Hz. Peygamber (s.a.a), Hüseyin (a.s)’ın şehit olacağını, diğer musibet ve sıkıntılarını kızı Fatıma (a.s)’a haber verdiğinde Fatıma (a.s) çok ağladı ve şöyle dedi:
“Bu sıkıntı ve musibetler ne zaman vuku bulacaktır?”
Peygamber (s.a.a); “ Ben, sen ve Ali dünyada olmadığımız bir zamanda” buyurdular.
Fatıma (a.s) bu sözü duyunca ağlaması şiddetlendi. Sonra; “ Kim Hüseyin’ime ağlayacak ve onun için ezadarlık edecektir?” dediğinde de Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular:
“ Fatımacığım! Ümmetimin kadınları, Ehl-i Beyt’imin kadınlarına, erkekleri de erkeklere ağlayacaklar. Her yıl onun ezadarlığını yenileyecekler (canlandıracaklar). Kıyamet günü olduğunda sen kadınlara, ben de erkeklere şefaat edeceğiz.
Kim Hüseyin’in sıkıntı ve musibetine ağlamış olursa, onun elini tutup cennete götüreceğiz. Fatımacığım! Kıyamet günü, Hüseyin’in musibetine ağlayan göz dışında bütün gözler ağlayacaktır; o göz cennet nimetlerine ulaşmak için gülecektir.” [1]
“Aşura” gecesi, İmam Hüseyin (a.s)’ın ashabının her biri bir dil ile kendi vefakarlıklarını ilan ettiler. İmam’ın ashabından olan Muhammed bin Buşr-i Hazremi’ye, “Rey sınırlarında oğlun kafirlerin eline esir düşmüştür” diye yeni bir haber ulaştı. Muhammed bu haberi duyunca şöyle dedi: “Onun ve kendimin mükafatını Allah’tan istiyorum. Ben, oğlumun esir olduktan sonra artık yaşamak istemiyorum.”
İmam Hüseyin (a.s) onun bu sözünü duyduğunca şöyle buyurdular: “Biatimi senden kaldırdım, sen serbestsin, git oğlunu kurtarmak için gayret et.”
Muhammed bin Buşr, İmam’ın sözlerine karşılık şöyle dedi: “Eğer senden ayrılmış olursam, yırtıcı hayvanlar beni diri-diri parçalayıp yesinler!”
İmam Hüseyin (a.s), değeri bin dinar olan beş tane Yemen kumaşı ona verip şöyle buyurdu:
“Bunları diğer oğluna ver de bu elbiseleri düşmana hediye vererek kardeşini esaretten kurtarsın.” [2]
Fars esirlerini Medine’ye getirdiklerinde Ömer, esir kadınları satmayı, erkekleri ise Arapların kölesi yapmayı ve Kabe’yi tavaf edecek hasta, yaşlı ve zayıf Arapların, Fars esirlerin omuzlarında taşıtılmasını düşünüyordu. Ama Hz. Ali (a.s) ona, Hz. Peygamber (s.a.a)’in şu sözünü ;
“Her kavmin büyük ve şerefli insanlarının, sizinle aynı akideye sahip olmasalar bile saygınlıklarını koruyun.” hatırlatarak şöyle buyurdular:
“Farslar (İranlılar), bilgili ve büyük insanlardır; buna binaen, ben bu esirlerden kendi payımı ve Beni Haşim’in payını, Allah yolunda serbest bırakıyorum.”
Daha sonra muhacir ve ensardan olanlar da şöyle dediler: “Ey Resulullah’ın kardeşi! Biz de kendi payımızı sana bağışlıyoruz.”
Hz. Ali (a.s) da şöyle dedi: “Allah’ım! Bunlar kendi paylarını bana bağışladılar, ben de kabul ederek onları serbest bıraktım.”
Ömer, Hz. Ali (a.s)’ın bu tavrını görünce şöyle dedi: “Ali bin Ebi Talip öncelikli davrandı ve Acem halkı hakkındaki aldığım kararı bozdu.”
O toplantıda onlardan bazıları da, şahın esir olan kızlarıyla evlenmelerini önerdiler. Hz. Ali (a.s); “Bu hususta onları (kendilerine eş seçmek için) özgür bırak, onları mecbur etme” diye teklifte bulundu.
