DİPNOT
1-32. mektupta zikretmiştik.
2-68. mektuba tekrar bakabilirsiniz
3-Bu sözler aynen Hz. Ali'ye (as) ait olduğu sabittir. Hakim, Müstedrek'te, sahih bir senetle, Buhari ve Müslim'e uymak şartıyla ihrac etmiştir (c. 3 s. 126). Aynı zamanda Zehebi de Telhis'inde dolduğunu itiraf etmiştir.
4-Bu hadis sabit ve yaygındır; bir çok kişi ihraç etmiştir; Bunlardan: Ziyauddin el-Makdisi, İbn-i Carir ve Nesai, Nesai Hasaisi Aleviyye'nin (s. 18'ine bakın.) Aynca Kenz'ul Ummal'ın 6155. hadisi olup (c. 6 s. 408)'de mevcuttur... Keza İbn-i Ebi'l Hadid Tabari'den nakletmiş ve Nehc'ul'de (c. 3 s. 255) mevcuttur... Aynı zamanda imam Ahmed'in Müsned'inin (c. 1, s. 159) bakarsanız, hadisi olduğu gibi görürsünüz.
.
5-(c. 3 s. 125)'te. İbn-i Ebu Şeyba'dan ihraç eder, ayrıca Kenz'ul Ummal 'da da mevcuttur.



MEKTUP 67       6 Sefer 1330

Vasiyetten Bahsetmek


Ehl-i Sünnet Ali'ye (as) yapılan vasiyeti bilmezler; hatta hiç bir nassını araştırmış değiller. Lütfedip izah ederseniz memnun olurum. Vesselam.
(5)



MEKTUP 68        9 Sefer 1330

V
asiyetin Nasları


1- Vasiyetin nasları, taharet sembolü Ehl-i Beyt tarafından gayet mütevatirdir. Gerçi 20. mektupta başkalarının yolundan gelen hadisler de sizi tatmin edecek mahiyettedir. Nitekim orada duyduğunuz gibi Peygamber (s.a.a): "Bu benim kardeşim ve vasimdir, içinizde halifemdir, onun sözünü dinleyin ve ona itaat edin" sözlerini defalarca tekrar etmiştir.

Muhammed b. Hamid Razi, Bureyde'ye dayandırdığı bir hadiste Resulullah'ın (s.a.a) şu hadisini tahric eder: "Her Peygamberin bir vasisi vardır, benim vasim ve varisim Ali b. Ebu Talip'tır. "

Tabarani de Kebiri'nde, Selman-i Farisi'ye dayandırarak şu hadisi tahric eder: Resulullah (s.a.a) dedi ki: "Benim vasim, sır yerim ve benden sonra bırakacağımen hayırlı olup, borcumu ödeyecek olan kişi, Ali b. Ebi Talip'tir." Bu nas onun, vasisi ve ondan sonra insanların en faziletlisi olduğunu içerdiği gibi, halifeliğine de delalet ettiği, aklı başında olan herkesçe gizlenmeyen hakikattir.

Ebü Nuaym, Enes'ten şöyle tahric eder: Resulullah (s.a.a) bana dedi ki: "Ey Enes! Bu kapıdan ilk girecek olan mutlakilerin imamı, Müslümanların efendisi, vasilerin sonuncusu ve yüzü Pak, alnı açıkların kumandanıdır." Enes diyor ki: O anda Ali geldi ve Resulullah (s.a.a) onu görünce sevinçle ayağa kalktı ve Onu kucaklayarak dedi ki: "Sen benim yerime tediye edeceksin ve benim sesimi onlara duyuracaksın ve onlara üzerinde ihtilafa duştükleri meseleleri izah edeceksin."

Tabarani Kebir'inde Ebu Eyyüb Ensari'ye isnaden şu hadi-

219



tahric eder: Resulullah (s.a.a) Fatıma'ya dedi ki: "Ya Fatıma! Bilmez misin ki, Cenabı Allah yeryüzündeki insanlara bakarak onların arasından babanı seçti ve onu peygamber ilan etti. İkinci defa baktı ve kocanı seçerek seni onunla evlendirmem ve onu vasi kabul etmem için bana vahiy indirdi."

Bakın! Cenabı Allah nasıl bütün yeryüzündeki insanların arasından Peygamberi seçtikten sonra, nasıl vasiyi de seçiyor, zira vasinin de seçilişi aynı usul ve kaide üzerine gerçekleşiyor. Ve bakın! Nasıl Cenabı Allah onu kızıyla evlendirmesi ve onu vasisi yapması için vahiy indiriyor.

Ve de düşünün! Daha önceki peygamberlerin halifeleri vasilerinden başkaları olmuş mudur? Allah'ın seçkin kulunu ve peygamberlerin efendisinin vasisini tehir edip ona başkalarını takdim etmek caiz midir? Aynı zamanda herhangi bir kimsenin onun üzerinde hüküm sahibi olmaya ve onu sıradan bir insan gibi tasarrufu altında görmeye yetkili midir? Allah'ın seçtiği bir kimse, bizim seçtiğimiz bir kimseye itaat etmesinin vacip olmasını mantığa sığdırmak mümkün müdür? Ayrıca nasıl onu Allah ve Resulü seçer de biz kalkıp başkasını seçeriz? Allah ve Resulüne karşı isyan edenler apaçık dalalete sapmış olurlar. Rivayetler şunda müttefiktir ki, nifak ve haset ehli Peygamber'in (s.a.a) kendisinden bir parça olan Zehra'yı (as) Ali (as) ile evlendireceğini hanımları kıskanırlar ve derler ki: "Bu öyle bir imtiyazdır ki, yarın Ali buna nail olursa fazileti meydana çıkar ve ona artık kimse yetişmez," söylemekle de kalmazlar vazgeçirmek için Fatıma'ya karılarını gönderdiler, ona söyleklerinden biri de şu: "Ali fakirdir, onun hiçbir şeyi yoktur" Fatıma (as) ise onların oyununu ve kocalarının kötü maksadını anlamış, Allah ve Resulü'nün (saa) istediği gerçekleşince Emir-El Müminin, düşmanlarını kahredecek faziletlerini izhar etmek ister, babasına:"Ya Resulüllah beni hiç malı olmayan bir fakirle evlendirdin." der. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) kendisine daha önce ettiğimiz ve duyduğunuz şekilde cevap verir.

Hatib'in İbn-i Abbas'a isnat ettiği muteber bir hadis de şöyle: Peygamber (s.a.a) Fatıma'yı (as) Ali (as) ile evlendirince dedi ki: "Ya Resülullah! Beni hiçbir şeyi olmayan fakir biriyle evlendirdin..." Peygamber (s.a.a) ona şu cevabı verdi: "Cenabı Allah yeryüzündeki insanlardan iki kişi seçti, biri baban diğeri koçan, buna razı değil misin?"(2)

Hakim de Müstedrek'inde Süreye b. Yunus yoluyla Ebü Hüreyre'ye dayandırdığı buna benzer bir hadis tahric eder.

