Fazlullah Kumpani
Mütercim
Bahri
AKYOL
Yayımcı:
Dünya Ehli Beyt Kurultayı
Yayım
Yılı: 1377
3. BİSAT ZAMANINDA HZ. ALİ (A.S)
4. Hz. Ali (a.s)nin Hİcrettekİ Rolü
5. HZ. ALİ (A.S)IN ASKERİ
HİZMETLERİ
6. Hz. Alİnİn İmamlığa
tayİn edİlİşİ
1. PEYGAMBER (S.A.A)'İN VEFATI
BAZI SAHABENİN EBU BEKİRE
İTİRAZI
ALİ (A.S)IN EBU BEKİRE
GETİRDİĞİ DELİL:
FEDEK GASBI: (FEDEKİN GASBI )
1- OSMANIN KATLEDİLMESİNİN
NEDENLERİ
6- Hz. Ali (a.s)ın cömertlik ve
fedakârlığı
7- Hz. Ali (a.s)ın fesahet ve
belağatı:
8. Hz. Ali (a.s)ın yiyecek ve giyeceği
10-11: Sasaa ibni Suhan ve Zeyd ibni Suhan:
3- (O HAZRETE NİSBETİ VERİLEN) MANZUM
SÖZLERDEN DERLEMELER
Hamd ve sena yaratığın
düzgün bedenine varlık elbisesini giydiren ve sonsuz kudret
görüntülerini tabiat eserlerinde sergileyen Allaha mahsustur.
O belirsiz ki, heyal kuşu
onun ceberutunun sonsuz fezasında uçamaz ve akılar onun sonsuz
ebediyet çölünde seyredemez
İnsanları hidayet etmek
için din hidayetçilerini birer nurlu meşale misalı yol üzerine dikip
insanlığın toplumsal düzenini onların hüküm ve
kanunlarına uymalarına bağımlı kıldı.
Sonsuz selat ve selam risalet ve
vilayet ailesine olsun ki, onlar insanlık aleminin eğiticileri,
tevhid ve hakikat yolu önderleridirler.
Aziz okurlar elinizde bulunan bu
kitap öyle bir şahsiyetin hayat öyküsünü konu edinmiştir
ki, şünhesiz tarih hiç bir kimse hakkında bunca fazilet
kaydetmemiş ve yaratılış kalemi alemin renkli sayfasında
böyle güzel bir fasvir çizmemiştir.
Her nekadar Hz. Emir-ül müminin
Ali (a.s)ın hayatı dur ve özellikleriyle ilgili çok geniş
incelemeler yapılmış ve konu hakkında
yazılmış olan bir çok kitap yayınlanmışsada bu
kitap, o hazreti daha iyi tanıtmak amacıyla sade bir şekilde
düzenlenmiş ve aşağıda belirtilen noktalar bu kitabın
yazımında dikkate alınmıştır:
1- Kitapta kullanılan
cümlelerin çekici ve açık olmaları yanısıra sade ve
akıcı olmalarına dıkkat edilmiş ve
alışılmamış kelimelerle karmaşık cümlelerin
kullanımından kaçınılmıştır.
2- Kitapta yer alan konular hiç
bir taassup ve artniyetlilik gözetilmeksizin incelemeye dayalı olarak
yazılmış ve bu günkü ilmin kabul etmediği delilsiz
sözler ve zayıf hadıslere yer verilmemiştir.
3- O hazretin peygamber-i
Ekremden hemen sonra aralıksız olarak halife olduğu konusunu
isbatlarken, hiç bir taassup ve duygusallığa kapılmadan genel
olarak şii kaynaklara baş vurmaktan sakınılmış ve
bu konuda her türlü mazeret ve bahane yolunu kapatmat amacıyla
yalnızca Ehl-i Sünnetin muteber kitaplarında yaralan sözlerden
yararlanılmıştır.
4- Hz. İmam Ali
(a.s)ın imameti konusunda Ehl-i Sünnetçede kabul edilen ayet ve hadislere
ilave olarak diğer kitaplarda fazla dıkkate alınmıyan iki
akli delil de değinilmiştir.
5- Şianın
inançlarını isbatlamakta gerekli olan bazı önem konular
Ehl-i Sünnetin muteber kitaplarından faydalanılarak
yazılmış ve onların senetleri dipnotlarla
belirtilmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz noktaları nazara alarak
hak nealanın sonsuz lütufları umidiyle ve Hz. Emir-ül müminin Ali
(a.s)ın mukaddes ruhlarından imdad dileyerek kitabın konulare
aşağıda belirtilen şeşilde düzenlenmiştir:
1. Bölüm: O hazretin Hz.
Resulullahın (s.a.a) hayatta bulunduğu dönemdeki
yaşantısı.
2. Bölüm: O hazretin Hz.
Resulullahın (s.a.a) vefatından sonraki dönemdeki
yaşantısı.
3. Bölüm: Hz. Emir-ül
Müminin Ali (a.s)ın hilafet dönemi
4. Bölüm: Hz. Emir-ül
müminin Ali (a.s)ın kişiliği ve ahlaki üstünlülükleri.
5. Bölüm: Hz. Emir-ül
müminin Ali (a.s)ın hz. Peygamberin hemen ardından halife
olduğunun isbatı.
6. Bölüm: Hz. Emir-ül
müminin Ali (a.s)ın ashap ve evlatlar.
7. Bölüm: Hz. Emir-ül
Müminin Ali (a.s)ın sözlerinden seçmeler.
Ancak şunu belirtmeliyiz ki,
bu kitabın birinci baskısı 1958 yılında
çıkmıştır ve şimdiye kadar aziz okurların
gösterdiği ilgiden dolayı dokuz dera baskısı
yenilenmiştir. Buarada bir çok kereler yapılan ofset
baskısı yüzünden kitabın bazı harf ve kelimeleri
kolaylılıkla okunamaz bir duruma gelmiş ve kitabın yeniden
dizgiye alınması gereği ortaya çıkmıştır. Bu
yüzden yazar, bunu bir fırsat bilarek bunu kitabın yeniden dizilmeden
önce içeriklerini yeniden gözden geçirmiş. Muteber kaynaklara
baş vurarak ona birtakım yeni ve değerli konuları ilave
etmiştir. Ayrıca kitabın yazılış
yöntemindede bir takım değişiklikler yapmıştır.
İçin dolayısıyla katabın onuncu baskısı
önceki baskılara nazaran incelik ve nitelik açısından
belirgin bir fark kazanmış ve kitabın çekiciliği bir kaç
kat daha artmıştır. Böylelikle vilayet şahı Hz.
İmam Ali (a.s)in sevgisini kalplerinden taşıyanların tarihin
o büyük şahsiyyetinin benzeri olmayan ve iftiharlarla dolu
yaşantısı hakkında daha fazla bilgi edinmeleri
sağlanılmaya çalışılmıştır.
Dolayısıyla elinizde bulunan bu kitap aslına sadık
kalın içeriği yeniden gözden geçirilerek basiret sahiplerine taktim
edilmiştir. Bu vesileyle yaratılış aleminin o büyük ve
ilgina şahsiyetinin tanınmasında küçükte olsa bir adım
atılmız olur inşaallah. Gerçi onu tam anlamıyla
tanıyıp bilmek Allah ve Resulundan gayri bir kimse için olağan
değildir. Nitekim Hz. Resulullah (s.a.a) o hazrete hitaben şöyle
buyuruyor: Seni Allahdan ve benden gayri kimse hakkıyla tanıyamaz
Ama yine de bu kitabı okumak aziz okurlar için tam anlamıyla yeterli
olmasa bile faydasız da olmayacak ve en azından bin konudan bir
konuyu açıklık getirecektir.
Her ne kadar denizin suyunu
tümüyle içmek mümkün olmaz Ama susuzluk miktarıca da tatmak gereklidir.
(farsça bir deyim)
Min Allahı Tevfik ve Eley-hi Tuklan fazlullah kompanı 1979
Hz. Resulullahın hayatı Dönemi:
1. Hz. Ali (a.s)ın doğumu ve soyu
2. İlk eğitimi
3. Bisat zamanında Hz. Ali (a.s)
4. Hz. Ali (a.s)ın Hicretteki Rölü
5. Hz. Ali (a.s)ın Askeri Hizmetleri
6. Hz. Ali (a.s)ın İmamlığına
Delalet Eden Naslar.
Annesi onu Allahın hareminde doğurdu.
Kabe ve Mescid onun kapı eşiği olduğu halde.
Hem anne beyaz, temiz elbiseli ve yüce idi.
Hem de yavrusu ve doğurduğu yer tertemiz pak idi.
Seyyid
Himyeri
Bu gün kabe nazar ehlinın seyir
yeridir.
Ki hak sarayından Allahın
nuru parlamaktadır.
Çıktı kıbleden bir
kıble gösteren ki.
Nazar sahibi halkın kalbinde olan
herne varsa, ondadır.
Yoksa rüzgar çimenlikten gül kokusu mu
getiriyor.
Ki seher rüzgar gibi fezaya
ıtır yaymaktadır.
Yoksa haremin ahusu miskli
karnınımı açmış
Ki bütün gökte ıslak misk
yayılmaktadır
Aşıklar sevinçten ayrı
bir şölen açmışlar
Arifler neşeden ayrı bir
havaya girmişler.
Göklerde farlak yıldızlar
sanki.
Sevinçten yüze akan göz
yaşlarıdırlar.
Esadın kızı fatime bir
öğlan doğurmuş aslan gibi.
Ki bütün tilkiler o erkek aslandan
kaygıdadırlar.
Geldi o varlık merkezinin parlayan
mumu
ki onun aşkının
ateşi her yerde alevlenmektedir.
Cihanın adalet istiyenlerine
haremden müjde geldi.
Ki görünen adalet
patişahının kutlu ordusudur
Nasıl bir yüz ki gündüz güneş
gibi parlıyor
Nasıl bir alın kiü geceleyin
ay gibi nur saçıyor
Felekden daha yüce bir yücelik
Yıldızlardan daha çok bir ilim
Nimetı sınırsız
varlığının keremi sayısız
Kazânın emir çizgisine
başını teslim eder.
Kaderin kendine iteatkar kul olduğu
kimse
Hilafet elbisesine ondan gayri kim
layık olabilir
Ki herkesten daha yüce daha bilgili daha
(ayıktır)
İslamın beli Alinin
yardımıyla guçlendi.
Tevhid ağacı Alinin
kılıcıyla meyve verdi
Kulluk için mihrapta
başını yere kor
Ne zaman Allahın aslanı zülüm
kılıcından sakınır
Edeple o hacetler kıblesi
önünde yüzünü yere koy
Ki şahlar köleler gibi o
kapının toprağına alın koyarlar[1]
Tarih yazarları Hz.
İmam Ali (a.s)ın otuzuncu fil yılının[2] Recep ayının on üçünde
şaşılacak bir şekilde kabenın içinde
doğduğunu yazıyorlar.
Araştırmacı bir
alim olan Hüccet-ül islam Nayyir bu konuda şöyle diyor:
Ey o kimse ki kabe senin yuvandır.
Ve Bethe senin eşsiz cevherinin
sedefidir.
Eğer senin doğumun kabede
olduysa bunda şaşılacak ne var.
Ey İbrahimin soyu arası kendi
evin senin evindir.
O hazretin babası Ebu
Talıptir.
O Ebd-ül Müttelibin öğludur.
O da Haşim bin Ebdu Menafin
oğludur.
Annesi ise Haşimin
oğlu Esedin kızı olan Fatimedir. Dolayısıyla Hz. Ali
her iki haraftan da haşim soyundandır.[3]
Ancak Hz. Ali (a.s)ın
doğumu diğer çocuklar gibi normal bir şekilde olmamış,
aksine bir takım şaşılacak ve manavi değişmelerle
birlikte vuku bulmuştur. Hazretin annesi Allaha inanan ve Hz.
İbrahim (a.s)ın dini olan hanif dinine göre amel eden bir
hanım idi. Devamlı olarak Allahu Tealanın dergahına dua
edip münacat ederek onun doğumunu kendisine kolay kılmasını
niyaz ederdi.
Zira o hazrete hamile olduğu
günden beri kendisini ilahi nur içerisinde görüyordu sanki melekuttan
kendisine bu mevludun diğer çocuklardan farklı olduğu ilham
olmuştu.
Şeyh saduk ve Fettal-i
Nişaburi yezid bin kanepden şöyle dediğini rivayet
ediyorlar:
Ben, Abbas Bin Ebdul muttelip ve
Ebd-ül uzzadan bir grup kabenın kenarında oturuyorduk. Bu arada
Esedın kızı fatime dokuz ayılık kamile olduğu ve
doğum soncısı tuttuğu bir halde gelerek şöyle
dedi: Ey Allahım ben sana ve senin tarafından gelen peygamberlere ve
kitaplara inanıyorum. Ben ceddim İbrahimin söylediklerini kabul
Biz kendi gözümüzle kabenin
arka taraftan müstecardan yarıldığını ve fatimenin
kabenin içerisine girip gözümüzden kaybolduğunu gördük sonra
kabenin duvarı birleşerek eski halini aldi. Biz kabenin
kapısının anahtarını açmak istedik ama
açılmadı. Bunun üzerine bu işin Allah tarafından
olduğunu anladık. Fatime dört gün sonra ellerinde Hz. Ali (a.s)
olduğu halde kabeden çıkıp geldi ve şöyle dedi: Ben
bütün geçmiş kadınlardan daha üstünüm. Zira Asya Allaha
tapmağın korkulu olduğu bir yerde Allaha gizli olarak ibadet
etti. İmranın kızı meryem ise elleriyle kurumuş bir
hurma ağacını silkerek ondan taze hurma toplayıp yedi.
Ancak Beytül mukaddeste doğum sancısı tutunca ona nida
edildiki, burdan çık burası ibadet yeridir, doğum yeri
değil fakat ben Allahın evine girdim. Cennet meyvelerinden ve
yapraklarından yedim. Dışarı gelmek istediğimde ise
bir münadi bana şöyle seslendi: Ey Fatime onun ismini Ali koy ki o
Alidir ve Aliyyül Ala olan Allahu Teala buyuruyor ki; Ben onun ismini kendi
ismimden aldım, onu kendi huylarımla huylandırdım ve ona
kendı ağır ilmimi öğrettim. Putları benim evimden
kıracak olan odur ve benim evimin üzerinde ezan okuyup beni takdis ve
tamcid edecek olan odur. Onu sevip emirlerine uyan kimseye ne mutla, ona
düşman olup emirlerine karşı çıkan kimseye de yazıklar
olsun.[4]
Hz. Emir-ül müminin Ali (a.s)a
kabenin içinde doğma sonucunda nasip olan bu kabede doğma
iftiharı ister geçmişte ister sede gelecekte olsun hiç kimseye nasip
olmamış ve olmuyacaktırda. Ba öyle açık bir
gerçektirki Ehl-i sünnet ulaması dahi onu kabul etmişlerdir. Nitekim
ibn-i Sabbağ maliki Fusul-ül Muhimma adlı kitabında
şöyle yazıyor:
Ondan Aliden önce hiç
bir kimse kabede doğmamıştır. Bu, Allahu Tealnın ona
takrimde bulunup, makamını yüceltmesi ve azemetini belirtmesi için
ona özel kıldığı bir fazilettir.[5]
Bihar-ül Envar
kitabının 9. cildinde o hazretin Ali ismiyle
adlandırılmasının sebebiyle ilgili şunları
yazıyor: Ebu Talip çocuğu annesinden alınca onu
bağrına basıp Fatimenin Hz. Alinin annesi elinden tutarak
Ebtehe geldi ve Allahu Tealaya şöyle münacat etti: Ey bu kap
karanlık gecenin Rabbı ve ey aydınlık saçan açık
ayın Rabbı.
Bize kesin hükmünü açıkla.
Bu çocuğun ismi hakkında nazarın nedir.
Bu arada gayp aleminden şöyle
bir nida geldi:
Siz ikiniz tertemiz çocuğa mahsus
kılındını?
O tertemiz seçilmiş ve sevilen
çocuktur.
Onun ismi yüce olan Allahdan Alidir.
Alidir (yüzedir) Aliden (yüceden)
kopmuştur.
Ehl-i sünnetin büyük alimleri de
bu konuya işaret etmişlerdir. Muhammed Bin yusuf El-genci
El-şafii kifayetüt Talib adlı kitabında biraz farkla
şöyle yazıyor:
Ebu Talibin cevabında
şu şiir nida edildi:
Ey Mustafanın Ehl-i Beyti
siz temiz çocuğu mahsus kılındınız.
Onun ismi yüce alan olan
Allahdan Alidir Aliden (yüceden) kapmuştur.[6]
Bazı rivayetlerde de
şöyle nakledilmiştir:
Esadın kızı fatime
doğumdan sonra henüz gaybi nida tarafından hazretin ismi Ali
bırakılmadan önce onun ismini haydar koyarak çocuğu
sarıp kocasına verirken şöyle demiştir. Al bunu bu
haydardıru işte bu yüzdendırki Hazret Hayber
savaşında yahudilerin ünlü pehlivanı Merhabe şöyle
seslendi:
Ben o kimseyim ki, annem ismimi
Haydar koymuştur Ormandaki aslan gibi yurtıcı pençesi pek güclü
aslan.
Hazretin ismi Ali koyulduktan
sonra Haydar ismi hazretin diğer lakapları arasında yer
oldı. Hazretin ünlü lakapları olarak, Haydar, Allahın
aslanı mürteza, Emir-ül müminin ve Resulullahın kardeşi
lakaplarını sayabiliriz. Ebül Hasan ve Ebu Turap ise hazretin
künyeleri idi.
Yukarıdaki rüvayetlerden Ebu
Talip ve Esedin kızı Fatimenin Allaha inandıkları ve islam
dinini kabul ettikleri anlaşılıyor. Zira cahiliyyet
döneminde bile onlar çocuklarının isminin koyulması için
Allaha Tealaya dua ediyorlar. Esadın kızı fatime Resulullaha
karşı anne görevini yapmıştır. O hazreti
Resulullaha iman getirip Medineye hicret eden ilk gruplar arasında yer
almaktadır. Vefat ettiği zamanda da Hz. Resulullah kendi
gömleğini ona kefen etmiş ve ona namaz
kılmıştır. Onu kabir azabından kurtarmak için onu
mezara koymadan önce kendisi onun mezarında yatmış ve
bizzat kendisi ona telkin verip dua etmiştir.[7]
Aynı şekilde Hz. Ebu
Talib Allaha inanan biri idi. Hz. Resulullahın Peygamberliğe
seçilmesinden sonra onun peygamberliğine inanmiştır. Ancak
kureyş kabilesinin başı olduğundan dolayı meslahat
gereği kendi imanını açığa vurmamıştır.
Amali adli kitabında saduk şöyle yazıyor: Adamın biri
ibni Abbasa şöyle dedi: Ey Resulullahın amcaz? Oğlu bana
bildir; acaba Ebu Talip İslam dinini kabul etmişmiydi: İbni
Ebbas ona şöyle cevap verdi: Şüphesiz oğlumuzun bizim
katımızda yalanlanmadığını biliyor o batıl
sözlere de itina etmez. derken, nasıl olurda islam iman etmemiş
olabilirdi.
Ebu Talibın misali
Ashab-ı Kehfin misalına benzer ki zahirde müşrik görünürken
imanlarını kalplerinde gizliyorlardı. Dolayısıyla
Allah onlara iki sevap Bir iman getirmeleri için bir de takiye yapıp imanlarını
gizlemeleri için verdi. Hz. İmam sadık (a.s) da şöyle
buyurmuştur. Ebu talıbın misalı Ashab-ı kehfin misalına
benzer ki onlar kalben iman getirdikleri halde zahirde müşrik
görünüyorlardı Allah da onlara iki sevap verdi.[8]
Ebu Talipden Hz.
Resulullahın övgüsunde söylenen bir çok şiir bize
ulaşmıştır ki onların içereğinden Ebu
Talibın islam dinini kabul etmiş olduğu apaçık
anlaşılmaktadır. Nitekim Ebu Talip Hz. Resulullaha hitaben
söylediği bir şiirinde şöyle diyor: Beni davet ettin
ben senin benim hayrımı istediğini bilmekteyim.
Sen şüphesiz doğru
konuşuyorsun öncedende emin idin.
Bir dini andın ki şüphesiz o
din.
İnsanlara gelen en
hayırlı dindir.[9]
Hz. İmam Sadık (a.s)a
bazılarının (Ehl-i Sünnetin) Ebu Talibın iman
getirmediğini ve kafir olduğunu sandıklarını
söylediklerinde imam şöyle cevap verdi: Onlar yalan
söylüyorlar. O nasıl kafir olabilir di oysa o diyorduki:
Acaba bilmiyormusunuz bir
muhammedin Musa gibi peygamber oluşunu bulduk. İlk kitaplarıda
yazılmıştır.[10]
Şeyh Süleyman Balhi yene
biül meveddet adlı kitabında Ebu Talip hakkında şöyle
yazıyor:
O peygamberin koruyucusu ve
yardımcısı idi. Onu çok severdi, Peygamberi kendi kefaletine
alan ve terbiyet eden odur. Peygamberin peygamberliğine ve resul
olduğuna inanıp tastik ederdi. Kureyş kabilesinin peygamberin
övgüjünde bir çok şiirler söylemiştir.[11]
Ebu Talibin iman
getirdiğini isbatlamak için dini kitaplarda bir çok delıller
getirilmiş ve hatta kureyşin mümini Ebu Talip kitabı gibi bu
konuda mustakil kitaplar da yazılmıştır
Evet Hz. Alinin kabenin içinde
doğmuş olması Beni Haşimin iftiharlarına yeni bir
görüntü kazandırmıştır Arap ve gayri Arap şairler
bu konuda bir çok şiirler söylemişlerdir. Bu bölümü Seyyid
himyerinin konuyla ilgili okumuş olduğu şu şiiriyle sona
erdiriyonum:
Annesi onu Allahın hareminde
doğurdu.
Kabe ve mescid onun kapı
eşiği olduğu halde.
Hem anne Beyaz, temiz elbiseli ve yüce
idi
Hem de yavrusu ve doğurduğu
yer tertemiz, pak idi
Öyle bir gecedeki onun uğursuz
yıldızları gaip idi.
Ayla birlikte en kutlu
yıldızlara nur saçıyordu.
Kabilelerin parçasına onun benzeri
sarılmamıştır
Aminenin oğlu muhammed peygamber
dışında.[12]
Benim Resulullaha olan soy yakınlığımı
ve özel mevkimi biliyorsunuz. Ben henüz küçük çocukken bana kendi odasında
yer verdi. Beni bağrına basıyor ve beni yatağında
kendiyanında yatırıyordu...
Nehc-ül
Belağa - Kasia hutbesi
Hz. Alinin Babası Ebu Talip
Kureyş kabilesi içerisinde mevki sahibi ve sayılan biri idi.
Çocuklarının terbiyesi hususunda gereken dikkatı
gösterir onları takva ve fazilet sahibi olarak yetiştirirdi. Arap gelenekleri
gereği onlara küçük yaştan itibaren at binme güreşme ve ok atma
yöntemlerini öğretiyordu.
Hz. Resulullah çocuk
yaştaiken babasını kaybettiğinden büyük babası Abd-ül
Müttelibin himayesine girmişti. Abd-ül müttelib de vefat edince Hz. Ebu
Talip kardeşi oğluna sevgi kucağını açarak o hazrete
bakıp büyütme sorumluluğunu kendi aldı.
Ebu Talibin hanımı olan
Hz. Ali (a.s)ın annesi, Esedin kızı fatime de Hz. Resulullaha
karşı bir anne gibi şafkatlı idi. Bu yüzden o vefat
Hz. Resulullah amcası Hz.
Ebu talibin evinde Büyüdüğünden dolayı amcasına
gösterdiği fedakarlıklar ve saygı gösterip
çektiği zahmetler karşılığında ona teşekkür
etmek fikrindeydi. Bu yüzden mümkün olan bir yolla amcasına yardımda
bulunmak istiyordu.
Tesadüfen Hz. Ali (a.s)ın
altı yaşında bulunduğu yıl mekkede çok büyük
kıtlık oldu. Ebu Talibin çocuklarının sayısı
fazla olduğundan kıtlık zamanda onların geçimini sağlamak
ona zorlaşmıştı. Dolayısıyla Hz. Resulullah
altı yaşında olan Hz. Ali (a.s)i geçimini sağlama
behanesiyle babasından olarak kendi himayetine aldı ve kendisi o
hazretin eğitimini üstlendi.
Kendisinin Hz. Ebu Talip ve
hanımı Esedin kızı Fatimenin himayesinde büyüdüğü gibi
Hz. Rasulullah ve hanımı Hz. Hatice de Hz. Ali (a.s)a şafkatli
baba ve anne yerinde oldular. İbni Sebbğ fusul-ül Mühimme adlı
kitabında ve merhum Allame meclisi Bihar-ül Envar kitabında
şöyle yazıyorlar:
Mekke de kıtlık
olduğu yılda Hz. Resulullah büyük servet sahibi olan amcası
Abbas bin Abd-ül müttelibin nezdine gelip şöyle buyurdu:
Kardeşin çoluk çocuk sahibidir ve şimdi zor durumdadır.
İnsanın akrabası ve yakınları da insana yardım
etmek açısından herkesten daha önde gelir. Gel onun yanına
gidip onun sırtından bir ağırlığı
kaldıralım. Her birimiz onun çocuklarından birini evimize
getirip geçimini temin edelim ve yaşantıyı Ebu Talibe
kolaylaştıralım Abbas: Evet olsun, gerçekten de bu büyük bir
fazilet ve sıla-i rahimliktir dedi. Bunun üzerine Ebu Talibi ziyaret
edip, kararlarını ona bildirdiler. Ebu Talip de Talip ve Akil-i Bir
ayri rivayete göre de Akil-i bana bırakın başka
hangısini alırsanız alın cevabını verdi. Bunun
üzerine Abbas cafer-i Hamze Talib-i ve Hz. Resulullah da Hz. Ali (a.s)ı
kendileriyle birlıkte götürdüler[13]
Burada şu noktayı
hatırlatmak gerekiyorki Ebu Talibin çocukları arasında Hz. Ali
(a.s) diğerleriyle mukayese edilemez. Hz. Resulullah Hz. Aliyi
babasından alıp kendi evine götürdüğünde o ikisi arasında
söz konusu olan akrabalık bağı ve kefalet konusuna ilaveten
o ikisi arasında çok güclü bir bağ mevcuttu öyleki Bu olayı
güneşe kavuşan bir nur parçası veya denizde kaybolan bir su
misaline benzetmek mümkündür.
Dolayısıyla Hz.
Resulullah yapmış olduğu bu güzel seçmeden çok hoşnut ve
çok razı idi.
Alinın değerini ancak
Peygamber Bilir.
Zira zerin değerini ancak
zerkar bilir.
Açıktır ki,
hakkında ona güclü kuvvet sahibi, ilim öğretmiştir[14] ayeti nazil olup bizzat ilahi okulun kendisi
tarafından eğitilmiş olan nitekim kendisi buyurmuştur: Beni
Rabbım eğitti ve o beni güzel eğitmiştir Resülullah gibi
bir öğretmen ve eğiticiye Ali gibi bir öğrenci
gerekir.
Ali (a.s) küçüklükten Hz.
Peygamberin sevgisine şayan olmuştur. Hz. Resulullaha karşı
benzeri bulunmayan bir ilgi ve sevgi taşıyordu. Onların
arasında bulunan bağ asla kopmayacak güclü bir bağdı. Ali
(a.s) gölge gibi devamlı Hz. Resulullahın
arkasındaydı. Doğrudan o hazretin eğitimi altında olup
bütün durum ve hallerde o hazretin inanç ve adetlerinden ders alıp ona
uyuyordu. Öyleki kısa bir süre içerisinde her haliyle o hazretin
bütün adet ve huylarını öğrendi ve kendinde uyguladı.
İnsanın
yaşantısı bir kaç döneme bölünür. İnan o
dönemlerin her birinde yaşının gerektirdiği bir
takım işleri yapar. Mesela insanın çocukluk dönemi bir
takım özel hal ve heraketleri gerektirir. Fakat Hz. Ali (a.s)
diğer normal çocukların aksine çocukluk döneminde asla çocuksal
oyunların peşine gitmedi o bu gibi işlerden devamlı
sakınıyordu. Aksine çocukluk döneminden itibaren büyüklük
fikrinde
Hz. Ali sekiz yaşına
kadan Hz. Peygamberin kefaletinde kaldıktan sonra bahasının
evine dönmüştür.
Ancak bu onu peygamberle birlikte
olmaktan alıkoymamıştır. Baba evine dönüş sadece
bir dış görüntü idi. Yine de Hz. Ali vaktinin çoğunu Hz.
Resulullahla geçiriyordu. Hz. Resulullah da Ebu Talibin ona
göstermiş olduğu şefkati kalbinde taşıyor ve onu
Aliye aksettiriyordu. Sahip olduğu üstün ahlak, fazilet ve ruhi
yücelikleri Aliye aktararak onu eğitiyordu, Böylece Hz. Alinin
çocukluk dönemi on yaşına peygamberin bisatına kadar o
hazretin himayesi altında geçmiştir. İşte bu eğitim ve
öğretim o hazretin her kesten önce Hz. Resulullahın
peygamber olduğuna inanıp onun davetini kabul etmesine ve
ömrünün sonuna kadar da devamlı olarak hak yolunda
fedakarlığa hazır olmasına zemin
hazırlamıştır.
Henüz küçük çocukken büluğ çağıma
ermeden hepinizden önce islam dinine ben girmişim
Hz. Ali
(a.s)
Bu bölümde Hz. Ali
(a.s)ın bisat dönemindeki yaşantısına girmeden
önce Hz. Resulullah (s.a.a)in bisatına kısaca değinmek
gerektiğinden önce o Hazretin bisatı hakkında daha sonra
sözü Hz. İmam Ali (a.s)ın kısaca bir açıklama
yapacağız ve bu dönemdeki yaşantısına çekerek Hz.
İmam Ali (a.s)ın bu dönemdeki önemli rölü üzerinde
duracağız.
Hz. Resulullah gençlik
döneminde genellikle o günün pisliklerle dolu toplumundan uzlet ederek
yalnız başına tefekkür ve ibadete meşgul olup vaktini
yaratılışın düzeni tabiatin genel kanunları ve
varlık aleminin sırları üzerinde inceleme yapmakla geçiriyordu.