Arab’ın önde gelenlerinden biri, Yezdgerd’in (İran Şahının) kızı Şehribanu’ya işaret etti; ama o, yüzünü örterek kabul etmedi.
Şehribanu’ya; “Seni isteyenlerden hangisini seçiyorsun? Acaba evlenmeye razı mısın?” diye sorduklarında susup cevap vermedi. Hz. Ali (a.s) onun susması hakkında şöyle buyurdular:
“O evlenmeye razıdır, sonradan kendisine eş seçecektir; susması, onun evlenmeye razı olduğunu gösterir.”
İkinci kez evlenmeyi ona teklif ettiklerinde Şehribanu şöyle dedi: “Eğer ben evlenmek hususunda özgür isem, Hüseyin bin Ali’yi seçiyorum.”
Hz. Ali (a.s); “Sen kimi, işlerin için vekil tayin ediyorsun?” diye sorduğunda, Şehribanu İmam (a.s)’ı kendisine vekil tayin etti. Hz. Ali (a.s), Huzeyfe-yi Yemani’ye, nikah hutbesini okumasını emrettiler; o da hutbeyi okudu. İşte böylece Şehribanu İmam Hüseyin (a.s)’la evlenmiş oldu; İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) da o değerli kadından dünyaya geldi ve İmam Hüseyin’in nesli, bu evlilik vesilesiyle devam etti.[3]
Araplardan biri İmam Hüseyin (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Peygamber’in oğlu! Ben birinin kan parası için kefil olmuştum, ama onu ödemeye gücüm yok. Onu halkın en şereflisinden istersem daha iyi olur diye düşündüm; Hz. Peygamber’in ailesinden daha şerefli bir kimse aklıma gelmedi.”
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ey Arap kardeş! Ben senden üç soru soracağım, eğer birine cevap verir isen, borcunun üçte birini ödeyeceğim; ikisine cevap verir isen borcunun üçte ikisini ödeyeceğim, hepsine cevap verdiğin takdirde de bütün borçlarını ödeyeceğim.”
Arap
adam; “Ey Peygamber’in oğlu! Senin gibi ilim ve şeref ehli bir kimse, benim
gibi bedevi (göçebe cahil) bir Arap’tan soru sormak mı istiyor?” dedi.
İmam
(a.s): “Evet! Çünkü ceddim Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum:
“İyilik ve ihsan, ilim ve bilgi miktarınca yapılmalıdır.”
Arap
adam, İmam (a.s)’ın bu sözüne karşı şöyle dedi:
“Pekâla
buyurun ne isterseniz sorunuz; bilirsem cevap veririm, aksi takdirde sizden
öğrenirim. Güç ancak Allah’tandır.”
İmam
(a.s): “Hangi amel, bütün amellerden üstündür?”
Arap:
“Allah’a iman.”
İmam:
“Hangi şey insanı helak olmaktan kurtarır?”
Arap:
“Allah’a güvenmek ve O’na tevekkül etmek.”
İmam
(a.s): “İnsanı süsleyen şey nedir?”
Arap:
“Kendisiyle amel edilen ilim ve bilgi.”
İmam
(a.s): “İlimin dışında insanı süsleyen şey nedir?”
Arap:
“Cömertlik ve mertlikle birlikte olan servet.”
İmam
(a.s): “Eğer o olmazsa nasıl?”
Arap:
“Sabır ve tahammülle birlikte olan fakirlik.”
İmam
(a.s): “Ona sahip olmazsa nasıl?”
Arap:
“Böyle bir durumda, gökten bir ateş gelsin o adamı yaksın; çünkü o böyle bir
azaba layıktır.”
İmam
(a.s) bu esnada gülerek içerisinde bin dinar altın olan bir keseyle, kaşı iki
yüz dinar değerinde olan kendi yüzüğünü o adama verip şöyle buyurdular:
“Bu
altın dinarları borç sahiplerine ver, bu yüzük ile de (onu satarak) geçim
masraflarını karşıla.”
Arap
adam onları alarak şu ayeti okudu: “Allah Teala, risaletini nerede karar
kılacağını daha iyi bilir.”[4]
İmam
Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor:
“Ben
babamla birlikte karanlık bir gecede Ka’be’yi tavaf ediyorduk. Ka’be’nin etrafı
sakinleşmişti, ziyaretçiler uykuya dalmışlardı. Aniden yürek yakan bir ses
duyduk. Biri Allah’ın dergahına yönelerek insanı etkileyici içten bir acıyla
yalvarıp ağlıyordu.”
