ALEVİLİK
NEDİR ?
Şeyh Selim SÖNMEZ
Antakya - 1993
e-kitap: http://gadir.free.fr
ALEVİLİK ÜZERİNE SORULAR VE CEVAPLARI
Alevi düşüncesini nereden öğrendiniz ?
1. SIKLEYN Hadisi (Sahih-i Müslim. Cilt 5. Sayfa 122) :
4. ALİ VE TABİİLERİ KAZANANLARDIR
5. Namazlardaki "Âli Muhammed" (Ehl-i Beyt)
Zikri :
Hatay Alevilerinin bugünkü durumu nedir ?
Arap Alevilerinin soyu, kökeni neredendir ?
Arap Alevileri günümüzde nerede yaşarlar ?
Alevilik nedir ? Neye dayanıyor ? Nasıl ortaya
çıktı ?
Sizde "Ali" anlayışı nedir ? Ona sevgi
ve bağlılığınız nereden kaynaklanıyor ?
VEFDİ NECRAN (Necran Heyeti) :
Alevilik hangi ilkeler ve dünya görüşüyle
gelişmiştir?
Arap alevileri olarak, arap ve alevi olmaktan kaynaklanan
sorunlarınız nelerdir ?
Peki Osmanlı egemenliğinde durumunuz
nasıldı ?
Bugünkü durumunuzdan da bahsedebilir misiniz ?
Bugün örgütlü bir yapınız, bir kurumunuz var
mı ?
Görüşünüze göre toplumda kadının yeri Nedir
?
Değinmek istediğiniz başka bir konu var
mı?
-Dine bu kadar bağlıyken neden camilere
gitmediğinizi anlatır mısınız ?
Mehmet oğlu Selim Sönmez 1926
yılında Antakya'ya bağlı Camusayna Köyü'nde doğdu. Babası tanınmış bir
aileye mensup hocalardandır.
Babası köyün çocuklarına
Arapça dersi verirken kendisi de
okuma yazmayı öğrendi ve küçük
yaşında kitaplara merak sardı.
Özellikle derlemeye hevesi vardı. Her okuduğu
kitapta ilgisini çeken bir hadis veya ünlü bir konuya
rastladığı zaman bir kağıda not ediyor, bunlardan birbirine uyan mevzuları yanyana getiriyordu.
Arapça olarak bir iki kitapçık
yazdıktan sonra Türkçe olarak "ĞADÎR
BAYRAMI ve Hz. ALİ" adında bir kitap yazdı.
Bunu 1975 ve 1976 yıllarında iki defa bastırdı. Nihayet,
yıllarca yapmış olduğu mütalaa ve araştırma
neticesi olarak, tarihten, müslümanlıktan,
bilhassa yüce bir şahsiyet sahibi olan Hz. Ali'den toplamış
olduğu notları yanyana getirerek onlardan bir kitap derlemeyi düşündü. Arapça
olarak EL-MU'CİZET'ÜL HALİDE ve Hz. ALİ ismini koyduğu, Hz. Ali'nin hayatını,
şahsiyetini, anlatan bu kitap, ayrıca Hz. Muhammed (saa)'den ve İslâm
tarihinden de bahsetmektedir.
Şimdiye kadar 6 cildi tamamlanmış ve daha bir o kadar cilt ise müsvedde halindedir.
ALEVİLİK ÜZERİNE SORULAR VE CEVAPLARI
Alevi düşüncesini nereden öğrendiniz ?
Esasen ben alevi bir aileden
olduğum için, Aleviliği babamdan ve
hocalarımdan öğrendim. Fakat onların telkinleriyle beraber
okumuş olduğum kitaplardan da
yararlandım. Yalnız Alevi
veya Şii mezhebine ait kitaplardan değil, Ehl-i Sünnet'in en
önemli ve mutebir kitaplarından da yararlandım. Hatta diyebilirim ki
onlar bendeki alevilik görüşünü daha fazla güçlendirmiş ve bu görüşün doğru olduğuna kanaat
getirecek kadar yeterli deliller
bulmamı sağlamışlardır.
Alevilikle Sünnilik
arasında iki muayyen nokta vardır: Hilafet mevzuu ve
imamlık. Alevilere göre hilafet yalnız Ehl-i Beyt'indir ve peygamberden sonra ilk halife Hz. Ali'nin hakkı ve görevidir. Sünni'lere göre ise hilafet kimseye
mahsus değildir.
Mezhep
imamlığı da Alevilere göre yalnız peygamberin Ehl-i Beyt'i ve sülalesine aittir. Sünniler, imamlığın da
başkalarına ait olabileceğini kabul
etmiş ve fiilen Ehl-i Beyt'ten olmayan kişileri mezhep imamları
olarak kabul etmişlerdir. Ehl-i Beyt imamları ile de ilgilenmemişlerdir.
Ehl-i Sünnet'e ait
kitapları araştırırken Alevilerin bu görüşlerini pekiştirecek birçok Hadis-i Şerife
rastladığmı söylemiştim. Öyle ki hiç alevilikten
anlamayan biri bile taassubu bir tarafa bırakırsa
Alevi görüşüne taraftar olur. Bu hadislerden birkaç tanesini örnek
olarak takdim edelim:
1. SIKLEYN Hadisi (Sahih-i Müslim. Cilt 5. Sayfa
122) :
Resulullah (saa), Mekke ile Medine
arasındaki "Gadir-i Hum" denilen yerde bir hutbe
okudu. Allah'a hamd'üs-sena getirdikten sonra vaaz-ü nasihatta bulundu. Sonra
buyurdu ki:
"Ey halk,
biliniz ki ben de insanım, Tanrı'nın daveti bana yakında
gelecektir, ben de onu kabul edeceğim. İşte ben size
"Sıkleyn" (iki değerli emanet) bırakıyorum.
Bunlardan birincisi Kur'an, Ki-Onda hidayet ve nur vardır; ikincisi benim
Ehl-i Beyt'imdir. Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı
hatırlatırım." (Bu son cümleyi üç kere tekrar ediyor.)
Bu hadisi bir
çok tarihçi ve hadisçiler nakletmişlerdir. Bazıları
şunlardır: Sahih-i Tirmizi c.5 s.328, hadis no: 2718, İmam Nesai
El-Hasais s.21 el-Hakim en-Nişaburi El-Müstedrek c.3, s.48, Tefsir-i
İbn-i Kesir c. 4 s. 113 , Suyuti ed-Dürr-ül Mensur tefsiri c.6 s.7, 306, Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.3
s.17, 26...
