Gadir Sayfası
NEVRUZ BAYRAMI
Ş.
Hüseyin ŞANLI
Yüce Allah, sadece kendisi var başkası yok iken,
kendi yüceliğini sadece kendisi temcid ve tesbih ederken bilinmek ve
kendisine ibadet edilmesini istedi, ilk olarak Hz. Muhammedi kendi nurundan
var edip kâinattaki ilk hareketi sağladıktan sonra öncelikle melekler
olmak üzere bütün canlıların ruhlarını ve kâinattaki her
şeyi yarattı. Hz. Ademle başlayan insanlık sürecinde
insanları doğru yola sevk etmek amacıyla peygamberler gönderdi. Allahın gönderdiği tüm peygamberler
İslamı tebliğ ettiler. Tüm peygamberler hak yoluna
gönderilmiştir ve hakla beraberdir. Bu bakımdan bizim tüm
peygamberlere inancımız tamdır.
Bu peygamberlerin başından geçen bazı kutlu olaylar vardır. Bu
olayların yaşandığı günün yıl dönümleri bayram
olarak bilindi ve kutlandı. Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmaili
kurban etmek istemesi ile ilgili yaşanan olayın Kurban Bayramı
olarak kutlanması gibi diğer peygamberler ve nebiler için önemli ve
kutsal kabul edilen günlerin kutlanması veya anılması da
gereklidir. Nevruz Bayramı da kökenleri çok eskilere uzanan, günümüze
kadar da etkisini hissettiren, toplumumuzda geleneksel ve dini ritüellerle
kutlanan çok kutsal bir gündür.
Islâmın ana kaynakları Kuran-ı Kerim, Hz.
Muhammed ve Ehlibeyt imamlarıdır. Bu üç kaynağın ortak
özelliği ise ilahi kaynak olmalarıdır. Yüce Allah insanları
yaratıp dünyaya gönderdikten sonra onları doğru yola hidayet
etmeleri için peygamberler gönderdi, insanlar öğrenci, Peygamberler
öğretmen ise en fazla ihtiyacını duydukları şey
şüphesiz ki ders kitabıdır. Yüce Allahın elçileri olan ve
vahiyle hareket edip bütün hatalardan masum olan Peygamberlerin ellerindeki
ilahi kutsal kitapların bütün yanlışlık ve şüphelerden
arınmış olduğu kesindir. Bu (Kuranı Kerim)
doğruluğunda şüphe olmayan bir kitaptır. Allah'a
karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet rehberidir.
(Bakara 2). Yüce Allahın gönderdiği tüm peygamberler kendi
toplamlarının diliyle konuşan, yaşantılarıyla
örnek olan kimseler olmuşlardır. Son peygamber Hz Muhammed (s.a.a.v)
Mekkede Kureyş kabilesinde Arapların arasında zuhur etti. Son
peygamber olduğu müjdelenmiş ve her durumda kendisine tabi
olunması şart koşulmuştur. Peygamber size ne getirirse
onu alın, neyi de size yasak ederse ondan vazgeçin. Allaha
karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allahın
azabı çetindir. (Haşr7). Allahın elçileri ve
kitaplarının getirdiği İslam dinine tabi olanların
Peygamberden sonra doğru yoldan sapmamaları için yüce Allah bütün
peygamberlerde olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.a.v) zamanında da
elçisinden sonra vasi tayin etmiştir. Bu vasi ayetlerle Yüce Allah
tarafından atanmış ve hadislerle biz Müslümanlara tebliğ
edilmiştir. Vasiyet edilen vasi ayetlerden ve hadislerden
anlaşıldığı üzere Hz. Alinin (a.s.) şahsiyetinde
Ehlibeytin on iki imamıdır. Ey Ehlibeyt, Allah sizden bütün
kötülüğü kiri gidererek sizi tertemiz kılmak istiyor. (Ahzap33).
Birçok hadiste olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.a.v) Gadir Biati öncesi
şöyle buyurmuştur.
Ey insanlar benden sonra size değerli iki emanet
bırakıyorum. Allah ın kitabı Kuran ve Ehlibeytimdir.
İkisi Kıyamet Giinüne kadar ayrılmayacaktır. Kendilerine
tutunduğunuz sürece yanlış yollara sapmazsınız. (Sahihi
tirmizi c.5 s.329 hadis no.3721) Kaynaklarımızla ilgili bu bilgileri
verirken konumuzdan uzaklaştığımız düşünülmesin.
Çünkü Kuranı Kerim, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt imamları Nevruzun
tarihteki inanç boyutu konusunda bizleri aydınlatan ve bayram olarak kutlanmasını
emreden inanç kaynaklarımızdır. Nevruzun
inancımızdaki yerini, inanç kaynaklarımızda belirtilen
bilgiler ışığında aktaracağız.
Nevruz Bayramının diğer toplumlarda
toplumsal ve tarihi boyutu öne çıkarken inanç boyutunun ihmal
edildiği görülmektedir. Kutlanmasında değişik gelenekler
uygulanmaktadır. Tarihi kaynaklarda nevruzun tarihi süreci ve kutlanma
sebepleri konusunda değişik bilgiler mevcut iken; ilk olarak Pers
imparatorluğu zamanında kutlanıldığı konusunda
bütün kaynaklar hem fikir olmuşlardır. Nevruz adının
Farsçadan gelmesi bu sebepten dolayıdır. Nevruz, Farsça iki
kelimeden oluşmaktadır. Nev (yeni) / ruz (gün) yenigün
adlandırması tarihi süreç, anlatıla gelen efsaneler ve inanç
boyutundaki olayların ilk ve yeni günü olması dolayısıyla
doğru bir isimlendirmedir. Tarih boyunca farklı toplumlarda Nevruz
Bayramı değişik amaçlar için farklı araçlarla
kutlanmıştır. Toplumların tarihinde önemli olayların
gerçekleştiği iddia edilmiş ve toplumsal milli bir bayram
olduğunu iddia eden bazı toplumlar neredeyse Nevruzu tekellerine
almak istemişlerdir. Hatta bazı toplumlar arasında neredeyse
paylaşılamayan bir bayram olmuştur. Perslerde Kral
Cemşidin tahta çıkışının; Türklerde, demir dağı
eritip oradan kurtuluşun, Kürtlerde demirci ustası Kavvanın özgürlük
ateşini yakışının kutlandığı Nevruz
Bayramının toplumsal boyutu yadsınamaz bir gerçektir.
