ÖNSÖZ

        Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. En güzel, en halis salat ve selam, insanlara rahmet olarak gönderilen, her türlü kusurdan münezzeh, öncekiler ve sonrakilerin efendisi, mevlamız Hz. Muhammed'e (saa) ve karanlık gecelerin kandilleri, hidayet imamları ve Müslümanların önderleri olan pak soyuna olsun.

        Elinizdeki kitap, araştırmacı Müslümanlar ve bilhassa Sünnet-i Nebeviyye'ye yalnız kendilerinin tutunduğunu zanneden, kendilerinin dışındaki Müslümanları tanımayan, onlara ayıplayıcı lakaplar takan Ehl-i Sünnet için hazırladığım soruları içermektedir.

        Bugün, çeşitli Müslüman ülkelere, "Sünnet-i Muhammediyye ve Sahabenin Yardımcıları" adı altında heyetler gönderilmekte, Şiileri ve imamlarını küfürle suçlayıcı ve alimleriyle alayedici kitaplar yazılmakta ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla İslami ve gayr-i İslamı ülkelerde bu fikirler yayılmaya çalışılmaktadır.

        Sonuçta dünyanın her tarafında insanlar, Şiilik - Sünnilik konusunu konuşur duruma gelmişlerdir. Çeşitli münasebetler dolayısıyla karşılaştığım bazı aydın Müslüman gençler, bana Şiilik hakkında sorular soruyorlar. Bu soruların bir kısmına, bir arada yaşadıkları Şii arkadaşlarından gördükleriyle Şiilerin hak- kında duyup okudukları arasındaki bazı uyuşmazlıklar


12 / Zikir Ehline Sorun

sebep oluyor.

        Bazen bu gençlerden bazılarıyla konuşuyor ve kendilerine "Nasıl Hidayete Kavuştum" ismindeki kitabımı hediye ediyorum. Allah'a şükürler olsun ki, bu gençlerin çoğu bir süre tartıştıktan sonra gerçeği görüp, hakkı kabul ediyorlar. Ancak bu durum sadece tesadüfen görüştüğüm bir kısım gençlerle sınırlıdır. Böyle bir görüşme imkanına sahip olmayanlar ise, birbirleriyle çelişen görüşler ve karışık fikirler arasında bocalamaktadırlar! Her ne kadar "Nasıl Hidayete Kavuştum" ve "Doğrularla Birlikte" kitabında ikna edici deliller varsa da bunlar petrodoların desteklediği çeşitli bildiri ve yayın organlarının yoğun propagandasının hücumuna karşı koymaya yeterli değildir.

        Fakat bütün bunlara rağmen Hakk'ın sesi, rahatsız edici gürültünün ortasında gürleyecek ve Allah'ın nuru o zifiri karanlığın içinde ışık saçmaya devam edecektir. Zira Allah'ın vaadi haktır ve o vaad mutlaka gerçekleşecektir. Allah Teala buyuruyor ki: "Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Fakat kafirlerin hoşuna gitmese de Allah nurunu tamamlayacaktır."1 Ve bu çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanacağını, hatta aleyhlerine dönüşeceğini açıklarken Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

         "Kafirler, Allah yoluna engel olmak için mallarını harcarlar, daha da harcayacaklardır. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve nihayet mağlup olacaklardır. Kafir olmakta sebat edenler ise cehenneme sürükleneceklerdir."2
-----------------------
1- Saff Suresi / 8.
2- Enfal Suresi / 36.



Önsöz / 13

        İşte onun içindir ki, alim, yazar ve düşünürlere, insanların sorunlarını çözmeleri ve onlara doğru yolu göstermeleri farz kılınmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyar:

        "İndirdiğimiz apaçık delilleri ve gösterdiğimiz doğru yolu gizleyenler, şüphesiz onlara hem Allah, hem bütün lanet edenler lanet eder. Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler ve gizlediklerini açıklayanlar başka. Ben onları bağışlarım. Zira ben tövbeyi çok kabul edenim ve çok merhametliyim."1

        Şu halde neden alimler bu konuyu Allah rızası için ihlas ve ciddiyetle ele alıp konuşmuyorlar? Mademki Allah Teala ayetlerini açık bir şekilde indirmiş, dini ikmal etmiş ve nimetini tamamlamış ve Resulullah (s.a.a.) emaneti eda ve risaleti tebliğ etmişse, o halde neden bu ayrılıklar, düşmanlıklar, nefretler, aşağılayıcı lakaplar ve birbirlerini küfürle suçlamalar Müslümanların arasında görülmektedir?

