Ehl-i
Beyt mektebine göre, Mehdilik inancı ahir zamanda dünyaya gelmesi beklenen
belirsiz bir kurtarıcıya inanmak değildir. Bu mektebe göre Mehdi babası,
annesi, doğum yeri ve birçok diğer ala-metleriyle tanınan, şu anda hayatta olan
ve yeryüzünün İmamı olup ancak İlahi hikmet gereği gizli bulunan belli bir
şahıstır. Şia, Hz. Adem aleyhi’s-selâm’den ta kıyamete kadar yeryüzünün, asla
Allah’ın hücceti olan mâsum bir önderden yoksun kalmadığına ve kalmayacağına
inanmaktadır.[1]
Şia
mektebi, son peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa sallâ’llâhu aleyhi ve alih’ten
sonra on iki mâsum İmamın geldiğine ve bunların sonuncusunun ise on ikinci İmam
olan Hz. Mehdi olduğuna ve bu İmamın İlahi
vaatlerin gerçekleşmesi, dinin yeryüzüne tamamen hakim olması, hakkın batıldan
tamamen ayrılması ve şartların elverişli hale gelmesi için uzun bir süre
gözlerden saklı kalarak, İmamet görevini yürüteceğini ve sonunda zuhur edip tüm
dünyada adaleti hakim kılacağına inanmaktadır.
Ehl-i
Beyt mektebine göre ismi Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in ismi, künyesi de Resulullah’in künyesi
olan Hz. Mehdi, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın soyundan gelmektedir ve Hz.
Hüseyin’in oğlu Hz. Ali ZeynülAbidin’in oğlu Hz. Muhammed Bâkır’ın oğlu Hz.
Cafer Sadık’ın oğlu Hz. Musa Kazım’ın oğlu Hz. Ali Rıza’nın oğlu Hz. Muhammed
Taki’nin oğlu Hz. Ali Naki’nin oğlu Hz. Hasan Askeri’nin oğludur. Yani Hz.
Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in onuncu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ise Hz.
Hüseyin aleyhi’s-selâm’den olan dokuzuncu torunudur.
Merhum
Şeyh Mufid (Ölm. H. 413) “el İrşad” adlı kitabında şöyle der :
“Hasan
Askeri’den sonra ki İmam, onun oğludur. Onun ismi Resulullah sallâ’llâhu
aleyhi ve alih’ın ismi ve
künyesi de Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in künyesidir. Babasının ondan başka gizli veya
aşikâr bir oğlu olmamıştır. Önceden de açıkladığımız gibi düşmanlardan gizli
bir şekilde onu kendisine halife kılmıştır.
Hicri
255. yılın Şaban ayının 15’inde dünyaya gelmiştir. Annesi cariyedir ve Nergis
diye tanınır. Babası vefat ettiğinde beş yaşında idi; Allah ona hikmeti, Kur’an
ilmini vermiş ve onu alemlere ilahi bir nişane kılmıştır. Hz. Yahya’ya
çocuklukta hikmeti verdiği gibi ona da çocuklukta hikmet vermiştir. Hz. İsa’yı
beşikte peygamber kıldığı gibi onu da çocukluk döneminde İmam kılmıştır.”
İbn-i
Hallekan da “Vefayat-ul A’yan”da şöyle yazar:
“Hz.
Mehdi’nin doğumu cuma
günü, Şaban ayının on beşinci gecesinde Hicri 255 yılında vuku bulmuştur.
Babası vefat ettiğinde beş yaşında idi. Annesinin adı Hamt idi; bazıları ise
annesinin isminin Nergis olduğunu söylemişlerdir.”
Muhammed
b. Ahmed el-Maliki İbn-i Sabbağ, “Fusul-ül Muhimme” adlı kitabının on ikinci
faslında şöyle der:
“Ebu-l
Kasım Muhammed el-Hüccet b. Hasan el-Halis Hicri 255. yılının Şaban ayının on
beşinci günü Surre Men Rea (Samerra) şehrinde dünyaya gelmiştir.”
İşaret
edildiği gibi Hz. Mehdi Hicri Kameri 255 yılında Bağdat’ın 175
kilometre kuzey batısına düşen “Samerra” şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu şehir
“Mu’cem-ul Buldan” kitabının yazarı Himevi’nin yazdığına göre Abbasi
Halifelerinden Mütesim tarafından devlet adamları ve özellikle askerlerin
aileleriyle bir arada yaşamaları için Hicri 220’de bir askeri lojman olarak
inşa edilmiştir.”[2]
İmam
Hasan Askeri ve babası İmam Ali Naki aleyhi’s-selam’ın Askeri
lakabıyla anılmalarının sebebi de bu şehirde yaşadıkları mahallenin Askeri
bölge olması ve Asker mahallesi diye tanınmış olmasıydı.
Çeşitli
muteber nakillere göre Hz. Mehdi dünyaya gelirken doğumundan, babası Hasan Askeri takva, iffet ve paklık örneği olan annesi Nergis
Hatun ve ilim, takva ve iffet örneği olan İmam Hasan Askeri’nin halası Hakime
Hatun’dan başka kimsenin haberi olmamıştır.
Merhum
Şeyh Saduk, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’nin dünyaya gelişini şöyle anlatır:
“İmam
Muhammed Taki aleyhi’s-selâm’ın kızı ve
İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın halası
olan Hakime Hatun diyor ki: “...Ben kardeşim İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın ziyaretine gittiğim gibi onun
vefatından sonra da oğlu İmam Hasan Askeri’nin ziyaretine gidiyordum.
Bir gün
onların yanına gittim. Gün batıncaya kadar İmam’ın yanında oturdum, akşam
olunca, cariyeye seslenerek: “Elbiselerimi getir de ben gideyim” dedim.
İmam
Hasan Askeri: “Halacığım! bu gece bizimle kal.” dedi. “Çünkü bu gece Şaban
ayının yarısının gecesidir. Bu gecede Allah’ın katında değerli ve O’nun hücceti
olan bir çocuk dünyaya gelecektir. Yeri öldükten sonra diriltecek olan odur.”
“O çocuk kimden olacak?” diye sordum; “O, Nergis’ten olacak” diye cevap verdi.
“Ey
benim efendim, dedim, ben Nergis’te gebelik belirtisi göremiyorum.”