Kısacası Resulullah (s.a.a) "Kadınların hanımı" olan kerimesine, her acı bir durumla karşılaştığında, Allah kendisine ihsan ettiği nimeti hatırlatırdı. Zira onu ümmetinin en faziletlisiyle evlendirmişti. Bu da ona bütün acıları unutturacak en büyük teselli idi. İmam Ahmed'in Müsned'inde (c. 5 s. 26) Ma'kal b.
Yesar'dan bu hususta tahriç ettiği şu hadisi sizi tatmin edecek en büyük şahittir: Nebi (s.a.a) Fatıma'nın (as) hasta olduğunu duymuş ve onu görmeye gitmişti. Ona sorar: Kendini nasıl hissediyorsun? Fatıma "Vallahi müzminleşti..." Peygamber (s.a.a) onu: "Seni ümmetimin Müslümanlıktaki en kıdemlisi, ilimde en zengini; akıl ve sabırda en büyüğü ile evlendirdim, buna razı değil misin?" der. Bu husustaki haberler çoktur, mektubumuzda hepsine yer vermek imkansız. Vesselam. (Ş)

DİPNOT
1- İbn-i Ebi Hatim, Enes'ten şu hadisi tahriç eder: Ebu Bekir ve Ömer Resuılullah'a (s.a.a) gelip Fatıma'yı istediler, susup onlara hiç bir cevapta bulunmadı. Ali'ye gidip istemesi için tembihte bulunurlar. Bu hadisi bir çok kişi nakil ve tahriç etmiştir.
2- Bu hadis, aynı söz ve senediyle Kenz'de mevcut olup 5992. hadistir.



MEKTUP 69        10 Sefer 1330


Vasiyeti İnkar Edenlerin Hucceti


Ehl-i Sünnet ve Cemaat vasiyeti inkar ederler, bu husustaki hüccetleri ise Buhari'nin Esved'den rivayet ettiği şu hadistirtir:"Ayşe'nin huzurunda, Peygamber (s.a.a) Ali'ye vasiyette bulunduğu zikredilince Ayşe şöyle der: (1) Kim diyor onu? Peygamber'i (s.a.a) son nefesinde ben göğsüme dayamıştım. Leğen ve ibrik istedi ve o anda gevşeyip öldü; Ali 'ye vasiyette bulunduysa ben nasıl hissetmedim." (2)

Buhari Sahih'inde bir çok yoldan tahric ettiği bir hadiste, Ayşe'nin hep şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Resulullah (s.a.a) benim çenem ve boynum arasında öldü." Çoğu zaman da: Göğsüm ve boynum arasında öldü. Eğer vasiyete benzer bir şey söylemiş olsaydı haberim olurdu." Müslim'in Sahihi'nde ise Ayşe'den şöyle bir hadis var. Orada şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a)
ne bir dinar, ne bir dirhem, ne bir koyun, ne bir deve hiçbir şey bırakmadı, hiç bir vasiyette de bulunmadı..." Yine her iki Sahih'te Musraf oğlu Talha'dan şu hadis önemli diyor ki: Abdullah bin Ebu Evfa'ya sordum: Peygamber (s.a.a) herhangi bir vasiyette bulunmuş muydu? "Hayır" dedi... "Peki nasıl daha önce halka vasiyette bulunuyor da daha sonra neden vazgeçiyor?" diye sorduğumda dedi ki: "Kur'an-ı tavsiye etti" Bu hadisler iki sahih'te sabit olduğundan sizin yazdığınız hadislerden daha doğru olsa gerek, böyle olunca da elbette ki önce onun üzerinde durmak gerekiyor. Vesselam. (s)

DİPNOT
1- Bu hadisi Buhari, Sahih'inin Vasaya kitabında (c. 2 s. 73) ve yine Sahih'inin (c. 3 s. 564) Peygamber'in (s.a.a) hastalığı babında tahric etmiştir.

2- İmam Sendi, Nesai Sünen'inde bu hadise şöyle bir yorum yapmıştır. "Bu demek değildir ki, daha önce hiç vasiyette bulunmamış veyahut bulunmadan aniden ölmüştür. Zira kendisi (s.a.a) henüz hastalanmadan ölümünün yaklaştığını biliyordu... " Bu sözlerin üzerinde durursanız, ne kadar yerinde olduğunu anlarsınız.


MEKTUP 70   11 Sefer 1330

1- Vasiyeti
inkar etmek mümkün değil.
2- Onu inkar etmeye çalışanların nedeni.
3- İnkarda bulunanların rivayet ettikleri hadisler hüccetsizdir.
4- Akıl ve vicdan, onun doğru olduğuna hükmeder.


1- Peygamber'in (s.a.a) Hz. Ali'ye yaptığı vasiyeti inkar etmek mümkün değil, zira onu ilim ve hikmetinin varisi yaptıktan sonra, cenazesinin yıkama, hazırlama ve defnetme işini (l) kendisine tavsiye ettiği bilinmekte olup, borcunu ödemesini,(2) vaatlerini yerine getirmesini, insanlara ihtilafa düştükleri meseleleri,hüküm ve şeriat yoluyla kendilerine açıklamasını hep kendisine bırakmıştır. Ayrıca kendisinden sonra ümmetin velisi, onun kardeşi olduğunu ve yine çocuklarının babası,(3) veziri, (4) vasisi ve ilim şehrinin kapısı, hikmet evinin kapısı ve bu ümmetin kurtuluş gemisi onun olduğunu defalarca ilan etmiştir. Bundan başka, onu sevenin Allah'ı ve Resulünü sevdiğini, ona buğz edenin de Allah ve Resulüne buğz ettiğini, ona sadakatte bulunan onlara, eziyet eden, yine onlara eziyet etmiş ve söven de onlara sövmüş olacağını tekrar, tekrar söylemedi mi? Bilhassa onun Kur'an'ın derecesinde ve (5) Harun'un Musa'ya yakınlığı menzilesinde olduğunu açıkça söylediği malumdur.

Hatta, başının bedeninden yakınlığı derecesinde kendisine yakın, hatta ve hatta nefsi derecesinde olduğunu söylemiştir.

Arafat günü "Benim yenme ancak Ali tediye edebilir" demesi sizi tatmin etmesi gerekir sanırım.. .Kısacası ancak bir vasiye yakışaçak hatta ancak peygamberi temsil edecek bir şahsiyete mahsus söylenmiş bu sözlerin örnekleri çoktur.

Şu halde nasıl, nereden ve ne zaman, akıllı olan bir kimse,

224

bütün bunlardan sonra onun vasiyetini unutur ve ayrı bir maksat yoksa, nasıl bunu inatla inkar etmeğe çalışır? Acaba vasiyet, şu bahsi geçen şeylerden başka bir şey midir?

2- Fakat dört mezhebe tabi olanlar bu vasiyetleri üç imamın/halifenin hilafetiyle birleşmeyeceğini zannedip inkar ettiler.

3- Buhari'nin Talha b. Musraf'tan rivayet ettiği hadiste bize karşı herhangi bir hüccetleri olduğunu kabul etmiyoruz. Buhari, Talha b. Musraf'ın şöyle dediğini rivayet etmiş: "Abdullah b. Ebi Evfa'ya sordum: Peygamber (s.a.a) vasiyette bulunmuş mu? "Hayır" dedi. Dedim ki: "Nasıl daha önce vasiyet eder de sonra terk eder?" dedi ki: "Allah'ın kitabını tavsiye etti." Bu hadis bizce sabit değildir. Zira onu, siyaset ve sultasının icaplarından sayıyoruz. Hal ne olursa olsun, Ehl-i Beyt'in Sahihleri vasiyet hadisleri ile mütevatir vaziyettedir. Ona muarız olanlan alıp du- vara çalmak gerekir.

4- Nitekim vasiyet meselesi, akıl ve vicdan hükmü ile sabit olduktan sonra, herhangi bir kanıta ihtiyaç yoktur. Şair ne demiş: "Bir şey uzayıp büyürse, başka bir şeye ihtiyaç duymadan kendine mahsus olan yeri doldurur ve belli eder. Güneş ışığına bu ışıktır deyip vasıflandırmak ise, batıl ve manasızdır."