        Ben, bu bağlamda tavrımı açıkça ortaya koyup, bütün Müslümanlara sesleniyorum: İki temel merci, Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine dönmeden ve onların kurtuluş gemisine binmeden, kurtuluşa, saadete ve cennete erişilemez. Bu sözleri ben kendimden söylemiyorum. Bunlar, Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'deki ve Peygamber'in (s.a.a.) sünnetteki sözleridir. Müslümanlar bugün istenilen birlik ve beraberliği elde edebilmek için iki yoldan birini seçmek zorundadırlar.

        Birincisi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat, İmamiyye ve İsna aşeriyye Şiasının tabi olduğu Ehl-i Beyt mezhebini beşinci mezhep olarak kabul etmeli, diğer dört mezhebe
--------------------
1- Bakara Suresi / 159 - 160.

 

14 / Zikir Ehline Sorun
 

gösterdikleri saygıyı ona da göstermeli, onu yermemeli, ona mensup olanları ayıplamamalı, öğrenci ve aydın gençleri istedikleri mezhebi seçmekte serbest bırakmalıdırlar. Müslümanlar, Sünnisi ve Şiisiyle, aynı kanaat ve usul dahilinde İbadiyye ve Zeydiyye gibi diğer İslami mezhepleri de kabul etmelidirler. Bu yöneliş her ne kadar ayırım ve nefreti bir bakımdan azaltacak bir çözüm gibi görülüyorsa da, ancak ümmetimizin asırlardan beri yaşadığı tarihi problemi kesin bir şekilde çözme kapasitesinde değildir.

        İkincisi: Bütün Müslümanlar, Allah ve Resulünün çizmiş olduğu tek yol ve inanç doğrultusunda birleşmelidirler. Bu yol, Allah'ın her türlü günahı kendilerinden uzak tuttuğu Ehl-i Beyt'in yoludur. Bu sebepten dolayıdır ki, tüm Müslümanlar Sünnisi ve Şiisiyle onların takva, zühd, ahlak, ilim ve amel hususunda herkesten üstün oldukları konusunda ittifak içerisindedirler. Müslümanların esas ihtilafı sahabe üzerindedir. Şu halde ihtilafta oldukları meseleyi bırakıp ittifakta oldukları hususlara bakmalıdırlar.

        Zira Peygamber Efendimiz (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:

        "Şüphe ettiğin şeyi bırak, emin olduğuna sarıl."1 Ancak o zaman, ümmet Peygamber'in (s.a.a.) şu sözlerle tesis etmiş olduğu, her şeyin merkezi olan temel üzerinde birleşir: "Size iki değerli şey bırakıyorum; onlara tutunduğunuz müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'imdir."2
--------------------------
1- Sünen-i Tirmizi, c. 4, s. 668, h. 2518; Sünen-i İbn-i Hanbel, c. 1, s. 200. 2- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 663, h. 3788; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1873 - 1874, h. 2408.
 

Önsöz / 15


        Bu hadis her iki tarafça, hatta mezheplerinin ihtilafına rağmen bütün Müslümanlarca sahih olarak kabul edilmiştir. O halde neden Müslümanların bir kısmı ona uymuyor, onunla amel etmiyorlar?! Eğer Müslümanların tümü bu hadis doğrultusunda hareket etmiş olsaydı, aralarında öyle kuvvetli bir birlik oluşurdu ki, fırtınalar ve kasırgalar da onu sarsamazdı. Bence Müslümanların kurtuluşunu sağlayacak tek çözüm yolu budur. Gerisi ise batıl ve yalanla süslenmiş laftan ibarettir. Kur' an ve sünneti inceleyen, İslam tarihine vakıf olup cereyan etmiş olayları akıllıca düşünen herkesin, bu fikirde kesinlikle bana katılacağına inanıyorum.

        Birinci yol, Resulullah'ın (s.a.a.) irtihalinin ilk gününden itibaren başarısız olmuştur. Çünkü sahabe daha o günden ihtilafa düşerek ümmetin bölünmesine sebep olmuşlardır. Geçen asırlar boyunca, Kur'an ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine birlikte sarılmayı öngören ikinci yola dönüşte de başarılı olunamamıştır. Bunun başlıca sebebi, geçmişte Emevi ve Abbasiler'in, günümüzde ise propaganda araçlarının Ehl-i Beyt' e uyanları kötülemeleri, karalamaları ve tekfır etmeleridir.