Hazret kırk yaşına
gelince uzlet ve ibadet yeri olan Hira dağında ebediyet nurundan bir
ışık Hazretin mübarek kalbini aydınlattı.
Yaratılışın
gizli sırrından bir kapı hazretin yüzüne açıldı.
Mübarek dili hakikat sırrını konuşmaya başladı ve
o halkı hidayet ve irşad etmekle görevlendirildi. Bundan sonra
artık hazreti Resulullah (s.a.a) karşılaştığı
her şeyden hakikat kokusunu duyuyor ve bulunduğu her yerde ve
gördüğü her şeyde hakikat nurunu müşahide ediyordu.
Çoşkun bir kalbe sahipti ama aynı zamanda dili suskundu. Fakat
melekuti siması şairin şu beytinde belirttiği gerçeğe
mazhar idi.
Ben yorgun yüreklinin içinde
bilmem ne var ki,
Ben susmuşum ama o nale ve
fığan etmektedir.
Hazret bazen kendi
sırrını hatıceye açıyor ve diğerkimselerden
gizliyordu. O da hazrete kendi sözleriyle yardımcı olmağa
çalışıyordu. Bir süre durum döyle devam etti. Ancak bir gün
Hira dağında ona bir sesin şöyle seslendiğini duydu:
- Ey Muhammed oku:
Çevap verdi:
- Ne okuyayım:
Cevap geldi:
- O ku o Rabbinin ismiyle ki
yaratmıştır. O insanı pıhtılaşmış
bir kandan yaratmıştır. Oku ve senin Rabbın daha yücedir o
ki, kalem ile öğretmiştir. İnsan bilmediği
şeyleri öğretmiştir...[15]
O hazretin mübarek gönlüne
gayıp aleminden ilahi nur saçmaya başlayınca hazret titremeye
başladı ve hiradan ayrıldı. Ancak her nereye
bakıyorduysa o nuru görüyordu. Müzterip bir halde evine geldi. Ancak
mübarek vucudu titriyordu. Haticeye benim üzerimi ört dedi. Hatice hemen
hazretin üzerini örttü. Bu halde hazret uykuya daldı. Ancak kendine
gelir gelmez ona şu ayetlerin nazil olduğunu gördü:
Ey elbiselere bürünmüş olan
kalk da korkut, Rabbini Büyüklükle an elbiseni temizle putlardan çekin ve bir
şeyi, daha fazlasını elde etmek için ve başa kalcarak
verme.
Rabbin için sabret [16]
Fakat böyle bir daveti
yaymak kolaylıkla mümkün değildi. zira bu inanç sistemi Arap kavminin
ve diğer milşletlerin itikadi ilkeleriyle çelişiyordu. Bu davet
Arap milleti başta olmak üzere bütün insanların toplumsal ve dini
açıdan kutsal saydıkları şeyleri
aşağılıyordu.
Bu yüzden ister yakın ister
uzak bu daveti duyan her kes ona karşı cephe alıp muhalefet
etmeğe başladı. Hatta hazretin yakın akrabaları bile
hazret; karşı çıkıp alaya aldılar. Ancak bütün bunlara
rağmen ilahi cezbe hazretin bütün varlığını
sarmış ve hazret de bu büyük ilahi nimete karşı hak
Tealaya hamd ve şükürle meşkuldu.Hz. Ali (a.s) Hz.
Resulullahın peygamberliğe seçildiğinden haberdar olduğu
ilk andan itibaren islam dinini kabul edip Hz. Resulullahın iteatina
koyuldu. Hz. Ali (a.s) Hz. Resulullaha iman eden ilk erketir. Bu bütün Ehli
sünnet tarihci ve hadis yazarlarının tastik ettikleri bir gerçektir.
Nitekim muhibbiddın Taberi zehairül Uleba kitabında Ömerden
şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ben, Ebu ubeyde, Ebu Bekir ve bir
grup cemaat birarada idik. Bu arada Hz. Resulullah (s.a.a) Ali bin Ebu Talibin
omuzuna vurarak şöyle dedi: Ey Ali sen müminlerin ilk iman
getirenisin ve sen müslümanların ilk islamı kabul edenisin ve sen
bana oranla harunun musaya oranla olan mevkisine sahipsin[17]
Yine tarih yazarları
şöyle yazmışlardır: Hz. Resülullah Pazartesi günü
mebus olmuştur. Ali (a.s)ise sali günü islamı kabul etmiştir.[18]
Yine Süleymani Balhi
yenabı-ül meveddet kitabının 12. bölümünde Enes bin
malikten naklettiği bir hadiste Hz. Resulullahın şöyle buyurduğunu
yazıyor: Melekler yedi yıl yalnızca bana ve Aliye selavat
gönderdiler (Allahdan rahmet dilediler) zira bu süre içerisinde ben ve
Ali hariç kimseden Allahın birliğine şehadet getirme
göğe yükselmemişti.[19],
Hazreti Ali (a.s)in kendiside
muaviyenin övünmesine cevap olarak yönderdiği şu şiir
de kendisinin ilk islamı kabul eden kimse olduğuna işaret
etmiştir:
Hepinizden önce islamı
kabül ettim.
Oysa küçük çocuktum ve bülüğ
çağıma ermemiştim[20]
Bundan başka Hz. Resulullah
Allahın emri gereği kendi yakın akrabalarını davet
edip resmen onları islam dinine davet ettiği günde on
yaşında olan Hz. Ali (a.s)dan gayri hiç bir kimse hazretin davetine
müsbet cevap vermedi. Hz. Resulullahda o mecliste Hz. Ali (a.s)ın
imanını kabul edip mecliste hazır bulunanlara hazreti
kendisinden sonra yerin oturacak olan halifesi olarak tanıttı. Tarih
yazarları bu olayı şöyle kaydemişlerdir: Hz.
Resulullaha yakın akrabalarını korkut[21] ayeti nazil olunca, hazret Ebd-ül müttelip
çocuklarını davet edip Ebu Talibin evinde topladı. Onlar
kırk kişi idiler Kendisinin davetinin doğruluğunu
kanıtlamak amacıyla bir mucize göstermek için bir koyun budunu
700 kıram buğday ve üç kilosütle pişirip yemek
hazırlamalarını emretti. Oysa onlardan biri bunun bir kaç
katını bir oturumda yiyiyordu. Yemek hazırlanınca oraya
davet edilenler gülmeğe başlayıp Muhammed bir kişinin
yemeğini bile hazırlamamış dediler.
Hz. Resulullah: Allahın
ismiyle, yeyin buyurdu. O yemeği yeyip hepsi doyunca, Ebu lehep Bu
muhammedin size yaptığı bir sihri idi dedi.
Bu arada Hz. Resulullah
ayağa kalkıp bir giriş konuşmas yaptıktan sonra
şöyle buyurdu:
Sonra şöyle buyurdu:
Ey Ebdul Müttelip oğulları Allahu Teala beni bütün halke genel
olarak ve size de özel olarak peygamber olarak göndermiş ve bana
yakın akrabalarını korkut emrini vermiştir. Ben de sizi
dile hafif olup terazuda ağır olan iki söze davet ediyorum.
Eğer onları kabul edersenizse, Ara ve gayri araba hakim olursunuz,
bütün ümmetler sizi emrinize girerler, onlarla cennete girer ve onlarla
cehennem ateşinden kurtulursunuz. O iki söz Allahdan gayri bir
mabudun olmadığına ve benim de onun elçisi olduğuna
şehadet getirmektir. Her kim bu konuda bana icabet eder bunun için kiyam
etmekte bana yardımcı olursa, benim kardeşim, vasim, vezirim,
varisim ve benden sonra halifem olacaktır. o mecliste hazır
bulunanlardan on yaşında olan Hz. Ali Ali (a.s)
dışında hiç bir kimse cevap vermedi.
Evet Hz. Resülullahın o
mecliste konuşma yaptığı sırada Hz. Ali hakikat
gören gözlerini o hazretin mübarek gözüne dikmiş ve ve can
kulağıyla o hazretin mübarek sözlerini dinliyordu.
İşte bu sırada yalnızca o hazret ayağa kalktı ve
şehadet kelimelerini açıkca dile getirerek Allahdan gayri bir
mabudun olmadığına ve senin de onun kulu ve resulu olduğuna
şehadet ederim dedi.
Hz. Resulullah: Ey Ali sen
oturbuyurdu ve üç defa yukarıdaki sözünü tekrarladı ve her üç
defasında da Aliden gayri icabet eden olmadı. Bunun üzerine Hz.
Resulullah orda hazır olan cemaate şöyle buyurdu: Bu sizin
aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir. Bazı kitaplarda
da Hz. Ali (a.s)ın kendisine hitaben şöyle buyurduüu
nakledilmiştir:
Ey Ali sen benim kardeşim,
vezirim, varisim ve benden sonra halifemsin Abdül müttelip çocukları
meclisten kalkıp hz. Resülullahın peygamberliğini alaya alarak
çekip gittiler. Ebu lehep olaylı bir şekilde Ebu Talibe
şöyle dedi: Arfık bundan sonra sen kendi kardeşinin
oğluyla kendi oğluna iteat etmelisin Hz. Resülullahın
mezkur inzar ayeti gereği Abdül müttelip ailesini Hak Tealanın
ibadetine davet ettiği güne inzar günü denmektedir.[22]
Ehl-i Sünnetten
bazıları Hz. İmam Ali (a.s)ın inzar günü ve ondan
önce olan iman getirme konusunu önemsiz göstermek için
şöyle diyorlar: Evet hz. Ali Ebu Bekir ve diğerleri dahil olmak
üzere herkesten önce iman getirmiştir. Ancak o zaman henüz Hz. Ali
ergenlik çağına ermiyen bir çocuk idi ve teklifle yükümlü
değildi. Dolayısıyla Hz. Alinın iman getirmesi akıl
ve mantığa dayalı olmayıp sadece çocuksu bir taklid yüzünden
olmuştur. Oysa ki Ebu Bekir ve ömer iman getirdikleri zamanda ya ve
akıl açısından kemal haddinde olup anlayarak ve
düşünerek Peygamber (s.a.a)e iman
getirmişlerdir. Açıktırki akıl ve incelemeye dayanan bir
iman çocuksu taklide dayalı imandan üstündür.
Bu şüphenin cevabında
diyoruz ki; Hz. Ali (a.s)ı diğerleriyle kıyas etmek doğru
değildir ve gerçekte bu şüpheyi ortaya atanlar Mevlananın
deyimiyle pakları kendileriyle kıyas etmişlerdir. Birinci olarak
bülüğ çağına ermek şeri hükümlerle yükümlü olmak açısından
şarttır. Akli konularda şart değildir. Allaha
birliğine ve peygambere inanmak şerideğil akli bir meseledir,
şeri ikinci olarak insanların yaşları fazlalasınca
akıl güclerinin çoğalması bütün insanlar için geçerli olan genel
bir hüküm değildir. Bir çok insan vardır ki ömrünün ilk
başlarında kırk ve ellı yaşında bulunan
diğer insanlardan akıl ve mantık açısından daha
güclüdür. Özellıkle de bu çocuk Allahu Teala tarafından Ruhul
kudusla teyit edilmiş olursa. Nitekim Hz. İsa (a.s) yeni
doğmuş çocuk olduğu halde Ben Allahın kuluyum bana kitap
vermiş ve beni peygamber kılmıştır.[23] dedi:
Allahu Teala yahya peygamber
(a.s) hakkında şöyle buyuruyor:
Ey yahya kitabı
(Tevratı) kuvvetle ol ve biz ona küçük çocukken hüküm (hikmet) verdik[24]
Seyyid Himyeri Hz. İmam Ali
(a.s)ın övgüsünde okuduğu bir şiirinde bu konuya
işareten şöyle diyor:
Küçük çocukken ona hidayet ve
hikmet verildi.
Yahyaya çocukluk gününde hikmet
verildiği gibi
Yine Hz. Yusuf peygamberin
hikayesini anlatan Ve onun ailesinden olan bir tanık tanıklık
ettiki...[25]ayetinin
tefsirinde müfessirler diyorlarki:
Ayette geçen tanıkdan maksad
züleyhanın ailesinden olan küçük bir çocuktur. O halde küçük Yaşta
olmak aklın kemale ermediğine bir delil teşkil edemez.
Üçüncü olarak Ali
(a.s)ın iman getirmesi diğerlerinin iman getirmesiyle
kıyaslanamaz. Zira Hz. Alinın imanı fıtrattan
kaynaklanıyordu, oysa diğerlerinin imanı doğru olup
münafıklık yüzünden olmasa bile kafirlikten imana dönmek idi
Hz. İmam Ali (a.s) bir an bile Allaha kafir olmamıştır.
Hz. Resulullahın mebus olmasında önce de fıtraten tevhid
ehli idii Nitekim Hazret Nehc-ül Belağa kitabında bulunan bir
hutbesine şöyle buyuruyor: Ben doğuştan fıtrat
(tevhid) üzereyim ve Resulullaha iman getirmek ve hicret etmek hususunda da
diğerlerinden önce davrandam.[26]
Hz. İmam Hüseyin (a.s) da
Aşura günü İbn-i sadın askerlerine karşı okuduğu
şiirde babasıyla iftihar ederek şöyle diyor:
Fatimei zehra benim annemdir.
Babam ise Bedir ve Huneynde kafirleri kırandır.
Henüz küçük çocukken Allaha
ibadet ediyordu.
Oysa kureyşliler o iki puta
(lat ve uzzaya) tapıyorlardı.
Muhammed bin yusuf-i El-Genci ve
İbn-ül Hadid ve Muhibbidin Taberi gibi diğer alimler Hz.
Resulullahdan şöyle buyurduğunu rivayet
ediyorlar ümmetler içerisinde her kesten önce iman getirip biron bile
Allaha şirk koşmuyanlar üç kişidir: Onlar Ali bin Ebu Talip,
Yasin süresinde geçen kimse ve firavun kavminin müminidirler. İşte
sıddıklar imanlarında perçekten doğru olanlar
bunlardır.[27]
Dördüncü olarak Hz.
Resulullahın sözü ve yaptıkları Bizler için ilahi bir
delildir ver onda hiç bir tartışma yapılamaz. Zira Allahu Teala
Hz. Resülullah hakkında buyurmuştur ki: O kendi heva hevesinden bir
şey konuşmaz onun sözü ona olan vahiyden başka bir şey
değildir.[28]Dolayısıyla
eğer Hz. Ali(a.s)ın imanı çocuksu bir taklidden
kaynaklanmış olsaydı. Hz. Resülullah ona Ey Ali sen henüz
çocuksun ve ergenlik çağına ulaşmamışsın derdi
oysa böyle bir söz söylemeği bir kenara bırakın
Hz. İmam Alinin imanını kabul buyurdu ve aynı durumda orda
hazır bulunanların hepsine Hz. Alinın kendi varisi, vasisi ve
halikesi olduğunu da açıkca belirtti. Bu durumda Hz. Ali
(a.s)ın imanı konusunda bu gibi itirazları yapanlar gerçekte ne
Hz. Resulullahı tanımaktalar ne de Hz. Ali (a.s)ı
Yine Hz. İmam Ali
(a.s)ın imanını Allaha neala her kesten daha üstün kabül edip
onu övmüştür.
Nitekim şia ve sünni bütün
tefsir ve tarih yazarları rivayet etmişlerdir ki Abbas bin Ebdül
müttelib ile şeybe Araplar arasında olduğu şekilde
birbirlerine karşı övününüyorlardı. Bu sırada Hz. Ali
(a.s) onların nezdinden geçip ne ile bir birinize övünüyorsunuzdiye
onlardan sordu:
Abbas Hacılara su verme
görevi bana aittir ve ben bu hizmetle övünüyorum dedi. Şeybe de:
Ben Beytüllahın hizmetüsiyim ve onun onahtarları benim nezdimdedir.
Ben bunun la övünüyorumdedi. Hz. Ali: övgü bana daha
layıktır. Buyurdu zira ben sızlerden önce iman
getirmişim ve bu kıbleye doğru namaz
kılmışımdır, Onlardan hiç biri diğerinin sözünü
kabul etmeğe yanaşmadıkları için hakemlik için Hz. Resülullahın
huzuruna gittiler. Bu sırada cebrail nazil olup şu ayeti getirdi:[29]
Acaba siz hacılara su verme
ve mescid-ül Haram onarma işini, Allaha ve kıyamet gününe
inanıp....
Allah yolunda cihad eden kimse
gibimi sanıyorsunuz. Onlar Allah katında eşit olamazlar Allah
zalimleri hidayet etmez.[30]
Bütün tarih yazarları Hz.
Resülullahın davetine ilk icabet edip iman getiren kimsenin Hz. Ali (a.s)
olduğunu tastik etmekteler. Yine şia ve sünni tarih yazarları
peygamberi Ekremin, bana ilk iman getiren kimsenin benden sonra benim yerimde
halikemdir dediğini nakletmişlerdir.
Bu durumda bu konuda şüphe
edip itiraz edenleri niçin bunu kabul etmediklerini sormak gerekir.
Biz beşinci bölümde bu
konuda genişce bahsedeceğiz.
Burde dikkat edilmesi gereken
önemli nokta şudurki; Hz. Ali (a.s)ın iman getirip islamı
kabul etmesini diğer insanların islam dinine girmeleriyle kıyas
etmek mümkün değildir. Zira Hz. Ali (a.s) yalnızca dışsel
görüntülere kapılarak veya peygamberle hazret arasında bulunan
akrabalık yakınlığı dolayısıyla iman
getirmiş değildir. Aksine Hz. İmam Ali (a.s) çocukluk
döneminden itibaren hakikata aşık idi ve onun uğrunda her
şeyi unutuyordu. Bu yüzden hakikatın mazharı olan Hz.
Resülullaha karşı mutlak fani idi ve hakikat ve dinini tebliği
uğrunda fedakarlığı duruk noktasına ulaştırmıştır.
Şu kesindirki, Hz.
Resülullah Hz. Ali (a.s)dan daha fedakar bir kimseye sahip değildir. Hiç
bir kimse de Hz. Ali (a.s) islamın yücelmesi uğrunda
gösterdiği eşsiz fedakarlıkları inkar edemez. Bütün
tehlikeli ve zor durumlarda Hz. Ali (a.s) kendi canını Hz.
Resülullaha siper ederdi. O bu görevi severek ve bütün kalbiyle kabül
etmişti.
İslamın ilk
doğuşundan itibaren Hz. Resülullah kureyşin muhalifetiyle
karşılaştı. Onlar mümkün olan her yoldan Resülullaha
eziyet yapmaya çalışıyorlardı. Hz. Resulullah bisattan
sonra mekkede bulunduğu onüç sene süresince bir an bile kureyşin ve
hatta Ebu Lehep gibi çok yakınlarının baskı ve eziyyetinden
manda değildi. Bütün bu süre içerisinde Hz. İmam Ali bin gölge
gibi peygamberin arkasında yeralarak mekkeli müşrik ve putperestlerin
eziyyet ve baskılarından koruyordu. Hz. Alinin Resülullahın
yanında bulunduğu sürece hiç bir kimse Hz. Resülullaha eziyet etme
cesaretini gösteremiyordu.
Tevhide davetin bazen gizli ve
bazende açık yapıldığı bu dönemde Hz. İmam Ali
(a.s) hiç bir fedakarlıktan sakınmıyordu. Neticede Hz.
Resülullahın daveti gün geçtikce daha da güclendi ve artık Hz.
Resülullah açıkca hakkı putperstliği bırakıp Allaha
tapmaya davet etmeğe başladı. Bu sırada erkek ve
kadınlardan bir grubun islam dinini kabul etmeleri kureyş kabilesi ve
diğer kabilelerden olan müşriklere ağır geldi. Neticede
müşrikler Hz. Resulüllaha ve müminlere karşı olan eziyyetlerini
birkas kat daha arttırdılar.
Hz. Resülullahın en büyük
düşmanları: Ebu Cehil, Ehnes bin şerik, Ebu sufyan, Amr bin As,
ömer bin Hattap[31] ve kendi amcası Ebu Lehep idi. Bunlar Ebu
Talipden açıkca Resülullahdan himayetini kaldırıp onu
kureyşe teslim etmesini istediler. Fakat Ebu Talip hayatta bulunduğu
sürece peygamberden himayet etmeğe davam ettive Hazretin davatini
yayması için elinden gelen kolaylıkları temin etmeğe
çalıştı.
Müşrikleri şiddetli
başkıları sonucu Hz. Resülullah bir grup kendi akraba ve
arkadaşlarıyla birlikte bütün zorluklarına rağmen üç
yıl boyunca Ebu Talibin şibi denilen yerde muhasarada kalıp
gizlice ibadetlerini yapmak zorunda kaldılar. Bu süre içerisinde Hz.
Bütün bu dönemlerde Hz. Ali
(a.s) devamlı olarak Hz. Resülullahla beraberdi. Aslında onlar
arasında öyle bir ruhi bağlılık ve uyum vardı ki,
onların yaşantısının birbirinden ayrılması
mümkün değildi:
İslam dini
karşılaştığı engeller dolayısıyla
önüç yıl süresince mekkede pek fazla bir ilerleme koydedeme ve
takriben durgun bir haldeydi dolayısıyla islam fidanının
gelişip büyüyeceği yeni bir ortam bulmak gerekiyordu. İşte
bu düşünce Hz. Resülullahın Medineye hicret etmesine yol açtı.
Sonrakı bölümde Hz. Resülullahın hicreti konusunda gereken
açıklamayı yapacağız.
Canımla kumların üzerine ayak basanların
Ve Beyt-i Atıke Kabeye ve Hicri tevaf
edenlerin
En hayırlısı olan o Allahın
Resülunu korudum.
Ona tuzak kurdukları zaman.
Büyük bahşiş sahibi olan Allahda onu onların
tuzağından kurtardı.
Ali (a.s)
Hz. Resülullahın Medine
şehrine hicret etmesine ortamı hazırlıyan nedenlerden
birisi o şehirde islam dininin yayılmasıdır. Peygamberi
Ekrem Medineden mekkeye ticaret ve benzeri gaye ile gelen arap kabileleriyle
mülakat edip onları islam dinine davet ediyordu. Peygamberi Ekrem bu
çalışmalarından iyi sonuçlar alıyordu. Nitekim Ebu talibin
vefatından sonra Medineye gelen Evs kabilesinden bir grup Hz.
Resülullahla görüştüğünde onlardan altı kişi islam dinini
kabül etmiş ve medineye döndüklerinde orda islam dinini tebliğ
etmeğe başlamışlardı. Sonuçta çok geçmeden yetmiş
kişiyi aşkın erkek ve kadın Medineden mekkeye gelip islam
diniyle müşerref eldılar. Böylece islam dini hızlı bir
şekilde medine şehrinde yayılmaya başladı. Medine
şehri kureyş kabilesinin kötü niyetleri ve
Peygamber-i Ekremin kendisi de
kalben medineye hicret etmek istiyordu. Fakat kendisi Allah tarafından
görevlendirilmiş bir resül olduğundan dolayı bunu Allahdan
bir emir gelmedikce yapamaz ve görev yerini değiştiremezdi.
Fakat bu sırada vuku bulan bir takım olaylar zorunlu olarak Hz.
Resülullahın Medineye hicret etmesini gerektirdi.
Şöyle ki islam dininin
Medinede süretle yayıldığından ve müslümanlardan sir
grubun oraya hicret ettiğinden haberdar olan kureyş kabilesi ve
melıke müşrikleri orda islam dininin güçlenmesinden ve sonraları
kendilerine bir baş ağrısı olmasından korkmaya
başlamışlardı. Bu yüzden onları tahdid edebilecek olan
her türlü mühtemel tehlikeyi yok etmek için peygamber-i Ekremi yok etmeğe
ve böylece kendilerini devamlı olarak rahatlatmaja karar verdiler.
Ancak bu iş öyle kolayca
da yapılabilecek bir iş değildi. Zira Resülullah Ebd-ül müttelip
kabilesindenidir. Eğer peygamber belli kişiler tarafından
öldürülseydi kesinlikle onlar Beni haşim genişlerinin intikam
kılıcından kurtulamazlardı. Dolayısıyla
kureyş kabilesinin büyükleri gizlice toplanıp bir takım
görüş alış verişlerinde bulunduktan sonra
şöyle bir karar vardılar: Her kabileden bir genç seçilecek ve
bunlar birlikte geceleyin peygamberi Ekremin evine saldırıp Hazreti
yatağında birlikte şehid edeceklerdir. Beni haşim kabilesi
de yalnız başına bütün arap kabilelerine karşı koyma
gücüne sahip olmadığına göre peygamberin
intikamını almağa kalkamıyacak ve sonuçta peygamberin
kanı yerde kalacaktır.
Bu şaytansi plan
Resülullahı yak etmek için yizlice alınan kesin bir karardı. Ancak
Hira dağında peygamberin yüzüne kendi cemal nurundan bir kapı
açıp onu kendi azemet nurunda hayrete düşüren Allaha Teala Hazretin
nurlu kalbini kureyşin bu şeytansı kararından haberdar etti
ve peceleyin mekkeden medineye hicret etmesine izin verdi.[32]
Ancak kureyş kafirlerinin
Hz. Resülullahın hicret etmesinden haberdar olmamalara için bir blan
çizilmesi ve peygamberin yatağının boş kalmaması
gerekiyordu. Şimdi kureyş saldırganlarının kılıçlarına
hedef olması planlanan bu yatakta peygamberi Ekremin yerine kimin
yatacağı söz konasa idi.
İşte buroda hadisenin
kahramanı kendini göstermektedir. Dütünbü sözleri
söylemekten maksadda bu yüce kahramanı tanıtmaktı. Evet
böyle bir yatakta ancak tarihin eşini görmediği aslan
yürekli Ali (a.s) yatabilirdi.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Hz.
Aliyi pek iyi tanıdığından onun iman ve ihlas derecesinden
haberdardı. Hz. Ali (a.s)ın nezdine gelip şöyle buyurdu:
Ey Ali Allah mekkeyi terkedir medineye hicret etmemi emretmiştir. Ancak
bu yolculuk normal bir yolculuk değildir. Bu yolculuk tam anlamıyla
gizli yapılması gerekiyor ve kureyş kafirleri ondan haberdar
olmamalıdırlar.
Zira onlar bu gece beni
yatağımda öldürmeğe karar vermişlerdir. Bu yüzden
onları aldatmak için evim boş kalmamalı. Birinin benim
yatağımda yatması gerekiyor. Allaha Teala benim gizlice hicret
edebilmem için senin benim yatağımda yatmanı emrediyor. Henüz
Resülullahın sözü tamamlanmamıştı ki Hz. Ali (a.s)
bütün canıyla Resülullahın davetine icabet edip şöyle
dedi: Ey Resülullah emrinize iteat ediyorum ve bu görevi yerine
getirmekten çok sevinçliyim ve teşekkür ediyorum.
Peygamber (s.a.a): Ey Ali çok
tehlikeli bir görev sena verilmiştir: Zira kureyş erkekleri
geceleyin benim evime dökülecekler ve senin
Hernekadar Peygamber-i Ekrem bu
işin ağırlığını ve tehlikeli oluşunu
Hz. Ali (a.s)ın gözünda büyük terek canlandırıyorduysa,
(aynı aranda Hz. Ali (a.s)ın sevinci de artıyordu. Neticede Hz.
Resülullaha şöyle arzetti: Ey Allahın Resulu bu yolda
öldürülmekten başka bir şey de mi var? Allahın emriyle
senin dininin yayılması için sana reda olmamdan daha büyük seadet
varmıdır?
Hz. Resulullah (s.a.a) Ali (a.s)
dan hak ve hakikat yolunda gösterdiği bu açık fedakarlığı
görünce mübarek gözleri yaşla doldu ve bu duygasal haliyle Hz.
Ali (a.s)ın başını öptü ve daha sonra Ali(a.s)a veda
ederele medineye gitmek kastıyla hicretini başlattı[33]
Yirmi üç yaşında bir
genç olan Hz. Ali (a.s) da peygamberin uyuduğu zaman giydiği
özel elbisesini giyerek peygamberin yatağında uzanıp o
tehlikeli olayı beklemeğe başladı.
Fusul-ül muhimme ve kifayet-üt
Talip kitaplarının yazarları ve diğerleri kendi
kitaplarında şöyle yazmışlardır:
Hz. Ali (a.s) peygamber-i
Ekrem-in yatağında yatınca Allahu Teala cebrail ve mikaile
şöyle buyurdu: Ben sizleri birbirinize kardeş edip birinizin
ömrünü diğerinden daha uzun ettim. Sizden hanginiz ömrünün fazla
olan miktarını diğer kardeşine bağışlamaya
hazırdır? Onlar şöyle orzettiler: Ey Rabbimiz bu konuda biz
mecburmuyuz yoksa muhtarız. Allahu Teala onlara muhtar
olduklarını bildirince onların hiçbiri ömrünün
fazlasını diğerine bağışlamaya hazır
olmadılar. Bu sırada Allaha Teala onlara şöyle buyurdu:
Ben velim Aliyil peygamberim Muhammede kardeş kıldım. O
peygamberin yatağında yatmıştır. Bakın görün
o nasıl kendi canını kardeşine feda etmekte ve onun
hayatını kendi yaşantısına tercih etmektedir. Öyleyse
inin yere ve siz de onun canını düşmanlarından koruyun.
Allaha Tealanın bu emri üzerine O iki melek yere indiler ve cebrail Hz.
Ali (a.s)ın başı ucunda mikail de
ayağı ucunda durup o hazreti korumaya başladılar. Bu arada
cebrail Hz. Ali (a.s) seslenerek şöyle diyordu: Ne mutlu sana ne
mutlu sana ey Ebu Talibın oğlu Ali. Kim senin gibi olabilir? Allah
senin vesilenle meleklere iftihar ediyor[34]
Evet Peygamber-i öldürmek
amacıyla Darün nedvede toplanan kureyşin savaşu gençleri
gecenin evvelinden orayı terkedip ellerinde yalın kılıçlar
olduğu halde peygamber-i Ekremin evini sarmışlardı. Onlar karanlık
ve sassızlığın mekkeyi sardığı bu gecenin
seher vaktinde kendi şeytansı niyetlerini gerçekleştirmek
amacıyla Hz. Resulullahın evine girir girmez Hz. Ali (a.s)
peygamber-i Ekremin yatağında kalkarak kimsiniz ve ne istiyorsunuz
diye haykırdı? Kureyş erkekleri hz. Ali (a.s) önlarinde
görünce şaşırarak karuyup kaldılar ve sonra
sessizliği bozarak Muhammed nerdedir diye bağırdılar?
