Ali
İRFAN
VELAYET yayıncılık Yayın No: 19
Çocuk Serisi: 3
İrtibat
Velayet
Yayıncılık Havuzlubahçe Mah. Bahçelievler Cad. 411 A
(Anafartalar Lisesi Karşısı) Seyhan i ADANA e-mail: velayet@hotmail.com
Tlf.: 0322.359 82 04
GSM: 0535.668 62 20
DİZGİ - MİZANPAJ MOZAİK REKLAM Tlf.: 0322.36339 72 KAPAK: VELAYET
TİRAJ: 5000
BASKı: İMAJ OFSET
Cemal Gürsel
Cad. No: 34/A
Tlf.: 0322.363 42 59 ADANA
VELAYET
S U N U
Kötü ve
çirkin insanlar dünyanın geleceğini kendilerine benzetrnek için
ellerinden geleni yaparak, gelecek nesillere çirkin bir dünya bırakmak
istiyorlar.
Bizler ne
kötü olalım, ne de kötülük ve çirkinlikler karşısında
sessiz kalalım. Dünyamızı kötü yarınlardan, çirkinliklerden
koruyalım.
Bu da
ancak; iyileri, güzellikleri, doğruları tanımak onları
örnek ve önder edinmekle olur.
Bu
güzellikleri, iylikleri, doğruları Yüce Yaratıcımız
tüm insanlığa beyan etmiştir. Bu beyanda, ondört masum- u
paklar tarafından hayat bulmuştur. Bu hayat, onlara
layıkıyla uyanlar tarafından sürdürülmektedir.
Bizlere
düşen, Yüce Yaratıcının ilahi mesajındaki beyanı
anlamamız ve onun canlı örnekleri olan ilahi önderleri en iyi bir
şekilde tanımamızdır.
Bu
şekilde İnsan- i Kamil'e
giden yola adım atabilir; kötülüklerden, çirkinliklerden uzak bir dünyada
insana yaraşır bir hayatı kucaklayabiliriz.
Bu kitap
serimizin bu gayeye hizmet edeceği umudundayız. Çaba bizden
başarı Allah'tandır.
Rabbim!
Bizleri; doğrulardan eyle, doğrularla beraber eyle. Rabbim! Bizleri;
tüm kötülük ve çirkinliklerden uzak tut ve bizlere dünya ve ahirette
hayırlar nasip eyle.
Muhabbet ile ...
Ali İRFAN
___________________________________________________________________________
ÖYKÜLERiMİZ
1- O Gelecek
Dünya ne kadar güzel değil mi? Şu yeryüzü
ve üzerindekiler, şu gökyüzü ve üzerindekiler. Yeryüzü ve gökyüzü
arasında herşey bir güzellikle bir uyum ile kendi tath varlığını
sergilemekte. Şu dağlar, denizler, ağaçlar, meyveler,
rengarenk çiçekler, cıvll cıvll uçuşan kuşlar ...
Ve düşünebilen, konuşabilen,
paylaşabilen, sevebilen, emek veren, zahmet çeken, hüzünlenip gülebilen
güzel in- sanlar ...
Evet insanlar doğumdan ölüme bu güzel mekanda,
güzel bir akışla süresini tamamlamah değil mi?
Sevmek ne güzel değil mi? Sevilmek ve gülmek
bütün insanlarla acısız, huzurlu, mutlu bir dünyada sevgi coşkusuyla
yaşamak ne güzel değil mi?
Yalan yok! Düşmanlık, kin, öfke, savaşlar,
katliamlar yok! Haksızlık, adaletsizlik, zulüm yok! Açlık,
yokluk, yoksulluk yok!
Ne renk, ne dil, ne din aynmli herkes insan, herkes
bir diğerine bakhğında insanca bakıyor, insanı
görüyor. Biri diğerinde, diğeri diğer birinde kendini buluyor,
herkes karşısındaki insanda kendini görüyor!
