Hz. İsa aleyhi’s-selam’ın havarilerinden olan Yahuda’nın
torunlarından, Şem’un ibn-i Lavî ismiyle meşhur bir rahibin, Resulullah’a
yönelttiği bir çok sorularını ve Peygmaber-i Ekrem’in, ona verdiği cevapları ve
onun Müslüman olmasını, bütün ayrıntılarıyla içeren uzun bir hadisten kitabın
üslubuna uyan bazı bölümlerini zikrediyoruz:
Şem’un, Resulullah’a, "Bana akıl hakkında bilgi ver. Akıl
nedir? Nasıldır? Akıldan ayrılan kollar nelerdir? (Aklın ürünleri nelerdir?) Ve
bunların bütün kısımlarını bana açıklayın." diye sordu. Resulullah salla'llahu
aleyhi ve alih şöyle buyurdu: "Akıl, cahilliğin bukağıdır; nefis, en kötü
hayvana benzer; bukağı takılmazsa azar. Böylece akıl cahilliğin bukağıdır.
Allah-u Teâla aklı yaratıp ona, "Gel" dedi, o da geldi; ona "Dön" dedi o da
döndü; sonra Hak Teâla şöyle buyurdu: "İzzet ve celalime andolsun ki, senden
daha azametli ve senden daha itaatkâr bir varlık yaratmadım; seninle
başlayıp seninle hilkati yenileyeceğim. Mükâfat senin içindir, azap da
sanadır."[1]
Daha sonra akıldan hilim (yumuşaklık), hilimden ilim, ilimden
rüşt (olgunluk), rüşdden iffet, iffetten korunma (sakınma), korunmadan
hayâ, hayâdan vakar (ağır başlı olmak), vakardan hayırlı işlerde sebat
(süreklilik) ve sebattan kötülükten nefret etmek, kötülükten nefretten de
nasihat edene itaat etmek ayrıldı. Bunlar, akıldan ayrılan on tane hayır
semeredir. Bunlardan her biri de on ayrı kola ayrılır.
Hilmin (yumuşaklığın) semereleri: Güzel davranmak, iyi
insanlarla arkadaşlık yapmak, aşağılıktan kaçınmak, alçaklıktan uzak
durmak, iyiliğe fazla istek, yüce derecelere yaklaşmak, affetmek, iyi geçinmek,
ihsanda bulunmak ve boşuna konuşmamaktır. Bunlar hilim sayesinde akıllıya nasip
olan sıfatlardır.
İlmin semereleri: Fakirliğe rağmen zenginlik (ilim
vasıtasıyla kendini zengin görmek), cimriliğe rağmen cömertlik (kişi
yapısı itibariyle cimri olabilir ama ilmin gereği olarak cömertlik yapar),
basitliğine rağmen heybetli olmak, hastalığa rağmen sağlıklı olmak (vücudunun
hasta olmasına rağmen morali yerinde olmak), uzaklığa rağmen yakın olmak,
inatçı ve ısrarlı olmasına rağmen hayâlı olmak, hakirliğe rağmen yücelik,
düşüklüğe rağmen şerefli olmak, hikmet, itibar ve makama sahip olmak. İşte
bunlar, akıllının ilim vasıtasıyla elde ettiği şeylerdir. O halde hem akıllı ve
hem de alim olan insana ne mutlu.
Rüşdün semereleri: Doğruluk, hidayet, iyilik, takva, başarı,
itidal (dengeli olma), iktisat (ne savurgan ve musrif ne de cimri olma),
mükâfat, kerem ve Allah’ın dinini tanımak. Bunlar akıllının rüşd vasıtasıyla
elde ettiği şeylerdir. Öyleyse ne mutlu doğru yolda sabit olan
kimseye.
İffetin semereleri: (Takdirine) Razı olmak, mütevazı olmak,
(hayırlardan) faydalanmak, huzurlu olmak, (elinin altında bulunanların
halini) sormak, huşu, tezekkür (gafil olmamak), tefekkür, bağışta bulunmak ve
cömertlik. Bunlar, iffet vasıtasıyla akıllı kimseye, Allah-u Teâla ve O’nun
verdiği rızıktan hoşnut olduğu takdirde, nasib olan
şeylerdir.
Siyanetin (kendini korumanın) kısımları: Salâh (doğruluk),
tevâzu, zühd, tevbe, anlayış, edep, ihsan, sevgi kazanmak, hayırlı işlerde
bulunmak ve kötülükten sakınmak. Bunlar günahlardan korunma vesilesiyle
akıllının elde ettiği şeylerdir. Öyleyse Allah’ın, siyanetle ikramda bulunduğu
kullara ne mutlu.