Buhari'nin, İbn-i Ebi Evfa'dan. "Peygamber (s.a.a) Allah'ın Kitabını tavsiye etti" mealindeki rivayeti, doğru fakat eksiktir. Zira Peygamber (s.a.a) iki "Sekaleyn" (iki değeri biçilemez şeyi) tavsiye etmişti. Hatta ümmetine, onlara tutunmazlarsa dalalete düşeceklerini hatırlatmış ve onlar havuzun başında kendisiyle buluşuncaya dek birbirlerinden ayrılmayacaklarına dair haber vermiştir. Sahihlerimiz, pak soy yolundan gelen hadislerle dolu ve mütevatirdir. Ayrıca başkalarının yolundan da doğru olduğuna inanıp 8. ve 54. mektupta getirmiş olduğumuz hadisler sizi
tatmin edecek mahiyetledir. Vesselam.(ş)

225



DİPNOT
1- İbn-i Sa'd Tabakat'ın c. 2 s. 61'de Hz. Ali'den şu hadisi tahric eder:

Peygamber'in (s.a.a) cenazesini benden başka kimsenin yıkamasını vasiyet etti. İbn-i Neccar da benzerini tahric eder, ayrıca Kenz'de de zikredilmiştir. Yine Hakim Müstedrek'inde, Zehebi Telhis'inde Ebu Davut, İbn-i Ebu Şeybe, Beyhaki, hepsi de aynı hadisi veya benzerini tahric etmişlerdir, İbn-i Abdülbirr İstiab 'ında, Hakim de Müstedrek'inde İbn-i Abbas'tan şu hadisi tahric eder:

"Ali'nin dört fazileti vardı ki, bunlar başkasına nasip olmamıştır; birincisi: Peygamberle ilk namaz kılması, ikincisi: Her savaşta, sancağını ona vermesi, üçüncüsü: Başkaları Peygamberi bırakıp kaçtıkları zaman 'Yanından ayrılmaması, dördüncüsü: Peygamber'i (s.a.a) yıkayıp defnetmesi: Peygamber (s.a.a) kerevetinin üzerine konulup namazını kılmak istediklerinde Hz. Ali dedi ki: O sağken imamınız olduğu gibi, ölüyken de imamınızdır... Bunun üzerine halk, bölük, bölük girerek, sıra, sıra, fakat imamsız namazını kılıp tekbir getirirken Ali başının uçunda şöyle diyordu: "Selam sana ve Allah 'ın rahmeti ve bereketi sana ey Nebi... Ey Cenabı Allah! Hepimiz şahadet ediyo- ruz ki ona tenzil ettiklerini tebliğ etti, ümmetine nasihatte bulundu, Allah'ın yolunda onun dinini üstün ve aziz hale getirinceye kadar cihatta bulundu. Ey Ulu Allah! Bizleri ona tenzil ettiklerine tabi kıl. Ve bizleri onun üzerine sabit eyle... Ve sonunda bizi onunla birleştir ya Rabbi..
"

O bunları söylerken halk bir ağızdan amin diyordu. Bütün bu irat ettiklerimizi İbn-i Sa'd Tabakat'ında zikretmiş ve ayrıca demiştir ki:

Onun yanına ilk giren Haşimoğulları, sonra Muhacirin, yan yana durup beş kere tekbir getirdiler.
" Bu husustaki haberler oldukça mütevatirdir. Tabarani, İbn-i Merduveyh, Deylemi, Bezzaz, Ahmed b. Hanbel ve daha birçok inanılır şahsiyet.

3-Çocuklarının babası olduğu vicdanen malumdur. Zira demiştir ki (s.a.a): "Ya Ali! Sen benim kardeşim ve çocuklarımın babasısın." Bu husustaki hadisi Ebu Ya'la, Ahmed b. Hanbel, Kenz'de mevcut olduğu gibi tahric etmişlerdir. Tabarani, Hakim ve daha bir çoğu rivayet ederler.

4-Veziri olduğuna dair hadisler de çoktur ve mütevatirdir. İmam Busiri bu husustaki "Hamza" kafiyeli şiirinde açıkça beyan etmiştir.

5-Bu husustaki hadisler Mektup 26, 28, 30 ve 32 de zikredilmiştir



MEKTUP 71        10 Sefer 1330

Müminlerin Anasının Hadisine Sırt Çevirmenizin Sebebi Nedir?
Halbuki O Peygamber'in (s.a.a) En Faziletli Zevcesi İdi.

Neden -Allah sizi affetsin- Ümm'ül Müminin ve Peygamberin (s.a.a) en faziletli zevcesine sırt çevirip, onun hadislerini önemsemediniz. Oysa onun sözü hakikat ve hükmü adalettir. Mamafih görüşünüz başka olabilir. Lütfen izah edin, tahkik edelim. Vesselam. (s)

MEKTUP 72        12 Sefer 1330

1- Peygamber'in (s.a.a) en faziletli zevcesi değildir.
2- 0nların en faziletlisi Hz. Hatice'dir.
3- Hadisinden yüz çevirmenin sebebine kısaca işaret etmek.


1- Ayşe'nin kendine göre fazileti ve derecesi vardır, fakat Peygamber (s.a.a) zevcelerinin en faziletlisi değildir. En faziletlileri olamaz, zira şu hadis bizzat kendisinden nakledilir. Diyor ki: "Bir gün Peygamber (s.a.a) Hatice'nin bahsini etmişti, ben hakkında konuşarak dedim ki: Allah sana daha iyisini verdi, o ihtiyar bir kadından başka ney di ki?"

Cevabı şu idi: "Bana daha iyisini vermedi. Herkes beni küfürle karşılarken o iman etti, herkes beni yalanlarken o bana inandı ve herkes beni her şeyinden mahrum ederken, o beni malına ortak etti ve Allah bana kendisiiıden çocuk ihsan edip diğerlerinin çocuklarından mahrum etti" Ve Ayşe'nin şöyle de-

26

227



diği rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a) Hatice'yi zikretmeden hemen hemen evden çıktığı olmazdı. Bir gün yine zikredip onu methetmeye başladı. Bu sefer kıskançlığımı yenemeyip dedim ki: "O, kocakarıdan başka ne idi ki? Cenabı Allah sana ondan daha iyi zevceler ihsan etti." Peygamber (s.a.a) bu sözlerime o kadar kızdı ki, başının ön kısmındaki saçlarının dahi titrediğini fark ettim. Ve dedi ki: "Yok vallahi. Cenabı Allah bana ondan daha iyisini vermedi. O, herkes küfre devam ederken bana man etti, beni herkes yalanlarken o inandı, beni herkes her şeyden mahrum ederken, o beni malına ortak etti ve Cenabı Allah bana ondan verdiği çocukları, başka kadınlardan mahrum etti."

2- Peygamber'in (s.a.a) en faziletli hanımı, Hatice'tül Kübra'dır. O, bu ümmetin Sıddikasıdır. Zira Allah'a ilk iman eden hanım olup, kitabına ilk inanan ve Peygamber'in dertlerine ilk ortak olan hanım yine kendisidir. Nitekim Cenab-ı Allah, kendisine cennette kargıdan bir ev bahşettiğini, Peygamber'in (s.a.a) ona müjdelemesi için vahiy indirmiştir. (2) Ve onun başkalarından üstün olduğunu şu nassıyla belirtmiştir: "Cennet kadınlarının en üstünü: Huveyled kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma, Firavun'un karısı Asiye ve İsa Peygamberin (as) annesi Meryem'dir... "

Bu manadaki naslar çok olduğu gibi hepsi de doğru ve sabittir. Ayrıca Ayşe, Müminlerin diğer annelerinden daha faziletli değildir. Zira belli başlı sünenler ve tarihi eserler onun daha üstün olduğunu kabul etmiyor. Ama belki o kendini daha üstün görüyordu. Fakat Resulullah (s.a.a) bu görüşünü onaylamıyordu. Bunun kanıtı, Ümmül Müminin Safiye binti Huveyled ile vuku bulan şu hadisedir: Bir gün Resulullah (s.a.a) Safiye'nin yanına gittiğinde ağladığını görmüş, ona neden ağladığını sorunca: " Ayşe ve Hafsa'nın hakaret ettiklerini ve biz Safiye'den daha üstünüz dediklerini duydum" demiş. Resulullah (s.a.a), O'na: "Onlara, benim babam Harun, amcam Musa, kocam ise Muhammed'tir, siz hangi sılatla benden üstün oluyorsunuz, diyemedin mi?" diye buyurmuş, Ayşe'nin, hareketlerini takip eden her şahıs, aynen bizim dediğimiz gibi olduğunu görür.