O
Tekrar, “Nergis’ten olacak, diğerinden değil” dedi.
Yatsı
namazını bitirdikten sonra iftar ettim, sonra yerime çekildim, ama sürekli
olarak Nergis’in durumunu gözetliyordum.
Gece
yarısı olduğunda namaz için kalktım. Namazımı bitirip Nergis’e baktığımda
uykuda olduğunu ve hiç kıpırdamadan yattığını gördüm.”
Olayın
devamı Musa b. Muahmmed’in nakline göre şöyledir: Hakime Hatun diyor ki:
“Oturup namazdan sonraki zikir ve duaları okuduktan sonra birazcık uyumuşum;
birden kaygıyla yerimden kalktım. Gördüm ki Nergis Hatun uyumuş. Biraz sonra o
da kalktı ve gece namazı kıldı ve tekrar uyudu.”
Hakime
Hatun şöyle devam ediyor: “Fecrin doğup doğmadığına bakmak için dışarı çıktım.
Gördüm ki birinci fecir doğmuş; ancak Nergis Hatun hâlâ uyuyordu. Bu durum kalbimde
şüphe uyandırmaya başladı. Tam o sırada Hz. İmam Hasan Askeri bulunduğu yerden
seslenerek: “Halacığım! Acele etme, çocuğun doğumu yaklaşmıştır.” dedi.
Ben
oturup Elif Lâm Mîm, Secde ve Yasin surelerini okumaya başladım. O sırada
Nergis Hatun’un birden dehşet içerisinde yerinden kalktığını gördüm; onun
yanına koştum, onu göğsüme yasladım. “Allah’ın yardımıyla! Ne oldu, bir şey mi
hissediyorsun?” dedim. “Evet, halacığım” dedi.
“Kendini
toparlamaya çalış, bu, sana vaat edilen şeydir işte” dedim.
Bu halde
ben ve Nergis Hatun uyuklama gibi bir hal geçirdik. Kendime gelir gelmez yeni
dünyaya gelen bebeği düşündüm. Nergis’in
üzerindeki elbiseyi kaldırdım, secde halinde yere kapanmış olan yeni bebeği
kucağıma aldığımda onun tertemiz olarak dünyaya geldiğini gördüm. Öylece onu
babasına götürdüm.”
Mes’udi’nin
nakline göre İmam Hasan Askeri çocuğu sol elinin üzerinde oturttu ve sağ eliyle
de arkasından tutarak “Konuş” dedi. Bunun üzerine Hz. Mehdi konuşmaya
başladı ve: “Eşhedu en la İlahe illallah ve eşhedu enne Muhammed’en
Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alihi ve sellem” dedi.
Sonra
Hz. Emir-ul Mü’minin Ali ve diğer İmamlara salavat getirdi....[3]
Bu
rivayet birçok muteber senetle nakledilmiş ve Ehl-i Beyt mektebinin büyük
alimlerince doğruluğu tasdik edilmiştir. Hatta Ehl-i Sünnet’in de bir çok tarih
ve teracim hususunda eseri olan güvenilir alimleri Hz. İmam Hasan Askeri’nin 15
Şaban ayında Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih ile aynı ismi taşıyan bir çocuğu olduğunu
bildirmişlerdir.
Hz.
Mehdi’yi diğer İmamlardan
ayıran birtakım özellikler vardır. Bu özelliklerden bazısı, bu İmamın doğumuyla
ilgili meselelerdir. Örneğin; İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Hz. Mehdi’nin dünyaya gelmesini düşmanlardan gizli tutmuş
ve sadece güvenilir dostlarına bu olayı bildirmiştir. Bu gibi konuların
nedenini anlayabilmek için o dönemdeki varolan siyasi ve toplumsal şartları ve
özellikle siyasi otoritenin Ehl-i Beyt’e karşı tutumunu incelemek gerekir.
Hz.
Mehdialeyhi’s-selâm’ın doğumu Abbasilerin, hüküm sürdüğü
döneme rastlar. Bu yüzden bu dönemde hakim şartları incelemek için her şeyden
önce Abbasi Halifelerinin Ehl-i Beyt İmamlarına karşı izledikleri politikaya
vakıf olmak gerekir.
Tarih
kitaplarında Abbasilerin hükümranlık süresi ile ilgili olarak kaydedilen olay
ve vakıalara baktığımızda, onların da Ehl-i Beyt’e karşı büyük bir düşmanlık
beslediklerini, onları kendi rakipleri[4] olarak görüp
çeşitli vesilelerle onlara baskı yaptıklarını, halkla ilişkilerini
sınırlandırıp onlara ve dostlarına her türlü zulüm ve eziyeti reva gördüklerini
görürüz. Gerçi Abbasiler, Emevilere karşı kıyamlarında Ehl-i Beyt’in haklarını
savunmayı, Kerbela şehitlerinin intikamını almayı, kendilerine şiar
edinmişlerdi. Ama başa geçtiklerinde onlar da Emevilerin yöntemine uyarak aynı
yolu sürdürmüşlerdir. O dönemde yaşamış olan bir şair Abbasilerin tutumunu
şöyle dile getirmiştir:
Allah’a
ant olsun ki, eğer Ümeyye oğulları zulüm ile Peygamber’in torununu katletmeye
yeltendilerse, kabrini yıkmakla Abbas oğulları da onlara uydular; öldürmekte
onlara yardımcı olmaya muvaffak olmama teessüflerini, kabrini yıkmakla
giderdiler. (Şeyh Tusi, el-Emali)
Hz.
Mehdialeyhi’s-selâm’ın doğumundan takriben on yıl önce başta
bulunan Abbasi Halifesi Mütevekkil’in[5], Ehl-i Beyt’e
karşı kin ve nefreti, o dereceye varmıştı ki, Hz. Hüseyin aleyhi’s-selâm’ın mezarını yıkma emrini vermiş, hatta bu
mezardan bir iz bırakmamak için bir Yahudiden mezar-ı şerifin bulunduğu yeri
sürüp ekmesini istemiştir.[6]
Ebu-l
Ferec İsfahani “Mekatil-ut Talibiyyin”, s.395’de şöyle diyor:
Mütevekkil’in
işlerinden biri de, Hz. Hüseyn’in kabrini yıkmak ve türbesini tahrip ettirmek
idi. Yine o, Hz. Hüseyn’in mezarının ziyaretini önlemek için türbeye giden
yollarda karakollar oluşturmuş ve askerleri Hz. Hüseyn’in mezarını ziyaret eden
birisini bulsalar hemen yakalıyor, öldürüyor veya ağır işkencelere tabi
tutuyorlardı.”
