Allah
Teala, kerim ve hekim olduğundan, lütfü gereğince kullarını, imamsız ve
kılavuzsuz bırakmaz şüphesiz.[1] İlk yaratıkla
birlikte Allah’ın tekvinî hidayeti; nefs, içgüdü ve sosyal olmayı da
beraberinde getiren bilinçli yaratığın ortaya çıkmasıyla da, peygamberler
vasıtasıyla O’nun teşriî hidayeti başlamıştır. Yeryüzü var oldukça bu hidayet,
yüce yaratıcının sonsuz lütuf, rububiyet ve uluhiyetinin gereği olarak devam
edecektir.
Söz
konusu teşriî hidayeti üstlenen ilahî kılavuz ve İmamlar, apaçık ortada
oldukları gibi, gerektiğinde gözlerden saklı olarak da bu ilahî vazifelerini
yürütebilirler. Hz. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in, son derece ilginç ve dakik bir
beyanında da ortaya konulduğu üzere, bu saklı durumda İmamın hidayeti, tıpkı
bulutun ardında kalan güneşin, yine de nurlarını saçarak yeryüzünü aydınlatmaya
devam etmesi gibidir.
Sahih
bir hadiste Hz. Resul-i Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih, Ehl-i Beyt
İmamlarını tanıtarak onlar hakkında bilgi verirken, Ensar’ dan Cabir b.
Abdullah, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gaybet döneminde de insanlara fayda sağlayıp sağlayamayacağını sormakta
ve şu cevabı almaktadır:
“Beni
peygamberlikle görevlendiren Rabbime andolsun ki, güneş bulutun ardında
kaldığında bile insanlar ondan nasıl yararlanabiliyorlarsa, gaybet döneminde de
onun -Hz. Mehdi- velayet nurundan aynı şekilde yararlanabileceklerdir.”[2]
İlahî
yol göstericiliğin, insanlara karşı hiçbir zaman kesintiye uğramadığına dair
kutsî bir hadiste de şöyle geçer:
“Ya
Muhammed, bir peygamberin ölümünden bir başka peygamberin gönderilişine kadarki
sürede de, insanların doğru yolu bulabilmesi için, yeryüzünü, benim itaat ve
hidayetimi gösterip öğretecek bir hüccetsiz bırakmam asla. Aynı şekilde,
emirlerimi bilen, hakka davet eden ve insanları yoluma hidayet eden bir
hüccetin olmaması halinde, insanları saptıracak olan şeytanı yeryüzüne
bırakmam. Nitekim bana isyan etmiş olanlara benim hüccetim, tartışmasız delilim
olması ve bahtiyarlara hidayet vesilemin kopmaması için, her kavme bir yol
göstericinin gerekliliğine hükmetmişimdir ben!”[3]
Allah
Teala’nın hüccet-i baliğasının olduğuna, her an ve her zamanda mutlaka ilahî
bir kılavuzun bulunduğuna dair İmam Ali aleyhi’s-selâm da şöyle buyururlar:
“Allah’ım,
yeryüzü elbette ki senin hüccetinden yoksun olmaz asla; bu hüccetin kimi zaman
aşikardır, insanlara görünür; kimi zaman da onlardan gizlenip saklanıverir ve
böylece ilahî dinin delilleri ortadan kalkmamış olur.”[4]
Masum
bir yol gösterici ve kılavuz olmazsa şuurlu varlıkların amellerine şahit olacak
birisi bulunmaz. Oysa Kur’an-ı Kerim birçok ayette, insanlar arasında mutlaka
bir şahidin bulunacağını vurgulamaktadır. Bunlardan bazısını örnek olarak
aktarıyoruz:
- “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve onların da
üzerinde seni şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?”[5]
- “Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların
üzerinde bir şahit getireceğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahit olarak
getireceğiz.”[6]
Aynı
şekilde Hac/78, Hud/17, Yunus/47, Nahl/36, Mü’minun/44. ayetlerinde de aynı
anlamları bulabilmek mümkündür.
Mehdilik
inancının dayandığı temel noktayla ilgili bu kısa açıklamadan sonra, Hz.