3- Onun vasiyet hakkındaki hadisine sırt çevirmemizin nedeni ise, o hadisin hüccet olmayışıdır. Bu husustaki tafsilatı da benden istemeyin. Vesselam. (ş)

DİPNOT
1- Bu hadis ve sonraki, Sünenlerin mütevatir hadislerindendir , İstiab kitabına bakın, aynen yazdığımız şekilde görürsünüz. Ayrıca Buhari ve Müslim yazdığımıza daha yakın bir ifadeyle tahric etmişlerdir.
2- Bu hadisi de Buhari Sahihi'nin (c. 3 s. 175) Kadınların kıskançlığı babında tahric etmiştir.
3-Tirmizi tahric ettiği gibi, İbn-i Abdulbirr İstiab'ında, İbn-i Hacer el-İstiab'da ve daha başkaları irat etmişlerdir.



MEKTUP 73       13 Sefer 1330

Hadisine Sırt Çevirmenin Sebebi Hakkında Tafsilat İstemek.


Siz, aldatan veya kandıran yahut dışı başka içi başka kimselerden olmadığınız gibi başkalarına çamur atacak kimselerden asla değilsiniz. Bendeniz de Allah'a şükürler olsun, ayıpları açıklamayan, kimsenin hakkında bulunmayan ve hata arayıp, mahremiyetlerin peşine düşmeyenlerdenim. Ancak aradığım şeyin peşini bırakmadan takip ederim. Sizden istediğim tafsilattan vazgeçmem mümkün değil. Şu halde bana mutlaka, izahatta bulunmanız gerekir. Lütfen hiç çekinmeden açıklayın. Bu hususta size karşı vesilem ancak Cenabı Allah'ın, "İndirdiğimiz apaçık ve doğru yolu gösteren ayetleri, gizleyenler..." (Bakara 159).


Vesselam.
(s)


229



MEKTUP 74              15 Sefer 1330

1- Onun hadisine sırt çevirmenin nedeninin tafsilatı.
2- Vasiyetin gerçek olduğuna akıl hükmeder.
3- Peygamber'in (s.a.a) göğsünün üzerinde vefat ettiğini iddia etmesi çelişkilidir.


1- Hiç bir mazeret kabul etmeyip beni tafsilata mecbur ettiniz. Oysa her şeyin buradan kaynaklandığını bildiğiniz için bundan vazgeçebilirdiniz. Evet her şey buradan kaynaklanıyor, vasiyetin ve açık nasların suikasta uğradığı yer de burasıdır. Aynı zamanda veraset, Hums (beşte bir) "Nihle" (karşılıksız verilen şey)'in de mahvolduğu yer, yine burasıdır ve fitne buradan kopmuştur, evet buradan, buradan.(1) Zira Emir-El Müminin Hz.Ali'nin (as) harbine kalktığı zaman nice mesafeler kat etmiş ve onun mülkünü elinden alıp devletini lağvetrnek gayesini güderek nice askeri kuvvetleri arkasından sürüklemiştir. Şair diyor ki: "Olanlar olmuştur, onları zikretmek istemiyorum. Siz yine iyimser olup, hayırlı olduğunu tahmin edin ve gerisini sormayın."

Hz. Ali'ye edilen vasiyeti, onun sözünü hüccet sayıp nefyetmeye kalkışmak herhangi bir insaf sahibinden beklenemez. Çünkü en büyük hasımlarından biriydi. Zira Hz. Ali'ye (as) karşı duruşu, sadece bir defa değil ki... Vasiyeti inkar etmek, "Küçük Cemel" ve "Büyük Cemel" vakası kadar önemli değildir herhalde...ki, bu ikisinde de onun neler gizleyip sakladığı açığa çıktığı gibi, Peygamber'in vasisine karşı çıkmadan evvel ve ondan sonra ölünceye kadar hangi haleti rühiyeye sahip olduğu belli olmuştu. Zira ölümünü duyduğu zaman Allah'a şükür etmek mahiyetinde secde edip, meali şöyle olan bir beyt'i terennüm etmiştir: "Asasını yere bırakıp istikrara kavuştu. Seferden dönüp, huzur ve sevince kavuşan yolcu gibi. "

İsterseniz size onun hadisinden bir örnek vereyim de gayesinin ne kadar uzaklarda olduğunu görün (2) "Resülullah'ın (s.a.a) hastalığı ağırlaştığında, dışarıya çıkmak isteyince, kollarına iki kişi girdi; Amcası Abbas ve biri daha." Bu hadisi anlatan, Ubeyd b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud, diyor ki: Ayşe'nin bu sözlerini, Abdullah b. Abbas'a anlattım bana: O ikinci şahıs kimdi biliyor musun? dedi. Ben: Hayır deyince O Ali idi, Ayşe' nin gönlü ondan hoşnut değil dedi. "(3)

Size soruyorum: Hiç hoşlanmadığı halde Peygamber'in koltuğuna girenlerin birini bildiği halde adını söylemekten kaçınan bir kimsenin, Peygamber (s.a.a) ona vasiyet ettiğini nasıl söyleyebilir? imam Ahmet Müsned'inde (c. 6 s. 113) Ayşe'nin hadisinden Ata bin Yesar'dan şöyle bir hadis tahric eder:

"Adamın biri Ayşe'nin yanında Ali ve Ammar'ın aleyhinde konuştu. Ayşe ona dedi ki: Ali için sana bir şey diyemem ama Ammar için Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum:

"Ammar'dan iki yoldan birini seçmesi istendiği zaman mutlaka daha doğru olanını seçer.
"

Vay Vay... Müminlerin anası, Peygamber (s.a.a), Ammar hakkında böyle söylediği için, onun aleyhinde konuşulmaktan korkuyor da, Peygamberin (s.a.a) kardeşi, Harun'u, ilim şehrinin kapısı, Allah ve Resulü'nün en çok sevdiği, insanların ilk Müslüman olanı, en kıdemli mümin ve en alimi olan Hz. Ali (as) aleyhinde bulunmaktan korkmuyor... Vay, sanki Hz. Ali'nin (as) Cenabı Allah'ın yanındaki derecesini, Peygamberin (s.a.a) kalbindeki yerini, islam'daki cihadını ve makamını hiç bilmiyor ve sanki Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetinde, onu Am- mar'ın derecesinde gösterecek hiçbirşey görmemiş ve duymamıştır. Vallahi doğrusu onun bu sözlerine benim aklım ermedi. Ne diyor? Peygamberi (s.a.a) son nefesinde ben göğsüme dayamıştım, leğen ve ibrik istedi ve o anda gevşeyip öldü. Ali'ye nasıl vasiyette bulundu da ben hissetmedim. Bu sözlerinin hangi yönü üzerinde konuşayım, ben de bilmiyorum, zira birçok yönden tahlili gerek.


