Harun kendisine ulaşan birtakım yalan sözler
üzerine İmam Musa ibn-i
Cafer aleyhis-selamın tutuklanmasını emretti. İmam aleyhis-selam, Harunun
meclisine girdiğinde Harun, İmamın taraftarlarının
yakışmaz eylemlerle suçlandığı uzun bir
şikayetnameyi İmam aleyhis-selama verdi. İmam aleyhis-selam onu gözden geçirdikten sonra şöyle buyurdu:
Ey Emir-el Müminin,[1] biz daima aleyhimize isnat edilen iftiralarla
denenip sınanan bir aileyiz. Rabbimiz bağışlayan ve
(sırları) örtendir. Kullarının sırlarını,
hesap vaktine kadar açmak istememiştir; o gün ne mal ve ne de çocuklar
bir fayda sağlayacaktır; ancak Allaha salim bir kalple gelenler
hariç.
Daha sonra İmam aleyhis-selam şöyle buyurdu:
Babam babasından, o
da Ali aleyhis-selamdan, o da Peygamber
sallallâahu aleyhi ve alihden
şöyle naklediyor: "Akraba akrabayla buluşup musafaha
ettiklerinde önce ıztırap meydana gelir. Sonra bu ıztırap
yatışır. Eğer Halife uygun görüyorsa benimle görüşüp
musafaha etsin.
Harun tahtından aşağı inip
sağ elini İmama uzatarak İmamın sağ elinden tuttu,
sonra İmama sarıldı
ve sağ tarafında oturtup şöyle dedi:
Şehadet ediyorum ki siz doğru
konuşansınız, babanız doğru konuşandır,
dedeniz doğru konuşandır ve Resulullah
sallallâahu aleyhi ve alih de doğru konuşandır. İçeriye
girdiğinizde hakkınızda ulaşan haberlerden dolayı size
çok sinirlenmiştim. Fakat konuştuğunuzda ve el verdiğinizde
artık her şey kalbimden silindi ve size karşı olan öfkemin
yerini hoşnutluk aldı."
Harun bir müddet sustuktan sonra şöyle dedi: "Abbas
ve Ali hakkında soru sormak
istiyorum.
Abbas, Resulullahın
amcası ve babasının öz kardeşi olmasına rağmen
neden Ali, Peygamberin mirasına ondan daha evla oldu?"
İmam aleyhis-selam,
Haruna:
"Beni cevap
vermekten muaf kıl" buyurdu.
Harun: "Vallahi
muaf kılmam, cevap ver." dedi.
İmam aleyhis-selam:
"Eğer beni muaf kılmıyorsan, öyleyse bana güvence
ver." buyurdular.
Harun: "Güvence
verdim." dedi.
İmam aleyhis-selam
buyurdu ki:
Peygamber sallallâahu
aleyhi ve alih, hicret etmeye gücü olup da hicret etmeyen kimseyi, mirastan
mahrum kılmıştır. Senin baban Abbas iman etti, fakat hicret etmedi. Ama Ali aleyhis-selam hem
iman etti ve hem de hicret etti... Allah-u Teala (Kuranda) buyurmuştur
ki: "İman edip de hicret
etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlarla hiçbir velayet (ve
miras) ilişkiniz yoktur."[2]
Harunun rengi değişip şöyle dedi:
"Neden siz,
babanız Aliye intisab edilmiyor
da (anne tarafından) ceddiniz olan Resulullah
sallallâahu aleyhi ve alihe intisab
ediliyorsunuz (kendinizi peygamberin evladı biliyorsunuz)?"
İmam Musa Kazım aleyhis-selam şöyle buyurdu:
Allah-u Teala, Meryem oğlu
İsa Mesihi, Hz. İbrahim
peygambere, insan eli dokunmayan bakire annesi Meryem vasıtasıyla isnat etmiştir. Allah Kuranda
buyuruyor ki:
Onun (İbrahimin)
soyundan Davudu, Süleymanı, Eyyubu, Yusufu, Musayı ve Harunu doğru yola
hidayet ettik ve biz, iyilik edenlere böylece mukafatlandırırız.
