Nusayriler

 

ALEVİLİK NEDİR ?

 

Şeyh Selim SÖNMEZ

 

Antakya - 1993

 

e-kitap: http://gadir.free.fr

 

ÖNSÖZ.. 2

Şeyh Selim SÖNMEZ Kimdir?. 2

ALEVİLİK ÜZERİNE SORULAR VE CEVAPLARI. 2

Alevi düşüncesini nereden öğrendiniz ?. 2

1. SIKLEYN Hadisi (Sahih-i Müslim. Cilt 5. Sayfa 122) :. 3

2. NUH'UN GEMİSİ  Hadisi:. 5

3. 73 FIRKA'NIN HADİSİ :. 5

4. ALİ VE TABİİLERİ KAZANANLARDIR.. 5

5. Namazlardaki "Âli Muhammed" (Ehl-i Beyt) Zikri :. 6

MÜLAHAZA :. 7

HİLAFET VE HZ. ALİ :. 7

9) GADİR HUM OLAYI. 10

Hatay Alevilerinin bugünkü durumu nedir ?. 10

Arap Alevilerinin soyu, kökeni neredendir ?. 11

Arap Alevileri günümüzde nerede yaşarlar ?. 11

Alevilik nedir ? Neye dayanıyor ? Nasıl ortaya çıktı ?. 11

Sizde "Ali" anlayışı nedir ? Ona sevgi ve bağlılığınız nereden kaynaklanıyor ?. 12

KAHRAMANLIĞI :. 14

FEDAKARLIĞI :. 15

PEYGAMBERİN TEMSİLCİLİĞİ :. 15

VEFDİ NECRAN (Necran Heyeti) :. 15

ARAP MÜŞRİKLERİNİN HEYETİNE :. 15

PUT KIRMASINDA :. 16

GADİR-İ HUM BİATİ :. 16

BERAAT SURESİNİN TEBLİĞİNDE :. 16

Alevilik hangi ilkeler ve dünya görüşüyle gelişmiştir?. 16

Arap alevileri olarak, arap ve alevi olmaktan kaynaklanan sorunlarınız nelerdir ?. 18

ABBASİ'ler zamanında :. 19

MEZHEP İcadı :. 19

Peki Osmanlı egemenliğinde durumunuz nasıldı ?. 20

Bugünkü durumunuzdan da bahsedebilir misiniz ?. 20

Bugün örgütlü bir yapınız, bir kurumunuz var mı ?. 20

Anadolu Bektaşiliğine bakış açınız nedir ? Geçmişte veya günümüzde hiç beraber hareker etmiş olduğunuz  bir durum var mıdır?. 21

Görüşünüze göre toplumda kadının yeri Nedir ?. 21

Değinmek istediğiniz başka bir konu var mı?. 21

-Dine bu kadar bağlıyken neden camilere gitmediğinizi anlatır mısınız ?  22

Son olarak ne diyeceksiniz ?. 23

 

 

ÖNSÖZ

 

Şeyh Selim SÖNMEZ Kimdir?

 

          Mehmet oğlu Selim Sönmez 1926 yılında Antakya'ya bağlı Camusayna Köyü'nde doğdu. Babası tanınmış bir aileye mensup hocalardandır.

 

          Babası köyün çocuklarına Arapça dersi verirken kendisi de
okuma yazmayı öğrendi ve küçük yaşında kitaplara merak sardı.
Özellikle derlemeye hevesi vardı. Her okuduğu kitapta ilgisini çe­ken bir hadis veya ünlü bir konuya rastladığı zaman bir kağıda not ediyor, bunlardan birbirine uyan mevzuları yanyana getiri­yordu.

 

          Arapça olarak bir iki kitapçık yazdıktan sonra Türkçe ola­rak "ĞADÎR BAYRAMI ve Hz. ALİ" adında bir kitap yazdı. Bunu 1975 ve 1976 yıllarında iki defa bastırdı. Nihayet, yıllarca yapmış olduğu mütalaa ve araştırma neticesi olarak, tarihten, müslümanlıktan, bilhassa yüce bir şahsiyet sahibi olan Hz. Ali'den top­lamış olduğu notları yanyana getirerek onlardan bir kitap derlemeyi düşündü.  Arapça olarak “EL-MU'CİZET'ÜL HALİDE ve Hz. ALİ” is­mini koyduğu, Hz. Ali'nin hayatını, şahsiyetini, anlatan bu kitap,  ayrıca Hz. Muhammed (saa)'den ve İslâm tarihinden de bahsetmekte­dir. Şimdiye kadar 6 cildi tamamlanmış ve daha bir o kadar cilt ise müsvedde halindedir.

 

 

 

 

ALEVİLİK ÜZERİNE SORULAR VE CEVAPLARI

 

Alevi düşüncesini nereden öğrendiniz ?

 

        Esasen ben alevi bir aileden olduğum için, Aleviliği babam­dan ve hocalarımdan öğrendim. Fakat onların telkinleriyle beraber okumuş olduğum kitaplardan da yararlandım. Yalnız Alevi veya Şii mezhebine ait kitaplardan değil, Ehl-i Sünnet'in en önemli ve mutebir kitaplarından da yararlandım. Hatta diyebilirim ki onlar bendeki alevilik görüşünü daha fazla güçlendirmiş ve bu görüşün doğru olduğuna kanaat getirecek ka­dar yeterli deliller bulmamı sağlamışlardır.

 

          Alevilikle Sünnilik arasında iki muayyen nokta vardır: Hi­lafet mevzuu ve imamlık. Alevilere göre hilafet yalnız Ehl-i Beyt'indir ve peygamberden sonra ilk halife Hz. Ali'nin hakkı ve görevidir. Sünni'lere göre ise hilafet kimseye mahsus değildir.

 

           Mezhep imamlığı da Alevilere göre yalnız peygamberin Ehl-i Beyt'i ve sülalesine aittir. Sünniler, imamlığın da başkalarına ait olabileceğini kabul etmiş ve fiilen Ehl-i Beyt'ten olmayan kişileri mezhep imamları olarak kabul etmişlerdir. Ehl-i Beyt imamları ile de ilgilenmemişlerdir.