        O halde önümüzde tek çözüm yolu kalıyor. O da; hakikati, isteyen herkes için açık bir şekilde ortaya koymak, bunu yaparken de Kur'an-ı Kerim'in şu meydan okuyan üslubu ile hareket etmektir: "...De ki: Eğer iddanızda sadık iseniz delillerinizi ortaya koyun."1

        Evet, canlarını yalnız Allah'a adayan ve hakka karşılık canlarını verme pahasına da olsa hiçbir bedel kabul etme-
---------------------------------

1- Bakara Suresi / 111


16 / Zikir Ehline Sorun


yen, ne kuvvet, ne de para karşısında boyun eğmeyen hoş karakterli insanlar için delil ve ispat yolunu seçmeliyiz.

        Keşke İslam alimleri, bugün bir konferans düzenleyip bu meseleleri aydın ve düşünen akıllarla tartışarak, İslam ümmetine gerekli olan hizmeti verseler, ümmetin dağınıklığını toparlamaya, yaralarını sarmaya ve saflarını birleştirmeye çalışsalardı.

        Gerçi bu birlik, onlar isteseler de istemeseler de mutlaka gerçekleşecektir. Çünkü Allah Teala, bunu gerçekleştirmek için Peygamber soyundan bir imam tahsis etmiştir. O, zulüm ve haksızlıkla dolup taşan dünyayı adalet ve hakkaniyetle dolduracaktır.

        Öyle görünüyor ki, yüce hikmet sahibi Allah, bu ümmeti, hayatı boyunca imtihan etmektedir. Eceli yaklaşınca da yapmış oldukları seçimin yanlış olduğunu onlara gösterecek ve Peygamber'in (s.a.a.): "Allah' ım, kavmime doğru yolu göster! Onlar bu hususta bilgisizdirler." şeklindeki duasına icabet ederek hakka ve gerçeğe dönmeleri için
onlara fırsat verecektir.

        O zaman gelinceye kadar, şimdilik "Zikir Ehline Sorun" isimli kitabımı takdim ediyorum. Bu kitap birtakım soru ve cevapları içermektedir. Ancak cevaplar Ehl-i Beyt'in (a.s.) tutum ve öğretilerinden esinlenmiştir. Umarız bütün dünya Müslümanları bundan istifade eder ve arzu edilen vahdetin gerçekleşmesi için görüşleri birbirine yakınlaştırma yolunda çaba harcarlar.

        Muavaffakiyet ancak Allah'tandır, O'na güveniyor ve O'na yöneliyorum. "Allah'ım, göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır! Dilimin bağını çöz ki sözümü tam olarak


Önsöz / 17


anlasınlar..." Bu çalışmamın, Allah tarafından kabul edilmesini diler, hayırlı ve bereketli olmasını temenni eder, birlik ve beraberlik kalesinin yapımında yer alacak bir tuğla
olmasını umarım.

        Bugün ne yazık ki, Müslümanlar, insan haklarıyla ilgili en basit konularda ve birbirlerine karşı iyi davranma hususunda geri kalmış durumdalar. Bunu İslam ülkelerine veya içinde Müslümanların da yaşadığı memleketlere yaptığım birçok seyahat ve ziyaretler esnasında bizzat gördüm ve yaşadım. Bu seyahatlerimin sonuncusu, dörtte biri Şii olan iki yüz milyon Müslümanın yaşadığı Hindistan'a olmuştu. Oradaki Sünniler hakkında çok şeyler duymuştum. Fakat gördüklerim çok daha dehşet verici idi. Bu ümmetin varmış olduğu durum beni o kadar üzdü ki, kendimi tutamayarak ağladım. Umudum çok ve imanım kuvvetli olmasaydı, ümitsizlik kalbimi kaplayıp maneviyatım tamamen sarsılacaktı.

        Hindistan'dan döner dönmez oradaki Ehl-i Sünnet'in mercii konumundaki büyük alimlerinden Ebu'l-Hasan en-Nedvi'ye bir mektup gönderdim ve bu mektupla beraber bana göndereceği cevabı da yayınlayacağımı haber verdim. Fakat bugüne kadar ondan herhangi bir cevap alamadım. Ama ben yine de, Allah'ın ve insanların yanında tarihi bir belge olarak şahidimiz olsun diye o mektubu bu kitabımın başında olduğu gibi yayınlıyorum.


Prof. Dr. Muhammed Ticani Semavi