GADİR SİTESİ
Rum Kralı İbn'ül Asfar'ın Hz. Ali (aleyhisselam)'ye
Ulaştırılan Soruları ve Cevapları
Türkçe çeviri ve
değerlendirme/açıklama: Prof. Dr. Fehmi Ekmekçi
(Hadis
metnindeki değerlendirme ve açıklamalar gris ile
belirtilmiştir).
Müminlerin
Emîri (emiri, emir vereni) Hz. Ãli (a.s) 'Rah’be'(1) adlı bir yerde
insanların birbirleriyle konuşup bilgi alışverişi
yaparak bilgi aktaran ve aktarılan bilgiden yararlananların
olduğu bir ortamda meydana gelen olay ile ilgili rivayete göre; bir erkek
ayağa kalkıp Hz. Ãli’ye: ‘Selam olsun ey müminlerin Emîri’ diyerek
selam verdi. Hz. Ãli ona yüzünü dönerek “Sen kimsin?” kimlerdensin hangi
ailedensin (ehli beytin kimler?), ben seni tanımıyorum ve bana hiçbir
gün selam verip seninle tanışmadım diye söyleyerek kim
olduğunu sordu. Sonra etrafındakilere “Bunu tanıyor musunuz?”
diyerek onlara sordu. “Şu ana (saate) kadar onu asla hiç görmedik”
dediler. Bunun üzerine adam; El-aman! (emniyet istiyorum) ey Müminlerin Emîri. Girdiğim
evi bir Mısırlının sallamasını ister miyim? (açıklama: bu anlatım
şekli o günlere has olan ve “kendime zarar verecek biri miyim?”
anlamında bir ifade olmaktadır!) Gelen erkek: Hayır, ama
sadece Muaviye beni gizlice sana Rum kralı İbnü’l-Asfar’ın (Sarının oğlu
lakaplı olan o zamanlardaki bir Rum kralı) kendisine
gönderdiği soruları sormam için gönderdi. Şunları
söyleyerek konuşmasını sürdürdü: Eğer bu hususta yetkin bir
veli ve Muhammed’den (sallallahu aleyhi ve alihi) sonra halife iseniz, bu
sizden gizli değildir ve maddi karşılığını (o zamanda haraç diye nitelenen
‘el ceziye’) size veririz. Bu yüzden seni dalgın duruma
düşürerek sormam için beni sana gönderdi. Hak ile batıl (yani gerçek
ile gerçek olmayan) arasında ne kadar var? (Açıklama: buradaki ‘ne kadar’ sorusunun anlamı
‘ne kadar fark var?’ olabileceği gibi ‘ne kadar zıtlık veya
uzaklık var?’ şeklinde dikkate alınacak durum olabilir?) Ve gök ile toprak yer arasında ne kadar
var? Ve doğu ile batı arasında ne kadar var? Ve bu samanyolu gök
adası hakkında ne olduğu ve gök kuşağı ve ay
yüzünde soluk ışığın kaynağı hakkında
ne olduğu ve yer yüzü üzerinde akan ilk nehir hakkında hangi nehir
olduğu ve yer yüzü üzerinde ilk sallanan yer (deprem sallantısı)
hakkında neresi olduğu ve müşriklerin (Allaha ortak
koşanların) ruhlarının içine düştüğü
(bulunduğu) pınar yeri hakkında neresi olduğu ve
Müslümanların ruhlarının içinde bulunduğu pınar yeri
hakkında neresi olduğu ve hermafrodit (anomali olarak çift cinsiyete
sahip varlıkların) sorunu hakkında ne olduğu ve
bazıları diğerlerinden daha şiddetli olan on şey hakkında ne
olduklarının yanıtları nedir? diyerek soruları
aktardı.