Nevruzla ilgili anlatıla gelen efsanelerin adeta masalımsı
rivayetlerle aktarılmasına toplumlar itibar etmiş ve
tarihlerinde bir temel taşı olduğuna inanmışlardır.
Kutlanma günü ya da günleri bahar mevsiminin başlangıcına denk
geldiğinden bahar bayramı olarak da anılmış ve
insanlar Nevruzu kırlara ve mesire yerlerine çıkıp kutlamışlardır.
Nevruz Bayramında öne çıkan ritüellerden biri de
ateş yakılıp etrafında eğlenilmesidir. Toplumlar
ateş yakılmasına da farklı anlamlar yüklemişlerdir.
Perslere göre Zerdüştlük, Mecusi inancındaki ateşin kutsal
sayılması sonucu Nevruzda ateşe verilen değerin zirveye
çıktığı görülmektedir. Türklere göre Ergenekonda mahsur kalan
Türklerin dört tarafı demirden çevrili dağı ateşle
eritmelerine ve oradan çıkmalarına atfen Nevruzda ateş
yakılmasını savunurlar. Kürtler ise kendilerine zulüm eden Dehak
adındaki zalim kralın demirci ustası Kavva tarafından
öldürülüp kutlama için dağın eteğine yakılan ateş için
Nevruzda ateş yakıp bayramlarını kutlarlar.
Bu efsanelerden ve toplumların Nevruz
Bayramını kutlama geleneklerinden Nevruzun toplumsal ve tarihi
süreci olduğu kesindir. Başta persler zamanından gelen
Farisiler, Türkler ve Kürtler tarafından kutlanılagelen Nevruzun ilk
kutlanılmasına Pers Ahemeniş imparatorluğu zamanında
başlandığı kaynaklarda yer almaktadır. Ahemeniş
İmparatorluğu (M.Ö.550 - M.Ö.330) Büyük İskender tarafından
yıkıldıktan sonra 2. Pers Sasani İmparatorluğu (224 -
651) Babekin oğlu Ardeşir tarafından kurulur. Sasaniler
Ahemeniş imparatorluğuna oranla çok daha geniş coğrafyaya
yayılır, daha güçlü bir devlet olur. Kurucusu
yayınlanmış kaynaklarda Babekin oğlu Ardeşir olarak
gösterilmekte, bazı yazılı Arapça kaynaklarda ise Babekin
oğlu İzdeşir olarak geçmektedir. Arapçada Ardeşirle
İzdeşirin yazılışında sadece bir nokta fark
ediyor.
(أردشير -
أزدشير) Yazılışlarındaki
bu küçük farklılıktan dolayı her iki kelimenin
aynı ismi ve kişiyi işaret ettiği anlaşılmaktadır.
İzdeşirin Sasani imparatorluğunu kurduktan sonra Perslerin
doğru bir inanca sahip olmaları için gayret sarf ettiği
kaynaklarda görülmektedir. Hatta Allah tarafından Perslere
gönderilmiş bir peygamber olduğu söylemlerine de rastlamak mümkündür,
İzdeşirin zamanında Nevruz'a verilen değer zirvede
olduğu için Nevruzla Persler her zaman beraber
anılmıştır. Nevruzun Perslerle bu kadar iç içe
olmasının bir sebebi de kutlama geleneklerinin çoğunun Perslerden
gelmesinden kaynaklanmaktadır. Nevruzun kutlanma zamanının
hangi döneme geldiği de tartışmalı bir konudur. Türkler ve
Kürtlerde 21 Mart veya 20 - 23 Mart günleri öne çıkarken Perslerde kendi
takvimlerine göre 30 Mart - 1 Mayıs Nisan ayını Nevruz dönemi
olarak niteleyip içindeki bazı günleri de Nevruz günleri olarak
kutladıkları görülmektedir.
Nevruzun geleneklerimizde ve inancımızdaki
boyutu ele alındığında Nevruzun sadece bir günle
sınırlı olmadığı, bir aylık dönemde birkaç
günde kutlandığı ve tarihi süreçte Perslerden geldiği
konusunda kaynaklarla hemfikiriz. Geleneksel olarak kutlama şekillerimiz
olduğu gibi inanç boyutunda ise ibadet esaslı kutlamalarla her sene
coşkulu bir şekilde kutlamaktayız. Geleneksel
kutlamalarımızda diğer toplumların aksine Nevruz ateşi
yakıp etrafında eğlenme gibi kutlama şeklimiz yoktur.
Nevruz günlerinde halkımız mesire yerlerine çıkıp piknik
havasında bayramlaşırlar. Yumurtaları boyayıp
haşlamak ve tokuşturmak, Nevruz'a has yöresel yemekler yapmak
geleneklerimizden sadece bir kaçıdır. Yukarıda
bahsettiğimiz ilahi kaynaklardan aldığımız
öğretilerle şekillenen inancımızda Nevruz Bayramı
inançsal olarak müstesna bir yere sahiptir. Diğer dini bayramlarda
olduğu gibi ibadet temelinde namaz kılarak ve dua ederek zikirle
geçirdiğimiz mübarek bir gün (bayram) olarak kutlarız.
