www.EhlibeytKutuphanesi.com  |  www.IslamKutuphanesi.com

İçindekiler

 

 

                                   NASLARA KARŞI İÇTİHAD MUSİBETİ


      Araştırmalarımın sonunda bu sonuca vardım ki, İslam ümmetinin başına gelen belaların hepsi, sahabenin sarih ve kat'i hükümlerin karşısında içtihad etmelerinden kaynaklanmıştır. Bu yüzden Allah'ın koyduğu sınırlar aşılmış, Resulullah'ın sünneti ortadan kaldırılmıştır. Sahabeden sonra gelen alim ve mezhep imamları hep aynı tavrı sürdürmüşlerdir. Hatta bazen Resulullah(s.a.v.)dan gelen sarih ve kat'i sünnet ortadayken sırf sahabenin birinin tavrına uymadığı' için onu reddetmişlerdir. Bazen nass olan Allah'ın ayetlerini bile aynı gerekçeyle bir kenara bırakmışlardır. Mesela önceden de işaret ettiğimiz gibi, Allah'ın kitabında ve Resulullah'ın sünnetinde teyemmümle ilgili sarih ve kat'i hükmün olmasına rağmen kendi yanlarından içtihad ederek su bulunmadığından esasen namazın terkedilebileceğine hükmetmişler.
 
        Abdullah İbn'i Ömer'in bu husustaki içtihadında istinad ettiği gerekçeyi önceki bölümde zikretmiş bulunnıaktayız.

        Resulullah'ın vefatından sonra Kur'an'ı Kerimi'in sarih hükmünün karşısında içtihad kapısını ilk olarak ikinci halife açtı, ve zekat'ın masraf olunan yerlerinden biri olan "Mueııefe'tul'kulub"unl paylarını vermeyerek "Anık sizlere ihtiyacımız yoktur". dedi

        Ama onun Resuluılah (s.a.v.)ın sarih hadislerinin karşısındaki içtihadları ise haddinden fazladır. O, hatta Resuluılah (s.a.v.)ın hayatta olduğu dönemde bile kendi içtihadlarıyla Resuluılah (s.a.v.)la muhalefete kalkışıyordu. Mesela Hudeybiye anlaşmasına muhalefet eımesi veya


----------------

1- Gönülleri müslümanlıkla uzlaşlırılmak istenen kişiler. (mütercim)

233



        Resulullah'ın vasiyetini yazmasını men'etmesi ve "bize Allah'ın kitabı yeterlidir" demesi gibi. Örneğin Ömer'le ResuluIlah (s.a.v)ın arasında cereyan eden şu hadise onun Resulullah'a karşı nasıl tavır aldığını iyice göstermektedir; öyle ki, Ömer ResuluIlah (s.a.v.) ile muhalefet, münakaşa ve mücadele etmeyi normal bir şey görüyordu.

       Resulullah Ebu Hureyre'yi göndererek buyurdu ki :"Can'ı gönülden Lailahe mallah diye şehadet getiren her kesle karşılaşınca onu cennetle müjdele". Ebu Hureyre bu müjdeyi ulaştırmak istiyordu yolda Ömer'le karşılaştı; Ömer böyle bir sözün (müjdenin) söylenmesine şiddetle karşı çıktı ve onu vurarak sırt üste yere serdi.

        Ebu Hureyre ağlayarak ResuluIlah (s.a.v.)m yanına geldi ve Ömer'in ona yaptığı işi Resuluılah (s.a.v.) a anlatı. Bunun üzerine Rcsuluılah Ömer'e, "böyle yapmana ne sebep oldu? dedi. Ömer; acaba scn mi onu gönderdin ki can'ı gönülden "la ilahe illallah" diyeni cennetle müjdclesin? diye sordu. Rcsulullah, "cvct" dcdi. Ömer dedi ki; bu işleri yapma, çünkü korkuyorum ki o zaman halk yalnız "lailaheillallah" demekle yetinsinler!.

        Diğer yandan da oğlu Abdullah da, halkın haddinden fazla teyemmüme ihtimam göstermelerinden korktuğu için su bulunmadığında namaz kılmamaya hüküm veriyordu. Keşke bunlar, sarih hüküm ve nasları kendi akıtlarına göre değiştirerek şeriatın ortadan kalkmasına, ümmetin çeşitli mezhebi ihtilal' ve tefrikalara düşmesine ve çeşitli düşman
---------------------------

1- Sire'i İbni Cevz'in Ömer'in siresi isimli kitabı, s.38
Şerh'i ibn-i Ebil Hadid, c.3, s.108.116
Feth'ul bari, c.1, s.184


fırkalara bölünmesine sebep olan "nassa karşı içtihad etme" şivesini icat etmeseydiler.