Ahmet bin Hanbel ve Tabarani bu hadisi şöyle
nakletmişlerdir:
Resulullah (saa)
Gadir-i Hum denilen yerde bir hutbe okudu ve sonra şöyle buyurdu:
"Kendimi, çağrılıp icabet etmiş gibi görüyorum; ben
sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum. Onlar
Allah'ın kitabı ve benim soyumdur. Allah'ın kitabı gökle
yer arasında çekilmiş olan bir iptir. Soyum da benim Ehl-i Beyt'imdir.
Latif ve her şeyden haberdar olan Allah bana onların Havz-u Kevser
başında tekrar bana dönünceye kadar birbirlerinden
ayrılmayacaklarını haber vermiştir. Bakın benden sonra
onlara nasıl davranacaksınız."
(Mucem-üs
Sağir Tebarani'nin c.1 s.131; Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.3 s.17, 26 hadis
no: 10707, Sünen-i Tirmizi hadis no: 3720 ; Tebakat-ül Kübra İbn-i Sa'd'in
c. 2 s. 194 vs
)
Bu hadisi
"Kur'an ve Ehl i Beyt'im" yerine, "Kur'an ve sünnetim" diye rivayet edenler olsa da "Ehl-i Beyt'im" diye
rivayet edenler daha çok, daha sahih ve muteberdir. Bunun
doğru olduğunu Resullullah'ın
başka bir hadisinde de görmekteyiz :
"Ali Kur'an
ile beraberdir, Kur'an da Ali ile beraberdir. İkisi birbirinden ayrılmaz."
(İbn-i Hucr
Essavaikul Muhrika s.74, el-Hakim en-Nişaburi El-Müstedrek c.3,
s.124)
Bilindiği
gibi Hz.Ali Ehl-i Beyt'in başıdır. Bu da daha önce takdim ettiğimiz hadisteki "Kur'an ve Ehl-i Beyt
beraberliğini doğrular.
Peygamber efendimiz (saa) şöyle buyuruyor:
"Ehl-i
Beyt'imin aranızdaki misali Nuh'un gemisi gibidir. Her kim gemiye bindiyse
kurtuldu, her kim ondan aydıdıysa boğuldu.
Manası:
Ehl-i Beyt, tufan zamanındaki Nuh'un gemisine benzer. Nasıl gemiye binenler kurtulmuşlarsa Ehl-i Beyt'e tabi olanlar
kurtuluştadır. Yani her hakiki müslüman Ehl-i Beyt'e tabii olmalıdır. Aksi takdirde helak olur.
(Bulunduğu
kaynaklar: el-Hakim Nişaburi Müstedreküs-Sahihayn c. 3, s.150; Taberanî Mucemül-Kebir s.130; Şeyhül
İslam İbn-i Hucr Essavaikul Muhrika s.184 ve 234; İmam Suyuti
Tarihül Hulefa s.573...)
Peygamber
Efendimiz (saa) buyuruyor ki:
"Musa'nın
ümmeti 71, İsa'nın ümmeti 72 fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır.
Bunlardan ancak biri kurtulmuştur. (Sünen-i Ebi Davud Bab: 1, Hadis No: 4596 aynı manada)
Bu hadisteki
kurtulmuş fırka, bundan önce takdim ettiğimiz Nuh'un gemisi hadisine göre Ehl-i Beyt'e uyanlardır. Çünkü Ehl-i
Beyte tutunanlar kurtulacaklarına göre kurtulan fırka
onlardır. Bunu şu Hadis-i
Şerif teyit eder:
4. ALİ VE TABİİLERİ
KAZANANLARDIR
Peygamber
Efendimiz (saa) buyuruyor ki: "Kıyamet
gününde kazananlar (kurtuluşa erenler), Ali ve tâbileridir."
Başka bir rivayete göre :
"Ali'nin tabileri, kazananlardır."
(İbn-i Asakir eş-Şafii
"Tarih-i Dimaşk" c.3, s.328; Menâvi Künüz-ül Hakaik
s.82 ve 92; Sıbt İbn-i Cevzi
Tezkiretül Havas s.59; ed-Dehlaki Fedailül Hulefa s.148)
5. Namazlardaki "Âli Muhammed" (Ehl-i
Beyt) Zikri :
Her müslüman,
kıldığı beş vakit namazda Hz. Muhammed (saa)'e salavat getirirken
Ehl-i Beyt'i de zikredip onlara salavat getirmek zorundadır. Hz. Peygamber
(saa)in insanlara
öğrettiği şekilde salavat şu şekilde getirilmelidir: Allahumma salli ala seyyidine Muhammed ve ala âl-i Muhammed. Meali: Allahım, Muhammed ve ailesine salat ve selam
gönder
Yani Hz.
Peygamber anıldığında (Sallahu aleyhi ve alihi ve sellem /
ona ve ailesine salat ve selam olsun) denmesi gerekir.
Resulullah (saa): Bana betra
(kesik) salat getirmeyiniz buyurdu. Ona: Ey Resulullah! Kesik salat nedir,
diye sordular. Buyurdu ki: Allahumma salli âla Muhammed(Yani sallallahu aleyhi ve sellem) deyip durmanızdır. Salatın
tamamı şudur: Allahumma salli alâ Muhammedin ve ala âli Muhammedin
(Yani Sallallâhu aleyhi ve âlihi
ve sellem)
(İbn-i Hacer es-Sevaikul Muhrika s.144; el-Kunduzi Yenabiül Mevedde S.295)
Hz. Peygambere ve
onun Ehl- Beytine salavat getirmeden
kılınan namaz geçersizdir.
Hz. Peygamber
(saa) buyuruyor ki: Her kim namaz kılıp da namazında bana ve Ehl-i
Beytime salavat getirmezse o namaz ondan kabul edilmez
(Sünen
ed-Derakutni c.1, s.355; İbn-i Hacer es-Sevaikul Muhrika s.139...)
Sünni mezhep
imamlarından İmam Şafii bu gerçeği itiraf ederek bir şiirinde diyor ki:
Ya Ehl-i Beyt'i
Resullilahi hubbükümü.
