Alevi Mektebi Sitesi

 

Hz. İmam Sadık (a.s)’ın Züht, Hikmet, Öğüt ve
Benzeri Konular Hakkındaki Sözleri

Cundeb oğlu abdullah’a tavsİyelerİ[1]

İmam Sadık aleyhi's-selam'ın Cundeb oğlu Abdullah'a şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Ey Abdullah! Şeytan bu aldatıcı dünyada tuzaklarını kurmuş ve sadece bizim dostlarımızı avlamak istiyor. Ama ahiret dostlarımızın gözünde hiç bir şeyi onunla değiştirmeye  razı olmayacakları kadar büyüktür.

Daha sonra şöyle buyurdu:

Nerededir nur ile dolup taşan kalpler? Dünya, onların gözünde zehirli bir yılan ve yabancı bir düşman gibidir. Allah'a yönelerek, sorumsuz ve ayyaş insanların ilgi duyduğu şeylerden uzaklaşmışlardır. Benim gerçek dostlarım onlardır. Onların hürmetine fitneler yatışmakta ve belalar uzaklaşmaktadır.

Ey Cundeb oğlu Abdullah! Bizi tanıyan (bizim ilahi makamımızı bilen ve inanan) her Müslümanın her gece ve gündüz amellerine bakması ve kendisini hesaba çekmesi gerekir. Eğer yaptığı işlerin, iyi iş olduğunu görürse o işleri daha da çoğaltmalıdır; aksi takdirde kıyamet günü rezil olmamak için kötü işlerden tövbe etmelidir.

Ne mutlu -yanılgıda olanlara verilen- dünya mal ve süsüne imrenmeyen kula. Ne mutlu ahirete talip olup onun için çalışan kimseye. Ne mutlu yalan arzularla kendisini meşgul etmeyen kimseye.

Daha sonra İmam Sadık aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:

Allah, (halka) kandil ve meşale olan, amel ve çabasıyla onları bize doğru çağıran ve sırlarımızı ifşa etmeyen insanlara rahmet etsin.

Ey Abdullah! Mü’minler, Allah’tan korkan ve kendilerine bağışlanmış olan hidayetin ellerinden alınmasından endişe eden, Allah'ı ve nimetlerini hatırladıkları zaman korku ve dehşete kapılan, Allah'ın ayetleri kendilerine okunduğunda, aşikar ettiği sonsuz kudretinden dolayı imanları artan ve Rab'lerine tevekkül eden kimselerdir.

Ey Abdullah! Cehalet eskiden beri varola gelmiş, temeli güçlenmiştir. Bunun böyle oluşu, halkın Allah'ın dinini oyuncak yapmalarından dolayıdır. Hatta ilimleriyle Allah’a daha yakın olduklarını sananlar bile O’ndan başkasını arıyorlar. İşte onlar zalimlerin ta kendileridir.

Ey Abdullah! Şiilerimiz azim ve sebat gösterselerdi, melekler onlarla musafaha eder (görüşür), bulutlar onların üzerine gölge düşürür, günleri aydın olur, gökten ve yerden onlar için rızıklar gelir, Allah, istedikleri her şeyi onlara verirdi.

Ey Abdullah! Çağrınızı kabul edenlerin (Şia’nın) günahkârları hakkında hayırdan başka bir söz söylemeyin. Allah’a huşu ile yalvararak başarılarını dileyin. Onlar için Allah’tan af dileyin. Bize yönelen, velayetimizi kabul eden, düşmanlarımızla dost olmayan, bildiğini söyleyen, bilmediği veya şüphesi olduğu şeylerde ise susan kimse, (şüphesiz) cennettedir.

Ey Cundeb oğlu Abdullah! Ameline güvenen helak olur. Allah'ın rahmetine güvenerek günahlara cüret eden kurtulmaz.

“Öyleyse kim kurtulur" diye sorduğumda, İmam Sadık aleyhi’s-selâm: ‘Sevaba olan iştiyakları ve azaptan korkuları yüzünden kalpleri, (uçmakta olan) bir kuşun pençesinde imiş gibi, ümit ile korku arasında olan kimseler kurtulur’ diye buyurdular.

Ey Abdullah! Allah’tan kendisini hurilerle evlendirmesini ve nurdan olan bir tacı başına koymasını isteyen kimse, mü’min kardeşini sevindirmelidir.

Ey Abdullah! Gece, uykuyu, gündüz ise, konuşmayı azalt. İnsanın bedeninde göz ve dilden daha az şükreden bir uzuv yoktur. Hz. Süleyman’ın annesi, Süleyman aleyhi’s-selâm’a şöyle dedi: "Oğlum (ihtiyacından fazla) uyumaktan sakın. Çünkü (fazla uyku) insanların hayır amellere muhtaç olduğu gün (kıyamet günü) seni yoksul bırakır.

Ey Cundeb oğlu Abdullah! Şeytan'ın, insanları avlamak için tuzakları vardır. Öyleyse Şeytan'ın ağ ve tuzaklarına yaklaşma.

“O tuzaklar nedir?” diye sorduğumda şöyle buyurdular:

Şeytan'ın tuzakları, insanı kardeşine iyilik etmekten alıkoymak, ağları ise Allah'ın farz kıldığı namazların vaktinde uyumaktır. Bilin ki; kardeşlerine iyilik yapmak ve onları ziyaret etmek için adım atmak gibi hiç bir ibadet yoktur. Namazdan gaflet edenlere, halvetlerde uyuyanlara, fetret dönemlerinde (dinin zayıfladığı dönemde) Allah ve ayetleriyle alay edenlere yazıklar olsun! İşte bunlar ahirette nasibi olmayan kimselerdir. Kıyamet günü Allah onları konuşturmayacak, onları temizlemeyecektir ve onlar için şiddetli bir azap vardır."

Ey Abdullah! Kim kendisini cehennem ateşinden kurtarmaktan başka bir endişeyle sabahlarsa, büyük bir meseleyi basite almış ve Rabbinin vereceği az bir paya talip olmuştur.

Kim müslüman kardeşine hile yapar, onu tahkir eder ve ona karşı düşmanlık güderse, Allah onu cehenneme atar. Kim bir mü’mine haset ederse (onu kıskanırsa), tuzun suda eridiği gibi onun da imanı öylece kalbinde erir.

Ey Abdullah! Mü’min kardeşinin ihtiyacını karşılamak için adım atan bir kimse, Safa ve Merve arasında sa'y eden (koşan) kimse gibidir. Onun ihtiyacını karşılayan bir kimse de Bedir ve Uhud savaşında Allah yolunda kanına boyanan kimse gibidir. Allah hiç bir ümmeti, fakir kardeşlerinin haklarını küçümse-medikleri müddetçe helak etmemiştir.

Ey Abdullah! Şiilerimize de ki: Farklı fikir ve düşüncelere kapılmasınlar. Allah'a andolsun ki, günahlardan kaçınmadıkça, dünyada çaba göstermedikçe ve Allah yolunda, (mü’min) kardeşler ile eşitlik sağlamadıkça velayetimize ulaşamazsınız. Halka zulüm eden kimse bizim Şialarımızdan değildir.

Ey Abdullah! Şia’mız, cömertlik, kardeşlere bağışta bulunmak, gece ve gündüz (farz ve sünnet olarak) elli rekat namaz kılmak gibi özelliklerle tanınırlar. Şialarımız (sabırsızlıktan) köpek gibi ulumaz, karga gibi aç gözlü olmazlar, düşmanlarımızla komşu olmaz, açlıktan ölseler bile bizi sevmeyenlere el açmazlar.

Şiilerimiz, yılan balığı yemezler, ayakkabının üzerine mesh yapmazlar, öğlenin ilk vaktini (namaz kılmak için) gözetirler, şarap içmezler.

"Canım size feda olsun” dedim. "Onları nerede bulabilirim?"

İmam alyehi's-selâm şöyle buyurdu:

Dağların başında ve şehirlerin kenarında. Bir şehre girdiğinde halkla muaşeret etmeyen (oturup kalkmayan) ve halkın da kendi-siyle muaşeret etmediği kimseyi[2] sor, ara. İşte böyle bir adam, mü’mindir.

Allah-u Teâla (Habib-i Neccar hakkında) şöyle buyuruyor: "Şehrin (Antakya şehrinin) uzak bir ucundan bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun"[3]  dedi Allah'a andolsun ki, Habib-i Neccar yalnız idi.

Ey Abdullah! mü’minlere zülmün dışında, diğer bütün günahlar bağışlanır. Gösteriş için yapılan amellerin dışında, diğer bütün hayır ameller kabul edilir.

Ey Abdullah! Allah için sev, sağlam ipe (Kur’ân'a) sarıl ve hidayetten ayrılma. Böyle oldukça amellerin kabul edilir.

Allah-u Teala buyuruyor ki:

"Şüphe yok ki ben tövbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da doğru yola erişen kimseyi bağışlayıcıyım."[4]

İmanla birlikte olmayan amel, kabul edilmez; amelsiz de iman olmaz, yakinsiz amel, huşusuz da yakin olmaz. Bunların hepsinin mihveri, hidayettir. Öyleyse hidayete erişenin ameli kabul edilir ve kabul edilmiş olarak melekut alemine yükselir. "Allah dilediğini doğru yola hidayet eder."[5]

Ey Abdullah! Allah-u Teâla'nın (rahmet ve nimet) yanında, O’nunla birlikte olmak ve Firdevs Cennet'ine yerleşmek istiyorsan, dünyaya önem verme, ölümü göz önünde tut ve yarın için bir şey biriktirme. Bil ki; önceden göndereceğin her şey, (yaptığın ihsan ve ibadetler) faydana olduğu gibi, geriye bıraktığın şeyde (biriktirdiğin dünya malı), zararınadır.

Ey Abdullah!  Kazandığı maldan kendisini mahrum bırakan, o malı başkası için toplamaktadır. Heva ve hevesine uyan, düşmanına uymuştur. Kim Allah'a güvenirse, Allah, ona dünya ve ahiret işleri için yeter ve gıyabında onun her şeyini korur. Her belaya karşı sabır, her nimete şükür ve her zorluğa çözüm yolu hazırlamayan kimse âciz kalır. Evladına ve malına gelecek her belâ ve musibete karşı, sabretmeye çalış. Çünkü Allah, sabır ve tahammülünüzü denemek için emanet ve bağışını sizden geri alır. Günah işlemeye cesaretlendirmeyecek şekilde Allah'a ümitli ol ve O'nun rahmetinden de ümit kesmeyecek şekilde ondan kork. Cahilin övgü ve sözlerine asla aldanma. Zira bu, kibirlenip, ululanmana ve amelinle övünmene sebep olur. Gerçekten en iyi amel, ibadet ve tevâzudur.

Kendinden sonra mal bırakmakla, kendi malını zayi edip, diğerlerinin maddî durumunu düzeltmeye çalışma. Allah'ın sana kısmet ettiği mala kanaat et. Ancak, kendi yanında olanı (mevcut olan mal ve sana verilen nimetlere) bak. Ulaşamayacağın bir şeyi arzu etme. Şüphesiz kanâat eden doyar; kanaat etmeyen ise doymaz. Ahiretten payını al. Zengin olduğunda azma. Yoksul olduğunda sabırsızlık etme. Katı ve taş yürekli olma; çünkü böyle olursan halk sana yaklaşmaktan hoşlanmaz. Gevşek ve zayıf da olma; zira seni tanıyan seni tahkir eder. Kendinden üstte olana karşı düşmanlık yapma; senden aşağıda olanla da alay etme! İşlerde o işin ehliyle çekişme (işi ehline bırak), akılsızlara itaat etme. Herkesin yanında kendini küçültme. Kendi yükünü başkasının üzerine yükleme. Bir işin içerisinde kalıp pişman olmaman için işe girişmeden önce, o işin giriş ve çıkış yolunu öğren.

Kalbini ortak olduğun bir yakın, amelini peşinden gittiğin baban, nefsi emmareni mücadele ettiğin düşman ve sahibine geri vereceğin emanet kabul et. Sen kendi nefsinin doktoru kılınmışsın, sağlığının belirtisini tanımış, hastalığını öğrenmiş ve ilacını da bilmişsin. Öyleyse kendine nasıl bakacağına dikkat et.

Bir kimseye yaptığın iyiliği, minnet edip söyleyerek bozma; aksine o iyiliğini daha iyi bir iyilik izlesin. Şüphesiz bu, ahlakın için daha güzel, ahiretteki sevabın için de gereklidir. İster cahil ol, ister alim, yumuşak huylu  ve ağır başlı sayılmak için susmaya riâyet et. Zira bilginlerin yanında susmak senin için süs, cahillerin yanında susmak ise, sana bir örtüdür.

Ey Abdullah! Meryem oğlu İsa alehi's-selâm, ashabına şöyle buyurdu: "Eğer biriniz, uyuyan kardeşinin yanından geçerken onun arka veya önünden bir kısmının açıldığını görürse acaba açılmayan tarafını da açar mı yoksa açılan yerini örter mi?” Ashabın hepsi: "Açılan tarafını örteriz." dediler.

Hz. İsa aleyhi's-selâm: "Hayır; öyle değil, siz her tarafını açarsınız."

Ashab, bunun bir örnek olduğunu anlayınca: “Ey Ruhullah! nasıl açarız?” diye sordular. Hz. İsa şöyle buyurdu: "Sizlerden bazıları kardeşinin ayıbını gördüğünde onu örtmüyor. Gerçekten de siz, lezzetleri terketmedikçe hedefinize erişemezsiniz; hoşlanmadığınız şeylere tahammül etmedikçe arzularınıza kavuşamazsınız. Haram olan bakıştan sakının. Çünkü bu iş, kalbe şehvet tohumu eker ve bu, seni aldatmaya yeter. Ne mutlu bakışı gözünde değil de kalbinde olan kimseye. Köle sahipleri gibi halkın ayıplarına bakmayın, köleler gibi kendi ayıplarınızı görün. İnsanlar iki kısımdır: Belaya duçar olanla, olmayan. Belaya duçar olana acıyın ve sağlığınıza şükredin.”

Ey Abdullah! Seninle ilişkisini kesenle ilişki kur. Seni mahrum bırakana bağışta bulun. Kötülük yapana iyilik et. Küfredene selam ver. Düşmanlık yapana karşı insaflı davran. Zulmedeni affet; nitekim sen de affedilmeyi seversin. Allah'ın seni affetmesinden ibret al. Güneşin hem iyi, hem de kötü insanlara doğduğunu ve yağmurun da hem salih, hem de hatalı kimselere yağdığını görmüyor musun?

Ey Abdullah! Halkın, seni iyi bilmesi için onların gözü önünde fakirlere yardım etme. Böyle yaptığında mükâfatını almış sayılırsın. Sağ elinle yaptığın iyilikten, sol elinin haberi olmamalıdır. Çünkü Allah’ın rızasını kazanmak için gizlice  verdiğin sadakadan dolayı Allah, seni -halkın verdiğin sadakadan habersiz kalmasının sana zararı ulaşmayacağı bir gün -kıyamet günü şahitlerin gözü önünde mükâfatlandıracaktır.

(Dua ettiğin vakit) sesini alçalt. Zira gizlediğin ve açığa vurduğun her şeyi bilen Allah, istemeden de ne isteyeceğini biliyor.

Oruç tuttuğunda kimsenin gıybetini etme. Orucunuza zulüm bulaştırmayın. Halkın bilmesi için yüzleri tozlu, saçları dağınık, dudakları kuru olup gösteriş için oruç tutan kimselerden olma!

Ey Abdullah! Tüm iyilikler ve tüm kötülükler senin önündedir. Bunları ancak ölümden sonra görebilirsin. Allah Azze ve Celle, hayrın tümünü de cennette, şerrin  tümünü de cehennemde karar kılmıştır. Çünkü bunlar (cennet ve cehennem) kalıcıdır.

