GADİR
SİTESİ
İmam Ali (as)nin rivayetiyle Tevrattan Kırk
Kutsi Hadis (Süre)
Bismillahirrahmanirrahim
Merhum şeyh Ağa Bozorg
Tahrani, Şerifu'z-Zeria adlı eserinde kaydettiğine göre
Kırk Kutsi Hadis Kitabı, İmam Ali (as) tarafından
Süryaniceden Arapçaya tercüme edilen orijinal Tevratın kırk
süresinden ibarettir. Elinizdeki kitap Çehel sure-i Tevrat, Erbain sure Mine-t
-Tevrat il Menkule mines Suryaniyye ilel Arabiyye, es-Sahaiful-Erbeun
adlarıyla Arapça ve Farsça olarak defalarca
basılmıştır.
Bu kitabın ön sözünde: Bu
çok önemli faydalar ve değer taşıyan bir kitaptır.
Ayrıca yüce manalar taşıyan nasihatlerden ibarettir diye
gelmiştir.
İmam Ali (as), bu kitabı
Hz. Musa b. İmranın dilinden, yani İbraniceden Arapçaya tercüme
etmiştir. Kitap, Tevrattan derlenmiş kırk sureden ibarettir.
Yüce Allah, bu kitap vesilesiyle vasıta olmaksızın Hz. Musa ile
konuşmuştur.
Index
Allahu Teala buyuruyor ki: Ölümün
olduğunu kesin olarak bilen (Bu bölümdeki hadislerde bilmek ten kasıt
yakindir) birisi nasıl neşeli olabiliyor şaşıyorum.
Hesaba çekileceğini bilen
birisi nasıl mal toplayabiliyor şaşıyorum.
Kabir e gireceğini bilen
birisi nasıl gülebiliyor şaşıyorum.
Dünyanın yok olup
gideceğini bilen birisi nasıl onda huzur bulabiliyor
şaşıyorum.
Ahiret ve onun nimetlerinin ebedi
olduğunu bilen birisi nasıl rahatça oturabiliyor
şaşıyorum.
Dilde âlim olup ta kalpte (gerçekte)
cahil olana şaşıyorum.
Kalbi temiz
olmadığı halde suyla temizlenene şaşıyorum.
Kendi ayıplarını
görmeyip gaflet ettiği halde başkalarının
ayıplarıyla uğraşana şaşıyorum.
Allahın tüm
yaptıklarından haberdar olduğunu bildiği halde günah
işleyene şaşıyorum.
Yalnız öleceğini,
yalnız kabre koyulacağını ve yalnız hesaba
çekileceğini kesin olarak bilen birisi nasıl insanlara böylesine
bağlanabiliyor şaşıyorum.
Allah-u Teala buyuruyor ki:
Allahtan başka bir ilah yoktur; haktır, hak. Muhammed (s.a.a) benim
kulum ve resulümdür.
قالَ
اللَّهُ تَعَالَى:
عَجِبْتُ
لِمَنْ
أَيْقَنَ
بِالْموْتِ
كَيْفَ يَفْرَحُ،
وَعَجِبْتُ
لِمَنْ
أَيْقَنَ
بِالحِسَابِ كَيفَ
يَجْمَعُ الْمَالَ،
وَعَجِبْتُ
لِمَنْ
أَيْقَنَ
بِالْقَبْرِ
كَيْفَ يَضْحَكُ،
وَعَجِبْتُ
لِمَنْ
أَيْقَنَ
بِزَوَالِ الدُّنْيَا
كَيْفَ
يَطْمَئِنُّ إِلَيْهَا،
وَعَجِبْتُ
لِمَنْ
أَيْقَنَ
بِبَقَاءِ الآخِرَةِ
وَنَعِيمِهَا
كَيْفَ يَستَرِيحُ،
وَعَجِبْتُ
لِمَنْ هُوَ
عَالِمٌ
بَاللِّسَانِ
وَجَاهِلٌ بِالْقَلْبِ،
وَعَجِتُ
لِمَنْ هُوَ
مُطَهِّرٌ
بِالمَاء وَغَيْرُ
طَاهِرٍ بِالْقَلْبِ،
وَعَجِبْتُ
لِمَنِ اشْتَغَلَ
بِعُيُوبِ
النَّاسِ
وَهُوَ
غَافِلٌ عَنْ
عُيُوبِ نَفْسِهِ،
وَعَجِبْتُ
لِمَنْ
يَعْلَمُ
أَنَّ اللَّه تَعَالَى
مُطَّلِعٌ
عَلَيْهِ
كَيْفَ يَعْصِيهِ،
وَعَجِبْتُ
لِمَنْ
يَعْلَمُ
أَنَّهُ
يَمُوتُ
وَحْدَهُ
وَيَدْخُلُ
الْقَبْرَ
وَحْدَهُ
وَيُحَاسَبُ
وَحْدَهُ
كَيْفَ
يَسْتأنِسُ بِالنَّاسِ،
وَيَقُولُ
اللَّهُ
تَعَالَى لَا
إلهَ إلَّا
اللَّهُ
حَقّاً حَقّاً
مُحَمَّدٌ
عَبْدِي
وَرَسُولِي.
Allah u Teala buyuruyor ki: Kendi
nefsim kendime tanıklık eder ki benden başka bir ilah yoktur.
Tekim ve benim hiçbir ortağım yoktur ve Muhammed (s.a.a) benim kulum
ve resulümdür.
Kim benim kaza ve kaderime razı
olmaz, onu tabi tuttuğum sınavlara sabır etmez, ona
verdiğim nimetlerime şükür etmez ve ona lütfümden verdiğimle
yetinmezse gitsin kendisine benden başka bir rab ve tanrı bulsun ve
benim gökyüzümün altından çıkıp gitsin.
Kim dünyaya ait bir şeye
hüzünlenirse bana öfkelenmiş demektir
Kim benim ona verdiğim bir
musibeti benden başkasına şikâyet ederse gerçekte beni
şikâyet etmiştir.
Kim bir zenginle
karşılaşıp ta ona zengin olduğu için saygı ve
tevazu gösterirse dininin üçte biri yok olur gider.
Kim bir ölüden dolayı yüzüne zarar
verirse, eline mızrak alıp benimle savaşan kimse gibidir.
Kim bir mezar başındaki
odunu( şimdi taştır ) kırarsa, eliyle benim kebemi
yıkan kimse gibidir. ( Maksat mezar başındaki ölünün
adının yazdığı taştır)
Kim yemeğini nerden kazanıp
yediğini önemsemezse, bende onu cehenneme hangi kapıdan
sokacağımı önemsemem.
Kim dinini (bilgi ve amelini) tamamlama
yolunda çalışmıyorsa gerçektende gerilik ve noksanlık
içindedir. Noksanlık ve geride olan birisi içinde ölüm daha
hayırlıdır.
Kim bildiğine amel ederse bende
onun ilmine ilim katarım.
سورة
الثانية
قال الله تعالى:
شَهِدَتْ
نَفْسِي
لِنَفْسِي
أَنْ لَاإلهَ
إِلَّا أنَا
وَحْدِي لَا
شَرِيْكَ لِي،
وَمُحَمَّدٌ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
عَبْدِي وَرَسُولِي،
مَنْ لَمْ
يَرْضَ
بِقَضَائِي
وَلَمْ يَصْبِرْ
عَلَى
بَلَائِي
وَلَمْ
يَشْكُرْ عَلَى
نَعْمَائِي
وَلَمْ
يَقْنَعْ
بِعَطَائِي
فَلْيَطْلُبْ
رَبّاً سِوَائِي
وَلْيَخْرُجْ
مِنْ تَحْتِ سَمَائِي،
وَمَنْ
أَصْبَحَ
حَزِيناً
عَلى
الدُّنْيَا
فَكَأنَّما
أَصْبَحَ
سَاخِطاً عَلَيَّ،
وَمَنِ
اشْتَكَى
مُصِيبَةً
نَزَلَتْ بِهِ
إلَى غَيْرِي
فَقَدْ شَكَانِي،
وَمَنْ
دَخَلَ عَلى
غَنِيٍّ
فَتَوَاضَعَ
لَهُ مِنْ
أَجْلِ
غِنَائِهِ
ذَهَبَ ثُلثُ دِينِهِ،
وَمَنْ
لَطَمَ
وَجْهَهُ
عَلى مَيِّتٍ
فَكَأَنَّما
أخَذَ
رُمْحاً
يُقَاتِلُنِي
بِهِ،
وَمَنْ
كَسَرَ
عُوْداً عَلى
قَبْرِ
مَيِّتٍ
فَكَأَنَّما
هَدَم كَعْبَتي
بِيَدِهِ،
وَمَنْ لَمْ
يُبَالِ مِنْ
أيْنَ
يَأكُلُ لَمْ
أُبَالِ بِهِ
مِنْ أَيِّ
بَابٍ
أُدْخِلُهُ
فِي جَهَنَّمَ،
وَمَنْ لَمْ
يَكُنْ فِي
الزِّيَادَةِ
فِي دِينِهِ
فَهُوَ فِي النُّقْصَانِ،
وَمَنْ كَانَ
فِي
النُّقْصَانِ
فَالْمَوْتُ
خَيْرٌ لَهُ،
وَمَنْ
عَمِلَ بِما
عَلِمَ
زِدْتُهُ عِلْماً
إلَى
عِلْمِهِ.
Allah u Teala buyuruyor ki: Ey
Âdemoğlu! Kim kanaat ederse zengin olur.
Kim dünyanın çok azına
razı olursa, gerçektende Allah Azze ve Celle ye güvenip
sımsıkı sarılmıştır.
Ey Âdemoğlu! Kim
kıskanmak ve çekememezliği terk ederse kendisini rahatlatır.
Kim haramlardan
kaçınırsa dinini halis ve tertemiz kılar.
Kim gıybet etmeyi
bırakırsa kalplerde sevgisi yer edinir.
Kim halktan uzaklaşırsa
onlardan güvende kalır.
Kim az konuşursa aklı
kâmilleşir.
Kim Allahın vermiş
olduğu az rızka razı olursa Allahta onun az ameline razı
olacaktır.
Ey Âdemoğlu! Bildiklerine
amel etmediğin halde bilmediklerini nasıl istersin?
Ey Âdemoğlu! Tüm
ömrünü dünyayı elde etmek için harcadın (yok ettin). Ahire
tinin peşice ne zaman gideceksin?!
سورة
الثالثة
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
مَنْ قَنَع اسْتَغْنَى،
وَمَنْ
رَضِيَ
بِالْقَلِيْلِ
مِنَ الدُّنْيا
فَقَدْ
وَثَقَ
بِاللَّهِ
عَزَّ وَجَلَّ.
يَابْنَ آدَمَ!!
مَنْ تَرَكَ
الْحَسَدَ اسْتَرَاحَ،
وَمَنِ
اجْتَنَبَ
الْحَرَامَ خَلّصَ
دِيْنَهُ،
وَمَنْ
تَرَكَ
الغِيْبَةَ
ظَهَرَتْ
مَحَبَّتُهْ
في الْقُلُوبِ،
وَمَنِ
اْعَتَزَلَ
عَنِ النّاسِ
سَلِمَ مِنْهُمْ،
وَمَنْ قَلَّ
كَلَامُهُ
كَمُلَ عَقْلُهُ،
وَمَنْ
رَضِيَ مِنَ
اللَّهِ
بِالْقَلِيلِ
مِنَ
الرِّزْقِ
رَضِيَ
اللَّهُ
عَنْهُ بِالْقَلِيْلِ
مِنَ
الْعَمَلِ.
يَابْنَ آدَمَ!!
أَنْتَ بِمَا
تَعْلَمُ لا
تَعْمَلُ
كَيْفَ تَطْلُبُ
مَا لَا
تَعْلَمُ.
يَابْنَ آدَمَ!!
أَفْنَيتَ
عُمْرَكَ في
طَلَبِ
الدُّنْيا فَمَتَى
تَطْلُبُ
الآخِرَة.
Ey Âdemoğlu! Kim dünyaya
tamah ederse, Allahtan uzaklaşmak ve ahirette de zorluk ve
sıkıntıdan başka bir şey elde etmez. Ve Allah
kalbine öyle bir hüzün ve keder verir ki sonsuza kadar bitmez, öyle bir
fakirlik verir ki hiçbir zaman zengin olamaz ve onu öyle uzun arzulara
kaptırır ki hiçbir zaman onlara yetişip elde edemez.
Ey Âdemoğlu! Her
geçen gün ömründen azalıyor ama sen farkında değilsin.
Her günkü rızkın benim
katımdan sana geliyor ama sen hamt ve şükür etmiyorsun ve ne aza
kanaat ediyorsun nede çokla doyuyorsun.
Ey Âdemoğlu! Hiçbir
yeni gün yoktur ki benim katımdan sana yeni rızklar gelmesin ve senin
yaptığın kötü amelleri de meleklerimin bana getirmediği
gece yoktur. Benim rızkımı yiyor ve bana isyan ediyorsun. Buna
rağmen bana dua ettiğinde sana icabet ediyorum.
Benim hayrım sana
yetişiyor ve seninse şerrin bana yükseliyor. Öyleyse ben ne kadarda
iyi bir mevlayım ve sen ne kadarda kötü bir kulsun. Böyle olmasına
rağmen benden istediğin zaman sana veriyor ve günahlarının
üstünü örtüyorum.
سورة
الرابعة
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
مَنْ أَصْبَحَ
حَرِيصاً
عَلَى
الدُّنْيا
لَمْ يَزِدْ مِنَ
اللَّهِ إِلا بُعْداً،
وَفِي
الآخِرَةِ
إلَّا جُهْداً،
وَأَلْزَمَ
اللَّهُ
تَعَالَى
قَلْبَهُ هَمّاً
لَا
يَنْقَطِعُ
أَبَداً
وَفَقْراً لَا
يَنَالُ
غِنَاهُ أبَداً،
وَأمَلاً لَا
يَنَالُ
مُنَاهُ
أَبَداً .
يَابْنَ آدَمَ!!
كُلَّ يَوْمٍ
يَنْقُصُ
مِنْ
عُمْرِكَ
وَأَنْتَ لَا تَدْرِي،
وَيَأتِي
كُلَّ يَوْمٍ
رِزْقُكَ
مِنْ عِنْدِي
وَأنْتَ لَا تَحْمَدُهُ،
فَلَا
بِالْقَلِيلِ
تَقنَعُ
وَلَا بِالكَثِيرِ
تَشْبَعُ .
يَابْنَ آدَمَ!!
مَا مِنْ
يَوْمٍ
جَدِيدٍ
إِلَّا
وَيَأتِيكَ
مِنْ عِنْدِي رِزْقٌ
جَدِيدٌ،
وَمَا مِنْ
لَيْلَةٍ
إلّا
وَيَأتِيني مَلآئِكَتِي
مِنْ
عِنْدِكَ
بِعَمَلٍ قَبِيحٍ،
تَأكُلُ
رِزْقي
وَتَعْصِيْنِي
وَأنْتَ تَدْعُونِي
فَأسْتَجِيبُ
لَك!.
خَيْري
إِلَيْكَ
نَازِلٌ
وَشَرُّكَ
إلَيَّ صَاعِدٌ،
فَنِعْمَ
الْمَوْلَى
أَنَا وَبِئْسَ
الْعَبْدُ أَنْتَ،
تَسْألُنِي
فأعْطِيكَ
وَأسْتُرُ
إِلَيْكَ
سُوءَ بَعْدَ
سوءٍ
وَقَبِيحاً
بَعْدَ قَبِيحٍ،
أنَا
أسْتَحْيِي
مِنْكَ
وَأنْتَ لَا
تَسْتَحْيِي
مِنِّي
وَتَنْسَانِي
وَتَذْكُرُ غَيْرِي
وَتَخَافُ
النّاسَ وَتَأمَنُ
غَضَبي.
"Ey Âdemoğlu! Tövbe etmeyi uzun arzulara
kapılarak isteyen, hiçbir ameli
olmadığı halde ahirete gitmeyi ümit edenlerden ve zahitlerin
sözlerini söyleyip münafıkların amellerini yapanlardan olma!
İhsan ve bağış yapıldığında kanaat
etmez ve bir şeyden esirgense sabır etmez. Hayra emreder, ama
kendisi onu yapmaz. Kötü bir işten sakındırır, ama
kendisi sakınmaz. Salih insanları sever ama onlardan değildir,
münafıklardan nefret eder ama kendisi de onlardandır.
Ey Âdemoğlu! Hiçbir gün
yoktur ki yeryüzü seni kendisine muhatap alıp da, Ey
Âdemoğlu! Benim üstümde yürüyorsun ama sonun benim içime
girmektir. Benim üstümde günah işliyorsun ama benim içimde
azabı göreceksin.
Ey Âdemoğlu! Ben üzüntü eviyim,
ben korku eviyim, ben karanlık eviyim, ben akrep ve yılanların
eviyim ve ben horluk ve sıkıntı eviyim. Öyleyse gel beni (bu
evi) güzel ve sefalı bir yer yapmak için çalış ve beni (bu evi)
yıkma".
سورة
الخامس
قال الله تعالى: "يَابْنَ آدَمَ!! لَا
تَكُنْ
مِمَّنْ
يَطْلُبُ
التَّوْبَةَ بِطُولِ
الأمَلِ
وَيَرْجُو
الآخِرَةَ
بِغَيْرِ عَمَلٍ،
يَقُولُ
قَوْلَ
الزّاهِدِينَ
وَيَعْمَلُ
عَمَلَ
الْمُنَافِقِينَ،
إنْ أُعْطِىَ
لَا يَقْنَعُ
وَإِنْ
مُنِعَ لَا
يَصْبِرُ،
يَأمُرُ
بِالْخَيْرِ
وَلَا
يَفْعَلُهُ،
وَيَنْهَى
عَنِ
الشَّرِّ
وَلاَ
يُنْهَى عَنْهُ،
وَيُحِبُّ
الصَّالِحِينَ
وَلَيْسَ
مِنْهُمْ،
وَيُبْغِضُ
الْمُنَافِقِينَ
وَهُوَ
مِنْهُمْ .
يَابْنَ
آدَمَ!! مَا
مِنْ يَوْمٍ
جَدِيدٍ إِلَّا
وَالأَرْضُ
تُخَاطِبُكَ
وَتَقُولُ: يَابْنَ
آدَمَ،
تَمْشِي عَلى
ظَهْرِي
وَمَصِيرُكَ
في بَطْني
وَتُذْنِب
عَلَى
ظَهْرِي وَتُعَذَّبُ
في بَطْنِي؛
يَابْنَ
آدَمَ، أَنا
بَيْتُ الوَحْدَةِ
وَأنَا
بَيْتُ
الْوَحْشَةِ
وَأَنَا
بَيْتُ
الظُلْمَةِ
وَأَنَا
بَيْتُ العَقَارِبِ
وَالْحَيَّاتِ
وَأَنَا
بَيْتُ الهَوانِ،
فَاعْمُرِني
وَلَا
تَخْرَبْنِي".
Ey Âdemoğlu! Sizinle,
ne azı çoğaltmak için, ne yalnızlıktan korktuğum zaman
dost olmak için, ne gücümün yetmediği bir şeyde sizden yardım
almak için, ne bir menfaat kazanmak ve ne de bir
zararı kendimden uzaklaştırmak için yaratmadım. Bilakis
sizi bana çok ibadet edip çok şükür edesiniz ve sabah ve
akşamları beni tespih edesiniz diye yarattım.