Ehlibeyt Kaynaklarında Nevruz:
Aleviliği şekillendiren üç ilahi
kaynağın bütün konularda birleştiği ve çelişkiye
düşmediği gibi Nevruz konusunda da birbirlerini
desteklemişlerdir. Allamet'ül Meclisi Biharül Envar C.56, S.91-92'de adlı
dev eserinde Mualla Bin Huneysten rivayet etmektedir:
-Mualla: Nevruz günü sabahı Efendim Ebu Abdilleh
Cafer Bin Muhammed Essadıkın (a.s.) huzuruna geldim. Bana dedi ki:
"Ey Mualla bu gün nedir?"
-Dedim ki: "Canım sana feda olsun. Bu gün
Farsların yücelttiği, birbirlerini ziyaret edip hediye götürdükleri
gündür".
-Hayır dedi. Mekke'nin içinde bıılunanen
eski ev Kabe'nin Rabbi üzerine yemin ederim ki bu günü çok önemli ve eski bir
durumdan başka bir şey için yüceltmemişlerdir. Ben de
anlayasın ve kavrayasın diye bu durumu sana izah edeceğim.
Mualla dedi ki: Bunu senden öğrenmek, ölülerimin yaşayıp,
düşmanlarımın ölmesinden daha sevimlidir, dedim.
İmam
Cafer Essadık (a.s.): Nevruz Allah Teala'nın insanlardan,
sadece Ona tapmaları ve şirk koşmamaları, peygamberlerine,
hüccetlerine ve evliyalarına iman
getirmeleri için ahit aldığı gündür...
İmam Cafer Essadık'ın (a.s.) söylediği
yüce Allah'ın aldığı ahit, yani söz daha insanlar ruh
aleminde iken daha yeryüzüne inmemişken sadece kendisine tapmaları ve
ortak koşmamaları; peygamberlerine, hüccetlerine ve imamlara iman
getirmeleri için insanlardan aldığı sözdür. Kuran-ı Kerim bu mübarek olayı şöyle
belirtir. Rabbin, Adem oğullarından, onların bellerinden
zürriyetlerini almış ve: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' diye
onları kendilerine şahit tutmuştu. "Evet, (buna)
şahidiz!" dediler. Kıyamet günü "Biz bundan
habersizdik!" demeyesiniz. (Araf 172).
İmam Cafer Essadık (a. s.): ... Nevruz günü
güneşin ilk doğduğu gündür. Rüzgarların ilk estiği gündür. Yeryüzünde ilk filizin ve
çiçeğin yeşerdiği gündür...
İnsanlar yeryüzünde
yaşamaya başlamadan dünyamızın insanların
yaşamasına elverişli olması için Güneşin ilk
doğduğu, rüzgarların ilk estiği ve bitkilerin ilk
filizlendiği gündür.
İmam Cafer Essadık (a.s.): ... Nevruz günü,
Hz.Nuh'un gemisinin Cudi Dağına oturduğu gündür...
Yüce Allah (c.c.) ilk peygamber Hz.
Adem'le beraber insanları Dünya'ya gönderir, insanlar Dünya'da
çoğaldıkça Şeytanın kışkırtmasıyla
müminlerin karşısında kafirler türedi, insanları doğru
yola hidayet etmeleri için yüce Allah peygamberler gönderdi. İnsanlık
tarihinin ilk peygamberlerinden olan Hz. Nuhu gönderir. Hz. Nuh, kafirleri 950
sene hakka davet eder. Kafirler ise iman etmedikleri gibi Hz, Nuh'un
söylediklerini duymamak için ellerini kulaklarına
tıkıyorlardı. Bunun üzerine Hz, Nuh, bu toplumdan kendini
kurtarsın diye Allaha yakarır. Yüce Allah Hz. Nuh'a bir gemi
(sefine) yapmasını buyurur. Sefineyi bitirdikten sonra Allah'ın
emriyle inananlarla beraber her şeyden bir çifti gemiye alır.
Ateşle yanan tandırdan başlayıp yer yüzünden suların
fışkırmasıyla ve göğün boşalmasıyla
başlayan tufan sonucu bütün kafirler boğulur. Dünya, uzun süre sular
altında kalır. Bir Nevruz günü Hz. Nuhun sefinesi (gemisi) Cudi
dağına oturur. Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de şöyle
buyurmaktadır. "Nihayet emrimiz geldiği ve tandır
tutuşup parladığt zaman dedik ki; 'Erkeği ve dişisi
olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş
olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları
geminin içine yükle'. Zaten beraberinde iman edenler çok az idi. Nuh dedi ki;
Allah'ın adıyla binin içine. Onun akışı da,
duruşu da (O'nun adıyladır). Hiç şüphesiz Rabbim gerçekten
çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir." (Hud
40-41) "Yere, 'Suyunu çek!', göğe, 'Ey gök sen de tut!' denildi.
Su çekildi, iş de bitti; gemi Cudi'ye oturdu. 'Haksızlık yapan
millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun' denildi." (Hud 44).
İmam Cafer Essadık (a.s.): ... Nevruz günü, Hz.
İbrahimin kavminin putlarını kırdığı
gündür...
Hz. İbrahim, putlara tapan kafir Nemrutun toplumunda
dünyaya gelir. Başta babası olmak üzere
kafirleri hakka davet eder. Uzun yıllar süren davetine rağmen
kafirler yola gelmiyordu. Bayram olarak kutladıkları bir günde
topluca şehrin dışına çıkarlar. Şehrin içinde Hz.
İbrahim tek başına kalmış iken bir kap dolusu yemekle
putların önüne geldi. Yemeği önlerine koyduktan sonra yesenize dedi.
Yemediklerini gördükten sonra baltayı eline alıp büyük put hariç
bütün putları parçaladı. Baltayı da büyük putun omzuna koydu.
