiş olduğu özelliğin sahibini bilmesidir. Bu özelliğe
sahip kıldıklarına, ruh hakkındaki emrini de
vermiştir. Böylece O’nun izni ile yaratır, ölüyü diriltir,
insanın öz varlığındaki, kişiliğindeki halini
bilir, geçmişte olanları ve gelecekte bütün olacakları bilir.
Bunu yapabilmesinin sebebi, o ruhun yapısı ile ilgilidir. Bu ruh,
şanı yüce Allah’ın emrindendir. Şanı yüce Allah, her
kime bu ruh vasıtasıyla bir özellik verirse, o kişi kamildir ve
noksan değildir. Allah’ın izniyle istediğini yapar. Gözün
kapanıp açılması müddeti içinde, doğudan batıya,
batıdan doğuya, yeryüzünden göğe ve oradan yeryüzüne yol
alabilir, dilediğini ve istediğini yapabilir.”
Dedim ki:
“Ey efendim, bu ruhun
şanı yüce Allah tarafından Muhammed’e (s.a.a.s.) tahsis edildiğine
dair, şanı yüce Allah’ın kitabındaki beyanı bana
öğret.”
Dedi ki:
“Evet, bu ayeti oku: 'İşte
böylece sana da emrimizle ruhu gönderdik. Sen, kitap nedir, iman nedir
bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle
doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık.
Şüphesiz ki sen doğru yola sevkedersin'. (*Şura
suresi: 52)
Yine şanı
yücenin bu buyurduğu: 'İşte onların kalbine Allah, iman
yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.'
” (Mucâdele suresi: 22)
Dedim ki:
“ Ruh ve emrinin
bilgisini anlamam için bana yardımcı olduğun için, Allah senin
yardımcın olsun. Ey efendim, Allah’ın duası senin üzerine
olsun, Şia’nın çoğunluğu “mukassirun”dur (Ehli Beytin
gerçek makamlarının bilgisine haiz değildir).
Eshabımın içinde, senin bana tarif ettiğin vasıflara sahip
olan bir kişiyi bile bilmiyorum !”
Dedi ki:
“ Ey Cabir ! Sen
onlardan birini bilmiyorsan, ben ise sayıları az olan bu
kişileri tanıyorum. Kendileri, sırrımızı,
saklı tuttuğumuzu ve gizli ilmimizi benden teslimiyet içinde öğreniyorlar.”
Dedim ki:
“ Filanın oğlu
ve arkadaşları inşaallah bu sıfatın ehlindendir. Çünkü
onlardan sizin sırrınızdan bir sırrı ve ilminizden
gizli olanını duydum. Sanıyorum ki kendileri bu yolda kemale ve
kavrayışa ulaşmışlardır.”
Dedi ki:
“Ey Cabir ! Bu
kastettiklerini yarın beraberinde huzuruma getir !”
Ertesi gün onları beraberimde imamın huzuruna getirdim. İmam
aleyhisselama selam verip, onun ağırlığını ve
saygınlığını ifade ettikten sonra önünde durdular.
Aleyhisselam dedi ki:
“Ey Cabir ! Kendileri
senin kardeşlerindir. Lakin kendilerinde geride kalan bir mesele
vardır ! Ey hazır olan kişiler, şanı yüce
Allah’ın dilediğini yaptığına, dilediğine
hükmettiğine, hükmünü kimsenin bozamıyacağına, karar
kıldığını kimsenin geri çeviremiyeceğine ve
yaptığından sorulmaz olduğuna ve onların ise sorguya
çekileceklerine dair ikrar ediyormusunuz ?”
Onlar dedi ki:
“ Evet ikrar ediyoruz
ki: Allah dilediğini yapar ve dilediğine hükmeder.”
Dedim ki:
“ Allah’a şükür
gerçeği gördüler, bildiler ve kavradılar.”
(İmam) dedi ki:
“Ey Cabir !
Bilmediğin bir şey hakkında acele karar verme !”
Bunu duyduğumda şaşkın kalmıştım.
Aleyhisselam dedi ki:
“ Onlara sor : Huseyn’in
oğlu Ali (Zeynulabidin) oğlu Muhammed (el-Bakır’ın)
suretinde görünmeye muktedir mi ?”
Onlara bunu sorduğumda cevap vermeyip sustular. Aleyhisselam dedi ki:
“ Ey Cabir ! Onlara sor:
Muhammed (el-Bakır) benim suretimde görünmeye muktedir mi ?”
Onlara bunu sordum, hepsi susup cevap vermediler. İmam bana bakarak dedi
ki:
“ İşte, sana
haber vermiş olduğum ve onlarda geri kalan mesele budur.”
Onlara dedim ki:
“ Size ne oldu ?
İmamınıza neden cevap vermiyorsunuz ?”
Onlar susup şüphe içinde kaldılar. İmam onlara bakıp dedi
ki:
“ Ey Cabir ! Sana
haber vermiş olduğum ve onlarda geri kalan mesele budur !”
imam Bakır aleyhisselam dedi ki:
“ Size ne oluyor ki
konuşmuyorsunuz ?!”
Onlar birbirine bakıp soruyorlardı, dediler ki:
“Ey Rasulallah’ın
oğlu, bizim bilgimiz yoktur, sen bize öğret !”
Bunun üzerine efendimiz Huseyn’in oğlu imam-ı Ali Zeynulabidin
aleyhisselam, oğlu Muhammed el-Bakır aleyhiselama bakarak onlara dedi
ki:
“ Bu kimdir ?”
Onlar dedi ki:
“ Senin oğlun.”
Onlara dedi ki:
“Ben kimim ?”
Onlar dedi ki:
“ Sen onun
babasısın, Huseyn’in oğlu Ali’sin.”
(İmam) aleyhiselam anlamadığımız kelimelerle
konuştu ve hemen bunun ardından, oğlu Muhammed, babası
Huseyn’in oğlu Ali’nin suretine sahip oldu ve Ali de oğlu Muhammed’in
suretine sahip oldu.
Onlar dediler ki:
“Allah’tan başka
bir ilah yoktur !”
İmam aleyhiselam dedi ki:
“ Allah’ın
kudretinden hayrete düşmeyin ! Ben Muhammed’im ve Muhammed bendir !”
Muhammed (el-Bakır) aleyhiselam dedi ki:
“ Ey toplum !
Allah’ın emrinden hayrete düşmeyin ! Ben Ali’yim, Ali de bendir !
Hepimiz biriz ve bir nurdanız ! Ruhumuz Allah’ın emrindendir.
İlkimiz Muhammed’tir, ortamızda olan Muhammed’tir, sonuncumuz
Muhammed’tir ve hepimiz Muhammediz !”
Topluluk bunu duyduğunda yüzleri üzerine secdeye kapılarak dediler
ki:
“ Velayetinize,
sırrınıza ve görünüşteki halinize iman ettik! Sizin
özelliklerinize de ikrarda bulunduk !”
İmam-ı Ali Zeynulabidin aleyhiselam dedi ki:
“Ey topluluk !
Başınızı kaldırın ! Şimdi sizler arif,
kurtuluşa ermiş ve hakikati görüp anlayanlardan oldunuz. Sizler
kemale erdiniz ve ona varılması gereken gerçeği bildiniz.
Mukassir (Ehli Beytin gerçek makamlarının bilgisine haiz olmayan) ve
zayıf olanlara, benden ve Muhammed’ten gördüklerinizi anlatmayın,
bundan Allah’a sakının ! Aksi takdirde sizleri kötüleyip yalanlarlar!”
Onlar dedi ki:
“ Duyduk ve itaat
ettik.”
Aleyhisselam dedi ki:
“ Doğru yolu
bulmuş ve kemale ermiş olarak yerlerinize gidiniz !”
Böylece onlar ayrılıp giderler. Ben dedim ki:
“ Ey efendim ! Sizin
hakkınızda bilinmesi gereken emri, senin bize beyan ettiğin ve
gösterdiğin şekliyle bilmeyip, ama aynı zamanda size sevgi
bağlayan, faziletinizi kabul eden ve düşmanlarınızdan
uzaklaşan kişilerin hali nedir ?”
Aleyhisselam dedi ki:
“ Hakikatin tümüne
varıncaya kadar hayır içinde olur !”
Dedim ki:
“Ey Rasulallah’ın
oğlu, bundan sonra gerçeğin tümünü kabullenmekte onları geride
tutacak bir şey var mı ?”