231


Keşke onun vasfettiği şekilde ölümünün, (Ona annem babam feda olsun) vasiyet edemeyeceğine bir delil teşkil edeceğini bir bilen olsa. Acaba o vasiyetin ancak ölüm esnasında olabileceğini mi zannediyor? Asla! Sadece bu kimin tarafından olursa olsun hakikate karşı durma inadıdır. Cenabı Allah Kitaında buyuruyor ki: "Sizden birinize ölüm alametleri belirdiği zaman geriye kıymetli bir şey bırakacaksa, vasiyet farz kılındı."

Acaba Ümmül Müminin, Peygamberi (s.a.a) Allah'ın kitabına ıuhalefet edecek bir kimse mi görüyordu? Haşa, maazallah! Aksine onun, kitabının izinden yürüdüğünü, her süresini takip ettiğini, onun emirleri ve nehiyleriyle ibadet etmeğe kendini adadığını çok iyi biliyordu. Hatta onun şu sözlerini kulaklarıyla duyduğundan hiç şüphem yok:(4) "Hiç bir Müslümanın yanında yazılı bir vasiyet bulundurmadan iki gece geçirmeye hakkı yoktur. " Veya buna benzer sözlerini duymamış olmasına imkan yok; zira Peygamber (s.a.a) vasiyeti şiddetle emretmiştir. Zira ne kendisine, ne kendisinden başka bir peygambere -hepsine selat ve selam olsun- her hangi bir şeyi emredip, onun aksini yapmak caiz değildir. Kaldı ki Cenabı Allah da böyle peygamberleri insanlara mürşit olarak göndermekten de münezzehtir.

Müslim'in Ayşe'den rivayet ettiği şu hadis ise: "Peygamber (s.a.a) geriye ne bir dinar, ne bir dirhem, ne bir koyun,. ne bir deve bıraktı. Hiç bir vasiyette de bulunmadı." Peygamber'in (s.a.a) kati surette hiç bir şey bırakmadığını veya onun geriye bırakacak her şeyden yoksun, vasiyet edeceği çok şeyler vardı (5) Bir kere zimmetin de bir sürü borç, kefalet ve emanetler vardı. Aynı zamanda kendi borcunu ödeyecek hatta biraz da varislerine artacak kadar mülkü vardı. Bunun delili Fatıma'nın (a.s) miras isteminde bulunması.(6)

2- Ayrıca Resulullah (s.a.a) vasiyeti icap ettirecek öyle şeyler bıraktı ki, onların emsalini kainatta kimse bırakmamıştır. Bunların en önermişi, henüz doğuşunun ilk yıllarında olan Allah Teala'nın dinini bıraktı ki, bunun vasiyete, altın ve gümüşten, ev ve tarladan, ekin ve davardan daha çok ihtiyacı vardır.

Öyle ki ümmet top yekün onun dul ve yetimleri sayılıp, kendilerine bir vasi bırakmasına zaruret halindedirler. Çünkü o vasinin, onların dini ve dünyevi işlerini sevk ve idare etmesi gerekir ki Resülullah'ın (s.a.a) daha gelişme çağında olan Allah'ın dinini, esen yellere tevkil edip şeriatını koruyacak bir vasi tayin etmeden çeşitli fikir ve görüşlere emanet etmesi imkan ve ihtimal haricindedir.

Bilhassa vasiyette bulunması için kendisine vahiy geldikten sonra, maazallah Allah'ın emirlerini ihmal edip yerine getirmemesi hiç bir şekilde beklenemez. Vasiyeti inkar edenin şahitliğini akıl ve mantık kabul etmez, onu inkar eden ne kadar yüce olursa olsun. Resülullah (s.a.a) daha İslam'a davetin başlangıcında Hz. Ali'ye (a.s) vasiyette bulunmuştur.

Cenabı Allah: "Aşiretini ve Yakınlarını herkesten önce İslam'a davet et ve uyar" ayetini indirdiğinden beri. (Mektup 20'de beyan etmiştik.) Ondan sonra da vasiyetini ona tekrarlamaktan hiç geri kalmamıştır. Bu kitabın birçok yerinde işaret ettiğimiz gibi bunu defalarca tekit etmiştir; hatta vefat edeceği saatte dahi vasiyetini yazılı olarak vurgulamak ve tevsik etmek için: "Bana kağıt kalem getirin, size bir belge yazayım ki hiç bir zaman dalalete düşmemenizi sağlasın."

Fakat yanında bulunan sahabeler ihtilafa düşerler, oysa Peygamber'in yanında tartışma caiz değildir.
Hatta dediler ki: "Peygamber sayıklıyor"(7) O anda Resulullah (s.a.a) bu kelimeyi söyleyenlerin yanında, böyle bir belgenin fitneye sebep olmaktan başka hiç bir tesiri olmayacağını anlar ve onlara: "Hepiniz dışan çılan "der ve daha önce yapmış olduğu sözlü vasiyetlerle iktifa eder.

Nitekim yine de vefatının vuku bulduğu gün onlara Üç vasiyette bulundu: Hilafeti Ali'ye vermelerini. Müşriklerden gelen elçilere kendisinin yaptığı gibi izin verip karşılamalarını... Fakat o günkü sulta ve siyaset, birinci vasiyetin konuşulmasına müsaade etmedi. Hatta bazıları onu unuttuklarını iddia etti. Buhari "Peygamber sayıklıyor" hadisinin sonunda: "Resulullah (s.a.a) vefatı anında üç şey tavsiye etti:
Birincisi Müşriklerin Arap adasından ihraç edilmesini, ikincisi

233



gelen elçi ve ziyaretçilere kendisini örnek alıp karşılamalarını, üçüncüsünü de unuttum" diye yazar.(8) Müslim de Sahih'inde, diğer Sünen sahipleri de aynı bahaneye başvururlar.

3- Ümm'ül Müminin'in, Resulullah'ın (s.a.a) göğsü üzerinde Allah'ına kavuştuğu iddiası ise, hakikate ters düşmektedir. Zira Resulullah (s.a.a), kardeşi Ali b. Ebi Talib'in göğsü üzerinde vefat ettiği, taharet sembolü Ehl-i Beyt'in doğru hükümleri ve Ehl-i Sünnetin bazı sihah hükümlerine göre sabittir. Vesselam.(ş)

---------------
DİPNOT

1-Ehli sünnet sahihlerinin hükümleri bunu içeriyor. Buhari'nin "Sahih 'inde ki, "Peygamber'in hanımlarının evleri" babına bakın. (c. 2 s. 124)

2-Buhan'nin Sahih'inde "Peygamber'in hastalığı ve vefatı" babında (c. 3 s. 62) tahric ettiklerinden.

3-Buhari "Ali'den gönlü hoş değil" cümlesini, her zamanki adeti gibi zikretmemiştir. Fakat Sünen sahiplerinin çoğu zikrederler. BunlaRIn arasında İbn-i Sa 'ad da vardır. (Tabakat; c. -2 s. 29)

4-Buhari Sahihin "Vasaya" kitabında (c. 2 s. 10) tahric ettiği gibi Müslim de Sahihi'nin "Vasiyet" kitabında (c. 2 s. 10) tahric etmiştir.

5-Muammer Kutade'den şöyle rivayet ediyor: "Hz. Ali, Peygamberin (s.a.a) yerine, beş yüz bin dirhemi bulan bir miktar ödedi."
 (Kenz'ul Ummal; c. 4 s. 60 h. 117)

6-Buhari, Hayber vakası babının sonunda tahric ettiği gibi (Sahih; c. 3 s. 37) Müslim'de Sahihi'nin Cihat kitabında tahric etmiştir, (c. 2 s.22)

7- Aynı sözlerle Buhari Sahih'inin Cihat kitabında tahric etmiştir. (c. 2 s. 118) Keza Müslim Sahihi'nde, Ahmed b. Hanbel de Müsned'in de ve daha birçok Sünen ve Müsnedler.

