MEKTUP 78         22 Sefer 1330

"Ümmü Seleme'nin hadisini daha tercihli kılan sebepler."


Ümmü Seleme Hatunun kalbi, Kur'an-ı Kerim'in nassıyla, kaymış gösterilmemiştir. Tövbe etmek için de, muhkem ayetlerle emredilmemiştir.( l ) Aynı zamanda Peygambere (s.a.a) karşı olduğuna dair hiç bir ayet inmediği gibi, Peygamber den sonra vasisine de hiç bir zaman başkalarıyla sırt sırta verip karşı koymamıştır.

Cenabı Allah onu, talakla ve icap ederse Peygambere zevce olarak kendisinden daha hayırlı biriyle değiştirmekle tehdit etmemiştir. Ve davranışı yüzünden ona, Hz.Nuh'un ve Hz.Lut'un karılarını örnek göstermemiştir. Ve Peygamber (s.a.a) minberinde hutbe okurken üç defa: "Fitne buradadır... Çünkü şeytanın ümmeti buradan çıkacaktır" diyerek onun evini göstermemiştir. (2)

Ve Peygamber (s.a.a) Kıbleye doğru namaz kılarken, oturduğu yerden ayağını Peygamber'in önüne uzatacak kadar, terbiyesi ona müsaade etmemiştir. Bunu yapan Ayşe ise, ona göz kırpıncaya dek, secde edeceği yerden ayağını çekmemiş hatta secdeden kalktıktan sonra tekrar ayağını uzatmıştır.(3)

Böyle idi işte... Ayrıca Ümmü Seleme, Halife Osman'ı herkesin önünde kötülemekle kalmayıp "Na'sel'i öldürün, Na'sel kafir oldu. "(4) (Na'sel, uzun sakallı Yahudi, ahmak bir ihtiyardı) Diyerek bağırıp çağırmadı... Ama kendisi Cenabı Allah, evinde oturmasını emrettiği halde, evini terk, edip, Asker (5) isimli genç bir deveye binerek, dağ, vadi dinlemeden, ta ki onun arkasından "Hav'eb" köpekleri havlayıncaya kadar ki, Resulullah (s.a.a) onu uyarmıştı (6) arkasına koca bir ordu katarak İmam Ali'ye (as) karşı savaşmaya koşmuştu.

"Peygamber göğsümün üzerinde vefat etti" hadisine gelince, bu da ancak onun benzeri hadislerine atfedilebilir. Örneğin demiştir ki: Peygamber (s.a.a), Mescidinde kalkan ve mızraklarıyla oynayan bir gurup Sudanlı görmüş, ona sen de

244

görmek ister misin? diye sormuş, "evet" deyince, diyor ki: "Yanağını yanağına değecek bir şekilde beni kaldırdı ve onlara: "Haydi, yallah... diye bağırmaya başladı. Yani hatun eğlensin diye onları oyuna teşvik ediyor- Ancak benim usandığımı hissedince bana sordu: Yeter mi? Evet dedim ve bana "hadi artık git öyleyse," dedi. (7)

Ya da isterseniz onu şu hadisine atfedebilirsiniz: "Bir gün Peygamber (s.a.a) benim evime girdiğinde yanımda iki cariyenin şarkı söylediklerini gördü. Hiç bir şey söylemeden gidip yatağına uzandı. Arkasından babam (Ebu Bekir) girip bu manzarayı görünce: Bu ne? Peygamber'in yanında şeytan zurnası mı? diye çıkıştı... Ama Peygamber (s.a.a) "Bırak söylesinler dedi." Ve hadisin devamı (8)

Veya şu hadisine atfedin: (9) "Peygamber bir gün benimle koşma yarışı yaptı, onu geçtim. Ancak uzun bir müddetten sonra (ben şişmanlamıştım) yine yarıştık, bu sefer beni geçti."

Veya şu hadisine: (10) "Önceleri bebeklerle oynardım, arkadaşlarım da bazen gelip benimle oynarlardı, bazen de Peygamber onları, benimle oynamaları için çağınr ve evime getirirdi." Hadis devam ediyor...

