Hüseyni kıyamın, üzerinde durmaya ve hakkında düşünmeye değer çeşitli boyutları vardır. Biz bu boyutlardan bazılarına işaret edeceğiz:
Bu büyük kıyam, gerçekleşmesinde temel bir fonksiyona sahip olan ilahî boyutlara sahip olduğu gibi, imam Hüseyn'in ashabının Emevi güçleri ile karşılaşmasını ifade eden askeri boyutları da vardır.
Hakeza bu kıyam, gerçekleşmesine sebep olan ve bu kıyamdan alınan sonuçlarla ilgili siyasi boyutlara sahiptir.
Keza evrensel
ve insani boyutları... Bu kıyamın insanların ruh ve düşüncesindeki etkileri...
Müslüman
veya müslüman olmayan şahsiyetlerin bu kıyam hakkında görüşleri ve bu kıyamdan
aldıkları dersler... Bunlar bu kıyamın çeşitli boyutlarından bir kaçıdır.
Yine bu
kıyamda incelenmeğe değer muhtelif yönler vardır.
Örneğin:
1- Genel
ilahi hareket silsilesinde Hüseynî kıyamın yeri.
2- Kufe
halkının imam Hüseyin'i (a.s) davet etmesinin ardından onu yardımsız ve yalnız
bırakması.
3- Hz.
Hüseyin'in (a.s) ashabının tutum ve sözlerinin tahlili ve bunların dini, insani
sosyal ve siyasi anlamlarının beyanı.
4-
Hüseyin'in (a.s) ordusunun oluşumu.
5-
Hüseynî kıyam hakkında günümüze kadar sözkonusu edilmiş soruların cevabı.
Örneğin:
Acaba Hüseyin (a.s) muzaffer oldu mu? O'nun yüce hedefleri gerçekleşti mi? Niçin
Hüseyin (a.s), ailesi ve hanımları da beraberinde götürdü? Acaba Hüseyin'in
(a.s) bu hareketi insanın nefsini tehlikeye atması değil midir? Hz. Hüseyin
(a.s) niçin kardeşi Hasan (a.s) gibi barışçı bir yolu seçmedi? Niçin Hüseyin
(a.s) düşmanla karşılaştığında harikulade (keramete) şeylere başvurmadı?
6-
Hz. Hüseyin'in ölüm, hayat, şehadet, hakimiyet ve feth hakkındaki görüşü.
7-
Bu mukaddes kıyam karşısında gelecek nesillerin sorumluluğu. Başka bir tabirle
bu kıyamın gelecek nesillere özellikle de müslümanlara verdiği mesaj.
Saydığımız
bu boyut ve yönlerin hepsi veya çoğu alim, mütefekkir ve araştırmacıların
ilgisini çekmiş ve bu hususlarda bir çok kitaplar yazılmış ve hutbeler
irad edilmiştir.
Bu
araştırmalar mezkur boyutları teferruatıyla ele almasa da kendi çapında önemli
ve bu büyük insani ve İslami hareketin kültür hazinesi konumundadır.
Ama
burada gaflet edilen, hakkıyla inayet gösterilmeyen, bir boyut daha vardır. Halbuki
bu boyutun Hüseyni kıyamda önemli bir yeri insanlara verdiği dersler bağlamında
da yüce bir makamı vardır.
Bu
boyut, kıyamın ahlakî boyutudur. Bu kıyamın sahibi, yardımcıları ve tüm
tabileri de tarih boyunca bununla tanınmış olmaları da netice olarak büyük bir
olaydır.
Bu
meselenin açıklığa kavuşması için geçmişte ve günümüzde vuku bulan inkılabların
seyrine kısaca bakmak gerekir.