Allah kime hidayet bağışlayarak, iman ile aziz kılar, doğru yolu ilham ederek tabiatında nimetlerini tanıyacak bir akıl bırakır, dinini ve dünyasını idare edecek ilim ve hikmet bağışlar, mükellef kıldığı şeyleri kolaylaştırmak üzere yardımda bulunur ve küçük amelleri yapmak için (bile) kendisinden yardım dilemeye davet ederse, böyle bir kimse, Allah'ın nimetleri, vaatettiği mükâfatları ve gücünden fazla kendisini mükellef kılmadığı için Allah'a şükretmeyi kendisine farz kılmalıdır; Allah'a karşı nankörlük etmemeli; O'nu anmalı; O'nu unutmamalıdır; O'na itaat etmeli ve O'na karşı günah işlememelidir. Oysa ki insan, Allah'ın emrettiği şeylerden yüz çeviren, onları yapmaktan âciz kalan, Rabbi önünde kendisine zillet elbisesini giydiren, heva ve hevesine uyan, ömrünü şehvetlerde geçiren ve dünyasını ahiretine tercih eden bir varlıktır. Bu durumdayken de Firdevs Cenneti'ni arzuluyor. Zalimlerin amelini yapmakla, iyi iş yapanların makamlarına ulaşmaya heveslenmek kimseye yakışmaz. Ansızın kopacak olan kıyamet kopunca ve büyük felaket gelip çatınca ve Cebbar olan Allah kesin hüküm vermek için terazileri kurunca ve bütün mahlukat hesap vermek için sahneye gelince, işte o zaman yücelik ve bağışın kimin olduğuna, hasret ve pişmanlığın da kime ulaşacağına yakin edersin. Öyleyse bu gün dünyada öyle bir iş yap ki, ahirette onunla kurtulacağına ümit edesin.

Ey Abdullah! Allah-u Teâla, vahyettiği şeylerin bazısında şöyle buyurmuştur:

"Ben, ancak, azametim için boyun eğen, benim için kendisini şehvetlerden alıkoyan, günlerini zikrimle geçiren, kullarıma karşı büyüklük taslamayan, açları doyuran, çıplakları giydiren, musibete uğrayanlara acıyan ve gariplere yer veren kimsenin namazını kabul ederim. Böyle bir kulun nuru, güneşin nuru gibi etrafa yayılır. Karanlıkta nur, cehalette ise hilim (olgunluk) veririm ona. İzzetimle onu korurum. Meleklerimi onu korumakla görevlen-diririm. Beni çağırdığında lebbeyk derim. Benden bir şey istedi-ğinde veririm. Bu kul benim indimde, meyvelerinin eşi bulunmayan ve bozulmayan firdevs Cenneti'nin bahçeleri gibidir.

Ey Abdullah! İslam (tevhid, nübüvvet ve meada ikrar etmek) çıplaktır; elbisesi hayâ, ziyneti ağırbaşlılık, cömertliği salih amel ve direği ise vera (şüpheli şeylerden kaçınma)dır. Her şeyin bir temeli vardır; İslam'ın temelide biz Ehl-i Beyt'in sevgisidir.

Ey Abdullah! Allah-u Teâla'nın, zeberced (yakut cinsinden sarı veya yeşil değerli bir tür taş) ve ipekle sarılmış, sündus (ipek işlemeli bir kumaş) ve diybac (bir çeşit zarif ipekli kumaş) ile de süslenmiş, nurdan bir hisarı vardır. Bu hisar (kıyamet günü) bizim dostlarımızla düşmanlarımızın arasına çekilir. Beyinler (şiddetli bir sıcaktan dolayı) kaynadığında, yürekler ağızlara ulaştığında ve ciğerler beklemekten dolayı şiştiğinde Allah dostları, bu hisarın içerisine götürülür, orada Allah'ın güven ve himayesinde yer alırlar. Onlar için gönüllerin istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey orada vardır. Allah'ın düşmanları ise çok terlediklerinden dolayı ağızları kilitlenir, korkudan yüreklerinin bağı kesilir ve Allah'ın onlar için hazırladığı azaba bakıp şöyle derler: "Bize ne oluyor ki, ken-dilerini kötülerden saydığımız adamları göremiyoruz?".[6]

Allah dostları onların bu durumuna bakıp gülerler. Nitekim Allah-u Teâla cehennem ehlinin şöyle dediğini nakletmiştir: "Biz onları alaya alır dururduk (şimdi onlar cehennem'de yoklar) yoksa gözler mi onlardan kaydı?"[7] Diğer bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Artık bugünde, iman edenler kafir olanlara gül-mektedirler; tahtlar üzerinde bakıp seyrediyorlar."[8]

Allah-u Teâla, dostlarımızdan mü’min olan birine tek bir kelimeyle bile yardımda bulunan herkesi hesapsız cennete götürecektir.

ebu cafer muhammed İbn-İ -İ Nu'man ahvel’e[9] Öğütlerİ

Ebu Câfer diyor ki , İmam Sadık aleyhi's-selâm bana şöyle buyurdu: Allah-u Teâla, Kur’ân’da bazı grupları sırları ifşâ etmek suçuyla kınamıştır. "Canım sana feda olsun, Kur'ân'ın neresinde kınamıştır." dediğimde, “şu ayette” diye buyurdu: "Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde (derhal) onu yayarlar."[10]

İmam Sadık aleyhi's-selâm daha sonra şöyle buyurdu:

Sırlarımızı ifşâ eden, üzerimize kılıç çeken kimse gibidir. Gizli ilimlerimizi (sırlarımızı) duyup da onu ayakları altına gömen (gizleyen) kula Allah rahmet etsin. Allah'a andolsun ki, ben sizin kötülerinizi, baytarın hayvanı tanımasından daha iyi tanırım. Sizin kötüleriniz, Kurân'ı kötü ve hoşa gitmeyecek bir şekilde okuyan, namazı vaktin sonunda kılan, ve dillerini korumayan kimselerdir. Bil ki, Hasan ibn-i Ali aleyhüma’s-selam, ihanete uğrayıp insanlar etrafından dağıldığında, işi Muâviye'ye bıraktı; derken aşırı giden ve bu barıştan öfkeli dolayı olan şiiler İmam'a: "Aleyk-es selam ya müzillel mü’minin" (Aleyk-es selam ey mü’minleri zelil eden!) diye selam veriyorlardı. İmam Hasan alehi's-selâm da cevaben: "Ben mü’minleri zelil eden değil aziz edenim. Sizin onlara karşı savaşmaya gücünüzün olmadığını görünce, canımızın korunması için böyle yaptım. Nitekim o alim (Hz.Hızır a.s), fakirlerin gemisini (sahiplerine kalması ve düşmanların eline düşmemesi için) deldi. Ben de kendi canımı ve sizlerin canını korumak için böyle yaptım." diyordu.

Ey Nu'man oğlu! Ben bazen sizlerden bazınıza (gizli) bir söz söylüyorum, o da o sözü yayıyor; böyle yaptığı için ona lanet etmeyi ve ondan uzak durmayı caiz biliyorum.

Babam buyuruyordu ki: “Takiyye'den daha fazla gözü aydınlatan ne var? Takiyye mü’minin siperidir. Takiyye olmasaydı Allah'a ibadet olunmazdı."

Allah buyuruyor ki: "Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost (yönetici) edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah'la hiçbir ilişkisi yoktur. Ancak onlardan çekinirseniz (takiyye ederseniz) o başka"[11]

Ey Nu'man oğlu! Münakaşadan sakın; çünkü münakaşa amelini boşa çıkarır. Cedel ve tartışmadan kaçın; zira tartışma seni helak eder. Aşırı düşmanlıktan da uzak ol; çünkü aşırı düşmanlık seni Allah'tan uzaklaştırır.” İmam alehi's-selâm daha sonra şöyle buyurdu:

Sizden önceki kimseler susmayı öğreniyorlardı, oysa sizler konuşmayı öğreniyorsunuz. Onlardan biri âbid olmak istediğinde bu işe başlamadan önce on yıl susmayı öğreniyordu; bu işi başarıp susmaya sabredebildiğinde ibadete başlıyordu. Aksi takdirde, ben istediğim işin ehli değilim, diyordu. Ancak uzun bir müddet, çirkin söz söylemekten çekinen ve batıl bir hükümette eziyetlere karşı tahammül eden kimse kurtulur. Bunlar, gerçekten asaletli, seçilmiş kimseler ve velilerdir; onlar, mü’minlerin ta kendisidir. Benim en fazla nefret ettiğim kimse riyaset isteyen, söz taşıyan ve kardeşlerine haset eden kimselerdir; ne onlar bendendir ne de ben onlardanım. Bizim dostlarımız, ancak emrimizden çıkmayan, her işte bizi izleyen ve bize uyan kimselerdir.”

Daha sonra da buyurdu ki: Allah'a ant olsun ki, eğer sizlerden biri Allah yolunda yeryüzü dolusu altın sadaka verir ve sonra da bir mü’mine haset ederse, o altınlarla cehennemde dağlanır.

Ey Nu'man oğlu! ifşacı (sırlarımızı yayan kimse) bizi kılıçla öldüren kimse gibi değildir; onun günahı bizimle kılıçla savaşandan daha büyük ve daha fazladır.

Ey Nu'man oğlu! bizim söylemediğimiz bir hadisi bizim adımıza nakleden kimse, bizi yanlışlıkla değil, kasıtlı olarak katletmiştir.

Ey Nu'man oğlu! zulüm hükümetinde kendi yolunda git; korktuğun tehlikeli insanlara da selam verip hoş karşıla. Zira hükümete karşı çıkan kimse kendisini ölüme atarak helak etmiş olur. Allah buyuruyor ki: "Kendi elinizle, kendinizi tehlikeye atmayın"[12]

Ey Nu'man oğlu! biz öyle bir Ehl-i Beyt'iz ki, şeytan daima bizden ve bizim dinimizden olmayan kimseleri bizim aramıza sokmaktadır; şeytan onu (Şia ve ashabımız adına) yüceltti mi ve insanlar onları tanıyıp sözlerine kulak verdi mi artık aleyhimize yalan söylemeyi ona emreder, onlardan biri gittiğinde de onun yerine başkasını getirir.

Ey Nu'man oğlu! Kim (bilmediği) ilmi bir sorunun cevabında, "bilmiyorum" derse ilmin yarısını elde etmiştir (ilmin hakkını eda etmiştir).

Mü’min bulunduğu yerde oturduğu sürece, kinli olabilir; fakat yerinden kalktığında kin de kalbinden çıkar.

Ey Nu'man oğlu! alim bildiği her şeyi sana söyleyemez. Bunlar, Allah'ın Cebrail aleyhi’s-selâm’a, Cebrail aleyhi’s-selâm’ın Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'e, Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'in Ali aleyhi’s-selâm’a, Ali alehi's-selâm'ın Hasan aleyhi’s-selâm’a, Hasan'ın Hüseyn aleyhi’s-selâm’a, Hüseyn'in Ali (Zeynel Abidin) alehi's-selâm’a, Ali (Zeynel Abidin)’in de Muhammed (Bâkır) alehi's-selâm’a, Muhammed(Bâkır)'ın de sırrını söylediği kimseye (burada İmam Sadık alehi's-selâm kendisini kasdediyor) buyurmuş olduğu sırlardır. Öyleyse acele etmeyin. Allah'a andolsun ki bu işin gerçekleşmesi (Peygamber Ehl-i Beyt’inin kurtuluşu ve adaletli bir hükümetin kurulması) üç defa yaklaşmıştı; ama onu ifşa etmenizle Allah onu erteledi. Allah'a andolsun ki, düşmanınızın sizden daha iyi bilmediği hiç bir sırrınız yoktur.

Ey Nu'man oğlu! Emrimden çıktığın için kendine acı! Sırrımı ifşa etme. Said oğlu Muğayre,[13] babamın aleyhine yalan söyledi ve sırrını ifşa ettı; Allah da demirin kızgınlığını ona tattırdı. Eb-ul Hattab da, benim aleyhimde yalan söyledi, sırrımı açığa vurdu; derken Allah-u Teâla, demirin şiddetli sıcaklığını ona da tattırdı.

Allah-u Teâla, sırlarımızı gizli tutan kimseyi, yaptığı işten dolayı dünya ve ahirette ziynetlendirir, payını bağışlar, onu demirin kızgınlığı ve zindanın darlığından korur.

İsrâiloğulları, öyle bir kıtlığa duçar oldular ki hayvan ve çocukları helak oldu. Musa ibn-i İmran aleyhi’s-selâm Allah'a münacatta bulundu; Allah-u Teâla Hz. Musa'ya şöyle hitap etti: "Ey Musa, bu kavim açıkça zina ediyor, faiz yiyiyor, havraları onarıp zekâtı hiçe sayıyor. (İşte bunun için azaba müstahak oldular.) Hz. Musa: "Allah'ım kendi rahmetinle onlara lutfet. Çünkü onlar hakkı kavrayamıyorlar." dedi. Bunun üzerine Allah-u Teâla Hz.Musa'ya şöyle vahyetti: "Ben kırk günden sonra onlara yağmur gönderip imtihan edeceğim; (bu vaat gizliydi fakat bazıları bundan haberdar olur olmaz) bunu ifşa edip yaydılar; işte bunun için kırk yıl yağmur onların üzerine yağmadı: Sizin de işiniz (zalim hükümdardan kurtulmanız) yaklaşmıştı; ama toplantılarınızda onu ifşa ettiniz (böylece de kurtuluşunuz ertelendi.)

Ey Ebu Câfer (Nu'man oğlu)! Sizin halk ile ne işiniz var (neden maslahata riayet etmeksizin onları kendi mezhebinize çağırıp kendinizi onlara tanıtıyorsunuz) onları kendi hallerine bırakın. Hiç bir kimseyi bu işe (şiiliğe) davet etmeyin. (Zira bu tutum sebepsiz sıkıntıya düşmenize sebep olur). Allah'a andolsun ki eğer yer ve gök ehli birleşip, Allah'ın hidayet olmasını dilediği bir kulu, saptırmak isteseler saptıramazlar. Halkın yakasını bırakın. Hiç biriniz, “kardeşim”, “amcam”, “komşum” demesin. Allah-u Teâla, hayır ulaştırmayı dilediği kulun ruhunu temizler; öyle ki hak ve güzel bir söz duyar duymaz, onu kabul eder ve kötü bir söz duyar duymaz onu reddeder. Daha sonra Allah-u Teâla onun kalbine, halini düzeltecek bir kelime ilham eder.

Ey Nu'man oğlu! Eğer kardeşinin seninle samimi dost olmasını istiyorsan onunla şaka yapma; münakaşa etme; ona karşı övünme ve ona karşı düşmanlık yapma. Sırlarını dostuna açıp söyleme; ancak düşmanının haberdar olmasıyla sana zararı olmayacak sırlar olursa o başka; Çünkü dostun da bir gün düşman olabilir.

Ey Nu'man oğlu! bir kulda üç sünnet olmadıkça mü’min olamaz:

Allah'ın’dan bir sünnet, Peygamber'inden bir sünnet ve İmam’ından bir sünnet. Allah’tan olan sünnet, sırları (mümkün oldukça) gizlemektir. Nitekim Allah-u Teâla, kendi hakkında şöyle buyurmuştur: "O gaybı bilendir; kendi gaybını kimseye izhar etmez."[14] Peygamber’den olan sünnet, halkla iyi geçinmek ve onlara doğru bir ahlakla davranmaktır. İmam’dan olan sünnet de, Allah kurtuluş verinceye kadar zorluk ve sıkıntıda sabırlı olmaktır.