Aleyhisselam dedi ki:
“ Evet, var. Şayet
kardeşlerinin haklarında kusur ederlerse, onları mallarına
ve durumlarının gizli ve aşikar olanına ortak
kılmazlarsa ve dünya malını sırf kendileri için isterlerse,
geride kalırlar ! İşte bu durum hasıl olursa,
beğenilen, iyi olan, o kişiden kesilir, tamamen yok olur.
Kardeşlerinin
hakkında kusurda bulunan, dünyada tahammül edemiyeceği,
taşımıyacağı felaketlere, belalara, acılara,
malının yok oluşuna ve halinin perişanlığına
düşer.”
Allah’a yemin olsun ki bunları duyduğumda, derin bir şekilde
sıkıntıya ve üzüntüye düştüm ve dedim ki:
“ Ey Rasulallah’ın
oğlu, mümin bir kişinin, mümin olan kardeşi üzerindeki
hakkı nedir ?”
Aleyhisselam dedi ki:
“ Mümin kardeşinin
sevincine sevinmesi, üzüldüğü zaman onun üzüntüsüne üzülmesi, ona bütün
durumunda, darlığında yardımcı olması ve dünya
malındaki kayıplardan dolayı onu terketmeyip, onu kendisine
eşit tutmasıdır ! Hatta o kadar ki hayır ve şerde
ikisi aynı yerde olmalıdır !”
Dedim ki :
“Ey efendim,
şanı yüce Allah, bu saydıklarını mümin kişinin
mümin kardeşine yapmasını nasıl vacip kıldı ?”
Aleyhisselam dedi ki:
“ Çünkü mümin olana ,
mümin olan başka bir kişi, onun babasından ve anasından
olan kardeşi gibidir. Kendisinin mülküne, o kişiyi, kendisinden daha
fazla bir hakka sahip olduğunu kabul etmezse, kardeşlik hakkını
yerine getirmiş olmaz !”
Dedim ki:
“ Allah’ı her türlü
ayıptan ve kusurdan tenzih ederim, bu saydıklarını
başarmaya kimin gücü var ?!”
Aleyhisselam dedi ki:
“Cennetin
kapısını vurmayı (çalmayı), güzel hurilerin
boyunlarına sarılmayı ve selamet diyarında bizimle
buluşmayı isteyenler !”
Dedim ki:
“ Ey Rasulallah’ın
oğlu ! Allah’a yemin olsun ki bittim, yok oldum ! Çünkü kardeşlerimin
hakları hususunda kusur ettim. Bu hakka yönelik taksiratımın,
belki de bunun onda birinin bile, geride durmama sebep olacağını
bilmiyordum. Ey Rasulallah’ın oğlu ! Kardeşlerimin hakkına
riâyet etmekte göstermiş olduğum taksirattan dolayı,
şanı yüce Allah’a tövbe ediyorum.”
Hadisi Tam olarak eksiksiz nakleden
Kaynaklar:
1- Muhammed Bakır
el-Meclisi “Bihar’ul-Envâr” c: 26, s: 8-17
2- Ali bin
Muhammed el-Alevi "el-Menâkib'ul Alevi" S.118-132, Kum bas. H.1428
3- Rasul Kazim
Abdüssâdet "Tefsir-i Cabir'ul Cufi S.606-614"
4- eşşeyh Ali el-Yezdi
el-Hâiri "İlzâm'ün Nâsib Fî İsbât'il Hüccet'ül Gâib" C.1,
S.33-40
5- Kitab Bank Cami Ahadis Ehlul Beyt C.15, S.9630
6- eş-Şeyh Abdullah el-Behrani "Avâlim'ul
Ulûm" Kitab'ul İmame" babında
7- Gadir
Sitesi - www.gadir.free.fr
Hadisin Bazı Bölümlerini Eksik Nakleden Bazı Kaynaklar:
1- Muhammed bin Cerir et-Tabari
"Nevâdir'ül Mucizat" S.120-125
2- Es-Seyyid Ahmed el-Müstanbat "El-Katra Fî
Menâkib'un Nebî vel-Itra" C.1, S.328-332
3- Hüseyin Abdül Vehhab "Uyun'ul Mucizat" S.78-83
4- Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi "Hidayet'ül
Kübrâ" S.226-232
حديث
الخيط الأصفر
- من معاجز
الإمام محمد
الباقر عليه
السلام
حَدَّثَنِي
وَالِدِي
مِنَ
الْكِتَابِ
الْمَذْكُورِ
قَالَ
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ بْنُ
عُبَيْدِ
اللَّهِ
قَالَ
حَدَّثَنَا
سُلَيْمَانُ
بْنُ
أَحْمَدَ
قَالَ
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ
بْنُ
جَعْفَرٍ
قَالَ
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
الْمَوْصِلِيُّ
قَالَ أَخْبَرَنِي
أَبِي عَنْ
خَالِدٍ عَنْ
جَابِرِ بْنِ
يَزِيدَ
الْجُعْفِيِّ
وَقَالَ
حَدَّثَنَا
أَبُو
سُلَيْمَانَ
أَحْمَدُ
قَالَ
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ سَعِيدٍ
عَنْ أَبِي
سَعِيدٍ عَنْ سَهْلِ
بْنِ زِيَادٍ
قَالَ
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ سِنَانٍ
عَنْ جَابِرِ
بْنِ يَزِيدَ
الْجُعْفِيِّ
قَالَ لَمَّا
أَفْضَتِ الْخِلَافَةُ
إِلَى بَنِي
أُمَيَّةَ
سَفَكُوا
فِيهَا
الدَّمَ
الْحَرَامَ
وَلَعَنُوا
فِيهَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
ع عَلَى
الْمَنَابِرِ
أَلْفَ
شَهْرٍ وَتَبَرَّءُوا
مِنْهُ وَاغْتَالُوا
«2» الشِّيعَةَ
فِي كُلِّ
بَلْدَةٍ وَاسْتَأْصَلُوا
بُنْيَانَهُمْ
مِنَ الدُّنْيَا
لِحُطَامِ
دُنْيَاهُمْ
فَخَوَّفُوا
النَّاسَ فِي
الْبُلْدَانِ
وَكُلُّ مَنْ
لَمْ
يَلْعَنْ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
ع وَلَمْ
يَتَبَرَّأْ مِنْهُ
قَتَلُوهُ
كَائِناً
مَنْ كَانَ
قَالَ
جَابِرُ بْنُ
يَزِيدَ
الْجُعْفِيُّ
فَشَكَوْتُ
مِنْ بَنِي
أُمَيَّةَ وَأَشْيَاعِهِمْ
إِلَى
الْإِمَامِ
الْمُبِينِ
أَطْهَرِ
الطَّاهِرِينَ
زَيْنِ الْعِبَادِ
وَسَيِّدِ
الزُّهَّادِ
وَخَلِيفَةِ
اللَّهِ
عَلَى
الْعِبَادِ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
صَلَوَاتُ
اللَّهِ عَلَيْهِمَا
فَقُلْتُ يَا
ابْنَ
رَسُولِ اللَّهِ
قَدْ
قَتَلُونَا
تَحْتَ كُلِّ
حَجَرٍ وَمَدَرٍ
وَاسْتَأْصَلُوا
شَأْفَتَنَا
وَأَعْلَنُوا
لَعْنَ
مَوْلَانَا
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
صَلَوَاتُ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
عَلَى
الْمَنَابِرِ
وَالْمَنَارَاتِ
وَالْأَسْوَاقِ
وَالطُّرُقَاتِ
وَتَبَرَّءُوا
مِنْهُ
حَتَّى
إِنَّهُمْ
لَيَجْتَمِعُونَ
فِي مَسْجِدِ
رَسُولِ
اللَّهِ ص
فَيَلْعَنُونَ
عَلِيّاً ع
عَلَانِيَةً
لَا يُنْكِرُ
ذَلِكَ
أَحَدٌ وَلَا
يَنْهَرُ «3»
فَإِنْ
أَنْكَرَ
ذَلِكَ أَحَدٌ
مِنَّا حَمَلُوا
عَلَيْهِ
بِأَجْمَعِهِمْ
وَقَالُوا
هَذَا
رَافِضِيٌّ
أَبُو
تُرَابِيٌّ
وَأَخَذُوهُ
إِلَى
سُلْطَانِهِمْ
وَقَالُوا
هَذَا ذَكَرَ
أَبَا
تُرَابٍ
بِخَيْرٍ
فَضَرَبُوهُ
ثُمَّ
حَبَسُوهُ
ثُمَّ بَعْدَ
ذَلِكَ
قَتَلُوهُ
فَلَمَّا
سَمِعَ الْإِمَامُ
صَلَوَاتُ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
ذَلِكَ
مِنِّي
نَظَرَ إِلَى
السَّمَاءِ
فَقَالَ
سُبْحَانَكَ
اللَّهُمَّ سَيِّدِي
مَا
أَحْلَمَكَ
وَأَعْظَمَ
شَأْنَكَ فِي
حِلْمِكَ وَأَعْلَى
سُلْطَانَكَ
يَا رَبِّ
قَدْ أَمْهَلْتَ
«4»
__________________________________________________
(1)
فى نسخة: دفعت.