İnkılablardan
çoğu insani bir hedef taşımış ve kutsal bir takım değerleri yüceltmek
istemiştir. Örneğin insanların zillet ve kulluktan kurtarılması, insanların
zulüm ve baskıdan necata ermesi, cemaatın fesat ve bozulmaktan kurtarılması,
ahlaki ve medeni gerilemeden korunması ve sosyal adalet, huzur dolu bir hayat,
adil bir düzen, temiz bir yaşayış... Ama bütün bu değerler savaş esnasında
unutulmuştur. Uğruna savaşılan adalet görmezlikten gelinmiştir. Tüm hukuk ve
kanunlar ayaklar altına alınmıştır. Bütün bunlar, henüz doğru dürüst zafere
dahi erilmeden ve tam olarak işbaşına geçilmeden vuku buluyor. Bu inkılablar
kendi evlatlarına dahi en kötü muameleyi reva görmektedir. Nerde kaldı ki
düşmanlara ve muhaliflerine... Buradan mezkur inkılabların rehberliğinin bozuk
olduğu ve sapık bir kişilik taşıdığı anlaşılmaktadır. Böyle olunca da hedef ve
vesileler ile amel ve sloganlar arasında derin bir uçurumun olduğu
anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bu, dünyadaki tüm beşeri inkılabların düçar olduğu
bir özelliktir. Bunun aksi oldukça az ve de sınırlı ortamlarda görülmüştür.
Ama
Hüseynî kıyam bu akımı değiştirmiştir. İnkılab hem hedeflerinde, hem de vesileye araçlarında temizlik ve
istikametini korumuştur. Hem amelde, hem ilan ettiği hedefleri ile sağlam örnek
olarak tarihe ışık tutmaktadır. Dost, düşman; üstün erdemleri sergilediğinde
şüphe etmemektedir. Öyle ki en çetin dönemleri bu kıyamın en yüce değerleri
sergilemiş bulunmaktadır.
Emevi-Kufe
ordusunun rezalet ve pislikleri, Hüseynî kıyam'ın bu özelliğinin daha açık bir
şekilde tecelli etmesine sebep olmuştur.
Şüphesiz
ki biz Kerbela olayında Emevi güçlerinin yaptığı tüm cinayetleri sıralayamayız.
Biz sadece bu cinayetlerin çeşitlerine ve en önemli bazı örneklerine işaret
edeceğiz. Bunun teferruatını araştırmayı ve daha fazla örneklerini bulmayı
okuyuculara bırakıyoruz.
Emevi
ordusunun Kerbela olayında işlediği cinayetlerin bazısı şunlardır:
1-
Çocukların, süt emen bebeklerin bile susuz ve aç bırakılması, dövülmesi ve
korkutulması.
2-
Kadınların ve yetim çocukların korkutulması, aç bırakılması, dövülmesi,
şehirlerde gezdirilmeleri, ölülerine ağlanmasının engellenmesi, feci bir
şekilde zinetlerinin gasbedilip alınması ve hatta öldürülmeleri.
3-
İçinde hasta çocuk ve küçüklerin de olduğu bir esnada uyarmadan çadırların
yakılması.
4-
Kur'an kâri'lerinin ve salih müminlerin öldürülmesi.
5- Bulûğa
ermemiş çocukların öldürülmesi.
6- .
İnsanın en basit tabii hakları sayılan ibadet ve namaza engel olunması.
7-
Şehitlerin, başlarının kesilip ehl-i beyti ve yakınlarının gözleri önünde
taşınması.
8-
Kendini savunamayan aciz insanlara hatta hastalara bile acınmaması, dövülmesi
ve zincirlere vurulması.
9-
Şehitlerin başları, yakınlarının gözleri önünde ayaklar altına alınması, atlara
çiğnetilmesi ve parçalatılması.
10-
İslami değerlerle alay edilmesi.[1]
Ve bir
ay boyunca sürekli devam eden benzeri diğer iğrenç cinayetler. Bütün bunlar
İmam Hüseyin ve yaranının bir suç işlemiş olduğundan değildi. Bilakis onların
tek suçu zulmün karşısında durmak zulüm ve fesada itiraz etmek ve zalim
idarecinin yanında hak sözü söylemekti. Ama imam Hüseyin bütün bunlara rağmen
alçak ve cani düşmana karşı en güzel bir şekilde davranıyor ve eşsiz bir ahlak
örneği sergiliyordu.