 

           Ehl-i Sünnet'e ait kitapları araştırırken Alevilerin bu görüş­lerini pekiştirecek birçok Hadis-i Şerife rastladığmı söylemiştim. Öyle ki hiç alevilikten anlamayan biri bile “taassubu bir tarafa bırakırsa” Alevi görüşüne taraftar olur. Bu hadislerden birkaç ta­nesini örnek olarak takdim edelim:

 

 

1. SIKLEYN Hadisi (Sahih-i Müslim. Cilt 5. Sayfa 122) :

 

           Resulullah (saa), Mekke ile Medine arasındaki "Gadir-i Hum" deni­len yerde bir hutbe okudu. Allah'a hamd'üs-sena getirdikten sonra vaaz-ü nasihatta bulundu. Sonra buyurdu ki:

 

"Ey halk, biliniz ki ben de insanım, Tanrı'nın daveti bana yakında gelecektir, ben de onu kabul edeceğim. İşte ben size "Sıkleyn" (iki değerli emanet) bırakıyorum. Bunlardan birincisi Kur'an, Ki-Onda hidayet ve nur vardır; ikincisi benim Ehl-i Beyt'imdir. Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı hatırlatırım." (Bu son cümleyi üç kere tekrar ediyor.)

 

Bu hadisi bir çok tarihçi ve hadisçiler nakletmişlerdir. Bazıları şunlardır: Sahih-i Tirmizi c.5 s.328, hadis no: 2718, İmam Nesai “El-Hasais” s.21 el-Hakim en-Nişaburi “El-Müstedrek” c.3, s.48, Tefsir-i İbn-i Kesir c. 4 s. 113 , Suyuti “ed-Dürr-ül Mensur” tefsiri   c.6 s.7, 306, Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.3 s.17, 26... 

 

Ahmet bin Hanbel ve Tabarani bu hadisi şöyle nakletmişlerdir:

 

Resulullah (saa) Gadir-i Hum denilen yerde bir hutbe okudu ve sonra şöyle buyurdu: "Kendimi, çağrılıp icabet etmiş gibi görüyorum; ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum. Onlar Allah'ın kitabı ve benim soyumdur. Allah'ın kitabı gökle yer arasında çekilmiş olan bir iptir. Soyum da benim Ehl-i Beyt'imdir. Latif ve her şeyden haberdar olan Allah bana onların Havz-u Kevser başında tekrar bana dönünceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklarını haber vermiştir. Bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız."

 

(Mucem-üs Sağir Tebarani'nin c.1 s.131; Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.3 s.17, 26 hadis no: 10707, Sünen-i Tirmizi hadis no: 3720 ; Tebakat-ül Kübra İbn-i Sa'd'in c. 2 s. 194 vs…)

 

Bu hadisi "Kur'an ve Ehl i Beyt'im" yerine, "Kur'an ve sün­netim" diye rivayet edenler olsa da "Ehl-i Beyt'im" diye rivayet edenler daha çok, daha sahih ve muteberdir. Bunun doğru oldu­ğunu Resullullah'ın başka bir hadisinde de görmekteyiz :

 

"Ali Kur'an ile beraberdir, Kur'an da Ali ile beraberdir. İkisi birbirinden ayrılmaz."

 

(İbn-i Hucr “Essavaik’ul Muhrika” s.74, el-Hakim en-Nişaburi “El-Müstedrek” c.3, s.124)

 

Bilindiği gibi Hz.Ali Ehl-i Beyt'in başıdır. Bu da daha önce takdim ettiğimiz hadisteki "Kur'an ve Ehl-i Beyt beraberliğini doğrular.

 

              

2. NUH'UN GEMİSİ  Hadisi: 


Peygamber efendimiz (saa) şöyle buyuruyor:                     

 

"Ehl-i Beyt'imin aranızdaki misali Nuh'un gemisi gibidir. Her kim gemiye bindiyse kurtuldu, her kim ondan aydıdıysa boğuldu.”

 

Manası: Ehl-i Beyt, tufan zamanındaki Nuh'un gemisine benzer. Nasıl gemiye binenler kurtulmuşlarsa Ehl-i Beyt'e tabi olanlar kurtuluştadır. Yani her hakiki müslüman Ehl-i Beyt'e tabii olmalıdır. Aksi takdirde  helak olur.

              

(Bulunduğu kaynaklar: el-Hakim Nişaburi “Müstedrek’üs-Sahihayn” c. 3, s.150;  Taberanî “Mucem’ül-Kebir” s.130; Şeyhül İslam İbn-i Hucr “Essavaik’ul Muhrika” s.184 ve 234; İmam Suyuti “Tarih’ül Hulefa” s.573...) 

 

 

3. 73 FIRKA'NIN HADİSİ :

 

Peygamber Efendimiz (saa) buyuruyor ki:      

          

"Musa'nın ümmeti 71, İsa'nın ümmeti 72 fırkaya ayrılmış­tır. Benim ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan ancak biri kurtulmuştur.” (Sünen-i Ebi Davud Bab: 1, Hadis No: 4596 aynı manada)

 

Bu hadisteki kurtulmuş fırka, bundan önce takdim ettiğimiz Nuh'un gemisi hadisine göre Ehl-i Beyt'e uyanlardır. Çünkü Ehl-i Beyt’e tutunanlar kurtulacaklarına göre kurtulan fırka onlardır.  Bunu şu Hadis-i Şerif teyit eder:

 

4. ALİ VE TABİİLERİ KAZANANLARDIR

 

Peygamber Efendimiz (saa) buyuruyor ki:   "Kıyamet gününde kazananlar (kurtuluşa erenler), Ali ve tâbileridir."

 

Başka bir rivayete göre : "Ali'nin tabileri, kazananlardır."

(İbn-i Asakir eş-Şafii  "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.328; Menâvi “Künüz-ül Hakaik” s.82 ve 92; Sıbt İbn-i Cevzi  “Tezkiret’ül Havas” s.59; ed-Dehlaki “Fedail’ül Hulefa” s.148)

 

5. Namazlardaki "Âli Muhammed" (Ehl-i Beyt) Zikri :

 

Her müslüman, kıldığı beş vakit namazda Hz. Muhammed (saa)'e salavat getirirken Ehl-i Beyt'i de zikredip onlara salavat getirmek zorundadır. Hz. Peygamber (saa)’in insanlara öğrettiği şekilde salavat şu şekilde  getirilmelidir: “Allahumma salli ala seyyidine Muhammed ve ala âl-i Muhammed.” Meali: “Allahım, Muhammed ve ailesine salat ve selam gönder”

Yani Hz. Peygamber anıldığında (Sallahu aleyhi ve alihi ve sellem / ona ve ailesine salat ve selam olsun) denmesi gerekir.