(2)
غاله الشىء
او اغتاله:
اذا اخذه من
حيث لم يدر.
(3)
اى لا يزجر.
(4)
فى نسخة: قد
مهلت.
عِبَادَكَ
فِي
بِلَادِكَ
حَتَّى
ظَنُّوا أَنَّكَ
أَمْهَلْتَهُمْ
أَبَداً وَهَذَا
كُلُّهُ
بِعَيْنِكَ
لَا
يُغَالَبُ قَضَاؤُكَ
وَلَا
يُرَدُّ
الْمَحْتُومُ
مِنْ تَدْبِيرِكَ
كَيْفَ
شِئْتَ وَأَنَّى
شِئْتَ وَأَنْتَ
أَعْلَمُ
بِهِ مِنَّا
قَالَ ثُمَّ دَعَا
صَلَوَاتُ
اللَّهِ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
ابْنَهُ
مُحَمَّداً ع
فَقَالَ يَا
بُنَيَّ
قَالَ
لَبَّيْكَ
يَا سَيِّدِي
قَالَ إِذَا
كَانَ غَداً
فَاغْدُ
إِلَى
مَسْجِدِ رَسُولِ
اللَّهِ ص وَخُذْ
مَعَكَ
الْخَيْطَ
الَّذِي
أُنْزِلَ مَعَ
جَبْرَئِيلَ
عَلَى
جَدِّنَا ص
فَحَرِّكْهُ
تَحْرِيكاً
لَيِّناً وَلَا
تُحَرِّكْهُ
شَدِيداً
اللَّهَ
اللَّهَ
فَيَهْلِكُ
النَّاسُ
كُلُّهُمْ
قَالَ جَابِرٌ
فَبَقِيتُ
مُتَفَكِّراً
مُتَعَجِّباً
مِنْ
قَوْلِهِ
فَمَا
أَدْرِي مَا
أَقُولُ
لِمَوْلَايَ
ع فَغَدَوْتُ
إِلَى
مُحَمَّدٍ ع
وَقَدْ
بَقِيَ
عَلَيَّ
لَيْلٌ
حِرْصاً أَنْ
أَنْظُرَ
إِلَى
الْخَيْطِ وَتَحْرِيكِهِ
فَبَيْنَمَا
أَنَا عَلَى
دَابَّتِي
إِذْ خَرَجَ
الْإِمَامُ ع
فَقُمْتُ وَسَلَّمْتُ
عَلَيْهِ
فَرَدَّ
عَلَيَّ السَّلَامَ
وَقَالَ مَا
غَدَا بِكَ
فَلَمْ
تَكُنْ
تَأْتِينَا
فِي هَذَا
الْوَقْتِ
فَقُلْتُ يَا
ابْنَ رَسُولِ
اللَّهِ
سَمِعْتُ
أَبَاكَ ص
يَقُولُ
بِالْأَمْسِ
خُذِ
الْخَيْطَ وَسِرْ
إِلَى
مَسْجِدِ
رَسُولِ
اللَّهِ ص فَحَرِّكْهُ
تَحْرِيكاً
لَيِّناً وَلَا
تُحَرِّكْهُ
تَحْرِيكاً
شَدِيداً
فَتُهْلِكَ
النَّاسَ
كُلَّهُمْ
فَقَالَ يَا
جَابِرُ لَوْ
لَا
الْوَقْتُ
الْمَعْلُومُ
وَالْأَجَلُ
الْمَحْتُومُ
وَالْقَدَرُ
الْمَقْدُورُ
لَخَسَفْتُ
وَاللَّهِ
بِهَذَا
الْخَلْقِ
الْمَنْكُوسِ
فِي طَرْفَةِ
عَيْنٍ لَا
بَلْ فِي
لَحْظَةٍ لَا
بَلْ فِي
لَمْحَةٍ وَلَكِنَّنَّا
(عِبادٌ
مُكْرَمُونَ
لا
يَسْبِقُونَهُ
بِالْقَوْلِ
وَهُمْ
بِأَمْرِهِ
يَعْمَلُونَ)(الأنبياء:26-27)
قَالَ قُلْتُ
لَهُ يَا
سَيِّدِي وَلِمَ
تَفْعَلُ
هَذَا بِهِمْ
قَالَ مَا
حَضَرْتَ
أَبِي
بِالْأَمْسِ
وَالشِّيعَةُ
«1» يَشْكُونَ
إِلَيْهِ مَا
يَلْقَوْنَ مِنَ
النَّاصِبِيَّةِ
الْمَلاعِينِ
وَالْقَدَرِيَّةِ
الْمُقَصِّرِينَ
فَقُلْتُ
بَلَى يَا
سَيِّدِي
قَالَ
فَإِنِّي
أُرْعِبُهُمْ
وَكُنْتُ
أُحِبُّ أَنْ
يَهْلِكَ
طَائِفَةٌ مِنْهُمْ
وَيُطَهِّرَ
اللَّهُ
مِنْهُمُ
الْبِلَادَ
وَيُرِيحَ
الْعِبَادَ
قُلْتُ يَا
سَيِّدِي فَكَيْفَ
تُرْعِبُهُمْ
وَهُمْ
أَكْثَرُ
مِنْ أَنْ
يُحْصَوْا
قَالَ امْضِ
بِنَا إِلَى
الْمَسْجِدِ
لِأُرِيَكَ قُدْرَةَ
اللَّهِ
تَعَالَى
قَالَ
جَابِرٌ فَمَضَيْتُ
مَعَهُ إِلَى
الْمَسْجِدِ
فَصَلَّى
رَكْعَتَيْنِ
ثُمَّ وَضَعَ
خَدَّهُ فِي
التُّرَابِ
وَكَلَّمَ
بِكَلِمَاتٍ
ثُمَّ رَفَعَ
رَأْسَهُ وَأَخْرَجَ
مِنْ كُمِّهِ
خَيْطاً
دَقِيقاً يَفُوحُ
مِنْهُ
رَائِحَةُ
الْمِسْكِ وَكَانَ
__________________________________________________
(1)
لعل جابر مع
جماعة من
الشيعة شكى
الى على بن
الحسين عليه
السلام فلا
ينافى صدر
الخبر.