Fardun minallahi filkurani enzelehü
Kefaküm min aziymul fahri enneküm,
Men lem yusalli aleyküm la salate
lehü.
Meali: Ey
Resullulah'ın Ehl-i Beyt'i, Sevginiz,
Allah'ın
Kur'an'da indirdiği farzdır,
Verilen muazzam fazilet size yeter,
Ki-üzerinize
salavat getirmeyenin namazı yoktur.
(Müsned-i Ahmet
bin Hanbel c.6, s.323; Tefsir-i
İbn-i Kesir c.3, s.507; İbn-i Hacer
es-Sevaikul Muhrika s.148; İmam Şafii
Divanı)
Bütün bu
hadisler Ehl-i Beyt'e olan bağlılığımızı
haklı göstermektedir. Ki bunlar ancak bazılarıdır.
Ehl-i Sünnet'ten, "Bizde Ehl-i
Beyt'e tabii sayılırız. Peygamber efendimizin ailesine karşı sevgimiz ve saygımız
mevcuttur" diyenler vardır. Elbette vardır, olmalıdır.
Çünkü Ehl-i Beyt'i sevip saymak her
müslümanın görevidir. Bu tabiidir. Asıl sorun buna rağmen
sünni aleminde Ehl-i Beyt'in değil başka mezheblerin kullanılmasıdır.
Halbuki Ehl-i Beyt mezhebi olan Caferi
Mezhebi'nin 12 imamı din talimatlarını Hz.Muhammet'ten
başlayıp birbirlerinden
almışlardır. Yani her şeyi peygamberden iktibas
etmişlerdir. Gerçi diğer dört mezhebin
mensupları da dini talimatlarını Hz. Muhammet'ten iktibas
ettiklerini iddia ederler. Fakat işin ilginç yanı, bu mezheblerde birbirinden farklı kuralların
olmasıdır.
Caferi mezhebi imamlarının
hiç birbirinden farklı karar, uygulama ve
itikatları yoktur. Bu konu da peygamberin zamanından son imama ve hatta şimdiye kadar bir değişiklik
olmamıştır.
Bilindiği gibi Alevilere göre hilafet mevzuunda Hz.Ali'ye öncelik verilmiş ve hilafet onun hakkı ve görevi olarak kabul edilmiştir.
Ehl-i sünnetin bunu kabul etmemesine rağmen sünni kaynaklarda
bunu tespit edecek birçok Hadis-i Şerife rastlanır. Bunlardan
birkaçını sunalım:
1) Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki:
Bana inananlara ve imana varanlara, Ali'ye tevelli etmesini tavsiye
ederim ki ona tevelli ederse bana, bana tevelli eden Allah'a tevelli etmiş demektir.
Kısaca manası: Bana inanan
bütün müslümanlara Ali'ye taraftar
olmalarını tavsiye ederim.
(Taberi'nin
Mucemi Kebir adlı eserinde. İbn-i Asakir tarihinde. El-Müttaki'nin
Kenzül- Ummal kitabında vb...)
2) Peygamber
efendimiz (saa) buyuruyor ki: Ali benden, ben de Ali'denim.
(Sahih-i
Buhari c.5, s.141; Sahih-i Tirmizi c.3,
s.167...)
Müslümanlar
peygambere oldukları kadar Ali'ye de bağlı olmalılar.
3) Peygamber
efendimiz (saa) buyuruyor ki: Ben ilmin
şehriyim, Ali ise onun kapısıdır. İlmi isteyen kapıya
gelsin.
(El-İstiab,
3-kısım, s. 1104, El- Müstedrek 3-126)
Hz. Muhammed ve
İslâm dinine ancak Ali'nin yoluyla gidilir. ...
4) Peygamber
efendimiz (saa) buyuruyor ki: Ya Ali sen benim için Musa'dan Harun
menzilesindesin. Yalnız benden
sonra peygamber yoktur.
(Sahih-i Buhari c.5, s.129 Darül Fikir bas.; Sahih-i Müslim c.7, s.120
Muhammed Ali Sabih bas. ; Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808...)
"Nasıl
Hz.Harun Hz.Musa'nın halifesi ve veziri olmuşsa, Ali de Hz. Muhammet'in halifesi ve veziridir" manasını taşır.
5) Peygamber
efendimiz (saa) buyuruyor ki: Ya Ali, benden sonra ümmetimin ihtilaf ettiği
hususları sen beyan edeceksin.
(İbn-i Kesir Camiül-Usul
9-471; Suyuti El-Camiül Sağir
2-56 ; Tabari Er-Riyadun Nadira 2-229)
6) Peygamber
efendimiz (saa) buyuruyor ki: Ali
Hak ile beraberdir, Hak ise Ali ile beraberdir.
(Sahih-i Tirmizi 2-298, Sıbt İbn-il Cevzi'nin tezkeresinde 17,
İmam Ahmed Müsned'inde 1-84,
El-Müstedrek 3-124 ve 119, Kanduzi'nin
Yenabi'inde 91.)
İmam Ali'ye tâbi olan Hakk'a
tâbidir, Ali'yi terk eden Hakk'ı terkeder.
7) Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki: "Her peygamberin vasisi ve vârisi olur.
Ali de benim vâsim ve vârisimdir".
(el-Münavi Künüz-ül Hakaik s.9;
et-Tabari Er-riyad'ün nadıra 2-178)
8) Hz.
Muhammed (saa) islâmiyete daveti
açık olarak yapmaya başladığı
zamanlarda ona En yakın akrabalarını korkut (Şuara
214) ayeti indi. Bunun üzerine Peygamber (saa), ailesi
olan Haşimileri evine, toplantıya çağırdı.
Onlara hitaben:
- Ben Allah tarafından sizi ve
bütün insanları hak yoluna hidayet etmek için elçi ve peygamber olarak
gönderildim. Sizi müslümanlığa,
yani Allah'ın birliğine ve benim elçiliğime şehadet etmeye
davet ediyorum. İçinizde Kim bana yardımcı oiur, benim vezirim,
vasim ve benden sonra halifem olur ?" diye sorar.
Onlardan, sadece Hz.Ali kalkıp
"ben" diye cevap verince, peygamber (saa)
ordakilere:
"İşte bu, kardeşim, yardımcım, vezirim, vasim
ve benden sonra ümmetime halifemdir" diye
buyurmuştur.