 

Resulullah (saa): “Bana betra (kesik) salat getirmeyiniz”  buyurdu. Ona: “Ey Resulullah! Kesik salat nedir, diye sordular. Buyurdu ki:  “‘Allahumma salli âla Muhammed’(Yani sallallahu aleyhi ve sellem)  deyip durmanızdır. Salatın tamamı şudur: “Allahumma salli alâ Muhammed’in ve ala âli Muhammed’in (Yani Sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem

 

(İbn-i Hacer “es-Sevaik’ul Muhrika” s.144;  el-Kunduzi “Yenabi’ül Mevedde” S.295)

 

 

Hz. Peygambere ve onun Ehl- Beyt’ine salavat getirmeden  kılınan namaz geçersizdir. 

 

Hz. Peygamber (saa) buyuruyor ki: “Her kim namaz kılıp da namazında bana ve Ehl-i Beyt’ime salavat getirmezse o namaz ondan kabul edilmez”

 

(Sünen ed-Derakutni c.1, s.355; İbn-i Hacer “es-Sevaik’ul Muhrika” s.139...) 

 

Sünni mezhep imamlarından İmam Şafii bu gerçeği itiraf ederek bir şiirinde diyor ki:

 

“Ya Ehl-i Beyt'i Resullilahi hubbükümü.

Fardun minallahi filkurani enzelehü

Kefaküm min aziymul fahri enneküm,

Men lem yusalli aleyküm la salate lehü.”  

 

Meali: “Ey Resullulah'ın Ehl-i Beyt'i, Sevginiz,

Allah'ın Kur'an'da indirdiği farzdır,

Veri­len muazzam fazilet size yeter,

Ki-üzerinize salavat getirmeyenin namazı yoktur.”

 

(Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.6, s.323;  Tefsir-i İbn-i Kesir c.3, s.507; İbn-i Hacer “es-Sevaik’ul Muhrika” s.148; İmam Şafii Divanı)

 

Bütün bu hadisler Ehl-i Beyt'e olan bağlılığımızı haklı gös­termektedir. Ki bunlar ancak bazılarıdır.

 

         MÜLAHAZA :

 

          Ehl-i Sünnet'ten, "Bizde Ehl-i Beyt'e tabii sayılırız. Pey­gamber efendimizin ailesine karşı sevgimiz ve saygımız mevcut­tur" diyenler vardır. Elbette vardır, olmalıdır. Çünkü Ehl-i Beyt'i sevip saymak her müslümanın görevidir. Bu tabiidir. Asıl sorun buna rağmen sünni aleminde Ehl-i Beyt'in değil başka mezheblerin kullanılmasıdır.         

 

         Halbuki Ehl-i Beyt mezhebi olan Caferi Mezhebi'nin 12 imamı din talimatlarını Hz.Muhammet'ten başlayıp birbirlerin­den almışlardır. Yani her şeyi peygamberden iktibas etmişlerdir. Gerçi diğer dört mezhebin mensupları da dini talimatlarını Hz. Muhammet'ten iktibas ettiklerini iddia ederler. Fakat işin ilginç yanı, bu mezheblerde birbirinden farklı kuralların olmasıdır.

 

          Caferi mezhebi imamlarının hiç birbirinden farklı karar, uy­gulama ve itikatları yoktur. Bu konu da peygamberin zamanın­dan son imama ve hatta şimdiye kadar bir değişiklik olmamıştır.

 

 

           HİLAFET VE HZ. ALİ :

 

             Bilindiği gibi Alevilere göre hilafet mevzuunda Hz.Ali'ye ön­celik verilmiş ve hilafet onun hakkı ve görevi olarak kabul edil­miştir. Ehl-i sünnetin bunu kabul etmemesine rağmen sünni kaynaklarda bunu tespit edecek birçok Hadis-i Şerife rastlanır. Bunlardan birkaçını sunalım:

 

1)    Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki:

 

       “Bana inananlara ve imana varanlara, Ali'ye tevelli etmesini tavsiye ederim ki ona tevelli ederse bana, bana tevelli eden Allah'a tevelli et­miş demektir.

 

         Kısaca manası: Bana inanan bütün müslümanlara Ali'ye taraftar olmalarını tavsiye ederim.

 

(Taberi'nin Mucemi Kebir adlı eserinde. İbn-i Asakir tarihinde. El-Müttaki'nin Kenzül- Ummal kitabında vb...)

              

 

2)    Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki: “Ali benden, ben de Ali'denim.” 

 

(Sahih-i Buhari  c.5, s.141; Sahih-i Tirmizi c.3, s.167...)

 

Müslümanlar peygambere oldukları kadar Ali'ye de bağlı ol­malılar.

 

3)   Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki:  “Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır. İlmi isteyen ka­pıya gelsin.

 

(El-İstiab, 3-kısım, s. 1104, El- Müstedrek 3-126)

 

Hz. Muhammed ve İslâm dinine ancak Ali'nin yoluyla gidi­lir.            ...

                                                

4)    Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki: “Ya Ali sen benim için Musa'dan Harun menzilesindesin. Yal­nız benden sonra peygamber yoktur.”

(Sahih-i Buhari c.5, s.129 Dar’ül Fikir bas.; Sahih-i Müslim c.7, s.120 Muhammed Ali Sabih bas. ; Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808...)

"Nasıl Hz.Harun Hz.Musa'nın halifesi ve veziri olmuşsa, Ali de Hz. Muhammet'in halifesi ve veziridir" manasını taşır.

 

  

5) Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki: “Ya Ali, benden sonra ümmetimin ihtilaf ettiği hususları sen beyan edeceksin.”

 

(İbn-i Kesir “Cami’ül-Usul” 9-471;  Suyuti “El-Cami’ül Sağir” 2-56 ; Tabari “Er-Riyad’un Nadira” 2-229)

 

6) Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki: “Ali Hak ile beraberdir, Hak ise Ali ile beraberdir.”

 

(Sahih-i Tirmizi 2-298, Sıbt İbn-il Cevzi'nin tezkeresinde 17, İmam Ahmed Müsned'inde 1-84, El-Müstedrek 3-124 ve 119, Kanduzi'nin Yenabi'inde 91.)   

 

İmam Ali'ye tâbi olan Hakk'a tâbidir, Ali'yi terk eden Hakk'ı terkeder.

 

 

7)   Peygamber efendimiz (saa) buyuruyor ki: "Her peygamberin vasisi ve vârisi olur. Ali de benim vâsim ve vârisimdir".

