Bir gün İmam Hasan (a.s)’ın hizmetçisi, cezalandırılmayı hakkeden bir suç işler. İmam (a.s) onun tembih edilmesini emreder. Bu arada uyanık hizmetçi: “Ey mevlam! Allah, “Ve’l kazimin’el ğayz” (öfkelerini yenenler) buyurur” der, bunun üzerine İmam (a.s): “Onu cezalandırmaktan vazgeçin” buyurur. Hizmetçi: “Ey mevlam! Allah, “Ve’l afine aninnas” (insanları affedenler) buyurur” der. İmam (a.s) ona: “Seni affettim” buyurur. Hizmetçi: “Ey mevlam! Allah, “Vallahu yuhibb’ul muhsinin” (Allah ihsan edenleri sever) buyurur” der. Bunun üzerine İmam (a.s) ona: “Sen Allah rızası için artık hürsün, sana bağışladığım miktarın bir kaç katı da senin olsun” buyurur. [1]
Cemel savaşında Hz. Ali (a.s), oğlu Muhammed-i Hanefiyye’yi çağırdı, mızrağını ona verip şöyle buyurdu:
“Bu mızrak ile düşman ordusuna hamle et!”
Muhammed-i Hanefiyye mızrağı alıp düşmana hamle
etti. Bu arada düşman ordusundan bir grup onun ilerlemesine mani oldular,
Muhammed-i Hanafiyye bir şey yapamayacağını görünce babasının yanına dönmek
zorunda kaldı.
Sonra İmam Hasan (a.s) mızrağı alıp düşmana
hamle etti, bir müddet sonra kanlı mızrağıyla babasının yanına geri döndü. Muhammed-i
Hanefiyye, İmam Hasan’ın o şecaatini görünce, mağlubiyet duygusuna
kapıldığından dolayı kızarıp başını aşağı eğdi. Onun bu mahcubiyet halini gören
Hz. Ali (a.s) ona: “Üzülme, O (Hasan), Peygamber’in oğludur, sen ise Ali’nin
oğlusun” buyurdular. [2]
Diğer bir savaşta da Muhammed-i Hanefiyye
düşmana hamle etmekten çekinince Hz. Ali (a.s) ona: “Sen annene benzemişsin”
buyurup kendisi düşmana hamle etmişti.
Bildiğimiz üzere Muaviye, Emir’ul- Muminin Hz. Ali
(a.s)’ın şahadetinden sonra kudret tahtına oturup bütün İslamî ülkelerin
hükümdarı oldu. Bu arada Muaviye’nin Medine valisi Mervan, Muaviyeden bir
mektup aldı, o mektupta şöyle yazılmıştı: “Abdullah bin Cafer’in (Hz. Ali’nin
kardeşi oğlu) kızını oğlum Yezid’e iste, her ne kadar mihriye isterse kabul ederim,
her ne kadar borcu olursa öderim, buna ilaveten bu vuslat, Ben-i Haşim ve Ben-i
Ümeyye arasında da barışa sebep olacaktır.”
Mervan mektubu okuduktan sonra Abdullah bin
Cafer’le görüşüp, kızını Yezid’e istedi. Abdullah, Mervan’a cevaben şöyle dedi:
“Bizim kadınların yetkisi Hasan bin Ali’nin
elindedir, kızımı ondan iste!” dedi.
Bunun üzerine Mervan, İmam Hasan (a.s)’ın
yanına varıp Abdullah’ın kızını Yezid’e istedi. İmam Hasan (a.s) cevabında
şöyle buyurdular: “İstediğin kimseleri davet et ben görüşümü o toplantıda
açıklayacağım.”