Eğer geçmiştekiler,
gelecektekiler ve hayatta olanlarınız, hepiniz bana kulluk etmek için
bir araya toplansanız, yine de benim
saltanat ve mülküme bir zerre kadar bile bir şey katamazsınız.
Öncekileriniz, dirileriniz, ölüleriniz,
küçükleriniz, büyükleriniz, hürleriniz, köleleriniz, insanlar ve cinler
hepiniz bana günah ve isyan etmek için bir araya toplansanız, yine de benim saltanatıma bir zerre kadar bile zarar
gelmez ve azalmaz. Kim artık çalışıp çabalarsa faydası
ancak kendisinedir. Şüphesiz ki Allah tüm âlemlerden müstağnidir.
سورة
السادسة
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
مَا
خَلَقْتُكُمْ
لِأَسْتَكْثِرَ
بِكُمْ مِن
قِلَّةٍ،
وَلَا
لِأَسْتَأنِسَ
بِكُمْ مِنْ
وَحْشَةٍ،
وَلَا
لِأَسْتعِينَ
بِكُمْ عَلَى
أَمْرٍ
عَجَزْتُ
عَنْهُ،
وَلَا لِاَجْلِ
مَنْفَعَةٍ
وَلَا
لِدَفْعِ
مَضَرَّةٍ،
بَلْ
خَلَقْتُكُمْ
لِتَعْبُدُوني
طَوِيلاً
وَتَشْكُرُوني
كَثِيراً
وَتُسَبِّحُوني
بُكْرَةً
وَأصِيلاً،
وَلَو أنَّ أَوَّلَكُم
وَآخِرَكُمْ
وَحَيَّكُمْ
وَمَيِّتَكُمْ
وَصَغِيرَكُمْ
وَكَبِيرَكُمْ
وَحُرَّكُمْ
وَعَبْدَكُمْ
وَإِنْسَكُمْ
وَجِنَّكُمْ
اجْتَمَعْتُمْ
عَلَى
طَاعَتِي
لَمَا زَادَ
ذلِكَ في مُلْكِي
مِثْقَالَ
ذَرَّةٍ،
وَلَوْ أَنَّ
أَوَّلَكُمْ
وَآخِرَكُمْ
وَحَيَّكُمْ
وَمَيِّتَكُمْ
وَصَغِيرَكُمْ
وَكَبِيرَكُمْ
وَحُرَّكُمْ
وَعَبْدَكُمْ
وَإنْسَكُمْ
وَجِنَّكُمَ
اجْتَمَعتُمْ
عَلَى
مَعْصِيَتي
مَا نَقَصَ
ذلِكَ مِنْ مُلْكِي
مِثْقَالَ
ذَرَّةٍ،
وَمَنْ
جَاهَدَ فَإنَّمَا
يُجَاهِدُ
لِنَفْسِهِ،
إِنَّ اللَّهَ
غَنِىٌّ عَنِ
العَالَمِينَ.
"Ey dinar ve dirhemlerin (para pulun) kulları!
Şüphesiz ki ben dinar ve dirhemleri ancak onunla benim
rızkımı alıp yemeniz, benim (sizin için karar
kıldığım) elbiselerimden (satın alıp) giymeniz ve
benim yolumda infakta bulunmanız için yarattım. Kitabımı
aldınız ama onu ayaklarınız altına attınız.
Dünyayı aldınız ve onu başınızın üstüne
koydunuz. Kendi evlerinizi yükselttiniz ama
benim evimi alçalttınız. Kendi evlerinize
alışıp bağlanırken benim evimden ürktünüz ve
yalnız bıraktınız. :(Bu yüzden) Sizler hür ve mümin kullar
değilsiniz.
Ey dünya kulları!
Şüphesiz sizin misaliniz içi iğrenç ve çirkin, dışı
ise sevimli ve çekici görünen alçılanmış mezarlara benzer. Ey
Âdemoğlu! Evin çatısındaki lambanın, evin içindeki
karanlığı aydınlatamayacağı gibi, sizin de iyi ve
güzel sözlerinizin kötü amellerinizle (birlikte olduğu sürece) hiçbir faydası
yoktur.
Ey Âdemoğlu! Amelini halis
ve temiz kıl ve benden bir şey dileme. Şüphesiz ben sana
isteyenlerin istediklerinden daha fazlasını
bağışlarım.
سورة
السابعة
قال الله تعالى:
"يَا عَبِيدَ
الدَّنَانِيرِ
وَالدَّرَاهِمِ!!
إِنِّي مَا
خَلَقْتُ
لَكُمُ
الدَّرَاهِمَ
وَالدَّنَانِيرَ
إلَّا لِتَأكُلوا
بِهَا
رِزْقِي
وَتَلْبَسُوا
بِهَا
ثِيَابِي
وَتُنْفِقُوا
بِهَا فِي
سَبِيلي،
فَأخَذْتُمْ
كِتَابِي
فَجَعَلْتُمُوهُ
تَحْتَ
أَقْدَامِكُمْ،
وَأَخَذْتُمُ
الدُّنْيَا
فَجَعَلْتُمُوهَا
فَوْقَ رُؤُوسِكُمْ،
وَرَفَعْتُمْ
بُيُوتَكُمْ
وَخَفَضْتُمْ
بُيُوتِي،
وَآنَسْتُمْ
بُيُوتَكُمْ
وَأَوْحَشْتُمْ
بُيُوتِي،
فَلَا
أَنْتُمْ
عَبِيدَ
أَحرَارٌ أَبْرَارٌ.
يَا
عَبِيْدَ
الدُّنْيَا!!
إِنَّما
مَثَلُكُمْ
كَالقُبُورِ
الْمُجَصَّصَةِ
يُرَى ظَاهِرُهَا
مَلِيحاً
وَبَاطِنُهَا
قَبِيحاً.
يَابْنَ
آدَمَ!! كَما
لَا يُغْنِي
الْمِصْبَاحُ
فَوْقَ
الْبَيْتِ
عَنِ
الظّلْمَةِ
الدّاخِلَةِ عَلَيْهِ،
كَذلِكَ لَا
يُغْنِي
كَلَامُكُمُ
الطَّيِّبُ
مَعَ
أَفْعَالِكُمُ
الرَّدِيَّةِ.
يَابْنَ
آدَمَ!!
أَخْلِصْ
عَمَلَكَ
وَلَا تَسْألْنِي
فَإنّي
أُعْطِيْكَ
أَكْثَرَ مِمَّا
يَطْلُبُ
السَّائِلُونَ".
Ey Âdemoğlu! Gerçektende ben
sizi boş yere abes yaratmadım. Sizi başıboş kendi
halinize de bırakmadım ve ben sizin yaptıklarınızdan
da habersiz değilim.
(Bilin ki) Gerçektende siz
sevmediğiniz şeylere, benim rıza yetimi kazanmak için sabır
etmedikçe, benim katımda olanı elde edemezsiniz.
Bana kulluk etmeye sabır etmeniz,
size ateşin hararetine sabır ve tahammül etmekten daha kolaydır.
Dünyanın azabı da sizin için
kıyametin azabına sabır ve tahammül etmekten daha kolaydır.
Ey Âdemoğlu! Benim
hidayet ettiklerimin dışında hepiniz (hak yoldan)
sapmışsınız.
Benim şifa verdiklerimin
dışında hepiniz hastasınız.
Benim zengin
kıldıklarımın dışında hepiniz muhtaç ve
fakirsiniz.
Benim kurtardıklarımın
dışında hepiniz helak olmadasınız.
Benim günahtan koruduklarımın
dışında hepiniz günahkârsınız. Öyleyse tövbe ederek
bana dönün ki size merhamet edeyim ve tüm sırlarınızın
kendisine gizli olmadığı kimsenin(Allahın) yanında
aranızdaki perdeyi (yırtmayın) parçalamayın.
سورة
الثامنة
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
إنِّي لَم
أَخْلُقْكُمْ
عَبَثاً
وَلَا جَعَلْتُكُمْ
سُدَىً وَلَا
أَنَا
بِغَافِلٍ عَمَّا
تَعْمَلُونَ،
وَإِنَّكُمْ
لَنْ
تَنَالُوا
مَا عِنْدِي إِلَّا
بِالصَّبْرِ
عَلى مَا
تَكْرَهُونَ
فِي طَلَبِ رِضَائِي،
وَالصَّبْرُ
عَلى طَاعَتِي
أيْسَرُ
عَلَيْكُمْ
مِنَ
الصَّبْرِ
عَلى حَرِّ النَّارِ،
وَعَذَابُ
الدُّنْيَا
أَيْسَرُ
عَلَيْكُمْ
مِنْ عَذَابِ
الآخِرَةِ.
يَابْنَ آدَمَ!!
كُلُّكُمْ
ضَالٌّ إلَّا
مَنْ هَدَيْتُهُ،
وَكُلكُمْ
مَرِيضٌ
إِلَّا مَنْ شَفَيْتُهُ،
وَكُلُّكُمْ
فَقِيرٌ
إلَّا مَنْ أغْنَيْتُهُ،
وَكُلُّكُمْ
هَالِكٌ
إلَّا مَنْ أنْجَيْتُهُ،
وَكُلُّكُمْ
مُسِيءٌ
إلَّا مَنْ عَصَمْتُهُ،
فَتُوبُوا
إلَيَّ
أَرْحَمْكُمْ
وَلَا تَهْتِكُوا
أَسْتَارَكُمْ
عِنْدَ مَنْ
لَا يَخْفَى
عَلَيْهِ
أَسْرَارُكُمْ.
Ey Âdemoğlu! Allahın
mahlûkatına lanet etmeyin ki tekrar o lanet size geri dönsün(1).
Ey Âdemoğlu! Göklerim, benim
isimlerimden birisiyle hiçbir direk ve sütuna dayalı olmadan havada
durmakta ama sizin kalpleriniz benim kitabımdan binlerce öğüt ve
nasihatle bir türlü doğru yola gelmiyor.
Ey insanlar! Bilin ki taş suda
nasıl yumuşamazsa, öğüt ve nasihatinde
taşlaşmış kalplere faydası yoktur.
Ey Âdemoğlu! Nasıl
oluyor da haramlardan kaçınmıyor, günah kazanmaktan el çekmiyor,
ateşten korkmuyor ve rahmanın gazabından çekinmiyorsunuz! Bilin
ki eğer beli bükük yaşlılar, anne sütü içen çocuklar,
ağzı bağlı otlayan hayvanlar ve mütevazı alçak gönüllü
gençler olmasaydı, gerçektende gökyüzünü sizin üzeriniz de demir,
yeryüzünü bakırdan, toprağı da sert taşlardan
yapardım. Gökten bir damla bile size yağmur yağdırmaz,
yerden bir tane bile tohum yeşertmez ve size azap gönderirdim.
(1) Allah'ın lanetlediği
hariç kimseler kastedilmiştir.
سورة
التاسعة
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
لَا
تَلْعَنُوا
الْمَخْلُوقِيْنَ
فَتَرْجِعَ
اللَّعْنَةُ
عَلَيْكُمْ .
يَابْنَ آدَمَ!!
اسْتَقَامَتْ
سَموَاتِي
فِي
الْهَوَاءِ بِلَا
عَمَدٍ
بِاسْمٍ مِنْ أسْمَائِي،
وَلَا
تَسْتَقِيمُ
قُلُوبُكُمْ
بِألْفِ مَوْعِظَةٍ
مِنْ
كِتَابِي.
يَا
أيُّهَا النَّاسُ!!
كَما لَا
يَلِينُ
الْحَجَرُ
فِي الْمَاءِ
كَذَلِكَ لَا
تُفِيدُ
الْمَوْعِظَةُ
فِي الْقُلُوبِ
الْقَاسِيَةَ
.
يَابْنَ آدَمَ!!
كَيْفَ لَا
تَجْتَنِبُونَ
الْحَرَامَ،
وَلَا
اكْتِسَابَ الْآثامِ،
وَلَا
تَخَافُونَ النِّيْرَانَ،
وَلَا
تَتَّقُونَ
غَضَبَ
الرَّحْمن!
فَلَوْلَا مَشَائِخُ
رُكَّعٌ
وَأَطْفَالٌ
رُضَّعٌ
وَبَهَائِمُ
رُتَّعٌ
وَشَبَابٌ
خُشَّعٌ لَجَعَلْتُ
السَّمَاء فَوْقَكُمْ
حَدِيداً
وَالْأَرْضَ
صُفْراً
وَالتُّرَابَ
جِمَاراً،
وَلَا
أَنْزَلْتُ
عَلَيْكُمْ
مِنَ السَّمَاءِ
قَطْرَةً
وَلَا
أنْبَتُّ
لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ
حَبَّةً
وَصَبَبْتُ
عَلَيْكُمُ
العَذَابَ
صَبّاً.
Ey Âdemoğlu! Rabbinizden taraf
size hak geldiğinde artık kim isterse iman getirsin ve kim de isterse
inkâr edip kâfir olsun. Gerçekten de sizler ancak kendinize iyilikte bulunana
iyilik ediyor, ancak sizinle ilişki kuranlarla irtibat kuruyorsunuz.
Sizinle konuşanla ancak konuşuyor, size yedirenlere ancak
yediriyorsunuz. Size insafla davranandan başkasına insafla
davranmıyor ve ancak size hürmet ve saygı gösterene hürmet
gösteriyorsunuz. Öyleyse hiç birinizin bir diğerine üstünlüğü yoktur.
Şüphesiz gerçek müminler, Allaha
ve Resulüne inanarak, kendilerine kötülük yapanlara iyilik yapanlar,
kendilerinden irtibatı kesenlerle ilişki kuranlar, kendilerini mahrum
bırakanlara verenlerdir. Kendilerine hıyanet edenlere insaflı
davrananlar, kendilerine küsenlerle konuşanlar ve kendilerine
saygısızlıkta bulunanlara saygı ve hürmet gösterenlerdir.
سورة
العاشرة
يَابْنَ آدَمَ!!
قَد جَاءَكُمُ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكُمْ
فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ،
وَمَنْ شَاءِ فَلْيَكْفُرْ،
وَإنَّكُمْ
لَا
تُحْسِنُونَ
إلَّا بِمَنْ
أَحْسَنَ إِلَيْكُمْ
وَلَا
تَصِلُونَ
إلَّا لِمَنْ وَصَلَكُمْ
وَلَا
تُكَلِّمُونَ
إلَّا لِمَنْ كَلَّمَكُمْ،
وَلَا
تُطْعِمُونَ
إلّا لِمَنْ أَكْرَمَكُمْ،
فَلَيْسَ
لِأَحَدٍ
عَلَى أَحَدٍ فَضْلٌ،
إنَّما
الْمُؤْمِنُونَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
بِاللَّهِ
وَرَسُولِهِ
الّذِينَ
يُحْسِنُونَ
إلَى مَنْ
أسَاء إلَيْهِمْ،
وَيَصِلُونَ
إلَى مَنْ
قَطَعَهُمْ
وَيُعْطُونَ
إلَى مَنْ حَرَمَهُمْ،
وَنُنْصِفُونَ
مَنْ خَانَهُمْ،
وَيُكَلِّمُونَ
إلَى مَنْ
هَاجَرَ
مِنْهُمْ
وَيُكَرِّمُونَ
مَنْ
أَهَانَهُمْ .
Ey insanlar! Dünya, evi
olmayanların evidir. Malı olmayanların malıdır. Onu
ancak akılsızlar toplar ve onunla ancak yakini olmayanlar mutlu olur.
Ona ancak (Allaha) tevekkülü olmayanlar tamah eder. Onun zevkleri peşice
ancak tanımayanlar (bilgisi, marifeti olmayanlar) gider.
(Bilin ki) Kim yok olup
gidecek bir nimeti (rahatlığı),geçici bir hayatı ve fani
istek ve arzuları seçerse kendisine zulüm etmiştir. Rabbine isyan
etmiş (karşı gelmiş) ahire tini unutmuştur ve
dünya hayatı onu aldatmıştır.
سورة
الحادي عشر
قال الله تعالى: يَا
أَيُّها النَّاسُ!!
إِنَّما
الدُّنْيَا
دَارُ مَنْ
لاَ دَارَ لَهُ
وَمَالُ مَنْ
لاَ مَالَ
لَهُ وَلَهَا
يَجْمَعُ
مَنْ لاَ
عَقْلَ لَهُ وَبِهَا
يَفْرَحُ
مَنْ لاَ
يَقِينَ لَهُ
وَعَلَيْها
يَحْرِصُ
مَنْ لاَ
تَوَكُّلَ
لَهُ وَيَطْلُبُ
شَهَوَاتِها
مَنْ لاَ
مَعْرِفَةَ لَهُ؛
فَمَنْ
أَخَذَ
نِعْمَةَ
زَائِلَةَ
وَحَياة
مُنْقَطِعَة
وَشَهْوَةً
فاِنيَة
ظَلَمَ نَفْسَهُ
وَعَصَى
رَبَّهُ
وَنَسِىَ
آخِرَتَهُ
وَغَرَّتْهُ
حَيَاتَهُ.
Ey Âdemoğlu! Size
verdiğim nimetlerimi ve gerçektende benim sizi tüm âlemlere üstün
kılışımı hatırlayın.
Doğru yolu bir yol gösteren
olmadan bulamadığınız gibi cennetin de yolunu ilim olmadan
bulamazsınız.
Zorluk ve sıkıntı
olmadan mal mülk toplayamayacağınız gibi, cennete de ancak
Allah a kulluk ve ibadet etmeye sabır ederek girebilirsiniz. Öyleyse
nafile ve mustehaplarla bana yakınlaşın ve benim rıza
yetimi yoksulları razı etmekte arayın. Bilin ki benim rızam
yoksullardan bir an bile ayrı değildir.
Birlikte oturduğunuzda
âlimlere ilgi gösterin. Şüphesiz benim rahmetim onlardan (âlimlerden) bir
an bile ayrı değildir.
Ey Musa! Benim dediklerimi dinle, benim
dediklerim haktır: Gerçektende kim bir yoksula üstünlük taslayıp
tekebbür etse, kıyamette onu insanların ayakları altındaki
bir zerre şeklinde yaratacağım.
Kim bir Müslümanın gizli/örtülü
şeylerini açmaya yeltense (rezil etmek istese), ben de onun yetmiş
defa gizli ve örtülü şeyini açarım.
Kim bir âlime veya
anne-babasına alçak gönüllü olursa onu her iki cihanda yüceltirim.
Kim (Allahın rızasına)
teslim olmuş bir mümini fakirliğinden dolayı küçümserse,
gerçektende benimle savaşa kalkışmıştır.
Kim bir mümini benim için severse
melekler her iki cihanda da onunla tokalaşır; dünyada gizlice
ahirette de açıkça.
سورة
الثاني عشر
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
أُذْكُروا
نِعْمَتِي
الَّتِي
أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ؛
كَما لاَ
تَهْتَدُونَ
السَّبِيلَ
إِلَّا بِالدَّلِيْلِ
فَكَذلِكَ
لاَ
تَهْتَدُونَ طَرِيقَ
الْجنَّةِ
إلَّا
بِالْعِلْمِ
وَكَمَا لا
تَجْتَمِعُونَ
الْمَالَ
إِلّا بِالتَّعَبِ
وَكَذلِكَ لا
تَدْخُلُونَ
الْجَنَّةَ
إِلاّ
بِالصَّبْرِ
عَلى
الْعِبَادَةِ
فَتَقَرَّبُوا
بِالنَّوافِلِ
وَاطْلُبُوا
رِضَائِي
بِرَضاءِ
الْمَساكِيْنِ
فَإنَّ رَحْمَتِي
لا
تُفَارِقُهُمْ
طَرْفَةَ
عَيْنٍ
أَبَداً.