 

(el-Münavi “Künüz-ül Hakaik” s.9; et-Tabari “Er-riyad'ün nadıra” 2-178)

 

8)    Hz. Muhammed (saa) islâmiyete daveti açık olarak yapmaya baş­ladığı zamanlarda ona “En yakın akrabalarını korkut” (Şuara 214) ayeti indi. Bunun üzerine Peygamber (saa),  ailesi olan Haşimileri evine, toplantıya ça­ğırdı. Onlara hitaben:

- Ben Allah tarafından sizi ve bütün insanları hak yoluna hidayet etmek için elçi ve peygamber olarak gönderildim. Sizi müslümanlığa, yani Allah'ın birliğine ve benim elçiliğime şehadet etmeye davet ediyorum. İçinizde Kim bana yardımcı oiur, benim vezirim, vasim ve benden sonra halifem olur ?" diye sorar.

Onlardan, sadece Hz.Ali kalkıp "ben" diye cevap verince, peygamber (saa) ordakilere:

 

"İşte bu, kardeşim, yardımcım, vezirim, vasim ve benden sonra ümmetime halifemdir" diye buyurmuştur.

 

Hatta adamlar Ebu Talib'e dönüp gülerek: "Muhammed, sana oğluna itaat etmeni emrediyor" dediler.

 

(Hüseyn Heykel'in Hayat-ı Muhammed'inde. Taberi Tarihi: 2-319. İbn-il Esir : 1-62, İbn-i Asâkir : 1-85. Es-Siret-ül Halebbiyye : 1-311. El-Hazin Tefsiri : 3-371. Kenz'ül-Ummal : 15-15 vs...)

 

 

9) GADİR HUM OLAYI

 

Hilafetin Hz.Ali'nin hakkı olduğunu gösteren en açık hadis budur:

           

Hz. Muhammed (saa) Veda Haccından dönerken Gadir-i Hum adın­daki yere varınca durdu. Yanında ki hacı kafilesini durdurup bir hutbe okudu, içinde:

 

".... Ey Nas, ben sizin mevlânız değil miyim ? diye sordu.  Evet,  cevabını alınca da:  "Ben kimin mevlâsı isem, işte Ali onun meulâsıdır. Allah’ım her kim onu veli edinirse onun velisi ol, her kim ona düşman olursa onun düşmanı ol”

 

Ondan sonra bütün sahabeler Ali'yi tebrik etmeğe başladı­lar. Hatta Ömer de elini Ali'nin eline vurarak: "Ya Ali ne mutlu sana, artık benim ve bütün müminlerin mevlâsı oldun." Deyip İmam Ali’yi kutladı.

 

(İmam Salebi'nin Kur'an tefsirinde. Nur-ul Absar. Essiret-ül Halebiye. Essavaikul Muhrika. Yenabi-ül Mevedde. İmam Ahmed müsned, İmam Razi'nin Kur'an tefsirinde : 3-236. İbn-i Kesir'in El-bidaye Ven-Nihaye.)

 

Hatay Alevilerinin bugünkü durumu nedir ?

 

Hatay Alevileri iyi kalpli ve çalışkan insanlardır. Özellikle Hatay'ın ekonomisi onların elindedir. İmanları kuvvetli, devleti­ne bağlı, hayır ve yardım sever, cömert ve misafirperverdirler. Kurban Bayramı'ndan başka herkes yılda bir iki defa kurban ke­sip fakir fukaraya dağıtır, yemek yedirerek hayırda bulunur. Bu dini bir gelenektir.

 

Arap Alevilerinin soyu, kökeni neredendir ?

 

Hatay Alevilerinin kökü Arabistan'dır. Halife Ömer'in Su­riye'yi fethetmek üzere gönderdiği ordunun askerlerinden bir kıs­mı fetihten sonra geri dönmeyip Suriye'de yerleştiler. Dedelerimiz Osmanlılar zamanında Hatay'a yerleşmişlerdir.

 

 

 

Arap Alevileri günümüzde nerede yaşarlar ?

 

Arap Alevileri Türkiye, Suriye ve diğer bütün müslünıan ül­kelerinde değişik sayıda mevcutturlar.

 

 

Alevilik nedir ? Neye dayanıyor ? Nasıl ortaya çıktı ?

 

         Bizce Alevilik, gerçek müslümanlık çerçevesi dahilinde Hz.Ali sevgisi ve gerçek hakkı tanımaktır.

 

          Aleviliğin gelişip müslümanlıkta bir taraf teşkil etmesi bazı aşamalar sonucunda olmuştur:

 

1)    Hz. Ali ve evladı ile onun sülalesinden gelenler, yani peygamberin Ehl-i Beyt'i (ailesi) Aleviliğin kökenidirler.

 

2)    Peygamberin zamanında : Sahabelerden bir kısmı Hz. Muhammed (saa)'in tavsiye ve hadislerine istinaden Hz. Ali'ye her zaman sevgi ve saygı beslemiş ve ona bağlı kalmışlardır. Selmani Farisi, Mikdad, Ebuzer, Ammar İbn-i Yaser bunlardan bazılarıdır.

 

3)    Peygamber (saa)'in ölümüyle hilafet sorununda Aleviler: Hz. Muhammed (saa) zamanında Ali'yi sevmeyen sahabeler, onun vefatıyla Haşimilerin mübarek cenazeyi kaldırma hazırlıklarından faydalanarak bir halife seçtiler. Bunu daha önce burda zikrettiğimiz hadis ve hadis-i şeriflere rağmen yaptılar. İşte Aleviliğin bir taraf olarak ortaya ilk çıkışı Ali'yi seven ve peygamberi sayanların buna itiraz etmeleridir. Bunlar ilk Alevilerdir.

 

4)    Sıffin Savaşında Aleviler: Muaviye'ye karşı Ali ile beraber savaşanlara ve Ali taraftarlarına "Alevi" denilmiştir. Bu olay­la Aleviliğin sınırlan daha da belirginleşti ve Alevilik daha da gelişti.

 

5)    Günümüzde de Hz. Ali ve 12 imama tabi olanlara Alevi de­niliyor.

 

 

Sizde "Ali" anlayışı nedir ? Ona sevgi ve bağlılığınız nereden kaynaklanıyor ?

 

Hz. Ali peygamberimiz (saa) tarafından yetiştirilmiş olup onun yüksek ahlâk ve faziletlerim haizdir. Ayrıca O'nun amcazadesi, vasisi, velîsi, varisi, damadı ve manen kardeşidir.

 

Hz. Ali ayrıca peygamberimizin veziri, nâsırı, yardımcısı, emanet ve borçlarını ödeyen, vaatlarını yerine getiren, sıkıntıla­rını gideren bir dostu ve kendisini defalarca temsil eden bir şah­siyettir. Yani peygamberin en yakını ve en sevgilisidir.