Ve Zekeriyyayı, Yahyayı, İsayı ve İlyası
da (hidayet ettik). Onların hepsi salihlerdendir."[3]
Allah-u Teala Hz. İsayı, yalnız annesi
vasıtası ile Halili İbrahime isnat etmiştir. Nitekim
Davud, Süleyman, Eyyub, Musa ve Harun
aleyhis-selam da baba ve anneleri
yoluyla Hz. İbrahime isnat
edilmiştir. Allah-u Tealanın Hz. İsayı,
yalnız anne vesilesi ile Hz. İbrahime
isnat etmesi, Hz. İsa için yüce
bir makam ve fazilettir. Allah-u Teala, Hz. Meryem
kıssasında da şöyle buyurmuştur: "Melekler, ya Meryem,
Allah gerçekten de seni seçti, arıttı ve alemlerdeki kadınlara üstün kıldı."[4]
(Bu üstünlük) başka
insan aracılığı olmaksızın Hz. İsa vesile-siyle olmuştur. Böylece
Rabbimiz Hz. Fatımayı da
seçti, onu tertemiz kıldı ve cennet ehlinin gençlerinin efendileri
olan Hasan ve Hüseyin vesilesi ile de onu alemlerdeki bütün kadınlardan
üstün kıldı.
Harun bu sözlerden rahatsız olup şöyle dedi:
İnsanın humusu sahibine vermemesi sebebiyle annesi veya babası
tarafından ona (nütfesine) bir bozukluğun dahil olduğunu nerden
çıkarıyorsunuz.?"
İmam aleyhis-selam:
"Bu öyle bir
meseledir ki senden başka hiçbir sultan bundan sual etmemiştir. Ey
Emir-el Müminin, ne Teym, ne Adiy (Ebu
Bekir ve Ömer) ve ne de Beni Ümeyye halifelerinden hiçbir kimse, bu
meseleden suâl etmemiştir; bu sırrın açılmasını
benden isteme."
Harun: "Eğer sırrın senin
tarafından açıldığını öğrensem,
verdiğim güvenceyi geri alırım." dedi.
İmam aleyhis-selam
da:
"Bunu kabul
ediyorum." buyurdu.
Harun:
"Zındıklar
(Allah ve ahirete inanmayanlar) İslamda çoğalmıştır,
bize ulaşan haberlere göre onlar sizlere mensuptur; siz Ehl-i Beytin nazarına göre
"Zındık kimdir?" dedi.
İmam aleyhis-selam:
"Zındık
Allahı ve Resulünü inkar eden yani Allah'a ve Re-sul'üne ile
düşmanlık eden kimselerdir. Allah-u Teala buyuruyor ki:
"Allaha ve ahiret gününe inanan bir topluluğu
Allah ve peygamberine karşı düşmanlık ve muhalefet eden
birisini sever bulamazsın ve isterse onlar, babaları, yahut
oğulları, yahut kardeşleri, yahut da aşiretlerinden
olsun..."[5]
Mülhid de, tevhidden
ilhada (dinsizliğe) yönelen kimselerdir."
Harun: "Söyle
bakalım, ilk mülhid ve zındık olan kimdir?" dedi.
İmam aleyhis-selam:
"Gökte, ilk mülhid
ve zındık olan, şeytan-ı laindir; Allahın seçkin kulu
olan Hz. Ademe karşı
kibirlenip şöyle dedi: "Ben
ondan daha hayırlıyım, beni ateşten halkettin, onu ise
balçıktan yarattın."[6] Şeytan, Rabbinin emrinden çıkıp
mülhid oldu. Ve onun soyu bu ilhadı, kıyamete kadar birbirlerinden
miras aldılar."
Harun: "Şeytanın
soyu da var mıdır?" deyince, İmam aleyhis-selam:
"Evet vardır." buyurdu. "Allahın (şu)
kelamını duymamış mısın?
An o zamanı ki biz meleklere, Ademe secde edin dedik iblisten
başka hepsi secde etti; o, cin taifesindendi ve Rabbinin emrinden
çıktı. Beni bırakıp da onu ve soyunu, dost mu ediniyorsunuz?