1- Her
Şeyden Önce Kıyamın Hedeflerini Açıkça Ortaya Koymak:
Dünyadaki
beşeri inkılabların çoğunda rehber daima insanları kendine cezbetmek için cazib
şeyler söyler, yalancı ve saptırıcı propagandalardan istifade eder, halkı
kandırmaya çalışır, hakiki hedeflerini saklar, inkılabı tehdid eden zorluk ve
tehlikeleri gizlemeye çalışır.
Ama İmam
Hüseyin (a.s) bunlardan hiç birini yapmadı. Hiç kimseyi kandırmadı. Belki daha
işin başındayken hedefini, bu yolda şehid olabileceklerini, feda olmaları
gerektiğini ve bu yolda kendilerini bekleyen tüm tehlikeleri bir bir açıkladı.
Mekke'den
çıkmak isterken irad ettiği bir hutbesinde şöyle buyurdu:
"Hamd Allah'a mahsustur. O, ne isterse olur. Güç ve kudret sadece
O'ndandır. Allah'ın rahmeti Resulüne olsun. Gerdanlık kızların boyununu çizdiği
(onda eser bıraktığı) gibi ölüm de insanoğlunun üzerine yazılıp çizilmiştir. Yakup,
Yusuf'u görmeyi arzu ettiği gibi ben de atalarımı görmeyi arzu ediyorum. Bana,
varacağım bir katligah tayin edilmiştir. Öyle ki, o ıssız çöllerin yırtıcı kurt
ve hayvanlarının (Kûfe ordusunun) Nevavis ve Kerbela arasındaki bir yerde
benim uzuvlarımı parçaladıklarını görüyorum. Allah'ın kaza kalemiyle yazılmış
olan böyle bir günden kurtuluş yoktur. Allah'ın razı olduğu şeye biz Ehl-i Beyt
de razıyız. O'nun bela ve imtihanı karşısında sabır ve istikamet gösteririz; o
sabredenlerin sevabını bize (tamamıyla) verecektir. Resulullah'ın (s.a.a)
bedeninin parçası olan evlatları ondan hiç bir zaman ayrı düşmüyeceklerdir. Cennette
de onun yanında olacaklardır. Çünkü onlar Peygamber'in (s.a.a) hoşnutluğu ve
gözünün aydınlığına vesile olup vadesi de (ilahi hükümetin istikrârı da)
onların vasıtasıyla tahakkuk bulacaktır. Bizim uğrumuzda canından geçen ve
Allah'a ulaşmak yolunda kendisini fedâ etmeye hazır olan kimse, bizimle
birlikte hareket etmelidir. Çünkü ben yarın sabah erkenden hareket edeceğim
inşaallah."[2]
Dünyadaki
inkılabların genelinde, inkılab heyecanı ortamında insani yönler hep unutulur
ve acıma, merhamet vb. şeylerden gaflet edilir. Hedeflere ulaşmak için en kötü
cinayetler bile işlenir.
Ama imam
Hüseyin (a.s) böyle yapmadı. O, düşmanlara bile rahmet, merhamet, kerem ve
mürüvvet ile davranırdı.
Tarihin
de şahit olduğu üzere İmam Hüseyin (a.s) gençlere yol esnasında[3]
yanlarına çok miktarda su almalarını emretti; onlar da İmam Hüseyin'in dediğini
yaptılar. Yol esnasında Kufe valisi İbn-i Ziyad'ın İmam Hüseyin ve ashabını
muhasara etmek için gönderdiği bin kişilik bir birliğin komutanı olan Hür b.
Yezid-ir Riyahi ile karşılaştılar. Çölde kaybolmuş, susuz kalmış, ölüm
tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardı. Bunu gören İmam Hüseyin (a.s)
ordusundaki gençlere şöyle dedi:
"Bu
kavme su verin ve onları suya kandırın. Onların atlarına da kanasıya su
verin."