 

Bunlarla beraber Hz.Ali eşsiz bir şahsiyettir ki, ilmi, fasahati, zahitliği, imanı, kahramanlığı, cömertliği, mertliği, doğru­luğu, hikmeti, felsefesi, kadılığı, yüksek ahlâkı ve sosyal adaleti ile dünyadaki bütün yüksek faziletleri haizdir.

 

Gerek müslüman gerek dünya alimleri, yazarları, şairleri, kitap veya şiirlerinde onu methetmişler ve en güzel vasıflarla vasıflandırmışlardır. Bunlardan birer örnek vermek isterdim an­cak çok uzatmamak için vazgeçiyorum.

 

Ayrıca muteber Sünni hadis kitaplarında O'nun menkıbe ve faziletlerini anlatan çok sayıda hadis mevcuttur. (Bu konuda bkz. Nesei'nin El-Hasais. Havanzmi'nin ve îbni-il Mağuzili'nin El Me-nakib. Maliki'nin El-Fusul-ül Mühimme; İmam Ahmed'in Müs-ned; El-Müttaki'nin El-Kenz; Tabari'nin Zahiret-ül Ukba; ve daha birçok hadis kitabı).

 

İmam Ahmed İbn-i Hanbel diyor ki : "Hz. Ali'nin faziletleriyle ilgili Hadis-i Şerifler, sahabelerden hiçbiri için mevcut de­ğildir."(Hakim Nişaburi "Müstedrek alas-Sahihayn" c.3, s.116)

 

İmam Nesei diyor ki : Sahabelerin hiçbirinin hakkında Hz Ali'nin hakkında geldiği gibi gelmemiştir."

 

Hz. Peygamber (saa) buyuruyor ki : "Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa, insler ve cinler katip olsalar Ali 'nin fazilet ve menkıbelerini sayamazlardı"

 

(El-Künci eş-Şafii  "Kifayet üt-Talip" s.251-252; Sıbt İbn-i Cevzi  “Tezkiret’ül Havas” s.23;  el-Kunduzi el-Hanefi  (Ö.1293 H) "Yenabi'ül Mevedde" s.121, )

 

 

Hz. Muhammed (saa) buyuruyor ki : Aliyi seven beni seviyor, beni seven Allah'ı seviyor demektir."

 

(İbn-i Abdülbirr  “El-İstiab” 3-1911;  el-Heysemi “Mecma-üz Zevaid” 9-133)         

 

Bunlarla beraber Ali sevgisinin neye dayandığı ortaya çıkı­yor herhalde: Hz. Muhammed (saa)'e olan yakınlığı ve Hz. Muhammed (saa)'in kendisini çok sevip, sevilmesini emretmesi ile Cenab'ı Allah'ın Kur'an'da Ehl-i Beyt sevgisini emir buyurmasıdır. (Ki Al­lah ve Peygamberinin emirlerine itaat farzdır.)

 

Hz. Muhammed (saa), sahabelerine Ali'nin sevilmesini daima tav­siye ederdi demiştik. İsterseniz bu konuda da birkaç Hadis-i Şerif sunalım :    

 

—    "Ali'yi sevmek iman, ondan nefret etmek nifaktır." (Tirmizi, 2-299. Müsned-i Ahmet, 6-299, Sahih-i Müslim, 1-61.)

 

—    "Ali'yi ancak mümin olan sever, münafık ondan nefret eder."     

     (Er'Riyad-un Nadira, 2-166, Mecma-üz Zeva'id, 9-133.)

 

—    "Müminin sayfa ünvanı Ali sevgisidir." (Menavi'nin Künüz'ül Hekaik, s.92.)

 

        Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi Hz.Ali'yi sevmek iman­dandır, iman da İslâm'ın temelidir. Yani Ali'yi sevmek öz müslümanlığa dayanır.

 

İsterseniz Hz. Ali'nin özelliklerine bir göz atalım biraz da. Ki onu o kadar yücelten ve İslâm için o kadar önemli yapan bu özellikleridir :

 

KAHRAMANLIĞI :

 

İslâm dini Ali'nin kılıcı, mücahitliği, kahramanlığı ve fe­dakârlığı ile kalkınmıştır. Hz. Muhammed'in (saa) fedaisi, yardımcısı, nâsırı idi ve daima ona karşı vefa ve itaatkarlık göstermiştir. Öyle ki nasıl İslâmı kuran Hz. Hz. Muhammed (saa) ise, onu koruyan imam Ali'dir.

 

Bu yüzden Hz. Aliye "Müslümanların Kahramanı", "Peygambe­rin Kahramanı", "Allah'ın Arslanı" gibi lâkaplar verilmiştir. Hat­ta Ali'nin İslâm dininin direği olduğu bile söylenmiştir. Ömer bin Hattab: “Allah’a ant olsun ki, Ali’nin kılıcı olmasaydı İslam’ın direği kalkmazdıı” demiştir. (İbn-i Ebil Hadit “Şerh-i Nehc’ül Belağa” c.12, s.82 / eş-Şeyh Mehdi Fakih İmâni “İmam Ali Fi Erail Hulefa”  S.7)

 

İslâm dini uğruna yapılan bütün savaş ve gazvelerde, saha­beler arasında en fazla mücahitlik ve kahramanlık gösteren kişi de Ali'dir.

Bedir muharebesinde müslümanlarca öldürülen 74 müşrik­ten 24'ü Hz.Ali tarafından telef edilmişlerdir.

 

Hendek Vakası'nda 17 bin kişilik "Ahzap" ordusunun, 10 bin kişi kuvvetinde sayılan ünlü büyük gücü Amru İbn-i Vedd Hz.Ali tarafından öldürülmüştür. Düşman ordusunun kaçmasını sağlayan bu olay hakkında Hz. Muhammed buyuruyor ki: “Ali'nin Amru'yu öldürmesi bu günden kıyamete kadar bütün ümmetimin amellerinden daha hayırlıdır.”

(el-Hakim Nişaburi  "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.34 Hadis No: 4327; Fahrettin Razi  "Tefsir-i Kebir" c.16, cz.32, s.31;  el-Bağdadi  "Tarih-i Bağdat" c.13, s.18-19 Hadis No:  6978; el-Müttaki el-Hindi  "Kenz'ul Ummal" c.11, s.623 Hadis No: 33035)

 

 

FEDAKARLIĞI :      

 

Hz. Ali defalarca kendini Hz. Muhammed (saa)'e feda etmiştir. Bunun en bariz örneği hicret gecesinde olmuştur. Hz. Ali en tehlikeli ve korkulu anda peygamberimizin (saa) yatağına yatarak zerre kadar korkmadan kendini Kureyş canavarlarının kılıçlarına hedef yap­tı.  

