Alevi Mektebi Sitesi

 

 

Ana Sayfa

Hadisler

 

EHLİ SÜNNET VE ŞİA KAYNAKLI  EHL-İ BEYT İLE İLGİLİ UZUN BİR HADİS

 

 

Ehli Beyti seven bir hadis alimi, Abbasi halifesi Mansur’un zamanında yaşamıştı. Onun adı Süleyman idi, fakat A’meş diye meşhurdu. Abbasi halifesi, Süleyman’ın Ehli Beyt hakkında hadis naklettiğini biliyordu, bir gün gece vaktinde halife adamını gönderip Süleyman’ı huzuruna çağırtır. Elçi Süleyman’ın kapısına gelir ve halifenin onu huzuruna çağırdığını bildirir. Süleyman kendi kendine dedi ki: “Hayırdır, bu vakitte beni niye çağırıyor acaba. Muhakkak Ali bin Ebi Talib Aleyhisselam’ın faziletleri hakkında benden hadisler soracak, onlardan haberdar edersem de beni öldürecektir.”

(Buradan itibaren Süleyman’ın dilinden haberi anlatıyorum) Süleyman şöyle anlatmaya devam etti:

Sonra temizlendim, kefenimi giydim, gereken kokuyu süründüm ve vasiyetimi yazdım. Bunun üzerine halifenin huzuruna varmak için yola çıktım. Huzuruna vardığımda halifenin yanında Amru bin Ubeyd’i gördüm, bunun üzerine Allaha şükredip Amru’nun orada bulunmasını bana bir yardım olarak gördüm.  Halife bana dedi ki: “Ey Süleyman, bana yaklaş.” Ben de halifenin yanına yaklaştığımda, Amru’ya, beni ne için çağırttığını sormak istediğimde, üzerime sürmüş olduğum kafur kokusu odaya yayıldı. Bunun üzerine halife bana dedi ki: “Ey Süleyman, senden çıkan bu kokunun ne olduğunu bana doğru olarak anlatmazsan seni muhakkak öldürürüm.” Ben dedim ki: “Ey halife hazretleri, elçini gecenin ortasında yanıma yolladığında, ben kendi kendime dedim ki : Muhakkak halife hazretleri, Ali’nin faziletleri hakkında bana hadis sormak için beni istiyor, doğruyu anlatsam halife beni öldürecek diye düşündüğüm için vasiyetimi yazdım, kefenimi giydim ve üzerime güzel kokular sürünüp, huzurunuza geldim.” Ben bunu anlatınca halife oturdu ve dedi ki: Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil Aliyyül Azîm (Güç ve kuvvet ancak Yüce ve Büyük olan Allah’tan gelir). Sonra bana dedi ki: “Ey Süleyman, benim adımın ne olduğunu biliyor musun?”  Ben dedim ki: “Ey Halife hazretleri, evet biliyorum.” Halife bir daha sordu: “Benim adım, nesebim nedir?”  Ben dedim ki: “Adın, nesebin, Uzun Abdullah, Muhammed’in oğlu, Ali’nin oğlu, Abdullah’ın oğlu, Abbas’ın oğlu, Abdülmüttalib’in oğlu.” Bunun üzerine halife bana dedi ki: “Evet, doğruyu söyledin, Allah ve Resulullah (saa)’a yakınlığımın hakkı için, bütün alimlerden şimdiye kadar Ali hakkında kaç fazilet naklettiysen bana bildir.” Ben dedim ki: “On bin hadis Ali’nin fazileti hakkında şimdiye kadar nakletmişim.” Halife dedi ki: “Ey Süleyman Ali Aleyhisselam hakkında sana iki hadis anlatsam, senin şimdiye kadar tüm alimlerden naklettiğin hadisleri eritirdi. Eğer sana anlatacağım hadisleri Alevilere (Ehl-i Beyt yandaşlarına) anlatmayacağına dair yemin edersen sana anlatacağım.” Ben dedim ki: “Yemin etmem, ama bu hadisleri onlardan hiç kimseye anlatmayacağım.”  Bunun üzerine halife bana anlatacağı iki hadisi ne zaman ve nerede benden önce anlattığını kendi hayatıyla bana anlatmaya başladı ve dedi ki:

Ben zamanında (Abbasilerden önce) Ben-i Mervan hakimiyetinden kaçıyordum, böylece şehir şehir gezip, Ali (as)’ye olan sevgimden dolayı oradaki insanlardan yardım görüyordum. Halk, benim Ali (as)’ye olan sevgimden ve onlara anlattığım faziletlerinden dolayı bana yatacak bir yer, yiyecek ve bana ikramda bulunup beni her zaman uğurlamaktaydılar. Böylece hep dolaşıp Şam şehrine varmıştım. Şam ehli her sabahladıklarında Ali Aleyhisselam’ı mescitlerinde lanet ederlerdi. Zira Şam halkı, Harici ve Muaviye’nin adamlarından oluşmaktaydı.(1) Ben yanından geçtiğim bir mescide girdim, içimde onların hakkında ne bulunuyorsa vardı. Öğlen namazını kıldım, imam selamladıktan sonra namazını bitirip duvara yaslandı. Mescidin içinde bulunan halk namazlarını bitirdikten sonra hepsi ses çıkarmadan, imama ihtiramen yerine oturdular. Biz bu haldeyken mescidin içine iki oğlan geçerler, bunları gören imam dedi ki: “Selam sizlere ve adlarınız onların adlarından olanlara de selam olsun. Allaha yemin olsun ki, sizlerin adlarını Hasan ve Hüseyin verdim ki, Muhammed ve Âli Muhammed (Ehl-i Beyt)’e olan sevgimdendir.”