Her bir insan kendine istediğini, başkalan
için de istiyor. Kendi için istemediğini başkası için
istemiyor!
Bir insan acı çekse bütün insanlar bunu duyuyor
ve koşuyor ona teselli için, acısını tatllya
dönüştürmek için. Dünya güzel, dünya hayatı içindeki tüm
güzelliklerle güzel, insanlar güzel... insanlar güzellikleriyle güzel dünyada güzel bir
hayatı güzelce yaşayarak,
ebedi yaşamın güzelliklerine kucak
açarlar... Bütün bunlar varlığın varoluş gerçeği ama
varlar bu dünyada kendi gerçeğinden uzaklaşmış!
Bu gerçeğin, hayat bulması ne güzel olur
değil mi?
Bu gün içinde yaşadığımız
dünya nedense kendi gerçeği dışında bir takım
gerçekleri yaşamakta bu da ne dünyaya yakışıyor ne insana
...
Nedendir bütün bunlar? Nedendir bu dünyanın
çektiği acılar?
Savaşlar bu dünyada, acılar, yokluklar,
zulümler, işkenceler, haksızlıklar, adaletsizlikler ...
Bütün bunlar insanlann eseri; neden insanlar böyle
eserlere neden olsun? Bu iblisin gönlünü hoşetmez mi? Hani melekler
Allah'a demişti: Yeryüzünde bozgunculuk erişmiş
güzel insanlan peygamber ve veliler olarak göndermiştir.
Ama nedense insanlar nankördür; insani olmayan yapacak,
kandökecek birini mi yaratacaksın? Allah onlara sizler bilmezsiniz ben
bilirim demişti ve melekler Allah' a itaat etmişlerdi de iblis
insanı kutsamada isyan etmiş Allah'ın yaratma gayesindeki,
Allah'ın halifesi olmaya layık insana büyüklük taslamış11.
Şimdi de insan Allah'ın yaratma gayesindeki
insan olma yerine, kendine üstünlük sağlayan iblis'i haklı
çıkanrcasına kendi gerçeğine aykın düşmekte.
işte bu yüzden Allah insanlann kendi
gerçeklerini anlamalan ve o gerçekleri sahiplenerek o güzelliklerle
yaşamalan için ilk insandan günümüze kadar insanlara ışık
olacak yine insanlar arasından yaratma gayesine çirkinliklere
dalarak o kimselere gereği gibi itaat etmedi, onlan izleyemediler. Bu
yüzden de kendi elleriyle kurduklan dünyayı kendilerine zindan ettiler.
Oysa bütün kutsal kitaplar onlann özgürlüğünün
programı, kurtuluş bilgisi idi. Bütün kutsal insanlar, onlann ellerine,
ayaklanna, yüreklerine vurulan kö-
lelik zincirlerini kırmak, onlan kendilerinin
ördükleri zindandan kurtarmak için gelmişlerdi ve hep bunun mücadelesini
vermişlerdir.
Pekiartık kutsal kitaplar inmiyor. Kutsal
insanlar gelmiyor ve insanlar bu kölelik zincirlerine vurulup, kendilerine azap
zindanına çevirdikleri bu zulüm, adaletsizlik, çirkinlikler dünyasında
yaşamayı sürdürmekteler.
Eğer bu hep böyle gidecekse
ne anlamı vardı bu dünyanın? Gökyüzünün, yeryüzünün ve ikisi arasında bulunanIann
yaratılmasının ne anlamı vardı? Belki de gü~ellikleri,
hakkı, adaleti, sevgiyi, özgürlüğü doğru anlayabilmek, sahiplenmek,
değerini bilmek için bunlara ihtiyaç vardı.
Bütün bunlann anlaşıldığı
noktada tam da yeryüzü böylesi beter çirkin likler, haksızlıklar,
zulüm ve adaletsizliklerle dolmuşken; O gelecek!
