Back Index Next

Mekânın Uğurlu ve Uğursuz Olmasının Kaynağı

Semud kavminin yaşadığı mıntıka ve onların su kuyularının uğursuz olarak adlandırılmasının yegane nedeni, elbette ki bizzat Semud kavmi ve bu kavmin çirkin amellerinden başka bir şey değildir. Söz konusu bölge, Semud kavminin adını taşıdıkça, Allah Resulü'nün (s.a.a) döneminde olduğu gibi bugün de "uğursuz" bilinecek ve bu etki, Allah istediği zamana kadar öylece sürüp gidecektir. Hz. Salih'in devesinin su içtiği pınarın uğurlu ve teberrüke değer sayılmasının yegâne nedeni de yine bizzat o mübarek deve değil midir? Bu pınar da "uğurluluk" vasfını o güne değin sürdürmüş olup ilâhî takdirin belirlediği bir geleceğe kadar sürdürmeye de devam edecektir. Kaldı ki, yüce Allah indinde Hz. Salih'in (a.s) devesinden daha aziz olan Hz. İsmail (a.s) ve yine o devenin su içtiği pınardan daha uğurlu olan "Zemzem Suyu" için de durum aynıdır; "Zemzem"in halâ süregelen ve kıyamete değin de sürecek olan uğur, kutluluk, bereket ve değerliliğinin yegâne sebebi, bizzat Hz. İsmail (a.s) değil midir? Yine yüce Allah'ın bazı vakit ve günleri kutlu, uğurlu ve mübarek saymasının nedeni, o günde sâlih kullarına ettiği lütuf ve ihsandan kaynaklanmaktadır. Bunun bir örneği cuma gününün kut-luluk ve bereketidir.

Cuma Gününün Kutluluk ve Bereketi

 Sahih-i Müslim'de şöyle geçer: Yüce Allah Hz. Âdem'i (a.s) cuma günü yarattı ve yine cuma günü onu cennete soktu…[97] Bu ve benzeri şekilde, yüce Allah'ın bu günde sâlih kullarına ettiği lütuflardan dolayıdır ki cuma gününe kutluluk ve bereket kazandırmış ve cumanın "uğurlu" bir gün olarak tanınmasını sağlamıştır.

Ramazan Ayının Kutluluk ve Bereketi

Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: Ramazan ayı, insanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hakla batılı birbirinden ayıran apaçık delil ve belgeleri - kapsayan- Kur'ân onda (ramazan'da) indirilmiştir.[98] Ve yine Allah, (c.c) Kadir Suresi'nin 1-3. ayetlerinde "Biz Kur'ân'ı Kadir gecesi indirdik... Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır." buyurur. Kadir Gecesi'nde Kur'ân'ın Resul-i Ekrem efendimize (s.a.a) nâzil olması, bu gece ve onun bulunduğu ramazan ayına özel bir değer ve kutluluk kazandırmış, bu mübareklik ve kutluluk, günümüze değin sürmüş ve kıyamete değin de sürecektir. Görüldüğü üzere Allah'ın sâlih kullarının amellerine şehadette bulunan zaman ve mekânlar, bu nedenden ötürü haklı olarak kutlu, uğurlu ve bereketli sayılmışlardır. Bu sâlih kulların söz konusu Sâlih amelleri işledikleri mekân ve zamanı uğurlu ve bereketli kabul edip o zaman ve mekânlarda söz konusu amelleri tekrarlamak suretiyle bu amelleri anmamız ve böylelikle sürekli onların değerini ve canlılığını korumamız emredilmiştir ki bu da, söz konusu taklit ve anma neticesinde bizim de aynı şeylerden etkilenip o doğrultuda hareket etmemizi sağlayacak; başka bir deyişle o amellerin bereket ve kutluluğundan nasiplenmemize neden olacaktır. Bu nedenledir ki iki cihan serveri Hz. Resulullah'ın (s.a.a) doğum günü, yüce Allah'ın Resulullah'ı Mescidu'l-Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya götürdüğü ve İsrâ Gecesi (Mirac Gecesi) diye bilinen gece, Allah Resulü'nün peygamberlikle görevlendirildiği Bi'set Günü... gibi İslâmî anlam, işaret ve mesajlar taşıyan mübarek zaman ve günlerin önemle anılması ve bu günlerin anısının özel program ve merasimlerle daima canlı tutulup süreğenliliğinin korunması, insanlar üzerinde fevkalâde yapıcı ve eğitici etkiler bırakmaktadır. Bahsimizi noktalarken, meselâ Hz. Resulullah'ın (s.a.a) mübarek doğum günü veya Bi'set yıldönümünde Allah'ın rızasını  umarak ve Hz. Peygamber'in yolunu izleyip sünnetine daha sıkı sarılmayı hedefleyerek yapılan anma programları ve -sevabının ona ulaşacağı ümidiyle Allah rızası için ihsanda bulunup yemek verme ve insanları davet etme gibi hayra yönelik- merasimlerin İslâm ümmetine hayır ve fayda sağlayacağını bir kez daha belirtiyor; bunların sahih İslâmî kaynaklarda belirtildiği şekilde tertiplenmesinin mutlaka faydalı olacağını, bu programların, bazı tasavvufçularca sonradan icat edilen hurafe ve bid'atlerden temizlenmesi gerektiğini de önemle hatırlatıyoruz.

