GADİR SİTESİ
26/08/2021
SİDRET'ÜL
Münteha ile İlgili Hadisler
Sidret'ül Münteha, gökte, Allah'a yaklaşmada varlıkların
ulaşabileceği son sınır olarak kabul edilir. Burada Sidret'ül
Münteha ile ilgili Ehl-i Beyt'ten gelen hadisleri sunuyoruz.
1- İmam Ali (as) bir
hutbesinde: "... Ene sidret'ül Münteha... " demiştir. S.340
(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi
"Hidayet'ül Kübra" kitabı, Hidayet Yolu adıyla türkçe
baskısı. s.340)
2- Yine mevlamız
İmam Ali (as)'nin ziyaretnamesinde şöyle geçer: "... Sana selam olsun ey Tuba
ağacı ve Sidret'ül Müntehâ..."
(Nicah'üt Tai "Tefsir-i Ehl'il Beyt" C.15, S.274)
فِی زیِارَه
مولَانَا
عَلِي (علیه
السلام)
السَّلَامُ
عَلَی
شَجَرَةِ
طُوبَی وَ سِدْرَةُ
الْمُنْتَهَی
3- Sidret'ül Münteha, imam Mehdi 'as' nin
lakaplarındandır.
(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi
"Hidayet'ül Kübra" kitabı, Hidayet Yolu adıyla türkçe
baskısı. s.242)
4- İmam Ali Zeynel Abidin es-Seccad as melun
Yezid'in meclisinde mimberde okuduğu bir hutbesinde: "... Ben
Sidret'ül Münteha'nın oğluyum" buyurmuştur.
(Şeyh Abbas el-Kummi "Nefs'ül Mehmum Fi
Musîbeti Seyyidina el-Hüseyn el-Mazlûm" S.410)
5- Hz. Fatıma (sa), imam Ali (as) ile
yaptığı bir münazarada: "... Ben Sidret'ül Münteha'nın
kızıyım..." buyurmuştur.
(Şazan
bin Cibril el-Kummi "el-Fedail" S.80)
6- Süleyman
şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama
Allahu Tealanın (Sidretul Munteha. Necm 14) ve (Aslı
sabit, onun dalları semada. İbrahim 24) ayetini sordum dedi
ki: Vallahi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi o ağacın köküdür.
Ali onun zirvesidir, Fatime onun gövdesidir, imamlar onun dallarıdır
ve onların Şiaları da onun yapraklarıdır. Dedim ki:
Sana feda olayım (Munteha. Necm 14) ne demek? Dedi ki:
Vallahi din o ağaçta sonlanır. Kim o ağaçtan olmadıysa
mumin değildir ve bizim Şiamız da değildir.
(Muhammed bin Hasan es-Saffar el-Kummi "Besair'üd
Deracat" S.80 Müesseset'ül Alemi Yayınları)
249- عَنْ
سُلَيْمَانَ قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (سِدْرَةِ
الْمُنْتَهى) وَقَوْلِهِ: (أَصْلُها
ثابِتٌ
وَفَرْعُها
فِي السَّماءِ) فَقَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَاللَّهِ
جَذْرُهَا
وَعَلِيٌّ ذِرْوُهَا
وَفَاطِمَةُ
فَرْعُهَا
وَالْأَئِمَّةُ
أَغْصَانُهَا
وَشِيعَتُهُمْ
أَوْرَاقُهَا
قَالَ: قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
فَمَا
مَعْنَى
(الْمُنْتَهَى)؟ قَالَ:
إِلَيْهَا وَاللَّهِ
انْتَهَى
الدِّينُ
مَنْ لَمْ يَكُنْ
مِنَ
الشَّجَرَةِ
فَلَيْسَ
بِمُؤْمِنٍ
وَلَيْسَ
لَنَا
شِيعَةً.
(بصائر
الدرجات-
محمد بن
الحسن
الصفار القمي،
صفحة : 80)
(Muhammed bin Hasan es-Saffar
el-Kummi "Besair'üd Deracat" S.212
Müesseset'ül Alemi Yayınları)
(بصائر
الدرجات-
محمد بن
الحسن
الصفار القمي،
صفحة : 212)
8- Habib Sicistânî
şöyle naklediyor: İmam Muhammed el-Bâkıra (a.s) şu ayetin manasını sordum: Sonra yaklaştı ve aşağıya indi. İki yay uzunluğunda hatta ondan daha
da yakın oldu. Sonra kuluna
vahyedeceği şeyi vahyetti! (Necm 8-10. Ayetler). İmam (a.s)
buyurdu ki: Ey Habib! Bu ayeti
bu şekilde kıraat etme. Aksine şöyle kıraat et: Sonra yakınlaştı ve tedricen hatta ondan daha da
yakın oldu. Böylece Allah, kendi kuluna Yani Resulullaha
(s.a.a)- vahyedeceğini
vahyetti. Ey Habib! Allah Resulü (s.a.a) Mekkeyi fethettiği zaman, Yüce Allaha ibadet
etmek ve nimetlerinden dolayı şükretmek için kendisini Allahın evini tavaf etmekle
yorgunluk ve zahmete düşürdü. Müminlerin Emiri İmam Ali (a.s)da onunla birlikteydi.