Mehdi aleyhi’s-selâm’ın
gaybetiyle ilgili bazı soruların cevaplarına değineceğiz.
1.
Soru:
Mütevatir
hadisler ve İslam ümmetinin de icmasına dayanarak, ahir zamanda zuhur edip,
yeryüzünü zulüm ve kötülükten temizleyerek adaletle dolduracağı bilinen Hz.
Mehdi aleyhi’s-selâm, Hicri Kameri 255’te dünyaya gelmiş
olup, halen hayatta ve gaybette midir; yoksa ahir zamanda mı dünyaya gelecektir?
Cevap:
Hz.
Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in Ehl-i Beyt’inin yolunu izleyen Müslümanların
tamamı ve Ehl-i Sünnet’ten bazı büyük alimler, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın, Resulullah sallâ’llâhu
aleyhi ve alih’in Ehl-i
Beyt’inden, on birinci İmam, Hz. Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın oğlu[7]
olduğuna ve Hicri 255 -bir başka rivayete göre de 256- yılında Nergis Hatun’dan
dünyaya geldiğine inanırlar.
Değerli
babasının Hicri 260’da şahadeti üzerine, İmamet makamına ulaştı. Babasının pâk
naşına cenaze namazı kıldırdığında, dönemin iktidarı İmam’ın dünyaya
geldiğini öğrenerek, onu ortadan kaldırabilmek için çeşitli girişimlerde
bulundu. Ancak, Allah Teala, yeryüzünde kendisinin son hücceti olan Mehdi aleyhi’s-selâm’ı gaybete çekerek halkın gözünden
uzaklaştırıp, canını korudu. Çünkü: “Müşrikler istemeseler de Allah nurunu
tamamlayacaktır!..”
Bu
hususta, Ehl-i Sünnet alimlerinden bir grubu da Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın ahir zamanda dünyaya geleceğini
söylemişlerdir. Buna neden olarak da öne sürdükleri en önemli gerekçe şudur:
Bunca süre zarfında bütün insanların gözünden saklanabilmeyi başarmak, bu güne
değin (1162 yıl geçtiği halde) hâlâ onun yaşıyor olabileceğine ve böylesine
uzun bir hayat sürebileceğine inanmak, kabulü çok güç ve inanılması çok zor,
olağanüstü bir olaydır.
Ne var
ki, birinci gruptaki Müslüman araştırmacı ve tarihçiler, birtakım nasslara
dayanarak, bunun hiç de “imkansız” olmadığını belirtmekte ve şöyle
demektedirler:
Evvela,
birçok “olağanüstü” ve “inanılması pek güç” şeyler vardır ki, bütün Müslümanlar
onlara iman etmektedirler; peygamberlerin mucizeleri ... vs. gibi.
İkincisi,
tarihî kaynaklarla da sabit olduğu üzere, tarihte uzun süre yaşamış başka
insanlar da vardır.
Bunlardan
biri olan Hz. Nuh aleyhi’s-selâm,
Kur’an-ı Kerim’de açıkça bildirildiği üzere sadece 950 yıl kavmine tebliğde
bulunmuştur.[8]
Yine bazı rivayetlerde Hz. Lokman’ın 3500 yıl yaşadığı kayıtlıdır.[9]
Kaldı ki, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dünyaya gelmiş
bulunduğu ve İmam Hasan
Askeri’nin oğlu olduğuna dair de kesin belgeler mevcuttur. Bunlardan bazıları
şöyledir:
a)
Kur’an-ı Kerim ve Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in sünnetinde, yeryüzünün bir lahza dahi
hüccetsiz ve imamsız kalmayacağı, bunun imkansız olduğu açıkça
belirtilmektedir. Nitekim ilk insan olan Hz. Adem aleyhi’s-selâm, Allah Teala’nın ilk peygamberi ve
yeryüzündeki ilk hüccetiydi. Eğer Mehdi aleyhi’s-selâm hayatta değilse, Allah Teala’nın
yeryüzündeki hücceti şuan kimdir?
b) Tarihi belgelerde de kaydedildiği üzere birçok
güvenilir kişi, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dünyaya geldiğine ve İmam aleyhi’s-selâm’ı bizzat gördüklerine dair şahadette
bulunmuşlardır.