Hatta adamlar Ebu Talib'e dönüp
gülerek: "Muhammed, sana oğluna itaat etmeni
emrediyor" dediler.
(Hüseyn Heykel'in Hayat-ı
Muhammed'inde. Taberi Tarihi: 2-319. İbn-il Esir : 1-62, İbn-i Asâkir
: 1-85. Es-Siret-ül Halebbiyye : 1-311. El-Hazin Tefsiri : 3-371. Kenz'ül-Ummal
: 15-15 vs...)
Hilafetin Hz.Ali'nin hakkı
olduğunu gösteren en açık hadis budur:
Hz. Muhammed (saa) Veda Haccından dönerken Gadir-i Hum adındaki yere
varınca durdu. Yanında ki hacı kafilesini durdurup bir hutbe
okudu, içinde:
".... Ey Nas, ben sizin
mevlânız değil miyim ? diye sordu.
Evet, cevabını
alınca da: "Ben kimin
mevlâsı isem, işte Ali onun meulâsıdır.
Allahım her kim onu veli edinirse onun velisi ol, her kim ona düşman
olursa onun düşmanı ol
Ondan sonra
bütün sahabeler Ali'yi tebrik etmeğe başladılar. Hatta Ömer de
elini Ali'nin eline vurarak: "Ya Ali ne mutlu sana, artık
benim ve bütün müminlerin mevlâsı oldun." Deyip İmam Aliyi
kutladı.
(İmam
Salebi'nin Kur'an tefsirinde. Nur-ul Absar. Essiret-ül Halebiye. Essavaikul Muhrika. Yenabi-ül Mevedde. İmam Ahmed müsned, İmam Razi'nin Kur'an tefsirinde : 3-236. İbn-i
Kesir'in El-bidaye Ven-Nihaye.)
Hatay Alevilerinin bugünkü durumu nedir ?
Hatay Alevileri
iyi kalpli ve çalışkan insanlardır. Özellikle Hatay'ın
ekonomisi onların elindedir. İmanları kuvvetli, devletine
bağlı, hayır ve yardım sever, cömert ve
misafirperverdirler. Kurban Bayramı'ndan başka herkes yılda bir
iki defa kurban kesip fakir fukaraya dağıtır, yemek yedirerek
hayırda bulunur. Bu dini bir gelenektir.
Arap Alevilerinin soyu, kökeni neredendir ?
Hatay
Alevilerinin kökü Arabistan'dır. Halife Ömer'in Suriye'yi fethetmek üzere
gönderdiği ordunun askerlerinden bir kısmı fetihten sonra geri
dönmeyip Suriye'de yerleştiler. Dedelerimiz Osmanlılar zamanında
Hatay'a yerleşmişlerdir.
Arap Alevileri günümüzde nerede yaşarlar ?
Arap Alevileri
Türkiye, Suriye ve diğer bütün müslünıan ülkelerinde
değişik sayıda mevcutturlar.
Alevilik nedir ? Neye dayanıyor ? Nasıl
ortaya çıktı ?
Bizce Alevilik, gerçek
müslümanlık çerçevesi dahilinde Hz.Ali
sevgisi ve gerçek hakkı tanımaktır.
Aleviliğin gelişip müslümanlıkta bir taraf teşkil
etmesi bazı aşamalar sonucunda olmuştur:
1) Hz. Ali ve evladı ile onun
sülalesinden gelenler, yani peygamberin
Ehl-i Beyt'i (ailesi) Aleviliğin kökenidirler.
2) Peygamberin zamanında : Sahabelerden
bir kısmı Hz. Muhammed (saa)'in
tavsiye ve hadislerine istinaden Hz. Ali'ye her zaman sevgi ve saygı beslemiş ve ona bağlı
kalmışlardır. Selmani
Farisi, Mikdad, Ebuzer, Ammar İbn-i Yaser bunlardan bazılarıdır.
3)
Peygamber (saa)'in ölümüyle hilafet sorununda Aleviler: Hz. Muhammed (saa) zamanında Ali'yi sevmeyen
sahabeler, onun vefatıyla Haşimilerin mübarek cenazeyi kaldırma
hazırlıklarından faydalanarak bir halife seçtiler. Bunu daha
önce burda zikrettiğimiz hadis ve hadis-i şeriflere rağmen
yaptılar. İşte Aleviliğin bir taraf olarak ortaya ilk
çıkışı Ali'yi seven ve peygamberi sayanların buna
itiraz etmeleridir. Bunlar ilk Alevilerdir.
4) Sıffin Savaşında Aleviler:
Muaviye'ye karşı Ali ile beraber savaşanlara
ve Ali taraftarlarına "Alevi" denilmiştir. Bu olayla
Aleviliğin sınırlan daha da belirginleşti ve Alevilik daha da gelişti.
5)
Günümüzde de Hz. Ali ve 12 imama tabi olanlara Alevi deniliyor.
Sizde "Ali" anlayışı
nedir ? Ona sevgi ve bağlılığınız nereden
kaynaklanıyor ?
Hz. Ali
peygamberimiz (saa) tarafından yetiştirilmiş olup onun yüksek ahlâk ve faziletlerim haizdir. Ayrıca O'nun amcazadesi, vasisi,
velîsi, varisi, damadı ve manen kardeşidir.
Hz. Ali
ayrıca peygamberimizin veziri, nâsırı,
yardımcısı, emanet ve
borçlarını ödeyen, vaatlarını yerine getiren,
sıkıntılarını gideren bir dostu ve kendisini
defalarca temsil eden bir şahsiyettir. Yani peygamberin en
yakını ve en sevgilisidir.
Bunlarla beraber
Hz.Ali eşsiz bir şahsiyettir ki, ilmi, fasahati, zahitliği, imanı, kahramanlığı,
cömertliği, mertliği, doğruluğu, hikmeti, felsefesi,
kadılığı, yüksek ahlâkı ve sosyal adaleti ile
dünyadaki bütün yüksek faziletleri haizdir.
Gerek müslüman
gerek dünya alimleri, yazarları, şairleri, kitap veya
şiirlerinde onu methetmişler ve en güzel vasıflarla vasıflandırmışlardır.
Bunlardan birer örnek vermek isterdim ancak çok uzatmamak için vazgeçiyorum.
