Ali (a.s)’ın yüksek ilmî bir makama sahip oluşu ve Peygamberin tüm ashabı içinde herkesten daha bilgin olduğu ispatlanması zor olan öylesine belirsiz bir konu değildir. Aksine oldukça açık ve bilinen bir husustur. Ama buna rağmen bu husustaki vesvese ve şüpheleri yok etmek için aşağıdaki üç metottan biri izlenebilir:
İlk etapta Ali (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’e eşsiz yakınlığına ve özel konumuna işaret etmek gerekir. Ayrıca Hz. Ali (a.s)’ın büyük ilmî şahsiyetinin Peygamber (s.a.a)’in tarafından aracısız ve direkt öğretimleri vasıtasıyla oluştuğu gerçeğini de beyan etmek gerekir. Hz. Ali (a.s) daha çocuk yaşta iken, risalet beşiğinde terbiye oldu. Nitekim bizzat kendisi Kasıa adlı hutbesinde bu gerçeği şöyle beyan etmektedir: “Resulullah’a ne kadar yakın olduğumu, yanında nasıl bir yere ulaştığımı bilirsiniz. Çocukluğumda beni bağrına basar, yatağında yatırır. Lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne yaptığımda bir kötülük bulmuştur. Allah, sütten kesildiği andan itibaren meleklerin büyüklerinden birini ona arkadaş etmişti; O melek, ona gece gündüz yüceliklerin yolunu, âlemin güzel ahlakını öğretirdi. Ben de yavrusu devenin ardından nasıl giderse onu öylece takip ederdim; her gün huylarından birini öğretir, ona uymamı isterdi. Her yıl Hira dağına çekilirdi; onu ben görürdüm; benden başkası da görmezdi. O gün İslam Resulullah ve Hatice’nin evinden başka hiçbir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım.
O’na vahiy geldiği zaman, şeytanın feryadını duydum da “Ya Resulullah! Bu feryat nedir?”dedim. “Bu kendisine kulluk edilmesinden ümidi kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor; gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin; vezirsin ve hayır üzeresin” dedi” [1]
Evet böylece bu mektebe layık öğrencinin yüce şahsiyeti şekillendi; ve o hayatının bütün aşamalarında Peygamberle omuz omuza ve onun yanında yer aldı. Peygamber (s.a.a)’in ilim ve sırlarının büyük hazinesinden istifade etti. Bu seçkin öğrenci, öğrenmek için her fırsatı değerlendirmekte idi. Peygamberin de ona öğretmeye olan özel ilgisini yine Hz. Ali’nin (a.s) şu sözlerinden anlamak mümkündür:
“Ben Peygambere bir şey sorunca beni bilgilendiriyordu. Ben sessiz kalınca da O konuşmaya başlıyordu.” [2]
“Her gün iki defa, sabah ve akşam olmak üzere -özel olarak- Peygamberin huzuruna varıyordum.” [3]
“Allah’a yemin olsun ki, inen bütün ayetlerin ne hakkında, nerede ve kimin hakkında nazil olduğunu biliyorum. Allah bana düşünen, sorgulayan bir kalp ve açık bir dil vermiştir.” [4]
“Ashab, Resulullah’dan her şeyi soran ve açıklama isteyen bir konumda değildi. Öyle ki bir Arap Bedevi’nin gelip Peygambere sormasını ve bu vesileyle ilgili konunun açıklamasını duymalarını istiyorlardı. Ama ben öyle değildim. Aklıma gelen her şeyi Peygambere soruyordum ve duyduğum her şeyi de ezberliyordum. [5]
Necva hadisleri de Hz. Ali (a.s)’ın Peygamber (s.a.a) ile yaptığı uzun sır konuşmalarını beyan etmektedir. Tirmizi, Menakıb-ı Ali bâbında şöyle rivayet etmektedir: “Resulullah (s.a.a) Taif günü Ali (a.s)’ı yanına çağırdı; ve kulağına eğilip uzun süre bir şeyler söyledi. Bazıları, “Bu gizli konuşmanız ne kadar da uzun sürdü?” diye sorunca, Peygamber şöyle buyurdu: “Bunu kendi başıma yapmış değilim; Allah böyle istediği için yaptım.” [6]
Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’den ilim öğrenme hususunda bir an olsun boş durmuyordu. Necva ayeti [7] nazil olduğunda Hz. Ali (a.s)’ın bir dinarı vardı. Bu dinarı on dirheme çevirdi; ve Peygamberden on ilmî mesele sordu. Her defasında bir dirhemini sadaka olarak verdi. Sonunda da bu ayet nesh oldu. Bu ayet nesh olmadığı müddetçe Ali dışında hiç kimse bu ayete amel etmemiştir. Hz. Ali sürekli öğrenme aşkı ile yanıyor ve şöyle buyuruyordu: “Allah’ın Resulü bana her birisinden bin kapı açılan tam bin ilim kapısı öğretti.” [8]
Peygamber (s.a.a) ömrünün son anlarında da Ali’yi yanına çağırarak başını kucağına koydu ve hayata veda edinceye kadar da kendisiyle gizlice konuşmalarını sürdürdü. [9]
Bütün bu beyan ettiğimiz hususlar Ali (a.s) dışında sahabeden hiç kimse için mümkün olmamıştır; ve bunlar ebedi olarak da sadece Hz. Ali (a.s)’a özgü olarak kalmıştır.
Hadis kaynaklarında Hz. Ali (a.s)’ın ilmî üstünlüğünü beyan eden sayısız nas ve hadislerle karşılaşmaktayız.
