Gadir Sayfası
Ey, kulların
acımadığı kimseye acıyan; ey, kentlerin kabul
etmediği kimseyi kabul eden; ey, kendisine muhtaç olanları
küçültmeyen; ey sürekli kendisinden bir şeyler isteyenleri nasipsiz
bırakmayan; ey, kendisine doğru kılavuzluk edenleri reddetmeyen;
ey, ithaf olunan küçük şeyi de kabul buyuran; ey, hoşnutluğunu
kazanmak için yapılan az ameli de ödüllendiren; ey, az amele büyük
karşılık veren; ey kendisine yaklaşana yaklaşan; ey
kendisinden yüz çevireni kendisine doğru çağıran; ey nimeti
değiştirmeyen, cezalandırmakta acele etmeyen; ey, iyiliği
kat kat artıran, kötülüğü bağışlayıp ortadan
kaldıran! Arzular, kereminin sonuna ulaşmadan hacetlerine
kavuştu; dilek kapları bol bağışınla hemen
doluverdi; sıfatlar, seni anlatamadan dağılıp gitti. Çünkü
her yücenin üstünde en yüce yücelik ve her ululuğun üstünde en onurlu
ululuk sana aittir. Her büyük, senin katında küçüktür; her onurlu, senin
onurunun yanında hakirdir.
Senden başkasına
gidenler eli boş geri döndüler; senden başkasını arayanlar
hüsrana uğradılar; senden başkasına konuk olanlar mahvolup
gittiler ve senin fazlından nimet isteyenlerin dışında
diğer nimet isteyenler kıtlığa duçar oldular.
Kapın isteyenlerin
yüzüne açık; ihsanın dileyenler için mubah; imdadın imdat
isteyenlere yakındır. Sana ümidi olanların ümitleri boşa
çıkmaz; ihsanını isteyenleri mahrum bırakmazsın;
mağfiretini dileyenleri azabına duçar
etmezsin.
Sana karşı gelip
muhalefet edenlerden rızkını esirgemezsin; seninle
düşmanlık edenlere hilminle davranırsın; kötülük yapanlara
iyilik yapmak âdetindir; haddi aşanlara mühlet vermek sünnetindir. O kadar
mühlet verirsin ki, mühletine aldanarak, hakka geri dönmez, batıldan el
çekmezler. Oysa sen, emrine dönmeleri için onlara mühlet verir; saltanatının
sürek-liliğine güvendiğin için onları hemen
cezalandırmazsın. Sonuçta; saadet ehlinden olanları saadete
kavuşturur, şekavet ehlinden olanları şekavetle baş
başa bırakırsın. Hepsi de sonunda hükmüne dönecek, emrine
boyun eğecektir. Uzun süre onlara mühlet verişin
saltanatını gevşetmez; onları cezalandırmakta acele
etmeyişin aleyhlerindeki açık kanıtını geçersiz
kılmaz.
Kanıtın dimdik
ayaktadır, geçerliliğini kaybetmez. Saltanatın sabittir, zevali
olmaz. O halde, sürekli azap, senden yüz
çevirenindir; hor edici ümitsizlik, senden ümidini kesenindir ve en kötü
bedbahtlık, müsamahana aldananındır. Böyle biri azabında ne
de çok bocalayıp duracak; cezanı çekmesi ne de uzun sürecek;
kurtuluşla arası ne de uzak, içinde bulunduğu durumdan
çıkması ne de zor olacak! Bütün bunlar, adil yargınla, insafa
dayalı hükmünle olacak, kim-seye zerre kadar zulmedilmeyecek. Çünkü sen
daha önce kanıtlarını sergilemiş, mazeretlere yer
bırakmamışsın; cehennemden korkutmuş, cennete
teşvik etmişsin; örnekler vermiş, kıssalar
anlatmışsın; uzun süre mühlet vermiş,
cezalandırmayı geciktirmişsin; oysa hemen cezalandırmaya
kadirdin. Süre tanıman âcizlikten, mühlet vermen gevşeklikten, azap
etmekten sakınman gafletten, beklemen iyi geçinme isteğinden
değildir. Böyle yapıyorsun ki, kanıtın daha
açık, keremin daha kâmil, ihsanın daha bol, nimetin daha eksiksiz
olsun. Bu, şimdiye kadar böyle olmuş, böyle devam edecek.
Kanıtın bütünüyle
anlatılmaktan çok daha yüce; büyüklüğün künhüyle belirlenmekten çok
daha yüksek; nimetin tamamıyla sayılmaktan çok daha fazla ve
ihsanın en azının bile şükrü yerine getirilmekten çok daha
büyüktür. Suskunluk, seni övme gücünü almış benden; çekingenlik, seni
ululamaktan âciz kılmış beni. Yapabileceğim en fazla
şey, Tanrım, aczimi itiraf etmektir. Bu yüzden kapına
gelmiş, ihsanını dilenmekteyim.