 

 

PEYGAMBERİN TEMSİLCİLİĞİ :

 

Hz. Muhammed (saa) Hz. Ali'yi muhtelif münasebetlerde ve müteaddid defalar kendi yerine tayin etmiş ve Ali'de kendisini temsil edebileceğini kanıtlamıştır. Buna örnekler verelim:

 

VEFDİ NECRAN (Necran Heyeti) : Necran Hristiyanlannı temsil eden. heyeti müslümanlıkla ilgili mübâhele için geldikle­rinde Kur'ân-ı Kerim'in ("Ali İmran" süresinin 61. âyetinde in­miştir) içinde bulunan "ve enfüsenâ" (şahsımız) kelimesinde, Hz. Muhammed, kendisini ve Ali'yi göstererek, bu kelimede ikisinin kastedildiğini göstermiştir.

 

Hafız Tirmizi- SÜNEN kitabında bu vaka tafsilatlı olarak anlatılmaktadır.

 

 

ARAP MÜŞRİKLERİNİN HEYETİNE :

 

Peygamberimiz (saa) birkaç defa müşrik kabile başlarını tehdit ederek "Ya imana gelirsiniz ya da size kendim gibi birini gönde­ririm. Öyle kahraman ki sizleri mahveder" demiş ve Ali'yi göste­rerek "işte budur" diye buyurmuşlardır. (Siret-i Halebi c.3, s.35)

 

PUT KIRMASINDA :

 

Hz. Muhammed (saa) cahiliye devrinden kalan ve Kabe üzerine dikilen putları kınp indirmek için Ali'yi şerif omuzlarına çıkartıp putları kırıp atmaya görevlendirdi.

 

(El Hasais s.31, El Müstedrek 2-365, Zemahşeri'nin El Keşşaf adlı Kur'an tefsirinde.)

 

 

GADİR-İ HUM BİATİ :

 

Daha önce anlatmış olduğumuz gibi, peygamberimiz (saa) Gadir Hum'da "Her kimin mevlâsı isem, Ali onun mevlâsıdır" diye bu­yurarak onu hilafete layık ve namzet olarak tayin etmiştir.

 

 

BERAAT SURESİNİN TEBLİĞİNDE :

 

Hz. Muhammed (saa) Beraat Suresi indiği zaman Hacılara onu duyurması için sureyi Ali'ye vermiş ve buyurmuştur ki: "Benini yerime benden başka kimse tebliğ edemez'

 

El Müstedrek : 3-51, Tirmizi : 2-183, Müsned-i Ahmed : 1-103, El Hasais : s.20, El Fusul el-Mühimme : 7, İbn-i Mace : 1-44, Tirmizi : 5-300

 

 

Alevilik hangi ilkeler ve dünya görüşüyle gelişmiştir?

 

CEVAP : Hz. Ali'nin ilkeleri hak. adalet ve insan sevgisidir.

 

           Ünlü Lübnan yazarı Corc Çardak 'Savt-ûl Adale" (Adaletin Sesi) adlı eserinde, asrının harikası "İnsan Hakları Vesikasının" her maddesini İmam Ali'nin benzer bir cümlesiyle karşılaştırmıştır. Ki bütün insanların hakkını savunan, sosyal adaieti gerçekleştirme çabasında olan, kölelik nizamına son veren. 17 maddelik bu tarihi vesikanın getirdiği devrim yalnız  Fransa’da değil, bütün dünya çapında etkisini göstermiştir. Ebediyete kadar geçerli hükümler taşıması da ayrı bir özelliğidir.

 

Şimdi Cardak'ın eserinden:bir kaç örnek sunalım :

 

Vesikanın 1. maddesi diyor ki : "İnsanlar hür doğar ve hür yayarlar." Hz. Ali'de 13 asır önce şöyle buyurmuştur : "Allah seni hür yaratmıştır, başkasına köle olma."

 

Madde 2) Her insani toplumun gayesi insan haklarını muhafaza etmektir. Hz. Ali : "Allah, insanlarda birbirinin hakkını mevcut kılmıştır. Kimse kimsenin hakkına tecavüz etmesin." Başka bir sözünde ise : "Zalimlere karşı olunuz, mazlumlara yardım ediniz." demiştir.

 

Madde 3) Her hakimiyetin kaynağı Halk'tır. Hz. Ali : "Ço­ğunluğu tutunuz. Allah'ın eli cemaat iledir" diye buyurmuştur.

 

İnsan Hakları Beyannamesinin maddeleri dışında Hz. Ali'nin sözleri, meşhur batılı fikir adamlarının sözleriyle de kar­şılaştırılmış ve yine müthiş bir benzerlikle karşılaşılmıştır. Mesela:

 

Safonarola : “Hükümetler halka bir baba yerindedir.” Ali : "Hükümdar babadır, halk da onun çocuklarıdır."

 

Basigal : “Bütün insanlara sanki bir kişiye bakar gibi bak­malıyız.”

Ali : "İnsan insanın aynasıdır."

 

La Bruyer : “Vatan, zulum ile vatan olmaz.”

 

Ali : “Memleketin hayırlısı seni sığındıran, barındırandır.”

 

Volter : “Mal adamı (zengin) bütün kalbiyle vatanını sever

mi ?”

Ali : “Zenginler mümkün olduğunca ellerini sıkarlar.”

 

 Russau: “Hayat tabiatıyle iyidir.”

 

Ali : “Dünya doğrulukla davrananlara, doğrudur.”

 

Görüldüğü gibi, çağdaş batılı filozoflardaki hikmet, marifet, insan sevgisi, hak ve adalet kuralları 13 asır önce Hz. Ali'de var­dı. Diyebiliriz ki Ali, onlardan daha üstün bir fikir alimidir.

 

Hz. Ali'nin ilkelerini benimseyip takip eden aleviler tarihten bu yana zulümle karşılaşmış olmalarını verdiği bir iradeyle hâlâ da haklıdan ve ezilmişten yana olmaya devam etmekteler.

 

Hz. Ali'nin meşhur bir sözü vardır :

"İnsan istese de istemese de insanın kardeşidir."

 

Onun için Aleviler bütün insanları kardeş bilir. Din, ırk, mezhep ayırmadan herkesle ittifak kurmasını benimsemişlerdir.

 

Arap alevileri olarak, arap ve alevi olmaktan kay­naklanan sorunlarınız nelerdir ?

 

         Arap olmaktan değil, fakat Alevi olmaktan kaynaklanan so­runlar daima olmuştur.