أَدَقَّ
فِي
الْمَنْظَرِ
مِنْ خَيْطِ
الْمَخِيطِ ثُمَّ
قَالَ خُذْ
إِلَيْكَ
طَرَفَ
الْخَيْطِ وَامْشِ
رُوَيْداً وَإِيَّاكَ
ثُمَّ
إِيَّاكَ
أَنْ
تُحَرِّكَهُ
قَالَ
فَأَخَذْتُ
طَرَفَ
الْخَيْطِ وَمَشَيْتُ
رُوَيْداً
فَقَالَ
صَلَوَاتُ اللَّهِ
عَلَيْهِ
قِفْ يَا
جَابِرُ فَوَقَفْتُ
فَحَرَّكَ
الْخَيْطَ
تَحْرِيكاً لَيِّناً
فَمَا
ظَنَنْتُ
أَنَّهُ
حَرَّكَهُ
مِنْ لِينِهِ
ثُمَّ قَالَ
نَاوِلْنِي
طَرَفَ
الْخَيْطِ
قَالَ
فَنَاوَلْتُهُ
فَقُلْتُ مَا
فَعَلْتَ
بِهِ يَا
ابْنَ
رَسُولِ اللَّهِ
قَالَ
وَيْحَكَ
اخْرُجْ
إِلَى النَّاسِ
وَانْظُرْ مَا
حَالُهُمْ
قَالَ
فَخَرَجْتُ
مِنَ الْمَسْجِدِ
فَإِذَا
صِيَاحٌ وَوَلْوَلَةٌ
مِنْ كُلِّ
نَاحِيَةٍ وَزَاوِيَةٍ
وَإِذَا
زَلْزَلَةٌ
وَهَدَّةٌ وَرَجْفَةٌ
وَإِذَا
الْهَدَّةُ
أَخْرَبَتْ
عَامَّةَ دُورِ
الْمَدِينَةِ
وَهَلَكَ
تَحْتَهَا
أَكْثَرُ
مِنْ
ثَلَاثِينَ
أَلْفَ
رَجُلٍ وَامْرَأَةٍ
وَإِذَا
بِخَلْقٍ
يَخْرُجُونَ
مِنَ السِّكَكِ
لَهُمْ
بُكَاءٌ وَعَوِيلٌ
وَضَوْضَاةٌ
وَرَنَّةٌ
شَدِيدَةٌ وَهُمْ
يَقُولُونَ (إِنَّا
لِلَّهِ وَإِنَّا
إِلَيْهِ
راجِعُونَ)(البقرة:156)
قَدْ قَامَتِ
السَّاعَةُ
وَوَقَعَتِ
الْوَاقِعَةُ
وَهَلَكَ النَّاسُ
وَآخَرُونَ
يَقُولُونَ
الزَّلْزَلَةُ
وَالْهَدَّةُ
وَآخَرُونَ
يَقُولُونَ
الرَّجْفَةُ
وَالْقِيَامَةُ
هَلَكَ
فِيهَا
عَامَّةُ النَّاسِ
وَإِذَا
أُنَاسٌ قَدْ
أَقْبَلُوا
يَبْكُونَ يُرِيدُونَ
الْمَسْجِدَ
وَبَعْضُهُمْ
يَقُولُونَ
لِبَعْضٍ
كَيْفَ لَا
يُخْسَفُ بِنَا
وَقَدْ
تَرَكْنَا
الْأَمْرَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَالنَّهْيِ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَظَهَرَ
الْفِسْقُ وَالْفُجُورُ
وَكَثُرَ
الزِّنَا وَالرِّبَا
وَشُرْبُ
الْخَمْرِ وَاللِّوَاطَةُ
وَاللَّهِ
لَيَنْزِلَنَّ
بِنَا مَا
هُوَ أَشَدُّ
مِنْ ذَلِكَ
وَأَعْظَمُ
أَوْ
نُصْلِحَ أَنْفُسَنَا
قَالَ
جَابِرٌ
فَبَقِيتُ
مُتَحَيِّراً
أَنْظُرُ
إِلَى
النَّاسِ
يَبْكُونَ وَيَصِيحُونَ
وَيُوَلْوِلُونَ
وَيَغْدُونَ
زُمَراً
إِلَى
الْمَسْجِدِ
فَرَحِمْتُهُمْ
حَتَّى وَاللَّهِ
بَكَيْتُ
لِبُكَائِهِمْ
وَإِذَا لَا
يَدْرُونَ
مِنْ أَيْنَ
أُتُوا وَأُخِذُوا
فَانْصَرَفْتُ
إِلَى
الْإِمَامِ
الْبَاقِرِ ع
وَقَدِ
اجْتَمَعَ
النَّاسُ
لَهُ وَهُمْ
يَقُولُونَ
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ مَا
تَرَى مَا
نَزَلَ بِنَا
بِحَرَمِ
رَسُولِ
اللَّهِ ص وَقَدْ
هَلَكَ
النَّاسُ وَمَاتُوا
فَادْعُ
اللَّهَ
عَزَّ وَجَلَّ
لَنَا
فَقَالَ
لَهُمْ افْزَعُوا
إِلَى
الصَّلَاةِ
وَالصَّدَقَةِ
وَالدُّعَاءِ
ثُمَّ
سَأَلَنِي
فَقَالَ يَا جَابِرُ
مَا حَالُ
النَّاسِ
فَقُلْتُ يَا
سَيِّدِي لَا
تَسْأَلْ يَا
ابْنَ
رَسُولِ اللَّهِ
خَرِبَتِ
الدُّورُ وَالْقُصُورُ
وَهَلَكَ
النَّاسُ وَرَأَيْتُهُمْ
بِغَيْرِ
رَحْمَةٍ
فَرَحِمْتُهُمْ
فَقَالَ لَا
رَحِمَهُمُ
اللَّهُ
أَبَداً
أَمَا إِنَّهُ
قَدْ بَقِيَ
عَلَيْكَ
بَقِيَّةٌ
لَوْ لَا
ذَلِكَ مَا
رَحِمْتَ
أَعْدَاءَنَا
وَأَعْدَاءَ
أَوْلِيَائِنَا
ثُمَّ قَالَ ع
سُحْقاً
سُحْقاً
بُعْداً (بُعْداً
لِلْقَوْمِ
الظَّالِمِينَ)(هود:44)
وَاللَّهِ لَوْ
حَرَّكْتُ
الْخَيْطَ
أَدْنَى
تَحْرِيكَةٍ
لَهَلَكُوا
أَجْمَعِينَ
وَجَعَلَ
أَعْلَاهَا
أَسْفَلَهَا
وَلَمْ
يَبْقَ دَارٌ
وَلَا قَصْرٌ
وَلَكِنْ
أَمَرَنِي
سَيِّدِي وَمَوْلَايَ
أَنْ لَا
أُحَرِّكَهُ
شَدِيداً ثُمَّ
صَعِدَ
الْمَنَارَةَ
وَالنَّاسُ
لَا
يَرَوْنَهُ فَنَادَى
بِأَعْلَى
صَوْتِهِ
أَلَا أَيُّهَا
الضَّالُّونَ
الْمُكَذِّبُونَ
فَظَنَّ
النَّاسُ
أَنَّهُ
صَوْتٌ مِنَ
السَّمَاءِ
فَخَرُّوا
لِوُجُوهِهِمْ
وَطَارَتْ
أَفْئِدَتُهُمْ
وَهُمْ
يَقُولُونَ
فِي
سُجُودِهِمْ
الْأَمَانَ
الْأَمَانَ
فَإِذَا هُمْ (يَسْمَعُونَ
الصَّيْحَةَ
بِالْحَقِّ)(ق:42)
وَلَا
يَرَوْنَ
الشَّخْصَ
ثُمَّ
أَشَارَ بِيَدِهِ
صَلَوَاتُ
اللَّهِ
عَلَيْهِ وَأَنَا
أَرَاهُ وَالنَّاسُ
لَا
يَرَوْنَهُ
فَزَلْزَلَتِ
الْمَدِينَةُ
أَيْضاً
زَلْزَلَةً
خَفِيفَةً
لَيْسَتْ
كَالْأُولَى
وَتَهَدَّمَتْ
فِيهَا
دُورَةٌ
كَثِيرَةٌ ثُمَّ
تَلَا هَذِهِ
الْآيَةَ (ذلِكَ
جَزَيْناهُمْ
بِبَغْيِهِمْ)«1»
ثُمَّ تَلَا
بَعْدَ مَا
نَزَلَ (فَلَمَّا)
«2» (جاءَ
أَمْرُنا) «3»
جَعَلْنا
عالِيَها
سافِلَها وَأَمْطَرْنا
عَلَيْهِمْ
حِجارَةً
مِنْ طِينٍ
مُسَوَّمَةً
عِنْدَ
رَبِّكَ
لِلْمُسْرِفِينَ
«4» وَتَلَا ع (فَخَرَّ
عَلَيْهِمُ
السَّقْفُ
مِنْ فَوْقِهِمْ
وَأَتاهُمُ
الْعَذابُ
مِنْ حَيْثُ
لا يَشْعُرُونَ)«5»
قَالَ وَخَرَجَتِ
الْمُخَدَّرَاتُ
فِي
الزَّلْزَلَةِ
الثَّانِيَةِ
مِنْ
خُدُورِهِنَّ
مُكَشَّفَاتِ
الرُّءُوسِ
وَإِذَا
الْأَطْفَالُ
يَبْكُونَ وَيَصْرُخُونَ
فَلَا
يَلْتَفِتُ
أَحَدٌ
فَلَمَّا
بَصُرَ الْبَاقِرُ
ع ضَرَبَ
بِيَدِهِ
إِلَى
الْخَيْطِ فَجَمَعَهُ
فِي كَفِّهِ
فَسَكَنَتِ
الزَّلْزَلَةُ
ثُمَّ أَخَذَ
بِيَدِي وَالنَّاسُ
لَا
يَرَوْنَهُ
وَخَرَجْنَا
مِنَ
الْمَسْجِدِ
فَإِذَا قَوْمٌ
قَدِ
اجْتَمَعُوا
إِلَى بَابِ
حَانُوتِ
الْحَدَّادِ
وَهُمْ
خَلْقٌ
كَثِيرٌ
يَقُولُونَ
مَا سَمِعْتُمْ
فِي مِثْلِ
هَذَا
الْمَدَرَةِ
«6» مِنَ
__________________________________________________
(1)
الاعراف: 146.