Gecenin karanlığı
Mekke ehlini kuşattığında, Allah Resulü
(s.a.a) ve İmam Ali (a.s), Say (Safa ve
Merve tepeleri arasında hızlı yürüyerek/koşarak yapılan ibadet) yapmak için Safa
ve Merveye geldiler. Safadan Merveye indiklerinde ve bir vadide
gördüğün alametin altında durduklarında, gökten bir nur
parladı ve o nur ikisini de bürüdü. Mekke dağları
aydınlandı ve o ikisinin gözleri kamaştı. Bundan dolayı herkes korkuya kapıldı. Sonra Resulullah (s.a.a) başını göğe kaldırdı ve o sırada başının üzerinde iki tane nar
gördü. Peygamber (s.a.a) o iki narı
aldı. Yüce Allah (bu sırada) kendisine şöyle vahyetti: Ey Muhammed!
Bu iki nar, cennet meyvelerindendir ve o ikisinden sonra yalnız sen ve vasin
Ali b. Ebî Talib (a.s) yiyebilirler. Resulullah (s.a.a) narlardan birini, Ali (a.s) ise diğerini
yedi. Sonra Yüce Allah, ona vahyedeceğini vahyetti.
Sonra
İmam (a.s), şöyle devam etti: Ey Habib!
'Onu başka bir defa da
inerken görmüştü. Sidret-ül Müntehanın yanında. Yanında Mava cenneti var'(Necm 13-15.Ayetler). Resulullah (s.a.a) göğe yükseldiğinde Cebrail (a.s) Sidret-ül Müntehaya ulaşıp dedi ki: Ey
Muhammed! Bu yer benim durağımdır. Burası öyle bir yerdir ki,
Allah Teâlâ beni orada durdurmuş ve hiçbir zaman
buradan ileri geçmeye gücüm olmayacaktır.
Ama sen geç
ve ileri git ki, Sidreye
ulaşabilesin. Sonra orada durdular. Resulullah (s.a.a) Sidreye doğru ilerledi ve Cebrail
(a.s) ise arkada kaldı.
Ebu
Cafer (a.s) şöyle devam etti: Yeryüzü ehlinin amellerine nezaret eden melekler,
onları Sidre arazisine yükseltip, orada koydukları için bu yer;
Sidret-ül Münteha olarak adlandırılmıştır.
Ameller oraya yükseldiğinde ise, hep birlikte: Kiram ve Berare
olan melekler, yeryüzündeki kulların koruyucu meleklerinin onlara yükselttikleri şeyleri Sidrenin aşağısında (yahut
ona yakın bir yerde) yazarlar.
İmam (a.s) buyurdu ki: Melekler
kulların amellerini Sidreye ulaştırırlar.
Resulullah (s.a.a) ise bakar ve
bu ağacın dallarının Arşın
altında ve etrafında olduğunu görür. Sonra şöyle
buyurdu: Cebbarın nuru, Resulullaha (s.a.a) tecellâ eder. Onu bürüdüğünde
onun gözleri belirir. Nitekim dizleri şiddetle titrer. İmam (a.s) buyurdu ki:
Nitekim Allah, Hz. Muhammedin
(s.a.a) kalbini muhkem ve gözünü
kuvvetli kıldı ki, Rabbinin ayetlerini
göre bilsin diye. Bu ise, Allah Teâlânın buyurduğu şu kelamıdır: Onu bir defa da
inerken gördü. Son seviyedeki Sidr ağacının (Sidret-ül
Müntehanın) yanında.
Meva cenneti de onun yanındadır (Necm 13-15.Ayetler).