Yine bu
adam (Mütevekkil), Hz. Ali’ye olan düşmanlığı yüzünden, ayyaşlık meclislerinde
maymun sıfatlı bazı uşaklarına, Hz. Ali’nin taklidini yaparak halkı güldürüp
eğlendirmesini emrediyordu.
Mütevekkil’den
sonra yönetime geçen oğlu Muntasır Ehl-i Beyt’e karşı uygulanan zulmü
kaldırmaya çalışmışsa da onun hükümdarlık süresi ancak yedi ay sürmüştür; ondan
sonra Hicri 248’den sonraki yıl başa geçen Mustain ve Mu’taz babalarının
yöntemine yeniden dönüp Ehl-i Beyt’e karşı zulüm ve baskılarını
yenilemişlerdir.
Mu’taz
döneminde Hz. İmam Ali Naki zehirlenip şehit edilmiştir.[7] Bu dönemde
Ehl-i Beyt’e karşı olan baskı o dereceye varmıştı ki, tanınmış kimseler dahi
zalim Abbasi yöneticilerinin korkusundan kızlarını Ehl-i Beyt soyundan gelen
gençlere vermekten sakınıyorlardı.
Örneğin
Hz. Ali aleyhi’s-selâm
‘ın soyundan olan Muhammed b.
Salih, İbrahim b. Müdebbir İsa b. Musa Cehrumi’nin kızıyla evlenmek istediğini
ona bildirdiğinde İsa bu isteği reddederek şöyle dedi:
“Allah’a
yemin ediyorum ki senin soyunu tanımadığın için seni reddetmiyorum; çünkü bu
soydan daha üstün bir soy tanımıyorum. Bu yüzden bu akrabalık herkes için bir
iftihardır. Ama kendi can ve malım hususundan Mütevekkil ve oğlundan
korkuyorum.” (Mekatil-ut Tali-biyyin, s. 604)
Abbasiler,
Ehl-i Beyt’e karşı düşmanlıklarında genellikle bir nevi nifaka başvurmuşlardır.
Bunun nedeni ise, Emevilerin Ehl-i Beyt’e karşı zulüm ve cinayetleri sonucu
Müslümanların Ehl-i Beyt’i savunmaya kalkışması ve bu uğurda çeşitli kıyamların
oluşması ve aralıksız devam etmesiydi. Bu yüzden Abbasiler Ehl-i Beyt’e karşı
açıkça düşmanlıktan kaçınmışlardır.
Bu
siyaset gereği özellikle Me’mun’un döneminden başlayarak bir nevi nifakla Ehl-i
Beyt’i zahirde kendi yanlarında göstermeye ve gerçekte ise her türlü
hareketlerini kontrol altında bulundurmaya çalışmışlar ve istedikleri zaman
zehirleyerek şehit etmişlerdir.
Ehl-i
Beyt İmamlarını zorla Medine’den Abbasi Halifesinin bulunduğu şehre getirmiş ve
çeşitli yöntemlere başvurarak onları da kendi eksenlerinde yer alan kapıkulu
alimlerden biri yapmaya yeltenmişlerdir. Hatta defalarca onları da kendi
ayyaşlık meclislerine çekmeye çalışıp toplumsal mevkilerini kırmak
istemişlerdir.[8] Ama bütün bu komploları yenilgiyle sonuçlandığını ve Ehl-i Beyt’in, hilafet
merkezinde bile gün geçtikçe takva, ilim ve pâklıklarıyla nüfuzlarının daha çok
arttığını görünce zaaf ve acizliklerinin ifadesi olarak İmamları zehirleyerek
şehit etmişlerdir.
İmam Ali
Naki ve İmam Hasan Askeri’nin dönemlerinde bu zulüm, baskı ve işkenceler daha
bir artış göstermiştir. Yirmi sekiz yaşında Abbasiler tarafından zehirle şehit
edilen İmam Askeri aleyhi’s-selâm kısa süren ömrü
boyunca defalarca zindanlara atılmıştır. Zindanda olmadıkları sürede ise askeri
lojmanların bulunduğu Samerra şehrinde göz altında tutulmuşlardır
On
ikinci İmam’ın, Mehdi olduğu hakkındaki hadisler ve Şîa’nın,
İmam Hasan Askerî’yi on birinci İmam olarak tanıması ve bunun tüm Müslümanlar
nezdinde de bilinen on iki halife hadisi vb. hadiselerle de tam bir uyum
içerisinde oluşu, Abbas oğullarının telaş ve korkusunu büsbütün artırmıştı. Bu
durum Abbasi Halifelerini daha bir tedirgin etmiş olacak ki, baskılarını son
iki İmam’ın zamanında daha da artırmıştılar. İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın henüz çocuğu olmamıştı; fakat bu,
doğru muydu? Buna bir türlü inanamıyorlardı. Onun için de İmam aleyhi’s-selâm’ın evleri, daima göz altındaydı; kesin
bir çare olarak İmamı zindana atmayı düşündüler ve Abbasi Halifelerinden
Mühtedî, İmam aleyhi’s-selâm’ı zindana
kapattırarak, Vasif oğlu Sâlih’i de, hâllerini teftişe ve kendisine haber
vermeye memur etmişti; haklarında her türlü zulmü yapması emredilen Salih, İmam
aleyhi’s-selâm’ın tesiri altında kalmış, Mühtedi’ye
gündüzün akşama dek, geceleyin sabaha kadar ibadetle meşgul olan, kimse
hakkında bir söz söyleyemem, duadan, ibadetten başka bir şeyle meşgul olmayan
bir kişi ne yapılabilir ki diye haber göndermişti.