(Değerlendirme
notları: Bu soruların içerisinde “ay yüzünde soluk
ışığın kaynağı…” şeklinde çeviri
yaptığım “şammet elletiy fiy vech el kamar” cümlesindeki
“şammet” sözcüğünü ben daha önce hiç görüp okumadım. Bu
sözcüğün Türkçe karşılığını bulmak için hem
bilimsel terim sözlükleri ve hem de internet ortamındaki sözlükleri
taradım ama ne yazık ki net ve açık bir sonuca
ulaşamadım. Metin bey hocamızın bu sözcük için
yaptığı çeviride “siliklik” karşılığını
kullanarak “Aydaki siliklik nedir? şeklinde bir aktarım
yapılmış ama gök bilimde Ay ile ilgili bu özellik
aktarımını netleştirmek için özel bir araştırma
yaptım. 4. Paragraftaki Hz. Hasan’ın (a.s) verdiği
yanıtları inceleyerek bu “şammet” sözcüğünün ne anlamda
kullanılmış olduğunu bulmaya çalıştım.
Aşağıda verdiğim yanıt çevirilerinden de
görüleceği gibi, Ay ve Güneş görüntülerinin (“suvretlerinin” yani
resimlerinin) benzer olmasını ve ışık
şiddetlerindeki azalma miktarını ışık silmesi
olarak betimleyen yanıtından, bu “şammet” sözcüğünün gök
bilimde bildiğimiz ışığın soluk olması nedeniyle
şiddetinin azalması olayına karşılık gelmesi
gerektiği sonucuna vardım. Bu araştırma ve tespitime
dayanarak, “ay yüzünde saçılan ışığın
kaynağı hakkında ne olduğu” şeklinde en uyum bir
Türkçe çeviri olacağına karar verdim! Ancak bu hususta şunu belirtmekte
yarar görüyorum. Eğer elimde kapsamlı bir arapça-arapça sözlük
olsaydı ona bakıp ek araştırma yapacaktım. Elinde
böyle bir kapsamlı arapça-arapça sözlük olan var ise bu “şammet”
sözcüğü için bakıp anlamını bizlere de aktarabilirse çok
mutlu ve müteşekkir olacağım!)
Müminlerin
Emîri dedi ki (a.s): Allah ciğer yiyenlerin oğlu (Muaviye)'nu öldürdü.
Onun sapıklığı ve onunla olanları
sapıklığa sürüklemesi neydi! Bir hizmetçiyi serbest
bırakarak onunla evlenmesi onun için daha iyi mi olur! Allah’ın hükmü
(kararı) benimle bu ümmet arasındadır, Rahmimi kestiler ve
günlerimi boşa harcattılar ve hakkımı ödemediler
ve bana çok küçüksün diyerek bana verilen/indirilen makamı
onaylamadılar ve anlaşmazlığımda toplanıp
anlaştılar, Hasan ve Hüseyin’in hakkı bendedir.” Onlarla gelip
dedi ki: “Ey Şam halkının kardeşi, bu ikisi
Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve alihi) oğullarıdır ve
bu benim oğlum, ne istersen ona sor.” Şamlı dediki: Buna
sorayım mı? Yani Hasan’a (a.s), Müminlerin Emîri dedi ki: “Hadi sor”.
(Değerlendirme
notları: Burada Hz. Ali’nin (a.s) Muaviye ve taraflarının
(Allah’ın laneti sonsuza kadar onların üzerine olsun!) haksız
şekilde karşıt eylemleri nedeniyle Allah’ın hükmüne
rağmen velayetini çeşitli bahanelerle
tanımadıklarını ve oğulları Hz. Hasan (a.s) ve
Hz. Hüseyin’in (a.s) haklarını nasıl gasp ettiklerini
açıklaması bakımından tarihi bir belge olarak ortaya
konmuş oluyor!)
Hz.
Hasan (a.s) dedi ki: “Ey Şam halkının (ehlinin) kardeşi,
hak (gerçek) ile batıl (gerçek olmayan) arasında dört parmak kadar
uzaklık var, gözünle gördüğün Hak’tır (gerçektir), ve
işiterek duyduğun şey, ona tanık olamadığın
için batıldır (gerçek dışıdır).” Şamlı
dedi ki: Doğrudur, inandım çok yaşa! Hz. Hasan (a.s) yanıt
vermeye devam ederek dedi ki: “Doğu ile batı arasında
Güneş’in doğarken çıktığı andan
battığı ana kadar gün içerisinde hareket ederek gezindiği
(almış olduğu) yol kadar uzaklık var.” Yanıtı
alan Şamlı: Doğrudur, inandım. Yanıtların
devamı da şöyle oldu: “ve gök ada ise gök yüzünün yükselen yapılarıdır
(ek açıklama: Günümüzde
İngilizce çevirisi ‘Galaxy’ ve Türkçe çevirisi ‘Gök ada’ diye yapılan
arapça ‘mecerret’ sözcüğünün Arapçadaki ‘cerr’ yani sürükleme fiil
kökünden türetilmiş bir sözcüktür. Yani, gök yüzünde samanyolu kolu diye
görülüp tanımlanan bir yıldız bulutunun ‘sürüklenmiş’
halini betimlemek için bu ‘mecerret’ adlandırması
yapılmıştır.)