Babam
bana şöyle buyurdu: “Ey Hüseyin! Allah’ın dergahına sığınan, kırık kalple
pişmanlık göz yaşı döken günahkar bir kulun sesini duyuyor musun? Git onu bul
benim yanıma getir.”
İmam Hüseyin
(a.s) şöyle devam ediyor: Gecenin karanlığında Ka’be’nin etrafını gezdim, o
adamı rükünle makam arasında namaz halinde buldum. Selam vererek şöyle dedim:
“Ey Allah’ın pişman olan kulu! Babam Emir’ul- Muminin seni çağırıyor.” Bu sözü
duyunca aceleyle namazını tamamladı. Onu babamın huzuruna götürdüm. Babam onun
temiz elbise giymiş, güzel simalı bir genç olduğunu görerek şöyle buyurdu:
“Sen
kimsin?”
Genç:
“Ben bir Arab’ım.”
Emir’ul-
Muminin: “Durumun nasıldır? Neden öyle yakıcı bir şekilde ağlıyordun?”
Genç:
“Ey Emir’ul- Muminin! Babama isyan etmenin cezasını çekiyorum; onun bedduası
yaşantımın temelini sarstı, sağlık ve huzurumu elimden aldı.”
Emir’ul-
Muminin: “Olay nedir?”
Genç:
“Ben laubali bir gençtim, sürekli günah işliyordum, Allah’tan da hiç korkum
yoktu. Bana karşı şefkatli olan yaşlı bir babam vardı. Bana her ne kadar
nasihat ediyorduysa, sözlerini dinlemezdim. Bana nasihat ettiği zaman, onu
azarlıyordum, sövüyordum, bazen de onu dövüyordum.
Bir gün,
bir yerde bir miktar para vardı, onu alıp harcamak için o paraya
doğruilerledim. Babam o parayı almama mani oldu. Ben de parayı zorla elinden
alarak onu sert bir şekilde yere vurdum; o esnada babam ellerini dizlerine
koyup kalkmak istedi, ama acı ve eziklikten yerden kalkamadı. Paraları alıp
işimin peşice gittim. O anda, babam bütün arzularının yok olduğunu görünce,
Allah’ın evine (Ka’be’ye) giderek bana beddua edeceğine dair yemin etti.
Birkaç
gün sonra da oruç tutup namaz kıldı. Daha sonra yolculuk için hazırlığını
tamamlayıp Ka’be’ye yani buraya doğru hareket etti. Ben onu izliyordum; tavaf
ettikten sonra Ka’be’nin perdesinden tutarak kırık bir kalp ve yakıcı bir ahla
bana beddua etti.
Allah’a
ant olsun ki! Bedduası sona ermeden, bu bedbahtlığa yakalandım, böylece sağlık
(nimeti) elimden alınmış oldu.”
Genç
adam bu sırada gömleğini açarak bedeninin bir tarafının felç olduğunu gösterdi.
Genç sözlerinin devamında şöyle dedi:
“Bu
olaydan sonra bütün yaptıklarıma çok pişman oldum. Babamın yanına giderek özür
diledim. Ama o kabul etmedi, kendi evine doğru gitti. Üç yıl bu durumla
yaşadım, nihayet hac mevsiminin üçüncü yılı, babamdan, Ka’be’ye giderek bana
beddua ettiği yerde benin için hayır dua etmesini ısrarla istedim.
Babam
lütfederek benim bu ricamı kabul etti. Mekke’ye doğru hareket ettik. Seyyak
çölüne yetiştiğimizde artık karanlık çöktü. Caddenin kenarından bir kuş aniden
kanatlarını (çırparak) uçunca deve ürktü ve babamı yere attı. Babam taşların
üzerine düştü, düşür düşmez de can verdi. Babamı o bölgede defnedip buraya
geldim. Biliyorum benim bu kötü kaderim, babamın bedduası ve benden razı
olmaması sebebiyledir.
Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s), gencin bu dertli hikayesini dinledikten sonra şöyle buyurdular: “Senin feryadına koşacak olan, şimdi yetişmiştir; Resulullah (s.a.a)’den duymuş olduğum duayı sana öğreteceğim; içerisinde Allah’ın ism-i a’zamı olan bu duayı kim okursa, Allah Teala onun duasını kabul eder; gam, üzüntü, hastalık ve fakirlik onun yaşantısından uzaklaşır, günahları ise bağışlanmış olur...” [5]
İmam Hüseyin (a.s), sözünün devamında şöyle buyuruyor:
Genç adam duayı alıp gitti. Zilhicce ayının onuncu gününün sabahı, sevinçli bir halde yanımıza geldi. Sağlığının düzelmiş olduğunu gördük.
Genç şöyle dedi: “Allah’a ant olsun ki, Allah’ın ism-i a’zamı bu duadadır. Allah’a ant olsun ki, duam kabul oldu, hacetim karşılandı.”
Emir’ul- Muminin (a.s) ondan, nasıl şifa bulduğunu açıklamasını istedi.
Genç şöyle dedi: “Zilhicce’nin onuncu gecesinde, karanlık her tarafı sardığı ve herkesin uykuya daldığı bir vakitte, duayı elime alıp Allah’ın dergahına yakararak göz yaşı döktüm. Kısa bir süre uyudum; uykuda Resulullah (s.a.a)’i gördüm; mübarek elini omzuma koyarak şöyle buyurdu:
“Alah’ın ism-i a’zamı hürmetine sağ-salim ol ve güzel bir yaşantın olsun.”
İkinci kez gözlerim uykuya dalınca şöyle bir ses kulağımda çınladı: “Ey genç! Kalk artık. Allah’ın ism-i a’zamı ile yakardın ve duan kabul oldu.” Ben uykudan uyandığımda kendimi sağ-salim gördüm.[6]
Herseme şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s)’la birlikte Sıffin savaşından döndüğümüzde Kerbela’dan geçerken Hz. Ali (a.s) o bölgede namaz kıldı. Sonra Kerbela toprağından bir avuç alarak koklayıp şöyle buyurdular: “Eyvahlar olsun sana ey toprak! Şüphesiz, sorgusuz cennete gidecek bir takım insanlar senden haşr olacaklar.”
Herseme, Hz. Ali’nin şiilerinden olan eşinin yanına döndüğünde, Kerbela’da karşılaştığı olayı ona anlattı ve hayretle; “Hz. Ali bu olayı nereden ve nasıl biliyor?” diye sordu.
Herseme diyor ki: “Bu maceradan bir müddet geçti. Ubeydullah bin Ziyad, İmam Hüseyin’le savaşmak için bir ordu gönderdiğinde ben de o ordunun içerisinde idim. Kerbela bölgesine geldiğimizde, Hz. Ali (a.s)’ın namaz kıldığı ve bir avuç toprağını alarak kokladığı yeri görüp tanıdım. Bundan dolayı gelişime pişman oldum; atıma binerek Hz. Hüseyin (a.s)’ın huzuruna vardım; Hz. Hüseyin (a.s)’a selam vererek bu bölgede babasından duyduğum sözleri O’na naklettim.
İmam Hüseyin (a.s) bu sözü dinledikten sonra şöyle buyurdular: “Bize yardım etmeye mi gelmişsin yoksa bizimle savaşmaya mı?”
Cevabında dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Sizin yardımınıza geldim, size karşı savaşmaya değil. Ama hanımım ve çocuklarımı sahipsiz bıraktım, İbn-i Ziyad’dan dolayı onlar için endişeliyim.”
İmam Hüseyin (a.s) bu sözü duyunca şöyle buyurdular:
“Durum böyle ise o zaman katligahımızı görmemen ve sesimizi duymaman için bu bölgeden uzaklaş. Allah’a ant olsun ki, kim bugün bizim mazlumiyet sesimizi duyar da yardımımıza koşmazsa cehenneme girmiş olacaktır.” [7]
Aşura günü öğle namazı vakti, Ebu Semame-i Saydavi İmam Hüseyin (a.s)’a şöyle arz etti:
“Ya Eba Abdullah! Canım size feda olsun! Düşmanın ordusu size yaklaştı, Allah’a ant olsun ki, ben senin huzurunda öldürülmedikçe sen öldürülmeyeceksin; gönlüm, seninle öğle namazı kıldıktan sonra Rabbimi mülakat etmeyi (şahadet şerbetini içmeyi) istiyor.”