Ey Nu'man oğlu, beliğ konuşmak, insanın dilinin keskinliğiyle olmadığı gibi saçma söz söylemekle de değildir; belağat, maksadı anlatmak ve delili bulmaktır.

Ey Nu'man oğlu! kim evliyaullaha küfreden bir kimsenin yanında oturursa günah işlemiştir. Kim bizim için öfkelenir de sab-rederse cennetin en yüksek derecesinde bizimle beraber olur. Kim sırlarımızı ifşa etmekle gününe başlarsa, Allah demirin kızgınlığını ve zindanın darlığını ona tattırır.

Ey Nu'man oğlu, üç şey için ilim öğrenme: Gösteriş, övünmek ve tartışmak. Üç şey için de ilmi terketme: Cehalete meyletmek, ilme rağbetsiz olmak ve halktan utanmak. Yayılmayan ilim, üstü kapalı kalan kandile benzer.

Ey Nu'man oğlu! Allah, bir kulun hayrını dilediğinde kalbinde nurlu bir nokta oluşturur, derken kalbi nurlanır, hakkı talep eder; daha sonra kuşun yuvasına gitmesinden daha hızlı bir şekilde sizin mektebinize koşar.

Ey Nu'man oğlu! Allah, biz Ehl-i Beyt’in sevgisini göklerden, arşın altındaki hazinelerden altın ve gümüş hazineleri misali, belirli bir miktarda indirir ve onu en iyi mahlukuna bağışlar: Bu hazinelerin, yağmur bulutlarına benzer bulutları vardır; Allah-u Teâla yaratıklarından sevdiği kimseye bu nimeti vermek istediğinde, bu bulutların, şiddetle yağmasına izin verir; öyle ki, bu lütuf annesinin karnında olan cenine bile ulaşır.

ashabIndan bİr gruba yazdIğI mektup

Hamd ve salat ve selamdan sonra, (size şunları tavsiye edi-yorum): Rabbinizden afiyet dileyin, mütevazı, vakârlı, ağırbaşlı ve hayâlı olun. Salih olanlarınızın çekindiği şeylerden çekinin. Batıl ehline de güzel davranın. Onların kötü hareketlerine tahammül edin. Onlarla uzun münakaşalara girmekten sakının. Yine onlarla bir arada oturduğunuzda, muâşeretlerinizde veya bir söz hakkında tartıştığınızda Allah'ın size emrettiği takiyeye riayet edin. Çünkü sizler onlarla oturup kalkmak, muaşeret etmek ve tartışmak zorundasınız. Takiye yapmaksızın onlarla karşılaşırsanız, sizi incitirler ve yüzlerinizden hoşnut olmadığınızı anlarlar.

Eğer Allah onları sizden uzaklaştırmasaydı, size musallat olurlardı. Onların size karşı kalplerindeki kin ve düşmanlıkları açığa vurduklarından daha çoktur. (Ama siz sürekli olarak) onlarla beraber oturup kalkmaktasınız.

Allah-u Teâla bir kulu yaratılışta mü’min olarak yaratmışsa, şerri onun nazarında kötü göstermedikçe ve onu o şerden uzaklaştırmadıkça o kul ölmez. Allah-u Teâla, birine şerri sevdirmeyip onu şerden uzaklaştırırsa, kibir ve ululanmaktan da onu korur; böylece o kimse yumuşak huylu, güzel ahlaklı ve güler yüzlü olur; İslami vakar, sükunet ve huşuya sahip olur; Allah'ın haramlarından sakınır ve gazabından kaçınır. Allah, insanlarla dost olmayı, onlara iyi davranmayı, onlarla ilişkiyi kesmemeyi ve düşmanlığı terketmeyi ona nasip eder; öyle ki artık düşmanlıktan ve düşmanlık ehli olan kimselerden tamimiyle uzaklaşır.

Eğer Allah-u Teâla, ilk yaratılışta bir kulu kafir olarak yaratırsa, şerri ona sevdirmedikçe ve onu o şerre yaklaştırmadıkça o kul ölmez. Şerri ona sevdirip onu o şerre yaklaştırdığında da kibir ve ululanmaya duçar olur; derken katı kalbli, kötü ahlaklı, asık suratlı olur; çirkinliği açığa çıkar ve hayâsız olur. Allah onun hayâ perdesini yırtar, (hayâ perdesi yırtıldığında da) haramlara düşer; artık haramdan ayrılmaz, Allah'a karşı günah işler, itaâtı ve itaat ehlini sevmez.

Mü’min ve kafir arasındaki fark ve uzaklık ne de çoktur! Allah’tan bu belalara düçar olmamayı dileyin ve bu afiyeti Allah(’ın rızası) için talep edin. Allah’tan başka hiç bir güç ve kuvvet sahibi yoktur.

Çok dua edin; Allah kendisini çağıran kulu sever; O mü’min kullarının dualarını kabul edeceğini vaat etmiştir. Allah, kıyamet günü mü’minlerin duasını cennette nimetlerini çoğaltan bir amele dönüştürür.

Gece ve gündüzün her saatinde gücünüz kadarıyla Allah'ı çokça anın. Çünkü Allah, kendisinin çok anılmasını emretmiştir. Allah kendisini anan mü’mini unutmaz ve onu hayırla anar.

Allah-u Teâla, Kur’ân'da mü’minlere şöyle emretmiştir:

"Namazları ve (özellikle) orta (öğle) namazı(nı üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun”.[15]

Fakir Müslümanları sevin; Çünkü onları küçümseyen ve onlara karşı büyüklük taslayan kimse, Allah'ın dininden uzaklaşmıştır. Allah böyle bir kimseyi hor görür ve ona gazap eder.

Ceddimiz Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyur-muştur:

"Rabbim, yoksul Müslümanları sevmeyi bana emretmiştir." Bilin ki kim bir Müslümanı küçük görürse Allah onu kendi gazap ve tahkirine uğratır; bütün insanlar ona şiddetle buğzeder. Öyleyse fakir Müslüman kardeşleriniz hakkında Allah’tan çekinin. Onların sizin üzerinizde olan hakları onları sevmenizdir. Çünkü Allah, peygamberlerine onları sevmeyi emretmiştir.

Kim Allah'ın, sevgilerini farz kıldığı kimseleri sevmezse, Allah ve Resulüne karşı gelmiş olur. Allah ve Resülüne karşı geldiği halde ölen kimse de, sapıklık ve dalalet üzere ölmüştür.

Ululuk ve kibirden sakının. Zira ululuk, Allah'ın ridasıdır.[16] Kim Allah'ın ridası üzerinde O'nunla çekişirse, Allah onu parçalar ve kıyamet günü onu rezil eder.

Sakın, birbirinizin hakkına tecavüz etmeyin; Çünkü salih insanların tavrı böyle değildir. Allah zulüm edenin zulmünü kendisine çevirir ve zulme uğrayana da yardım eder. Allah kime yardım ederse galip olur ve ilahi zafere ulaşır.

Sakın, birbirinize haset etmeyin. Çünkü küfrün aslı hasettir. Sakın mazlum bir Müslümanın aleyhine birbirinizle yardımlaş-mayın. Çünkü hakkınızda beddua ederse, kabul olur.

Babamız Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih şöyle buyur-muştur: "Mazlum Müslümanın bedduası kabul olur."

Sakın nefsiniz, Allah'ın haram kıldığı şeylere meyletmesin. Çünkü kim bu dünyada Allah'ın yasaklarını çiğnerse Allah, onunla cennet ve cennet ehli için olan nimet, lezzet ve sonsuz kerameti arasında engel oluşturur.

İncİler Dİzİsİ dİye adlandIrIlan sözlerİ

1- Bir işi incelemekte aşırı hassasiyet göstermek ayrılığa; eleştiri, düşmanlığa; sabırsızlık, rezilliğe; sırrı ifşa etmek, alçalmaya sebep olur. Cömertlik zekanın cimrilik ise gafletin alametidir.

2- Kim şu üç şeye sarılırsa dünya ve ahiret dileklerine kavuşur: Allah'a sığınmak, ilahî takdire razı olmak ve Allah'a karşı hüsn-ü zanda bulunmak.

3- Kim şu üç şeyde gevşek davranırsa mahrum kalır: Cömertten bir şey istemek, alimle arkadaş olmak ve (adil) sultanın ilgisini kazanmak.

4- Üç şey muhabbet doğurur: Din, tevazu ve bahşiş.

5- Üç şeyden uzaklaşan üç şeye ulaşır: Şerden uzaklaşan izzete, kibirden uzaklaşan saygınlığa cimrilikten uzaklaşan da şerefe.

6- Üç şey düşmanlık getirir: Nifak, zulüm ve bencillik.

7- Kimde şu üç hasletten biri olmazsa üstün sayılmaz: İnsana süs olan akıl, onu ihtiyaçsız kılan servet ve ona destek olan kabile.

8- Üç şey insanın ayıplanmasına sebep olur: Haset, laf taşımak ve başıboşluk.

9- Üç kimseyi, ancak üç yerde tanımak mümkün olur: Yumuşak olanı, öfkelendiğinde; yiğidi, savaşta; kardeşi, kendisine muhtaç olunduğunda.

10- Üç sıfat kimde olursa, oruç tutan ve namaz kılan birisi olsa bile münafıktır: Yalan konuşan, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden.

11- Üç çeşit insandan kork: Hâin, zâlim ve laf taşıyan. Çünkü senin için (başkasına) hıyanet eden (bir gün de) sana hıyanet eder. Senin için (başkasına) zulüm eden (bir gün de) sana zulüm eder. Sana laf taşıyan (bir gün de) senin aleyhine (başkasına) söz götürür.

12- Bir kimse üç emaneti korumadıkça emin sayılmaz: Mal, sır ve namus. Eğer ikisini koruyup da birini zayi ederse yine de emin sayılmaz.

13- Ahmakla istişare etme, yalancıdan yardım isteme, sultanların dostluğuna güvenme. Çünkü yalancı, uzağı yakın, yakını ise uzak gösterir. Ahmak kendisini senin için zahmete düşürür; fakat senin istediğine ulaşamaz. Sultanlar ise, onlara  tam itimat ettiğin sırada seni yalnız bırakırlar ve onlarla tam ilişki kurduğunda ilişkilerini keserler.

14- Dört şey dört şeye doymaz: Yer yağmura, göz bakmağa, kadın erkeğe, alim de ilime.

15- Dört şey insanı çabuk ihtiyarlatır: Güneşte kurutulan eti yemek, yaş yerde oturmak, merdiven çıkmak ve ihtiyar kadınla cima etmek.

16- Hanımlar üç kısımdır: Tamamen yararına olan, hem yararına hem de zararına olan ve tam zararına olan. Tamamen yararına olan kızdır. Hem yararına hem de zararına olan dulkadındır. Tamamen zararına olan ise önceki kocasından yanında çocuğu bulunandır.

17- Üç özellik büyüklüğün mayasıdır: Öfkeyi yenmek, kötülük yapanı affetmek, mal ve canla (insanlara) iyilik yapmak.

18- Üç şey üç şeyden kurtulamaz: Rehvan at sürçmekten, kılıç körelmekten ve olgun insan yanılmaktan.

19- Belagat üç şeyledir: İstenilen manaya yaklaşmak, fazla sözden kaçınmak ve kısa sözle çok şey anlatmak.

20- Kurtuluş üç şeydedir: Dilini tutman, evinde oturman ve işlediğin günahlara karşı pişmanlık duyman.

21- Cehalet üç şeydedir: Arkadaşları değiştirmek, sebebini açıklamadan dostlarla çekişme ve faydasız şeyleri araştırmak.

22- Üç özellik kimde olursa kendi zararına olur: Hilecilik, ahdi bozmak ve zulüm yapmak. Nitekim (Allah-u Teâla), Kur’an'da şöyle buyurmuştur:

"Kötü hile, ancak sahibini sarıp-kuşatır"[17]. "Artık sen onların kurdukları düzenin uğradığı sona bir bak; biz onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik.[18] “Kim ahdini bozarsa, artık o ancak kendi nefsi aleyhine ahdini bozmuş olur.”[19] Yine şöyle buyuruyor: “Ey insanlar dünya menfaatleri için zulüm yapmanız, ancak kendi zararınızadır.”[20]

23- Üç şey insanı yüce makamları talep etmekten alıkor: Az çaba, tedbirsizlik ve dar görüşlülük.

24- İleri görüşlü olmak üç şeydedir: Kendisinden üstekilere hizmet etmek, babaya itaatte bulunmak ve efendisine karşı tevazu göstermek.

25- İnsanın dostu şunlardır: Uyumlu hanım, iyi evlat ve halis arkadaş.

26- Şu üç şey kime verilmiş olursa en büyük zenginlik olan üç şeye ulaşmış olur: Verilenle yetinmek, halkın elindekine göz dikmemek, gereksiz ve fazla olan her şeyi terketmek.

27- Ancak şu üç özeliğe sahip olan kimse cömert sayılır: Varlıkta ve yoklukta malını cömertçe bağışlamak, müstahak olana vermek, bağışladığı mala karşılık aldığı teşekkürleri bağışladığı maldan daha çok saymak.

28- Üç şeyi yapmadığında insan mazur sayılmaz: Hayrını iste-yenle istişare etmek, haset edenle geçinmek ve halka kendini sevdirmek.

29- Şu üç hasleti tam olarak taşımayan kimse akıllı sayılmaz: Sevinç ve gazab halinde kendi aleyhine bile olsa hakka riayet etmek, kendisi için beğendiği şeyi başkaları için de beğenmek ve yanıldığı vakit sabırlı ve yumuşak olmak.

30- Nimet ancak şu üç şeyle devam eder: O nimet karşısında ilahi vazifeyi tanımak, şükrünü edâ etmek ve o nimet için zahmet çekmek.

31- Kim şu üç şeyden birine duçar olursa, ölümü arzu eder: Ardı arkası kesilmeyen fakirlik, yüz kızartıcı bir haram iş yapmak ve galip olan bir düşmana duçar olmak.

32- Üç şeye ilgi göstermeyen üç şeye duçar olur: Uzlaşmaya ilgi göstermeyen yardımcısız kalır, hayır işe ilgi göstermeyen pişman olur, arkadaşlarını çoğaltmaya ilgi göstermeyen zarar görür.

33- Herkes şu üç şeyden kaçınmalıdır: Kötülere yaklaşmak, kadınlarla konuşmaya dalmak ve bid’at ehli ile oturup kalkmak.

34- Üç şey, kişinin kerem sahibi olduğunu gösterir: Güzel ahlak, öfkeyi yenmek, haramlara bakmaktan kaçınmak.

35- Üç şeye güvenen aldanır: Olmayacak sözleri tasdik etmek, güvenilmeyen insanlara bel bağlamak ve elde edilmeyecek şeye göz dikmek.

36- Üç şeyi yapan dinini ve dünyasını bozar: Suizanda bulunan, her sözü dinleyen ve yetkisini hanımının eline veren.

37- En üstün hükümdar şu üç özelliğe sahip olan kimsedir: Şef-kat, cömertlik ve adalet.

38- Üç şeyde ihmalkârlık hükümdara yakışmaz: Sınırları korumak, mazlumların haklarını aramak ve işleri için salih kimseleri seçmek.

39- (Adil) hükümdarın, kendi ashap (yardımcı) ve emrindekilerin üzerinde üç hakkı vardır: İtaat edilmek, gıyab ve huzurunda hayrını istemek, zafer ve başarıları için duâ etmek.