PEYGAMBERLERİN MEZARLARI ÜZERİNE BİNA YAPMAK VE ORALARI İBADETGÂH EDİNMEK

Bazı Müslümanlar, birtakım rivayetlere dayanarak peygamberlerin mezarlarının üzerine bina yapmanın haram olduğunu iddia etmektedirler.

Bu rivayetlerden önemli olan iki tanesi şöyledir:

1- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: Resulullah (s.a.a) bir cenaze töreninde ashabına şöyle

buyurdu: "Aranızda Medine'ye giderek bütün putları kırmaya, bütün mezarları yerle bir etmeye, bütün resimleri yok etmeye hazır olanınız var mı?"

Sahabeden biri, "Ben hazırım, ya Resulullah!" dedi. O adam Medine'ye gitti; ama halkın (kendisine zarar vermesinden) korkarak bir şey yapamadan geri döndü. Bunun üzerine Ali (a.s), Resulullah'a (s.a.a), "Ben gideyim mi, ya Resulullah (s.a.a)?" dedi. Resulullah da, "Sen git, ya

Ali!" buyurdu. Böylece Ali gitti ve bir müddet sonra geri dönerek, "Bütün putları kırdım, bütün mezarları yerle bir ettim ve bütün resimleri ortadan kaldırdım ya Resulullah (s.a.a)!" dedi.[99] Bu rivayet, hadis kitaplarında çeşitli şekillerde geçer; biz bunların arasından en kapsamlı olanını naklettik.

Bu Rivayete Eleştiri

Birincisi, Resulullah (s.a.a) şahsen -ileride değineceğimiz rivayetlere göre- annesinin mezarını ziyaret ederek kabrinin başında ağlamış ve beraberindekiler de onunla birlikte ağlamıştır; oysa Resulullah (s.a.a) daha altı yaşındayken Medine'de annesini kaybetmişti. Bu hesaba göre Allah Resulü kırk yıl kadar bir zaman geçtikten sonra Mekke'den Medine'ye hicret edince annesinin mezarını ziyaret etmeye muvaffak olmuştu. Bu kadar uzun bir zaman geçmesine rağmen annesinin mezarının belirtileri yok olmamıştı; aksi takdirde onu bulamazdı. Şimdi soru şu: Eğer İslâm dini mezarları yer seviyesine indirmeyi ve yükseltmemeyi emretmişse o hâlde neden Hz. Resulullah (s.a.a) annesinin mezarını yer seviyesine indirmelerini, üzerindeki belirtiyi kaldırmalarını emretmedi? İkincisi, Medine halkından bir grup Müslüman olduktan sonra Resulullah (s.a.a) o güne kadar kendisine ulaşan hükümleri tebliğ etmesi için Mus'ab b. Umeyr'i Medine'ye gönderdi. Medine halkı hac törenlerini yerine getirmek için Medine'den dışarı çıktıklarında, Müslümanlar Akabe'de toplanarak gizlice Resulullah'a (s.a.a) biat ettiler. O zamanlar İslâm dini Medine'ye tamamen yayılmamıştı. Nihayet Resulullah (s.a.a) Medine'ye hicret etti ve üç gün sonra Ali (a.s) de kendilerine ulaştı. Onun Medine'ye nasıl girdiği meşhurdur. Resulullah (s.a.a) Medine'de Yahudi kabileleriyle (Benî Kurayza, Benî Nadir ve Benî Kaynuka) sözleştikten sonra hükümetinin dairesini yavaş yavaş tüm Medine'ye genişletti ve tedricen bütün Medine sâkinleri Müslüman oldular. Bu durumda Resulullah ne zaman ve hangi cenaze töreninde Ali'ye (a.s) Medine'ye giderek bütün putları kırmasını, mezarları yerle bir etmesini ve bütün resimleri yok etmesini emretmiştir?!