(2)
هكذا فى
الكتاب، و
الموجود فى
المصحف الشريف
فى سورة هود
هكذا: «و
أمطرنا عليها
حجارة من سجيل
منضود مسومة
عند ربك و ما
هى من الظالمين
ببعيد» و لعله
من تصحيف
الروات او جمع
الامام عليه
السلام بين
الايتين فأخذ
شطرا من آية
من سورة هود و
شطرا من سورة
و الذاريات.
(3)
هود: 82.
(4)
الذاريات: 33 و 34.
(5)
النحل: 26.
(6)
فى نسخة: هذا
المنارة.
الْهِمَّةِ
فَقَالَ
بَعْضُهُمْ
بَلَى لَهَمْهَمَةٌ
كَثِيرَةٌ وَقَالَ
آخَرُونَ
بَلْ وَاللَّهِ
صَوْتٌ وَكَلَامٌ
وَصِيَاحٌ
كَثِيرٌ وَلَكُنَّا
وَاللَّهِ
لَمْ نَقِفْ
عَلَى
الْكَلَامِ
قَالَ
جَابِرٌ
فَنَظَرَ
الْبَاقِرُ ع
إِلَى قِصَّتِهِمْ
ثُمَّ قَالَ
يَا جَابِرُ دَأْبُنَا
وَدَأْبُهُمْ
إِذَا
بَطِرُوا وَأَشِرُوا
وَتَمَرَّدُوا
وَبَغَوْا
أَرْعَبْنَاهُمْ
وَخَوَّفْنَاهُمْ
فَإِذَا
ارْتَدَعُوا
وَإِلَّا
أَذِنَ
اللَّهُ فِي
خَسْفِهِمْ
قَالَ
جَابِرٌ يَا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ فَمَا
هَذَا
الْخَيْطُ
الَّذِي
فِيهِ
الْأُعْجُوبَةُ
قَالَ هَذِهِ (بَقِيَّةٌ
مِمَّا
تَرَكَ آلُ
مُوسى وَآلُ
هارُونَ
تَحْمِلُهُ
الْمَلائِكَةُ)(البقرة:248)
إِلَيْنَا
يَا جَابِرُ
إِنَّ لَنَا
عِنْدَ اللَّهِ
مَنْزِلَةً
وَمَكَاناً
رَفِيعاً وَلَوْ
لَا نَحْنُ
لَمْ
يَخْلُقِ
اللَّهُ أَرْضاً
وَلَا
سَمَاءً وَلَا
جَنَّةً وَلَا
نَاراً وَلَا
شَمْساً وَلَا
قَمَراً وَلَا
بَرّاً وَلَا
بَحْراً وَلَا
سَهْلًا وَلَا
جَبَلًا وَلَا
رَطْباً وَلَا
يَابِساً وَلَا
حُلْواً وَلَا
مُرّاً وَلَا
مَاءً وَلَا
نَبَاتاً وَلَا
شَجَراً
اخْتَرَعَنَا
اللَّهُ مِنْ
نُورِ
ذَاتِهِ لَا
يُقَاسُ
بِنَا بَشَرٌ
بِنَا
أَنْقَذَكُمُ
اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَّ
وَبِنَا
هَدَاكُمُ
اللَّهُ وَنَحْنُ
وَاللَّهِ
دَلَلْنَاكُمْ
عَلَى
رَبِّكُمْ فَقِفُوا
عَلَى
أَمْرِنَا وَنَهْيِنَا
وَلَا
تَرُدُّوا
كُلَّ مَا
وَرَدَ
عَلَيْكُمْ
مِنَّا
فَأَنَا
أَكْبَرُ وَأَجَلُّ
وَأَعْظَمُ
وَأَرْفَعُ مِنْ
جَمِيعِ مَا
يَرِدُ
عَلَيْكُمْ
مَا فَهِمْتُمُوهُ
فَاحْمَدُوا
اللَّهَ
عَلَيْهِ وَمَا
جَهِلْتُمُوهُ
فَكِلُوا
أَمْرَهُ إِلَيْنَا
وَقُولُوا
أَئِمَّتُنَا
أَعْلَمُ
بِمَا قَالُوا
قَالَ ثُمَّ
اسْتَقْبَلَهُ
أَمِيرُ الْمَدِينَةِ
رَاكِباً وَحَوَالَيْهِ
حُرَّاسُهُ وَهُمْ
يُنَادُونَ
فِي النَّاسِ
مَعَاشِرَ النَّاسِ
احْضُرُوا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ ص
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْنِ
ع وَتَقَرَّبُوا
إِلَى
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَّ
بِهِ لَعَلَّ
اللَّهَ
يَصْرِفُ
عَنْكُمُ
الْعَذَابَ
فَلَمَّا
بَصُرُوا
بِمُحَمَّدِ
بْنِ عَلِيٍّ
الْبَاقِرِ ع
تَبَادَرُوا
نَحْوَهُ وَقَالُوا
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ أَ
مَا تَرَى مَا
نَزَلَ
بِأُمَّةِ
جَدِّكَ
مُحَمَّدٍ ص
هَلَكُوا وَفَنُوا
عَنْ
آخِرِهِمْ
أَيْنَ
أَبُوكَ حَتَّى
نَسْأَلَهُ
أَنْ
يَخْرُجَ
إِلَى الْمَسْجِدِ
وَنَتَقَرَّبَ
بِهِ إِلَى
اللَّهِ
لِيَرْفَعَ اللَّهُ
بِهِ عَنْ
أُمَّةِ
جَدِّكَ
هَذَا الْبَلَاءَ
قَالَ لَهُمْ
مُحَمَّدُ
بْنُ عَلِيٍّ
ع يَفْعَلُ
اللَّهُ
تَعَالَى
إِنْ شَاءَ
اللَّهُ
أَصْلِحُوا
أَنْفُسَكُمْ
وَعَلَيْكُمْ
بِالتَّضَرُّعِ
وَالتَّوْبَةِ
وَالْوَرَعِ
وَالنَّهْيِ
عَمَّا
أَنْتُمْ
عَلَيْهِ
فَإِنَّهُ
لَا يَأْمَنُ (مَكْرَ
اللَّهِ
إِلَّا
الْقَوْمُ
الْخاسِرُونَ)(الأعراف:99)
قَالَ
جَابِرٌ
فَأَتَيْنَا
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْنِ
ع وَهُوَ
يُصَلِّي
فَانْتَظَرْنَاهُ
حَتَّى فَرَغَ
مِنْ
صَلَاتِهِ وَأَقْبَلَ
عَلَيْنَا
فَقَالَ يَا
مُحَمَّدُ
مَا خَبَرُ
النَّاسِ فَقَالَ
ذَلِكَ
لَقَدْ رَأَى
مِنْ
قُدْرَةِ اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَّ
مَا لَا زَالَ
مُتَعَجِّباً
مِنْهَا قَالَ
جَابِرٌ
إِنَّ
سُلْطَانَهُمْ
سَأَلَنَا
أَنْ
نَسْأَلَكَ
أَنْ
تَحْضُرَ
إِلَى الْمَسْجِدِ
حَتَّى
يَجْتَمِعَ
النَّاسُ يَدْعُونَ
وَيَتَضَرَّعُونَ
إِلَى
اللَّهِ عَزَّ
وَجَلَّ وَيَسْأَلُونَهُ
الْإِقَالَةَ
قَالَ فَتَبَسَّمَ
ع ثُمَّ تَلَا
(أَوَ لَمْ
تَكُ
تَأْتِيكُمْ
رُسُلُكُمْ
بِالْبَيِّناتِ
قالُوا بَلى
قالُوا
فَادْعُوا وَما
دُعاءُ
الْكافِرِينَ
إِلَّا فِي
ضَلالٍ)«1» (وَ
لَوْ أَنَّنا
نَزَّلْنا
إِلَيْهِمُ
الْمَلائِكَةَ
وَكَلَّمَهُمُ
الْمَوْتى
وَحَشَرْنا
عَلَيْهِمْ
كُلَّ
شَيْءٍ
قُبُلًا ما
كانُوا
لِيُؤْمِنُوا
إِلَّا أَنْ
يَشاءَ