40- Yöneticilerin özel kesim ve halkın geneli karşısında üç vazifesi vardır: İyi iş yapanları o işe ilgilerinin artması için mükâfatlandırmak; kötü iş yapanların tövbe etmeleri ve sapıklıklarından dönmeleri için hatalarını örtmek; lütuf ve insafla halkın tümüyle kaynaşarak onların birliğini korumak.

41- Bir yönetici (insanlardan) üç grubu önemsemeyip hafife alır ve onları kendi başlarına bırakırsa, işleri çığırından çıkar ve zorlaşır: Toplumdan ayrılmış ve (kendine yeni bir yol seçmiş) faziletsiz kişiyi, marufa emir ve münkerden nehyetmeyi siper edinerek kendi bid'atlarını yaymaya çalışan kişiyi ve yöneticinin haklarında hüküm uygulamasını önleyecek bir reis etrafında toplanan bir şehrin halkını.

42- Akıllı bir adam hiç kimseye hakaret etmez. İnsanlardan üç grup hakaret edilmemeye daha layıktır: Alimler, hükümdarlar ve kardeşler. Alimlere hakaret eden dinini bozar. Hükümdara hakaret eden dünyasını bozar, kardeşlerine hakaret eden yiğitliğini yitirir.

43- Sultanların sırdaş ve yakınlarını üç sınıf olarak gördük: a) Hayır isteyenler; bunlar hem kendilerine hem sultana ve hem de raiyyete (halka) berekettir. b) Hedefleri, kendi ellerindeki malı korumak olanlar; bunlar da (başkalarına eziyet etmemek açısından) ne övülen ve ne de kınanan kimselerdir; ama kınanılmaya daha yakındırlar. c) Şerden yana olanlar; bunlar, uğursuzdurlar, hem kendilerinin hem de sultanın kınanmasına sebep olurlar.

44- Bütün insanlar şu üç şeye muhtaçtır: Emniyet, adalet ve refah.

45- Üç şey hayatı karartır: Zalim hükümdar, kötü komşu ve ağzı bozuk kadın.

46- Mesken edinmek ancak şu üç özelliği olan yerde güzeldir: Güzel havası, tatlı suyu olan yumuşak ve düz yerde.

47- Şu üç şey pişmanlık getirir: Övünmek, iftihar etmek ve üstünlük hususunda tartışmak.

48- Şu üç şey insanın tabiatında vardır: Haset, ihtiras ve şehvet.

49- Kimde şu üç özellikten biri olursa, diğer iki özellik de onun büyüklük heybet ve cemalinde toplanır: Vera’ (haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak), eli açık olmak ve şecaat.

50- Şu özellikler kime verilmiş olursa kâmil olur: Akıl, cemal ve fesahat (açık konuşmak).

51- Şu üç grubun durumları belli oluncaya kadar sağ olduklarına hükmedilir: Hamilelik süresi bitinceye kadar kadının; ömrü tüke-ninceye kadar sultanın ve dönünceye kadar kaybolan şahsın.

52- Üç şey mahrumluk getirir: İstemekte ısrar, gıybet etmek ve alay etmek.

53- Üç şey kötü sonuç doğurur: Galip olsa bile fırsat gelmeden önce savaşçının (düşmana) saldırması. Zararı olmasa bile hasta olmayan birinin ilaç kullanması. İhtiyacını karşılamaya muvaffak olsa bile yöneticiyle ilişki kurmak.

54- Üç şeyde herkes kendisinin haklı olduğunu söyler: İnandığı dinde, kendisine galip olan heva ve heveste ve işlerindeki tedbirde.

55- İnsanlar üç sınıftır: Sözü geçen saygınlar; birbirleriyle eşit olanlar ve birbirlerine düşmanlık yapanlar.

56- Üç şey dünyayı ayakta tutmaktadır: Ateş, tuz ve su.

57- Yersiz olarak üç şeyi isteyen, üç şeyden mahrum kalmayı hakkeder: Haksızca dünyayı talep eden ahiretten mahrum kalmayı hakkeder. Haksız yere başkanlık isteyen Allah’a itaatten mahrum kalmayı hakkeder. Hakkı olmadan mal peşinde olan malın elinde kalmasından mahrum kalmayı hakkeder.

58- İleri görüşlülerin şu üç işi yapmaları uygun değildir: Kurtulsa (kurtulacağını bilse) bile, tecrübe edinmek için zehir içmek; zarar görmese de kıskanç akrabalarına sırrını açmak, zenginliğe yol açsa bile deniz yolculuğu yapmak.

59- Hiç bir toplum, dünya ve ahiret işleri için şu üç sınıftan mustağni olmaz. Eğer bunlar olmazsa başıboş kalırlar: Takvalı ve bilgili bir fakih; emrine itaat edilen hayırlı bir yönetici ve güvenilir ve bilinçli bir doktor.

60- Dost üç özellikle denenir, bu özelliklere sahip olursa halis ve temiz bir dost olduğu anlaşılır; aksi takdirde varlık ve bolluk (zamanının) dostudur; darlık ve zorluk (zamanının) dostu değil: Ondan bir mal istemek, bir malı ona emanet vermek ve şiddet ve sıkıntılarda onu ortak kılmak.

61- İnsanlar şu üç şeyden kurtulursa, huzura kavuşurlar: Kötü dil, kötü el ve kötü davranış.

62- Şu üç özellikten birine sahip olmayan köleyi yanında barındırmak, efendisine rahatlık getirmez: Onu doğruluğa sevkeden dini veya ona yol gösteren bir edebi ya da (kötü işlerden) alıkoyan bir korkusu.

63- Kişi evine ve ailesine karşı şu üç özelliği taşımaya muhtaçtır. Bu özellikler tabiatında olmasa bile bunları edinmeye çalışmalıdır: Güzel muâşeret etmek, ölçülü bir şekilde harcamak (ailesinin refahını sağlamak) ve namusunu korumaya düşkün olmak.

64- Her zanaatçı, kendi işi ve kazancı için şu üç şeye muhtaçtır: İşinde becerikli olmak, işiyle ilgili olarak emaneti edâ etmek ve müracaat edenlerin ilgisini kazanmak.

65- Kim şu üç şeyden birine duçar olursa aklı dengesini kaybeder: Elden çıkmakta olan nimete, fasit hanıma ve sevdiğinin beklenmedik bir belaya yakalanmasına.

66- Cesaret yaratılışa dayanan üç özellikten kaynaklanır; bunlardan her birinin kendine mahsus üstün bir yanı vardır: Fedakarlık, zilletten kaçınmak ve şan ve şerefe talip olmak. Bu özelliklerin üçü de bir yiğitte toplanırsa, hiç bir kimse, onun karşısında duramaz ve atılganlık ve cesarette kendi asrında şöhret kazanır. Eğer bu özelliklerden bazısı ağır basarsa o yönde cesareti, daha çok ve atılganlığı daha güçlü olur.

67- Anne ve babanın, evladın üzerinde üç hakkı vardır: Her halükarda onlara teşekkür etmek, Allah'a karşı günah işlemeye emretmeleri hariç tüm emir ve nehiylerine uymak, gizli ve açıkta hayırlarını istemek. Evladın, babanın üzerinde üç hakkı var: İyi anne seçmek, güzel isim takmak ve terbiyesi için gayret sarf etmek.

68- Mü’min kardeşler kendi aralarında üç şeye muhtaçtırlar; buna riayet ederlerse kardeşlikleri devam eder, aksi takdirde ayrılıp birbirlerine karşı kin ve nefret beslerler: İnsaflı davranmak, şefkatli olmak ve hasedi terketmek.

69- Akrabalar üç şeyi gözetmedikçe zaafa uğrayıp başlarına gelene düşmanlarının sevinmelerinin ezikliğini hissederler: Dağılmamaları için hasedi terketmeleri, yakınlığı korumak için iyi ilişki kurmaları ve izzet (ve kudret)ten yararlanmak için yardımlaşmaları.

70- Erkek, hanımına karşı üç şeye riayet etmelidir:

a) Hanımının, muhabbet ve ilgisini kazanmak için onunla uyum sağlamak, b) Ona karşı güzel ahlaklı olmak, c) Onun gözünde güzel görünmek ve refahını sağlamakla kalbini elde etmek.

71-Kadın, kocasına karşı şu üç şeye riayet etmesi gerekir:

a) Kocasının tüm hallerde güvenini sağlayacak şekilde kendisini kötülüklerden koruması; b) Muhtemel hatalarının af edilmesi için sürekli kocasının hakkını gözetmesi; c) Tatlı dil ve çekici tavırlarıyla kocasına olan sevgisini bildirmesi.

72- Başkalarına iyilik yapmak ancak üç şeyle kâmil olur: İyilikte acele etmek, iyiliği çok olsa da az görmek ve iyiliğini başa kakmamak.

73- Sevinç ve neşe üç şeydedir: Vefalı olmak, haklara riayet etmek ve sıkıntılarda yardımlaşmak.

74- Üç şey, fikrin isabetli olmasına delildir: Karşılaştığı kimseyi hoş karşılamak, iyice dinlemek ve güzel cevap vermek.

75- İnsanlar üç kısımdır: Akıllı, ahmak ve fâcir. Akıllı, sorduklarında cevap verir, konuştuğunda doğru konuşur ve dinlediğinde de sözü kavrar. Ahmak, konuştuğunda acele eder; haber verdiğinde şaşırıp gaflete düşer; ve kötü işe zorlandığında da onu yapar. Fâcir de emanet verildiğinde hıyanet eder; ve kendisiyle konuştuğunda seni lekeler.

76- Dostlar üç kısımdır: Birincisi, kendisine sürekli ihtiyaç duyulan yemeğe benzer; işte bu akıllı kimsedir. İkincisi (bazı vakitler insanı yakalayan) dert gibidir; bu da ahmak kimsedir. Üçüncüsü ise (derdi tedavi eden) ilaç gibidir; bu da mütefekkir kimsedir.

77- Üç şey insanın aklının ne derecede olduğunu gösterir: Elçi, kendisini gönderenin; hediye, hediye verenin; mektup da yazanın aklının ne derecede olduğunu gösterir.

78- İlim üç kısımdır: Muhkem ve açık olan ayetleri anlamak, farzları bilmek ve sabit sünnetlerden haberdar olmak.

79- İnsanlar üç kısımdır: İlim öğrenmekten çekinen cahil, ilmine uyması yüzünden zayıf düşen alim, dünya ve ahireti için çalışan akıllı.

80- Şu üç özelliğe sahip olan gariplik çekmez. Güzel edep, eziyet etmemek ve su-i zanda bulunmaktan kaçınmak.

81- Günler üçtür: Geçip giden dün, ganimet bilinmesi gereken bugün, arzusundan başka elde bir şeyi olmayan yarın.

82- Kimde şu üç sıfat, yerleşik bir özellik (karakter) haline gelmezse imanının ona faydası olmaz: Cahillerin cehaletine karşı koyabilecek olgunluk, haramlardan alı koyacak takva ve insanlarla geçinmesini sağlayacak ahlak.

83- Kimde şu üç haslet olursa imanı kâmil olur: Öfkeli olduğunda haktan sapmamak hoşnut olduğunda batıla yönelmemek ve güçlü olduğunda affetmek.

84- Dünyası olan her insan şu üç şeye muhtaçtır: Gevşekliğe varmayacak rahatlık, kanaatla beraber olan cömertlik ve tembelliği olmayan cesaret.

85- Her ne durumda olursa olsun akıllı insanın üç şeyi unutmaması gerekir. Dünyanın faniliğini; durumların sürekli değiştiğini ve kendisinden kurtulmanın mümkün olmayan âfetleri.

86- Şu üç özellik bir kişide tam olarak bir araya gelmez: İman, akıl ve çaba.[21]

87- Kardeşler (yakın dostlar) üç kısımdır: Canıyla arkadaşına yardımda bulunan kardeş, malıyla yardım eden kardeş; bu ikisi gerçek kardeşlerdir. Üçüncü kardeş ise ihtiyacını senin vasıtanla karşılayan ve seni bazı zevkleri için isteyen kimsedir. Böyle birisini güvenilir sayma.

88- İnsanda şu üç özellik olmadıkça, imanı kemale erişmez: Din hususunda bilgi sahibi olmak, geçimini sağlamakta ölçülü davranmak ve musibetlere karşı sabırlı olmak.

Yüce Allah’tan başka hiç bir güç ve kuvvet sahibi yoktur.

tevhİd, İman, ehl-İ beyt sevgİsİ ve küfür hakkIndakİ sözlerİ

Birisi İmam Sadık aleyhi’s-selâm’ın huzuruna vardığında İmam ona: "Kimlerdensiniz?" diye sordu. O da: "Sizi sevenlerden ve sizi takip edenlerdenim." dedi. İmam Sadık aleyhi’s-selâm buyurdu ki: Allahu Teâla kendi dostluk ve velayetini kabul etmedikçe bir kulu sevmez ve kimi dost edinirse cenneti ona farz kılar.

Daha sonra buyurdular ki: "Bizi sevenlerin hangi kısmın-dansınız?" Adam, susup kaldı. (İmam aleyhi’s-selâm’ın ashabından olan) Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu sizi sevenler kaç gruptur?" diye sordu. İmam aleyhi’s-selâm da şöyle buyurdu: "Bizi sevenler üç gruptur. Birinci grup, bizi (sadece) açıkta sever, gizlide değil. Bir grupta bizi gizlide sever açıkta değil. Diğer bir grup ise, bizi hem gizlide sever, hem de açıkta; işte bu grup en üstün olandır. Bunlar tatlı ve bol kaynaktan susamışlıklarını gideren Kur’an'ın te’vil ve tefsirini bilen, hakkı batıldan ayırt eden ve sebeplerin sebebini (Allah’ı) tanıyan kimselerdir. Bunlar toplulukların en üstün olanıdır. Fakirlik, yoksulluk ve çeşitli belalar, atın süratinden daha hızlı bir şekilde onlara yönelmektedir; onlar şiddet ve çilelere uğrar, sarsılıp işkence görür; bir kısmı öldürülüp bir kısmı yaralanır ve uzak şehirlere dağılırlar. Allah, onların hürmetine hastalara şifa verir, fakirleri ihtiyaçsız kılar, size yardım eder, yağmur gönderir ve sizi rızıklandırır. Sayıları azdır; ama Allah katında değer ve mertebe bakımından pek yücedirler. İkinci grup (üsteki sıralamada ilk grup) grupların en aşağısıdır. Açıkta (dilde) bizi severler, ama padişahların yolundan giderler (onların yaşayışları gibi yaşarlar.) Dilleri bizimledir, kılıçları ise bizim aleyhimizedir. Üçüncü sınıf ise (üsteki sıraya göre ikinci sınıf oluyor) vasat olan sınıftır; gizlide bizi severler, fakat kendilerini muhafaza etmek için sevgilerini açığa vurmazlar. Canıma andolsun ki eğer onlar, gizlide gerçekten bizleri seviyorlarsa gündüzleri oruç tutarlar, geceleri ibadet ederler ve çehrelerinde zahitlik eseri görünür. Yine onlar sulh ve itaat ehli olurlar.

O adam: "Ben sizi hem gizlide ve hem de açıkta sevenlerdenim." dedi. İmam aleyhi’s-selâm buyurdular ki: Bizi gizlide ve açıkta sevenlerin bazı alametleri vardır. Onlar, bu alametlerle tanınırlar." Adam: "Bu alametler nelerdir?" dedi: İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: "Bunlar bir kaç özelliktir; ilki (şudur): Onlar tevhidi hakkıyla kavramışlardır. Tevhid ilmini sağlamlaştırmışlardır. Allah ve sıfatlarına iman etmişlerdir ve daha sonra imanın sınırını, hakikatini, şartlarını ve te’vilini bilmişlerdir." Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu! Şimdiye kadar imanı böyle vasfettiğinizi duymamıştım." dedi. İmam alehi's-selâm dedi ki: “Evet ey Sedir! İmanın kimde olduğunu bilmeden önce “iman nedir” diye sormaya kimsenin hakkı yoktur.” Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu! Eğer uygun bulursanız bu sözü açıklayın" dedi.