Mervan da Ben-i Haşim ve Ben-i Ümeyye
büyüklerini davet etti, hepsi hazır olduklarında Mervan ayağa kalkıp Allah’a
hamd-u sena ettikten sonra şöyle dedi:
Muaviye, Abdullah bin Cafer’in kızı Zeyneb’i şu
şartlarla Yezid’e istemem için beni memur etmiştir:
a) Babası ne kadar mihriye tayin ederse kabul
ediyoruz.
b) Babası her ne kadar borçlu olursa öderiz.
c) Bu vuslat Ben-i Ümeyye ve Ben-i Haşim
taifeleri arasında barışa sebep olacaktır.
d) Yezid, henüz bekardır! Canıma and olsun ki,
sizin Yezid ile iftihar etmeniz, Yezid’in sizinle iftihar etmesinden daha
çoktur!
e) Yezid öyle bir kimsedir ki, onun siması
bereketine (yüzü suyu hürmetine) buluttan yağmur isteniliyor!
Mervan bunları dedikten sonra susup bir kenarda
oturdu.
İmam Hasan (a.s) da Allah’a hamd-u sena
ettikten sonra sözüne şöyle başladı:
a) “Mihriyeye gelince; biz, Peygamber (
s.a.a)’in, kızları ve akrabalarının mihriyesi hakkındaki sünnetinden öteye
geçmeyiz.
b) “Babasının borçları” hakkındaki sözlerine
gelince; bizim kadınlarımız ne zaman babalarının borçlarını ödemiş ki böyle bir
söz öneriliyor!
c) “İki taifenin sulhu (barışı)” hakkındaki
sözünüze ilişkin de söylemem gerekir ki, bizim size karşı düşmanlığımız, Allah
için ve Allah yolundadır. Öyleyse biz dünya için barış yapmayız.
d) “Bizim Yezidin varlığıyla iftiharımız, onun
bizimle iftihar etmesinden daha çoktur” sözünüze gelince; eğer hilafet
(saltanat) makamı nübüvvet (peygamberlik) makamından daha yüce olursa, bizim
Yezid’le iftihar etmemiz gerekir, ama eğer nübüvvet makamı hilafet makamından
daha yüksek olursa, onun bizimle iftihar etmesi gerekir.”
e) “Yezid’in yüzünün bereketiyle buluttan
yağmur isteniliyor” sözüne gelince; bu söz doğru değildir. Çünkü bu söz, sadece
Hz. Muhammed ( s.a.a) ve O’nun Ehl-i Beyt’i hakkında geçerlidir; onların nurlu
yüzlerinin bereketi hürmetine (Allah’tan) yağmur talep ediliyor.
Bizim görüşümüz bu konuda şudur ki, Abdullah’ın
kızını, amcası oğlu Kasım bin Muhammed bin Cafer’e nikahlayacağız. Ben şimdi
onu, Kasım’a eş olarak nikahladım, mihriyesini de Medine’deki tarlamı tayin
ettim... Bu tarla onların geçimini sağlar ve artık başkalarına muhtaç olmazlar.
Mervan bu durumla karşılaşınca şöyle dedi: “Ey
Ben-i Haşim! Acaba bize böyle açıkça mı karşılık veriyorsunuz?”
İmam Hasan (a.s) cevaben; “Evet! Bu cevaplardan
her biri sizin sözlerinizin her tektekine karşılık idi.” buyurdular.
Mervan olumlu cevap almaktan ümidini kesince,
aralarında geçen cereyanı bir mektupla Muaviye’ye bildirdi, Muaviye de mektubun
cevabında şöyle dedi :
“Biz onlardan kız istedik onlar menfi (olumsuz)
cevap verdiler, ama eğer onlar bizden kız isteselerdi, biz müspet (olumlu)
cevap verirdik!” [3]
Nahbih’ul- Kassab şöyle diyor:
Hasan bin Ali’nin yemek yediğini gördüm; önünde
de bir köpek vardı, bir lokma yediğinde, o kadar da köpeğe atıyordu. Ey
Resulullah’ın torunu! Bu köpeği buradan kovmayayım mı? dediğimde buyurdular ki:
“Bırak kalsın, canlı birisinin yüzüme baktığı
halde yemek yiyip de ona bir şey vermezsem Allah’tan utanırım!” [4]
Bir gün Osman, caminin eşiğinde oturmuştu. Bir
fakir yanına gelerek maddi yardım istedi. Osman, beş dirhem ona vermelerini
emretti. Fakir: “Bu miktar para bana yetmez; beni, daha çok yardım edecek
birinin yanına gönderin.” dedi.
