Alevi'den
Gerçek Öyküler 3

 

www.alevininsesi-velayet.com

 

 

Ali İRFAN

 

 

 

 

 

VELAYET yayıncılık Yayın No: 19

Çocuk Serisi: 3

 

 

İrtibat

Velayet Yayıncılık Havuzlubahçe Mah. Bahçelievler Cad. 411 A (Anafartalar Lisesi Karşısı) Seyhan i ADANA e-mail: velayet@hotmail.com

Tlf.: 0322.359 82 04

GSM: 0535.668 62 20

DİZGİ - MİZANPAJ MOZAİK REKLAM Tlf.: 0322.36339 72 KAPAK: VELAYET

TİRAJ: 5000

BASKı: İMAJ OFSET

Cemal Gürsel Cad. No: 34/A

Tlf.: 0322.363 42 59 ADANA

 

 

 

VELAYET

 

 

S U N U

Kötü ve çirkin insanlar dünyanın geleceğini kendilerine benzetrnek için ellerinden geleni yaparak, gelecek nesillere çirkin bir dünya bırakmak istiyorlar.

Bizler ne kötü olalım, ne de kötülük ve çirkinlikler karşı­sında sessiz kalalım. Dünyamızı kötü yarınlardan, çirkinlik­lerden koruyalım.

Bu da ancak; iyileri, güzellikleri, doğruları tanımak onları örnek ve önder edinmekle olur.

Bu güzellikleri, iylikleri, doğruları Yüce Yaratıcımız tüm in­sanlığa beyan etmiştir. Bu beyanda, ondört masum- u paklar tarafından hayat bulmuştur. Bu hayat, onlara layıkıyla uyan­lar tarafından sürdürülmektedir.

Bizlere düşen, Yüce Yaratıcının ilahi mesajındaki beyanı anlamamız ve onun canlı örnekleri olan ilahi önderleri en iyi bir şekilde tanımamızdır.

Bu şekilde İnsan- i Kamil'e giden yola adım atabilir; kötü­lüklerden, çirkinliklerden uzak bir dünyada insana yaraşır bir hayatı kucaklayabiliriz.

Bu kitap serimizin bu gayeye hizmet edeceği umudunda­yız. Çaba bizden başarı Allah'tandır.

Rabbim! Bizleri; doğrulardan eyle, doğrularla beraber eyle. Rabbim! Bizleri; tüm kötülük ve çirkinliklerden uzak tut ve bizlere dünya ve ahirette hayırlar nasip eyle.

 

 

Muhabbet ile ...

Ali İRFAN

 

 

___________________________________________________________________________

 

 

 

ÖYKÜLERiMİZ

 1- O Gelecek

Created by DPE, Copyright IRIS 20052 - Halifenin Meclisinde

 3- Yiğit Şair Farazdak        

 

 

 

 

 

 

 

o GELECEK !

 

Dünya ne kadar güzel de­ğil mi? Şu yeryüzü ve üzerin­dekiler, şu gökyüzü ve üze­rindekiler. Yeryüzü ve gökyüzü arasında herşey bir güzellikle bir uyum ile kendi tath varlı­ğını sergilemekte. Şu dağlar, deniz­ler, ağaçlar, meyve­ler, rengarenk çiçekler, cıvll cıvll uçuşan kuşlar ...

Ve düşünebilen, konuşabilen, paylaşabilen, sevebilen, emek veren, zahmet çeken, hüzünlenip gülebilen güzel in- sanlar ...

Evet insanlar doğumdan ölüme bu güzel mekanda, güzel bir akışla süresi­ni tamamlamah değil mi?

Sevmek ne güzel değil mi? Sevilmek ve gülmek bütün insanlarla acısız, hu­zurlu, mutlu bir dünyada sevgi coşku­suyla yaşamak ne güzel değil mi?

Yalan yok! Düşmanlık, kin, öfke, sa­vaşlar, katliamlar yok! Haksızlık, ada­letsizlik, zulüm yok! Açlık, yokluk, yok­sulluk yok!

