Adalet
kavramı zor anlaşılan bir kelime olmadığı gibi herkesin hemen kavrayabileceği
basit bir sözcük de değildir. İnsanoğlu yüzlerce, binlerce yıl adalete erişmeği
arzulamış, bu hayalle yaşayıp durmuş, ancak zorbalık, baskı, zulüm ve cefâdan
başka birşey elde edememiş. Halâ angaryaya koşulan çocukların iniltileri,
kocalarını adaletsizliğe kurban veren eşlerin, zorla zulüm karşısında boyun
eğdirilen mazlumların sesi, tarihin kulağında çınlamaktadır. Halâ dökülen göz
yaşları, yanık yürekler, göğüslere hapsedilmiş nefesler, merhemsiz yaralar,
sonsuz ümitsizlikler, yorgun ve yönsüz bakışlar, titrek ve güçsüz eller, kuru
ve kırışmış dudaklar, ezilmiş ve ıstırap çekmiş bedenler, tepeden tırnağa zulüm
görmüş insanlar, tarihin her sayfasında yer etmiş acı gerçeklerdir. Bu kadar
karanlık sayfalarıyla tarih yıkılmadan halâ ayakta duruyorsa, içinde defnedilen
onca ıstırabı fısıldayacak bir kulak bulabilmek içindir.
Tarih
boyunca birçok insanın adaleti egemen kılmak, insanların yardımına koşma sloganlarıyla
bu hedefi canlandıranları gördük veya işittik. Fakat, o hayır düşünceli ve
iyilik severlerin adaleti uygulama yolunda ki çalışmaları, çoğu yerde faydasız
veya çok az faydası olmuş ve gerçek anlamda adalet öylece rüyalarda kalmıştır.
Tarih boyunca insan vücudunun bütün parçalarının kendisiyle yoğrulduğu ve onun
gerçekleşmesini beklemekten, bakışlarının yorgun düştüğü bu tatlı rüyanın
yorumlanması, ne kadar da acı ve zor geliyor insana! Defalarca, çeşitli
olayların alarm çanıyla kalp atışları yükselmiş, ama bu tatlı uykudan gözlerini
açıp uyandığında, karşısında müstekbirlerin, zalimlerin cefa ve zulmünden başka
birşey görmemiştir.
Eğer
Peygamberler, İmamlar ve onların izleyicilerinin ortaya koyduğu örnek ve
modeller olmasaydı, insanoğulu için ümit ve bekleyişin de bir anlamı kalmaz,
artık büsbütün ümitsizliğe kapılarak zulüm çarkının işleyişini ve kendisinin bu
çarklar içerisinde inleyişini tarihin zorunlu bir akışı bilerek ona teslim
olurdu. Ama o ilahi insanların kıyamları, her dönemde ümitsizliğe kapılan
insana yeni ümit kapıları açmış ve her şeyden önemlisi ona bu alemin hak üzere
yaratıldığını ve nihai zaferin er-geç her yönüyle hak ve adaletin olacağını
öğretmiştir.
Böylece
biliyoruz ki, tarih sayfaları fazlalaştıkça bekleyiş sayfalarımızın sayısı
azalmaktadır insanlığın kaybettiği ve asırlardır aradığı adaleti
gerçekleştirerek olan o kutlu zat; özü, sözü ve yolu adalet olan Hz. Mehdi
aleyhi’s-selâm’dan
başkası değildir.
Zamanın
imamı Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kıyam ve hükümetinin özellikleri konusunda hiçbir şey “adalet” kadar
açık ve net değildir. Hadislerde onun adaleti yayma özelliği önemle
vurgulanmış, diğer özellikleri için ise böyle bir vurgu söz konusu olmamıştır.
Bu da, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhur dönemindeki hedeflenen ideal toplumun seçkinliğini
göstermektedir.
Çeşitli
hadis kitaplarında, özellikle Şeyh Saduk’un eseri Kemal-ud Din’de onun
adaleti yaymasıyla ilgili yüzlerce hadis kaydedilmiştir. Bu hadislerin
birçoğunda, Hz. Mehdi adaletin kamil tecelli ve mazharı olarak tanıtılmıştır.
