ANASAYFA

ganİmet ve humusun farz hükümlerİ hakkındakİ mektubu[1]

Mektubunun muhtevasını anladım. Allah'ın rızasının nerde olduğunu (humus ve ganimetlerin nerde harcanacağını), "zilkurba"nın (peygamberin yakınlarının) payının nasıl esirgenip verilmediğini ve meselenin tümünün izahını öğrenmek istemişsin. Öyleyse can kulağıyla dinle ve akıl gözüyle bak; daha sonra kendin bu konu hakkında insafla hükmet. Çünkü; bu iş, emir ve yasağını bildiren Rabbinin katında senin için sağlam bir yoldur. Allah bizi ve seni muvaffak eylesin. Şunu iyi bil ki, hiç bir şey Rabbim ve Rabbin olan Allah'tan gizli değildir. Rabbin kesinlikle hiç bir şeyi unutmaz. Kitapta hiç bir şeyi noksan bırakmamıştır; her şeyi tamamıyla açıklamıştır. Allah-u Teala'nın (Kur'an'da), mallarını almak konusundaki açıklaması, onların taksimi hakkındaki açıklamasından daha açık ve sarih değildir. Çünkü Allah-u Teala, Kur'ân'ın hiçbir yerinde, harcama yollarını beyan etmeden herhangi bir mal vermeyi farz kılmamış ve bu ikisini birbirinden de ayırmamıştır...

Bazı mallar değişmeyen paylar olarak belirlenmiştir, bunlar sabittir ve değişmezler; oysa bazıları bazı isim ve ünvanlara mahsus kılınmıştır. Sözkonusu özelliğin yok olmasıyla tahsis edilen pay da yok olur. Örneğin yaşlılık nedeniyle (oruç gibi) bazı hükümler kalkar, fakirin zengin olması ve yolda kalmış olanın vatanına ulaşmasıyla bunların payları yok olur. Hac konusundaki tüm te'kitlere ve onu terkedene yönelik azap vaadine rağmen yol yönünden bir engelle karşılaşan kimse, engel giderilinceye kadar bu farzdan dolayı sorumlu tutulmaz.

Allah-u Teala, harcanma yollarını beyan ettiği şeylerin ilki olan zekât hakkında şöyle buyurmuştur. "Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmışlar içindir."[2] Allah, zekâtın harcanması gereken yerleri Peygamber'ine bildirdi ve bu sekiz yerden başka bir yerde harcanamayacağını açıkladı. Peygamber onu bu yerlerin herhangi birinde, uygun gördüğü şekilde harcayabilir. Allah-u Teala, Peygamber ve yakınlarını, sadaka ve malın kiri olan zekatı almaktan menetmiştir. İşte bunlar zekatın harcanması ve kullanılması gereken yerleridir.

Savaş ganimetlerine gelince; Resulullah "Bedir" savaşında şöyle buyurdu: "Kim bir düşmanı öldürürse onun için bu kadar ödül vardır ve kim bir esir alırsa, onun için de düşmanın ganimetlerinden şu kadar pay vardır. Çünkü; Allah-u Teala bana fetih vereceğini ve düşman ordusuna galip geleceğimi vaad etmiştir.

Allah, müşrikleri yenilgiye uğrattığında ve ganimetler top-latıldığında Ensardan bir kişi ayağa kalkıp: "Ey Resulallah, bize müşriklere karşı savaşmayı emrettiniz, bizi bu işe teşvik ettiniz ve "Kim bir düşmanı öldürür veya onlardan birisini esir alırsa ona, düşmanın ganimetlerinden şu kadar ödül vardır" diye söz verdiniz. Ben onlardan iki kişi öldürdüm. Buna şahidim de vardır. Onlardan birini de esir aldım. Ey Resulallah, öyleyse verdiğiniz sözü, yerine getirin." dedikten sonra oturdu.

Daha sonra, Sa'd ibn-i Ubade ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ey Resulallah, bizi düşmanları öldürmekten ve onları esir almaktan alıkoyan şey, ne düşmandan korkmak oldu, ne de ahiret sevabına ve dünya ganimetine ilgi göstermemek. Fakat biz, senden uzaklaşmamızla müşriklerin size saldırmasından ve yalnız görüp de bir zarar vermelerinden korktuk; eğer bunların talep ettiği şeyi verirseniz o zaman diğer müslümanların eli boş geri dönmesi gerekecek." Sa'd bunları dedikten sonra oturdu.