يَا مُوسَى!!
اسْمَعْ مَا
أقُولُ
وَالْحَقُّ
مَا أقُولُ إِنَّهُ
مَنْ تَكَبَّرَ
عَلى
مِسْكِيْنٍ
حَشَرْتُهُ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
عَلى صُورَةِ
ذَرَّةِ
تَحْتَ
أقْدَامِ
النَّاسِ
وَمَنْ
تَعَرَّضَ
بِهْتْكِ
سِتْرِ
مُسْلِمٍ
أهْتِكُ
سِتْرَهُ سَبْعِيْنَ
مَرَّة
وَمَنْ
تَوَاضَعَ
لِعَالِمٍ
أوْ
وَالِدَيْهِ
رَفَعْتُهُ
في الدَّارَيْنِ
وَمَنْ أهَانَ
مُؤْمِناً
مُسْلِماً
لِفَقْرِهِ
فَقَدْ
بَارَزَنِي
في الْمُحَارَبَةِ،
وَمَنْ
أَحَبَّ
مُؤْمِناً
مِنْ أجْلِي
صَافَحَتْهُ
الْمَلائِكَةُ
في
الدَّارَيْنِ
في الدُّنْيا
سِرّاً وَفي
الآخِرَةِ
جَهْراً.
Ey Âdemoğlu! Bana
ihtiyaçlarınız kadar kulluk edin ve bana ateşe sabır ve
tahammülünüz olduğu kadar isyan edin (karşı çıkın).
Dünyadan kendinize onda
kalacağınız kadar azık toplayın ve ahiret içinde onda
kalacağınız kadar kendinize azık toplayın.
Gecikmiş ecellerinize (ölümünüze), şu andaki hazır rızklarınıza
ve üstü örtülü günahlarınıza bakmayın. Bilin ki benden
başka bütün her şey yok olup gidecek.
Fakirlikten korktuğunuz gibi
ateşten de korksaydınız gerçekten sizi düşünüp, hayal
edemeyeceğiniz kadar zengin kılardım. Eğer dünyaya
duyduğunuz ilgi ve istek kadar cennete de ilgi ve isteğiniz
olsaydı sizi her iki cihanda (dünya ve ahirette) mesut ve mutlu
kılardım. Kalplerinizi dünya sevgisiyle öldürmeyin çünkü onun yok
olup gitmesi yakındır.
سورة
الثالثة عشر
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
أطِيْعُونِى
بِقَدْرِ
حَوَائِجِكُمْ
إلَىَّ وَاعْصُونِي
بِقَدْرِ
صَبْرِكُمْ
عَلى النَّارِ
وَتَزَوَّدُوا
مِنَ
الدُّنْيَا
بِقَدْرِ
مَسْكَنِكُمْ
فِيْهَا
وَتَزَوَّدُوا
للآخِرَةِ
بِقَدْرِ
مَسْكَنِكُمْ
فِيهَا وَلا
تَنْظُرُوا
إلى
آجَالِكُمُ
الْمُتَأخَّرَةِ
وَأَرزَاقِكُمُ
الْحَاضِرَةِ
وَذُنُوبِكُمُ
الْمَسْتُورَةِ؛
وَكُلُّ شَيءِ
هَالِكٌ
إلَّا
وَجْهِي
وَلَوْ
خِفْتُمْ مِنَ
النَّارِ
كَما
خِفْتُمْ
مِنَ
الفَقْرِ لأغْنَتُكُمْ
مِنْ حَيْثُ
لا
تَحْتَسِبُونَ
وَلو
رَغِبْتُمْ
فِي
الْجَنَّةِ
كَما رَغِبْتُمْ
فِي
الدُّنْيَا
لأسْعَدْتُكُمْ
فِي
الدَّارَينِ
وَلا
تُمِيْتُوا
قُلُوبَكُمْ
بِحُبِّ
الدُّنْيَا
فَزَوَالُهَا
قَرِيبٌ.
Ey Âdemoğlu! Nice kandiller
vardır ki rüzgâr onu söndürmüştür. Nice abid ler vardır ki
kendini beğenmişlik, nice fakirler vardır ki fakirlik, nice zenginler
vardır ki zenginlik, nice sıhhatli olanlar vardır ki
sağlık ve nice âlimler vardır ki ilim onları
bozmuştur.
Ey Âdemoğlu! Benim için
ziraat edin(ekin biçin),benimle ticaret yapın, benden isteyin ve benim
için çalışın. Gerçektende, gözlerin görmediği,
kulakların duymadığı, kimsenin gönlünden bile geçmeyen
kazanç ve kârınız benim katımdadır. Ben çok
bağışlayıcı olduğum halde benim hazinelerim ne
tükenir, nede saltanat ve padişahlığımdan bir şey
azalır.
Ey Âdemoğlu! Dinin etin ve
kanın gibidir. Eğer dinin ıslah olursa etin ve kanında
ıslah olur ve eğer dinin bozulursa etin ve kanın da bozulur.
Öyleyse İnsanlara ışık verdiği halde kendisini
ateşte yakan kandiller gibi olma. Dünya sevgisini kalbinden çıkar,
gerçektende ateş ve suyun bir kapta toplanamayacağı gibi, bende
kendi sevgimle dünya sevgisini bir kalpte toplamam.
Rızk toplamada kendine
yumuşak ol (mutedil ol). Çünkü şüphesiz rızk
paylaştırılmıştır, tamahkâr mahrum
bırakılmış, cimri kınanmıştır. Ve
gerçektende bu nimetler daimi değil ve ecellerinizde bellidir.
(Bilin ki) En hayırlı
hikmet Allah tan korkmaktır.
En iyi zenginlik kanaat etmektir. En
hayırlı azık takvadır (Allahtan çekinmektir).
En kötü maslahatınız sizi
yalana ve en kötü nasihatinizde sizi ara vuruculuğa sürükleyendir.
Allah kullarına asla zülüm etmez.
سورة
الرابعة عشر
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
كَمْ مِنْ
سِرَاجِ
أَطْفَأتْهُ الرِّيحُ؟
وَكَمْ مِنْ
عَابِدٍ
أَفْسَدَهُ العَجْبُ؟
وَكَمْ مِنْ
فَقِيرٍ
أَفْسَدَهُ الفَقْرُ؟
وَكَمْ مِنْ
غَنِيّ
أَفْسَدَهُ
الْغِنَی وَكَمْ
مِنْ صَحِيحٍ
أَفْسَدَهُ العَافِيَةُ؟
وَكَمْ مِنْ
عَالمٍ
أَفْسَدَهُ
الْعِلْمُ؟
يَابْنَ آدَمَ!!
زَارِعُونِي
وَرَابِحُونِي
وَاسْأَلُونِي
وَعَامِلُونِي
فَإنَّ
رِبْحَكُمْ
عِنْدِي مَا
لاَ عَيْنٌ
رَأَتْ وَلاَ
أُذُنٌ
سَمِعَتْ
وَلاَ خَطَرَ
عَلى قَلْبِ
بَشَرٍ وَلاَ
تَنْفَدُ خَزَائِني
وَلاَ
يَنْقُصُ
مُلْكِي
وَأَنَا
الوَهَّابُ.
يَابْنَ آدَمَ!!
دِينُكَ
لَحْمُكَ وَدَمُكَ،
فَإنْ صَلُحَ
دِينُكَ
صَلُحَ
لَحْمُكَ وَدَمُكَ
وَإِنْ
فَسَدَ
دِينُكَ
فَسَدَ لَحْمُكَ
وَدَمُكَ،
فَلاَ تَكُنْ
كالْمِصْبَاحِ
يُضِيءُ
لِلنَّاسِ
وَيُحْرِقُ
نَفْسَهُ بِالنَّارِ،
وَأَخْرِجْ
حُبَّ
الدُّنْيَا
عَنْ قَلْبِكَ
فَإِنِّي لاَ
أَجْمَعُ
حُبيِّ
وَحُبَّ الدُّنْيَا
فِي قَلْبٍ
وَاحِدٍ
أَبَداً كما لاَ
يَجْتَمِعُ
الْمَاءُ
وَالنَّارُ
فِي إنَاءٍ
وَاحِدٍ وَارْفَقْ
بِنَفْسِكَ
فِي جَمْعِ الرِّزْقِ،
فَإنَّ
الرِّزْقَ
مَقْسُومٌ
والْحَرِيصَ
مَحْرُومٌ
وَالبَخِيلَ
مَذْمُومٌ وَالنِّعْمَةَ
لاَ تَدَومُ
وَالأَجَلَ
مَعْلُومٌ
وَخَيْرُ
الْحِكْمَةِ
خَشْيَةُ اللَّهِ
تَعَالَى
وَخَيْرُ
الْغَنِى
القَنَاعَةُ
وَخَيْرُ
الزَّادِ
التَّقْوَى
وَشَرُّ
صَلاَحِكُمُ
الكِذْبُ
وَشَرُّ
نَصِيحَتِكُمُ
النَّمِيمَةُ
وَمَا
رَبُّكَ
بِظَلَّامٍ
لِلْعَبِيدِ.
"Ey iman edenler! Neden yapmadığınız
şeyleri başkalarına söylüyorsunuz?" (Saf 2.
Ayet)
Neden kendi el çekmediğiniz
şeylerden insanları menediyorsunuz.
Neden amel etmediğiniz
şeyleri emrediyorsunuz.
Neden yiyemeyeceğiniz şeyleri
topluyorsunuz.
Neden tövbe etmeyi günden güne
geciktiriyor, yıllarca bekliyorsunuz. (yıldan yıla
atıyorsunuz)
Acaba size ölümden bir güvence veya
elinizde sizi ateşten koruyacak/kurtaracak bir buyruk mu var ya hakikaten
de cennetlere layık olduğunuzu mu sanıyorsunuz?
Acaba bu nimetler (rahatlık)
mı sizi böyle düşündürdü yoksa uzun arzularınız mı
sizi Allah tan gafil kıldı?
Sakın sıhhat ve
sağlık sizi aldatmasın. Çünkü yaşayacağınız
günler belli, nefesleriniz sayılıdır. İç yüzleriniz
aşikâr, gizli şeyleriniz açıktır. Öyleyse ey akıl
sahipleri Allahtan çekinin/sakının ve elinizdekileri ahiret iniz
için şimdiden gönderin.
Ey Âdemoğlu! Çaba göster
çünkü gerçektende ömrün heder olmada /yok olup gitmekte ve annenin
karnından çıktığın günden beri her geçen gün biraz
daha kabrine (ölümüne) yaklaşmadasın. Öyleyse kendisini
başkaları için ateşte yakan kuru ağaç gibi olma!
Bilin ki Allah tan başka
ilah yoktur, haktır hak. Muhammed (s.a.a) benim kulum ve peygamberimdir.
سورة
الخامسة عشر
قال الله تعالى: (يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لِمَ
تَقُولُونَ
مَا لاَ
تَفْعَلُونَ)(الصف:
2) وَلِمَ
تَنْهَوْنَ
عَمَّا لاَ
تُنْهَوْنَ وَلِمَ
تَأمُرُنَ
بِمَا لاَ
تَعْمَلُونَ
وَلِمَ
تَجْمَعُونَ
مَا لاَ
تَأكُلُونَ
وَلِمَ
التَّوْبَةَ
يَوْماً
بَعْدَ
يَوْمٍ
تُؤَخِّرُونَ
وَبِعَامٍ
بَعْدَ عَامٍ تَنْتَظِرُونَ؛
أَلَكُمْ
مِنَ
الْمَوْتِ
أمانٌ أمْ
بِأَيْدِيْكُمْ
بَراءَةٌ
مِنَ
النِّيْرَانِ
أَمْ
تَحَقَّقْتُمُ
الْفَوْزَ بِالْجِنَانِ؛
أنْظَرَتْكُمُ
النِّعْمَةُ
وَغَرَّكُمْ مِنَ
اللَّهِ
تَعَالَى
طُولُ الآمَالِ؛
فَلاَ
تَغُرَّنَّكُمُ
الصِّحَةُ
وَالسَّلامَةُ فَإنَّ
أيَّامَكُمْ
مَعْلومَةٌ
وَأَنْفَاسَكُمْ
مَعدُودَةٌ
وَسَرِائِرَكُمْ
مَكْشُوفَةٌ
وَأَسْتَارَكُمْ
مَهْتُوكَةٌ؛
فَاتَّقُوا
اللَّهَ يَا
اوْلِي
الْأَلْبَابِ
وَقَدِّمُوا
مَا في
ايْدِيكُمْ
لِمَا بَيْنَ
ايْدِيكُمْ.
يابْنَ آدَمَ!!
تَقَدَّمْ
فإنَّكَ في
هَدْمِ
عُمْرِكَ وَمِنْ
يَوْمٍ
خَرَجْتَ
مِنْ بَطْنِ
أُمِّكَ تَدْنُو
في كُلِّ
يَوْمٍ
قَبْرَكَ
فَلاَ تَكُنْ
كَالْخَشبِ
الَّذِي
يُحْرِقُ
نَفْسَهُ
بِالنَّارِ لِغَيْرِهِ؛
لاَ إلَهَ
إلَّا
اللَّهُ
حَقّاً حَقّاً
مُحَمَّدٌ
عَبْدِي
وَرَسُولِي.
Ey Âdemoğlu!
Ben her zaman diriyim ölmeyeceğim. Sana emrettiklerimi yerine getir ve
seni menettiğim şeylerden el çek ki senide ölümsüz ve diri
kılayım.
Ey Âdemoğlu! Ben yok olup gitmeyecek bir padişahım.
Bir şeye ol dediğim de hemen oluverir. Sana emir ettiğim
şeylerde bana kulluk et ve seni menettiğim şeylerden el çek ki,
sende bir şeye ol dediğinde oluversin.
Ey Âdemoğlu! Eğer sözün tatlı ve şirin ama
amelin kötü ve çirkin olursa, bil ki sen münafıkların
başısın. Eğer zahirin (dışın) iyi ve çekici
olurda için(gerçek yüzün) çirkin ve kötü olursa en kötü şekilde
öleceklerdensin.
Ey Âdemoğlu! Benim cennetime ancak
büyüklüğüme boyun eğen, gününü beni anarak geçiren, benim için
aşırı arzu ve isteklerinin önünü alan, gariplerle kardeşlik
yapan, fakirlere yardım eden, musibet görenlere merhametli olan, yetimlere
hürmetli ve cömert davranıp, onlar için yufka yürekli bir baba gibi ve dul
kadınlara şefkatli bir koca gibi olan girebilir.
Kimde bu sıfatlar olsa, beni çağırdığında
ona cevap verir ve benden bir şey istediğinde ona vereceğim.
سورة
السادسة عشر
قال الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!! أَنَا
حَيُّ لاَ أَمُوتُ؛
إعْمَلْ
بِما
أمَرْتُكَ
وَانْتَهِ
عَمَّا
نَهَيْتُكَ
حَتَّى
أَجْعَلَكَ
حَيّاً لا
تَمُوتُ.
يَابْنَ آدَمَ!!
أَنَا مَلِكٌ
لاَ أزُولُ
إِذا قُلْتُ لِشَيءِ كُنْ
فَيَكُونُ
أطِعنِي
فِيْما
أمَرْتُكَ وَانْتَهِ
عَمَّا
نَهَيْتُكَ
حَتَّى تَقُولَ
لِشَيءِ كُنْ
فَيَكُونُ.
يَابْنَ آدَمَ!!
إذَا كَانَ
قَوْلُكَ
مَلِيحاً
وَعَمَلُكَ قَبِيْحاً
فَأنْتَ
رَأْسُ
المَنَافِقِيْنَ
وَإنْ كَانَ
ظَاهِرُك
مَلِيحاً
وَبَاطِنُكَ
قَبِيحاً
فَأنْتَ
أهْلَكُ
الْهَالِكِيْنَ.
يَابْنَ آدَمَ!!
لا يَدْخُلُ
جَنَّتي
إلَّا مَنْ
تَوَاضَعَ لِعَظَمَتِي
وَقَطَعَ
نَهَارَهُ
بِذِكْرِي
وَكَفَّ عَنِ
الشَّهَوات
مِنْ أَجْلِي وَيُراخِي
الغَرِيْبَ
وَيُوَاسِي
الفَقِيرَ وَيَرْحَمُ
الْمُصَابَ
وَيُكْرِم
الْيَتِيمَ
وَيَكُونُ
لَهُ كالأبِ
الرَّحِيمِ
وَلِلأرَامِلِ
كَالزَّوجِ الشَّفِيق،
فَمَنْ كَانَ
هَذِهِ
صِفَتَهُ
يَكُونُ إن دَعَانِي
لَبَّيْتُهُ
وَإنْ سَألَنِي
أعْطَيْتُهُ.
Ey Âdemoğlu!
Ne kadar çok benden yakınıyorsunuz. Ne kadar çok beni unutuyorsunuz
ve ne kadar çok beni inkâr ediyorsun. Hâlbuki ben kullarıma hiç zülüm
etmem.
Ne zamana kadar katımdan size her gün rızkınız
geldiği halde nimetlerimi bilerek inkâr edeceksiniz! Sizin için benden
başka rab(düzene sokan) olmadığını bildiğiniz
halde ne zamana kadar benim rab olduğumu inatla inkâr edeceksiniz! Size
cefa(vefasızlık) etmediğim halde ne zamana kadar bana cefa
edeceksiniz.
Bedenleriniz için doktor istediğinizde (çağırıyorsunuz)
peki kim günahlarınızın sebep olduğu hastalıklardan
size şifa verecek. Sizler ancak benim hükümlerimden yakınıp,
öfkeleniyorsunuz.
Sizlerden biri üç gün yiyecek bulamayınca, ben ne kadar da kötüyüm
bende hiç hayırlı bir şey yok derse işte o zaman
gerçektende benim nimetlerimi inkâr etmiştir.
Kim malının zekâtını vermezse kuşkusuz benim
kitabımı hafife almıştır/küçümsemiştir.
Kim namaz vaktinin geldiğini bilirde, ona(namaza) doğru
yönelmezse gerçektende benden gaflet etmiştir (beni ihmal etmiştir).
سورة
السابعة عشر
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
إِلى كَمْ
تَشْكُونَنِي
وَإِلَى كَمْ
تَنْسُونَنِي
وَإِلَی كَمْ
تَكفُرونَنِي
وَلَسْتُ
بِظَلّامٍ لِعَبيْدِ
وَإلَى مَتَى
تَجْحَدُونَ
بِنِعْمَتِي
وَرِزْقُكُمْ
يَأتِيْكُم
في كُلِّ يَومٍ
مِنْ عِنْدِي
وَإلى مَتَى
تَجْحَدُونَ
بِرُبوبِيَّتي
وَلَيْسَ
لَكُم رَبُّ
غَيْرِي وَإلَى
مَتَى
تَجْفُونَنِي
وَلَمْ
أَجْفُكُمْ
وَإِذا
طَلَبْتُمُ
الطَّبِيْبَ
لَِأْبدَانِكُمْ
فَمَنْ
يَشْفِيكُمْ
عَنْ ذُنُوبِكُمْ
فَقَدْ
شَكُوْتُمْ
وَسَخِطتُمْ قَضَائي؛
وَإذَا لَمْ
يَجِدْ
أَحَدُكُمْ
قُوتَ
ثَلاَثَةِ
أَيَّامٍ
فَقَالَ أَنَا
بِشَرِّ
وَلَسْتُ
بِخَيْرٍ
فَقَدْ جَحَدَ
بِنِعْمَتِي؛
وَمَنْ
مَنَعَ
الزَّكاةَ
مِنْ مَالِهِ
فَقَدِ
اسْتَخَفَّ بِكِتابِي؛
وَإذا عَلِم
بِوَقْتِ
الصَّلاَةِ
وَلَمْ يَفْرَغْ
لَهَا فَقَدْ
غَفَلَ عَنّي.