Ne renk, ne dil, ne din aynmli herkes insan, herkes bir diğerine bakhğında insanca bakıyor, insanı görüyor. Biri di­ğerinde, diğeri diğer birinde kendini buluyor, herkes karşısındaki insanda kendini görüyor!

Her bir insan kendine istediğini, baş­kalan için de istiyor. Kendi için isteme­diğini başkası için istemiyor!

Bir insan acı çekse bütün insanlar bu­nu duyuyor ve koşuyor ona teselli için, acısını tatllya dönüştürmek için. Dünya güzel, dünya hayatı içindeki tüm güzelliklerle güzel, insanlar güzel... insanlar     güzellikleriyle güzel dünya­da güzel bir hayatı güzelce yaşayarak,

ebedi yaşamın güzelliklerine kucak açarlar... Bütün bunlar varlığın varoluş gerçeği ama varlar bu dünyada kendi gerçeğinden uzaklaşmış!

Bu gerçeğin, hayat bulması ne güzel olur değil mi?

Bu gün içinde yaşadığımız dünya ne­dense kendi gerçeği dışında bir takım gerçekleri yaşamakta bu da ne dünya­ya yakışıyor ne insana ...

Nedendir bütün bunlar? Nedendir bu dünyanın çektiği acılar?

Savaşlar bu dünyada, acılar, yokluk­lar, zulümler, işkenceler, haksızlıklar, adaletsizlikler ...

Bütün bunlar insanlann eseri; neden insanlar böyle eserlere neden olsun? Bu iblisin gönlünü hoşetmez mi? Hani me­lekler Allah'a demişti: Yeryüzünde boz­gunculuk erişmiş güzel in­sanlan peygamber ve veliler olarak göndermiştir.

Ama nedense insanlar nankördür; insani olmayan yapacak, kandökecek birini mi yaratacaksın? Allah onlara sizler bil­mezsiniz ben bilirim demişti ve melekler Allah' a itaat etmişlerdi de iblis insanı kutsamada isyan etmiş Allah'ın yaratma gayesindeki, Allah'ın halifesi olmaya la­yık insana büyüklük taslamış11.

Şimdi de insan Allah'ın yaratma ga­yesindeki insan olma yerine, kendine üstünlük sağlayan iblis'i haklı çıkanrca­sına kendi gerçeğine aykın düşmekte.

işte bu yüzden Allah insanlann kendi gerçeklerini anlamalan ve o gerçekleri sahiplenerek o güzelliklerle yaşamalan için ilk insandan günümüze kadar in­sanlara ışık olacak yine insanlar arasın­dan yaratma gayesine çirkinliklere dalarak o kimselere gereği gibi itaat etmedi, on­lan izleyemediler. Bu yüzden de kendi elleriyle kurduklan dünyayı kendilerine zindan ettiler.

Oysa bütün kutsal kitaplar onlann özgürlüğünün programı, kurtuluş bilgisi idi. Bütün kutsal insanlar, onlann elleri­ne, ayaklanna, yüreklerine vurulan kö-

lelik zincirlerini kırmak, onlan kendileri­nin ördükleri zindandan kurtarmak için gelmişlerdi ve hep bunun mücadelesini vermişlerdir.

Pekiartık kutsal kitaplar inmi­yor. Kutsal insanlar gelmiyor ve insanlar bu kölelik zincirlerine vurulup, kendilerine azap zin­danına çevirdikleri bu zulüm, adaletsizlik, çir­kinlikler dün­yasında ya­şamayı sür­dürmekte­ler.

Created by DPE, Copyright IRIS 2005

Eğer bu hep böyle gidecekse ne anla­mı vardı bu dünyanın? Gökyüzünün, yeryüzünün ve ikisi arasında bulunanIa­nn yaratılmasının ne anlamı vardı? Belki de gü~ellikleri, hakkı, adaleti, sevgiyi, özgürlüğü doğru anlayabilmek, sahip­lenmek, değerini bilmek için bunlara ihtiyaç vardı.