ve
gök yüzünden su düşerek/inerek aşağı doğru dökülür, ve
gök kuşağı ise bu bir iblisin (şeytanın) adı
fakat bu yüce Allah’ın yayıdır ve suda (çeviren notu: selleri önleyici olarak)
batmalardan korur, ve Ay ışığının soluk
olmasına gelince Ay'ın görüntüsü Güneş’in görüntüsü gibidir,
Yüce Allah bu solukluğu sildi (açıklama: burada silme sözcüğü, solukluğu kaldırma
işlemi anlamında kullanılmış olmalı!),
belirleyici metnin bulunduğu Kura’n-ı kerimde belirtildiği gibi
‘Celle’ ve ‘ãla’ denilen yerde sildi [İsra süresi, 12. Ayet: Gece ve
gündüzü iki ayet olarak oluşturduk (burada ayet sözcüğü ‘belirleyici kanıt’
anlamındadır!), gecenin ayetini sildik ve gündüzün ayetini
görünür kıldık, …], ve Yer yüzünde akan ilk nehir/ırmak ise
Vadi Deles’tir (yani Delta vadisi), ve Yer yüzünde ilk
sarsılan/sarsıntıya uğrayan ya da sallanan şey, hurma
ağacıydı, Allah’a ortak koşanların (müşriklerin)
ruhlarının yerleştiği pınar/kaynak ise ‘berhuvt’
denilen pınardır/kaynaktır (ek açıklama: kimi kaynaklarda buna
pınar/kaynak değil, kuyu diye deniliyor!), müslim (yani
İslam) olanların ruhlarının yerleştiği
pınar//kaynak ise “huzurlu (Arapçası ‘selema’)” denilen
pınardır/kaynaktır ki burası beyaz olan bir kaynak yeridir,
çift cinsiyetli insan ise, kendini erkek ya da bayan olarak algılayan
anomali yapıda çift cinsiyetli olan kişidir: kendini erkek olarak
algılarsa karşı cinsten birine düşler, hayal eder,
sakalı olur ve eğer kendini bayan olarak algılarsa adet görür ve
göğüsleri belirginleşir. Yani demek oluyor ki; duvara doğru
işerken işemesi duvara ulaşırsa o kişi erkek, yok
eğer işemesi kesintili ve dağınık olursa o bayan
karakterde olmaktadır. Birbirinden daha sert/katı (veya
kuvvetli/şiddetli) olan diğer on şeye gelince: En sert/katı
(kuvvetli/şiddetli) olarak yüce Allah önce taşları yarattı,
daha sonra taşlardan daha sert/katı olan demiri yarattı ki demir
ile taşlar kırıldı, demirden daha sert/kuvvetli olan ise
ateş oldu ki ateş demiri yumuşatır, ateşten daha
kuvvetli olan ise su, çünkü ateşi söndürmektedir, Su’dan daha
kuvvetli/güçlü olan onu taşıyan buluttur, buluttan daha
şiddetli/kuvvetli olan rüzgardır çünkü bulutu dağıtır,
rüzgardan daha güçlü olan insandır çünkü rüzgarın
yıktığını inşa eder, onarır. İnsandan
daha güçlü olan uykudur, çünkü insanı düşürür, uykudan daha güçlü
olan ise hastalıktır, çünkü hastalık uyumayı engeller.
Hastalıktan daha güçlü/şiddetli olan ise ölümdür, çünkü
hastalığı kırıp öldürüyor ve eceli umutla destekliyor (ve
göklerle yerin mirası Allah’a aittir/döner: [Ali İmran suresi,
Ayet:180]).
