Süleym b. Kays Emir-ül
Mü'minin Ali aleyhi'sselâm'a şöyle dedi: "Ben Selman, Ebuzer ve Mikdad'dan Kur'an tefsiri ve Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in
hadisleri hususunda bazı sözler duymuşum; yine sizler tarafından
da bu sözlerin teyid ve tasdik edildiğini işitmişim, daha sonra
bu konu hakkında halk içinde rivayet edilen ve bunlara ters düşen
bazı sözler görüyorum; acaba halk (Peygamber'in hadisi hususunda)
kasıtlı olarak yalan söylüyor, Kur'an'ı, bilerek kendi reyleriyle
mi tefsir ediyorlar?"
Hz. Ali aleyhi'sselâm
şöyle buyurdu: "Şimdi sorduğun sorunun cevabına dikkat
et: İnsanların ellerindeki hadislerden bir kısmı hak bir
kısmı ise batıldır; bazısı gerçektir,
bazısıysa yalandır. Bazısı, önceki hükmü geçersiz
kılan (nasih), bazısı ise hükmü geçersiz
kılınandır (mensuhtur). Umumi olanı var, hass olanı
var. Manası apaçık olanı olduğu gibi, şüpheli
olanı (tevile ihtiyaç duyulanı) da vardır. Doğru
ezberlenmiş ve korunmuş olanı da vardır, yanlış
anlaşılmış olanı da vardır.
Resulullah sallallâhu
aleyhi ve alih'in zamanında
bile o kadar yalan hadis uydurdular ki, Peygamber
sallallâhu aleyhi ve alih minbere
çıkıp: "Ey insanlar bana yalan söz isnat eden ve benim
adıma yalan söz konuşan çoğalmıştır; kim bilerek
bana yalan söz isnat ederse, cehennemde yerini şimdiden
hazırlasın." diye buyurdu. Peygamber sallallâhu aleyhi ve alihin
vefatından sonra da ona yalan sözler isnat edildi.
Sana dört çeşit kişiden hadis gelir,
bunların beşincisi yoktur: Biri münafıktır; kendisini
mü'min olarak gösterir, müslümanların yaptıklarını yapar,
günahtan ve bilerek Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'e yalan isnat
etmekten çekinmez. İnsanlar, onun münafık ve yalancı
olduğunu bilselerdi hadisini asla, gerçek olarak kabul etmezlerdi. Ama
halk, "Bu Rasulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in
sahabesidir, onu görmüş, ondan duymuştur" der, durumunu
bilmeksizin sözünü kabul ederler. Oysa Allah, münafıkların durumunu,
hallerini en güzel şekilde beyan etmiştir: "Onları gördün mü bedenleri (zahirleri) hoşuna gider,
konuşurlarsa sözlerini dinlersin."[1] Bu grup Peygamber'den
sonra ayrıldılar, çeşitli yerlere dağıldılar,
yalan ve iftira ile halkı ateşe çağıran dalalet
imamlarına (öncülere) yaklaştılar, yanaştılar, onlar
da onları işlerde yetki sahibi kıldılar; fetva ve
kadılık makamını onlara verip (halkın
malını, canını, namusunu onların yetkisine
bıraktılar,) onları, halkın boynuna bindirdiler
(onları yetki sahibi ettiler). Onlar vasıtasıyla dünyadaki
servetleri yeyip sömürdüler. Kendin de biliyorsun ki (hedefsiz) insanlar,
Allah'ın koruduğu kimseler hariç, dünyaperest hükümdarlara
tabidirler; dünya, onların aradıkları nihai hedeftir.
İşte bu, o dört çeşit raviden biridir.
İkincisi; Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'ten bir
söz duymuştur; fakat hataya düşmüştür; gerektiği gibi
zihnine yerleştirmemiştir; bile bile de yalan söylemiyor ve
yanlış amel ediyor ve: Ben Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'ten
böyle duydum diyor. İnsanlar, onun hadisi yanlış
anladığını bilselerdi, sözünü kabul etmezlerdi; o da
yanıldığını bilseydi, o hadisi rivayet etmez, onunla
amel de etmezdi. Bu da ikincisidir.
Üçüncüsi ise; Resulullah
sallallâhu aleyhi ve alih'in
bir şeyi emrettiğini işitmiştir; fakat Resulullah sonradan onu nehyetmiştir;
o kişiyse bunu bilmez. Yahut bir şeyden nehyettiğini
duymuştur; oysa sonradan onu emretmiştir; ondan haberi yoktur.
Geçersiz kılınmış hükmü bellemiştir, nesheden hükmü
bellememiştir. Müslümanlar, hükmün kaldırıldığını
bilselerdi, onu reddederlerdi. Onun kendisi de reddederdi. Bu da üçüncü
kişidir.
Bir dördüncüsü de vardır ki; ne Allah'a
yalan isnat eder, ne de Resulüne. Allah'tan korktuğundan ve Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in kadrini bildiğinden yalandan
nefret eder. Ne yanlış anlamıştır, ne duyduğunu
unutmuştur, aksine duyduğu her şeyi aynı şekilde
bellemiştir. Onu gerçeğe uygun olarak rivayet etmektedir; o söze ne
bir şey katar, ne de ondan bir şey eksiltir. Hükmü kaldıran
(nasih) sözü bilir, onunla amel eder; geçersiz kılınmış
hükmü (mensuhu) de bilir, onu terkeder. Zira Resulullah
sallallâhu aleyhi ve alih'in
de Kur'an gibi nesheden, nesholunan muhkem ve müteşabih hadisleri
vardır. Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in de iki
yönü olan, genel ve özel emirleri vardır. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Peygamber, size ne verirse alın
onu ve neden vazgeçmenizi isterse vezgeçin ondan."[2]
Rasulullah salla'llâhu
aleyhi ve alih'in sözünü doğru idrak edemeyen, Allah'ın ve
Resulü'nün o sözle neyi kasdettiğini bilmeyen, anlamayan kimseler de onun
sözünü duyuyorlardı. Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in
ashabından her soru soran (cevabını) anlamazdı; onlardan
soru sorup fakat cevabını anlamayan kimseler de vardı. Hatta bir
çöl arabının, bir garibin veya kitap ehlinden birisinin gelip bir
şey sormasını ve Peygamberin
onlara vereceği cevabı duyup bilmek (anlamak) isterlerdi.
Fakat ben her gün Peygamber'in huzuruna varırdım, benim için evi
boşaltır, bana her şeyden bahsederdi, bütün ashabın bundan
haberi vardı, başka hiç kimseye de böyle
davranmadığını herkes biliyordu. Bazen benim evime gelirdi,
ben de onun yanına gittiğimde, hanımlarını bile odadan
dışarı çıkarırdı, benden başka hiç bir kimse
o odada kalmazdı. Sorduğumda cevap verirdi, sustuğumda ve sorum
bittiğinde o başlardı. Gece ve gündüz, gök, yer, dünya, ahiret,
cennet, cehennem, ova, dağ, nur, zulmet hakkında nazil olan her ayeti
bana okur ve yazdırırdı, ben de kendi elimle onları
yazardım. Onların kıyamete dek olan te'vil ve tefsirini, nasih,
mensuh, muhkem, müteşabih, has ve umum ( özel ve genel) olanını,
nerede ve ne hakkında nazil olduğunu açıklardı.