Hz. Ali (a.s) büyük bir metanet
içerisinde onlara; Ben muhammedin gözetcisi değildirm ve sizler de
onu bana teslim etmemiştinizki benden istiyorsunuz. Cevabını
verdi.
Saldırganlardan biri
muhammedin en büyük yardımcısı bu Alidir, iyisi onun yerine
Aliyi kanına buluyalım dedi!
Hz. Ali (a.s) onlara: ne
yazık ki Resülullah bana savaşmak izni vermemiştir yoksa, sizin
bu cüretinizin cevabını verir, o hazretin evine girmenin
cezasını size tattırır ve hepinizi kılıçtan
geçirirdim cevabını verdi. Daha sonra onları ordan
dağıttı ve gidin sizler seadetten uzak bir grupsunuz dedi.
Hz. Resülullahın hicret
ettiğinden haberdar olan kureyşliler o hazreti takibe koluldular ve
Hz. Resülullahla Ebu Bekrin saklanmış oldukları sur
mağarasının önüne kadar gittiler.
Ancak Allahu Teala o hazreti
korudu ve kureyş müşrikleri o hazreti bulmaktan ümidlerini kestiler.
Hz. Ali (a.s)ın hicret zamanın da gösterdiği
fedakarlık tavsif edilemimeyecek kadar büyüktür. 23 yaşında
bulunan bir genç o cesaretli ve hakikati arayan güçlü kalple
Canımla, kumların
üzerine ayak basanların ve Beyt-i Atike (kabeye) ve Hicri ismaile tevaf
edenlerin en hayırlısı olan o Allahın Resülunu korudum.
Ona tuzak kurdukları zamanda büyük bağış sahibi olan Allah
onu onların tuzağından kurtardı[35]
Allahu Tealada bu
fedakarlığı taktir etmek için şu ayeti Resülullaha nazil
etti: İnsanlardan öyleleri de varki Allahın
rızasını kazanmak için kendi nefislerini satarlar [36] Bütün şia ve sünni tafsir yazarları
bu kimsenin Hz. Ali (a.s) olduğunu nakletmişlerdir.[37]
Hz. Ali (a.s)ın hicret
zamanında gösterdiği fedakarlık yalnızca o hazretin
peygamberin yatağında yatmasından ibaret değildir. Hz.
Resülullahdan sonra Mekkede kalan müslümanların sorunlarının halledilmesi
ve peygambere verilmiş olan emanetlerin sahiplerine geri verilmesi de Hz.
Ali (a.s) tarafından yerine getirilmiştir.
Peygamber-i Ekremin Medineye
gelmesinden bir kaç gün sonra bazıları Hz. Resülullahın kuba
mescidinde beklediğini ve Hz. Ali (a.s) geldikten sonra medineye
girdiğini yazmışlardır. Hz. Ali (a.s) da kendi annesini,
Resülullahın kızı fatime (a.s), iki ayrı müslüman
kadını ve müslümanların zayıf olanlarını alarak
medine yoluna koyuldu. Resul-i Ekrem Medineye ulaştığında
fazla yol yürümekten dolayı sonucu ayakları yara olmuş olan Hz.
Ali (a.s) kucaklayıp o hazrete kavuşmanın sevincin den
dolayı ağlamaya başladı.
Hz. Ali (a.s) Medinede de
devamlı olarak peygamberin kenarında idi. Hz. Resülullah hicretin
birinci yılında muhacir ve ensar arasında kardeşlik ilan
ederken Hz. Ali (a.s), da kendi kardeşi olarak ilan etti.[38]
Hicretin ikinci yılında
da kendi eziz kızı fatimetüz zehraya Hz. Ali (a.s)a vererek
şöyle dedi:
Ey Ali Allahu Teala bana
fatimeyi seninle evlendirmemi emretmiştir. Ben de onu sana dört yüz
miskal gümüş mihriyesi karşılığında
nikahladım. Ali (a.s)da; Resülullah ben de buna razı oldum ve bu
lutfundan dolayıda yüce Allahımdan ve onun büyük resulundan
razı oldum dedi. Ve Allaha şükür için yere secdeye
kapıldı.[39]
Bu yıl üçerisinde Allahu
Teala tarafından müşriklerle savaşma emri geldi. Resülullah
kafirlerle savaş etmeğe başladı. Bu savaşlarda islam
ordusunun zafer kazanmasında en büyük rölu oynayan Hz. Ali (a.s) idi.
Bu tarihten itibaren Hz. Ali (a.s)ın hayatında yeni bir dönem
başlıyor ki onu Hz. İmam Alinin askeri hizmetleri olarak
adlandırabiliriz. İşte sonraki fasılda bu konuyu ele
alıp onlardan bazısına işaret edeceğiz.
Hz. Resülullah (s.a.a)ın
bisatından 14 sene geçinceye kadan hazretin mantık ve akla
dayalı olan nasihat ve vazları Arap milletinin putperest kabilelerini
hidayet etmekte etkili olmayınca bir kaç ayet nazil olarak kafirlerle
savaş desturunu vermiştir. Böylece hicretin ikinci
yılından itibaren Hz. Resülullahın hayatta bulunduğu 9
sene içerisinde Arabistanın müşrik ve yahudileri ile 82
civarında savaş yapılmıştır. Bu
savaşların bir kısmın bizzat Hz. Resülullahın kendisi
de şirket etmiştir ve bu gibi savaşlara gazve denmektedir.
Hz. İmam Ali (a.s)ın
bu savaşlarda gösterdiği fedakarlık ve cesareti hiç bir
kimseye gizli değildir. İşte o hazretin göstermiş
olduğu bu eşsiz yiğitlik ve casereti
dolayısıyladır ki o hazrete savaşların aslanı
Arapların savaşcısı ismini vermişlerdir.
Kısacası Hz. İmam Ali Hz. Resülullahın Bizzat Medinede
kalmasına emrettiği Tebuk savaşı
Hz. Ali (a.s)ın Arap
pehlivan ve kahramanlarını kılıcından geçirmiş
olduğu ve Hz. Resülullah (s.a.a)ın müşrikler ve islam
düşmanlarıyla yapmış olduğu önemli gazvelere
örnek olarak Bedir, uhud, Beni Nezir, Ehzap, Hendek Hayber, Hüneyn, Taif
gazveleriyle Mekkenin fethini örnek olarak sayabiliriz.
Bu bölümü yazmaktan
maksadımız Hz. İmam Ali (a.s)ın fedakarlıklarını
ve askeri hizmetlerini beyan etmek olduğundan biz Hz. Ali (a.s)ın
katıldığı bu savaşların niçin ve nasıl
meydana geldiği hususuna değinmeksizin Hz. İmam Ali (a.s)ın
bu savaşlarda Arabın ünlü kahraman ve savaşcılarına
karşı göstermiş olduğu kahramanlıklarını
açıklamakla yetineceğiz. Zira Hz. Ali (a.s)ın yapmış
olduğu savaşlara değinmeden o hazretin hayatını yazmak
eksik ve anlamsız bir şey olur. Dolayısıyla hazretin
kahramanlığıne göstermek için bir kaç önemli gazveyi
açıklamak zorundayız.
Her ne kadar Bedir
savaşından önce müslümanlarla müşrikler arasında
bazı küçük savaşlar seriyye savaşları vuku bulmuş
sada Bedir savaşı müslümanların sınandığı
ilk ciddi savaştı. Bu savaşta müşriklerin karkasu
müslümanların kalbini almıştı ve onlarla savaşmak
istemiyorlardı. Nitekim Allahı Teala buna işaret ederek
şöyle buyuruyor:
Nitekim Rabbin seni hak olarak
kafirlerle savaşmak için evinden çıkardı, şüphesiz
müminlerden bir grup buna isteksizdi[40]
Çünkü müşrüklerin
sayısı bin kişi civarındaydı ve Ebu sükyanın
komutanlığında müslümanları mahvetmek için yedek
atları olduğu halde tam techizatla donatılmış bir
durumdaydılar. Oysa müslümanların sayısı 313 kişi idi,
onların bir çoğunun savaş techizatı yoktu ve sadece bir kaç
at ve yetmiş develeri vardı. Netice itibarıyla hicretin
ikinci yılının Ramazan ayının 17. gününde, bu iki grup
medine ve Mekke, arasında bir yer alan Bedir denilen bir su kuyusunun
ismidir bir yerde karşılaştılar. By savaşta Allahu
Teala melekler göndererek müminlere yardım etti. Nitekim Allahu
Teala şöyle buyuruyor: Allah Bedirde size yardım etti oysa siz
çok zayıf bir durumdaydınız...[41]
İlk olarak müşriklerden
üç kişiş utbe şeybe ve velid b. utbe meydana gelerek
müslümanlardan savaşcı istediler. Hz. Resülullah Hz. Ali, amcası
hamza ve Ubeydet bin Haris bin Ebdu-l Müttelib-i onlarla savaşmak için
gönderdi. Hz. Ali (a.s) savaşcısı olan velidle
karşılaşır karşılaşmaz onu öldürdü ve
sonra arkadaşlarının savaşcılarını
öldürmek için onların yardımına koştu. onlar da
öldürülünce müşriklerin yüreğini korku aldı. Daha sonra
diyer savaşlılar da meydana çıktı, ancak onların
çoğu Hz. Ali (a.s)ın kılıcıyla öldüler. Hz. Ali
(a.s) gösterdiği yiğitlit müslümanların bu savaşı
zaferle bitirmelerine yol açtı. Kafirler de yetmişten çok ölü ve
yetmiş kişi esir vererek büyük bir hezimete uğradılar.
Abbas bin Abdul Müttelib ve Akil bin Ebu Talib de bu savaşta esir olanlar
arasındaydılar. Onlar fidye vererek hürrüyete kavuştular ve
islam dinini kabul ettiler. Tarih yazarlar müşriklerden bu savaşta
öldürülenlerin yarısından çoğunu Hz. Ali (a.s)[42]geri
kalanını da diğer müslümanların ve meleklerin
öldürdüklerini yazıyorlar. Bu savaşta Hz. Alinın
öldürdüğü kureyşin önde gelen kişileri arasında
Ass bin said muaviyenin kardeşi Hanzele bin Ebu Süfyan, ve Talhanın
amcası Ömeyr bin Osman da vardı.[43]
Neticede savaş
müslümanların zafer kazanması ve müşriklerin yenilgisiyle sona
erdi. Daha sonra müslümanlar zafer gururuyla Medineye döndüler. Hz.
Alinin ismi de eşsiz bir kahraman olarak
Uhud takriben Medine
şehrinin altı kilometre uzaklığında bulunan ünlü ve
büyük bir dağın ismidir. Uhud şavaşı da hicretin
üçüncü yılının şevval ayında bu dağın
eteklerinde cerayan etmiştir.
Kureyşin Bedir
savaşında hazimete uğraması ki, onların bazı
büyüklerinin öldürulmesine ve onların haysiyetine gölge
düşmesine yol açmıştı; yeni bir savaş için ortam
hazırlıyordu. Zira ikreme bin Ebu Cehil ve safvan bin Beni
Ümeyye gibi bu savaşta hayatlarını kaybedenlerin aileleri
kendi ölüleri için yas tutmağa başlamış ve mekke
halkını intikam almak için müslümanlara geni bir savaş
açmağa tahrik ediyorlardı. Kureyş kafirlerinin lideri olan Ebu
Süfyan Mekke halkını etrafına toplayarak gölge
düşürülen gururlarını yenidan iade etmek için onları
savaşmağa davet ediyordu. Hatta kendi şahsi servetini
savaşta kullanılmak üzere tahsis etmişti.[44]
Ebu Süfyanın
karısı olan utbenin kızı Hind de bir kaç kadınla
birlikte tef çalıp halkı ölenlerinin intikamını
almağa çağırıyorlardı. Böylece Ebu Süfyan
ortalama beş bin süvari ve yaya askeri techiz ederek kendi komutasında
olan kişilerle birlikte medineye doğru yola koyuldu.
Hz. Resülullah kundan haberdar
olunca hemen ashabını todayıp durumu onlara bildirerek ne
yapmaları gerektiği hususunda görüşlerini sordu.
Ashabın bazısı şehirde kalarak savunma yapmaları
gerektiğini söylerken diğer bir grubu şehirin
eşiğine çıkarak hamle etmeleri gerektiği görüşünü
savundular. Bilahere müslümanlar savaşmaya hazırlandılar. Hz.
Resülullahın kendisi de savaş elbisesi giyerek yediyüz kişiyle
birlikte düşmana karşı koymaya hazırlandı. Bütün savaşlarda
olduğu gibi bu savaştada Hz. Resülullah bayrakdarlık
Evet savaş artık
başlamış ve kureyşin bir çok savaşcısı Hz.
Ali tarafından öldürmüştü.
Çok güclü biri olup
ordunun tufanı olarak adlandırılan Ebu süfyanın
bayrakdarı olan Talha bin Ebu Talha Hz. Aliyle savaş gelmiş ve
Hz. Alinın onun başına vurduğu şiddetli darbe sonuca
gözleri yerinden çıkmış ve kendisi bağırarak can
vermişti, onun yerine şirk bayrağını götüren
kardeşi de öldürülmüştü.
Hamza da kahramanlıklar
göstermiş ve kureyşin bir çok savaşcısını
kılıçtan geçirmişti. kureyş
savaşcılarının öldürülmesi müşrikler ordusunda
büyük bir yenilgi havasını estirmeğe
başlatmıştı, Müslümanların sayılar kafirlerden
çok az olmasına rağman onlara galip musallat olmuşlardı.
Zafer nesimi islam bayrağını dalgalandırmağa
başlamış, düşman kaçmaya yüz koymuş müslümanlardan bir
grubu onları takibe koyulmuşken diğer bir grubu ganimet
toplamaya başlamıştı. İşte bu sırada Hz.
Resülullahın iki dağ arasın gözetleyici olarak koymuş
olduğu müslümanlar tam olarak zafer kazandıklarını
zannederek Hz. Resülullahın tekidle hiç bir durum altında burayı
terketmiyeceksiniz emirlerine rağmen Abdullah bin Cübeyren isyan edip bir
kaç kişi dışında hepsi gözetleme yerlerini
terkettiler. Böyle bir fırsatı bekleyen Halid bin velid
süvarileriyle birlikte bu bölgeye yönelip orda bulunan bir kaç
kişiyi şehit ettikten sonra dağınık halde olan islam
ordusuna arkadan saldırdı. Halid bin velidın sesini duyan
kureyşin firar halinde olan askerleri geri dönüp iki taraftan yeniden
şiddetli bir şekilde müslümanlara saldırdılar. Bu durumda
müslümanlar, sayılarının az olması ve
dağınık bir şekilde
Hz. Alinin uhud
savaşında göstermiş olduğu fedakarlıklar onun
kahramanlık dastanına yeni sahifeler ekleyip yeni iftiharlar
kazandırdı. İşte bu savaşta Hz. Cebrail altınla
yazılmaya layık olan kahramanlık sloganını yani
zülfukardan başka bir kılıç ve Alilden başka bir
yiğit yoktur sloyanını yerle gök arasında nida etti.[45]
Şeyh Mifidin Ekremeden o
da Hz. Ali (a.s)dan naklettiği bir hadiste Hazret şöyle
buyuruyor:
Uhud savaşında
müslümanlar Hz. Resülullahın etrafından dağılıp
kaçınca beni, Resulullaha karşı daha önce benzerine
rastlamadığım bir korku sardı. Dolayısıyla
Hazretin önünde şiddetle savaşıyordum. Bir an geri
döndum Hz. Resülullahı göremedim, kendi kendime Resülullah ki
kaçmaz öldürülenler arasında da görmedim kendi kendime
öyleyse Resülullah Bizim aramızdan göğe
çıkarılmıştır dedim. Dolayısıyla
kılıcımın kılafını kırdım ve kendi
kendime şöyle ahl ettim. Şehid oluncaya kadar bu
kılıcımla Resülullahın uğrunda
savaşacağım ve müşriklere hamle ettim onlar
kılıcımın önünden kaçıp dağılıyor
ve buna yol açıyorlardı. Aniden Resülullahın baygın olarak
yere düşmüş olduğunu gördüm. Resülullahın
başı üzerine gittim. Bu
Ey Ali müslümanlar ne
yaptılar. Arzettim Ey Resülullah ozlar gerisin geriye döndüler,
düşmana sırt çevirip seni bırakıp kaçtılar Bu arada
Resülullah düşman askerlerinden bir grubun ona doğru gelmekte
olduğunu gördü. Bana Ey Ali bunları benden
uzaklaştır buyurdu. Ben onlara hamle ettim sağ soldan
kılıç vurarak onları kovdum, onlar firar edip kaçtılar. Bu
sırada Resulullah bana Ey Ali gökte söylenen kendi örgünü
duymuyormusun? Rıdvan isminde bir melek zülfikardan gayri bir
kılıç ve Aliden gayri bir yığit yoktur diye sesleniyor bu
sırada sevinç göz yaşları gözlerimden
dökülmeğe başladı ve Allahu Tealaya bana nasip
ettiği bu nimetinden dolayı şükrettim.[46]
Hz. Ali (a.s) ve sabit kalan bir
kaç diğer müslümanların mükavemetleri sonucunda müşrikler
artık Medineye saldırmaktan vaz geçip Mekke yolunu tuttular.
Hz. Ali (a.s)ın kendisi
şiddetle yaralandığı halde gözünü Resülullahdan
ayırmazdı. Resülullahın el ve yüzünü yıkamak için
kalkanında su getirdi. Resülullahın el ve yüzünü yıkayınca
Allahın gazabı peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavme olsuna
dedi.[47]
Bu savaşta müslümanlardan
yetmiş kişi şehid edilmiş geri kalanlarıda
kaçmışlardı. Bu savaşın tek kahramanı olup
gösterdiği eşsiz fedakarlıkları sayesinde
yığitlik nişanı ni hak Tealadan olan Hz. Alinin mübarek
bedenine her biri bir yiğidi yıkmağa yeterli olan bir çok yara
değimişti.Hazretin bedeninde bulunan yaraların çokluğu ve
kılıç yerleri herkesi hayrete düşürmüştü ki 26
yaşında olan bu genç bunca yaraya rağmen nasıl henüz
yaşıyabiliyor. Ancak o yaralarla dolu olup kanlar i.erisinde kalan
bedende her türlü zorluklara görus halis iman sahibi güclü bir ruhun
varlığını bilmiyorlardı.
Hz. Resülullah Medineye
döndü. Hz. Zehra babasının el veyüzünü suyla dolu bir kapla
babasını karşıladı. Hz. Alide elleri dirseklerine
kadar kana bulaşmış olarak geldi ve Al bu kılıcı
bu kılıç bu gün benim iman ve şücaatımı tastik
etmiştir diyerek zülfikarı fatimet-üz Zehraya verdi. Sonra şu
şiiri okudu:
Ey Fatime al bu
kılıcı ki kınanılacak değildir.
Bende korkan veya
kınanılan değilim.
And olsun ki, Ahmedin
yardımı ve kullarından haberdar olan Rabbımın itaatında
çaba harcadım.
Ondan bu kavmin
kanlarını temizle ki o Abdul Dar ailesine Kureyşin
bayrakdarlarına ölümün sıcak kadehini
tattırmıştır.
Resülullahda fatimeye
yönelerek şöyle buyurdu:
Al onu Ey Fatime kocan bu gün
kendi borcunu ödemiştir ve Allah onun kılıcıyla
kureyşin büyüklerini öldürmüştür[48]
Müslümanların bu
savaşta aldıkları yenilgi onların küçük bir
dısiplinsizlik yaparak Hz. Resülullahın vermiş olduğu
askeri emri yerine getirmede gösterdikleri bir dikkatsizlik sonucunda
olmuştu. Bu olay aynı zamanda sonraki hadiseler için onlara acı
bir tecrübe ve bir ders oldu.
Allahu Teala ayeti kerimesinde
bu olayı şöyle anlatıyor: Şüphesiz siz onları
Allahın izniyle öldürmekteyken Allah size vaadini
doğrulamıştı. Nihayet siz korkuya
kapıldınız, (yapılacak) iş hususunda birbirinizle
çekiştiniz ve Allah sevdiğiniz şeyi zarevi gösterdikten
sonra isyan ettiniz. İçinizden bir kısmı dünyayı istiyordu
bir kısmınız da ahireti istiyordu. Sonra sizi imtihan etmek için
onlardan uzaklaştırdı. Şüphesiz o sizi affetmiştir.
Allah müminlere karşı lütüf sahibidir.[49]Siz
şaşkınlıkla dağa tırmanıyor ve hiç bir
kimseye dönüp bakmıyordunuz Resül ise arkanızdan sizi
çlağırıyordu...
Uhud gazvesinin bitmesin den
sonra Beni Nezir ve Beni kureyza yahudileri gibi medinede sükunet eden
bazı gruplar müslumanların bu yenilgisine sevindiler ve Resülullah
ile dostluk veya dokunulmazlık antlaşması yapan bazı
kabileler de bu antlaşmayı bozdular.
Bu yüzden Kureyş ile
savaşa gitmeden önce Medinede yeterli egemenlik ve emniyetin
sağlanması ve daha sonra kureyşe karşı konulması
gerekiyordu. Bu yüzden Hicretin dördüncü yılında müslümanlar
Beni Nezirle savaşa hazırlanıp mezkur yılın Rebiül
Evvel ayında onları muhasara etmek amacıyla medineden
çıktılar.
Beni Nezirle savaş için
gönderilen grubun komutanı Hz. Ali idi. Hz. Ali kendinden
gösterdiği eşsiz kahramanlıkla onların hepsini teslim
olmak zorunda bıraktı ve onlarla şöyle bir antlaşma yaptılarki,
Hz. Resülullah onların canından geçmesi karşılığında
onlar medinenin etrafının dan çıkıp şama
gideceklerdir[50]
Hz. Resülullah bu
antlaşmayı kabül etti ve onlardan her üç kişinin yalnızca
bir deva götüre bileceğini ve kendi eşyalarını da o
deveye yüklemelerini emretti, Böylece Beni Nezirin Medineden
çıkıp gitmelerinden sonra onların malları ve ekili
arazileri müslümanlara kaldı.
Uhud gazvesinden sonra
müslümanların konumlarını güçlendirmek için bu olay çok uygun
bir hareketti. Böylece Hz. Resülullah üstün tadbir ve maharetiyle
kısa bir süre içerisinde elden gitmiş olan egemenlik ve
iktidarını yeniden elde etti ve islam düşmanlarını
ezerek kendi egemenliğini daha da genişletip pekiştirdi.
Beni Nezir ve Beni kureyze gibi
bazı yahudi kabilerlerinin Medinenin etrafından çıkarılması
onları müslümanlara ve özellikle de Resülullaha karşı çok
kızdırdı. Dolayısıyla adı geçen kabilelerin
büyüklerinden bir kaçı Mekkeye gidip kureyşin yanında Hz.
Bu haber Hz. Resülullaha
ulaşınca müslümanları topladı ve bu kadar saldırgana
karşı nasıl savunma yapılması gerektiği hususunda
onlarla meşveret etmeğe başladı. Selmani farsi Medine
şehri etrafında handek kazılmasını ve şehrin
etrafında düşmanın geçmesinin mümkün olamıyacağı
ve ya zor olacağı suni engellerin icat edilmesini önerdi, Hz.
Resülullah selmanın bu önerisini kabul etti ve müslümanlara hemen
handek kazmak için hazırlanmalarını emretti. Müslümanlar
şehrin etrafında handek kazmaya başladılar. Hz.
Resülullahın kendisi de diğer müslümanlar gibi handek kazma
işine iştirak ediyordu.
Düşman ordusu gelip çatmadan
handek kazma işi bitti. Müşrikler gelipte böyle bir şeyi
görünce hayrete kapıldılar. Zira Arabistan bölgesinde
böyle bir savunma yöntemi önceden görülmemişti.
Dolayısıyla Allaha and olsun ki bu arabın düşündüğü
bir hile değildir. Araplar böyle bir hile yapmazdı dediler.[51]
Sayıları üçbin
kişi civarında olan müslümanlar handeğin öte tarafında
karargah oluşturmuşlardı Bu iki ordu bir kaç gün handeğin
iki tarafında birbiri karşısında durdular. Bazen birbirlerine
taş ve ok atıyorlardı. Nihayet Amir bin Abduved bir kaç
kişiyle birlikte otlarının yardımıyla handeğin en
dar yerinden öte tarafına atlamayı başardılar.
Amir bin Abduved handeğin
öte tarafına ulaşır ulaşmaz haykırarak kendisiyle
savaşacak savaşcı istedi. Amir bin Aduvedin o haşin ve
korku saçan sesi müslümanların çadırlarında yayılınca
soluklar kesilip yüzlar korkudan sarardı. Zira herkes onu çok iyi
tanıyordu. O Arapların ünlü pehlivanlarındandı. Ona farisi
yelyel denirdi. Arbistan
Amir bin Abduved
haykırmağı devam ediyordu:
Sizler kendinizden biri
öldürüldüğünde cennete gittiğine inanıyorsunuz.
Aranızda cennete gitmeyi isteyen yokmu?
Bu arada Hz. Resülullah bu
sessizliği kırarak şöyle buyurdu:
Bu putperestin şerrini
müslümanların baaşından kaldıracak bir kimse yokmu?
Nefesler gögüslerde
hapsedilmişti. Kimseden bir ses çıkmadı. Ali (a.s) ayağa
kalkarak Ben hazırım ey Resülullah dedi Resülullah: sen sabret
belki başka bir istekli ortaya çıkar dedi. Ama Arapların bu
kahramına denk olabilecek bir kimse yoktu. Resülullah tekrar sorusunu
tekrarladı ve yine yalnızca Ali (a.s) peygamberin davetine lebbeyk
dedi. Resülullah Hz. Ali (a.s)a yönelerek Ey Ali bu Amir bin Abduvedtir. Hz.
Ali şöyle artetti: Ey Resülullah ben de Ali bin Ebu Talibim
Resülullah kendi emmamesini Hz. Alinın başına
bağlayıp kılıcını beline taktı ve git ey Ali
Allah koruyucun olsun buyurdu sonra da mübarek başını yöğe
kaldırarak üzüntülü bir halde şöyle dua etti: Ey Allahım
benim amcam oğlunu savaş meydanında yalnız bırakma
Amir bin Abduved recez okuyup muslümanları savaşa devat etmeğe
devam ediyordu:
Size benimle savaşacak biri
var diye haykırmaktan boğazım tıkandı.
Savaşcı bir
kahramanın yerinde şücaatlı kimselerin korktuğu bir zaman
kahramanca durmuşum.
Böylece her zaman ben
belalara karşı koşmaktayım.
Çünkü yiğitte
şücaat ve cömertlik iyi hasletlerdendir.
Bu sırada Hz. Ali pusudan
avının üzerine sıçrayan sinirli bir aslan gibi suratla Amir bin
Abduvede doğru hareket edip onun yukarıda geçen küstahca recazine
ilmi bir edeple şöyle cevap verdi:
Acele etme senin sesine cevap
verecek aciz olmayan biri geldi.
İyi niyetli ve basiret
sahibi olan biri, doğruluk ise her kutluyu kurtarandır.
Ben matem okuyan
kadınları senin cenazen başında dikmek ümidindeyim.
Anısı savaştan
sonra kalacak olan bölücü bir darbe ile.
Kendini Arabın ünlü
kahramanlarından bilen Amir bin Abduved Hz. Ali (a.s)a tahkir gözüyle
bakarak; senden gayri cenneti arzulayan biri yokmuydu? Ben baban Ebu Talip ile
dost idim. Bunlan dolayı senin pençelerim altında kol kanadı
kırılmış olan bir kuş gibi can vermeni görmek
istemiyorum, Meğer benim Arapların kahramanı faris-i yelyel Amir
bin Abduved olduğumu bilmiyormusun?
Hz. Ali (a.s) ona şöyle
cevap verdi: Ben seni ilk önce islam dinini kabul edip Allahın
birliğine ikrar etmeğe davet ediyorum. Eğer bunu da kabul
etmezsen işba geldiğin yoldan geri dön ve peygamberle
savaşmaktan sakın.
Amir bin Abduved Hz. Aliye
şöyle cevap verdi:
Ben senin ilk davetin hususunda kendi
babalarımın yolunu terkedipte islamı kabul etmem.
Savaşmadan da geri dönsem kureyş kadınları
tarafından olaya alınırım.
Bunun üzerine Hz. Ali ona,
öyleyse attan inde yaya savaşalım Ben Allah yolunda senin
başını keseceğim dedi.
Amir bin Abduved Hz. Alinin bu
sözüneden çok sinirlenerek attan yere indive kılıcıyla
kendi atının ayaklarını keserek Hz. Alinın
karşısına dikildi. Bu sırada Hz. Resülullah şöyle
buyurdu: şimdi imanın tümü şirkin tümünün
karşısına çıkmıştır Gerçele de böyle
idi, zira Ali (a.s) halis iman ve hatta imanın tümü idi. Eğer Ali
olmasaydı islamdan ve müslümanlardan bir isim kalmazdı. Amir bin
Abduved de bunun karşısında şirk ve küfrün temsilcisi ve
kureyşin ümid kaynağı idi.
Nihayet bu iki savaşcı
öyle savaşmaya başladılar ki, toz duman etrafı bürüdü
ve artık iki tarafta onları seyreden taraflar toz dumanın
içerisinde onları göremiyorlardı. Karşılıklı
darbeler oluyordu. Amir bin Abduved öyle bir darbe Hz. Ali (a.s) ın
başına indirdi ki hazretin kalkanı ikiye bölündü ve mübarek
başı da bir miktar yara aldı, Hz. Ali bunun
karşısında öyle bir darbe onun başına indirdi ki
Amir bin Abduvedin başı parçalanda ve yere düştü Hz. Ali Allahu
ekber diyerek tekbir getirdi, Hz. Alinin tekbir sesinden Amir bin Abduvedin
öldüğü anlaşıldı, onun ölümiyle de kureyşin
yenilgisi kesinleşdi. Nitekim Amir bin Abduvedin kız kardeşi
kardeşi Amirin yasında okuduğu şiirde buna işaret
ederek şöyle diyor:
İki aslan savaşın
darlığında birbirlerine hamle ettiler Her ikisi de birbirine
eş, yüce ve kahraman idiler.
Ey Ali git ki şimdiye kadar
onun gibi birine zafer kazanmamıştın.
Bu söz doğru bir
sözdür ve on da herhangi bir ahartmada söz konusu değildir.