Veya (11) şu sözlerine: "Benim yedi tane faziletim vardır ki, Ümran kızı Meryem hariç hiç bir kadına nasip olmamıştır: Birincisi melek gökten benim suretimle indi, ikincisi: Peygamber benimle bakire olarak evlendi. Üçüncüsü: Onunla yorgan altında yattığım bir anda ona vahiy geldi. Dördüncüsü: Beni bütün karılarından daha çok severdi. Beşincisi: Benim hakkımda öyle ayetler indi ki, az kalsın ümmetin helakına sebep olacaklardı. Altıncısı: Benden başka hanımlardan hiç biri Cebrail'i görmedi, onu yalnız ben gördüm. Yedincisi: Evimde vefat etti, ve onun ölümüne benden ve melekten başka kimse şahit olmadı."(12)

Ve buna benzer kendisine has bir çok hadis...Ümmü Seleme ise. Peygamber efendimizin vasisine ve veli tayin ettiği velisine sadık kalması, faziletinin derecesini tayin etmeye yeterlidir. Ayrıca gayet akıllı, dindar ve isabetli görüşle-

245



re sahip olduğu herkesçe bilinirdi. Hudeybiye günü Peygambere (s.a.a) arz ettiği görüş, onun ne derece akıllı ve fikir sahibi olduğunu göstermişti. Allah'ın rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun. Vesselam. (ş)

DİPNOT

1- "Tahrim" suresinde Ayşe ve Hafsa'ya "Eğer kalpleriniz doğru yola yönelirse" hitabına işarettir.

2-Buhari Sahih'inde "Cihad ve Siyer" kitabının "Büyüt-ü Ezvac'in-Nebi", babında tahric eder. (c. 2 s. 503)'e bakın...

3- Sahih-i Buhari'nin "Namazda ne gibi ameller caizdir" babına bakın (c. 2 s. 143)

4- Halife Osman'ın aleyhinde başlattığı kötüleme faaliyetini, bütün hadis kitapları yazar. Bunların basında Taberi ve ibn-i Esir gelir. Zikrettikleri şu habere göre akrabalarından biri kendisine şiirle şöyle bir sitemde bulunuyor:
"Başlatmak da senden, değiştirmekte. Fırtına da senden, yağmur da senden, imamın öldürülmesini sen emrettin. Ve bize: Küfre düştü diyen de sensin.", isterseniz İbn-i Esir 'in "Kamil" kitabına (c. 3 s. 80) bakın.

5- Ayşe'nin Basra da bindiği devenin adı "Asker "di. Onu çok beğenmişti ama adinin "Asker" olduğunu anlayınca ürkmüş ve götürün bunu, istemiyorum demişti. Deveyi götürüp semerini ve diğer eşyalarını değiştirmişler. Ve sonra getirip kendisine "sana daha kuvvetlisini getirdik" diyence razı olmuş. Bu olayı da birçok haber ve siyer kitapları zikretmiştir.

6- Bu hadis de çok meşhurdur, ibn-i Hanbel, Müsned'inde... Hakim Müstedrek'inde ve daha niceleri zikreder.

7- Bu hadisin kendisinden eklenildiği sabittir, her iki şeyh Buhari ve Müslim, Sahihlerinde tahric etmişlerdir. Buhari, Sahih'inin (c. 1 s. 116) ve Müslim Sahih'inin (c. 1, s. 327) ve Ahmet Müsned'inin (c. 6 s. 57) sine bakın.

8- Buhari, Müslim ve ibn-i Hanbel, daha önce işaret ettiğimiz yerlerde tahric etmişlerdir.


9-
İmam Ahmed'in Ayşe'den tahric ettiklerinden (Müsned. c. 5 s. 39).

10- Yine Ahmed'in Ayşe'den tahric ettikleri hadislerden (Müsned, c. 6 s. 75).

11- İbn-i Şeybe tahric eder, aynı zamanda Kenzil'ul Ummal 'ın 1017. hadisidir.

