Ey insanlar!
Allah'ın kendi velilerine öğüt vermek için yahudi alimleri
hakkında yaptığı kınamadan öğüt alın.
Allah-u Teâla (yahudi alimlerini kınayarak şöyle) buyuruyor: "Niçin onların din alimleri,
onları (yahudileri) günah olan sözleri söylemekten (ve haram yemekten) men
etmediler."[2]
Yine Allah-u Teâla
buyuruyor ki: "İsrailoğullarından
kâfir olanlara Davud'un diliyle de
lanet edilmişti, Meryem oğlu İsa'nın diliyle de. Bu
da isyan ettiklerinden ve aşırı gittiklerindendi.
İşledikleri kötülükten, birbirlerini men etmezlerdi. Gerçekten de yaptıkları iş, ne de
kötüydü."[3]
Allah'ın
onları kınaması, onların, aralarında bulunan
zalimlerin yaptıkları kötü işleri görüp, onlar
vasıtasıyla elde ettikleri dünya mal ve makamına olan
bağlılıkları ve maruz kalmaktan korktukları baskı
yüzünden onları alıkoymamaları içindir. Halbuki Allah-u Teâla: "İnsanlardan korkmayın,
Ben'den korkun." diye buyur-maktadır.[4]
Yine buyurmaktadır
ki: "Erkek ve kadın mü'minler,
birbirlerinin (gözetleyen ve koruyan) dostlarıdırlar, iyiliği
emrederler ve kötülüklerden de alıkoymaya çalışırlar.
(Namaz kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve Peygamberine itaat ederler.)"[5]
Görüldüğü gibi
Allah-u Teâla (mü'minlerin sıfatını saydığında)
emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerle başlayıp ilk olarak onu farz
kılıyor. Çünkü biliyor ki eğer bu farize hakkıyla yerine
getirilip uygulanırsa, (artık) bütün farizeler ister kolay olsun,
ister zor yerine getirilip uygulanır. Çünkü iyiliği emredip
kötülükten alıkoymak; zulme uğrayanların haklarının
alınmasını, zalimlere muhalefeti, Beyt'ül-malın ve ganimetlerin
(adaletle) dağıtılmasını, zekâtın gereken
yerlerden alınıp gerektiği şekilde sarfedilmesini
sağlamakla, İslam'a yapılan (amelî) bir davettir.
Sonra siz, ey ilimle
meşhur olup hayırla anılan, nasihatla tanınıp
Allah'ın vesilesiyle halkın gönüllerinde heybetli görünen topluluk!
(Bilin ki) şerefli insanlar sizden çekinir, zayıflar size saygı
gösterir, kendi düzeyinizde olan ve iyilikte bulunmadığınız
kimseler sizi kendilerine tercih ederler. (İnsanların)
ihtiyaçları karşılanmadığı zaman sizin arabuluculuğunuzla
karşılanır. Yolda giderken padişahların heybeti ve
büyüklerin de izzetiyle yürürsünüz. Acaba bunların hepsi sizden beklenilen
ilahî vazifenizi yapmanız (hakkı hakim kılmanız) için
değil midir? Ama siz vazifenizin çoğunu yapmıyorsunuz, kusur
ediyorsunuz. İmamlar'ın hakkını küçümsüyor,
zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat kendiniz için
sandığınız hakka gelince onu talep ediyorsunuz. Siz Allah
yolunda ne bir mal harcadınız; ne de O'nun için,
yarattığı nefsi herhangi bir tehlikeye attınız ve ne
de O'nun rızası için bir kabileye (topluluğa) düşman
oldunuz. (Bununla birlikte) Allah'ın cennetine girmeyi, peygamberleriyle
komşu olmayı ve azabından da kurtulmayı arzu ediyorsunuz.
Ey (amelsiz olarak)
Allah'tan hayır bekleyenler; sizlerin O'nun azap ve intikamına duçar
olmanızdan korkarım. Çünkü sizler, Allah'ın size ikramı
sayesinde makam ve üstünlük kazanmış ve O'nun ismiyle kulları
arasında hürmet görmektesiniz. Oysa Allah'a itaat etmekle tanınan
kimselere hürmetiniz yoktur.