Böyle bir süvarinin
öldürülmesi kureyşin küçülmesine neden oldu. Daha sonra bu küçülme
onların hepsini helak edecek ve yaygın bir hal alacaktır.
Hz. Ali (a.s) Amir bin Abduvedin
başını Hz. Resülullahın huzuruna getirince Hazret
şöyle buyurdu:
Alinin Handek günü vurduğu
darbe insan ve cinlerin ibadetinden daha atdaldır.
Bazı tarih yazarlari
şöyle buyurduğunuda yazmışlardır:
Alinin Amir biy Abduved
vurduğu darbe ümmetimin kiyamete kadar yapacağı ibadette daha
hayırlıdır.[52]
Gerçekden de Hz. Alinin o
gündeki vurduğu darbe çok önem taşıyordu. Zira Hz.
Alinın Amir bin Abduved indirdiği bu darbe sonucu islam
müşriklerin şerinden kurtuldu. Eğer o günde Ali olmasaydı.
Amir bin Abduved tek başına müslümanları dağıtıp
Şeyh Ezri Amir bin Abduvedin
Hz. Alinin darbesiyle ölmesine işaret ettiği şu
şiirinde şöyle diyor: Nasıl bir darbeydi ki büyüklükler
içermektedir.
İnsan ve cinlerin
ibadetlerinin sevabı ona eş eğer olamıyor.
Bu onun yüceliklerinden sadece
biridir.
Diğer yüceliklerini de sen
buna kıyas eyle.
Handek savaşından sonra
Hz. Resülullah anlaşmaya bozup müşriklerle işbirliği yapan
Beni kureyze yahudilerine bir ders vermeği gerekli gördü.
Çünkü müslumanlarla saldırmazlık anlaşması yapan
Beni kureyze yahudileri Bu anlaşmayı bozmuş ve kureyşle
işbirliği yapmıştı. Resülullah Hz. Aliyi bir grup
müslümanla birlikte onlarla savaşmağa gönderdi, 25 gün
kuşatmadan sonra vuku bulan bu savaşta onların erkekleri
öldürülüp kadınları esir alındı ve mallari da ganimet
olarak müslümanların eline geçti. Böylece Beni kureyze taifesi de Hz.
Alinin eliyle yok edildi ve müslümanları medine etrafında bulunan
yahudilerin şerrinden artık tamamen rahatlığa
kavuştular.
Hayber İbranice bir
kelimedir ve sağlam bir kale anlamını ifade ediyor.
Medine şehrinin kuzey
tarfında
Tarih yazarları Hayber de yaşayanların
sayısını muhtalif miktarlarda yazmışlardır.
Bazıları onların yirmi bin bazıları onbin
bazılarıda dörtbin olduklarını
yazmışlardır. Ancak yahudilerin sayısının
müslümanların bir kaç katı olduğu kesindir. Zira
müslümanların sayısı Bin dört yüz ya da ayrı bir nakle
göre bin altı yüz kişi idi.
Müslümanlar Resülullahın
emriyle Bicretin yedinci yılında Hayber kalelerine doğru haveket
ettiler ve iki veya üç gün yol gittikten sonra hayber kalalerinin
bulunduğu bölgeye ulaşıp kalelerin kenarında karargah
oluşturarak düşmanla temas kurmuş oldular.
Sabahleyin uyanan hayber ahalisi
islam ordusunu hayber kalelerinin yakınlarında müşahide edince
kalelerin içerisine geri dönüp kalelerin kapıların
kapadılar. Resülullah da 25 gün boyunca kalelerin arkasında yahudileri
kuşatmağa devam etti kaleleri açıp fethetmek amacıyla
bayrağı bir gün Ebu Bekrin diğer bir gün de ömerin eline
verdi. Fakat onlar hiç bir iş yapamadıkları gibi, yahudi
savaşcılarını özellikle de merhabı görünce
korkarak geri dönüp kaçtılar.[53]
İbni Ebul Hadid
şeyheynin bu kaçmasına işaret eden bir şiirinde
şöyle diyiyor:
Eğer her şeyi unutsam
da o ikisini unutamam ki savaş için gitmişlerdi.
Ve kaçtılar oysa her ikiside
biliyorlardı ki savaştan kaçmak büyük günahtır.
Hayber kalelerini fethetmek için
diğer komutanlar da gitti ancak hepsi de yahudi
savaşcılarının güçlü suvunmaları
karşısın aciz kalıp geri döndüler. Hayber kalesini
fethetmek için gönderilen komutanlar
Yarın bayrağı
öyle bir kişinin eline vereceğım ki onu Allah ve Resülu
seviyor o da Allah ve Resülunu seviyor o geri dönüp hamle edendir, asla
kaçmaz Allah onun eliyle kaleyi fethetmeyince kadar geri dönmüyecektir.
Resülullahın bu buyruğu her kesi zaferi kazanacak o kişinin kim
olduğu hususunda hayrete düşürmüştü. Her kes hazretin bu
sözünü değişik bir şekilde yorumluyordu.
Bazıları da bu
iftiharın kendilerine nasip olacağını
sanıyorlardı Hiç kimse Resülullahın bu sözlerden
maksadının yalnızca Hz. Ali olduğunu düşünmüyordu.
Belki de onlar bu tür düşünmekte haklı idiler zira o zaman Hz. Ali
ağır bir göz haptalığına tutulmuştu. Bu
yüzden hiç bir kimse bu karmaşık düğümün Hz. Alinin güçlü
elleriyle açılacağını aklından bile geçirmiyordu.
Vaadedilen gün gelince Resülullah
şöyle buyurdu: Ali nerededir?
Orada bulunanlar:
gözlerinden rahatsız. dediler. Resülullah Aliyi sesleyin buyurdu.
Müslümanlardan biri Hz. Ali (a.s)ın çadırına gidip
Resülullahın emrini ona ulaştırdı.
Hz. Ali hemen Resülullahın
huzuruna geldi, Hz. Ressülullah önce Hz. Alinın halini sordu Hz. Ali
Ey Resulullah başım de gözlerim ağrıyon ve doğru
göremiyorum dedi, Resülullah Hz. Aliyi bağrına basıp
mübarek ağzının suyunu Alinın gözlerine sürdü. Hz.
Alinin gözleri hemen iyileşti ve bu olaydan sonra artık Hz. Ali
ömrünün sonuna kadar göz hastalığı görmedi.
Hissan bin sabiti Ensari bu
hadiseyle ilgili olcuduğu şiirinde şöyle diyor:
Alinın gözleri hasta idi ve
ilaç arıyordu.
Ama tedavi edecek birini
bulamıyordu.
Resülullah ona ağzının
suyu ile şifa verdi.
Ne mübarektir şifa bulan ve ne
mübarektir şifa veren.
Ve bu gün bayrağı öyle
bir şücaatlı yiğide vereceğim ki.
O Resulu seven ve ona uyan bir
yiğittir.
O benim Allahım seviyor, Allah
da onu seviyor.
Allah onun elıyle sağlam
kaleleri fethedecektir.
Böylece Hz. Resülullah bu
önemli görev için bütün müslümanların arasından Hz. Aliyi
seçti ve onu kendi vezir ve kardeşi olarak tanıttı.
Evet Hz. Ali(a.s)ın
gözleri iyileştikten sonra Resülullah ona şöyle buyurdu: Ey
Ali komutanlarımız bir iş yapamadılar Henüz Hayber kalaleri
açılamamıştır. Bu önemli görevi oncak sen
yapabilirsin.
Hz. Ali Resülullahın emrine
uyarak onlarla ne kadar savaşmalıyım ey Resülullah dedi.
Resülullah, Allahın birliğini ve benim peygamberliğimi ikrar
edip şehadet getirinceye kadar savaş buyurdu.
Hz. İmam Ali (a.s)
itinasıca avına doğru ilerleyen bir aslan gibi hareket edip
hayber kalesinın duvarının kenarına ulaştı.
Bayrağı yere dikerek kaleyi almaya hazırlandı. Bu
sırada Hayber kalesinin güclü savaşcılarından bir grup
kaleden dışarı çıtıp hamle ettiler ve şiddetli
bir şekilde savaş başladı. Hz. Ali kendine layık
Haydarca bir kaç hamle ile onları dağıttı. Bunu gören
yahudiler kaçarak kalenin içerisine girdiler. Hz. Ali de bunların
peşisira kaleye girmek istedi. Kalenin koruma komutanı olan ünlü
pehlivan Haris Hz. Alinin kaleye girmesini önlemeğe
çalıştı, ancak Hz. Alinin lılıç darbesiyle yere
düşüp can verdi. Bu sırada kalenin en savaşca ve en
şücaatlı pehlivanı olan Harisin kardeşi Merhap
kardeşinin intikamını olmak amacıyla dışarı
sıçradı.
Merhep çok ilginç bir
pehlivandı. Çünkü iki tane zırh giymiş ve iki
kılıç beline bağlamıştı. Başına
bağlamış olduğu bir kaç ammameye ilave olarak
kılıcın başına değimesini önlemek için çelik
bir başlık giymiş ve onun üstüne dik şişe
değermen taşına benzer ortası delik bir de taş
geçirmişti.
Onunla Hz. Ali (a.s)
arasında İki darbe alış verişi oldu. Ancak
islamın güçlü kahramanı Hz. Ali (a.s) onun başına öyle
şiddetli bir darbe vurduki, onun başının üzerinde bulunan
taş, çelik koruyucu ve emmemeleri yarıldıktan sonra Hz. Alinin
zülfikarı merhabin başını çeneye kadar ikiye böldü.
Merhep kanlar içerisinde yere düştü.
Merhabin ölümünden sonra
şüceatta merhap ve Haristen aşağı olmayan yasir ismindeki
üçüncü kardeşleri dışarı atılarak Hz. Ali (a.s)a
saldırdı fakat oda Hz. Ali (a.s)ın bir derbesiyle yere serildi
Bunu göre yahudiler kalenin kapısını kapayıp onun
içine sığındılar.
Hz. Ali olağan üstü olan
ilahi gücüyle kalenin kapısını kopararak bir kaç metre
öteye attı ve böylece Hayberin en güclü kaleleri olan Naim ve
kanus koleleri Hz. Alinin güclü elleriyle fethedildi.
Şeyh müfid Abdullahı
cedaliden şöyle dediğini naklediyor. Ben Hz. Alinin
şöyle buyurduğunu duydum:
Hayber kalesinin
kapısını kopardığımda onu kendime bir siper
kılıp yahudilerle Allah onları zelil edip yenilgiye
uğratıncaya savaştım. O kapıyı müslümanların
onun üzerinden geçmesi için kalenin etrafında kazmış
oldukları hendeğin üzerine koydum ve daha sonra onu o içerisine
attım.
Döndüğümüzde
müslümanlardan yetmiş kişi onu yeninden kaldıramadı.
Bir şair bu konuda
şöyle diyor:
O yiğit ki Hayberin büyük
kapısını kopardı.
Yahudilerle savaş gününde
Allah tarafından teyid edilen bir güçle.
Götürdü o büyük
kapıyı kamus kalasinin büyük kapısını
Müslümanların ve Hayber halkının toplandığı bir
halde sonra onu attı uzağa oysa onu geri çevirmekte zahmete
düştü.
Yetmiş kişi ki,
onların hepsi güçlü insanlardı.
Nihayet zahmet ve zorlukla onu
geri getirdiler.[54]
Birbirlerine onu yerine geri
getirin dedikleri bir halde.[55]
Hz. Ali (a.s)ın Hayber
savaşında gösterdiği çaba, kaleleri fathetmesi, yahidilerin
ünlü pehlivanların öldürmesi ve özellikle kalenın
kapısını koparıp eli üzerine alması Hz. Ali (a.s)dan
zuhur eden olağan üstü kerametlerinden sayılır. Bu keramentler
onun dışında diğer bir kişide görülmemiştir.
Bu hadiselerle ilgili bir çok şiirler söylenmiştir.
Örneğin İbn-i Ebul-Hadid Bu hadiseye işaret eden
şiirinde şöyle diyor:
Ey o kapıyı koparan ki
onu hareket ettirmekten.
Kırk dört kişinin
elleri aciz kalmıştır.
Hayber savaşı sona
erince Hz. Resülullah (s.a.a) fedek yahudilerinin isteği üzerine onlarla
sulh anlaşması yaptı. Karşılığında
yahudiler Fedek arazisini hazrete teslim etmekle birlikte kendi servetlerinin
yarısını Hz. Resülullaha gönderdiler, fedek arazisinde
yaşayanlar sulh zamanında kendi rızalarıyla onu
Resülullaha teslim ettiklerinden orası Hz. Resülullahın
şahsına ait idi. Hayber arazisinin aksine ki orası savaşla
alındığından dolayı müslümanların umumuna aittir.
Hz. Resülullah Hayberden
dönerken isyan eden bazı yahudi kabilelerini de cezalandırmay
unutmadı. Onlar da itaat etmeğe mecbur kaldılar. Böylece
müslümanlara arfık yahudilerin düşmanlıklarından
kurtuldular ve medine şehri tam bir güvenliğe kavuştu.
Hicretin sekizinci
yılında islam ordusu karşılaştığı bir
çok küçük büyük savaşlar sonucu artık tecrübe açısından
ilerlemiş sayı açısından da büyük bir miktara
ulaşmıştı. Dolayısıyla Hz. Resülullah (s.a.a)
kendi doğum yeri olup kureyşin komplosun yüzünden geceleyin terketmek
zorunda kaldığı mekke şehrine doğru hareket edip oray,
fethetmeyi gerekli gördü.
Hz. Resülullah (s.a.a) önüç
sene süresince Mekke müşriklerini ve kureyşi tevhide davet
etmişti. Ancak Hz. Resülullah bu davetinden bir
Artik geceleyin zillet ve korku
içerisinde mekkeden kaçıp medineye hicret eden müslümanların,
Resülullahın peşinde azemetle mekke şahrine girme zamanı
gelmişti.
Müslümanlardan bazı
işlerinin akibetinden endişe ve korku içindey diler. Ama Resülullah
onları zaferle müjdeliyordu. Zira şu ayeti kerimeden Allahın
ona vaad ettiği zaferi anlıyordu:
Şüphesiz Allah, Resulüne o
riyayı hak olarak doğru çıkarmıştır. Allah
dilerse başlarınızı traş etmiş ve saçlarınızı
kısaltmış olarak güven içinde korkmadan Elbette sizi Mescid-ül
harama sokacaktır.....[56]
Yine Mekkenin Fethedilmesinden
önce nazil olan Nasır süresi Mekkenin fethedileceğine ve onun
halkının islam dinini seçeceklerini ifade ediyordu.
Hz. Resülullahın amacı
mekkenin fethinin orada bulunan Allahın evinin hürmetine
savaşılıp kan dökülmeden gerçekleşmesiydi. Bu yüzden
kureyşin meseleden haberi olmasın diye önceleri mekkeye gitmek
düşüncesini ve zamanını müslümanlardan gizli tutuyordu. Bu
konuda kendisine sırdaş bilip güvendiği ve istişare
yaptığı kimse Hz. Ali (a.s) idi.
Fakat bir müddetten sonra konuyu
bir kaç diğer sahabeye de bildirdi. Resülullahın bu maksadından
haberdar olan Hatip isimli bir muhacirin Mekkede akrabaları vardı
mektup yazıp bir kadın aracılığıyla Mekkeye
gönderdi ve kureyşi Hz. Resülullahın bu maksadından
haberdar etti.
Allahu Teala durumu Hz.
Resülullaha bildirdi. Resülullahda Hz. Ali (a.s)ı zübeyir ile birlikte
mektubu almak üzere o kadının peşine gönderdi ve onlar yolda
o kadına ulaştılar ve mektubu ondan aldılar.[57]
Resülullah hicretin sekizinci
yılının Ramazan ayının başlarında Muhacir ve
Ensardan oluşan on iki bini aşkın ordusuyda Mekkeyi fethetmek
kasdıyla medineden çıktı.
Mekkenin yakınlarına
geldiklerinde Abbas bin Abdul müttalip kureyşi tam techizatta
donanmış olan islam ordusundan korkutmak için Mekkeye doğru
ilerledi.
Mekke ahalisi de az çok Hz.
Resülullahın mekkeye gelmekte olduğundan önceden haberdar
olmuşlardı. Bu yüzden Ebu Süfyan bilgi edinmek için Mekkeden
çıktı ve yolda Abbas bin Ebdül Müttalible
karşılaştı.
Abbas bin Abdul Müttalib Ebu
Süryana müslümanların sayılarının çokluğunu ve
özellıkle de onların güclü iman ve savaşa
hazırlıklarını bildirip onu islam ordusu
karşısında direnmenin doğurabileceği acı
sonuçlardan korkutarak bundan sakındırdı. Ve onu Hz.
Resülullahın huzuruna giderek teslim olmağa ikna etti.
Ebu süfyan mecburi olarak buna
kabul etti ve Abbas bin Abdul Müttalibin himayesi ile islam ordusunun
arasından onun kudret ve azemetinden şaşkına
dönmüş bir halde geçip Hz. Resülullahın (s.a.a) huzuruna
gittive kısa bir konuşmadan sonra islam dinini kabüt etti.
21 sene süresice kureyşin
müşriklerini Hz. Resülullahın aleyhine kışkırtıp
donatan Ebu Süfyan şimdi islam ordusunun o kudret ve azemetinın
karşısında boyun eğmek zorunda kalmış ve islam
ordusunda müşahide ettiği o üstün düzen ve disiplinden dolayı
şaşkına dönmüş bir halde kendi geçmişinin
affedilmesini bekliyordu.
Allahu Teala kuranı
kerimde de açık bir şekilde beyan buyurduğu gibi Resülullah
yüce ahlak sahibi olup bütün alemler için bir rahmetti.[58]
Bu yüzden islam dinini kabül
edenlere eman almak üzere Ebü süfyanı Mekkeye gönderdi.
Hz. Resülullah başta Sad bin
übadenin elinde olan islam ordusunun bayrağını (onun mekke ahalisine
sert davranma ihtimali olduğundan) onun elinden alıp Hz. Ali
(a.s)ın eline verdi. Daha sonra azemeti gözleri kamaştıran
islam ordusuyla birlikte mekkeye girdiler ve kabenin kapısı
öncünde durup vahdet duasını okudular:
O gün mekke de tevhid ve Allaha
ubudiyet slloganlarının açıkca okunduğu ilk gündü.
Kabenın üzerine çıkmış olan Bilalin kalpleri okşuyan
sesiyle ezan sesi mekkenin fezasında yayılmaya başladı.
Müslümanlar Hz. Resülullaha iktida ederek namaz kıldılar. Sonra Hz.
Resülullah, cezalandırılma ve ihtikam alınma bekleyişinde
olan mekke halkına hitap ederek şöyle buyurdu: Ne
söylüyorsunuz ve ne ummaktasınız?
Mekke halkı Biz hayır
söylüyoruz ve beklentımiz de hayırdır. Sen yüceliğe
sahip bir kadeş sin ve yüceliğe sahip olan kardeşin de oğlusun.
Şimdi hakimiyet ve kudrete ulaşmışsın
cevabını verdiler.
Hz. Resülullahı
onların bu sözünden şafkat ve marbemet bürüdü ve şöyle
buyurdu: Ben de şanu söylüyorum ki, kardeşim yusur
kardeşlerine demişti:
Bu gün sizler için bir
azaılama yoktur....
Sonra da şöyle buyurdu:
Gidin hepiniz serbestsiniz[59]
Hz. Resülullahın bu genel
afvı Mekke halkının ruhlarında çok iyi bir etki
bıraktı ve ister istemez kalplerinde Hz. Sevgisinin
yerleştiğini hissettiler.
Sonra Hz. Resülullah bütün
putların kırılmasını emretti. Hz. Aliyi kendisiyle
birlikte kabenin içerisine götürdü ve orada bulunan bütün putpersetlik
kalıntılarını kırarak dışarı
attılar.
Hz. Ali (a.s)ın yüce
sıfatlarından birisi de put kırma özelliğidir. Hz. Ali
(a.s) asla şirk ve küfür görüntülerinin halk arasında
bulunmasın tahammül edemiyordu. Mekkenin fethinde de hubel gibi
Mekkenin fathedilmesinden sonra
Mekke halkı grup grup islam dinini kabul edip Hz. Resülullaha biat
ettiler, Hz. Resülullah da bir süre o şehirde kalıp olayları
düzene soktu. Gereken emniyet ve düzen sağlandıktan sonra, zafer
kazanan askerlerıyle birlikte mekkeyi terkedip Medineye
dönmeğe karar verdi, Bu arada yeni müslüman olan Mekke halkından
da iki bin kişiyi kendi ordusuna ilave etti öyleki islam ordusunun
sayısının fazlalağı müslümanları şaşırtmaga
başlamıştı. Ebu Bekir biz bu kadar fazla saydaki askerle
artık asla yenilmeyiz dedi. Ama onlar askerlerin sayısının
çok oluşunun fazla bir önem taşımadığını
ve önemli olan Allaha sığınıp ondan yardım
dilemenin olduğunu bilmiyorlardı. Nitekim düşmanla
karşılaştığıldığında,
örneğin, hüneyn savaşında çok geçmeden Ebu Bekir de dahil
olmak üzere bütün müslümanlar kaçmış ve Beni Haşimden dokuz
kişi ve ümmi Eymenin oğlu Eymenden başka bir kimse
Resülullahın etrafında kalmamıştı. Ancak Allah onlara
yardım edince kaçan müslümanlar geri dönüp yeniden kafirlere hamle
ettiler ve zafer kazandılar. Bu konuda Allaha Teala şöyle
buyuruyor: Şüphesiz Allah size bir çok yerde yardım etti. Hüneyn
gününde de. O zaman çokluğunuz sizi böbürlendirmişti, ama bu hiç
bir işinize yaramamıştı. Derken yeryüzü tüm
genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da
sırfınızı dönüp kaşmıştınız
sonra Allah Resülunün ve müminlerin üzerine sükünetini indirmiş ve sizin
görmediğiniz askerler göndererek küfre sapanları azap
etmişti. Küfrün cezası işte budur[60]
Bu olay şöyle cerayan
etmiştir:
Hz. Resulüllah Mekkeden
dönmeğe karar verdiği zaman, henüz İslam dinini kabül
etmemiş olan Hevazin ve sakif kabileleri birbiriyle anlaşarak
müslümanlarla savaşmağa karar verdiler.
Hz. Resulüllahın Mekkeden
Medineye dönmekte olduğunu duyan bu iki kabilenin
savaşlıları sayıları müslümanların
sayısından daha fazla oldukları halde malik bin Avfin
komutanlığı altında Hüneyn boğazında pusu kurup
müslümanların ordan geçmelerini beklemeğe koyuldular.
Halit bin Velidin
komutanlık ettiği islam ordusunun öncülleri pusu bölgesine
girince ansızın düşmanın saldırısına
uğradılar. Bu arada gecenin yarıdan geçip havanın büsbütün
karanlık olması yüzünden Halit bin Velidin grubu düşmanın
ansızın saldırısından vahşete
kapıldılar, geri dönerken de bölünmeler başladı.
Ebu Süfyan ve yandaşları gibi can korkusundan yeni müslüman olan
bazıları ise bu olaya çok sevinip kaçmağa başladılar
geri kalanlarından ise Resülullahı korumaktan vazgelmeyen Beni
Haşimden dakuz kişi ve Ummi Eymenin oğlu Eymen
dışında hepsi peygamberi bırakıp kaçtılar. Bu
savaşta da savaş meydanının tek kahramanı Hz. Aliidi.
Hazreti Ali Resulullahın önünde bulunup düşmana hamle ediyor,
onları öldürüyor ve kimsenin Hz. Resülüllaha yaklaşmasına
müsade etmiyordu.
Şeyh müfid şöyle
yazıyor: Beni Haşimden bir kaç kişini Hz. Resulüllahın
kenarında kalıp kaçmamaları da Hz. Alinin mukavemeti içindi.
Nitekim müslümanların kaçtıktan sonra tekrar geri dönerek
düşmana karşı zafer kazanmaları da Hz. Ali (a.s)ın
mukavemetinden kaynaklanmıştır.[61]
Hz. Resulüllah gör sesli
olan amcası Abbas bin Abdül müttelibe şöyle buyurdu: Muhacir ve
Ensarı toplanmağa çağır ve onların
dağılıp gitmelerini önle Abbas gür sesiyle
onları sükünete ve toplanmağa çağırarak peygamberin
sağ olduğunu onlara bildirdi. Böylece kaçanlar yavaş
yavaş geri döndüler. Artık hava da
aydınlanmıştı ve hep birlikte düşmana hamle ettiler
Hz. Ali (a.s) Havazin kabilesinin başkanı olan malik bin Avfi ve bu
grubun bayrakdarı olan Ebu Cerulu kılıç darbesiyle
öldürdü. Bu kabilenin başkan ve bayrakdarının
öldürülmesi onların dağılıp kaçmalarına sebep
oldu. Bunun üzerine müslümanlar onları kovalamağa
başladılar ve onlardan bir grubunu öldürüp bir çoğunu da
esir ettiler.[62]
Hüneyn savaşa sona erdikten
sonra müslümanlar Taife yöneldiler Çünkü sakif kabilesi orada
yaşıyordu. Hz. Resulüllahın tarafından Taifi fathetmek
için gönderilmiş olan Ebu Süfyan bin Haris deyenilgiye uğrayarak
geri dönmüştü. Bu yüzden bizzat Hz. Resulüllahın kendisi
ordunun başında Taife giderek orayı kuşattı ve bu
kuşatma yirmi günden fazla devam etti.
Hz. Resulüllah Hz. Aliyi bir
grup askerin başında Taifin etrafında bulunan putları
kırmakla görevlendirdi.
Hz. Ali bu gürevinde Haşem
kabilesinin yiğitlerinden olan ve Hazretin önünü kesip engel olmak
isteyen şahap isminde birini kılıçla iki parça ederek yoluna
devam etti ve bütün putları kırıp yok etti. Yine grup askerle
birlikte müslümanlarla savaşmak için dışarı çıkan
mezkur kabilenin ünlü kahramanı Nafi bin Gilanı öldürerek
müşrikleri bozguna uğratıp dağıttı ve neticede
onlardan bir grub ölüm karkusuyla islam dinini kabul ettiler, diğer
bir grub ise dağılıp kaçtı. Böylece Hz. Ali zafer
bayrağı ile Hz. Resulüllahın huzuruna döndü ve Havezin ve
sakif kabilelerinin savaşı sona erdi.
Taif savaşı
müslümanların araplarla yaptığı en son iç savaşı
idi. Zira bu savaştan sonra artık Arebistan bölgesinde hiç bir
kimse peygambere karşı çıkacak güc sahip değildi ve bütün
Arebistan yarım adası Hz. Resulüllahın hakimiyeti altına
girmişti. Dolayısıyla artık
İşte bunlar Hz.
Resulüllahın hayatı döneminde islam dininin yücelip
yayılmasına sebep olan Hz. Alinin askeri hizmetlerinin kısaca
bir açıklaması idi. Hz. Resulüllah bu konuda şöyle
buyurmuştur: Eğer Alinin kılıcı olmasaydı islam
dini ayakta duramazdı.
Gadir günü peygamberlerı Humda onlara
sesleniyordu.
Dinle peygamberi nida eden olarak ki söyle di
ona.
Kalk ey Ali gerçekten ben razı oldum sana.
Benden sonra imam ve hidayetci olarak.
Hessan
bin Sabit
Hz. Resulüllah Hac merasimini
yerine getirmek amacıyla Hicretin onuncu yılında Medineden
Mekkeye doğru hareket ettiler. Tarih yazarları bu yolculukta peygamberi
Ekremle birlikte bulunan müslümanların sayısını muhtelif
olarak yazmışlardır. Ancak vida haccı olarak tanınan
bu hac merasimin en azından binlerce kişi
katılmıştı. Hz. Resulüllah hec merasimini yerine
getirdikten sonra Mekkeden Medineye dönerkem zil-Hicce ayının
onsekizinde Gadir-i Hum denilen bir yerde otrak yaptılar. Zira Allah c.c.
tarafından Hz. Resulüllaha çok önemli bir konu vahyedilmişti ve
onu halkın umumuna hildirmesi genekiyordu. O konu Hz. Ali (a.s) ın
vilayeti ve hilafeti konusu idi, Hz. Resulüllah Ey Resül sana Rabbından
ineni tebliğ et ve eğer bunu yapmazsan onun risaletini
ulaştırmamışsın, Allah seni halktan korur[63]ayeti
gereği bunu halke tebliğ etmekle görevlendirilmişti.
Hz. Resulüllah bütün
hacıların orada toplanmalarını emretti. Geride
kalanların ulaşmalarını ve ileri gitmiş
olanlarında geri dönmelerini beklemeye başladılar. Ne
olmuştur acaba? Her kes diğerinden ne olmuştur acaba? Her kes
diğerinden ne olmuştur acaba? Resulüllah niçin bizi bu yorucu
sıcak havada susuz ve kurak bir çölde durdurup toplanmamıza
emretmiştir? Yer o denli sicaktı ki, bazıları
ayaklarını bezle sararak develerin gölgesine
sağınmışlardı. Nihayeten bekleme sona erdi.
Hacılar toplanınca Resulüllah develerin kecaveleriyle bir minber
yapılmasını emretti. Minber hazır olunca bütün
hacıların onu görüp sesini rahatlıkla duymaları için
minberin üzerine çıktı, hz. Aliyi de sağ tarafında
oturttu. Uzunca bir hutbe okuyup halka kuran ve Ehl-i Beyti hakkında çokluca
tavsiyede bulunduktan sonra şöyle buyurdu: Ben müminlere
onların kendi canlarından daha evla değilmiyim? Orada
hazır bulunanlar Elbette sen evlasın dediler.
...............................
(Al-i İmran/144)
Muhemmed yalnız bir
resuldur. Ondan sırceli. Resullar veyat ettiler acaba ölse ve ya
öldürülse siz önceki dinlarinize mi donceckisiniz.
Hz. Resulullah (s.a.a) veda
haccından Medine'ye döndükten sonra Usame b. Zeyd'in
komutalığında bir ordu düzenleyerek onların İslam
düşmanları ile savaşmaları için Sania gitme emrini verdi
Çünkü Hazret (s.a.a) çok kısa bir süre içerisinde bu dünyadan
ayrılıp rabbine kavuşacağını biliyordu. Peygamber
(s.a.a) kendi vefatındaan sonra Kadir-i Hum'da ilan ettiği Hz.