Ey Âdemoğlu!
Sabırlı ve alçak gönüllü ol ki seni yücelteyim. Bana şükür et ki
sana olan nimetlerimi çoğaltayım. Benden bağışlanma
dile ki bende seni bağışlayayım. Bana dua etki, bende
icabet edeyim. Benden iste sana vereyim. Benim için sadaka ver ki bende
rızkını bereketli kılayım. Akrabalarınla
sıla-i rahim de bulun ki ömrünü uzatayım ve ecelini geciktireyim.
Benden daimi sıhhat ve sağlık iste ve selametliği
yalnızlıkta ara. İhlâslı olmayı günah ve günaha
şüpheli şeylerden kaçınmakta, zahitliği tövbede, ibadeti
ilimde ve zenginliği de kanaat da ara.
Ey Âdemoğlu! Karnın tokken nasıl çok ibadet etmek
istersin. Çok uyuyarak kalbinin nurani olmasını nasıl istersin.
Fakirlikten korktuğun halde Allahtan çok korkmayı nasıl istersin.
Yoksul ve fakirleri küçümseyerek Allahın cennetlerine nasıl göz
dikersin.
سورة
الثامنة عشر
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!! إصْبِرْ
وَتَوَاضَعْ
أَرْفَعْكَ
وَاشْكُرْ
لِي أَزِدْكَ
وَاسْتَغْفِرْ
لِي أغْفِرْ
لَكَ وَأدْعُنِي
أَسْتَجِبْ
لَكَ
وَاسْألْنِي
أُعْطِكَ
وَتَصَدَّقْ
لِي
أُبَارِكْ
لَكَ فِي رِزْقِكَ
وَصِلْ
رَحِمَكَ
أَزِدْ فِي
عُمْرِكَ
وَأُنْسِي
أَجَلَكَ
وَاطْلُبْ
مِنِّي
الْعَافِيَةَ
بِطُوْلِ
الصِّحَّةِ
وَاطْلُبِ
السَّلاَمَةَ
فِي
الْوَحْدَةِ
وَالإخْلاَصَ
فِي
الْوَرَعِ
وَالزُّهْدَ
فِى التَّوبَةِ
وَالعِبَادَةَ
فِي العِلْمِ
وَالغِنَى
فِي الْقَنَاعَةِ.
يَابْنَ آدَمَ!!
كَيْفَ
تَطْمَعُ فِي
الْعِبَادَةِ
مَعَ الشَّبَعِ
وَكَيْفَ
تَطْلُبُ
جَلاَء
الْقَلْب
مَعَ
كَثْرَةِ
النَّومِ
وَكَيْفَ
تَطْمَعُ فِي
الْخَوْفِ
مِنَ اللَّهِ
تَعَالَى مَعَ
خَوْفِ
الْفَقْرِ
وَكَيْفَ تَطْمَعُ
فِي
مَرْضَاةِ
اللَّهِ
تَعَالَى مَعَ
احْتِقَارِ
الْفُقَرَاءِ
والْمَسَاكِين.
Ey İnsanlar!
Tedbir gibi akıl, insanları incitmekten el çekmek gibi takva, edep
gibi hesaplı davranmak, tövbe gibi şefaatçi ve ilim gibi ibadet
yoktur.
Namaz ancak korku ve huşuyla,
fakirlik de ancak sabırla olmalıdır. Allahın verdiği
başarı olmadan ibadet, olmaz.
Akıldan güzel dost, cahillikten
kötü arkadaş yoktur.
Ey Âdemoğlu! Bana kulluk etmek için tüm çabanı harca ki
kalbini zenginlikle, elini rızkla ve cismini de rahatlıkla
doldurayım. Beni anmaktan gaflet etme yoksa kalbini fakirlikle, bedenini
yorgunluk ve halsizlikle, gönlünü sıkıntı ve üzüntüyle, cismini
dert ve acıyla ve dünyanı da zorluk ve meşakkatle doldururum.
سورة
التاسعة عشر
قال الله
تعالى:يَا
أَيُّها النَّاسُ!!
لاَ عَقْلَ
كَالتَّدْبِيْرِ
وَلاَ وَرَعَ كَالْكَفِّ
عَنِ الأَذى
وَلاَ حَسَبَ
أرْفَعُ مِنَ
الأَدَبِ
وَلاَ
شَفِيْعَ
كَالتَّوْبَةِ
وَلاَ
عِبَادَةَ
كَالعِلْمِ
وَلاَ صَلاَةَ
إِلّا مَعَ الْخَشْيَةَ
وَلاَ فَقْرَ
إلّا مَعَ
الصَّبْرِ
وَلاَ
عِبَادَة
كَالتَّوفِيقِ
وَلاَ قَرِيْنَ
أَزْيَنُ
مِنَ
الْعَقْلِ
وَلاَ رَفِيقَ
أَشْيَنُ
مِنَ
الْجِهْلِ.
يَابْنَ آدَمَ!!
تَفَرَّغْ
لِعِبَادَتِي
لَاَمْلَأُ
قَلْبَكَ
غِنَى
وَيَدَيْكَ
رِزْقاً
وَجِسْمَكَ رَاحَةً؛ وَلاَ
تَغْفُلْ
عَنْ ذِكْرِي
فَأَمْلَأُ قَلْبَكَ
فَقْراً
وَبَدَنَكَ
تَعَباً وَصَدْرَكَ
غَمَّاً
وَهَمَّاً
وَجِسْمَك
سُقْماً
وَدُنيَاكَ
عُسْرَةً.
Ey Âdemoğlu! Ölüm, sırlarını ortaya
çıkaracaktır. Kıyamet haberlerini diyecek ve amel defterin gizli
(üstü kapalı) şeylerini ortaya çıkaracaktır. Öyleyse küçük
bir günah işlediğinde günahın küçüklüğüne değil, kime
isyan edip karşı çıktığına bak. Sana az bir
rızk verildiğinde onun azlığına değil,
rızkı sana kimin verdiğine bak.
Ey Âdemoğlu! Benim hile ve düzenlerini bozacağımdan
güvende olduğunu sanma! Çünkü benim hile ve düzenleri bozmam kap
karanlık bir gecede, siyah bir karıncanın sert bir kayanın
üstünde yürümesinden daha gizlidir. (yani siz hiç farkında bile olmadan
ben sizin tüm hile ve düzenlerinizi boşa çıkartırım).
Ey Âdemoğlu! Acaba vaciplerimi
(farzlarımı) benim size emir ettiğim(benim sizden
istediğim) gibi yerine getirdiniz mi?
Acaba canınızla malınızla yoksullara yardım
ettiniz mi? Size kötülükte bulunana siz iyilikte bulundunuz mu? Size zulüm eden
kimseleri, siz affettiniz mi? Sizinle ilişkisini kesenle siz ilişki
kurdunuz mu? Size hile ve hıyanet edene siz insaflı
davrandınız mı? Sizinle küsenlerle siz konuştunuz mu?
Evlatlarınızı (güzel) terbiye ettiniz mi? Din ve dünya
işlerinizi Âlimlerden sordunuz mu? Çünkü ben ne şekillerinize nede
dış güzelliklerinize bakacağım ancak kalplerinize ve
amellerinize bakacağım ve sizdeki bu (yukarıdaki) sıfatlarla
sizden razı olacağım.
سورة
العشرون
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
اَلْمَوْتُ
يَكْشِفُ
أَسْرَارَكَ
وَالْقِيَامَةُ
تَبْلُو
أَخْبَارَكَ
وَالكِتَابُ
يَهْتِكُ
أَسْتَارَكَ
فَإذا
أَذْنَبْتَ
ذَنْباً
صَغِيراً
فَلا
تَنْظُرْ
إلَى
صِغَرِهِ
وَلَكِن اُنْظُرْ
إلَى مَنْ
عَصَيْتَهُ
وَإذا
رُزِقْتَ
رِزْقاً
قَلِيلاً
فَلاَ تَنْظُرْ إلَى
قِلَّتِهِ
وَلَكِنِ
اُنْظُرْ
إلَى مَنْ
رَزَقَكَ.
يَابْنَ آدَمَ!!
لاَ تَأمَنْ
مِنْ مَكْرِي
فَإنَّ
مَكْرِي
أَخْفَى مِنْ دَبِيْبِ
النَّمْلِ
عَلى
الصَّفَاءِ
في اللَّيْلَةِ
الظَّلْمَاءِ.
يَابْنَ آدَمَ!!
هَلْ
أَدَّيْتُمْ
فَرَائِضِي
كَما أمرْتُكُمْ
وَهَلْ
وَاسيْتُمُ
الْمَسَاكِينَ
بِأَمْوالِكُمْ
وَأَنْفُسِكُمْ
وَهَلْ
أَحْسَنْتُمْ
إِلَى مَنْ
أَسَاءَ
إِلَيْكُمْ
وَهَلْ عَفَوْتُمْ
عَمَّنْ
ظَلَمَكُمْ
وَهَلْ وَصَلْتُمْ
مَنْ
قَطَعَكُمْ
وَهلْ
أَنْصَفْتُمْ
مَنْ
خَانَكُمْ
وَهَلْ
كَلَّمْتُمْ
مَنْ
هَاجَرَكُمْ
وَهَلْ أَدَّبْتُمْ
أَوْلاَدَكُمْ
وَهَلْ سَألْتُمُ
العْلَمَاءَ
مِنْ أَمْرِ
دِيْنِكُمْ وَدُنْيَاكُمْ؛
فَإِنِّي لاَ
أَنْظُرُ
إلَى
صُوَرِكُمْ
وَلاَ إِلَى
مَحاسِنِكُمْ
وَلَكِنْ
أَنْظُرُ
إلَى
قُلُوبِكُمْ
وَأَعْمَالِكُمْ
وَأرْضَى
مِنْكُمْ
بِهذِهِ
الْخِصَال.
Ey Âdemoğlu! Kendine ve bütün
mahlûkatıma (yarattıklarıma) bir bak. Kendinden daha
değerli ve üstün birisini bulabilirsen bütün
saygınlığını ona sarf et. Yok, eğer kendin
değerliysen, tövbe edip hayırlı amellerde bulunarak kendine
hürmet ve saygı göster.
Ey iman edenler! Allahın size
olan nimetlerini hatırlayın ve kıyamet günü, ansızın
kopacak kıyamet günü, aldananın, aldatanın, kar ve ziyan edenin
meydana çıkacağı gün, gerçek olan kıyamet günü,
miktarı elli bin yıl olan gün, konuşamayacakları ve mazeret
belirtmelerine izin verilmedikleri gün, felaket/afet günü, imdat için
bağırıp yardım isteme günü, suratları astıran,
azabı pek şiddetli olan gün, hiçbir kimsenin hiçbir kimseye
yardım edemeyeceği gün, helak etme günü, yerin
sarsılacağı gün, şiddetli bir gürültüyle gelip çatacak,
yürekleri koparacak felaket gününden önce Allah'tan korkup çekinin!
Bağırış ve yerin
sarsılmasından önce dağların döküleceği günden
dolayı Allah' tan korkup çekinin! O günün korkusundan çocuklar
ihtiyarlayacak.
Duyduk ve isyan ettik diyenler gibi
olmayın.
سورة
الحادي
والعشرون
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!
انْظُرْ إلَى
نَفْسِكَ
وَإلَى جَمِيعِ
خلْقِي فَإنْ
وَجَدْتَ
أَخداً
أَعِزَّ إِلَيْكَ
مِنْ
نَفْسِكَ
فَصْرفُ
كَرَامَتَكَ
إِلَيْهِ
وَإِلَّا
فَأكرِمْ
نَفْسَكَ بِالتَّوْبَةِ
وَالعَمَلِ
الصَّالِحِ
إِنْ كانَتْ
عَلَيْكَ عَزِيزَةً،
يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا
اذْكُرُوا
نِعْمَةَ
اللَّهِ عَلَيْكُمْ
وَاتَّقُوا
اللَّهَ
قَبْلَ
يَوْمِ الْقِيَامَةِ
وَيَوْمِ
الوَاقِعَةِ
وَيَوْمِ
التَّغَابُنِ
وَيَوْمِ
الْحَاقَّةِ وَيَوْمٍ
كانَ مِقْدَارُهُ
خَمْسِيْنَ
أَلْفَ
سَنَةٍ
وَيَوْمٍ لَا
يُؤْذَنُ
لَهُمْ
فَيَعْتَذِرُونَ
وَيَوْمِ الطَّامَّةِ،
وَيَوْمِ الصَّاخَّةِ
وَيَوْمٍ
عَبُوسٍ
قمطَرِيرٍ
وَيَوْمٍ لّا تَمْلِكُ
نَفْسٌ
لِنَفْسٍ
شَيْئاً
وَيَوْمِ
الدَّمدَمَةِ
وَيَوْمِ
الزَّلْزَلَةِ
وَيَوْمِ القَارِعَةِ،
فَاتَّقُوا
اللَّهَ
لِيَوْمِ
مَوَاقِعِ الْجِبَالِ
قَبْلَ
الصَّيْحَةِ وَالزِّلْزَالِ
إِذَا شَابَ
مِنْ هَوْلِهِ
الْأَطْفَالُ
وَلَا
تَكُونُوا
كَالَّذِيْنَ
قَالُوا
سَمِعْنَا
وَعَصَيْنَا.
Ey iman edenler! Beni çoklu anın.
Ey İmran oğlu Musa! Ey
beyan (açıklama) sahibi! Benim renkli ve güzel sözlerimi iyi dinle.
Gerçektende ben Allahım, hesaba çekici güçlü padişah. Benimle senin
aranda tercüman yoktur. Faiz yiyenlerle anne ve babasına karşı
gelenleri Rahmanın gazabı ve ateş parçalarıyla müjdele.
Ey Âdemoğlu! Kalbinde
katılık, bedeninde hastalık ve rızkında azlık ve
mahrumiyet bulduğunda bil ki gerçektende boş ve sana faydasız
sözler konuşmuşsun.
Ey Âdemoğlu! Kalbin ve dilin
düzelmedikçe dinin düzelmez. Dilinde düzelmeyene kadar, kalbin düzelmez.
Dilinde rabbinden utanıp hayâ etmeyene kadar düzelmez. Kendi
ayıplarını gizleyip insanların ayıplarını
görürsen ancak şeytanı razı etmiş ve Rahmanı da
gazaplandırmışsındır.
Ey Âdemoğlu! Dilin aynı bir
aslandır eğer başıboş bırakırsan seni helak
eder ve senin helâke tin dilinin ucunda bulunmakta.
سورة
الثانية
والعشرون
قال
الله تعالى:
يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اذْكُرُوا
اللَّه
ذِكراً كثِيراً،
يَا مُوسَى
بْنَ
عِمْرَانَ
يَا صَاحِبَ
البَيَانِ
اسْمَعِ
كَلَامِي
ألْوَاناً ألْوَاناً
إِنِّي أَنا اللَّهُ
الْمَلِكُ
الدّيّانُ
لَيْسَ بَيْنِي
وَبَيْنَكَ تَرْجُمَانٌ،
بَشِّرْ
آكِلَ
الرِّبَا
وَالعَاقَّ
لِوَالِدَيْهِ
بِغَضَبِ
الرَّحمنِ
وَمُقَطَّعَاتِ
النِّيرَانِ،
يَابْنَ
آدَمَ إِذَا
وَجَدْتَ قَسَاوَةً
فِي قَلْبِكَ
وَسُقْماً
فِي بَدَنِكَ
أَوْ حِرْمَاناً
فِي رِزْقِكَ.
فَاعْلَمْ
أَنَّكَ نَكلَّمْتَ
فِيما لَا يَعْنِيكَ،
يَابْنَ
آدَمَ لَا
يَسْتَقِيمُ
دِيْنُكَ
حَتَّى يَسْتَقِيمَ
لِسَانُكَ
وَقَلْبُكَ
وَلّا يَسْتَقِيمُ
قَلْبُكَ
حَتَّى
يَسْتَقِيمَ
لِسَانُكَ
وَلَا
يَسْتَقِيمُ
لِسَانُكَ حَتَّى
تَسْتَحْيِي
مِنْ رَبِّكَ،
وَإِذَا
نَظَرْتَ
إِلَى
عُيُوبِ
النَّاسِ وَنَسِيْتَ
عُيُوبَكَ
فَقَدْ
أَرْضَيْت الشَّيْطَانَ
وَأَغْضَبْتَ
الرَّحمنَ،
يَابْنَ
آدَمَ
لِسَانُكَ
أَسَدٌ إنْ
أَطْلَقْتَهُ
أَهْلَكَكَ
وَهَلَاكُكَ
فِي طَرَفِ
لسَانك.
Ey Âdemoğlu! Gerçektende
şeytan sizin için apaçık bir düşmandır. Öyleyse onu
düşman tutun. Bölük bölük Allaha doğru mahşur olup,
Allahın huzurunda saf saf duracağınız, amel defterinizin
her harfini okuyacağınız ve gizli ve aşikâr da
yaptığınız şeylerin sizden sorulacağı gün
için amel edin(iyi amellerde bulunun). Sonra o gün çekinen takva sahipleri
cennetlere doğru bölükler halinde yöneltilecekler. Günahkârlar ise
guruplar halinde cehenneme sokulacaklar. Bu müjde ve korkutmalar Allah'tan size
yeter. Bilin ki ben Allahım o halde beni tanıyın ve benim size
nimet veren, öyleyse bana şükür edin. Benim çok bağışlayan,
o halde benden bağışlanma dileyin. Benim sizin hedefiniz öyleyse
sadece bana yönelin ve benim iç yüzleri bilen o halde benden korkun.
سورة
الثالثة
والعشرون
قال
الله تعالى: يَابْنَ آدَمَ!
إِنَّ
الشَّيْطَانَ
لَكُمْ
عَدُوٌّ مُبِيْنٌ
فَاتَّخِذُوهُ
عَدُوّاً
فَعْمَلُوا
لِلْيَوْم
الَّذِي
تُحْشَروُنَ
فِيهِ إِلَى
اللَّهِ
تَعَالَى
فَوْجاً فَوْجاً.
وَتَقِفُونَ
بَيْنَ يَدَي
اللَّهِ
صَفّاً صَفّاً
وَتَقْرَوْنَ
الكِتَابَ
حَرْفاً حَرْفاً
وَتُسْأَلُونَ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ
سِرّاً وَجَهْراً،
ثُمَّ
يُسَاقُ
الْمُتَّقُونَ
إِلَى الْجِنَانِ
وَفْداً وَفْداً
وَالْمُجْرِمُونَ
إِلَى
جَهَنَّمَ
وِرْداً وِرْداً
كَفَاكُمْ
مِنَ اللَّهِ
وَعْداً وَوَعِيداً،
فَأنا
اللَّهُ فَأعرِفُونِي،
وَأَنَا
الْمُنْعِمُ فَاشْكُرُونِي،
وَأَنَا
الغَفَّارُ
فاسْتَغْفِرُونِي
وَأَنَا
الْمَقْصُودُ
فَاقْصِدُونِي،
وَأَنَا
الْعَالِمُ
بِالسَّرائِرِ
فَاحْذَرُونِي.