Ayrıca, söz konusu rivayette birinci elçinin Resulullah (s.a.a) sahabelerle birlikte cenaze törenindeyken Medine'ye gittiğini; ama korkarak bir şey yapamadan geri döndüğü, daha sonra da Hz. Ali'yi bu iş için gönderdiğini ve onun da gidip söylenenlerin hepsini uyguladıktan sonra, daha Resulullah ve ashabı cenaze merasimindeyken geri döndüğü söylenmektedir! Böyle bir şey aklen ve mantıken nasıl mümkün olabilir?! Üçüncüsü, hadisin  devamında Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) Ebu'l-Hiyâc Esedî'ye, "Resulullah (s.a.a) bana bütün mezarları yerle bir etmemi ve putları kırmamı emretti; ben seni bu işle görevlendiriyorum." [100] dediği nakledilmektedir. Açıktır ki, İmam Ali'nin (a.s) Ebu'l- Hiyâc'a böyle bir emri vermesi ancak kendi hilâfeti döneminde olabilir. O zaman da şu soruyla karşılaşıyoruz: Hz. Ali, Ebu'l-Hiyâc'ı bu iş için ne zaman gönderdi? Kendi hilâfeti döneminde ve kendisinden önceki üç halifenin dönemde ve o kadar fetihlerden sonra mı? Yoksa ondan önce mi? Ayrıca putları kırması ve kabirleri yerle bir etmesi için onu hangi beldeye gönderdi? Eğer İslâmî beldelerden birisi ise, o dönemde İslâm beldelerinden hangisinde put vardı? Hele hele Medine de böyle bir şeyin olması mümkün mü? Bunları göz önünde bulundurmalıyız. Bu iki hadisin doğruluğunu kabul etsek bile, bunları  Resulullah'ın (s.a.a) ve Hz. Ali'nin (a.s) şirk beldelerinde putperestlerin kabirlerinin belirtilerini yok etmeyi emrettikleri şeklinde yorumlamalıyız. Bunun ise İslâm topraklarında Müslümanların kabirlerini yerle bir etmekle hiçbir ilgisinin olmadığı açıktır.

2- Bazı Müslümanların, mezarların üzerine bina yapmanın haram olduğuna delil gösterdikleri diğer bir hadis ise Resulullah'tan (s.a.a) nakledilen şu rivayettir: Allah'ım, benim kabrimin put olmasına müsaade etme; peygamberlerinin kabirlerini mescit edinenlere Allah lânet etsin. İkinci bir rivayette ise Resulullah, peygamberlerin kabirlerini mescit edinenleri açıkça tanıtarak şöyle buyurur: Allah Yahudileri kahretsin; onlar peygamberlerinin kabirlerini mescit edindiler.[101]

Bu Hadise Eleştiri

İsrail oğulları Mısır'dan dışarı çıkıp denizin karşı tarafına geçip "Tih" denilen malum çölü geride bırakarak Filistin'e ulaştıktan sonra, "Beytulmukaddes" onlara ibadet yeri olarak seçildi; onun dışında ibadet ettikleri başka bir yer yoktu. İsrail Oğulları'nın hükümdarı olan Hz. Süleyman'ın (a.s) döneminde onun adına "Süleyman'ın Heykeli" denilen bir saray yaptılar. Durum böyleyken, yukarıdaki rivayetin bahsettiği ve Yahudilerin mescit edindikleri peygamberlerinin mezarları nerdeydi? Oysa Beytulmukaddes ve beldesi, Müslümanların ve Hz. Resulullah'tan (s.a.a) önceki Arapların devamlı gezip gördükleri bir yerdi. Mezarları meşhur olan ve bilinen meşhur ve büyük peygamberleri, Hz. İbrahim Halil'in (a.s), Hz. Musa b. İmran'ın vs. mezarlarının ise Yahudiler tarafından put edinildiğini biz, hiçbir yerde görmüş, duymuş ve okumuş değiliz. Bir kabrin put edinildiğini farz etsek bile, bunun mezarlara saygı duymak ve kabirleri ziyaret etmekle hiçbir ilgisi yoktur. Bir kabri put edinmek, namaz kılarken onu Kâbe gibi kıble edinmek demektir; bu ikisi arasında büyük bir fark vardır. Bütün bu kaydettiklerimizde ve bundan sonra değineceklerimizde Resulullah'ın (s.a.a) hadisleri hakkında hiçbir şüphe yoktur; bu konuda Allah'a sığınırız. Şüphe edilen ve incelenmesi gereken konu, yüce Allah'ın kendilerini sapmadan, yanılmadan ve unutkanlıktan korumadığı hadis râvileridir.