Ali(A.S)'ın hilafet meselesinde bazıları tarafından bir
sorun çıkmaması için, içinde Ebu Bekir Ömer ve Ebu Ubeyde'ninde
bulunduğu Muhacir ve Ensardan bir qrubun usame'nin ordusyla şam'a
gitmelerini emretti. Onların Hazaret (s.a.a)in vefatinda Medine'de
bulumalarını istemiyordu. Ama tarhçilerin kaydettiği kadarıyla
onlar bu emre uymayarak Usame'nin ordusuna katılmadılar.
Aynı günde hazret (s.a.a)
hastalandı, önce iümm-ü Saleme'nin sonra da Aişe'nin evinde
yattı. Müslümanlar devamlı olarak Peygamber (s.a.a)i ziyaret
ediyorlar ve Peygamber (s.a.a) de onlara bir takım nasıhatlarda,
özellilklelede kendi itreti ailesi hakkında tavsiyeler de
bulunuyordu.
Bir gün Peygamber (s.a.a) hasta
olduğü bir halde namaz kılmak için mescide geldi. Bu esnada Ebu Bekir
ve Ömer'i görüncece onlara niçin Usasme'nin ordusuna katılmadıklarını
sordu? Ebu Bekir; ben Usame'nin ordusundaydım yalnız sizin halinizi
ögrenmek için geri döndüm! dedi Ömer'de, Bana sizin durumunuzu
Medine'den gelen yolculardan sormak çor zor eldi gelıyordu. Sizin durmunuzu
yakından takip etmek istedim dedi. Peygamber
(s.a.a) Usame'nin ordusuna katılmalarını emredip bu cümleyi üç
dafa tekrar etti. (Ama onlar gitmediler)[72].
Peygamber (s.a.a)'ın hali
her geçen gün biraz daha kötüleşıyortu ve müslümanlar ise
Peygamber (s.a.a)'ın bu halinden endişeleniyorlardı. Sahabelerin
huzurunda bulunduğu günlerden birinde onlara. Bana kağıt kalem
getırin, size öyle bir şey yazayım kı benden sonra hiç
bir zaman zelalete düşmeyesiniz Ömer bu adam ne dediğini
bilmiyor ve durumu iyi beğil, bizim için Allah'ın kitab'ı
yeterlidır dedi. Bu sözlerden sonra orada bulanıanların
sesleri yükselinace Peygamber (s.a.a), kalkın kalkın ve benim
yonundan uzaklaşın. Benim yanımda birbirinizle
tatışmak size yakışmıyor[73] diye buyurdu.
Kesinlikle Ömer, Peygabmer
(s.a.a)'in Kadir Hum'da yaptığı gibi buradada Hz. Ali
(a.s)'ın hilafetini muhkemleştirecek şeyler
yapacağını anlamaştı. Bundan dolayı
kağıt kalem getirilmesini engelledi. Çünkü İbn-i
Abbas'tan nakledilen bir hadiste kendisi bunu itiray ederek şöyle
diyor: Ben Peygamber (s.a.a)'in Hz. Ali (a.s)'ın hilafetini tescil etmek
istediğıni anladım ve bir takım maslahatlardan dolayı
buna engel oldum[74].
O anda Ömer'den birinci
olarak şu sorulmalıydı sen Peygamber (s.a.a)'ın mosum
olduğunu ve vahyin dışında bir şey
söylemediğini bildiğin helde niçin ona karşı şu
anda ne dediğini bilmiyor gibi bir tabır kullandın? Öyleki
Kuran buyuruyor.
Hz. Resulullah (s.a.a)
kendisinden bir şey demez, sadece ona vahy olanı söyler.
İkinci olarak, Acaba sen halkın maslahatını Peygamber
(s.a.a)'den daha mı iyi biliyordan ki kağıt kalem getirilmesine
angel oldun. Onun bu sözünden Peygamber (s.a.a)'in menevi ve Kuds-i
makamın tanımadığını ve muhalefet ettiği
necesini çıkara biliriz. Ehl-i
Kuran-ı Kerim'de bu
yönden aynı öeolliği sahiptir. Kendi fikriyle Kran'dan
faydalanamagıo lair şey anlamayan kimse Kuran ilmini bilen alime
baş vrmalıdır. Allah-u Teala bu konu hakkında Bakara
Suresinin 83'ncü ayetinde şöyle buyuruyor:
Hakiki kitap ilim ehlinin
sinesidır. Ankebut Suresinin 48'nci ayetinde de şöyle buyuruyor:
Budan dolayı Hz. Ali (a.s)
şöyle buyurmuştur:
Yani; Ben Allah'ın
kanuşan kitabı ve bu Kuran'da sessiz kitabıdır.[75]
Peygamber (s.a.a)'in
hastalığı bir defa daha şiddetlendi. Hicrinin 11'i Sefer
ayının sonlarında,- bazılarına göre aynı
senenin Rebi-ul Evelin 12sinde, bir ömür mücadele ve mücahedeten sonra 63.
yaşında dünyaya gözlerini yumdu. Hz. Ali (a.s) Abbas ve Ben-i
Haşimden bir kaç kişiyle birlike hasrele gusul verip vefat
ettiği yerde defnettiler.
Ali (a.s) ve Beni Haşimden
bir kaçı Peygamber (s.a.a)in mübarek bedeninin gusul ve defni ile
meşgulken. Ensar ve Muhacirden bir
Ensardan hatip olan Sabıt b.
Kays, Sad b. İbade ve Evs, Hazrec kabilelerinin bir kaç büyük
tanınmış adamı olarak Ben-i Saide'nin sakife sine
gıttiler sakife'de bu iki kabile arasında hilafet meselesi üzerine
ihtilaf olmuş, bu ıhtilof muhacirelerin lahine tamam oldu.
Diğer taraftan Muhacirlerden
biri bu toplantıyı Ömer'e haber verdi, Ömer'de aceleyle Ebu
Bekir'in yanına gidip olayı onlattı. Ebu Bekir' bir kaç
kişiyi Ebu Ubeyde'ye haber vermeleri için gönderdi. sanunda bu üç.
kisi bir kaç Muhacirle birlikte sakife'ye gittiler. Oraya
yetiştiklerınde[76] Ensardan bir grup Seb b. İbade'yi
cahilıyyet adetlerine göre övüyorlardı.
Ehl-i sünnetinde ellerinde bahane
olarak kullandığı Sakife olmayına açıklık
getirmemiş, asıl meseleyi anlamamız için yardımcı
olacaktır.
Tanınmış Sakife'de
toplanmış meşhur küyük insanları aşağıda
şöyle sıralayabiliriz:
Eb-u Bekir, Ömer, Ebu
Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Sed İbn-i İbade, Sabit b. Kays, Osman
b. Avfan, Haris b. Hişam, Hassan b. Sabit,. Beşer b. Sed, Habib b.
Munzer, Mugeyre b. Şube, Esa b. Hezir, bu şahışlar
toplandıktan sonra Sabıt b. Kays ayaga kalkir muhacirlere
dönerek şöyle dedi:
Şimdi bizim Paygamberimiz ki
en üstün ve Allahın rahmet peygamberiydi aramızdan ayrıldı.
Kendi halifemızi kendimizin seçmesi gerekir. Bu halifenin ensardan
olması gerekir Çünkü Ensar Peygamber (s.a.a)e hizmete Muhurlerden
üstündürler. O hazretine önce Mekkede olması ve sizlere muczeleleri
göstermesine rağmen ona eziyyet ettiniz. Bunun sonucunda hazret hicret
etmek zorunda kaldı ve Medine'ye girer girmez biz Ensar onu himayet edip
ou aziz saydık. Evleri sehrimizi muhacirlerin hizmetine sunduk,
Kuran-ı Mecid buna
Ömer bu sözleri duyunca
sinrirlenerek ayağa kalktp cavabını vermek istedi ama Ebu Bekir
ona engel oldu. Kendisi Fnsora dönerek şöyle dedi:
Ey Kaysin oğlu Allah sana rahmet
etsin. Söylediğinin hepsi doğrudur. söylediklerinizi kabul
ediyoruz veli biraz da Muhacirlerin faziletlerini duyup, Peygamber
(s.a.a)ın bizim hakkında buyurduklarını
hatırlayın. Eğer siz bize yer verdiyseniz bizde Peygamber
(s.a.a) ve Allahın dini için yaşantımızı, evimizi
bırakıp sizin şehrinize hicret ettik. Allah Kitabında
bizleri övmüştür ve bu ayede bizim hakkımızda nazıl
olmuştur.
Yani, bu miskin muhacirler kendi
mekan mallarını, fazilet ve ilahi rızaya ulaşmak için
çıkartıldılar, Allah ve Resulüne yardım ettiler, onlar
doğru diyorlar.
Buna göre Allahda sizin
bize uymanızı takdir kılmıştır. Buda bir tarafa
Arap, Kureyşten başkasına boyun eğemez. Peygamber
(s.a.a)de Kkureyşe itaat etmemizi emretmiştir. (..................................)
(İmamlar kureyştendir)[77]
Ben sizi Kureyşe itaat
etmeye davet ediyorum. Herhangi bir maksadım yoktur, hilafeti kendim için
isemiyorun. Bütün müslümanların maslahatı için buanları
söylüyorum. Şimdi Ömer ve Ebu Ubeyde ikısinden birine biyat
etmeminiz için hazırdırlar.
Sabit b. Kays. Bu sözleri
duyunca ikinci deya Muhacirlere şöyle hitap etti. Acaba Ebu Bekirin
(Ömer ve Ebu Ubeyde) biyat etme
Muhacirler hep bir
ağızdan, Ebu Bekir doğru söylüyor, bütün
görüşlerine katılıyoruz dediler.
Sabıt b. Kays bu
sözlerden yararlanarak şöyle dedi siz peygamber (s.a.a)in Ebu
Bekiri Müslümanlara halife olarak seçtiğini ve
hastalandığında namazı kalması için mescide
gönderdiğini söylüyorsunuz. Bu surette Eb-u Bekir hangi
şeri delile dayanarak peygamber (s.a.a)in emrine uymayıp hilafeti
Ömer ve Ebu Ubeydeye burakıyor? Ve eğer Peygamber (s.a.a)
halife seçmemişse, niçin o hazrete yalan atıyorsunuz?
Sabit b. Kays bu bir kaç
sözüyle Ebu Bekire sert ve susturucu cevap verdi. Muhacirlerin
sözlerini kabul etmeyerek, Ensarın akidelerinde sabitleştirdi.
Bu esnada Ensardan olan Hebab b.
Münzer ayaga kalkarak şöyle dedi, Ensarın hizmetleri herkesçe
malumdur, açıklama ve tevzihe gerek yoktur. Eğer Muhacirler bizi
kabul etmezlerse bizde onlara itaat etmeyiz. Bu surette (Bizden bir emir ve sizden bir emir) Sed b.
İbade (Hazrec tayifesinin reisi) bağırarak; Bir hükümette ve
dinde iki emirin olması akıllıca ve mantıklı
değildir. Dedi. Burada iki Ensar kabilesi (Evs ve Hazrec) arasında
ihtilaf çıktı. Evs kabilesi, özellikle Beşer b. Sed,
hükümetin sad b. ibadenin eline geçmemesi için Muhacirlerle
işbirliği yaptı. Ama Hazreç kabilesi kolay kolay eslim
olmadı. Sonunda sesler yükselmeye başladı. Eller
kılıçların kabzeisine aitti Az kalmıştı ki büyük
bir fitne çıksın Evs kabilesinin reisi Esid b. Hezir Hazrecle olan
ilişkilerini kestiler.
Ömer Ensarın bu
ihtilafından yararlanıp Onlara dönerek şöyle dedi
Beşer b. Sed ve Useyd 6. Hazirin kabul ettikleri gibi hilafetin
Kureyşde olması gerekir. Diğer Orap kabileleri onlardan itaat
etmelidir. Heblab 6. Munzirin iki halife olması görüşü
yanlıştır. Fitne ve fesaddan başka bir şey
getirmeyecektir. Buna göre hapinizin Muhacirlerden itaat etmsi doğru
olacaktır. Böylelikle fitne engellenmiş ve müslümanlar
arasında vahdet oluşacaktır.
Ömerin sözleri ve iki
kabile, Evs ve Hazrec arasındaki ihtilafı bir yere kadar Ensarın
moralini bozmuş, terazinin ibresini Mühaicırlere
döndermişti. Buna rağmen, ne yazık ki Ensardan birkaç
kişi kalkarak ensara nasihat edip Ömerin sözlerinin tesirinde
kalmamalarını istediler.
Ömer yeniden Muhacirlerin
faziletlerin hakkında konuştu. Ensarı korku ve ümit
arasında bırcakarak muhatap edip nasihatta bulundu. Ebu Bekirin elini
tutarak şöyle dedi: Ey millet bu dağın yoldassı, Allah
Resulün (s.a.a)in esrarının sahibi dir. Bu adamla bıyat için
yarışa girın. Allahın ve Resulünün rıazasın ele
getirin.[78]
Bir kısım ömerle
aynı akidede olan Ensar kendilerinlerine, Ömerin insaflı
konuştuğunu, onun sözüne karşı çıkmanın
doğru olmadığını söylediler, işe bu anda
Ensar hilafetin ellerinde çıkıp Muhacirlerin eline geçtiğine
yakin ettiler. Çünkü bir çok kavim Muhacirlere biyat etmede
bırleşmiştiler.
Sonunda Ömer beklemenin
doğru olmadığını gilip ayağa kalktı ve Ebu
Bekiriin elini tuarak şöyle dedi: Şimdi müslümanlar senin
halife olmanı kabul ettiler, elini ver sana biyat edeyim. Ebu Bekirde
Ömere takd.m etti, Ömer önce davranarak Ebu Bekirle biyat
etti. Evs kabilesi, Hazreç kabilesine rağmen ömerle işbirliği
yaparak Ebu Bekirle bıyat etti. Buna Böylelikle bu hadise Ebu
Bekirin lehine tamamlandı.[79]
Buna göre
toplanmış bu ümmet ki tesennün onları takip edip, dayanarak
Ebu-Bekirin hilafetini, şuranın netice si bilip tarihi böylece
kabul ettiler. Bu şekilde oluştu. Yani; şuraki Medınede
Hazrec kabilesi, Ben-i Haşim Peygamber (s.a.a)in ashabından,
Ömer bir an olsun durmadan,
milleti Ebu Bekirle biyata çağırıyordu. Sakıfeden
çıktıktan sonra da sobak ve pazarda milleti Ebu Bekirle Biyat için
mescide gönderiyordu. Millet olaydan habersiz grup grup Ebu-Bekırin
yanına giderek biyat ediyorlardı.
Ebu Bekir mescidde minbere
giderek şöyle dedi: Benim hilafetim sizlerlen daha faziletti
olduğumdan dolayı değildir.
Ben sizin (büyüğünüzüm daha
iyiniz değilim işlerde sizinle meşveret edip yardım
isteyeceğim Peygamber (s.a.a)in sünnetiyle hareket edeceğim.
İnsafan uzaklaştığımı hissettiğiniz zaman
benden uzaklaşıp başkasıyla biyat debilirsiniz. Eğer
adalet ve insafla davranısam beni destekleyin.
Sabit illiyyet kanununa göre
her illet, malulu oluşturur ve illetle malul arasında
bnzzerlıkle (hemcins) sinhiyyet olmalıdır. Yanlış
mukaddimelerden doğru neticeye ulaşılmaz. Çünkü:
Bundan dolayı Sakife
olayı İslam alemine büyük bir darbe vurdu. Açıkça meydana gelen
olayları zorlukları; Ali (a.s)ın zorluklarını ki
şehadetine sebep oldu, iler kerbela olayı Ehl-i Beytin esir
olması, buna benzer diğer olaylarının sebebini sakife
obluğunu diyebileriz. Huccet-ul İslam dıyor:
Başka bir yerde de
şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s) henüz Peygamber
(s.a.a)in gusul ve definini tamamlamadan bir kişi gelerek ya Ali acele
et, müslümanlar Ben-i
Ali (a.s) Ensarın
haklı olduklarına dair delilleri nedir? diye buyurdıu.
Şahıs Nubuvvetin Kureyşde olmasından dolayı, imametinde
Ensarda olması gerektiğini iddia ettiler, bunun yanında
Peygamber (s.a.a)e karşı himayet hızmez
Ggedakerlıklarınıda hüccet olarak getirdıklerini
söyledi.
Ali (A.S) Muhacirler niçin ikna
edici cevap veremediler? diye buyurdu. Ensar nasıl ikna edici cevap
vermeliydiler? diye sordu.
Ali (A.S) şöyle
buyurdu: Meğer ensar unuttular mı? Peygamber (s.a.a) defalarca
Muhacirleri, ensarı aziz bilmeleri ve kötülerini affetmelerini
tavsiye etti. Peygamber (s.a.a)in bu emri Ensarı Muhacirlere emanet
bıraktığına delildir. Eğer onlar hilafete layık
olsaydılar vasıyyete muhatap olmazlardı. Peygamber (s.a.a)
Muhacirleri onlara emanet ederdi.
Sonra, Muhacirlerin nasıl
delil getirdiklerini? sordu.
çok sohbet edildi sözlerinin
neticesi şuydu; Biz Allah Resulünün (s.a.a) soyundanız, hilafete
ensardardan daha yakınız, dedi.
Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Niçin Muhacirler sözlerin de
durmuyorlar. Eğer onlar Allah Resulü (s.a.a)in soyundaniseler ben
o soyun semeresiyim. Eğer Peygamber (s.a.a)e yakın olmak hilafet
için delil olacaksa, ben her yönden peygamber (s.a.a)e daha
yakınım.
Kuran ayetleri, haberlerden,
nebevi hadislerin yanında, Ali (a.s)ın hilafeti hakkında bu
buyruğu, sakife de toplanmış Ensar ve muhacire cevap olarak iyi
bir delildir.[80]
Böylelikle Peygamber (s.a.a)in
cenazesi toprağa verilmeden, Ebu Bekir halife oldu. Ancak batında
halifeti henüz yerine oturmamıştı. Çünkü Ensardan gir
grup ve özellikle Ben-i Haşim onunla biat etmemişti. Ömer,
Ebu Bekire Peygamber (s.a.a)in amcası, Beni Haşimin büyügü Abbas b.
Abdulmuttalibi ziyaret edip, vaatle kandırıp, kendi tarafına
çekerek Ali (a.s)dan ayırman iyi olacaktır dedi. Ebu Bekir hemen
Abbası ziyaret ettı, ve sözünü söyledi. ama Abbas ona
muhkem cevap verdi: Eğer Peygamberin vücudu senin hilafetine sebep
olmuşsa ve kendini o hazrete yakınlaştırmışsan,
bu durumda bizim hakkımızı gasbetmişsin. Çünkü
peygamber (s.a.a) bizdendir ve biz ona herkesten daha yakınız.
Eğer müslümanların sayesinde halife olduysanı, biz de
müslümanlardan diriyiz, aynı zananda hepsinden daha üstünüz. Biz sana
böyle bir izin vermedik. Eğer bana mal vaadi verdiysen onu nereden
ele getirdin ve eğer kendi malınsa vermemen daha iyidir, bizimde ona
ihtiyacımız yoktur ve eğer müminlerin malıysa senin onların
malında tasarruf hakkın yoktur.
Ali (a.s) bütün bu sahnelerin
oluşturulmasında hepsine vakıf ve nezaretçiydi. Bu
olayların bütün sebebini biliyordu. Sakife ashabının, sade
milleti aldattıklarını da çok iyi biliyordu. Onlar hak sözü
duymak istemiyorlardı. Bu konuyu Ben-i Haşime ve Ashabına isbat
etmek için Fatıma (a.s) Hasan ve Hüseyin (a.s) ile birlikte evelre giderek
onları kendisine biyata çağırdı. Ne yazıkki bir kaç
kişiden başkası bu daveti kabul etmedi.[81]
Birçok tarihçi Ali (a.s)ın
üç akşam aka arkaya müslümanların evine giderek kendisine beyat
etmesini islediğini onların üzerinde olan kendi haklarını
sayarak hücceti tamamladığını, ancak onlar yüzlerini
çeuirdiklerini Hazret onlardan müsbet cevap alamayınca, evine
kapandığını yazmışlardır.
Diğer tarafan Ömer,
devamlı olarak Ebu Bekire şöyle diyordu. Ey Aliden beyat
almadıkça hilafetin temelleri sağlamlaşmayacaktır. Bunun
için onu cağırıp beyat alman daha iyi olacaktır.
Böylelikle Ben-i Haşim de ona uyarak seninle beyat edecektir.
Ebu Bekir, Halid ibn-i Velide ve
bir kaç kişiye; Abdurrahman b. Avf, Ömerin kendisine emir verdi.
Onlar gidip kapıyı çaldılar, hazreti Ebu Bekirle biyat etmesi
için götürmeye geldiklerin söylediler. Ali (a.s) kabul etmedi Halid
ve arkadaşlarının eve girmelerine izin vermedi. Halid ibn-i
Velid akadaşlarına zorla eve girmelerini emretti onlarda
kapının yarısını söküp zorla içeri girdiler.[82]
Bu esnada Ali (A.S)ın
yanında olan Zubeyr b. Avvam kılıcını çekerek
onları tehdit etti ama iki kişi Zubeyri arkasından tuttular, Ali
(a.s)ın da etrafını çevirdiler. Ve onu bağlayıp
sürükleyerek Eb-u Bekrin huzuruna götürdüler. Hazret, Eb-u Bekırin
yanına gittiğinde şöyle buyurdu: Ebu kahatenin oğlu,
bu nasıl davranıştır! meğer o büyük zatın
emirlerini unuttunmu?
Ebu Bekir cevap vermeden
Ömer, Seni buraya Resulullahın halifesiyla bıyat etmen için
getirdik? dedi. Ali (a.s) eğer mantıklı ve delille
konuşsanız daha iyidır. Öyleyse ben söyleyeyim, siz
sakifede Ensara hangi delillerle üstün olup ikna ettiniz? diye buyurdu.
Ömer: Kureyşin
diğer kabilelere üstün olması, Muhacirlerin Ensardan daha
imtiyazlı olması ve bundan daha önemli, Peygamber (s.a.a)e
herkesten daha yakın olmamızdır. dedi.
Ali (a.s) şöyle
buyurdu. Başka delillerim olduğuna rağmen Ben de sizin
mantığınıza ve davranışınıza göre
konuşacağım, Eğer siz Resulullah (s.a.a)e olan
yakınlığınızdan dolayı Ensardan daha üstünseniz
ve eğer hilafette esas Resulullah (s.a.a)e olan yakınlıksa,
hepinizinde bildiği gibi ben bütün araplardan Resulullaha daha yakınım
çünkü ben onun amacasının oğlu, damadı ve iki oğlunun
babasıyım.
Ömer: verecek cevap
bulanayınca, biyat edene kadar senden el çekmeyeceğiz. dedi.
Ali (a.s) şöyle
buyurdu: İşlerinizi iyi uydurmuş sunuz Bugün sen ona
yardım ediyorsun, yarın (hilafeti) sana döndürsin dige Allaha
andolsun senin sözünü kabul etmiyorum, ve onunla biyat etmiyorun.
Çünkü onun benimle biyat etmesi gerekir. Sonra millete dönerek,
Muhacirler Allahtan korkun, Peygamber (s.a.a) Allahın onun
hanedanında karar kıldığı saltanat ve kudretini onlardan
almayın. Allaha andolsun biz ehl-i Beyt, bu makamı herkesten çok
hakkettiğimiz gibi herkesten daha layığız. Kendi
nefislerinize uymayın, doğru ve hak yoldan uzaklaşmayın.
diye buyurdu. Sonra Ali (a.s) beyat etmeden evine döndü ve dışarı
çıkmadı. Hz. Fatıma (a.s) vefat ettikten sonra mecbura olarak
biyat etti.[83]
Ebu Bekir halifet makamına
yerleştikten sonra, ashabdan birkısmı Perşembe, peygamber
(s.a.a)in vef günü, hep girlikle mescie toplandılar. Ebu Bekire nasihat
etmeye başladılar. Ebuzer-i Gaffari
Ebuzerden sonra Salman, Halid b.
sad Ali (a.s)ın faziletlerini ve hilafete olan liyakatini
anlattılar. Ebu Bekiri bu makamı gasbettiğini söyleyerek
korkkuttular. Sonra Muhacir ve Ensara dönerek müslümanların gidisatını
değiştirmeyin, heveslerinizden dolayı din ve mezhep ileoyuy
oynamayın dediler.
Sonra Halid b. Sad Ebubekire
Ensarın seninle biyatı, Ömerin tahrik ve Evs ile Hazreç
kabilesinin ihtilafından dolayıdır Allahın
rızası ve onların seni istedikleri için
olmamıştır. Böyle bir biyatın da değeri yoktur
dedi. Eb-u Eyyup Ensari, Osman b. Huneyf ve Ammar Yasir ayağa kalkarak her
biri Ali (a.s)ın fazizıletlerini, bu makama olan
liyakatını sayıp, onun gazvelerdeki fedakarlık ve
ceasretini hatırlattılar. Ebu Bekir Ashabın ve Ali (a.s)ın
yaranlarının sözlerinin esirinde kalıp, perişan oldu.
Mescitden dışarı çıkıp, evine gitti ve müslümanlara
aşağıda yazıldığı üzere mesaj gönderdi.
Şimdi beni istemiyorsanız başkasını hilafet için
seçin.
Ömer Ebu Bekirin
düşünce ve iradesinin sarsılmış olduğunu görünce
onun yanına gitti. Çok sinirli ve perişan bir halde onunla
sohbet etti. Yeniden onu mescide getirdi. Milletin tekrar
tartışmamları için Ebu Bekirin iki tarafından kılıçlarını çekmiş
kişilerin etrafında dönmelerini emretti. Kimseyle
tartışma izni vermeyin deoli. Ömerin bu önlemi ikinci defa
haşmetini milletin göznünde büyüttü, artık millet onunla
tartışmaya cesaret edemediler.
Merhum Tabersi, Ali (a.s)ın
Ebu Bekire istidlalını ihticac kitabında getirmiştir. Biz
aşağıda özetini sunuyoruz.
Hilafet Ebu Bekirin eline
geçtikten sonra, millet onunla biyat etti. Hz. Ali (a.s)
karşısında özrünü örtmek için gizlice onunla
görüştü ve şöyle dedi. Ya Ebal Hasan Allaha andolsun,
benim bu işe hiç bir alaka ve meylin yoktur, keridimi diğerleri
nekarsı tercih etmiyordumy.
Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Öyleyse seni bu iş için ne mecbur etti?
Ebu Bekir: Çünkü
Resulullah (s.a.a)in şöyle buyurduğunu duydum Allah benim
ümmetimi sapıklık üzere toplamaz, bende milletin
toplandığını gördüm ve Resulullah (s.a.a)in
sözünü yerine getirmeye çalıştım. Eğer bir
kişinin karşı çıktığını görseydim
bu işi kabul etmezdim dedi.
Ali (a.s) şöyle
buyurdu. Peygamber (s.a.a) buyurduğu üzere Allah benim ümmetimi
sapıklık üzere toplamaz, acaba ben bu ümmetten miyim yoksa değil
miyim.[84] Evet dedi.
Ali (a.s) bir grup, Salman, Ammar
Ebuzer, Mıkdad, Sad b. ubade gibileri ve Ensardan bir grup senin halife
olmanı istemediler, acaba bunlar ümmetten değilmiydi? Evet hepsi
ümmettendi dedi.
Ali (a.s), öyleyse sen
nasıl peygamberı (s.a.a)in hadisini delil getiriyorsun, kendin de
biliyorsunki bunlar senin hilafetini kabul etmiyorlardı.
Ebu Bekir onların muhalif
olmalarından haberim yoktu, iş sona erdikten sonra eğer
çekilirsem milletin dinden dönmelerinden korktum Ali (a.s) bana söyle
bakayım böyle bir işe gelmek isteyenin ne gibi özellikleri
olmalıdır? diye buyurdu.
Ebu Bekir: Hayrı isteyen,
vefalı, yağcılık yapmayan, güzel huylu, adaleti yayan,
kitap ve sünneti bilmeli, zahid, dünya ya düşkün olmamalı, mazlumun
hakkını zalimden almalı, öncü (islamda) ve
yakınlığı (peygamber (s.a.a) olmalıdır dedi.
Ali (a.s) seni Allaha and
veriyorum ey Ebu Bekir bu saydığın sıfatları
kendindemi yoksa bendemi görüyorsun? diye buyurdu.
Ebu bekir bunların hepsini
sende görüyorum ya Ebal Hasan dedi.
Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)in
davetini benmi önce kabul ettim yoksa sen mi? diye buyurdu... Sen dedi.
Hazret acaba Beraat suresini
müşriklere ben mi ilettim, yoksa sen mi diye buyurdu. Sen dedi.
Resulullah (s.a.a) hicret
ettiğinde benmi canımı siper ettim yoksa sen mi buyurdu. Sen
dedi.
Ali (a.s), kadir, Hum da
Peygamber (s.a.a)in hadisine göre ben mi müslümanların mevlası
oldum yoksa sen mi? Sen dedi. Buyurdu. Zekat ayetinde
Allahın ve Resulünün
velayetiyleaelen velayet, benim içinmi yoksa senin için mi? Senin içindir diye
arz etti.
Peygamber (s.a.a)dan olan
menzılet hadisi ki, benim menziletim Harunun Musaya olan menzileti
gibidir, benim hakkımda mıdır yoksa senin hakkın da
mı? Diye buyurdu. Ebu Bekir senin hakkındadır dedi.
Ali (a.s) Acaba Resulullah
(s.a.a) mübahele gününde, beni ve ahalim mi çocuklarımla müşriklerle
mübahele (Hristiyan) için götürdü, yoksa senin ahali ve
çocuklarını mı götürdü? buyurdu. Sizi götürdü dedi.
Acaba athir ayeti benim ve ehlim
için mi nazil oldu yoksa sen ve senin ehlin için mi? buyurdu.
Ebu Bekir sen ve senin ehlin için
dedi.
Kesa gününde Resulullah (s.a.a)
benim, ehlim ve çocuklarım için mi dua etti yoksa senin için mi? buyurdu.
Sen ve senin ehlin için arz etti.
(Suresinin) sahibi ben miyim sen
misin? buyurdu. Ebu Bekir elbette sensin dedi.
Ali (a.s), Uhud gününde
Asumandan yiğit olarak nida edilen sen misin yoksa ben mi? Elbette sensin
dedi.