Ben bu haberden çok sevinçli olarak ayağa kalkıp, o zamanlarda gençliğimde hiç kimseden korkum olmadığından, şeyhin (imamın) yanına yaklaştım ve ona dedim ki: “İster misin, sana bir hadis anlatıp gözlerini sevindireyim?”  Şeyh bana dedi ki: “Eğer gözümü sevindirirsen, ben de senin gözünü sevindiririm.” Ben şöyle hadise başladım: “Babam, dedemden, o da babasından, o da Resulullah (saa)’tan...” Ben buraya varınca şeyh bana dedi ki: “Senin baban ve deden kimlerdir? “ Bunun üzerine benden hadis ravilerinin kim olduklarını öğrenmek istediğini anladım ve ona kendimi tanıttım : “Ben Muhammed’in oğlu Abdullah’ın oğlu Abbas.” Sonra hadise başladım: Abbas, Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem ile beraber idi. O anda Fatıma Resulullah (saa)’ın yanına geldi ve ağlıyordu. Bunu gören Resulullah (saa) ona: “Seni ağlatan nedi ey Fatıma?” Diye sordu. Fatıma dedi ki: “Ey baba, Hasan ve Hüseyin evden erken çıkıp gün geçtiği halde hâlen eve dönmediler. Ali (as) ise beş gündür bahçeyi sulamak ile meşguldür, ben de onları senin menzilinde aradım fakat hiçbir eserini bulamadım.” O anda Ebu Bekir, Resulullah (saa)’ın sağında oturuyordu. Resulullah (saa) ona şöyle buyurdu: “Ey Ebu Bekir, kalk, bana gözlerimin nurlarını bul.” Sonra yanındakilere şöyle buyurdu: “Ey Ömer, ey Selman, ey Ebu Zer, ey falan, ey filan hemen onları bulun...” Böylece o zaman ashabtan tam yetmiş kişi Resulullah (saa)’ın yanına gelip onları bulamadan geri döndüler. Bu durumdan çok üzülen Resulullah (saa) mescidin kapısında durup şöyle buyurdu: “Ya Rabbi, Halil’in İbrahim ve Safiyyin Adem’in hakkı için, gözlerimin nuru ve bilgimin semeresi olan Hasan ve Hüseyin’i nerede olurlarsa onları koru ve sağ salim geri gönder.” Hemen o anda Cebrail inip şöyle buyurdu: “Ey Resulullah, Allah sana selam okur ve sana buyurur ki: Endişe edip üzülme, iki oğlan dünya ve ahirette faziletlidirler ve kendileri (ruhları) cennettedirler. Onların üzerine, ayakta ve yatakta olsalar bir melek görevlendirmişim, onları korur.” Bunun üzerine Resulullah (saa) çok sevinip, Cebrail sağında ve müslümanlar etrafında olmak üzere Hasan ve Hüseyin’in bulunduğu yere vardılar. Resulullah (saa) onları korumakla görevlendirilmiş meleğe selam verdi ve dizleri üstüne çöktü ve baktı ki, Hasan ve Hüseyin’i boynundan sarmış ve ikisi uyumaktadırlar. Onları koruyan melek ise bir kanadını altlarına germiş ve kanadını ise üstlerine germiş, ikisinin üstüne de yünden bir aba serilmişti.

Peygamber onlara dokunmak istediğinde ikisi uykularından uyandılar, bunun üzerine Resulullah (saa) Hasan’ı  ve Cebrail de Hüseyin’i taşıdı. Resulullah (saa), sağında olan Hasan’ı ve solunda olan Hüseyin’i öpüp onlara şöyle buyurdu: “Her kim sizleri severse Resulullah’ı sevmiştir ve her kim sizleri buğz ederse Resulullah’ı buğz etmiştir.” Ebu Bekir dedi ki: “Ey Resulullah, birini bana ver ki, birini ben taşıyayım.” Resulullah (saa) buyurdu ki: “En güzel binici onlar ve en güzel taşıyanlar bunları taşıyanlardır.” Sonra Ömer de Ebu Bekir’in söylediğini söyleyince Resulullah (saa) da ona aynı cevabı verir, sonra mescide varırlar. Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Allah, bu gün oğullarımı şereflendirdiği gibi ben de onları şereflendirmek istiyorum. Ey Bilal, halkı yanıma çağır.” Bilal halkı çağırıp, hepsi toplandığında Resulullah (saa) onlara şöyle buyurdu: “Peygamberinizden şimdi söyleyeceklerimi aklınızda tutup sonra Resulullah şöyle buyurdu, deyin. Ey insanlar, bu gün en hayırlı dede ve nineye sahip olanları size tanıtayım mı?” Toplanan halk: “Evet, ey Resulullah” dediler. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Dedeleri Resulullah Muhammed, nineleri de Cennet kadınlarının efendisi Hadice bin Huveylid’dir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı baba ve anneye sahip olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa): “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Babaları Ali bin Ebi Talib (as) kendilerinden daha hayırlı, Allah’ı ve Peygamberini seven ve Allah’ın peygamberinin de onu sevdiği gençtir. Kendisi de İslam’a yararı ve menakıbı olan zattır. Anneleri ise, Resulullah’ın kızı ve Cennet kadınlarının efendisidir.  Ey insanlar, sizlere en hayırlı amca ve halaya sahip olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet, ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Amcaları Cafer’dir ki, iki kanadıyla Cennet’te meleklerle uçar, halaları ise Ebi Talib’in kızı Ümm Hani’dir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı dayı ve teyzeye sahip olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Dayıları Resulullah’ın oğlu Kasım’dır, teyzeleri ise Resulullah’ın kızı Zeynep’tir. Ey insanlar, sizlere bildireyim ki, Hasan ve Hüseyin’in dedesi, ninesi, babaları, anneleri, amcaları, halaları, dayıları, teyzeleri, kendileri ve Ali oğullarını sevenler de bizimle beraber Cennet’tedir. Her kim onları buğz ederse ateşin (Cehennemin) içinde olacaktır. Allah’ın katında onların kerametleri olduğundandır ki, Allah onların adlarını Şeber ve Şübeyr olarak verdi.”

Şam’daki mescidin imamı bu hadisi benden duyunca bana dedi ki: “Sen bu hadisi Ali (as)  hakkında muktedir olduğun halde, durumun (giysilerin) hiç de iyi değil.” Bunun üzerine bana iyi elbise verip, beni bir katırın üstüne bindirdi ki, sonra o katırı yüz dinara satmıştım ve bana dedi ki:  “Seni iki kardeşin yanına göndereceğim ki, ikisi bu şehirdedirler. Sana hayırları dokunur. Bu iki kardeşten biri toplumunun imamı idi, her sabahladığı gün Ali (as)’yi bin kere lanet ederdi ve her Cuma günü ise Ali (as)’yi dört bin kere lanet ederdi. Fakat bu gün, o adam Ali’yi sever, çünkü Allah, onun nefsindekini değiştirdi ve soranlar için onu bir işaret kıldı. Onun kardeşi ise anasından doğar doğmaz Ali’yi severdir, hadi sen onların yanına var.”  Ey Süleyman, Allaha yemin olsun ki, şeyhin bana vermiş olduğu katıra bindim ve o gün çok acıkmıştım. Şeyh, mescitteki toplum ile beraber o iki kardeşin kapısına kadar benimle beraber geldiler. Şeyh bana dedi ki: “Çekinmeden içeri geç.” Ben kapıyı vurunca etrafımda olanların hepsi kaçtılar. Kapıyı esmer biri açtı, beni ve katırı görünce dedi ki: “Selamün aleyküm, Allaha yemin olsun ki, falan şeyhin sana katırını vermesi, senin Allah’ı ve Resulunü sevdiğini göstermekten başka bir şey değildir. Eğer beni sevindirirsen, ben de seni sevindiririm.”