Kafirler, bayram kutlamasından şehre döndükleri zaman ibadet
ettikleri ve tanrı bildikleri putlarının parçalanmış
olduklarını görürler. Öfkeli bir şekilde putları kimin
kırdığını soruşturmaya başlarlar.
Bunları kırsa kırsa İbrahim kırmıştır;
çünkü İbrahim putlardan nefret ediyor, diye kendi aralarında
konuştuktan sonra Hz. İbrahimi yakalarlar. Bu putları sen mi
kırdın, diye sorarlar. Hz. İbrahim: Putları kimin
kırdığını öğrenmek istiyorsanız omzunda
balta olan büyük puta sorun; belki kendisi kırmıştır, der.
Onlar: Taştan yapılan put nasıl konuşsun? Onun putları
kırmaya gücü yok ki, derler. Hz, İbrahim: Allah'tan korkun ey
kafirler konuşamayan ve putları kırmaya gücü olmayan taştan
putlara nasıl taparsınız? Bütün kâinatı yaratan ve her
şeye kadir olan Allaha tapmıyorsunuz da hiçbir gücü olmayan kendi
elinizle yaptığınız putlara tapıyorsunuz.
Allahın gazabından korkmuyorsunuz, der. Bunun üzerine kâfirler; İbrahim kafir oldu.
Onu ateşe atıp yakalım, derler. Odunları toplayıp
ateş yakarlar. Hz. İbrahimi halatlara bağlayıp ateşe
atarlar. Fakat Yüce Allahın inayetiyle yakıcı olan ateş
soğur ve Hz. İbrahim sağ salim ateşten çıkar. Yüce
Allah Kuranı Kerimde bu konuyla ilgili şöyle buyurur. İbrahim
ise onların tanrılarının yanına vardı ve
Yesenize, dedi. Ne oldu size, niçin konuşmuyorsunuz? Derken sağ
eliyle vurup kırmıştı onları. (Saffat 91-93) Eğer
(bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilâhlarınıza
yardım edin dediler. "Ey ateş! İbrahim için serinlik ve
esenlik ol!" dedik. (Enbiya 68-69 ).
İmam Cafer Essadık (a.s.): ...Nevruz günü,
Binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusundan memleketlerinden çıkmaları üzerine
Allahın ölün demesiyle ölen ama sonra tekrar dirilttiği
insanların tekrar dirildikleri gündür...
Olay, Şam-Suriye şehirlerinden birisinde cereyan
etmiştir. Halk Allaha karşı kibirlenip ortak ( şirk )
koştukları için Yüce Allah onları veba
hastalığıyla cezalandırır. Veba
hastalığı hızlı bir şekilde insanlara
bulaşmakta ve halk kırılmaktadır. Sayıları
yetmiş bin civarında olan şehir halkı veba
hastalığı bulaşmasın diye şehri
boşaltıp sahraya, şehrin dışına yerleşirler.
Bir süre sonra yine kibirlenir ve Allaha ortak koşarlar. Bunun üzerine
Yüce Allah hepsini öldürecek veba hastalığını sahrada da
gönderir. Veba hastalığıyla ölen binlerce kişiyi oradan
geçerken gören İsrail oğulları peygamberlerinden Hz.
Hazkıyl Bin El Acüz hepsini tekrar diriltmesi için Yüce Allaha dua eder.
Vahiyle ölülerin üstlerine su dökmesi kendisine emredilir. Suyu üstlerine
serptikten sonra Allahın izniyle hepsi tekrar dirilir. Kuranı Kerim
bu mucizeyi şöyle anlatmaktadır. Ölüm korkusuyla binlerce
kişi halinde yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah
onlara "Ölün!" dedi de sonra onları diriltti. Şu bir gerçek
ki Allah, insanlara karşı çok lütufkârdır. Fakat insanların
çokları şükretmezler. (Bakara 243).
İmam Cafer Essadık (a.s.): ...Nevruz günü, Hz.
Resulullaha (s.a.a.v) ilk vahyin indiği yani risalet (peygamberlik)
görevinin verildiği gündür...
Yüce Allah başta Hz. Adem olmak üzere tarihi süreçte
toplumların içinden kendi dilleriyle bir çok peygamber göndermiştir.
Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.v) Arapların içinde Mekke'de 571
yılında Dünyamıza teşrif etti. Kırk yaşına
gelene kadar davranış ve hareketleriyle ulvi bir şahsiyet
olduğunu göstermiş, dürüstlüğüyle El-Emin (Güvenilir)
lakabını almıştır. Kırk yaşına
geldiği zaman Hira mağarasında iken insanlara iletilmek üzere
Yüce Allahtan kendisine vahiy iner, inen vahiy son peygamberle beraber, son
kutsal kitap Kuran-ı Kerimin de müjdesidir. Kuran-ı Kerim Hz. Peygamberimize
vahyin indirilişini bize şöyle anlatmaktadır. Sonra sana
'müşriklerden olmayan İbrahimin hanif yoluna uy' diye vahyettik.
(Nahl 123) "İnmekte olan yıldıza andolsun ki,
arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı. O, havâdan
(arzularına göre) konuşmaz. O(onun konuşması kendisine)
vahyedilenden başkası değildir. Ona, müthiş kuvvetleri olan
biri öğretti." (Necm l,2,3,4,5).
İmam Cafer Essadık (a.s.): ...Nevruz günü, yüce
Allahın Hendek Savaşında peygamberini Ahzaplardan oluşan
kâfirlere karşı muzaffer kıldığı gündür...