Acaba Hayber da Resulullah
(s.a.a) sancağını eline verip, Allah onun vesilesiyle (Hayber
kalesini) fetheden senmiydin yoksa benmiydim? buyurdu. Elbette sendin arz etti.
Acaba Amr b. Abduvudu
öldürerek Resulullah (s.a.a) ve müslümanlardan gamı sen mi
kaldırdın yoksa benmi? buyurdu. Sen dedi.
Acaba Resulullah (s.a.a)
kızı Fatıma (a.s)ila evlenmesi ve Allahın onu asumanda
evlenmesi için seçtiği kişi sen misin benmiyim? diye buyurdu Eb-u
Bekir sensin dedi.
Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Peygamber (s.a.a)in torunu ve (reyhanesi) Hasan ve Hüseynin
babası benmiyim ki Peygamber (s.a.a) onlar hakkında cennet
gençlerinin efendisi ve babaları onlardan daha faziletlidir, yoksa
senmisin? sensin arz etti.
Acaba, cenette iki kanadıyla
ımeleklerle beraber uçan (cafer-i Tayyarin kardeşi senamisin yoksa
benmi? diye buyurdu. Senin kardeşindir dedi.
Ali (A.S) Resulullah (s.a.a) kaza
ilminde ve Fasl-ul hitap da kastettiği kişi benmiyim senimisin?
buyurdu. Ebu Bekir sensin dedi!
Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)in
ashabına Emir-el Muminin diye hitab edilmesini istediği kişi
benmiyim senmisin diye buyurdu. Ebu Bekir tabi ki sen dedi.
Resulullah (s.a.a)e benmi daha
yakınım yoksa senmi? diye buyurdu. Sensin arzetti.
Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)
kabedeki putları kırmak için, seni mi omuzlarına aldı yoksa
benimi buyurdu. Seni diye arz etti.
Resulullah (s.a.a) dünyada ve
ahirette sen benim sancağımın sahibisin diye buyurduğu
kimse sen misin benmiyim diye buyurdu. Senisin dedi.
Peygamber (s.a.a) mescide
açılan kapıların kapatılmasında, bütün ashabın
kapatmasını emrettiğinde kenim kapımımı açık
bıraktı senin kapını mı? buyurdu. Ebu Bekir senin
kapını.
Ali (a.s), arka arkaya,
Resulullah (s.a.a)in kendi hakkında buyurduğu faziletleri
saydıkça Ebu Bekir tasdik ediyordu. Sonra, öyleyse neye kanıp bu
makam gasbettin? byurdu: Ebu Bekir ağlamaya başladı, ve ya
Ebal-Hasan ban bugün için fırsat ver bu konu üzerinde düşüneyim dedi,
sonra hazretin huzurundan ayrılıp kimseyle konuşmadı,
Akşam olup uyuyunca Resulullah (s.a.a)i rüyasında gördü ki
ondan yüz çeviriyordu. Ebu Bekir ya Resulullah (s.a.a) emir mi buyurdun yerine
getirmedim? dedi. Allahın ve Resulünun sevdiği kimseye düşman
olup, hakkı sahibine vermedin byurdu. Ebu Bekir bu işin ehl-i kimdir?
dedi. Seni azarlayan Ali (a.s) dir dedi. Ebu Bekir ona verdim ya Resulullah
dedi ve bir daha hazreti görmedi.
Sabah erkenden Ali (a.s)ın
huzura giderek rüyasını anlatıp elini uzat biyat edeyim dedi.
Ali (a.s) elini uzattı Ebu Bekir elini eline çekerek biyat etti. Sonra
mescide gidip rüyasında gördüklerini kendi aralarındaki
sohbetlerini anlatcağını ve bu makamdan el çekerek sana teslim olduğumu
söyleyeceğim dedi!
Ali (a.s) evet (çok iyi) dedi.
Ebu Bekir hazretin huzurundan
ayrılmıştı, renai değişmiş, kendini
azarlayarak Ammar ile birlikte giderken ömerle
karşılaştı; Ömer ne oldu Allahın halifesi?
dedi.
Ebu Bekir olayı
anlattı. Ömer seni Allaha ant veriyorum Ey Resulullah (s.a.av)in
halifesi Ben-i Haşimin sihirli hilesine aldanı güvenme bu
onların ilk sihirleri değil. (Bu işleri çok yapıyorlar).
Ömer o kadar konuştu ki, Ebu bekir aldığı karardan
vazgeçip tekrar hilafet makamına yöneldi.[85]
Ebu Bekirin en kötü
işlerinden biri, peygamber (s.a.a)in kızı Fatıma (a.s)in
elinden Fedeği almasıydı. Elbette önce biraz Fedek
hakkında şerh vermeliyiz Fedek Hayber ve Medine arasında bir köydü
ki Medineye iki menzillik yolu vardı. Çok iyi mahsülü olan verimli
bir hurmalıktı. Orada yahudi kabileleri oturuyordu.
Hicretin yedisinde, İslam
ordusu gelişmeye başladığı zaman, hayber fethinden
sonra Allah-u Teala yahudilerin kalbine korku salmıştı. Bundan
dolayı fedek ahalisi Resulullah (s.a.a)le anlaşma imzalayarak
yarısını kendilerine alıp yarısın da müslümanlara
verdiler. Sonuçta Fedeğin yarısı. Resulullah (s.a.a)in kendi
malı oldu. Çünkü askeri girişim ve savaş olmadan bu yer
hazretin eline yesmişti. Aşağıdaki ayet bu konuya
şamil olmaktadır.
.............................[86]
Yani: Allahın, Resulüne
(s.a.a) verdiği mal sizin piyade ve süvarilerinizin hiç bir zahmet
çekmeden ele gelen malıdır. (Sizin onda hiçbir hakkınız
yoktur) fakat Allah, her istediğini Resulüne (s.a.a) sahip kılar.
Herşeye kadirdir, gücü yeter bu Ganimet Allaha, Resülüne (s.a.a)
diğer kısmı Peygamber (s.a.a) ve İmam (a.s)ın kanrolü
altında askerler arasında paylıştırılan humustan
farklıydı. Nitekim Allah-u Teala kuran-ı Kerimde şöyle
buyurmuştur:
.......................
Ama ordu olmadan savaş
olursa Enfaldir. Allaha ve Resul (s.a.a) üne aittir. Allah-u Teala
kitabında şöyle buyurmuştur:
........................
Hz. Sadık (a.s) buyuruyor ki
:
Yani, Enfal at ve deve ona
sürülmemiş olsun. (savaşla de gelmesin). veya anlaşmayıa
elegelen millet malıdır, veyahut da millet kendi eliyle vermiş
olsun. Harap yerler, ve nehirlerin dibi Allah Resulünündür. Ondan sonra
imamlara aittir, onlar istedikleri yere harcaya bilirler.
Buna göre Enfal ayeti
Fedeke şamil olmaktadır.
Fey ve hums ayeti şamil
olmamaktadır. Çünkü müslümanlar onu ele getirmek için hiçbir
şey yapmamışlardır. Nasıl ki imam sadık (a.s)
şöyle buyurmuştur: Yahudiler Resulullah (s.a.a)ile anlaşıp
Fedeği ona verdiler, Dhayret da sahsen Fedeğe sahip oldu.,
Mecme-ul Beyan tefsirinde, Usul-ü
Kafide şu ayetin altında şöyle gelmiştir. Bu ayet
Peygamber (s.a.a)e nazil olduktan sonra kızı Fatıma
(a.s)ı çağırıp, Allah-u teala bena Fedeği (ki benim
şahsi malımdır) sana vermemi emretti, diye buyurdu. Fatıma
(a.s): ya Resulullah (s.a.a) bunu sizden ve Allahtan taraf kabul ettim diye
buyurdu. Bu konu Ehl-i Sünnet kitapların da örneğin Tefsir-i
Salebi, Şevahidut-tenzil, yenabi-ul mevedde gibi kitaplarda gelmiştir.
Bu ayet nazil olduktan sonra Peygamber (s.a.a) Fedeği kızı
Fatıma (a.s)a verdi.[87]
Resulullah (s.a.a) hayattayken
Fedek Hz. Fatıma (a.s)ın elindeydi, Mahsulleri toplamak için
işçiler görevlendirmişti. Gelirinide Ben-i Haşimiden ve
diğer kabiıeıesden oun Fakirler arasında paylaştırıyordu.
Ama Resulullah (s.a.a) vefsa etiken sonra Ebu Bekir Hz. Fatıma
(a.s)ın Fedekeki vekilini çıkarıp elinden aldı. Fedek
müslümanların malıdır
dedi.
Ebu Bekirin bu ameli gasbi ve
her yönden haksızcaydı. Önceden de değindimiz gibi
birinci obrakı fedek Enfaldan otup Resulullah (s.a.a)in şahsi
malıydı. İkinci olarak Peygamber (s.a.a) hayattayken
Allahın emriyle kızı Hz. Fatıma (a.s)a
bağışlamıştır üçüncü olarak Hz. Fatıma (a.s)
babası zamanında fedeğin her hakkı kendisine aitti. Bu konu
hakkinda Hz. Fatıma (a.s) Ebu Bekiri mescitte, Muhacir ve Ensarın
özünde mahkum etti.
Ebu Bekir yalan bir hadis;le
Peygamberden (s.a.a) duydumn biz peygamberler irs bırakmayız bizden
geri kalan sadakadır (Ümmetin malıdır) dedi.
Hz. Zehra (a.s) şöyle
buyurdu: Ey Kuafenin oğlu Allahın (c.c) kitabında da
geldiği gibi babandan sana irs kalıyordu. Bana irs kalmıyor mu?
Eğer Peygamberler irs bırakmıyorlarsa sen, Peygamberlerin irs
bırakması hakkında nazil ettiği ayet hakkında ne
diyorsun sen babama.
Iftiramı ediyorsun (Süleyman
babası Davuttan irs aldı)
...................
Yine Zekeriyya hakkında
şöyle gelmişti.
....................
(Zekeriyya Allaha rahmete
kudretiyle, kendinden ve yakup oğullarından irs alması için
çocuk bağışlamasını istiyor).
Diğer ayetlerde de var dir.
Bura göre hangi delile dayanarak babamın irsinden bini mahrum
ediyorsun.
Acaba Allahbu ayetle sizlere bu
hakkı tanıyıp bizi mahrummu etmiştir? Veya siz babam ve
amcamın oğlu Ali (a.s)dan ve Kuranın hass ve Amm ayetlerini
daha mı iyi biliyorsunuz?
Fatıma (a.s) Ebu Bekir ve
etrafındakıleri rezıl etti, onlar bu mantık
karşısında hiç bir şey söyleyemediler. Neyazıkki
hiçbir nefice almadan evine döndü. hz. Ali (a.s)a asilerin burnunu yere
sürtüp arabın batıl yoldaki insanlarını toprağa
yapıştıran sen değilmieydin? Şimdi niçin sessiz
oturmuşun? Bu sessizliğin sonucu fedeğim onun bunun elinde
oyuncak oldu dedi.
Ali (a.s) bu olaylar
karşısında hz. Fatıma (a.s)ı sabre devat edip
tavsiylelerde bulunarak sessizliğinin felsefesini açıkladı
sabretmasinin sebebi ieygamber (s.a.a) vasıyyeti için olduğunu dedi.
Onun için şerh veedip olayların hüuüyeti hakkındı
bilgilendidi. Hz. Fatıma (a.s)ın bu musibetlerden sonra sabretmekten
başka çeresi yoktu. Sonuçta dertleri ve kederleriyle babaşa
kaldı. Dertlerini babasını ntoprağına anlattı.
Onun derdinin büyüklüğünü ve mazlumiyetini şu mısralarla biraz
anlayabiliriz.
Yani, bana gelen musibetler eğer gündüze gelseydi gece olurdu.
Gerçekten Sakife
ashabının bu işi çok pis ve uygursuzdu ki Resulullah (s.a.a)
feyat ettikten sonra, başsağlığı yerine aezretin
geride
Sadece yakınlarına segdi
ve muhabbet duyulmasını istemiştir. Ama bu nankör
fırka kızının evini yaktılar. onun tek
yadigarını hüzünler içinde bırakıp
babasımının türbesinden başka ona sığınak
bırakmadılar.
Tarihçilerin rivayet ettikelrine
göre Hz. Fatıma (a.s) bu musibetler ve haksızlıklar sonunda
hasta olup bunun eseriylede vefat etti.
HZ. ALİ (A.S)IN HİLAFET DÖNEMİ
1- Osmanın katlinin sebepleri
2- Hilafet seçilmesi
3- Cemel Harbi
4- Sıffin harbi
5- Bunun hikmet ve sonuçları
6- Nahrevan savaşı
7- Hz. Ali (a.s)ın Şehadet?
Abdurrahman bin ouf osman ile
biatedeceği zaman, onun Peygamber (s.a.a)in sünnetine ve şeyheynin
sünnetine uygun hareket edeceği şartığzerine ona biat
etmişlerdi. Nevarki osman, hilafet mesnedine oturduktan sonra Hz.
Peygamber (s.a.a)in ve Şeyheynin sünnetleriyle muhalfet etmeye
başladı.[88]
Osman, başlarında bu
Süfyan olmak üzere ümeyye oğullarını mal ve makama boğdu.
Osmanın ümeyye oğullarının ilerigelenleriyle
yaptığı bir toplantıda bu süfyan fikir beyan ederek dedi.
hilafeti topoyunu gibi birbirinize devredinta ki
başkasının eline düşmesin ve bu hilafet beşeri bir
hükümet sistemidir. İlavetın benim cennet ve cehennemin
varolacağına da imanım yoktur.[89]
Osman, beytülmal (devlet hazinesi)
da olupkalan malları kendi akrabaları arasında
paylaştırdı. Selahiyetlerinin olup olmadığına
bakmaksızın hakimlik ve valilikterin hepsini ümeyye
oğullarından seçti.
Diğer şehirlerin
halkları osmanın valilerinin elinden çektikleri zulümleri defalarca Hz.
Peygamberin (s.a.a) ashabına ve hatta Osmanın kerdisine şikayet
ettiler. Ne varki bü şikayetler onun bu gidişatında herhangi
bir değişiklik yapmasını gerektirecek bir tesire sahip
olamadıkları gibi onun şeriata muhalif
vekendibaşınamellerine depeketki etmedi.
Bütün bu olanlardan sonra
müslümanlar bu yakışıksız işlerin ününü almak üzere
hareket geçtiler ve onun eliyle aş başına gelenlerin enirlerine
itina göstermediler.
Osmanın halktan toplanan
malları kendi akraba ve dostlarına paylaması
bahşışlerde bulunması adaletsizce yaptığı
butip ameller ashabı kendisine karşı
gazaplandırmıştı, buna istinaden biraraya felerek
meşveret ettiler. Onun ve tayinettiği vali ve hakimlerin yaptıklarını
başlangıçta yazıp, onu bugibi çirkin amellerden
uzaklaştırmak üzere nasihatte bulunmayı ve eğer mektupla
(yaplı) uyarının bir yararı olmazsa onu azletmeyi
kararlaştırdılar.
Mektubu yazıp, ashabın
büyüklerinden Amar-ı yasir vasıtasıyla osmana gönderdiler.
Ammar mektubu osmana verdi, Osman mektuptan ne
yazıldığını anlayınca onun fırlatıp
attı ve kölelerine Ammarı dövmelerini emretti onlarda
Ammar-ı dövdüler hatta kendisi de Ammarın karınına
birkaç tekme vurdu. Ammar buygın düştü. Budar beler nedeniyle
sonraları fıtık oldu).
Bu yapılanlar islam
hükümetinin dörtbir yanına kısa zamanda ulaştı ve
müslümanların osmana karşı hışmını
alevlendirdi. Bu dönemde
Ebu Zerrin Şama sürgününün
nedeni, Osman beytülmalı ümeyye oğullarına bahşiş
çekiyordu. Örneğin mervan bin Hakeme ve Zeyd bin Sabite yüzbin
dinardan fazla bahşetmişti. Ebuzer bunu duyduğu gibi şu
ayeti bağıra bağıra okumaya başladı: Altın
ve gümüşü hazine edinipte Allah yolunda infak etmeyenler yokmu? öyle
ise onları acı bir azapla müjdele.
Osman bunu halver alınca
Ebuzere çoksinirlendi ve bir mecliste cemaate sorduki; Acaba valinin devlet
hazinesinden (müslümanların beytülmalından) birşeyi
borçalıp başkasına ödemeye hakkı varmıdır?
Kab bin Ahbar: Zararı yoktur diyor. Abuzer Kaba yüzünü dönerek:
Ey anası-babaıs yahudi senmi bizedinimizi öğreteceksin?
diyerek elindeki asayla kabın başına vardı ve
başıkırıldı. Bundan dolayı Osman onu medineden
ihraç etti ve Şama gönderdi. Genildiği üzere Şamdada
Osman ve Muaviye aleyhine çalışıyozdu. Öyleki Muaviye onu
hapsetmek zorundakaldı. ve bu konuda Osmana bir mektup yazarak Ebuzer
halkı senin aleyhine tahrik ediyor diye haber gönderdi. Osman
cevabında Muaviyeye Onu semersiz bir deveye bindirip, eziyet ve
işkencelerle bize gönder diyebir emir name yazdı muaviyedenileniyaptı
ve Ebuzeri medineye gönderdi.[90]
Tarihçilerin nakline binaen,
Mısırlılardan bir cemaat Medineye geldiler ve osmana
başkaldırdılar. Osman tehlike hissedince Hz. Ali (a.s)dan
yardım istiyor ve pişmanlık izharetmiş. Bunun üzerine
Hazret mısırlılara: Sizler hakkı yaşatmak için
kıyam ettiniz ve Osman da tevbe etti ve diyorki ben geçmişte
yapılanlardan elimi çekiyorum ve ta üç güne kadar sizlerin
sorunlarına elatılacaktır. Ayrıca zalim yöneticilerini
de azlediyorum diyor dedi ve sonra osman adına
Mısırlılar mektubu
alıp, büyük bir hışımla Osmanın yanına
döndüler ve dideler ki: Sen bize hıyanet ettini Osman mektubu
inkaretti mektubu kölesinde aldıklarını söylediler,
Osman benim iznim olmaksızın bu işe girişmiştir
dedi. Senin devene binmişti. dediklerinde. devemi
çalmışlardı diye cevapveriyor. Mektup senin yazın
diyorlar, cevapta yine benim izin ve haberim dışında bunlar
yapılmış diye Cevap verince, Cemaat diyor ki bu durumda senin
hilafete liyakatin yoktur, hemen istifa etmen gerek. Zira eğer senin iznin
ile bu iş yapılmışsa hainsin, eğer senin
iznindeşinde böylesi mühim ve önemli işler
yapılıyorsa sen bu işe layık değilsin heriki halde de
ya istifanı ver veya hemen şimdi başımızdaki zalimi
azlet!
Osman: Eğer ben sizin
meylinize göre hareket edeceksem, bu demektirki siz hükumet ediyorsunuz
öyleyse ben neyim?! Onlar toplantıdan hışımla
kalktılar.[91]
Osmanın valilerinden birisi
Onunla bir anadan doğma üvey kardeşi velid bin ukbe, kendisi
tarafından Kufeye valitayin edilmişti. Velid alkolik birisiydi hatta
günün birinde mest bir halde mescide gidip, sabah namazını dört
rekat kılmıştı. Abdullah ibn-i mesud alayh bir itirazla
Emir namazda bile cömertliğini esir gemedi demişti.
Bir grup medineye gelerek
Osmana Senin temsilcin alkoliktir ve biz onu çok içmekten dolayı
kustuğum (sızmış halde) gördük diyerek onun
azledilmesini istiyorlar.
Osman: Sizler iftira
ediyorsunuz diyerek önların şikayetlerine cevap verecek yerde,
onları dövdürdü (had vurdurdu) üstelik halkada bunlar kendi
emirlerine ittira ettiklerinden dolayı bu cezaya
çarptırıldılar diye itşa ettirdi.
Hz. Ali (a.s) Osmanın bu
işine itiraz etti ve buyurdu ki: Sen fasıkın yerine
şahidi dövdürdün daha sonra da gerekli delillerle bu yakı
şiksiz davranışlarının sonucunda başagelecekler
hakkında kendisini uyardı. Osman çaresizlik yüzünden velidi azlettive
onun yerine Amcası öğlu said bin Ası tayinetti.
Ayrıca Hakem ibn-i As ve oğlu Mervan ibni Hakem (Rasulullah
onları medineden ihraç edip Taife sürmüş hatta şeyheyn hem
onları medineden uzaklaştırmışlardı Osman
onları medineye getirmekle kalmayıp, hilafetin vezirlik
makamını mervanın eline teslim etti ve sonuçta bütün
müslümanların itirazına maruz kaldı.
Amcası oğlu Abdullah
ibni Amiri Basra ve İran hükümetine, sütkardeşi Abdullah ibni
sada, Şamın valiliğini Muaviye ibni Ebi süfyana ki
ömerin hilafetinden itibaren tayin edilmiş olmakla, ona tam ihtiyar
vererek yerini tahkim etmesini sağlamıştır. Kendisi için de
süslü ve güzel bir saray yaptırmıştır. Bu hatalı ve
sünnetle (islam ruhuyla) bağdaşmayan yakışıksız
hareketler Osmanın kendi zararına tamamlandı ve sonunda ihtiyar
elden gitti. Gemi beni ümeyyenin eline terketti sonra da hiçbirine sözü
geçmez oldu. Örneğin Muaviye artık merkezi hükümetten ayyrı
ve müstakil olmak düşüncesindeydi ve Şamı kendimi rası gibi
sahiplenmek düşüncesindeydi. Bundan dolayı Osman, müslümanların
ayaklanması sonucu tehlikeyi sezince Muaviyeden yardım istedi.
Muaviye Osmanın öldürülmesi ve kendisinin hilafet idiasında
bulunakilmesi için, kastılı olarak müsamaha ve vakit geçirme yolura
gitti. Sonra da zamanın halifesine muhalefet etmiş olmamak için yezid
bin Esedi bir gurupla birlikte medineye gönderdi ama ona medineye sekiz
fersahlık bir yezde durmasını ve ikincibir emrekadar daha ileri
gitmemesini emretti. O da oyerde Osmanın öldürülmesine kadar bekledi
daha sonra Muaviye Onu ordusuyla birlikte şama çağırdı.
Halifet yükü her geçen gün
birazdaha ağırlaşıyor, durum gittikçe
kötüleşiyordu. Ashabın nasihatlerinin de Osmana bir yararı
olmuyordu, hatta bir defasında da Hz. Ali (a.s) müslümanları temsilen
Osmanın yanına gitti, onun hayrını isteyerek nasihatte
kulundu ve sonunun kötü olacağını ihtaretti. Ancak Osman bu
türsözleriçin kulağını kapamıştı. Öyle
ki bir gün minbere giderek halkı bu itiraz ve şikayetlerinden
dolayı tehdit etti, kendi tayin ettiği hakim ve valilerinin de
savunuculuğunu yaptı. Medine halkı budurum
karşısında onakarşı geldiler, açıkça cadde ve
sokaklarda Osmana küfür ve hakaretler ediyozlardı. Bu ateşi
alevlendirenler de Talha zübeyr Aişe ve Hafsaydı ki, sonuçta bu
tahrikler Osmanın evinin muhasara edilmesiyle tamamlandı.
Osman, medine halkının
kendisinden elçekmeyeceğini anlayınca ümeyyeğullarının
ileri gelenleriyle bir toplantı yaptı ve onlarla bu konuda
meşveret etti. Onlar da etraftan yardım istemesinin gerekliliğini
bildirdiler taki şam ve Basra dan gelecek ordu ayaklananları
dağıtsın diye.
Bundan hemen sonra osman şam
ve Basraya haber gönderdi. Basra valisi Abdullah ibni Amir, mescide
giderek halkı Osmanın yardımına davetetti ama kimse ona
müspet cevap vermedi, Muaviye ise işi - işaretedildiği gibi -
geçiştirmek yoluna gitti.
Müslümanların
sayısı her geçen gün (Osmanın evini muhasara için)
çoğalıyordu öyle ki, onun dışarıyla irtibatı
tamamen kesildi hatta içecek suya bile eliyetişmez oldu. Çaresiz
evinin damına çıkıp, sordu ki: Acaba Ali (a.s) sizin
aranızdamıder? Dedilerki hayır onun bu işte
parmağı yok o zaman su ricaetti ancak halk cevap vermedi Hz. Ali
(a.s) bu haberi aldığı gibi (rahatsız oldu) beni
haşimden birkaçkişiyle Hz. Hasan (a.s)ın nezaretinde olarak
Osmanın evine su gönderdi. Muhasara edenlerce engel olunmak
istendiyse ole Hz. Hasan (a.s)ın himmetiyle su osmana yetiştirildi.
Müslümanlar, bu hareketlerin
sonucunda Osmanın hilafetten istifa edeceği hayalinde idiler, bundan
dolayı halife tayin etmek fikrine düşmüşlerdi ama ne
Osmanın ve ne de ümeyye oğullarının böyle bir
Osmanın katli 35 Hicri
senesinde vuku kulmuştır. Böylece islamın 25
yıllık haktan ve asılmecrasından (Allah ve rasulünün yolun
olan) inhiraf dönemi görünüşte sona ermiş oluyordu. Ancak
nevarki, onun bu vahim netcesi herzaman islamın ve müslümanların
başağırısı olagelmiştir.
Müslümanlar, Osmanın
öldürülmesinden sonra mescid-i nebi (s.a.a) de toplanarak yeni bir halife
tayiniçin konuşmaya meşveret etmeye başladılar.
Osmanın oniki
yıllık hareket tarzından şunu anladılar ki, hilafet
işini öyle birkişiye teslim etmeliki, gereçekten bu işin
üstesinden gelebilsin.
Burada Ammar-ı Yasir,
maliş Eşter, Rufaa ibni Rafi ve diğer bazı kimseler Hz. Ali
(a.s)ın hilafetini çok arzuettikleri için halkı o hazretle biat
etmeye davet ettiler.
Bu birkas kişi, kalplere
tesir eden hutbeleriyle ve delilleriyle birlikte önceki halifelerin
yaptıklarını tahlil ve tenkid ederek, onların Peygamberin
(s.a.a) sünnetine nasıl muhalefet ettiklerini, yolu nasıl
saptırdıklarını, Peygamber (s.a.a)in Hz. Ali (a.s)ın
hilafetini tavsiyesini nasıl reddettiklerini müslümanlara anlatıp, o
hazretin bütün işlerde öncelikli olduğunu zikrettiler. Sonuçta
efkar-ı umumiyi (Kanwoyunu) bazı gerçekleri açıklığa
kavuştürmak suretiyle aydınlattılar. Öyleki, onların
bu konuşmaları sonucu muhacir ve Ensar hep bir likte o hazretin
biatı için hazır oldular. Sonra mescitten çıkıp
doğruca o hazretin evine yollandılar. Dedilerki, Ya Ali (a.s)Osman
öldürüldü ve şimdi islam toplumu halifesiz durumdadır. Bu
iş için
Hz. Ali (a.s) buyurdu. Benden
elinizi çekin ve başkasını bu iş için seçin, bende
sizlerden biri gibi ona itaat edeceğim. Benim size vezir olmam, emir
olmamdan daha hayırlıdır.
Müslümanlar arzettiler ki
Peygamberin Ashabı senden bu görevi kabul etmeni istiyorlar, lütfen
onların bu davetine icabet buyur.
Hz. Ali (a.s) buyurdu ki: Benim
hilafetimi yüklenmeye sizin gücünüz yetmez, er veya geç benden yüz
çevireceksiniz. Zira hilafet konusu görüldüğü gibi sade ve adi bir
şeydeğildir. Belki, çok ağırbir yüktürki
taşıyanı yıpratır, onun sükünet ve
rahatlığını yokeder. Ben, hak ve adalet dairesinden
dışarı adım atacak birisi değilim ve sınıf
ayrıcalıkları veya birtakım ünvan ve isimler
hatırına halkın malını paymal edecek de değilim
veya ileri gelenlerin tavsiye ve önerilerinide dinliyecek değilim.
Ben mazlumun hakkınız zalimden almadıkça vicdanım
sakinleşmez ve başına buyruk alışanların burnunu
yeresür medikçe kendimi razı edemem.
Hz. Ali (a.s) her ne
söylese, zulme uğramış millet her defasında
tefyatlarla itaatlerini izhar ediyorlardı. Malik Eşter
yaklaşıp arzettiki: Ya Ebel-Hasan kalk artık, millet senden
başkasını istemiyor. Allaha yemin olsun ki eğer bundan da
çekimser kalırsan, meşru hakkın olan şeyden dördüncü
defa uzak kalacaksın. O anda müslümanlar izdiham halinde dediler ki: Sana
biat etmedikçe, senden ayrılmayacağız.
Hazret buyurdu madem ısrar
ediyorsunuz ve bundan gayri çare yok, mescitte toplanın ki benimle
beyatiniz gizli, örtülü olmasın ve bütün müslümanların bilgi ve
rızasıyla olsun.
Müslümanlar Mescidi nebi (raa)
detoplandı ve o hazretle biatettiler. Talha ve Zübeyr gibi bazı
başta gelenlerde kendilerin ce maslahat gereği muteriz olmadı
ve o hazretile beyatleştiler. Elbette (Sonradan malum olacağı
gibi) biatleriyle birtakım beklenti ve hayallerini de kenara
bırakmış değillerdi. Bir takım imtiyazlar, valilik ve
hakimlik hayaliyle onlar da biat ettiler ve hatta halkın rağbetini
arttıracak faaliyetlerde bulundular ve hatta ilk biat eden Talha idi, daha
sonra sad ibni ebi vakkas, Abdullah ibni ömer gibi
bazıları biat etmekten çekindiler.[92]
Hz. Ali (a.s) biatın
tamamlanmasından sonra hutbe arasında onlara buyurdularki: Bilinki,
Peygamber-i Ekremin bisetizamanındaki açmazlar eteklerinize
yapışmış, size yüg döndürmüştür. Peygamberi hak
üzere gönderene andolsun ki, birbirinize karışacak alt-üst
olacaksınız. Elekteki taneler gibi deneneceksiniz, haksız yere
üstte görünenler alta düşecek ve gerikalanlar ileri geçecek kalbur
üstü kimseler müşahhas olacaklardır.
Sonra buyurdularki: Günahlar
başıbozuk atlar gibidirler, onlara binenleri-ki günahkar ve
batıl ehlinden başkası değildirler - cehenneme atalar.