O, tüm bu kötü
gidişatı tersine çevirmek, yeryüzünü güzelliklerle, hak ve adaletle
doldurmak için ilahi kurtuluş sancağını açacak, bu
işin önderliğini yapacak.
O, bütün
yeryüzüne sevgi, güzellik ve adaleti getirecek. Böylece dünya bu acılar,
çirkinlikler, adaletsizliklerden sonra
kalan ömrünü güzelliklerle, adaletle
sürdürecektir kıyamete kadar.
O, gelecek
bütün bunlar gerçekleşecek! insanlık kurtulacak!
O,
Allah'ın tertemiz kulu, insanlık önderi, alemlere rahmet peygamber efendimizin
evlatlanndan, biz Alevilerin Onikinci imamıdır.
O, baba
tarafından Allah'ın son peygamberinin evlatlarından, onbirinci
imamımız Hasan Askeri'nin ve ana taraflndan da Hazreti isa'ntn
evlatIanndan Rum padişahının kızı Nergis Hatun'un
oğludur ..
O'nun
adı, Allahresulü'nün adı olan "Muhammed"dir. Lakabı
ise yine Peygamberimizin lakabı olan "Ebu-I Kasım"dır.
O, Mehdi
(Allahtarafından hidayet olunmuş , aynı zamanda Hadi yani hidayet
eden)'dir. Çünkü gizli ve açık hakka ve adalete hidayet edendir. Hakkı,
adaleti getirecek olandır. Allah'da onun hikmetle var edeni, koruyan, bizim
için sır olan hikmetiyle hidayet edenidir.
O, Muntezer
(beklenen)'dir. Çünkü insanlık onun bekleyişi içindedir. insanlar
zulmün yok edicisi, adaletin getiricisi olarak umudla onun bekleyişi
içindedirler. insanlık onunla kurtulacak, onunla yeryüzü adaletle
dolacaktır.
O, Kaim
(ayaklanmış, kıyam eden)' dir. Çünkü yeryüzünde dolan
çirkinlikler ve adaletsizlikleri yok etmek için ayakla- nacak, kıyam
edecek olan insanlık önderidir.
Bütün dinlerde
dünyanın karanlıklarla, çirkinlikler, adaletsizlikler, zulümlerle
dolduğunda bir gün salih bir kurtancının geleceği müjdesi
vardır.
O, Peygamber
Efendimizin bildirip müjdelediği Hazreti Fatıma anamızın
imam Ali ve sırasıyla bütün Onbir imamımızın
bildirdiği müjdelediği kimsedir.
Bu yüzden
onbirinci imamimız zamaninda hüküm süren zalim Abbasi halifelerinden
Mu'temed Onbirinci imamımız Hasan Askeri'yi ve evini devamlı
kontrol altında tutmaktaydı. Hatta bazı kadınlara onun
hanımını izlemelerini emretmişti.
Ama zalimler
istemesede Allah nurunu tamamlayacaktır. O gün, nede kutlu bir gün idi o
gün ...
Bütün alem
Allah'ın hikmetinin saçtığı bir nur ile dolmuştu. O
gün, nurdan bir nur doğmuştu. Çirkinlikler, adaletsizlikler, zulüm
yasa bürünmüştü. Melekler birbiri ardı sıra yeryüzüne inmekteydi.
Yeryüzünün ümidi tomurcuk açmıştı.
O gün,
Şaban ayin onbeşi Perşembe günü idi. O gün, gece ay, gündüz güneş
imam Hasan Askeri (a.s)'nin evinde misafir idi... imam Hasan Askeri (a.s)'nin
halasının o ku1tu doğumu şöyle
anlattığını tarih kitaplarin kaydetmiştir:
O gün, ben imam'in evinde idim. imam'dan gitmek için
izin istediğimde imam bana: "Halacığım! Gitme bir süre
kal. Yoksa oğlumuz doğduğunda bizlerle olmak istemiyor
musun" diye buyurdu.
