GADİR  SİTESİ

Ana Sayfa

Hadisler

 

 

İmam Ali (as)’nin rivayetiyle Tevrat’tan Kırk Kutsi Hadis  (Süre)

Bismillahirrahmanirrahim

Önsöz

Merhum şeyh Ağa Bozorg  Tahrani, Şerifu'z-Zeria adlı eserinde  kaydettiğine göre Kırk Kutsi Hadis Kitabı, İmam Ali (as) tarafından Süryaniceden Arapçaya tercüme edilen orijinal Tevrat’ın kırk süresinden ibarettir. Elinizdeki kitap Çehel sure-i Tevrat, Erbain sure Mine-t -Tevrat il Menkule mine’s Suryaniyye ilel Arabiyye, es-Sahaifu’l-Erbeun adlarıyla Arapça ve Farsça olarak defalarca basılmıştır.

 Bu kitabın ön sözünde: Bu çok önemli faydalar ve değer taşıyan bir kitaptır. Ayrıca yüce manalar taşıyan nasihatlerden ibarettir diye gelmiştir.

İmam Ali  (as), bu kitabı Hz. Musa b. İmran’ın dilinden, yani İbraniceden Arapçaya tercüme etmiştir. Kitap, Tevrat’tan derlenmiş kırk sureden ibarettir. Yüce Allah, bu kitap vesilesiyle vasıta olmaksızın Hz. Musa ile konuşmuştur.

 

Index

Birinci Süre: 3

İkinci Süre: 4

Üçüncü Süre: 5

Dördüncü Süre: 6

Beşinci Süre: 8

Altıncı Süre: 9

Yedinci  Süre: 10

Sekizinci Süre: 11

Dokuzuncu Süre: 12

Onuncu Süre: 14

On birinci Süre: 15

On ikinci Süre: 15

On üçüncü Süre: 17

On dördüncü Süre: 18

On beşinci Süre: 19

On altıncı Süre: 21

On yedinci Süre: 22

On sekizinci Süre: 23

On dokuzuncu Süre: 24

Yirminci Süre: 25

Yirmi birinci Süre: 26

Yirmi ikinci Süre: 28

Yirmi üçüncü Süre: 29

Yirmi dördüncü Süre: 30

Yirmi beşinci Süre: 31

Yirmi altıncı Süre: 32

Yirmi yedinci Süre: 33

Yirmi sekizinci Süre: 34

Yirmi dokuzuncu Süre: 35

Otuzuncu Süre: 36

Otuz birinci Süre: 38

Otuz ikinci Süre: 39

Otuz üçüncü Süre: 40

Otuz dördüncü Süre: 41

Otuz beşinci Süre: 42

Otuz altıncı Süre: 44

Otuz yedinci Süre: 46

Otuz sekizinci Süre: 47

Otuz dokuzuncu Süre: 48

Kırkıncı Süre: 51

Ek Açıklamalar: 53

 

Birinci Süre:

Allah’u Teala buyuruyor ki: Ölümün olduğunu kesin olarak bilen (Bu bölümdeki hadislerde bilmek ten kasıt yakindir) birisi nasıl neşeli olabiliyor şaşıyorum.

 Hesaba çekileceğini bilen birisi nasıl mal toplayabiliyor şaşıyorum.

 Kabir e gireceğini bilen birisi nasıl gülebiliyor şaşıyorum.

 Dünyanın yok olup gideceğini bilen birisi nasıl onda huzur bulabiliyor şaşıyorum. 

 Ahiret ve onun nimetlerinin ebedi olduğunu bilen birisi nasıl rahatça oturabiliyor şaşıyorum.  

Dilde âlim olup ta kalpte (gerçekte) cahil olana şaşıyorum.

 Kalbi temiz olmadığı halde suyla temizlenene şaşıyorum.

Kendi ayıplarını görmeyip gaflet ettiği halde başkalarının ayıplarıyla uğraşana şaşıyorum.

 Allahın tüm yaptıklarından haberdar olduğunu bildiği halde günah işleyene şaşıyorum.

 Yalnız öleceğini, yalnız kabre koyulacağını ve yalnız hesaba çekileceğini kesin olarak bilen birisi nasıl insanlara böylesine bağlanabiliyor şaşıyorum.

 Allah-u Teala buyuruyor ki: Allahtan başka bir ilah yoktur; haktır, hak. Muhammed (s.a.a) benim kulum ve resulümdür.

سورة الأولى‏

قالَ اللَّهُ تَعَالَى: عَجِبْتُ لِمَنْ أَيْقَنَ بِالْموْتِ كَيْفَ يَفْرَحُ، وَعَجِبْتُ لِمَنْ أَيْقَنَ بِالحِسَابِ كَيفَ يَجْمَعُ الْمَالَ، وَعَجِبْتُ لِمَنْ أَيْقَنَ بِالْقَبْرِ كَيْفَ يَضْحَكُ، وَعَجِبْتُ لِمَنْ أَيْقَنَ بِزَوَالِ الدُّنْيَا كَيْفَ يَطْمَئِنُّ إِلَيْهَا، وَعَجِبْتُ لِمَنْ أَيْقَنَ بِبَقَاءِ الآخِرَةِ وَنَعِيمِهَا كَيْفَ يَستَرِيحُ، وَعَجِبْتُ لِمَنْ هُوَ عَالِمٌ بَاللِّسَانِ وَجَاهِلٌ بِالْقَلْبِ، وَعَجِتُ لِمَنْ هُوَ مُطَهِّرٌ بِالمَاء وَغَيْرُ طَاهِرٍ بِالْقَلْبِ، وَعَجِبْتُ لِمَنِ اشْتَغَلَ بِعُيُوبِ النَّاسِ وَهُوَ غَافِلٌ عَنْ عُيُوبِ نَفْسِهِ، وَعَجِبْتُ لِمَنْ يَعْلَمُ أَنَّ اللَّه تَعَالَى مُطَّلِعٌ عَلَيْهِ كَيْفَ يَعْصِيهِ، وَعَجِبْتُ لِمَنْ يَعْلَمُ أَنَّهُ يَمُوتُ وَحْدَهُ وَيَدْخُلُ الْقَبْرَ وَحْدَهُ وَيُحَاسَبُ وَحْدَهُ كَيْفَ يَسْتأنِسُ بِالنَّاسِ، وَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى لَا إلهَ إلَّا اللَّهُ حَقّاً حَقّاً مُحَمَّدٌ عَبْدِي وَرَسُولِي.

 

 İkinci Süre:

Allah u Teala buyuruyor ki: Kendi nefsim kendime tanıklık eder ki benden başka bir ilah yoktur. Tekim ve benim hiçbir ortağım yoktur ve Muhammed (s.a.a) benim kulum ve resulümdür.

Kim benim kaza ve kaderime razı olmaz, onu tabi tuttuğum sınavlara sabır etmez, ona verdiğim nimetlerime şükür etmez ve ona lütfümden verdiğimle yetinmezse gitsin kendisine benden başka bir rab ve tanrı bulsun ve benim gökyüzümün altından çıkıp gitsin.

Kim dünyaya ait bir şeye hüzünlenirse bana öfkelenmiş demektir

Kim benim ona verdiğim bir musibeti benden başkasına şikâyet ederse gerçekte beni şikâyet etmiştir.

 Kim bir zenginle karşılaşıp ta ona zengin olduğu için saygı ve tevazu gösterirse dininin üçte biri yok olur gider.

Kim bir ölüden dolayı yüzüne zarar verirse, eline mızrak alıp benimle savaşan kimse gibidir. 

Kim bir mezar başındaki odunu( şimdi taştır ) kırarsa, eliyle benim kebemi yıkan kimse gibidir. ( Maksat mezar başındaki ölünün adının yazdığı taştır)

Kim yemeğini nerden kazanıp yediğini önemsemezse, bende onu cehenneme hangi kapıdan sokacağımı önemsemem. 

Kim dinini (bilgi ve amelini) tamamlama yolunda çalışmıyorsa gerçektende gerilik ve noksanlık içindedir. Noksanlık ve geride olan birisi içinde ölüm daha hayırlıdır.

Kim bildiğine amel ederse bende onun ilmine ilim katarım.

سورة الثانية‏

قال الله تعالى: شَهِدَتْ نَفْسِي لِنَفْسِي أَنْ لَاإلهَ إِلَّا أنَا وَحْدِي لَا شَرِيْكَ لِي، وَمُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ عَبْدِي وَرَسُولِي، مَنْ لَمْ يَرْضَ بِقَضَائِي وَلَمْ يَصْبِرْ عَلَى بَلَائِي وَلَمْ يَشْكُرْ عَلَى نَعْمَائِي وَلَمْ يَقْنَعْ بِعَطَائِي فَلْيَطْلُبْ رَبّاً سِوَائِي وَلْيَخْرُجْ مِنْ تَحْتِ سَمَائِي، وَمَنْ أَصْبَحَ حَزِيناً عَلى الدُّنْيَا فَكَأنَّما أَصْبَحَ سَاخِطاً عَلَيَّ، وَمَنِ اشْتَكَى مُصِيبَةً نَزَلَتْ بِهِ إلَى غَيْرِي فَقَدْ شَكَانِي، وَمَنْ دَخَلَ عَلى غَنِيٍّ فَتَوَاضَعَ لَهُ مِنْ أَجْلِ غِنَائِهِ ذَهَبَ ثُلثُ دِينِهِ، وَمَنْ لَطَمَ وَجْهَهُ عَلى مَيِّتٍ فَكَأَنَّما أخَذَ رُمْحاً يُقَاتِلُنِي بِهِ، وَمَنْ كَسَرَ عُوْداً عَلى قَبْرِ مَيِّتٍ فَكَأَنَّما هَدَم كَعْبَتي بِيَدِهِ، وَمَنْ لَمْ يُبَالِ مِنْ أيْنَ يَأكُلُ لَمْ أُبَالِ بِهِ مِنْ أَيِّ بَابٍ أُدْخِلُهُ فِي جَهَنَّمَ، وَمَنْ لَمْ يَكُنْ فِي الزِّيَادَةِ فِي دِينِهِ فَهُوَ فِي النُّقْصَانِ، وَمَنْ كَانَ فِي النُّقْصَانِ فَالْمَوْتُ خَيْرٌ لَهُ، وَمَنْ عَمِلَ بِما عَلِمَ زِدْتُهُ عِلْماً إلَى عِلْمِهِ.

 

 Üçüncü Süre:

Allah u Teala buyuruyor ki: Ey Âdemoğlu! Kim kanaat ederse zengin olur.

 Kim dünyanın çok azına razı olursa, gerçektende Allah Azze ve Celle ye güvenip sımsıkı sarılmıştır.

 Ey Âdemoğlu!  Kim kıskanmak ve çekememezliği terk ederse kendisini rahatlatır.

 Kim haramlardan kaçınırsa dinini halis ve tertemiz kılar.

 Kim gıybet etmeyi bırakırsa kalplerde sevgisi yer edinir.

 Kim halktan uzaklaşırsa onlardan güvende kalır.

 Kim az konuşursa aklı kâmilleşir.

 Kim Allah’ın vermiş olduğu az rızka razı olursa Allah’ta onun az ameline razı olacaktır.

 Ey Âdemoğlu! Bildiklerine amel etmediğin halde bilmediklerini nasıl istersin?

 Ey Âdemoğlu!  Tüm ömrünü dünyayı elde etmek için harcadın (yok ettin).  Ahire tinin peşice ne zaman gideceksin?!

سورة الثالثة‏

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! مَنْ قَنَع اسْتَغْنَى، وَمَنْ رَضِيَ بِالْقَلِيْلِ مِنَ الدُّنْيا فَقَدْ وَثَقَ بِاللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ.

يَابْنَ آدَمَ!! مَنْ تَرَكَ الْحَسَدَ اسْتَرَاحَ، وَمَنِ اجْتَنَبَ الْحَرَامَ خَلّصَ دِيْنَهُ، وَمَنْ تَرَكَ الغِيْبَةَ ظَهَرَتْ مَحَبَّتُهْ في الْقُلُوبِ، وَمَنِ اْعَتَزَلَ عَنِ النّاسِ سَلِمَ مِنْهُمْ، وَمَنْ قَلَّ كَلَامُهُ كَمُلَ عَقْلُهُ، وَمَنْ رَضِيَ مِنَ اللَّهِ بِالْقَلِيلِ مِنَ الرِّزْقِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ بِالْقَلِيْلِ مِنَ الْعَمَلِ.

يَابْنَ آدَمَ!! أَنْتَ بِمَا تَعْلَمُ لا تَعْمَلُ كَيْفَ تَطْلُبُ مَا لَا تَعْلَمُ.

يَابْنَ آدَمَ!! أَفْنَيتَ عُمْرَكَ في طَلَبِ الدُّنْيا فَمَتَى تَطْلُبُ الآخِرَة.

 

 

Dördüncü Süre:

Ey Âdemoğlu!  Kim dünyaya tamah ederse, Allah’tan uzaklaşmak ve ahirette de zorluk ve sıkıntıdan başka bir şey elde etmez.  Ve Allah kalbine öyle bir hüzün ve keder verir ki sonsuza kadar bitmez, öyle bir fakirlik verir ki hiçbir zaman zengin olamaz ve onu öyle uzun arzulara kaptırır ki hiçbir zaman onlara yetişip elde edemez.

 Ey Âdemoğlu!   Her geçen gün ömründen azalıyor ama sen farkında değilsin.

Her günkü rızkın benim katımdan sana geliyor ama sen hamt ve şükür etmiyorsun ve ne aza kanaat ediyorsun nede çokla doyuyorsun.

 Ey Âdemoğlu!  Hiçbir yeni gün yoktur ki benim katımdan sana yeni rızklar gelmesin ve senin yaptığın kötü amelleri de meleklerimin bana getirmediği gece yoktur. Benim rızkımı yiyor ve bana isyan ediyorsun. Buna rağmen bana dua ettiğinde sana icabet ediyorum.

 Benim hayrım sana yetişiyor ve seninse şerrin bana yükseliyor. Öyleyse ben ne kadarda iyi bir mevlayım ve sen ne kadarda kötü bir kulsun. Böyle olmasına rağmen benden istediğin zaman sana veriyor ve günahlarının üstünü örtüyorum.

 

 سورة الرابعة‏

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! مَنْ أَصْبَحَ حَرِيصاً عَلَى الدُّنْيا لَمْ يَزِدْ مِنَ اللَّهِ إِلا بُعْداً، وَفِي الآخِرَةِ إلَّا جُهْداً، وَأَلْزَمَ اللَّهُ تَعَالَى قَلْبَهُ هَمّاً لَا يَنْقَطِعُ أَبَداً وَفَقْراً لَا يَنَالُ غِنَاهُ أبَداً، وَأمَلاً لَا يَنَالُ مُنَاهُ أَبَداً .

يَابْنَ آدَمَ!! كُلَّ يَوْمٍ يَنْقُصُ مِنْ عُمْرِكَ وَأَنْتَ لَا تَدْرِي، وَيَأتِي كُلَّ يَوْمٍ رِزْقُكَ مِنْ عِنْدِي وَأنْتَ لَا تَحْمَدُهُ، فَلَا بِالْقَلِيلِ تَقنَعُ وَلَا بِالكَثِيرِ تَشْبَعُ .

يَابْنَ آدَمَ!! مَا مِنْ يَوْمٍ جَدِيدٍ إِلَّا وَيَأتِيكَ مِنْ عِنْدِي رِزْقٌ جَدِيدٌ، وَمَا مِنْ لَيْلَةٍ إلّا وَيَأتِيني مَلآئِكَتِي مِنْ عِنْدِكَ بِعَمَلٍ قَبِيحٍ، تَأكُلُ رِزْقي وَتَعْصِيْنِي وَأنْتَ تَدْعُونِي فَأسْتَجِيبُ لَك!. خَيْري إِلَيْكَ نَازِلٌ وَشَرُّكَ إلَيَّ صَاعِدٌ، فَنِعْمَ الْمَوْلَى أَنَا وَبِئْسَ الْعَبْدُ أَنْتَ، تَسْألُنِي فأعْطِيكَ وَأسْتُرُ إِلَيْكَ سُوءَ بَعْدَ سوءٍ وَقَبِيحاً بَعْدَ قَبِيحٍ، أنَا أسْتَحْيِي مِنْكَ وَأنْتَ لَا تَسْتَحْيِي مِنِّي وَتَنْسَانِي وَتَذْكُرُ غَيْرِي وَتَخَافُ النّاسَ وَتَأمَنُ غَضَبي.

 

Beşinci Süre:

 "Ey Âdemoğlu! Tövbe etmeyi uzun arzulara kapılarak isteyen, hiçbir  ameli olmadığı halde ahirete gitmeyi ümit edenlerden ve zahitlerin sözlerini söyleyip münafıkların amellerini yapanlardan olma! İhsan ve bağış yapıldığında kanaat etmez ve bir şeyden esirgense sabır etmez.  Hayra emreder, ama kendisi onu yapmaz.  Kötü bir işten sakındırır, ama kendisi sakınmaz. Salih insanları sever ama onlardan değildir, münafıklardan nefret eder ama kendisi de onlardandır.

 

Ey Âdemoğlu!  Hiçbir gün yoktur ki yeryüzü seni kendisine muhatap alıp da,  Ey Âdemoğlu!  Benim üstümde yürüyorsun ama sonun benim içime girmektir.  Benim üstümde günah işliyorsun ama benim içimde azabı göreceksin.

 

Ey Âdemoğlu! Ben üzüntü eviyim, ben korku eviyim, ben karanlık eviyim, ben akrep ve yılanların eviyim ve ben horluk ve sıkıntı eviyim. Öyleyse gel beni (bu evi) güzel ve sefalı bir yer yapmak için çalış ve beni (bu evi) yıkma".

 

سورة الخامس‏

قال الله تعالى: "يَابْنَ آدَمَ!! لَا تَكُنْ مِمَّنْ يَطْلُبُ التَّوْبَةَ بِطُولِ الأمَلِ وَيَرْجُو الآخِرَةَ بِغَيْرِ عَمَلٍ، يَقُولُ قَوْلَ الزّاهِدِينَ وَيَعْمَلُ عَمَلَ الْمُنَافِقِينَ، إنْ أُعْطِىَ لَا يَقْنَعُ وَإِنْ مُنِعَ لَا يَصْبِرُ، يَأمُرُ بِالْخَيْرِ وَلَا يَفْعَلُهُ، وَيَنْهَى عَنِ الشَّرِّ وَلاَ يُنْهَى عَنْهُ، وَيُحِبُّ الصَّالِحِينَ وَلَيْسَ مِنْهُمْ، وَيُبْغِضُ الْمُنَافِقِينَ وَهُوَ مِنْهُمْ .