İmam alehi's-selâm şöyle buyurdular: Her kim Allah'ı kalbi tevehhümlerle tanırsa O'na ortak koşmuş ve kim Allah'ı manayla değil de isimle tanırsa eksikliğini kabul etmiştir. Çünkü isimler hâdistir; sonradan meydana çıkmıştır; (Allah'ın mukaddes künhü ise kadimdir.) Kim isim ile manaya (birlikte) taparsa (ismi) Allah’a ortak koşmuştur. Kim manaya, idrak vasıtasıyla değil de sıfat vasıtasıyla ulaşırsa, imanını gayıp olan bir şeye atfetmiştir.[22]

Kim sıfat ve mevsufa[23] taparsa, tevhidi batıl etmiştir. Çünkü sıfat, mevsuftan ayrıdır. (İkilik tevhitle uyuşmaz)

Kim mevsufu sıfata izafe ederse (sıfatla mevsufu tanımak isterse), büyüğü küçültmüş ve Allah'ı layıkıyla tanımamıştır."

- "Öyleyse tevhide ulaşmanın yolu nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: Araştırma yolu açıktır ve bu çıkmazlardan kurtulmak da mümkündür. Hazırda olan bir şeyi tanımak, sıfatını tanımaktan öncedir.[24] Ama gayıbın sıfatını tanımak, onun kendisini tanımaktan öncedir. (Allah-u Teâla hazır olduğu için ilk önce Allah'ı tanımak gerekir, daha sonra diğer varlıkları.)

- "Hazır birisinin şahsını, sıfatından önce nasıl tanıyabiliriz?" dediklerinde de şöyle buyurdu:

İlim ve idrak önce O'nun şahsına taalluk eder ve daha sonra (O’nun kudretinin bir eseri olan) kendini de O'nun vesilesiyle tanırsın. Kendini kendi vasıtan ve kendi vücudunla (Allah'ın vücudundan müstakil olarak) tanıyamazsın. Bilmelisin ki vücudunda olan her şey O’nun içindir ve O’na bağlıdır. Nitekim Yusuf’un kardeşleri, Yusuf’a şöyle dediler: "Şüphesiz ki sen Yusuf’sun. Yusuf da: Evet ben Yusuf’um ve bu da kardeşimdir dedi.[25] Yusuf’un kardeşleri Yusuf’u, onun kendi vasıtasıyla tanıdılar, başkasının vasıtasıyla değil. Onlar Yusuf’un Yusuf olduğunu, kendi vehim ve hayâlleri vesilesiyle tesbit etmediler.

Allah'ın "Bahçelerin bir ağacını dahi bitirmek sizin için mümkün değildir."[26] diye buyurduğunu görmüyor musunuz? Yani kendi tarafınızdan bir imam seçmeye ve kendi iradeniz ve isteğinizle onu hak sahibi olarak adlandırmaya hakkınız yoktur.

Daha sonra şunları ekledi: Kıyamet günü Allah-u Teâla üç grup-la konuşmayacak, onlara (rahmet gözüyle) bakmayacak ve onları (günahtan) temizlemeyecek ve onlar için elemli bir azap vardır.

a) Allah'ın bitirmediği bir ağacı diken kimse; yani Allah'ın tayin etmediği bir kimseyi imam olarak belirleyen kimse.

b) Allah'ın seçtiği bir imamı inkâr eden kimse.

c) Ve bu iki grubun İslam'da bir payı olduğunu sanan kimse.

Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: "Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; seçmek diğerlerine ait bir hak değildir.”[27]

İmanın Vasfı

İmanın manası, ikrar etmek ve bu ikrarla Allah'ın karşısında huzu etmek, O'nun katına yaklaşmak, tevhid ve Allah'ı tanımaktan başlayarak itaat edilmesi gereken bütün farzları, sonuna kadar sırasıyla küçük veya büyük olsun hepsini yerine getirmektir. Bunların hepsi birbirleriyle bir arada ve birbirine bağlıdırlar. Vasfettiğimiz şekilde bildiği ve öğrendiği farzları eda eden kimse mü’min sayılır, imanlı olma sıfatını hakkeder ve sevaba da layık olur. Çünkü imanın bütün manası ikrardır; ikrarın manası da itaatle tasdik etmek ve boyun eğmektir. Böylece küçük ve büyük itaatlerin birbirleriyle birlikte olmalarının manası açıklanmış oldu.

Mü’min bir kimse, iman sıfatını gerektiren şeyleri, yani büyük farzları eda edip büyük günahları işlemeyi terkedip onlardan uzaklaştığı sürece iman sıfatından çıkmaz. Küçük farzları terketmek ve küçük günahlara duçar olmakla büyük farzları terketmedikçe ve büyük günahları işlemedikçe imandan çıkmaz. İnsan büyük günahlar işlemediği müddetçe mü’mindir. Çünkü Allah-u Teâla buyurmuştur ki:

"Nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin diğer suçlarınızı da örteriz ve sizi onurlu ve üstün bir makama ulaştırırız"[28]

Yani küçük günahlar affedilir. Ama insan büyük günahları işlerse (o zaman) küçük ve büyük bütün günahlarıyla sorguya çe-kilip cezalandırılır ve azap görür. İşte bunlar imanın ve sevaba layık olan mü’minin özellikleridir.

İslam'ın Vasfı

İslam'ın manası, hükmü açık ve kesin olan bütün farzları ikrar edip yerine getirmektir. İnsan, kalple bağlı olmaksızın zahirde bütün farzları ikrar ederse Müslüman ismini hakketmiştir. zahiri velayeti (dostluğu), şahitliğinin kabul olmasını ve miras alabilme hakkını kazanmıştır. Yine Müslümanların, zarar ve yararlarında onlarla ortak olmuştur. İşte bu İslam'ın vasfıdır.

Müslümanla mü’minin arasındaki fark da şudur: Müslüman zahirde muti (itaatkâr) olduğu gibi batında da muti olursa mü’min olur. Ama (sadece) zahirde bunu yaparsa Müslüman olur. Fakat hem zahirde ve hem de batında huzu ve bilinçle bunu yaparsa mü’min olur. Böylece bazen bir kul Müslüman olur, fakat mü’min olmaz; ama Müslüman olmadıkça da mü’min olamaz.

İman'dan Çıkmanın Açıklaması

Mü’min olan bir kimse, birbirine benzeyen beş şey sebebiyle imandan çıkar: Küfür, şirk, dalalet, fasıklık ve büyük günahlar.

Küfür: (Dinde var olan) küçük veya büyük bir şeyde inkârcılık, onu hafife almak ve küçümsemekle Allah'a karşı işlenen günahtır. O fiilin faili kafir ve (o amelin) hakikati ise küfürdür. Bu özellikte bir günahı işleyen kimse, hangi din veya fırkaya mensup olursa olsun kafirdir.

Şirk: Din adına (bid’at çıkarmakla) Allah'a karşı yapılan her çeşit günahtan ibarettir; o günah ister küçük olsun ister büyük onu yapan müşriktir. (Böyle bir kimse, ilahî dinin karşısında yeni bir din çıkarmış olduğu için müşrik sayılır.)

Dalalet: Farz kılınan şeylere cahil olmak, yani hakkında açık bir delil bulunan ve Müslümanlara bildirilen büyük farizalardan birini terketmektir. Bu farzları yapmayan biri mü’min ismini almayı hakketmez. Bunları terketmesi, Allah'ın hükmünü inkâr etmek veya din adına onları dinden çıkarmak kastıyla olmayıp gevşeklik, gaflet ve diğer şeylerle meşgul olmaktan dolayı olursa böyle bir kimse sapık olup iman yolundan çıkmış, imanın hakikatine cahil kalmış ve ondan ayrılmıştır.

Bu sıfatı taşıdığı sürece dalalet ve sapıklık ismine layıktır. Ama eğer inkâr etmek, basite almak ve küçümsemekten dolayı günah işlerse kâfir olur. Yine eğer te’vil, taklid, teslim, geçmiş ata ve babalarının sözüne razı olarak din adına bid’at çıkarmakla günah işlerse, bu taktirde müşrik olur. Bir müddet sapıklıkta kalıp da açıkladığımız şeylere (küfr ve şirke) meyletmeyen kimse pek az olur.

Fasıklık: Lezzet, şehvet ve günaha aşırı meyilden dolayı işlenen her büyük günahtan ibarettir. Bu günahı yapan fasıktır. Fasıklıktan dolayı da imandan çıkmıştır.

Eğer işlediği günahı, küçümseyip basit görecek derecede günah işlemeye devam ederse, bunlardan dolayı kafir olması kaçınılmaz olur.

İmanın bozulmasına sebep olan büyük günahlar; inkâr, bidât, lezzet ve şehvet olmaksızın, taassup ve öfkeden dolayı hiç çekinmeden ısrarla işlenen günahlardır. Örneğin iftira etmek, küfretmek, öldürmek halkın malını zorla almak, insanların hakkını vermemek, şehvet ve lezzet olmaksızın yapılan diğer büyük günahlar. Yalan yere yemin etmek, faiz yemek ve lezzet için yapılmayan diğer günahlar da böyledir. Şarap, zina ve lehv (şarkı, türkü vb. şeylerle eğlenmek) de yine böyledir.

Bu fiillerin hepsi imanı bozan ve müşrik, kafir ve sapık olmaya sebep olmaksızın insanı imandan çıkaran şeylerdir. Zira bu ameller, cehaletten kaynaklanmaktadır. Ama yukarıda geçen sıfatlara yöneldiği takdirde o gruptan sayılır.

İNSANLARIN GEÇİM ŞEKlİ ve mallarI harcamanIn YOLLARI hakkIndakİ Sözlerİ

Adamın biri İmam aleyhi’s-selâm’a: "Kulların geçimini sağlamanın kapsamına giren kazanç, çalışma, muamele (ticaret) ve malları harcamanın kaç yolu vardır?” diye sordu.

İmam Sadık aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:

Halk arasında alış-veriş ve muamelenin çeşitlerini kapsamına alan ve kazanç vesilesi olan geçim yolları dört kısma ayrılır.

"Bu dört kısmın hepsi mi helal veya haramdır, yoksa bazısı helal ve bazısı da haramdır?" diye sorunca İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:

Bunlardan her birinin hem helal yönü vardır, hem de haram yönü. Bunların hepsinin isim ve özellikleri bilinen meşhur şeylerdir.

Bu dört kısmın birincisi yönetimdir yani insanların bazılarının diğerlerine olan velayetidir. (yönetme hakkıdır.)

Birincisi, yöneticinin velayetidir, sonra yüksek yönetici makamından en aşağısına kadar her birinin elinin altındakilere olan velayetleridir.

İkincisi insanların birbirleriyle yaptıkları alış-veriş ve ticarettir.

Üçüncüsü zanaatın bütün kısımlarıdır.

Dördüncüsü kira ve ücretlerdir.

Bunlardan her birinin hem helal yönleri vardır ve hem de haram yönleri. Bu muâmelelerde, Allah tarafından kulların üzerine farz kılınan şey muâmelenin helal olan yönüne girip o yönde çalışmaları ve haram olan yönünden ise kaçınmalarıdır.

Velayetin (Yöneticiliğin) Kısımlarıyla İlgili Açıklama

Velayet iki kısımdır: Bir kısımı Allah'ın Kendilerinin velayetini (yöneticiliğini) İnsanların üzerine farz kıldığı adil yöneticilerin ve onlar tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin velayetidir. Velayetin diğer kısmı ise zalim yöneticilerin ve onlar tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin velayetidir. Velayetin helal olan kısmı, adil yöneticinin velayetidir. Allah ona, indirdiği hükme bir şey ekleyip eksiltmeyeceğini, sözünü tahrif etmeyeceğini ve buyruğundan da çıkmayacağını, emrettiğinden dolayı insanların onu tanımalarını, velayetini kabul etmelerini, velayetinde hizmet etmelerini ve onun tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin yöneticilik makamında çalışmalarını emretmiştir.

Eğer yönetici zikrettiğimiz şekilde adaletli olursa onun adına vali olmak, onunla çalışmak, ona yardımda bulunmak ve onu des-teklemek helal ve meşru olduğu gibi onlarla muâmele yapmak da câizdir. Çünkü, adil yöneticinin ve onun tarafından tayin edilen yöneticilerin önderliğinde hak ve adalet dirildiği gibi, her (çeşit) zulüm ve fesat da yok olur. İşte bunun içindir ki, o yöneticinin hükümetini desteklemek için çalışan ve ona yardımda bulunan bir kimse, Allah'ın dinini güçlendirdiği gibi Allah'a itaatte de çaba göstermiştir.

Velayetin (yöneticiliğin) haram kısmı, zalim yöneticinin velayeti ve en yükseğinden en alt makamına kadar onun tarafından tayin edilen kimselerin velayetidir. Yönetici olarak onlar için çalışmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır, bu iş meşru değildir. Bunu yapan adam, -yaptığı iş ister az olsun ister çok- bu işinden dolayı azaba uğrayacaktır. Çünkü, onlara her çeşit yardımda bulunmak büyük bir günahtır.

Bunun sebebi ise şudur: Zalim yöneticinin yöneticiliğinde hak olan her şey ayak altına alınır ve batıl olan her şey de dirilir; zulüm, sitem ve fesat aşikar olur; ilahi kitaplar iptal edilir; peygamber ve mü’minler öldürülür; camiler yıkılır ve Allah'ın sünnet ve şeriatı değiştirilir. Bu yüzden onlarla çalışmak, onlara yardımda bulunmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır; ama, kan ve murdarı yemek kadar bir zaruret söz konusu olursa o başka.

Ticaret Çeşitleriyle İlgili Açıklama

Alıcı ve satıcıya helal veya haram olan bütün ticarî işlemler, temel olarak şundan ibarettir: Allah'ın emrettiği gibi halkın gıda maddesi olarak kullandığı, geçimlerini sağladığı ve yemek, içmek, giymek, evlenmek, mülkiyet ve tasarruf gibi geçimde ihtiyaç duyulan veya halkın her yönden yararına olup onları koruyan şeylerin alış-verişi, elde tutulması, hibesi ve emanet verilmesi helaldır.

Alış-verişin haram olan kısmı ise şundan ibarettir: İçerisinde bozukluk olan ve yenmesi, içilmesi, kazancı, nikâhı, mülk edinilmesi, elde tutulması, hibesi ve emanet verilmesi yönünden neh-yedilen veya faiz muâmelesi gibi bir yönden batıl olan her çeşit alış-veriş, murdar, kan ve domuz etinin, karada veya havada olan yırtıcı hayvanların etinin ve derilerinin, şarap ve necis olan herhangi bir şeyin alım satımı haramdır. Çünkü, bunlarda fesat olduğu için yenilmesi, içilmesi, mülk edinilmesi, korunması ve tasarrufu nehyedilmiştir. Böylece eğlenceye, Allah’tan başkasına yönelmeye ve herhangi bir küfrün, şirkin, sapıklığın ve batılın takviye edilmesine veya bir hakkın zayıflamasına sebep olan her şeyin alış-verişi, korunması, mülkiyeti, hibesi, emaneti ve her çeşit tasarrufu, zaruret dışında haramdır.

Kira Ve İcarla İlgili Açıklama

Kira ve icar bir insanın kendi şahsını, malik olduğu malı, yetkisi dahilinde olan yakınlarını, atını veya elbisesini helal bir yolla menfaatinden yararlanılması için başkalarının emrine vermesinden ibarettir.