اللَّهُ وَلكِنَّ
أَكْثَرَهُمْ
يَجْهَلُونَ)«2»
فَقُلْتُ
سَيِّدِي
الْعَجْبُ
أَنَّهُمْ لَا
يَدْرُونَ
مِنْ أَيْنَ
أُتُوا قَالَ
أَجَلْ ثُمَّ
تَلَا (فَالْيَوْمَ
نَنْساهُمْ
كَما نَسُوا
لِقاءَ
يَوْمِهِمْ
هذا وَما
كانُوا
بِآياتِنا
يَجْحَدُونَ)«3»
وَهِيَ وَاللَّهِ
آيَاتُنَا وَهَذِهِ
أَحَدُهَا
وَهِيَ وَاللَّهِ
وَلَايَتُنَا
يَا جَابِرُ
مَا تَقُولُ
فِي قَوْمٍ
أَمَاتُوا
سُنَّتَنَا
وَتَوَالَوْا
أَعْدَاءَنَا
وَانْتَهَكُوا
حُرْمَتَنَا»
فَظَلَمُونَا
وَغَصَبُونَا
وَأَحْيَوْا
سُنَنَ
الظَّالِمِينَ
وَسَارُوا
بِسِيرَةِ
الْفَاسِقِينَ
قَالَ جَابِرٌ
الْحَمْدُ
لِلَّهِ
الَّذِي
مَنَّ عَلَيَّ
بِمَعْرِفَتِكُمْ
وَأَلْهَمَنِي
فَضْلَكُمْ
وَوَفَّقَنِي
لِطَاعَتِكُمْ
مُوَالاةَ
مَوَالِيكُمْ
وَمُعَادَاةَ
أَعْدَائِكُمْ
قَالَ
صَلَوَاتُ
اللَّهِ
عَلَيْهِ يَا
جَابِرُ أَ وَتَدْرِي
مَا
الْمَعْرِفَةُ
الْمَعْرِفَةُ
إِثْبَاتُ
التَّوْحِيدِ
أَوَّلًا
ثُمَّ مَعْرِفَةُ
الْمَعَانِي
ثَانِياً
ثُمَّ مَعْرِفَةُ
الْأَبْوَابِ
ثَالِثاً
ثُمَّ مَعْرِفَةُ
الْأَنَامِ «5»
رَابِعاً
ثُمَّ
مَعْرِفَةُ
الْأَرْكَانِ
خَامِساً
ثُمَّ
مَعْرِفَةُ
النُّقَبَاءِ
سَادِساً
ثُمَّ
مَعْرِفَةُ
النُّجَبَاءِ
سَابِعاً وَهُوَ
قَوْلُهُ
تَعَالَى (لَوْ
كانَ
الْبَحْرُ
مِداداً
لِكَلِماتِ رَبِّي
لَنَفِدَ
الْبَحْرُ
قَبْلَ أَنْ
تَنْفَدَ
كَلِماتُ
رَبِّي وَلَوْ
جِئْنا
بِمِثْلِهِ
مَدَداً)«6»
__________________________________________________
(1)
المؤمن: 50.
(2)
الانعام: 111.
(3)
الاعراف: 51.
(4)
فى نسخة:
حريمنا.
(5)
فى نسخة:
معرفة الامام.
(6)
الكهف: 108.
وَتَلَا
أَيْضاً (وَ
لَوْ أَنَّ ما
فِي
الْأَرْضِ
مِنْ
شَجَرَةٍ
أَقْلامٌ وَالْبَحْرُ
يَمُدُّهُ
مِنْ
بَعْدِهِ
سَبْعَةُ
أَبْحُرٍ ما
نَفِدَتْ
كَلِماتُ
اللَّهِ
إِنَّ
اللَّهَ
عَزِيزٌ
حَكِيمٌ)«1» يَا
جَابِرُ
إِثْبَاتُ
التَّوْحِيدِ
وَمَعْرِفَةُ
الْمَعَانِي
أَمَّا
إِثْبَاتُ
التَّوْحِيدِ
مَعْرِفَةُ
اللَّهِ
الْقَدِيمِ
الْغَائِبِ
الَّذِي (لا
تُدْرِكُهُ
الْأَبْصارُ
وَهُوَ
يُدْرِكُ
الْأَبْصارَ
وَهُوَ
اللَّطِيفُ
الْخَبِيرُ)(الأنعام:103)
وَهُوَ
غَيْبٌ
بَاطِنٌ
سَتُدْرِكُهُ
كَمَا وَصَفَ
بِهِ
نَفْسَهُ وَأَمَّا
الْمَعَانِي
فَنَحْنُ
مَعَانِيهِ
وَمَظَاهِرُهُ
فِيكُمْ
اخْتَرَعَنَا
مِنْ نُورِ
ذَاتِهِ وَفَوَّضَ
إِلَيْنَا
أُمُورَ
عِبَادِهِ
فَنَحْنُ
نَفْعَلُ
بِإِذْنِهِ
مَا نَشَاءُ
وَنَحْنُ
إِذَا
شِئْنَا
شَاءَ
اللَّهُ وَإِذَا
أَرَدْنَا
أَرَادَ
اللَّهُ وَنَحْنُ
أَحَلَّنَا
اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَّ
هَذَا
الْمَحَلَّ
وَاصْطَفَانَا
مِنْ بَيْنِ
عِبَادِهِ وَجَعَلَنَا
حُجَّتَهُ
فِي
بِلَادِهِ
فَمَنْ
أَنْكَرَ
شَيْئاً وَرَدَّهُ
فَقَدْ رَدَّ
عَلَى
اللَّهِ
جَلَّ اسْمُهُ
وَكَفَرَ
بِآيَاتِهِ
وَأَنْبِيَائِهِ
وَرُسُلِهِ
يَا جَابِرُ
مَنْ عَرَفَ
اللَّهَ تَعَالَى
بِهَذِهِ
الصِّفَةِ
فَقَدْ
أَثْبَتَ
التَّوْحِيدَ
لِأَنَّ
هَذِهِ الصِّفَةَ
مُوَافِقَةٌ
لِمَا فِي
الْكِتَابِ
الْمُنْزَلِ
وَذَلِكَ
قَوْلُهُ
تَعَالَى (لا
تُدْرِكُهُ
الْأَبْصارُ
وَهُوَ
يُدْرِكُ
الْأَبْصارَ
لَيْسَ
كَمِثْلِهِ
شَيْءٌ وَهُوَ
السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ)«2»
وَقَوْلُهُ
تَعَالَى (لا
يُسْئَلُ
عَمَّا
يَفْعَلُ وَهُمْ
يُسْئَلُونَ)«3»
قَالَ
جَابِرٌ يَا
سَيِّدِي مَا
أَقَلَّ أَصْحَابِي
قَالَ ع
هَيْهَاتَ
هَيْهَاتَ أَ
تَدْرِي كَمْ
عَلَى وَجْهِ
الْأَرْضِ
مِنْ أَصْحَابِكَ
قُلْتُ يَا
ابْنَ
رَسُولِ اللَّهِ
كُنْتُ
أَظُنُّ فِي
كُلِّ
بَلْدَةٍ مَا
بَيْنَ
الْمِائَةِ
إِلَى
الْمِائَتَيْنِ
وَفِي كُلِّ
مَا بَيْنَ
الْأَلْفِ
إِلَى الْأَلْفَيْنِ
«4» بَلْ كُنْتُ
أَظُنُّ
أَكْثَرَ مِنْ
مِائَةِ
أَلْفٍ فِي
أَطْرَافِ
الْأَرْضِ وَنَوَاحِيهِ
قَالَ ع يَا
جَابِرُ
خَالِفْ ظَنَّكَ
وَقَصِّرْ
رَأْيَكَ
أُولَئِكَ
الْمُقَصِّرُونَ
وَلَيْسُوا
لَكَ
بِأَصْحَابٍ
قُلْتُ يَا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ وَمَنِ
الْمُقَصِّرُ
قَالَ
الَّذِينَ
قَصَّرُوا
فِي
مَعْرِفَةِ
الْأَئِمَّةِ
وَعَنْ
مَعْرِفَةِ
مَا فَرَضَ
اللَّهُ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
أَمْرِهِ وَرُوحِهِ
قُلْتُ يَا
سَيِّدِي وَمَا
مَعْرِفَةُ رُوحِهِ
قَالَ ع أَنْ
يُعْرَفَ
كُلُّ مَنْ خَصَّهُ
اللَّهُ
تَعَالَى
بِالرُّوحِ
فَقَدْ
فَوَّضَ
إِلَيْهِ
أَمْرَهُ
يَخْلُقُ بِإِذْنِهِ
__________________________________________________
(1)
لقمان: 27.