Ona verilen “Adaletin Özü” sıfatı gerçekte onun misyonunu ortaya koymaktadır.
Mikyal-ul
Mekarim kitabının yazarı,
değerli eserinde bu konuda şöyle der:
“Adalet”,
İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın en
bariz sıfatıdır. Bu sebeple o Ramazan ayının gecelerinin duasında “Adaletin
Özü” diye tanıtılmıştır. Mesela:
“Ey
Allah! Kıyam edici olan ... ve herkesin beklediği Adaletin Özü olan Veliyy-i
emrine selam et.”[1]
Diğer
yerlerde aynı sıfatın şu tabirle tekrarlandığını görüyoruz:
“Adaletin
evveli ve ahiri.”[2]
“Beklenilen
Kaime ve adaleti açık olan İmam’a selam olsun.”[3]
İdeal
İslam toplumunun yani Hz. Mehdi’nin zuhuruyla dünya genelinde kurulacak
olan toplumun ilk özelliği adalet olacaktır. Bu İmam’ın adaleti en uzak
noktalara ve en ücra köşelere kadar yayılacak, adalet, soğuk ve sıcak hava
akımı gibi evlere kadar girecektir....[4]
Hadislerde,
Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın
adaleti öylesine kapsamlı ve kuşatıcı olarak tanıtılmıştır ki, ister istemez
evrenin, toplumsal hayatın bu nokta ve hedefe ulaşmak için yaratıldığı ve baki
kaldığı düşüncesi insanda uyanıyor. Başka bir ifadeyle; Allah Teala, tarihin
son yapraklarını adalet satırlarıyla süsleyerek bitirmek üzere programlamıştır.
Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa sallâ’llâhu aleyhi ve alih ve ondan önceki peygamberler aleyhum'us-selâm insanları bu ilahi müjdeyle müjdelemiş ve
onlara bunun kesin bir ilahi vaat olduğunu bildirilmişlerdir. Bu ilahi vaadi
vurgulamak için Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur. “Dünyanın ömründen yalnız
bir gün kalsa bile; Allah o günü o kadar uzatır ki, benim Ehl-i Beyt’imden olan
biri gelir ve yeryüzünü adaletle doldurur.”[5]
Bu
adalet sayesinde, hiçbir insan köle ve bağımlı olarak kalmaz.[6] İnsanların yağmalanan hakları onlara geri verilir[7]
ve insanın insanı sömürmesi tamamen ortadan kalkar.[8]
Zulüm ve
haksızlık yapanlardan bu yaptıkları sorulur, zalim ve işinin ehli olmayan
kadılar ve hakimler kendi makamlarından alınır, yeryüzü her türlü ihanet ve
kötülükten temizlenir.[9]
Müstekbirler ve zorbalar cezalandırılır, mahrum ve mustazaflar haklarına kavuşurlar.[10] Artık, hiçbir mazlumun iniltisi boğazında düğümlenmez, hiçbir insan karnı aç olarak uyuma, hiçbir insan, emniyetsizlik ve korku içerisinde yaşamaz.
Bunlar ütopya değil, bizlere verilmiş olan gerçek bir ilahi vaattir. Bizler ibadetlerin en üstünü olan, onu beklemeye davet edilmiş bulunmaktayız; çünkü onu beklemekle, mazlumların kalbini saran ümitsizlik ağı çözülür ve bu ümit sayesinde ezilmiş insanlar dünyanın geleceği hakkında kötümserliği bir kenara atarak, var olan duruma teslim olmamaya ve hakkın yolunda azimle yürümeğe sevk olunur. Bu vaade inanan insan bu yolda yapılan her çabanın verimli bir tohum misali mutlaka yeşerip meyvesini vereceğine inanarak yorulmadan mücadele eder ve bu çabalar neticesinde vaat edilen nihai zafer için müsait ortam oluşturur.
İdeal bir toplum, herkesin refah ve rahatlık içerisinde olacağı, hiçbir fakir ve yoksulun bulunamayacağı, herkesin refah ve nimet içerisinde olacağı bir toplumdur. Bunun için ise bütün servet ve kaynakların insanlar arasında adilane bir şekilde bölüştürülmesi ve diğer yandan da Allah Teala’nın yaratmış olduğu sonsuz imkan ve kaynaklardan yararlanma gücü ve becerisinin istenilen düzeye çıkarılması gerekir.