Bütün bunlann anlaşıldığı noktada tam da yeryüzü böylesi beter çirkin lik­ler, haksızlıklar, zulüm ve adaletsizlik­lerle dolmuşken; O gelecek!

O, tüm bu kötü gidişatı tersine çevir­mek, yeryüzünü güzelliklerle, hak ve adaletle doldurmak için ilahi kurtuluş sancağını açacak, bu işin önderliğini yapacak.

O, bütün yeryüzüne sevgi, güzellik ve adaleti getirecek. Böylece dünya bu acılar, çirkinlikler, adaletsizliklerden sonra kalan ömrünü güzelliklerle, ada­letle sürdürecektir kıyamete kadar.

O, gelecek bütün bunlar gerçekleşe­cek! insanlık kurtulacak!

O, Allah'ın tertemiz kulu, insanlık ön­deri, alemlere rahmet peygamber efendimizin evlatlanndan, biz Alevilerin Onikinci imamıdır.

O, baba tarafından Allah'ın son pey­gamberinin evlatlarından, onbirinci imamımız Hasan Askeri'nin ve ana taraflndan da Hazreti isa'ntn evlatIann­dan Rum padişahının kızı Nergis Ha­tun'un oğludur ..

O'nun adı, Allahresulü'nün adı olan "Muhammed"dir. Lakabı ise yine Pey­gamberimizin lakabı olan "Ebu-I Ka­sım"dır.

O, Mehdi (Allahtarafından hidayet olunmuş , aynı zamanda Hadi yani hi­dayet eden)'dir. Çünkü gizli ve açık hakka ve adalete hidayet edendir. Hak­kı, adaleti getirecek olandır. Allah'da onun hikmetle var edeni, koruyan, bi­zim için sır olan hikmetiyle hidayet ede­nidir.

O, Muntezer (beklenen)'dir. Çünkü in­sanlık onun bekleyişi içindedir. insanlar zulmün yok edicisi, adaletin getiricisi olarak umudla onun bekleyişi içindedir­ler. insanlık onunla kurtulacak, onunla yeryüzü adaletle dolacaktır.

O, Kaim (ayaklanmış, kıyam eden)' dir. Çünkü yeryüzünde dolan çirkinlikler ve adaletsizlikleri yok etmek için ayakla- nacak, kıyam edecek olan insanlık ön­deridir.

Bütün dinlerde dünyanın karanlıklar­la, çirkinlikler, adaletsizlikler, zulümlerle dolduğunda bir gün salih bir kurtancı­nın geleceği müjdesi vardır.

O, Peygamber Efendimizin bildirip müjdelediği Hazreti Fatıma anamızın imam Ali ve sırasıyla bütün Onbir ima­mımızın bildirdiği müjdelediği kimsedir.

Bu yüzden onbirinci imamimız za­maninda hüküm süren zalim Abbasi halifelerinden Mu'temed Onbirinci ima­mımız Hasan Askeri'yi ve evini devamlı kontrol altında tutmaktaydı. Hatta bazı kadınlara onun hanımını izlemelerini emretmişti.

Ama zalimler istemesede Allah nuru­nu tamamlayacaktır. O gün, nede kutlu bir gün idi o gün ...

Bütün alem Allah'ın hikmetinin saçtı­ğı bir nur ile dolmuştu. O gün, nurdan bir nur doğmuştu. Çirkinlikler, adalet­sizlikler, zulüm yasa bürünmüştü. Melekler birbiri ardı sıra yeryüzüne inmek­teydi. Yeryüzünün ümidi tomurcuk aç­mıştı.