Mezar, İbadet Yeri

Resulullah'ın (s.a.a) türbesini ibadet yeri edinmenin doğruluğunu kabul edenlerin delili şudur, Beytullah'ın etrafını tavaf edenler Hicr-i İsmail'i de tavaf etmekte ve onun duvarını kutlu sayıp, ondan da hayır ve bereket ummaktadırlar; oysa İslâm ümmetinin bütün âlimleri Hz. İsmail'in ve annesi Hâcer'in mezarlarının orada olduğunda icma etmişlerdir. Sire-i İbn Hişâm, Tarih-i Taberî, İbn Esîr ve İbn Kesir'de şöyle geçer: İsmail, annesi Hâcer'in kabrinin yanı başında ve Hicr'de defnedilmiştir (İbn Hişâm). İbn Esîr'in tabiri ise şöyledir: İsmail, kendisini Hicr'de annesinin yanı başında defnetmelerini vasiyet etti.[102] İbn Sa'd da Tabakât'ında şu rivayetlere yer vermiştir: Hiç şüphesiz İsmail yirmi yaşındayken, annesi Hâcer vefat etti vefat ettiği sırada doksan yaşındaydı. İsmail onu Hicr'de defnetti. İsmail ise babasından sonra vefat etti ve Hicr'in Kâbe'den yana olan semtinde annesinin yanına defnedildi. Diğer bir rivayeti ise şöyle nakletmektedir: İsmail'in mezarı, oluğun altında Beyt ile rükün arasındadır.[103] Kelâî ise el-İktifâ kitabında özetle şöyle yazmaktadır: Hâcer, İsmail ve İsmail'in oğlu Nâbit Hicr'de defnedilmişlerdir.[104] Yine İbn Cübeyr Sefernâme'sinde Hz. İsmail ve annesi Hâcer'in hakkında şöyle yazar: İsmail'in kabri, oluğun altında, Hicr'in içinde ve Kâbe'nin duvarının yakınında olup mihrap şeklinde yeşil renkli küçük bir mermer taşla belirtilmiştir.

Onun bitişiğinde daire şeklinde yeşil bir mermer taş da vardır; her iki taş çok güzel ve çekicidir. Bu taşların arasında eritme motifine yapışmış olan altına çok benzeyen muarrak gibi sarı lekeler göze çarpmaktadır. Hz. İsmail'in kabrinin yanı başında ve Irakî rüknün yakınında annesinin mezarı yer almış ve bir buçuk karış büyüklüğünde yeşil bir mermerle belirtilmiştir. Hacılar bu iki yerde namaz kılarak onlardan hayır ve uğur umarlar, tabi bu konuda haklıdırlar da. Çünkü bu iki zatın defnedildikleri yer Beytu'l-Atik ve Kâbe'nin bir bölümüdür. Yüce Allah onları daima nurlu kılmıştır ve onların mezarlarına namaz kılanlara hayır ve bereket verir. Bu iki mezar arasında yedi buçuk karış kadar bir mesafe vardır.[105] Bunlar Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nün kitaplarında geçenlerdir. Bu alanda Ehlibeyt âlimlerinin naklettikleri ise şu kitaplarda geçer: el-Kâfi, (Merhum Kuleynî'nin eseri, öl. 329 hicrî kamerî), Men La Yahzuruhu'l-Fakih ve İlelu'ş-Şerâyî', (Merhum Şeyh Saduk'un eseri, öl. 381 hicrî kamerî), el-Vâfi (Merhum Feyz Kâşânî'nin eseri, öl. 1089 hicrî kamerî), Bihâru'l-Envâr (Merhum Allame Meclisî'nin eseri, öl. 1111 hicrî kamerî). Örneğin Kuleynî el-Kâfi'de şöyle nakletmektedir: İsmail ve Hâcer'in kabri Hicr'dedir...[106] Peygamberlerin çoğunun kabri Hicr'dedir...[107] Hicr'de üçüncü Rükn'ün yanı başında İsmail'in kızları defnedilmiştir.[108] Yine Ebu Bekir Fakih, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder: Ümmetinin zulmünden kaçan her peygamber Kâbe'ye sığınır ve ölünceye kadar orada Allah'a ibadet ederdi. Hud, Şuayb ve Salih Peygamber'in kabri Zemzem'le Makam arasındadır; Kâbe'nin içinde üç yüz peygamber, Rükn-i Yemânî'yle Hacerü'l-Esved arasında ise yetmiş peygamber defnedilmiştir. [109] Yine peygamberlerin mezarlarına bina yapılmasının doğruluğunu kabul edenlerin diğer bir delili de şudur: Resulullah'ın (s.a.a), Ebu