Takva ve Zühd ise terbiye edilmiş deve misali gemi sahibiniy elinde
olduğundan onları cennete iletir. Buna binaen takva, hak yoldur,
günahlar batıl ve her birinin takipçileri var. Eğer ehl-i batıl
Hz. Ali (a.s) daha sonra
namazkıldı ve evine gitti ve yapılması gereken işlerle
meşgul olmaya başladı. Ertesi günmescide gitti namazdan sonra
bir hutbe okuyarak halkı kendi devlet ve yönetim şeklinden
haberdar etti. Hamdü senadan. Peygamber ve Aline selat ve selamdan sonra
şöyle buyurdular: Bilinki ben sizleri hakka ileteceğim.
Peygamberi Ekremin (s.a.a) yıllardan beri terkedilen yolunu
takibedeceğim, Allahın kitabının emirlerini sizlere icra edeceğim,
Allah kitabından ve resulünün sünnetinden en küçük bir sapma
yapmayacağım. Her zaman sizlerin asayişini kendimden
öncelikli sayacak ve sizden yapmanızı istediğim her
şey sizin sakah ve menfaatinize olacaktır. Ancak bu bir
maslahat-ı küllidir. Ben bütün halkınazara alarak bunları
yapacağım, has bir gurubu değil. Belki bu emrin uygulaması
başlangıçta sizlere ağır gelecektir. Ama tahammüllü ve
zorluklara karşı sabırlı olmaya çalışın.
Sizler daha iyibiliyorsunuz ki, bende ne halifet arzusu vardı, ne de buteklifi
kabule hazırdım Belkisizlerin ısrarı üzerine bu toplumun
sorumluluğunu üstlendim. Halkın gözü şimdi benim üzerime
dikilmişse, bana düşen hak ve adaletle muamele etmektir.
Şimdi, bildiğim
kadarıyla bayıları haddinden fazla mal, servet ve keniz sahibi
olmuşlar ve büyük oranda mülkiyet hasıl etmişler oncak nevarki
bu kimseler, bu serveti haksız olarak, şeri ölçülerin
hilafına, halkın malından elde etmişlerdir. Ben onları
bu elde ettiklerini beytül mala (devlet hazinesine) göre vermeye mecbur
edeceğim. Şunu bilmetisiniz ki müslüman halk arasında takva
dışında hiç kimsenin diğerine karşı bir
üstünlüğü, sınıfsal ayrıcalığı yoktur. Onun
(takvanın) da ücreti ahirettedir. Buna binaen beytül malin
paylaşılmasında bütün müslümanlar benim nazarımda eşit
ve birinin diğerinden hiç bir farkı yoktur. Benim hükumetimin temeli
eşitlik ve
Arabın Eşrafı,
özellikle Beni ümeyye ki, Osmanın hilafeti döneminde beyt-ül
malı kendilerine ait biliyorlardı. aniden hiç beklen medik bir
hadiseyle karşılaştılar. Onlar, Hz. Ali (a.s)ın
konuşmalarının sarahat ve açıklığına
rağmen o hazretin bunların icrası içinde ısrar
edeceğini düşün emiyozlardı bile. Zira peygamberin
vefatından yirmibeş yıl geçmiş ve birtakım şeyler
unutulup silinmişti ki sanki şeriatın kanunu değilmiş
gibi, gündemden kayb olmuşlardı. Yirmibeş yıl sonra birkişi
çıkıp düyordu ki: Arap ve acem, malik ve memlük, siyah ve
beyazırk islam ve kanun karşısında eşittir ve beytül
mal eşit olarak paylaştırılacaktır.?1 Yine buyuruyor:
Allaha yeminederim ki
(osmanın ona buna balışettiği) arazi ve malların
sahiplerini bulabilirsen, onları gerçek sahiplerine teslim edeceğim.
Eğer bu mallarla kadınlar kocaya verilmiş veya kenizler
cariyeler satınalınmış olsa bile. Zira bu adaletin
geniş çaplı bir uygulamasıdır ve bir kimseye adaletin
icrası ağır geliyozsa, zülüm ve baskı ona daha
ağır gelecektir. Buna işareten Osmanın şahsi
mallarını çocuk müslümanlar arasında pay edilmesini emretti. Bu
taksimden her kese üç dinar yetişti ve bu paylaşmada eşrafile
köle arasında hiçbir ayrım yapılmadı. Bu adilane
paylaşmadan bir gurubun rahatsız olduğunu vurgulamaya gelen
yoktur. Çünkü hala cahiliyet anlayışıyla kendini
başkalarından üstün görenler hazıneden kendilerine
düşen payın daha fazla olması gezektiğine
inanmıyorlardı. Bunlar kendi analarında Ali (a.s) bizim kevmi
ve ailevi şerafetimizi tahkir etti. Bizimle siyah köleler ve
kimliği belli olmayan halk arasında fark koymadı, acaba bizler
bundan sonra Onunla bir araya gelip işbirliği yapı
bilirmiyiz?!.. Hz. Ali(a.s) ilk baştan bu olacakları biliyordım
ki Her ve makam aşkıyla yanan böylesi basit insanların
biatleri çok sürmeyecek ve halkın da bata gelenleri bunlar olduklerı
için milleti de çabuk yoldan çıkarabilecekler ve avam tabakayı
takvadan uzakı
Hz. Ali (a.s) üç mühim engel ile
karşıkarşıye idi:
Birincisi: Büyük eşhastan
(Abdullah ibni ömer, Sadibni vakkas vb) bazıları hazretle biat
etmemişlerdi.
İkincisi, Osmanın
tayiniyle başagelen Vali ve Hakimler (muaviye gibi) her biri
birköşede kendi kafasına göre bir hükümet tutturmuş
gidiyordu ve Onların azli zahmetsiz mümkün değildi. Üçüncüsü
Osmanın öldürülmesi konusuda ortadaydı ki, emre muhalefet etmek
isteyen herkes için bir bahane yolu teşkil ettiğinden o hazretin,
Osmanın katilleri hakkındaki fikrini açıkça ortaya koymak
zorundaydı.
Bu üç mühim amil o hazretin
kısa süren hilafetini yaraladı ve bu dönemde o hazreti bu iç
unsurları liyakatsiz davranışlarıyla meşgul etti, Hz.
Ali (a.s)ın hilafetinin dördünü günüydü ki, Abdullah ibni ömer
o hazrete dedi: Öyle görünüyor ki senin hilafetine bütün müslümanlar
razı değiller. Bu işi şuraya bırakmak daha iyi olur
zannediyozum Hz. Amir (a.s) buyurdu ki; Ey Ahmak!... Senin bu işlerden
anladığın nedir?! benmi gittim halkın önüne hilafet
isteğinde bulundum? evimi oncakalabalıkla baskına uğratırcasına
üzerime varan müslümanlar değilmiydi?! ne oldu ki bugün gelmiş bu
işin şuraya bırakılmasını teklif ediyorsun.
Sonra Hazret minbere gitti ve bu olayı kammoyuna sundu ve halkı
Kuran ve sünneti desteklemeye davet etti. Albette biatedenlerden de bir gurup
bazı hayallerle teselli buluyor, kendilerince bu devreyi de Osmanın
döneminin bir benzeri hayal ediyorlardı ve zennediyorlardı ki
eğer herkesten önce biat etseler, onları öncelikli olarak
bazı yerlere veli tayin edecek?! veya beytül maldan onlara daha fazla
hisse ayıracak... vs. Talha ve Zübeyir bunlardandı, Talha o hazrete
ilk biat edendi, ancak bu makam ummaktan başkabirşey değildi. Bu
tip efrat gördülerki o hazret eşitlik esası üzerine hareket
ediyor; Bu onlara çok ağır geldi, dolayısıyla itirazlar
başgöstermeye başladı.
Sehl ibni Huneyfdediki, Ya
Emirel-müminin Bu benim kölemdi sen bugün beni, onunla bir hesapedip
ikimizede aynı miktar verdin?! Talha Zübeyr, Mervan bin Hakem, aolibni As
ve Kureyşten bir grup, bunun benzeri sözleri dile getirdiler. Ama
Ali (a.s) öyle bir değildiki bu tür sözler ona etki etin ve onu
hak ve adaletten ujaklaştırsın. Onlara cevap olarak buyurduki,
Acaba benden hukukunu korumak üzere tayin olduğum kimselere zulmetmeyi
veya zulme uğramalarına yardım etmemimi teklifediyorsunuz?
Allaha andolsun ki gece-gündüzün devam ettiği ve yıldızlar
yörüngelerinde hareketlerine devamettiği müddetçe (yani kıyamet
gününe kadar yaşayacak olsam da müt) kesinlikle böyle bir şey
yapamam. Eğer benimde devlet hazinesine ait bir şeyim olsaydı
onuda halka paylaştırırdım, halbuki beytül mal
Allahındır. Ben onda nasıl seçicilik yapabilirim. Bilinki
hakedilmeyen yere bahşış yapmak israftır. Haksız yere
yapılan bahşişler dünyada bahşiş
yapılanların yanında insanı aziz eder ama Ahirette. Allah
yanında gelil ve aşağılık kılar.
Halkınyanında değerli, hakkın yanında hakireder.
Elinde vardana şükrünü kesmeyenler deşında hiçkimseye
malını haketmeyene vermek nasib etmemiştir Allah (cc).
Onların dostlukları menfaatlerinden dolayıdır. Eğer
bir gün ihtiyaç eli aşsa hepsi ondan yüz döndürecekler ve onu
azarlupcaklar.
Hz. Ali (a.s)ın hilafetinin
ilk yükü, Talha ve Zübeyrin o hazrete gönderdikleri haberdi ki, Biz Senin
halife olman için halkı teşvik ettik ve biat için
hazırladık, muhacir ve Ensar da bizleri izlediler, hep birlikte sana
biat ettiler, işi ele alınca da bizi bıraktın, malik
Eşter ve diğerleriyle meşgul olmaya başladın.
Hz. Ali (a.s) Onların
gönderdiği kişiden. Talha ve Zübeyrin bu sözlerden.
Kasıtlarının ne olduğunu sordu. Adam, Talhanın Basra
hükümetini ve zübeyrin de Küfenin imamlığını
(valiliğini) istediğini söyledi.
Hz. Ali (a.s) buyurdu ki:
Şimdi ki bu iki kişi medine de hiçbir işi-gücü yokken beni
rahat bırakmıyorlar, acaba Kufe ve Basra Onların elinde olsa,
halkı daha çok benim aleyhime kışkırtacaklar ve dinde
Talha ve Zübeyr bu sözleri
duyduktan sonra iyice anladılarki, Hz. Ali (a.s)nin adalet sisteminde
yersiz beklentiler, soüukdemire çekiş vurmaktan başka bir
şeydeğildir. Ayrı bir yol deneme ve kulmanın çaresiz
olduğunu ve belki o yoldan isteklerine ulaştıracak bir
şeyler yapabileceklerini kararlaştırdılar.
Diğer taraftan Hz. Ali (a.s)
biatten hemen sonra ilk fırsatta Osmanın tayin ettiği valileri
değiştirmek istiyordu zira hiç birisi dinle alakası olmayan
kimselerdi. Onları azletti ve yerlerine selahiyetli ve layık
kimseleri tayinetti. Bu arada Ömer zamanından beri Şamda valilik
yapan Muaviyeye bir mektup yazarak kendisinin ve halkın biatını
istedi. Ancak Muaviye yerinin sarsılacağı endişesi ve
kendisinin halifeliğe yetişme arzusu nedeniyle bu konuyu şam
halkından girledi onlardan kendi adına biat aldı ve hatta o
hazretin mektubuna cevap bile vermedi ta ki fırıattan istifade ederek
arzuettığıne yetişmek için. Muaviye yerini muhkemleştirmek
amacuyla Hz. Ali (a.s) başka şeylerle meşgul edebilmek için
Zübeyre aule bir mektup yazdı ve onu hilafete davet ederek diyorki Ben
Şam halkından senin ve Talhanın adına biat aldım.
Öyleki kısa zamanda hilafet sizine elinizda olacak. Basra ve Kufe size
yakındır. Ali (a.s)den önce o ikisini işgal edin ve
Osmanın kanı bahanesiyle savaşa girin ve ona galebe edin Bu
mektup Zübeyrin eline geçtiği gibi Hilafet tamah ve arzusu ile muaviyenin
bu yalanını yuttu mektubu gizli saklı muhafaza ederek
ilkfırsatta Talhayı gördü ve durumu ona haber verdi. Hatta
bazılarının nakline göre ise muaviye şöyle
yazmıştı: Ben şam halkından kendi adıma ve
benden sonra sen ve senden sonra da Talha için biataldım.
Talha ve Zübeyr Hz. Ali (a.s)
tarafından umduklarına yetişemeyince ayrı bir çare
düşünüyorlardı, işte bu durumda muaviyenin mektubu onlar için
bir fırsat ve kararlılık vesilesi elavermiştiki,
Osmanın kanı bahanesiyle kıyam edecek ve sonuçta istek ve arzularına
yetişeceklerdi?! Böylece Mekkeye doğru yola çıktılar,
orada kendi hedeflerine uygun ortam bulduklarından
çalışmalarına başladılar Zira bu ikisinden başka
ohazrete muhalif bazı kimseler de (mervan bin Hakem, Aişe...) Mekkede
birbiri etrafına toplanmışlardıki, Talha ve Zübeyrin de bu
şehre girmesiyle kaçkişilik bir grup duşturmak suretiyle cemel
harbinin zeminesi hayırlanmış ve bu kanlı olay gündene
gelmişti.
Cemel savaşının
çıkış nedeni halk tabakasında ihtilaftan ibarett iki
Resulullahın hilafetinden sonra gelen halifeler bu ortamı
hazırlamışlardı. Hz. Ali (a.s)ın hilafet dönemi
gerçekte kendinden öncekilerin sistemleri karşısında
inkilabi bir hareket ve peygamber zamanına geridönüş
hareketinden ibaretti. Bundan dolayı Talha ve Zubeyr gibi birtakım
kimseler o hazretin hilafeti döneminde kendi mevkilerinin adi kişiler
seviyesine düştüğü hissine dapılmaları nebeniyle ve maddi
menfaatlerini tehlikede gördüklerinden halifenin aleyhine
ayaklandılar. Önceden da işaret edıldiği gibi
istekleri karşısında Hz. Ali (a.s)dan menfi (olumsu) cevap
aldıklarından ve Medinede de kendi planlarının
plulayamayacaklarını bildikleri için Mekkeyi ortam olarak daha uygun
kulup seçmiş ve oraya gitmekkararı olmuşlardı. Bu arada Hz.
Ali (a.s)ın hizmetine yetişip, izin istedilerki, umre için Mekkeye
gitsinler. Hz. Ali (a.s) buyurdu Siz bütün şehirlere gitmekte hürsünüz
ancak sizin bu seteriniz hiyleden başka birşey değil. Siz bir
takım planlar yaptınızki Medinede uygulamaya imkanınız
yoktur. Ancak o ikikişi yemin ettiler ki, bu seterde umreden başka
bir niyetleri yoktur.
Hazret onlara izin verdi ve
onları biatlerinden dönmenin tehlikesi açısından
uyardı, onlarla biatını yeniledi ve Resulullahın
onların yanında söylediği şusözü onlara
hatırlattıki o hazret buyurmuştu Ya Ali sen benden sonra
Nakisiyn, Kasıtiyn ve Marikiyn ilesavaşacaksın
Sonuçta o hazretten
ayrıldıları mekkeye doğru yolaloklar ve o şehrin
muhitini kendileri için müsait kuldular.
Talha ve Zübeyrin mekkeye
gitmecimden önce Aişe de mekkede idi. O, Osmanın islam
dışı hareketlerini gördüğü zaman halkı onun
aleyhine kışkırtıyordu defalarca Bu ahmak ihtiyarı
öldürün derdiği duyulmuştur. Osmanın aleyhine muhasara
şiddetlenip, öldürülmesi olayı kesinlik kazanınca,
Aişe bu olaydan uzak olduğunu göstermek için veya Osmanın
yardım isteği karşısında ahlaki zillete düçar olmamak
için Medinede fitne ateşini aleulendirdi ve Mekkeye doğru hareket
etti ve mekkede de osman aleyhine konuşmadarda bulunuyordu.
Hac merasiminden sonra medineye
döndüğünde yarıyolda Osmanın öldürülmesi haberi ona
yetişti ve bildiki osmandan sonra Hz. Ali (a.s) halife seçildi, Medineye
gitmekten vegeçip yeniden mekkeye döndü. O zaman mekke valisi Abdullah bin
Hazremi idi ki, Osmanın ciddi taraftarlarından ve Hz. Ali
(a.s)ın şiddetli muhalifelerinden idi. Mekkenin hakimi ve
Aişeye ibreten Talha Zübeyr Mervan ve diğer Muhalifler köşe
bucaklardan gelip mekkede toplandılar yata bin umeyye yemenden, Abdullah
bin amir Basradan gelip onlara katılmışlardı. Bu muhalif
gurubun toplanması ve Ali (a.s) ile muhalefet konusunda
kışkırtıcı konuşmaları cemel harbine
yolaçtı. Aişe de Peygamberin diğer hanımlarından
kendisine yardımcı olmak üzre ümmü seleme ve Hatsayı aldatma
yoluna gittiki onları da bu gurupla birlikte yola salsın. Ancak
Ümmü selemenin yanına gittiğinde onun çokşiddetli
muhalefetiyle karşılaştı. Ümmü selemededi Ey
Aişe, Sen değilmiydin halkı Osmanın oldürülmesi için
ayaklandıran. bugün ne oldu da onun kanını aramak sana
düşmüş ve Aliyyi Murtaza (s.a.a) ile bu düşmanlığın
nedirki o Allah rasulünün kardeşidir ve onun
Öncedende işaret
edildiğigibi Muaviyenin Zübeyre mektupyazarak onu hilafete
tamahlandırması üzerine bu gurup önce Şama gitmeyi ve
Muaviye ile birleşerek gelip Hz. ali (a.s)a karşı
savaşmazı planlıyorlardı. Ancak bu haberi olan Muaviye
düşündü ki eğer bunlar böyle bir işe girişseler ve ben
de bunlara katılsam ve sonuçta gelip gelsek bile benim Zübeyr ve Talha ile
biat etmem gerekecek. Halbuki kendisi hilafet hayalin deydi. Bunun önünü
almak için meçhul bir imzaile bir mektup yazarak siz muaviyenin hiylesine
aldanmayın, ondan size hayır yoktur zira o ki osman tarafından
şamahakim olmuştu ona bir hayrı dokunmadığı halde
öldürülmesine de sebep oldu, o halde size yardım edeceğini
nasık ümidedebilir siniz bu mektubu ayrı bir adamın adına
zübeyre gönderdi. Zübeyr Bu mektubu alır olmaz. Başlarında
Aişe[93]olmak
üzre muhaliylere durumu haber verdi.
Sonurta Aişe, Talha ve
Zübeyrin ve diğer muhaliflerin de yardımıyla mekkede ordu
hazırladılar ve Yala ibni ümeyyenin verdiği paralarla yeterli
miktarda silah ve harp için gerekli olan malzemeler temin edildi ve
Aişeyi Asker adında bir deveye bindirip Basra yolunu tuttular.[94]
Bu grup hz. Ali (a.s)ı
gaflet halinde yakalamak ve Ondan önce Basraya yetişmek için son
sürat hareket ediyorlardı ve yolun büyük kısmını durup
dinlenmeden kesbetmeye çalışıyozlardı.
Yolun yarısında Havab
denilen bir yere vardılar ki, gece olması ve çok yorgun
olmalarınedeniyle orada dinlenmek kararı aldılar. o gece Havab
köpekleri Aişenin çadırının etrafını alıp
ulumaya başladılar. Aişe o yerden hemen uzaklaşıp, o
mahallin adını soruşturdu. Orasının Havab
olduğunu anlayınca korkuyakapıldı ve Hz. Ali (a.s)a
karşı bu hareketinden dolayı pişman oldu. Zira peygamber-i
Ekrem (s.a.a) hayattayken hanımlarını içinizden biri Ali (a.s)a
karşı çıkacak ve Havabın köpekleri ona
saldırıp uluyacaklar her kim ise o zaman gezidönsüz... diye
uyar dıklan sonra Aişe ye dönerek Humeyra sakın bu sen
olmayasın!... diye uyarmıştı bendisini.
Zübeyr bu kuzum
karşısında bir kaç kişiyi yalandan yemiz etmeye
zorladı onlarda Aişenin huyuzuna gelip yemin ettiler ki Burası
Havab denilen yer değel ve biz o mahalden çok uzaklardayız
şimdi.
Onların bu yalan
yeminlerinden ve Aişeninde emin olmasından sonra yeniden yola dizilit
Basraya doğru yol almaya başladılar.
Basraya
yaklaştıklarında Talha ve Zübeyr Basra büyüklerine mektuplar
yazarak, onları Osmanın kanını aramak bahanesiyle Hz. Ali
(a.s)a karşı ayaklan maya davet ettiler. Onlar Cevaplarında
Osmanı öldürenler medine dedir sizin bu maksatla buraya gelmeniz
anlamsız ve mantıksızdır. diye haber gönderdiler
Ancak muhalifler, Basra büyüklerinin bu sözlerine itina etmediler ve
tazrru edercesine şehre hamle ettiler. Birçok kimselerin
öldürülmesinden sonra Hz. Ali (a.s) tarafından Basra valisi tayin
edilen Osman bin Huneyfi teslime mecbur ettiler ve sonuçta Basra şehrini
kendi tasarruflarına oldular.
Diğer taraftan bu
boşluk döneminde Hz. Ali (a.s) şehirlerin hakim ve valilerini
değiştir mekle meşguldü. Önceden işaret edildiği
üzere Cerir ibni Abdullahi cebeli vasıtasıyla Muaviyeye bir mektup
göndererek Onu biat etmeye davet etti? Ancak Muaviye o hazrete
Hz. Ali (a.s) Cerir bin
Abdullaha yeniden bir mektup yazarak mektup yetişir yetişmez
muaviyeyi mecbur etki, kararını kesin olarak bildirsin ve onu
Savaş ile barış arasında kendi haline bırak. Eğer
teslim olsa, ondan biat al. eğer savaş hayalinde ise bana haber ver.
buyurdu. Ancak muaviye, o hazreti osmanın katliyle ittiham etti ve o
hazrete mektup yazarak osmanın katillerini kendisine teslim etmesini
istemişti. Hz. Ali (a.s) gerçi muhalifleri arasında Muaviyenin
hepsinden daha hilekar ve şam ciavrindaki nufuzundan haberdar
olduğundan önce hazırlıklı bir ordu ile şam
üzerine bir sefer yaparak muaviyenin işini halletmeyi düşünüyordu.
Tam busırada, Arşenin Talha ve Zübeyrinde yardımıjla
Basrayı kendi tasarrufuna aldığı haberi yetişti ki
Osmanın katli bahanesiyle halkı kendi aleyhine ayaklandırmaya
çalışyorlar. Hz. Ali (a.s) mecburen Şam seferinden var geçip
once Basradaki isyanceları halletmek ve daha sonra şam seferi
hazırlıklarına gismenin gezekliliğine hükmederek mescide
gidip minbere çıktı Hamd ve Senadan sonra döyle buyurdular: Ey
müslümanlar Aişe Talha ve Zübeyr ile birlikte Basraya hareket etmiş
ve Talha ve Zübeyr herbiri kendi adına hükumet istiyor diğerini
zikretmeksizin. Ama Talha aişenin amcası oğludur, Zübeyrde
onun ablasının kocası (Eniştesi) dir. Allah adına
andolsun eğer onlar istedikleri gibi? Zafer elde etseler gerçi kesinlikle
buna ulaşamayacaklar. Onlardan herbiri kendi nazik boyunun vurmuş
olacaklar ve o kırmızı deveye binen kadın (Aişe) ise
elinden masiyet ve ilahi gazaptan başka bir şeyin gelmediği
birisidir. Ancak bukadarı elinden gelir ki, kendisini ve
etrafındakileri helaket çukuruna gönderin. Allaha andolsun ki,
Onların ordusunun üçte biri öldürülecek ve üçte biri firar edip
kaçacak ve diğer üçte biri kendi tuğyanlarından dönecekler.
Bu Aişe, o kadındır ki, Havab köpekleri ona
karşı uludular (Peygamberi Ekremin hadisine işaret etmektedir)
ve Talha ile Zübeyr herikisi de hatali olduklarının farkın
oladırlar. Ama nice
Elbette Aişe ki peygamberin
hanımı, Ebubekrinin kyı olması cihetiyle) ve Talha be
Zübeyr (ki Allah rasulünün başta gelen tanınmış
sahabilerinden hesabolun maktıydılar) aleyhine orduçıkarmak okadar
sade ve basit bir iş değildi. Bu yüzden Hz. Ali (a.s) onların
Basra daki hilaf-ı şerı amellerini medine halkına
anlattı taki onları Basra üzerine cemel ashabıyla savaşmak
üzere harekete geçir ebilsin. Aynı şekilde ertesigün yine minbere
giderek hutbe arasında şöylekuyordu:
Benim muhaliflerim mekkeden
çıkıp-Rasulullahın hanımını da yeni
satınalınmış bir cariye gibi oradan oraya sürükleyerek
Basraya getirmişlerdir. Talha ve Zübeyr kendi hanımlarını
evlerinde bırakmış, Peygamber (s.a.a)in hanımını
ise bir ordunun içine tekbaşına bir kadın olarak sokmuş,
nümayan ve aşikar etmişlerdir ve o orduda kilerin hepsi kendi irade
ve istekleri ile ve hiçbirzorlama olmaksızın benimle biateden
kimselerdiki sonra ahitlerimi bozdular ve benim görevlendirdiğim
kişiyi (Osman bin Huneyf) ve beytülmal görevlilerini esir etmiş,
halkın bir kısmını taş ve sopalarla ve diğer bir
kısmını hilelerle öldürmüşlerdir. Allaha andolsun ki,
eğer onlar bu hareketleriyle bir tekkişi yibile öldürmüş
olsaydılar, onların ordularının hepsini öldürmek bana
helal olurdu. Zira onlar orada oldukları halde marufu emr ve münkerden
nehyetmediler; dilleriyle ve elleriyle de günahsız halkın
öldürülmesine karşı çıkmadılar. Bundan geçtik, onlar
birkişiye değil belki bendi orduları miktarında adam öldürdüler.
Hz. Ali (a.s) Bu fasih ve
Beliğ konuş masıyla medine halkını olaydan haberdar
etti ve cemel ashabının zor ve zulme dayalı planlarını
ve biatten sonra ahitlerinden dönmelerini ve bunun hükmünün ve
olduğunu halka anlatıp onları iyice aydınlatt. Dolayısıyla
bu fitneyi silmek üzere medine halkını harekete geçirdi.
Hz. Ali (a.s) Sehl ibi Huneyfi
kendi yerine Medinede bıraktı Muhacir ve Ensardan müteşekkil bir
grubu (ki çoğu Bedir Savaşına katılanlardandı) olarak
Basranın yolunu tuttu.
Hz. İmam Hasan (a.s),Malik-i
Eşter ve muhammed ibni Ebubekiri birkaç kişeyle bir likte Kufeye
gönderdi taki orada toplanacak ordu da gelip Hz. Ali (a.s)ın
ordusuna mülhak olsunlar. O zaman Kufenin valisi Ebu musa Eşari idi ki
osman tarafından Kufe emirliğine getirilmişti ve Hz. Ali (a.s)
ona mektup göndererek halktan kendi adına biatalmasını
istemişti ama o, Osmanın kanını aramak bahanesiyle Talha
ve Zübeyre yardım etmek suretiyle kendini ilk saflarda
göstereceği tasavvuru ile biattan çekinmesi bir tarafa, Kufe
halkını Osmanın kanını aramak üzere Talha ve Zübeyre
yardıma davet etti.
O hazretin gönderdiği
gurup, ona nekadar nasihatte bulunduysalarda fayda vermedi o zamana kadar ki
Malik Eşter Dar-ül imareyi işgal etti ve Ebu musa2nın
kölelerini vurup dağıttı. O sırada Ebu Musa mescitte
olduğundan malik mescide girdi ve Ebu musayı minberden
alaşağı etti ve Ey Ahmak ve haiz, bu halk Ali (a.s) dan
başkasına biat etmeyecekler diye bağırdı Ebu musa
kendini malikin elinde aciz görünce susmayı tercihetti ve
yalvarı tarzda konuşmaya başladı. Malik minbere
çıktı ve Kufe halkının tamamına yakınından
hz. Ali (a.s) adına biat aldı ve kısa zaman da onikibin
kişilik bir kuvvet hazırladı ve o hazretin hizmetine girmek
üzere Kufeden hareket ettiler. Zika denilen yerde Hz. Ali (a.s)ın ordusuna
katıldılar ve o hazreti gördükten sonra memnuniyet
gösterip, Allaha hamdolsunki bizlere sizin yanınızda olmak
nasibetmiştir diye arzettiler ve Hz. Ali (a.s) da onları tedil etti.
Sonra Ayağa lakıp hamdu sena dan sonra Talha ve Zübeyrin ahdinden
döndüklerini Osmanın kanı bahanesiyle Basraya geldiklerini ve
diğer şeyler ve yaplıması gerekenle hakkında orduyu
bilgilendirdi. Ordu efradı da bu beyanatı dinledikten sonra bu
fitnenin son bulması için hertürlü fedakarlığa hayız
olduklarının beyan ettiler.
Hz. Ali (a.s) zigardan Zaviye
denilen yerekadar (Basraya birkaçkm uzaklıkta bir yez) giderek orada
ordugahını kurdu. O hazret herzaman sulh ve barışı,
savaş ve kan dökülmesine tercih ettiğinden, Buradan Talha ve
Zübeyre bir mektup yazdı bumaktupta onlara nasihat
Aişe de ordusuyla birlikte
Basranın kuzerinde bulunan Zaviyedenilen Here doğru hareket etti.
Burası şehrin savunması açısından uygun bir yerdi.
Oraya yetişince Hz. Ali (a.s)ın ordusu karşısında
durdu. Bazı tarihçilere göre cemadi-ussaninin onyedişi,
otuzaltı hicriyılı Cemadiel ulanın ondakuzuncu gününde her
iki taraf karşılıklı saflarda yerlerini
almışlardı. Ertesi gün Zübeyr. Cemel ordusnun muhtelif
kısımlarına gezekli emirleri vererek Hz. Ali (a.s) ın
ordusuna doğru, düzenli olarak ilerlemeleri emrini verdi. O hazret
savaş ateşinin tutuşacağı hissi ile ordusuna geri
çekilme emri verdi ki, şayet savaş olmaksızın.kardeş
kanı dökülmeksizin sulh be Barış imkanı olur diye...