12- Herkes tarafından ittifak edilmiştir ki, vefatında Hz. Ali hazır bulunmuştur. Hatta onun yanında hasta bakıcı gibiydi. "Benden ve melekten başka ölümüne kimse şahit olmadı, veya ölümünü takip edemedi" sözleri nasıl kabul edilir? Ali, Abbas, Fatıma Safıyye nerede idiler? Diğer zevceleri ve bütün Haşımoğulları nerede idi? Onun müstesna vücudunu hepsi de nasıl Ayşe ye mi bırakırlar?

Sonra bu bir gerçektir ki, zikrettiği yedi hasletten hiç birine, Meryem (a.s) sahip değildi. Onu kendisine benzetti? müstesna saymasının alemi nedir?

246



MEKTUP 79         23 Sefer 1330

İcma
, Sıddık'ın Hilafetini İspatlamıştır

Şayet aht ve vasiyet konusunda, bütün dedikleriniz vaki ise, Sıddık'ın hilafetini gerçekleştiren, ümmetin icması kesin bir hüccettir. Zira Peygamber (s.a.a) demiştir ki: "Benim ümmetim hata (yanlış) olan bir iş için içtima yapmaz. "(toplanıp karar
vermez). " ve demiştir ki, (s.a.a): "Dalalet Uzerine içtima olmaz" ne dersiniz? Vesselam. (s)

247



MEKTUP 80            25 Sefer 1330

İ
CMA YOKTUR


Diyoruz ki: Peygamber'in (s.a.a) benim ümmetim hatalı bir davranış veya dalalet üzerinde hemfikir olarak birlik olmaz" dediğine göre üzerinde istişare ederek, birleşip karar verdikleri dava ne olursa olsun, hata ve dalaletten uzak olduğunu gösterir. Bu bazı sünenlerin ilk bakışta arz ettiği bir görünümdür. Fakat ümmetin bir kısım neferleri kalkıp ona karşı çıkmışsa, onun doğru olduğuna hiç bir delil bulunmaz... Zira "Sakife" biati istişareyle tahakkuk etmemiştir.

Onun gerçekleşmesini temin eden ikinci halife ile Ebu Ubeyde ve onlara yardımcı olan birkaç kişi. Bunlara o günlerin olayları da yardım ettiğinden bir sürpriz teşkil eden bu anlaşmalarının aniden diğer söz sahibi kimselerin önüne getirdiler ve istediklerini bu şekilde elde ettiler.

Oysa bizzat Ebu Bekir hilafetinin ilk günlerinde, milletten özür dileyerek demiştir ki: "Bana biat etme olayı, oldu bittiden ibaretti, Allah onun şerrinden korudu. Ben fitneden korkmuştum." (1)

Ayrıca Ömer Cuma günü Peygamber'in minberinden hutbe okurken, aynı şeyi söylemiş ve bu sözleri her tarafa uçuşmuştu. (2) Bu hadisi Buhari de tahric etmiş, işte size şahit olacak yerinin tam metni. Der ki Ömer bu hutbesinde: Duydum ki sizden bazıları: "Vallahi Ömer ölürse, filana biat ederim" diyormuş. Sakın kimse aldanıp da: Ebu Bekir'in biatı, "Felte" Emrivaki idi demesin. Evet Felte idi ama Allah Müslümanları onun şerrinden korudu. Ve daha sonra şöyle der: Bizi bilenler iyi bilir ki, Peygamber (s.a.a) vefat ettiği zaman, Ensar bize muhalif oldu. Ali ve Zübeyr de cemaatleri ile muhalefette bulundular. Hutbesinin sonunda da, Sakife'de cereyan eden münazaraya ve fikir ayrılığına işaret eder ve Ebu Bekir'e bu ortamda biat eliğini söyler.