Bekir ve Ömer'in kabirleri vefatlarından bugüne dek üzeri örtülü bir binanın içerisinde yer almıştır. Eğer bu haram olsaydı bu kadar zaman içinde Müslümanlar buna nasıl izin vermişlerdir? Yine şu ayetleri de delil olarak göstermektedirler: İbrahim'in makamını namaz yeri edinin.[110] (Onları bulanlar) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin."[111] Vahhabîler, peygamberlerin, imamların ve sahabelerin kabirlerini ziyaret eden Müslümanlara, "kabre ve ölülere tapanlar" derler. Yukarıda değindiklerimizi göz önünde bulundurduğumuzda, aslında bu zavallılar farkında olsunlar veya olmasınlar, Hz. Resulullah'a (s.a.a), ashabına ve Hirc-i İsmail'in etrafını tavaf eden bütün peygamberlere "kabre ve ölüye tapanlar" demekteler. Çünkü Hicr-i İsmail'de Hâcer'in, İsmail'in ve Hz. İsmail'in oğullarının ve ondan önceki

diğer birçok peygamberin kabri vardır. Kabrin üzerine bina yapmak konusunda birbiriyle çelişen hadisler veya daha doğrusu bu hadisleri  anlamadaki farklılıklar, bu ihtilâfın menşei hâline gelmiştir.

İSLÂM'DA ÖLEN İÇİN AĞLAMAK

Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulünde güzel bir örnek vardır.[112]

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ölen için Ağladığına Dair İslâm Metinlerinde Geçen Rivayetler

1- Resulullah'ın (s.a.a) Sa'd b. Ubâde'nin Hastalığında Ağlaması

Sahih-i Müslim'de şöyle geçer: Abdullah b. Ömer der ki: Sa'd b. Ubâde hastalanmış, yatıyordu. Hz. Resulullah efendimiz (s.a.a) Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Abdullah b. Mesud'la birlikte onu ziyarete gitti. Sa'd'ın kendisinden geçtiğini görünce, "Öldü mü?" diye sordu. Ölmediğini söylediler. Resulullah (s.a.a) ağladı, orada bulunanlar da ağladılar. Sonra Resul-i Ekrem (s.a.a) orada bulunanlara hitaben şöyle buyurdu.

"Dikkat etmez misiniz?! Yüce Allah, ağladığı veya üzüldüğü için kimseyi kınamaz; ama (mübarek dillerine işaret ederek) bunun için kınar -veya gerekirse- rahmetine boğar."[113]

2- Hz. Resulullah'ın (s.a.a), Oğlu İbrahim'in Ölümünde Ağlaması

Sahih-i Buharî'de Enes'ten şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Resulullah'la (s.a.a) birlikte bir grup Müslüman, (Resulullah'ın eşi ve oğlu İbrahim'in annesi) Hz. Mâriye'nin evine gittik. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) minik yavrusu İbrahim can vermek üzereydi. Hz. Peygamber'in gözleri doluverdi. Abdurrahman b. Avf, Hz. Resulullah'a dönerek − Sen de mi ya Resulullah?! diye sordu. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a): − Ey Avf'ın oğlu! Ağlamak Allah'ın rahmetindendir. Göz yaşlarım dökülmekte, yüreğim yanıp kavrulmakta şimdi; ama Allah'ın rızasına aykırı düşecek bir şey söylemiyorum. diye buyurdular. Hz. Peygamber, bu sırada yüzünü minik İbrahim'e çevirip ona hitaben şöyle buyurdu: − İbrahimciğim! Yokluğun bizi pek üzmekte, hicranın bize keder vermektedir. İbn Mâce'nin Sünen'inde, Hz. Peygamber'in bunları söyleyerek minik İbrahim'in üzerine kapanıp ağladığı nakledilir.[114]