O gün, Şaban ayin onbeşi Perşem­be günü idi. O gün, gece ay, gündüz gü­neş imam Hasan Askeri (a.s)'nin evinde misafir idi...  imam Hasan Askeri (a.s)'nin halasının o ku1tu doğumu şöyle anlattığını tarih kitaplarin kaydetmiştir:

O gün, ben imam'in evinde idim. imam'dan gitmek için izin istediğimde imam bana: "Halacığım! Gitme bir süre kal. Yoksa oğlumuz doğduğunda bizlerle olmak istemiyor musun" diye buyurdu.

Çok şaşırmıştim hanımı  Nergis hatun­da doğumla ilgili bir görünüm yok idi. O'na  "ya imam! Nergis'in bedeninde hiç hamilelik belirtisi yok ki" dedim.

imam bana cevap olarak şöyle buyur­du:

"Halacığım sakın şaşırma Nergis ha­tunda tıpkı Hazreti Musa (a.s)'ın annesi gibi onu gizlice dünyaya getirecektir. Eibette sizler bu çocuğun doğumuyla ilgi­li önceden bir belirti göremezsiniz."

O gece, imam (a.s)'ın evinde kaldım.

Henüz güneş doğmamış, sabah olma­mıştı ki doğum belirtileri kendini göster­meye başladı ... O esnada odayı bir nur sardı. Hayretler içinde kaldım ve koşa­rak imam'ın yanına gittim. Olanları O'na anlattım. Bana tebessüm ederek:

"Halacığım, burada biraz bekle, son­ra Nergis Hatun'un yanına dön" diye buyurdu.

Bir müddet sonra sabah ezanı olmuş­tu imam'ın buyurduğu gibi Nergis'in ya­nına döndüm. Nergis'e baktim tertemiz, gözleri Isıl idi. Yanında çok güzel nur gibi bir bebek; secde halindeydi. Sonra bebeğin şehadet parmağını gökyüzüne doğru kaldırmış olarak Alla'ın yüceliğini ve birliğini zikretti­ğini gördüm.

Yüce Allah zalimlerin tüm çabalanna rağmen insanlığın ümidi, pak imamlar halkasının sonuncusu Onikinci imamı­mızı insanlık alemine hediye etmiştir. Dönemin zalim Abbasi hükümdan bu işin önüne geçmek için o kadar uğraş­mış idiki hatta imam Hasan Askeri (a.s)'yi ordu karargahının çevresi içeri­sinde hapsetmiş orada denetim altina almış. işte bu yüzden imam'a Askeri lakabı verilmişti.

Bir gün, bir grup müslüman, imam Hasan Askeri (a.s)'nin yanına geldikle­rinde imam (a.s) onlara şöyle buyurdu:

"Siz buraya Allah'ın Hücceti (delili) hak­kında soru sormak için geldiniz."

Onlar da: "Doğru söylediniz, biz onun için buradayız" dediler.

Bir süre sonra onlann gözü, çok güzel ve nurani bir çocuğa ilişti. Bu çocuk ba­basına ve islam Peygamberi'ne çok benziyordu.

Daha sonra imam Askeri (a.s):

"Oğlum Mehdi imam olup, benim yerime geçecek. Helak olmamak için O'nun etrafından dağılmayın ve O'na itaat edin. Şunu biliniz ki, benden son­ra, zuhuru gerçekleşene ve kıyam ede­ne kadar O'nu görmeyeceksiniz" dedi.

Yine tarih kitaplan şu rivayeti nakIet­miştir.

imam Hasan Askeri (a.s)'nin dost ve taraftarlanndan olan isa Cevheri ise şöyle diyordu: "Şaban ayı, Cuma günü­nün şafak vaktinde, imam Mehdi (a.s)'ın doğumunu duyduğumuzda, bir grup arkadaşla imam (a.s)'ı görmeye gittik. Selam ve saygılanmızı arz ettik­ten sonra imam Hasan Askeri (a.s) şöy­le buyurdu:

"Acaba sizden herhangi birinin aklın­dan, oğlum Mehdi'nin nerde olduğu geçti mi? Nasıl ki Musa'nın annesi oğlu­mu bir sandığın içine koyduktan sonra denize bırakıp Allah'a emanet etti ve Allah "da O'nu annesine ulaştırdı ise, ben de O'nu Allah'a emanet etmişim."