Ey Süleyman, Allah’a yemin olsun ki, şimdi duyacağın hadisi aynen o esmer adamla konuştum, dedim ki : Babam dedemden o da babasından, dedi ki: Resulullah (saa) ile evinde beraber otururken Fatıma (sa) Hüseyin’i taşıyıp, ağladığı halde yanımıza geldi. Resulullah (saa) onu karşılayıp, Hüseyin’i aldı ve ona buyurdu ki: “Seni ağlatan nedir, ey Fatıma?” Fatıma dedi ki: “Ey baba, Kureyş’in kadınları benim elimde olan mala bakıp dediler ki: Baban seni hiçbir şeye sahip olmayan biriyle evlendirdi.” Bunun üzerine Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Dur, acele etme. Senden mi bunları duyacaktım? Ben seni evlendirmeden önce Allah seni, Arşın üstünde evlendirdi ve buna Cebrail, Mikail ve İsrafil şahid oldular. Şanı yüce olan Allah dünya ehline baktı ve aralarından babanı seçip onu peygamber gönderdi. Sonra bir daha dünya ehline baktığında kocanı seçip, seni onunla evlendirmemi bana vahyetti ve onu kendime vasi ve vezir edinmemi emretti. Ali insanlar içinde en şeci kalbe sahip olan, en fazla bilgiye sahip olan, en fazla hilme sahip olan, en önce İslam olan, en adaletli paylaştıran ve en güzel yaratılışa sahiptir. Ey Fatıma, ben Hamd bayrağını ve Cennet’in anahtarlarını elime alıp, onları Ali’ye vereceğim. Böylece Adem ve tüm evladı onun bayrağı altında toplanacaklarlardır. Ey Fatıma, o gün ben, Ali’yi havuzumun başına sahip kılıp, ümmetimden tanınanları havuzumdan içmelerine izin verecektir. Ey Fatıma, oğulların Hasan ve Hüseyn Cennet gençlerinin seyyidleridir, onların adları önceden Tevrat’ta da mevcut idi. Onların adları Cennet’te Şeber ve Şübeyr idi, fakat Muhammed’in Allah katındaki kerametinden ve onların da Allah katındaki kerametlerinden dolayıdır ki, Allah onların adlarını Hasan ve Hüseyin olarak verdi. Ey Fatıma, senin baban iki tane Cennet elbisesi giyecek, Ali de iki Cennet elbisesi giyecek, o anda Hamd bayrağı elimde olacak, ümmetim bayrağımın altında olacak, o zaman bayrağı Allah’ın katında kerametinden dolayı Ali’ye vereceğim. Bunun üzerine bir nida gelecek ki: Ey Muhammed, en güzel dede senin deden İbrahim ve en güzel kardeş de senin kardeşin Ali’dir. Sonra Allah beni çağırdığında Ali’yi de çağıracaktır. Ben diz üzerine oturduğumda o da oturacak, ben şefaat kıldığımda kendisi de şefaat kılacaktır, ben icabet ettiğimde Ali de benimle icabet edecektir. Kendisi o makamrda, elimde Cennet’in anahtarları olduğunda benim yardımcım olacaktır. Ey Fatıma, hadi artık kalk ve bil ki, o gün Ali ve şiası (yandaşları) kurtulanlardır.(2)

 

Esmer adam bu hadisi benden duyduğunda, bana on bin derahim (para) verilmesini emretti ve bana otuz tane elbise verdi ve dedi ki: “Sen, nereden geliyorsun?” Ben dedim ki: “Ben Kufe’den geliyorum.” Adam dedi ki: “Sen Arap mısın yoksa köle misin?” Ben dedim ki: “Hayır, ben Arabım.” Esmer adam bana dedi ki: “Sen gözlerimi nasıl sevindirdiysen ben de senin gözlerini sevindirmek istiyorum. Yarın falan yerin mescidine yanıma gel, fakat yolunu şaşırmadan gel.” Ben de esmer adamın evinden çıkıp beni mescidinde bekleyen şeyhin yanına geri döndüm. Şeyh benim geri geldiğimi gördüğünde beni karşıladı ve dedi ki: “Falanın babası (esmer adam) seninle ne yaptı?” Ben de ona olanları anlattım. Bunun üzerine şeyh dedi ki: “Allah ona bundan dolayı hayırlar ihsan etsin ve Allah bizleri, hepimizi Cennet’te buluştursun.”

 

Ey Süleyman, ben de sabahladığımda katıra binip esmer adamın tarif ettiği mescidin yolunu tuttum. O kadar yol gitmiştim ki, yolu şaşırdığımı zannedip korkmuştum, o anda ezan sesi duydum. Hemen mescidin olduğu yere vardım ve kendi kendime dedim ki: “Allah’a yemin olsun ki, bu toplum ile namaz kılacağım.” Katırın üstünden inip mescide girdim, mescidin içinde beni vaat eden esmer adamın şeklinde olan bir kişinin sağında durdum. Rükü’ya varıp secde ettiğimiz zaman yanımda duran adamın yüzünü örten baş sarığı aralanıp, yüzünün domuz yüzü, ellerinin ve ayaklarının da domuz el ve ayakları olduğunu gördüm. Bu adamdan gördüğümü o kadar düşündüm ki, namazda ne söylediğimi, namazın nasıl bittiğini bilemedim. İmam, selam verdikten sonra sağımda duran adam yüzüme doğru bakıp dedi ki: “Sen dün kardeşimin yanında iken sana falan yere gel, dememiş miydi?” Ben dedim ki: “Evet, demişti.” Bunun üzerine adam, elimden tutup ayağa kalktık ve onu, gittiği odaya kadar takip ettim. Adam, bizim gittiğimizi seyreden mescittekilere dedi ki: “Yanımıza girmesi için hiç kimseye izin vermeyin.” Sonra arkamızdan kapıyı kapattı ve üzerindeki elbiseyi yırtıp vücudunu gösterdi. Baktım ki, vücudu da domuz vücutluydu. Ben bu durumu görünce dedim ki: “Ey kardeş, bu senden gördüğüm durum nedir?” Kendisi dedi ki: “Ben bu toplumun müezzini idim. Her gün ezan ve ikamet arasında Ali (as)’yi bin kere lanet ederdim. Cuma günü olduğu bir gün Ali (as)’yi dört bin kere lanet etmiştim ve onun evladını da (imamları) lanet etmiştim. Sonra işte şu evimde olan dükkanımın duvarına yaslanmıştım ki, uyku bastırdı ve uykumda kendimi sanki Cennet’te gördüm. Cennet’te giderken nurdan bir namazlınğın üstünde Ali, Hasan ve Hüseyin’in birbirine yaslanıp sevinçli olduklarını gördüm. Biraz ötede Resulullah (saa)’ı oturduğu yerde gördüm, Hasan ve Hüseyin’in önünde bir bardak vardı. Resulullah (saa), Hasan’a buyurdu ki: Bana içir, içtikten sonra Hüseyin’e buyurdu ki: Baban Ali’yi içir. O da içti. Sonra Hasan’a buyurdu ki: Cemaati içir, cemaat içtiler. Bunun üzerine Resulullah (saa) Hasan’a buyurdu ki: Dükkanına yaslanan bu adamı da içir.