3- Hz. Resulullah'ın (s.a.a), Torununa Ağlaması

Sahih-i Buharî'de şöyle geçer:

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kızlarından biri ona haber göndererek oğlunun ölmek üzere olduğunu ve mümkünse hemen gelmesini istedi. Hz. Resulullah (s.a.a) aralarında Sa'd b. Ubâde'nin de bulunduğu bir grup sahabeyle birlikte kızının  evine gitti. Kesik kesik soluk alan ve son nefesini vermek üzere bulunan yavrucağı Hz. Peygamber'in kollarına bıraktılar. Allah Resulü'nün (s.a.a) ağladığını gören Sa'd:

"Ey Allah'ın Resulü, ne oluyor size?!" diye sorunca, Hz. Peygamber: "Bu, yüce Allah'ın, kullarının kalbine yerleştirdiği bir rahmettir. Allah sevecen, merhametli ve yufka yürekli kullarına rahmet ve şefkatte bulunur."[115] diye buyurdu.

4- Hz. Resulullah'ın (s.a.a), Sevgili Amcası Hz. Hamza'ya Ağlaması

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında ve Vâkıdî'nin Meğazi'sinde özetle şöyle

yer alır: Uhud Savaşı sonrasıydı. Ensarın bulunduğu mahalleden, şehitlerine ağlayan Müslümanların sesi duyuluyordu. Hz. Resulullah'ın gözleri doldu: "Hamza'nın, ağlayacak kimsesi de yok!" buyurdu. Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) bu sözünü Sa'd b. Muâz duymuştu; Benî Abduleşhel kadınlarına haber göndererek Hz. Resulullah'ın (s.a.a) evinde toplanmalarını istedi. Kadınlar gelip oturdular. Hz. Hamza'ya yas tutup ağladılar. Onların mersiye ve ağlama seslerini duyan Peygamber (s.a.a) onlar için hayır duada bulundu ve yas meclisi tamamlandıktan sonra onları uğurladı.

O tarihten sonra ensar kadınları arasında, ölülerine ağlamadan veya onun yasını tutmadan önce Hz. Hamza'nın (r.a) şahadetini anarak ona gözyaşı dökmek âdet olup gelenekleşti.[116] Ayrıca, Hz. Resulullah (s.a.a), sevgili anneleri Amine Hatun'un (r.a) mübarek mezarı başında ağlamış, hatta onunla birlikte yanındakilerde kendilerini tutamayıp ağlamışlardır.[117]

5- Resulullah (s.a.a) Ölü Evine Yemek Temin Edilmesini Emrediyor

Cafer'in şehadet haberi geldiğinde Hz. Resulullah (s.a.a) "Cafer-'in âilesine yemek pişirin; onlar yaslıdır, bu gibi şeylerle uğraşacak durumda değildirler." buyurdu.[118]

6- Hz. Resulullah (s.a.a) Yas Süresini Belirtiyor

Mütevatir rivayetlerle nakledilen bir hadiste Hz. Resulullah'ın (s.a.a), kadının, kocası dışındaki ölülerine 3 gün, kocası içinse Kur'ân'da da belirtildiği üzere 4 ay 10 gün yas tutmasını buyurduğu geçer.[119]

7- Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Cafer b. Ebutâlib'e (r.a) Ağlaması

Sahih-i Buharî'de şöyle geçer: Hz. Resulullah (s.a.a) Zeyd, Cafer ve Abdullah b. Revâhanın şahadet haberi gelmeden önce onların şahadetlerini haber vererek yaslarını tuttu ve şöyle buyurdu: "Sancağı Zeyd aldı. Zeyd şehit oldu, Cafer aldı! O da vurulup şehit düştü, İbn Revâha aldı, o da şehit düştü…!" Hz. Resulullah (s.a.a) bu haberleri verirken mübarek gözlerinden yaşlar süzülmekteydi.[120] Hz. Cafer b. Ebutâlib'in biyografisi hakkında el-İstiâb, Usdu'l-Gâbe, el-İsâbe, Tarih-i Taberî ve diğer kaynaklarda geçen metinlerin özeti mealen şöyledir: Cafer'le arkadaşları şehit düşünce, Hz. Resulullah (s.a.a) Cafer'in evine gitti, onun çocuklarını çağırıp yanına oturttu, onları öpüp kokladı, ağlayarak sevip okşadı. Cafer'in eşi Esma,  Anam babam sana feda olsun ya Resulullah, ne oldu, neden ağlıyorsunuz? Cafer'le arkadaşlarından bir haber mi var yoksa?!" diye sorunca Hz.  Peygamber-i Ekrem (s.a.a), "Evet, onlar bugün şehit düştüler!" diye buyurdu. Esma, olayı şöyle nakletmektedir: "Bu haberi duyunca elimde olmaksızın çığlık atıp kalktım, yüksek sesle ağlıyordum, komşu kadınları etrafıma toplandı, ağlaşıyor, ağıtlar yakıyorduk. Bu sırada Fâtıma, "Eyvahlar osun! Ne oldu amcama?!" diye ağlayarak içeriye girdi. Hz. Resulullah (s.a.a), "Cafer gibi birine elbette ki ağlanır!" buyurdular.