يَابْنَ آدَمَ!! مَا مِنْ يَوْمٍ جَدِيدٍ إِلَّا وَالأَرْضُ تُخَاطِبُكَ وَتَقُولُ: يَابْنَ آدَمَ، تَمْشِي عَلى ظَهْرِي وَمَصِيرُكَ في بَطْني وَتُذْنِب عَلَى ظَهْرِي وَتُعَذَّبُ في بَطْنِي؛ يَابْنَ آدَمَ، أَنا بَيْتُ الوَحْدَةِ وَأنَا بَيْتُ الْوَحْشَةِ وَأَنَا بَيْتُ الظُلْمَةِ وَأَنَا بَيْتُ العَقَارِبِ وَالْحَيَّاتِ وَأَنَا بَيْتُ الهَوانِ، فَاعْمُرِني وَلَا تَخْرَبْنِي".

 

Altıncı Süre:

Ey Âdemoğlu!  Sizinle,  ne azı çoğaltmak için, ne yalnızlıktan korktuğum zaman dost olmak için, ne gücümün yetmediği bir şeyde sizden yardım almak için, ne bir menfaat kazanmak ve ne de bir zararı kendimden uzaklaştırmak için yaratmadım. Bilakis sizi bana çok ibadet edip çok şükür edesiniz ve sabah ve akşamları beni tespih edesiniz diye yarattım.

Eğer geçmiştekiler, gelecektekiler ve hayatta olanlarınız, hepiniz bana kulluk etmek için bir araya toplansanız, yine de benim saltanat ve mülküme bir zerre kadar bile bir şey katamazsınız.

Öncekileriniz, dirileriniz, ölüleriniz, küçükleriniz, büyükleriniz,  hürleriniz, köleleriniz, insanlar ve cinler hepiniz bana günah ve isyan etmek için bir araya toplansanız, yine de benim saltanatıma bir zerre kadar bile zarar gelmez ve azalmaz. Kim artık çalışıp çabalarsa faydası ancak kendisinedir. Şüphesiz ki Allah tüm âlemlerden müstağnidir.

 

سورة السادسة‏

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! مَا خَلَقْتُكُمْ لِأَسْتَكْثِرَ بِكُمْ مِن قِلَّةٍ، وَلَا لِأَسْتَأنِسَ بِكُمْ مِنْ وَحْشَةٍ، وَلَا لِأَسْتعِينَ بِكُمْ عَلَى أَمْرٍ عَجَزْتُ عَنْهُ، وَلَا لِاَجْلِ مَنْفَعَةٍ وَلَا لِدَفْعِ مَضَرَّةٍ، بَلْ خَلَقْتُكُمْ لِتَعْبُدُوني طَوِيلاً وَتَشْكُرُوني كَثِيراً وَتُسَبِّحُوني بُكْرَةً وَأصِيلاً، وَلَو أنَّ أَوَّلَكُم وَآخِرَكُمْ وَحَيَّكُمْ وَمَيِّتَكُمْ وَصَغِيرَكُمْ وَكَبِيرَكُمْ وَحُرَّكُمْ وَعَبْدَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ اجْتَمَعْتُمْ عَلَى طَاعَتِي لَمَا زَادَ ذلِكَ في مُلْكِي مِثْقَالَ ذَرَّةٍ، وَلَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَحَيَّكُمْ وَمَيِّتَكُمْ وَصَغِيرَكُمْ وَكَبِيرَكُمْ وَحُرَّكُمْ وَعَبْدَكُمْ وَإنْسَكُمْ وَجِنَّكُمَ اجْتَمَعتُمْ عَلَى مَعْصِيَتي مَا نَقَصَ ذلِكَ مِنْ مُلْكِي مِثْقَالَ ذَرَّةٍ، وَمَنْ جَاهَدَ فَإنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ، إِنَّ اللَّهَ غَنِىٌّ عَنِ العَالَمِينَ.

 

Yedinci  Süre:

"Ey dinar ve dirhemlerin (para pulun) kulları!  Şüphesiz ki ben dinar ve dirhemleri ancak onunla benim rızkımı alıp yemeniz, benim (sizin için karar kıldığım) elbiselerimden (satın alıp) giymeniz ve benim yolumda infakta bulunmanız için yarattım. Kitabımı aldınız ama onu ayaklarınız altına attınız. Dünyayı aldınız ve onu başınızın üstüne koydunuz. Kendi evlerinizi yükselttiniz ama  benim evimi alçalttınız. Kendi evlerinize alışıp bağlanırken benim evimden ürktünüz ve yalnız bıraktınız. :(Bu yüzden) Sizler hür ve mümin kullar değilsiniz.

 

Ey dünya kulları!  Şüphesiz sizin misaliniz içi iğrenç ve çirkin, dışı ise sevimli ve çekici görünen alçılanmış mezarlara benzer. Ey Âdemoğlu!  Evin çatısındaki lambanın, evin içindeki karanlığı aydınlatamayacağı gibi, sizin de iyi ve güzel sözlerinizin kötü amellerinizle (birlikte olduğu sürece) hiçbir faydası yoktur.

Ey Âdemoğlu!  Amelini halis ve temiz kıl ve benden bir şey dileme. Şüphesiz ben sana isteyenlerin istediklerinden daha fazlasını bağışlarım.

 سورة السابعة‏

قال الله تعالى: "يَا عَبِيدَ الدَّنَانِيرِ وَالدَّرَاهِمِ!! إِنِّي مَا خَلَقْتُ لَكُمُ الدَّرَاهِمَ وَالدَّنَانِيرَ إلَّا لِتَأكُلوا بِهَا رِزْقِي وَتَلْبَسُوا بِهَا ثِيَابِي وَتُنْفِقُوا بِهَا فِي سَبِيلي، فَأخَذْتُمْ كِتَابِي فَجَعَلْتُمُوهُ تَحْتَ أَقْدَامِكُمْ، وَأَخَذْتُمُ الدُّنْيَا فَجَعَلْتُمُوهَا فَوْقَ رُؤُوسِكُمْ، وَرَفَعْتُمْ بُيُوتَكُمْ وَخَفَضْتُمْ بُيُوتِي، وَآنَسْتُمْ بُيُوتَكُمْ وَأَوْحَشْتُمْ بُيُوتِي، فَلَا أَنْتُمْ عَبِيدَ أَحرَارٌ أَبْرَارٌ.

يَا عَبِيْدَ الدُّنْيَا!! إِنَّما مَثَلُكُمْ كَالقُبُورِ الْمُجَصَّصَةِ يُرَى ظَاهِرُهَا مَلِيحاً وَبَاطِنُهَا قَبِيحاً.

يَابْنَ آدَمَ!! كَما لَا يُغْنِي الْمِصْبَاحُ فَوْقَ الْبَيْتِ عَنِ الظّلْمَةِ الدّاخِلَةِ عَلَيْهِ، كَذلِكَ لَا يُغْنِي كَلَامُكُمُ الطَّيِّبُ مَعَ أَفْعَالِكُمُ الرَّدِيَّةِ.

يَابْنَ آدَمَ!! أَخْلِصْ عَمَلَكَ وَلَا تَسْألْنِي فَإنّي أُعْطِيْكَ أَكْثَرَ مِمَّا يَطْلُبُ السَّائِلُونَ".

 

Sekizinci Süre:

Ey Âdemoğlu!  Gerçektende ben sizi boş yere abes yaratmadım. Sizi başıboş kendi halinize de bırakmadım ve ben sizin yaptıklarınızdan da habersiz değilim.

 

(Bilin ki) Gerçektende siz sevmediğiniz şeylere, benim rıza yetimi kazanmak için sabır etmedikçe, benim katımda olanı elde edemezsiniz.

 

Bana kulluk etmeye sabır etmeniz, size ateşin hararetine sabır ve tahammül etmekten daha kolaydır.

 

Dünyanın azabı da sizin için kıyametin azabına sabır ve tahammül etmekten daha kolaydır.

 Ey Âdemoğlu!  Benim hidayet ettiklerimin dışında hepiniz (hak yoldan) sapmışsınız.

Benim şifa verdiklerimin dışında hepiniz hastasınız.

Benim zengin kıldıklarımın dışında hepiniz muhtaç ve fakirsiniz.

Benim kurtardıklarımın dışında hepiniz helak olmadasınız.

Benim günahtan koruduklarımın dışında hepiniz günahkârsınız. Öyleyse tövbe ederek bana dönün ki size merhamet edeyim ve tüm sırlarınızın kendisine gizli olmadığı kimsenin(Allahın) yanında aranızdaki perdeyi (yırtmayın) parçalamayın.

 سورة الثامنة‏

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! إنِّي لَم أَخْلُقْكُمْ عَبَثاً وَلَا جَعَلْتُكُمْ سُدَىً وَلَا أَنَا بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ، وَإِنَّكُمْ لَنْ تَنَالُوا مَا عِنْدِي إِلَّا بِالصَّبْرِ عَلى مَا تَكْرَهُونَ فِي طَلَبِ رِضَائِي، وَالصَّبْرُ عَلى طَاعَتِي أيْسَرُ عَلَيْكُمْ مِنَ الصَّبْرِ عَلى حَرِّ النَّارِ، وَعَذَابُ الدُّنْيَا أَيْسَرُ عَلَيْكُمْ مِنْ عَذَابِ الآخِرَةِ.

يَابْنَ آدَمَ!! كُلُّكُمْ ضَالٌّ إلَّا مَنْ هَدَيْتُهُ، وَكُلكُمْ مَرِيضٌ إِلَّا مَنْ شَفَيْتُهُ، وَكُلُّكُمْ فَقِيرٌ إلَّا مَنْ أغْنَيْتُهُ، وَكُلُّكُمْ هَالِكٌ إلَّا مَنْ أنْجَيْتُهُ، وَكُلُّكُمْ مُسِي‏ءٌ إلَّا مَنْ عَصَمْتُهُ، فَتُوبُوا إلَيَّ أَرْحَمْكُمْ وَلَا تَهْتِكُوا أَسْتَارَكُمْ عِنْدَ مَنْ لَا يَخْفَى عَلَيْهِ أَسْرَارُكُمْ.

 

Dokuzuncu Süre:

Ey Âdemoğlu! Allahın mahlûkatına lanet etmeyin ki tekrar o lanet size geri dönsün(1).

 

Ey Âdemoğlu! Göklerim, benim isimlerimden birisiyle hiçbir direk ve sütuna dayalı olmadan havada durmakta ama sizin kalpleriniz benim kitabımdan binlerce öğüt ve nasihatle bir türlü doğru yola gelmiyor.

 

Ey insanlar! Bilin ki taş suda nasıl yumuşamazsa, öğüt ve nasihatinde taşlaşmış kalplere faydası yoktur.

 

Ey Âdemoğlu!  Nasıl oluyor da haramlardan kaçınmıyor, günah kazanmaktan el çekmiyor, ateşten korkmuyor ve rahmanın gazabından çekinmiyorsunuz! Bilin ki eğer beli bükük yaşlılar, anne sütü içen çocuklar, ağzı bağlı otlayan hayvanlar ve mütevazı alçak gönüllü gençler olmasaydı, gerçektende gökyüzünü sizin üzeriniz de demir, yeryüzünü bakırdan, toprağı da sert taşlardan yapardım. Gökten bir damla bile size yağmur yağdırmaz, yerden bir tane bile tohum yeşertmez ve size azap gönderirdim.

(1) Allah'ın lanetlediği hariç kimseler kastedilmiştir.

 سورة التاسعة‏

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! لَا تَلْعَنُوا الْمَخْلُوقِيْنَ فَتَرْجِعَ اللَّعْنَةُ عَلَيْكُمْ .

يَابْنَ آدَمَ!! اسْتَقَامَتْ سَموَاتِي فِي الْهَوَاءِ بِلَا عَمَدٍ بِاسْمٍ مِنْ أسْمَائِي، وَلَا تَسْتَقِيمُ قُلُوبُكُمْ بِألْفِ مَوْعِظَةٍ مِنْ كِتَابِي.

يَا أيُّهَا النَّاسُ!! كَما لَا يَلِينُ الْحَجَرُ فِي الْمَاءِ كَذَلِكَ لَا تُفِيدُ الْمَوْعِظَةُ فِي الْقُلُوبِ الْقَاسِيَةَ .

يَابْنَ آدَمَ!! كَيْفَ لَا تَجْتَنِبُونَ الْحَرَامَ، وَلَا اكْتِسَابَ الْآثامِ، وَلَا تَخَافُونَ النِّيْرَانَ، وَلَا تَتَّقُونَ غَضَبَ الرَّحْمن! فَلَوْلَا مَشَائِخُ رُكَّعٌ وَأَطْفَالٌ رُضَّعٌ وَبَهَائِمُ رُتَّعٌ وَشَبَابٌ خُشَّعٌ لَجَعَلْتُ السَّمَاء فَوْقَكُمْ حَدِيداً وَالْأَرْضَ صُفْراً وَالتُّرَابَ جِمَاراً، وَلَا أَنْزَلْتُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَاءِ قَطْرَةً وَلَا أنْبَتُّ لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ حَبَّةً وَصَبَبْتُ عَلَيْكُمُ العَذَابَ صَبّاً.

 

Onuncu Süre:

Ey Âdemoğlu! Rabbinizden taraf size hak geldiğinde artık kim isterse iman getirsin ve kim de isterse inkâr edip kâfir olsun. Gerçekten de sizler ancak kendinize iyilikte bulunana iyilik ediyor, ancak sizinle ilişki kuranlarla irtibat kuruyorsunuz. Sizinle konuşanla ancak konuşuyor, size yedirenlere ancak yediriyorsunuz. Size insafla davranandan başkasına insafla davranmıyor ve ancak size hürmet ve saygı gösterene hürmet gösteriyorsunuz. Öyleyse hiç birinizin bir diğerine üstünlüğü yoktur.

 

Şüphesiz gerçek müminler, Allaha ve Resulüne inanarak, kendilerine kötülük yapanlara iyilik yapanlar, kendilerinden irtibatı kesenlerle ilişki kuranlar, kendilerini mahrum bırakanlara verenlerdir.  Kendilerine hıyanet edenlere insaflı davrananlar, kendilerine küsenlerle konuşanlar ve kendilerine saygısızlıkta bulunanlara saygı ve hürmet gösterenlerdir.

سورة العاشرة

يَابْنَ آدَمَ!! قَد جَاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ، وَمَنْ شَاءِ فَلْيَكْفُرْ، وَإنَّكُمْ لَا تُحْسِنُونَ إلَّا بِمَنْ أَحْسَنَ إِلَيْكُمْ وَلَا تَصِلُونَ إلَّا لِمَنْ وَصَلَكُمْ وَلَا تُكَلِّمُونَ إلَّا لِمَنْ كَلَّمَكُمْ، وَلَا تُطْعِمُونَ إلّا لِمَنْ أَكْرَمَكُمْ، فَلَيْسَ لِأَحَدٍ عَلَى أَحَدٍ فَضْلٌ، إنَّما الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ الّذِينَ يُحْسِنُونَ إلَى مَنْ أسَاء إلَيْهِمْ، وَيَصِلُونَ إلَى مَنْ قَطَعَهُمْ وَيُعْطُونَ إلَى مَنْ حَرَمَهُمْ، وَنُنْصِفُونَ مَنْ خَانَهُمْ، وَيُكَلِّمُونَ إلَى مَنْ هَاجَرَ مِنْهُمْ وَيُكَرِّمُونَ مَنْ أَهَانَهُمْ .

 

 

On birinci Süre:

Ey insanlar! Dünya, evi olmayanların evidir. Malı olmayanların malıdır. Onu ancak akılsızlar toplar ve onunla ancak yakini olmayanlar mutlu olur. Ona ancak (Allaha)  tevekkülü olmayanlar tamah eder. Onun zevkleri peşice ancak tanımayanlar (bilgisi, marifeti olmayanlar) gider.

 

 (Bilin ki)  Kim yok olup gidecek bir nimeti (rahatlığı),geçici bir hayatı ve fani istek ve arzuları seçerse kendisine zulüm etmiştir. Rabbine isyan etmiş (karşı gelmiş)  ahire tini unutmuştur ve dünya hayatı onu aldatmıştır.

 سورة الحادي عشر

قال الله تعالى: يَا أَيُّها النَّاسُ!! إِنَّما الدُّنْيَا دَارُ مَنْ لاَ دَارَ لَهُ وَمَالُ مَنْ لاَ مَالَ لَهُ وَلَهَا يَجْمَعُ مَنْ لاَ عَقْلَ لَهُ وَبِهَا يَفْرَحُ مَنْ لاَ يَقِينَ لَهُ وَعَلَيْها يَحْرِصُ مَنْ لاَ تَوَكُّلَ لَهُ وَيَطْلُبُ شَهَوَاتِها مَنْ لاَ مَعْرِفَةَ لَهُ؛ فَمَنْ أَخَذَ نِعْمَةَ زَائِلَةَ وَحَياة مُنْقَطِعَة وَشَهْوَةً فاِنيَة ظَلَمَ نَفْسَهُ وَعَصَى رَبَّهُ وَنَسِىَ آخِرَتَهُ وَغَرَّتْهُ حَيَاتَهُ.

 

On ikinci Süre:

Ey Âdemoğlu!  Size verdiğim nimetlerimi ve gerçektende benim sizi tüm âlemlere üstün kılışımı hatırlayın.

 

Doğru yolu bir yol gösteren olmadan bulamadığınız gibi cennetin de yolunu ilim olmadan bulamazsınız.

Zorluk ve sıkıntı olmadan mal mülk toplayamayacağınız gibi,  cennete de ancak Allah a kulluk ve ibadet etmeye sabır ederek girebilirsiniz. Öyleyse nafile ve mustehaplarla bana yakınlaşın ve benim rıza yetimi yoksulları razı etmekte arayın. Bilin ki benim rızam yoksullardan bir an bile ayrı değildir.