Onlar da
İmam Hüseyin'in (a.s) buyurduğunu yerine getirdiler. Onlara kanasıya su
verdiler. Büyük kapları suyla doldurup atların önüne bırakıyorlardı. At üç,
dört veya beş defa içince o kabı önünden alıyor diğer atların önüne
koyuyorlardı. Böylece atların tümüne kanasıya su verdiler. Hakeza imam Hüseyin
(a.s) öğle sıcağında düşmanın susuz kalan komutanına ve onun atına da su verdi.
Hatta İmam Hüseyin (a.s) bazılarına da bizzat kendisi su verdi. Zira O çok
merhametli ve kerem sahibi [4] biriydi. Halbuki İmam onları susuz bırakabilir,
onlarla savaşabilir ve böylece onları yok edebilirdi. Böylece de onların
şerrinden kurtulmuş olurdu.
Adet
olduğu üzere genellikle önderler savaş esnasında ensar ve ashabından derece ve
makamı düşük olanları unutur, onlardan gaflet ederler. Daha çok yakınlarına ve
büyük şahsiyetlere önem verir; veya ırk renk vb. ayırımlarda bulunurlar.
Ama İmam
Hüseyin (a.s) tam aksine savaş esnasında ashab ve ensarından hiç birini
unutmadı. İmam, sevgili oğluna itina ettiği gibi köle ve hizmetçilerine de
itina ederdi.
Ebuzer-i
Gaffarinin kölesi olan "Cevn b. Havi" siyah bir köle idi. Bu köle Medine'den
Irak'a kadar İmam Hüseyin'in (a.s) yanında bulundu. Savaş başlayınca İmam'ın
(a.s) huzuruna çıkarak savaşmak için izin istedi. İmam Hüseyin (a.s) ona şöyle
buyurdu: "Sen benden yana izinlisin. Afiyette olmak için bize uymuştun;
artık bizi izleme ayrıl ve git."
Köle
şöyle dedi: "Ey Resulullah'ın evladı, rahatlıkta evinizin nimetlerinden
yedim. Ama zorlukta sizi nasıl yardımsız bırakabilirim. Allah'a andolsun ki
ben, pis kokulu ve düşük soylu biriyim. Rengim de siyahtır. Bana Cennetle
minnet bırak ki kokum güzelleşsin, soyum yücelsin, yüzüm ağarsın. Allah'a
andolsun ki bu siyah kanım kanınızla karışmadıkça asla sizden
ayrılmayacağım."
Sonra
savaş meydanlarına koştu ve düşman ordusundan yirmi beş kişi öldürdükten sonra
şehid oldu.
İmam
Hüseyin (a.s), onun başucuna gelerek şöyle buyurdu:
"Alah'ım
onun yüzünü ağart, kokusunu güzelleştir, onu iyilerle haşret. Muhammed ve Al-i
Muhammedle daha fazla tanıştır."[5]
İmam
Hüseyin'in (a.s) ashabından birisinin kölesi olan Türk olduğu için türklere
iftihar sayılan Vazih de düşmanla kahramanlar gibi savaştıktan sonra yere
yıkıldı. İmam Hüseyin'i (a.s) yardıma çağırdı. İmam (a.s) yanına geldi ve
boynuna sarıldı. Son nefeslerini büyük bir iftiharla yaşayan Vazih şöyle dedi:
"Kim benim gibi olabilir. Resulullah'ın (s.a.a) evladı yanaklarını
yanaklarıma dayamış." Sonra o da temiz ruhunu Allah'a teslim etti."[6]
İmam
(a.s) İslam'ı savunmak için yanında şehid olan Türk veya Habeşeli kölenin
boynuna sarılıyor ve yanaklarını kendi oğlu Ali Ekber'in (a.s) yanaklarına sürdüğü
gibi onların da yanaklarına sürüyor. İmam, askerlerinden derece açısından en
küçük olanına bile tevazu gösteriyor, sevgili oğluna gösterdiği merhamet ve
şefkati ona da gösteriyordu.
Genellikle
bir hareketin önderleri zor şartlarda, askerlerine verdiği sözlerini tutmazlar.