Çok şaşırmıştim hanımı Nergis hatunda doğumla ilgili bir
görünüm yok idi. O'na "ya imam!
Nergis'in bedeninde hiç hamilelik belirtisi yok ki" dedim.
imam bana cevap olarak şöyle buyurdu:
"Halacığım sakın
şaşırma Nergis hatunda tıpkı Hazreti Musa
(a.s)'ın annesi gibi onu gizlice dünyaya getirecektir. Eibette sizler bu
çocuğun doğumuyla ilgili önceden bir belirti göremezsiniz."
O gece, imam (a.s)'ın evinde kaldım.
Henüz güneş doğmamış, sabah olmamıştı
ki doğum belirtileri kendini göstermeye başladı ... O esnada
odayı bir nur sardı. Hayretler içinde kaldım ve koşarak
imam'ın yanına gittim. Olanları O'na anlattım. Bana
tebessüm ederek:
"Halacığım, burada biraz bekle,
sonra Nergis Hatun'un yanına dön" diye buyurdu.
Bir müddet sonra sabah ezanı olmuştu
imam'ın buyurduğu gibi Nergis'in yanına döndüm. Nergis'e baktim
tertemiz, gözleri Isıl idi. Yanında çok güzel nur gibi bir bebek;
secde halindeydi. Sonra bebeğin şehadet parmağını
gökyüzüne doğru kaldırmış olarak Alla'ın yüceliğini
ve birliğini zikrettiğini gördüm.
Yüce Allah zalimlerin tüm çabalanna rağmen
insanlığın ümidi, pak imamlar halkasının sonuncusu
Onikinci imamımızı insanlık alemine hediye etmiştir.
Dönemin zalim Abbasi hükümdan bu işin önüne geçmek için o kadar
uğraşmış idiki hatta imam Hasan Askeri (a.s)'yi ordu
karargahının çevresi içerisinde hapsetmiş orada denetim altina
almış. işte bu yüzden imam'a Askeri lakabı verilmişti.
Bir gün, bir grup müslüman, imam Hasan Askeri
(a.s)'nin yanına geldiklerinde imam (a.s) onlara şöyle buyurdu:
"Siz buraya Allah'ın Hücceti (delili) hakkında
soru sormak için geldiniz."
Onlar da: "Doğru söylediniz, biz onun için
buradayız" dediler.
Bir süre sonra onlann gözü, çok güzel ve nurani bir
çocuğa ilişti. Bu çocuk babasına ve islam Peygamberi'ne çok
benziyordu.
Daha sonra imam Askeri (a.s):
"Oğlum Mehdi imam olup, benim yerime
geçecek. Helak olmamak için O'nun etrafından dağılmayın ve
O'na itaat edin. Şunu biliniz ki, benden sonra, zuhuru gerçekleşene
ve kıyam edene kadar O'nu görmeyeceksiniz" dedi.
Yine tarih kitaplan şu rivayeti nakIetmiştir.
imam Hasan Askeri (a.s)'nin dost ve taraftarlanndan
olan isa Cevheri ise şöyle diyordu: "Şaban ayı, Cuma gününün
şafak vaktinde, imam Mehdi (a.s)'ın doğumunu duyduğumuzda,
bir grup arkadaşla imam (a.s)'ı görmeye gittik. Selam ve
saygılanmızı arz ettikten sonra imam Hasan Askeri (a.s)
şöyle buyurdu:
"Acaba sizden herhangi birinin aklından,
oğlum Mehdi'nin nerde olduğu geçti mi? Nasıl ki Musa'nın
annesi oğlumu bir sandığın içine koyduktan sonra denize
bırakıp Allah'a emanet etti ve Allah "da O'nu annesine
ulaştırdı ise, ben de O'nu Allah'a emanet etmişim."