Ayrıca
muteber Sünni hadis kitaplarında O'nun menkıbe ve faziletlerini anlatan çok sayıda hadis mevcuttur. (Bu konuda bkz. Nesei'nin El-Hasais. Havanzmi'nin ve îbni-il Mağuzili'nin El Me-nakib. Maliki'nin El-Fusul-ül Mühimme; İmam Ahmed'in Müs-ned;
El-Müttaki'nin El-Kenz; Tabari'nin Zahiret-ül Ukba; ve daha birçok hadis kitabı).
İmam Ahmed
İbn-i Hanbel diyor ki : "Hz. Ali'nin faziletleriyle ilgili Hadis-i Şerifler, sahabelerden hiçbiri için mevcut değildir."(Hakim Nişaburi "Müstedrek alas-Sahihayn"
c.3, s.116)
İmam Nesei diyor ki : Sahabelerin
hiçbirinin hakkında Hz Ali'nin
hakkında geldiği gibi gelmemiştir."
Hz. Peygamber (saa) buyuruyor ki : "Denizler mürekkep olsa, ağaçlar
kalem olsa, insler ve cinler katip olsalar Ali 'nin fazilet ve menkıbelerini sayamazlardı"
(El-Künci eş-Şafii "Kifayet üt-Talip" s.251-252;
Sıbt İbn-i Cevzi Tezkiretül
Havas s.23; el-Kunduzi
el-Hanefi (Ö.1293 H) "Yenabi'ül Mevedde" s.121, )
Hz. Muhammed (saa) buyuruyor ki : Aliyi seven beni seviyor, beni
seven Allah'ı seviyor demektir."
(İbn-i
Abdülbirr El-İstiab
3-1911; el-Heysemi Mecma-üz Zevaid 9-133)
Bunlarla beraber
Ali sevgisinin neye dayandığı ortaya çıkıyor herhalde: Hz. Muhammed (saa)'e olan yakınlığı ve Hz. Muhammed (saa)'in kendisini çok sevip, sevilmesini
emretmesi ile Cenab'ı Allah'ın
Kur'an'da Ehl-i Beyt sevgisini emir buyurmasıdır. (Ki Allah ve Peygamberinin emirlerine itaat
farzdır.)
Hz. Muhammed (saa), sahabelerine Ali'nin sevilmesini daima tavsiye ederdi demiştik. İsterseniz bu konuda da birkaç Hadis-i
Şerif sunalım :
"Ali'yi sevmek iman, ondan nefret etmek nifaktır." (Tirmizi,
2-299. Müsned-i Ahmet, 6-299, Sahih-i Müslim, 1-61.)
"Ali'yi ancak mümin olan sever, münafık ondan nefret eder."
(Er'Riyad-un Nadira, 2-166, Mecma-üz
Zeva'id, 9-133.)
"Müminin sayfa ünvanı Ali sevgisidir." (Menavi'nin Künüz'ül Hekaik, s.92.)
Bu hadislerden de
anlaşıldığı gibi Hz.Ali'yi sevmek imandandır, iman da İslâm'ın temelidir. Yani Ali'yi sevmek öz
müslümanlığa dayanır.
İsterseniz
Hz. Ali'nin özelliklerine bir göz atalım biraz da. Ki onu o kadar yücelten
ve İslâm için o kadar önemli yapan bu özellikleridir :
İslâm dini Ali'nin
kılıcı, mücahitliği, kahramanlığı ve fedakârlığı ile
kalkınmıştır. Hz. Muhammed'in (saa) fedaisi,
yardımcısı, nâsırı idi ve daima ona
karşı vefa ve itaatkarlık göstermiştir. Öyle ki nasıl
İslâmı kuran Hz. Hz. Muhammed (saa)
ise, onu koruyan imam Ali'dir.
Bu yüzden Hz.
Aliye "Müslümanların Kahramanı", "Peygamberin
Kahramanı", "Allah'ın Arslanı" gibi lâkaplar
verilmiştir. Hatta Ali'nin İslâm dininin
direği olduğu bile söylenmiştir. Ömer bin Hattab: Allaha ant
olsun ki, Alinin kılıcı olmasaydı İslamın
direği kalkmazdıı demiştir. (İbn-i Ebil Hadit
Şerh-i Nehcül Belağa c.12, s.82 / eş-Şeyh Mehdi Fakih
İmâni İmam Ali Fi Erail Hulefa
S.7)
İslâm dini
uğruna yapılan bütün savaş ve gazvelerde, sahabeler arasında en fazla mücahitlik ve kahramanlık gösteren
kişi de Ali'dir.
Bedir
muharebesinde müslümanlarca öldürülen 74 müşrikten 24'ü Hz.Ali tarafından telef edilmişlerdir.
Hendek
Vakası'nda 17 bin kişilik "Ahzap" ordusunun, 10 bin kişi
kuvvetinde sayılan ünlü büyük gücü Amru İbn-i Vedd Hz.Ali tarafından öldürülmüştür.
Düşman ordusunun kaçmasını sağlayan bu olay
hakkında Hz. Muhammed buyuruyor ki: Ali'nin Amru'yu öldürmesi bu günden kıyamete kadar bütün ümmetimin amellerinden daha hayırlıdır.
(el-Hakim
Nişaburi "Müstedrek
es-Sahihayn" c.3, s.34 Hadis No: 4327; Fahrettin Razi "Tefsir-i Kebir" c.16, cz.32,
s.31; el-Bağdadi "Tarih-i Bağdat" c.13, s.18-19
Hadis No: 6978; el-Müttaki el-Hindi "Kenz'ul Ummal" c.11, s.623 Hadis
No: 33035)
Hz. Ali defalarca kendini Hz. Muhammed
(saa)'e feda etmiştir. Bunun en bariz örneği hicret gecesinde
olmuştur. Hz. Ali en tehlikeli ve korkulu anda peygamberimizin (saa) yatağına yatarak zerre
kadar korkmadan kendini Kureyş
canavarlarının kılıçlarına hedef yaptı.
Hz. Muhammed (saa) Hz. Ali'yi muhtelif münasebetlerde ve müteaddid defalar kendi yerine tayin etmiş ve Ali'de kendisini temsil edebileceğini
kanıtlamıştır. Buna örnekler verelim:
VEFDİ NECRAN (Necran Heyeti) : Necran
Hristiyanlannı temsil eden. heyeti
müslümanlıkla ilgili mübâhele için geldiklerinde Kur'ân-ı Kerim'in ("Ali İmran" süresinin 61.