Emeviler zamanında : Muaviye hilafet makamına geldiği za­man imam Ali'nin evlat ve adamlarına, hem intikam hem de başkaldırmamaları maksadıyla, düşmanlık göstererek cefa ve eziyet etmiş, tahammül edilmeyecek zulümde bulunmuştur. Bunlar yet­mezmiş gibi Ehl-i Beyt'i cami mimberleri üzerinde kötülemeğe hatta onlara sövüp saymağa başlamıştır. Diğer ülkelere de aynı icraat için emir vermiştir. Özellikle imam Ali'yi sevenleri ve samimi olanları ona sevmeğe davet eder, reddettikleri  takdirde onları öldürtürdü. Bu zalim hükmü bilfiil tatbik ettiği birkaç kişinin adını verebiliriz : Hucr İbn-i Adiy ve arkadaşları. Ömer İbn-il Hamık, Meysem-ut Timmar. Reşid-ül Hecri, Cuveyriye İbn-i Müsher, Hadrami ve arkadaşları...

 

Bu uygulama bir istisna hariç, muaviye ve bütün Emeviler zamanında devam etti. Bu istisna tek makul ve anlayışlı Emevi olan rahmetli Ömer İbn-i Abdülaziz'dir ki sadece onun zamanın­da bu çirkin adet kaldırılmıştır.

 

ABBASİ'ler zamanında :

 

        Abbasiler, Alevilerin, bu durumla­rını düzeltmek vaadiyle desteklerini alıp, Emevileri devirdikleri halde aynı siyaseti takip etmiş, Alevileri ezme ve sindirme politi­kası gütmüşlerdir. Hakimiyet onlara tatlı gelmiş ve Alevilerin de bir inkılâpla onları devirme ihtimalinin korkusuyla yaşamışlar­dır. Zulümlerinin nedeni de budur.

 

MEZHEP İcadı :

 

        Abbasiler kendi taraftarlarını Ehl-i Beyt taraftarlarından ayırmak için, dini, siyasete karıştırarak mezhep prensibi icat ettiler. Halbuki peygamber zamanından o günlere kadar hiçbir değişiklik olmamıştı. O zamanki fıkıhçılara mezhep icat etmeleri emredilince, birçok mezhep ortaya çıktı. Bunların en tanınanları malum dört sünni mezheptir.

 

Bu mezheplerden hiçbirine tabii olmayanlar sadece Abbasilerin rakip saydıkları, Ehl-i Beyt taraftan Alevilerdir. Abbasilere göre "onlardan hem sakınmalı, hem de onları mümkün olduğu kadar ezmelidir."

 

Nitekim ellerinden geldiğince çok kişiyi idam etmiş ve binlercesini zindana atmışlardır. Tarih buna şahittir, isteyen, Ebül Ferec el-Asbahani'nin "Mukatil-u't Talibin" adlı eserine müracaat edebilir.                

 

Bunlara rağmen yeni mezheblerin hiçbirine itibar etmeyen Aleviler, eskisi gibi Hz. Muhammed (saa) ve İmam Ali ile çocuklarının yolunu takip eden 12 imama tabii kalmışlardır.

 

İmam Şafii diyor ki : "Ali'nin faziletlerini, sevenleri korku­dan, düşmanları kıskançlıktan, mümkün olduğu kadar gizlediler. Buna rağmen dünya kadar fazilet aktarılmıştır”

 

 

Peki Osmanlı egemenliğinde durumunuz nasıldı ?

 

         Osmanlı egemenliği döneminde de Alevi ve Şiilerin çektiği sıkıntılar tarihçe malumdur. Özellikle Yavuz Sultan Selim zama­nında zalim bir fetva neticesinde işkenceyle öldürülen Alevi ve Şii sayısı 100 bini bulur.

Ayrıca babalarımızın ve atalarımızın anlattığı kadarıyla o zamanlar hiçbir alevinin hiç bir camiye girmesine izin verilmezdi. Alevilerden selam alıp verilmez, mahkemelerde şahitlikleri kabul edilmezdi. Bu ve buna benzer birçok sıkıntılara maruz kalmış­lardır.

 

Bugünkü durumunuzdan da bahsedebilir misiniz ?

 

         Demokratik ve Laik Türkiye Cumhuriyetinde Aleviler sosyal ve dini kimliklerini bulma fırsatı bulmuşlardır. Bunun için Yüce Ata'yı saygıyla anıyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığında alevilerin de temsil edilmesi ve okullarımızda sağlam kaynaklara dayanan İslâm tarihinin okutulması, sanıyorum Türkiye genelinde Sünni-alevi arasındaki açığı kapatmak bakımından asgari yapılması ge­rekenlerdir.

 

Burda bir sorunumuzu daha dile getirmekte yarar var. Okullarda din dersi olarak sadece sünni dört mezhebe göre bilgi verilmektedir. Bu da Alevi mezheplerin resmen tanınmadığı an­lamına gelse gerek.

 

Birgün torunuma Ehl-i Beyt'ten söz ederken bana karşı çık­tı. Üstelik Caferi mezhebi diye birşey olmadığını da bana, din dersi kitabını kanıt olarak göstererek ispatlamaya çalıştı. Çocuk aklıyla okulda kendilerine eksik bilgi verilebileceğini düşüneme­miş olsa gerek.

 

Bugün örgütlü bir yapınız, bir kurumunuz var mı ?

 

         Maalesef yoktur. Sebebi, yukarıda da bahsettiğimiz gibi geç­mişte dağınık ve istikrarsız bir hayat sürdürmekten, şimdiye ka­dar hiç bir kurumumuz olmamıştır.

 

 

Anadolu Bektaşiliğine bakış açınız nedir ? Geçmişte veya günümüzde hiç beraber hareker etmiş olduğunuz  bir durum var mıdır?

 

       Ne geçmişte ne de günümüzde ortak bir hareketimizin ol­duğunu hatırlamıyorum. Fakat şunu belirtmekte yarar  vardır. Az önce Alevilerin gerek geçmişteki gerek günümüzdeki durumundan bahsetmiştim. Aslında Arap olsun, Türk veya Kürt olsun, bütün Aleviler oldukları yerde itilmiş ve horlanmışlardır. Günü­müzde de yine az önce bahsettiğim durumları kendileri de yaşamışlardır.

 

Bektaşilerle  en büyük ortak özelliğimiz Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisidir.  Fakat aramızda farklar da vardır. Onlar Aleviliği bir mezhep olarak mı,  yoksa bir hayat felsefesi ve yaşayış biçimi ola­rak mı algılıyorlar bilmiyorum da; biz, anadilimizin Arapça ol­masından kaynaklansa gerek, daha fazla dinin içindeyiz ve Aleviliğimiz dini temele dayanmaktadır.