 

 Birlikte oturduğunuzda âlimlere ilgi gösterin. Şüphesiz benim rahmetim onlardan (âlimlerden) bir an bile ayrı değildir.

 

Ey Musa! Benim dediklerimi dinle, benim dediklerim haktır: Gerçektende kim bir yoksula üstünlük taslayıp tekebbür etse, kıyamette onu insanların ayakları altındaki bir zerre şeklinde yaratacağım.

 

Kim bir Müslüman’ın gizli/örtülü şeylerini açmaya yeltense (rezil etmek istese), ben de onun yetmiş defa gizli ve örtülü şeyini açarım.

 Kim bir âlime veya anne-babasına alçak gönüllü olursa onu her iki cihanda yüceltirim. 

Kim (Allahın rızasına) teslim olmuş bir mümini fakirliğinden dolayı küçümserse, gerçektende benimle savaşa kalkışmıştır.

 Kim bir mümini benim için severse melekler her iki cihanda da onunla tokalaşır; dünyada gizlice ahirette de açıkça.

سورة الثاني عشر

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! أُذْكُروا نِعْمَتِي الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ؛ كَما لاَ تَهْتَدُونَ السَّبِيلَ إِلَّا بِالدَّلِيْلِ فَكَذلِكَ لاَ تَهْتَدُونَ طَرِيقَ الْجنَّةِ إلَّا بِالْعِلْمِ وَكَمَا لا تَجْتَمِعُونَ الْمَالَ إِلّا بِالتَّعَبِ وَكَذلِكَ لا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ إِلاّ بِالصَّبْرِ عَلى الْعِبَادَةِ فَتَقَرَّبُوا بِالنَّوافِلِ وَاطْلُبُوا رِضَائِي بِرَضاءِ الْمَساكِيْنِ فَإنَّ رَحْمَتِي لا تُفَارِقُهُمْ طَرْفَةَ عَيْنٍ أَبَداً.

يَا مُوسَى!! اسْمَعْ مَا أقُولُ وَالْحَقُّ مَا أقُولُ إِنَّهُ مَنْ تَكَبَّرَ عَلى مِسْكِيْنٍ حَشَرْتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلى صُورَةِ ذَرَّةِ تَحْتَ أقْدَامِ النَّاسِ وَمَنْ تَعَرَّضَ بِهْتْكِ سِتْرِ مُسْلِمٍ أهْتِكُ سِتْرَهُ سَبْعِيْنَ مَرَّة وَمَنْ تَوَاضَعَ لِعَالِمٍ أوْ وَالِدَيْهِ رَفَعْتُهُ في الدَّارَيْنِ وَمَنْ أهَانَ مُؤْمِناً مُسْلِماً لِفَقْرِهِ فَقَدْ بَارَزَنِي في الْمُحَارَبَةِ، وَمَنْ أَحَبَّ مُؤْمِناً مِنْ أجْلِي صَافَحَتْهُ الْمَلائِكَةُ في الدَّارَيْنِ في الدُّنْيا سِرّاً وَفي الآخِرَةِ جَهْراً.

 

 On üçüncü Süre:

Ey Âdemoğlu! Bana ihtiyaçlarınız kadar kulluk edin ve bana ateşe sabır ve tahammülünüz olduğu kadar isyan edin (karşı çıkın).

Dünyadan kendinize onda kalacağınız kadar azık toplayın ve ahiret içinde onda kalacağınız kadar kendinize azık toplayın. Gecikmiş ecellerinize (ölümünüze), şu andaki hazır rızklarınıza ve üstü örtülü günahlarınıza bakmayın. Bilin ki benden başka bütün her şey yok olup gidecek.

 

Fakirlikten korktuğunuz gibi ateşten de korksaydınız gerçekten sizi düşünüp, hayal edemeyeceğiniz kadar zengin kılardım. Eğer dünyaya duyduğunuz ilgi ve istek kadar cennete de ilgi ve isteğiniz olsaydı sizi her iki cihanda (dünya ve ahirette) mesut ve mutlu kılardım. Kalplerinizi dünya sevgisiyle öldürmeyin çünkü onun yok olup gitmesi yakındır.

سورة الثالثة عشر

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! أطِيْعُونِى بِقَدْرِ حَوَائِجِكُمْ إلَىَّ وَاعْصُونِي بِقَدْرِ صَبْرِكُمْ عَلى النَّارِ وَتَزَوَّدُوا مِنَ الدُّنْيَا بِقَدْرِ مَسْكَنِكُمْ فِيْهَا وَتَزَوَّدُوا للآخِرَةِ بِقَدْرِ مَسْكَنِكُمْ فِيهَا وَلا تَنْظُرُوا إلى آجَالِكُمُ الْمُتَأخَّرَةِ وَأَرزَاقِكُمُ الْحَاضِرَةِ وَذُنُوبِكُمُ الْمَسْتُورَةِ؛ وَكُلُّ شَي‏ءِ هَالِكٌ إلَّا وَجْهِي وَلَوْ خِفْتُمْ مِنَ النَّارِ كَما خِفْتُمْ مِنَ الفَقْرِ لأغْنَتُكُمْ مِنْ حَيْثُ لا تَحْتَسِبُونَ وَلو رَغِبْتُمْ فِي الْجَنَّةِ كَما رَغِبْتُمْ فِي الدُّنْيَا لأسْعَدْتُكُمْ فِي الدَّارَينِ وَلا تُمِيْتُوا قُلُوبَكُمْ بِحُبِّ الدُّنْيَا فَزَوَالُهَا قَرِيبٌ.

 

 On dördüncü Süre:

Ey Âdemoğlu! Nice kandiller vardır ki rüzgâr onu söndürmüştür. Nice abid ler vardır ki kendini beğenmişlik, nice fakirler vardır ki fakirlik, nice zenginler vardır ki zenginlik, nice sıhhatli olanlar vardır ki sağlık ve nice âlimler vardır ki ilim onları bozmuştur.

 Ey Âdemoğlu! Benim için ziraat edin(ekin biçin),benimle ticaret yapın, benden isteyin ve benim için çalışın. Gerçektende, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, kimsenin gönlünden bile geçmeyen kazanç ve kârınız benim katımdadır. Ben çok bağışlayıcı olduğum halde benim hazinelerim ne tükenir, nede saltanat ve padişahlığımdan bir şey azalır. 

Ey Âdemoğlu! Dinin etin ve kanın gibidir. Eğer dinin ıslah olursa etin ve kanında ıslah olur ve eğer dinin bozulursa etin ve kanın da bozulur. Öyleyse İnsanlara ışık verdiği halde kendisini ateşte yakan kandiller gibi olma. Dünya sevgisini kalbinden çıkar, gerçektende ateş ve suyun bir kapta toplanamayacağı gibi, bende kendi sevgimle dünya sevgisini bir kalpte toplamam.

 Rızk toplamada kendine yumuşak ol (mutedil ol). Çünkü şüphesiz rızk paylaştırılmıştır, tamahkâr mahrum bırakılmış, cimri kınanmıştır. Ve gerçektende bu nimetler daimi değil ve ecellerinizde bellidir.

 (Bilin ki) En hayırlı hikmet Allah tan korkmaktır.

En iyi zenginlik kanaat etmektir. En hayırlı azık takvadır (Allahtan çekinmektir).

En kötü maslahatınız sizi yalana ve en kötü nasihatinizde sizi ara vuruculuğa sürükleyendir.

Allah kullarına asla zülüm etmez.

سورة الرابعة عشر

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! كَمْ مِنْ سِرَاجِ أَطْفَأتْهُ الرِّيحُ؟ وَكَمْ مِنْ عَابِدٍ أَفْسَدَهُ العَجْبُ؟ وَكَمْ مِنْ فَقِيرٍ أَفْسَدَهُ الفَقْرُ؟ وَكَمْ مِنْ غَنِيّ أَفْسَدَهُ الْغِنَی وَكَمْ مِنْ صَحِيحٍ أَفْسَدَهُ العَافِيَةُ؟ وَكَمْ مِنْ عَالمٍ أَفْسَدَهُ الْعِلْمُ؟

يَابْنَ آدَمَ!! زَارِعُونِي وَرَابِحُونِي وَاسْأَلُونِي وَعَامِلُونِي فَإنَّ رِبْحَكُمْ عِنْدِي مَا لاَ عَيْنٌ رَأَتْ وَلاَ أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلاَ خَطَرَ عَلى قَلْبِ بَشَرٍ وَلاَ تَنْفَدُ خَزَائِني وَلاَ يَنْقُصُ مُلْكِي وَأَنَا الوَهَّابُ.

يَابْنَ آدَمَ!! دِينُكَ لَحْمُكَ وَدَمُكَ، فَإنْ صَلُحَ دِينُكَ صَلُحَ لَحْمُكَ وَدَمُكَ وَإِنْ فَسَدَ دِينُكَ فَسَدَ لَحْمُكَ وَدَمُكَ، فَلاَ تَكُنْ كالْمِصْبَاحِ يُضِيءُ لِلنَّاسِ وَيُحْرِقُ نَفْسَهُ بِالنَّارِ، وَأَخْرِجْ حُبَّ الدُّنْيَا عَنْ قَلْبِكَ فَإِنِّي لاَ أَجْمَعُ حُبيِّ وَحُبَّ الدُّنْيَا فِي قَلْبٍ وَاحِدٍ أَبَداً كما لاَ يَجْتَمِعُ الْمَاءُ وَالنَّارُ فِي إنَاءٍ وَاحِدٍ وَارْفَقْ بِنَفْسِكَ فِي جَمْعِ الرِّزْقِ، فَإنَّ الرِّزْقَ مَقْسُومٌ والْحَرِيصَ مَحْرُومٌ وَالبَخِيلَ مَذْمُومٌ وَالنِّعْمَةَ لاَ تَدَومُ وَالأَجَلَ مَعْلُومٌ وَخَيْرُ الْحِكْمَةِ خَشْيَةُ اللَّهِ تَعَالَى وَخَيْرُ الْغَنِى القَنَاعَةُ وَخَيْرُ الزَّادِ التَّقْوَى وَشَرُّ صَلاَحِكُمُ الكِذْبُ وَشَرُّ نَصِيحَتِكُمُ النَّمِيمَةُ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ.

 On beşinci Süre:

"Ey iman edenler! Neden yapmadığınız şeyleri başkalarına söylüyorsunuz?" (Saf 2. Ayet)

Neden kendi el çekmediğiniz şeylerden insanları menediyorsunuz.

Neden amel etmediğiniz şeyleri emrediyorsunuz.

Neden yiyemeyeceğiniz şeyleri topluyorsunuz.

Neden tövbe etmeyi günden güne geciktiriyor, yıllarca bekliyorsunuz. (yıldan yıla atıyorsunuz)

Acaba size ölümden bir güvence veya elinizde sizi ateşten koruyacak/kurtaracak bir buyruk mu var ya hakikaten de cennetlere layık olduğunuzu mu sanıyorsunuz?

Acaba bu nimetler (rahatlık) mı sizi böyle düşündürdü yoksa uzun arzularınız mı sizi Allah tan gafil kıldı?

 Sakın sıhhat ve sağlık sizi aldatmasın. Çünkü yaşayacağınız günler belli, nefesleriniz sayılıdır. İç yüzleriniz aşikâr, gizli şeyleriniz açıktır. Öyleyse ey akıl sahipleri Allah’tan çekinin/sakının ve elinizdekileri ahiret iniz için şimdiden gönderin.

 Ey Âdemoğlu! Çaba göster çünkü gerçektende ömrün heder olmada /yok olup gitmekte ve annenin karnından çıktığın günden beri her geçen gün biraz daha kabrine (ölümüne) yaklaşmadasın. Öyleyse kendisini başkaları için ateşte yakan kuru ağaç gibi olma!

 Bilin ki Allah tan başka ilah yoktur, haktır hak. Muhammed (s.a.a) benim kulum ve peygamberimdir.

سورة الخامسة عشر

قال الله تعالى: (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ)(الصف: 2) وَلِمَ تَنْهَوْنَ عَمَّا لاَ تُنْهَوْنَ وَلِمَ تَأمُرُنَ بِمَا لاَ تَعْمَلُونَ وَلِمَ تَجْمَعُونَ مَا لاَ تَأكُلُونَ وَلِمَ التَّوْبَةَ يَوْماً بَعْدَ يَوْمٍ تُؤَخِّرُونَ وَبِعَامٍ بَعْدَ عَامٍ تَنْتَظِرُونَ؛ أَلَكُمْ مِنَ الْمَوْتِ أمانٌ أمْ بِأَيْدِيْكُمْ بَراءَةٌ مِنَ النِّيْرَانِ أَمْ تَحَقَّقْتُمُ الْفَوْزَ بِالْجِنَانِ؛ أنْظَرَتْكُمُ النِّعْمَةُ وَغَرَّكُمْ مِنَ اللَّهِ تَعَالَى طُولُ الآمَالِ؛ فَلاَ تَغُرَّنَّكُمُ الصِّحَةُ وَالسَّلامَةُ فَإنَّ أيَّامَكُمْ مَعْلومَةٌ وَأَنْفَاسَكُمْ مَعدُودَةٌ وَسَرِائِرَكُمْ مَكْشُوفَةٌ وَأَسْتَارَكُمْ مَهْتُوكَةٌ؛ فَاتَّقُوا اللَّهَ يَا اوْلِي الْأَلْبَابِ وَقَدِّمُوا مَا في ايْدِيكُمْ لِمَا بَيْنَ ايْدِيكُمْ.

يابْنَ آدَمَ!! تَقَدَّمْ فإنَّكَ في هَدْمِ عُمْرِكَ وَمِنْ يَوْمٍ خَرَجْتَ مِنْ بَطْنِ أُمِّكَ تَدْنُو في كُلِّ يَوْمٍ قَبْرَكَ فَلاَ تَكُنْ كَالْخَشبِ الَّذِي يُحْرِقُ نَفْسَهُ بِالنَّارِ لِغَيْرِهِ؛ لاَ إلَهَ إلَّا اللَّهُ حَقّاً حَقّاً مُحَمَّدٌ عَبْدِي وَرَسُولِي.

 

 On altıncı Süre:

        Ey Âdemoğlu! Ben her zaman diriyim ölmeyeceğim. Sana emrettiklerimi yerine getir ve seni menettiğim şeylerden el çek ki senide ölümsüz ve diri kılayım.

        Ey Âdemoğlu! Ben yok olup gitmeyecek bir padişahım. Bir şeye ol dediğim de hemen oluverir. Sana emir ettiğim şeylerde bana kulluk et ve seni menettiğim şeylerden el çek ki, sende bir şeye ol dediğinde oluversin.

       Ey Âdemoğlu! Eğer sözün tatlı ve şirin ama amelin kötü ve çirkin olursa, bil ki sen münafıkların başısın. Eğer zahirin (dışın) iyi ve çekici olurda için(gerçek yüzün) çirkin ve kötü olursa en kötü şekilde öleceklerdensin.

        Ey Âdemoğlu! Benim cennetime ancak büyüklüğüme boyun eğen, gününü beni anarak geçiren, benim için aşırı arzu ve isteklerinin önünü alan, gariplerle kardeşlik yapan, fakirlere yardım eden, musibet görenlere merhametli olan, yetimlere hürmetli ve cömert davranıp, onlar için yufka yürekli bir baba gibi ve dul kadınlara şefkatli bir koca gibi olan girebilir.

       Kimde bu sıfatlar olsa, beni çağırdığında ona cevap verir ve benden bir şey istediğinde ona vereceğim.

سورة السادسة عشر

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! أَنَا حَيُّ لاَ أَمُوتُ؛ إعْمَلْ بِما أمَرْتُكَ وَانْتَهِ عَمَّا نَهَيْتُكَ حَتَّى أَجْعَلَكَ حَيّاً لا تَمُوتُ.

يَابْنَ آدَمَ!! أَنَا مَلِكٌ لاَ أزُولُ إِذا قُلْتُ لِشَيءِ كُنْ فَيَكُونُ أطِعنِي فِيْما أمَرْتُكَ وَانْتَهِ عَمَّا نَهَيْتُكَ حَتَّى تَقُولَ لِشَيءِ كُنْ فَيَكُونُ.

يَابْنَ آدَمَ!! إذَا كَانَ قَوْلُكَ مَلِيحاً وَعَمَلُكَ قَبِيْحاً فَأنْتَ رَأْسُ المَنَافِقِيْنَ وَإنْ كَانَ ظَاهِرُك مَلِيحاً وَبَاطِنُكَ قَبِيحاً فَأنْتَ أهْلَكُ الْهَالِكِيْنَ.

يَابْنَ آدَمَ!! لا يَدْخُلُ جَنَّتي إلَّا مَنْ تَوَاضَعَ لِعَظَمَتِي وَقَطَعَ نَهَارَهُ بِذِكْرِي وَكَفَّ عَنِ الشَّهَوات مِنْ أَجْلِي وَيُراخِي الغَرِيْبَ وَيُوَاسِي الفَقِيرَ وَيَرْحَمُ الْمُصَابَ وَيُكْرِم الْيَتِيمَ وَيَكُونُ لَهُ كالأبِ الرَّحِيمِ وَلِلأرَامِلِ كَالزَّوجِ الشَّفِيق، فَمَنْ كَانَ هَذِهِ صِفَتَهُ يَكُونُ إن دَعَانِي لَبَّيْتُهُ وَإنْ سَألَنِي أعْطَيْتُهُ.

 

 On yedinci Süre:

        Ey Âdemoğlu! Ne kadar çok benden yakınıyorsunuz. Ne kadar çok beni unutuyorsunuz ve ne kadar çok beni inkâr ediyorsun. Hâlbuki ben kullarıma hiç zülüm etmem.

       Ne zamana kadar katımdan size her gün rızkınız geldiği halde nimetlerimi bilerek inkâr edeceksiniz! Sizin için benden başka rab(düzene sokan) olmadığını bildiğiniz halde ne zamana kadar benim rab olduğumu inatla inkâr edeceksiniz! Size cefa(vefasızlık) etmediğim halde ne zamana kadar bana cefa edeceksiniz.

        Bedenleriniz için doktor istediğinizde (çağırıyorsunuz) peki kim günahlarınızın sebep olduğu hastalıklardan size şifa verecek. Sizler ancak benim hükümlerimden yakınıp, öfkeleniyorsunuz.