İmam
Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, Mu’temit
tarafından da birkaç kez hapsettirilmiştir. Bu suretle devrin iktidârı, hem
İmam aleyhi’s-selâm’ı Şiilerle görüşmesini önlüyor, hem çocuk
sahibi olmasını engelliyor, hem de göz altında bulunduruyordu. Mu’temit,
zindandaki memurları vasıtasıyla, İmam aleyhi’s-selâm hakkında dâima bilgi almaktaydı; fakat İmam aleyhi’s-selâm’ın ibadet, namaz ve niyazdan başka bir
şeyle uğraş-madığını ona bildiriyorlardı; İmam aleyhi’s-selâm her gününü oruçla geçiriyor ve kendi
evinden gönderilen yemeğiyle, zindandakilerle berâber iftar ederdi.
Zindandakilerden de İmam’a uyarak oruç tutanlar oluyordu.
İmam
Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, bir kere
de Ali b. Otamış adlı birinin murakabesi altında hapsedilmişti. Bu adamcağız,
Alevilere (Ali evlatlarına) pek düşmandı; kafasında, İmam aleyhi’s-selâm’a iyice eziyet etmeyi kurmuştu; fakat
İmam aleyhi’s-selâm’ın heybetiyle beraber güzellikleri,
temkin ve vakarıyla beraber lütuf ve mürüvveti, Rabbine yönelik ibadet ve
itaati, bu zatı şaşırtmıştı; bir gün sonra İmam’ı zindandan çıkarttı, ondan
sonra da Ali evlatlarına karşı inancı değişti ve onların saygı gözeten sağlam
bir kişiliğe sahip oldu.
İmam
Hasan Askeri, son olarak, hicretin 260. yılında hapsedilmişlerdi. Bir gün,
annelerine, “Bu yıl bir eziyete uğrayacağım” buyurmuşlardı. Anneleri, ağlamaya
başlayınca, “Ağlamanın, üzülmenin faydası yok” demişler, o yılın Sefer ayında
memurlar gelip kendilerini almışlar, zindana atmışlardı.
Görüldüğü
gibi, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Abbasiler
tarafından çok şiddetli bir takibe alınmış ve bu yolla İmam’ın evlat sahibi
olmasını kendi akıllarınca önlemek istemişlerdir.
Önceden
de deyinildiği gibi İmam Hasan Askerî, çok ağır bir askeri kontrol altında
yaşıyordu. Defalarca zindana atılmış, öldürülmesi kararlaştırılmıştı; ama her
defasında beklenmedik İlahî bir lütuf sonucu bu komplolardan kurtulmuştu.
İrbili
naklediyor ki: Mu’tez, Said isimli yardımcısına İmam Hasan Askeri’yi Kufe’ye
götürmesini emrettiğinde, Ebu Heysem İmam’a şöyle yazdı: “Sana feda olayım,
bizi endişelendiren ve rahatımızı kaçıran bir haber aldık. İmam Hasan Askeri
cevap olarak: “Üç gün sonra bu endişeden kurtulacaksınız” diye yazdı. Üçüncü
gün Mu’tez öldürüldü.
Bu olayı
İbn-i Şehraşup “Menakıb” adlı kitabında şöyle naklediyor:
Mu’tez
yardımcısı olan Said’e: “Ebu Muhammed’i (İmam Hasan Askeri’yi) Kufe’ye götür ve
yolda boynunu vur” diye emir gönderdi. Bunun üzerine İmam’dan, bu endişeden
kurtulacağımıza dair bir mek-tup elimize ulaştı. Bu olaydan üç gün sonra Mu’tez
hilafetten alınıp öldürüldü.
Mu’taz’dan
sonra başa geçen Mühtedi, İmam aleyhi’s-selâm’ı öldürme düşüncesindeydi, ancak o da amacına ulaşamadan can verdi.
Şeyh
Tusi “Gaybet” adlı kitabında Ebu Haşim’den şöyle naklediyor: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ile birlikte Vasık oğlu Muhtedi’nin
zindanına hapsedilmiştik. İmam bana şöyle dedi: “Ey Ebu Haşim, bu tağut, bu
gece Allah’ın emriyle oynamak ve onu hiçe saymak istiyor. Bu yüzden Allah Teala
onun ömrünü kesecek ve sonrakine verecektir. Şu an benim evladım yok, ama Allah
Teala bana yakın bir zamanda bir oğul verecektir.” (Gaybet, s. 134)
Ebu
Haşim diyor ki: O gecenin sabahı Türk askerleri Muhtedi’ye saldırıp onu
öldürdüler ve Mu’temid onun yerine geçti. Böylece Allah bizi korumuş oldu.
Şeyh
Saduk Muhammed İbn-i Abdullah’tan naklediyor ki:
İmam
Hasan Askeri, Zubeyrî (Bazı görüşlere göre maksat Abbasi Halifesi Muhtedi’dir)
öldürüldüğünde evinden çıkıp şöyle dedi:
“Bu
Allah’ın velilerine karşı gelenlerin cezasıdır. O beni evladım olmadan
öldüreceğini sandı, karşılık olarak da Allah’ın kudretini gördü.”
Ahmed b.
Muhammed b. Abdullah diyor ki: Bundan sonra İmam oğul sahibi oldu.[9]
Mühtedi’den
sonra başa geçen Mu’temid de defalarca İmam’ı hapise atıp eziyetlere maruz
bırakmış ve sonunda İmam aleyhi’s-selâm Mut’emid tarafından zehir verilerek şehit ettirilmiştir.
Bu
durum, bir yönden Firavun’un Benî İsrail soyundan Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın dünyaya geleceği vaadini duyması ve bu
vaadin Benî İsrail’deki önemini bilerek Benî İsrail’in oğlan çocuklarını
öldürtmesi ve bu yolla bu İlahi vaadin gerçekleşmesini önlemesine benzemektedir.
İşte Mehdi
aleyhi’s-selâm, Ehl-i Beyt İmamlarının büyük baskı ve zulüm
altında bulunduğu, zalimlerin bu İmamları kendi askeri karargâhları sayılan bir
şehirde gözaltında tutarak zahirde güvenlik hissettikleri karanlık bir dönemde
Abbasi Halifesinin zulüm sarayının yanı başında Hicri 255. yılının Şaban ayının
on beşinci gecesinde düşmanların gözünden uzak bir şekilde dünyaya geldi ve
böylece Allah’ın kesin iradesi gerçekleşmiş oldu.
Hz.