"Allah, kendisinden başka hiçbir ilah ve
tanrının olmadığına tanıklık ediyor ve bütün
melekler ve ilim sahipleri de adalet üzere durdukları halde, izzet
ve hikmet sahibi Allahtan başka bir ilah olmadığına
şahadet ediyorlar. Gerçektende Allah katında ki din ancak
İslamdır..." (Âli İmran 18-19. Ayetler). Öyleyse tüm hayır
yapanlara cenneti müjde ver. Tüm kötülük yapanlarda hela kete ve hüsrana
uğramışlardır
Kim Allahı tanıyıp ona
kulluk ederse kurtulmuştur. Kim şeytanı tanıyıp ona
karşı çıkarsa esenlikte olur. Kim hakkı
tanıyıp/bilirde ona uyarsa güvendedir. Kim batılı tanır
ve ondan sakınırsa zafer ve kurtuluşa ermiştir. Kim
dünyayı tanırda onu atıp terk ederse kurtulmuştur. Kim
ahireti tanıyıp onu isterse ona ulaşır. Şüphesiz Allah
istediğini doğru yola hidayet eder (yöneltir) ve ona doğru
döndürüleceksiniz.
Ey Âdemoğlu! Gerçekten de Allah senin
rızkını vermeyi üstlenmişse, onu elde etmek için bu kadar
uzun çalışman neden? Bütün yaratıklar gerçektende benimse bu
cimrilik neden? Şeytan bana düşmanken bu gaflet neden? Hesaba
çekilmek ve sırat köprüsünden geçmek hakikatken bu mal toplama neden? Allahın
azabı ve cezası gerçekse bu isyan ve günah neden? Allahın
cennet de ki karşılık ve sevabı hakikatse bu boş
durmalar neden? Bütün her şey benim kaza ve kaderim (irademle) oluyorsa bu
umutsuzluk neden? İşte bu yüzden elinizden çıkan ve
ulaşamadığınız şeylere üzülmeyin ve elde
ettiklerinize de sevinmeyin.
سورة
الرابعة
والعشرون
قال
الله تعالى:
(شَهِدَ
اللَّهُ
أَنَّهُ لَا
إِلهَ إِلَّا
هُوَ
وَالْمَلَائِكَةُ
وَأُولُوا
العِلْمِ
قَائِماً
بِالْقِسْطِ
لَا إلهَ
إِلَّا هُوَ
العَزِيزُ
الْحَكِيمُ.إِنَّ
الدِّينَ
عِنْدَ
اللَّهِ
الْإسْلَامُ...)(آل عمران:
18-19) بَشِّرْ
كُلَّ
مُحسِنٍ
بِالْجَنَّةِ
وَكُلُّ
مُسِيءِ
هَالِكٌ
خَاسِرٌ
وَمَنْ
عَرَفَ
اللَّهَ فَأطَاعَةُ
نَجَا وَمَنْ
عَرَفَ
الشَّيْطَانَ
فَعَصَاهُ
سَلِمَ وَمَنْ عَرَفَ
الْحقَّ
فَاتَّبَعَهُ
أَمِنَ وَمَنْ
عَرَفَ
الْباطِلَ
فَاتّقَاهُ
فَازَ وَمَنْ
عَرَفَ
الدُّنْيا
فَرَفَضَها
خَلَصَ
وَمَنْ عَرَفَ
الآخِرَةَ
فَطَلَبَهَا
وَصَلَ إنَّ
اللَّهَ
يَهْدِي مَنْ
يَشَاءُ
وَإلَيْهِ
تُقْلَبُونَ.
يَابْنَ آدَمَ!!
إذَا كانَ
اللَّهُ
تَعَالَى
قَدْ
تَكَفَّلَ
لَكَ
بِرِزْقِكَ
فَطُولُ اهْتِمامِكَ
لِماذَا،
وَإذَا كانَ
الخَلْقُ
مِنِّي
حَقَّاً فَالْبُخْلُ
لِماذا
وَإِذا كَانَ
ابْلِيسُ عَدُوَّا
لِي
فَالْغَفْلَةُ
لِماذا
وَإِذا كانَ
الْحِسَابُ
وَالْمُرُورُ
على الصِّرَاطِ
حَقَّا
فَجَمْعُ
الْمَالِ
لِماذَا وَإنْ
كَانَ
عِقَابُ
اللَّهِ
حقَّاً
فَالْمَعْصِيَةُ
لِماذَا
وَإنْ كانَ
ثَوَابُ
اللَّهِ
تَعَالَى في
الْجَنَّةِ
حَقَّا
فَالاستِراحَةُ
لِمَاذَا
وَإِنْ كَانَ
كُلُّ شَيْءٍ
بِقَضَائِي
وَقَدَرِي
فَالْجَزْعُ
لِماذَا
لِكَيْ لا
تَأسُوا عَلى
مَا فَاتَكُمْ
وَلَا
تَفْرَحُوا
بِما
آتِيكُمْ.
Ey Âdemoğlu!
Azığını çoğalt çünkü yol uzun mu uzundur. Gemini
yenile (sağlamlaştır) çünkü deniz derin mi derindir. Yükünü
hafiflet çünkü sırat ince mi incedir. Amelini halis kıl çünkü amelini
inceleyecek olan çok dikkat sahibi birisidir. Uykunu kabre, üstünlüğünü
amellerin ölçüldüğü vakit e, istek ve arzularını cennete,
rahatlığını kıyamete ve lezzetini hurul eyne sakla ve
sen benim için ol ki bende senin için olayım. Dünyayı küçümseyerek
bana yakınlaş. Günahkârlara kin duyup, nefret ederek ve hayır
işler yapanlarla dindar olanları severek ateşten uzaklaş.
Çünkü hayır ve iyi işlerde bulunanların ecrini zayi etmez
(boşa çıkarmaz).
سورة
الخامسة
والعشرون
قال الله تعالى: يَابْنَ
آدَمَ!!
أكْثِرْ مِنَ
الزَّادِ
فَإنَّ
الطَّرِيْقَ
بَعِيدٌ بَعِيدٌ
وَجَدِّدِ
السَّفينَةَ
فإنَّ
البَحْرَ
عَمِيقٌ عَمِيقٌ
وَخَفِّفِ
الْحَمْلَ
فَإنَّ
الصِّراطَ دقِيقٌ
دَقِيقٌ
وَأَخْلِصِ
الْعَمَلَ
فَإنَّ
النَّاقِدَ
بَصِيرٌ بَصِيرٌ
وَأخِّرْ
نَوْمَكَ
إِلَى
الْقَبْرِ
وَفَخْرَكَ
إِلَى
الْمِيْزانِ
وَشَهْوَتَكَ
إلَى
الْجَنَّةِ
وَرَاحَتَكَ
إِلَى الآخِرَةِ
وَلَذّتَكَ
إلَى
الْحُورِ
الْعِينِ
وَكُنْ لي
أَكُنْ لَكَ
وَتَقَرَّبْ
إِلَيَّ
باستِهانَةِ
الدُّنْيا
وَتَبَعَّدْ
عَنِ
النَّارِ
لِبُغْضِ
الفُجّارِ
وَحُبِّ الأَبْرَارِ
فَإنَّ
اللَّهَ لَا
يُضِيعُ أَجْرَ
الْمُحْسِنِيْنَ.
Ey Âdemoğlu! Güneş ve çöldeki
çakıl taşlarının hararet ve sıcaklığına
bile sabır edip dayanamazken nasıl olur da bana
karşı çıkıyorsunuz. Şüphesiz cehennemin yedi katı
vardır...
... And olsun hakkıma ve and olsun
Tur dağına ve and olsun büyük bir sayfada yazılı olan kitaba
ve and olsun beyt-ul memura ve and olsun bu yüksek çatıya (gökyüzüne) ve
and olsun ateş tutan denize ki ey Âdemoğlu ben bu ateşleri
(cehennemleri) ancak bütün kâfirler, cimriler, söz dolandıranlar, anne ve
babasına karşı gelenler, zekât vermeyenler, faiz yiyenler, zina
yapanlar, haram toplayanlar, Kuranı unutanlar ve komşularına
eziyet edenler için yarattım. Ancak kim tövbe eder, inanıp iyi ve
hayırlı ameller yaparsa o başka.
Kendinize merhamet edin ey
kullarım; Çünkü bedenler (iniz) zayıf, yolculuğunuz uzun,
yükünüz ağırdır. Sırat köprüsü incedir. Cehennemin
ateşi tutuşturulup kor gibi olmuştur. (O günde) nida edip
seslenecek İsrafil (a.s) ve hüküm edecek olan da âlemlerin rabbi
Allahtır.
سورة
السادسة
والعشرون
قال
الله تعالى:
يَا بَنِي آدَمَ!!
كَيفَ
تَعْصُوني
وَأَنْتُمْ
تَجْزَعُونَ
مِنْ حَرِّ
الشَّمْسِ
وَالرَّمْضَاء
وَإِنَّ
جَهَنَّمَ
لَهَا سَبْعُ
طَبَقَاتِ...
... فَبِنَفْسِي
أَحْلِفُ
وَالطورِ
وَكِتَابِ مَسْطُورٍ
في رَقِّ
منْشُورٍ
وَالبَيْتِ
الْمغمورِ وَالسَّقْفِ
الْمَرْفُوعِ
والْبَحْر الْمَسْجُورِ.
يَا
بْنَ آدَمَ!!
مَا خَلَقِتُ
هَذِهِ
النّيْران
إِلَّا لِكُلِّ
كَافِرٍ
وَبَخِيلِ
وَنَمّامٍ
وَعَاقٍ
لِوالدَيْه
وَمَانِعِ
الزّكاةِ
وَآكِلِ الرِّبا
وَالزّانِي
وَجَامِع
الْحَرَامِ وَنَاسِي
القُرآنِ
وَمؤذِي
الْجِيْرَانِ
إلَّا مَنْ
تَابَ
وَآمَنَ
وَعَمل
صَالِحاً
فَارْحَمُوا
أنْفُسَكُمْ
يَا عَبِيدِي
فَإنَّ
الْأَبْدَانَ
ضَعِيْفَةٌ
وَالسَّفرُ
بَعيدة
والْحِمْلُ
ثَقِيلٌ
وَالصِّرَاطُ
دَقِيقُ
وَالنَّارُ
لظى
وَالْمُنَادِي
إسرافيلُ
والقَاضِي
ربُّ
العالمين.
Ey insanlar! Gerçektende kendisi
fani, nimetleri yok olup gidecek ve hayatı kısa ve geçici olan
bu dünyaya nasıl rağbet edip razı oluyorsunuz. Oysaki
gerçektende itaat eden kullar için sekiz kapısı olan cennetler benim
katımdadır...
... (İşte bunlar dünyada)
yaptıkları (iyi amellere) karşılıktır. Orada ne
ölürler, ne ağlarlar, ne üzülüp hüzünlenirler, ne yaşlanırlar,
ne ibadet ederler, ne oruç tutarlar, ne namaz kılarlar, ne
hastalanırlar, ne idrarlarını ne de
dışkılarını yaparlar (yani tuvalet ihtiyacı
duymazlar), ne uyurlar, ne zorluğa düşerler ve nede oradan
çıkarılırlar. O halde kim benim rızamı, cömertlik
yurdumu ve komşuluğumu dilerse, onu sadaka vermek, dünyayı hor
ve küçük görmede ve aza kanaat etmede arasın. Kendi nefsim kendine
tanıklık eder ki benden başka ilah yoktur; İsa ve Üzeyr
kullarımdan iki kul ve resullerimden iki resuldürler.
سورة
السابعة
والعشرون
قال
الله تعالى:
يَا أيُّهَا النَّاسُ!!
كَيْفَ
رَغِبْتُمْ
وَرَضِيْتُمْ
في الدُّنْيَا
فَإنَّهَا
فَانِيَا
وَنَعِيْمُهَا
زَائِلَةٌ
وَحَيَاتُهَا
مُنْقَطِعَةٌ
فَإنَّ
عِنْدِي
لِلْمُطِيْعِيْنَ
الْجِنَانَ
بِأَبْوَابِهَا
الثَّمانِيَةِ...
...
جَزَاءَ
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
وَلَا يَمُوتُونَ
وَلَا
يَبْكُونَ
وَلَا يَحْزَنُونَ
وَلَا
يَهْرَمُونَ
وَلَا
يَتَعَبَّدُونَ
وَلَا
يَصُومُونَ
وَلَا
يُصَلُّونَ وَلَا
يَمْرَضُونَ
وَلَا
يَبُولُونَ
وَلَا يَتَغَوَّطُونَ
وَلَا
يَنْمُونَ
وَلَا
يَمَسَّهُمْ
فِيْهَا
نَصَبٌ وَمَا
هُمْ مِنْهَا بِمُخْزَجِيْنَ،
فَمَنْ
طَلَبَ
رِضَائِي
وَدَارَ
كَرَامَتِي
وَجَوارِي
فَلْيَطْلُبَها
بِالصَّدَقَةِ
والاستِهَانَةِ
بِالدُّنْيَا
وَالْقَنَاعَةِ
بِالقَلِيْلِ
شَهِدت
نَفْسِي أنْ
لَا إِلهَ
إلَّا أَنَا
وَعِيْسَ وَعُزَيْرٌ
عَبْدَانِ
مِنْ
عِبَادِي
وَرَسُولَانِ
مِنْ رُسُلِي.
Ey Âdemoğlu! Mal, benim
malımdır ve sen de benim kulumsun. Bil ki bu dünyadan sana ancak
yiyip yok ettiğin yemekten, giyip eskittiğin elbiseden, sadaka
vererek geriye (ahiretine) bıraktıklarından başka bir
şey kalmayacak. Ama biriktirip infak etmediğin şeylerden ise
senin nasibin ancak benim öfke ve gazabım olacak.
Bil ki gerçektende sen üç bölümden
oluşuyorsun. Birisi benim, birisi kendinin ve biriside senle benim
aramdadır (ikimizin arasındadır). Ama benim olana gelince, ruhun
benimdir. Senin olana gelince, amellerin senindir. Ama ikimizin arasında
olana gelince, dua senden ve icabette bendendir.
Ey Âdemoğlu! Takvalı ol ki
beni tanıyasın. Açlık çek ki beni göresin. Bana kulluk etki beni
bulasın. İnsanlara bağlanma (bana ibadet için uzaklaş) ki
bana ulaşasın.
Ey Âdemoğlu! Padişahlar
yaptıkları zulümden, Arap sinirli oluşundan, âlimler
çekememezliğinden, fakirler yalandan, tacirler hıyanetlerinden,
çiftçiler cahilliklerinden, abitler riyalarından, zenginler kibirlerinden,
Allahın kitabını okuyanlar gafletlerinden, boyacılar boyada
yaptıkları sahtekârlıktan ve zekât vermeyenler, zekât
vermediklerinden dolayı ateşe (cehenneme) girdiklerinde, artık
cenneti isteyecek kimse nerede?
سورة
الثامنة
والعشرون
قال
الله تعالى:
يَابْنَ آدَمَ!!
اَلْمَالُ
مَالِي
وَأَنْتَ
عَبْدِي
وَمَالَكَ
إِلَّا مَا
أَكَلْتَ
فَأَفْنَيْتَ
وَمَا
لَبِسْتَ
فَأَبْلَيْتَ
وَمَا
تَصَدَّقْتَ
فَأبْقَيْتَ
وَمَا
ذَخَرْتَ
فَحَظكَ مِنْهُ
الْمقتُ
وَإِنَّمَا
أَنْتَ عَلى
ثَلَاثَةِ
أَقْسَامِ
فَوَاحِدٌ لي
وَوَاحِدٌ لَكَ
ذَخَرْتَ
فَحَظكَ
مِنْهُ
الْمقتُ وَإِنَّمَا
أَنْتَ عَلى
ثَلاثَةِ
أَقْسَامٍ فَوَاحِدٌ
لي وَوَاحِدٌ
لَكَ
وَوَاحِدٌ
بَيْنِي
وَبَيْنَكَ
فَأَمَّا
الَّذِي لي
فَرُوحُكَ
وَأَمَّا الَّذِي
لَكَ
فَعَمَلُكَ
وَأَمَّا
الَّذِي بَيْنِي
وَبَيْنَكَ
فَمِنْكَ
الدُّعَاءُ وَمِنِّي
الإجَابَةُ.
يَا
بْنَ آدَمَ!!
تَوَرَّعْ
تَعْرِفْنِي
وَتَجَوَّعْ
تَرَني
وَاعْبُدنِي
تَجِدْنِي
وَتَفَرَّدْ
تَصِلْني. يَا
بْنَ آدَمَ!!
إذا كانَتِ
الْمُلُوكُ
تَدْخُلُ
النَّارَ
بِالْجَوْرِ
وَالْعَرَبُ
بِالْعَصَبِيَّةِ
وَالْعلَمَاءُ
بِالْحَسَدِ
وَالْفُقَراءُ
بِالْكِذْبِ
وَالتُّجّارُ
بِالْخِيَانَةِ
وَالْحُرَّاثُ
بِالْجَهَالَةِ
وَالْعُبَّادُ
بِالرِّيَاءِ
وَالْأَغْنِيَاءُ
بِالْكِبْرِ
وَالقُرِّاءُ
بِالْغَفْلَةِ
وَالصُبَّاغُ
بِالْغشِّ
وَمَانِعُ
الزَّكاةِ
بِمَنْعِ
الزَّكاةِ
فَأَيْنَ
مَنْ
يَطْلُبُ
الْجَنَّةَ.
Ey inananlar! Allahtan layık
olduğu şekilde çekinin ve gerçekten de ancak Müslüman olarak ölün.
Ey Âdemoğlu! İlim olmadan
amel etmek, yağmur yağmadan, çakan şimşeklere benzer ve
amelsiz ilimde meyvesiz ağaca benzer. Zahitlik ve Allah korkusu olmadan
olan ilim, zekâtsız mala, tuzsuz yemeğe ve düz bir kayanın
üstünde yapılmış çiftçiliğe benzer. Ahmak adamın
yanında ilim, hayvanların yanında olan inci ve yakuta benzer.
Katı kalplerin misali sudaki sert taşlara benzer. Nasihat ve
öğüte ilgi ve isteği olmayan birisinin yanında nasihat ve
öğüt, kabirdeki ölülerin yanındaki saza benzer. Haram maldan sadaka
vermek, idrarla gaitini yıkayan kimseye benzer. Zekât vermeden namaz
kılmak, ruhsuz bedene benzer. Tövbesiz amel temelsiz binaya benzer. Acaba
Allahın sizin düzenlerinizi bozmasından kendinizi güvende mi
hissediyorsunuz Ancak ziyankâr bir kavim Allahın hile ve düzenlerini
bozmasından kendini güvende hisseder.
سورة
التاسعة
والعشرون
قال
الله تعالى:
يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا اللَّهَ
حَقَّ
تُقَاتِهِ
وَلاَ
تَمُوتُنَّ
إلَّا
وَأَنْتُمْ
مُسلِمُونَ.
يَابْنَ آدَمَ!!