Bedir ve Uhud savaşlarından sonra
müşriklerle Yahudi kabileleri Müslümanlara karşı birleşir
ve Medinedeki Resulullaha karşı savaş Han ederler. Onbin
askerden oluşan küfrün ordusuna karşın Müslümanların ordusu
sadece üç bindir. Düşmandan korunmak
amacıyla Hz. Selman El-Farisinin önerisiyle Hz. Muhammed (s.a.a.v) Medine
etrafında hendek kazılmasına karar verir. Düşman ordusu
Müslümanları uzun süre muhasara eder. Hendeği aşmak için saldırılarından
netice alamadılar. Savaşı saldırmakla
kazanamayacaklarını anlayan kafirler teke tek savaş yöntemi olan
mübareze yoluna başvururlar. Savaştaki ustalığıyla nam
salan Amr Bin Abdived meydana inip kendisiyle savaşacak bir
savaşçı ister. Savaştaki ustalığını bilen Müslümanlardan
hiç kimse meydana inmeye cesaret edemez. Hani öleniniz şehit olup
Cennete gidiyordu deyip hakaretlerine devam ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ali
meydana inmek için Hz. Peygamberden izin istedi, ilkin Hz. Muhammed (s.a.a.v.)
izin vermek istemediyse Hz. Aliye kendi zırhını giydirerek
Amrın karşısına gönderirken ellerine açarak:
Ya Rabbi, amcam Übeyd Bedirde; Hamza Uhutdda şehit
oldular, bu Ali ise kardeşimdir ve amcamın oğludur. Onu koru,
beni kimsesiz bırakma. Sen Varislerin en hayırlısısın diye dua
ederek uğurladı. Hz. Ali (a.s.) bir kılıç darbesiyle ilk
olarak Amrın ayağını keser, sonra öldürür. Şoka
uğrayan kâfirler savaş sonunda hezimete uğrarlar. Hz. Peygamber
(s.a.a.v.) Hendekte İbnu Abdivedde vurup öldürdüğü kılıç
darbesi için: Alinin Hendek savaşındaki bir kılıç
darbesi, bütün insanların ve cinlerin kıyamete değin
yapacağı ibadetlerden üstündür. diye buyurmuştur.
Kuran-ı Kerim sonradan bu olayı müminlere söyle
hatırlatmaktadır: "Ey müminler. Allah'ın size olan
nimetini anın. Hani üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların
üzerine rüzgâr ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah
yaptıklarınızı görüyordu." (Ahzâb. 9) "Allah
kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi. Hiçbir şey elde edemediler.
Savaşta iman edenlere Allahın yardımı kâfi geldi. Allah
güçlüdür, mutlak galiptir." (Ahzâb 25).
İmam Cafer Essadık (a.s.): ...Nevruz günü, Hz.
Ali, Hz. Muhammedin omuzlarına çıkıp Kureyşin
putlarını Kâbenin üstünden kırdığı gündür...
Müslümanlarla müşrikler arasında imzalanan
Hudeybiye antlaşmasına müşrikler sadık kalmadılar ve
Müslüımanlara zarar vermeye devam ettiler. Peygamberimiz (s.a.a.v.)
hazırladığı ordu ile Mekkeye yürür. Mekkeliler İslam
ordusuna direnç gösteremediler. Mekkeye giren Hz. Muhammed Kabeye yönelir.
Kabede bulunan putları elindeki değnekle kırmaya başlar.
Yüksekte olup yetişemediği putları kırması için Hz.
Aliyi omuzlarına çıkarır. O anda vahiy bu ayetle iner: De
ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya
mahkûmdur. (İsra 81).
İmam Cafer Essadık (a.s.) : ...Nevruz günü, Hz.
Muhammed (s.a.a.v) Gadir Humda beraberindeki Müslümanlara Hz. Aliye biat
etmelerini emrettiği gündür...
Ne güzel tesadüftür ki inanç tarihimizin önemli temel
taşı Gadir Hum biati da bir Nevruz gününe tesadüf eder. Allahın
Resûlünün, ister
Veda Haccı sırasında, ister dönüşte
Gadir-i Hum'da, isterse Medine dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde,
Ehl-i Beyt'ini ümmete hatırlatıp Kur'anı Kerim'in yanı
sıra Ehl-i Beytini de ümmete ağır ve paha biçilmez bir emanet
olarak bıraktığını ve onlara sarıldıkları
müddetçe asla dalalete düşmeyeceklerini ve bu ikisinin kıyamete kadar
birbirinden asla ayrılmayacaklarını
vurgulamıştır.
Hac amelleri sona erip Mekke'den
ayrıldıkları bir sırada, Mekke yakınlarında
yolların birbirinden ayrıldığı nokta olan
"Gadir-i Hum" mevkiinde hutbe okunmuştur. Hicretin onuncu
yılında, Zülhiccetil Haram ayının on sekizinde Resulullah
(s.a.a.v.)Vedâ Haccından dönerken Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki
bir menzil olan Medine, Mısır ve Şam (Suriye)
yollarının ayrımında Resul-ü Ekrem'e (s.a.a.v.) şu
ayet nazil oldu: "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ
et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, Onun elçiliğini tebliğ
etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır."
(Maide, 67). Bu ayet indikten sonra, Resııl-ü Ekrem (s.a.a.v.)
kervanlara durmalarını ve bineklerinden inmelerini emretti, ileride
olanları çağırttı, geride kalanları da beklediler.
Herkes toplandıktan sonra; ashabın dağılmasını
önlemek için; onları çalılığın gölgesinde durmaktan
alıkoydu. Ağaçların dibini de dikenden ve çer çöpten
temizlemelerini buyurdu ve halkı cemaat namazına davet etti.