 

Hasan o anda yüzünü benden çevirip dedi ki: “Ey baba, buna nasıl içecek vereyim ki, kendisi her gün babamı bin kere lanet eder ve bu gün (Cuma) babamı dört bin kere lanet etti?” Resulullah (saa) bunun üzerine buyurdu ki: “Ey Allah’ın laneti üzerine olan kişi, nasıl olur da kardeşim Ali’yi lanet edip kötülersin? Allah’ın laneti senin üzerine olsun, sen mi oğullarım Hasan ve Hüseyin’i söversin?” Bunun üzerine peygamber benim üzerime tükürdü ki, tükürüğü yüzümü ve cismimin hepsini örttü. O anda uykumdan uyanıp, peygamberin üzerime tükürmüş olduğu yerleri şimdi gördüğün halde (domuz vücuduna dönüştüğünü) gördüm ve böylece soranlar için bir ayet oldum.”

 

Ey Süleyman, Ali (as) hakkında  sana anlattığım bu iki hadisten daha acayip  bir şey duydun mu hiç? Ey Süleyman, Ali’yi sevmek iman ve onu buğz etmek münafıklıktır.(3) Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak kafir olan kin besler.(4)

 

Süleyman (A’meş) dedi ki: “Ey halife, emân verirsen konuşmak istiyorum.” Halife Mansur dedi ki: “Evet, istediğini konuşabilirsin.” Süleyman dedi ki: “Bu anlattıkların adamları (Ali, Hasan ve Hüseyin’i) öldürenlerin hakkında ne dersin?” Halife Mansur dedi ki: “Hiç şüphesiz Cehennem’dedirler.” Süleyman dedi ki: “Onların evladının evladını öldürenlerin hakkında ne dersin?” Bunun üzerine halife Mansur başını yere doğru eğerek dedi ki: “Mal, ortak kabul etmeyen bir varlıktır. Fakat sen ey Süleyman, Ali’nin faziletleri hakkında istediğin kadar herkese anlatabilirsin.” Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Her kim Ali evladını öldürürse ateşte olacaktır.” Orada hazır olan Amru bin Ubeyd dedi ki: “Ey Süleyman, doğruyu söyledin, Ali’nin evladını öldürenlerin vay haline.”

 

Sonra Süleyman, halife Mansur’un huzurundan çıktı ve bunun üzerine halife Mansur dedi ki: Amru’nun hatırı olmasaydı Süleyman canlı olarak benim huzurumdan çıkmazdı.

 

(Bu hadis, Abbasi halifesi Mansur ve Ehl-i Beyt muhiplerinden olan Süleyman el-A’meş diye tanınan bir hadis alimi arasında cereyan etmiştir)

 

Kaynak:

 

1.      Ebul Hasan Ali bin Muhammed İbn-i Meğâzeli “Menâkıb’u Ali bin Ebi Tâlib  Aleyhisselâm” S.144-155 Dâr’ül Advâ yayını M.1983 Beyrut Bas.

2.      Muvaffak bin Ahmed el-Hüvârezmi “Menâkıb Emirül Müminin Ali bin Ebi Tâlib” S.200-208 Haydariyye Matbaası 1965 Necef-i Eşref Bas.

3.      Allâme el-Meclisi “Bihâr’ül Envâr” C.37, S.89-93 Müesseset’ül Vefâ H.1404 Beyrut Bas.

4.      el-Hasan bin Ali el-Hasan ed-Deylemi “İrşad’ül Kulub”  C.2, S.427-432 Dâr’üş Şerîf er-Radıy Linneşir H.1412

5.      Şeyh Sadûk “el-Emâli”  S.435-441 Mektebet’ül İslâmiyye H.1404 Kum Bas.

6.      İmâdettin et-Tabari “Beşâret’ül Mustafâ lişîatil Murtadâ”  S.171-175 Mektebet’ül Haydariyye H.1383 Necef Bas.

7.      Muhammed bin Hasan el-Fettal “Revdat’ül Vâizin” C.1, S.119-124 Dâr’ür Radî Kum Bas.

8.      Allamet’ül Hilli “Keşf’ül Yakin”  S.309-321

9.      es-Seyyid Haşim el-Bahrani “Gayet’ül Meram” c.6, s.292-298

10.  et-Tüsteri el-Meraşi “Şerh-i İhkak’ul Hak” c.15, s.331-335; C.31, S.278

11.  eş-Şeyh Galip es-Silavi “el-Envar’üs Satia” s.251-259

12.  el-Hüseyni eş-Şirazi eş-Şafii  “Tavdih’üd Delâil” s.191

13.  Muhammed bin Süleyman el-Kûfi “Menâkıb Emir’ül Müminin” C.2, S.589-597 Hadis No: 1100

14.  el-Kâdi en-Numan el-Mağribi “Şerh’ul Ahbâr” c.2, s.372-379 Hadis No: 734

15.  er-Ravda Fil-Mucizât Vel-Fedâil s.130-132

16.  Şazân Bin Cibril el-Kummi “el-Fedâil” s.116-123

17.  es-Seyyid Haşim el-Bahrani “Hilyet’ül Ebrâr” C.2, S.139-152

18.  es-Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.3, S.278-287

19.  Süleyman el-Kunduzi el-Hanefi “Yenabi’ül Mevedde” s.327 özetle.

20.  El-Menakıb el-Fahira fil İtret’üt Tahira

21.  Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullâh” S.427-433

 