Mehdi’nin dünyaya
gelişinden sonra, babası İmam Hasan Askeri ancak beş yıl hayatını sürdürebildi.
İmam Mehdi aleyhi’s-selâm Hicri 255
yılında dünyaya geldi, İmam Hasan Askeri ise Hicri 260 yılının Rebiulevvel
ayında Abbasi Halifesi tarafından verilen zehir sonucu şahadete ulaştı.
İşte bu
beş yıl döneminde İmam Hasan Askeri’nin en çok önem verdiği mesele oğlu Hz.
Mehdi aleyhi’s-selâm’ı düşmanların gözünden uzak tutmak, hatta
Abbasi Halifeleriyle çok yakın ilişkisi olan kendi kardeşi Cafer’den bile
gizlemek ve Allah Teala’nın kendisine böyle bir evlat verdiğini saklayarak
onların haberdar olmasını önlemek olmuştur.
Ama
bunun yanısıra, İlahî hüccetin herkes hakkında tamamlanması için takva ve
imanlarıyla tanınmış, herkesin güvendiği, çeşitli bölgelerden olan Ehl-i Beyt
mektebine bağlı büyük şahsiyetlere, böyle bir çocuğunun olduğunu bildirmiş ve
bu mübarek evladını onlara göstererek onların kalplerini mutmain kılmıştır ve
onlara bu haberi güvenilmeyen kimselerden gizlemelerini emretmiştir.
Merhum
Şeyh Mufid İmametle ilgili “el-İrşad” adlı değerli eserinde şöyle diyor:
İmam
Hasan Askeri aleyhi’s-selâm,
kendisinden sonra hak devletini kurmak için beklenilen oğlunu İmam olarak
bıraktı.
Dönemin sultanı, İmamiye Şiasının inancına göre böyle bir İmam’ın geleceği yaygın olduğu ve Şia’nın bu İmam’ın gelişini bekle-diğini bildiği için çok ciddi bir şekilde onu arıyordu. İmam Askeri da bu yüzden oğlunun dünyaya gelişini gizlemiş ve onu hayatı döneminde aşikâr etmemişti. Bu yüzden Ehl-i Beyt mektebinin dışında kalan birçok insan bu İmam’ı tanımamıştır. (Şeyh Mufid “el İrşad”, Hz. Mehdi Bölümü)
Normal şartlar gereğince mütalaa edildiğinde de Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dünyaya gelişinin gizli tutulabilmesine yardımcı olan muhtelif faktörler vardır. Bu faktörlerden biri, İmam’ın annesinin cariye olması ve cariyelerin asıl görevlerinin evlerde hizmetçilik olması hasebiyle du-rumlarının fazla dikkat çekmemesi olmuştur.
Elbette bu gibi hususlarda asıl faktör ve sebebin yenilmez İlahî irade olduğuna dikkat etmek gerekir.
Evet, Musa’yı bulup öldürebilmek için binlerce çocuk öldüren Fira-vun gibi bir zalimin evinde ve onun gözleri önünde Musa’yı koruyup büyüten Allah, İlahî vaatleri gerçekleştirecek olan, son Peygamber’in son vasisi Hz. Mehdi’yi da zalim Abbasi hükümdarlarının hilelerinden korumaya kadirdir.
Yakın ve özel dostlarına gelince, Hz. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Hz. Mehdi’nin dünyaya geldiğini onlara bildirmesiyle hakikati arayanların kurtuluş yolunu bulabilmeleri için sağlam bir vesile ortaya koymuştur:
Şimdi Hz. İmam Hasan Askeri döneminde Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın varlığından haberdar olan bazı şahsiyetleri tanıtalım.
Merhum Şeyh Tusi “Gaybet” adlı kitabında Ali b. Bilal, Ahmet b. Hilal, Muhammed b. Muaviye b. Hakim ve Hasan b. Eyyub gibi Şia’nın önde gelenlerinden şöyle naklediyor: Bir defasında İmam Hasan Asker’i aleyhi’s-selâm’dan ondan sonraki İmam’ın kim olduğunu sormak için toplandık arada geçen konuşmalarından sonra İmam buyurdu ki: “Benden sonraki İmam’ın kim olduğunu sormak için yanıma geldiniz, değil mi?” Biz “Evet” dedik. Biraz bekledikten sonra (İmam evdeki odalarından birine girip) yüzü dolunay gibi olan, İmam Hasan Askeri’ ye çok benzeyen bir çocuk getirdi ve “Bu, benden sonra sizin İmamınız, benim de halifemdir. Ona itaat edin, tefrikaya düşmeyin, yoksa dininiz hususunda helak olursunuz. Ama şunu da bilin ki, bu günden sonra artık onu göremeyeceksiniz; sizler Osman b. Said’in getirdiği sözleri kabul edin, emrine uyun, o İmamınızın sözcüsüdür ve emir onun emridir.” diye buyurdu.
Yine Merhum Kuleyni “Usul-i Kafi”de ve Merhum Şeyh Saduk “Kemal-ud Din” kitabında Ahmed b. Sa’d Eş’ari’den naklediyorlar ki Ahmet şöyle dedi: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın huzuruna çıktım ve ondan sonraki İmam’ın hakkında sordum. İmam: “Ey Ahmed, dedi, Allah Teala Hz. Adem’i yarattığından bu güne kadar ve bu günden kıyamete kadar yeryüzünü hüccetsiz bırakmamış ve bırakmaz da! O hüccet ki, Allah onun vasıtasıyla insanlardan belaları giderir, yağmuru yağdırır ve yerin bereketlerini çıkarır.” Dedim ki “Sizden sonraki, İmam ve halife kimdir? bunu öğrenmek istiyorum.”