imam Mehdi (a.s) beş yaşını doldurmadan, aziz babanin, Abbasi hüküm­darIarin casuslan tarafından zehirlene­rek şehadete ulaşdı. imam'ın şehadeti sebebiyle Samerra şehrinde büyük bir ayaklanma oldu; herkes, işyerlerini ka­payarak imam (a.s)'ın evine doğru ha­reket etmiş, coşkun bir sel gibi harekete geçerek büyük bir cenaze merasimi dü­zenlemişlerdi. Abbasi halifesi, halk kitle­lerinin. bir sel gibi akmasından dolayı korkmuş, işlediği bu cinayeti örtbas et­mek için imam (a.s)'ın kendi eceli ile öl­düğünü göstermeye çalışmıştı. Mu'te­med, kardeşini cenaze törenine katil­ması ve halkı, imamı kimsenin öldürme­diğine inandırması için göndermişti. Ay­ni zamanda, diğer taraftanda imam'ın mallini bölmeğe kalkmıştı ki böylece, cenaze namazını kılarak mirasını alacak ve halka imam'ın oğlunun olmadığını anlatacaktı.

Ama tüm bu çalışmalara rağmen Allah'ın emri yerine gelmiş, O, beş yaşın­da iken babası şehit düşmüş ve böyle şartlarda islam alemine imam olmuştu. Tıpkı isa (a.s)'ın beşikte iken peygamber olduğu gibi. O, henüz küçük yaşta .olduğu halde,

babasının cenazesini getirdiklerinde, yalancı bir adam olan amcası Cafer, cenaze namazını kılmak istemiş ama onu kenara iterek, kendisi babasının cenaze namazını kılmış, böylece ima­metinide ilan etmiştir. Namazı kildıktan sonra da gözlerden kaybolmuştu.

Böylece artik Allah'ın emriyle halktan gizlenerek kendisini kimseye gösterme­yeceği gaybet dönemleri başlamıştır. imam Mehdi (a.s)'nin hayatını bu gaybet dönemleri ile üç dönem olarak belirtmek mümkündür.

Birinci dönem: imam (a.s)'ın doğu­mundan, babaları Hz. Hasan Askeri (a.s)'ın şehadetine kadar olan dönem­dir.

Beş yıl olan bu dönemde, imam Hasan Askeri'yi görmeye gelen bir çok dost, bilgin ve alim imam Mehdi ile görüşüyordu. Bu görüşmelerin bazıIarin­da imam Hasan Askeri (a.s) oğlunu, dost ve yakınlarina tanitip, imam Meh­di (a.s) hakkında onlara nasihat ediyordu.

ikinci dönem: Gaybet-i Suğra (küçük kayboluş) dönemidir. Bu dönem imam Mehdi (a.s)'nin altı yaşından başlayıp yetmiş beş yaşına kadar devam eden dönemdir. Bu dönemde, imam (a.s) ile sadece yakın dostlari görüşebiliyorlardı. Devletin ileri gelenleri bile imam (a.s) ile görüşmek için izin alamıyorlardı.

Created by DPE, Copyright IRIS 2005Bu dönemde, imam Mehdi (a.s)'nin dört sadık dostu; diğer insanlarla imam (a.s) arasandaki irtibatı sağlıyorlardı. Bunlar; Osman b.Sait, Hüseyin b. Ruh, Muhammed b. Osman ve Ali b.Mu­hammed Semeri idi.

Üçüncü dönem: Gaybet-i Kubra (bü­yük kayboluş) diye adlandırılmıştır. Hic­ri Kameri 329'dan başlayıp günümüze kadar devam etmektedir. Bu dönemin ne zaman biteceğini Allah'tan başka hiç kimse bilemez.

imam Mehdi (a.s), halkın arasında ta­nınmayacak bir şekilde yaşamaktadır. Eğer biri O'nu görmeye muvaffak olursa dahi, ancak imam (a.s) onun yanından ayrilldıktan sonra, bazı belirtiler üzerine,

O'nun imam Mehdi (a.s) olduğunu anla­ya bilmektedir.

