Onlar dünyada fazilet ehlidirler. Sözleri
gerçektir. Orta halli giyinirler. Mütevazı bir şekilde yürürler.
İtaatle Allah'a karşı huzu ve huşuda bulunurlar.
Allah'ın onlara haram ettiği şeylerden gözlerini yumarlar.
Kulaklarını yalnızca (onlara fayda verecek) bilgiye çevirirler.
Nimete eren gönüller nasıl rahatlayıp huzur içinde oluyorsa,
onların gönlü de ilahî kaza ve kadere razı olduklarından sıkıntı
ve bela anında öylece rahat ve huzur içinde olur. Allah,
kullarının ecellerini takdir
etmeyip ölüm vakitlerini belirlemiş olmasaydı, ruhları sevaba
olan iştiyak ve azap korkusundan dolayı göz açıp kapatıncaya
kadar dahi bedenlerinde duramazdı.
Gözlerinde, Yaratan uludur ve O'ndan
başkası ise küçüktür. Cennete karşı, sanki cenneti
gözleriyle görüyor ve nimetlerinden yararlanıyorlarmış
gibidirler. Cehenneme karşı ise sanki onu gözleriyle görüyor ve orada
azaba uğruyorlarmış gibidirler. Kalpleri mahzundur, kimseye
zararları dokunmaz. Beklentileri azdır, bedenleri zayıftır,
nefisleri pek iffetlidir, İslam'a çokça yardım ederler. Çabucak geçip
giden günlerde sabrederler, ardından Kerim olan Rabb'in onlar için
hazırlayıp kolaylaştırdığı uzun ve
kârlı rahatlığa ulaşırlar. Dünya onları diler,
onlarsa dünyayı dilemezler. Dünya onların peşine
takılır, fakat onlar onu âciz bırakırlar.
Gece oldu mu, ayağa kalkıp saflar
kurarlar; ibadete koyulurlar; Kur'an ayetlerini (harfleri sayılacak kadar)
ağır bir şekilde ve anlamını düşünerek okurlar,
bununla hüzünlenip dertlerinin dermanını (şifasını)
Kur'an'da bulurlar. Hüzünleri, günahlarına ve gönül yaralarına
ağlamalarını şiddetlendirir. Kur'an'dan teşvike
(mükâfata) dair bir ayet okuyunca onu elde etmek ümidiyle onun üzerinde
dururlar; gönülleri şevkten dolup taşar, sanki Allah'ın vaad
ettiği mükâfat gözlerinin önüne serilmiştir. Korkutucu bir ayete
vardıklarında da can kulağıyla onu dinlerler, sanki
cehennem alevlerinin (yücelirken) çıkardığı ses ve gürültü
kulaklarının dibindedir ve onu işitmektedirler. (Korkudan) iki
kat bükülmüşler; alınlarını, ellerini, dizlerini, ayak
parmaklarını yere sererek secdeye kapanmışlardır; yüce
Allah'tan azap zincirlerine vurulmaktan kurtulmayı dilerler.
Gündüzlerine gelince, hekim, bilgin, salih ve
muttakidirler. (Allah) korkusu onların bedenlerini yontulmuş ok gibi
inceltmiştir, zayıflatmıştır; onları gören hasta
sanır (oysaki hastalıkları yoktur). Onlara bakan
akıllarını yitirdiklerini zanneder; oysaki onları, büyük
bir iş meşgul etmektedir. Allah-u Teâla'nın kudret ve azametini,
ölümü, kıyametin ahvalini, dehşetini hatırladıklarında
kalplerine korku düşer, akılları başlarından gider.
Korku onları kapladığında, Allah için, temiz işlere
koşarlar. Az ibadete razı olmazlar, çok amellerini gözlerinde
büyütmezler. Sürekli kendilerini suçlu bilir ve amellerinden
kaygılanırlar. Onlardan birisini övseler söylenen sözden korkar ve
der ki: Ben kendimi başkalarından daha iyi tanırım, Rabbim
ise beni benden daha iyi tanır. Allah'ım! Söyledikleri sözler
yüzünden beni suçlama; onların zanlarından daha üstün kıl beni;
onların bilmedikleri suçlarımı affet, çünkü sen gizlileri
bilensin.
Muttakilerin her birinin özelliklerinden
bazıları da şunlardır: Sen onu; dinde güçlü,
yumuşaklıkta korkulu (ihtiyatlı), imanda şüphesiz, ilme
haris, ılımlılıkta zeki, infakta şefkatli, dinde derin
düşünceli, hilimde ilimli, zenginlikte orta halli, ibadette huşulu,
yoklukta süslü, çetin zamanlarda direnişli, çilekeşlere
karşı şefkatli, yerinde bağışta bulunan, kazançta
yumuşak, helal rızk peşine giden, hidayette neşeli,
tamahtan kurtulmuş, istikamette (doğru yolda) iyi iş yapan,
şehvet karşısında kendisini koruyan, cahillerin onu
medhetmesinden mağrur olmayan, kendi amelini muhasebe etmeyi terketmeyen,
kendisini suçlu bilen, güzel ve temiz işlere koyulan, fakat Allah'tan
korkup duran biri olarak görürsün.
305 |
Akşamları kaygısı
şükürdür. Sabahları ise kaygısı zikirdir. Geceyi korkulu
geçirir. Gündüzü neşeli başlatır. Korkusu
sakındırıldığı gaflete düşme
endişesinden dolayıdır. Neşesi ise, elde ettiği
fazilet ve rahmetten dolayıdır. Eğer nefsi azıp
sevmediği şeylerde kendisine teslim olmazsa, isteklerini ondan
esirgeyerek onu cezalandırır.