Malum olan şudur ki, Nübüvvet evinin ehlinden hiç kimse biatte hazır bulunmamıştır. Hepsi Ali'nin evinde kalmayı tercih etmişlerdi. Onlarla birlikte, Selman, Ebuzer, Mikdad, Ammar, Zübeyr, Huzeyme b. Sibt, Ubeyy b. Ka'b, Berra b. Azib, Halid b. Sait, İbn-i As ve emsalleri vardı. Bütün bu belirli şahıslar ki aralarında Hz. Muhammed'in Al-i de bulunduğu halde, biat etmediklerine göre nasıl içtima (icma) sağlanmış oluyor? "Hani Mu- hammed (s.a.a) Al-i, ümmet vücudunun başı, yüzündeki gözleri idi... Allah'ın kitabinin eşi, "Necat Gemisi" onlar değil miydi? (3)

Ali'nin biate yanaşmadığını, Buhari ve Müslim Sahih'lerinde (4) beyan ettikleri gibi, onlardan başka birçok belirli sünen sahipleri de biat etmediğini, hatta hanımı Fatıma hatun vefat edinceye kadar, bu işi yapanlarla barışmadığını ispat etmişlerdir. Bu da altı aylık bir zamandır ki, bu müddet zarfında durum çok değişmiş ve İslamiyet'in genel menfaati açısından barışmaya kendini mecbur görmüştür. Ayşe, kendisine isnat edilen bir hadiste şu açıklamada bulunuyor:

"Fatıma, ölünceye kadar Ebu Bekir'le konuşmadı.! Ali de onlarla barıştığı zaman onları zorbalıkla suçladı."

Bu hadiste, barıştığında Ebu Bekir'e hitaben söylediği şu iki beyit ne kadar beliğ:

"Eğer akrabalıkla hasımlarıma galebe çaldım diyorsan, Peygamber'e (s.a.a) senden daha yakın olanlar var. Yok eğer meşveretle onların idaresine malik oldu isen, meşveret sahipleri hazır değilse, bu nasıl mümkün olabilir?"

"
Abbas da Ebu Bekir'e karşı ihticacını şöyle dile getirmişti: Eğer bu hakkı, Resulullah'a yakınlığın ile istediysen, bize ait olan hakkı almış oldun. Yok müminlerin namına ise, biz onların başında geliriz. Yok şayet bu rivayet insana müminlerin rızasıyla verilmesi gerekiyorsa ve biz buna kerahet duyuyorsak bunun gereği nereden kaynaklanıyor?"


249



Peygamber'in (s.a.a) amcasından ve hem amcasının oğlu, hem vasisi olan Hz. Ali'den, hatta bütün Ehl-i Beyt'i ve akrabalarından, bu açıklamalar yapıldıktan sonra, ittifak ve birlik bunun neresinde oluyor. Vesselam. (ş)


DİPNOT

1-Cevheri, "Sakife" kitabında tahric ettiği gibi, İbn-i Ebi'l Hadid de Nehc'ul Belağa şerhinde nakleder, (c. 1, s. 132)

2-Buhan Sahihi'nin "Hudud" kitabı, "Zinadan Hamile Olan Recm' babına bakın hutbeyi olduğu gibi görürsünüz, (c. 4 s. 119) Ayrıca Sünen ve haber sahiplerinin çoğu tahric ederler, örneğin Taberi tarihinin 11. yılın hadisleri kısmında tahric ettiği gibi, İbn-i Ebi'1 Hadid de nakleder. (Nehc'ul Belağa şerhi, c. 1,s. 122)

3- (Mektup 6) ve ardından gelenlerin (Mektup 12) ye kadar üzerinde durun. Ehl-i Beytin rütbesini daha iyi anlarsınız.

4-Buhan Sahihi, Hayber Gazvesi babına bakın. (c. 3 s. 39) Ayrıca Müslim Sahihi'nin Peygamber'in (s.a.a): "Biz peygamberler miras bırakmayız, terk ettiklerimiz umumiyetle sadakadır" dediği babına da bakabilirsiniz, (c. 2 s. 72)


MEKTUP 81      28 Sefer 1330


Niza Sona Erdikten Sonra İttifakın Akdedilmesi

Ehl-i Sünnet, biatin meşveret yoluyla sağlanmadığını inkar etmezler, buna karşı oldu bittiye getirilerek elde edildiğini teslim ederler. Hatta Ensar'in muhalefetine ve Sa'd'a katılmalarına, aynı zamanda Haşim oğullarının muhalefeti ve Muhacirlerden onları destekleyenler de Hz.Ali'ye (as) sığınmalarına şaşmazlar . Fakat onlara göre neticede hilafet meselesi Ebu Bekir'i herkesin kabul etmesiyle hallolmuş ve ortada ilmi tartışma namına bir şey kalmamıştır. Herkes ona sırda ve aleniyette yardımcı olmuş, savaşta ve barışta yanında olmuştur. Böylece ittifak sağlanmış ve hilafet akdi tahakkuk etmiştir. "Dağınıklıktan sonra toplanmalarına, nefretten sonra yakınlaşmalarına"
Allah'a hamd ve şükürler olsun. Vesselam. (s)