İmam hemen kalkıp eve girdi ve yüzü ay gibi parlayan üç yaşlarında bir çocuğu omzunda taşıyarak getirdi ve: “Ey Ahmet b. İshak,” dedi, “Eğer senin Allah yanında ve Allah’ın hüccetleri yanında değerli bir mevkiin olmasaydı oğlumu sana göstermezdim. Çocuğumun ismi ve künyesi Resulullah’ın ismi ve künyesidir. Yerin zulüm ile dolduğu gibi onu adaletle dolduracak olan da budur. Ey Ahmet, onun bu ümmetteki yeri, Hızır’ın ve Zulkarneyn’in yeri gibidir. Allah’a ant olsun ki, o öylesine bir gaybet dönemi geçirecek ki, yalnız Allah’ın, kendisini onun İmameti ve zuhurunun yaklaşması için dua etmeye muvaffak kıldığı kimseler hariç, kimse helak olmaktan kurtulmayacaktır. İmamete inananlardan çoğu da dönecektir. Bizim velayetimiz üzere Allah’ın ahit aldığı, kalbinde imanı yazdığı ve kendi rahmetiyle desteklediği kimseler hariç herkes bu inançtan cayacaktır.”
Sonra şöyle dedi: “Ey Ahmet, bu, Allah’ın emirlerinden bir emirdir. O’nun gizli sırlarından bir sırdır. Sana dediğimi iyice belle ve Allah’a şükredenlerden ol.”[10]
İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dünyaya gelmesinden sonra, bu büyük nimetten dolayı Allah’a şükür amacıyla ve belki de özel dostlarını haberdar kılmak için akike[11] olarak onlarca kurban kesmiştir. İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm için, akike olarak üç yüz koyun kestirip dağıttığı nakledilmiştir.[12]
Yine, Osman b. Said’e; 10 bin rıtl (3276 kg.) et ve 100 bin rıtl ekmek alıp Benî Haşim’e oğlundan akike olarak dağıtmasını emretmiştir.
Yine, ashabından olan İbrahim’e dört koyun gönderip şöyle yazdığı nakledilmiştir:
“Bismillahirrahmanirrahim. Oğlum Muhammed Mehdi tarafından bunu akike olarak dağıt ve kendin de ye! Allah sana esenlik versin ve bulduğun şiilere de yedirt.”[13]
İmam Hasan Askeri, hatta uzak şehirlerde bulunan güvenilir dostlarına bile oğlunun dünyaya geldiğini bildirmiş ve böylece güvenilir in-sanlar vasıtasıyla liyakati olan insanlara bu haberin ulaşmasını sağlamıştır.
Merhum Şeyh Saduk “Kemal-ud Din” kitabında Ahmed b. Hasan İshak Kummî’den şöyle rivayet ediyor:
İmam Hasan Askeri benim büyük babama kendi el yazılarıyla şu içerikte bir mektup yazmış:
“Bizim çocuğumuz dünyaya geldi. Ama sen bunu (bu haberi) halk-tan gizli tut. Çünkü biz de onu en yakın dostlarımızdan başkasına söylemedik. Sana bildirdik ki, Allah’ın bizi sevindirdiği gibi sen de sevinesin. Vesselam.”[14]
Görüldüğü gibi, İmam aleyhi’s-selâm, bazı özel ashabına oğlu İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dünyaya geldiğini haber vermiştir ve bazılarına da bizzat oğlu Mehdi’yi göstermiştir:
İmam aleyhi’s-selâm, ashabından bazılarına da Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ ın nişanelerini tanıtmıştır örnek olarak aşağıdaki kıssayı naklediyoruz:
“Kifayet-ul Mühtedi” kitabının nakline göre Şeyh Muhammed b. Hibetullah Trablusi “el-Ferec ul Kebir” adlı kitabında kendi senediyle İmam Hasan Askeri’nin hizmetçilerinden olan Ebu-l Edyan’dan nak-lediyor ki, İmam Hasan Askeri hastaydı; huzuruna çıktım. İmam birkaç mektup yazıp bana verdi ve “Bu mektupları Medain şehrinde bizim şu dostlarımıza ulaştır” dedi ve sonra da şu sözleri ekledi:
“Bil ki, on beş günden sonra buraya (Samerra’ya) geri dönecek ve benin evimde ağlama sesi duyacak ve benim cenazemi gusül yerinde bulacaksın.”
Ebu-l Edyan: “Ey efendim,” dedim, “eğer böyle büyük bir facia ger-çekleşirse o zaman Allah’ın hücceti ve bizim İmamımız kim olacak?”
“Mektupların cevabını senden isteyen” diye cevap verdi. Ben daha fazla açıklamasını rica edince İmam: “Bana namaz kılacak olan Allah’ ın hücceti ve benden sonra İmam ve Kaim-u bilemir’dir” diye buyurdu. Ben daha fazla nişane isteyince, İmam: “Para kesesinde ne olduğunu bildirendir” diye cevap verdi.
Ebu-l Edyan diyor ki: İmam’ın heybetinden, hangi hemyandan (para kesesinden) söz ettiğini ve hemyanda ne olduğunu sormaya cesaret edemedim.
Samerra şehrinden ayrılarak mektupları Medain şehrine ulaştırdım ve mektupların cevabını alıp geri döndüm, on beşinci gün Samerra’ya ulaştım. İmam’ın bildirdiği şekilde evinde ağlama sesi geldiğini duydum ve pâk vücudunun da gusül yerinde olduğunu gördüm.
İmam’ın kardeşi Cafer de İmam’ın kapısında durmuştu, halk onun etrafına toplanıp ona başsağlığı dileğinde bulunuyordu. Kendi kendime, eğer İmam Hasan Askeri’den sonra İmam bu olursa artık İmamet batıl olur, diye düşündüm; çünkü onun nebiz[15] içtiğine şahit olmuştum. Ama o benden hiçbir şey sormadı ve mektupların cevabını istemedi.
Bu sırada Âkid isimli hizmetçi yanımıza gelip Cafer’e hitaben: “Kardeşini kefenlediler, kalk da ona namaz kıl” dedi. O kalkıp evin içersine girdi ve İmam’ın şiileri de ağlar gözle içeriye girdiler. İmam’ı kefenlemiş, bir tabuta bırakmışlardı. Cafer öne geçti ve namaz için tek-bir getirmek istediğinde buğday renkli saçı kıvırcık bir çocuk öne çıka-rak Cafer’in abâsından tutup çekti ve şöyle dedi “Ey amca! Ben baba-ma namaz kıldırmaya daha evlayım (layığım)” Cafer’in rengi sarardı ve geriye çekildi. O çocuk babasına namaz kıldırdı. İmam Hasan As-keri’yi babası İmam Ali Hadi’nin mezarının yanında defnettirdi.