Hayânın semereleri: Yumuşaklık, şefkat, gizlide ve açıkta
Allah’ı gözetmek, sıhhat, kötülükten kaçınmak, güler yüzlülük, cömertlik, başarı
ve halkın arasında iyilikle anılmak. Bunlar hayâ vasıtasıyla akıllının elde
ettiği şeylerdir. Allah-u Teâla’nın nasihatını kabullenip, O’nun ifşasından
korkan kimseye ne mutlu.
Vakarın (ağır başlılığın) semereleri: Lütufta bulunmak,
tedbirli olmak, emaneti eda etmek, hıyaneti terketmek, doğru konuşmak, namuslu
olmak (fuhuştan korunmak), malını ıslah etmek (mal ve servetini iyice koruyup
yerinde harcamak), düşmana karşı hazırlıklı olmak, kötülükten sakındırmak ve
başıboşluğu terketmek. Bunlar, vakar vasıtasıyla akıllıya nasip olan şeylerdir.
Vakarlı olan, cahil ve hafif olmayan, affedip bağışlayan ve (başkalarının
hatasını) görmezlikten gelen kimseye ne mutlu.
Hayır işi sürdürmenin sonuçları: Çirkin ve kötü işleri
terketmek, ahmaklıktan uzaklaşmak, günahtan çekinmek, yakine ermek,
kurtuluşu sevmek, Rahman (olan Allah)’a itaat etmek, delil ve burhana
saygı göstermek, Şeytandan sakınmak, adalete boyun eğmek ve hakkı söylemek.
Bunlar hayır işi sürdürmenin sonucu olarak akıllıya nasip olan şeylerdir.
Geleceğini ve (kıyamet günü yeniden) dirileceğini unutmayan ve dünyanın
faniliğinden ibret alan kimseye ne mutlu.
Kötülüğü sevmemenin sonuçları: Vakar (ağırbaşlılık), sabır,
başarı, açık ve doğru yol üzerinde olmak, hidayeti sürdürmek, Allah’a iman
etmek, halka karşı saygılı olmak, ihlaslı olmak, kendisini ilgilendirmeyen boş
şeyleri terketmek ve kendisine yararlı olan işleri korumak. Bunlar şerri
sevmemekten dolayı akıllıya nasip olan şeylerdir. Ne mutlu, Allah’ın hakkını
yerine getiren ve Allah yolunun sağlam iplerine (nişanelerine
) sarılan kimseye.
İnsanın hayrını isteyenin sözlerine itaat etmenin sonuçları:
Aklın çoğalması, fikrin olgunlaşması, iyi akıbetli olmak, kınanmaktan kurtuluş,
(hakkı) kabul etmek, dostluk, gönül açıklığı, insaf, (hayır) işlerde
(diğerlerinden) öne geçmek ve Allah’a itaat etmede güçlü olmak. Ne mutlu heva ve
heves meydanlarından kurtulan kimseye. Bütün bunlar akıldan türeyen
hasletlerdir.
Daha sonra Şem’un, Resul-i Ekrem’e: "Cahilin
nişanelerini de açıklayın." dedi. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih
şöyle buyurdular: "Cahil ile dost olursan, seni zahmete düşürür;
uzak durursan küfreder. Sana bir şey verirse minnet eder; sen bir şey verdiğinde
nankörlük eder. Sırrını ona söylersen hıyanette bulunur; sana sırrını
söylerse seni (onu yaymakla) suçlar. Zenginleşirse azar, kaba ve katı yürekli
olur; fakirleşirse Allah’ın nimetlerini inkâra kalkışır ve günahtan çekinmez.
Sevinçli olursa, haddini aşar ve azgınlık yapar; üzülürse, ümitsizliğe kapılır.
Güldüğünde, kahkahayla güler; ağladığında çığlık atar; iyilere dil uzatır.
Allah’ı sevmez; O’nun haklarını gözetmez; Allah’tan utanmaz ve O’nu anmaz.
Kendisini razı edersen, seni metheder ve hakkında gerçeği olmayan güzel şeyler
söyler; sana sinirlenirse, övgüleri kesilir, hakkında gerçeği olmayan kötü
şeyler söyler. İşte cahilin durumu budur."
Şem’un, daha sonra "İslâm’ın nişanesini açıklayın?" dedi.
Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdular: "İslâm’ın nişanesi iman,
ilim ve ameldir."
"İman, ilim ve amelin nişanesi nedir?" diye sorduğunda ise
Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdu:
"İmanın alameti dörttür: Allah’ın birliğini ikrar etmek;
O’na, O’nun kitaplarına ve peygamberlerine inanmak.
İlmin alameti ise dörttür: Allah’ı tanımak, O’nun dostlarını
tanımak, ilahî farizaları bilmek ve onları eda etmekte ihmalkârlık yapmamak.
Amelin nişaneleri ise şunlardır: Namaz, oruç, zekât ve
ihlaslı olmak."
Sonra Şem’un, Resulullah’a, "Doğru kimsenin, mü’minin,
sabırlının, tövbe edenin, şükredenin, huşu sahibinin, salih kimsenin,
başkalarının hayrını isteyenin, yakin ehlinin, ihlas sahibinin, zahidin, iyinin,
takvalının, tekellüf ehlinin, zalimin, riyakârın, münafığın, hasetçinin,
israf edenin, gafilin, hâinin, tembelin, yalancının ve fâsığın alametlerini
açıklayın." dedi. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle
buyurdu:
"Doğru olan kimsenin alameti dörttür: Doğru konuşur; Allah’ın
müjdesini ve korkutmasını tasdik eder; ahdini yerine getirir ve hıyanetten
kaçınır.
Mü’minin alameti de, şefkatli, anlayışlı ve hayâlı
olmaktır.
Sabırlının alameti de dörttür: Zorluklara karşı sabreder; iyi
işlerde kararlı olur, tevâzu ve hilim sahibidir.
Tövbe edenin de alameti dörttür: Sırf Allah’ın rızası için
amel eder; batılı terkeder; hakka sarılır ve hayırlı işlere çok ilgi
gösterir.
Şükredenin de alameti dörttür: Nimetler karşısında şükreder;
belaya karşı sabırlı olur; Allah’ın kısmet ettiği şeyle yetinir ve Allah’tan
başkasına hamd ve tazimde bulunmaz.
Huşu sahibinin alameti dörttür: Gizli ve açık her yerde
Allah’ın gözetiminde olduğunu bilir; iyi işler yapar; kıyameti düşünür ve
Allah’la münacat eder.
Salih kimsenin alameti de dörttür: Kalbini arındırır; amelini
düzeltir; kazancını ve bütün işlerini ıslah eder (İslamî ölçülere göre düzene
sokar).
Başkalarının hayrını isteyen kimsenin alameti de dörttür:
Hakk üzere hükmeder, kendi aleyhine bile olsa hakkı söyler; kendisi için
istediği şeyi başkaları için de ister ve hiçbir kimseye haksızlık
etmez.
Yakin ehlinin alameti ise altıdır: Allah’ın varlığına yakin
edip O’na iman getirir; ölümün hak olduğuna yakin edip ona karşı dikkatli
olur; kıyamet gününün hak olduğuna yakin edip o günde rezil olmaktan korkar;
cennetin hak olduğuna yakin edip onu özler; cehennemin hak olduğuna yakin
edip ondan kurtulmak için belirgin bir şekilde çaba gösterir ve hesabın hak
olduğuna yakin edip kendi nefsini hesaba çeker.
İhlas sahibinin alameti dörttür: Kalbi (şirk, küfür, kin vb.
şeylerden) ve azâsı (günah yapmak, eziyet etmek vb. şeylerden) salim kalır;
başkalarına iyilik yapar ve kötülük yapmaktan çekinir.
Zâhidin alameti on şeydir: Haramlara (rağbet) göstermez;
nefsine hakim olur; Rabbinin farizelerini yerine getirir; köle ise güzel itaat
eder; efendi ise iyi yönetir; ne taassubu olur, ne de kini; kendisine kötülük
yapana iyilik yapar; zarar verene hayırla karşılık verir; kendisine haksızlık
yapanı affeder ve Allah’ın hakkına boyun eğer.
İyi insanın alameti de on şeydir: Allah için sever. Allah
için buğzeder; Allah için biriyle arkadaş olur; Allah için arkadaşlığını bozar;
Allah için öfkelenir; Allah için hoşnut olur; Allah için çalışır, Allah’ı
arzular; temiz, ihlaslı, hayâlı, korkulu olup amellerini gözetleyen Allah’a
karşı huşu içerisinde olur ve Allah yolunda ihsanda bulunur.
Takvalının alameti ise altı şeydir: Allah’tan korkar.