Kira ve icarın helal olan kısmı, insanın kendisini, evini, yerini veya malik olduğu herhangi bir malı, helal menfaatlerinden yararlanmak için başkalarının hizmetine bırakması, yöneticinin vekili veya valisi olmaksızın kendisi, evladı, kölesi veya işçisi vasıtasıyla herhangi bir işi yapmayı üstlenmesidir. İnsanın, kendisini, evladını, akrabasını, kölesini veya işçisini, ecir yapmasının sakıncası yoktur. Çünkü bunlar, insanın kendi yerine çalışan vekilleridir, yöneticinin eli altında çalışan kimseler değillerdir. Hammalın bir yükü belirli bir ücretle malum bir yere götürmesi gibi. Taşınılması câiz olan helal bir şeyi kendisi, kölesi veya hayvanı vasıtasıyla taşıması veyahut ücret karşılığında bir işi kendisi, kölesi akrabaları veya işcisi vasıtasıyla yapması câizdir. Bunlar kira ve icarın helal olan kısımlarıdır. Bunlar sultan, halk, kâfir veya mü’min olan herkes için helaldir. Bu yolla elde edilen kazancın sakıncası yoktur.

Kira ve icarın haram kısımları ise şunlardır: Yenilmesi, içilmesi ve giyilmesi haram olan bir şeyi taşımak için ücret karşılığında çalışmak veya haram olan bir şeyi yapmak, korumak, giymek veya ziyan kastıyla camiyi yıkmak veya suçsuzu öldürmek veya heykel put, saz, kaval, şarab, domuz, murdar ve kan gibi icar olmadan bile taşınması haram olan şeyleri taşımak veya icar ve kira olmadan da kendisine haram olan her hangi bozuk bir şeyi taşımak veya şer’an nehyedilen bir işde çalışmak veya yetkisinde olan bir şahsı veya ve bir şeyi bu iş için icar etmek insana haram kılınmıştır; ancak, çalıştırılan kimsenin yararına olursa o başka; örneğin, murdarın kokusundan, kendisinin veya başkasının kurtulması için onu uzak bir yere götürüp atmak ve buna benzer bir iş için birini çalıştırmanın sakıncası yoktur.

Velayet (batıl hükümetlerin yöneticisi veya işcisi olmak)la kiranın arasındaki fark, her ikisinde de ücretle çalışılmasına rağmen (birincisinin haram, diğerinin de helal olmasının sebebi) şudur: Velayette insan, yöneticiye veya o yöneticinin tayin ettiği bir kimseye hizmet eder. Hükümette ve kendisinden aşağıdakilere olan nüfuzu ve emrinin geçerliliğinden dolayı yöneticinin rolünü ifâ eder veya yöneticinin kudretini sabitleştirmek ve ona yardım etmek için çalışan vekilleri makamında oturur. Yöneticilerin en küçük ve en aşağı tabakasında olsa yine de insanları öldürmekte, zulüm ve bozgunculuğu yaymakta, insanlara hüküm süren büyük makam ve yöneticilerin yerinde oturur.

Ama kira ve icar, açıkladığımız gibi insanın, kendi şahsını veya önceden kiraya vermeyip malik olduğu herhangi bir şeyi ücret karşılığında başkasının emrine vermesidir. İnsan, başkasına ücretli olmadığı sürece kendisinin ve malik olduğu her şeyin yetkisi kendi elinde olur. Yöneticiye gelince; yönetici, halkın sorularını ve onların idareciliğini üstlenmedikçe onların herhangi bir işi hususunda yetki sahibi değildir.[29] Buna göre, kim kendisini, kölesini veya yetkisi kendi elinde olan bir kimseyi kafire, mü’mine, sultana veya normal halka açıkladığımız şekilde helal olan işlerde ecir verirse onun bütün iş ve kazancı helal ve meşrudur.

Zanaatla İlgili Açıklama

Zanaat, halkın öğrendiği veya başkalarına öğrettiği herhangi bir işten ibarettir. Örneğin: Katiplik, muhasebecilik, ticaret, kuyumculuk, saraçlık, dokumacılık, elbise temizleyiciliği, terzilik, canlı olmayan şeylere yönelik ressamlık ve halkın şahsi menfaatleri için ihtiyaç duyduğu, hayatlarını korumaları için gerekli olan ve ihtiyaçlarını gideren her çeşit aletin yapımı, bunların öğretimi ve kullanımı, ister kendisi için olsun ister başkası için, câiz ve helaldir. Gerçi bu meslek ve aletler, bazen fesat veya günah üzere, bazen de hak ve batıl yolunda kullanılır. Örneğin; zalim yöneticilerin ve onların temsilcilerinin güçlenmesi ve yardımı için bazen istifade edilen katiplik mesleği gibi. Bu tür meslekleri öğretmenin sakıncası yoktur. Bıçak, kılıç, mızrak ve yay gibi iyi ve kötü yolda kullanılan ve her iki yön için de yardımcı olan aletler de böyledir. Bunları öğrenmenin ve öğretmek için ücret almanın veya bunları, iyi olan bir yolda kullanan kimseler için yapmanın bir sakıncası yoktur. Ama, halkın bunları bozgunculuk ve başkalarına zarar verme yolunda kullanmaları caiz değildir. Bu mesleklerin tabiaten halkın yararına ve onların bekası için gerekli olduğundan dolayı bunları öğreten ve öğrenen kimseler için hiçbir suç ve günah yoktur. Suç ve günah ancak bunları bozgunculuk ve haram yolda kullanan kimselerin üzerinedir. Allah-u Teala, gitar, kaval ve satranç gibi fesat doğuran ve insanı boşuna meşgul eden her aleti, haç ve put yapmayı haram kılmıştır. Yine bunlara benzer, haram olan meşrubatın ve sırf kötülük olan diğer şeylerin yapımı haram kılınmıştır. Hayır ve iyilik yönü olmayan her şeyi öğretmek, öğrenmek, yapmak, onlar için ücret almak ve onlarla her çeşit tasarrufta bulunmak haramdır; ama helal yararı olur ama bazen günah işlerde de kullanılırsa, o başka. Kim bu gibi şeyleri hak ve iyilik dışında kullanırsa sadece o kimseye haram olur. İşte bunlar, kulların maişet yollarının beyanı ve kazanç şekillerinin açıklamasıdır.

Malları İnfak Ve Harcama Yolları

Farz veya müstehap olarak malları harcamanın helal yolları bütünüyle 24 kısma ayrılır. Bunların yedi kısmı insanın şahsî masraflarıyla ilgilidir. Beş kısmı, nafakası insanın üzerine farz olan fertlere mahsustur. Üç kısmı insanın yerine getirmesi gereken şer'î borçlardır. Beş kısmı gerekli bahşiş ve hediyelerdir. Dört kısmı da hayır yolda yapılan harcamalardır.

1- İnsan için gerekli olan şahsî masraflar şunlardır: Yiyecek, içecek, giyecek, evlenme masrafı, hizmetçi, ihtiyaç duyduğu eşyaların tamiri, nakli ve korunması için ücretlilere verilen ücretler, ev ve geçim ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli eşyalar.

2- Nafakası farz olan fertler de şunlardır: Evlat, anne, baba, hanım ve köle. Bunların nafakasını vermek, ister varlıkta olsun, ister yoklukta, insana gereklidir.

3- İnsanın yerine getirmesi gereken üç şer’î borç da şunlardır: Her yıl verilmesi farz olan zekât; (hayâtta yalnız bir defa) farz olan hac ve kendi zamanında (İslam ve küfür arasında savaş çıktığında) farz olan cihad (masrafları).

4- Müstehap olan beş kısım bağış ve ihsan da şunlardır: Kendisinden üsttekilere bağış, akrabalara bağış, mü'minlere bağış, sadaka verip ihsanda bulunmak ve köle azat etmek.

5- Hayır yolda yapılan dört harcama da şunlardır: Borcu ödemek, emaneti vermek, borç vermek ve misafiri ağırlamak. Bunların hepsi sünnette sabit olan şeylerdir.

Yenilmesi Helal Olan Şeyler

Yeryüzünde biten şu üç kısım şeyi yemek helaldir:

1- Buğday, arpa, pirinç, nohut, hububat ve susamgiller gibi yerden biten, insanın bedeni ve gücü için yararlı olan her tanenin yenmesi helaldir. İnsanın zararına olan şeylerin yenmesi de, zaruret halleri dışında haramdır.

2- İnsanın gıdası ve bedeninin yararına olan yeryüzünde yetişen bütün meyvelerin yenmesi helaldir. Zararı olan meyvelerin yenmesi ise haramdır.

3- İnsan için yararlı ve gıda maddesi olan; yeryüzünde biten bütün sebze ve nebatların yenmesi helaldir. Ama, zehirli ve öldürücü sebzelerin, defne ağacı gibi zararlı olan bütün şeylerin yenmesi haramdır.

Eti Yenen Hayvanlar

Sığır, koyun, deve, yabani hayvanların helal olanları ve azı dişi (köpek dişi) ve pençesi olmayan diğer bütün hayvanların etinin yenmesi helaldir. Kursağı olan bütün kuşların etinin yenmesi helaldir. Fakat kursağı olmayan kuşların etinin yenmesi haramdır; yine her çeşit çekirgenin yenmesi sakıncasızdır.

Yenilmesi Helal Olan Yumurtalar

İki tarafı birbiriyle eşit olmayan, bütün yumurtaların yenmesi helaldir; ama iki tarafı eşit olanları yemek haramdır.

Yenilmesi Helal Olan Deniz Hayvanları

Pullu olan her çeşit balığın yenmesi helaldir. Pullu olmayan balıkların yenmesi ise haramdır.

Helal İçecekler

Çok miktarda içildiğinde sarhoş etmeyen bütün içecekler helaldir. Ama, çok içildiğinde sarhoş eden içeceklerin azı da haramdır.

Giyilmesi Câiz Olan Elbiseler

Yeryüzünde (pamuk gibi) biten bütün nebatların (dokunarak) giyilmesi ve onlarla namaz kılınması sakıncasızdır. Eti helal olan bütün hayvanların yünü, tüyü ve kürkünden yapılan elbiseleri giymenin sakıncası yoktur. Ayrıca İslamî usullere göre kesilmiş olursa, bu tür (eti yenilen) hayvanların derisinden yapılan elbiseleri giymenin de sakıncası yoktur. İslamî usullere göre kesilmiş olan temiz hayvanların, (yani köpek ve domuz hariç eti yenilmeyen tüm hayvanların) yünlerini, kıllarını, telek ve tüylerini (elbise yapıp) giymenin ve onlarla namaz kılmanın sakıncası yoktur.[30] İnsanın yiyecek ve içecek maddesi veya giysi olarak kullandığı şeyler üzerine namaz kılmak ve onlara secde etmek caiz değildir. Meyve hariç yeryüzünde biten nebatlara, eğrilerek iplik yapılmadan önce secde etmek caizdir. Fakat eğrildikten sonra onlara secde etmek câiz değildir; bir zaruret olursa o başka.

Câiz Evlilikler

Câiz olan evlilikler dört çeşittir: Miraslı olan evlilik (kadın ve erkek için birbirinden miras alma hakkını doğuran daimi akid), mirassız evlilik (geçici akid ve mut’â), cariye ile evlilik, efendinin kendi cariyesini başkasına helal etmesiyle meydana gelen evlilik.

Helal Mülkiyetler Altı Kısımdır:

Ganimet, satın alma, miras, hibe, ödünç ve kira mülkiyeti. İşte bunlar, ister farz olsun, ister müstehap insan için helal ve câiz olan şeylerdir.

ganİmet ve humusun farz hükümlerİ hakkIndakİ mektubu[31]

Mektubunun muhtevasını anladım. Allah'ın rızasının nerede olduğunu (humus ve ganimetlerin nerede harcanacağını), "zilkurba"nın (peygamberin yakınlarının) payının nasıl esirgenip verilmediğini ve meselenin tümünün izahını öğrenmek istemişsin. Öyleyse can kulağıyla dinle ve akıl gözüyle bak; daha sonra kendin bu konu hakkında insafla hükmet. Çünkü; bu iş, emir ve yasağını bildiren Rabbinin katında senin için sağlam bir yoldur. Allah bizi ve seni muvaffak eylesin. Şunu iyi bil ki, hiç bir şey Rabbim ve Rabbin olan Allah'tan gizli değildir. Rabbin kesinlikle hiç bir şeyi unutmaz. Kitapta hiç bir şeyi noksan bırakmamıştır; her şeyi tamamıyla açıklamıştır. Allah-u Teala'nın (Kur'an'da), mallarını almak konusundaki açıklaması, onların taksimi hakkındaki açıklamasından daha açık ve sarih değildir. Çünkü Allah-u Teala, Kur'ân'ın hiçbir yerinde, harcama yollarını beyan etmeden herhangi bir mal vermeyi farz kılmamış ve bu ikisini birbirinden de ayırmamıştır...

Bazı mallar değişmeyen paylar olarak belirlenmiştir, bunlar sabittir ve değişmezler; oysa bazıları bazı isim ve ünvanlara mahsus kılınmıştır. Söz konusu özelliğin yok olmasıyla tahsis edilen pay da yok olur. Örneğin yaşlılık nedeniyle (oruç gibi) bazı hükümler kalkar, fakirin zengin olması ve yolda kalmış olanın vatanına ulaşmasıyla bunların payları yok olur. Hac konusundaki tüm te'kitlere ve onu terkedene yönelik azap vaadine rağmen yol yönünden bir engelle karşılaşan kimse, engel giderilinceye kadar bu farzdan dolayı sorumlu tutulmaz.

Allah-u Teala, harcanma yollarını beyan ettiği şeylerin ilki olan zekât hakkında şöyle buyurmuştur. "Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmışlar içindir."[32] Allah, zekâtın harcanması gereken yerleri Peygamber'ine bildirdi ve bu sekiz yerden başka bir yerde harcanamayacağını açıkladı. Peygamber onu bu yerlerin herhangi birinde, uygun gördüğü şekilde harcayabilir. Allah-u Teala, Peygamber ve yakınlarını, sadaka ve malın kiri olan zekatı almaktan menetmiştir. İşte bunlar zekatın harcanması ve kullanılması gereken yerleridir.

Savaş ganimetlerine gelince; Resulullah "Bedir" savaşında şöyle buyurdu: "Kim bir düşmanı öldürürse onun için bu kadar ödül vardır ve kim bir esir alırsa, onun için de düşmanın ganimetlerinden şu kadar pay vardır. Çünkü; Allah-u Teala bana fetih vereceğini ve düşman ordusuna galip geleceğimi vaat etmiştir.

Allah, müşrikleri yenilgiye uğrattığında ve ganimetler top-latıldığında Ensardan bir kişi ayağa kalkıp: "Ey Resulallah, bize müşriklere karşı savaşmayı emrettiniz, bizi bu işe teşvik ettiniz ve "Kim bir düşmanı öldürür veya onlardan birisini esir alırsa ona, düşmanın ganimetlerinden şu kadar ödül vardır" diye söz verdiniz. Ben onlardan iki kişi öldürdüm. Buna şahidim de vardır. Onlardan birini de esir aldım. Ey Resulallah, öyleyse verdiğiniz sözü, yerine getirin." dedikten sonra oturdu.

Daha sonra, Sa'd ibn-i Ubade ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ey Resulallah, bizi düşmanları öldürmekten ve onları esir almaktan alıkoyan şey, ne düşmandan korkmak oldu, ne de ahiret sevabına ve dünya ganimetine ilgi göstermemek. Fakat biz, senden uzaklaşmamızla müşriklerin size saldırmasından ve yalnız görüp de bir zarar vermelerinden korktuk; eğer bunların talep ettiği şeyi verirseniz o zaman diğer Müslümanların eli boş geri dönmesi gerekecek." Sa'd bunları dedikten sonra oturdu.