(2) الأنعام:
103. و الشورى: 11 و
فيها: و هو
السميع
البصير.
(3) الأنبياء:
23.
(4)
فى نسخة: و
الالفين.
وَيُحْيِي
بِإِذْنِهِ
وَيَعْلَمُ
الْغَيْرَ
مَا فِي
الضَّمَائِرِ
وَيَعْلَمُ
مَا كَانَ وَمَا
يَكُونُ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
وَذَلِكَ
أَنَّ هَذَا
الرُّوحَ
مِنْ أَمْرِ اللَّهِ
تَعَالَى
فَمَنْ
خَصَّهُ
اللَّهُ تَعَالَى
بِهَذَا
الرُّوحِ
فَهَذَا
كَامِلٌ غَيْرُ
نَاقِصٍ
يَفْعَلُ مَا
يَشَاءُ
بِإِذْنِ
اللَّهِ
يَسِيرُ مِنَ
الْمَشْرِقِ
إِلَى
الْمَغْرِبِ
فِي لَحْظَةٍ
وَاحِدَةٍ يَعْرُجُ
بِهِ إِلَى
السَّمَاءِ
وَيَنْزِلُ
بِهِ إِلَى
الْأَرْضِ وَيَفْعَلُ
مَا شَاءَ وَأَرَادَ
قُلْتُ يَا
سَيِّدِي
أَوْجِدْنِي
بَيَانَ هَذَا
الرُّوحِ
مِنْ كِتَابِ
اللَّهِ
تَعَالَى وَإِنَّهُ
مِنْ أَمْرٍ
خَصَّهُ
اللَّهُ تَعَالَى
بِمُحَمَّدٍ
ص قَالَ
نَعَمِ
اقْرَأْ هَذِهِ
الْآيَةَ (وَكَذلِكَ
أَوْحَيْنا
إِلَيْكَ
رُوحاً مِنْ
أَمْرِنا ما
كُنْتَ
تَدْرِي مَا
الْكِتابُ وَلَا
الْإِيمانُ
وَلكِنْ
جَعَلْناهُ
نُوراً
نَهْدِي بِهِ
مَنْ نَشاءُ
مِنْ
عِبادِنا)«1»
قَوْلُهُ
تَعَالَى (أُولئِكَ
كَتَبَ فِي
قُلُوبِهِمُ
الْإِيمانَ
وَأَيَّدَهُمْ
بِرُوحٍ
مِنْهُ)«2»
قُلْتُ
فَرَّجَ
اللَّهُ
عَنْكَ كَمَا
فَرَّجْتَ
عَنِّي وَوَفَّقْتَنِي
عَلَى
مَعْرِفَةِ
الرُّوحِ وَالْأَمْرِ
ثُمَّ قُلْتُ
يَا سَيِّدِي
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْكَ
فَأَكْثَرُ
الشِّيعَةِ
مُقَصِّرُونَ
وَأَنَا مَا
أَعْرِفُ
مِنْ
أَصْحَابِي
عَلَى هَذِهِ
الصِّفَةِ
وَاحِداً
قَالَ يَا
جَابِرُ
فَإِنْ لَمْ
تَعْرِفْ
مِنْهُمْ
أَحَداً
فَإِنِّي
أَعْرَفُ
مِنْهُمْ
نَفَراً
قَلَائِلَ
يَأْتُونَ وَيُسَلِّمُونَ
وَيَتَعَلَّمُونَ
مِنِّي
سِرَّنَا وَمَكْنُونَنَا
وَبَاطِنَ
عُلُومِنَا
قُلْتُ إِنَّ
فُلَانَ بْنَ
فُلَانٍ وَأَصْحَابَهُ
مِنْ أَهْلِ
هَذِهِ
الصِّفَةِ
إِنْ شَاءَ
اللَّهُ
تَعَالَى وَذَلِكَ
أَنِّي سَمِعْتُ
مِنْهُمْ
سِرّاً مِنْ
أَسْرَارِكُمْ
وَبَاطِناً
مِنْ
عُلُومِكُمْ
وَلَا
أَظُنُّ
إِلَّا وَقَدْ
كَمَلُوا وَبَلَغُوا
قَالَ يَا
جَابِرُ
ادْعُهُمْ
غَداً وَأَحْضِرْهُمْ
مَعَكَ قَالَ
فَأَحْضَرْتُهُمْ
مِنَ الْغَدِ
فَسَلَّمُوا
عَلَى الْإِمَامِ
ع وَبَجَّلُوهُ
وَوَقَّرُوهُ
وَوَقَفُوا
بَيْنَ
يَدَيْهِ
فَقَالَ ع يَا
جَابِرُ
أَمَا
إِنَّهُمْ
إِخْوَانُكَ
وَقَدْ
بَقِيَتْ
عَلَيْهِمْ
بَقِيَّةٌ أَ
تُقِرُّونَ
أَيُّهَا
النَّفَرُ
أَنَّ اللَّهَ
تَعَالَى (يَفْعَلُ
ما يَشاءُ)(آل
عمران:40) وَ(يَحْكُمُ
ما
يُرِيدُ)(المائدة:1)
وَ(لا مُعَقِّبَ
لِحُكْمِهِ)(الرعد:41)
وَلَا رَادَّ
لِقَضَائِهِ
وَ(لا
يُسْئَلُ
عَمَّا
يَفْعَلُ وَهُمْ
يُسْئَلُونَ)(الأنبياء:23)
قَالُوا
نَعَمْ (إِنَّ
اللَّهَ
يَفْعَلُ ما
يَشاءُ)(الحج:18)
وَ(يَحْكُمُ
ما
يُرِيدُ)(المائدة:1)
قُلْتُ
الْحَمْدُ
لِلَّهِ قَدِ
اسْتَبْصَرُوا
وَعَرَفُوا
وَبَلَغُوا
قَالَ يَا
جَابِرُ لَا
تَعْجَلْ بِمَا
لَا تَعْلَمُ
فَبَقِيتُ
مُتَحَيِّراً
__________________________________________________
(1)
الشورى: 52.
(2)
المجادلة: 22.