c) Ehl-i
Beyt İmamlarının kıyamete değin Resulullah sallâ’llâhu
aleyhi ve alih’in
halifeleri oldukları ve bunların sonuncusunun Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm olduğuna dair Ehl-i Sünnet ve Şia
rivayetlerinde mütevatir olan birçok hadis-i şerif kayıtlıdır. Bu hadislerden
anlaşıldığına göre, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm dünyaya gelmiştir[10],
Ehl-i Beyt İmamlarının On birincisi İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın oğlu olup, gaybete çekilecek ve
gaybeti de uzayacaktır (bununla ilgili 91 hadis rivayet edilmiş),[11]
sonra zuhur edecektir (657 hadisle sabittir), dünyayı adalet ve doğrulukla
dolduracaktır (bu hususta da 132 hadis mevcuttur), İslam dini onun vasıtasıyla
bütün dünyaya yayılacaktır (bu konuda da 47 hadis vardır).
Bu
hadislerde Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm, “Kaim-i Âl-i Muhammedsallâ’llâhu
aleyhi ve alih” “el
Kaimu’l-Muntazar”[12], “Hüccet” ve
“Mehdi” gibi lakaplarla anılmıştır;
ki, bu hadislerin senedi bizzat Hz. Resulullah sallâ’llâhu
aleyhi ve alih ve onun
Ehl-i Beyt’ine ulaşmaktadır. Peygamber sallâ’llâhu
aleyhi ve alih ile Ehl-i
Beyt’inin masum oldukları da, yine Kur’an ve sünnetle sabittir.[13] Asr-ı saadetten bu yana, bu hususta
yüzlerce kitap yazılmıştır.
Bunlar
arasında Ayetullah Safi’nin “Muntahabu’l-Eser” adlı eserinde, çeşitli
İslam mezheplerinin kaynaklarında geçen birçok hadis ve rivayet bir araya
getirilmiştir.
2.
Soru:
Hz.
Mehdialeyhi’s-selâm’ın şimdi yaklaşık 1163 yaşında olması
gerekiyor. Bu rakam olağanüstü bir rakam değil midir? Esasen bu mümkün müdür?
Cevap:
Allah’ın
birliğine inanan muvahhitler, Allah Teala’nın her şeye kadir olduğuna
inanırlar. Bütün bu evren ve evrende geçerli olan nedensellik ilişkileri hep
O’nun iradesiyle gerçekleşmiş ve “ol” demesiyle var olmuştur. Bu yüzden onun
iradesi tabii nedensellik ilkesinden üstün ve bunlara egemendir. O’nun
iradesiyle denizler coşmakta, ateş yanmakta, bitkiler yeşermekte, insan
yaşamakta ve gezegenler kendi yörüngelerinde seyretmektedir. Bütün bu evreni
var eden Allah, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı da uzun süre yaşatmaya kadirdir. Kaldı ki, Hz. Mehdi’nin uzun
süre yaşaması nedensellik kanunların dışında bir şey değildir; sadece nadir ve
adet üstü bir olgudur. Bu konunun daha fazla açıklık kazanması için şu
noktalara dikkat edelim:
a) Kur’an-ı
Kerim’in de açıkça belirttiği üzere Hz. Nuh aleyhi’s-selâm’ın 950 yıl sadece tebliğde bulunup
insanları Allah’ın dinine davet etmiş ve bazı tarihçilerin kayıtlarına göre
2500 yıl yaşamıştır. Akla ve mantığa aykırı hiçbir beyanı bulunmayan Kur’an-ı Kerim
bu konuda açıkça şöyle buyuruyor:
“Andolsun, biz Nuh’u kendi kavmine Peygamber olarak
gönderdik, o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı; sonunda
onlar zulmetmekte devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.”[14]
Tevrat’ta
da Hz. Nuh aleyhi’s-selâm’ın
ömrü 950 yıl olarak geçer.[15]
b)
Kur’an-ı Kerim Hz. İsa aleyhi’s-selâm hakkında şöyle buyurur:
“Ve “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı
gerçekten öldürdük” demeleri yüzünden (onlara böyle bir ceza verdik). Oysa onu
öldürmediler ve onu asmadılar, ama onlara onun benzeri gösterildi. Gerçekten
onun hakkında anlaşmazlığa düşenler kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir
zanna uymaktan başka, buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur, onu kesin olarak
öldürmediler. Hayır, Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür,
hüküm ve hikmet sahibidir.”[16]
Yukarıdaki
ayetin de açıkça ortaya koyduğu üzere Hz. İsa ölmemiş, çarmıha, onun yerine onu
ispiyonlayan adam gerilmiştir. Hz. İsa aleyhi’s-selâm ise Allah’ın bildiği bir şekilde hayatını
sürdürmektedir ve şimdi yaklaşık 2000 yaşındadır. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm zuhur edince, Hz. İsa aleyhi’s-selâm da ona uyarak arkasında namaz kılacaktır.[17]
c) Kehf
suresinin 9-26. ayetlerinde Ashab-ı Kehf’in uzun bir ömür sürdürdüğü
geçmektedir. Aynı manayı taşıyan birçok hadis de vardır.