Osman eliyle caminin bir köşesine işaret
ederek; “O gençlerin yanına git” dedi.
Orada oturan gençler ise, İmam Hasan, İmam
Hüseyin ve Abdullah bin Cafer’di. Fakir adam onların yanına gitti, selam verip
muhtaç olduğunu söyledi.
İmam Hasan (a.s), İslam’da varolan acıma
duygusunun su istifade edilmemesi için ona yardım etmeden önce şöyle
buyurdular:
“Ey fakir! Başkalarından mali yardım istemek,
sadece şu üç yerde câizdir:
1- İnsanın üzerinde ödemekten aciz olduğu diyet
(kan parası) olursa.
2- Ödemeye gücü yetmeyeceği, bel büken bir
borcu varsa.
3- Fakir ve aciz olup da eli bir yere
yetişmezse.
Bu üç durumdan hangisiyle karşılaşmışsın?”
Fakir adam; “Benim sıkıntım, bu üç şartın
birinden ibarettir.” dedi.
İmam Hasan (a.s), adamın bu sözü üzerine elli
dinar, İmam Hüseyin (a.s) kırk dokuz dinar, Abdullah bin Cafer ise kırk sekiz
dinar verdiler.
Fakir adam geri dönüp Osman’ın yanından
geçerken Osman ona; “Ne yaptın?” diye sordu.
Fakir adam şöyle dedi:
“Senin yanına gelip para istedim, sen de bana
bir miktar para verdin, ama bu paraları ne için istediğimi sormadın. Ama o üç
gencin yanına gidip yardım istediğimde onlardan biri (İmam Hasan (a.s); “Ne
için para istiyorsun?” diye sordu. Sonra şöyle buyurdu: “Ancak üç durumda,
başkalarından mali yardım istenilebilir: “Aciz eden diyet, bel büken borç,
boyun eğdiren fakirlik.”
Ben de; “Benim sıkıntım o üç durumdan biridir.” dedim. Bunun üzerine
birincisi 50 dinar, ikincisi 49 dinar, üçüncüsü de 48 dinar verdiler.
Osman fakir adamın bu sözlerini duyunca şöyle dedi: “Bu gençlerin benzeri
kesinlikle bulunmaz, onlar ilim, hikmet, keramet ve fazilet kaynağıdırlar.” [5]
Bir gün İmam Hasan’la İmam Hüseyin (a.s) henüz küçük yaşta iken yazı
yazıyorlardı. İmam Hasan (a.s) kardeşi Hüseyin (a.s)’a: “Benim yazım senin
yazından daha iyidir.” dedi.
İmam Hüseyin: “Hayır! Benim yazım daha iyidir.” dedi.
Bu yüzden anneleri Fatıma (a.s)’ın yanına gidip; “Anneciğim! Hangimizin yazısı daha iyidir?”
dediler.
Hz. Fatıma (a.s) hiç birinin kalbini kırmamak
için; “Gidin babanızdan sorun.” buyurdu.
Babalarının yanına gidip; “Babacığım!
Hangimizin yazısı daha güzeldir?” dediler.
Hz. Ali (a.s) hiçbirinin kalbini kırmamak için;
“Gidin dedeniz Resulullah’dan sorun.” buyurdular.
Dedeleri Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek; “Dede! Hangimizin yazısı
daha güzeldir?” diye sordular.
Resulullah (s.a.a); “Ben Cebrail’den sormadıkça sizin yazınız hakkında
hakemlik yapmam” buyurdular.
Cebrail Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben
de onların arasında hakemlik yapmam, İsrafil’in onların arasında hakemlik
yapması gerekir!” dedi.