Halbuki onlar, size düşmandır; Allahı bırakıp
şeytanı dost edinmek, zalimler için ne de kötü bir muameledir. Ne
göklerle yerin yaratılışına tanık ettik onları ve
ne de kendilerinin yaratılışına; insanları doğru
yoldan saptıranları da yardımcı edinmem."[7]
Onlar, Hz. Ademin
soyunu, yaldızlı saçma sözleri ve yalanları ile
saptırıyorlar, (bununla birlikte) Allahın birliğine de
şehadet ediyorlar. Nitekim Allah-u Teala onlar hakkında şöyle
buyurmuştur:
"Eğer onlardan, "gökleri ve yeri kim
yarattı?" diye soracak olsan elbette "Allah" diyecekler. De
ki, bütün hamdlar Allaha mahsustur. Fakat onların çoğu
bilmezler."[8]
Yani onların
cevabı, telkin, âdet ve dilde söylemekten başka bir şey
değildir. İlmi olmayan bir kimse, şehadet etse de yine şek,
hased ve inat içerisindedir. Bunun için araplar şöyle diyor: "Bir
şeye cahil olan, ona karşı düşman olur. Bir şeyi
aczinden terkeden de onu ayıplar ve onu inkâr eder." Bu onun
cahilliğinden kaynaklanır.
(İmam aleyhis-selamın,
Kadı Eb-u Yusuf ile de uzun bir konuşması
vardır, fakat kitabın mevzusuna uygun olmadığı için
onu nakletmedik.)
Daha sonra Harun şöyle dedi:
"Babalarının hakkı hürmetine,
işlerimizin akışı hakkında kapsamlı ve kısa
(yani her konuda sorunlarımıza çözüm yolu olabilecek bazı)
sözler buyurunuz."
İmam aleyhis-selam:
"Evet olur." dedi. Kağıt kalem getirdiler ve İmam şöyle yazdı:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Dinlerin bütün meseleleri dört
kısımdır:
1- İhtilafı
olmayan ve ümmetin de zaruretine icma ettiği ve kendisine ihtiyaç
duyduğu (kesin ve açık) meseleler.
2- İttifak
edilmiş hadisler ki, her şüphenin sunulması gereken mercidir ve
her hadisenin hükmü ondan çıkarılır ve bu ise bütün ümmetin
ittifak ettiği hususlardandır.
3- Şek ve inkâr
edilmesi mümkün olan meseleler ki bunların yolu, ehlinden izah istemektir.
Bu çeşit meselelerde görüşünü izhar etmek isteyen, tevil ve
tefsirine ittifak edilmiş Allahın kitabından veya hiçbir
ihtilafı olmayan sünnetten delil getirmelidir.
4- Akılların,
doğruluğunu teyid ettiği, ümmetin has ve ammesinin de onda
hiçbir şekke ve inkâra gitmeyeceği bir kaide.
Bu iki mesele (icmai ve
kesin olan meseleler ile şüpheli olan meseleler), tevhid ve tevhitten
aşağıdaki meselelerin, sıyrık diyeti ve ondan üstteki
meselelerin tümünü içermektedir. Öyleyse
karşılaştığın her dini meseleyi, delili
senin için sabit olursa kabul
et; doğruluğu
gizli kalan meseleleri ise reddet. Kim bu üç meseleden (icma edilen mesele,
ittifak edilen sünnet ve aklın, doğruluğunu teyid ettiği
kaideden) birini sözünün isbatı için ikame ederse en üstün ve açık
bir delil ikame etmiştir. Allah, Teala Peygamberine şöyle
buyurmuştur: "De ki en üstün
ve apaçık delil, Allahındır. Eğer o dileseydi elbette
hepinizi doğru yola sevk ederdi."[9]
Apaçık bir delil
cahile sunulsa alimin, ilmi ile onu anladığı gibi cahil de
cehaleti ile onu anlar. (Fıtrata uygun kesin delillerin
doğruluğunu herkes bilir ve tasdik eder.) Çünkü Allah adildir; zulüm
yapmaz; kullarına bildikleri şeyle kanıt getirir ve onları
anladıkları şeye davet eder; bilmedikleri ve
anlamadıkları şeye değil."
Bu görüşmeden sonra
Harun, İmamı mükâfatlandırıp geri gönderdi.
(Bu konuyla ilgili hadis
çok uzundur. Fakat biz bu miktarıyla yetindik).