Muvafâtı (tamamıyla
ulaşmayı) kast etmektedir. Böylece Hz. Muhammed (s.a.a) Rabbinin büyük ayetlerinden kendi gözü ile gördüklerini
müşahede etti -yani en büyük ayetlerini.-
Ebu
Cafer (a.s) şöyle devam etti: Sidrenin kalınlığı ve büyüklüğü dünya günlerinden yüz yıllık yol kadardır. Onun yaprağı, dünya ehlini örter. Allahın
öyle melekleri vardır ki hepsi yeryüzünde olan ağaç ve hurmalıklardadırlar
(onlara müvekkil olmuşlardır). Ondan dolayı da öyle bir ağaç
ve hurmalık yoktur ki onun
beraberinde Allah tarafından
o ağacı ve onda olanı muhafaza eden bir
melek olmasın. Eğer ağaçla birlikte mâni türeten
bir melek olmasaydı, o halde yeryüzündeki yırtıcılar
ve haşereler üzerinde meyve varken dahi onu
yiyecekler (tüketeceklerdi).
İmam (a.s) şöyle devam etti: Allah Resulünün (s.a.a), meyveli ağaç yahut hurma altında hacet gidermeyi yasaklamasının sebebi
de orada müvekkil bir meleğin bulunmasındandır. İşte
sırf bunun hatırına, ağaç yahut hurmalığın, meyvesi varken ünsiyeti olmaktadır. Çünkü melekler orada bulunmaktadırlar.
(Şeyh es-Saduk "İlel'üş Şerai"
Bab: 185, C.1, S.276-278 )
185 باب
العلة التي من
أجلها نهي عن التغوط
تحت الأشجار
المثمرة و
العلة التي من
أجلها يكون
للأشجار التي
عليها الثمار
أنسا و العلة التي
من أجلها سميت
سدرة
المنتهى
أَبِي
(رحمه الله)
قَالَ
حَدَّثَنَا
سَعْدُ بْنُ
عَبْدِ
اللَّهِ قَالَ
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
مُحَمَّدِ بْنِ
عِيسَى عَنِ
الْحَسَنِ
بْنِ
مَحْبُوبٍ
عَنْ مَالِكِ
بْنِ
عُيَيْنَةَ
عَنْ حَبِيبٍ السِّجِسْتَانِيِّ
قَالَ
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ (ع) عَنْ
قَوْلِهِ
عَزَّ وَ جَلَّ:
(ثُمَّ دَنا
فَتَدَلّى
فَكانَ قابَ
قَوْسَيْنِ
أَوْ أَدْنى فَأَوْحى
إِلى
عَبْدِهِ ما
أَوْحى)(النجم
8-10)
فَقَالَ لِي
يَا حَبِيبُ
لَا تَقْرَأْ
هَكَذَا
اقْرَأْ
ثُمَّ دَنَا
فَتَدَانَى
فَكَانَ
قَابَ
قَوْسَيْنِ
فِي
الْقُرْبِ
أَوْ أَدْنَى
فَأَوْحَى
اللَّهُ
إِلَى
عَبْدِهِ يَعْنِي
رَسُولَ
اللَّهِ ما
أَوْحى يَا
حَبِيبُ
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ (ص)
لَمَّا
فَتَحَ
مَكَّةَ
أَتْعَبَ
نَفْسَهُ فِي
عِبَادَةِ
اللَّهِ
تَعَالَى وَ
الشُّكْرِ
لِنِعَمِهِ
فِي
الطَّوَافِ
بِالْبَيْتِ
وَ كَانَ
عَلِيٌّ (ص)
مَعَهُ قَالَ
فَلَمَّا
غَشِيَهُمُ
اللَّيْلُ
انْطَلَقَا
إِلَى
الصَّفَا وَ
الْمَرْوَةِ
يُرِيدَانِ
السَّعْيَ
قَالَ
فَلَمَّا هَبَطَا
مِنَ