MEKTUP 82        30 Sefer 1330

İ
ttifak Akdedilmemiş, Niza Da Sona Ermemiştir

Herkesin Ebu Bekir'e sonradan muvafakatte bulunup yardımcı olması meselesi başka, bir şey olup onun hilafeti üzerine anlaşmak meselesinin sıhhati başka. Bu ikisi, aklen ve şer'en birbirlerinden ayrı şeylerdir. Hz. Ali, Masum çocukları ve torunlarının, İslamiyet'te sulta sahiplerine nasıl yardımcı olunacağı hususunda malum bir görüşleri vardır. Söylediklerinize cevap olsun diye size onu zikredeceğim, onun özü şudur: Onların görüşle

251



rine göre, İslam ümmeti, kendisini bir bayrak altında toplayacak bir devleti olmadan, şeref ve izzet sahibi olmaz. O devlet mutlaka onun açıklarını kapatacak, düşman baskınına karşı zayıf cihetlerini koruyacak, kısacası onun bütün işlerini takip edecek. Ve bu devlet, elbette kendisine canlarıyla ve mallarıyla yardımcı olacak halk ve kamu olmazsa ayakta duramaz. Eğer devletin meşru sahibinin eline düşmesi mümkün olursa ki, Peygamberin (s.a.a) hakiki vekili odur. Tayin edilmesi gereken zaten ondan başkası değildir.

Yok buna imkan olmaz ve Müslümanların başına başka biri gelirse, İslam'ın izzeti, himaye ve muhafazasını temin etmek için,
ona yardımcı olmak yine ümmete vaciptir. Zira İslam'ın bölünmesine neden olmak hiçbir şekilde caiz değildir. Hatta o başa gelen, solgun bir köle bile olsa ona hakkıyla bir halife muamelesi yapmak gerekir. Ona arazi vergisini, davar zekatını ödediği gibi hakiki halifeye karşı ne kadar mükellefiyetler varsa hepsini çekinmeden yerine getirir. Hz. Ali ve oğullarıyla torunlarından gelen pak imamların mezhebi budur. Bunu daha önce ,Peygamber de açıklarken şöyle demişti: (1) "Benden sonra başınıza gelecek bazı kimselerden size çok yabancı gelecek davranışlara şahit olacaksınız" Ona sorarlar: "Peki bizden o günde yaşayıp, o davranışları görenlere ne tavsiye edersin Ya Resulullah ?" der ki (s.a.a): "Üzerinize düşen hakkı yerine getirmenizi, size ait olanı da Allah'tan dilemenizi." (831) Buna istinaden Ebu Zer-i Gaffari (r.a) şöyle derdi: (2) "Bana Habibim Resulullah (s.a.a) söz dinleyip itaat etmemi tavsiye etti. İsterse amirin solgun bir köle olsun."

Selerne el-Cu'fı (3) soruyor: Ya Nebiyellah! Eğer başımıza, haklarını bizden isteyip hakkımızı men eden amirler gelirse, ne yapmamızı emredersin?" Der ki (s.a.a): "Siz, size düşen ne ise ondan sorumlusunuz, onlar da kendilerine düşenden sorumludur "."
Ve Huzeyfe b. el-Yeman'in hadisinde diyor ki (s.a.a): "Benden sonra, benim yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimi takip etmeyen imamlar türeyecek, onlardan başa geçecek bazıları var ki, vücutları insan vücudu, kalpleri ise şeytan kalbidir. "