O hazret ortalığı kavuran sıcakta,
cemaatiyle öğle namazını kıldıktan sonra, hutbe için
ayağa kalktı. Allah 'a hamd u senâ ve insanlara öğüt ve
nasihatte bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Yakında ben
(İlahî) davete icabet edeceğim; (dünyadan göçüp gideceğim). Ben
de, siz de Allah katında sorumluyuz, O gün siz Allah'a ne cevap
vereceksiniz?" Oradakiler hep bir ağızdan: "Senin
risaletini tebliğ ettiğine, bize nasihat edip hayrımızı
istediğine tanıklık edeceğiz; Allah seni hayırla
mükafatlandırsın!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.a.v.): "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in
onun kulu ve peygamberi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna
şahadet ediyor musunuz? diye sorunca da insanlar, "Evet."
dediler. "Bütün bunlara tanıklık ederiz," Bu defa da,
"Benim sesimi duyuyor musunuz? " diye sordu. Buna da "Evet.
" cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a.v.)
şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Ben sizden önce bu dünyadan
ayrılacağım. Siz Kevser Havuzu'nun başında bana
geleceksiniz. O öyle bir havuzdur ki, genişliği Basrâ'dan San'â'ya
kadardır. O havuzun kenarında, gökteki yıldızların sayısınca
gümüş kadehler vardır. Ben orada, sizin aranızda emanet
bıraktığım iki paha biçilmez şeyi soracağım.
O halde benden sonra o iki şeye nasıl davranmanız
gerektiğine dikkat edin!
Bu arada halkın içinden biri seslenerek, "Ya Resulullah! O iki paha biçilmez
şey nedir?" diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.a.v.) şöyle buyurdu:
"Onlardan biri, bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer
tarafı ise sizin elinizde olan Allah'ın Kitabı'dır. Ona
yapışın; sapmayın ve değiştirmeyin; diğeri
ise, Itretim (nesil, akraba) olan Ehl-i Beytim'dir. Latif ve her şeyden
haberdar olan (Allah), bu ikisinin (Kevser) Havuzu'nun başında bana
ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını
bildirdi. Ben Allah'tan bunu istedim. O halde, o ikisinden öne geçmeyin, geriye
de kalmayın; yoksa helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye
kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidirler."
Sonra şöyle devam
etti: "Benim müminlere kendi nefislerinden daha evla (üstün) olduğumu
(onlar üzerinde tasarruf ve yetki sahibi olduğumu) bilmiyor musunuz?"
Halk "Evet, ya Resulullah biliyoruz!" deyince
şöyle buyurdu:
"Benim her mümine kendi nefsinden daha evla
olduğumu bilmiyor musunuz?" Halk yine "Evet, biliyoruz ya
Resulullah!" dediler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.v.) Hz Alinin elinden
tutarak koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar
kaldırıp şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Allah benim mevlâmdır, ben de sizin
mevlânız, efendinizim. O halde ben
kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır."
"Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol. Ona
yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız
bırak. Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz (nefret) edene
buğz et. " Sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım sen de
şahit ol" Ravi der ki; daha bu ikisi (Hz.Resulullah ve Hz. Ali)
birbirinden ayrılmamıştı ki şu ayet nazil oldu: "Bugün
size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size
din olarak İslamı seçip-beğendim." (Mâide/3). Bunun
üzerine Resulullah (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: "Dini
mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan, benim risaletimden ve Ali'nin
velayetinden hoşnut olan Allah en yücedir." Bu törenin ardından
Ömer b. Hattab, Hz. Ali'ye şöyle dedi: "Ey Ebu Talib oğlu, ne
mutlu sana! Erkek ve kadın her mü'minin velisi-efendisi oldun." Bunun
üzerine bütün Müslümanlar Hz. Ali'nin huzuruna gelerek itaatlerini belirtip kendisine
biat ettiler.
Bu hutbeyi duyan El-Haris bin Numan El-Fahri adında
biri merkebine binip Hz. Peygamberin huzuruna gelip şöyle der: "Ey
Resulullah bize emrettiğin şekliyle Allahın birliğine ve
senin onun kulu ve resulü olduğuna şahadet ettik. Emrettiğin
gibi beş vakit namazımızı kıldık. Emrettiğin
şekliyle zekâtımızı da verdik. Emrettiğin gibi
Ramazan'da orucumuzu da tuttuk. Emrettiğin gibi hacca da gittik. Bütün
bunlara rıza göstermeyerek amcanın oğlu Ali'yi elinden tutarak:
"Ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır." "Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman
olana düşman ol "dedin. Bu (emir) senden mi Allahtan
mıdır? "
Bunun üzerine "Resulullah (s.a.a.v.): Kendisinden
başka İlah olmayan Allaha andolsun ki; bu (emir) Allahtandır"
diye buyurur. Bunun üzerine El-Haris arkasını dönüp devesine giderken
hiddetle; "Ey Allah'ım Muhammed yalancı ise gökten onun
başına taş düşsün ki, kendisinden sonrakilere ibret olsun.
Eğer Muhammed sadık (doğru sözlü) ise, benim başıma
gökten taş düşsün ki benden sonrakilere ibret olayım," der.
Sözlerini tamamlamadan gökten başına bir taş düşüp
altından çıkar. El- Haris, kan revan içinde yere
yığılır ve ölür. Bunun üzerine Resul-i Ekrem'e (s.a.a.v.)
şu ayet nazil olur: "Bir soran, inecek azabı sordu:
İnkarcılar için ki; onu savacak yoktur." (ElMeâric/1/2).
İmam Cafer Essadık (a.s.): .. Nevruz günü,. Hz.
Alinin Nehravanda Haricileri yenip zafere ulaştığı
gündür...
Hz. Peygamber şöyle buyurur: Benden sonra Nakisiyn, Kasitiyn ve Marikıyn
gurupları ile savaşacak olan Alidir. (Nakisiyn: verdikleri sözde
durmayanlar. Kasitiyn: doğru yoldan çıkanlar Marikıyn: dinden
çıkanlar) Bu hadisi şerifte geçtiği gibi Hz. Ali hilafeti
üstlendikten sonra sözlerinde durmayıp Ayşenin ordusuna
katılanlar ile (Nakisiyn) Cemel Savaşında, İslamın
bütünlüğüne kasteden Muaviyenin yanında yer alanlar ile (Kasitiyn)
Sıffın Savaşında, Hz. Alinin ordusundan ayrılıp
dinden çıkan hariciler ile (Marikiyn) Nehravan Savaşında
savaşmıştır. Hz. Alinin ordusuyla Muaviyenin ordusu
arasında Sıffınde cereyan eden savaşta bütün tarihçilerin ittifak ettiği gibi
savaşın başından tahkim kararına kadar üstün olan Hz.