d) Ehl-i
Sünnet ve Şia rivayetlerinde Hz. Hızır ve Hz. İlyas aleyhi’s-selâm’ın da hâlâ hayatta olduğu ve ahir
zamanda, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kıyamında onların da zuhur edip ortaya çıkacağı geçmektedir.
e)
Buraya kadar anlattığımız evliya ve enbiyaya ilave olarak, Ehl-i Sünnette geçen
birçok rivayette de belirtildiği üzere, ömrü uzun olan bazı kafirler de vardır.
Nitekim rivayete göre “Deccal”, Hz. Resulullah sallâ’ llâhu
aleyhi ve alih döneminde
yaşayan biriydi.
Resulullah
sallâ’llâhu aleyhi ve alih onu bazılarına göstererek ahir zamanda zuhur edip, fesat çıkaracağını ve
sonunda İmam Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından öldürüleceğini bildirmiştir.[18]
Ayrıca,
tarih kitaplarında uzun ömür süren birçok insandan söz edilmektedir. Bu hususta
kitaplar yazılmış, ilmi incelemelerde bulunulmuştur. Merak edenler İbn-i Hatem
Secistani’nin “el-Muammer’un- Ve’l-Vesaya” adlı eserine bakabilirler.
Ayrıca bkz.: el-Asaru’l-Bakiye, Ebu Reyhan-i Biruni; Biharu’l-Envar,
c.53, Allame Meclisi,
Me’sudi,
Murucu’z-Zeheb adlı tanınmış eserinde uzun ömürleriyle tanınan şu
isimleri kaydeder:
Hz.
Adem: 930 yıl
Hz.
İdris: 300 yıl
Hz.
İbrahim: 195 yıl
Cemşid:
600 yıl
Hz.
Şiys: 912 yıl
Hz. Lut:
732 yıl
Mutuşalih:
960 yıl
Hz. Nuh:
950 yıl (Tufandan önce tebliğ süresi).
Bütün bu
rakamlardan da anlaşılacağı üzere, genelde bir insanın ömrünün 150 yılı aşkın
olması olağanüstü karşılanabilse de uzun ömürlülük “imkansız” değildir.
Bütün
bunlar bir tarafa, tıp ve biyoloji uzmanları, insan ömrü için aşılması imkansız
belli bir rakam tayin edebilmiş değillerdir.
Üstat
İbrahim Emini “Adalet Güneşi” adlı eserinin 175-230. sayfalarında Rusya,
Fransa, İngiltere ve diğer tanınmış ülkelerin biyologlarının inceleme ve
raporlarına dayanarak şu sonuçları açıklamaktadır:
1-
İnsanın ömür ve hayatının, aşılması imkansız bir sınırı yoktur. Şimdiye değin
hiçbir bilim adamı “insan ömrü en fazla şu kadar yıldır, bundan sonra yaşamak
imkansızdır ve ölüm kesindir” diye, belli bir rakam ve yıl belirleyememiştir.