(Değerlendirme
notları: Burada gök bilim ile ilgili yanıtlarda dikkat çeken
hususlar şunlardır; Doğu ile batı arasındaki
uzaklık yanıtında, dünyada bulunan değişik enlem
dairelerindeki konumlara göre güneşin gök yüzünde gündüz vakti
almış olduğu yol cinsinden değerlendirmenin olması çok
yerinde ve bilimsel temelli bir yanıttır. ‘Mecerret’ diye gök ada
olarak tanımlanan şey, teleskop gibi gözlem aletlerinin kullanılmadığı
o günlerde çıplak gözle görülen ve bugünlerde samanyolu denilen
serpilmiş yıldız topluluğunun yükselen yapılar
olduğu şeklinde verilen açıklama, burada daha uzaklara
doğru yayılmış bir yıldız topluluğu ve
sürükleme durumu nedeniyle topluca hareket eden yıldız topluluğu
olduğu belirtilmiştir. Ancak gök kuşağı ile ay
ışığındaki soluk olma özelliği, daha çok felsefi
ve mecazi anlamlarda yanıtlanmış olduğu görülmektedir.
Diğer biyolojik özellikler, özellikle çift cinsiyet olma özellikleri adeta
tıbbi ve biyolojik temelli bilimsel açıklamalar içermesi çok dikkat
çekici olmuştur. Aynı şekilde birbirinden daha
kuvvetli/sert/katı/güçlü olan on şey hakkındaki
açıklamalı yanıtlar da bilimsel temelli yanıtlar
olmuştur ki, bu yanıtları o dönemde ancak keşif ehli olan
birileri verebilirdi. Bu da ehlibeyt imamlarının ve ehlibeyt
bireylerinin tümünün ne kadar yetkin ve bilgi sahibi olduklarını
açıkça göstermektedir!)
Şamlı
dedi ki: Senin Allah’ın resulünün (s.a.a) oğlu olduğuna ve
Ali’nin (a.s) Muhammed’in (s.a.a) vasisi olduğuna tanıklık
ederim, ve o (yani İmam Ali), bu işte Muaviye'den daha evladır. Sonra bu yanıtları yazdı, sonra
bu yanıtları alarak Muaviye’ye gitti yanıtları ona verdi.
Muaviye de bu yanıtları Asfar’ın oğluna (‘Sarı’ lakaplı
kişi anlamında ‘Asfar’) gönderdi. Asfar’ın oğlu da
Muaviye’ye yanıt olarak gönderdiği yazısında Muaviye’ye:
“Ey Muaviye, bu yanıtların senden olmayacağına, ancak
nübüvvet (peygamberlik) madeni ve risaletin karargahı (Ehl-i Beyt
aleyhisselam kastediliyor) olan birinden olduğuna tanıklık
(şehadet) ederim.
Hafız
imam Al-Salihani’nin rivayetinden alınmıştır.
Kaynaklar: (el-Kâdi
Nurullah et-Tüsteri "İhkâk'ul Hak ve İzhâk'ul Bâtil" C.33,
S.490-492 / Şehabeddin Ahmed bin Ali eş-Şâfii "Tevdîh'ud
Delâil" / Eş-Şeyh as-Saduk "el-Hisâl" S.440 /
el-Meclisi "Bihâr'ül Envâr" C.10, S.129-131 / et-Tıbrisi
"el-İhtijâj" S.267)
---------------------------------------------
(1) El-Rahba (ar-Raḥba, bazen Raḥabah olarak yazılır ), "El-Rahba Kalesi" olarak da çevrilen Qal'at ar-Rahba olarak da bilinir, Suriye'de bir ortaçağ Arap-İslam kalesidir. Fırat Nehri'nin batı kıyılarında, Mayadin şehrine bitişik ve Deyrizor'un 42 kilometre (26 mil) güneydoğusunda yer almaktadır. 244 metre (801 ft) yüksekliğe sahip bir höyüğün üzerinde yer alan El-Rahba, Suriye Çölü bozkırlarının yönetiminde ve Fırat Vadi'sinin tarihsel olarak korunmasında kullanıldı. "Kale içinde kale" olarak tanımlanmıştır; 270x95 metre (886 ft × 312 ft) ölçülerinde bir muhafaza ile korunan, 60x30 metre (197 ft × 98 ft) ölçülerinde bir iç bölmeden oluşur. El-Rahba bugün erozyon nedeniyle büyük ölçüde harabe halindedir.