İsrafil; “Ben de Allah Teala’dan sormadıkça onların arasında hakemlik
yapmayacağım.” dedi.
İşte bundan dolayı İsrafil; “Allah’ım! Hasan’ın yazısı mı daha güzel, yoksa
Hüseyin’in yazısı mı?” diye sordu.
Allah-u Teala: “Ben hakemlik yapmayacağım, anneleri Fatıma onların arasında
hakemlik yapmalıdır.” buyurdu.
Allah-u Teala’nın emri üzerine Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu: “Ben sizin
aranızda bu gerdanlığın tanelerini dağıtacağım, sizden hanginiz daha çok tane
toplarsa, onun yazısı daha güzeldir.”
Daha sonra gerdanlığın tanelerini onların arasında dağıttı. Allah-u Teala
Cebrail’e, yeryüzüne inmesini ve onların rencide olmaması için gerdanlığın
tanelerini onların arasında eşit olarak bölmesini emretti. Cebrail de, onların
ihtiramı ve tazimi için Allah-u Teala’nın emrini yerine getirdi.” [6]
İşte böylece onlardan hiçbirinin kalbi kırılmadı ve her ikisi eşit olarak
toplayıp hoşnut oldular.
Bir gün İmam Hasan’la İmam Hüseyin (a.s) bir mahalleden geçerken yaşlı bir
adamın yanlış abdest aldığını gördüler. Bu yüzden edebi riayet ederek dolaylı
yolla doğru abdest almayı ona öğretmek istediler.
İlk önce yaşlı adamın onların sözlerini duyacağı bir şekilde abdest alma
hususunda birbirleriyle tartışmaya başladılar.
Onlardan biri: “Benim abdestim senin
abdestinden daha doğrudur.” dedi.
Diğeri: “Hayır benim abdestim daha doğrudur.”
dedi.
Daha sonra yaşlı adamın yanına gelerek; “Amca! Biz
senin yanında abdest alacağız, zahmet olmazsa hangimizin abdestinin daha doğru
olduğunu söyle.” dediler.
Sonra her ikisi o adamın karşısında doğru bir
abdest aldıktan sonra; “Hangimizin abdesti daha doğru ve daha güzeldi?” diye
sordular.
Yaşlı adam; “Sizin her ikiniz de güzel abdest
aldınız. Ama bu yaşlı cahil, şimdiye kadar yanlış abdest alıyordu, şimdi sizin
bereketiniz ve ceddinizin ümmetine olan şefkatinizle doğru abdest olmayı sizden
öğrenmiş oldu.” dedi. [7]
Dedikodu ve gıybet yapan bir şahıs, İmam Hasan
(a.s)’ın huzuruna gelerek; “Falan adam senin aleyhinde konuşuyor ve seni
kötülüyor.” dedi.
İmam Hasan (a.s), onun bu sözünden rahatsız
olup surat asarak şöyle buyurdular:
“Sen beni zahmete düşürdün! Bir Müslüman’ın gıybetini duyduğumdan dolayı hem kendi hakkımda Allah’tan mağfiret dilemeliyim, hem de benim hakkımda dedikodu yaparak gıybetimi edip günah işleyen o şahıs hakkında dua etmem gerekir.” [8]
[1] - Bihar’ul- Envar,c.
63, s. 352.
[2]- Bihar’ul- Envar, c. 43, s.
345.
[3] - Bihar’ul- Envar, c. 44, s.
119. Bazı rivayetlerde bu kızın ismi Ümmi
Gülüsüm ve İmam Hasan yerine de İmam Hüseyin’inin ismi zikredilmiştir.
[4] - Bihar’ul- Envar,c.
43, s. 352.
[5] - Bihar’ul Envar, c. 43, s.
333.
[6] - Bihar’ul Envar, c. 43, s. 309.
[7] - Bihar’ul Envar, c. 43, s.
319.
[8] - Bihar’ul Envar, c. 43, s.
350.