 

 

Dipnotlar:  


(1)  Muaviye bin Ebi Süfyan Hz. Ali’ye sövdü ve lanet etti. (Bkz. İbn-i Abdu Rabbih “İkd’ül Ferid” c.4, s.366; İbni Ebil Hadit "Şerhu Nehc'ül Belağa"c.1, s.356; c.3, s.258 – 1.Baskı-Mısır; İbn' ül Esir "Üsd'ül Gabe" c.1, s.134 / al-Askalani "el-İsabe fi Temyiz es-Sahabe" c.1, s.77; El-Kamil İbn’ül Esir c.3, s.302; el-Suyuti "Tarih'ül Hulefa" s.190; İbni Hacer el-Heytemi "Sevaik' ul Muhrika" s.33)

        Yine Muaviye Hz. Ali’ye sövmeleri için emir verdi. (Bkz. Sahih-i Müslim c.2, s.360 / Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808)

   

(2)  Resulullah (saa) şöyle buyurdu: "Ali ve tabileri (yandaşları) Kıyamet gününde kurtulmuş olanlardır"

 (Bkz.İbn-i Asakir "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.328 Hadis No: 848;  el-Münavi "Künüz el-Hakaik" s.92; ed-Ed-Deylemi "Firdevs bi-Mesur el-Hitab" c.3, s.61; Abdullah eş-Şafii “el-Menakib” s.204; el-Bedhaşi’nin “Miftah’ün Neca” s.61; Sıbt İbn-i Cevzi’nin “Tezkiret’ül Havas” s.59; Seyyid Eyyub bin Sıddık “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, 25. Menâkıb, 26. Hadis; et-Tüsteri “İhkak’ul Hak” c.7, s.299; el-Kunduzi el-Hanefi "Yenabi'ül Mevedde" s.180)

 

(3)  Resulullah (saa) şöyle buyurdu: "Ali'yi sevmek iman, ona kin beslemek nifaktır"

 (Bkz. Sahih-i Müslim c.1, s.61; Sünen-i Tirmizi c.8, s.306; Sünen-i Nisai c.6, s.117;  el-Hamzavi’nin “Meşarik’ul Envar” s.122 Mısır bas; el-Kunduzi el-Hanefi "Yenabi'ül Mevedde" s.55; et-Tüsteri “İhkak’ul Hak” c.7, s.209)

 (4)   Resulullah (saa) şöyle buyurdu:  "Ey Ali, seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık kin besler"

 (Bkz. Sahih-i Tirmizi c.5, s.306, Hadis No: 3819; Sünen-i Nisai c.8, s.117; Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.95; Ebu Naim el-Asbahani "Hilyet'ül Evliya"  c.4, s.185; el-Müttaki el-Hindi "Kenz'ul Ummal" c.2, s.598 ve “Muntahab'ul Kenz” c.5, s.30; İbn'ül Cevzi “Tezkiret'ül Huffaz”  c.1, s.10; el-Heysemi "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.133; el-Tabari "Zehair'ul Ukba" s.91)

 

 

 

حديث الأعمش مع المنصور  في فضل أهل البيت

 

أبو المؤيد موفق بن أحمد في كتاب الفضائل قال: أخبرنا الشيخ الإمام برهان الدين أبو الحسن علي بن الحسين الغزنوي بمدينة السلام في داره سلخ ربيع الأول من سنة أربع وأربعين وخمسمائة أخبرنا الشيخ الإمام أبو القاسم إسماعيل أحمد بن عمر بن أبي الأشعث السمرقندي، أخبرنا أبو القاسم [ إسماعيل ] بن مسعدة الإسماعيلي في شعبان سنة اثنتين وتسعين وأربعمائة، أخبرنا أبو القاسم حمزة بن يوسف السهمي الرجل الصالح، أخبرنا أبو أحمد عبد الله بن محمد الحافظ، أخبرنا أبو علي الحسين بن عفير بن حماد بن زياد العطار بمصر، حدثنا أبو يعقوب يوسف بن عدي ابن زريق بن إسماعيل الكوفي التيمي، حدثنا جرير بن عبد الحميد الضبي، حدثنا سليمان بن مهران الأعمش قال: بينا أنا نائم في الليل إذا انتبهت بالحرس على بابي فناديت الغلام قلت: من هذا؟ فقال: رسل أمير المؤمنين أبي جعفر وكان إذ ذاك خليفة، قال: فنهضت من نومي فزعا مرعوبا فقلت للرسول ما وراءك؟ هل علمت لم بعث إلي أمير المؤمنين في هذا الوقت؟ قال: لا أعلم.

قال: فقمت متفكرا لا أدري على ماذا أنزل الأمر، أفكر فيما بيني وبين نفسي إلى ماذا أصير إليه، وأقول: لم بعث إلي في هذا الوقت وقد نامت العيون وغارت النجوم؟ ففكرت ساعة يسألني عن فضائل علي، فإن أنا أخبرته فيه بالحق أمر بقتلي وصلبني فأيست والله من نفسي وكتبت وصيتي والرسل يزعجوني ولبست كفني وتحنطت بحنوط وودعت أهلي وصبياني ونهضت إليه وما أعقل، فلما دخلت إليه سلمت عليه سلام مخيف وجل فأومأ إلي أن اجلس فما ما جلست وعيا وعنده عمرو بن عبيد ووزيره وكاتبه فحمدت الله عز وجل إذ رأيت من رأيت عنده فرجع إلي ذهني وأنا قائم وسلمت سلاما ثانيا فقلت: السلام عليك يا أمير المؤمنين ورحمة الله وبركاته ثم جلست فعلم أني دهشت ورعبت منه، فلم يقل لي شيئا وكان أول كلمة قالها إن قال لي: يا سليمان، قلت: لبيك يا أمير المؤمنين؟

قال: يا بن مهران أدن مني، فدنوت منه فشم مني رائحة الحنوط فقال: يا أعمش والله لتصدقني