imam Mehdi (a.s) beş yaşını
doldurmadan, aziz babanin, Abbasi hükümdarIarin casuslan
tarafından zehirlenerek şehadete ulaşdı. imam'ın
şehadeti sebebiyle Samerra şehrinde büyük bir ayaklanma oldu; herkes,
işyerlerini kapayarak imam (a.s)'ın evine doğru hareket
etmiş, coşkun bir sel gibi harekete geçerek büyük bir cenaze merasimi
düzenlemişlerdi. Abbasi halifesi, halk kitlelerinin. bir sel gibi
akmasından dolayı korkmuş, işlediği bu cinayeti örtbas
etmek için imam (a.s)'ın kendi eceli ile öldüğünü göstermeye
çalışmıştı. Mu'temed, kardeşini cenaze törenine
katilması ve halkı, imamı kimsenin öldürmediğine
inandırması için göndermişti. Ayni zamanda, diğer
taraftanda imam'ın mallini bölmeğe kalkmıştı ki
böylece, cenaze namazını kılarak mirasını alacak ve
halka imam'ın oğlunun olmadığını anlatacaktı.
Ama tüm bu çalışmalara rağmen
Allah'ın emri yerine gelmiş, O, beş yaşında iken babası
şehit düşmüş ve böyle şartlarda islam alemine imam
olmuştu. Tıpkı isa (a.s)'ın beşikte iken peygamber
olduğu gibi. O, henüz küçük yaşta .olduğu halde,
babasının cenazesini getirdiklerinde,
yalancı bir adam olan amcası Cafer, cenaze namazını
kılmak istemiş ama onu kenara iterek, kendisi babasının
cenaze namazını kılmış, böylece imametinide ilan
etmiştir. Namazı kildıktan sonra da gözlerden kaybolmuştu.
Böylece artik Allah'ın emriyle halktan
gizlenerek kendisini kimseye göstermeyeceği gaybet dönemleri
başlamıştır. imam Mehdi (a.s)'nin hayatını bu
gaybet dönemleri ile üç dönem olarak belirtmek mümkündür.
Birinci
dönem: imam (a.s)'ın doğumundan, babaları
Hz. Hasan Askeri (a.s)'ın şehadetine kadar olan dönemdir.
Beş yıl olan bu dönemde, imam Hasan Askeri'yi
görmeye gelen bir çok dost, bilgin ve alim imam Mehdi ile görüşüyordu. Bu
görüşmelerin bazıIarinda imam Hasan Askeri (a.s) oğlunu, dost
ve yakınlarina tanitip, imam Mehdi (a.s) hakkında onlara nasihat
ediyordu.
ikinci
dönem: Gaybet-i Suğra (küçük kayboluş) dönemidir.
Bu dönem imam Mehdi (a.s)'nin altı yaşından başlayıp
yetmiş beş yaşına kadar devam eden dönemdir. Bu dönemde,
imam (a.s) ile sadece yakın dostlari görüşebiliyorlardı.
Devletin ileri gelenleri bile imam (a.s) ile görüşmek için izin alamıyorlardı.
Bu
dönemde, imam Mehdi (a.s)'nin dört sadık dostu; diğer insanlarla imam
(a.s) arasandaki irtibatı sağlıyorlardı. Bunlar; Osman
b.Sait, Hüseyin b. Ruh, Muhammed b. Osman ve Ali b.Muhammed Semeri idi.
Üçüncü
dönem: Gaybet-i Kubra (büyük kayboluş) diye
adlandırılmıştır. Hicri Kameri 329'dan
başlayıp günümüze kadar devam etmektedir. Bu dönemin ne zaman
biteceğini Allah'tan başka hiç kimse bilemez.
imam Mehdi (a.s), halkın arasında tanınmayacak
bir şekilde yaşamaktadır. Eğer biri O'nu görmeye muvaffak
olursa dahi, ancak imam (a.s) onun yanından ayrilldıktan sonra,
bazı belirtiler üzerine,
O'nun imam Mehdi (a.s) olduğunu anlaya
bilmektedir.