âyetinde inmiştir) içinde bulunan "ve enfüsenâ"
(şahsımız) kelimesinde, Hz. Muhammed, kendisini ve Ali'yi
göstererek, bu kelimede ikisinin kastedildiğini göstermiştir.
Hafız Tirmizi- SÜNEN
kitabında bu vaka tafsilatlı olarak anlatılmaktadır.
Peygamberimiz (saa) birkaç defa müşrik kabile başlarını
tehdit ederek "Ya imana gelirsiniz ya da
size kendim gibi birini gönderirim. Öyle kahraman ki sizleri mahveder"
demiş ve Ali'yi göstererek
"işte budur" diye buyurmuşlardır. (Siret-i
Halebi c.3, s.35)
Hz. Muhammed (saa) cahiliye devrinden kalan ve Kabe üzerine dikilen putları kınp indirmek için
Ali'yi şerif omuzlarına çıkartıp putları
kırıp atmaya görevlendirdi.
(El Hasais s.31, El Müstedrek 2-365, Zemahşeri'nin El Keşşaf
adlı Kur'an tefsirinde.)
Daha önce anlatmış
olduğumuz gibi, peygamberimiz (saa) Gadir
Hum'da "Her kimin mevlâsı isem,
Ali onun mevlâsıdır" diye buyurarak onu hilafete
layık ve namzet olarak tayin etmiştir.
Hz. Muhammed (saa) Beraat Suresi indiği zaman Hacılara onu duyurması için sureyi Ali'ye vermiş ve
buyurmuştur ki: "Benini yerime benden başka kimse
tebliğ edemez'
El Müstedrek : 3-51, Tirmizi : 2-183, Müsned-i Ahmed : 1-103, El
Hasais : s.20, El Fusul el-Mühimme :
7, İbn-i Mace : 1-44, Tirmizi : 5-300
Alevilik hangi ilkeler ve dünya görüşüyle
gelişmiştir?
CEVAP : Hz.
Ali'nin ilkeleri hak. adalet ve insan sevgisidir.
Ünlü Lübnan yazarı Corc Çardak
'Savt-ûl Adale" (Adaletin Sesi) adlı eserinde, asrının
harikası "İnsan Hakları Vesikasının" her
maddesini İmam Ali'nin benzer bir cümlesiyle
karşılaştırmıştır. Ki bütün insanların
hakkını savunan, sosyal adaieti gerçekleştirme çabasında olan, kölelik nizamına son
veren. 17 maddelik bu tarihi vesikanın getirdiği devrim
yalnız Fransada değil, bütün
dünya çapında etkisini
göstermiştir. Ebediyete kadar geçerli hükümler taşıması da ayrı bir
özelliğidir.
Şimdi
Cardak'ın eserinden:bir kaç örnek sunalım :
Vesikanın
1. maddesi diyor ki : "İnsanlar hür doğar ve hür yayarlar." Hz. Ali'de 13 asır
önce şöyle buyurmuştur : "Allah seni hür yaratmıştır, başkasına köle olma."
Madde 2) Her insani toplumun gayesi insan
haklarını muhafaza etmektir. Hz. Ali : "Allah, insanlarda
birbirinin hakkını mevcut
kılmıştır. Kimse kimsenin hakkına tecavüz
etmesin." Başka bir sözünde ise :
"Zalimlere karşı olunuz, mazlumlara yardım ediniz."
demiştir.
Madde 3) Her hakimiyetin kaynağı
Halk'tır. Hz. Ali : "Çoğunluğu
tutunuz. Allah'ın eli cemaat iledir" diye buyurmuştur.
İnsan Hakları Beyannamesinin
maddeleri dışında Hz. Ali'nin
sözleri, meşhur batılı fikir adamlarının sözleriyle de
karşılaştırılmış
ve yine müthiş bir benzerlikle
karşılaşılmıştır. Mesela:
Safonarola : Hükümetler halka bir
baba yerindedir. Ali : "Hükümdar
babadır, halk da onun çocuklarıdır."
Basigal : Bütün insanlara sanki bir
kişiye bakar gibi bakmalıyız.
Ali :
"İnsan insanın aynasıdır."
La Bruyer : Vatan, zulum ile vatan
olmaz.
Ali :
Memleketin hayırlısı seni sığındıran,
barındırandır.
Volter : Mal adamı (zengin)
bütün kalbiyle vatanını sever
mi ?
Ali : Zenginler mümkün olduğunca
ellerini sıkarlar.
Russau:
Hayat tabiatıyle iyidir.
Ali : Dünya doğrulukla
davrananlara, doğrudur.
Görüldüğü
gibi, çağdaş batılı filozoflardaki hikmet, marifet, insan
sevgisi, hak ve adalet kuralları 13 asır önce Hz. Ali'de vardı. Diyebiliriz ki Ali, onlardan daha üstün bir fikir alimidir.
Hz. Ali'nin
ilkelerini benimseyip takip eden aleviler tarihten bu yana zulümle
karşılaşmış olmalarını verdiği bir
iradeyle hâlâ da haklıdan ve ezilmişten yana olmaya devam etmekteler.
Hz. Ali'nin meşhur bir sözü
vardır :
"İnsan istese de istemese de
insanın kardeşidir."
Onun için Aleviler bütün
insanları kardeş bilir. Din, ırk, mezhep ayırmadan herkesle
ittifak kurmasını benimsemişlerdir.
Arap alevileri olarak, arap ve alevi olmaktan kaynaklanan
sorunlarınız nelerdir ?
Arap olmaktan değil, fakat Alevi
olmaktan kaynaklanan sorunlar daima olmuştur.
Emeviler
zamanında : Muaviye hilafet makamına geldiği zaman imam
Ali'nin evlat ve adamlarına, hem intikam hem de
başkaldırmamaları maksadıyla, düşmanlık
göstererek cefa ve eziyet etmiş,
tahammül edilmeyecek zulümde bulunmuştur. Bunlar yetmezmiş
gibi Ehl-i Beyt'i cami mimberleri üzerinde kötülemeğe hatta onlara sövüp
saymağa başlamıştır. Diğer ülkelere de aynı
icraat için emir vermiştir. Özellikle imam Ali'yi sevenleri ve samimi olanları ona sevmeğe davet eder,
reddettikleri takdirde onları öldürtürdü.