8-Sahih 'in (c. 2 s. 117) Cevdiz-ul Vafd babına
bakabilirsiniz. 283


MEKTUP 75      17 Sefer 1330

1- Ümmül Müminin hadisinde hislerine kapılmaz.
2- Güzellik ve çirkinlik, akılla ilgisi yönünden menfidir.
3- Ümmül Mümininin davasına ters düşenler hakkında konuşmak.


1- Ümmül Mümininin, (Müminler anasının) vasiyeti yok sayan (nefyeden) hadisi ile ilgili sözlerinizin üzerinde döndüğü eksen iki hususa dayanıyor. Birincisi: İmamla arasının iyi olmaması iddianıza göre onu vasiyeti nefyetmekten başka bir şey yapamamaya sürüklemiştir.

Buna cevabımız: Onun gidişatı, Resulullah (s.a.a)'den nakledeceği hadislerde, hislerine kapılmayacağını kanıtlar. Hatta bunlar, sevdiği biriyle ilgili olsun veya sevmediği biriyle, onun için aynıdır. Haşa, arzularına, mahkum olup Peygamber (s.a.a) hadislerini vaki olmadığı biçimde kendi isteğini hakikate tercih ederek nakletmiş olsun, bu imkansızdır.

2- İkincisi: Bu hadise inanmayı akıl reddeder. -Yine sizin iddianıza göre- Çünkü Resulullah'ın (s.a.a) henüz gelişme çağında olan yüce Allah'ın dinini ve daha yeni fıtratlarında olan Allah Teala'nın kullarını idare edecek bir vasi tayin etmeden bırakıp gitmesi imkansız. Buna da cevabımız: Bu aklın ayırt ettiği güzellik ve çirkinlik üzerine kurulmuş bir şeydir. Ancak Ehl-i Sünnet bunu benimsemez. Onlarca akıl hiç bir şeyin çirkinliğine hükmedemeyeceği gibi... Güzellik ve çirkinlik hakkında, her hususta hüküm verecek olan sadece şeriattır. Şeriatın güzelleştirdiği her şey güzeldir, çirkinleştirdiği her şey de mutlaka çirkindir. Aklın bu hususta katiyetle bir rolü tesiri yoktur.

3- 74. mektubun sonunda Ümmül Mümininin, (Müminler

235


anasının) "Peygamber (s.a.a) kucağında vefat etti" davasına muarız olan hususlara değinmenize gelince: Biz Ehl-i Sünnet ,yolundan buna muarız herhangi bir hadis tanımıyoruz, sizin bildiğiniz varsa onu takdim lütfunda bulunun. Vesselam. (s)


MEKTUP 76      19 Sefer 1330

1- Hislerine kapılması.
2- Güzellik ve çirkinliğin akılca da tespit edileceği.
3- Müminlerin anasının davasına muarız olan sihahlar.
4- Ümmü Seleme'nin hadisinin onun hadisine tercih edileceği.


1- Birinci meseleye karşı cevabınızda: "Hatunun durum ve gidişatından bilinene göre, hislerine kapılması ve isteklerini tercih etmesi imkansız olduğunu gösteriyor" diyorsunuz. Sizden gelenek ve duygusallık bağlarından kurtulmanızı, sonra onun gidişatını gözden geçirip, onun sevdiği ve sevmediği şahıslara karşı davranışlarındaki vaziyetini iyice tahkik etmenizi rica
edeceğim. Orada hislerinin galip geldiğini apaçık göreceksiniz. Osman'a karşı, sözleriyle ve fiilleriyle nasıl davrandığını unutmayın (1) Ayrıca, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'le de yarattığı olayları. Müminlerin analarıyla ve bilhassa Resulullah (s.a.a) ile durumu ve sürdürdüğü hareket tarzını inceleyin.

His ve arzu işte oradadır. Ve bunu (hissin tesirini) size teyit etmek için vereceğim
şu örnekle yetinin. Yalan ve habis niyet ehli, Müminler anası cenabı Mariye hakkında, bühtan ve zulümden kaynaklanan bir iftirada bulunmuşlardı. Allah Teala onu, Hz. Ali'nin müdahalesiyle onların zulmünden tertemiz aklanmış olarak herkesin  şahit olduğu bir şekilde beraat ettirir,(2) ve "Allah kafirleri, kinleriyle birlikte reddeder, hiç bir hayra nail olmadan..." Dahasını isterseniz, Resulullah'a (s.a.a) karşı şu davranışını hatırlayın!

237

Bir gün ona şöyle der: "Senden "Meğafır" (tadı şirin, kokusu kötü bir meyve) kokusu geliyor" maksadı, müminlerin anası Zeyneb'in (r.a) evinde bal yemekten onu vazgeçirmek...(3)

Eğer bu kadar kıymetsiz bir arzu, Peygambere (s.a.a) karşı onun nefsini mevzubahis ederek bu şekilde konuşmaya izin veriyorsa, Hz. Ali'ye (as) yapılan vasiyeti, yok sayması konusunda ona nasıl itimat edeceğiz?..

Yine, Numan kızı Esma'nın Peygamber (saa) hazretlerine gelin geldiği ilk gün hislerinin hükmüne uyarak nasıl davrandığını unutmayın. (4) Mesele şöyle cereyan etmiştir Esma geldiği gün, onun yanına sokulup: Peygamber gerdek akşamı, girer girmez zevcesinin kendisine: "Eüzü Billahi Minke" (senden Allah'a sığınıyorum) derse, çok hoşuna gider, der. Tabi maksadı Peygamberi ondan nefret ettirmek. Sanki müminlerin anası, Resulullah'a karşı (s.a.a) bu kadar değersiz olduğu halde, hatta haram bile olsa, sırf geçerli kılmak için, böyle bir arzuyu gerçekleştirıneyi mubah görüyor.

Bir kere de Peygamber (s.a.a) onu, beğendiği ve zevceliğe almak istediği bir hanımı yakından görüp tahkik etmekle görevlendirir. Ama görüp geldikten sonra kendi arzu ve gayesine uyarak Peygambere'e (s.a.a) gördüğünün aksini söyler. (5)

Bir gün de Peygamber'in (s.a.a) hakkında, babasına şikayette bulunur, babasının önünde ona: "Adil ol" (6) der. Babası ona sert bir tokat atar, ağzından akan kan giysilerine damlar.

Yine bir defa Peygamber'e (s.a.a) kızdığı bir anda söylediği bir takım sözler arasında: (7) "Sen, bir de Allah'ın Peygamberi olduğunu mu iddia ediyorsun?" der. Ve buna benzer bir çok olay, hepsini zikretmeğe yerimiz müsait değildir. Ama yine de şu zikrettiklerimiz maksadımızı ortaya koymuştur sanırım.

2- İkinci meseleye verdiğiniz cevapta demiştiniz ki: "Ehl-i Sünnet, güzellik ve çirkinlik ayrımında aklın. hükmüyle hareket etmezler, vs..." Oysa ben sizi böyle bir görüşe sahip olmaktan tenzih ederim. Çünkü bu görüş, duygu ile ayırt edilen hakikatleri inkar eden safsatacıların görüşüne benzemektedir. Halbuki güzelliğini tayin ettiğimiz bazı işler vardır ki, yapılmasına karşı
övgü ve sevaplar düzenlenir. Çünkü onların her birini ayakta tutan kendine has bir sıfatı vardır.

Örneğin ihsan ve adalet gibi... bunlar ihsan ve adalet oldukları için bu sıfatı haizdirler. Ayrıca bu fiillerin çirkinini de tanır ve onun işlenmesine karşı, kınama ve cezalar tertip edildiğini de biliriz. Çünkü onu ayakta tutan bir sıfatı vardır. Örneğin kötülük ve zulüm gibi... Bunlar da kötülük ve zulümdür diye bu sıfata sahiptirler.