مَثَلْ
الْعَمَلِ
بِلاَ عِلْمٍ
كَمَثَلِ الرَّعْدِ
بِلاَ مَطَرٍ
وَمَثَلُ
الْعِلْمِ
بِلاَ عَمَلٍ
كَمَثَلِ
الشَّجَرِ
بِلاَ ثَمَرٍ
وَمَثَلُ الْعِلْمِ
بِلاَ زُهْدٍ
وَخَشْيَةٍ
كَالْمَالِ
بِلاَ زَكاةٍ
وَالطَّعَامِ
بِلاَ مِلْحٍ
وَكَزَرْعٍ
عَلى
الصَّفَا
وَمَثَلُ الْعِلْمِ
عِنْدَ
الْأَحْمَقِ
كَمَثَلِ الدُّرّ
وَالْيَاقُوتِ
عِنْدَ
البَهِيْمَةِ
وَمَثَلُ
القُلُوبِ
القَاسِيَةِ
كَمَثَلِ
الْحَجَرِ
الثَّابِتِ
في الْمَاءِ
وَمَثَلُ
الْمَوْعِظَةِ
عِنْدَ مَنْ
لاَ يَرْغَبُ
فِيهَا
كَمَثَلِ الْمِزْمَارِ
عِنْدَ
أَهْلِ
الْقُبُورِ
وَمَثَلُ
الصَّدَقَةِ
بِالْحَرامِ
كَمَثَلِ
مَنْ
يَغْسِلُ الْعَذَرَةِ
بِبَوْلِهِ
وَمَثَلُ
الصَّلَاةِ بِلاَ
زَكاةِ
الْمَالِ
كَمَثَلِ
الْجَسَدِ
بِلاَ رُوحٍ
وَمَثَلُ
الْعَمَلِ
بِلاَ تَوْبَةِ
كَمَثَلِ
البُنْيَانِ
بِلاَ أسَاسٍ
أَفَأمِنُوا
مَكْرَ
اللَّهِ
فَلاَ يَأمَنُ
مَكْرَ
اللَّهِ
إلَّا
القَوْمُ
الْخَاسِرُونَ.
Ey Âdemoğlu! Dünyaya yöneldiğin
miktar (kadar) sevgimi senin kalbinden çıkartırım. Çünkü ben
hiçbir zaman kendi sevgimi dünya sevgisi ile bir kalpte toplamam. Bana ibadet
etmek için bütün gücünle gayret göster ve amelini riyadan temizle ki sana kendi
sevgi ve muhabbet elbisemi giydireyim. Bana doğru yönel ve beni anmaya
gayret göster ki bende seni meleklerimin yanında anayım. Ey
Âdemoğlu! Beni huşu ile anki bende seni lütfümle anayım. Beni
bütün gücünle an ki bende seni müşahede ederek anayım. Beni
yeryüzünde an ki bende seni yerin altında ( öldüğünde kabir de )
anıp hatırlayayım. Beni rahatlık ve sağlık ta
anki bende seni yalnızlık ve afetlerde anayım. Beni kulluk
ederek anki bende seni mağfiretle anayım. Beni sağlık ve
zenginlikte an ki bende seni fakirlik ve zorlukta anayım. Beni doğruluk
ve samimiyetle anki bende seni, oturmaya değer cennet vererek anayım.
Beni kulluk ve boyun eğerek an ki bende seni rablikle anayım. Beni
yalvarıp yakararak an ki bende seni, sana yakışır
şekilde cömertlikle anayım. Beni konuşarak (güzel sözlerle) an ki
bende seni güzellikle/centilmence anayım. Beni dünyayı terk ederek an
ki bende seni sonsuz nimetlerimle anayım. Beni helak edici zorluklarda
anki bende seni bütünüyle kurtararak anayım.
سورة
الثلاثون
قال
الله تعالى:
يَا بْنَ آدَمَ!!
بِقَدْرِ مَا
يَمِيْلُ
قَلْبُكَ
إِلَى
الدُّنْيَا
أُخْرِجُ مَحَبَّتِي
عَنْ
قَلْبِكَ
فَأنِّي لاَ
أَجْمَعُ
حُبِّي
وَحُبَّ
الدُّنْيا في
قَلْبٍ وَاحِدٍ
أَبَداً
تَجَرَّدْ
لِعِبَادَتِي
وَأَخْلِصْ
مِنَ
الرِّيَاءِ
عَمَلَكَ حَتَّى
ألْبِسَكَ
لِبَاسَ
مَحَبَّتِي
أَقْبِلْ
إِلَىَّ
وَتَفَرَّغْ
لِذِكْرِي
أَذْكُرْكَ
عِنْدَ مَلاَئِكَتِي،
يَا بْنَ
آدَمَ
أذْكُرْني
تَذَلُّلا
أَذْكُرْكَ
تَفَضُّلاً
أذْكُرْني
بِمُجَاهَدَةٍ
اذْكُرْكَ
بِمُشَاهَدَةٍ
اذْكُرْني فَوْقِ
الأَرْضِ
أَذْكُرْكَ
تَحْتَ
الأَرْضِ
اذْكُرْنِي
في
النِّعْمَةِ
وَالصِّحَّةِ
أَذْكُرْكَ في
الشِّدَّةِ
وَالْوَحْدَةِ
أذْكُرْني بِالطَّاعَةِ
أذْكُرْكَ
بِالْمَغْفِرَةِ
أذْكُرني في
الصِّحَّةِ
وَالْغِنَاءِ
أَذْكُرْكَ
في الْفَقْرِ
وَالْغِنَاءِ
أذْكُرْني
بِالصِّدْقِ
وَالصَّفَاءِ
أَذْكُرْكَ
بِالْمَلإ
الأعْلَى
اذْكُرْني
بِالْإِحْسَانِ
إلَى
الفُقَراء أَذْكُرْكَ
بِالجَنَّةِ
المَأوى
أذْكُرْني بِالْعُبُودِيَّةِ
أَذْكُرْكَ
بِالرُّبُوبِيَّةِ
أُذْكُرْني
بِالتَّضَرُّعِ
أَذْكُرْكَ
بِالتَّكَرُّمِ
أُذْكُرْني
بِالتَّلَفظِ
أَذْكُرْكَ
بِالتَّلَطفِ
اذْكُرْني
بِتَرْكِ
الدُّنْيَا
أَذْكُرْكَ
بِنَعِيْمِ
الْبَقَاءِ
اذْكُرْني في
الشِّدَّةِ
الْهَالِكَةِ
أَذْكُرْكَ
بِالنَّجَاةِ
الْكَامِلَةِ.
Ey Âdemoğlu! Beni anın da
duanızı kabul edeyim.
Bana gafil olmadan dua edin de,
anında kabul edeyim.
Bana boş kalplerle dua edin de,
yüce dereceler vermekle duanızı kabul edeyim.
Bana ihlâs ve takvayla dua edin de,
durulmağa değer cennetlerle, duanızı kabul edeyim.
Bana korku ve ümit içinde dua edin de,
size her işten kurtuluş/ferahlık ve çıkış yolu
sunayım.
Bana ulu isimlerimle dua edin de, yüce
arzularınızı/isteklerinizi vermekle duanızı kabul
edeyim.
Ban (bu) harap ve fani yurtta dua edin
de, sevap ve beka/kalıcılık yurdunda duanızı kabul
edeyim.
Ey Âdemoğlu! Nasıl Allah,
Allah dersin? Oysaki kalbinde Allahtan başkası var. Dilin
Allahı anmaktayken; Allahtan başkasından korkuyor, ondan
başkasına ümit besliyorsunuz.
Eğer Allahı
tanımış olsaydın, Ondan başkası seni
alıkoymazdı.
Günah işleyerek
bağışlanma diliyorsun; Günahlara devam ederek
bağışlanma dilemek, kuşkusuz yalancıların
tövbesidir.
Rabbin kullara asla zulüm etmez.
سورة
الحادي
والثلاثون
قال
الله تعالى:
يَا بْنَ آدَمَ!!
أُذْكُرونِي
أَسْتَجِبْ لَكُمْ؛
ادْعُونِي
بِلاَ
غَفْلَةٍ
أَسْتَجِبْ
لَكُمْ بِلاَ مُهْلَةٍ،
أُدْعُونِي
بِالْقُلُوبِ
الْخَالِيَةِ
أَسْتَجِبْ
لَكُمْ
بِالدَّرَجَاتِ
العَالِيَةِ،
أُدْعُونِي
بِالْإِخْلاَصِ
وَالتَّقْوَى
أَسْتَجِبْ
بِالْجَنَّةِ
الْمَأْوَى،
أُدْعونِي
بِالْخَوْفِ
وَالرَّجَاءِ
أَجْعَلْ
لَكُمْ مِنْ
كُلِّ أَمْرٍ
فَرَجاً وَمَْخرَجاً،
ادْعُونِي
بِالْأَسْمَاءِ
الْعُلْيَا
أَسْتَحِبْ
لَكُمْ
بِبُلُوغِ
الْمَطَالِبِ
الْأَسْنَاءِ،
أُدْعُونِي
فِي دَارِ
الْخَرَابِ
وَالْفَنَاءِ
أَسْتَجِبْ
لَكُمْ فِي
دَارِ الثَّوابِ
وَالبَقَاءِ.
يَا
بْنَ آدَمَ!!
كَمْ تَقُولُ
اللَّهُ اللَّهُ
وَفِي
قَلْبِكَ
غَيْرُ
اللَّهِ
وَلِسَانُكَ
يَذْكُرُ
اللَّهَ
وَتَخَافُ
غَيْرَ اللَّهِ
وَتَرْجُو
غَيْرَ
اللَّهِ
وَلَوْ
عَرَفْتَ
اللَّهَ لَما
أَهَمَّكَ غَيْرُ
اللَّهِ
وَتُذْنِبُ
وَلاَ
تَسْتَغْفِرُ
فَأنَّ
الاِسْتِغْفَارَ
مَعَ الْإصْرَارِ
تَوْبَةُ
الكَاذِبيْنَ
وَمَا رَبُّكَ
بِظَلَّام
لِلْعَبِيْدِ.
Ey Âdemoğlu! Ecelin
arzularına, kazam/hükmüm sakınmalarına, takdirim tedbirine,
ahiretim dünyana, (rızkları) bölüştürmem
tamahkârlığına gülmektedir (alay etmektedir). Şüphesiz
rızkın ölçülmüş, bilinmiş, yazılmış ve
saklanmıştır. Ölümün gelmeden hayırlı amellerinle
ölümün için hazırlık yap. Şüphesiz rızkını senden
başkası yemeyecek. Biz rızklarını bu dünyada
aralarında paylaştırdık.
Ey Âdemoğlu! Bu dünya
evliyam/dostlarıma acıdır, ama onlar benimle buluşmayı
severler; düşmanlarıma da tatlıdır, ama onlar benimle
buluşmaktan hoşlanmazlar.
Ey Âdemoğlu! Ölüm, sen
hoşlanmasan da sana gelecektir. O halde Rabbinin hükmüne sabır et,
çünkü tekrardan dirileceksin.
Hamd ederek Rabbini tespih et;
kalktığında, gecenin bir kısmında ve tespih et onu
yıldızların yüz çevirdiği vakit.
سورة
الثاني
والثلاثون
قال
الله تعالى:
يَا بْنَ آدَمَ!!
أَجَلُكَ
يَضْحَكُ
مِنْ أمَلِكَ
وَقَضَائِي
يَضْحَكُ
مِنْ
حَذَرِكَ
وَتَقْدِيرِي
يَضْحَكُ
مِنْ
تَدْبِيْرِكَ
وَآخِرَتِي
تَضْحَكُ
مِنْ
دُنْيَاكَ
وَقِسْمَتِي
تَضْحَكُ
مِنْ
حِرْصِكَ
فَإنَّ
رِزْقَكَ
مَوْزُونٌ
مَعْرُوفٌ
مَكْتُوبٌ مَخْزُونٌ؛
فَبَادِرْ
لِلْمَوْتِ
بِعَمَلِكَ
الْخَيْرَ قَبْلَ
الْمَوْتِ
فَإنَّ
رِزْقَكَ لاَ
يَأْكُلُهُ
غَيْرُكَ
نَحْنُ
قَسَمْنَا
بَيْنَهُمْ
مَعِيشَتَهُمْ
فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
(الآيَة).
يَا
بْنَ آدَمَ!!
الدُّنْيَا
مُرُّ عَلى
أَوْلِيَائِي
لَكِنْ
يُحِبُّونَ
لِقَائِي
وَحُلْوٌ
لِأَعْدَائِي
وَلَكِنْ
يَكْرَهُونَ لِقَائِي.
يَا
بْنَ آدَمَ!!
المَوتُ
نَازِلٌ بِكَ
وَإنْ
كَرِهْتَ
وَاصْبِرْ
لِحُكْمِ
رَبِّكَ
فَإنَّكَ
مَبْعُوثٌ
فَسَبِّحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
حِيْنَ تَقُومُ
وَمِنَ
اللَّيْلِ
فَسَبِّحْهُ
وَإدْبَارَ
النُّجُومِ.
Ey Ademoğlu! Sen istiyorsun ben de
istiyorum. Ama sadece benim istediğim olur. Bana yönelen, beni tanır.
Beni tanıyan, beni ister. Beni isteyen, beni arar. Beni arayan, beni
bulur. Beni bulan, hizmetime girer (benim için çalışır).
Hizmetime giren, beni zikir eder/anar. Beni zikir edeni de rahmetimle zikir
ederim.
Ey Âdemoğlu! Dört çeşit ölümü
tatmadıkça, amelin halis olmaz; kırmızı ölüm, sarı
ölüm, siyah ölüm ve beyaz ölüm.
Kırmızı ölüm,
kabalıklara tahammül ederek eziyet etmekten el çekmektir.
Sarı ölüm, açlık ve
zorluktur.
Siyah ölüm, nefse, heva ve hevese
karşı çıkmak, heva ve hevese uyma ki seni Allahın yolundan
saptırır.
Beyaz ölüm ise uzlettir.
سورة
الثالثة
والثلاثون
قال
الله تعالى:
يَا
بْنَ آدَمَ!!
تُرِيدُ
وَأُرِيدُ
وَلاَ
يَكُونُ
إلَّا مَا أُرِيدُ
فَمَنْ
قَصَدَنِي
عَرَفَنِي
وَمَنْ
عَرَفَني
أَرَادَنِي
وَمَنْ
أَرَادَنِي
طَلَبَنِي
وَمَنْ
طَلَبَنِي وَجَدَنِي
وَمَنْ
وَجَدَنِي
خَدَمَنِي
وَمَنْ خَدَمَني
ذَكَرَنِي
وَمَنْ
ذَكَرَني
ذَكَرْتُهُ بِرَحْمَتِي.
يَابْنَ آدَمَ!!
لا يَخْلُصُ
عَمَلُكَ
حَتَّى تَذُوقَ
أَرْبَعَ مَوتَاتٍ:
الْمَوتَ
الْأَحمَرَ
وَالْمَوتَ
الْأَصْفَرَ
وَالْمَوتُ
الْأَسْوَدُ
وَالْمَوتَ الْأَبْيَضَ:
أَلْموتُ
الْأَحْمَرُ
احتمالُ
الْجَفَاءِ
وَكَفُّ
الْأَذَى
وَالْمَوتُ
الْأَصْفَرُ
الْجُوعُ
وَالْإِعْسَارُ
وَالْمَوتُ الْأَسْوَدُ
مُخَالِفَةُ
النَّفْسِ
وَالْهَوَى
فَلَا
تَتَّبِعِ
الْهَوَى
فَيُضِلَّكَ
عَنْ
سَبِيْلِ
اللَّهِ وَالْمَوتُ
الْأَبْيَضُ
الْعُزْلَةُ.
Ey Ademoğlu! Meleklerim, bütün
dediklerini ve yaptıklarını az olsun çok olsun yazmak için, gece
gündüz arka arkaya gelirler. Gök senden gördüğüne, yer, üzerinde ne
yaptığına, güneş, ay ve yıldızlar dediğin ve
yaptığın her şeye tanıklık ederler. Ben de
kalbinden geçen gizli şeylerin hepsinden haberdarım. (Öyleyse)
kendinden gafil olma, çünkü ölüm seni zor bir şekilde meşgul edecek
ve yakında da göç edeceksin. Önceden gönderdiğin iyi ve kötü her
şeyi fazlasız ve eksiksiz (ahirette) bulacaksın.
Yarın, yaptığın her şeyi tamamıyla
alacaksın.
Ey Âdemoğlu! Kuşkusuz helal,
ancak damla damla gelir, ama haram ise sel gibi sana akar. O halde kimin
yaşantısı (haramlardan) temiz ve saf olursa, dini de temiz ve
saf olur.
سورة
الرابعة
والثلاثون
قال
الله تعالى:
يَابْنَ آدَمَ!!
مَلَائِكَتِي
يَتَعَاقَبُونَ
بِالَّليْلِ
وَالنَّهَارِ
لِيَكْتُبُوا
عَلَيْكَ مَا
تَقُولُ
وَتَفْعَلُ
مِنْ قَلِيْلِكَ
وَكَثِيْرِكَ،
فَالسَّمَاءُ
تَشْهَدُ
بِما رَأَتْ
مِنْكَ
الأَرْضُ
تَشْهَدُ
عَلَيْكَ
بِما عَمِلْتَ
عَلى
ظَهْرِهَا
وَالشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ
وَالنُّجُومُ
يشهَدْنَ
عَلَيْكَ
بِما تَقُولُ
وَتَفْعَلُ
وَأَنَا
مُطَّلِعٌ
عَلى
مَخْفِيَّاتِ
خَطَرَاتِ
قلْبِكَ
وَلاَ تَغْفَلْ
عَنْ
نَفْسِكَ
فَإنَّ لَكَ
في الْمَوتِ
شُغْل شَاغِل
وَعَنْ
قَلِيْلِ
أَنْتَ َاحلٌ
وَكُلُّ مَا
قَدَّمْتَهُ
مِنَ الْخَيْرِ
وَالشَّرِّ
حاصِلٌ بِلاَ
زِيَادَةٍ وَنُقْصانٍ
وَتَسْتَوفِي
غَداً مَا
كُنْتَ فَاعِلاً.
يَا بْنَ آدَمَ!!
إِنَّ
الْحَلَالَ
لَبْسَ يَأتِيكَ
إلَّا
قَطْرَةَ
قَطْرَة
وَالْحَرَامُ
يَأتِيكَ
كَالسَّيْلِ
فَمَنْ صَفَا
عيشُهُ صَفَا
دِينُهُ.
Ey Âdemoğlu! Zenginliğe
sevinme, çünkü zenginlik sürekli ve kalıcı değildir.
Fakirliliğe de sabırsızlık etme, çünkü fakirlik sende
kalıcı ve kesinleşmiş değildir. Sınanmalardan
dolayı ümitsizliğe kapılma, çünkü altın da ateşte
sınanır. Mümin de belalarla sınanır.
Gerçekten de zengin bu dünyada üstün,
ama ahirette hor görülen(1); fakir ise bu dünyada hor görülen, ama ahirette
üstündür. Kuşkusuz ahiret, kalıcı ve güzeldir.
Ey Âdemoğlu! Eğer misafirin,
senin yanında dokuz günden fazla kalmak zorunda olduğunu görürsen,
Deki: Allahın gazabından
Allaha sığınıyorum.
Ey Âdemoğlu! Mal, benim malım,
sen de benim kulumsun. Misafir de benim elçimdir. Öyleyse malımı
elçimden esirgersen, cennetim ve nimetime göz dikme!