Sonra bana dönüp “Ey Basri, mektupların cevabını getir” dedi. Mektupların cevabını kendisine verdim ve kendi kendime; “Bu ikinci alamet. “dedim,” Kaldı para kesesiyle ilgili nişane.”
Bundan sonra Cafer’in yanına gittim; Cafer ağlar bir haldeydi. Bu arada orada bulunanların içerisinden Haciz-i Veşşa diye tanınan bir şahıs Cafer’in dilinden bir delil almak için Cafer’e yönelip: “Bu çocuk kimdi?” diye sordu.
Cafer; “Vallahi” dedi “Şimdiye kadar onu görmemişim ve onu asla tanımıyorum.” Bizler mecliste bulunduğumuz sırada Kum’dan gelmiş birkaç kişi meclise girdiler ve İmam Hasan Askeri’yi sordular. İmam’ın dünyadan gittiği onlara söylendi. Onlar İmam’ın yerinde kimin oturduğunu sordular, onlara Cafer’i gösterdiler. Bunun üzerine onun yanına yaklaşıp selam verdiler ve başsağlığı dilediler. Ve sonra dediler ki: “Bizim yanımızda birkaç mektup ve bir miktar da mal vardır, onları kime verelim.” Cafer: “Benim hizmetçilerime” diye cevap verdi.
Kumlular: “Bu mektupları kimin yazdığını ve bizim getirdiğimiz malın miktarını bize söylemelisin ki onları sana verelim” dediler. Cafer öfkelenip ayağa kalktı ve elbiselerini silkerek: “Bunlar, benden gayıptan haber vermemi istiyorlar” dedi. Kum’dan gelen topluluk hayrete düştüler.
Bu arada bir hizmetçi dışarıya çıkıp Kumluları kendi isimleriyle çağırdı ve sonra getirmiş oldukları mektupların kimler tarafından gönderildiğini bir bir söyledi ve sonra şöyle dedi: “Sizin yanınızda bir para kesesi vardır, onda bin dinar bulunmakta, yalnız onlardan on tanesi sahtedir. “Kumlular: Bu hizmetçiyi gönderen kim ise, o İmamdır” diyerek mektup ve paraları o hizmetçiye verdiler. [16]
Ebu-l Edyan ve Kum heyetinde görüldüğü gibi hakkı arayanlar Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı Ehl-i Beyt İmamlarına mahsus olan nişanelerle tanımışlardır. Ve böylece Allah’ın hücceti, hakka ulaşmak isteyenler için tamamlanmıştır.
Ve’l hamd-u lillahi Rabb’il alemin.
[1] - Merhum Kuleyni “Usul-i Kafi”de sahih bir
senetle naklediyor ki, İmam Cafer Sadık aleyhi’s-selâm’a: “Yeryüzü İmamsız
olabilir mi?” diye soruldu. İmam: “Hayır” dedi. “İki İmam bir arada olabilir
mi?” diye sorulunca da: “Hayır, meğer ki biri susmuş olsun.” diye buyurdu.
“Usul-i Kafi”, c. 1, s. 178.
[2] - Himevi, “Mu’cem-ul Buldan” ve İbn-i Esir,
“el-Kamil”.
[3] - Şeyh Saduk, “Kemal-ud Din”, s. 425.
[4] - Merhum Kuleyni muteber senetle, Ehl-i
Beyt’e karşı düşmanlıklarıyla tanınan Abbasi Halifesinin Baş veziri Ubeydullah
b. Hakan ile Ehl-i Beyt’e karşı tavrı babası gibi olan oğlu Ahmed’in arasında
şöyle bir sohbetin geçtiğini oğlunun dilinden nakleder: -“Bunca saygı
gösterdiğin bu şahıs kim idi?”- Bu İbn’ür Rıza diye tanınan Rafizilerin İmamı
Hasan b. Ali’dir. Allah’a andolsun ki, eğer hilafet bir gün Abbasi
Halifelerinin elinden çıkacak olursa Haşimilerden bu şahıstan başka hiçbir
kimse bu makama layık olmaz. Bu şahıs fazilet, iffet, takva, züht, ibadet,
güzel ahlak ve salahıyla bu makama layıktır...” (Kafi, c. 1, s. 504)
[5] - Mütevekkil, Hicri 232 yılında hukümdar
olmuştur.
[6] - Bkz. “Tarih-i Taberi” ve “Tarih-i İbn-i
Esir” Hicri 236 yılının olayları bölümü.
[7] - İmam Ali Naki’nin şehit edildiğini Taberi
Delail-ul İmam adlı eserinde ve Siracuddin Rifai Sihah-ul Ahbar kitabında
yazmışlardır.
[8]- Mutevekkil İmam Ali Naki’yi, meclisinde,
kendisine nedim etmeyi, bunu halka duyurup kadrini, hâşâ, küçültmeyi
tasarlamıştı. Bir gece yarısı, sarhoşken, İmam aleyhi’s-selâm’ı çağırttı. İmam
gelince, kendisini ağırladı, yanına oturttu; kadehi doldurup sundu. İmam
aleyhi’s-selâm: “Allah’a ant olsun ki, henüz etim, kanım, şarapla karışmadı.”
diye buyurdular, bu söz karşısında, meclistekiler, donup kaldılar. Mütevekkil,
şarap kadehini dikip küstahça, öyleyse dedi, bir şiir oku. İmam aleyhi’s-selâm:
“Şiirde de rivayetim azdır” buyurdular. Mütevekkil, aşırı ısrarda bulununca şu
beytleri buyurdular:
Onlar (zalimler), korunmak için dağ
tepelerine tırmandılar;
Güçlü kişilerdi ama o tepeler fayda etmedi
onlara, yenildiler.
Yüceldiler, sonra düşürüldüler; çukurlara
yerleştiler;
Ne de kötü yerlerdi onların yerleştikleri
yerler.
Gömülüp gittiler; sonra da bir feryat eden,
ardlarından bağırdı:
Nerde bilezikleri, nerde taht-taç, nerde
süsler püsler?
Ne oldu o naz-ü naimle beslenen, bezenen
yüzler;
Hani vaktiyle nazlarla, nimetlerle
perdelenirdi o yüzler?
Kabir, bu soruya açık-seçik cevap veriyor da
diyor ki:
Şimdi o yüzlerde kurtlar oynaşmada, kurtlara
yem olmuş o yüzler.