        Sizlerden biri üç gün yiyecek bulamayınca, ben ne kadar da kötüyüm bende hiç hayırlı bir şey yok derse işte o zaman gerçektende benim nimetlerimi inkâr etmiştir.

       Kim malının zekâtını vermezse kuşkusuz benim kitabımı hafife almıştır/küçümsemiştir.

       Kim namaz vaktinin geldiğini bilirde, ona(namaza) doğru yönelmezse gerçektende benden gaflet etmiştir (beni ihmal etmiştir).

سورة السابعة عشر

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! إِلى كَمْ تَشْكُونَنِي وَإِلَى كَمْ تَنْسُونَنِي وَإِلَی كَمْ تَكفُرونَنِي وَلَسْتُ بِظَلّامٍ لِعَبيْدِ وَإلَى مَتَى تَجْحَدُونَ بِنِعْمَتِي وَرِزْقُكُمْ يَأتِيْكُم في كُلِّ يَومٍ مِنْ عِنْدِي وَإلى مَتَى تَجْحَدُونَ بِرُبوبِيَّتي وَلَيْسَ لَكُم رَبُّ غَيْرِي وَإلَى مَتَى تَجْفُونَنِي وَلَمْ أَجْفُكُمْ وَإِذا طَلَبْتُمُ الطَّبِيْبَ لَِأْبدَانِكُمْ فَمَنْ يَشْفِيكُمْ عَنْ ذُنُوبِكُمْ فَقَدْ شَكُوْتُمْ وَسَخِطتُمْ قَضَائي؛ وَإذَا لَمْ يَجِدْ أَحَدُكُمْ قُوتَ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ فَقَالَ أَنَا بِشَرِّ وَلَسْتُ بِخَيْرٍ فَقَدْ جَحَدَ بِنِعْمَتِي؛ وَمَنْ مَنَعَ الزَّكاةَ مِنْ مَالِهِ فَقَدِ اسْتَخَفَّ بِكِتابِي؛ وَإذا عَلِم بِوَقْتِ الصَّلاَةِ وَلَمْ يَفْرَغْ لَهَا فَقَدْ غَفَلَ عَنّي.

 

 On sekizinci Süre:

        Ey Âdemoğlu! Sabırlı ve alçak gönüllü ol ki seni yücelteyim. Bana şükür et ki sana olan nimetlerimi çoğaltayım. Benden bağışlanma dile ki bende seni bağışlayayım. Bana dua etki, bende icabet edeyim. Benden iste sana vereyim. Benim için sadaka ver ki bende rızkını bereketli kılayım. Akrabalarınla sıla-i rahim de bulun ki ömrünü uzatayım ve ecelini geciktireyim. Benden daimi sıhhat ve sağlık iste ve selametliği yalnızlıkta ara. İhlâslı olmayı günah ve günaha şüpheli şeylerden kaçınmakta, zahitliği tövbede, ibadeti ilimde ve zenginliği de kanaat da ara.

 

         Ey Âdemoğlu! Karnın tokken nasıl çok ibadet etmek istersin. Çok uyuyarak kalbinin nurani olmasını nasıl istersin. Fakirlikten korktuğun halde Allahtan çok korkmayı nasıl istersin. Yoksul ve fakirleri küçümseyerek Allahın cennetlerine nasıl göz dikersin.

 سورة الثامنة عشر

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! إصْبِرْ وَتَوَاضَعْ أَرْفَعْكَ وَاشْكُرْ لِي أَزِدْكَ وَاسْتَغْفِرْ لِي أغْفِرْ لَكَ وَأدْعُنِي أَسْتَجِبْ لَكَ وَاسْألْنِي أُعْطِكَ وَتَصَدَّقْ لِي أُبَارِكْ لَكَ فِي رِزْقِكَ وَصِلْ رَحِمَكَ أَزِدْ فِي عُمْرِكَ وَأُنْسِي أَجَلَكَ وَاطْلُبْ مِنِّي الْعَافِيَةَ بِطُوْلِ الصِّحَّةِ وَاطْلُبِ السَّلاَمَةَ فِي الْوَحْدَةِ وَالإخْلاَصَ فِي الْوَرَعِ وَالزُّهْدَ فِى التَّوبَةِ وَالعِبَادَةَ فِي العِلْمِ وَالغِنَى فِي الْقَنَاعَةِ.

يَابْنَ آدَمَ!! كَيْفَ تَطْمَعُ فِي الْعِبَادَةِ مَعَ الشَّبَعِ وَكَيْفَ تَطْلُبُ جَلاَء الْقَلْب مَعَ كَثْرَةِ النَّومِ وَكَيْفَ تَطْمَعُ فِي الْخَوْفِ مِنَ اللَّهِ تَعَالَى مَعَ خَوْفِ الْفَقْرِ وَكَيْفَ تَطْمَعُ فِي مَرْضَاةِ اللَّهِ تَعَالَى مَعَ احْتِقَارِ الْفُقَرَاءِ والْمَسَاكِين.

 

On dokuzuncu Süre:

         Ey İnsanlar! Tedbir gibi akıl, insanları incitmekten el çekmek gibi takva, edep gibi hesaplı davranmak, tövbe gibi şefaatçi ve ilim gibi ibadet yoktur.

         Namaz ancak korku ve huşuyla, fakirlik de ancak sabırla olmalıdır. Allahın verdiği başarı olmadan ibadet, olmaz.

        Akıldan güzel dost, cahillikten kötü arkadaş yoktur.

        Ey Âdemoğlu! Bana kulluk etmek için tüm çabanı harca ki kalbini zenginlikle, elini rızkla ve cismini de rahatlıkla doldurayım. Beni anmaktan gaflet etme yoksa kalbini fakirlikle, bedenini yorgunluk ve halsizlikle, gönlünü sıkıntı ve üzüntüyle, cismini dert ve acıyla ve dünyanı da zorluk ve meşakkatle doldururum.

سورة التاسعة عشر

قال الله تعالى:يَا أَيُّها النَّاسُ!! لاَ عَقْلَ كَالتَّدْبِيْرِ وَلاَ وَرَعَ كَالْكَفِّ عَنِ الأَذى وَلاَ حَسَبَ أرْفَعُ مِنَ الأَدَبِ وَلاَ شَفِيْعَ كَالتَّوْبَةِ وَلاَ عِبَادَةَ كَالعِلْمِ وَلاَ صَلاَةَ إِلّا مَعَ الْخَشْيَةَ وَلاَ فَقْرَ إلّا مَعَ الصَّبْرِ وَلاَ عِبَادَة كَالتَّوفِيقِ وَلاَ قَرِيْنَ أَزْيَنُ مِنَ الْعَقْلِ وَلاَ رَفِيقَ أَشْيَنُ مِنَ الْجِهْلِ.

يَابْنَ آدَمَ!! تَفَرَّغْ لِعِبَادَتِي لَاَمْلَأُ قَلْبَكَ غِنَى وَيَدَيْكَ رِزْقاً وَجِسْمَكَ رَاحَةً؛ وَلاَ تَغْفُلْ عَنْ ذِكْرِي فَأَمْلَأُ قَلْبَكَ فَقْراً وَبَدَنَكَ تَعَباً وَصَدْرَكَ غَمَّاً وَهَمَّاً وَجِسْمَك سُقْماً وَدُنيَاكَ عُسْرَةً.

 

 

Yirminci Süre:

         Ey Âdemoğlu! Ölüm, sırlarını ortaya çıkaracaktır. Kıyamet haberlerini diyecek ve amel defterin gizli (üstü kapalı) şeylerini ortaya çıkaracaktır. Öyleyse küçük bir günah işlediğinde günahın küçüklüğüne değil, kime isyan edip karşı çıktığına bak. Sana az bir rızk verildiğinde onun azlığına değil, rızkı sana kimin verdiğine bak.

 

         Ey Âdemoğlu! Benim hile ve düzenlerini bozacağımdan güvende olduğunu sanma! Çünkü benim hile ve düzenleri bozmam kap karanlık bir gecede, siyah bir karıncanın sert bir kayanın üstünde yürümesinden daha gizlidir. (yani siz hiç farkında bile olmadan ben sizin tüm hile ve düzenlerinizi boşa çıkartırım).

        Ey Âdemoğlu! Acaba vaciplerimi (farzlarımı) benim size emir ettiğim(benim sizden istediğim) gibi yerine getirdiniz mi?

       Acaba canınızla malınızla yoksullara yardım ettiniz mi? Size kötülükte bulunana siz iyilikte bulundunuz mu? Size zulüm eden kimseleri, siz affettiniz mi? Sizinle ilişkisini kesenle siz ilişki kurdunuz mu? Size hile ve hıyanet edene siz insaflı davrandınız mı? Sizinle küsenlerle siz konuştunuz mu? Evlatlarınızı (güzel) terbiye ettiniz mi?  Din ve dünya işlerinizi Âlimlerden sordunuz mu? Çünkü ben ne şekillerinize nede dış güzelliklerinize bakacağım ancak kalplerinize ve amellerinize bakacağım ve sizdeki bu (yukarıdaki) sıfatlarla sizden razı olacağım.

 

 سورة العشرون‏

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! اَلْمَوْتُ يَكْشِفُ أَسْرَارَكَ وَالْقِيَامَةُ تَبْلُو أَخْبَارَكَ وَالكِتَابُ يَهْتِكُ أَسْتَارَكَ فَإذا أَذْنَبْتَ ذَنْباً صَغِيراً فَلا تَنْظُرْ إلَى صِغَرِهِ وَلَكِن اُنْظُرْ إلَى مَنْ عَصَيْتَهُ وَإذا رُزِقْتَ رِزْقاً قَلِيلاً فَلاَ تَنْظُرْ إلَى قِلَّتِهِ وَلَكِنِ اُنْظُرْ إلَى مَنْ رَزَقَكَ.

يَابْنَ آدَمَ!! لاَ تَأمَنْ مِنْ مَكْرِي فَإنَّ مَكْرِي أَخْفَى مِنْ دَبِيْبِ النَّمْلِ عَلى الصَّفَاءِ في اللَّيْلَةِ الظَّلْمَاءِ.

يَابْنَ آدَمَ!! هَلْ أَدَّيْتُمْ فَرَائِضِي كَما أمرْتُكُمْ وَهَلْ وَاسيْتُمُ الْمَسَاكِينَ بِأَمْوالِكُمْ وَأَنْفُسِكُمْ وَهَلْ أَحْسَنْتُمْ إِلَى مَنْ أَسَاءَ إِلَيْكُمْ وَهَلْ عَفَوْتُمْ عَمَّنْ ظَلَمَكُمْ وَهَلْ وَصَلْتُمْ مَنْ قَطَعَكُمْ وَهلْ أَنْصَفْتُمْ مَنْ خَانَكُمْ وَهَلْ كَلَّمْتُمْ مَنْ هَاجَرَكُمْ وَهَلْ أَدَّبْتُمْ أَوْلاَدَكُمْ وَهَلْ سَألْتُمُ العْلَمَاءَ مِنْ أَمْرِ دِيْنِكُمْ وَدُنْيَاكُمْ؛ فَإِنِّي لاَ أَنْظُرُ إلَى صُوَرِكُمْ وَلاَ إِلَى مَحاسِنِكُمْ وَلَكِنْ أَنْظُرُ إلَى قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ وَأرْضَى مِنْكُمْ بِهذِهِ الْخِصَال.

 

Yirmi birinci Süre:

Ey Âdemoğlu! Kendine ve bütün mahlûkatıma (yarattıklarıma)  bir bak. Kendinden daha değerli ve üstün birisini bulabilirsen bütün saygınlığını ona sarf et. Yok, eğer kendin değerliysen, tövbe edip hayırlı amellerde bulunarak kendine hürmet ve saygı göster.

 

Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın ve kıyamet günü, ansızın kopacak kıyamet günü, aldananın, aldatanın, kar ve ziyan edenin meydana çıkacağı gün, gerçek olan kıyamet günü, miktarı elli bin yıl olan gün, konuşamayacakları ve mazeret belirtmelerine izin verilmedikleri gün, felaket/afet günü, imdat için bağırıp yardım isteme günü, suratları astıran, azabı pek şiddetli olan gün, hiçbir kimsenin hiçbir kimseye yardım edemeyeceği gün, helak etme günü, yerin sarsılacağı gün, şiddetli bir gürültüyle gelip çatacak, yürekleri koparacak felaket gününden önce Allah'tan korkup çekinin!  

Bağırış ve yerin sarsılmasından önce dağların döküleceği günden dolayı Allah' tan korkup çekinin! O günün korkusundan çocuklar ihtiyarlayacak.

Duyduk ve isyan ettik diyenler gibi olmayın.

 

 سورة الحادي والعشرون

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ! انْظُرْ إلَى نَفْسِكَ وَإلَى جَمِيعِ خلْقِي فَإنْ وَجَدْتَ أَخداً أَعِزَّ إِلَيْكَ مِنْ نَفْسِكَ فَصْرفُ كَرَامَتَكَ إِلَيْهِ وَإِلَّا فَأكرِمْ نَفْسَكَ بِالتَّوْبَةِ وَالعَمَلِ الصَّالِحِ إِنْ كانَتْ عَلَيْكَ عَزِيزَةً، يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ قَبْلَ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَيَوْمِ الوَاقِعَةِ وَيَوْمِ التَّغَابُنِ وَيَوْمِ الْحَاقَّةِ وَيَوْمٍ كانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِيْنَ أَلْفَ سَنَةٍ وَيَوْمٍ لَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ وَيَوْمِ الطَّامَّةِ، وَيَوْمِ الصَّاخَّةِ وَيَوْمٍ عَبُوسٍ قمطَرِيرٍ وَيَوْمٍ لّا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئاً وَيَوْمِ الدَّمدَمَةِ وَيَوْمِ الزَّلْزَلَةِ وَيَوْمِ القَارِعَةِ، فَاتَّقُوا اللَّهَ لِيَوْمِ مَوَاقِعِ الْجِبَالِ قَبْلَ الصَّيْحَةِ وَالزِّلْزَالِ إِذَا شَابَ مِنْ هَوْلِهِ الْأَطْفَالُ وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِيْنَ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا.

 

 

Yirmi ikinci Süre:

Ey iman edenler! Beni çoklu anın.

Ey İmran oğlu Musa!  Ey beyan (açıklama) sahibi! Benim renkli ve güzel sözlerimi iyi dinle. Gerçektende ben Allah’ım, hesaba çekici güçlü padişah. Benimle senin aranda tercüman yoktur. Faiz yiyenlerle anne ve babasına karşı gelenleri Rahmanın gazabı ve ateş parçalarıyla müjdele.

Ey Âdemoğlu! Kalbinde katılık, bedeninde hastalık ve rızkında azlık ve mahrumiyet bulduğunda bil ki gerçektende boş ve sana faydasız sözler konuşmuşsun.

 

Ey Âdemoğlu! Kalbin ve dilin düzelmedikçe dinin düzelmez. Dilinde düzelmeyene kadar, kalbin düzelmez. Dilinde rabbinden utanıp hayâ etmeyene kadar düzelmez. Kendi ayıplarını gizleyip insanların ayıplarını görürsen ancak şeytanı razı etmiş ve Rahmanı da gazaplandırmışsındır.

 

Ey Âdemoğlu! Dilin aynı bir aslandır eğer başıboş bırakırsan seni helak eder ve senin helâke tin dilinin ucunda bulunmakta.

 

سورة الثانية والعشرون

قال الله تعالى: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّه ذِكراً كثِيراً، يَا مُوسَى بْنَ عِمْرَانَ يَا صَاحِبَ البَيَانِ اسْمَعِ كَلَامِي ألْوَاناً ألْوَاناً إِنِّي أَنا اللَّهُ الْمَلِكُ الدّيّانُ لَيْسَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ تَرْجُمَانٌ، بَشِّرْ آكِلَ الرِّبَا وَالعَاقَّ لِوَالِدَيْهِ بِغَضَبِ الرَّحمنِ وَمُقَطَّعَاتِ النِّيرَانِ، يَابْنَ آدَمَ إِذَا وَجَدْتَ قَسَاوَةً فِي قَلْبِكَ وَسُقْماً فِي بَدَنِكَ أَوْ حِرْمَاناً فِي رِزْقِكَ. فَاعْلَمْ أَنَّكَ نَكلَّمْتَ فِيما لَا يَعْنِيكَ، يَابْنَ آدَمَ لَا يَسْتَقِيمُ دِيْنُكَ حَتَّى يَسْتَقِيمَ لِسَانُكَ وَقَلْبُكَ وَلّا يَسْتَقِيمُ قَلْبُكَ حَتَّى يَسْتَقِيمَ لِسَانُكَ وَلَا يَسْتَقِيمُ لِسَانُكَ حَتَّى تَسْتَحْيِي مِنْ رَبِّكَ، وَإِذَا نَظَرْتَ إِلَى عُيُوبِ النَّاسِ وَنَسِيْتَ عُيُوبَكَ فَقَدْ أَرْضَيْت الشَّيْطَانَ وَأَغْضَبْتَ الرَّحمنَ، يَابْنَ آدَمَ لِسَانُكَ أَسَدٌ إنْ أَطْلَقْتَهُ أَهْلَكَكَ وَهَلَاكُكَ فِي طَرَفِ لسَانك.

 

 

Yirmi üçüncü Süre:

Ey Âdemoğlu!  Gerçektende şeytan sizin için apaçık bir düşmandır. Öyleyse onu düşman tutun. Bölük bölük Allah’a doğru mahşur olup, Allah’ın huzurunda saf saf duracağınız, amel defterinizin her harfini okuyacağınız ve gizli ve aşikâr da yaptığınız şeylerin sizden sorulacağı gün için amel edin(iyi amellerde bulunun). Sonra o gün çekinen takva sahipleri cennetlere doğru bölükler halinde yöneltilecekler. Günahkârlar ise guruplar halinde cehenneme sokulacaklar. Bu müjde ve korkutmalar Allah'tan size yeter. Bilin ki ben Allah’ım o halde beni tanıyın ve benim size nimet veren, öyleyse bana şükür edin. Benim çok bağışlayan, o halde benden bağışlanma dileyin. Benim sizin hedefiniz öyleyse sadece bana yönelin ve benim iç yüzleri bilen o halde benden korkun.