 

 

Görüşünüze göre toplumda kadının yeri Nedir ?

 

         Kadınlarımız  bir anne ve eş olarak değerlerini İslam’la be­raber kazanmışlardır. Bu konuda kadın haklarını ilk arayan ve sağlayan kişi Hz. Muhammed (saa)'dir. Ama kadının düşünen (irs­ten bir insan olarak önemi) başta gelir. Nitekim kadınlarımız günümüzde bu aşamaya gelmişlerdir.     

 

 

Değinmek istediğiniz başka bir konu var mı?

 

       Alevilere muhalif gözle bakan Emevi ve Abbasiler, onları kötü ve çirkin tanıtmışlardır. Özellikle ücretli tarinçiler aracılığıyla yalan, iftira ve çirkin ithamlarla Alevilere  kötü  lekeler tescil ettirerek onların asırlar boyu yanlış  tanınmasını sağlamışlardır.

 

Artık  bu demokrasi devrinde herkes gerçeği görüp Alevileri tanımalı ve onları dinde hakkettikleri yere oturtmalıdır. Alevile­rin öz müslüman oldukları gerçeği kabul edilip en doğru mezhebe bağlandıkları da bilinmelidir. Sünnilerle aralarında Hilafet meselesi ve peygamberin tavsiye ettiği Ehl-i Beyt'e bağlılıktan başka bir fark yoktur.

 

Aleviler arasında her mezhep veya dinde olduğu gibi ge­rekeni yerine getirmeyenler vardır. Fakat bu dediğimiz gibi Ale­vilikten kaynaklanan bir özellik değil, kişinin kendi şahsi tasarrufundan doğan bir özelliktir.

 

Her Alevi Allah'ın birliğine, Hz.Muhammed'in peygamber­liğine, inanır, İslâmın ve İmanın bütün şartlarını olduğu gibi ka­bul eder. Kitapları Kur'an-ı Kerim'dir. Mezhepleri Alevi veya Caferidir. İmamları Ehl-i Beyt'in 12 imamıdır.

 

İslâmın ve İmanın şartlarıyla beraber Alevilikte Hz. Ali'nin imamlığına inanmak demek olan "İmamet Şartı" da vardır.

 

Ayrıca ezanda "Hayya alel felah" cümlesinden sonra "Hayya âlâ hayr-il amel" cümlesi ilâve edilir.

 

İmamımız Cafer-is Sadık, peygamberin torunu, faziletli, alim ve tanınmış yüksek bir şahsiyettir. Bununla beraber gerek İmam Malik, gerek Ebu Hanife onun yanında bir ara talebelik yapmışlar ve onun ilminden yararlanmışlardır.

 

-Dine bu kadar bağlıyken neden camilere gitmediği­nizi anlatır mısınız ?

 

          Abbasiler zamanında Alevilerin bir kısmı öldürüldü veya zindanlara atıldı, bazıları sürgün edildi.  Bu zulümden kaçanlar da oldu. Yani yaşamlarını sürdürenler de sağa sola dağılarak mülksüz ve istikrarsız bir hayat sürdürdüler.

         Osmanlı zamanında da ağalara ve zengin adamlara iltica edip, onlann bahçelerinde hizmet etmekle ekmeklerini kazandılar. Böyle bir durumda değil cami yaptırmak kendilerine ev bile yaptıramıyorlardı.  Oturdukları evler ağalarına aitti. Ayrıca yine önceden bahsettiğimiz gibi Emeviler camide Hz Ali'ye sövmüş, Abbasiler Ali taraftarlarını öldürtmüş ve en nihayet Osmanlılar zamanında mutaassıplar onları camide is­tememişlerdir. Görüldüğü gibi asırlar boyunca cami Aievilerle Sünnilerin arasındaki somut fark olagelmiştir. Herhalde bu uzun asırlar sonunda Alevilerin camilerden uzaklaşmaları kaçınılmaz bir sosyal olaydır -ki dini veya milli herhangi bir toplumun genel karakterini belirleyen faktör o toplumun tarihinde yatar.

 

         Fakat şimdi adil, hür ve demokrat Türkiye Cumhuriyeti sa­yesinde eski istibdatlar kalkmış ve herkes gibi Aleviler de mal mülk sahibi olmuşlardır. Artık köy ve mahallelerinde cami ve mescit yapılmaktadır. Antakya, İskenderun ve Arsuz'da birkaç cami inşa edilmiştir.

 

Son olarak ne diyeceksiniz ?

 

         Şimdi Atom çağı olan bu çağda, herkes okumuş, kültürlenmiş ve bilinçlenmişken, Ortaçağ karanlığında kalan cehalet ve kara taassubu bir yana bırakarak müslümaniar ile bütün millet­lerin düşmanı olan sömürgecilere karşı olunmalıdır. Özellikle hangi mezhepten olursa olsun bütün müslümanlar ve hatta bü­tün insanlar, bu kadar birlik, beraberlik ve bağlılığa ihtiyaç du­yarken, birbirimizden uzak ve ayrı durmak düşüncesini terk ederek, Allah'ın Kur'an'da emrettiği gibi “Müslümanlar birbirine bağlı olmalı, Allah'ın ipine tutunmalı ve hiç ayrılmamalıdır.”

 

        Caferi mezhebine islâm mezhebleri arasında yer verilmeli ve diğer mezhebler gibi makbul olduğu itiraf edilmelidir. Cami­lerimizde mezhebimize göre ezan okuyabilmeli ve namaz kılabilmeliyiz. Aynca biz nasıl bütün müslümanları din kardeşi kabul edi­yorsak, onlar da bizi öyle kabul etsinler istiyoruz bütün kalbimiz­le. Çok samimi bir şekilde söylüyorum:  Aleviler taassuptan uzak, demokratik ve laik insanlardır. Dinin de Allah ile insan arasındaki özei bir ilişki olduğunu düşünürler. Zaten başka türlü, diğer mezhep ve dinlere anlayışla  bakmak ve onların mensupla­rıyla kardeşçesine yaşamak, imkânsızdır. Yani "Laik olunmadan demokrat olunmaz' diyenler yanılmamışlar. Bu özelliklerinden dolayıdır ki Türkiye'de Atatürk'e,  Laik­lik ve demokrasiye en fazla sahip çıkan kesim yine Aleviler ol­muştur. Gerek Arap, gerekse Türk Aleviler...