Insanlar güneşten nasıl yararlanıyor­larsa, gaybet döneminde de imam Mehdi (a.s)'den o şekilde yararlanırlar. imam Mehdi (a.s)'ın zuhuru ile ilgili ri­vayetlerde şöyle geçmektedir:

Kendileri zuhur edince dostlarindan 313 kişi Köbe'de kendilerine biat ede­cek. imam Mehdi (a.s)'nin kıyamı, o an başlayıp aşamalı bir şekilde ilerleyecek. imam, hükümetinin bayraktarlari olan bu 313 kişiyi, dünyanın her tarafına gön­derecek. Onlar imam Mehdi (a.s)'nin dost ve yardımcılari olan yöneticilerdir.

Yüce islam Peygamberi onikinci imam hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Hüseyin'in dokuzuncu neslinden gelen evladımın adı, benim adımla aynı, laka­bı da Mehdi'dir ve O'nun geleceğini Müslümanlara müjdeliyorum."

Bizler şu an hasretle O'nun yeryüzünü nurlandıracağı günün bekleyişi içerisin­deyiz.

Ama bu bekleyiş, elimizi kolumuzu bağlayarak, yerimizde oturarak imam (a.s)'ın zuhuru için gerekli ortamın ken­diliğinden hazırlanması demek değildir.

Muntezir (bekleyen) insan, ümitli, zeki, aydın, aktif, inançlı, ideal, mümin insandır.

Bu insan, imamin zuhurunun ümidi ile bu zuhur için gerekli ortamın oluşma­sı yolunda O'na layık bir öğrenci ve as­ker olarak yaşamına sürdürür.

Bu insan, tıpkı dağın zirvesine çıkma­ğa çalışan, ve bu yolda kendisine yar­dımcı olacak herşeyi önceden hazırla­yan insan gibidir.

Zirveye ulaşmak isteyen bir insan ha­yallerle ve eli kolu bağıl oturmakla bu hedefe varamaz, bu yüzden gayret göstermeli, emekle, fedakarlıkla yapıl­ması gerekenleri en güzel bir şekilde ye­rine getirilmelidir. Çünkü zirvede hem kendi yüceliğini hemde en yüce aşkı bu­lacaktır.

Bu yüzden bu bekleyiş; insanı düşünce ve hareket geriliğine düşüren bir bekleyiş değil tam tersine insana ümid, coşku, hareket ve ilerleme yönünde hi­dayet eden, geliştiren, güç veren bir bekleyiştir.

Eğer bu inanç toplumdan uzaklaşan-

 insanlar, soğuk, hareketsiz, karam­sar olacak, parlak ve aydın bir geleceğe ümitle bakamayacaklardır.

O'nu beklemek; gayret, çaba, cesa­ret, fedakarlık, emek, sabır, dua, ümid, adalet, sevgi, aşk demek ...

 

Created by DPE, Copyright IRIS 2005

 

HALiFENiN  MECLiSiNDE

Kan dökücü ve zalim Abbasi halifesi Mütevekkil, halkın Onuncu imamımız (imam Hadi) Ali Naki (a.s)'ye olan ma­nevi ilgilerinden, onun emirlerine istekle itaat etmelerinden korkuyordu. Dedi­koducu bir grup çıkarcı da, imam Ali Naki (a.s)'nin halifenin tahtına göz dikti­ğini ve içten bir devrim yapmak için ha­zırlıklarda bulunduğunu yaymaktaydı­lar. Bu nedenle imam'ın evinin kontrol edilmesi ve aranmasının gerektiği ko­nusunda ısrar ediyorlardı. Bunun üzeri­ne Mütevekkil bir gün gece yarisından sonra, gizlice ve bütün gözlerin uykuya daldığı, her kesin yatağında dinlendiği bir anda cellatlardan ve taraftarlarin­dan bir kaçını imam'ın evini arayıp ken­disini getirmelerini emretti. Mütevekkil, bu karari, şarap meclisinde meşgul ve şarap içmekle meşgul olduğu bir halde verdi.