سورة الثالثة والعشرون

 قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ! إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِيْنٌ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوّاً فَعْمَلُوا لِلْيَوْم الَّذِي تُحْشَروُنَ فِيهِ إِلَى اللَّهِ تَعَالَى فَوْجاً فَوْجاً. وَتَقِفُونَ بَيْنَ يَدَي اللَّهِ صَفّاً صَفّاً وَتَقْرَوْنَ الكِتَابَ حَرْفاً حَرْفاً وَتُسْأَلُونَ عَمَّا تَعْمَلُونَ سِرّاً وَجَهْراً، ثُمَّ يُسَاقُ الْمُتَّقُونَ إِلَى الْجِنَانِ وَفْداً وَفْداً وَالْمُجْرِمُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وِرْداً وِرْداً كَفَاكُمْ مِنَ اللَّهِ وَعْداً وَوَعِيداً، فَأنا اللَّهُ فَأعرِفُونِي، وَأَنَا الْمُنْعِمُ فَاشْكُرُونِي، وَأَنَا الغَفَّارُ فاسْتَغْفِرُونِي وَأَنَا الْمَقْصُودُ فَاقْصِدُونِي، وَأَنَا الْعَالِمُ بِالسَّرائِرِ فَاحْذَرُونِي.

 

 

Yirmi dördüncü Süre:

"Allah, kendisinden başka hiçbir ilah ve tanrının olmadığına tanıklık ediyor ve bütün melekler ve ilim sahipleri de adalet üzere durdukları halde,  izzet ve hikmet sahibi Allah’tan başka bir ilah olmadığına şahadet ediyorlar. Gerçektende Allah katında ki din ancak İslam’dır..." (Âli İmran 18-19. Ayetler). Öyleyse tüm hayır yapanlara cenneti müjde ver. Tüm kötülük yapanlarda hela kete ve hüsrana uğramışlardır

 

Kim Allah’ı tanıyıp ona kulluk ederse kurtulmuştur. Kim şeytanı tanıyıp ona karşı çıkarsa esenlikte olur. Kim hakkı tanıyıp/bilirde ona uyarsa güvendedir. Kim batılı tanır ve ondan sakınırsa zafer ve kurtuluşa ermiştir. Kim dünyayı tanırda onu atıp terk ederse kurtulmuştur. Kim ahireti tanıyıp onu isterse ona ulaşır. Şüphesiz Allah istediğini doğru yola hidayet eder (yöneltir) ve ona doğru döndürüleceksiniz.

 

Ey Âdemoğlu! Gerçekten de Allah senin rızkını vermeyi üstlenmişse, onu elde etmek için bu kadar uzun çalışman neden? Bütün yaratıklar gerçektende benimse bu cimrilik neden? Şeytan bana düşmanken bu gaflet neden? Hesaba çekilmek ve sırat köprüsünden geçmek hakikatken bu mal toplama neden? Allah’ın azabı ve cezası gerçekse bu isyan ve günah neden? Allah’ın cennet de ki karşılık ve sevabı hakikatse bu boş durmalar neden? Bütün her şey benim kaza ve kaderim (irademle) oluyorsa bu umutsuzluk neden? İşte bu yüzden elinizden çıkan ve ulaşamadığınız şeylere üzülmeyin ve elde ettiklerinize de sevinmeyin.

سورة الرابعة والعشرون

قال الله تعالى: (شَهِدَ اللَّهُ أَنَّهُ لَا إِلهَ إِلَّا هُوَ وَالْمَلَائِكَةُ وَأُولُوا العِلْمِ قَائِماً بِالْقِسْطِ لَا إلهَ إِلَّا هُوَ العَزِيزُ الْحَكِيمُ.إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإسْلَامُ...)(آل عمران: 18-19) بَشِّرْ كُلَّ مُحسِنٍ بِالْجَنَّةِ وَكُلُّ مُسِي‏ءِ هَالِكٌ خَاسِرٌ وَمَنْ عَرَفَ اللَّهَ فَأطَاعَةُ نَجَا وَمَنْ عَرَفَ الشَّيْطَانَ فَعَصَاهُ سَلِمَ وَمَنْ عَرَفَ الْحقَّ فَاتَّبَعَهُ أَمِنَ وَمَنْ عَرَفَ الْباطِلَ فَاتّقَاهُ فَازَ وَمَنْ عَرَفَ الدُّنْيا فَرَفَضَها خَلَصَ وَمَنْ عَرَفَ الآخِرَةَ فَطَلَبَهَا وَصَلَ إنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَإلَيْهِ تُقْلَبُونَ.

يَابْنَ آدَمَ!! إذَا كانَ اللَّهُ تَعَالَى قَدْ تَكَفَّلَ لَكَ بِرِزْقِكَ فَطُولُ اهْتِمامِكَ لِماذَا، وَإذَا كانَ الخَلْقُ مِنِّي حَقَّاً فَالْبُخْلُ لِماذا وَإِذا كَانَ ابْلِيسُ عَدُوَّا لِي فَالْغَفْلَةُ لِماذا وَإِذا كانَ الْحِسَابُ وَالْمُرُورُ على الصِّرَاطِ حَقَّا فَجَمْعُ الْمَالِ لِماذَا وَإنْ كَانَ عِقَابُ اللَّهِ حقَّاً فَالْمَعْصِيَةُ لِماذَا وَإنْ كانَ ثَوَابُ اللَّهِ تَعَالَى في الْجَنَّةِ حَقَّا فَالاستِراحَةُ لِمَاذَا وَإِنْ كَانَ كُلُّ شَيْ‏ءٍ بِقَضَائِي وَقَدَرِي فَالْجَزْعُ لِماذَا لِكَيْ لا تَأسُوا عَلى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِما آتِيكُمْ.

 

 

Yirmi beşinci Süre:

Ey Âdemoğlu! Azığını çoğalt çünkü yol uzun mu uzundur. Gemini yenile (sağlamlaştır) çünkü deniz derin mi derindir. Yükünü hafiflet çünkü sırat ince mi incedir. Amelini halis kıl çünkü amelini inceleyecek olan çok dikkat sahibi birisidir. Uykunu kabre, üstünlüğünü amellerin ölçüldüğü vakit e, istek ve arzularını cennete, rahatlığını kıyamete ve lezzetini hurul eyne sakla ve sen benim için ol ki bende senin için olayım. Dünyayı küçümseyerek bana yakınlaş. Günahkârlara kin duyup, nefret ederek ve hayır işler yapanlarla dindar olanları severek ateşten uzaklaş. Çünkü hayır ve iyi işlerde bulunanların ecrini zayi etmez (boşa çıkarmaz).

 سورة الخامسة والعشرون

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! أكْثِرْ مِنَ الزَّادِ فَإنَّ الطَّرِيْقَ بَعِيدٌ بَعِيدٌ وَجَدِّدِ السَّفينَةَ فإنَّ البَحْرَ عَمِيقٌ عَمِيقٌ وَخَفِّفِ الْحَمْلَ فَإنَّ الصِّراطَ دقِيقٌ دَقِيقٌ وَأَخْلِصِ الْعَمَلَ فَإنَّ النَّاقِدَ بَصِيرٌ بَصِيرٌ وَأخِّرْ نَوْمَكَ إِلَى الْقَبْرِ وَفَخْرَكَ إِلَى الْمِيْزانِ وَشَهْوَتَكَ إلَى الْجَنَّةِ وَرَاحَتَكَ إِلَى الآخِرَةِ وَلَذّتَكَ إلَى الْحُورِ الْعِينِ وَكُنْ لي أَكُنْ لَكَ وَتَقَرَّبْ إِلَيَّ باستِهانَةِ الدُّنْيا وَتَبَعَّدْ عَنِ النَّارِ لِبُغْضِ الفُجّارِ وَحُبِّ الأَبْرَارِ فَإنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِيْنَ.

 

Yirmi altıncı Süre:

Ey Âdemoğlu! Güneş ve çöldeki çakıl taşlarının hararet ve sıcaklığına bile sabır edip dayanamazken nasıl olur da bana karşı çıkıyorsunuz. Şüphesiz cehennemin yedi katı vardır...

... And olsun hakkıma ve and olsun Tur dağına ve and olsun büyük bir sayfada yazılı olan kitaba ve and olsun beyt-ul memura ve and olsun bu yüksek çatıya (gökyüzüne) ve and olsun ateş tutan denize ki ey Âdemoğlu ben bu ateşleri (cehennemleri) ancak bütün kâfirler, cimriler, söz dolandıranlar, anne ve babasına karşı gelenler, zekât vermeyenler, faiz yiyenler, zina yapanlar, haram toplayanlar, Kuran’ı unutanlar ve komşularına eziyet edenler için yarattım. Ancak kim tövbe eder, inanıp iyi ve hayırlı ameller yaparsa o başka.

Kendinize merhamet edin ey kullarım; Çünkü bedenler (iniz) zayıf, yolculuğunuz uzun, yükünüz ağırdır. Sırat köprüsü incedir. Cehennemin ateşi tutuşturulup kor gibi olmuştur. (O günde) nida edip seslenecek İsrafil (a.s) ve hüküm edecek olan da âlemlerin rabbi Allah’tır.

 

سورة السادسة والعشرون‏

 

قال الله تعالى: يَا بَنِي آدَمَ!! كَيفَ تَعْصُوني وَأَنْتُمْ تَجْزَعُونَ مِنْ حَرِّ الشَّمْسِ وَالرَّمْضَاء وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَهَا سَبْعُ طَبَقَاتِ...

... فَبِنَفْسِي أَحْلِفُ وَالطورِ وَكِتَابِ مَسْطُورٍ في رَقِّ منْشُورٍ وَالبَيْتِ الْمغمورِ وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ والْبَحْر الْمَسْجُورِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! مَا خَلَقِتُ هَذِهِ النّيْران إِلَّا لِكُلِّ كَافِرٍ وَبَخِيلِ وَنَمّامٍ وَعَاقٍ لِوالدَيْه وَمَانِعِ الزّكاةِ وَآكِلِ الرِّبا وَالزّانِي وَجَامِع الْحَرَامِ وَنَاسِي القُرآنِ وَمؤذِي الْجِيْرَانِ إلَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمل صَالِحاً فَارْحَمُوا أنْفُسَكُمْ يَا عَبِيدِي فَإنَّ الْأَبْدَانَ ضَعِيْفَةٌ وَالسَّفرُ بَعيدة والْحِمْلُ ثَقِيلٌ وَالصِّرَاطُ دَقِيقُ وَالنَّارُ لظى وَالْمُنَادِي إسرافيلُ والقَاضِي ربُّ العالمين.

 

 

Yirmi yedinci Süre:

Ey insanlar! Gerçektende kendisi fani,  nimetleri yok olup gidecek ve hayatı kısa ve geçici olan bu dünyaya nasıl rağbet edip razı oluyorsunuz. Oysaki gerçektende itaat eden kullar için sekiz kapısı olan cennetler benim katımdadır...

... (İşte bunlar dünyada) yaptıkları (iyi amellere) karşılıktır. Orada ne ölürler, ne ağlarlar, ne üzülüp hüzünlenirler, ne yaşlanırlar, ne ibadet ederler, ne oruç tutarlar, ne namaz kılarlar, ne hastalanırlar, ne idrarlarını ne de dışkılarını yaparlar (yani tuvalet ihtiyacı duymazlar), ne uyurlar, ne zorluğa düşerler ve nede oradan çıkarılırlar. O halde kim benim rızamı, cömertlik yurdumu ve komşuluğumu dilerse, onu sadaka vermek, dünyayı hor ve küçük görmede ve aza kanaat etmede arasın. Kendi nefsim kendine tanıklık eder ki benden başka ilah yoktur; İsa ve Üzeyr kullarımdan iki kul ve resullerimden iki resuldürler.

 

 سورة السابعة والعشرون

 قال الله تعالى: يَا أيُّهَا النَّاسُ!! كَيْفَ رَغِبْتُمْ وَرَضِيْتُمْ في الدُّنْيَا فَإنَّهَا فَانِيَا وَنَعِيْمُهَا زَائِلَةٌ وَحَيَاتُهَا مُنْقَطِعَةٌ فَإنَّ عِنْدِي لِلْمُطِيْعِيْنَ الْجِنَانَ بِأَبْوَابِهَا الثَّمانِيَةِ...

... جَزَاءَ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ وَلَا يَمُوتُونَ وَلَا يَبْكُونَ وَلَا يَحْزَنُونَ وَلَا يَهْرَمُونَ وَلَا يَتَعَبَّدُونَ وَلَا يَصُومُونَ وَلَا يُصَلُّونَ وَلَا يَمْرَضُونَ وَلَا يَبُولُونَ وَلَا يَتَغَوَّطُونَ وَلَا يَنْمُونَ وَلَا يَمَسَّهُمْ فِيْهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْزَجِيْنَ، فَمَنْ طَلَبَ رِضَائِي وَدَارَ كَرَامَتِي وَجَوارِي فَلْيَطْلُبَها بِالصَّدَقَةِ والاستِهَانَةِ بِالدُّنْيَا وَالْقَنَاعَةِ بِالقَلِيْلِ شَهِدت نَفْسِي أنْ لَا إِلهَ إلَّا أَنَا وَعِيْسَ وَعُزَيْرٌ عَبْدَانِ مِنْ عِبَادِي وَرَسُولَانِ مِنْ رُسُلِي.

 

Yirmi sekizinci Süre:

Ey Âdemoğlu! Mal, benim malımdır ve sen de benim kulumsun. Bil ki bu dünyadan sana ancak yiyip yok ettiğin yemekten, giyip eskittiğin elbiseden, sadaka vererek geriye (ahiretine) bıraktıklarından başka bir şey kalmayacak. Ama biriktirip infak etmediğin şeylerden ise senin nasibin ancak benim öfke ve gazabım olacak.

Bil ki gerçektende sen üç bölümden oluşuyorsun. Birisi benim, birisi kendinin ve biriside senle benim aramdadır (ikimizin arasındadır). Ama benim olana gelince, ruhun benimdir. Senin olana gelince, amellerin senindir. Ama ikimizin arasında olana gelince, dua senden ve icabette bendendir.

Ey Âdemoğlu! Takvalı ol ki beni tanıyasın. Açlık çek ki beni göresin. Bana kulluk etki beni bulasın. İnsanlara bağlanma (bana ibadet için uzaklaş) ki bana ulaşasın.

Ey Âdemoğlu! Padişahlar yaptıkları zulümden, Arap sinirli oluşundan, âlimler çekememezliğinden, fakirler yalandan, tacirler hıyanetlerinden, çiftçiler cahilliklerinden, abitler riyalarından, zenginler kibirlerinden, Allahın kitabını okuyanlar gafletlerinden, boyacılar boyada yaptıkları sahtekârlıktan ve zekât vermeyenler, zekât vermediklerinden dolayı ateşe (cehenneme) girdiklerinde, artık cenneti isteyecek kimse nerede?

 سورة الثامنة والعشرون

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! اَلْمَالُ مَالِي وَأَنْتَ عَبْدِي وَمَالَكَ إِلَّا مَا أَكَلْتَ فَأَفْنَيْتَ وَمَا لَبِسْتَ فَأَبْلَيْتَ وَمَا تَصَدَّقْتَ فَأبْقَيْتَ وَمَا ذَخَرْتَ فَحَظكَ مِنْهُ الْمقتُ وَإِنَّمَا أَنْتَ عَلى ثَلَاثَةِ أَقْسَامِ فَوَاحِدٌ لي وَوَاحِدٌ لَكَ ذَخَرْتَ فَحَظكَ مِنْهُ الْمقتُ وَإِنَّمَا أَنْتَ عَلى ثَلاثَةِ أَقْسَامٍ فَوَاحِدٌ لي وَوَاحِدٌ لَكَ وَوَاحِدٌ بَيْنِي وَبَيْنَكَ فَأَمَّا الَّذِي لي فَرُوحُكَ وَأَمَّا الَّذِي لَكَ فَعَمَلُكَ وَأَمَّا الَّذِي بَيْنِي وَبَيْنَكَ فَمِنْكَ الدُّعَاءُ وَمِنِّي الإجَابَةُ.

يَا بْنَ آدَمَ!! تَوَرَّعْ تَعْرِفْنِي وَتَجَوَّعْ تَرَني وَاعْبُدنِي تَجِدْنِي وَتَفَرَّدْ تَصِلْني. يَا بْنَ آدَمَ!! إذا كانَتِ الْمُلُوكُ تَدْخُلُ النَّارَ بِالْجَوْرِ وَالْعَرَبُ بِالْعَصَبِيَّةِ وَالْعلَمَاءُ بِالْحَسَدِ وَالْفُقَراءُ بِالْكِذْبِ وَالتُّجّارُ بِالْخِيَانَةِ وَالْحُرَّاثُ بِالْجَهَالَةِ وَالْعُبَّادُ بِالرِّيَاءِ وَالْأَغْنِيَاءُ بِالْكِبْرِ وَالقُرِّاءُ بِالْغَفْلَةِ وَالصُبَّاغُ بِالْغشِّ وَمَانِعُ الزَّكاةِ بِمَنْعِ الزَّكاةِ فَأَيْنَ مَنْ يَطْلُبُ الْجَنَّةَ.

 

Yirmi dokuzuncu Süre:

Ey inananlar! Allah’tan layık olduğu şekilde çekinin ve gerçekten de ancak Müslüman olarak ölün.

Ey Âdemoğlu! İlim olmadan amel etmek, yağmur yağmadan, çakan şimşeklere benzer ve amelsiz ilimde meyvesiz ağaca benzer. Zahitlik ve Allah korkusu olmadan olan ilim, zekâtsız mala, tuzsuz yemeğe ve düz bir kayanın üstünde yapılmış çiftçiliğe benzer. Ahmak adamın yanında ilim, hayvanların yanında olan inci ve yakuta benzer. Katı kalplerin misali sudaki sert taşlara benzer. Nasihat ve öğüte ilgi ve isteği olmayan birisinin yanında nasihat ve öğüt, kabirdeki ölülerin yanındaki saza benzer. Haram maldan sadaka vermek, idrarla gaitini yıkayan kimseye benzer. Zekât vermeden namaz kılmak, ruhsuz bedene benzer. Tövbesiz amel temelsiz binaya benzer. Acaba Allahın sizin düzenlerinizi bozmasından kendinizi güvende mi hissediyorsunuz Ancak ziyankâr bir kavim Allahın hile ve düzenlerini bozmasından kendini güvende hisseder.