الصَّفَا
إِلَى
الْمَرْوَةِ
وَ صَارَا فِي
الْوَادِي
دُونَ
الْعَلَمِ
الَّذِي
رَأَيْتَ
غَشِيَهُمَا
مِنَ
السَّمَاءِ
نُورٌ
فَأَضَاءَتْ
جِبَالُ
مَكَّةَ وَ خَشَعَتْ
أَبْصَارُهُمَا
قَالَ
فَفَزِعَا
لِذَلِكَ
فَزَعاً
شَدِيداً
قَالَ
فَمَضَى
رَسُولُ
اللَّهِ (ص)
حَتَّى
ارْتَفَعَ
عَنِ
الْوَادِي وَ
تَبِعَهُ
عَلِيٌّ (ع)
فَرَفَعَ
رَسُولُ
اللَّهِ (ص)
رَأْسَهُ
إِلَى
السَّمَاءِ
فَإِذَا هُوَ
بِرُمَّانَتَيْنِ
عَلَى
رَأْسِهِ
قَالَ فَتَنَاوَلَهُمَا
رَسُولُ
اللَّهِ (ص)
فَأَوْحَى
اللَّهُ
عَزَّ وَ
جَلَّ إِلَى
مُحَمَّدٍ
يَا
مُحَمَّدُ
إِنَّهَا
مِنْ قِطْفِ
الْجَنَّةِ
فَلَا
تَأْكُلْ
مِنْهُمَا إِلَّا
أَنْتَ وَ
وَصِيُّكَ
عَلِيُّ بْنُ
أَبِي
طَالِبٍ
قَالَ
فَأَكَلَ
رَسُولُ
اللَّهِ (ص)
إِحْدَاهُمَا
وَ أَكَلَ
عَلِيٌّ (ع)
الْأُخْرَى
ثُمَّ
أَوْحَى
اللَّهُ
عَزَّ وَ
جَلَّ إِلَى
مُحَمَّدٍ (ص) مَا
أَوْحَى
قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ (ع) يَا
حَبِيبُ (وَ
لَقَدْ رَآهُ
نَزْلَةً
أُخْرى
عِنْدَ سِدْرَةِ
الْمُنْتَهى
عِنْدَها
جَنَّةُ
الْمَأْوى)(النجم 13-15) يَعْنِي
عِنْدَهَا
وَافَى بِهِ
جَبْرَئِيلُ
حِينَ صَعِدَ
إِلَى
السَّمَاءِ
قَالَ فَلَمَّا
انْتَهَى
إِلَى
مَحَلِّ السِّدْرَةِ
وَقَفَ جَبْرَئِيلُ
دُونَهَا وَ
قَالَ يَا
مُحَمَّدُ
إِنَّ هَذَا
مَوْقِفِيَ
الَّذِي
وَضَعَنِيَ
اللَّهُ
عَزَّ وَ
جَلَّ فِيهِ
وَ لَنْ
أَقْدِرَ عَلَى
أَنْ
أَتَقَدَّمَهُ
وَ لَكِنِ
امْضِ أَنْتَ
أَمَامَكَ
إِلَى السِّدْرَةِ
فَقِفْ
عِنْدَهَا
قَالَ
فَتَقَدَّمَ
رَسُولُ
اللَّهِ (ص)
إِلَى السِّدْرَةِ
وَ تَخَلَّفَ جَبْرَئِيلُ
(ع)
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ (ع) إِنَّمَا
سُمِّيَتْ سِدْرَةَ
الْمُنْتَهَى
لِأَنَّ أَعْمَالَ
أَهْلِ
الْأَرْضِ
تَصْعَدُ بِهَا
الْمَلَائِكَةُ
الْحَفَظَةُ
إِلَى مَحَلِّ
السِّدْرَةِ
وَ
الْحَفَظَةُ
الْكِرَامُ
الْبَرَرَةُ
دُونَ السِّدْرَةِ
يَكْتُبُونَ
مَا تَرْفَعُ
إِلَيْهِمُ
الْمَلَائِكَةُ
مِنْ
أَعْمَالِ
الْعِبَادِ فِي
الْأَرْضِ
قَالَ
فَيَنْتَهُونَ
بِهَا
إِلَى
مَحَلِّ السِّدْرَةِ
قَالَ
فَنَظَرَ
رَسُولُ
اللَّهِ (ص)
فَرَأَى
أَغْصَانَهَا
تَحْتَ
الْعَرْشِ وَ
حَوْلَهُ
قَالَ
فَتَجَلَّى
بِمُحَمَّدٍ (ص) نُورُ
الْجَبَّارِ
عَزَّ وَ
جَلَّ
فَلَمَّا
غَشِيَ
مُحَمَّداً
النُّورُ
شَخَصَ بِبَصَرِهِ
وَ
ارْتَعَدَتْ
فَرَائِصُهُ
قَالَ
فَشَدَّ
اللَّهُ
تَعَالَى
لِمُحَمَّدٍ
قَلْبَهُ وَ
قَوَّى لَهُ
بَصَرَهُ
حَتَّى رَأَى
مِنْ آيَاتِ
رَبِّهِ مَا
رَأَى وَ
ذَلِكَ
قَوْلُ
اللَّهِ
عَزَّ وَ جَلَّ
(وَ لَقَدْ
رَآهُ
نَزْلَةً
أُخْرى
عِنْدَ سِدْرَةِ