Memurlar, habersiz ve aniden ima­mın evine girdiler. imamı, odayı boşaIt­mış, odanın yarısını toplamış, bir kö­şede oturmuş; Allah'a niyaz edip zikir söylemekle meşgul buldular. Diğer odalara girdiler aradıklari hiç bir şeyi bulamadılar. Çaresiz imamı Mütevek­kil'in huzuruna götürmekle yetindiler.

imam içeri girdiğinde Mütevekkil, meclisin baş ucunda şarap içmekle meşguldu. imamın, yanına oturmasını istedi. imam oturdu. Mütevekkil elinde bulunan şarap kadehini imama sundu. imam şiddetle redederek:

"Allah'a yemin ederim ki, kanıma ve etime asla şarap girmedi, beni muaf.tut' buyurdu.

Mütevekkil kabul etti;"O halde şiir oku, güzel şiirler ve parlak gazellerle meclisimizi renklendir." dedi.

imam: "Ben şair değilim, eski şiirler­den pek azını ezbere biliyorum" buyur­du.

Mütevekkil "Hiç çare yok, şiir okuman lazım" dedi.

imam şu mealde olan, şiirleri okuma­ya başladı:

"Yüksek tepeleri kendilerine konak yaptılar.

Silahlı adamlar tarafından her zaman korundular ...

hiç biri ölümün önüne geçemedi, zamanın şerrinden korunamadılar. En sonunda

yüksek tepelerin eteğinden,

 sağlam ve korunmuş kalelerden mezar çukurlarina çekilmiş oldular. Ne de kötü bir bedbahtir

O çukurlari doldurdular.

O an bir münadi seslendi:

O yücelik, taçlar, ziynetler, o celal, nereye gittiler.

Gurur ve sonsuz kibirlerinden arkasında renkli perdelerin,

gizleyen kendisini halkın gözlerinden nımetlerle beslenen,

o çehvereler nerede ...

Mezar, akibetlerini rusva etti nimetierle beslenen o çehverlerini en sonunda,

yer böceklerinin dolaştiği mekanlar etti

Created by DPE, Copyright IRIS 2005Dünyada uzun zaman her şeyden yediler içtiler . O gün, o yeyip içenler

bu gün, topraklar altinda

böcekler tarafından yenilmekteler." imamın sesi, orada bulunanlari ve

Mütevekkil'in ruhunun derinliklerinde çınladı. içlerinde şiddetli bir sarsıntı meydana geldi. Şarabin verdiği neşe­leri kaçtı. Mütevekkil şarap kadehini kuvvetle yere vurdu ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

Böylece eğlence meclisi dağıldı, ha­kikatin ıŞığı, gurur ve gaflet tozunu, kı­sa bir müddet için olsa da bu katı kalp­lerden temizledi.

 

 

YiĞiT ŞAiR FARAZDAK

Hükümet makamında bulunan Hi­şam bin Abdülmelik, Emevi hükümetinin kudretinin zirveye ulaştığı, yıllarda Hac ziyaretinde idi, ne kadar telaş ettiyse Kabe'yi tavaftan sonra Hacerül Esved' e ulaşıp elini ona sürmeyi başaramadı.

Bütün halk, Hac' da özel olarak giyilen ihram denen giysilerini giymişlerdi. Hep bir ağızla, tek bir sesle Allah'ı zikrediyorlardı. Öyle temiz hislere boğulmuşlardı ki, Hişam'ın dünyevi şahsiyetini ve siyasi makamını düşünemiyorlardı. Halifenin Şam'dan beraberinde getirdiği koruyu­culari, halkın Hac amellerinin manevi coşkusu ve yüceliği karşısında çaresiz kaldıklan görülmekteydi. Caresiz geri döndü. Yüksek bir yerde onun icin kürsü koydular. Kürsünün üstünden toplulugu seyretmeye basladi. Onunla beraber gelen Samlillar, onu birakip kalabaligi seyretmeye basladilar.