Nice zamandır yediler-içtiler, geçindiler;
Şimdiyse dünya onları yer-içer.
Nice zaman evlerde barındılar; oturup
esenleştiler;
Şimdiyse evlerden de ayrıldılar; ehlinden-eyalinden
de; geçip gittiler.
Bunca zaman hazineler yığdılar, mallar
biriktirdiler;
Derken mallarını-mülklerini düşmanlarına
dağıttılar, gittiler.
Evleri bomboş; içindekilerse mezarlarında
yatıyorlar; göçtüler, göçtüler.”
Mütevekkil, bu şiiri dinleyince, sarhoşlukla
şarap kadehini yere fırlatıp şiddetle ağlamaya koyuldu; meclistekiler de
ağlıyorlardı. Zevk meclisi, yas toplantısına dönmüştü.
Mütevekkil, İmam aleyhi’s-selâm’dan özür
diledi; İmam aleyhi’s-selâm da kalkıp meclisi terk ettiler.
Mütevekkil, İmam aleyhi’s-selâm’ı, Şiilerin
gözünde küçük düşürmek için bir gün, bunca zamandır çalıştım, çabaladım, bir
türlü ona şarap içiremedim dedi. Meclisindekilerden biri, “Kardeşi Musa’yı
çağır; duyduğumuza göre o, içermiş. O da İbn’ür-Rızâ, bu da. Halk ne bilecek?
İbn’ür-Rıza, Halife’yle şarap içmiş diye bir söz yayılsın; İmam’ın içmiş
olduğunu sanacaklar.” dedi. Mütevekkil, bu sözü kabul etti; Musa’yı çağırttı.
İzzetle, ikramla Samerra’ya gelen Musa’yı İmam aleyhi’s-selâm, Vasif köprüsünde
karşıladılar; “Bu adam” buyurdular, “Seninle zevk meclislerinde bulunmak, sana
şarap içirmek, seni ve soyumuzu aşağılatmak için seni çağırttı. Allah’tan kork,
Allah’tan çekin; onunla böyle bir şey yapmaya kalkışma.” Musa; “Beni çağırır,
böyle bir teklifte bulunursa ben ne yapabilirim” dedi. İmam aleyhi’s-selâm,
“Kadrini düşürme; Rabbine isyân etme; sana ayıp-ar getirecek bir harekette
bulunma” buyurdularsa da Musa, gene aynı tarzda sözler söyledi. Bunun üzerine
İmam aleyhi’s-selâm, “Onunla görüşmek istiyorsun ama ebedi olarak onunla
görüşemeyeceksin” buyurdular.
Gerçekten de öyle oldu. Musa, ne zaman
Mütevekkil’i görmeye gittiyse, “Bu gün meşgul; sarhoş olup sızdı; uyuyor” gibi
sözlerle kabul edilmedi; Samerra’da tam üç yıl kaldı; bir kere bile
Mütevekkil’in yanına giremedi; sonunda Mütevekkil öldürüldü ve bu dönem de
bitti (Tenkıyh’ul-Makâl; c. 3, s. 259).
Böyle bir dönemde Abbasi Halifelerinin zulüm
ve fesadından yorulan halk tabii olarak zulüm ve fesattan ve her türlü
pislikten temiz olan Ehl-i Beyt aleyhum’us-selâm’a yöneliyor ve onlara olan
bağlılık ve inançları daha bir pekişiyordu. Bu durumu sezen Abbasi
Halifelerinin tedirginliği, İmamlara olan hınç ve kinlerini iyice artırıyordu.
Abbasi Halifelerinin fesadı ve beyt-ul malı
savurganlığı hakkında tarihe geçmiş bilgiler, kitaplar oluşturacak derecede
çoktur.
Yakut Himevi yazıyor ki:
Mütevekil’in bina ettiği saraylardan
bazıları ve onların maliyeti şöyledir:
1- Aras Sarayı, 30000 dinar.
2- Muhtar Sarayı, 5000000 dinar.
3- Vahid Sarayı, 2000000 dinar.
4- Ca’feri Sarayı, 10000000 dinar.
5- Garıb Sarayı, 10000000 dinar.
6- Subh Sarayı, 5000000 dinar.
7- Melih Sarayı, 5000000 dinar.
8- İtahye Sarayı, 10000000 dinar.
9- Tell Sarayı, 5000000 dinar.
10- Cevsek Sarayı, 5000000 dinar.
11- Berkevar Sarayı, 20000000 dinar.
12- Kelaid Sarayı, 50000 dinar.
Yine Himevi’nin nakline göre, Mütevekkil’in
2500 civarında cariyesi vardı ki yalnız tahta oturma merasiminde 500 cariye ona
hediye edilmişti.
Abbasi Halifelerinin fesatı ve
savurganlıkları eğlence ve ayyaşlık destanları tarih kitaplarının sayfalarını
karartmıştır. Özellikle Mütevekkil ve Mütevekkil’den sonraki dönemde,
Müslümanların halifesi ismini taşıyan bu zatların en belirgin özelliklerinden
biri ayyaşlık ve savurganlık olmuştur.
Oysaki, bu dönemde Ehl-i Beyt soyundan gelen
aileler Abbasi yöneticilerinin baskısı yüzünden, iktisadi yönden felaket
sayılacak bir durumda yaşıyorlardı. Tarihçilerin nakline göre, Medine’de
yaşayan Ehl-i Beyt soyundan gelen birkaç hanımın dışarıda ortaklaşa
kullandıkları tek bir elbiseleri vardı ki, biri onu kullandığında diğerleri
evlerinde perde arkasında kalmak zorundaydılar.
[9] - Kemal-ud Din, s. 430.
[10] - Kemal-ud Din, s. 384.
[11] - Yeni dünyaya gelmiş çocuk için kesilen
kurban.
[12] - Kemal-ud Din, c. 2, s. 106, Tahran
[13] - Bihar-ul Envar, c. 51, s. 28.
[14] - Kemal-ud Din, c. 434
[15] - Hurmadan yapılan bir nevi şaraptır. Ehl-i
Beyt Mektebine göre mest edici her içki gibi necis ve içilmesi de haramdır.
[16] - en-Necm-us Sakıp s. 264