 

سورة التاسعة والعشرون

قال الله تعالى: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إلَّا وَأَنْتُمْ مُسلِمُونَ.

يَابْنَ آدَمَ!! مَثَلْ الْعَمَلِ بِلاَ عِلْمٍ كَمَثَلِ الرَّعْدِ بِلاَ مَطَرٍ وَمَثَلُ الْعِلْمِ بِلاَ عَمَلٍ كَمَثَلِ الشَّجَرِ بِلاَ ثَمَرٍ وَمَثَلُ الْعِلْمِ بِلاَ زُهْدٍ وَخَشْيَةٍ كَالْمَالِ بِلاَ زَكاةٍ وَالطَّعَامِ بِلاَ مِلْحٍ وَكَزَرْعٍ عَلى الصَّفَا وَمَثَلُ الْعِلْمِ عِنْدَ الْأَحْمَقِ كَمَثَلِ الدُّرّ وَالْيَاقُوتِ عِنْدَ البَهِيْمَةِ وَمَثَلُ القُلُوبِ القَاسِيَةِ كَمَثَلِ الْحَجَرِ الثَّابِتِ في الْمَاءِ وَمَثَلُ الْمَوْعِظَةِ عِنْدَ مَنْ لاَ يَرْغَبُ فِيهَا كَمَثَلِ الْمِزْمَارِ عِنْدَ أَهْلِ الْقُبُورِ وَمَثَلُ الصَّدَقَةِ بِالْحَرامِ كَمَثَلِ مَنْ يَغْسِلُ الْعَذَرَةِ بِبَوْلِهِ وَمَثَلُ الصَّلَاةِ بِلاَ زَكاةِ الْمَالِ كَمَثَلِ الْجَسَدِ بِلاَ رُوحٍ وَمَثَلُ الْعَمَلِ بِلاَ تَوْبَةِ كَمَثَلِ البُنْيَانِ بِلاَ أسَاسٍ أَفَأمِنُوا مَكْرَ اللَّهِ فَلاَ يَأمَنُ مَكْرَ اللَّهِ إلَّا القَوْمُ الْخَاسِرُونَ.

 

Otuzuncu Süre:

Ey Âdemoğlu! Dünyaya yöneldiğin miktar (kadar) sevgimi senin kalbinden çıkartırım. Çünkü ben hiçbir zaman kendi sevgimi dünya sevgisi ile bir kalpte toplamam. Bana ibadet etmek için bütün gücünle gayret göster ve amelini riyadan temizle ki sana kendi sevgi ve muhabbet elbisemi giydireyim. Bana doğru yönel ve beni anmaya gayret göster ki bende seni meleklerimin yanında anayım. Ey Âdemoğlu! Beni huşu ile anki bende seni lütfümle anayım. Beni bütün gücünle an ki bende seni müşahede ederek anayım. Beni yeryüzünde an ki bende seni yerin altında ( öldüğünde kabir de ) anıp hatırlayayım. Beni rahatlık ve sağlık ta anki bende seni yalnızlık ve afetlerde anayım. Beni kulluk ederek anki bende seni mağfiretle anayım. Beni sağlık ve zenginlikte an ki bende seni fakirlik ve zorlukta anayım. Beni doğruluk ve samimiyetle anki bende seni, oturmaya değer cennet vererek anayım. Beni kulluk ve boyun eğerek an ki bende seni rablikle anayım. Beni yalvarıp yakararak an ki bende seni, sana yakışır şekilde cömertlikle anayım. Beni konuşarak (güzel sözlerle) an ki bende seni güzellikle/centilmence anayım. Beni dünyayı terk ederek an ki bende seni sonsuz nimetlerimle anayım. Beni helak edici zorluklarda anki bende seni bütünüyle kurtararak anayım.

 سورة الثلاثون‏

 

قال الله تعالى: يَا بْنَ آدَمَ!! بِقَدْرِ مَا يَمِيْلُ قَلْبُكَ إِلَى الدُّنْيَا أُخْرِجُ مَحَبَّتِي عَنْ قَلْبِكَ فَأنِّي لاَ أَجْمَعُ حُبِّي وَحُبَّ الدُّنْيا في قَلْبٍ وَاحِدٍ أَبَداً تَجَرَّدْ لِعِبَادَتِي وَأَخْلِصْ مِنَ الرِّيَاءِ عَمَلَكَ حَتَّى ألْبِسَكَ لِبَاسَ مَحَبَّتِي أَقْبِلْ إِلَىَّ وَتَفَرَّغْ لِذِكْرِي أَذْكُرْكَ عِنْدَ مَلاَئِكَتِي، يَا بْنَ آدَمَ أذْكُرْني تَذَلُّلا أَذْكُرْكَ تَفَضُّلاً أذْكُرْني بِمُجَاهَدَةٍ اذْكُرْكَ بِمُشَاهَدَةٍ اذْكُرْني فَوْقِ الأَرْضِ أَذْكُرْكَ تَحْتَ الأَرْضِ اذْكُرْنِي في النِّعْمَةِ وَالصِّحَّةِ أَذْكُرْكَ في الشِّدَّةِ وَالْوَحْدَةِ أذْكُرْني بِالطَّاعَةِ أذْكُرْكَ بِالْمَغْفِرَةِ أذْكُرني في الصِّحَّةِ وَالْغِنَاءِ أَذْكُرْكَ في الْفَقْرِ وَالْغِنَاءِ أذْكُرْني بِالصِّدْقِ وَالصَّفَاءِ أَذْكُرْكَ بِالْمَلإ الأعْلَى اذْكُرْني بِالْإِحْسَانِ إلَى الفُقَراء أَذْكُرْكَ بِالجَنَّةِ المَأوى أذْكُرْني بِالْعُبُودِيَّةِ أَذْكُرْكَ بِالرُّبُوبِيَّةِ أُذْكُرْني بِالتَّضَرُّعِ أَذْكُرْكَ بِالتَّكَرُّمِ أُذْكُرْني بِالتَّلَفظِ أَذْكُرْكَ بِالتَّلَطفِ اذْكُرْني بِتَرْكِ الدُّنْيَا أَذْكُرْكَ بِنَعِيْمِ الْبَقَاءِ اذْكُرْني في الشِّدَّةِ الْهَالِكَةِ أَذْكُرْكَ بِالنَّجَاةِ الْكَامِلَةِ.

 

Otuz birinci Süre:

Ey Âdemoğlu! Beni anın da duanızı kabul edeyim.

Bana gafil olmadan dua edin de, anında kabul edeyim.

Bana boş kalplerle dua edin de, yüce dereceler vermekle duanızı kabul edeyim.

Bana ihlâs ve takvayla dua edin de, durulmağa değer cennetlerle, duanızı kabul edeyim.

Bana korku ve ümit içinde dua edin de, size her işten kurtuluş/ferahlık ve çıkış yolu sunayım.

Bana ulu isimlerimle dua edin de, yüce arzularınızı/isteklerinizi vermekle duanızı kabul edeyim.

Ban (bu) harap ve fani yurtta dua edin de, sevap ve beka/kalıcılık yurdunda duanızı kabul edeyim.

Ey Âdemoğlu! Nasıl ‘Allah, Allah’ dersin? Oysaki kalbinde Allah’tan başkası var. Dilin Allah’ı anmaktayken; Allah’tan başkasından korkuyor, ondan başkasına ümit besliyorsunuz.

Eğer Allah’ı tanımış olsaydın, O’ndan başkası seni alıkoymazdı.

Günah işleyerek bağışlanma diliyorsun; Günahlara devam ederek bağışlanma dilemek, kuşkusuz yalancıların tövbesidir.

Rabbin kullara asla zulüm etmez.

 سورة الحادي والثلاثون

قال الله تعالى: يَا بْنَ آدَمَ!! أُذْكُرونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ؛ ادْعُونِي بِلاَ غَفْلَةٍ أَسْتَجِبْ لَكُمْ بِلاَ مُهْلَةٍ، أُدْعُونِي بِالْقُلُوبِ الْخَالِيَةِ أَسْتَجِبْ لَكُمْ بِالدَّرَجَاتِ العَالِيَةِ، أُدْعُونِي بِالْإِخْلاَصِ وَالتَّقْوَى أَسْتَجِبْ بِالْجَنَّةِ الْمَأْوَى، أُدْعونِي بِالْخَوْفِ وَالرَّجَاءِ أَجْعَلْ لَكُمْ مِنْ كُلِّ أَمْرٍ فَرَجاً وَمَْخرَجاً، ادْعُونِي بِالْأَسْمَاءِ الْعُلْيَا أَسْتَحِبْ لَكُمْ بِبُلُوغِ الْمَطَالِبِ الْأَسْنَاءِ، أُدْعُونِي فِي دَارِ الْخَرَابِ وَالْفَنَاءِ أَسْتَجِبْ لَكُمْ فِي دَارِ الثَّوابِ وَالبَقَاءِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! كَمْ تَقُولُ اللَّهُ اللَّهُ وَفِي قَلْبِكَ غَيْرُ اللَّهِ وَلِسَانُكَ يَذْكُرُ اللَّهَ وَتَخَافُ غَيْرَ اللَّهِ وَتَرْجُو غَيْرَ اللَّهِ وَلَوْ عَرَفْتَ اللَّهَ لَما أَهَمَّكَ غَيْرُ اللَّهِ وَتُذْنِبُ وَلاَ تَسْتَغْفِرُ فَأنَّ الاِسْتِغْفَارَ مَعَ الْإصْرَارِ تَوْبَةُ الكَاذِبيْنَ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّام لِلْعَبِيْدِ.

 

 

Otuz ikinci Süre:

Ey Âdemoğlu! Ecelin arzularına, kazam/hükmüm sakınmalarına, takdirim tedbirine, ahiretim dünyana, (rızkları) bölüştürmem tamahkârlığına gülmektedir (alay etmektedir). Şüphesiz rızkın ölçülmüş, bilinmiş, yazılmış ve saklanmıştır. Ölümün gelmeden hayırlı amellerinle ölümün için hazırlık yap. Şüphesiz rızkını senden başkası yemeyecek. Biz rızklarını bu dünyada aralarında paylaştırdık.

Ey Âdemoğlu! Bu dünya evliyam/dostlarıma acıdır, ama onlar benimle buluşmayı severler; düşmanlarıma da tatlıdır, ama onlar benimle buluşmaktan hoşlanmazlar.

Ey Âdemoğlu! Ölüm, sen hoşlanmasan da sana gelecektir. O halde Rabbinin hükmüne sabır et, çünkü tekrardan dirileceksin.

Hamd ederek Rabbini tespih et; kalktığında, gecenin bir kısmında ve tespih et onu yıldızların yüz çevirdiği vakit.

 

سورة الثاني والثلاثون

قال الله تعالى: يَا بْنَ آدَمَ!! أَجَلُكَ يَضْحَكُ مِنْ أمَلِكَ وَقَضَائِي يَضْحَكُ مِنْ حَذَرِكَ وَتَقْدِيرِي يَضْحَكُ مِنْ تَدْبِيْرِكَ وَآخِرَتِي تَضْحَكُ مِنْ دُنْيَاكَ وَقِسْمَتِي تَضْحَكُ مِنْ حِرْصِكَ فَإنَّ رِزْقَكَ مَوْزُونٌ مَعْرُوفٌ مَكْتُوبٌ مَخْزُونٌ؛ فَبَادِرْ لِلْمَوْتِ بِعَمَلِكَ الْخَيْرَ قَبْلَ الْمَوْتِ فَإنَّ رِزْقَكَ لاَ يَأْكُلُهُ غَيْرُكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا (الآيَة).

يَا بْنَ آدَمَ!! الدُّنْيَا مُرُّ عَلى أَوْلِيَائِي لَكِنْ يُحِبُّونَ لِقَائِي وَحُلْوٌ لِأَعْدَائِي وَلَكِنْ يَكْرَهُونَ لِقَائِي.

يَا بْنَ آدَمَ!! المَوتُ نَازِلٌ بِكَ وَإنْ كَرِهْتَ وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإنَّكَ مَبْعُوثٌ فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِيْنَ تَقُومُ وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإدْبَارَ النُّجُومِ.

 

Otuz üçüncü Süre:

Ey Ademoğlu! Sen istiyorsun ben de istiyorum. Ama sadece benim istediğim olur. Bana yönelen, beni tanır. Beni tanıyan, beni ister. Beni isteyen, beni arar. Beni arayan, beni bulur. Beni bulan, hizmetime girer (benim için çalışır). Hizmetime giren, beni zikir eder/anar. Beni zikir edeni de rahmetimle zikir ederim.

Ey Âdemoğlu! Dört çeşit ölümü tatmadıkça, amelin halis olmaz; kırmızı ölüm, sarı ölüm, siyah ölüm ve beyaz ölüm.

Kırmızı ölüm, kabalıklara tahammül ederek eziyet etmekten el çekmektir.

Sarı ölüm, açlık ve zorluktur.

Siyah ölüm, nefse, heva ve hevese karşı çıkmak, heva ve hevese uyma ki seni Allah’ın yolundan saptırır.

Beyaz ölüm ise uzlettir.

سورة الثالثة والثلاثون

قال الله تعالى:

 

يَا بْنَ آدَمَ!! تُرِيدُ وَأُرِيدُ وَلاَ يَكُونُ إلَّا مَا أُرِيدُ فَمَنْ قَصَدَنِي عَرَفَنِي وَمَنْ عَرَفَني أَرَادَنِي وَمَنْ أَرَادَنِي طَلَبَنِي وَمَنْ طَلَبَنِي وَجَدَنِي‏ وَمَنْ وَجَدَنِي خَدَمَنِي وَمَنْ خَدَمَني ذَكَرَنِي وَمَنْ ذَكَرَني ذَكَرْتُهُ بِرَحْمَتِي.

يَابْنَ آدَمَ!! لا يَخْلُصُ عَمَلُكَ حَتَّى تَذُوقَ أَرْبَعَ مَوتَاتٍ: الْمَوتَ الْأَحمَرَ وَالْمَوتَ الْأَصْفَرَ وَالْمَوتُ الْأَسْوَدُ وَالْمَوتَ الْأَبْيَضَ: أَلْموتُ الْأَحْمَرُ احتمالُ الْجَفَاءِ وَكَفُّ الْأَذَى وَالْمَوتُ الْأَصْفَرُ الْجُوعُ وَالْإِعْسَارُ وَالْمَوتُ الْأَسْوَدُ مُخَالِفَةُ النَّفْسِ وَالْهَوَى فَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبِيْلِ اللَّهِ وَالْمَوتُ الْأَبْيَضُ الْعُزْلَةُ.

 

 

 Otuz dördüncü Süre:

Ey Ademoğlu! Meleklerim, bütün dediklerini ve yaptıklarını az olsun çok olsun yazmak için, gece gündüz arka arkaya gelirler. Gök senden gördüğüne, yer, üzerinde ne yaptığına, güneş, ay ve yıldızlar dediğin ve yaptığın her şeye tanıklık ederler. Ben de kalbinden geçen gizli şeylerin hepsinden haberdarım. (Öyleyse) kendinden gafil olma, çünkü ölüm seni zor bir şekilde meşgul edecek ve yakında da göç edeceksin. Önceden gönderdiğin iyi ve kötü her şeyi fazlasız ve eksiksiz  (ahirette) bulacaksın. Yarın, yaptığın her şeyi tamamıyla alacaksın.

Ey Âdemoğlu! Kuşkusuz helal, ancak damla damla gelir, ama haram ise sel gibi sana akar. O halde kimin yaşantısı (haramlardan) temiz ve saf olursa, dini de temiz ve saf olur.

 سورة الرابعة والثلاثون‏

قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! مَلَائِكَتِي يَتَعَاقَبُونَ بِالَّليْلِ وَالنَّهَارِ لِيَكْتُبُوا عَلَيْكَ مَا تَقُولُ وَتَفْعَلُ مِنْ قَلِيْلِكَ وَكَثِيْرِكَ، فَالسَّمَاءُ تَشْهَدُ بِما رَأَتْ مِنْكَ الأَرْضُ تَشْهَدُ عَلَيْكَ بِما عَمِلْتَ عَلى ظَهْرِهَا وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ يشهَدْنَ عَلَيْكَ بِما تَقُولُ وَتَفْعَلُ وَأَنَا مُطَّلِعٌ عَلى مَخْفِيَّاتِ خَطَرَاتِ قلْبِكَ وَلاَ تَغْفَلْ عَنْ نَفْسِكَ فَإنَّ لَكَ في الْمَوتِ شُغْل شَاغِل وَعَنْ قَلِيْلِ أَنْتَ َاحلٌ وَكُلُّ مَا قَدَّمْتَهُ مِنَ الْخَيْرِ وَالشَّرِّ حاصِلٌ بِلاَ زِيَادَةٍ وَنُقْصانٍ وَتَسْتَوفِي غَداً مَا كُنْتَ فَاعِلاً.

يَا بْنَ آدَمَ!! إِنَّ الْحَلَالَ لَبْسَ يَأتِيكَ إلَّا قَطْرَةَ قَطْرَة وَالْحَرَامُ يَأتِيكَ كَالسَّيْلِ فَمَنْ صَفَا عيشُهُ صَفَا دِينُهُ.

 

Otuz beşinci Süre:

Ey Âdemoğlu! Zenginliğe sevinme, çünkü zenginlik sürekli ve kalıcı değildir. Fakirliliğe de sabırsızlık etme, çünkü fakirlik sende kalıcı ve kesinleşmiş değildir. Sınanmalardan dolayı ümitsizliğe kapılma, çünkü altın da ateşte sınanır. Mümin de belalarla sınanır. 

Gerçekten de zengin bu dünyada üstün, ama ahirette hor görülen(1); fakir ise bu dünyada hor görülen, ama ahirette üstündür. Kuşkusuz ahiret, kalıcı ve güzeldir.

Ey Âdemoğlu! Eğer misafirin, senin yanında dokuz günden fazla kalmak zorunda olduğunu görürsen,

Deki: ‘Allah’ın gazabından Allah’a sığınıyorum.’

Ey Âdemoğlu! Mal, benim malım, sen de benim kulumsun. Misafir de benim elçimdir. Öyleyse malımı elçimden esirgersen, cennetim ve nimetime göz dikme!