Huzeyfe (r .a) soruyor: Onların zamanına kadar yaşarsam, nasıl davranayım ya Resulullah? Peygamber (s.a.a) şu tavsiyede bulunuyor: "Söz dinleyip itaat edeceksin hatta sırtına vurup malımı alsalar bile. "Ve hadisler bilhassa Ehl-i Beyt yolundan bu hususta mütevatirdir. Onun için bağırlarına taş basarak sabrettiler. Bu mukaddes ve benzeri emirlere riayet etmek için. Bilhassa Peygamber'in (s.a.a), ümmetin selameti ve devletin sultası için her türlü eziyete tahammül etme tavsiyesine uyarak, baştakileri hep doğruyu yapmaya ve hakikati görmeye doğru yöneltmeye çalışmayı vazife edinmişlerdir. Kaldı ki onlar kendilerine ait olan makamı işgal etmiş ve kendilerini her türlü acıya maruz bırakmışlardır. Buna rağmen sırf vermiş oldukları vaadi, akdettikleri ahdi yerine getirmek ve vacip olana şer'i ve akli yönden uymak ve daha mühim olanı, mühim olana tercih etmek için onlara yardımcı olmaktan geri kalmamışlardır. Bunun içindir ki, Emir- El Müminin Hz. Ali, her üç halifeye de nasihatinin en halisini esirgememiş, onlarla meşveret ederek içtihatta bulunmuşlardır. Onun, hayatını takip eden herkes bilir ki, hilafetteki hakkından ümidini kestikten sonra kendiliğinden mütareke yoluna girip, emir sahipleri ile barışmayı yeğ tutmuştur. Kendine tavsiye edilen tahtı, hep onların avucun da olduğunu görmüş, buna rağmen ne onlarla savaşınış, ne de onlarla kakışmıştır.

Aynı zamanda kendisini iki musibet arasında bulmuştur; bir tarafta hilafet, ahitleriyle naslarıyla, yüreği kanatan acıklı bir sesle ona sesleniyor, diğer tarafta, fitneyi körüklemeye hazırlanan münafıklar, Arapların dönmesine neden olması onu endişelendiriyordu. Zira Medine'de hala nifak sokmaya alışmış, münafıklar mevcut olduğu gibi, şehrin etrafındaki yörelerde de bir sürü münafık Araplar vardı. O Araplar ki, o kadar nifak ve küfür ehli idiler ki Kur'an-ı Kerim onlan bir kaç ayetle tarif etmiş ve ehli imana, onları tanıtmalarını tembih etmiştir. Nitekim Peygamber'in (s.a.a) vefatından hemen sonra bir çoğunun baş kaldırıp dönmeye hazırlandığı görülmüştür. Hatta İslam'ı ortadan kaldırma hazırlığını tasarlayan Müseylime el-Kezzab, Tulayha b. Hüveylid ve Secah bint-i el Haris gibi bazı yalancı peygamberler bile türemeye başlamıştır. Ayrıca Rum ve Fars hükumdarları da Peygamber'in (s.a.a) vefatını fırsat sayıp, İslam ve müslümanlara karşı besledikleri kin ve nefretlerini artık gizlemeye lüzum kalmadığına kanaat getirmiş ve İslamiyet'i temelinden yıkma teşebbüsüne girişmişlerdir. Yalnız onlar değil. Onlardan başka daha nice unsurlar Peygamber'in (s.a.a) ruhu Refık-i Ala'ya yükseldikten sonra islam aleminde karışıklık olacağını ve bu karışıklığın kendileri için büyük bir fırsat sayılacağına inanıyor ve bu fırsatı değerlendirmeye hazırlanıyorlardı. İşte Hz. Ali bu iki tehlike arasında kalmış ve hilafet hakkını İslam'ın yaşaması uğruna bir kurban gibi feda etmekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı. Zaten onun gibi birinin böyle yapması doğaldı. Böyle yapmıştır ve niza bitmiş, ortalık durulmuş ve Ebu Bekir'le arasındaki ihtilaf kalkmıştır. Dinin korunması ve İslam'ın birliği için sabretmesi lazımdı, sabreder. Hem bütün Ehl-i Beyt'i ve Muhacir ve Ensardan kendisine tabi olanlarla beraber. Evet sabretmiştir. Gözündeki çöpe, boğazındaki kılçığa rağmen.