Bela anında ve işlerin zorlaştığı zamanda ahdlerine vefa etmezler. Ama İmam
Hüseyin (a.s) verdiği söze ve ahdine vefâ ederdi. Fazilet ve üstünlüklerin
galib ve hakim olmasına çok önem verirdi.
"Zehhak
İbn-i Abdillah-il Meşriki" adında biri İmam'ın yanına gelerek şöyle dedi. "Ben,
senin yanında savaşan biri kaldığı müddetçe savaşacağım. Ama bir kimse kalmazsa
benim ayrılmama izin vereceksin." dedi. İmam Hüseyin (a.s)
"olur" dedi. Zehhak, Hüseyin'in (a.s) ashabının bir bir öldürüldüğünü
görünce atını çadırlardan birine sakladı ve piyade olarak savaştı. Hüseyin
(a.s) yalnız kalınca da "Ben sözümde durdum." dedi. Hüseyin (a.s) da
ona şöyle dedi: "Evet, sen artık kurtulabilirsin." O da atını
çadırdan çıkardı, atına bindi ve kaçtı. Böylece canını kurtardı.[7]
Dünyadaki
inkılabların çoğunda kadın bir sömürü aracı olmasa da nihayeten bir savunma
aracı olarak kullanılagelmiştir. Ama İmam Hüseyin (a.s), kadını yüceltir ve onu
layık makamda tutardı.
Onlara
çok saygı gösterirdi. Duygularına riayet ederdi. Kadınları da sadece bu
mukaddes inkılabın mesajını tüm dünyaya taşısınlar diye yanında götürdü. Ama
onların azamet ve değerini, iffet ve vakarını sonuna dek korudu. Bu yüzden de
onların savaş meydanına girmesine razı olmadı ve erkeklerle savaşına izin
vermedi.
Veheb b.
Abdillah-il Kelbi'nin annesi oğlunun başını dizleri üzerine aldı ve üzerindeki
kan ve tozları sildi, sonra bir direk alarak savaşa çıktı. Ama İmam Hüseyin
(a.s) önüne çıkarak onu kadınların yanına geri çevirmek ve çadıra döndürmek
istedi. Veheb'in annesi elbisesinin bir köşesini tutarak, "Ben ya seninle
öleceğim ya da asla geri dönmeyeceğim." dedi. Hüseyin (a.s) şöyle dedi:
"Nebinizin
(Peygamberiniz) Ehl-i beyti sebebiyle Allah sizi hayırla
mükafatlandırsın. Allah sana rahmet etsin kadınların yanına dön." Veya ona
şöyle dedi: "Sen ve oğlun Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'i ile birlikte
haşrolacaksınız. Cihad kadınlardan kaldırılmıştır."[8]
6-
İnsanların Duygularına Saygılı Olmak
İmam
Hüseyin (a.s) insanların duygularına saygı gösterirdi. Zaten o insanların
farklı duygusunu ifade olarak kıyam etmişti; nasıl bunu görmezlikten
gelebilirdi ki?
Amr b.
Cünadet-il Ensari İmam Hüseyin'in yanına vararak düşmanla savaşmak için izin
istedi. Amr henüz onbir yaşında bir çocuktu. Ama güçlü ve cesur biriydi. Babası
da savaş meydanında şehid olmuştu. İmam ona izin vermekten çekindi ve şöyle
dedi:
"Bu,
babası ilk saldırıda şehid olan birinin çocuğudur. Annesi bunun savaşmasını hoş
görmeyebilir."
Ama Amr
"Bana (savaşmamı) annem emretti." cevabını verdi. İmam da böylece ona
izin verdi ve o yiğitçe savaşarak şehit oldu...
Genelde
düşman, düşmanını affetmez ve onu bağışlamaz. Düşman tarafların birbirini
affettiği oldukça az görülmüş bir şeydir.
Ama İmam
Hüseyin (a.s) Mekke'ye dönmesine ve Kufe'ye gitmesine engel olan ve ona
düşmanla karşılaşmaktan başka bir yol bırakmayan kimseyi bile affetti.
Hür b.