Ey Âdemoğlu! Mal, benim
malım, zenginler, temsilcilerim ve fakirler de benim ailemdir (geçindirmek
zorunda olduğum kimseler). Kim aileme cimrilik ederse, çekinmeden onu
cehenneme sokarım. Ey Âdemoğlu! Üç şey sana vaciptir:
Malının zekâtı, silah-i rahimde bulunmak ve misafir
ağırlaman.
Eğer sana vacip ettiğim
şu şeyleri yerine getirmezsen, seni ümitsizliğe duçar
edeceğim. Seni âlemlere (cezaya çarptırılmanla) ibret
kılacağım.
Ey Âdemoğlu! Kendi ailenin
hakkını gözettiğin gibi, komşunun hakkını
gözetmezsen sana rahmet gözüyle bakmam, amelini kabul etmem ve duana da icabet
etmem.
Ey Âdemoğlu!
İnsanlara tekebbür etme, çünkü
evvelin akıcı meniden oluşan pis bir sudur. Nerden
çıktın? İdrarın çıktığı yerden, belden
ve kaburga kemiklerinin arasından çıktın.
Ey Âdemoğlu! Kıyametin günü
huzurumda zavallıca duracağını hatırla. Zira ben bir
an olsun bile gizli şeylerinden gafil değilim ve gönüllerde
yatanı da bilirim.
(1) Bu zenginden maksat, fakirlerden
esirgeyen ve Allahın vacip ettiği hakları demeyendir.)
سورة
الخامسة
والثلاثون
يَا بْنَ آدَمَ!! لَا
تَفْرَحْ
بالْغِنَاءِ
فَلَيْسَ
بِمُخَلَّدِ
وَلَا
تَجْزَعْ
مِنَ
الفَقْرِ
فليْس
عَلَيْكَ حتماً،
وَاجِبَاً
وَلَا
تَقْنَطْ
بِالْبَلَاءِ
فَإِنَّ
الذَّهَبَ
يُجَرَّبُ
بِالنَّارِ وَالْمُؤْمِنُ
يَجَرَّبُ
بِالْبِلاءِ
فَإِنَّ
الغَنِيَّ
عَزِيزٌ في الآخِرَةِ
إِنَّ
الآخِرَةِ
إِنَّ
الآخِرَةَ
أَبْقَى
وَأَبْهَى.
يَا بْنَ آدَمَ!! إذا
رَأَيْتَ
الضَّعِيْفَ
عِنْدَك مَحْبُوساً
أَكْثَرَ
مِنْ
تِسْعَةِ
أَيَّامٍ
فَقُلْ
أَعُوذُ
بِاللَّهِ
مِنْ غَضَبِ اللَّهِ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
اَلْمَالُ
مَالِي
وَأَنْتَ
عَبْدِي
وَالضَّيْفُ
رَسُولِي
فَإنْ
مَنَعْتَ
مَالِي مِنْ
رَسُولِي
فَلَا
تَطْمَعْ في
جَنَّتي وَنِعْمَتِي،
يَا بْنَ آدَمَ،
اَلْمالُ
مَالِي مِنْ
رَسُولِي
فَلاَ
تَطْمَعْ في
جَنَّتي
وَنِعْمَتِي.
يَا بْنَ آدَمَ!!
اَلْمَالُ
مَالِي
وَالأَغْنياءُ
وَكُلَائِي
وَالْفُقَرَاءُ
عِيَالِي
فَمَنْ بَخِلَ
عَلى
عِيَالِي
أُدْخِلْهُ
النّارَ وَلَا
أُبَالي.
يَا بْنَ آدَمَ!!
ثَلاثةٌ
وَاجِبَاتٌ
عَلَيْكَ زَكاةُ
مَالِكَ
وَصِلَةُ
رَحِمِكَ
وَقِرَى ضَيْفِكَ
فَإذَا لَمْ
تَفْعَلْ مَا
أَوْجَبْتُهُ
عَلَيْكَ
فَإنِّي أُجْزِعُكَ
إِجْزَاعاً
وَأَجْعَلُكَ
نَكَالاً
لِلْعَالَمِينَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
إِذا لَمْ
تَرَ حَقَّ
جَارِكَ كَما
تَرَى حَقَّ
عِيَالِكَ
لَمْ
أَنْظُرْ
إِلَيْكَ
وَلَمْ
أَقْبَلْ
عَمَلَكَ
وَلَمْ أَسْتَجِبْ
دُعَاءَكَ.
يَا بْنَ آدَمَ!! لَا
تَتَكَبَّرْ
عَلى
مِثْلِكَ
فَإنَّ أَوَّلَكَ
نُطْفَةٌ
قَذِرَةٌ
مِنْ مَنِيَّ
مِنْ أَيَّ
وَجْهٍ
خَرَجْتَ
مِنْ
مَخْرَجِ الْبَوْلِ
مِنْ بَيْنِ
الصُّلْبِ وَالتِّرَائِبِ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
اذْكُرْ
ذُلِّ
مَوْقِفِكَ
غَداً بَيْنَ
يَدَيَّ
فَإنِّي لَمْ
أَغْفُلْ
مِنْ سَرَائِرِكَ
طَرْفَةَ
عَيْنٍ
وَإِنِّي
عَلِيْمٌ بِذاتِ
الصُّدُورِ.
Ey Âdemoğlu! Cömert ol! Çünkü cömertlik,
güzel yakinden, yakin imandan, iman cennettendir. Ey Âdemoğlu! Cimrilikten
uzak dur! Çünkü cimrilik, inkârdan, inkâr ateşten/cehennemdendir.
Ey Âdemoğlu! Mazlumun
bedduasından sakın! Çünkü onun duasını benden hiç bir
şey engellemez. Eğer ben gerçekten de affetmeyi ve
bağışlamayı sevmeseydim, Âdem'i günaha duçar edip sonra
cennete götürmezdim.
Ey Âdemoğlu!
Affetmek benim yanımda en sevimli
şey olmasaydı, hiç kimseyi günaha müptela etmezdim.
Ey Âdemoğlu! Ben, sen istemeden ve
yalvarıp yakarmadan, sana iman ve marifet verdim. O halde sen
istediğin ve yalvarıp yakardığın halde cenneti ve
bağışlamayı senden nasıl esirgerim?
Ey Âdemoğlu! Kul bana tutunursa,
onu doğru yola getiririm. Bana tevekkül ederse, ona yeterim. Eğer
benden başkasına tevekkül ederse, yerin göğün bütün çarelerini
ondan keserim. Ey Âdemoğlu! Sabah namazını bırakma! Çünkü
güneşin üzerine doğduğu her şey, sabah namazını
kılana dua eder. Ey Âdemoğlu! Benim emrimi zayi ettin ve günah
işledin. O halde kıyametin gününde seni azabımdan kim
alıkoyar?
سورة
السادسة
والثلاثون
يَا بْنَ آدَمَ!!
كُنْ
سَخِيّاً
فَإنَّ
السَّخَاءَ
مِنْ حُسْنِ
الْيَقِيْنِ
وَالْيَقِيْنُ
مِنَ الْإيْمانِ
وَالْإِيْمانُ
مِنَ
الْجَنَّةِ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
إِيَّاكَ
وَالْبُخْلَ
فَإنَّ
الْبُخْلَ مِنَ
الكُفْرِ وَالْكُفْر
مِنَ
النَّارِ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
اتَّقوا مِنْ
دَعْوَةِ
الْمَظْلومِينَ
فَإنَّها لَا
يَحْجُبُها
عَنِّي شَيءٌ وَلَوْ
لَا أَنِّي
أُحِبُّ
الصَّفْحَ
وَالْمَغْفِرَةَ
لَمَا
ابْتَلَيْتُ
آدَمَ بِالذَّنْبِ
ثُمَّ
رَدَدْتُهُ
إِلَى
الْجَنَّةِ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
لَوْ لَا
أَنَّ
العَفْوَ
أَحَبُّ شَيءِ
عِنْدِي
لَمَا
ابتَلَيْتُ
أَحَداً
بِالذَّنْبِ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
أَعْطَيْتُكَ
الْإِيمانَ
وَالْمَعْرِفَةَ
عَنْ غَيْرِ
سُؤالٍ
وَتَصَرُّعٍ
فَكَيْفَ
أَبْخَلُ
عَلَيْكَ
بِالْجَنَّةِ
وَالْمَغْفِرَةِ
مَعَ
سُؤالِكَ
وَتَضَرُّعِكَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
إِذَا
اعْتَصَمَ لي
عَبْدٌ
هَدَيْتُهُ
وَإِذا
تَوَكَّلَ
عَلَيَّ
كَفَيْتُهُ
وَإِذَا
تَوَكَّلَ
عَلى غَيْرِي
قَطَعْتُهُ
أَسْبَابَ
السَّمَواتِ
وَالْأَرْضِ.
يَا بْنَ آدَمَ!! لَا
تَدَعْ
صَلاَةَ
الضُّحَى
فَإنَّ لِمُصَلِّيهَا
يَدْعُو مَا
طَلَعَتْ
عَلَيْهِ
الشَّمْسُ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
ضَيَّعْتَ
أَمْري
وَرَكِبْتَ
مَعْصِيَتي فَمَنِ
الَّذِي
يَمْنَعُكَ
مِنْ
عَذَابِي يَوْمَ
القِيَامَةِ.
Ey Âdemoğlu! İnsanlara
karşı güzel ahlaklı ol ki seni seveyim, sevgini salihlerin
gönlüne yerleştireyim ve günahlarını
bağışlayayım.
Ey Âdemoğlu! Elini
başının üstüne koy (kendine bir bak), sonra kendin için
sevdiklerini, Müslümanlar için de sev.
Ey Âdemoğlu! Dünyaya ait bir
şey elinden çıktığında üzülme ve ona ait bir şey
de sana verildiğinde sevinme.
Zira dünya bugün senin yararına ve
yarın da senden başkasının yararınadır.
Ey Âdemoğlu! Ahireti iste ve
dünyayı bırak! Çünkü ahirete ait bir zerre, dünya ve dünyada olan her
şeyden hayırlıdır. Ey Âdemoğlu! Sen dünyanın
peşinde ve ahiret ise senin peşindedir. Ey Âdemoğlu!
Allahın huzuruna varmadan, ölüm için hazırlan. Eğer
dünyayı kullarımdan birisine bıraksaydım (verseydim),
kullarımı bana itaat etmeye davet etmeleri için, kesinlikle onu
peygamberlerime bırakırdım.
Ey Âdemoğlu!
Nice zengin vardır ki ölüm, onu
fakir kılmıştır.
Nice gülen vardır ki ölüm, onu
ağlatmıştır.
Nice kul için dünyayı
genişletmişim, o da azarak bana itaat etmekten el çekmiş ve
sonunda o halde ölerek cehenneme girmiştir.
Nice kul için de dünyayı
daraltmışım, o da buna sabrederek ölmüş ve cennete
girmiştir.
سورة
السابعة
والثلاثون
يَا بْنَ آدَمَ!!
أَحْسِنْ
خُلْقَكَ
مَعَ
النَّاسِ
حَتَّى أُحِبَّكَ
وَحَبَّبْتُكَ
في قُلُوبِ
الصَّالِحِينَ
وَغَفَرْتُ
ذَنْبَكَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
ضَعْ يَدَكَ
عَلى
رَأْسِكَ
فَما تُحِبُّ
لِنَفْسِكَ
فَأحْبِبْ لِلْمُسْلِمينَ.
يَا بْنَ آدَمَ!! لَا
تَحْزَنْ
عَلى مَا
فَاتَكَ مِنَ
الدُّنْيَا
وَلَا
تَفْرَحْ
بِما
أُوتِيتَ
مِنْهَا
فَإنَّ
الدُّنْيَا
اليَوْمَ
لَكَ وَغَداً
لِغَيْرِكَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
اطْلُبِ
الْآخِرَةَ
وَدَعِ الدُّنْيَا،
فَإنَّ
ذَرَّةً مِنَ
الْآخِرَةِ
خَيْرٌ لَكَ
مِنَ
الدُّنْيَا
وَمَا
فِيْهَا.
يَا بْنَ آدَمَ!!
أَنْتَ في
طَلَبِ
الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةُ
في طَلَبِكَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
تَهَيَّأ
لِلْمَوتِ
قَبْلَ
وَرُودِكَ
وَلَوْ
تَرَكَتُ
الدُّنْيَا
لِأَحَدٍ
مِنْ عِبَادِي
لَتَرَكْتُهَا
لِلأنْبِيَاء
حَتَّى
يَدْعُوا عِبَادِي
إِلَى طَاعَتِي.
يَا بْنَ آدَمَ!!
كَمْ مِنْ
غَنِيّ قَدْ
جَعَلَهُ
الْمَوْتُ فَقِيراً،
وَكَمْ مِنْ
ضَاحِكٍ قَدْ
صَارَ
بَاكِياً بِالْمَوْتِ؟
وَكَمْ مِنْ
عَبْدٍ
بَسَطْتُ
لَهُ الدُّنْيَا
فَطَغَى
وَتَرَكَ طَاعَتِي
حَتَّى مَاتَ
عَلَيْهِ
وَدَخَلَ النَّارَ؟
وَكَمْ مِنْ
عَبْدٍ
قَتَرْتُ
عَلَيْهِ الدُّنْيَا
فَصَبَرَ
وَمَاتَ
وَدَخَلَ
الْجَنَّةَ؟
Ey Âdemoğlu! İki büyük nimet
arasında kalırsan; insanlardan örtülü günahlarının mı
yoksa insanların seni güzel şekilde övmelerinin mi, senin yanında
daha büyük olduğunu bilmezsen (ne yaparsın?). Benim senin
hakkında bildiklerimi, insanlar bilseydi, yaratıklarımdan
sana hiç kimse selam vermezdi. Amelini riyadan/gösterişten ve
başkalarına duyurmaktan halis kıl (arıt). Çünkü sen, yüce
rabbe zelil ve onun emrine itaat etmek zorunda olan bir kulsun. Kendine
azık topla, çünkü sen (ahirete doğru) bir yolcusun ve her yolcunun da
azığının olması gerekir.
Ey Âdemoğlu! Hazinelerim, asla
tükenmez. Ellerim bağışta bulunmaya her zaman açıktır.
İnfak ettiğin miktarda, sana
infak ederim. Esirgediğin miktarda, senden esirgerim. Ey Âdemoğlu!
Fakirlikten korkmak, yüce Allaha kötü zanda bulunmaktır. Fakirlere
karşı cimrilik etmen, sadece yakinin az olmasından
dolayıdır.
Ey Âdemoğlu! Kim rızk için
üzülürse, kitabım hakkında şüpheye düşmüştür ve kim
peygamberlerimi doğrulamazsa, benim rabliğimi bilerek inkâr
etmiştir. Kim de rabliğimi bilerek inkâr ederse, onu yüz üste
cehenneme atarım.
سورة
الثامنة
والثلاثون
يَا بْنَ آدَمَ!!
إِذا
أَصْبَحْتَ
بَيْنَ
نِعْمَتَيْنِ
عَظِيْمَتَيْنِ
لَا تَدْرِي
أَيَّهُمَا
أَعْظَمُ
عِنْدَكَ
ذُنُوبُكَ الالْمَسْتُورَةُ
عَنِ
النَّاسِ
أَوِ
الثَّنَاءُ
الْحَسَنُ مِنَ
النَّاسِ
وَلَوْ
عَلِمَ
النَّاسُ مَا أَعْلَمُ
مِنْكَ مَا
سَلَّمَ
عَلَيْكَ أَحَدٌ مِنْ
خَلْقِي
وَأَخْلِصْ
عَمَلَكَ
مِنَ الرِّيَاءِ
وَالسُّمْعَةِ
فَإنَّكَ
عَبْدٌ
ذَلِيْلٌ
لِرَبِّ
جَلِيْلٍ
مَأمُورٌ
لِأَمْرِهِ
وَتَزَوَّدْ
فَإنَّكَ
مُسَافِرٌ
وَلَا بُدَّ
مِنَ
الزَّادِ
لِكُلِّ
مُسَافِرٍ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
خَزَائِني لا
تَنْفَدُ
أَبَداً
وَيَمِيْني
مَبْسُوطَةٌ
بِالْعَطَايَا
أَبَداً وَبِقَدْرِ
مَا تُنْفِقُ
أُنْفِقُ
عَلَيْكَ
وَبِقَدْرِ
مَا تُمْسِكُ
أُمْسِكُ
عَلَيْكَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
خَوْفُ
الْفَقْرِ
سُوءُ
الظَّنَّ
بِاللَّهِ
تَعَالَى
وَمِنْ
قِلَّةِ
الْيَقِيْنِ
تَبْخَلُ
عَلى
الْمَسَاكِيْنِ.
يَابْنَ آدَمَ!!
مَنْ أَهَمَّ
لِلرِّزْقِ
فَقَدْ شَكَّ
في كِتَابِي
وَمَنْ لَمْ
يُصَدِّقْ
أَنْبِيائِي
فَقَدْ
جَحَدَ
رُبُوبِيَّتِي
وَمَنْ
جَحَدَ رُبُوبِيَّتي
أَكْبَبْتُهُ
في النَّارِ
عَلى
وَجْهِهِ.
Ey Âdemoğlu! Kalbini dilinle ve
dilini de amelinle uyumlu kıl. Amelini benden başkasından halis
kıl, zira ben ancak halis ameli kabul ederim. Şüphesiz
münafığın kalbi diliyle ve dili de ameliyle uyuşmaz.
Kuşkusuz onun ameli Allahtan başkası içindir.
Ey Âdemoğlu! Her
konuştuğun sözde, her baktığın bakışta ve
her attığın adımda, seninle birlikte senden yana ya da
senin aleyhine yazan iki melek vardır.
Ey Âdemoğlu! Sizi, birbiriniz için
dünya malı toplaması için yaratmadım. Bilakis, bana boyun
eğenlerin ibadeti gibi uzun uzadıya ibadet etmeniz, bana bolca
şükretmeniz ve sabah akşam beni tespih etmeniz için yarattım.
Çünkü rızk, paylaştırılmış, tamahkâr mahrum
kalmış, cimri kınanmış, haset eden üzgün ve yerli
yerinde düşünüp çalışan (ölçülü olan) diri ve ayaktadır.
Ey Âdemoğlu! Bana hizmet et! Çünkü
ben, bana hizmet edeni severim. Şüphesiz sen günahkâr ve zavallı bir
kulsun ve ben, güçlü ve yüce bir rabbim.
Eğer (dini) kardeşlerin
günahlarının kokusunu alsalar, seninle oturup kalkmazlar.
Günahların her gün çoğalmada ve ömrün azalmadadır. Ömrünü
boş/faydasız şeylerde ve gaflette çökertme. Eğer ömrünün çoğalmasını
(bereketli olmasını) istiyorsan, gönül erleriyle dost ol, dünya
düşkünlerinden sakın ve fakirlerle haşır neşir
ol!
Ey Âdemoğlu! Denizin
ortasında gemisi batıp da bir tahta parçasına
sığınan birisinin başına gelen musibet, seninkinden
daha büyük değildir. Çünkü kesinlikle günahlarının olduğuna
yakinin var (muhakkak biliyorsun).
Ey Âdemoğlu! Ben sana
afiyet/sıhhatle, günahlarını örtmekle yaklaşıyorum,
oysa sen günahlarınla, dünyanı abat etmek ve ahiretini bozmakla bana
düşmanlık ediyorsun.
Ey Âdemoğlu! Eğer
kurtuluşa ermişler ve Salihlerle oturup kalkmazsan, ne zaman
kurtuluşa erebilirsin ki?