Alinin ordusudur. Yenileceğini anlayan Muaviye, Amru Bin El-Asın
önerisiyle Şam ordusundaki askerlere, mızraklarına Kuran-ı
Kerim koymalarını emreder. Savaş meydanına indiklerinde
uçlarına Kuranı Kerim sayfalarını taktıkları
mızraklarını havaya kaldırarak biz Kurana tabiyiz;
aramıza Kuran-ı koyalım ne hükmederse ona uyalım diye bağırırlar.
Bunu gören Hz. Ali (a.s.) bunların Kuranla ilgileri yoktur.
Kuran-ı Kerime ilk inanan ve en iyi şekilde yaşayan benim.
Bunlarla Kuran için savaşıyorum. Kesinlikle bu hileye kanmayın
diye buyurur. Ama ne kadar uyardıysa sonradan hariciler olacak yirmi bin
civarında asker birkaç kişinin kışkırtmasıyla
Kuranın hakemliğine başvurulması gerektiğini
şiddetle savunurlar. Hz. Ali bunun üzerine kendisinin önerdiği
kişileri tayin etmek ister. Ona da itiraz eden isyancılar Musa
el-Aşarinin hakem olması için diretirler. Taleplerini kabul eden Hz.
Ali ile Muaviyenin heyetleri arasında muhakemeyi kimin yapacağı
ve nerede yapılacağı konusunda yazılı olarak
anlaşmaya varılır. Buna göre Hz. Ali tarafını temsilen
Musa El-Aşari, Muaviye tarafını temsilen Amru Bin El-As
görevlendirilmiştir. Anlaşmaya varıldıktan ve
karşılıklı sözler verildikten sonra muhakemeyi
şiddetle savunan sonradan Harici olacak grup muhakemeye gidilmemesi ve Hz.
Alinin bunu kabul etmemesi gerektiğini söylemeye başlarlar. Hz. Ali
"Muhakemeyi ben istemiyordum . Olması için siz direttiniz. Şimdi
karşılıklı sözler verildikten sonra kendiniz
savunduğunuz fikirden dönerek benim verdiğim sözden caymamı
nasıl istersiniz? diye buyurur. Allahın dininde adamlar tahakküm
edemez. Hüküm Allahındır diyerek Hz. Alinin ordusundan ayrılıp
Nehravana yerleşirler. Hz. Alinin ordusundan ayrıldıktan sonra
Hz.Aliyi kötülemeye ve taraftarlarına eziyet etmeyle başlarlar. Hz.
Ali yanlış yoldan dönmeleri için defalarca uyarılarda
bulunmasına ve ikna etmek için elçiler göndermesine rağmen isyanlarından
vazgeçmediler. Bu arada tahkim olayı Amru Bin El-Âs ile Ebu Musa
El-Eşari arasında yapılır, iki temsilci aradaki
anlaşmazlığın ancak her iki tarafın reisleri Hz.
Ali'nin ve Mııaviyenin azledilmesiyle çözülebileceğini
kararlaştırırlar. Kararı insanlara tebliğ için ilkin
El-Eşari konuşur:
"Biz iki hakem aradaki
anlaşmazlığın ancak her iki reisin Alinin ve Muaviye'nin
azledilmesiyle çözülebileceği kararına vardık. Ben de Ali
tarafının hakemi olarak Aliyi azlediyorum. El-Eşari
bunları söyledikten sonra sözü Amru Bin El-As alır ve meşhur
hilesini dillendirir. Alinin temsilcisini duydunuz. O halifesini azletti. Ben
ise halifem Muaviyeyi hilafette sabit kılıyorum. Bunları duyan
Musa El-Eşari beni kandırdın deyip taraflar tartışarak
ayrılır. Bunun üzerine Hz. Ali orduyu toplayıp ilk olarak ordunun
içinde fitne yaratıp Müslümanlara eziyet eden Nehravandaki haricilerin
üzerine yürür. Tarihe Nehravan Savaşı olarak geçecek savaş Hz.
Alinin zaferiyle sonuçlanır. Savaşta Hz.Alinin savaşa
çıkarken dediği gibi Vallahi onlardan on kişiden fazla kalmayacak,
bizden ise on kişiden fazla ölmeyecek. Hz. Alinin ordusundan on
kişiden fazla ölmediği gibi haricilerin ordusundan ise on
kişiden fazla kişi kalmamıştır. Sıffın
Savaşı, tahkim olayı, Haricilerin ayrılışı
ve onlarla Hz. Alinin savaşı İslam tarihinde çok önemli yer
alır. Tarih kitapları çok geniş bir şekilde bu
konuları işlemiş olup daha geniş bilgi isteyenler tarih
kaynaklarına müracaat edebilirler.
İmam Cafer Essadık (a.s.): ...Nevruz günü,
Kıyamet Gününde Meh
dinin zuhur edeceği ve Deccalı öldürüp Küfe de asacağı
gündür...
Kıyamet Gününe
inanmak her Müslümana farzdır. Kıyametin hangi yılda
kopacağını ve Mehdinin zuhur edeceği tarihi bilmek sadece
yüce Allaha mahsustur. Kıyametin tarihini bildiklerini iddia eden
tarihte birçok yalancı türediği gibi günümüzde de Mehdi
olduklarını ve kıyametin tarihini bildiklerini hatta
kıyamet için tarih bile veren münafıklar vardır. Bunlara itibar
edilmemesi gerektiği gibi yalanlamak ve dışlamak gerekir.