Hz. Mehdialeyhi’s-selâm’ın zuhuruyla ilgili rivayetlerde insanın maddî istek ve arzularının yapıcı bir çerçevede gerçekleşmesi o dönemdeki ideal toplumun özelliklerinden sayılmıştır. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih bu doğrultuda şöyle buyuruyor:
“Benim ümmetimde Mehdi kıyam edecektir... Onun zamanında insanlar hiçbir dönemde kavuşmadıkları refah ve nimete kavuşacaklardır. (Bu refah bütün insanları kapsayacaktır.) İster iyi olsun, isterse kötü, rahmet bulutları onların üzerine rahmet yağmurunu yağdıracaktır (tabii nimetlerin çokluğuna işaret), yeryüzü yeşerecek, hiçbir bitki ve ağaç ürününü gizlemeyecektir.”[11]
Diğer rivayetlerde de mal çokluğu,[12] nimetlerin fazlalığı, ardarda gelen yağmurlar, hayatın ağır yüklerinden kurtuluş,[13] borçluların borçlarının ödenmesi, insanların zengin oluşu, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın herkese başkalarının bağışına ihtiyaç duymayacakları şekilde bolca bağışta bulunmasından söz edilmektedir.[14] O kıyam ettiğinde bütün bozuklukları düzelteceği,[15] bütün toprakların veriminin artacağı, yeryüzü baştan başa mutluluk ve huzurla dolacağı,[16] yer altı ve yer üstü bütün zenginliklerin insanlar için ortaya çıkacağı yine o dönemdeki bolluk ve refahı anlatmak için Ehl-i Beyt İmamlarından nakledilen tabirler arasındadır.[17]
İnsanoğlunun temel ihtiyaçları arasında özel bir yer kapsayan, en önemli ihtiyaçlardan biri de emniyettir. Elbette bu ihtiyaç, ahlakî emniyet, iktisadî emniyet, hukukî emniyet, sosyal ve ailevî emniyet ... gibi çeşitli boyutlara sahiptir. Zuhurla ilgili bir çok rivayetten anlaşılan, hedeflenen ideal toplumun bir özelliği de emniyet ve güvenin toplumda gerçek anlamda ve bütün boyutlarıyla gerçekleşmesidir.
İmam Sadık aleyhi’s-selâm; “Allah içinizden iman edenlere ... vaat etmiştir: ... Onları yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak ve onları korkularından sonra güvenliğe kavuşturacaktır” ayetinin tefsiriyle ilgili olarak “Bu ayet Kaim ve ashabı hakkında inmiştir.”[18] buyurmuştur.
Hz. Mehdi dönemindeki hakim güvenlik sayesinde bir kadının endişe ve korkusu olmadan dünyanın doğusundan batısına yalnız başına yolculuk edebileceği Ehl-i Beyt İmamlarından nakledilmiştir.
Yani Allah Teala’nın, müminlerin korku ve emniyetsizliğini, emniyet ve güvene çevireceğine dair sözü tam anlamıyla Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhuru döneminde gerçekleşecektir. İnsanlar o zaman her türlü iktisadî, hukukî, ahlakî ve sosyal tasadan uzak bir dünyada huzur dolu bir hayat sürdürecekler. Dolayısıyla, toplumda hakim olan yanlış ilişkiler yüzünden, her insanın hayatında meydana gelen tehlikeli geçit ve dar boğazların ideal toplumda hiçbir yeri yoktur. Bu da ilahi ideal topluma ait bir saadettir.
