Alevi Mektebi Sitesi

 

İmam Sadık (a.s)’ın Toplumsal Mevkisi

İmam Sadık (a.s)’ın yaşamış olduğu dönemde yaşayan önemli şahsiyetlerin hiçbirisi onun sahip olduğu yüce makama sahip değildi. İmam Sadık (a.s), kendi döneminde yaşayan insanların kalbinde taht kurmuş ve eşsiz bir makama ulaşmıştı. Dönemindeki müslümanların geneli, hatta gayri müslimler, O’nu nübüvvet sülalesinin bir meyvesi ve ümmetin güvence kaynaklarından biri olarak tanıyorlardı. İmam Sadık (a.s), kendi döneminde Emevi ve Abbasilerin zulümleri karşısında mücadele sembolü olarak tanınmış ve müslümanların bir çoğunun sevgisini kazanarak liderliğe layık görülmüştür.

İlim ve salahiyet ehli, O’nun simasına baktığında gerçek bir mürşit ve imamla karşı karşıya olduklarını fark ediyorlardı. Siyasi sahnede de durum aynıydı. Özellikle, İmam Sadık (a.s)’ı devamlı gözaltında bulunduran ve ona karşı düşmanlık etmekte elinden geleni yapan Emevilerin son dönemlerinde ve Abbasilerin ilk dönemlerinde herkes imam (a.s)’ı yüce bir mevki sahibi biliyor ve hiçbir şekilde siyaset sahnesinin dışına itilemeyecek faal bir siyasi önder olarak görüyorlardı. Bu öyle aşikar bir gerçekti ki; hiç kimse onu inkara veya ehemmiyetsiz saymağa cüret edemiyordu.

Eğer İmam Sadık (a.s)’ın yaşadığı tarih kesitini yeniden gözden geçirir ve o günkü toplumun; söz, yazı, düşünce ve tavırları itibarıyla ne durumda olduğunu incelersek, İmam (a.s)’ın dost ve düşman arasında nasıl yüce bir mevkiye ve siyasi nüfusa sahip olduğunu anlarız.

İmam Sadık (a.s) döneminde, son günlerini yaşayan Emevi devletinin zulmü çoğalmış ve cinayetleri hat hudut tanımaz olmuştu. Bu sırada halkın devlet karşıtı hareketleri sürekli artış kaydediyordu. Emevi ve Abbasi hükümetinin aleyhlerine yapılan kıyamların tarihini gözden geçirdiğimizde; Ehl-i Beytin bu hareketlere önderlik ettiğini görüyoruz. Emeviler aleyhine başlayan ayaklanmalar, Ehl-i Beyt adına başlatıldı. Kıyamı başlatanlar, hedeflerinin hilafeti ehline yani Hz. Fatıma (s.a)’nın soyundan gelenlere vermek olduğunu söylüyorlardı. Bütün bunlara rağmen kıyamlar şiddetlendiğinde, İmam Sadık (a.s)’ın sahne dışında olduğunu görüyoruz. Çünkü O, baştan beri kudret mücadelesi veren bu şahısların sonunun ne olacağını biliyordu. İmam Sadık (a.s), bu sahte sloganların ve hakka büründürülmüş davetin gerçek yüzünün ne olduğunu çok iyi biliyordu. O, sonunda Ehl-i Beytin bu kıyamlara kurban edileceğinin farkındaydı.

O, sözünde sadık ve asrının geleceğine vakıf birisiydi. Bundan dolayı Alevileri (Ali (a.s)’ın soyuna mensup olanlar) bu aldatıcı şiarlara kanmamaları için uyardı ve İmam bu uyarısında haklı çıktı. Çünkü sonradan İmam Sadık (a.s)’ın dediği her şey gerçekleşmiş oldu.

İmam (a.s), siyasi kudretten uzak durmasına rağmen bu kudrete sahip olanlar, İmam (a.s)’a alaka duymaktan kendilerini alamıyorlardı. Bütün gözler ve kalpler O’na yöneliyordu. Siyaset kudretini elinde bulunduranlar, İmam (a.s)’ı görmemezlikten gelemiyor ve O’nu siyasi hesaplarının dışına itemiyorlardı. Bundan dolayıdır ki “Ebu Seleme Hilal” gibi Abbasi kıyamının en önde gelen önderlerinden birisi, İmam (a.s)’ın yanına temsilcisini göndererek kendisine biat etmeğe hazır olduğunu belirtiyor. Ama, İmam (a.s) mektubu yakarak onun isteğine müsbet cevap vermiyordu. Bu tip istekler değişik şahıslar tarafından defalarca İmamdan yapılmasına rağmen, İmam Sadık (a.s), Alevilerin hilafeti kabulle ilgili bütün isteklerini reddediyordu. İmam (a.s)’ın bu tavırları O’nun kendi zamanındaki toplumsal mevkisini çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.

İmam Sadık (a.s)’ın amansız düşmanlarından birisi olan Abbasi halifesi Mansur, defalarca İmam (a.s)’ı huzuruna çağırıp, O’nu Abbasiler aleyhine ayaklanan guruplara liderlik etmekle suçlamasına rağmen Alevilerden birisine yazdığı bir mektupta, İmam (a.s)’ın ne derece yüce bir şahsiyet olduğunu söylemekten kendisini alamamıştır. O, mektubunda Alevi seyyide hitaben şöyle yazıyordu: “... Siz Alevilerin içerisinde, Hz. Resulullah (s.a.a)’den sonra, Ali bin Hüseyin (a.s)’dan daha değerli birisi gelmemiştir. O, senin dedenden daha efdaldı. O’ndan sonra sizin aranızda Muhammed bin Ali (a.s)’dan daha hayırlı birisi yoktur. O, senin babandan daha efdaldi. Ondan sonra, O’nun oğlu gibi Cafer-i Sadık (a.s) gibi birisi yoktur. O’da senden daha efdaldir.”[1]

Abbasın torunlarından birisi şöyle bir olay naklediyor: “Mensur’un yanına gittiğim günlerden birisinde onu gözyaşlarıyla sakalları ıslanmış bir halde gördüm. Bana, Acaba akrabalarının başına ne geldiğini biliyor musun? dedi. Ben, Ey Emir ne oldu? O, Onların en büyük, en alim ve en değerlisi vefat etti. Ben, o kimdir? O, Cafer bin Muhammed Sadık, dedi.”[2]

O günkü topluma hakim şartlara ve o günlerden kalma tarihi kaynaklara göz attığımızda, o günkü toplumun ilmi ve içtimai meselelerinde başı çeken İmam Sadık (a.s)’ın sahip olduğu yüce mevkiyi rahatlıkla görmekteyiz. İmam (a.s), kendi zamanındaki toplumsal oluşumlarda mihver konumuna sahipti.



 



[1]- Kamil-i İbn-i Esir s. 539, 1358 hicri 1960 miladi.

[2]- Tarihi Yakubi 3. 119, 1394. h.k., Ahmet bin Yakup.