Peygamber (s.a.a) onu ilim şehrinin kapısı; insanların en bilgini; ahkâm ilminin en âlimi ve ümmete sünneti açıklayan kimse olarak tanıtmaktadır. Aşağıda bu konuyu açıklığa kavuşturan bazı hadislere işaret edelim. Peygamber şöyle buyurmuştur:
-Ben ilim şehriyim; Ali ise
kapısıdır. İlmi isteyen kimse
kapıdan girmelidir. [10]
-Ben hikmet eviyim; Ali ise kapısıdır. [11]
-Ali benim ilmimin kapısıdır; ve benden sonra uğruna gönderildiğim şeyi
beyan eden kimsedir. [12]
-Ey Ali, sen benden sonra ümmetin ihtilafa düşeceği hususları beyan edecek
kimsesin. [13]
-Peygamber (s.a.a), Fatıma (a.s)’a şöyle hitap etmiştir: “Eşin (Hz. Ali),
ümmetin en hayırlısı, ilim açısından en bilgini, hilim ve sabır açısından en
üstünü ve İslam’ı kabul açısından insanların ilkidir.” [14]
-Ali, ilmimin kapısıdır. [15]
-En iyi hüküm vereniniz Ali’dir. [16]
Bütün bu hadisler bize ümmetin en bilgininin Ali (a.s) olduğunu açık bir
şekilde göstermektedir.
Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra gelişen olaylar içinde fırsatçı bir
teşebbüs neticesinde vesayet ve hilafet hakkı Ali (a.s) ve hanedanından
alınmış, ama ümmetin onun bitmeyen ilim sermayesine olan ihtiyacı devam
etmiştir. Bu ışık saçan güneş hiç bir zaman parıldamaktan ve ışık saçmaktan
geri kalmamıştır. Tarihin de tanıklık ettiği gibi ilk üç halife hüküm, siyaset
ve savaş stratejileri hususunda ona ihtiyaç duymuşlardır. Özellikle ikinci
halife sürekli
“İçinde Ali’nin olmadığı bir sorunla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım” [17]
“Eğer Ali olmasaydı şüphesiz ki rezil rüsva olurdum”
“Eğer Ali olmasaydı helak olmuştum” sözlerini tekrarlamıştır.
Ashabın bir çok bilginleri kendilerini Hz. Ali (a.s)’ın sonsuz ilminin
öğrencisi kabul ediyorlardı. İbn-i Abbas şöyle diyordu: “Benim ve ashabın
ilminin, Ali (a.s)’ın ilmi karşısındaki konumu bir damlanın yedi deniz
karşısındaki konumu gibidir.” [18]
Ayrıca şöyle diyordu: “Allah’a and olsun ki, ilmin onda dokuzu Ali’ye
verilmiştir. Geri kalan onda biri hususunda da Ali insanlarla ortaktır.” [19]
Abdullah bin Mesut şöyle diyordu: “Şüphesiz ki Kur’an yedi harf üzere nazil
olmuştur. Her harfin bir zahiri ve bir de batını vardır. Kur’an’ın zahir ve
batın ilmi ise Ali’nin yanındadır.” [20]
Yine şöyle diyordu: “Ali, Peygamber (s.a.a)’den sonra insanların en
bilginidir. Onu sürekli akan bir deniz gibi gördüm.” [21]
Said bin Museyyib ise şöyle diyordu: “Ali’den başka insanlardan hiç kimse
“istediğinizi bana sorun” diyememiştir.”
Ebu Tufeyl ise şöyle demiştir: “Ali (a.s)’ın halka şöyle hitap ettiğine ben de şahidim: “Bana istediğinizi sorunuz, Allah’a and olsun ki kıyamete kadar olacak her neyi sorarsanız cevaplarım. Bana Allah’ın kitabını sorunuz, Allah’a and olsun ki bütün ayetlerin tek-tek, gece mi veya gündüz mü, çölde mi ya da dağda mı nazil olduğunu bilirim.” [22]
[1] - Nehc’ül-Belağa 190. Hutbe (Kasıa Hutbesi)
[7] - “Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman
bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz.” (Mücadele/12)
[10] - El- Cami’us-Sağir 1/415, Sevaik’ul Muhrika 73
Tehzib’ut-Tehzib 6/320 ve Müstedrek-i Hâkim 3/126
[11] - El-
Cami’us-Sağir 1/415 “İlim şehri” hadisi, Sıhah, Sünen ve Müsned kitap
yazarlarının mütevatir olarak rivayet ettikleri hadislerden biridir. Allâme
Eminî (r.a) el- Gadir kitabının altıncı cildinde bu hadisi nakleden 143 Ehli Sünnet muhaddisinin adını
zikretmektedir. Bu cümleden Hâkim, Müstedrek’de; Abdurrezzak, Musennef’de;
Ahmed bin Hanbel, Menakib’de; Tirmizi, Sahih’de; İbn-i Cerir, Tehzib’ul
Asar’da; Taberani, Mu’cem’ul Kebir’de; Hatib, Tarih-i Bağdat’da; İbn-i Abdulbir
İsti’ab’da; Hatip Harezmi, Menakıb’de; İbn-i Esir, Cami’ul-Usul’da; Cezeri,
Usd’ul-Gabe’de; Suyuti, Cami’us-Sağir’de; Muttaki Hindi, Kenz’ul-Ummal’da;
İbn-i Esakir, Tarih-i Dimeşk’te…burada adını zikretmediğimiz daha bir çok
muhaddis de bu hadisi kitaplarında beyan etmiş sahih veya hasen olarak kabul
etmişlerdir.