Tabi ki, bu hususta hüküm vermek için akla ihtiyaç olduğunu her akıllı bilir. Hatta bunda akıllı kimselerin kararı, ikinin yarısının bir olduğu üzerindeki kararlarından hiç bir farkı yoktur. Oysa ortada olan alametler, size iyilik yapan la kötülük yapanın rasındaki fark üzerinde her zaman hüküm vermektedirler.

Eğer güzellik ve çirkinlik şer'i olsaydı, şeriatı inkar edenler -zındık ve dehri gibileri- bunların üzerinde hüküm yürütmezlerdi. Oysa şeriatleri inkar ettikleri halde onlar da iyilik ve adaletin güzelliğine hüküm verir, övgü ve sevabı onların ameli üzerine tertip ederler. Keza zulüm ve düşmanlık üzerine de öyle... Buradaki yegane dayanakları akıldan başkası değildir.

Siz, bu akla ve vicdana karşı çıkarak aklın kendisine bütün öğrettiklerini inkar edip, kendi yaratılışı hilafına hüküm verenin sözlerine kulak asmayın!... Cenabı Allah insanları, bir çok hakika
ti akıllarıyla idrak edecek şekilde yaratmıştır.

Yaratılışları, itibarıyla balın tatlılığını, biberin acılığını tatma, esansın güzel, leşin pis kokusunu algılama, ince ve kalın cisimlere dokunma, güzel ve çirkin manzaraları ise görme duygularıyla nasıl idrak ediyorlarsa, aynı şekilde zulmün çirkinliğini ve adaletin güzelliğini de akıllarıyla idrak etmeleri icap eder. Aynı şekilde de kavalın sesiyle eşeğin sesini birbirinden işitmekle ayırt ettikleri gibi... Bu Allah'ın fıtratıdır.

"İnsanları onun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattıklarını değiştirmeye kimsenin gücü yetmez, işte doğru din budur, fakat insanların çoğu bunu bilmez." (9)

Eş'ariler, şeriata aşırı derecede inanmayı ve onun hükmüne teslim olmayı yeğledikleri için, aklın hükmünü inkar etmiş
lerdir. Böylece genel akli kaideyi unutup (O da aklın, her hükmettiği şeye şeriatın da mutlak surette hükmedeceğidir.) geri dönüş yollarını bizzat kendileri kesmişlerdir.

Bu şekilde şeriatı ispat edecek hiçbir delilleri kalmıyor. Zira şer'i delillerle herharıgi bir davayı ispat etmek, ancak sırasında ve yerinde mümkün olabileceği için onunla gösterilen hüccet eksik sayılır. Aklın hükmü olmazsa, nakille gösterilen hüccet eksik sayılır. Aklın hükmü olmazsa, nakille aktarılmış hadisler delil olarak gösterilemezdi. Akıl olmasaydı Allah'a dahi kimse tapmaz, hiç bir yaratığı O'nu tanımazdı. Bu mevzudaki tafsilat, tanınmış alimlerimizin belirli eserlerinde vardır.

3- Müminlerin anasının, "Peygamber (s.a.a) kucağında vefat etti" davasına gelince: Buna birçok senetler muarızdır. Ehl-i Beyt cihetinden tevatür halinde olan sihahlardan, ya da başkalarının cihetinden gelen hadislerden İbn-i Sa'd'ın Ali'ye isna'ten rivayet ettiği şu hadis yeterlidir: (8) Resulullah (s.a.a) hastalığında: "Bana kardeşimi çağırın, der ve beni çağırırlar, bana, yaklaş dedi, yaklaştım. Göğsüme dayandı ve benimle takatı elverdiği ölçüde konuşmaya başladı. Hatta konuşurken ağız suyunun
bazı damlaları yüzüme değiyordu. Ve sonunda vefat etti."

Ebu
Nuaym Hilyet'ul Evliya'da Ali'den (a. s) şu hadisi tahric eder: "Resulullah (s.a.a) hastalığında:"Bana kardeşimi çağırın, der ve beni çağırırlar; bana, yaklaş dedi, yaklaştım. Göğsüme dayandı ve benimle takati elverdiği nispette konuşmaya başladı. Hatta konuşurken ağız suyunun bazı damlaları yüzüme değiyordu. Ve sonunda vefat etti. "

Ebu Nuaym Hilyetin'de Ali'den (a.s) şu hadisi tahric eder: "Resulullah (s.a.a) bana bin kapı tarif etti ve bu kapıların her biri bin kapı açabilecek seviyededir. "(9) Ve buna istinaden Ömer b. Hattab'a bu gibi şeylerle ilgili sorular sorulduğu zaman: "Ali'ye sorun" derdi. Cabir b. Abdullah el-Ansari anlatıyor; "Ka'b b.Ahbar Ömer'e sordu: Peygamber'in (s.a.a) konuştuğu son sözler ne idi? Ömer: Ali'ye sor, dedi. Ka'b Ali'ye sordu. Ali şöyle
de-


239



di: "Peygamberi (s.a.a) göğsüme dayadım, başını omzuma koydu ve son olarak: "Salat, salat (namaz, namaz) diye seslendi", Ka'b tekrar Ömer'den sordu: "Onu kim yıkadı ya Emir-El Müminin? Ömer yine: Ali'ye sor, dedi. Ka'b tekrar Ali'ye sorar, Ali: "Onu ben yıkadım, yıkarken."

İbn-i Abbas'a sorarlar: "Peygamber (s.a.a) vefat ettiği zaman Onu gördün mü, başı herhangi birinin kucağında mıydı? "Evet vefat ettiğinde Ali'nin kucağında idi." Ona: "Ama Urve Ayşe'den kendisinin kucağında vefat ettiğini naklediyor" derler, İbn-i Abbas bunu söyleyene tepki göstererek: "Ne dediğini bilmiyor musun? Vallahi vefat ettiğinde Ali'nin kucağında idi. Onu yıkayan da odur. "(10)

İbni Sa'd, Ali Zeyn'ul Abidin'den (a.s) da bu manada bir hadis tahric eder. Zaten bu hususta Ehl-i Beyt'ten nakledilen hadisler mütevatirdir. Hatta İbn-i Sa'd, (11) Şa'bi'ye isnat ettiği, şu hadisi de tahric eder: "Resulullah (s.a.a) vefat ettiği zaman başı Ali'nin kucağında idi. Onu yıkayan da odur."

Ayrıca Hz. Ali hutbelerinde, herkesin önünde bu olaya bir kaç kez değinmiştir. Bilhassa hutbesinin birinde söylediği şu sözler, sizi tatmin edecek mahiyettedir: (12) "Peygamber'in (s.a.a) ashabından hafızası olanlar bilirler ki, hayatımda hiç bir zaman Allah ve Resülü'ne ters düşecek bir kelimecik dahi konuşmamışımdır. Her halükarda en cesur kimselerin geri çekildiği yerlerde dahi onu yalnız bırakmamış onun uğruna nefsimi feda edip, canımla kanımla onu savunmuşumdur. Vefat ettiği zaman başı göğsüme dayalı idi. O aziz ruhu benim avucuma aktı ve onu ben yüzüme sürdüm. Onu yıkamakla şereflenen de benim, hatta onu yıkarken melekler dahi yardımcılarım idi ki o gün melekler cemaat halinde devamlı inip çıkıyorlardı, etrafımızdaki tüm avlular, onlarla dolup taşıyor, salavat ve anlaşılır anlaşılmaz sesleri bir türlü kulağımdan çıkmıyordu. Taki mezarına yerleştirip defnetmemize kadar.,.. Hayatında ve ölümünde, kim onda benden daha çok hak sahibidir?"