Yine Ensardan olan o adam ayağa kalktı ve önceki sözünü tekrarladı ve oturdu. Böylece her ikisi sözlerini üç defa tekrarladı. Fakat Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih yüzünü onlardan çevirdi.

Bu esnada Allah-u Teala şu ayeti indirdi: "Sana savaş ganimetlerini (enfal) savaşlarını sorarlar..."[33] Enfal, o gün müslümanların ellerine geçen bütün mallara verilen kapsamlı bir addır, (fey ismiyle zikrolan) şu ayette olduğu gibi: "Allah'ın, onların (Beni Nazir yahudilerinin) mallarından peygamberine verdiği fey'e gelince..."[34] Yine (ganimet ismiyle zikrolan) şu ayet gibi: "Bilin ki ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin..." [35] Daha sonra (Enfalla ilgili olan ilk ayette) şöyle buyurmuştur: "De ki: Enfal Allah'ın ve Resulünündür." [36] Allah-u Teala, bu ayetle ganimetleri İslam ordusunun yetkisinden çıkardı. Allah'a ve Resulüne mahsus kıldı. Daha sonra şöyle buyurdu:

"Öyleyse eğer mü'minlerseniz Allah'tan sakının, aranızı düzel-tin, Allah'a ve Resulüne itaat edin." [37]

Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih Medine'ye döndüğünde de Allah-u Teala şu ayeti indirdi:

"Bilin ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri, muhakkak Allah'ın Resulünün, yakınlarının, yetimlerin, yoksul-ların ve yolda kalmışlarındır. Allah'a ve hak ile batılın birbirin-den ayrıldığı ve iki ordunun karşı karşıya geldiği günde kulu-muza indirdiğimize iman ediyorsanız (ganimeti böyle pay-laşın)."[38]

"Allah'ındır" diye buyurduğu söz, aynen insanların dediği şu söze benzer: "Bu Allah'ın ve senindir." O maldan Allah için özel bir pay ayrılmaz. Bu yüzden Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih aldığı ganimeti beş kısma böldü: Allah'ın payını, onunla Allah'ın ismini diriltmesi (yüceltmesi) ve kendisinden sonra da bu payın varislerine intikal etmesi için kendisi aldı; bir payı Abdulmuttalib'den olan akrabaları için; bir payı da Müslüman yetimler için; bir payı da yoksullar için bir kenara ayırdı. Geri kalan diğer payı da, ticaretten başka bir gayeyle sefere çıkan ve yolda kalan Müslümanlar için ayırdı. İşte bunlar Bedir savaşı ve kılıçla ele geçirilen ganimetlerin bölünmesi ile ilgili olaylardı.

At ve deve koşturmadan (yani savaşmaksızın düşmanın teslim olmasıyla) alınan ganimetlere gelince; mesela şöyledir: Muhacirler (Mekke'den) Medine'ye geldiklerinde Ensar (Medineli Müslümanlar) ev ve mallarının yarısını onlara bıraktı. Muhacirler o gün yüz kişiye yakın bir cemaatı oluşturuyorlardı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih (Medine'nin çevresindeki) "Benî Kurayza ve Benî Nazir" Yahudilerini mağlup edip mallarını ele geçirdiklerinde şöyle buyurdu: "Eğer muhacirleri kendi ev ve mallarınızdan uzaklaştırmak istiyorsanız, bu malları (sadece) onların arasında taksim edeyim? Ama eğer mal ve evlerinizi (eskisi gibi yine) onların elinde bırakmak istiyorsanız bu malları onlarla sizin aranızda taksim edeyim?"

Ensar, Resulullah’a şöyle cevap verdiler: "Bu malları onlar için taksim ediniz ve hem de bırakınız onlar ev ve mallarımızda bizimle ortak olsunlar." Bu esnada Allah-u Teala şu ayeti nazil etti:

"Onlardan (yani Beni Kurayza ve Benî Nazir Yahudilerinden) Allah'ın peygamberine verdiği fey'e gelince, ki siz buna karşı (bunu elde etmek için) ne deve sürdünüz, ne de at." (Çünkü bu iki grup at ve deve sürmeye gerek duyulmayacak kadar, Medine'ye yakındı.) "Bu mallar yurtlarından hicret eden yoksullara aittir; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürü-lüp çıkarılmışlardır. İşte bunlardır sadıkların tâ kendileri."[39]

Allah-u Teala bu ganimetleri Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'le birlikte Medine'ye gelen sadık Kureyşli muhacirlere tahsis etti. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'le birlikte yurtlarından hicret eden (Kureyşli olmayan) diğer Arap muhacirlerini ise: "Mal ve yurt-larından sürülüp çıkarılanlar" diye buyurarak istisna etti. Çünkü Kureyş, hicret eden kimselerin mal ve yerlerine el koyuyordu. Ama diğer Arap kabileleri, hicret eden kimseler için aynı şeyi yapmıyorlardı.

Sonra Allah-u Teala, kendilerine humus verilen muhacirleri övmüş ve gerçek imanlarından dolayı da: "Onlar doğru söyleyenlerdir" yani yalan söyleyenler değillerdir, diyerek de onları nifaktan beri kılmıştır.

Daha sonra Ensarı da överek onların Muhacirlere karşı sergi-lediği tavır ve muhabbetlerini, onları kendilerinden öne geçir-melerini ve Muhacirlere verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir rahatsızlık) duymadıklarını hatırlatarak şöyle buyurmuştur: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırla-yıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, yurtlarına hicret eden-leri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunursa, işte onlar felah (kurtuluş) bulanlardır."[40]

Sonradan Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'e iman eden bazı kişiler de vardı ki, Müslümanlar daha önce onları korkutup mallarını ellerinden almışlardı. İşte bu yüzden kalpleri Müslümanlara karşı kinle doluydu, Müslümanlıkları güzel olduğunda (imanları güçlendiğinde), müşrik iken işledikleri günahlardan dolayı Allah’dan kendileri için mağfiret dilediler. Kendilerinden önce iman eden kimselere karşı kalplerinde olan kinin giderilmesini ve kalplerindeki düğümlerin çözülmesini dileyerek onların kardeşleri oldular. Allah-u Teala, bu grubu da özel olarak övüp şöyle buyurmuştur:

"Bir de onlardan (muhacir ve ensardan) sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde, iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen çok şefkatlisin ve çok esirgeyicisin."[41]

Daha sonra Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih (bu ganimetten) Kureyş muhacirlerinin hepsine, ihtiyaçlarını giderecek miktarda bağışta bulundu. Çünkü, bu mallar humus hükmüne girmediğinden eşit olarak taksim edilmesi gerekiyordu. Ensardan olan Sehl ibni Huneyf ve Simak ibn-i Haraşe (Ebu Dücane) hariç, Kureyş muhacirlerinden başka kimseye bir şey vermedi; bunlar da çok yoksul olduklarından dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih kendi payından onlara bağışta bulundu.

Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih, at ve deve sürülmeden ele geçirilen Benî Kurayza ve Benî Nazir'in mallarından yedi bahçeyi de kendisine ayırdı. Çünkü Fedek topraklarına ne at sürülmüştü, ne de deve (savaşmaksızın ele geçirmişlerdi).

Hayber'e gelince; Hayber Medine’ye üç günlük mesafede olan bir yerin ismidir. Orası Yahudilerindi, at ve deve sürülüp savaş olduğundan dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih oradaki malları, aynen Bedir ganimetleri gibi (humus hükmüyle) taksim etti. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Allah'ın, o (fethedilen) köylerin mallarından Peygamber'ine verdiği fey’ Allah'a, Peygamber'e ve yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mal ve servetler) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet (sermaye) olmasın. Peygamber size ne verirse, artık onu alın ve sizi neden sakındırırsa, artık ondan da sakının."[42] Allah-u Teala'nın at ve deve sürülerek (savaş yapılarak) Peygamber'ine bıraktığı malların harcanma yol ve şekilleri, işte bundan ibaret idi.

Ali ibn-i Ebi Talib aleyhi's-selâm, bu konuda şöyle buyur-muştur:

"Biz daima, evveli talim ve sonu Peygamber'e muhalefet etmekten sakındırmak olan bu ayet gereğince, Şuş ve Cundişapur şehirlerinin humusu Ömer'in eline ulaşana dek (humusdan) kendi payımızı alıyorduk. O humus Ömer'e geldiğinde ben, Abbas ve diğer Müslümanlar onun yanındaydık.

Ömer bize şöyle dedi:

"Humustan daima mal geldi, siz de onu aldınız, artık bugün ihtiyacınız yoktur (ama) Müslümanlar fakirlik ve yoksulluk içeri-sindedirler. Öyleyse, Müslümanlara ulaşan ilk ganimetle hakkınızı edâ edinceye kadar kendi payınızı bize borç verin."

Ben meseleyi kurcalamadım. Çünkü bu konuda ısrar etseydim, bundan daha büyük olan bir cevabı, yani Peygamber'imizin salla’llâhu aleyhi ve alih mirası hakkında ısrar ettiğimizde bize verdiği cevabın aynısını humus hakkında da bize vermesi mümkündü (orada mirası inkâr ettiği gibi burada da humus hükmünü temelden inkâr edecekti). Ama Abbas, ona şöyle dedi:

"Ey Ömer, hakkımızı ihlâl etme. Çünkü, Allah bunu bizim için miras hükmünden daha açık bir şekilde ispat etmiştir."

Ömer de cevaben şöyle dedi:

“Siz Müslümanlara yardım etmeye herkesten daha layıksınız.” Ömer (Abbas'ı susturmak için) beni vasıta kıldı ve böylece humusa el koydu. Allah'a andolsun ki, Ömer ölene kadar, hakkımızı ödeyebilecek bir mal ona gelmedi ve artık biz ondan sonra humus yüzü görmedik."

Daha sonra Ali aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Allah-u Teala sadakayı (zekatı) Peygamber'e haram kıldı, karşılığında ise humusdan ona bir pay ayırdı. Zekatı yalnız Ehl-i Beyt'ine haram kıldı, kavimlerine değil.

Allah-u Teala Ehl-i Beyt'ten, küçük, büyük, erkek, kadın, yoksul, hazır olan ve olmayan herkes için (humusdan) bir pay ayırdı. Onlar Peygamber'in ebedi akrabaları olduğundan dolayı bu humusu onlara tahsis etti. Allah'a hamd olsun ki, Peygamber’i bizden ve bizi de ondan kıldı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih humusu, bizden, bizim antlaştığımız kimselerden ve dostlarımızdan başka bir kimseye vermemiştir. Çünkü onlar (dostlarımız) da bizdendir. Resulullah da kendi hakkından, kendisiyle aralarında özel ilişkiler bulunan bazı insanlara, aralarındaki bağı güçlendirmek için bağışta bulunuyordu.

Allah-u Teala'nın izah ettiği bu dört çeşit "enfal"ı harcama yollarını ve bunların harcanması ile ilgili emirlerini yeterli bir beyan ve açık bir delille, ayrıntılarıyla sana bildirdim. Bu söylediğim şeyler vahy-i münzelde (Kur'an'da) bildirilmiş ve mürsel Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih de onunla amel etmiştir. Öyleyse; kim Allah'ın kelamını duyup kavradıktan sonra onu tahrif eder veya değiştirirse günahı ancak kendi üzerine olur. Allah da, o hususta onu delil ve hüccetlerle yenen düşmanı olur.

Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerine olsun.

İmam sadIk (a.s)'In kendİsİnİ rIzIk talep etmekten menetmek maksadIyla yanIna gelen sofularla konuşmasI

Süfyan-i Sevri, İmam Sadık aleyhi's-selâm'ın huzuruna gelip İmam'ın yumurta beyazı(nı andıran) elbiselerini görünce: "Bunlar size yakışır elbise değildir" dedi.

İmam aleyhi's-selâm ona cevaben şöyle buyurdu:

Sözümü iyice dinle ve anlamaya çalış, tâ ki öldüğünde sünnet ve hak üzere ölmüş olasın, bid’at üzere ölmeyesin. Bu senin dünya ve ahiretin için daha hayırlıdır. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih kurak ve sıkıntılı bir dönemde yaşıyordu. Ama dünya nimetleri bollaşınca, o nimetlere daha lâyık olan iyilerdir, kötüler değil; mü'minlerdir, münafıklar değil; Müslümanlardır, kâfirler değil. Ey Sevri, neyi hoş görmedin, neye itirazın var? Allah'a andolsun ki, bütün bu gördüklerine rağmen iyiyle kötüyü tanıdığım günden beri hiç bir sabah veya akşam geçmemiştir ki Allah'ın, malımda bir hakkı olsun veya onu belli bir yerde harcamamı emretsin de ben onu o yerde harcamamış olayım.

(Süfyan-i Sevri bu cevapla yetinip gitti ama) Başka bir gün zahitlik postuna bürünen ve halkı da kendileri gibi sofuluğa davet eden bir grup insan, İmam’ın huzuruna gelerek şöyle dediler:

"Arkadaşımız delilini bilmediğinden dolayı sizinle tartışmaktan aciz kalmıştır."

İmam aleyhi's-selâm onlara: "Sizin deliliniz varsa söyleyin" diye buyurdu.

Onlar: "Bizim delilimiz Allah'ın kitabındandır" dediler.

İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki: "Öyleyse onu beyan edin. Çünkü Kur'an, tabi olunmaya ve onunla amel edilmeye her şeyden daha layıktır."

Onlar dediler ki: "Allah-u Teala, Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in ashabından olan bir grup insanın vasfında şöyle buyuruyor: "Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler. Kim, nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunursa işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır."[43] Bu ayette Allah-u Teala onların amelini övmüştür. Diğer bir ayette de şöyle buyuruyor: "Kendileri, ona karşı duydukları sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler."[44] Biz bu iki ayetle yetiniyoruz."

Yine onlardan biri şöyle dedi: "Biz sizin lezzetli yemeklerden kaçındığınızı görmedik, bununla birlikte halkın mallarından faydalanmanız için onlara kendi mallarından el çekmelerini emrediyorsunuz."

İmam Sadık aleyhi's-selâm ona cevap olarak şöyle buyurdu:

"Bu boş sözleri bırakın! Ey cemaat, söyleyin bakalım, Kur'an'ın nasih ve mensuhu, muhkem ve müteşabihi hakkında bir bilginiz var mı? Bu hususta niceleri yoldan sapmış ve helak olmuştur.”

Onlar: "Bazısını biliyoruz, hepsini değil." dediler.

İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki:

"Sizin yanlışlığınız işte burdadır. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in hadisleri de böyledir (onların da nasih ve mensuhu, muhkem ve müteşabihi vardır).

Başkalarını kendisine tercih etmenin fazileti hakkında okuduğunuz ayetlere gelince; bu amel asr-ı saadet'te mübah ve câiz idi, ondan nehyedilmemişti; o amele karşı sevapları da vardı. Ama Allah-u Teala (sonraları) bunun aksine bir emir verdi ve onların önceki amelini neshetti. Allah-u Teala, mü'minlerin haline acıdığından, onların kendilerine ve ailelerine bir zarar vermemeleri için bu ameli yasaklamıştır. Çünkü bazen ailede, açlığa tahammül edemeyecek güçsüz kişiler, küçük çocuklar, yaşlı erkek ve kadınlar vardır. Bu durumda eğer benim, bir ekmeğim olur ve onu da sadaka verirsem, bunlar açlıktan telef ve helak olurlar. İşte bundan dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur: "Eğer bir insan malik olduğu beş hurma, beş ekmek, beş dinar veya beş dirhemini infak etmek istiyorsa, önce anne babaya infak etmesi daha hayırlıdır; sonra kendisine ve ailesine, sonra yakınlarına ve mü'min dostlarına, sonra fakir komşularına ve daha sonra Allah yolunda harcamalıdır. Bu sonuncu kısmın sevabıysa hepsinden daha azdır."