فَقَالَ
ع سَلْهُمْ
هَلْ
يَقْدِرُ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
أَنْ يَصِيرَ
صُورَةَ
ابْنِهِ
مُحَمَّدٍ
قَالَ
جَابِرٌ فَسَأَلْتُهُمْ
فَأَمْسَكُوا
وَسَكَتُوا
قَالَ ع يَا
جَابِرُ
سَلْهُمْ هَلْ
يَقْدِرُ
مُحَمَّدٌ
أَنْ يَصِيرَ
بِصُورَتِي
قَالَ
جَابِرٌ
فَسَأَلْتُهُمْ
فَأَمْسَكُوا
وَسَكَتُوا
قَالَ
فَنَظَرَ
إِلَيَّ وَقَالَ
يَا جَابِرُ
هَذَا مَا
أَخْبَرْتُكَ
أَنَّهُمْ
قَدْ بَقِيَ عَلَيْهِمُ
بَقِيَّةٌ
فَقُلْتُ
لَهُمْ مَا لَكُمْ
مَا
تُجِيبُونَ
إِمَامَكُمْ
فَسَكَتُوا
وَشَكَوْا
فَنَظَرَ
إِلَيْهِمْ
وَقَالَ يَا
جَابِرُ
هَذَا مَا
أَخْبَرْتُكَ
بِهِ قَدْ
بَقِيَتْ
عَلَيْهِمْ
بَقِيَّةٌ وَقَالَ
الْبَاقِرُ ع
مَا لَكُمْ
لَا
تَنْطِقُونَ
فَنَظَرَ بَعْضُهُمْ
إِلَى بَعْضٍ
يَتَسَاءَلُونَ
قَالُوا يَا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ لَا
عِلْمَ لَنَا
فَعَلِّمْنَا
قَالَ
فَنَظَرَ
الْإِمَامُ
سَيِّدُ
الْعَابِدِينَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
ع إِلَى
ابْنِهِ
مُحَمَّدٍ الْبَاقِرِ
ع وَقَالَ
لَهُمْ مَنْ
هَذَا
قَالُوا
ابْنُكَ فَقَالَ
لَهُمْ مَنْ
أَنَا قَالَ
أَبُوهُ عَلِيُّ
بْنُ
الْحُسَيْنِ
قَالَ
فَتَكَلَّمَ
بِكَلَامٍ
لَمْ
نَفْهَمْ
فَإِذَا
مُحَمَّدٌ
بِصُورَةِ
أَبِيهِ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
وَإِذَا
عَلِيٌّ
بِصُورَةِ
ابْنِهِ
مُحَمَّدٍ
قَالُوا لَا
إِلَهَ
إِلَّا
اللَّهُ
فَقَالَ الْإِمَامُ
ع- لَا
تَعْجَبُوا
مِنْ
قُدْرَةِ اللَّهِ
أَنَا
مُحَمَّدٌ وَمُحَمَّدٌ
أَنَا وَقَالَ
مُحَمَّدٌ
يَا قَوْمُ
لَا
تَعْجَبُوا
مِنْ أَمْرِ
اللَّهِ
أَنَا
عَلِيٌّ وَعَلِيٌّ
أَنَا وَكُلُّنَا
وَاحِدٌ مِنْ
نُورٍ
وَاحِدٍ وَرُوحُنَا
مِنْ أَمْرِ
اللَّهِ
أَوَّلُنَا مُحَمَّدٌ
وَأَوْسَطُنَا
مُحَمَّدٌ وَآخِرُنَا
مُحَمَّدٌ وَكُلُّنَا
مُحَمَّدٌ
قَالَ
فَلَمَّا
سَمِعُوا
ذَلِكَ
خَرُّوا
لِوُجُوهِهِمْ
سُجَّداً وَهُمْ
يَقُولُونَ
آمَنَّا
بِوَلَايَتِكُمْ
وَبِسِرِّكُمْ
وَبِعَلَانِيَتِكُمْ
وَأَقْرَرْنَا
بِخَصَائِصِكُمْ
فَقَالَ الْإِمَامُ
زَيْنُ
الْعَابِدِينَ
يَا قَوْمُ
ارْفَعُوا
رُءُوسَكُمْ
فَأَنْتُمُ
الْآنَ
الْعَارِفُونَ
الْفَائِزُونَ
الْمُسْتَبْصِرُونَ
وَأَنْتُمُ
الْكَامِلُونَ
الْبَالِغُونَ
اللَّهَ
اللَّهَ لَا
تُطْلِعُوا
أَحَداً مِنَ
الْمُقَصِّرِينَ
الْمُسْتَضْعَفِينَ
عَلَى مَا
رَأَيْتُمْ
مِنِّي وَمِنْ
مُحَمَّدٍ
فَيُشَنِّعُوا
عَلَيْكُمْ
وَيُكَذِّبُوكُمْ
قَالُوا (سَمِعْنا
وَأَطَعْنا)(البقرة:285)
قَالَ ع
فَانْصَرِفُوا
رَاشِدِينَ
كَامِلِينَ
فَانْصَرَفُوا
قَالَ
جَابِرٌ
قُلْتُ سَيِّدِي
وَكُلُّ مَنْ
لَا يَعْرِفُ
هَذَا
الْأَمْرَ
عَلَى الْوَجْهِ
الَّذِي
صَنَعْتَهُ
وَبَيَّنْتَهُ
إِلَّا أَنَّ
عِنْدَهُ
مَحَبَّةً وَيَقُولُ
بِفَضْلِكُمْ
وَيَتَبَرَّأُ
مِنْ
أَعْدَائِكُمْ
مَا يَكُونُ
حَالُهُ
قَالَ ع
يَكُونُ فِي
خَيْرٍ إِلَى
أَنْ
يَبْلُغُوا
قَالَ
جَابِرٌ قُلْتُ
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ هَلْ
بَعْدَ ذَلِكَ
شَيْءٌ
يُقَصِّرُهُمْ
قَالَ ع نَعَمْ
إِذَا
قَصَّرُوا
فِي حُقُوقِ
إِخْوَانِهِمْ
وَلَمْ
يُشَارِكُوهُمْ
فِي
أَمْوَالِهِمْ
وَفِي سِرِّ
أُمُورِهِمْ
وَعَلَانِيَتِهِمْ
وَاسْتَبَدُّوا
بِحُطَامِ
الدُّنْيَا
دُونَهُمْ
فَهُنَالِكَ
يُسْلَبُ
الْمَعْرُوفُ
وَيُسْلَخُ
مِنْ دُونِهِ
سَلْخاً وَيُصِيبُهُ
مِنْ آفَاتِ
هَذِهِ
الدُّنْيَا
وَبَلَائِهَا
مَا لَا
يُطِيقُهُ وَلَا
يَحْتَمِلُهُ
مِنَ
الْأَوْجَاعِ
فِي نَفْسِهِ
وَذَهَابِ
مَالِهِ وَتَشَتُّتِ
شَمْلِهِ
لِمَا
قَصَّرَ فِي
بِرِّ إِخْوَانِهِ
قَالَ
جَابِرٌ
فَاغْتَمَمْتُ
وَاللَّهِ
غَمّاً
شَدِيداً وَقُلْتُ
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ مَا
حَقُّ
الْمُؤْمِنِ
عَلَى
أَخِيهِ
الْمُؤْمِنِ قَالَ
ع يَفْرَحُ
لِفَرَحِهِ
إِذَا فَرَحَ
وَيَحْزَنُ
لِحُزْنِهِ
إِذَا حَزِنَ
وَيُنْفِذُ
أُمُورَهُ
كُلَّهَا
فَيُحَصِّلُهَا
وَلَا
يَغْتَمُّ
لِشَيْءٍ
مِنْ حُطَامِ
الدُّنْيَا
الْفَانِيَةِ
إِلَّا
وَاسَاهُ حَتَّى
يَجْرِيَانِ
فِي
الْخَيْرِ وَالشَّرِّ
فِي قَرْنٍ
وَاحِدٍ
قُلْتُ يَا سَيِّدِي
فَكَيْفَ
أَوْجَبَ
اللَّهُ
كُلَّ هَذَا
لِلْمُؤْمِنِ
عَلَى
أَخِيهِ
الْمُؤْمِنِ
قَالَ ع
لِأَنَّ
الْمُؤْمِنَ
أَخُو
الْمُؤْمِنِ لِأَبِيهِ
وَأُمِّهِ
عَلَى هَذَا
الْأَمْرِ
لَا يَكُونُ
أَخَاهُ وَهُوَ
أَحَقُّ
بِمَا
يَمْلِكُهُ
قَالَ جَابِرٌ
سُبْحَانَ
اللَّهِ وَمَنْ
يَقْدِرُ
عَلَى ذَلِكَ
قَالَ ع مَنْ
يُرِيدُ أَنْ
يَقْرَعَ
أَبْوَابَ
الْجِنَانِ
وَيُعَانِقَ
الْحُورَ
الْحِسَانَ
وَيَجْتَمِعَ
مَعَنَا فِي
دَارِ
السَّلَامِ قَالَ
جَابِرٌ
فَقُلْتُ
هَلَكْتُ وَاللَّهِ
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ
لِأَنِّي
قَصَّرْتُ
فِي حُقُوقِ
إِخْوَانِي
وَلَمْ
أَعْلَمْ
أَنَّهُ
يَلْزَمُنِي
عَلَى التَّقْصِيرِ
كُلُّ هَذَا
وَلَا عُشْرُهُ
وَأَنَا
أَتُوبُ
إِلَى
اللَّهِ
تَعَالَى يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ
مِمَّا كَانَ
مِنِّي مِنَ
التَّقْصِيرِ
فِي
رِعَايَةِ
حُقُوقِ
إِخْوَانِيَ
الْمُؤْمِنِينَ.
)العلامة
المجلسي في
بحار الأنوار
ج 26 ص 8-17 / محمد التقي
الشريف ميرزا
في صحيفة
الأبرار ج:2، ص 217-223 / الشيخ علي
اليزدي
الحائري في
إلزام الناصب في
إثبات الحجة
الغائب ج 1 - الصفحة 33-40 /
کتاب بانک
جامع احادیث
اهل بیت علیهم
السلام ج 15 ص 9630 / کتاب
تفسیر جابر
الجعفی صاحب
الامام
الباقر علیه
السلام ص 606-614(
احمد
مصطفى يعقوب -
حديث الخيط
الاصفر -
YouTube
احمد مصطفى يعقوب - حديث الخيط الاصفر - YouTube