Yezid-ir Riyahi İmam Hüseyin'in (a.s) ona yaptığı iyiliklere rağmen onu Kufe'ye
gitmekten, Medine'ye dönmekten veya başka bir yere yönelmekten alıkoymuştu. Halbuki
İmam onu ve ordusunu susuzluktan ve ölümden korumuştu. Ama buna rağmen
yaptıklarından pişman olup, özür dileyince, İmam (a.s) onu bağışladı ve özrünü
kabul etti. Savaşıp yere düştüğünde başucuna gelerek onu medhedip şöyle
buyurdu:
"Annen
seni Hür olarak adlandırmakla hata etmedi. Şüphesiz ki sen dünyada hür idin;
ahirette de saadete erenlerden olacaksın."[9]
Kıyamların
çoğunda görüldüğü üzere iş başına geçenler hemen intikam almaya
kalkışmışlardır. Düşmanlarının kanına susayarak kan dökmek ve insanları
öldürmekle meşgul olmuşlardır.
Ama İmam
Hüseyin (a.s) asla bu yolu denememiştir. İmam (a.s) zor şartlar altında dahi
insanları, özellikle de tağutların aldattığı kimseleri hidayet etmek
istemiştir.
Bu
yüzden İmam Hüseyin (a.s) savaşı ilk başlatan kimse olmaktan sakınıyordu. Nasihat,
vaaz, hatırlatma ve sakındırma yollarına başvuruyordu.
Hür, yol
esnasında İmam'ı muhasara edince Züheyr ibn-il Kayn şöyle dedi: "Ey
Resulullah'ın torunu!
Bunlarla
savaşmak, sonradan gelenlerle savaşmaktan daha kolaydır bize. Daha sonra
gücümüzün yetmeyeceği kadar (ordu) gelecektir."
Ama İmam
(a.s) "savaşı ilk başlatan ben olmayacağım." diye cevab verdi. Sonra
da onlara nasihat etmeye ve kendini tanıtmaya başladı.[10]
Tarihin
de şahid olduğu üzere İmam (a.s) Medine'den çıktığı andan şehadetine kadar
sürekli insanları hidayet ve irşad etmekle meşgul idi.
Tarih
Hz. Hüseyin (a.s)'ın yıl boyunca fert ve cemaatlere yaptığı nasihat, söz ve
hutbelerini kaydetmiştir. Bunların hepsi de İmam Hüseyin'in, insanları
uyandırma, kendine getirme, irşad ve hidayeti için elinden geldiğini
esirgemediğine delalet etmektedir. İmam bütün bunları ümmetin dini ve siyasi
vazifeleriyle amel etmesi ve de kan dökülmemesi için yapıyordu. Hatta savaşmak
zorunda kalınca da savunma hedefiyle savaşıyordu. İnsanları boş yere
öldürmekten çekiniyor, zaruri olduğu ölçüde harb ediyordu.
İmam Hüseyin
(a.s), ashabını kendine yardım edip etmeme konusunda serbest bıraktı. Onları
yardıma zorlamadı.
Aşura
gecesi ashabına şöyle dedi: "Bilin ki yarın düşmanla karşılaşacağımız
gündür. Ben hepinize gitmek hususunda izin veriyorum. Üzerinizde hiç bir hakkım
yoktur. Her tarafı bürüyen gece karanlığından yararlanın, her biriniz de Ehl-i
Beytim'den birinin elini tutup gitsin. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.
Bunlar sadece beni istiyorlar. :Beni ele geçirirlerse sizden vazgeçerler."
[11]
Ama
İmam'ın ashabı, kardeşleri ve oğulları onu yalnız bırakmayacaklarını, onu
koruyacaklarını söylediler. Çünkü onlar şehadet aşıklarıydı.
Muhammed
b. Bişr-il Hazremi, İmam'ın ashabından biriydi. Rey yakınlarında oğlunun esir
düştüğünü haber alınca şöyle dedi: "Maruz kaldığım bu müsibete Allah'ın
rızası için tahammül ediyorum. Oğlum esir olduktan sonra ben sağ kalmayı
sevmiyorum."