İmam Hüseyin (a.s) göğe doğru bakarak şöyle buyurdular:
“Bize namazı hatırlattın, Allah seni namaz kılanlardan etsin. Evet, namazın ilk vaktidir. Bu halktan, namaz kılmamız için savaşı durdurmalarını isteyin.”
Hasin bin Numeyr, İmam Hüseyin’in sözünü duyunca şöyle seslendi: “Sizin namazınız Allah katında kabul değildir.”
Habib bin Mezahir onun bu sözüne karşılık şöyle dedi: “Ey alçak! Resulullah’ın oğlunun namazının kabul olmayıp da senin namazının kabul olacağını mı zannediyorsun?!...”
Daha sonra Züheyr bin Kayn ve Said bin Abdullah, İmam Hüseyin (a.s)’ın namaz kılması için Hazreti korumak amacıyla O’nun önünde durdular; İmam (a.s) da az bir yareniyle namaz kıldılar. Said bin Abdullah, kendisini İmam’a taraf atılan oklara siper ediyordu, bedenine o kadar ok isabet etti ki, ayak üstünde duramayıp yere düşerek şöyle dedi:
“Allah’ım! Âd ve Semud kavmine lanet ettiğin gibi bu kavme de (Kufe halkına da) lanet et! Allah’ım! Benim selamımı Peygamberine ulaştır; O’nu bunca yaraların acısından haberdar et; çünkü bu işten hedefim, Peygamberinin oğluna yardım etmektir.”
Said, bu olaydan sonra şahadete erişti. Allah’ın rahmet ve rızvanı ona olsun. [8]
Veheb bin Abdullah Aşura günü, annesi ve eşiyle birlikte İmam Hüseyin (a.s)’ın ordusu arasında idiler. Aşura günü Veheb’in annesi oğluna şöyle dedi: “Aziz oğlum! Resulullah’ın oğlunun yardımına hazırlan.”
Veheb annesinin cevabında; “İtaat, kusur etmem” dedi ve daha sonra meydana doğru hareket etti. Recez (kahramanlık şiiri) okuduktan sonra kendisini tanıtıp düşmana saldırarak şiddetle savaştı. Düşman ordusundan birçok kişiyi öldürdükten sonra annesi ve eşinin yanına döndü. Annesinin karşısında durarak; “Ey anne! Şimdi benden razı oldun mu?” dedi.
Annesi de cevaben şöyle dedi: “İmam Hüseyin’i savunma yollunda O’ndan önce ölmedikçe senden razı olmam.”
Veheb’in eşi de şöyle dedi: “Allah aşkına beni kendi musibetinde yaslı etme.”
Veheb’in annesi bu sözü duyunca şöyle haykırdı:
“Oğlum! Bu kadının sözüne kulak asma (onu dinleme) savaş alanına doğru hareket et, Peygamber (s.a.a)’in sana şefaat etmesi için, şehit olana dek onun oğlunun önünde düşmana karşı savaş.”
Veheb annesinin sözüne uyarak recez okuduğu halde tüm gücüyle düşman ordusuna saldırdı. Düşman ordusundan 19 süvariyle 20 piyadeyi öldürdükten sonra elleri kesildi. Bu sırada Veheb’in hanımı çadırın direğini eline alarak Veheb’e doğru koştu; koştuğu halde şöyle diyordu:
“Ey Veheb! Annem, babam sana feda olsun, edebildiğin kadar Peygamber’in Ehl- i Beyti’ni savunmak yolunda savaş.”
Veheb, hanımını kadınların bulunduğu çadıra döndürmek istiyordu ama hanımı Veheb’in eteğinden tutarak; “Ben seninle birlikte ölünceye dek kesinlikle geri dönmeyeceğim.” diyordu.
İmam Hüseyin (a.s) bu manzarayı görünce o kadına şöyle seslendi:
“Allah Teala sana iyi mükafat versin, sana merhamet etsin, kadınların yanına dön.”