O halde, Muhammed ve âline salat eyle ve
râz u niyazımı işit; duamı kabul buyur; günümü
başarısızlıkla sonuçlandırma; isteklerim hususunda
reddetme beni; katından ayrılışıma ve tekrar sana dönüşüme
değer ver. Hiç kuşkusuz, sen, dilediğini yapmakta güçlük çekmez,
istenenden âciz kalmazsın. Çünkü sen, her şeye kadirsin. Günahlardan
sakınmamız, itaate güç bulmamız ancak yüce ve büyük
Allahın yardımıyladır.
ثُمَّ
اسْتَقْبَلَ
الْقِبْلَةَ،
وَفي يَوْمِ
الْجُمُعَةِ،
فَقالَ:
يا
مَنْ
يَرْحَمُ
مَنْ لا
يَرْحَمُهُ
الْعِبادُ،
وَيا مَنْ
يَقْبَلُ
مَنْ لا
تَقْبَلُهُ
الْبِلادُ،
وَيا مَنْ لا
يَحْتَقِرُ
أَهْلَ
الْحاجَةِ
إِلَيْهِ،
وَيا مَنْ لا
يُخَيِّبُ
الْمُلِحِّينَ
عَلَيْهِ،
وَيا مَنْ لا
يَجْبَهُ
بِالرَّدِّ
أَهْلَ
الدّالَّةِ
عَلَيْهِ،
وَيا مَنْ
يَجْتَبي
صَغِيرَ ما
يُتْحَفُ
بِهِ،
وَيَشْكُرُ
يَسيرَ ما
يُعْمَلُ
لَهُ، وَيا
مَنْ
يَشْكُرُ عَلَى
الْقَليلِ،
وَيُجازِي
بِالْجَليلِ،
وَيا مَنْ يَدْنُو
إِلى مَنْ
دَنا مِنْهُ،
وَيا مَنْ
يَدْعُو إِلى
نَفْسِهِ
مَنْ
أَدْبَرَ
عَنْهُ، وَيا
مَنْ لا
يُغَيِّرُ
النِّعْمَةَ،
وَلا يُبادِرُ
بِالنَّقِمَةِ،
وَيا مَنْ
يُثْمِرُ
الْحَسَنَةَ
حَتّى
يُنَمِّيَها،
وَيَتَجاوَزُ
عَنِ السَّيِئَةِ
حَتّى
يُعَفِّيَهَا،
انْصَرَفَتِ
الامالُ دونَ
مَدى
كَرَمِكَ
بِالْحاجاتِ،
وَامْتَلاََتْ
بِفَيْضِ
جُودِكَ أَوْعِيَةُ
الطَّلِباتِ،
وَتَفَسَّخَتْ
دوُنَ
بُلُوغِ
نَعْتِكَ
الصِّفاتُ.
فَلَكَ الْعُلُوُّ
الاَْعْلى
فَوْقَ كُلِّ
عال، وَالْجَلالُ
الاَْمْجَدُ فَوْقَ
كُلِّ جَلال،
كُلُّ جَليل
عِنْدَكَ صَغيرٌ،
وَكُلُّ
شَرِيف في
جَنْبِ
شَرَفِكَ
حَقيرٌ.
خابَ
الْوافِدُونَ
عَلى
غَيْرِكَ،
وَخَسِرَ
الْمُتَعَرّضونَ
إِلاّ لَكَ،
وَضاعَ الْمُلِمُّونَ
إِلاّ بِكَ،
وَأَجْدَبَ
الْمُنْتَجِعُونَ
إِلاّ مَنِ
انْتَجَعَ
فَضْلَكَ.
بابُكَ
مَفْتُوحٌ
لِلرّاغِبينَ،
وَجُودُكَ
مُباحٌ
لِلسّائِلينَ،
وَإِغاثَتُكَ
قَريبَةٌ
مِنَ
الْمُسْتَغيثينَ،
لايَخيبُ مِنْكَ
الاْمِلُونَ،
وَلا
يَيْأَسُ
مِنْ عَطائِكَ
الْمُتَعَرِّضونَ،
وَلا يَشْقى
بِنِقْمَتِكَ
الْمُسْتَغْفِرُونَ.
رِزْقُكَ
مَبْسوطٌ
لِمَنْ عَصاكَ،
وَحِلْمُكَ
مُعْتَرِضٌ
لِمَنْ ناواكَ.
عادَتُكَ
الاِْحْسانُ
إِلَى
الْمُسيئينَ،
وَسُنَّتُكَ
الاِْبْقاءُ
عَلَى الْمُعْتَدينَ،
حَتّى لَقَدْ
غَرَّتْهُمْ
أَناتُكَ
عَنِ
الرُّجُوعِ،
وَصَدَّهُمْ
إِمْهالُكَ
عَنِ
النُّزُوعِ،
وَإِنَّما
تَأَنَّيْتَ
بِهِمْ
لِيَفيئوا
إِلى
أَمْرِكَ،
وَأَمْهَلْتَهُمْ
ثِقَةً
بِدَوامِ
مُلْكِكَ،
فَمَنْ كانَ
مِنْ أَهْلِ
السَّعادَةِ
خَتَمْتَ
لَهُ بِها،
وَمَنْ كانَ
مِنْ أَهْلِ
الشَّقاوَةِ
خَذَلْتَهُ
لَها،
كُلُّهُمْ
صائِرُونَِ
إِلى حُكْمِكَ،
وَأُمُورُهُمْ
آئِلَةٌ إِلى
أمْرِكَ،
لَمْ يَهِنْ
عَلى طولِ
مُدَّتِهِمْ
سُلْطانُكَ،
وَلَمْ يُدْحَضْ
لِتَرْكِ
مُعاجَلَتِهِمْ
بُرْهانُكَ.