Yine Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih, bütün serveti beş veya altı köle olan ve küçük çocukları olmasına rağmen öldüğünde bunların hepsini azad eden ensardan biri hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer onun yaptığı bu işi önceden bana bildirmiş olsaydınız, onu Müslümanların mezarlığında defnetmenize izin vermezdim. Çünkü, (bu hareketiyle) geride bıraktığı küçük çocuklarının halka muhtaç olmasına sebep olmuştur."

Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular: "Babam, Peygamberin salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurduğunu haber verdi: "Nafakasını verdiğin kimseyle (ailen ile) başlayarak yakına, daha sonraki yakına ve böylece yakınlığı nisbetince diğerlerine öncelik tanı."

Bu konuda sözünüzü reddedecek ve sizi böyle bir tutumdan sakındıracak kesin bir ayet vardır. Allah-u Teala buyuruyor ki: "Rahman Allah'ın kulları, öylesine kullardır ki harcadıkları zaman ne israf ederler ve ne de kısarlar (harcamaları), ikisinin arasında orta bir yol olur."[45] Sizin davet ettiğiniz ameli ve israfı, Allah-u Teala’nın kınadığını görmüyor musunuz? Kur'ân'ın diğer birkaç ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki Allah, israf edenleri sevmez."[46] Allah insanları israf ve kısmaktan sakındırıp onlara, bu ikisinin arasında orta bir yol izlemeyi emretmiştir. İnsan, yanında bulunan her şeyi sadaka vermemelidir, verdiği takdirde Allah’tan rızık istediğinde duâsı kabul olmaz. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'den şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Ümmetimden birkaç grubun duası kabul olmaz:

a) Anne babasına beddua eden kimsenin.

b) (Borç verirken) şahid tutmadığı halde borcunu ödemeyen borçluya beddua eden kimsenin.

c) Allah'ın, boşama yetkisi verdiği halde hanımına beddua eden şahsın.

ç) Evinde oturup "Yâ Rabbi bana rızık ver" deyip rızık peşine gitmeyen adamın. Allah böyle bir adama şöyle der: "Ey kulum, ailene yük olmaman, salim bedenle rızık elde etmen ve yeryüzünde, yolculuk yapman için imkan sağlamadım mı? Rızık peşine gittiğin zaman, istediğimde rızık veririm, istemediğimde ise kısıp vermem; fakat sen o zaman huzurumda mazur olursun.

d) Allah'ın verdiği çok malı infak edip sonra Allah'a yönelip: "Yâ Rabbi bana rızık ver" diyen kimsenin. Allah böyle bir kimseye şöyle hitap eder: "Sana bol rızık vermedim mi? Neden emrettiğim şekilde iktisatlı davranmadın ve neden yasakladığım israftan kaçınmadın?

e) Akrabası hakkında beddua eden kimsenin.

Yine Allah-u Teala Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'e nasıl infak edeceğini öğretti. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in yanında bir uvkiye[47] altın vardı. Onu gece yanında bulundurmaktan hoşlanmadığı için hepsini sadaka verdi ve geceyi yanında bir şey bulundurmaksızın sabahladı. Bu arada bir dilenci gelip bir şey is-tedi. Resulullah'ın yanında ona verecek bir şey bulunmadığından dilenci Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'i kınadı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şefkatli ve merhametli birisi olduğundan (ona bir şey veremediğinden) dolayı üzüldü. Allah-u Teala şu ayetle Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'i tedib etti: "Elini boynuna bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalırsın." [48] Yani seni mazur görmezler ve yanında bulunan her şeyi bağışladığında da mal yönünden zarar görürsün. İşte bu Kur'an'ın te’yid ve tasdik ettiği Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'in hadisleridir; Kur'an'ı da onun ehli, yani mü'minler tasdik eder.

(Daha sonra İmam Cafer Sadık aleyhi's-selâm onların saygı duyduğu Ebu Bekr'in tutumunu kanıt getirdi, takva ve zühd ile meşhur olan Selman ve Ebuzer'in siyerini beyan etti):

Ebu Bekir öldüğünde ona, "Vasiyet et" dediklerinde şöyle dedi: "Malımın beşte birini (Allah yolunda harcamalarını) vasiyet ediyorum; beşte biri de çoktur (az değil). Çünkü Allah-u Teala da beşte birine razı olmuştur." Böylece Ebu Bekir malının beşte birini vasiyet etti. Halbuki Allah-u Teala, malının üçte birini onun yetkisine bırakmıştı; üçte birini vasiyet etmenin kendisi için hayırlı olduğunu bilseydi, onu vasiyet ederdi.

Daha sonra fazilet ve zahidlikle tanınmış olan Selman (raziyellahu anhu) ve Ebuzer (raziyellahu anhu)'e gelince:

Selman(raziyellahu anhu) Beyt-ul maldan payını aldığında yıllık azığını götürüp depoluyordu. Selman'a: "Ey Selman, sen bu zahidliğinle bugün veya yarın öleceğini bilmediğin halde, yıllık masrafını temin etmeyi nasıl düşünebiliyorsun?" dediklerinde Selman şöyle dedi: "Siz neden ölümümden endişe ettiğiniz kadar hayâtıma ümid etmiyorsunuz? Ey cahiller! Yoksa siz insan nefsinin, geçimi temin edilmediğinde perişan ve bitkin düşüp sahibine uymadığını, temin edildiğinde de mutmain olduğunu ve böylece sükunet bulduğunu bilmiyor musunuz?"

Ebuzer (raziyellahu anhu)'e gelince, onun da sütünden yararlandığı iki devesi ve iki koyunu vardı; ve bazen de ailesi et istediğinde veya  bir misafir geldiğinde veyahut su kuyusunun yanı başında onunla yaşayan muhtaç göçebeler için bir deve veya bir koyun kesip etini onların arasında taksim ediyordu; onlardan birisinin payı miktarınca bir pay da kendisi için alıyordu, fazla değil. Bunlardan daha zahid olan kim var? Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'in onların hakkındaki buyurduğu onca sözlerine rağmen işleri hiç bir şeye sahip olmayacak dereceye varmadı. Ama siz, insanları bütün varlıklarından geçmeye, başkalarını kendilerine ve ailelerine tercih etmeye davet ediyorsunuz.

Ey cemaat, biliniz ki ben, babamın babalarından şöyle rivayet ettiğini duydum: Bir gün Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurdu:

"Ben, mü'mine şaşırdığım kadar hiç bir şeye şaşırmadım. Mü'minin bedeni dünyada makasla doğransa onun hayrınadır; dünyanın doğu ve batısına malik olsa yine onun hayrınadır. Allah-u Teala'nın ona yaptığı her şey onun hayrınadır."

Keşke bugün izah ettiğim şeyin sizi etkilediğini bir bilseydim; yine ilave edeyim mi? Allah-u Teala'nın, işin evvelinde her mü'minin on müşrik karşısında savaşmasını farz kıldığını ve onlardan kaçmaya hakları olmadığını bilmiyor musunuz? O gün kim müşriklere sırt çevirseydi yerini ateşle hazırlamış olurdu. Daha sonra Allah-u Teala, onlara acıyarak önceki emrini değiştirdi ve her mü'minin iki müşrik karşısında savaşmasını farz kılarak işi hafif-letti ve böylece önceki hükmü neshetmiş oldu.

Söyleyin bakalım; eğer bir adam, ben zahidim hiç bir şeyim yoktur, diyerek eşinin nafakasını vermez de hakimler onu, eşinin nafakasını ödemeye mecbur ederlerse, hakimlerin bu hükmü, o adama zulüm mü sayılır? Eğer, "Bu adaletsiz bir hükümdür" derseniz, İslam ehline zulüm etmiş olursunuz. Yok eğer, "adaletli bir hükümdür" diyecek olursanız, o zaman da kendinizi mahkum etmiş olursunuz. Yine eğer birisi ölüm anında malının üçte birinden fazlasını fakir ve yoksullara verilmesini vasiyet ederse ve hakimler üçte birinden fazlasını kabul etmeyip varislere iade ederlerse, onlar bu hükümle zulüm mü etmiş olurlar? Yine eğer, bütün insanlar sizin dediğiniz şekilde zahid olup da başkalarının malından bir şey almazlarsa, o zaman yemin ve adak keffareti, deve, koyun, sığır, altın, gümüş, hurma, kuru üzüm ve zekâtı gerektiren diğer şeylerin zekâtı kime verilir? Eğer mesele sizin dediğiniz gibi olsaydı, o zaman hiçbir kimsenin dünya malından bir şey alması doğru olmazdı; kendisi muhtaç olsa bile o malı başkalarına vermesi gerekirdi. Gittiğiniz yolu insanlara kabul ettirmeye çalışmanız, Allah'ın kitabına, Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in sünnetine ve Kur'ân'ın te'yid ettiği hadislere cahil olmanız veya o hadisleri cehaletinizle reddetmeniz ve Kur'an'ın nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, emir ve nehiy ayetlerinin tefsirindeki dakik nükteler hususunda düşünmemeniz ne de kötüdür!

Söyleyin bakalım; Davud oğlu Süleyman aleyhi's-selâm nasıl bir insandı? Hazret-i Süleyman Allah-u Teala'dan, kendisinden sonra hiçbir kimseye verilmeyecek bir sultanlık istedi. Allah-u Teala da, duasını kabul etti ve istediği şeyi ona bağışladı. Hazret-i Süleyman aleyhi's-selâm, hakkı söyleyen ve hak ile amel eden bir peygamberdi. Sonra Allah'ın ve mü'minlerin onu bu isteğinden dolayı kınadıklarını da görmüyoruz.

Hazret-i Süleyman'dan önce de Hazret-i Davud aleyhi's-selâm’ın onun gibi bir mülk ve kudreti vardı.

Diğer bir örnek de Hazret-i Yusuf aleyhi's-selâm’dır. O Mısır hükümdarına şöyle dedi:

"Beni bu yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde bir (yönetici) kıl. Çünkü ben (bunları) iyi bir koruyucuyum; (yönetim işlerini de) bilenim."[49]

Mısır'dan Yemen'e kadar olan yerlerin hakimiyeti Hazret-i Yusuf'un elinde idi. Bu bölgenin insanları, kıtlığa uğradıklarından dolayı azıklarını, Hazret-i Yusuf'dan te'min ediyorlardı. Yusuf aleyhi's-selâm da hak söyleyen ve hak ile amel eden bir peygamberdi. Hiç bir kimsenin bu işinden dolayı ona itirazda bulunduğunu görmedik.

Nitekim, Zulkarneyn de Allah'ı seven ve Allah'ın da kendisini sevdiği bir kul idi. Allah, sebep ve vesileleri onun emrine bıraktı ve onu yeryüzünün doğu ve batısına hakim kıldı. O da hak söyleyen ve hakla amel eden birisiydi. Daha sonra hiçbir kimsenin bu amele karşı onu ayıpladığını görmedik.

Ey cemaat, Allah'ın, mü'minlere olan âdâbıyla edeplenin, emir ve nehyi ile yetinin; sizin için müphem olan (bilinmeyen) ve hakkında bir şey bilmediğiniz şeyleri terkedin. Mükafata erişmeniz ve Allah katında mazur olmanız için ilmi ehline bırakın. Kur'ân'ın nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini, helal ve haramını öğrenmeniz için ilim talep edin. Çünkü, bu amel sizi Allah'a daha çok yaklaştırdığı gibi cehaletten de bir o kadar uzaklaştırır. Cehaleti de ehline bırakın. Çünkü cehalet ehli olanlar çoktur; ilim ehli olanlar ise azdır. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır."[50]


<< [1]  [2] >>

 


 



[1]- Cundeb oğlu Abdullah , İmam Sadık, İmam Kazım ve İmam Rıza aleyhumu’s-selâm'ın ashabındandır. Rical kitaplarında onun hakkındaki övgülerin yanı sıra Şia’nın vazife ve sorumluluklarını beyan eden bu seçkin ve değerli hadis, onun İmam Sadık aleyhi’s-selâm’ın yanında ne kadar yüce bir makama sahip olduğunu göstermektedir.

[2]- Maksat, Ehl-i Beyt mektebine bağlı olanların azınlık olarak baskı altında yaşadığı dönemlerdir.

[3]-Yasin / 20

[4]- Tâhâ / 82

[5] -Bakara / 213

[6]- Sâd / 62.

[7]- Sâd / 63.

[8]- Mutaffifin / 34-35.

[9]- Mümin- Tak diye meşhur olan Ebu Cafer Muhammed b. Nu'man, İmam Ca'fer Sadık (a.s) ve İmam Musa Kazım (a.s)ın ashabındandır. Kendi döneminde Şianın tanınmış kelamcılarındandı; Ebu hanifeyle çeşitli konularda tartışmaları vardır.

[10]- Nisâ /82.

[11]- Âl-i İmrân / 27.

[12] -Bakara / 195.

[13] -Yalancı, bidatçı ve hadis uydurup İmam Bakır aleyhi’s-selâm’a isnat eden bir şahıs

[14] - Cin/26

[15] - Bakara / 238.

[16] - Rida, cübbe anlamına gelir; burada maksat söz konusu özelliğin Allah Teala'ya mahsus olduğunu ifade etmektir.  

[17] - Fatır / 41

[18] - Neml / 52

[19] - Fatır / 10

[20] - Yunus / 23

[21]- Maksat halkın genelinde görülen durumdur, Allah’ın velileri bundan müstesnadır.

[22] - Çünkü gayıb olan bir şeyi tanımak istediklerinde onu sıfatı vasıtasıyla tanırlar, idrak vasıtasıyla değil. Zira, gayıp bir şey idrak olunmaz.

[23] - Sifat, nitelik ve mevsuf nitelenen anlamınadır.

[24]- Mesela insanı, ilk önce bütün özellikleri ile görürler, daha sonra onun ilim, olgunluk vs. sıfatlarını anlarlar.

[25]- Yusuf/90.

[26]- Neml/60.

[27]- Kısas/68.

[28]- Nisâ/31.

[29]-Yani, kira ve icar da, insan, kiraya vereceği şey hususunda kiraya vermeden önce hak sahibidir. Ama, yöneticilikte ise, bu mevkie atanmadan önce halk üzerinde her hangi bir hakkı söz konusu değildir.

[30]-Bu hususta, nakledilen diğer hadisleri de nazara alan ulemadan bazılarının fetvası bu konuda farklıdır. Bu gibi içtihadi konularda, mükellefin şartları haiz olan bir taklit mercii müçtehide başvurması gerekir.

[31]- Bu mektup humus, ganimet, diğer mallar ve bunların masrafları hakkında sorulan soruya verilen cevaptır. Bu konu Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilaflı olan meselelerdendir.

[32] - Tevbe / 60.

[33] - Enfal / 1.

[34] - Haşr / 6 - 7.

[35] - Enfal / 41.

[36] - Enfal / 1.

[37] - Enfal / 1.

[38] - Enfal / 41.

[39] - Haşr / 6 - 8.

[40] - Haşr / 9.

[41] - Haşr / 10.

[42] - Haşr / 7.

[43] - Haşr / 9.

[44] - İnsan / 8.

[45] - Furkan / 67.

[46] - En'âm / 141.

[47] - Yedi miskal civarında bir ağırlık ölçüsü, her uvkiye 40 dirhemdir.

[48] - İsrâ / 29.

[49] - Yusuf / 55.

[50] Yusuf / 76.