Abbasi adaşı ve kurucusundan sonra "Rahbat Malik ibn Tawk" olarak anılan orijinal site, Fırat nehri boyunca bulunuyordu. Müslüman ordular, kervanlar ve gezginler tarafından Irak'tan Suriye'ye giden anahtar olarak görülüyordu ve bazen de tam tersi. Bedevi kabileleri sık sık kontrolünü ele geçirdi ve kuzey Suriye'nin işgalleri için bir başlangıç noktası olarak kullandı. Stratejik konumu nedeniyle El-Rahba, diğerlerinin yanı sıra yerel reisler, Hamdaniler, Ukayliler, Mirdasiler ve Selçuklular da dahil olmak üzere Müslüman güçler tarafından sık sık savaşıldı. Rahbat Malik ibn Tawk, 1157'de bir depremde yıkıldı.
Birkaç yıl sonra şimdiki kale, Zengi-Eyyubi reisi Şirkuh tarafından çöl kenarına yakın inşa edildi. İkincisinin torunları, 1264 yılına kadar Selahaddin tarafından verilen kalıtsal bir tımar olarak El-Rahba'yı tuttu. Bunlardan biri, II. Şirkuh, 1207'de üçüncü bir büyük yeniden inşayı denetledi. Erken Memlûk dönemi boyunca (13-14. Yüzyıl sonları), kale sürekli olarak restore edildi. Irak'ın İlhanlı Moğollarının sık sık kuşatmaları sonucunda güçlendi. El-Rahba, Fırat Nehri boyunca en önemli Memlûk kalesi, bir idari merkez ve saltanatın posta yolu üzerindeki terminal durağıydı. Osmanlı yönetimi sırasında (1517-1918) kullanılmaz hale geldi ve o zamandan 20. yüzyılın başlarına kadar, kale öncelikle yerel çobanlar ve sürüleri için bir barınak olarak hizmet etti. Bölgede 1976 ve 1981 yılları arasında kazılar yapıldı.
Kaynak:
https://tr.wikipedia.org/wiki/El-Rahba)
Hadis
Metni İçeriğinin Latin Harfleriyle Okunuşu:
Önemli açıklama:
Arapça metnin okunuşunu Latin alfabesindeki Türkçe harfler ile yazarken
karşılık gelmeyen harfler için kullanılan sembolik harfler
aşağıda belirtildiği gibi
kullanılmıştır.
Hadis
sözcüğündeki ‘H’ harfi için: (H’ ya da h’)
Hayr
(Hayırlı) sözcüğündeki ‘H’ harfi için: (Ĥ ya da ĥ)
Ali
sözcüğündeki Ayn olan ‘A’ harfi için: (Ã ya da ã)
Gadir
sözcüğündeki Gayn olan ‘G’ harfi için: (Ĝ ya da ĝ)
Kal
sözcüğündeki Kaf olan ‘K’ harfi için: (K ya da k)
Kelam
sözcüğündeki Kâf olan ‘K’ harfi için: (Ǩ ya da ǩ)
Yararlı
olması dileklerimle:
Ve rüviye enne Emiyrel Müminiyn Ãliyyen
(ãleyh elselam) fiy rah’be vel nas mütedareǩuvn beyne müstefetiy ve
müsteãdiy, iz kam recul fe kal: el selamu ãleyǩe ya Emiyrel Müminiyn, fe
ecabe, ve kal: “men ente?” kal: recul men re ãyyetuǩe ve ehli
beytuǩe, kal: ”ena la e’ãrifeǩ ve lev sellemte ãleyyi yevmen le
ãrifetuǩe” summe kal limen h’avalehu: e’ tãrifune haza?” kaluva: ma
ra’eynahu katt illa el saãti, fe kal el recul: el e’man ya Emiyrel Müminiyn? Kal:
“Hel ah’destu fiy mısri hezze minez dah’letihi?” Kal: La, illa inniy
recilu beãseniy ileyǩe muãviye fiy ĥefiyet leǩiy es’eleǩ
ãen mesa’il beãsu biha ileyhi ibin el asfar meliǩ el ruvm yes’elehu ãnha ,
ve yakuvl: in ǩünte ente el kayyim bi haza el emri vel ĥalyfet beãde
Muh’ammed (salla allah ãleyhi ve alihi) fela yeĥfa ãleyǩe ve
neãtiyǩe el ceziye , ve illa fenteĥallas minke , ve ked
eşǩil ãleyhi cevabiha , febeãseniy ileyǩe müteĝeffele
le’sa’eleǩe , kal (ãleyh elselam): “ma hiye?” kal: Ǩem beyn el h’ak
vel batel? Ve ǩem beyn el sema’i vel ard? Ve ǩem beyn el meşrik
vel maĝrib? Ve ãn hazihil mecerret , ve ãn kavs kazah’ , ve ãn el
şammet elletiy fiy vech el kamar , ve ãn evvel nehr cera ãla vech el ard ,
ve ãn evvel şey’ ehtezze ãleyha , ve ãn el ãyn elletiy ta’vey ileyha ervah’
el müşriǩiyn , ve ãn el ãyn
elletiy ta’vey ileyha ervah’ el müslimiyn ,
ve ãn el ĥınsa el müşǩil/meşǩel , ve ãn
ãşret eşya’ beãdeha eşedde min beãdi.