حُجَّتُكَ
قائِمَةٌ لا
تُدْحَضُ،
وَسُلْطانُكَ
ثابِتٌ لا
يَزُولُ،
فَالْوَيْلُ
الدّائِمُ
لِمَنْ
جَنَحَ
عَنْكَ،
وَالْخَيْبَةُ
الخاذِلَةُ
لِمَنْ خابَ
مِنْكَ، وَالشَّقاءُ
الاَْشْقى
لِمَنِ
اغْتَرَّ
بِكَ، ما
أَكْثَرَ
تَصَرُّفَهُ
في عَذابِكَ؟
وَما
أَطْوَلَ
تَرَدُّدَهُ
في عِقابِكَ؟
وَما
أَبْعَدَ
غايَتَهُ
مِنَ
الْفَرَجِ؟
وَما
أَقْنَطَهُ
مِنْ سُهُولَةِ
الْمَخْرَجِ؟
عَدْلاً مِنْ
قَضائِكَ لا
تَجُورُ
فيهِ،
وَإِنْصافاً
مِنْ حُكْمِكَ
لا تَحيفُ
عَلَيْهِ.
فَقَدْ
ظاهَرْتَ
الْحُجَجَ، وَأَبْلَيْتَ
الاَْعْذارَ،
وَقَدْ
تَقَدَّمْتَ
بِالْوَعيدِ،
وَتَلَطَّفْتَ
فِي التَّرْغيبِ،
وَضَرَبْتَ
الاَْمْثالَ،
وَأَطَلْتَ
الاِْمْهالَ،
وَأَخَّرْتَ
وَأَنْتَ
مُسْتَطيعٌ
لِلْمُعاجَلَةِ،
وَتَأَنَّيْتَ
وَأَنْتَ
مَلِيءٌ بِالْمُبادَرَةِ،
لَمْ تَكُنْ
أَناتُكَ عَجْزاً،
وَلا
إِمْهالُكَ
وَهْناً،
وَلا إِمْساكُكَ
غَفْلَةً،
وَلاَ
انْتِظارُكَ
مُداراةً،
بَلْ
لِتَكُونَ
حُجَّتُكَ
أَبْلَغَ،
وَكَرَمُكَ
أَكْمَلَ،
وَإِحْسانُكَ
أَوْفى،
وَنِعْمَتُكَ
أَتَمَّ،
كُلُّ ذلِكَ
كانَ وَلَمْ
تَزَلْ،
وَهُوَ
كائِنٌ وَلا
تَزالُ.
حُجَّتُكَ
أَجَلُّ مِنْ
أَنْ تُوصَفَ
بِكُلِّها،
وَمَجْدُكَ
أَرْفَعُ
مِنْ أَنْ يُحَدَّ
بِكُنْهِهِ،
وَنِعْمَتُكَ
أَكْثَرُ مِنْ
أَنْ تُحْصى
بِأَسْرِها،
وَإِحْسانُكَ
أَكْثَرُ
مِنْ أَنْ
تُشْكَرَ
عَلى أَقَلِّهِ،
وَقَدْ
قَصَّرَ بِىَ
السُّكُوتُ
عَنْ
تَحْميدِكَ،
وَفَهَّهَنِي
الاِْمْساكُ
عَنْ
تَمْجيدِكَ،
وَقُصاراىَ
الاِْقْرارُ
بِالْحُسُورِ،
لا رَغْبَةً
يا إِلهي بَلْ
عَجْزاً،
فَها أَنَا ذا
أَؤُمُّكَ
بِالْوِفادَةِ،
وَأَسْأَلُكَ
حُسْنَ
الرِّفادَةِ.
فَصَلِّ
عَلى
مُحَمَّد
وَآلِهِ،
وَاسْمَعْ نَجْواىَ،
وَاسْتَجِبْ
دُعائي، وَلا
تَخْتِمْ
يَوْمي
بِخَيْبَتي،
وَلا
تَجْبَهْني بِالرَّدِّ
في
مَسْأَلَتي،
وَأَكْرِمْ
مِنْ
عِنْدِكَ
مُنْصَرَفي،
وَإِلَيْكَ
مُنْقَلَبي،
إِنَّكَ
غَيْرُ ضائِق
بِما تُريدُ، وَلا
عاجِز عَمّا
تُسْأَلُ،
وَأَنْتَ
عَلى كُلِّ
شَىْء قَديرٌ،
وَلا حَوْلَ
وَلا قُوَّةَ
إِلاّ
بِاللّهِ
الْعَلِىِّ
الْعَظيمِ.