Ümmü Selerne'den şu hadis de sabittir: "Allah'a yemin ederim ki, Ali, Peygambere (s.a.a) herkesten fazla yakın idi. Hastalığının son günü ziyaretine gitmiştik ki devamlı: Ali geldi mi, Ali geldi mi diye soruyordu. Kızı Fatıma: Onu bir vazifeye göndermişe benzersiniz, dedi. Nihayet Ali geldi, biz de onunla gizli bir şey konuşacak sandık, çıkıp kapının dışında oturduk." Ve Ümmü Seleme şöyle devam ediyor: "Ben kapının ağzına herkesten daha çok yakındım. Ali'yi yanına oturtup kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladı. Ve o gün akşam olmadan vefat etti. Ali, son saatlerinde dahi ona herkesten çok yakındı. "(13)

Abdullah b. Amr'dan nakledilmiştir:(14) Resulullah (s.a.a) hasta iken: "Bana kardeşimi çağırın" dedi. Ebu Bekir geldi. Resul (s.a.a) yüzünü çevirip tekrar: Kardeşimi çağınn" dedi. Osman geldi, yine yüzünü çevirdi. Nihayet kendisine Ali'yi çağırdılar, giysisiyle onu örtüp onunla fısıIdamaya başladı. Yanından çıkarken sordular: "Sana ne söyledi?" dedi ki: "Bana bin kapı
tarif etti ki her biri bin kapıya açılır. "

Siz de bilirsiniz ki, Peygamberlere yakışan davranış budur.
O biri ise ancak kadınlarla konuşmayı seven erkekler yakışan bir harekettir. Ki, Peygamberi (s.a.a) ondan tenzih ederiz. Değil Peygamber gibi biri, bir koyun çobanı olsa, öleceği zaman ister başı zevcesinin göğsüne dayalı ister kucağında olsa, koyunlarına bakacak birini tavsiye etmezse, o çoban mutlaka sorumsuz ve vurdum duymazın biridir. Allah Müminlerin Anasının taksiratını affetsin... Keşke bu fazileti Hz.Ali'den uzaklaşbrmaya çalışacağına babasına atfetseydi. Hiç olmazsa böylesi Peygamberin makamına daha çok yaraşırdı. Ama babası o gün Peygamberin (s.a.a) kendi mübarek eliyle daha önce Usame b. Zeyd'in ordusunda dizdikleri askerlerin arasındaydı.

Gerçek şudur ki, "kendisinden kucağında vefat ettiğini" ancak kendisi söylemiştir ve bu hadisin mesnedi sadece kendisidir. Halbuki Hz.Ali'nin kucağında vefat ettiği haberinin mesnedi: Ali, ibn-i Abbas, Ümmü Seleme, Abdullah b. Amr, Şa'bi, Ali b. Hüseyin ve Ehl-i Beyt'in bütün İmamları... Elbette ki bunlar daha ağır basan senetlerdir. Ve Peygambere (s.a.a) daha çok layıktur.


241



4- Aslında, Ayşe'nin hadisine karşı Ümmü Seleme'nin hasinden başka muarız olmasa bile, zikretmediğimiz birçok sebep vardır ki, onlar dahi Ümmü Seleme'nin hadisini daha önde kılardı. Vesselam. (ş)

DİPNOT

1-Mutezile Allamesi'nin, (Nehc'ül-Belağa) şerhi c. 2, s. 77 ve s. 457 ve 597'ye bakın. Osman 'a ve Ali ile Fatıma 'ya karşı davranışlarını tetkik ederseniz orada hissin tesirini apaçık göreceksiniz.

2-Bu musibet hakkında daha çok bilgi edinmek isteyenler, Hakimin Müstedrek, c. 4, s. 39 veya Zehebi'nin Telhis'ine bakabilirler.

3-Buhari'nin Sahih'inde "Tahrim" süresini tefsir ederken (c. 3 s. 136) Ömer'den tahric ettiklerine bakın. Bakın da, Hafsa'yla işbirliği yapıp Resülüllah'a karşı neler yaptıklarını görün, nasıl hayret edeceksiniz.

4-Hakim'in Müstedrek'inde (c. 4 s. 37) tahric ettiklerine bakın. Ayrıca İbn-i Sa 'd Tabakat'ında (c. 8 s. 104) tahric etmiştir. Dava mehurdur, "İstiab" ve İsabe'de de zikredilmiştir.

5-Bu hadisenin tafsilatı bir çok sünene ve haber kitaplarında zikredilmiştir. Bunlardan Kem'ul Ummal (c. 6 s. 294) ve Tabakat (c. 8 s. 115) örnek verilebilir.

6-Bu olayı da bir çok sünen ve senet sahipleri tahric ederler. Bunların arasında Kemz'ul Ummal (c. 7 s. 116.)

7-Bunu da Gazali aynı yerlerde zikreder.

8-Tabakat (c. 2 s. 51) ve Kenz'uI Ummal (c. 4 s. 55.)

9-Kenz'ul Ummal; c. 6 s. 392.

10-İbn-i sa'd (c. 2 s. 51) ve Kenz'ul Ummal (c. 4 s. 55.)

11- Tabakat daha önce adı geçen sayfada

12- İbn-i Ebi'1 Hadid'in (Nehc'ül- Belağa; c. 2 s. 561) şerhinde bulabilirsiniz.

13-Bu hadisi Hakim Sahih'i (Müstedrek; c. 3 s. 139) 'inde tahric etmiştir. Hatta demiş ki: Bu hadis doğrudur ama iki şeyh tahrlc etmemişlerdir. .. Başkalan da tahric eder.

14- Bu hadisleri, Ebu Ya'la, Abdullah b. Amr'a dayandırarak tahric ettiği gibi, Ebu Nuaym ve daha birçokları da tahric etmiştir. Ayrıca Tabarani, şöyle bir hadis tahric eder: "Taif savaşındaydılar, Peygamber (s.a.a) Ali ile bir tarafa çekilip uzun, uzun sırdaşlık yaptılar. Ayrıldıktan sonra Ebu Bekir Resulullah 'a (s.a.a): Ya Resulullah bu günlerde Ali'yle çok sırdaşlık yapıyorsunuz" der. Resul (s.a.a) şu cevabı verir: "O'nu ben sırdaş yapmadım, Allah yaptı. "Peygamber (s.a.a), çoğu zaman Ali ile bir tarafa çekilir sırdaşlık yaparlardı. Bir gün Ayşe içeri girip onları bu şekilde görünce Ali 'ye şöyle çıkışır: "Ya Ali! Biliyorsun ki, dokuz günde ancak bana bir gün düşüyor. Ey Ebu Talib'in oğlu! Beni günümle baş başa rahat bıraksan olmaz mı?" Peygamber'in (s.a.a) kızgınlıktan yüzü kızarır." Bu hadisi, Nehc 'ül Belağa, Hamidi şerhinde bulabilirsiniz (c. 2 s. 78)


MEKTUP 77         20 Sefer 1330

Muarıza Esnasında Ümmü Seleme'nin Hadisini Öne Almasının Sebebinden Bahsetmek

Allah selametinizi bağışlasın. Ümmü Seleme'nin hadisini, Ayşe'nin hadisinden önde tutmakla yetinmeyip bunu gerektirecek bahsi etmediğiniz gibi daha bir çok şeklin mevcut olduğunu iddia etmişsiniz. Bunlar çokta olsa, hepsini ifa etmekten çekinmeyin, Allah aşkına, çünkü davamız bahis ve ifade davasıdır. Vesselam.
(s)

243