أمرك وإلا صلبتك حيا فقلت: سلني يا أمير المؤمنين عما بدا لك فأنا والله أصدقك ولا أكذبك حاجتك، فوالله إن كان الكذب ينجيني فإن الصدق أنجى، فقال لي: ويحك يا سليمان إني أجد منك رائحة الحنوط فخبرني بما حدثتك به نفسك؟ ولما فعلت ذلك؟ فقلت: أنا أخبرك يا أمير المؤمنين وأصدقك، لما أتاني رسولك في بعض الليل فقال: أجب أمير المؤمنين فقمت وأنا متفكر خائف وجل مرعوب فقلت بيني وبين نفسي: ما بعث إلى أمير المؤمنين في هذه الساعة وقد غارت النجوم ونامت العيون إلا ليسألني عن فضائل علي بن أبي طالب، فإن أنا أخبرته بالحق أمر بقتلي ويصلبني حيا، فصليت ركعتين وكتبت وصيتي والرسل يزعجوني وتحنطت ولبست كفني وودعت أهلي وصبياني وأجبتك يا أمير المؤمنين سامعا مطيعا مؤيسا من الحياة خائفا راجيا أن يسعني عفوك قال: فلما سمع مقالتي علم أني صادق وكان متكيا فاستوى جالسا ثم قال: لا حول ولا قوة إلا بالله ألعلي العظيم، فلما سمعته قالها سكن قلبي وذهب عني بعض ما كنت أجد من رعبي وما كنت أخاف من سطوته علي، فقال الثانية: لا حول ولا قوة إلا بالله العلي العظيم، أسألك بالله يا سليمان إلا أخبرتني كم من حديث ترويه في فضائل علي بن أبي طالب ابن عم رسول الله (صلى الله عليه وآله) وصهر النبي وزوج حبيبة النبي (صلى الله عليه وآله)؟ قلت: يسيرا، قال: كم؟

قلت: يسيرا يا أمير المؤمنين، قال: ويحك كم تحفظ؟ قلت: عشرة آلاف حديث أو ألف حديث فلما قلت أو ألف حديث استقلها فقال: ويحك يا سليمان بل هي عشرة آلاف كما قلت أولا ثم قال:

وجثا أبو جعفر على ركبتيه وهو فرح مسرور وكان جالسا ثم قال: والله لأحدثنك يا سليمان بحديثين في فضائل علي بن أبي طالب (عليه السلام)، فإن يكونا مما سمعت ووعيت فعرفني وإن يكونا مما لم تسمع فاسمع وافهم، قلت: نعم يا أمير المؤمنين فأخبرني، قال: نعم أنا أخبرك أني مكثت أياما وليالي هاربا من بني مروان ولا يسعني منهم دار ولا قرار ولا بلد وأدور في البلدان، فكلما دخلت بلدا خالطت أهل ذلك البلد بما يحبون وأتقرب إلى جميع الناس بفضائل علي بن أبي طالب وكانوا يطعمونني ويكسونني ويزودونني إذا خرجت من عندهم من بلد إلى بلد حتى قدمت إلى بلاد الشام وعلي كساء لي خلق ما يواريني غيره، قال: فبينما أنا كذلك إذ سمعت الأذان فدخلت المسجد فإذا سجادة ومتوضأ فتوضأت للصلاة ودخلت المسجد فركعت ركعتين فيه، وأقيمت الصلاة فصليت معهم الظهر والعصر وقلت في نفسي إذا أتى الليل طلبت من القوم عشاء أتعشى به ليلتي تلك، فلما سلم الشيخ من صلاة العصر جلس وهو شيخ كبير له وقار وسمت حسن ونعمة ظاهرة إذ أقبل صبيان وهما أبيضان نبيلان وضيئان لهما جمال ونور ساطع أعينهما يتلألأن، دخلا المسجد فسلما فلما نظر إليهما إمام المسجد قال لهما: مرحبا بكما وممن سميتما على اسمهما قال: وكنت جالسا وإلى جنبي فتى شاب فقلت له: يا شاب ما هذان الصبيان ومن هذا الشيخ الإمام؟

فقال: هو جدهما وليس في هذه المدينة رجل يحب علي بن أبي طالب (عليه السلام) غير هذا الشيخ فقال: الله أكبر ومن أين علمت قال: علمت؟ أن من حبه لعلي سمى ولده باسمي ولدي علي بن أبي طالب (عليه السلام)، سمى أحدهما الحسن والآخر الحسين.

قال: فقمت فرحا مسرورا حتى أتيت الشيخ فقلت له: أيها الشيخ أريد أن أحدثك بحديث حسن يقر الله به عينك فقال: نعم، ما أكره ذلك فحدثني يرحمك الله وإذا أقررت عيني أقررت عينك فقلت: أخبرني والدي عن أبيه عن جده قال: كنا ذات يوم جلوسا عند رسول الله إذ أقبلت فاطمة ابنته رضي الله عنها فدخلت على رسول الله (صلى الله عليه وآله) فقالت: يا أبة إن الحسن والحسين خرجا من عندي آنفا وما أدري أين هما وقد طار عقلي وقلق فؤادي وقل صبري، وبكت وشهقت حتى علا بكاؤها فلما رآها رحمها ورق لها وقال لها لا تبكي يا فاطمة فوالذي نفسي بيده أن الذي خلقهما هو ألطف بهما منك وأرحم بصغرهما منك، قال: ثم قام النبي (صلى الله عليه وآله) من ساعته ورفع يديه إلى السماء وقال: اللهم إنهما ولداي وقرة عيني وثمرة فؤادي وأنت أرحم بهما مني وأعلم بموضعهما، يا لطيف بلطفك الخفي أنت عالم الغيب والشهادة، اللهم إن كان أخذا برا أو بحرا فاحفظهما وسلمهما حيث كانا وحيثما توجها.

قال: فلما دعا رسول الله (صلى الله عليه وآله) ما استتم الدعاء إلا وقد هبط جبرائيل (عليه السلام) من السماء ومعه عظماء الملائكة وهم يؤمنون على دعاء النبي (صلى الله عليه وآله) فقال له جبرائيل: يا حبيبي يا محمد لا تحزن ولا تغتم وأبشر فإن ولديك فاضلان في الدنيا فاضلان في الآخرة وأبوهما خير منهما وهما نائمان في حظيرة بني النجار وقد وكل الله عز وجل بهما ملكا يحفظهما، فلما قال له جبرائيل (عليه السلام) هذا الكلام سرى عنه ثم قام رسول الله (صلى الله عليه وآله) هو وأصحابه وهو فرح مسرور حتى أتوا حظيرة بني النجار، فإذا الحسن والحسين نائمان وهما متعانقان، وإذا ذلك الملك الموكل بهما قد وضع أحد جناحيه بالأرض ووطأ به تحتهما يقيهما حر الأرض، والجناح الآخر قد جللهما به يقيمها حر الشمس فانكب النبي (صلى الله عليه وآله) يقبلهما واحدا فواحدا ويمسحهما بيده حتى أيقظهما من نومهما.