Kuran-ı Kerim kıyamet konusunu şöyle belirtir: "Sana,
kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de
ki: Onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini, O'ndan başka belirtecek yoktur.
Göklerin ve yerin, ağırlığını
kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir.
Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki: "Onu bilmek
ancak Allah'a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği
bilmezler." (Arâf / 187). Yalnız Hz, Mehdinin kimliği
konusunda mezhepler arasında ihtilaf vardır. Hz. Alinin
Şiası olan bütün Alevi fırkalar Hz. Mehdinin 12. imam Muhammed
Bin El-Haşan ElMehdi olduğunu kabul eder. Bunda Hz, Muhammedin
hadislerine dayanırız: Mehdi, kızım Fatıma'nın
neslindendir(Sünen-İbn-i
Mace, 10/348) Allah (cc) benim Ehl-i Beyt'imden (soyumdan) bir zatı (Hz.
Mehdi'yi) gönderecek (Sünen-i Ebu Davud, 5/92).
Kıyametin kopma
sebebi ise dünya üzerinde iyilik neredeyse yok denecek derecede azalacak, zulüm
ve kötülük had safhada olacak. İnsanlara zulüm eden zalim hükümdar tek
gözlü Deccal'i öldürüp, insanları onun şerrinden kurtarmak için Hz.
El-Mehdi zuhur edecektir.
Hz, Muhammed
(s.a.a.v) kıyametin kopmasını gerektirecek şartları
şu şekilde sıralar: Namaz ve dua terk edildiği, sadece
arzulara ve nefsin havasına uyulduğu, mal sahipleri sadece
malları için yüceltildiği ve dinin dünyada
satıldığı, müminin gördüğü kötülükler
karşısında hiçbir şey yapamadığı için tuzun
suda eridiği gibi kalbinin eridiği, zalim hakimler ve kötü
bakanların olduğu, hainlerin emin, eminlerin hain, kötülüğün iyilik,
iyiliğin kötülük, yalanın marifet sayıldığı,
sakatlara hakaret edildiği, anne ve babaya kötü
davranıldığı, şeytan kalpli insanların
çıkıp zayıf insanlara zulmedip kanlarını
akıttığı, erkeklerin erkeklerle yetindiği,
kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzediği,
mescitlerin kiliseler gibi süslendiği, minarelerin yükseldiği,
kalpleri kıskançlık ve kinle dolu ve muhalif dilli safların
çoğaldığı, faizin, rüşvetin ve gıybetin
arttığı, dinin aşağılandığı,
Dünyanın yüceltildiği, boşanmaların arttığı,
zenginlerin gezmek, orta halli olanların ticaret, fakirlerin riya ve
şöhret için hacca gittiği, Kuran, ilim ve dinin Allah için
değil de başka amaçlarla kullanıldığı, zina
çocuklarının arttığı, mahremiyetin ihlal
edildiği, günahların kazanıldığı, kötülerin
iyilere hükmettiği, yalanın arttığı, müminin
dünyanın en düşkünü ve hakiri görüldüğü zaman Allah'ın
istediği kadar bekletilecekler, bekletildikleri süre içinde de bozgunculuk
yapacaklar. O zaman yeryüzü patlayacak ve herkes yakınında
patladı zannedecektir. İşte o günde malın mülkün
altının ve gümüşün hiçbir değeri olmayacaktır.
İmam Cafer Essadık
(a.s.): "... Nevruz günlerini sevinçle karşılarız. Çünkü
bizim ve Şiamızın (taraftarımızın) önemli
günlerindendir. Farisiler muhafaza etti. Siz ise kaybettiniz."
Görülüyor ki Nevruz; sadece Farisilerin, Kürtlerin veya
Türklerin geleneksel olarak yaşattığı bir bayram değil
aynı zamanda dinsel bir yönü olan ve bu din çerçevesinde şekillenen
anlayışın zamanla gelenekselleşerek
kutlandığı bir bayramdır. Ancak Alevi toplumunda Nevruzun
ayrı bir önemi vardır. Tarih boyunca Allahın insanoğluna
tebliğ ettiği veya yarattığı veya kırılma
noktasında bir savaşın Müslümanlardan yana olayların olumlu
bir şekilde geliştiği bir gündür. Güneşin ilk
doğduğu gün olması demek, canlılara hayat verildiği,
yaratıldığı gün demektir. Nuh (a.s) Gemisinin Cudiye
konduğu gün olması, insanların tufandan kurtulduğu gün
olduğunu gösterir. Hz. İbrahimin putları kırıp
insanlara Allahı tebliğ ettiği gün olması, yanında
Hz. Muhammedin Gadir Humda Hz. Aliye velayeti vermesi, imametin kimden devam
ettiğini göstermesi ve Hz. Alinin Nakisiyn, Kasitiyn ve Marikıyn
toplumuyla mücadele ettiği gün olması, Nevruzun önemini daha çok
artırır. Böylesine önemli bir günün bayram olarak kutlanması
kadar normal olan başka bir şey yoktur. Nevruz Bayramının
anlam ve önemine bağlı olarak günün namazla, niyazla ve ibadetle
geçirilmesi; eş, dost ve akrabaların ziyaret edilmesi bayramın
kalben benimsenip yaşanması gerekir. İyilik, ihsan ve marifetle
yaşanacak bayram insanı huzurlu kılar. Bize doğru yolda
ilerlememizi ve Allahın istediği kullar arasında
olmamızı sağlar.
Bütün kardeşlerimin bu günün anlamını dinsel
yönüyle de bilmesini ve ona göre yaşamasını dilerim. Allaha
emanet olun.
(AKAD dergisi, Mayıs 2013,
S.7-14)