        Ömer'in Resullulah'a karşı tutum ve davranışlarından şu sonuca varıyoruz ki, o, asla Resulullah'm masum olduğuna inanmıyordu; onu bazen hata yapan ve bazen doğruya isabet eden birisi olarak görüyodu.

        Ehl-i sünnet alimlerinin de "ResuluIlah (s.a. v) yalnız Kur'an'ın tebliğinde masumdur, diğer şeylerde normal insandan bir farkı yoktur; onlar gibi hata bile yapabilir" demeleri Ömer'in bu tavrından kaynaklanıyor.

        Bu yüzden ehl-i sünnet alimleri Resulullah'ın her davranışında masum olmadığına, Ömer'in çoğu yerde Resulullah'm görüşlerinı düzelttiğini delilolarak gösteriyorlar.

        Bazı cahillerin naklettiklerine göre Resullulah (s.a.v) (neuzu billah) kendi evinde uzanarak şey tan ın kaval, kadınların da davul çalmasını dinlemiş ve şeytanın kadınların içinde oynayarak şaka yapmasına seyrederek bir şey söylememiş ama Ömer içeriye girer-girmez şeytan firar edip kadınlar da davulları eteklerinin altına gizletmişler. ve Peygamber (s.a.v.) Ömer'e, "şeytan senin bir yoldan gittiği ni görse yolunu değiştirir başka bir yoldan gider". buyurmuştur".
 
       Eğer yukarıda nakledilenleri doğru hadis olarak kabul edecek olursak, Ömer İbn'i Hattab'ın dinde kendisinden fetva vermesinin ve Resullulah (s.a.v) a muhalefete kalkışmasının bir garabeti ve ilginç bir yanı kalmaz.

        Ömer'in başında olduğu bir grup sahabe nassın varolduğu yerlerde bile yine kendi re'yiyle içtihat etme fikri etrafında toplanmışlardı ve aynı hedefi takibediyorlardı. Resuluılah (s.a.v.)ın vasiyetnamesinin yazılmasına engelolma musibetinde görüldüğü gibi bunlar apaçık nassm karşısında Ömer'in re'yini destekleyerek sözkonusu vasiyetnamenin yazılmasına engel

235



oldular.

        Bütün bunlardan, bu kimselerin evvelden, Resulullah'ın Gadir-i Hum'da Hz. Ali'yi kendisinden sonra halife olarak tayin etmesini kabul etmedikleri ve alenen onu reddetmek için uygun bir fırsatın peşinde olduklan anlaşılıyor. Resulullah'ın vefatı böyle bir fırsatı onlara vermiş ve onlar Sakife'de toplanarak Ebubekir'i halife seçmişlerdir. Yani sakife toplantısı ve Ebubekir'in halife olarak seçilmesi, nassa karşı içtihadı caiz bilen tavırların bir neticesi olarak tahakkuk etmiştir. Durumlar biraz yatışınca yani halk Hz, Ali'nin hilafetine dair naslann ihlal edilmesine alıştıktan sonra bu defa her şeyde içtihad etmeğe başladılar; hatta Allah'ın kitabına el uzattılar ve onun hükümlerini askıya almaya hatta değiştirmeğe başladılar,

        Bu yüzden Ali (a.s.)nin hilafetten uzaklaşurılmasından sonra hemen Hz. Fatime ile ilgili musibeti meydana getirdiler ve ondan sonra zekat vermeyenleri öldürme hadisesini ortaya çıkardılar; bunların hepsi sarih ve kafi hükmün karşısında içtihad etmekten kaynaklanmıştır. Ömer'in halife olması da hiç şüphesiz bu tür bir içtihad neticesinde gerçekleşmiştir. Çünkü Ebubekir kendi hilafetinin doğru olduğuna dair delil olarak getirdiği şuraya başvurma ilkesini Ömer'i halife yaplığında bir kenara bıraktı ve kendi içtihadi üzerine Ömer'i halife olarak seçti. Ömer ise daha da ileri gidip müslümanların hakimiyetini ele aldığında Allah ve Resulunun haram ettiği bazı şeyleri geçici veya daimi olarak helal etti ve Allah ve Resulunun helal (1)
-------------------

1- Örneğin üç talakın bir defada doğru olmasını kabul etmesi gibi, Sahih'i Müslim, üç talak babı) ve ibn-i Davud'un Sünen'i, c.1, s.344)

236

ettiği bazı şeyleri yasakladı. (1)

        Sıra Osman'a gelince o içtihad konusunda daha da ileri gitti ve öyle ki naslara karşı yaptığı içtihadlar, müslümanların siyasi ve dini yasayışını kökünden etkiledi. Müslümanlar bu gidişi önlemek için onun aleyhine kıyam ettiler ve o, bu içtihad neticesinde kendi canından bile oldu.