Ey Âdemoğlu! Mal, benim malım, zenginler, temsilcilerim ve fakirler de benim ailemdir (geçindirmek zorunda olduğum kimseler). Kim aileme cimrilik ederse, çekinmeden onu cehenneme sokarım. Ey Âdemoğlu! Üç şey sana vaciptir: Malının zekâtı, silah-i rahimde bulunmak ve misafir ağırlaman.

Eğer sana vacip ettiğim şu şeyleri yerine getirmezsen, seni ümitsizliğe duçar edeceğim. Seni âlemlere (cezaya çarptırılmanla)  ibret kılacağım.  

Ey Âdemoğlu! Kendi ailenin hakkını gözettiğin gibi, komşunun hakkını gözetmezsen sana rahmet gözüyle bakmam, amelini kabul etmem ve duana da icabet etmem.

Ey Âdemoğlu!

İnsanlara tekebbür etme, çünkü evvelin akıcı meniden oluşan pis bir sudur. Nerden çıktın? İdrarın çıktığı yerden, belden ve kaburga kemiklerinin arasından çıktın.

Ey Âdemoğlu! Kıyametin günü huzurumda zavallıca duracağını hatırla. Zira ben bir an olsun bile gizli şeylerinden gafil değilim ve gönüllerde yatanı da bilirim.

 

(1) Bu zenginden maksat, fakirlerden esirgeyen ve Allah’ın vacip ettiği hakları demeyendir.) 

 سورة الخامسة والثلاثون

يَا بْنَ آدَمَ!! لَا تَفْرَحْ بالْغِنَاءِ فَلَيْسَ بِمُخَلَّدِ وَلَا تَجْزَعْ مِنَ الفَقْرِ فليْس عَلَيْكَ حتماً، وَاجِبَاً وَلَا تَقْنَطْ بِالْبَلَاءِ فَإِنَّ الذَّهَبَ يُجَرَّبُ بِالنَّارِ وَالْمُؤْمِنُ يَجَرَّبُ بِالْبِلاءِ فَإِنَّ الغَنِيَّ عَزِيزٌ في الآخِرَةِ إِنَّ الآخِرَةِ إِنَّ الآخِرَةَ أَبْقَى وَأَبْهَى.

يَا بْنَ آدَمَ!! إذا رَأَيْتَ الضَّعِيْفَ عِنْدَك مَحْبُوساً أَكْثَرَ مِنْ تِسْعَةِ أَيَّامٍ فَقُلْ أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ غَضَبِ اللَّهِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! اَلْمَالُ مَالِي وَأَنْتَ عَبْدِي وَالضَّيْفُ رَسُولِي فَإنْ مَنَعْتَ مَالِي مِنْ رَسُولِي فَلَا تَطْمَعْ في جَنَّتي وَنِعْمَتِي، يَا بْنَ آدَمَ، اَلْمالُ مَالِي مِنْ رَسُولِي فَلاَ تَطْمَعْ في جَنَّتي وَنِعْمَتِي.

يَا بْنَ آدَمَ!! اَلْمَالُ مَالِي وَالأَغْنياءُ وَكُلَائِي وَالْفُقَرَاءُ عِيَالِي فَمَنْ بَخِلَ عَلى عِيَالِي أُدْخِلْهُ النّارَ وَلَا أُبَالي.

يَا بْنَ آدَمَ!! ثَلاثةٌ وَاجِبَاتٌ عَلَيْكَ زَكاةُ مَالِكَ وَصِلَةُ رَحِمِكَ وَقِرَى ضَيْفِكَ فَإذَا لَمْ تَفْعَلْ مَا أَوْجَبْتُهُ عَلَيْكَ فَإنِّي أُجْزِعُكَ إِجْزَاعاً وَأَجْعَلُكَ نَكَالاً لِلْعَالَمِينَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! إِذا لَمْ تَرَ حَقَّ جَارِكَ كَما تَرَى حَقَّ عِيَالِكَ لَمْ أَنْظُرْ إِلَيْكَ وَلَمْ أَقْبَلْ عَمَلَكَ وَلَمْ أَسْتَجِبْ دُعَاءَكَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! لَا تَتَكَبَّرْ عَلى مِثْلِكَ فَإنَّ أَوَّلَكَ نُطْفَةٌ قَذِرَةٌ مِنْ مَنِيَّ مِنْ أَيَّ وَجْهٍ خَرَجْتَ مِنْ مَخْرَجِ الْبَوْلِ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتِّرَائِبِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! اذْكُرْ ذُلِّ مَوْقِفِكَ غَداً بَيْنَ يَدَيَّ فَإنِّي لَمْ أَغْفُلْ مِنْ سَرَائِرِكَ طَرْفَةَ عَيْنٍ وَإِنِّي عَلِيْمٌ بِذاتِ الصُّدُورِ.

 

Otuz altıncı Süre:

Ey Âdemoğlu! Cömert ol! Çünkü cömertlik, güzel yakinden, yakin imandan, iman cennettendir. Ey Âdemoğlu! Cimrilikten uzak dur! Çünkü cimrilik, inkârdan, inkâr ateşten/cehennemdendir.

Ey Âdemoğlu! Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü onun duasını benden hiç bir şey engellemez. Eğer ben gerçekten de affetmeyi ve bağışlamayı sevmeseydim, Âdem'i günaha duçar edip sonra cennete götürmezdim.

Ey Âdemoğlu!

Affetmek benim yanımda en sevimli şey olmasaydı, hiç kimseyi günaha müptela etmezdim.

Ey Âdemoğlu! Ben, sen istemeden ve yalvarıp yakarmadan, sana iman ve marifet verdim. O halde sen istediğin ve yalvarıp yakardığın halde cenneti ve bağışlamayı senden nasıl esirgerim?

Ey Âdemoğlu! Kul bana tutunursa, onu doğru yola getiririm. Bana tevekkül ederse, ona yeterim. Eğer benden başkasına tevekkül ederse, yerin göğün bütün çarelerini ondan keserim. Ey Âdemoğlu! Sabah namazını bırakma! Çünkü güneşin üzerine doğduğu her şey, sabah namazını kılana dua eder. Ey Âdemoğlu! Benim emrimi zayi ettin ve günah işledin. O halde kıyametin gününde seni azabımdan kim alıkoyar?

 سورة السادسة والثلاثون‏

يَا بْنَ آدَمَ!! كُنْ سَخِيّاً فَإنَّ السَّخَاءَ مِنْ حُسْنِ الْيَقِيْنِ وَالْيَقِيْنُ مِنَ الْإيْمانِ وَالْإِيْمانُ مِنَ الْجَنَّةِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! إِيَّاكَ وَالْبُخْلَ فَإنَّ الْبُخْلَ مِنَ الكُفْرِ وَالْكُفْر مِنَ النَّارِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! اتَّقوا مِنْ دَعْوَةِ الْمَظْلومِينَ فَإنَّها لَا يَحْجُبُها عَنِّي شَي‏ءٌ وَلَوْ لَا أَنِّي أُحِبُّ الصَّفْحَ وَالْمَغْفِرَةَ لَمَا ابْتَلَيْتُ آدَمَ بِالذَّنْبِ ثُمَّ رَدَدْتُهُ إِلَى الْجَنَّةِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! لَوْ لَا أَنَّ العَفْوَ أَحَبُّ شَي‏ءِ عِنْدِي لَمَا ابتَلَيْتُ أَحَداً بِالذَّنْبِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! أَعْطَيْتُكَ الْإِيمانَ وَالْمَعْرِفَةَ عَنْ غَيْرِ سُؤالٍ وَتَصَرُّعٍ فَكَيْفَ أَبْخَلُ عَلَيْكَ بِالْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ مَعَ سُؤالِكَ وَتَضَرُّعِكَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! إِذَا اعْتَصَمَ لي عَبْدٌ هَدَيْتُهُ وَإِذا تَوَكَّلَ عَلَيَّ كَفَيْتُهُ وَإِذَا تَوَكَّلَ عَلى غَيْرِي قَطَعْتُهُ أَسْبَابَ السَّمَواتِ وَالْأَرْضِ.

يَا بْنَ آدَمَ!! لَا تَدَعْ صَلاَةَ الضُّحَى فَإنَّ لِمُصَلِّيهَا يَدْعُو مَا طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ.

يَا بْنَ آدَمَ!! ضَيَّعْتَ أَمْري وَرَكِبْتَ مَعْصِيَتي فَمَنِ الَّذِي يَمْنَعُكَ مِنْ عَذَابِي يَوْمَ القِيَامَةِ.

 

Otuz yedinci Süre:

Ey Âdemoğlu! İnsanlara karşı güzel ahlaklı ol ki seni seveyim, sevgini salihlerin gönlüne yerleştireyim ve günahlarını bağışlayayım.

Ey Âdemoğlu! Elini başının üstüne koy (kendine bir bak), sonra kendin için sevdiklerini, Müslümanlar için de sev.

Ey Âdemoğlu! Dünyaya ait bir şey elinden çıktığında üzülme ve ona ait bir şey de sana verildiğinde sevinme.

Zira dünya bugün senin yararına ve yarın da senden başkasının yararınadır.

Ey Âdemoğlu! Ahireti iste ve dünyayı bırak! Çünkü ahirete ait bir zerre, dünya ve dünyada olan her şeyden hayırlıdır. Ey Âdemoğlu! Sen dünyanın peşinde ve ahiret ise senin peşindedir. Ey Âdemoğlu! Allah’ın huzuruna varmadan, ölüm için hazırlan. Eğer dünyayı kullarımdan birisine bıraksaydım (verseydim), kullarımı bana itaat etmeye davet etmeleri için, kesinlikle onu peygamberlerime bırakırdım.

Ey Âdemoğlu!

Nice zengin vardır ki ölüm, onu fakir kılmıştır.

Nice gülen vardır ki ölüm, onu ağlatmıştır.

Nice kul için dünyayı genişletmişim, o da azarak bana itaat etmekten el çekmiş ve sonunda o halde ölerek cehenneme girmiştir.

Nice kul için de dünyayı daraltmışım, o da buna sabrederek ölmüş ve cennete girmiştir.

 

سورة السابعة والثلاثون‏

يَا بْنَ آدَمَ!! أَحْسِنْ خُلْقَكَ مَعَ النَّاسِ حَتَّى أُحِبَّكَ وَحَبَّبْتُكَ في قُلُوبِ الصَّالِحِينَ وَغَفَرْتُ ذَنْبَكَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! ضَعْ يَدَكَ عَلى رَأْسِكَ فَما تُحِبُّ لِنَفْسِكَ فَأحْبِبْ لِلْمُسْلِمينَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! لَا تَحْزَنْ عَلى مَا فَاتَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَلَا تَفْرَحْ بِما أُوتِيتَ مِنْهَا فَإنَّ الدُّنْيَا اليَوْمَ لَكَ وَغَداً لِغَيْرِكَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! اطْلُبِ الْآخِرَةَ وَدَعِ الدُّنْيَا، فَإنَّ ذَرَّةً مِنَ الْآخِرَةِ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيْهَا.

يَا بْنَ آدَمَ!! أَنْتَ في طَلَبِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةُ في طَلَبِكَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! تَهَيَّأ لِلْمَوتِ قَبْلَ وَرُودِكَ وَلَوْ تَرَكَتُ الدُّنْيَا لِأَحَدٍ مِنْ عِبَادِي لَتَرَكْتُهَا لِلأنْبِيَاء حَتَّى يَدْعُوا عِبَادِي إِلَى طَاعَتِي.

يَا بْنَ آدَمَ!! كَمْ مِنْ غَنِيّ قَدْ جَعَلَهُ الْمَوْتُ فَقِيراً، وَكَمْ مِنْ ضَاحِكٍ قَدْ صَارَ بَاكِياً بِالْمَوْتِ؟ وَكَمْ مِنْ عَبْدٍ بَسَطْتُ لَهُ الدُّنْيَا فَطَغَى وَتَرَكَ طَاعَتِي حَتَّى مَاتَ عَلَيْهِ وَدَخَلَ النَّارَ؟ وَكَمْ مِنْ عَبْدٍ قَتَرْتُ عَلَيْهِ الدُّنْيَا فَصَبَرَ وَمَاتَ وَدَخَلَ الْجَنَّةَ؟

 

Otuz sekizinci Süre:

Ey Âdemoğlu! İki büyük nimet arasında kalırsan; insanlardan örtülü günahlarının mı yoksa insanların seni güzel şekilde övmelerinin mi, senin yanında daha büyük olduğunu bilmezsen (ne yaparsın?). Benim senin hakkında bildiklerimi, insanlar bilseydi,  yaratıklarımdan sana hiç kimse selam vermezdi. Amelini riyadan/gösterişten ve başkalarına duyurmaktan halis kıl (arıt). Çünkü sen, yüce rabbe zelil ve onun emrine itaat etmek zorunda olan bir kulsun. Kendine azık topla, çünkü sen (ahirete doğru) bir yolcusun ve her yolcunun da azığının olması gerekir. 

Ey Âdemoğlu! Hazinelerim, asla tükenmez. Ellerim bağışta bulunmaya her zaman açıktır.

İnfak ettiğin miktarda, sana infak ederim. Esirgediğin miktarda, senden esirgerim. Ey Âdemoğlu! Fakirlikten korkmak, yüce Allah’a kötü zanda bulunmaktır. Fakirlere karşı cimrilik etmen, sadece yakinin az olmasından dolayıdır.

Ey Âdemoğlu! Kim rızk için üzülürse, kitabım hakkında şüpheye düşmüştür ve kim peygamberlerimi doğrulamazsa, benim rabliğimi bilerek inkâr etmiştir. Kim de rabliğimi bilerek inkâr ederse, onu yüz üste cehenneme atarım.

 سورة الثامنة والثلاثون

 

يَا بْنَ آدَمَ!! إِذا أَصْبَحْتَ بَيْنَ نِعْمَتَيْنِ عَظِيْمَتَيْنِ لَا تَدْرِي أَيَّهُمَا أَعْظَمُ عِنْدَكَ ذُنُوبُكَ الالْمَسْتُورَةُ عَنِ النَّاسِ أَوِ الثَّنَاءُ الْحَسَنُ مِنَ النَّاسِ وَلَوْ عَلِمَ النَّاسُ مَا أَعْلَمُ مِنْكَ مَا سَلَّمَ عَلَيْكَ أَحَدٌ مِنْ خَلْقِي وَأَخْلِصْ عَمَلَكَ مِنَ الرِّيَاءِ وَالسُّمْعَةِ فَإنَّكَ عَبْدٌ ذَلِيْلٌ لِرَبِّ جَلِيْلٍ مَأمُورٌ لِأَمْرِهِ وَتَزَوَّدْ فَإنَّكَ مُسَافِرٌ وَلَا بُدَّ مِنَ الزَّادِ لِكُلِّ مُسَافِرٍ.

يَا بْنَ آدَمَ!! خَزَائِني لا تَنْفَدُ أَبَداً وَيَمِيْني مَبْسُوطَةٌ بِالْعَطَايَا أَبَداً وَبِقَدْرِ مَا تُنْفِقُ أُنْفِقُ عَلَيْكَ وَبِقَدْرِ مَا تُمْسِكُ أُمْسِكُ عَلَيْكَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! خَوْفُ الْفَقْرِ سُوءُ الظَّنَّ بِاللَّهِ تَعَالَى وَمِنْ قِلَّةِ الْيَقِيْنِ تَبْخَلُ عَلى الْمَسَاكِيْنِ.

يَابْنَ آدَمَ!! مَنْ أَهَمَّ لِلرِّزْقِ فَقَدْ شَكَّ في كِتَابِي وَمَنْ لَمْ يُصَدِّقْ أَنْبِيائِي فَقَدْ جَحَدَ رُبُوبِيَّتِي وَمَنْ جَحَدَ رُبُوبِيَّتي أَكْبَبْتُهُ في النَّارِ عَلى وَجْهِهِ.

 

Otuz dokuzuncu Süre:

Ey Âdemoğlu! Kalbini dilinle ve dilini de amelinle uyumlu kıl. Amelini benden başkasından halis kıl, zira ben ancak halis ameli kabul ederim. Şüphesiz münafığın kalbi diliyle ve dili de ameliyle uyuşmaz. Kuşkusuz onun ameli Allah’tan başkası içindir.

Ey Âdemoğlu! Her konuştuğun sözde, her baktığın bakışta ve her attığın adımda, seninle birlikte senden yana ya da senin aleyhine yazan iki melek vardır.

Ey Âdemoğlu! Sizi, birbiriniz için dünya malı toplaması için yaratmadım. Bilakis, bana boyun eğenlerin ibadeti gibi uzun uzadıya ibadet etmeniz, bana bolca şükretmeniz ve sabah akşam beni tespih etmeniz için yarattım. Çünkü rızk, paylaştırılmış, tamahkâr mahrum kalmış, cimri kınanmış, haset eden üzgün ve yerli yerinde düşünüp çalışan (ölçülü olan) diri ve ayaktadır.

Ey Âdemoğlu! Bana hizmet et! Çünkü ben, bana hizmet edeni severim. Şüphesiz sen günahkâr ve zavallı bir kulsun ve ben, güçlü ve yüce bir rabbim.

Eğer (dini) kardeşlerin günahlarının kokusunu alsalar, seninle oturup kalkmazlar. Günahların her gün çoğalmada ve ömrün azalmadadır. Ömrünü boş/faydasız şeylerde ve gaflette çökertme. Eğer ömrünün çoğalmasını (bereketli olmasını) istiyorsan, gönül erleriyle dost ol, dünya düşkünlerinden sakın ve fakirlerle haşır neşir ol! 

Ey Âdemoğlu! Denizin ortasında gemisi batıp da bir tahta parçasına sığınan birisinin başına gelen musibet, seninkinden daha büyük değildir. Çünkü kesinlikle günahlarının olduğuna yakinin var (muhakkak biliyorsun).

Ey Âdemoğlu! Ben sana afiyet/sıhhatle, günahlarını örtmekle yaklaşıyorum, oysa sen günahlarınla, dünyanı abat etmek ve ahiretini bozmakla bana düşmanlık ediyorsun.

Ey Âdemoğlu! Eğer kurtuluşa ermişler ve Salihlerle oturup kalkmazsan, ne zaman kurtuluşa erebilirsin ki?