Bilakis, Doğulu ve Batılı birçok bilim adamı, gelecekte insan ömrünün çok fazla
uzatılabileceğini vurgulamaktadırlar.
2-
Bitki, hayvan ve insan türleri arasında, diğer hemcinslerine oranla çok daha
fazla yaşayabilen örnekler sık sık görülmektedir.
Bu
istisnalar, ömrün belli bir limiti olmadığını gözler önüne serici niteliktedir.
İnsanların
bugün yaş ortalamasının 100’ü aşmıyor oluşu, bu sınırın aşılmasının imkansız
olduğunu göstermez. Aynı şekilde 150, 170, 250 yıl gibi uzun yaşayabilmiş
insanların varlığı, insan ömrünün aslında belli bir limitle
sınırlandırılmadığını göstermektedir. Bu durumda bir insanın 200 yaşında olması
nasıl mümkünse, 2000 yaşında olması da aynı şekilde mümkündür; bu yaşların her
ikisi de “ortalama”nın üzerinde rakamlardır sadece.
3-
Yaşlanma olayı, önlenmesi imkansız bir hadise değildir, bilakis, her hastalık
gibi yaşlanma da, tedavisi mümkün bir hastalık ve engellenmesi mümkün bir
arazdır. İnsanoğlu bugüne kadar nasıl yüzlerce hastalığın sebebini keşfederek
gerekli tedavi yöntemlerini geliştirebilmişse, gelecekte yaşlanmanın nedenleri
ve ihtiyarlığa sebep olan etkenleri de keşfederek yaşlanmayı önlemenin yolunu
bulacaktır. Bugün birçok genetik uzmanı, gençlik iksirini keşfedebilmenin yoğun
çabası içindedir.
Bundan
dolayı, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın uzun bir ömür sürdürüyor olması, gerçekte hiç de imkansız bir şey
değildir; bilakis bilim, gençlik enerjisini koruyarak, genç ve sağlıklı kalarak
çok uzun bir ömür sürdürmenin pek âlâ “mümkün” olduğunu vurgulamaktadır bugün!
Eğer bu
şahsın varlığı çok gerekliyse ve hiç yaşlanmadan uzun bir hayat sürdürme
zarureti varsa her şeye kadir olan “Kadir-i Mutlak Allah Teala”, kâinatta var
kıldığı çeşitli etkenleri elbette ki bu cihete uygun olarak tanzim edecek ve
böylesine “mükemmel” bir bireyin hayatını sürdürmesini sağlayacaktır.
3.
Soru:
Gaybet
olayı ilahî sünnetlerden midir? Peygamberler ve veliler arasında geçmişte de
benzeri yaşanmış mıdır ?
Cevap:
Kur’an,
hadis ve tarihten elde edilen belgeler, gaybet olayının Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’a mahsus bir olay olmadığını
göstermektedir. Tarihte kısa veya uzun süreli başka gaybetler de vuku
bulmuştur. Bunlardan sadece birkaç örneğe[19]
kısaca değinmekle yetiniyor, daha detaylı araştırmada bulunmak isteyenlere,
ilgili eserlere müracaat etmelerini öneriyoruz:
Bu
konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyle:
“Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve
tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
Musa ona dedi ki: “Doğru yol -rüşt- olarak sana öğretilenden bana da öğretmen
için sana tabi olabilir miyim?” Dedi ki: “Gerçek-ten sen, benimle birlikte olma
sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremezsin. Özünü kavramaya kuşatıcı
olamadığın sırrını bilemediğin şeylere nasıl sabredebilir, tahammül
gösterebilirsin?”[20]
Çok kısa
bir süre Hz. Musa aleyhi’s-selâm ile
birlikte olan bu ilahî velinin çok ilginç bazı özellikleri vardır:
a) Bu
ilahî veli insanlar arasında tanınmadan yaşamaktadır. Allah Teala bizzat
tanıtmadıkça, kimse onunla tanışmamaktadır. Bu da veliliğin, ille de insanlar
tarafından tanınma ve görülme gibi bir şartı olmadığını gösterir.
b) Bu
ilahî veli, insanlarca tanınmamasına ve gözlerden ırak yaşamasına rağmen çağın
olaylarına karşı asla lakayt ve etkisiz değildir; bilakis, Allah Teala
tarafından kendisine lütfedilmiş olan velayet ve yetki sayesinde insanların
mallarına ve canlarına müdahalede bulunabilmekte ve meseleleri gereğince çeki
düzene koymaktadır. Hz. Hızır aleyhi’s-selâm’ın bu konumu ve sahip olduğu geniş yetkileri, onun deldiği gemi, öldürdüğü
insan ve tamir ettiği yıkık duvar hadiselerinden kolayca anlayabilmek
mümkündür.
c) Hz.