8- Hz. Resulullah'ın (s.a.a), Torunu İmam Hüseyin'e (a.s) Ağlaması

a) Ümmü'l-Fazl Hadisi:

Müstedrekü's-Sahiheyn, Tarih-i İbn Asâkir, Hârezmî'nin Mak-tel'ive diğer İslâmî kaynaklarda Haris'in kızı Ümmü'l-Fazl'dan şöyle rivayet edilir:

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vararak:

− Ey Allah'ın Resulü! Dün gece kötü bir rüya gördüm, dedim.

Gördüğüm rüyayı sorunca; çok ürkütücü olduğunu söyledim.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, tekrar buyurdu:

− Rüyanı anlat.

− Rüyamda, sizin vücudunuzdan olan bir parça et kollarımdaydı!...

Hz. Resulullah (s.a.a) gülümsedi:

− Korkmana gerek yok, hayırdır. Allah'ın izniyle kızım Fâtıma bir erkek evlât getirecek dünyaya, o bebeği senin kucağına verecekler. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bu tabirinden sonra çok geçmeden Hz. Fâtımatü'z-Zehrâ (s.a) doğum yaptı ve Hz. Hüseyin'i (a.s) getirdi dünyaya; tıpkı Hz. Resulullah'ın (s.a.a) önceden buyurmuş olduğu gibi, bebeğin bakımını bana verdiler! Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) girdi içeriye, bebeği onun

kollarına bıraktım. Biraz sonra Hz. Peygamber'in ağladığını fark ettim, telaşla atıldım:

− Ya Resulullah! Anam babam sana feda olsun, ne oldu?

Hz. Peygamber, yaşlı gözlerle cevap verdiler:

− Cebrail (a.s) gelerek ümmetimin bu yavrumu şehit edeceğini haber verdi bana!

− Bunu mu?! Hüseyin'i mi?!

− Evet bunu, Hüseyin'i!... Hatta mezarının kırmızı renkli toprağından da biraz getirip verdi bana!" Hâkim, bu hadisi aktardıktan sonra şöyle yazar: "Şeyheyn'in (Buharî ve Müslim'in) belirlemiş olduğu kurallara göre bu hadisi şerif kesinlikle sahihtir; ama her nedense kendileri bu sahih hadisi aktarmamışlardır!"[121]

b) Cahş Kızı Zeyneb Hadisi:

İbn Asâkir'in Mecmau'z-Zevâid'inde, İbn Kesir'de ve diğer tarih kaynaklarında Cahş kızı, Zeynep'ten şu hadis rivayet edilir: Hz. Resulullah'ın (s.a.a) benim evimde olduğu bir gündü; henüz yürümeye başlamış olan minik Hüseyin de benim yanımdaydı. İşle meşgul olduğum bir sırada minik Hüseyin Hz. Peygamber'in odasına girdi, engellemek için içeri koştuysam da, Hz. Peygamber, "Ona engel olma." buyurdular. ...Derken, Hz. Peygamber (s.a.a) namaza durdu. Kıyamda Hüseyin'i kucağına alıyor, rükû ve secdeye varmadan önce onu yavaşça yere bırakıyordu. Namazını bitirdikten sonra oturup ağlamaya başladı, ellerini açıp dua etti. Duasını bitirince:

− Ya Resulullah, bugüne değin hiç görmediğim bir davranıştı bu! (namazda Hüseyin'i kucağınıza almanız) dedim.