قال: فلما استيقظا حمل النبي (صلى الله عليه وآله) الحسن على عاتقه وحمل جبرائيل الحسين (عليه السلام) على ريشة من جناحه الأيمن حتى خرج بهما من الحظيرة وهو يقول: والله لأشرفنكما اليوم كما شرفكم الله تعالى في سماواته، فبينما هو وجبرائيل (عليه السلام) يمشيان إذ تمثل جبرائيل دحية الكلبي وقد حملاهما فأقبل أبو بكر فقال له: يا رسول الله ناولني أحد الصبيين أخفف عنك وعن صاحبك وأنا أحفظه حتى أوديه إليك فقال له رسول الله (صلى الله عليه وآله): جزاك الله خيرا، يا أبا بكر دعهما فنعم الحاملان نحن ونعم الراكبان هما لنا، وأبوهما خير منهما فحملاهما وأبو بكر معهما حتى أتوا بهما إلى مسجد النبي (صلى الله عليه وآله)، فأقبل بلال فقال له النبي (صلى الله عليه وآله): يا بلال هلم علي بالناس فناد لي فيهم فأجمعهم لي في المسجد، فقام النبي (صلى الله عليه وآله) على قدميه خطيبا ثم خطب الناس بخطبة أبلغ فيها فحمد الله وأثنى عليه بما هو أهله ومستحقه ثم قال: معاشر المسلمين هل أدلكم على خير الناس بعدي جدا وجدة؟ قالوا: بلى يا رسول الله (صلى الله عليه وآله) قال: عليكم بالحسن والحسين فإن جدهما محمد المصطفى وجدتهما خديجة بنت خويلد سيدة نساء أهل الجنة، وهي أول من سارعت إلى تصديق ما أنزل الله على نبيه وإلى الإيمان بالله وبرسوله ثم قال: يا معاشر المسلمين هل أدلكم على خير الناس أبا وأما؟ قالوا: بلى يا رسول الله قال: عليكم بالحسن والحسين فإن أباهما علي يحب الله ورسوله ويحبه الله ورسوله وأمهما فاطمة بنت رسول الله، وقد شرفهما الله عز وجل في سماواته وأرضه، ثم قال: معاشر المسلمين هل أدلكم على خير الناس عما وعمة؟

قالوا: بلى يا رسول الله، قال: عليكم بالحسن والحسين فإن عمهما جعفر ذو الجناحين الطيار مع الملائكة في الجنة وعمتهما أم هانئ بنت أبي طالب، ثم قال: يا معاشر المسلمين هل أدلكم على خير الناس خالا وخالة؟ قالوا: بلى يا رسول الله (صلى الله عليه وآله) قال: عليكم بالحسن والحسين فإن خالهما القاسم بن رسول الله وخالتهما زينب بنت رسول الله، ثم قال: اللهم إنك تعلم أن الحسن والحسين في الجنة وجدهما في الجنة وجدتهما في الجنة وأمهما في الجنة وأبوهما في الجنة وخالهما في الجنة وخالتهما في الجنة وعمهما في الجنة وعمتهما في الجنة ومن يحبهما في الجنة ومن يبغضهما في النار قال: فلما قلت ذلك للشيخ وفهم قولي قال لي: أيدك الله من أنت؟ قلت: أنا من الكوفة قال: أعربي أنت أم مولى؟ قلت: بل عربي شريف.

فقال لي: إنك تحدثت مثل هذا الحديث وأنت في هذا الكساء الرث؟ قلت: نعم، لي قصة لا أحب أن أبديها لأحد قال: ابدها لي بأمانة فقلت: أنا هارب من بني مروان على هذه الحال التي ترى لئلا أعرف ولو غيرت حالي لعرفت ولو أردت أن أعرف بنفسي لفعلت ولكني أخاف على نفسي القتل، فقال لي لا خوف عليك فقال: أقم عندي وكساني حلتين خلعهما علي وحملني على بغلة، وثمن البغلة في ذلك اليوم في تلك البلدة مائة دينار ثم قال: يا فتى أقررت عيني أقر الله عينك فوالله لأرشدنك إلى فتى يقر الله به عينك فقلت: ارشدني رحمك الله قال: فأرشدني إلى باب دار فأتيت الدار التي وصف لي وأنا راكب على البغلة وعلي خلعتان، فقرعت الباب وناديت الخادم فأذن لي بالدخول فدخلت عليه فإذا أنا بفتى قاعد على سرير منجد، صبيح الوجه حسن الجسم فسلمت عليه فرد السلام بأحسن مرد ثم أخذ بيدي مكرما حتى أجلسني إلى جانبه، قال لي: والله يا فتى لأعرف هذه الكسوة التي خلعت عليك وأعرف هذه البغلة، ووالله ما كان أبو محمد وكان اسمه الحسن ليكسوك خلعتيه هاتين ويركبه على بغلته هذه إلا لأنك تحب الله ورسوله وذريته وجميع عترته، فأحب رحمك الله أن تحدثني بفضائل علي بن أبي طالب (رضي الله عنه).

فقلت له: نعم بالحب والكرامة، حدثني والدي عن أبيه عن جده قال: كنا يوما عند رسول الله (صلى الله عليه وآله) قعودا فأقبلت فاطمة وقد حملت الحسن على كتفها وهي تبكي بكاء شديدا وتشهق في بكائها فقال لها رسول الله (صلى الله عليه وآله) ما يبكيك يا فاطمة لا أبكى الله عينيك؟ قالت: يا أبت فكيف لا أبكي ونساء قريش قد عيرتني قلن لي: إن أباك قد زوجك برجل فقير معدم لا مال له فقال لها رسول الله (صلى الله عليه وآله): لا تبكي يا فاطمة فوالله ما أنا زوجتك، بل الله عز وجل زوجك من فوق سبع سماواته وأشهد على ذلك جبرائيل وميكائيل وإسرافيل، ثم إن الله عز وجل اطلع على أهل الأرض فاختار من الخلائق عليا فزوجك إياه واتخذته وصيا، وعلي مني وأنا منه أشجع الناس قلبا وأعلم الناس علما وأحلم الناس حلما وأقدم الناس سلما والحسن والحسين ابناه سيدا شباب أهل الجنة من الأولين والآخرين، وسماهما الله تعالى في التوراة على لسان موسى (عليه السلام) شبر وشبير لكرامتهما على الله تعالى.