        İmam Ali (A.S.) hükümeti ele aldığında, halkı Kur'an'ın hükümlerine ve Resulullah'ın koyduğu sünnete döndürmekteki azmi yüzünden çok zorluklar çekti; Hz. Ali dine katılan bid'atları çıkarmak için çok çalıştı. Ama bazıları "Ömer'in sünneti elden gidiyor" diyerek Hz. Ali'ye karşı çıktılar ve nerdeyse ben yakin ediyorum ki imam Ali ile savaşıp ona muhalefet edenlerin hepsi, Hz. Ali'nin onları doğru yola dönmeye davet ettiği, sarih ve kat'i hükümlere boyun eğmeye zorladığı ve dine giren batıl inançları ve bid'atları çıkardıği içindi.

        Oysa halk; özellikle dünya ve nefislerine uyan kimseler ise çeyrek asır boyunca o bid'at ve batıl inançları adet etmişlerdi. Allahın malını, ganimet ve kullarını kö!c bilip, altın ve gümüş toplayıp, mustaz'ac müslümanları, İslamın onlara
wnıdığı normal tabi haklarından bile mahrum bırakmaya alışmışlardı.

        Bu yüzden görüyoruz ki sonraki asırlarda gelen mustekbirler, bu gibi içtihadlara daha çok bağlı idiler; (;ünkü bu gibi içtihatlar, onları hedeflerine ulaştırıyordu; ama Allah'ın hükümlerine riayet etmek yollarını kapatıp hctkfkrine ulaşmalarına engeloluyordu. Bu tür içtihadların her zaman ve her yerde hatta mustaıaflar arasında da taraftarıları vardır.
------------------

1- Hac ve kadınların mut'asını haram ettiği gibi, Sahih'i Müslim, Hac kitabı. Sahih'i Buhari, Hac kitabı, Temettu babı.

237



Çünkü bu tip içtihatlar nefsi isteklere daha uygun, zorluğu zahiren daha azdır. Oysa Allah'ın hükümleri, bağlayıcı olduklarından dolayı, kişiler için tahammülü daha ağır ve daha zordur.

        Siyasetçiler, ilahi' hükümlerle yönetilmeye "Teokrasi" ve ona karşılık halkın isteğiyle yönetilmeye "Demokrasi" diyorlar. Eğer bu tabirieri kullanacak olursak, Resulullah'ın vefatından sonra Sakife'de toplanıp halife seçenler, Kur'an'ın hükümlerine dayalı olan Teokratik nizarnı yıkıp yerine halkın isteği üzerinedemokratik bir devlet kurmuşlardır. Elbette bu işi gerçekleştiren sahabiler, Arapça olmayan demokrasi kelimesi yerine "şura" kelimesini seçmişlerdir.1

        Bu nizamda, halkın kendisi önderliğe layık bildiği şahsı önder olarak seçer.

        Hilafete dair nassın olduğunu kabul etmeyenler, günümüzde genelde demokrasi taraftarıdırlar ve iftiharla "bu nizamı her kesten önce islam ortaya koymuştur." diyorlar Bunların çoğu bugünkü batı rejimlerini benimsernektedider. Balı devletleri de onları methetmekte ve onları ileri görüşlü

---------

1. Gerçekte ise Sakife'de Ebubekr'in halife oluşu, sçim ve meşveretle de olmamıştır. Çünkü ehl-i hal ve akd diye bilinen seçme hakkına sahip sahabilerden çoğu orada hazır değildiler. Nasıl ki bu hususu, Ali (a.s.)ın Ebubekr'e hitab ederek söylediği nakledilen şu, şiirde açıklamaktadır:

                   
«Ey Ebubekr; şevr-u meşveretle onların işlerine el geçirdinse, bu iş nasıl olur; çünkü meşveret ve ye'y sahiplerden çoğu orada bulunmuyorlardı. ve eğer Peygamber'e yakın olmakla oradakilere hüccet getirdinse, senden Peygamber'e daha evla, daha yakın olanlar var idi.»

238

müslümanlar olarak tanıtmaktadır.