Batı medeniyeti, insancılık ve hümanizm felsefesi üzerine kurulu olduğunu iddia etmekle birlikte ne hikmetse ilerlemeye sebep olarak kabul edilen insanı, tamamen unutuvermiştir. Bu medeniyet insanın manevi boyutunu göz arda ederek insana sadece bir açıdan bakmış ve yalnız maddî boyutunu hesaba katmıştır. İşte Batının çıkmazı, bu yanlış anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Birkaç asırdır insanın maddî huzur ve rahatlığı için bütün iktisadî, siyasî formüller ilmî ve teknik güçler hizmete alındı ve tüm maddi imkanlar insanın dünyevî huzurunu sağlayabilmek için seferber edildi. Ancak, bütün bu çabalara rağmen Batı insanı hiçbir huzur bulamamakta, dünyayı dar, karanlık ve soğuk görmekte ve kendisinin onda, küçük ve çürük olduğunu hissetmektedir. Bu düzenin içindeki eleştiricilere göre bu akım, insanın yok olmasından başka bir şeyle sonuçlanmayacaktır. Bunu, Batı düzeninin Fransız eleştirmenlerinden biri olan Ruje Dupaskiye şöyle dile getiriyor:
“Hareketinin başlangıcında “insancıl” olmak isteyen, insana her şeyin başlangıcı sıfatını veren bu medeniyet, şimdi böylesine bir şaşkınlığa düşmüştür. Günümüzde, insan mefhumu içeriğini yitirmiştir. Her durumda, kendini “insancıl” diye tanıtan medeniyetin, insanı küçük düşüren, aldatan ve sonunda yok eden bir düzen olduğu ortaya çıkmıştır. Bu medeniyet, insanı, bir üretim ve tüketim makinesine dönüştürerek küçümsemiştir.”
Ama İslami anlayışta Hz. Mehdi’nin zuhuruyla öngörülen ideal toplumda, daha önce söylendiği gibi, sadece maddi rahatlıktan, servet ve maddî refahın bolluğundan söz edilmemektedir. Bu toplum mimarlarının gözünde insan sadece bedensel değil, çeşitli boyutlara sahip olan bir varlıktır. Tekamül ve ilerlemesi de bütün boyutlarını kapsayacak bir şekilde eşit olarak gelişmesine bağlıdır. Hz. Mehdi’nin zuhur döneminin en önemli toplumsal projelerinden biri insanların ruhlarını eğitmek, ahlak ve manevi erdemlerini yüceltmektir.
İdeal toplum, adalet toplumu olmak, birlikte, refah ve güven toplumudur da; eğitim ve yetiştirme toplumu olmanın yanı sıra insanî fazilet ve erdemlerin egemen olduğu bir toplumudur da. O ortamda, salih insanlar yetişir. Orada, insanların maddi zenginliğe kavuşmanın yanı sıra kalbî ve manevî zenginlik de elde ederler,[19]insanlar servet bolluğuyla birlikte, ahlakî güzellikler ve insanî faziletlerin zirvesine de ulaşırlar.[20] Kinler kalplerden kazılır,[21] sosyal ilişkilerde yalan, hile, kalleşlik gibi sıfatlar yerlerini doğruluk, dürüstlük ve muhabbet gibi sıfatlara bırakır. İşte böyle bir toplumda, refah, adalet ve emniyet de gerçek anlamını bulur. İnsana böyle kapsamlı bir bakışa sahip olunmadıkça ve onun gerçek kimlik ve kişiliğinden haberdar olunmadıkça Allah’a ve kıyamete iman sayesinde insanda oluşan olgunluk dikkate alınmadıkça, “ideal toplum” kurma insanın sadece rüyasında kalacaktır.