Fakat Ensar'ın efendisi Sa'd b. Übade, hiç bir zaman iki halife ile barışmamış ve ne bir Cumada, ne de bir bayramda onlarla buluşmamıştır. Hatta onların dediğini demez, emir ve yasaklarını zerre kadar dinlemezdi. Nihayet ikinci halife devrinde, "havran" denilen bir vadiden geçerken bir suikastle öldürülürse de onu cinler öldürdü derler. Sakife günü ve ondan sonraki günlerde bir çok sözleri vardır, burada zikretmeye lüzum görmüyoruz.(4)


Yine Onun Ensar'dan olan, (Hubab b. Munzir ve benzeri) arkadaşları ise, zora ve kuvvete teslim olmaya mecbur kalmışlardır. Hiç, kılıçtan ve ateşle yakılmaktan korkup (5) biat etmek inanca atfedilir mi? Ve Peygamber'in (s.a.a)"Benim Ümmetim hata üzerine birleşmez" sözüne tasdik ve şahit olacak mahiyette midir? Bunun fetvasını siz verin ve ecri size ait olsun. Vesselam . (ş)

DİPNOT
1- Müslim Sahihi (c. 2 s. 118) ve daha bir çok sihah ve sünenler.
2- Maslim Sahihi'nde tahric ettiği gibi bir çok sihah ve sünenlerde mevcuttur.
3- Müslim ve başkaları Seleme'den tahric etmişlerdir.
4- Sa'd b. Ubade'nin künyesi Ebu Sabittir. Akabe biati ehlinden olup Bedir Vakası ve başka vakalarda Peygamber'in yanında bulunmuştur. Ayrıca Hazreç kabilesinin efendisi ve nakibi idi. Ensar'ın reisi ve en cömerti idi. Bahsini ettiğimiz sözleri siyer ve haber kitaplarında taşkın vaziyettedir. Bunlardan İbn-i Kuteybe'nin el İmame ves Siyase Tabarani'nin, Tarih 'i İbn-i Esir'in Kamil'i ve Cevheri'nin "Sakife" kitabı sizi tatmin etmeye yeterlidir.
5- Hz.Ali'yi evini yakmakla tehdit etmeleri kesin olarak sabittir. Sizi tatmin etmeğe şu kaynaklar yeterlidir: İbn Kuteybe el İmame ves Siyase, Taberi, Tarih, İbn-i Abdurabbih el İkd'ul Ferid, Cevheri "Sakife" kitabı, Nehc'ül Belağa şerhi İbn-i Ebi'l Hadid, Muruc'uz Zeheb el Mesudi, Şehristani, el Milel ven Nihel. Bu olay o kadar meşhur ki, "Nil Şairi" lakabıyla tanınmış Hafız İbrahim 'in "Ömeriye" kasidesiyle ne güzel dile getirilmiş. "Ömer'in Aliye söylemiş olduğu bir söz var ki onu işiten de söyleyen de ne mükerrem ve muazzamdır: Sana acımadan evini yakanm, eğer biat etmezsen, evinin dahilinde Hz.Mustafa'nın kızı olsa dahi. Bu sözü Ömer'den Başka kimse söyleyemezdi elbet. Arapların hamisi ve cengaveri önünde. "İmama karşı muameleleri budur işte. Bizce o fikrini açıklamadan önce yapılan biat icma ile yapılmamıştır dolaysısıyla da hüccet sayılmaz. Şu halde mahiyeti bundan ibaret olan icmanızla bizim aleyhimize nasıl ihticaca kalkarsınız ey insaf sahipleri?

255

MEKTUP 83       2 Rebi'ül evvel 1330

Bu Nassın Sübutu İle Sahabelerin Doğruluğunu Badaştırmanın İmkanı Var mı?

Aklı başında herkes, sahabeleri Peygambere (s.a.a) muhalefet etmekten tenzih eder. Ve onun emir ve yasaklarına taabbüt etmekten başka bir şey yapacaklarını caiz görmez. İmamın üzerine konan bu nassı duyup da onu üç kere terk etmeleri mümkün değil. Duydukları halde onu terk etmeleri, onların doğru davranmış olduklarını kabul etmek mümkün mü? Bunların ikisini birbiriyle bağdaştırabileceğinizi tahmin etmiyorum. Vesselam. (s)
.