        Ama şiiler Teokrasi yani ilahi' hakimiyet taraftarıdırlar; Allah' ve Resulunun sarih ve kafi hükümleri karşısında içtihad etmeği kesinlikle kabul etmezler. Bunlar şurayla yönetilen düzenle, ilahi' hakimiyet arasında fark koyarlar. Şia'nın nazarında şer'i bir nassın olduğu yerde şuranın hiç bir geçerliliği yoktur. İçtihad ve şura, şer'i bir nassın olmadığı yerlerde ancak sözkonusu olabilir.

        Nasıl ki Allah-u Teala Resu'lunu kendisi seçti, sonra ona emretti ki (iş hususunda onlarla danışl.) Ama halkın önderliği ile ilgili meselelerde halka danışmanın bir yeri yoktur; nitekim Hak Teala buyuruyor ki:"Ve Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; seçmek, onlara ait bir hak değildir."(2)  O halde eğer şiiler Peygamber'den sonra Hz. Ali (a.s.)nin halifeliğine inanıyorlarsa bu husustaki kesin nassa bağlı kaldıkları içindir; ve bazı sahabeyi reddediyorlarsa, sadece Allah ve Resulunun koyduğu hükümleri ve nassları bırakıp ictihad peşinde giderek zayi eden ve İslam'ın gövdesinde günümüze kadar kavuşmayan bir yara açan sahabileri reddediyorlar. Bu nedenle Batı devlet ve bilginleri şiaya karşı daha şiddetli bir tavır takınmakta ve onları, dini taassubları çok olmak ve gericilik ile suçlamaktadırlar.

        Çünkü şia kesin bir şekilde Kur'an'a dönmeyi istemekle hırsızlık yapanın elinin kesilmesinin, zina edene şer'i had uygulanmasının ve Allah yolunda cihad edilmesinin gerektiğine inanmaktadır ve bunlar batılıların nezdinde çok haşin ve vahşice davranış sayılmaktadır!
---------------------

1- Al-i İmran, 159
2- Kasas,
68

239

        Araştırmalarımın neticesinde Ehl-i sünnette 2. hicri asırdan bu yana içtihat kapısının kapatılmasının sebebini de öğrendim. Ehl-i sünnet bizzat başlattığı nassa karşı içtihadın, ümmetin başına ne belalar getirdiğine, nice kanlı savaşlara sebep olduğuna iki asır boyunca şahid oldu ve gördü ki, ümmetlerin en hayırlısı olan İslam ümmcti, bu tür içtihatlar neticesinde başıboşluk ve parçalanmaya ma'ruz kalarak birbiriyle savaşan ve kendini yokeden cahiliyete yüz tutmuş bir topluluğa dönüşmüştür. Bu yüzden ictihadın kapısı kapatıldı.

        Ama Şiii'da ise içtihadın kapısı asla kapatılmadı; çünkü Şiâ'da ilk baştan naslar hususunda içtihada bir yer yoktur ve bu naslar, Kur'an-ı kerim'de Peygamber(S.A.V) in sünnetinde ve ilimlerini ilahi irade gereğince Resulullah(s.a.v) dan alan Oniki İmam'ın sözlerinde çok belirgin bir şekilde; hatta bir çok meselenin teferruatına kadar ortaya konulmuş haldedir.

        Yine şu noktayı da biliyoruz ki, Ehl-i sünnet ve cemaat, Resulullah'ın sünnetinin yazılmasını yasaklayan müçtehid sahabilere uydukları için bir çok hükümde gereken nassı bulmaktan aciz kalmış, bu yüzden re'yiyle içtihat etmek, kıyas, istihsan ve benzeri yollara başvurmaya mecbur olmuşlardır.

        Yine bütün bunlardan anlıyoruz ki, Şia Hz. Ali'nın etrafına toplanıp dini onun vasıtasıyla öğrenenlerdir. Hz. Ali, ben "ilim şehrinin kapısıyım" istediğiniz her şeyi benden sorun; çünkü Peygamber(s.a.v) ilmin bin kapısını bana öğretti ki her kapıdan da bin kapı açılıyor" (1) diyebilen bir kişidir. Şia olmayanlar, Muaviye ibn'i ebi sufyan'ın etrafına toplandılar
---------------------

1- Tarih'i Dimeşk, İbn'i Esakir, c. 2. s. 484  İmam Ali ibn'i Ebi Talib'in Hayatı, Harezmi'nin Mektel'i Hüseyin'i, c. ı. s. 38 - Emini'nin El' Gadir'i c.3, s. 102

240

Muaviye Peygamber'in sünnetinden (çok az bir şey hariç) haberi yoktu. Zalim bir fırkanın (Ammar'ı Yasir'i öldüren fırkanın) imamı olan Muaviye, Hz. Ali'nin vefatından sonra kendini Emir'ülmr'minin olarak tanıttı ve Allah'ın ahkamında öncekilerden daha fazla kendi re'yiyle amel etti. Ehl-i sünnet onu vahiy katibi ve bir müçtehid bilmektedir. Sormak gerekir ki, cennet gençlerinin serveri İmam Hasan(a.s)ı zehirleyip öldüren bir kişi nasıl müçtehid sayılabilir? Belki söyleyecekler ki bunun kendisi de onun bir içtihadı idi; yani içtinat edip öldürdü, ama içtihadında hata etti!