Hızır aleyhi’s-selâm’ın sadece kendisi değil, eylem ve
davranışları da normal insanlara görülmemektedir; aksi takdirde, mesela gemiyi
delmesine izin vermezlerdi. Bu nedenle, insanlar onun davranışını ve yaptığı
işi değil, yaptığı işin sonunu ve sonucunu görebiliyorlardı.
d) Daha
da önemlisi, onun kılavuzluk ve hidayet rolüdür. Velayet makamına sahip olarak,
görevlerini ifa etmektedir o; kimi zaman insanların malları ve canları üzerinde
tasarrufta bulunmak suretiyle velayetinin etkilerini ortaya koymakta, kimi
zaman da Hz. Musa aleyhi’s-selâm
örneğinde olduğu gibi, bazı insanları eğitmek suretiyle bu ağır velayet
vazifesini yerine getirmektedir.
Bu
örnekte de açıkça ortaya konulduğu üzere, “çağın velisi” olan zat, yaşadığı
çağın şartlarına göre gizli veya aşikâr olabilmektedir. Aynı şekilde bir
“veli”nin vazifesi olan “insanların idaresi” işi, açıkça yapılabildiği gibi,
gizlice de yürütülebilmektedir. Başka bir deyişle, insanları idare ve hidayet
edebilmesi için velinin ve imamın ille de insanlar tarafından tanınması ve
görülmesi şart değildir. Yine bu örnekten anlaşılacağı üzere, Allah velisinin
görevlerinden olan “insanların idare, yönlendirilme ve hidayet edilmesi işi”,
kimi zaman “bireylerin eğitim ve hidayeti”, kimi zaman da “toplumun eğitimi”
şeklinde tezahür edebilmektedir ki, “bireylerin eğitimi” sırasında Allah’ın
velisinin bütün bireyler tarafından tanınması hiç de gerekmemektedir.
Gaybet
döneminde Hz. İmam aleyhi’s-selâm’ın vazifesi de, tıpkı Hz. Musa aleyhi’s-selâm dönemindeki bu velinin vazifesi gibidir. İmam aleyhi’s-selâm insanlara görünmeksizin ve onlardan saklı
olarak onların, din ve dünya işlerine müdahalede bulunabilmektedir. Liyakat ve
sadakat sahibi insanlarla irtibat kurmakta, önemli ve seçkin şahsiyetlerin
eğitim ve yetiştirilmesiyle uğraşmaktadır.
Hz.
Resul-i Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih, birey yetiştirmekle meşgul olduğu ilk dönemlerde
ferdi sahada, “bize doğru hidayet edilirler” ayetine göre davranıyor ve
bu ayet çerçevesinde çalışmalarını yürütüyordu. Bir süre bu yöntemle tebliğini
sürdürmüş ve daha sonra “kavmine ve yakınlarına bildir” ayetinin nazil
olmasıyla birlikte, toplulukların davetine başlamıştır.
Üstelik,
tebliğe önce gizlilikle başlayan ve daha sonra çalışmalarını alenileştiren ilk
tebliğci Hz. Resul-i Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih de değildir; esasen bu ilahî bir sünnet
ve prensiptir. Allah Teala kimi zaman aleni tebliği, kimi zaman da yetenek
sahibi bireylerin gizlice eğitilmesini emretmektedir.