Fe kal Emiyrel Müminiyn
(ãleyh elselam): “katel allah ibin eǩlet el eǩbad , ma a’dallehu ve
a’dalla men mãehu! Le ked a’ãtek cariyet fema a’h’sen en yetezevveciha!
H’eǩem allah beyni ve beyne hazehel ümmet , kataãuva rah’mi , ve ada ãva
eyyami , ve ma la defeãeva h’akki , ve saĝĝaruva ãziym menzeleti , ve
ecmeãuva ãla münaziãti , ãleyyi bil h’asan vel h’üseyn” fe cae va bihuma , fe
kal: “ya aĥa ehl el şam , hazan ibna resuvl allah (salla allah ãleyhi
ve alihi) , ve haza ibni fesıl eyyuhuma şe’te”. Fe kal el şamiy:
es’el haza? Yeãniy el h’asan (ãleyh elselam) , fe kal emiyrel müminyn: “selehu”
fes’elehu.
Fe kal el h’asan (ãleyh elselam): “ya
aĥa ehl el şam , beyn el h’ak vel batıl erbaãa asbaã , ma
ra’eyte biãyneǩe fehuve el h’ak ve ma semeãtehi fehuva batıl lev lem
teşed ãleyhi” fe kal el şamiy: sadakte aslah’aǩ allah , kal: “ve
beyn el meşrik vel maĝrib mesiyret yevm tetlaã fiyh el şems ve
teĝrib” kal: sadakte , kal: “ve emma el mecerret fehiy e’şrac el
semai , ve minha yehbıt el ma’e menhemer , ve emma el kavs kazah’ fe
innehu ismi şeytan , ve innema hüve kavs allah teãala , ve eman min el
ĝark , ve emma şammet el kamer fe inne suvret el kamer misil suvret
el şems , fe meh’ahu allah teãla , kema verede bil nass el kateã h’eys kal
celle ve ãla: (ve ceãalna el leyle vel nehare ayeteyn femeh’evna ayete elleyli
ve ceãalna ayet el nehari mubsiret)[isra: 12], ve emma evvel nehr cera
ãala veçhi el’ard fehuva vadiy deles ,
ve emma evvel şey’e ehtezze ãala vech el’ard fehiy el neh’let , ve emma el
ãeyn elletiy ta’vey ileyha ervah’ el
müşriǩiyn fehiy ãeyn ye kal leha : berhuvt , ve emma el ãeyn elletiy
ta’vey ileyha ervah’ el müslimiyn fehiy
ãeyn ye kal leha [1]:{[1] meǩanehe beyad fiy el nesĥ , ve fiy el
masdar : “selma/selema”}
Ve emma el ĥınsa fe insane la
yedra recul emme emra’ete , yentezir fe in ǩane recul eh’telem , ve
elteh’a , ve in ǩanet emra’et h’adet e’v beda sediyha , ve illa kıyle
: lehu bele ãla elh’aet , fe in asab bevlehu elh’aet fehuva recul , ve in
enteǩes fehiy emra’et , ve emma ãeşrete eşya’e beãdeha
e’şedde min baãd : fe eşedde şey’e h’alak allah teãla el h’ecer
, ve eşedde min el h’ecer el h’adiyd yeǩsere bihi el h’ecer , ve
eşedde minel h’adiyd el nar le’enneha teleyyenia , ve eşedde minel
nar el ma’e le’enneha yetfa’eha , ve eşedde minel ma’e el seh’ab le’ennehu
yeh’melehe ve eşedde min elseh’ab el riyh’ le’ennehe yeferrekeha , ve
eşedde minel riyh’ el’insan le’enneu yebniy ma hedemeha/hedemiha , ve
eşedde minel insan el nevm le’ennehe yesketehu , ve eşedde minel nevm
el marad le’ennehe yemneã el nevm , ve eşedde minel marad el mevt
le’ennehe yekherehu ve yefette e’celehu fiy ãdede e’meleu (ve lillahi miyrasü
el semavati vel a’rd) [Ali ãimran : 180].