Mektup 84       5 Rebi'ül Evvel 1330

1- Nassın sübutu ile onların doğru davrandıklarına dair inanışları bağdaştnınak.
2- İmamın hakkından vazgeçmeye razı olmasının sebebi.

1- Sahabelerin çoğunun, davranış ve inançlarından anladığımıza göre naslarla, sadece o naslar din ve ahiretle ilgili ise taabbüt ederlerdi. Örneğin Peygamber'in (s.a.a) yalnız Ramazan'ında oruç tutulacağına, günlük namaz rekatların kaç ve nasıl yerine getirileceğine, Kabe'nin etrafında nasıl tavaf edileceğine ve
buna benzer koyduğu naslar gibi. Fakat siyaset, imaret ve devlet işleriyle alakalı olan meselelerle taabbüt etmeye ve Peymberin izinden gitmeye kendilerini zorunlu görmüyorlardı.

Böylece kendi fikirlerini ve görüşlerini yürütmek için bir meydan bulmuş ve bu yolda içtihada koyulmuşlardır.
Bu yolda, şahıslarına bir yükseklik, saltanatlarına bir menfaat söz konusu olduğu zaman, Peygambere muhalifte olsa yapmaktan geri kalmazlardı. Kim bilir belki böylece Peygamberin rızasını kazanacaklarını zannederlerdi. Nitekim Arapların Hz.Ali'ye itaat etmeyeceğine kanaat getirmişlerdi. Zira Hz. Ali onların çoğunun hak yolunda atalarını öldürmüştü. Allah'ın kelimesini yüceltmek için onlardan çok kan akıtmıştı. Onun için ona konan nassa ancak zor ve kuvvetle itaat edeceklerdi. Çünkü Araplar adet olarak kan davasında her zaman aşiretin büyüğünü sorumlu tutarlar. Peygamberden sonra da, onun aşireti olan Haşimi'lerin en büyüğü ve ileri geleni elbette ki Hz. Ali idi. Onun için Arapların ona ve onun zürriyetine büyük kini vardı. Her fırsatta onlardan intikam almayı akıllarından çıkarmamışlar.

Ayrıca Araplar, bilhassa Kureyş Hz. Ali'yi Allah'ın düşmanlarına, ve haksızlara karşı çok sert olduğundan dolayı hoşlanmazlar, hatta bu huyundan dolayı ondan nefret ederlerdi. Onun her zaman iyiliği emredip kötülükten uzak durmayı tavsiye etmesinden korkarlardı. Ve halk arasında her davada, adalet ve eşitlikten şaşmamasından çekinirlerdi. Zira hiç kimse ondan ne hatır için bir iş yaptırmak, ne onunla herhangi bir menfaat için pazarlık yapabileceğini bekleyebilirdi. Onun yanında bir şahıs ne kadar kuvvetli olursa olsun, herkesin hakkını ondan almadığı müddetçe zayıf ve zelildir. Yine bir şahıs zayıf ve zelil de olsa, ona hakkını temin edemediği müddetçe aziz ve kuvvetlidir. Araplar onun gibisine hiç itaat etmek isterler mi? O Araplar ki bir kısmı "Küfür ve nifakta herkesten fazla şiddetlidirler. Ve onlar Allah'ın, Resulüne indirdiği hükümlerin sınırını bilmemeye daha layıktırlar." "Ve Medine halkından bir takım münafıklar vardır ki, onlar nifak yapmaya alışmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz." Kur'an-ı Kerim'in böyle tarif ettiği Araplar. Aynı zamanda Kureyş ve bütün Araplar Hz. Ali'yi Cenabı Allah'ın kendisine bahşettiği faziletlerden dolayı kıskanırlardı. Zira o ilim ve amelde, Allah'ın, Resulünün ve sağ duyulu akıl sahiplerinin yanında, öyle bir mertebeye varmıştı ki bütün akran- 257