يا فاطمة لا تبكي فإني إذا مضيت غدا إلى رب العالمين فيكون علي معي وإذا بعثت غدا فيجئ علي معي، يا فاطمة لا تبكي فإن عليا وشيعته هم الفائزون غدا، يدخلون الجنة، قال: فلما قلت ذلك للفتى قال: أنشدك الله وبالله عز وجل من أنت؟ قال: قلت أنا رجل من أهل الكوفة فقال:

أعربي أم مولى؟ قال: بل عربي شريف، قال: فكساني ثلاثين ثوبا في تخت وأعطاني عشرة آلاف درهم في كيس ثم قال لي: أقررت عيني يا فتى أقر الله عينيك، ولم يسألني غير ذلك ثم قال لي:

إليك حاجة؟ فقلت له: تقضى إن شاء الله تعالى فقال: إذا أصبحت غدا فائت مسجد بني فلان حتى ترى أخي الشقي.

قال أبو جعفر: فوالله لقد طالت علي تلك الليلة حتى خشيت أن لا أصبح حتى أفارق الدنيا،

قال: فلما أصبحت أتيت المسجد الذي وصف لي وحضرت الصلاة فقمت في الصف الأول لفضله وإلى جانبي على يساري شاب معتم بعمامة فذهب ليركع فسقطت عمامته من رأسه فنظرت إليه فإذا رأسه رأس خنزير ووجهه وجه خنزير، قال أبو جعفر فوالذي أحلف به ما علمت ما أنا فيه ولا عقلت أنا في الصلاة أم في غير صلاة تعجبا، ودهشت حتى ما أدري ما أقول في صلاتي إلى أن فرغ الإمام من التشهد فسلم وسلمت ثم قلت له: ما هذا الذي أراك؟ فقال لي: لعلك صاحب أخي الذي أرسلك إلي لتراني؟

قال: قلت: نعم، فأخذ بيدي وأقامني وهو يبكي بكاء شديدا ثم شهق في مكانه حتى كادت نفسه أن تزهق ثم أتى بي إلى منزله فقال لي انظر إلى هذا البنيان فنظرت إليه فقال لي: اعلم يا أخي إني كنت أؤذن وأؤم بالناس، وكنت ألعن علي بن أبي طالب بين الأذان والإقامة ألف مرة وأنه كان قد لعنته في يوم الجمعة بين الأذان والإقامة أربعة آلاف مرة وخرجت من المسجد وأتيت الدار واتكأت على هذا الموضع الذي أريتك، فذهب بي النوم فنمت فرأيت في منامي كأني قد أقبلت باب الجنة فرأيت فيها قبة من زمردة خضراء وقد زخرفت ونجدت ونضدت بالاستبرق والديباج وإذا حول القبة كراس من لؤلؤ وزبرجد وإذا علي بن أبي طالب (رضي الله عنه) فيها متك، وإذا أبو بكر الصديق وعمر وعثمان (رض) جلوس يتحدثون فرحين مسرورين مستبشرين بعضهم ببعض ثم التفت فإذا أنا بالنبي (صلى الله عليه وآله) قد أقبل وعن يمينه الحسن ومعه كأس فضة وعن يساره الحسين (رضي الله عنه) وفي يد الحسين كأس من نور.

قال النبي (صلى الله عليه وآله) للحسين: اسقني فسقاه فشرب ثم قال النبي (صلى الله عليه وآله): يا حسين اسق الجماعة فسقى أبا بكر وعمر وعثمان (رض) وسقى عليا (رضي الله عنه)، وكأنما قال النبي (صلى الله عليه وآله) للحسين: يا حسين اسق، هذا اسق هذا المتكئ الذي على الدكان، فقال الحسين للنبي (صلى الله عليه وآله): يا جداه أتأمرني أن أسقي هذا وهو يلعن والدي عليا في كل يوم ألف مرة وقد لعنه في هذا اليوم وهو يوم الجمعة أربعة آلاف مرة؟ فقال النبي (صلى الله عليه وآله) عند ذلك كالمغضب: ما لك تلعن عليا لعنك الله، لعنك الله؟ ثلاث مرات، ويحك تشتم عليا وهو مني وأنا منه؟ عليك غضب الله، عليك غضب الله، عليك غضب الله حتى قالها ثلاثا، ثم تفل في وجهي ثلاثا وضربني برجله ثلاثا وقال لي: غير الله ما بك من نعمة وسود وجهك وخلقك حتى تكون عبرة لمن سواك قال: فانتبهت من نومي وإذا رأسي رأس خنزير ووجهي وجه خنزير على ما تراني، فقال سليمان بن مهران: فقال لي أبو جعفر: يا سليمان هذان الحديثان كانا في حفظك؟ قلت: لا يا أمير المؤمنين فقال: هذان من ذخائر الحديث وجوهره. ثم قال: ويحك يا سليمان حب علي إيمان وبغضه نفاق فقلت: الأمان الأمان يا أمير المؤمنين فقال: لك الأمان يا سليمان، قلت: فما تقول في قاتل الحسين بن علي بن أبي طالب؟ قال: في النار أبعده الله، قلت: وكذلك من يقتل من ولد رسول الله (صلى الله عليه وآله) أحدا فهو في النار قال: فحرك أمير المؤمنين أبو جعفر رأسه طويلا ثم قال: ويحك يا سليمان الملك عقيم ثم قالها ثلاث مرات قال: يا سليمان أخرج فحدث الناس بفضائل علي بن أبي طالب بكل ما شئت ولا تكتمن منه حرفا والسلام

 

(إبن محمد إبن المغازلي في مناقب علي بن أبي طالب ص 144-145 / المناقب للخوارزمي ص 200-208 / الحسين الشيرازي الشافعي في توضيح الدلائل ص 191-193 / الشيخ غالب الثلاوي في الأنوار الصاطعه ص 251-259 / المجاسي في بحار الأنوار ج 37 ص 89-93 / الديلمي في إرشاد القلوب ج 2 ص 427-432 / السيد هاشم البحراني الموسوي التوبلي  في غاية المرام وحجة الخصام ج 6 ص 292-298 / علامة الحلي في كشف اليقين ص 309-321 / التستري المرعشي في شرح إحقاق الحق ج 15 ص 331-335 / القاضي النعمان المغربي في شرح الأخبار ج 2 ص 372-379)