Hz. Peygamber, şöyle buyurdular:

− Cebrail inerek, ümmetimin şu yavrumu öldüreceğini haber verdi bana! Cebrail'den, Hüseyin'imin şehit düşeceği yerin toprağını bana getirmesini istedim, o da kırmızı renkli bir toprak getirdi bana..."[122]

c) Âişe'nin Rivayet Ettiği Hadis:

Abdurrahman oğlu Ebu Seleme'den naklen: İbn Asâkir, Maktel-iHârezmî, Mecmau'z Zevâid ve diğer büyük kaynaklarda, Abdurrahman oğlu Ebu Seleme'nin, Âişe'den naklettiği şu hadis geçer: Hz. Resulullah (s.a.a) minik Hüseyin'i kucağına almış, dizine oturtmuştu, bu sırada Cebrail inerek:

− Bu senin evlâdın mı? diye sordu. Hz. Resulullah (s.a.a), "Evet." diye cevap verince Cebrail (a.s) şöyle dedi:

− Ümmetin senden sonra onu öldürecek. İstersen, öldürüleceği yeri gösterebilirim! Hz. Resulullah (s.a.a) göstermesini isteyince Cebrail, Hz.

Peygamber'e Tef arazisinin toprağını gösterdi. " Aynı rivayet bir başka yerde de "Cebrail Tef arazisini gösterdi ve oradan aldığı bir miktar toprağı Hz. Peygamber'e vererek "işte bu, onun katledileceği yerin toprağıdır!" dedi. şeklinde geçer.[123]

d) Ümmü Seleme Rivayeti:

Müstedrekü's-Sahiheyn, Tabakât-ı İbn Sa'd, İbn Asâkir Tarihi ve diğer güvenilir kaynaklarda Abdullah İbn Vahab'dan şöyle rivayet edilir: Ümmü'l-Müminin Hz. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) bana şöyle dedi: Hz. Resulullah (s.a.a) bir gece uyumak için yatağına girdi; ama çok geçmeden tedirgin ve rahatsız bir hâlde yataktan kalktı. Tekrar uzanıp uyudu; ama çok geçmeden aynı şekilde yeniden uyandı. Bu defa, ilk hâlinden biraz daha farklıydı. Üçüncü kez uyandığında yine rahatsızdı; ama bu kez avucunda kırmızı renkli bir toprak vardı, sevgiyle öpüyordu bu toprağı! Dayanamayıp sordum:

− Ya Resulullah, bu ne toprağı böyle?

− Cebrail (a.s), Hüseyin'imin Irak topraklarında öldürüleceğini haber verdi bana; onun öldürüleceği yerin toprağını göstermesini istedim; işte bu, o topraktır!" Hâkim, bu hadisin sonunda şöyle yazar: "Bu hadis, Buharî ve Müslim'in koyduğu kural ve şartlara göre tamamen sahih ve doğru

olduğu hâlde her nasılsa Buharî de Müslim de bu hadisi aktarmamışlardır!!"[124]

 

e) Enes b. Mâlik'in Rivayet Ettiği Hadis

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde, Taberânî'nin Mu'cemu'l-Kebir'inde İbn Asâkir Tarihi'nde ve diğer birçok önemli kaynakta, Enes

b. Mâlik'ten şöyle rivayet edilir: Mukarreb meleklerden olan "Katar" meleği Hz. Resulullah'la (s.a.a) görüşebilmek için yüce Allah'tan izin istedi. Yüce Allah izin verdi. O gün Ümmü Seleme'nin (r.a) günüydü. Hz. Resulullah (s.a.a) Ümmü Seleme'ye (r.a) kapıda oturmasını ve kimseyi içeriye almamasını buyurdu. Ümmü Seleme der ki: "Ben kapının önünde oturmuştum, bu sırada Hüseyin b. Ali geldi, kapıyı açıp doğru Hz. Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) odasına girdi. Hz. Peygamber, onu kucağına alıp şefkatle öpmeye başladı. Melek, "Onu seviyor musun?" diye sordu, Hz. Peygamber, "Evet." diye buyurunca, melek, "Ümmetin onu öldürecek, istersen öldürüleceği yeri göstereyim sana!" dedi. Hz. Peygamber, göstermesini isteyince o melek kırmızı renkli, kuma benzer bir miktar toprak verdi Peygamber'e. Ümmü Seleme, bu toprağı Hz. Peygamber'den alıp itinayla sakladı. Sabit şöyle yazar: "Biz oraya 'Kerbela.' deriz."[125] Peki bütün bu delillere rağmen bu konudaki ihtilâfın kaynağı nedir? Bu ihtilâfın kaynağı yine Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim gibi bazı kitaplarda nakledilen bazı rivayetlerdir. Biz önce bu rivayetleri nakledip, daha sonra cevabına geçeceğiz:

Back Index Next