Kendi gözlerinizle
Allah'ın ahitlerinin bozulduğunu görmeniz sizleri tedirgin etmiyor.
Oysa ki babalarınızın bazı ahitlerinin (söz ve
vasiyetlerinin) çiğnenmesinden tedirgin oluyorsunuz. Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'in ahitleri küçümsenmekte; kör, dilsiz ve
kötürüm kimseler şehirlerde sığınaksız ve
bakıcısız kalmış, acıyanları bile yoktur;
sizler de ne makamınızdan yararlanıp onların hakkında
bir iş yapıyorsunuz ve ne de (sığınaksız
insanlara) bir iş yapan kimselere yardımcı oluyorsunuz. Zalimlere
dalkavukluk ve yaltaklık yaparak güvence elde etmeye
çalışıyorsunuz. Bütün bunları Yüce Allah size
yasaklamıştır; oysa sizler bundan gaflet ediyorsunuz.
Eğer şuurunuz
olsaydı, anlardınız ki insanların içerisinde en büyük
musibete uğrayan, ulemanın hakiki makamından uzak
düşmüş bulunan sizlersiniz. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri
uygulamak, Allah'ın helal ve haramına emin olan ulemanın elinde
olmalıdır. Oysa bu mevki sizin elinizden
alınmıştır. Bu mevki sadece açık deliller geldikten
sonra hakta tefrikaya düşmeniz ve sünnette ihtilaf etmeniz yüzünden
elinizden çıktı.
Eğer eziyetlere
sabredip Allah için zorluklara katlanacak olsaydınız, ilahî
işler sizden çıkar ve size dönerdi. Ama siz mevkinizi zalimlere
bırakarak ilahî meseleleri onlara teslim ettiniz. Onlar da şüphe
üzerine hareket edip nefsani arzularına uyuyorlar. Zalimleri bu işe
musallat kılan, siz alimlerin ölümden kaçmanız ve sizden
ayrılacak hayata gönül bağlamanızdır. Sizler güçsüz
halkı onlara teslim ettiniz. Onlardan bazıları ezik köleler
durumuna düşmüş, bazıları da geçimini sağlayamayan
yenik mustaz'âflar haline gelmiştir. Onlar (zalimler) eşrarla
(kötülerle) birlikte Allah'a karşı gelmeye yeltenerek, memleketten
istedikleri şekilde faydalanıyorlar; heva ve heveslerine uyup her
kötülüğe başvuruyorlar.
Her şehirde
belağatlı hatipleri vardır. Memleketin her tarafı onlara
boyun eğmiş durumdadır; her tarafta egemenliklerini kurmuş,
halk da onların köleleri durumuna gelmiş ve kendilerini savunacak bir
güçleri kalmamıştır. Halka egemen olanlar gaddar, isyankâr ve zayıflara
karşı acımasızca davranan zalimlerdir. Ya da Allah'a ve
kıyamete inancı olmayan, emrine uyulan yetki sahipleridir. Hayret!
Nasıl hayrete düşmeyeyim ki, İslam toprakları sahtekâr ve
zalim zekât toplayıcılarının ve mü'minlere karşı
şefkatsiz ve insafsız olan hain hükümdarların otoritesi
altındadır. Münakaşa ettiğimiz hususta, bizimle sizlerin
arasında hüküm verecek olan, yalnız Allah'tır. İhtilafa
düştüğümüz konularda da bizleri yargılayacak olan O'dur.
Allah'ım, sen
biliyorsun ki bizim tarafımızdan gerçekleşen (kıyam), saltanat
için yarış ve değersiz dünya mallarından bir şeye
ulaşmak için değildir. Senin dininin nişanelerini
(öğretilerini) göstermek, beldelerinde işleri düzeltip rayına
oturtmak, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak ve
İslam'ın farzlarına, Resulullah'ın
sünnet ve hükümlerine amel olunması içindir. Sizler de bize yardım
etmeyip hakkımızda insaflı olmazsanız, zalimler sizlere
egemen olur ve Peygamber'inizin
nurunu söndürmeye çalışırlar.
Allah bize yeterlidir.
O'na tevekkül etmişiz, O'na yönelmişiz ve dönüşümüz de
O'nadır.