Bu zalim hükmü bilfiil tatbik ettiği birkaç kişinin adını verebiliriz : Hucr İbn-i Adiy ve
arkadaşları. Ömer İbn-il Hamık, Meysem-ut Timmar.
Reşid-ül Hecri, Cuveyriye İbn-i Müsher, Hadrami ve
arkadaşları...
Bu uygulama bir istisna hariç, muaviye
ve bütün Emeviler zamanında devam etti. Bu istisna tek makul ve
anlayışlı Emevi olan
rahmetli Ömer İbn-i Abdülaziz'dir ki sadece onun zamanında bu
çirkin adet kaldırılmıştır.
Abbasiler, Alevilerin, bu durumlarını
düzeltmek vaadiyle desteklerini alıp, Emevileri devirdikleri halde aynı siyaseti takip etmiş,
Alevileri ezme ve sindirme politikası gütmüşlerdir. Hakimiyet
onlara tatlı gelmiş ve Alevilerin de bir inkılâpla onları
devirme ihtimalinin korkusuyla yaşamışlardır. Zulümlerinin
nedeni de budur.
Abbasiler kendi taraftarlarını Ehl-i Beyt
taraftarlarından ayırmak için, dini, siyasete karıştırarak
mezhep prensibi icat ettiler. Halbuki peygamber zamanından o günlere kadar
hiçbir değişiklik olmamıştı. O zamanki
fıkıhçılara mezhep icat etmeleri emredilince, birçok mezhep
ortaya çıktı. Bunların en tanınanları malum dört sünni
mezheptir.
Bu mezheplerden
hiçbirine tabii olmayanlar sadece Abbasilerin rakip saydıkları,
Ehl-i Beyt taraftan Alevilerdir. Abbasilere göre "onlardan hem
sakınmalı, hem de onları mümkün olduğu kadar ezmelidir."
Nitekim
ellerinden geldiğince çok kişiyi idam etmiş ve binlercesini
zindana atmışlardır. Tarih buna şahittir, isteyen, Ebül
Ferec el-Asbahani'nin "Mukatil-u't Talibin" adlı eserine
müracaat edebilir.
Bunlara
rağmen yeni mezheblerin hiçbirine itibar etmeyen Aleviler, eskisi gibi Hz. Muhammed (saa) ve İmam Ali ile
çocuklarının yolunu takip eden 12 imama tabii
kalmışlardır.
İmam
Şafii diyor ki : "Ali'nin faziletlerini, sevenleri korkudan,
düşmanları kıskançlıktan, mümkün olduğu kadar
gizlediler. Buna rağmen dünya kadar fazilet
aktarılmıştır
Peki Osmanlı egemenliğinde durumunuz
nasıldı ?
Osmanlı egemenliği döneminde
de Alevi ve Şiilerin çektiği sıkıntılar
tarihçe malumdur. Özellikle Yavuz Sultan Selim zamanında zalim bir fetva neticesinde işkenceyle öldürülen Alevi ve Şii sayısı 100 bini bulur.
Ayrıca
babalarımızın ve atalarımızın
anlattığı kadarıyla o zamanlar
hiçbir alevinin hiç bir camiye girmesine izin verilmezdi. Alevilerden selam alıp verilmez,
mahkemelerde şahitlikleri kabul edilmezdi.
Bu ve buna benzer birçok sıkıntılara maruz kalmışlardır.
Bugünkü durumunuzdan da bahsedebilir misiniz ?
Demokratik ve Laik Türkiye
Cumhuriyetinde Aleviler sosyal ve dini kimliklerini
bulma fırsatı bulmuşlardır. Bunun için Yüce Ata'yı
saygıyla anıyoruz. Diyanet İşleri
Başkanlığında alevilerin de temsil edilmesi ve
okullarımızda sağlam kaynaklara dayanan İslâm tarihinin okutulması, sanıyorum Türkiye genelinde
Sünni-alevi arasındaki açığı
kapatmak bakımından asgari yapılması gerekenlerdir.
Burda bir sorunumuzu daha dile
getirmekte yarar var. Okullarda din dersi
olarak sadece sünni dört mezhebe göre bilgi verilmektedir. Bu da Alevi mezheplerin resmen
tanınmadığı anlamına
gelse gerek.
Birgün torunuma
Ehl-i Beyt'ten söz ederken bana karşı çıktı. Üstelik
Caferi mezhebi diye birşey olmadığını da bana, din dersi kitabını kanıt olarak
göstererek ispatlamaya çalıştı. Çocuk aklıyla okulda kendilerine eksik bilgi
verilebileceğini düşünememiş olsa gerek.
Bugün örgütlü bir yapınız, bir kurumunuz
var mı ?
Maalesef yoktur. Sebebi, yukarıda
da bahsettiğimiz gibi geçmişte dağınık ve
istikrarsız bir hayat sürdürmekten, şimdiye kadar hiç bir kurumumuz
olmamıştır.
Anadolu Bektaşiliğine bakış
açınız nedir ? Geçmişte veya günümüzde hiç beraber hareker
etmiş olduğunuz bir durum var
mıdır?
Ne
geçmişte ne de günümüzde ortak bir hareketimizin olduğunu hatırlamıyorum. Fakat şunu belirtmekte
yarar vardır. Az önce
Alevilerin gerek geçmişteki gerek günümüzdeki durumundan bahsetmiştim. Aslında Arap olsun, Türk
veya Kürt olsun, bütün Aleviler oldukları yerde itilmiş ve
horlanmışlardır. Günümüzde
de yine az önce bahsettiğim durumları kendileri de
yaşamışlardır.
Bektaşilerle en büyük ortak özelliğimiz Hz. Ali ve
Ehl-i Beyt sevgisidir.
Fakat aramızda farklar da vardır. Onlar Aleviliği bir mezhep olarak mı, yoksa bir
hayat felsefesi ve yaşayış biçimi olarak mı algılıyorlar bilmiyorum da; biz, anadilimizin Arapça
olmasından kaynaklansa gerek, daha fazla dinin içindeyiz ve Aleviliğimiz dini temele dayanmaktadır.