Yine Ensardan olan o adam ayağa kalktı ve önceki sözünü tekrarladı ve oturdu. Böylece her ikisi sözlerini üç defa tekrarladı. Fakat Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih yüzünü onlardan çevirdi.

Bu esnada Allah-u Teala şu ayeti indirdi: "Sana savaş ganimetlerini (enfal) savaşlarını sorarlar..."[3] Enfal, o gün müslümanların ellerine geçen bütün mallara verilen kapsamlı bir addır, (fey ismiyle zikrolan) şu ayette olduğu gibi: "Allah'ın, onların (Beni Nazir yahudilerinin) mallarından peygamberine verdiği fey'e gelince..."[NI1] [4] Yine (ganimet ismiyle zikrolan) şu ayet gibi: "Bilin ki ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin..."[5] Daha sonra (Enfalla ilgili olan ilk ayette) şöyle buyurmuştur: "De ki: Enfal Allah'ın ve Resulünündür."[6] Allah-u Teala, bu ayetle ganimetleri İslam ordusunun yetkisinden çıkardı. Allah'a ve Resulüne mahsus kıldı. Daha sonra şöyle buyurdu:

"Öyleyse eğer mü'minlerseniz Allah'tan sakının, aranızı düzel-tin, Allah'a ve Resulüne itaat edin."[7]

Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih Medine'ye döndüğünde de Allah-u Teala şu ayeti indirdi:

"Bilin ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri, muhakkak Allah'ın Resulünün, yakınlarının, yetimlerin, yoksul-ların ve yolda kalmışlarındır. Allah'a ve hak ile batılın birbirin-den ayrıldığı ve iki ordunun karşı karşıya geldiği günde kulu-muza indirdiğimize iman ediyorsanız (ganimeti böyle pay-laşın)."[8]

"Allah'ındır" diye buyurduğu söz, aynen insanların dediği şu söze benzer: "Bu Allah'ın ve senindir." O maldan Allah için özel bir pay ayrılmaz. Bu yüzden Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih aldığı ganimeti beş kısma böldü: Allah'ın payını, onunla Allah'ın ismini diriltmesi (yüceltmesi) ve kendisinden sonra da bu payın varislerine intikal etmesi için kendisi aldı; bir payı Abdulmuttalib'den olan akrabaları için; bir payı da müslüman yetimler için; bir payı da yoksullar için bir kenara ayırdı. Geri kalan diğer payı da, ticaretten başka bir gayeyle sefere çıkan ve yolda kalan müslümanlar için ayırdı. İşte bunlar Bedir savaşı ve kılıçla ele geçirilen ganimetlerin bölünmesi ile ilgili olaylardı.

At ve deve koşturmadan (yani savaşmaksızın düşmanın teslim olmasıyla) alınan ganimetlere gelince; mesela şöyledir: Muhacirler (Mekke'den) Medine'ye geldiklerinde Ensar (Medineli müslü-manlar) ev ve mallarının yarısını onlara bıraktı. Muhacirler o gün yüz kişiye yakın bir cemaatı oluşturuyorlardı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih (Medine'nin çevresindeki) "Benî Kurayza ve Benî Nazir" yahudilerini mağlup edip mallarını ele geçirdiklerinde şöyle buyurdu: "Eğer muhacirleri kendi ev ve mallarınızdan uzaklaş-tırmak istiyorsanız, bu malları (sadece) onların arasında taksim edeyim? Ama eğer mal ve evlerinizi (eskisi gibi yine) onların elinde bırakmak istiyorsanız bu malları onlarla sizin aranızda taksim edeyim?"