Allah’ın sorgusundan sakınır. Allah’ı görürcesine akşamlayıp sabahlar; dünyayı
önemsemez ve ahlakı güzel olduğu için dünyanın hiçbir şeyini büyük saymaz.[2]
Mütekellif olanın (zorla kendisini ehil göstermek isteyen
kimsenin) alameti dörttür: Faydasız şeylerde tartışır; kendisinden üstün
olan kimseyle çekişir; ulaşamayacağı şeye el uzatır ve gayretini, kendisini
kurtarmayacak şeylerde sarfeder.
Zalimin alameti de dörttür: Kendisinden üst seviyede olana
itaat etmemekle zulüm yapar; kendisinden aşağıdakileri zorla kendisine köle
yapar; hakka düşman olur ve açıkça zulmeder.
Riyakârın alameti de dörttür: Yanında birisi bulunduğunda,
Allah yolunda çalışmaya ilgi gösterir; yalnız olduğunda ise tembel olur;
her işinde övülmesini çok sever; ismini iyi tanıtmaya çalışır.
Münafığın alameti de dörttür: Batını bozuktur; dili kalbiyle,
sözü ameliyle ve içi de dışıyla çelişir. Cehennem ateşinde yanacak münafığın vay
haline.
Hasetçinin alameti de dörttür: Gıybet, dalkavukluk ve
(başkalarını) başlarına gelen musibetle yermek.[3]
Müsrifin alameti dörttür: Batıl ile iftihar etmek; malik
olmadığı şeyi (veresiye) yemek, hayır işleri yapmaya ilgi duymamak ve kendisine
yararı dokunmayan kimseleri eleştirmek.
Gafilin alameti de dörttür: Kalp gözünün körlüğü, yanılgı
içerisinde olmak, oyalanmak ve unutkanlık.
Tembelin alameti de dörttür: Kusur haddine dek gevşeklik
eder; işleri zayi edecek derecede kusur gösterir; tahammülsüz oluncaya dek
işleri zayi eder ve günaha sürükleninceye dek tahammülsüz olur.
Yalancının alameti de dörttür: (Bir şey) söylediğinde doğru
söylemez; (kendisine bir şey) söylendiğinde (söyleyeni) doğrulamaz; söz
gezdirir ve iftirada bulunur.
Fasığın alameti de dörttür. (Haram) eğlenceye düşkün olmak,
boş şeylerle uğraşmak, düşmanlık beslemek ve iftirada bulunmak.
Hainin alameti dörttür: Allah’a isyanda bulunmak, komşulara
eziyet etmek, dostlara kin beslemek ve azgınlara yaklaşmak.
Sonra Şem’un Peygamber-i Ekrem’e şöyle dedi: "Bana şifa
verdin; körlükten çıkarıp basirete kavuşturdun. Öyleyse, hidayet yollarını
bana öğret." Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih de bunun üzerine şöyle
buyurdu:
Ey Şem’un, şüphesiz cinlerden ve insanlardan dinini elinden
çıkarmak için seni takip eden ve seninle savaşan düşmanların vardır. İnsanlardan
olan düşmanların: Ahirette payları olmayan, Allah katında olana ilgi
göstermeyen, bütün gayretlerini halkı (yaptıklarından dolayı) ayıplamaya
sarfedip, kendilerini hiçbir zaman yermeyen ve yaptıkları amellerden çekinmeyen
kimselerdir. Seni salih gördüklerinde, haset edip "Riyakâr"dır derler, fâsid
olduğunu gördüklerinde ise, "Ondan hayır beklenmez" derler.
Cinlerden olan düşmanların ise, Şeytan ve onun askerleridir.
(Evladın öldüğünde sabrını elinden almak için) yanına gelip "Oğlun öldü" derse,
cevabında: "Diriler, ölmek için yaratılmışlardır; vücudumun bir parçası olan
oğlum cennete gidiyor; bu da benim için sevindiricidir" de. Yanına gelip
"Malın elinden çıktı" derse, ona şöyle cevap ver: "Hamd Allah’a ki
(kendisi) verdi ve (kendisi de) aldı ve zekâtı benden kaldırdı; artık üzerimde
zekât yoktur." Yanına gelip "Halk, sana zulüm yapıyor ama sen karşılık
vermiyorsun" derse, de ki: "(Kıyamet gününde) ancak insanlara zulüm edenler
ve haksız yeryüzünde azgınlıkta bulunanlar suçlu sayılırlar."[4] Ama "İyi iş yapanlara
bir sorun yoktur."[5] Yanına gelip seni,
bencilliğe sürüklemek amacıyla "İyi işlerin ne kadar çoktur" derse, "Kötü
işlerim iyi işlerimden daha çoktur." diye cevap ver. Gelip "Ne kadar çok namaz
kılıyorsun" derse, "Gafletim namazımdan daha çoktur" diye cevap ver. "Halka ne
kadar bağışta bulunuyorsun!" derse, de ki: "Aldığım, verdiğimden daha çoktur."