        Nasıl MuAviye'nin müçtehid olduğunu söyleyebilirler? Oysa ki ilk önce kendisine ve sonra oğlu Yezid'e ümmetten zorla biat aldı ve şuriii düzeni, kayserliğe çevirdi. Nasılonun müçtehid olduğu ve içtinadından dolayı sevap alacağı söyleniyor; oysa ki o halkı Hz. Ali'ye ve Peygamber'in pak zürriyesine minberlerde lanet okumaya zorlayarak altmış yıl boyunca bu iğrenç işi bir sünnet (gelenek) haline getirdi.

        Nasıl ona vahyin katibi diyorlar; oysa ki Peygamber'e vahyin nazil olduğu 23 yılın 11 yılı boyunca Muaviye müşrik idi; çünkü Muaviye Mekke'nin fethinden sonra müslüman oldu.

        Ayrıca hiç bir rivayette de görülmemiştir ki Muaviye hatta müslüman olduktan sonra bile Medine'de kalmış olsun. Oysa Resulullah fetihden sonra Mekke'de kalmadı.

        O halde ona nasıl vahy'in katibi lakabını vermişlerdir? (La heyle ve la kuvvete illa billah'il aliyyi azim).

        Yine şu soru ot ya ya çıkıyor ki bunların hangisi hak üzereydi ve hangisi batıl üzere? Ya Ali ve şiası zalim ve haksız idiler; yahutta Muaviye ve taraftarları ziilim ve haksız idiler.

        Şüphesiz Resulullah(s.a.v) her şeyi açıklamıştır ama sünnete uyduklarını iddia eden bazı kimseler hakkı saptırmaya çalışıyorlar.

241
 

        Araştırmamın sonucunda anladım ki, bunlar bol iddialarına rağmen Peygamber'in sünnetinin yerine, gerçekte Muaviye ve Beni Ümeyye'ye tabi olmuşlardır. Özellikle bunların Hz. Ali'nin Şiasına karşı düşman kesildiklerini ve Aşura gününü bir bayram olarak kutladıklarını ve Resulullah (saa)'a sağlığında ( hayatta iken) ve vefatından sonra eziyet eden sahabeleri sevdiklerini ve savunduklarını, onların hatalarını düzeltip, yaptıklarını güzel göstermeğe çalıştıklarını görünce bunların Resulullah'm değil Muaviye'nin sünnet'ini takip ettiklerinde bir şüphem kalmadı.

        Nasıl bunlar bir yandan Hz. Ali ve Ehl-i beyt'i sevdiklerini iddia ediyor aynı zamanda da
onun düşmanlarını ve onların katillerini seviyorlar?!

        Gerçekten Ehl-i sünnet diye tanınan kimseler nasıl bir yandan Allah'ı ve Resulunu seviyor diğer yandan da Allah'ın ahkamını değiştirip onun yerine kendi içtihatlarını koyanları savunuyorlar? Bunlar Peygamber'e hürmet etmeyen, ona "sayıklıyor" diyen ve seçtiği komutana itiraz eden şahısa nasıl hürmet edebiliyorlar?!

        Nasıl bunlar Emevi ve Abbasi hükümdarlarının kendi siyasi çıkarları uğrunda mezheplerini resmileştirdiği imamları taklit ediyorlar da Resulullah'ın, kendisinden sonra geleceğini bildirdiği, sayısını (1) ve isimlerini (2) açıkladığı imamlara uymuyorlar?

        Peygamber'in ilim şehrinin kapısı ve kendisiyle nisbetinin Hz. Harun(s.a) la Hz. Musa(s.a) nın nisbeti gibi olan birini bırakıp Peygamber'i hakkınca tanımayan birikrine uyuyorlar'!
------------------------

1. Sahih'i Buhari, c. 4. s. 164, Sahih'i Müslim, s.119 (Ennasu tebe'un li Kureyş babında)
2. Yenabi'ul Mevedde (Kunduzi'nin)