Fe
kal el Şamiy: Eşhed enneǩe ibin resullulah (sallallahu ãleyhi ve
alihi), ve enne ãliyyen vasiyyi Muh’ammed (sallallahu ãleyhi ve alihi), evvela
bi haza el emri min muãviye, sümme ǩetebe hazehel eşya’e fezeheb biha
ila Muãviye, ve beãse biha muãviye ila ibnil A’sfar, feǩetebe ileyhi: ya
Muãviye, eşhede enneha leyset min ãindeǩe, ve m ahiye illa min maãden
el nübüvvet ve mavadeã el risalet.
Hadisin Orijinal Arapçası:
و
روي أنّ أمير
المؤمنين
عليا (عليه
السلام) في
الرحبة و
الناس
متداركون بين
مستفتي و
مستعدي، إذ
قام رجل فقال:
السلام عليك
يا أمير
المؤمنين،
فأجابه، و
قال: «من أنت؟»
قال: رجل من
رعيّتك و أهل
بلدك، قال:
«أنا لا أعرفك
و لو سلّمت
عليّ يوما لعرفتك»
ثم قال لمن
حوله: «أ تعرفون
هذا؟» قالوا:
ما رأيناه قطّ
إلّا الساعة،
فقال الرجل:
الأمان يا
أمير
المؤمنين؟
قال: «هل أحدثت
في مصري هذا
منذ دخلته؟»
قال: لا، إلّا
إنّي رجل
بعثني إليك
معاوية في
خفية لكي
أسألك عن
مسائل بعث بها
إليه ابن
الأصفر ملك
الروم يسأله
عنها، و يقول:
إن كنت أنت
القيّم بهذا
الأمر و
الخليفة بعد
محمد (صلّى
اللّه عليه و
آله) فلا يخفى
عليك و نعطيك
الجزية، و إلّا
فنتخلّص منك،
و قد أشكل
عليه جوابها،
فبعثني إليك
متغفّلا
لأسألك، قال
(عليه السلام): «ما
هي؟» قال: كم
بين الحقّ و
الباطل؟
و كم
بين السماء و
الأرض؟ و كم
بين المشرق و
المغرب؟ و عن
هذه المجرّة،
و عن قوس قزح،
و عن الشامّة
التي في وجه
القمر، و عن
أول نهر جرى
على وجه
الأرض، و عن
أول شيء
اهتزّ عليها،
و عن العين
التي تأوي
إليها أرواح
المشركين، و
عن العين التي
تأوي إليها أرواح
المسلمين، و
عن الخنثى
المشكل، و عن
عشرة أشياء بعضها
أشدّ من بعض.
فقال
أمير
المؤمنين
(عليه السلام):
«قاتل اللّه
ابن آكلة
الأكباد، ما
أضلّه و أضلّ
من معه! لقد
أعتق جارية
فما أحسن أن
يتزوّجها! حكم
اللّه بيني و
بين هذه
الأمّة،
قطعوا رحمي، و
أضاعوا
أيّامي، و
دفعوا حقّي، و
صغّروا عظيم
منزلتي، و
أجمعوا على منازعتي،
عليّ بالحسن و
الحسين»
فجاءوا بهما،
فقال: «يا أخا
أهل الشام،
هذان ابنا
رسول اللّه
(صلّى اللّه
عليه و آله)، و
هذا ابني فسل
أيّهما شئت»
فقال الشامي:
أسأل هذا؟
يعني الحسن (عليه
السلام)، فقال
أمير
المؤمنين:
«سله» فسأله.