Ey İmran oğlu Musa! Söylediklerimi dinle; kuşkusuz hiç bir kul, halk onun şerrinden âmânda/güvende olmadığı müddetçe, Allah’a iman getirmemiştir. Yani halk onun zulmünden, hilesinden, aldatmasından, söz taşımasından, gıybet etmesinden, haddi aşmasından, kıskançlığından, zarar vermesinden, gizli ve açık (işlerinden) güvende olmalıdır. 

Ey Musa zalimlere de ki: Beni anmasınlar. Zira ben onları anmıyorum. Benim onları anmam, onlara lanet etmemdir.

Öyleyse, isteyen inansın ve isteyen de inkâr ederek kâfir olsun.

 

سورة التاسعة والثلاثون‏

يَا بْنَ آدَمَ!! اجْعَلْ قَلبَكَ مُوَافِقاً لِلِسَانكَ وَلِسَانَكَ مُوَافِقاً لِعَمَلِكَ وَعَمَلَكَ خَالِصاً مِنْ غَيرِي فَإنِّي غَيُورٌ لَا أَقْبَلُ إِلَّا خَالِصاً فَإنَّ قَلْبَ الْمُنَافِقِ مُخَالِفٌ لِلِسَانِهِ وَلِسَانُهُ لِعَمَلِهِ وَعَمَلُهُ لِغَيْرِ اللَّهِ.

يَا بْنَ آدَمَ! مَا تَكَلَّمْتَ بِكَلِمَةٍ وَلَا نَظَرْتَ بِنَظْرَةٍ وَلَا خَطَوْتَ بِخَطْوَةٍ إِلَّا وَمَعَكَ مَلَكَانِ يَكْتُبَانِ لَكَ أَوْ عَلَيْكَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! مَا خَلَقْتُكُمْ لِتَجْمَعُوا الدُّنْيا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ بَلْ خَلَقْتُكُمْ لِتَعْبُدُونِي عِبَادَةَ الْأَذِلَّاءِ طَوِيْلاً وَشَكْرُوُنِي جَزِيْلاً وَتُسَبِّحُونِي بُكْرِةً وَأصِيْلاً فَإنَّ الرِّزْقَ مَقْسُومٌ وَالْحِرِيْصُ مَحْرُومٌ وَالْبَخِيْلُ مَذْمُومٌ وَالْحاسِدُ مَغْمُومٌ وَالنَّاقِدُ حَيٌّ قَيُّومٌ.

يَا بْنَ آدَمَ!! اخْدِمْنِي فَإنِّي أُحِبُّ مَنْ يَخْدِمُنِي فَإنَّكَ عَبْدٌ ذَلِيْلٌ عَاجِزٌ وَأَنَا رَبٌّ جَلِيلٌ قَوِيٌّ لَوْ أَنَّ إِخْوَتَكَ وَجَدُوا رِيْحَ ذُنُوبِكَ لَمَا جَالَسُوكَ فَذُنُوبُكَ كُلَّ يَوْمٍ في الزِّيَادَةِ وَعُمْرُكَ في النُّقصَانِ وَلَا تَهْدِمْ عُمْرَكَ في البَاطِلِ وَالْغَفْلَةِ فَإنْ أَرَدْتَ الْمَزِيدَ فَاصْحَبْ أَرْبَابَ الْقُلُوبِ وَاحْذَرْ مِنْ أَبْنَاءِ الدُّنْيَا وَخَالِطِ الْمَسَاكِيْنَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! مَنِ انْكَسَرَ مَرْكَبُهُ وَعَادَ عَلى لَوْحٍ مِنَ الْخَشْبِ في وَسَطِ الْبَحْرِ مَا يَكُونُ بِأَعْظَمَ مُصيبَةً مِنْكَ لِأَنَّكَ مِنْ ذُنُوبِكَ عَلى يَقِيْنٍ.

يَا بْنَ آدَمَ!! إِنِّي أَتَقَرَّبُ إِلَيْكَ بِالْعَافِيَةِ وَبِسَتْرٍ عَلى ذُنُوبِكَ وَأَنْتَ تَتَبَغَّضُ إِلَيَّ بِالْمَعاصِي وَعِمارَتِكَ الدُّنْيَا وَخَرَابِكَ الْآخِرَةَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! إِذا لَمْ تُجَالِسِ الْمفْلِحِيْنَ وَالصَّالِحِينَ فَمَتَى تَفْلَحُ يَا مُوسَى بْنَ عِمْرَانَ اسْمَعْ مَا أَقُولُ إِنَّهُ مَا آمَنَ بِاللَّهِ عَبْدٌ حَتَّى يَأمَنَ النَّاسُ مِنْ شَرِّهِ يَعْنِي يَأْمَنَ مِنْ ظُلْمِهِ وَكَيْدِهِ وَمَكْرِهِ وَنَمِيْمَتِهِ وَغِيْبَتِهِ وَبَغْيِهِ وَحَسَدِهِ وَمَضَرَّتِهِ وَسِرِّهِ وَعَلَانِيَتِهِ وَقُلْ يَا مُوسَى لِلظَّلَمَةِ لَا تَذْكُرُونِي فَإنِّي لَا أَذْكُرُهُمْ فَإنَّ ذِكْرِي لَهُمْ أَنْ أَلْعَنَهُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ.

 

Kırkıncı Süre:

Ey Âdemoğlu!Bana isyan etme, bağışlanma da dilemezsin. (Bağışlanma dilemek zorunda kalmazsın). Ey Âdemoğlu! Bana kulluk etmek için boyun ey! Yoksa kalbini fakirlik, elini zahmetler, bedenini yorgunluk ve gönlünü üzüntü ile doldururum; duanı kabul etmez, dünyanı zor ve rızkını da az kılarım.

Ey Âdemoğlu! Ben gün be gün kıldığın namazlara razıyım. Sen de gün be gün sana verdiğim rızka razı ol!

Ey Âdemoğlu! Acele etme! Çünkü rızk insanlar içinde paylaştırılmış, tamahkâr olan mahrum kalmış, haset eden (çekememezlik eden) yerilmiş ve nimet de (dünyada) devamlı değildir.

Ey Âdemoğlu! Gemini sağlam kıl, çünkü deniz pek derindir. Azığını çoğalt, çünkü önünde sarplı ve çetin bir yol vardır.

Ey Musa! Kuşkusuz kul, ölüm yetişene kadar, bu dünyada çalışır. (Öldüğünde) yapmış olduğu günah ve hatalardan dolayı pişman olur ve Salih amellerde bulunmak için dünyaya dönmeyi ister. Rabbimiz! Biz (hakikati) gördük ve duyduk, Salih ameller yapmak için bizi geri gönder. Şüphesiz biz yakine varanlarız.

 İzzet ve celalime ant olsun ki asla kimseyi geri göndermeyeceğim. 

Ey Musa! Kim beni sevindirir ve benden çekinirse, ona cennetimi vereceğim.

Ey Musa! Bu dünya, oyun, eğlence, süs ve büyüklenme/övünme yeridir. Mümin için, dünyada kulluk, dert, üzüntü ve keder vardır, ama ahirette cennete girer.

Ey Musa! Kıyamet zorlu bir gündür. Ne babanın, çocuğuna ne de çocuğun, babasına bir faydası olacaktır.

Nice fakirler vardır ki ellerinde olan az bir şeyi bu dünyada bırakmış ve dünyadan sevinçli ve razı olarak göç etmiştir.

Nice zenginler de vardır ki malını mülkünü bu dünyada bırakarak, fakir, malından ayrı ve amellerinden pişman olarak, dünyadan göç etmiştir. O, malını varisleri için toplamıştır. Kıyamet gününde insanların en çetin azaplısı da odur. ‘Kazandıklarından dolayı, azaplarının üstüne azap katmışızdır’ (Nahl süresi, 88).

 

سورة الاربعون‏

يَا بْنَ آدَمَ!! لَا تَعْصِنِي وَلَا تَسْأَلِ الْمَغْفِرَةَ.

يَا بْنَ آدَمَ!! تَضَرَّعْ لِعِبَادَتِي، وَإِلَّا أَمْلَأُ قَلْبَكَ فَقْراً وَيَدَيْكَ سَعْياً وَبَدَنَكَ تَعَباً وَصَدْرَكَ هَمّاً وَلَا أُجِيْبُ دُعَاءَكَ وَأَجْعَلُ دُنْيَاكَ عُسْرَةً وَرِزْقَكَ قَلِيلاً.

يَا بْنَ آدَمَ!! أَنَا رَاضٍ بِصَلَوَاتِكَ يَوْماً فَيَوْماً فَارْضَ عَنِّي بِقُوتِكَ يَوْماً فَيَوْماً.

يَا بْنَ آدَمَ!! مَهْلاً فَإنَّ الرِّزْقَ مَقْسُومٌ وَالْحَرِيصُ مَحْرُومٌ وَالْحَاسِدُ مَذْمُومٌ وَالنِّعْمَةُ لَا تَدُومُ.

يَا بْنَ آدَمَ!! اسْتَحْكِمْ سَفِيْنَةً فَإنَّ الْبَحْرَ عَمِيقٌ وَأَكْثِرْ مِنَ الزَّادِ فَإنَّ العَقَبَةَ كَؤُودٌ كَؤُودٌ.

يَا مُوسَى!! إِنَّ العَبْدَ يَعْمَلُ فِي الدُّنْيَا حَتَّى يُدْرِكَهُ الْمَوْتُ فَيَنْدَمُ عَلى مَا سَلَفَ مِنَ الذُنوبِ وَالْخَطَايَا وَيَسْأَلُ الرَّجْعَةَ إِلَى الدُّنْيَا لِيَعْمَلَ عَملاً صَالِحاً، رَبَّنَا أَبْصِرْنَا فَأَرْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحاً، إِنَّا مُوقِنُونَ فَوَعِزَّتِي وَجَلَالِي! لَا أَرُدُّ أَحَداً أَبَداً.

يَا مُوسَى!! مَنْ سَرَّنِي وَاتَّقَى مِنِّي أَعْطَيْتُهُ الْجَنَّةَ.

يَا مُوسَى!! الدُّنْيَا لَعِبُ وَلَهْوٌ وَزِيْنَةٌ وَتَفَاخُرٌ وَلَيْسَ لِلْمُؤْمِنِ فِيْهَا إِلَّا العِبَادَةُ وَالْهَمُّ وَالغَمُّ، وَفِي الْاخِرَةِ الْجَنَّةُ.

يَا مُوسَى!! القِيَامَةُ يَوْمٌ شَدِيدٌ لَا يُغْنِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ شَيْئاً وَلَا مَوْلُودٌ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئاً، كَمْ مِنْ فَقِيْرٍ تَرَكَ نَقْدَهُ فِي الدُّنْيَا وَخَرَجَ مِنْهَا إلَى الْآخِرَةِ مَسْرُوراً وَمَشْكُوراً، وَكَمْ مِنْ غَنِيّ قَدْ تَرَكَ مَالَهُ فِي الدُّنْيَا وَخَرَجَ مِنْهَا إِلَى الْآخِرَةِ وَهُوَ فَقِيرٌ وَحِيْدٌ مِنْ مَالِهِ وَنَادِمٌ عَلى عَمَلِهِ وَجَمَعَ مَالَهُ لِوَارِثِهِ وَكَانَ أَشَدَّ النَّاسِ عَذَاباً يَوْمَ القِيَامَةِ (... زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ العَذَابِ بِما كانُوا يَكْسِبُونَ)(النحل 88).

Ek Açıklamalar:

Sürelerde gelen bazı kelimelerin geniş anlamlarını burada açıklamaya çalıştık.

 İhlas: Ameli sadece Allah için yapmak ve O'ndan başkasını amele ortak etmemektir.

Sabır: Sabır, nefsi sıkıntılardan şikâyet etmekten sakındırmaktır.

 Tövbe: Tövbenin iki önemli temel şartı vardır.

1-                 Geçmiş kusur ve günahlardan pişmanlık duymak.

2-               Kusur ve günahlara ilelebet dönmemeye azmetmektir.

 

Uzun emel/arzular: İnsan, ahirete doğru ilerlemesi ve bu yolda çalışması gereken bir yolcu olduğunu bilmelidir. Bir hedefe doğru yürümesi gerektiğini derk etmelidir. İnsanı bu hedeften alıkoyan engellerden biriside uzun arzulara kapılması ve zamanını çok olduğunu sanmasıdır. Eğer bugün hedefe doğru yürümezse yarın yürüyeceğini, bu ay sefer etmezse gelecek ay sefer edebileceğini düşünmesidir. Ve bu durum, bu uzun emellilik ve ebedi oluş hissi, insanı asıl hedefi olan ahiretten, ona taraf ilerleme gereğinden ve yanına yoldaş ve azık alma lüzumundan uzaklaştırmakta, insan hedefi tamamıyla unutmakta ve hedef aklından çıkmaktadır. 

 Dünya: İnsanın iki dünyası vardır:

 

1-                 Övülmüş dünya: Terbiye, tahsil, ticaret, kemalatı ve güzel erdemleri elde etme diyarı olan ve içinden geçmeden elde edilmesi mümkün olmayan ebedi saadetin elde edildiği yerin bir mahsulüdür.

2-               Kınanmış dünya: Gönül verilip bağlanılan dünyadır ve kişi ne oranda gönül verip bağlanırsa bu dünyaya, kendisiyle Allah arasındaki perdeler de o oranda artıp kalınlaşır.

Şu halde güzellik ve yüceliğin mazharı olan bu dünya kınanmış değildir. Asıl kınanan şey, kişinin sevip bağlandığı ve bütün kalbî ve dışsal fesat ve hataların kaynağı anlamındaki kendi dünyasıdır.

 Uzlet: Uzlet, her türlü kötü ahlaktan ve nefsi sıfatlardan temizlenmek,

sadece Allah'a bağlanmak, ilahi olmayan her şeyden el çekmek, her halükarda Allah'u Teala'yı anmak, dünyevi şeylerden sevgiyi kesmek, sadece Allah için sevmek, her gün zamanının bir kısmını her şeyden el çekerek nefsi hesaba çekmek için ayırmak…

 Rızık: Bilinmesi gerekir ki birçok hadis ve ayetlerde rızkın mukadder ve paylanmış olduğu beyan edilmiştir. Ama bunun insanları ticarete, çabalamaya ve geçimini kazanmaya teşvik eden hadislerle hiçbir aykırılığı yoktur. Hatta bunu terk etmeği uygun görmez ve terk edenleri kınamıştır ve rızk talebinden geri kalanların duasının kabul olmayacağını beyan etmiştir. Dolayısıyla Allah'u Teala böyle kimselere de rızk vermeyecektir. Bu konuda bir çok hadis vardır. Burada sadece birisini getirmekle yetiniyoruz.

Rivayet eden şöyle diyor: '' İmam Sadık (a.s) 'Ömer bin Müslim ne yaptı?' diye sorduğunda ben de 'fedan olayım ibadete yönelmiş ve ticareti terk etmiştir' diye cevap verdim. İmam (a.s) şöyle dedi: 'Yazıklar olsun ona acaba rızkı talebi terk edenin, duasının kabul olmayacağını bilmiyor mu?'. Ashaptan bir grup, 'Ve kim, çekinirse Allah'tan, ona sıkıntıdan bir kurtuluş vesilesi yaratır ve onu, hesaplamdığı yerden rızıklandırır'  ayeti nazil olduğunda bütün kapıları yüzlerine kapatarak ibadete koyuldular ve dediler ki; 'Allah, rızkımızı üstlenmiştir. Artık bu bize yeterlidir.' Resulullah (s.a.a) bunu duyunca onları huzuruna çağırdı ve şöyle buyurdu: 'Sizleri bu işe sevk eden nedir?' Ashap, 'ya Resulullah Allah, bizim rızkımızı üzerine aldı ve bizde ibadete yöneldik.'

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: 'Böyle kimsenin duası asla kabul olmaz. Rızk peşinde gitmeli ve onu aramalısınız.''

(Vesail-uş Şia c.12, s. 15 Kitab-ut Ticare) 

Bu rivayetlerin birbirine aykırı olmadıklarını şöyle beyan edebiliriz:

Rızkı talep edip peşice gittikten sonra da rızklar ve bütün işler Allah'ın kudreti ve gücü altındadır. Bizim talep etmemizin ve çalışmamızın rızkın ele gelmesinde bağımsız ve müstakil bir rolü yoktur. Bilakis rızk peşinde koşmak kulların bir görevidir ve işleri düzeltmek, görünen ve görünmeyen sebepleri bir araya getirmek ise, Allah'u Teala'nın takdiriyledir. Gerçek imana sahip olan birisi, rızkı araması gerektiğini bildiği gibi, bütün her şeyin Allah'ın emri altı olduğuna da inanır.  

   

Tevekkül: Tevekkül, kelime anlamıyla aczini açığa vurmak ve başkasına güvenip dayanmak demektir. Bazı arifler şöyle tanımlamıştır:

'Tevekkül, bedenin kul haline getirilmesi ve kalbin rububiyete bağlanmasıdır.' Yani, beden güçlerinin Hakk'a itaat yolunda kullanılması O'na bağlı kılınması.

Bazıları da şöyle demiştir: 'Allah'a tevekkül etmek, kulun bütün arzularını yaratılmışlardan koparması ve onlardan kopup Hakk'a bağlanması demektir.'

 Heva ve Heves:

Nefsanî heva ve isteklere uymanın değişik şekilleri vardır ve her biçimi de farklı şekillerde insanı haktan uzaklaştırır. Küçük ve büyük günahlar işleyerek nefsanî hevalarına uyanlar bir şekilde nefsanî iştahlarını tatmin için çırpınan ve vaktini bu işe harcayıp hevasına uyanlar bir şekilde, görünürde ibadet ve kullukla uğraşanlar ve bu yolla daha yüksek mevkilere gelmeyi umanlar başka bir şekilde haktan ve Allah'ın yolundan uzaklaşmaktadırlar. Ve daha nice şekil ve mertebeler.

Söz gelimi, nefsanî hevalarına uyup altın ve benzerlerine ilah imişler gibi kulluk edenler vardır ki, Allah, onlar hakkında şöyle buyurmuştur.

'Havasını ilah edeni gördün mü?' (Casiye 23)