Ey İmran oğlu Musa!
Söylediklerimi dinle; kuşkusuz hiç bir kul, halk onun şerrinden
âmânda/güvende olmadığı müddetçe, Allaha iman
getirmemiştir. Yani halk onun zulmünden, hilesinden, aldatmasından,
söz taşımasından, gıybet etmesinden, haddi
aşmasından, kıskançlığından, zarar vermesinden,
gizli ve açık (işlerinden) güvende olmalıdır.
Ey Musa zalimlere de ki: Beni
anmasınlar. Zira ben onları anmıyorum. Benim onları anmam,
onlara lanet etmemdir.
Öyleyse, isteyen inansın ve
isteyen de inkâr ederek kâfir olsun.
سورة
التاسعة
والثلاثون
يَا بْنَ آدَمَ!!
اجْعَلْ
قَلبَكَ
مُوَافِقاً
لِلِسَانكَ وَلِسَانَكَ
مُوَافِقاً
لِعَمَلِكَ
وَعَمَلَكَ
خَالِصاً
مِنْ غَيرِي
فَإنِّي غَيُورٌ
لَا أَقْبَلُ
إِلَّا
خَالِصاً فَإنَّ
قَلْبَ
الْمُنَافِقِ
مُخَالِفٌ
لِلِسَانِهِ
وَلِسَانُهُ
لِعَمَلِهِ
وَعَمَلُهُ
لِغَيْرِ اللَّهِ.
يَا بْنَ
آدَمَ! مَا
تَكَلَّمْتَ
بِكَلِمَةٍ
وَلَا
نَظَرْتَ
بِنَظْرَةٍ
وَلَا خَطَوْتَ
بِخَطْوَةٍ
إِلَّا
وَمَعَكَ
مَلَكَانِ
يَكْتُبَانِ
لَكَ أَوْ
عَلَيْكَ.
يَا بْنَ آدَمَ!! مَا
خَلَقْتُكُمْ
لِتَجْمَعُوا
الدُّنْيا
بَعْضُكُمْ
لِبَعْضٍ
بَلْ
خَلَقْتُكُمْ
لِتَعْبُدُونِي
عِبَادَةَ
الْأَذِلَّاءِ
طَوِيْلاً
وَشَكْرُوُنِي
جَزِيْلاً
وَتُسَبِّحُونِي
بُكْرِةً
وَأصِيْلاً
فَإنَّ الرِّزْقَ
مَقْسُومٌ
وَالْحِرِيْصُ
مَحْرُومٌ
وَالْبَخِيْلُ
مَذْمُومٌ
وَالْحاسِدُ
مَغْمُومٌ
وَالنَّاقِدُ
حَيٌّ
قَيُّومٌ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
اخْدِمْنِي
فَإنِّي
أُحِبُّ مَنْ
يَخْدِمُنِي
فَإنَّكَ
عَبْدٌ
ذَلِيْلٌ
عَاجِزٌ وَأَنَا
رَبٌّ
جَلِيلٌ
قَوِيٌّ لَوْ
أَنَّ إِخْوَتَكَ
وَجَدُوا
رِيْحَ
ذُنُوبِكَ
لَمَا
جَالَسُوكَ
فَذُنُوبُكَ
كُلَّ يَوْمٍ
في الزِّيَادَةِ
وَعُمْرُكَ
في
النُّقصَانِ
وَلَا تَهْدِمْ
عُمْرَكَ في
البَاطِلِ
وَالْغَفْلَةِ
فَإنْ
أَرَدْتَ
الْمَزِيدَ
فَاصْحَبْ أَرْبَابَ
الْقُلُوبِ
وَاحْذَرْ
مِنْ أَبْنَاءِ
الدُّنْيَا
وَخَالِطِ
الْمَسَاكِيْنَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
مَنِ
انْكَسَرَ
مَرْكَبُهُ
وَعَادَ عَلى
لَوْحٍ مِنَ
الْخَشْبِ في
وَسَطِ
الْبَحْرِ مَا
يَكُونُ
بِأَعْظَمَ
مُصيبَةً
مِنْكَ لِأَنَّكَ
مِنْ
ذُنُوبِكَ
عَلى
يَقِيْنٍ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
إِنِّي
أَتَقَرَّبُ
إِلَيْكَ
بِالْعَافِيَةِ
وَبِسَتْرٍ
عَلى
ذُنُوبِكَ
وَأَنْتَ تَتَبَغَّضُ
إِلَيَّ
بِالْمَعاصِي
وَعِمارَتِكَ
الدُّنْيَا
وَخَرَابِكَ
الْآخِرَةَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
إِذا لَمْ
تُجَالِسِ
الْمفْلِحِيْنَ
وَالصَّالِحِينَ
فَمَتَى
تَفْلَحُ يَا
مُوسَى بْنَ
عِمْرَانَ
اسْمَعْ مَا
أَقُولُ
إِنَّهُ مَا
آمَنَ
بِاللَّهِ
عَبْدٌ
حَتَّى يَأمَنَ
النَّاسُ
مِنْ شَرِّهِ
يَعْنِي يَأْمَنَ
مِنْ
ظُلْمِهِ
وَكَيْدِهِ
وَمَكْرِهِ
وَنَمِيْمَتِهِ
وَغِيْبَتِهِ
وَبَغْيِهِ
وَحَسَدِهِ
وَمَضَرَّتِهِ
وَسِرِّهِ
وَعَلَانِيَتِهِ
وَقُلْ يَا
مُوسَى
لِلظَّلَمَةِ
لَا
تَذْكُرُونِي
فَإنِّي لَا
أَذْكُرُهُمْ
فَإنَّ
ذِكْرِي
لَهُمْ أَنْ
أَلْعَنَهُمْ
فَمَنْ شَاءَ
فَلْيُؤْمِنْ
وَمَنْ شَاءَ
فَلْيَكْفُرْ.
Ey Âdemoğlu!Bana isyan etme,
bağışlanma da dilemezsin. (Bağışlanma dilemek
zorunda kalmazsın). Ey Âdemoğlu! Bana kulluk etmek için boyun ey!
Yoksa kalbini fakirlik, elini zahmetler, bedenini yorgunluk ve gönlünü üzüntü
ile doldururum; duanı kabul etmez, dünyanı zor ve
rızkını da az kılarım.
Ey Âdemoğlu! Ben gün be gün
kıldığın namazlara razıyım. Sen de gün be gün
sana verdiğim rızka razı ol!
Ey Âdemoğlu! Acele etme! Çünkü
rızk insanlar içinde paylaştırılmış, tamahkâr
olan mahrum kalmış, haset eden (çekememezlik eden) yerilmiş ve
nimet de (dünyada) devamlı değildir.
Ey Âdemoğlu! Gemini sağlam
kıl, çünkü deniz pek derindir. Azığını çoğalt,
çünkü önünde sarplı ve çetin bir yol vardır.
Ey Musa! Kuşkusuz kul, ölüm
yetişene kadar, bu dünyada çalışır. (Öldüğünde)
yapmış olduğu günah ve hatalardan dolayı pişman olur
ve Salih amellerde bulunmak için dünyaya dönmeyi ister. Rabbimiz! Biz
(hakikati) gördük ve duyduk, Salih ameller yapmak için bizi geri gönder.
Şüphesiz biz yakine varanlarız.
İzzet ve celalime ant olsun
ki asla kimseyi geri göndermeyeceğim.
Ey Musa! Kim beni sevindirir ve benden
çekinirse, ona cennetimi vereceğim.
Ey Musa! Bu dünya, oyun, eğlence,
süs ve büyüklenme/övünme yeridir. Mümin için, dünyada kulluk, dert, üzüntü ve
keder vardır, ama ahirette cennete girer.
Ey Musa! Kıyamet zorlu bir gündür.
Ne babanın, çocuğuna ne de çocuğun, babasına bir
faydası olacaktır.
Nice fakirler vardır ki ellerinde
olan az bir şeyi bu dünyada bırakmış ve dünyadan sevinçli
ve razı olarak göç etmiştir.
Nice zenginler de vardır ki
malını mülkünü bu dünyada bırakarak, fakir, malından
ayrı ve amellerinden pişman olarak, dünyadan göç etmiştir. O,
malını varisleri için toplamıştır. Kıyamet
gününde insanların en çetin azaplısı da odur. Kazandıklarından
dolayı, azaplarının üstüne azap katmışızdır
(Nahl süresi, 88).
سورة
الاربعون
يَا بْنَ آدَمَ!! لَا
تَعْصِنِي
وَلَا
تَسْأَلِ
الْمَغْفِرَةَ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
تَضَرَّعْ لِعِبَادَتِي،
وَإِلَّا
أَمْلَأُ
قَلْبَكَ
فَقْراً وَيَدَيْكَ
سَعْياً
وَبَدَنَكَ
تَعَباً
وَصَدْرَكَ
هَمّاً وَلَا
أُجِيْبُ
دُعَاءَكَ وَأَجْعَلُ
دُنْيَاكَ
عُسْرَةً
وَرِزْقَكَ قَلِيلاً.
يَا بْنَ آدَمَ!! أَنَا
رَاضٍ
بِصَلَوَاتِكَ
يَوْماً
فَيَوْماً
فَارْضَ
عَنِّي
بِقُوتِكَ
يَوْماً فَيَوْماً.
يَا بْنَ آدَمَ!!
مَهْلاً
فَإنَّ
الرِّزْقَ
مَقْسُومٌ
وَالْحَرِيصُ
مَحْرُومٌ
وَالْحَاسِدُ
مَذْمُومٌ
وَالنِّعْمَةُ
لَا تَدُومُ.
يَا بْنَ آدَمَ!!
اسْتَحْكِمْ
سَفِيْنَةً
فَإنَّ
الْبَحْرَ
عَمِيقٌ
وَأَكْثِرْ
مِنَ الزَّادِ
فَإنَّ
العَقَبَةَ كَؤُودٌ كَؤُودٌ.
يَا مُوسَى!!
إِنَّ
العَبْدَ
يَعْمَلُ فِي
الدُّنْيَا حَتَّى
يُدْرِكَهُ
الْمَوْتُ
فَيَنْدَمُ عَلى
مَا سَلَفَ
مِنَ
الذُنوبِ
وَالْخَطَايَا
وَيَسْأَلُ
الرَّجْعَةَ
إِلَى
الدُّنْيَا
لِيَعْمَلَ
عَملاً صَالِحاً،
رَبَّنَا
أَبْصِرْنَا
فَأَرْجِعْنَا
نَعْمَلْ صَالِحاً،
إِنَّا
مُوقِنُونَ فَوَعِزَّتِي
وَجَلَالِي!
لَا أَرُدُّ
أَحَداً
أَبَداً.
يَا مُوسَى!!
مَنْ
سَرَّنِي
وَاتَّقَى
مِنِّي
أَعْطَيْتُهُ
الْجَنَّةَ.
يَا مُوسَى!!
الدُّنْيَا
لَعِبُ وَلَهْوٌ
وَزِيْنَةٌ
وَتَفَاخُرٌ
وَلَيْسَ
لِلْمُؤْمِنِ
فِيْهَا
إِلَّا
العِبَادَةُ
وَالْهَمُّ وَالغَمُّ،
وَفِي الْاخِرَةِ
الْجَنَّةُ.
يَا مُوسَى!!
القِيَامَةُ
يَوْمٌ
شَدِيدٌ لَا
يُغْنِي وَالِدٌ
عَنْ
وَلَدِهِ
شَيْئاً
وَلَا مَوْلُودٌ
عَنْ
وَالِدِهِ شَيْئاً،
كَمْ مِنْ
فَقِيْرٍ
تَرَكَ
نَقْدَهُ فِي
الدُّنْيَا
وَخَرَجَ
مِنْهَا إلَى
الْآخِرَةِ مَسْرُوراً
وَمَشْكُوراً،
وَكَمْ مِنْ
غَنِيّ قَدْ
تَرَكَ
مَالَهُ فِي
الدُّنْيَا
وَخَرَجَ
مِنْهَا
إِلَى الْآخِرَةِ
وَهُوَ
فَقِيرٌ
وَحِيْدٌ
مِنْ مَالِهِ
وَنَادِمٌ
عَلى
عَمَلِهِ وَجَمَعَ
مَالَهُ
لِوَارِثِهِ
وَكَانَ أَشَدَّ
النَّاسِ
عَذَاباً
يَوْمَ
القِيَامَةِ (...
زِدْنَاهُمْ
عَذَاباً
فَوْقَ
العَذَابِ بِما
كانُوا
يَكْسِبُونَ)(النحل 88).
Sürelerde gelen bazı kelimelerin
geniş anlamlarını burada açıklamaya
çalıştık.
İhlas: Ameli
sadece Allah için yapmak ve O'ndan başkasını amele ortak
etmemektir.
Sabır: Sabır,
nefsi sıkıntılardan şikâyet etmekten
sakındırmaktır.
Tövbe:
Tövbenin iki önemli temel şartı vardır.
1-
Geçmiş kusur ve günahlardan pişmanlık duymak.
2-
Kusur ve günahlara ilelebet dönmemeye azmetmektir.
Uzun
emel/arzular: İnsan, ahirete doğru ilerlemesi ve bu yolda
çalışması gereken bir yolcu olduğunu bilmelidir. Bir hedefe
doğru yürümesi gerektiğini derk etmelidir. İnsanı bu hedeften
alıkoyan engellerden biriside uzun arzulara kapılması ve
zamanını çok olduğunu sanmasıdır. Eğer bugün
hedefe doğru yürümezse yarın yürüyeceğini, bu ay sefer etmezse
gelecek ay sefer edebileceğini düşünmesidir. Ve bu durum, bu uzun
emellilik ve ebedi oluş hissi, insanı asıl hedefi olan
ahiretten, ona taraf ilerleme gereğinden ve yanına yoldaş ve
azık alma lüzumundan uzaklaştırmakta, insan hedefi
tamamıyla unutmakta ve hedef aklından çıkmaktadır.
Dünya:
İnsanın iki dünyası vardır:
1-
Övülmüş dünya: Terbiye,
tahsil, ticaret, kemalatı ve güzel erdemleri elde etme diyarı olan ve
içinden geçmeden elde edilmesi mümkün olmayan ebedi saadetin elde edildiği
yerin bir mahsulüdür.
2-
Kınanmış dünya: Gönül verilip bağlanılan dünyadır ve kişi ne oranda
gönül verip bağlanırsa bu dünyaya, kendisiyle Allah arasındaki
perdeler de o oranda artıp kalınlaşır.
Şu halde güzellik ve
yüceliğin mazharı olan bu dünya kınanmış
değildir. Asıl kınanan şey, kişinin sevip
bağlandığı ve bütün kalbî ve dışsal fesat ve
hataların kaynağı anlamındaki kendi dünyasıdır.
Uzlet:
Uzlet, her türlü kötü ahlaktan ve nefsi sıfatlardan
temizlenmek,
sadece Allah'a bağlanmak, ilahi
olmayan her şeyden el çekmek, her halükarda Allah'u Teala'yı anmak,
dünyevi şeylerden sevgiyi kesmek, sadece Allah için sevmek, her gün
zamanının bir kısmını her şeyden el çekerek nefsi
hesaba çekmek için ayırmak
Rızık:
Bilinmesi gerekir ki birçok hadis ve ayetlerde rızkın mukadder ve
paylanmış olduğu beyan edilmiştir. Ama bunun insanları
ticarete, çabalamaya ve geçimini kazanmaya teşvik eden hadislerle hiçbir
aykırılığı yoktur. Hatta bunu terk etmeği uygun
görmez ve terk edenleri kınamıştır ve rızk talebinden
geri kalanların duasının kabul olmayacağını beyan
etmiştir. Dolayısıyla Allah'u Teala böyle kimselere de rızk
vermeyecektir. Bu konuda bir çok hadis vardır. Burada sadece birisini
getirmekle yetiniyoruz.
Rivayet eden şöyle diyor: ''
İmam Sadık (a.s) 'Ömer bin Müslim ne yaptı?' diye
sorduğunda ben de 'fedan olayım ibadete yönelmiş ve ticareti
terk etmiştir' diye cevap verdim. İmam (a.s) şöyle dedi:
'Yazıklar olsun ona acaba rızkı talebi terk edenin,
duasının kabul olmayacağını bilmiyor mu?'. Ashaptan
bir grup, 'Ve kim, çekinirse Allah'tan, ona sıkıntıdan bir
kurtuluş vesilesi yaratır ve onu, hesaplamdığı yerden
rızıklandırır' ayeti nazil olduğunda bütün
kapıları yüzlerine kapatarak ibadete koyuldular ve dediler ki;
'Allah, rızkımızı üstlenmiştir. Artık bu bize
yeterlidir.' Resulullah (s.a.a) bunu duyunca onları huzuruna çağırdı
ve şöyle buyurdu: 'Sizleri bu işe sevk eden nedir?' Ashap, 'ya
Resulullah Allah, bizim rızkımızı üzerine aldı ve
bizde ibadete yöneldik.'
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
'Böyle kimsenin duası asla kabul olmaz. Rızk peşinde gitmeli ve
onu aramalısınız.''
(Vesail-uş Şia c.12, s. 15
Kitab-ut Ticare)
Bu rivayetlerin birbirine
aykırı olmadıklarını şöyle beyan edebiliriz:
Rızkı talep edip peşice
gittikten sonra da rızklar ve bütün işler Allah'ın kudreti ve
gücü altındadır. Bizim talep etmemizin ve
çalışmamızın rızkın ele gelmesinde
bağımsız ve müstakil bir rolü yoktur. Bilakis rızk
peşinde koşmak kulların bir görevidir ve işleri düzeltmek,
görünen ve görünmeyen sebepleri bir araya getirmek ise, Allah'u Teala'nın
takdiriyledir. Gerçek imana sahip olan birisi, rızkı araması
gerektiğini bildiği gibi, bütün her şeyin Allah'ın emri
altı olduğuna da inanır.
Tevekkül: Tevekkül, kelime anlamıyla aczini açığa vurmak ve
başkasına güvenip dayanmak demektir. Bazı arifler şöyle
tanımlamıştır:
'Tevekkül, bedenin kul haline
getirilmesi ve kalbin rububiyete bağlanmasıdır.' Yani, beden
güçlerinin Hakk'a itaat yolunda kullanılması O'na bağlı
kılınması.
Bazıları da şöyle
demiştir: 'Allah'a tevekkül etmek, kulun bütün arzularını
yaratılmışlardan koparması ve onlardan kopup Hakk'a
bağlanması demektir.'
Heva
ve Heves:
Nefsanî heva ve isteklere uymanın
değişik şekilleri vardır ve her biçimi de farklı
şekillerde insanı haktan uzaklaştırır. Küçük ve büyük
günahlar işleyerek nefsanî hevalarına uyanlar bir şekilde
nefsanî iştahlarını tatmin için çırpınan ve vaktini bu
işe harcayıp hevasına uyanlar bir şekilde, görünürde ibadet
ve kullukla uğraşanlar ve bu yolla daha yüksek mevkilere gelmeyi
umanlar başka bir şekilde haktan ve Allah'ın yolundan
uzaklaşmaktadırlar. Ve daha nice şekil ve mertebeler.
Söz gelimi, nefsanî hevalarına
uyup altın ve benzerlerine ilah imişler gibi kulluk edenler
vardır ki, Allah, onlar hakkında şöyle buyurmuştur.
'Havasını
ilah edeni gördün mü?' (Casiye 23)