İmam
Hüseyin (a.s) onun bu sözünü duyunca şöyle dedi:
"Allah
sana rahmet etsin. Beyatimi üzerinden aldım. Git ve oğlunu kurtarmaya
bak."
Bişr şöyle
dedi: "Ya Eba Abdillah, eğer sizden ayrılacak olursam yırtıcı hayvanlar
beni diri diri parçalasınlar."
İmam da
şöyle buyurdu: "O halde bu zırh ve kalkanları al ve oğlun Muhammed'e ver,
o kardeşini kurtarmaya çalışsın. İmam Hüseyin'in verdiği şeyler bin dinar
değerinde idi."[12]
Geçen
ahlaki örneklerden şu neticeleri alabiliriz;
Evvelen:
Hüseyin'in (a.s) kıyamı sadece zalim bir hükumetin aleyhine başlatılan siyasi
ve askeri bir hareket değildi. Aynı zamanda bu hareket Emevi rejiminin temsil
ettiği ve halifelerinin sahiplendiği bir takım bozuk ve düşük değerler aleyhine
başlatılan bir kıyamdı.
Emevi
rejimin başında Yezid b. Muaviye b. Ebi Süfyan adında bir fasık bulunuyordu. İmam
onun hakkında şöyle buyurmuştu:
"Ben
Peygamber'in Ehl-i Beytin'denim Allah insanları yönetmeği bizimle başlattı ve
bizimle de bitirecek. Ama Yezid şarap içen, facir ve suçsuz insanları öldüren
birisidir. Benim gibisi onun gibisine beyat etmez."[13]
Hakeza
İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu:
"İslam
ümmeti Yezid gibi bir idareciye kaldıysa İslam'la vedalaşmak gerekir."
İkinci
olarak: İmam Hüseyin'in kıyamı her asırda inkılapçı ve mukaddes bir hedef
ve şerefli bir gaye taşıyan insanlar için bir mukaddes amaçların sadece
mukaddes ve şerefli araçlarla elde edilmesi gerektiğini öğretti. Yani
Makyavelist öğretilerinin bu mektebin nazarında tamamen reddedildiğini ortaya
koydu. Aksi takdirde insan mukaddes hedef ve kutlu gayesinden sapacak ve bir
fesadın yerini başka bir fesad alacaktır.
Üçüncü
olarak: Ahlaki üslup diğer tüm üslublardan daha etkili ve eser açısından daha
kalıcıdır. Düşman için de tüm silahlardan daha öldürücü ve helak edicidir. Bu
gönüllere işleyen ve kalpleri değiştiren bir silahtır. Akıllar üzerinde olumlu
etkileri vardır. İnsanı, cinayetkâr düşmanların üzerine galib kılan bir
silahtır. Bu silah düşmanı bozmak, niyetini açığa çıkarmak ve halka gerçek
yüzünü göstermek için en iyi bir silahtır.
Tüm salih inkılablar kendilerine layık olan, bu inkılaptan öğrenmişlerdir şüphesiz. Hüseyni kıyam, bütün bu inkılabların yol göstericisi konumundadır.
[1]-
Tarih-üt Taberi, c.4, s.250-360; (1983, 4.baskısı.
Müesseset-ül A'lami Beyrut) müracaat ediniz.
[2]- El-Vuhuf, Seyyid b. Tavus, (H. 1369 Menşurat-il Matbaat-il Haydariye, Necef-ul Eşref
baskısı) Hakeza "Musir-ul Ehzan,
İbn-i Numa, s.20, (Matbaat-ul Haydariye-Necef-ul Eşref baskısı)
[4]- Tarih-üt Taberi, c.4, s.300-302; El-İrşad, şeyh
Mufid, s.224 (Mektebet-u Basireti; Kum baskısı)
[7]-Tarih-üt Taberi, c.4, s.314
[13]- Musir-ul Ahzan, s.38, el-Futuh, İbn-i A'sem, c.5
s.18, (1388 Dar-un Nudvet-il Cedide, Beyrut.)