Kadın İmam (a.s)’ın sözü üzerine geri döndü. Daha sonra Veheb (r.a) savaşa devam ederek şehit oldu. Veheb’in eşi, kocası şehit olduktan sonra artık sabredemeyip meydana doğru koştu; kocasının yüzündeki kanları temizlerken Şimr’in gözü o vefalı kadına ilişti, bunun üzerine kölesine sopayla ona saldırmasını emretti; köle de sopayla saldırarak onu şehit etti. Bu kadın İmam Hüseyin (a.s)’ın ordusundan Aşura günü şehit olan ilk kadındır.[9]
İmam Rıza (a.s)’ın ashabından olan Seyyid Ali Hüseyini şöyle naklediyor:
Ben Ali bin Musa er-Rıza (a.s)’ın komşusu idim. Aşura günü olduğunda, din kardeşlerimizden bir kişi İmam Hüseyin (a.s)’ın maktelini (katledilme olayını) okuyordu. İmam Bakır (a.s)’ın buyurmuş olduğu şu rivayete yetişti:
“Kimin gözlerinden sivri sineğin kanadı kadar göz yaşı akarsa, Allah Teala onun günahlarını, denizin köpüğü kadar da olsa affeder.”
O mecliste, ilim iddiasında bulunan cahil bir şahıs da vardı. Mezkur hadisin doğru olmadığı düşüncesindeydi. Hz. Hüseyin’e o kadar az ağlamanın nasıl olur da bu kadar büyük sevabı olabilir? diyordu. Bu konu hakkında onunla çok tartıştık, sonunda da saplantısından kurtulmadan kalkıp gitti. O gece öylece geçti, sabah olunca yanımıza gelerek dün gece söylemiş olduğu sözlerden dolayı özür diledi; pişman olduğunu dile getirip şunları anlattı:
“Dün gece şöyle bir rüya gördüm: Kıyamet kopmuş, cehennemin üzerine sırat köprüsü çekilmiş ve cenneti süslemişlerdi, o esnada hava çok sıcak oldu, susuzluk bana galebe çaldı, sağ tarafıma baktığımda Kevser havuzunu gördüm, o havuzun kenarında iki kişiyle bir kadın durmuşlardı, onların yüzlerinin nuru mahşer çölünü aydınlatmıştı; kendileri de siyah elbise giyip ağlıyorlardı. Bir adamdan; “Kevser havuzunun başında duran bu şahıslar kimlerdir?” diye sordum.
Cevaben dedi ki: “Onlardan biri Muhammed Mustafa (s.a.a)’dir, diğeri Aliyy’ul Murtaza (a.s)’dır, kadın ise Fatımat’uz- Zehra (s.a)’dır.”
Dedim ki: Neden siyah elbise giymişler, neden ağlıyorlar?
Dedi ki: “Bugünün Aşura günü olduğunu bilmiyor musun?”
Dedim ki: Aşura günü, İmam Hüseyin’in Kerbela’da şehit olduğu gündür, onlar öyleyse bu yüzden siyah elbise giymiş ağlıyorlar.
Daha sonra Hz. Fatıma (a.s)’ın yanına giderek şöyle dedim: “Ey Resulullah’ın kızı! Susuzum.”
Hz. Fatıma (a.s) öfkeli bir halde bana bakarak şöyle dedi:
“Sen kalbimin meyvesi, gözümün nuru olan oğlum Hüseyin’e ağlamanın faziletini inkar eden şahıs değil misin? Onu haksız yere, zulümle şehit etmişlerdir. Allah’ın laneti onları katl eden, onlara zulüm yapan ve onları su içmekten men eden kimselerin üzerine olsun.”
Bu halde iken uykudan uyandım ve kendi sözümden pişman oldum, şimdi de kusurumu affetmeniz için sizden özür diliyorum. [10]
EY ŞEHİT !
Dava dağlarının bozkırlarında
O her zaman kavga meydanlarında
İslam aşkı için kafa koltukta
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
Yanmayan İbrahim meydanlarında
Dökülmüş kanları toz yollarında
Yaz bahar demeden kış aylarında
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
Hüseyin’in susuz kaldığı çölde
Hüseyin şehit Hüseyin oldu hak yolda
Zeyneb’in feryatlar ettiği yerde
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
Şehitler ölmezler müjde Kur’an’da
Allah’a arzular edilen dilde
Mazlumlar ölünce kara toprakta
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
Açar çiçek çiçek çiçektir şehit
[5] - İmam (a.s)’ın ona öğrettiği dua, “Meşmul” adındaki meşhur bir
duadır; merhum Şeyh Abbas-i
Kummi, o duayı “Mefatih” kitabında nakl etmiştir.