Insanlar güneşten nasıl yararlanıyorlarsa,
gaybet döneminde de imam Mehdi (a.s)'den o şekilde yararlanırlar.
imam Mehdi (a.s)'ın zuhuru ile ilgili rivayetlerde şöyle
geçmektedir:
Kendileri zuhur edince dostlarindan 313 kişi
Köbe'de kendilerine biat edecek. imam Mehdi (a.s)'nin kıyamı, o an
başlayıp aşamalı bir şekilde ilerleyecek. imam,
hükümetinin bayraktarlari olan bu 313 kişiyi, dünyanın her
tarafına gönderecek. Onlar imam Mehdi (a.s)'nin dost ve
yardımcılari olan yöneticilerdir.
Yüce islam Peygamberi onikinci imam hakkında
şöyle buyurmaktadır:
"Hüseyin'in dokuzuncu neslinden gelen
evladımın adı, benim adımla aynı, lakabı da
Mehdi'dir ve O'nun geleceğini Müslümanlara müjdeliyorum."
Bizler şu an hasretle O'nun yeryüzünü
nurlandıracağı günün bekleyişi içerisindeyiz.
Ama bu bekleyiş, elimizi kolumuzu
bağlayarak, yerimizde oturarak imam (a.s)'ın zuhuru için gerekli
ortamın kendiliğinden hazırlanması demek değildir.
Muntezir (bekleyen) insan, ümitli, zeki, aydın,
aktif, inançlı, ideal, mümin insandır.
Bu insan, imamin zuhurunun ümidi ile bu zuhur için
gerekli ortamın oluşması yolunda O'na layık bir
öğrenci ve asker olarak yaşamına sürdürür.
Bu insan, tıpkı dağın zirvesine
çıkmağa çalışan, ve bu yolda kendisine yardımcı
olacak herşeyi önceden hazırlayan insan gibidir.
Zirveye ulaşmak isteyen bir insan hayallerle ve
eli kolu bağıl oturmakla bu hedefe varamaz, bu yüzden gayret
göstermeli, emekle, fedakarlıkla yapılması gerekenleri en güzel
bir şekilde yerine getirilmelidir. Çünkü zirvede hem kendi
yüceliğini hemde en yüce aşkı bulacaktır.
Bu yüzden bu bekleyiş; insanı düşünce
ve hareket geriliğine düşüren bir bekleyiş değil tam
tersine insana ümid, coşku, hareket ve ilerleme yönünde hidayet eden,
geliştiren, güç veren bir bekleyiştir.
Eğer bu inanç toplumdan uzaklaşan-
insanlar,
soğuk, hareketsiz, karamsar olacak, parlak ve aydın bir
geleceğe ümitle bakamayacaklardır.
O'nu beklemek; gayret, çaba, cesaret,
fedakarlık, emek, sabır, dua, ümid, adalet, sevgi, aşk demek ...
Kan dökücü ve zalim Abbasi halifesi Mütevekkil,
halkın Onuncu imamımız (imam Hadi) Ali Naki (a.s)'ye olan manevi
ilgilerinden, onun emirlerine istekle itaat etmelerinden korkuyordu. Dedikoducu
bir grup çıkarcı da, imam Ali Naki (a.s)'nin halifenin tahtına
göz diktiğini ve içten bir devrim yapmak için hazırlıklarda
bulunduğunu yaymaktaydılar. Bu nedenle imam'ın evinin kontrol
edilmesi ve aranmasının gerektiği konusunda ısrar
ediyorlardı. Bunun üzerine Mütevekkil bir gün gece yarisından sonra,
gizlice ve bütün gözlerin uykuya daldığı, her kesin
yatağında dinlendiği bir anda cellatlardan ve taraftarlarindan
bir kaçını imam'ın evini arayıp kendisini getirmelerini
emretti. Mütevekkil, bu karari, şarap meclisinde meşgul ve şarap
içmekle meşgul olduğu bir halde verdi.