Ensar, Resulullah’a şöyle cevap verdiler: "Bu malları onlar için taksim ediniz ve hem de bırakınız onlar ev ve mallarımızda bizimle ortak olsunlar." Bu esnada Allah-u Teala şu ayeti nazil etti:

"Onlardan (yani Beni Kurayza ve Benî Nazir yahudilerinden) Allah'ın peygamberine verdiği fey'e gelince, ki siz buna karşı (bunu elde etmek için) ne deve sürdünüz, ne de at." (Çünkü bu iki grup at ve deve sürmeye gerek duyulmayacak kadar, Medine'ye yakındı.) "Bu mallar yurtlarından hicret eden yoksullara aittir; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürü-lüp çıkarılmışlardır. İşte bunlardır sadıkların tâ kendileri."[9]

Allah-u Teala bu ganimetleri Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'le birlikte Medine'ye gelen sadık Kureyşli muhacirlere tahsis etti. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'le birlikte yurtlarından hicret eden (Kureyşli olmayan) diğer Arap muhacirlerini ise: "Mal ve yurt-larından sürülüp çıkarılanlar" diye buyurarak istisna etti. Çünkü Kureyş, hicret eden kimselerin mal ve yerlerine el koyuyordu. Ama diğer Arap kabileleri, hicret eden kimseler için aynı şeyi yapmıyorlardı.

Sonra Allah-u Teala, kendilerine humus verilen muhacirleri övmüş ve gerçek imanlarından dolayı da: "Onlar doğru söyleyenlerdir" yani yalan söyleyenler değillerdir, diyerek de onları nifaktan beri kılmıştır.

Daha sonra Ensarı da överek onların Muhacirlere karşı sergi-lediği tavır ve muhabbetlerini, onları kendilerinden öne geçir-melerini ve Muhacirlere verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir rahatsızlık) duymadıklarını hatırlatarak şöyle buyurmuştur: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırla-yıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, yurtlarına hicret eden-leri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunursa, işte onlar felah (kurtuluş) bulan-lardır."[10].

Sonradan Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'e iman eden bazı kişiler de vardı ki, müslümanlar daha önce onları korkutup mallarını ellerinden almışlardı. İşte bu yüzden kalpleri müslü-manlara karşı kinle doluydu, müslümanlıkları güzel olduğunda (imanları güçlendiğinde), müşrik iken işledikleri günahlardan dolayı Allah’dan kendileri için mağfiret dilediler. Kendilerinden önce iman eden kimselere karşı kalplerinde olan kinin giderilmesini ve kalplerindeki düğümlerin çözülmesini dileyerek onların kardeşleri oldular. Allah-u Teala, bu grubu da özel olarak övüp şöyle buyurmuştur:

"Bir de onlardan (muhacir ve ensardan) sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde, iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen çok şefkatlisin ve çok esirgeyicisin."[11]

Daha sonra Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih (bu ganimetten) Kureyş muhacirlerinin hepsine, ihtiyaçlarını giderecek miktarda bağışta bulundu. Çünkü, bu mallar humus hükmüne girmediğinden eşit olarak taksim edilmesi gerekiyordu. Ensardan olan Sehl ibni Huneyf ve Simak ibn-i Haraşe (Ebu Dücane) hariç, Kureyş muhacirlerinden başka kimseye bir şey vermedi; bunlar da çok yoksul olduklarından dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih kendi payından onlara bağışta bulundu.

Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih, at ve deve sürülmeden ele geçirilen Benî Kurayza ve Benî Nazir'in mallarından yedi bahçeyi de kendisine ayırdı. Çünkü Fedek topraklarına ne at sürülmüştü, ne de deve (savaşmaksızın ele geçirmişlerdi).

Hayber'e gelince; Hayber Medine’ye üç günlük mesafede olan bir yerin ismidir. Orası yahudilerindi, at ve deve sürülüp savaş olduğundan dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih oradaki malları, aynen Bedir ganimetleri gibi (humus hükmüyle) taksim etti. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Allah'ın, o (fethedilen) köylerin mallarından Peygamber'ine verdiği fey’ Allah'a, Peygamber'e ve yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mal ve servetler) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet (sermaye) olmasın. Peygamber size ne verirse, artık onu alın ve sizi neden sakındırırsa, artık ondan da sakının."[12] Allah-u Teala'nın at ve deve sürülerek (savaş yapılarak) Peygamber'ine bıraktığı malların harcanma yol ve şekilleri, işte bundan ibaret idi.