Bu
örneklerin her ikisi de Hz. Nuh aleyhi’s-selâm’ın hayatında müşahede edilebilir: “...
onlara açıkça ilan ettim ve gizli yollarla da onlara tebliğde bulunma yoluna
gittim ...”[21]
Bu da “onları kendi emirlerimizle hidayete yönelten
önderler kıldık”[22] ayetinin,
peygamberler ve evliyanın sadece aleni tebliğde bulunmadıklarını, ilahî takdir
gerektirdiğinde pek âlâ gizli tebliğle de vazifelerini ifa ettiklerini
göstermektedir.
“Zamanın
Velisi” de gizli ve saklı olabilir; nitekim onun çalışmaları ve eylemleri de
gizlidir ve insanlar bunlardan habersizdirler, ama o tebliğini gizlice
yürütmekte, gizlice feyiz ve fayda ulaştırmaktadır.
İmam ve
ilahî kılavuzlukta bulunan bir velinin, tebliğ ve diğer çalışmalarını ille de,
alenen ve “kesintisiz olarak toplumun içinde ve onlara görülerek” yapmak
zorunda olmadığının bir diğer örneği de Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın gaybetidir.
Kırk
gün boyunca İsrail oğullarını Hz. Harun aleyhi’s-selâm’a bırakarak gaybete çekilen Hz. Musa aleyhi’s-selâm gaybette bulunduğu o dönemde de elbette
ki Allah’ın peygamberi, kavminin imamı ve rehberi olma vasfını korumuştur.[23]
Bu durumda, “gaybetteki bir Musa aleyhi’s-selâm’dan kavmine ne fayda gelebilir?” sorusu gündeme getirilemez. Bu süre
zarfında İmamet ve toplumun rehberlik yetkisinin kendisinden alınmış olduğu
söylenemez. Çünkü Hz. Musa aleyhi’s-selâm, esasen bu vasıf ve kimliği ile Tur’a gitmiş ve ilahî vahiy alabilmek için
sırra kadem basmıştır.”
[1] -
Bkz. Tecrid’ül Kelam: Hace Nasır-i Tusi
ve bu esere yazılan “Şerh-i Kuşçu” ve “Keşf’ul Murad” gibi şerhlerde geçen nübüvvet ve İmamet
konularında bu meseleyle ilgili nakli ve
akli belgeler mevcuttur.
[2] - Kemalu’d Din, Şeyh
Saduk (r.a), Bihar’ul Envar’dan naklen, c. 52, s. 93.
[3] - Kelimet’ullah kelimesi: Seyyid Hasan Hüseyni, 6. bölüm.
[4] - Nehc’ül
Belağa, Vecizeler, No: 147
[5] - Nisa/41
[6] - Nahl/89
[7] - “en-Necm’us
Sakıb”, Mirza Hüseyin Nuri Tabersi.
[8] - Ankebut/104
[9] - Kitabu’l-
Gaybet, s. 79
[10] -
Muntahabu’l-Eser’de bu hadislerin sayısının 214 olduğu kayıtlıdır.
[11] - a.g.e. de bu
hadislerin sayısı 146’dır.
[12] -
Savaiku’l-Muhrika, İbn-i Hacer Heysemi Şafii, İmam Mehdi (a.s) bahsinde.
[13] -
Dadguster-i Cihan, İbrahim Emini, s. 52-59.
[14] -
Ankebut/14.
[15] -
Dadguster-i Cihan s. 203.
[16] - Nisa,
157-158.
[17] - Hadis
kitaplarında bu hususta pek çok rivayet vardır. Nisa 159’da, bütün Ehl-i
Kitab’ın, Hz. İsa (a.s) ölmeden önce ona iman edeceği geçer. Hadiste de, “Hz.
İsa (a.s) Hz. Mehdi (a.s)’ın kıyamında dirilecek veya gelecektir”denir.
[18] - Ehl-i
Sünnetin hadis kaynaklarında (Tacu’l-Usul vb. Eserler) Deccal’le ilgili
konulara bkz.
[19] - Burada
geçen Evliyaullahın 5 gaybet örneği, Üstat Suphani’nin “Sorular ve Cevaplar”
kitabının 212. sayfası ve sonrasından iktibas edilmiştir.
[20] -
Kehf/65-68
[21] - Nuh/9
[22] -
Enbiya/73
[23] -
Bakara/51 ve A’raf/142.