فقال
الحسن (عليه
السلام): «يا أخا
أهل الشام،
بين الحقّ و
الباطل أربع
أصابع، ما
رأيته بعينك
فهو الحقّ، و
ما سمعته فهو
باطل لو لم
تشهد عليه»
فقال الشامي:
صدقت أصلحك اللّه،
قال: «و بين
المشرق و
المغرب مسيرة
يوم تطلع فيه
الشمس و تغرب»
قال: صدقت،
قال:
«و
أمّا المجرّة
فهي أشراج
السماء، و منها
يهبط الماء
منهمر، و أمّا
قوس قزح فإنّه
اسم شيطان، و
إنّما هو قوس
اللّه تعالى،
و أمان من
الغرق، و أما
شامّة القمر
فإنّ صورة
القمر كان مثل
صورة الشمس،
فمحاه اللّه
تعالى، كما ورد
بالنصّ
القاطع حيث
قال جلّ و علا: (وَجَعَلْنَا
اللَّيْلَ وَ
النَّهارَ
آيَتَيْنِ
فَمَحَوْنا
آيَةَ
اللَّيْلِ
وَجَعَلْنا آيَةَ
النَّهارِ
مُبْصِرَةً)
[الإسراء: 12]، و
أمّا أول نهر
جرى على وجه
الأرض فهو
وادي دلث، و
أمّا أول شيء
اهتزّ على وجه
الأرض فهي
النخلة، و
أمّا العين
الّتي تأوي
إليها أرواح
المشركين فهي
عين يقال لها:
برهوت، و أمّا
العين التي
تأوي إليها أرواح
المسلمين فهي
عين يقال لها[1]،
و أمّا الخنثى
فإنسان لا
يدرى رجل أم
امرأة، ينتظر
فإن كان رجل
احتلم، و
التحى، و إن
كانت امرأة
حاضت أو بدا
ثديها، و إلّا
قيل: له بل على
الحائط، فإن
أصاب بوله
الحائط فهو
رجل، و إن
انتكص فهي
امرأة، و أمّا
عشرة أشياء
بعضها أشدّ من
بعض: فأشدّ شيء
خلقه اللّه
تعالى الحجر،
و أشدّ من
الحجر الحديد
يكسر به
الحجر، و أشدّ
من الحديد
النار لأنّها
تليّنه، و
أشدّ من النار
الماء لأنّه يطفئها،
و أشدّ من
الماء السحاب
لأنّه يحمله و
أشدّ من
السحاب الريح
لأنّه
يفرّقه، و أشدّ
من الريح
الإنسان
لأنّه يبني ما
هدمها، و أشدّ
من الإنسان
النوم لأنّه
يسقطه، و أشدّ
من النوم
المرض لأنّه
يمنع النوم، و
أشدّ من المرض
الموت لأنّه
يقهره و يفتّ
أجله في عضد
أمله (وَلِلَّهِ
مِيراثُ
السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ)
[آل عمران: 180].
فقال
الشاميّ: أشهد
أنّك ابن رسول
اللّه (صلّى
اللّه عليه و
آله)، و أنّ
عليا وصيّ
محمد (صلّى
اللّه عليه و
آله)، و أولى
بهذا الأمر من
معاوية، ثم
كتب هذه الأشياء
فذهب بها إلى
معاوية، و بعث
بها معاوية إلى
ابن الأصفر،
فكتب إليه: يا
معاوية، أشهد
أنّها ليست من
عندك، و ما هي
إلّا من معدن
النبوّة و
موضع الرسالة.
رواه
الحافظ
الإمام
الصالحاني.
(رواه
الشيخ الصدوق
في الخصال: 440 رقم 33، و
المجلسي في
البحار 10: 129-131، و
الطبرسي في
الاحتجاج: 267، عن
أبي جعفر
(عليه السلام)).
--------------
[1] مكانه
بياض في
النسخ، و في
المصدر: "سلمى"