"Sana zulüm yapan ne kadar çoktur" derse, "Zulüm yaptığım kimseler daha çoktur"
de. Gelip "Ne kadar iyi amelde bulunuyorsun" derse, "Çok günah işlemişim" diye
cevap ver. Yanına gelip "Şarap iç" derse, "Ben günah işlemem" de. Yanına
gelip "Dünyayı sevmiyor musun? derse, "Hayır sevmiyorum, ona aldanan (ben
değilim) başkasıdır" diye cevap ver.
Ey Şem’un, iyilere katıl; Yakup, Yusuf ve Davud gibi
peygamberlere tabi ol. Allah-u Tebâreke ve Teâla, en aşağı tabakayı
yarattığında, bu tabaka övünerek kükredi ve "Kim bana galip gelebilir?" dedi.
Allah-u Teâla yeri yaratıp aşağı tabakanın üzerine yayınca, aşağı tabaka ram
oldu. Sonra da yer övünüp "Kim bana galip gelebilir" dediğinde Allah-u Teâla,
üzerinde olanları sarsmaması için dağları yaratıp çivi gibi yere çaktı. Bunun
üzerine, yer yatışıp sakinleşti. Daha sonra dağlar yere karşı övünüp başını
yukarı dikerek, gururlu bir şekilde "Kim bizlere galip gelebilir?" dediğinde
Allah demiri yarattı. Demir, dağları parçalayınca, onlar da ram olup yatıştılar.
Sonra demir dağlara karşı övünüp "Kim bana gâlip gelebilir?" dediğinde,
Allah ateşi yarattı. Ateş demiri eritince, demir de râm olup sakinleşti. Sonra
ateş galeyana gelip övündü ve "Kim bana galip gelebilir?" dedi. Allah suyu
yarattı; su onu söndürünce ateş de râm oldu. Sonra su övündü ve coşup taşarak
"Kim bana gâlip gelebilir?" dediğinde Allah rüzgarı yarattı, rüzgar suyun
dalgalarını harekete geçirerek derinliğinde bulunanları altüst edip
akmasını engelledi. Bunun üzerine su da râm oldu.
Sonra rüzgar övünüp kıvranmaya başlayıp fırtına şeklinde
eserek "Kim bana gâlip gelebilir?" dedi. Allah ne rüzgarın ne de başka hiçbir
şeyin sızamayacağı binalar ve sığınaklar yapması için insanı yarattığında
rüzgar da ram olup sakinleşti. Sonra insan da azıp "Kim benden daha
kuvvetlidir?" demeye başlayınca, Allah ölümü yarattı. Ölüm ona gâlip gelince,
insan da râm oldu. Sonra ölüm de kendi kendine övünmeye başladığında, Allah-u
Teâla şöyle buyurdu: "Kendine övünme, seni cennet ve cehennem ehlinin arasında
kesip bir daha da diriltmeyeceğim." Bunun üzerine ölüm de korktu (övünmeği
bıraktı). Sonra Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle devam etti: "Hilim
gazaba, merhamet öfkeye, sadaka da günaha galip gelir."
[1]- Allah’ın emir ve
buyruklarına itaat etmeği ve böylece yaratılışın hedefi olan Allah’a
ibadet etmeği sağladığı için, akıl hem yaratılışın ve hem de ölümden sonraki
hayatın ereksel nedeni sayılır. Sevap ve ceza da akılla orantılıdır; çünkü aklı
olmayanın, sorumluluğu yoktur ve aklı olan da, aklı oranında
sorumludur.
[2]- İbarenin zahiri böyledir;
fakat alametlerin biri eksik olduğundan dolayı belki de "lihusni hulkihi"
yerine "yehsunu hulkuhu" ibaresi doğrudur. O zaman anlamı şöyle olur:
Takvalının altıncı sıfatı şudur: Ve güzel ahlaklı
olur.
[3]- Galiba dördüncü alamet
ravilerin kaleminden düşmüştür.
[4]-
Şurâ/42.
[5]-
Tövbe/91.