Ali ibn-i Ebi Talib aleyhi's-selâm, bu konuda şöyle buyur-muştur:

"Biz daima, evveli talim ve sonu Peygamber'e muhalefet etmekten sakındırmak olan bu ayet gereğince, Şuş ve Cundişapur şehirlerinin humusu Ömer'in eline ulaşana dek (humusdan) kendi payımızı alıyorduk. O humus Ömer'e geldiğinde ben, Abbas ve diğer müslümanlar onun yanındaydık.

Ömer bize şöyle dedi:

"Humustan daima mal geldi, siz de onu aldınız, artık bugün ihtiyacınız yoktur (ama) müslümanlar fakirlik ve yoksulluk içeri-sindedirler. Öyleyse, müslümanlara ulaşan ilk ganimetle hakkınızı edâ edinceye kadar kendi payınızı bize borç verin."

Ben meseleyi kurcalamadım. Çünkü bu konuda ısrar etseydim, bundan daha büyük olan bir cevabı, yani Peygamber'imizin salla’llâhu aleyhi ve alih mirası hakkında ısrar ettiğimizde bize verdiği cevabın aynısını humus hakkında da bize vermesi mümkündü (orada mirası inkâr ettiği gibi burada da humus hükmünü temelden inkâr edecekti). Ama Abbas, ona şöyle dedi:

"Ey Ömer, hakkımızı ihlâl etme. Çünkü, Allah bunu bizim için miras hükmünden daha açık bir şekilde ispat etmiştir."

Ömer de cevaben şöyle dedi:

“Siz müslümanlara yardım etmeye herkesten daha layıksınız.” Ömer (Abbas'ı susturmak için) beni vasıta kıldı ve böylece humusa el koydu. Allah'a andolsun ki, Ömer ölene kadar, hakkımızı ödeyebilecek bir mal ona gelmedi ve artık biz ondan sonra humus yüzü görmedik."

Daha sonra Ali aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Allah-u Teala sadakayı (zekatı) Peygamber'e haram kıldı, karşılığında ise humusdan ona bir pay ayırdı. Zekatı yalnız Ehl-i Beyt'ine haram kıldı, kavimlerine değil.

Allah-u Teala Ehl-i Beyt'ten, küçük, büyük, erkek, kadın, yoksul, hazır olan ve olmayan herkes için (humusdan) bir pay ayırdı. Onlar Peygamber'in ebedi akrabaları olduğundan dolayı bu humusu onlara tahsis etti. Allah'a hamd olsun ki, Peygamber’i bizden ve bizi de ondan kıldı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih humusu, bizden, bizim antlaştığımız kimselerden ve dostlarımızdan başka bir kimseye vermemiştir. Çünkü onlar (dostlarımız) da bizdendir. Resulullah da kendi hakkından, kendisiyle aralarında özel ilişkiler bulunan bazı insanlara, aralarındaki bağı güçlendirmek için bağışta bulunuyordu.


Allah-u Teala'nın izah ettiği bu dört çeşit "enfal"ı harcama yollarını ve bunların harcanması ile ilgili emirlerini yeterli bir beyan ve açık bir delille, ayrıntılarıyla sana bildirdim. Bu söylediğim şeyler vahy-i münzelde (Kur'an'da) bildirilmiş ve mürsel Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih de onunla amel etmiştir. Öyleyse; kim Allah'ın kelamını duyup kavradıktan sonra onu tahrif eder veya değiştirirse günahı ancak kendi üzerine olur. Allah da, o hususta onu delil ve hüccetlerle yenen düşmanı olur.

Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerine olsun.

 



[1]- Bu mektup humus, ganimet, diğer mallar ve bunların masrafları hakkında sorulan soruya verilen cevaptır. Bu konu Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilaflı olan meselelerdendir.

[2] - Tevbe / 60.

[3] - Enfal / 1.

[4] - Haşr / 6 - 7.

[5] - Enfal / 41.

[6] - Enfal / 1.

[7] - Enfal / 1.

[8] - Enfal / 41.

[9] - Haşr / 6 - 8.

[10] - Haşr / 9.

[11] - Haşr / 10.

[12] - Haşr / 7.


 [NI1]