Dünyadan
çekinmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü dünya, (zahiri) tatlıdır;
yemyeşildir (görünüşü güzeldir); özlemlerle
kaplanmıştır; çabuk elde edilen fakat hemen geçip giden zevkleri
için sevilir; dileklerle mamur olur, aldatmayla süslenir; fakat verdiği
sevincin bekası yoktur; onun ansızın gelen musibetinden güvende
olunmaz.
Pek aldatan, çok zarar veren, yok olup biten,
geçip giden, yiyip bitiren ve helak edendir. Onu isteyenler, onu elde etmeye
razı olanlar, dileklerini elde etseler bile, noksan sıfatlardan
münezzeh olan, şanı yüce Allah'ın, şu: "(Dünya yaşayışı) gökten
yağdırdığımız yağmura benzer; yeryüzünün
bitkilerini sular, bünyelerine girer de onları yeşertir,
yetiştirir; derken bitkileri kurur, ufalanır, yeller de onları
savurur gider ve Allah'ın her şeye gücü yeter."
buyruğundan öteye geçmez.[2]
Hiçbir sevinip gülen yoktur ki, ardından
dünya onu kedere düşürmüş olmasın, ağlatmasın. Bolluğuyla
bir karnı doyurursa, sonunda yokluğunu onun sırtına yükler.
Onda bolluk getiren hiç bir yağmur yoktur ki bela bulutu onu izlemesin.
Sabahleyin (birine) yardım ederse, akşamleyin artık onu
tanımaz. Bir kimse için bir tarafı yutulması kolay, tatlı olursa,
öbür yanı acı ve hastalık olur. Akşamleyin onda esenlik
elbisesi giyen, korkulara düşerek sabahlamıştır.
Dünya aldatıcıdır, onda ne varsa
hepsi de insanı aldatır. Fanidir, onda olanların hepsi de yok
olur. Azıkları arasında
günahlardan çekinmekten (takvadan) başka hiç bir şeyde hayır
yoktur. Dünyadan az bir şeye razı olan, kendisini emniyete
kavuşturacak çok şeyi kazanmaya yönelir. Ondan çok şey elde
edenin elde ettiği ebedi olarak kalmaz ve çok çabuk elinden
çıkıverir.[3] Dünya, nice güvenenlerini ansızın
gelen musibetlere düşürmüş ve nice inananlarını yere
vurmuştur; nice ihtiyatlı insanları aldatmış ve nice
büyükleri hor-hakir etmiştir; nice mütekebbirleri aç ve fakir
kılmış ve nice taht ve taç sahiplerini yüz üstü
düşürmüştür.
Dünyanın saltanatı zillettir;
yaşayışı bulanıktır. Tatlı suyu, acı ve
tuzludur; tadı dili damağı acıtır. Dirisi ölüme,
sıhhatlisi hastalığa hedeftir; kuvvetli olanı
yıkılmaya maruzdur. Malı-mülkü geçicidir. Azizi mağlup
düşer, güvencede olanı zorluğa uğrar; ona
sığınan yağmalanır. Bunları ise ölüm
sekeratı ve iniltileri (can çekişmenin zorluğu) kıyametin
dehşetleri ve adaletli bir hakimin karşısında durmak izler.
Kötülük edenleri,
yaptıklarına karşılık cezalandırmak ve iyilik
edenlere ise yaptıklarından daha iyi mükâfat vermek için.
Sizler, sizden önce daha uzun ömür sürenlerin,
eserleri daha açık kalanların, sizden daha hazırlıklı
olanların, orduları ve inatları sizden daha çok olanların
yurtlarında değil misiniz? Onlar da dünyaya taptılar, hem de
nasıl taptılar? Dünyayı seçtiler, hem de nasıl seçtiler?
Sonra da zilletle bu dünyadan göçüp gittiler. Peki, siz böyle (vefasız)
bir dünyayı mı seçmektesiniz? Böyle bir dünyaya mı ihtiras
ediyor, ona mı güveniyorsunuz?!
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Kim dünya hayatını ve ziynetini dilerse onda
yaptıklarının karşılığını tam
olarak öderiz ve onlar bu hususta hiç bir zarara uğramazlar. Onlar öyle
kişilerdir ki, onlara ahirette ancak ateş var, dünyada
işledikleri işlerse boşa gitmiştir; zaten bütün
işledikleri de boştur".[4] Bu dünya, ondan endişelenmiyen ve ondan
korkmayan kimseler için, ne de kötü bir diyardır.
Bilin, bilirsiniz de, sizler onu
bırakıp gideceksiniz. Dünya Allah-u Teâla'nın onu
vasfettiği gibidir: "Bilin ki
dünya hayatı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir bezentidir,
aranızda bir övünmedir ve bir mal ve evlat çoğaltma gayretidir
ancak."[5]
Her yüksek tepede, ihtiyacı
olmaksızın bir yapı kurarak eğlenip duran, sağlam
yapılar, kaleler yapıp ebedi kalacağını uman ve "kimdir bizden daha kuvvetli"[6] diyen kimselerden ibret alın; yine ibret
alın kendi gözünüzle görmüş olduğunuz kardeşlerinizden;
nasıl onlar, davetsiz olarak omuzların üzerinde taşınarak
kabirlerine indirildiler; misafir çağrılmadan mezarlarına
kondular. Sığındıkları yerler kabir, kefenleri toprak
oldu, kurumuş kemiklerle komşu oldular. Öyle komşu ki,
çağırana cevap veremezler ve zulmün önünü alamazlar (düştükleri
zilleti gideremezler); ne birinin ziyaretine gidebilirler, ne de hallerini,
hatırlarını soran olur. Kinleri yatışmış,
halim olmuş kişilerdir; hasedleri ölmüş, gaflet içindeler.
Onların ne ansızın saldırılarından korkulur, ne
de yardımları ümit edilir. Onlar asla dünyaya gelmemiş kimseler
gibidirler; nitekim Allah-u Teâla: "İşte
bu, o kimselerin evleridir
ki,
ölümlerinden sonra çok az bir zaman dışında hepsi bomboş
kalmıştır. Onlara varis olanlar biziz."[7] buyurmuştur. Yerin üstünü altıyla,
genişliği daracık bir yerle, ehli-ayali gurbetle,
ışığı zulmetle değiştirmişlerdir.
Yerden ayrıldıkları (topraktan yaratıldıkları,) gibi
tekrar ayakları yalın, bedenleri çıplak oraya döndüler.
Amelleriyle birlikte dünyadan, ebedi bir hayata göçtüler, orada mesken
edindiler. Nitekim noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah da şöyle
buyurmuştur: "Önce nasıl
yarattıysak, tekrar yaratacağız; bu vaadimizdir bizim ve
gerçekten de yapacağız".[8]