Bu arada, nur yüzlü dindar biri ortaya cikti. Onun da herkes gibi sade ihram giysisinden baska bir seyi yoktu. Allah'a ibadet ve kulluk izleri yüzün­den görünüyordu. Önce gidip Kabe'yi tavaf etti sonra rahat kıyafette ve mut­main adımlariyla Hacer-üI Esved'e gel­di. Bütün bu kalabalığa rağmen O'nu gören herkes bir bir yol verdiler. O, Ha­cerül Esved'e yaklaştı.

Hükümet makamında bulunan bir kimsenin, o heybet ve şanına rağmen, o siyah taşa yaklaşamamasına karşı bu manzarayı gören ŞamIilarin, gözleri ka­rardı ve hayret ettiler.

Hişam'ın yanında bulunan biri: "Bu şahıs kimdir?" diye sordu.

Bu şahsın imam Hüseyin (a.s)'in oğlu Zeynülabidin (a.s) olduğunu iyi bilen Hi­şam, tanimamazliktan geldi ve "tanimı­yorum" dedi. O zamanlar kılıcından kan damlayan Hişam'ın korkusundan, kim onu tanıtabilirdi!

O zamanlar Farazdak diye tanınan, Humam bin Galib gibi usta ve güçlü bir arap şairinin, mes!eği ve özel konu­mu gereğince, herkesten daha çok Hi­şam'a, hürmet ve saygısını, koruması gerekiyordu. Fakat vicdanı öyle tahriK oldu ve duygulari öylesine coştu ki, he­men:

"Fakat ben onu tanıyorum" dedi.

Sonra yüksek bir yerde durdu, denizin dalgalandığı gibi şair ruhunun heyecan dolu duygulariyla fazla düşünmeden arap edebiyatının şaha esrlerinden biri olan parlak bir kasideyi okudu:

Bu kişi öyle bir kişidir ki

Batha vadisinin bütün taşlari bile onu tanır.

Bu kabe onu tanır,

Haremin iç ve dışı onu tanır.

Bu oğul Allah'ın kullarinın en iyisidir. Budur o temiz meşhur dindar.

Sen onu tanımıyorum diyorsun bu ona bir zarar vermez. Sen onu tanımasanda bütün Arap ve Acem onu tanır. Hişam, bu kaside ve bu beyanı işitince hışmı ve gazabından ateşlendi.

Farazdak'ın Beytülmal'dan aldığı ayl­ğını kestirdi ve Mekke ile Medine ara­sındaki Asfan' da hapsettirdi.

Fakat Farazdak, cesaretle inancını göstermesi neticesinde başına gelen bu olaya önem vermedi. Ne hakkının yeni­lip gelirinin kesilmesine önem verdi, ne de zindana atılmasına.

Aynı zamanda, zindanda, Hişam'li hic ve tenkid edici parlak şiirler inşa et­mekten çekinmedi.

Created by DPE, Copyright IRIS 2005imam Ali Zeynelabidin (a.s), Farazdak'ın gelir yollari kapandığı için, zinda­na bir miktar para gönderdi. Farazdak onu kabul etmedi ve "Ben o kasideyi yalnız Allah' o olan inanç ve imanım için okiudum, onun karşılığında para almak istemiyorum" dedi.

imam Ali Zeynelabidin (a.s), parayı ikinci defa Farazdak'a gönderdi ve ona "Allah senin niyet ve maksadından ha­berdardır, seni aynı niyet üzere müka­fatlandıracaktir. Eğer bu yardımı kabul edersen ecrin ve ödülün Allah katinda ziyan olmaz" diye haber verdi.

Farazdak imam'ın bu sözlerinden sonra bu yar­dımı kabul etti.