Memurlar, habersiz ve aniden imamın evine
girdiler. imamı, odayı boşaItmış, odanın
yarısını toplamış, bir köşede oturmuş;
Allah'a niyaz edip zikir söylemekle meşgul buldular. Diğer odalara
girdiler aradıklari hiç bir şeyi bulamadılar. Çaresiz imamı
Mütevekkil'in huzuruna götürmekle yetindiler.
imam içeri girdiğinde Mütevekkil, meclisin
baş ucunda şarap içmekle meşguldu. imamın, yanına
oturmasını istedi. imam oturdu. Mütevekkil elinde bulunan şarap
kadehini imama sundu. imam şiddetle redederek:
"Allah'a yemin ederim ki, kanıma ve etime
asla şarap girmedi, beni muaf.tut' buyurdu.
Mütevekkil kabul etti;"O halde şiir oku,
güzel şiirler ve parlak gazellerle meclisimizi renklendir." dedi.
imam: "Ben şair değilim, eski
şiirlerden pek azını ezbere biliyorum" buyurdu.
Mütevekkil "Hiç çare yok, şiir okuman
lazım" dedi.
imam şu mealde olan, şiirleri okumaya
başladı:
"Yüksek tepeleri kendilerine konak
yaptılar.
Silahlı adamlar tarafından her zaman
korundular ...
hiç biri ölümün önüne geçemedi, zamanın
şerrinden korunamadılar. En sonunda
yüksek tepelerin eteğinden,
sağlam ve
korunmuş kalelerden mezar çukurlarina çekilmiş oldular. Ne de kötü
bir bedbahtir
O çukurlari doldurdular.
O an bir münadi seslendi:
O yücelik, taçlar, ziynetler, o celal, nereye
gittiler.
Gurur ve sonsuz kibirlerinden arkasında renkli
perdelerin,
gizleyen kendisini halkın gözlerinden
nımetlerle beslenen,
o çehvereler nerede ...
Mezar, akibetlerini rusva etti nimetierle beslenen o
çehverlerini en sonunda,
yer böceklerinin dolaştiği mekanlar etti
Dünyada
uzun zaman her şeyden yediler içtiler . O gün, o yeyip
içenler
bu gün, topraklar altinda
böcekler tarafından yenilmekteler."
imamın sesi, orada bulunanlari ve
Mütevekkil'in ruhunun derinliklerinde
çınladı. içlerinde şiddetli bir sarsıntı meydana
geldi. Şarabin verdiği neşeleri kaçtı. Mütevekkil
şarap kadehini kuvvetle yere vurdu ve gözlerinden yaşlar akmaya
başladı.
Böylece eğlence meclisi dağıldı,
hakikatin ıŞığı, gurur ve gaflet tozunu, kısa
bir müddet için olsa da bu katı kalplerden temizledi.
Hükümet makamında bulunan Hişam bin
Abdülmelik, Emevi hükümetinin kudretinin zirveye ulaştığı,
yıllarda Hac ziyaretinde idi, ne kadar telaş ettiyse Kabe'yi tavaftan
sonra Hacerül Esved' e ulaşıp elini ona sürmeyi başaramadı.
Bütün halk, Hac' da özel olarak giyilen ihram denen
giysilerini giymişlerdi. Hep bir ağızla, tek bir sesle
Allah'ı zikrediyorlardı. Öyle temiz hislere
boğulmuşlardı ki, Hişam'ın dünyevi şahsiyetini ve
siyasi makamını düşünemiyorlardı. Halifenin Şam'dan
beraberinde getirdiği koruyuculari, halkın Hac amellerinin manevi
coşkusu ve yüceliği karşısında çaresiz kaldıklan
görülmekteydi. Caresiz geri döndü. Yüksek bir yerde onun icin kürsü koydular.