Sevinci korktuğu şeyden
kurtulmaktadır. Asıl sevinci ise, ebedi nimetlere
kavuşmaktır. Yok olup bitecek şeylere meyilsizdir. Hilmi ilimle,
ilmi de amelle birliktedir. Tembellik ve bitkinlikten uzaktır. Sürekli
şen ve neşelidir, arzuları çabuk erişilebilecek
şeylerdir; yoldan kayması azdır. Alçak gönüllüdür. Nefsi, elde
ettiğini yeterli bulur (hırsa düşmez). Cehaleti gizlidir;
işi kolaydır; dini korunmuştur; şehveti ölmüştür;
öfkesini yutmuştur. Ahlakı tertemizdir; kendisine söylenilen
sırları dostlarına açmaz; düşmanların
şahitliğini gizlemez. (Düşmanları lehinde olsa bile hakka
tanıklık yapmaktan çekinmez). Göstermelik bir iş yapmaz.
Utançtan dolayı (hayırlı) bir işi terketmez. Ondan
hayır umulur; şerrindense emin olunur. Gafillerin içinde olsa da
zikredenlerden olur.
Kendisine zulmedeni bağışlar.
Kendisinden esirgeyene esirgemez. Kendisiyle ilişkiyi kesenle ilişki
kurar; hilim ondan uzaklaşmaz; onu bezeyen ahlâkı ve ameli elde
etmekten aciz kalmaz. Kötü söz, (çirkin hareket) ondan uzaktır; sözü
yumuşaktır; hilesi yoktur; iyi işleri çoktur; işi güzeldir;
hayrı sürekli insanlara ulaşır ama şerri olmaz.
Sarsıntılı durumlarda metindir ve hoş olmayan işlerde
sabreder; bollukta ve refahta şükreder. Öfkelendiği kimseye
zulmetmez. Sevdiği kimse için günah işlemez; haksızlıkla
bir şeyi iddia etmez; üzerinde olan başkasının hakkını
inkâr etmez. Şahit getirilmeden önce gerçeği itiraf eder; kendisine
emanet olarak verileni zayi etmez; başkalarını yerici lakaplarla
çağırmaz. Ne zulmeder, ne zulmetmek ister. Komşusuna zarar
vermez; birisinin bir belaya, musibete düşmesinden dolayı sevinmez.
Doğru işe koşar; emaneti sahibine verir; çirkin işlere ilgisizdir.
307 |
Marufu emreder, münkerden
sakındırır. Dünya işlerine bilgisi olmadan girmez. Haktan
ayrılmaz; susarsa, susması onu kaygıya düşürmez; gülerse
sesini yükseltmez. Elinde olan miktara kanaat eder; öfke onu yenemez; heva ve
heves onu aldatamaz; cimrilik ona galip gelmez; halkın malına göz
dikmez; ilim öğrenmek için halka karışır; salim kalmak için
susar; anlamak için sorar. Hayır sözü dinlemesi, öğrenip
başkalarını aciz bırakmak için olmadığı
gibi, güzel söz konuşması da diğerleri karşısında
kibirlenmek için değildir. Ona zulüm edilirse Allah-u Teâla intikam
alıncaya kadar sabreder.
Nefsi, onun elinden sürekli
rahatsızdır; fakat insanlar ondan hayır umarlar. Nefsini ahireti
için yorar; insanları nefsinden rahata ulaştırır, emin
kılar. Birinden uzaklaşması, (kötü harekete) buğzetmesi,
öfkelenmesi, nefsini korumasındandır. Birine yaklaşması,
yumuşaklıktan, rahmetten (ve esenlikten)dir. Uzaklaşma
309 |
ası kibirden, ululuktan olmaz;
yaklaşması ise hileden ve tatlı dille aldatmak için
değildir. Kendinden önceki hayır ehline uyar ve sonradan gelen iyi
iş yapacaklara önder olur. [1]
[1]- Bu hutbenin metnini merhum
Seyyid Razî farklı bir şekilde Nehc-ül Belağa'nın 191.
hutbesinde şöyle nakletmiştir: Emir-ül
Müminin Hz. Ali aleyhis-selâm'ın
ashabından Hemmam adlı
birisi Hz. Ali aleyhis-selâm'a şöyle dedi: Ey Emir-el Mü'minin, bana Allah'tan çekinen muttakilarin
vasıflarını anlat, hem de öylesine anlat ki onları görür
gibi olayım." Hz. Ali, onun
bu sözüne fazla önem vermeyerek;
"Ya Hemmam! Allah'tan çekin; iyi
amelde bulun, çünkü Allah, çekinenler ve iyilikte bulunanlarla
beraberdir." buyurdu. Hemmam bu
sözü yeterli bulmadı; daha fazla açıklamada bulunması için Hz. Ali aleyhis-selâm'ı
yemin ettirdi. Hz. Ali, bunun üzerine
Allah'a hamd-u senada bulunduktan sonra
yukarıdaki hutbeyi okudu; Nehc-ül Belağa'nın nakline göre söz
hutbenin bu noktasına gelince Hemmam
feryad edip düştü ve can verdi. Hz. Ali
aleyhis-selâm
buyurdular ki: "Vallahi ben bundan korkuyordum."