Görüşünüze göre toplumda kadının
yeri Nedir ?
Kadınlarımız bir anne ve eş olarak değerlerini
İslamla beraber kazanmışlardır. Bu konuda kadın
haklarını ilk arayan ve sağlayan kişi Hz. Muhammed (saa)'dir. Ama kadının düşünen (irsten
bir insan olarak önemi) başta gelir. Nitekim kadınlarımız
günümüzde bu aşamaya gelmişlerdir.
Değinmek istediğiniz başka bir konu
var mı?
Alevilere muhalif gözle bakan Emevi ve
Abbasiler, onları kötü ve çirkin tanıtmışlardır.
Özellikle ücretli tarinçiler aracılığıyla yalan, iftira ve
çirkin ithamlarla Alevilere kötü lekeler tescil ettirerek onların
asırlar boyu yanlış
tanınmasını sağlamışlardır.
Artık bu demokrasi devrinde herkes gerçeği
görüp Alevileri tanımalı ve onları dinde hakkettikleri yere
oturtmalıdır. Alevilerin öz müslüman oldukları gerçeği
kabul edilip en doğru mezhebe bağlandıkları da
bilinmelidir. Sünnilerle aralarında Hilafet meselesi ve peygamberin tavsiye ettiği Ehl-i Beyt'e bağlılıktan
başka bir fark yoktur.
Aleviler
arasında her mezhep veya dinde olduğu gibi gerekeni yerine getirmeyenler vardır. Fakat bu dediğimiz gibi Alevilikten
kaynaklanan bir özellik değil, kişinin kendi şahsi tasarrufundan doğan bir
özelliktir.
Her Alevi
Allah'ın birliğine, Hz.Muhammed'in peygamberliğine, inanır, İslâmın ve İmanın bütün
şartlarını olduğu gibi kabul eder. Kitapları
Kur'an-ı Kerim'dir. Mezhepleri Alevi veya Caferidir.
İmamları Ehl-i Beyt'in 12 imamıdır.
İslâmın
ve İmanın şartlarıyla beraber Alevilikte Hz. Ali'nin imamlığına
inanmak demek olan "İmamet Şartı" da vardır.
Ayrıca
ezanda "Hayya alel felah" cümlesinden sonra "Hayya âlâ hayr-il amel" cümlesi ilâve edilir.
İmamımız Cafer-is
Sadık, peygamberin torunu, faziletli, alim ve tanınmış
yüksek bir şahsiyettir. Bununla beraber gerek İmam Malik, gerek Ebu
Hanife onun yanında bir ara talebelik yapmışlar ve onun ilminden
yararlanmışlardır.
-Dine bu kadar bağlıyken neden camilere
gitmediğinizi anlatır mısınız ?
Abbasiler zamanında Alevilerin
bir kısmı öldürüldü veya zindanlara atıldı,
bazıları sürgün edildi. Bu
zulümden kaçanlar da oldu. Yani yaşamlarını sürdürenler de
sağa sola dağılarak mülksüz ve istikrarsız bir hayat
sürdürdüler.
Osmanlı zamanında da
ağalara ve zengin adamlara iltica edip, onlann bahçelerinde hizmet etmekle
ekmeklerini kazandılar. Böyle bir durumda değil cami yaptırmak
kendilerine ev bile yaptıramıyorlardı. Oturdukları evler ağalarına
aitti. Ayrıca yine önceden
bahsettiğimiz gibi Emeviler camide
Hz Ali'ye sövmüş, Abbasiler Ali taraftarlarını
öldürtmüş ve en nihayet Osmanlılar
zamanında mutaassıplar onları camide istememişlerdir. Görüldüğü gibi
asırlar boyunca cami Aievilerle Sünnilerin
arasındaki somut fark olagelmiştir. Herhalde bu uzun asırlar sonunda Alevilerin camilerden
uzaklaşmaları kaçınılmaz bir sosyal olaydır -ki dini veya milli herhangi bir toplumun genel karakterini belirleyen faktör o toplumun tarihinde
yatar.
Fakat şimdi adil, hür ve demokrat
Türkiye Cumhuriyeti sayesinde eski istibdatlar
kalkmış ve herkes gibi Aleviler de mal mülk sahibi olmuşlardır. Artık köy ve mahallelerinde cami ve
mescit yapılmaktadır. Antakya, İskenderun
ve Arsuz'da birkaç cami inşa edilmiştir.
Şimdi Atom çağı olan bu
çağda, herkes okumuş, kültürlenmiş ve
bilinçlenmişken, Ortaçağ karanlığında kalan cehalet ve
kara taassubu bir yana bırakarak müslümaniar ile
bütün milletlerin düşmanı olan
sömürgecilere karşı olunmalıdır. Özellikle hangi mezhepten olursa olsun bütün müslümanlar ve hatta bütün insanlar, bu
kadar birlik, beraberlik ve bağlılığa ihtiyaç duyarken,
birbirimizden uzak ve ayrı durmak düşüncesini terk ederek, Allah'ın Kur'an'da emrettiği
gibi Müslümanlar birbirine bağlı
olmalı, Allah'ın ipine tutunmalı ve hiç
ayrılmamalıdır.
Caferi mezhebine islâm mezhebleri arasında
yer verilmeli ve diğer mezhebler gibi makbul
olduğu itiraf edilmelidir. Camilerimizde
mezhebimize göre ezan okuyabilmeli ve namaz kılabilmeliyiz. Aynca biz nasıl bütün
müslümanları din kardeşi kabul ediyorsak, onlar da bizi öyle kabul etsinler istiyoruz bütün kalbimizle. Çok samimi bir şekilde söylüyorum: Aleviler taassuptan uzak, demokratik ve laik insanlardır. Dinin de Allah ile insan arasındaki özei bir ilişki olduğunu düşünürler. Zaten
başka türlü, diğer mezhep ve dinlere anlayışla bakmak ve onların mensuplarıyla kardeşçesine yaşamak, imkânsızdır. Yani
"Laik olunmadan demokrat olunmaz' diyenler
yanılmamışlar. Bu özelliklerinden dolayıdır ki
Türkiye'de Atatürk'e, Laiklik ve
demokrasiye en fazla sahip çıkan kesim yine Aleviler olmuştur. Gerek Arap, gerekse Türk Aleviler...