Hz. Mehdialeyhi’s-selâm’ın zuhur dönemi, ilim ve bilginin zirvesine ulaştığı dönemdir. O gerçek kurtarıcının gelişiyle zulüm ve haksızlık, adalete; toplumsal düzensizlik, toplumsal düzene; cahillik ve bilinçsizlik, ilim ve bilgiye dönüşecektir; evren adalet düzen nuruyla aydınlanacaktır.[22]
O, kitlelerin aklî güçlerini, algılarını mükemmelleştirmek için gelecektir.[23] Asırlar boyu perde arkasında kalan ilim, bilinç ve öğrenim birikimini ister kadın olsun, isterse erkek, bütün insanların varlıklarının derinliklerine kadar yaymak için gelecektir.[24]
İmam Sadık aleyhi’s-selâm bir hadiste şöyle buyurur:
“İlim (maksat, doğal ve tekniksel bilimlerin de içinde yer aldığı bütün bilimlerdir) yirmi yedi kısımdır. Peygamberlerin insanlar için getirmiş oldukları ilimler iki kısımdan fazla değildir. İnsanlar şimdiye kadar, o ikisinin dışındakileri tanımış değillerdir. Ama bizim Kaim’imiz kıyam edince -geriye kalan- yirmi beş kısmını açığa çıkaracak ve insanlar arasında yayacaktır. O ikisi de, yirmi beşine eklenerek yirmi yedi tamamlanmış olacak.”[25]
Bu hadis, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhur döneminde ilmin olağan üstü bir şekilde gelişeceğini göstermektedir . Yapıcı ve faydalı ilimlerin tamamı, bütün dallarıyla insanların yüzüne açılacak, beşerin binlerce yıl boyunca aldığı yolun, kısa bir zamanda on iki kat fazlası kat edilecektir. Bundan daha geniş ve daha büyük bir gelişme düşünülebilir mi?
Başka bir hadiste İmam Muhammed Bâkır aleyhi’s-selâm’dan şöyle nakledilir:
“Kaim’imiz kıyam edince Allah Teala onun elini kullarının başları üzerine tutacak, onunla insanların aklını mükemmelleştirecek, düşüncelerini yetiştirerek kamil kılacaktır.”[26]
Bu hadis bir önceki hadisi tamamlamaktadır. Yani, Hz. Mehdi aleyhi's-selâm’ın kılavuzluğuyla onun eli altında beyinler kemal doğrultusunda ilerleyecek, düşünceler olgunlaşacak, birçok çelişki, anlaşmazlık ve katılığa sebep olan dar görüşlülük, son bulacaktır.
Açık fikirli, geniş ufuklu, İleri görüşlü ve yüce gayretli bir toplum doğal olarak bütün sorunları hallederek, barış ve samimiyet dolu bir dünya kuracaktır.
Böylece, herkesin refah, huzur ve güvence içinde yaşayabileceği ve ilahi erdemlerin gönül ve davranışlara egemen olacağı samimiyet ortamında insanların kemale doğru ilerlemesi sağlanacak ve Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhuruyla toplumsal hayatın nihai hedefi en mükemmel şekilde gerçekleşecektir.
İşte bunlar, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhur döneminde gerçekleşeceği vaat edilen ideal toplumun en belirgin özellikleridir.
[1] -
Mikyal-ul Mekarim fi Fevaid-id Dua-i li-l Kaim; Mirza Muhammed Takiyy-i
Musevi-i İsfahani, s. 118.
[2] -
Kemal-ud Din ve Temam-un Ni’met, Şeyh Saduk.
[3] -
Mefatih-ul Cenan, Şeyh Abbas Kummî, Sahib-ul Asr Ziyareti, s. 1055.
[4] -
Bihar-ul Envar, Allame Meclisi, c. 52, s. 362.
[5] -
Kemal-ud Din, s. 318.
[6] -
Bihar-ul Envar, c. 52, s. 224 - 225.
[7] -
a.g.e.
[8] -
a.g.e, c. 51, s. 57.
[9] -
a.g.e.
[10] - Kasas/5.
[11] - Bihar-ul Envar, c. 51, s. 78.
[12] - a.g.e. c. 51, s. 88.
[13] - a.g.e. c. 51, s. 123.
[14] - a.g.e. c. 52, s. 390.
[15] - Kemal-ud Din, s. 331.
[16] - Bihar-ul Envar, c. 10, s. 104.
[17] - a.g.e. c. 10, s. 104.
[18] - el-Gaybet, s. 240; Nur suresi, 55. ayetin
tefsirinde.
[19] - Bihar-ul Envar, s. 51, s. 84.
[20] - a.g.e, s. 123.
[21] - Muntehab-ul Eser, s. 374.
[22] - Bihar-ul Envar, c. 75, s. 51.
[23] - Asr-ı Zindegi, Muhammed Hekimî, s. 223.
[24] - Kitab-ul Gaybet, Nu’manî, s. 239.
[25] - Bihar-ul Envar, c. 13, s. 187, Eski
baksı.
[26] - a.g.e. c. 13, s. 851.