الْمُنْتَهى
عِنْدَها
جَنَّةُ
الْمَأْوى) قَالَ
يَعْنِي
الْمُوَافَاةَ
فَرَأَى مُحَمَّدٌ
(ص) مَا
رَأَى
بِبَصَرِهِ
مِنْ آيَاتِ
رَبِّهِ الْكُبْرَى
يَعْنِي
أَكْبَرَ
الْآيَاتِ
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ (ع) وَ إِنَّ
غِلَظَ السِّدْرَةِ
بِمَسِيرَةِ
مِائَةِ
عَامٍ مِنْ
أَيَّامِ الدُّنْيَا
وَ إِنَّ الْوَرَقَةَ
مِنْهَا
تُغَطِّي
أَهْلَ الدُّنْيَا
وَ إِنَّ
لِلَّهِ
تَعَالَى
مَلَائِكَةً
وَكَّلَهُمْ
بِنَبَاتِ
الْأَرْضِ
مِنَ
الشَّجَرِ وَ
النَّخْلِ
فَلَيْسَ
مِنْ شَجَرَةٍ
وَ لَا
نَخْلَةٍ
إِلَّا وَ
مَعَهَا مَلَكٌ
مِنَ اللَّهِ
تَعَالَى
يَحْفَظُهَا وَ
مَا كَانَ فِيهَا
وَ لَوْ لَا
أَنَّ
مَعَهَا مَنْ
يَمْنَعُهَا
لَأَكَلَهَا
السِّبَاعُ
وَ هَوَامُّ
الْأَرْضِ
إِذَا كَانَ
فِيهَا
ثَمَرُهَا قَالَ
وَ إِنَّمَا
نَهَى
رَسُولُ
اللَّهِ (ص)
أَنْ
يَضْرِبَ
أَحَدٌ مِنَ
الْمُسْلِمِينَ
خَلَاهُ
تَحْتَ
شَجَرَةٍ
أَوْ
نَخْلَةٍ قَدْ
أَثْمَرَتْ
لِمَكَانِ
الْمَلَائِكَةِ
الْمُوَكَّلِينَ
بِهَا
قَالَ وَ
لِذَلِكَ
يَكُونُ
لِلشَّجَرَةِ
وَ النَّخْلِ
أُنْساً
إِذَا كَانَ
فِيهِ حَمْلُهُ
لِأَنَّ
الْمَلَائِكَةَ
تَحْضُرُهُ.
(الشيخ
الصدوق في علل
الشرائع
الجزء : 1 صفحة : 276-278)
Vakia Süresi 25-28. Ayetlerin Tefsiri
"Orada boş bir söz
ve günaha sokan bir laf
işitmezler" (Vakia 25. Ayet). "Yalnızca bir söz (işitirler:) Selam, selam!"
(Vakia 26. Ayet). "Defterleri sağdan verilenler; nedir defterleri sağdan verilenler?" (Vakia 27. Ayet). "Onlar dikensiz sedir ağaçları yanındadırlar"(Vakia 28. Ayet).
Ali bin İbrahim el-Kummi tefsirinde: "Orada boş bir söz ve
günaha sokan bir laf işitmezler" hakkında dedi ki: "fuhuş, yalan ve şarkı söylemek"
"Defterleri sağdan
verilenler; nedir defterleri sağdan verilenler?" Sağ, Müminlerin Emiri Ali aleyhisselam, onun ashabı ve yandaşlarıdır.
"Onlar dikensiz sedir ağaçları yanındadırlar" Onlarda diken ve yaprak
olmayan ağaçlardır.
(Seyyid Haşim el-Behrani "el-Burhan Fi Tefsir'ül Kuran"
C.5, S.260 / Tefsir-i Ali bin İbrahim el-Kummi )
علي
بن
إبراهيم:قوله تعالى: لاٰ
يَسْمَعُونَ
فِيهٰا
لَغْواً وَ لاٰ
تَأْثِيماً
،قال:الفحش و
الكذب و الغناء،
قوله تعالى:
وَ أَصْحٰابُ
الْيَمِينِ مٰا
أَصْحٰابُ
الْيَمِينِ
،قال:اليمين:عليّ
أمير المؤمنين(عليه
السلام) و
أصحابه و شيعته،
و قوله تعالى:
فِي سِدْرٍ مَخْضُودٍ
،قال:شجر لا
يكون له ورق و
لا شوك فيه.
(البرهان
في تفسير
القرآن -
السيد هاشم البحراني،
الجزء: 5 صفحة:
260)