Kürsünün üstünden toplulugu seyretmeye basladi. Onunla beraber gelen Samlillar,
onu birakip kalabaligi seyretmeye basladilar.
Bu arada, nur yüzlü dindar biri ortaya cikti. Onun da
herkes gibi sade ihram giysisinden baska bir seyi yoktu. Allah'a ibadet ve
kulluk izleri yüzünden görünüyordu. Önce gidip Kabe'yi tavaf etti sonra rahat
kıyafette ve mutmain adımlariyla Hacer-üI Esved'e geldi. Bütün bu
kalabalığa rağmen O'nu gören herkes bir bir yol verdiler. O, Hacerül
Esved'e yaklaştı.
Hükümet makamında bulunan bir kimsenin, o heybet
ve şanına rağmen, o siyah taşa yaklaşamamasına
karşı bu manzarayı gören ŞamIilarin, gözleri karardı
ve hayret ettiler.
Hişam'ın yanında bulunan biri:
"Bu şahıs kimdir?" diye sordu.
Bu şahsın imam Hüseyin (a.s)'in oğlu
Zeynülabidin (a.s) olduğunu iyi bilen Hişam, tanimamazliktan geldi
ve "tanimıyorum" dedi. O zamanlar kılıcından kan
damlayan Hişam'ın korkusundan, kim onu tanıtabilirdi!
O zamanlar Farazdak diye tanınan, Humam bin
Galib gibi usta ve güçlü bir arap şairinin, mes!eği ve özel konumu
gereğince, herkesten daha çok Hişam'a, hürmet ve
saygısını, koruması gerekiyordu. Fakat vicdanı öyle
tahriK oldu ve duygulari öylesine coştu ki, hemen:
"Fakat ben onu tanıyorum" dedi.
Sonra yüksek bir yerde durdu, denizin
dalgalandığı gibi şair ruhunun heyecan dolu duygulariyla
fazla düşünmeden arap edebiyatının şaha esrlerinden biri
olan parlak bir kasideyi okudu:
Bu kişi öyle bir kişidir ki
Batha vadisinin bütün taşlari bile onu
tanır.
Bu kabe onu tanır,
Haremin iç ve dışı onu tanır.
Bu oğul Allah'ın kullarinın en
iyisidir. Budur o temiz meşhur dindar.
Sen onu tanımıyorum diyorsun bu ona bir
zarar vermez. Sen onu tanımasanda bütün Arap ve Acem onu tanır.
Hişam, bu kaside ve bu beyanı işitince hışmı ve
gazabından ateşlendi.
Farazdak'ın Beytülmal'dan aldığı
aylğını kestirdi ve Mekke ile Medine arasındaki Asfan' da
hapsettirdi.
Fakat Farazdak, cesaretle inancını
göstermesi neticesinde başına gelen bu olaya önem vermedi. Ne
hakkının yenilip gelirinin kesilmesine önem verdi, ne de zindana
atılmasına.
Aynı zamanda, zindanda, Hişam'li hic ve
tenkid edici parlak şiirler inşa etmekten çekinmedi.
imam
Ali Zeynelabidin (a.s), Farazdak'ın gelir yollari kapandığı
için, zindana bir miktar para gönderdi. Farazdak onu kabul etmedi ve "Ben
o kasideyi yalnız Allah' o olan inanç ve imanım için okiudum, onun
karşılığında para almak istemiyorum" dedi.
imam Ali Zeynelabidin (a.s), parayı ikinci defa
Farazdak'a gönderdi ve ona "Allah senin niyet ve maksadından haberdardır,
seni aynı niyet üzere mükafatlandıracaktir. Eğer bu
yardımı kabul edersen ecrin ve ödülün Allah katinda ziyan olmaz"
diye haber verdi.
Farazdak imam'ın bu sözlerinden sonra bu yardımı
kabul etti.