Aişe de ordusuna dönemriverdi. O gün taraflar arasında
çatışma olmadı.
Ertesi gün her iki taraf
savaş elbiselerini giymiş ve birbiri karşısında yer
almışlardı. Hz. Ali (a.s) yalnız olarak kendi ordusundan
ayrıldı, kılıçsız ve Zırhsız olarak atını
Basra ordusunun üzerine sürdü. Cemel ordusunun önüne geldiğinde
yüksek sesle zübeyri çağırdı. Hepsi mat ve bitkin bir
haldeydiler. Bilmiyozlardı ki Hz. Ali (a.s)ın bu tekbaşına
hareketinden maksadi neydi ve ne maksatla kılıçsız ve
zırhsız düşman safına sokulmuştu?
Zübeyr, Aişenin hevdecinin
(bindiği devenin) yanında Zırhlarla donanış bir halde
Hz. Ali (a.s) doğru atını sürüp geldi ve
karşısında durdu. Aişe Zübeyri böyle görünce onun
ölümünün kesin olduğunu söyleyince etrafındakiler
hayır dediler, kılıçsız ve Zırhsız geldiğine
göre Zübeyrile ayrı bir işi var.
Zübeyr gözünü o hazrete
dikmiş bekliyorduki acaba onunla ne işi var diye Hz. Ali (a.s)
buyurdu ki, Bu ne iştir ki siz başlatmışsınız?
Zübeyri Osmanın kanın istiyoruz. dedi. Hazret buyurdu. Eğer
doğru söylüyor sanız ellerinizi bağlayın ve kendinizi
Osmanın varisleri ilanedin. Yokcasa sizden başkası mı
Osmanın katli için çalışıyordu?! Zübeyr sustu. Ali (a.s)
buyurdu Ben seni içine düştüğün bu yanlıştan kurtarmak
için geldim ve Allah rasulünün sana buyurduğu ve senim de unuttuğun
bir kaç kelimeyi hatırlatmağa geldim ve buyurdu ki Ey Zübeyr
hatırlıyormusun ki birgün ben Rasulullah aruyordum ve o Amr bin
Avfın evindeydi. O hazret senin elini tutmuştu, benim içeri girmemle
birlikte benden önce selam verdi ve sen Ya Ali niçin tekebbür ettin,
Peygamberden önce selam vermedin? demiştin. Peygamber buyurdu Ey
Zübeyr. Ali mütekebbir değil ve sen gelecekte onunla
savaşacaksın ve senin savaşın zalimcedir! Yine buyurdu
Aklına geliyormu birgün Peygamberi Ekrem (s.a.a) sana buyurolu ki Ali
(a.s)yi seviyormusun? dedin ki evet ya Rasulullah, o benim dayımın
oğludur o hazret buyurdu bununlabirlikte onunla savaşa
kalkışacaksın.
Hz. Ali (a.s) benzeri
sözleri zübeyre hatırlattı ve bunları işittikten sonra
Zübeyrin azim ve iradesi kayboldu geçmişi gözününü getirdi ve dünya
için peygamberin halifesi ve kendi dayısı oğluna karşı
savaş ilan
Zübeyrin gitmesinden sonra
oğlu Abdullah. (Aişenin emriyle) cemel ordusuna Ali (a.s)ın
ordusunu ok yağmuruna tutma emrini
Hz. Ali (a.s) kısa zamanda
haramana düşen ateş misali Cemel ordusunun parçalamanı
başardı. Nice cesaret ve şecaat erbabını yereserdi okadar
kılıç vurduki, kılıcı eğildi o anda kenara
çekildi, kılıcını dizinde düzeltti yeniden hamle etti,
şiddetli çatışmalardan sonra kendi karargahına çekildi ve
Muhammed hanefiyyeye Ey hanefiyyenin oğlu böyle hamle et dedi.
Ashab arzettiler ki Muhammed benzeri azbulunur cesarette bir kişidir ama
sizin cesaret ve kalp kuvvetinize yetişecek olan kimdir? dediler. O demde
muhammed hanefiyye Ensardan bir kaç savaşıyla düşman
saflarına daldılar, büyük hamlelerdesonra muzaffer bir şekilde
döndüler. Bu saldırı sayesinde daha ilkgünden cemel ordusunda
büyük bir ruhsal
Hz. Ali (a.s)ın ile
altında bulunan Malik Eşter, Ammar Yasir ve diğer
komutanların her biri üstüne düşen cesaret ve şecaat
örnekler? Sergile diler ve düşmanı sonbahar yaparakları
gibi yerlere serdiler.
Diğer tarjten Talha da
etrafındekileri sabır ve dayanıklı dınya davet
ediyordu, onların firaretmesine vedajılmalarına mani olmaya
çalışmaylardı. Bu sırada meraan binhakem kiTalhadan pek
hoşlanmuyordu. Kendi kölesinin ardına saklanrak zehirli bir oku
Rolhaya fırlaffı ve o ok gerçekten eserini gösterdi ve
Talhayı helıketti.
Talhanın ölümüyle Cemel
ordusu perakende olup dağıldıö Firar etmeye
başladılar. Hz. Ali (a.s) ın ordusu takibe başladı.
Yalnızca beni dabbe kabilesi kalmuştıki Aişenin havdecinin
etrafını sarmış ve şidehe onu davunuyorlardı. Hz.
Ali (a.s)ın komutanları Aişenin olduğu yöne yölelerek
savunmeyı kırdılar öyleki kim elini devenin yalarına
atsa kolu dayudan itibaren kopup düşüyordu. Sonuçta Abdurrahman bin
suredö giğer bir kavle göre Hz. Hasan(a.s) devenin
yularını tutup çekti. Haldeö düştü ve savunucular firar
etmek durumunda kaldlar.
Hz. Ali (a.s) Atlını
sürüp Aişenin yanına gelerek duyurduleri ki: "Ey Aişe,
acaba Allah rasulü(s.a.a)mü böyle yapmanı emretti?" Aişe:
"Ya Ebel Hasan sen muzeffer oldun öyle ise iyilik et ve sen maliksin
öyle ise ayt ve merhamat buyur"dedi.
Hz. Ali (a.s) Muhammad ibni
Ebubekri, kırkardeşıne (Aişe) murekib ve gözüe
bıraktı. Sonrada onu medine'ye gönderdi.
Camel harbi oçünün gününde sora
erdi. Hz. Ali (a.s)ın orolusu basrayı kendi tasarrupuna aldı.
Önceden işaret edildiği gibi obajetin yir bibin kişilik ordusundan
bin yedüyüz kişi şehadete yetiştin Cemel ordusundan (otazbin
kişilik ordu) da yaklaşık onücö bini katledildiler. Sonuçta
Talha ve Zübeyrin yardımuyla ve Aişenin eliyle ortaya atılan
büyük bir fitnenin olü alınmup oldu ki Talha ve Zübeyrin canı pahasına
tamamlandı. Hz. Ali (a.s)ın Basrahalkınaö üzellikle
Aişeye karşı tavırları Onun tarihi şehsiyetinin
göstewrgesiydi.
Cemel ordusundan firaredenler
etrafta saklanış ve dişarı çıkmak cesareti
gössteremiyorlardı. Hz. Ali (a.s) ferman sadır ederek "herkim
silahını yere koyup teslim olsa umumi atta tabi olacaktır"
ouyurdular. Basralılar o hayretın geçmişte yapılanları
kendilerine ödeteceöjini. düşünüy orlardı. Bu haber
onlerı sevindirdi ve silahlarını bırakıp culerine
döndüler. Hz. Ali (a.s) halkın came jünü Basranın büyük
mescidinde. teplanmasını emrettiler. Basra halkı da hayır
olup o hayıtle namar kıldılar. Hamazdan sonra Hz. Ali (a.s)
oyağakalktı ve onları tahkır ve tekdir ile kuyurduki: "Ey
Basralılar siglere bir kadın komutanlık ediyordu ve siz bir devenin
arkasından gidiyordunur. Gevenin sesi geldiğinde taplanıpı
sesi kesildiğinde de firar ettiniz. Sizler basit
garatılışlı ahdine güvenilmez ve iki yüzlülüğü kendine
esas edinmiş bir milletsiniz".
Basra halkıö o haretin
sorlerınden utançdıyolalar ve geçmişte olanlardan dolayı
ö jündilediler ve o hazretin biatını kabılettiler ve ikinci
defa mescitte toplanıp biatlerini yenilediler.
Hz. Ali (a.s) asayişin iyici
hakim olması için bir kac, gün kendisi Basrada kaldılar. bu müddet
içerisinde minbere giderek halkı ateşli hutbelerle Allaha kul olmaya,
takva ve zühde davat etti.
onları fitne ve fesat
icadetmekten alıkoymak ve sapıklıktan urak tutmak gyesiyle
vaazetti. Kendilerinin de şahit oldukları üzere Aişe Talha ve
Zübeyrin yakışık sız hareketlerinin gerçek yüzünü onlara
anlattı. Onların ahitlerini bozmalarının nasıl bir
fitne ve fesada ve nice ihsanların katline sebebiyet verdiğini
anlatıp bukonularda halkı aydınlattı.
Ortalığın
yatışmasından sonra Abdullah ibni Abbas'ı oraya vali olarak
bırakıp ordu ile birlikte Kufe yelunu tuttu. Diğer beldelere de
hakim ve valiler tayin etti. Malik Eşteride Nasibilere hakim tayin etti.
Bu savaş birtakım
kötü sonuçları ile birlikte tarihe nakşoldu islamın
mancuiyakına büyük darbe vurmaklabirlıkte, calüliyyedönemikin
duypularını yeniden alevlendirdi. Buna ilaveten ihtilez ve
düşmanluk duypularını muhkemleştirdi. Zira
yaklaşık olarak elli bin kişi arasındaki bir
çapışma ve üç günlük mücadele sonunda onbeşbin diğer
Cemel
SAvaşı(anlatıldığu üzere) Hz. Ali (a.s)ın
zayesiyle sonuslandı ancok ku zafer le birlikte ozünden sonra asayiş
kulamadı. Burada muaviye bin Ebi süfyan giğer bir rakip olarak
karşısında dikilmişti. Muaviye ikici halife döneminde
şama vali tayin edilmiş. Osman döneminde yerini iyice tahkim etmiş.
Şimdide hilafete göz dikmişti. Taksitediği enazırdan
kulunduğu şehirde ömrünün sonuna kadar saltanat sürmekti. Hz.
Ali (a.s), şam seferi için kufeyi karargelı olarak kullanıp
ordunun teşkil ve techiyzine meşgül oldu. Diğer yandan Malik
Eşter Hz. Ali (a.s) tarafından nasibilere vali tayin olunmuştu.
Yolda maaviye tarafından Harran valisi olarak atanan zahhak bin kaysa
tasadüf etdiler. Zahhak yolu malike kapayınca, malik onlarla
savaşıp. ordusunu dağıttı. Muaviye ku olızım
karşısıında Abdurrahman bin Halidi kalabalık bir
orduile malikin üzerine gönderdi. Abdurrahman askerleriyle birliktepikka
arazisinde Malik ile karşılaştı. derçi onun ordusu
sayı ve techizof gönünden Malik ile yastanamar durumdaydı ama
Malik casaret ve şecaat doluhamleleri sonumuda büyük bir bozguna
uğradıre etmek zoranda kaldılar. Malikin askerleri de o
bölgeden onları dışarı atıncaya kadar
takipettiler. Rikta ve Cezireyi - samtılara ait idi - kendi
tasarruflarına aldılar.
Malik Aşter Hz. Ali (a.s)a
birmektup ile Zahhak'ın firarını ve Abdurrahmanın
yendilgisini haber verdi ve muaviyenin hiylelerıne <>işaret
ederek şanada ekledi ki, Muaviyenin, Hz. Ali (a.s) ile muhalif
olduğunun erğuzel delili Malik üzerine ordu gündermesiydi ve -
kendiside şimdi büyük bir savaş için hazerlıkdır.
İşaret edildiöz
üzere hilazetin daha ilk günlerinde Hz. Ali (a.s) şamseterinin
planlarını yapuyordu ki Talha ve Zübeyrin Basırayı
tasarruflarına aldığ, ve o hazretin valisini
dışarı attıkların haberalmış ve şam
seferiden verpeçmüşti. Sonra da Basra yolunu tutmuztu O hazoctin şam
üzerine şeter kararı almasının nedeni Muaviyeyi biat etmeye
davet için yezdiği mektubun cavabında muaviye biata
yaklaşması bir yona, Talha ve Zübeyrin yoptıkları gibi o
hayreti Osmanın katlinden sorumlu tutuyor ve Osmanın
kanını aramak bahanesini kendine şiaredinmişti * muaviye
şöyle?????: "Muaviye bin sakr'dan Ali bin Ebi Talibe, kendi
canıma yemin ediyorum eğer Osmanın kanıyla demenin
bulaşmamış olsaydı müslümanlar sana biat ettiklerinde -
Ebabekir - Ömer ve osmana biat ettiğim gibi - sana biat ederdim. Ama
sen muhacirleri osmanı öldürmeleri için tahrikettin ve Ensarı da
o'na yardımdan menettin ve cahil halk senin sözüne uyarak Osmanı
mazlum bir şekilde latlettiler. Şimdi şam halkı yerine
oturmayacak ve seninle savaşmaktan. el çekmeymekler ancak bir şartla
ki, Osmanın katillerini onlara taeslim edecek ve hilafeti şuruya
bırakacakın - ve senin bana delilin, Talha ve Zübeyre olandan
farkludır. Zira önlar sana biatetmişlerdi, ama ben sana biat
etmedimki, aynı şekilde Basra halkına olan delilin "
şam halkı için geçenli değildir. Çünkü Basra halkı
sana itrat etmüşlerdi şambılar kesinlikle sana itaat
etmemüşlerdır. Ama senın islamdaki: Şerefini, payyambere
olan yakınlığını ve Kureyş arasında ki
yczini inkaretmüyorum vesselam". Şimdiye kadar anlatılanlardan
anlaşıldığı üzere yerinden balkan her
yağmacı, her taği ve zalim, her isyankar Osmanın
kanını kendine bahce edi'p ortaya atlıyordu. Hayret edilecek
olan şuolur ki, Osmanın öldürülmesine zemin hajırlayan,
teşvik ve tehrik eden hatta şirket edenler şimndi onun
kanın arcyozlardı. Ve öyle bir kimseyi (Hz. Ali (a.s) itham ediyorlardı
ki, halbuki onun Osmanın katliyle hiçbir alakası olmamakla birlikte,
hatta Osmanın hayrını isteyerek defalarca ona
Hıtad Alaylı
"Pyyamül hüseyn" adlı kitabında şöyle
yazmaktadır: "Takdirin insanı hayret eden kahkahalara boğocak
işlerinden biri de "Amr ibni As'ın halkı Osmanın
katline teşvik ve tahrik etivesı, Aişenin onunla yüzyüre
muhalefet etmesi, muaviyenin ona yardımdan elini çekmesi, Telha ve
Zübeyrin olan aleyhinde çaba ve tahrikleri giğer yandan bütün bunlar her
biri giğesini Osmanın kanını istemeye teşvik etsinler
ve üstelik Osmanın hayırdan başka bir şey istemeyen bir
kişiden onun kanını istesinler. Halbuki Hz. Ali (a.s) onun
hayırını istemiş; onu bu kötü son hakkında uyarmış,
başına gelebilecek felaketlerden haberder etmişti.
Hz. Ali (a.s) muaviyenin
mektubuna cevaben buyuruyor: "Benim be yapılan bu biat umumidir ve bütün
müslümanları kapsamaktadır. İster biatzamanında Aledinde
hayır bulunsunlar veya Basrada, Şamda ve diğer beldelerde
olsunlar. Senşimdi Osmanın katli bahanesiyle, bana iftira ederek
kendini elimden kurtarakağını ve biatten hariç
kalacağınımı gannediyorsum. Herkes, Onu benim
öldürmediğimi biliyor. benim için bir kırsasta gerkuüyor.
Osman'ın kanı için onun verister. senden daha önceliklidirler.
Sen ona muhalefet edenlerdensin ve senden yardım istediğinde ona yardım
etmedin, böylece öldürül olü".
Hz. Ali (a.s) ayrı bir
mektubunde da: "... Ama senin bımanın öldürülmesi konusunda
çok caz söylemen yersizdir. Zira kendi yararına olduğu gaman
Osman yardım ettin ama yardımının teydalı olacağıbir
dönemde yardım elini çektin".
Hz. Ali (a.s) Kufeye geldiği
andan itibaren bir kaç ay oşehirde ikamet etmiş olmakta birlikte bu
müddet zarfında şamedala savaşmamak, için detalarca Muaviyeye
mektuplar yararak ona nasilat lerde bulunmuş ve onun muhalefetinin
nasıl vahim bir sona ve kand ökülmesine sebebiyet ve reağini yazıp.
Onu uyarmış ve mükerrer nasihatlerde bulunmuştur. Ancok kunca
yzdan mektuplardan bir sonuu alınamadı. Zira muaviye her
defasında (maktupların ceuabında) o
Muaviyenin elçisi Hz. Ali
(a.s)ın sözlerinden ve azametinden heyecana gelerek ayeğa
kalkıp dediki: "Ey Mü'minlerin emiri beni affet. Ben herkesten çok
sana düşmandım ama şimdi herkesten çok seni seviyorum. Zira gerçekleri
gördüm ve bildimki Muaviye bütün şam halkını benimgibi
aldatmış. İzinverin bundan sonra sizin hizmetiniz de
olayımbuvesileyle bundan sonraki hayatımda şimdiye kadar size
olan buğzveduümanliğımı muhabbete dönüştüregim.
Hegat olu okşadı ve ashabına; ona ğorkulak olmalarını
emretti.
Muaviye buhaberi
aldığında çok kederlendi ve dedi "Bu adam bizim kütün
sırlarımızı Ali (a.s) yc söyleyecek. Öyleyse o
bize hamle etmeden önce biz öncelikli davranmebupz.
Muaviye bu iş için
etrafındaki sözü geseleri topladı ve Medinede bulunan
ashabı, özellikle ????? oğullarından olanları kendine
yardıma davetetti ve kendisini desteklemelerini istedi. Onların her
birine ayrı ayrı mektuplar yazdı, ancak beni ümeyyeden
gayırhiçkimse elumlu
Sehabeden bazıları
Abdullah'ın ceabına beler celaplar yazdılar ve onunla birlikte
olmap reddettiler. Muaviye yalnızca Beniümeyyenin yardımıyla Hz.
Ali (a.s) ilşe mubarezeye girmek zorunda kalıgazdu ve kendisi iyi
bölüyordu ki o hazretin karşı cephesinde yezalmak her kesin işideğil.
Zira Hz. Ali (a.s) her yönüyle muaviyeden üstün ve daha büyük imtiyarlara
sahipti. Üstelik diğer tarafın zühdı takva, şecaat,
cesaret ve ilmi vardlığı. Muaviye yzbileriyle mukayese
edilmeyecek durumdaydı. Rasulullah (s.a.a)a zekınlık, soy, boy
yönüylede karşı taraf avantajlı durumdaydı. Istelik
halk her ikisinde çokiyi ve yakından taluyorlardı. Budurunda
halkın Hz. Ali (a.s), bırakıp, muaviya olen yana
olmasının tek yolu vardı. Eğer tefekkür ve akletme
kapıları halkın ülüne kapa fılabilirse muaviyenin
başarı imkanı doğuyordu - Bezen kendi zihninde savaş
mecdanını canlandırvyr ve o hazretin karşısında
kendini hissediyor, ölümü gözlerinin önünde conlandıryor,
korkudan bedenini titreme sayvyazdu, buna rağman makanı hırsından
vazzesemüyazdı.
Bir müddet bu hayaller den
dolayı gecesi güntuzü bir olmuş ugtudarı
dağılmuştı. Pis emellerine nasıl
ulaşabileceğinin Besepları ile başbaşa
kalmıştı. Sonuçta kardeşi utbe dediki; "Bu işin
tkçıkar ydu Amr bin As'l yanına almandır. Zira o arabın
içinde siyaset ve hiyle yönünden meşhurdur ve hilenin olduğu
yzrde alam tabakasını aldatmak sade ve kolay biriştir.
Halkın akıl ve şaaru, hile ile çalındığında
senin Ali (a.s)a üstün gelme imkanın değacaktır".
Muaviye dedik: "Amribni
Asbuteklifimi kabuletmez. Zira ode biliyorki Ali (a.s) her yölüyle benden
üstündür." utbe "Amr halkı aldafacak, sende pare ve makam ve
diyle amrı aldat?!..." degince Muaviye kardeşinin bu teklifini
kabul etti ve şa'şaalı bir mektup yazıp osıralanda
içlistinde kulunan Amr ibni As'a gönderdi.
Mektuban içieriği
kısaca şöyle idi: "Ben Osman tarafından tayin
olunmuşşom hakimiyün ve Osman da Peygamberin halifesidiki kendi
evinde susuzve melum olarak öldür üldüve sende biliyorsan ki müslümanlar
o'nun kuşekilde ketledil mesinden çok büyük bir hüzün içindedirler,
dolayısıyle Osmanın katıllerinden intikam
alınmasının gerekliliğinin şart oluğu inancyla
ben seni bu işte bizlere yardıma davet ediyorum, işte bu büyük,
sevap ve ödülden peyını alman için sana fırset!...
Muavıye başlan
gışta gerçek hadetini iyharedip açıkla söylemek istemiyordu
ve onun Amrı davetinden tekhedeti onun aüvudundan istifade edip, onu kendi
yararına kulanımaktı dolagısıyla Osmanın tatli
bahanejiyle ve Hz. Ali (a.s)ı da katil okrak gösterip davetine bir
kıly mydırmuş oluyrdu. Ancok nevai ki Amrı bin As mektubu okur
okumaz durumu anladı ve Muaviyeye onun mabradını
anladığını hissettirmeyecek şekilde bir cevap
yozıp dedi "Ey Muaviye, beni hakka muhalif olarak Ali (a.s) ile
savaşa davet ediyorsun. Halbuki O Allah rasulünün kardeşi, vasive
varisdir. Sen hem kendini Osmanın tayin etmiş olduğu bir vali
ve hakim olarak gösteriyorsan. Osmanın ölümüyle de senin
hakimliğin son bulmuştur".
Daha sonra Hz. Ali (a.s)'ın
ıslamın il gününden buyana islama olan hizmetlerinden, O'nun fazilet
ve üstümlüklerinden, Askeri ehadis halkında ugun uzun yazıp sonunda
"Senin mektubunun cevabı işte budur" diye mektubun
cavabını gösnderdi.
Muaviye okun taşa isabet
ettiğini, Amrı hiçbir vaad olmaksızın davet ile
oldatamadığını görünce yen iden kısa bir mektup
yazarak: "Ey Amr. Talhave Züberrin Ali (a.s) ile
savaşınıdıydun ve şimdi Mervan bin hakemde Basra
halkından bir gurup ve şimdi benim gözüm senin yolundadır
ta ki bu konuda senin fikrini olmak istiyorum. Artık jduraya gelmek için
acele et ki, benim yanımda makamın ve yerin büyük olacaktır.
Bu mektup Amr'ın eline
geçtiözi gibi iki oğlu Abdullah ile Muhammedi yanına
çağırıp bukoda onların görüşünü aldı ve
Abdullah babasını men'etti ama Muhammed onu teşvik etti. Amr
dedi "Abdullah
Amr gördüki, Muaviye
kayıtsız şertsır onu buişte kullanmak istiyor. O Hz.
Ali (a.s)ın Medhine başladı, onun hakkında bildiklerini
anlattıkten sonra, Muaviyeye itiraz makanında dedi ki: "Senin
bu işe kalkışman sade bir iş olmamakla birlikte, ahiretinde
yok ediyor. "Muaviye" Ben Ahireti istediğim için bu işe
yapmak istiyorum. Osmanın kanını istermek uzere kıyam
etmekten daha güzel ne olabilir ki, zira o yumuşak huylu ve mezlum bir
halize idi ve bu halde öldürüldü" Amr dediki. "Ey Muaviye sen
keni davet ettin halkı aldatayım diye, şimdi de senıni beni
aldatmaya çalışıyorsan?!. Hilekarlıkta arap içerisinde
benim eşimi bulamazsın, benimle avam tabaka zibi basit konuşma,
senin konuştuklarını hanzi aklıbaşında biri
kabuledebilis?!. Medem senin canın Osmana böylesine yanuzor, niçin o
muhasara olup, sen den yardım istediğizaman onun yardımına
yehişmedin. San hilafete temehetmiş, gözdikmişsin.
Eğer benim bu işte seninle olmamı istiyorsan. Benim dilimle
konuşmalısın ve sadakat ve doğruluk kapısından
girmelisin. Zira sen ve ben bibirimiyi çok iyi tamyoruz. Dolayısıyla
bizim birbirimize bile düşünmemiz anlamsız ve akılan uzakbir
iştir. Benim seninle elbirliği yapmam ve seniş istediğin
hilafet mekamına ulaştırabilmek için
çalışmalarımın sonunda mısır valiliğini
senden talebediyorum ve bana taahhüt edeceksinki hiç bir zaman beni
azletmezeceksin!...
Muaviye, Amribni As'ın,
niyetinden haberdar olduğunu ve buna ilaveten Mısır valiliği
olmaksızın gardım etmeyeceğini de anlayınca mecburen
kabul etti ve o ikisi arasında ahitname yazılıp
karşılıklı imzalandıki, Muaviye zafer olde ederse ve
hilafet degiçirirse, Mısır hükümetini Amribni As'ade vedecek. Burada
Muaviye yine bile ye
Muaviye ilk fırsat'ta
Amrı huzuruna çağırıp, işin zorluğunu ona
anlattı Muaviyenin en büyük zorluklarından biri, onun baş
düşmanlarından olan Muhammed ibni Ebi Huzefe idi, Zindandan
kaçmıştı ve Muaviye O'nun zindandan kaçmasından dolayı
çoktedir gindi. Delayısıyla Amr'a dedi "Ben eğer Ali (a.s)
ile hap için şamı terketsem Mahmmedin şam'a hamle
edeceğinden endişe eiyorum ki bu olunmu aleyhimize çevirebilir. Bu
Ali (a.s) ila savaşmaktan daha azap verioi geliyorbana ki, o kendi
tarafından bazı kimseleri bane gönderip biat istadi. İlinci
devlet de (Rumlar) bu ihtilazlardan istifade ederek şam'a musellet
olabilir. Amr bin As biraz düşün dükten sonra dedi, "Mühim olan
birşey varsa, o da Ali (a.s) ile olan savaştır. Zira Muhammed ibni
Ebi Huzeyfe düşündüğün kadar bir önemesahip doğildir.
Rumlarıda şimdilik hediyelrle geçiştirmek mümkündür. Buna binaen
senin asıl telaşın Ali (a.s) ile savaşa hayır
olmaktır". Muaviye bu konuda hiçbir hiyle, oldatma, riya ve yalandan
jçekinmedi, Osmanın kanı bahanesiyle de şamhalkını
Hz. Ali (a.s) a karşı kışkırttı ve her yerde o
hayrete iftira ve yalanlarla buhtanlar atfederek şamlıların o
hazrete kinini arttırmayı başardı ve yaklaşık
üçyüz binkişilik bir ordu hazırlamayı başardı.
Diğer taraftan Hz. Ali (a.s)
Muaviye ile mektuplaşmaların sonuç vermeyeceğine iyice kanaat
ettikten ve Malik Eşterin mektubunu aldıktan sonra Basra valisi
Abdullah ibni Abbastan halkı savaşa hayırlayıp Kyfeye
getirmesini istedi bununla birlikte Malik Eşter ve birkaç kişi ve ayrı
aryı haber gönderdi. Kendisi de minbere çıkıp halkı
Muaviye iki kesif, ğis ve
Murdar anababadan dünyaya geldi ki, tevarüs kanunu gereğince her ikisinin
kesafetini ve pisliğini miras almıştır. Babası Ebu
Süfyan kureyş Putperestlerinin ve müşriklerin reisiydi. Allah, kitabında
onun hakkında buyuruyor: "Küzrün önderleriyle savaşın
ki, onların yeminlerinin itibarı ve değeni yoktur, riayet
etmekte gerekmez". (tevbe/12).
Ebu Süfyan: Peyyamber-i
Ekrem(s.a.a)in çoğu gazulerinde, O'nun karşısında yer alan
orduların konustanı durumundaydı. Berçekte Bedir, uhud, Ahzab be
birkaçtane ayrı savaşlerı Abu süfyan kendisi vücuda
getimişti. Ebu Süfyan ku haliyle yirmibir gıl Allahrasulü ile
samaşmış, onun kinini gütmüş idi. Mekkenin fethinde
kılıçkorkusuyla islam ve iman izhar etti batınında kütür ve
putperestliğini devam ettirmiştir.
Annesi Hind'e gelince utbebin
Rabia bin Abduş-şems'in kızı idi ve Rasulü Ekrem (s.a.a)
ile oleğanüstü bir düşmanlığı vardı. Mekkede o
hazrete eziyet ediyordu. Uhut harbinde bazı kadınlarla birlikte
ordunun arkasında hareket ediyor onlara def çalarak, onları
müslümanlarla savaş için kıştırtıyozlardı.
Savaş sonrasında Peygamber (s.a.a)ın amcası Hz. Hamzaya
şehit ettirip vahşi (Hindin kölesi) vasıtasıyla
ciğezlerini dışarı çıkarıp düşmanlık ve
kininden o hazretin ciğerini oğzına alıp çiğenemek
istedi ama çiğneyemeden ağrından dışarı atmak
zorunda kaldı. O günden sonra Hind ciğer yiyen kadın olarak
meşhur oldu.
Cahiliyye döneminde de
kötü işleri ve fahişeliği ile meşhur idi Muaviye de
böyle bir dönemde ondan tevellüd etmiştir.
Zemehşeri Rahiul Ebrar
kitabında Muaviyenin dört ayrı babaya isnad edilgiğini
riavyetle naklediyor (Ebu Amr bin musafir, Abbas bin İbn-i Ebil Hadid de
Nehc-ül Belağanın şerhinde bu konuya işaret etmektedir.
Nasayih-el kafiye kitabının yazerı muhammedbin Akil
şöyle diyor: "Hassan bin sabit, Peyamberi Ekrem (s.a.a) in
yenında Hind ve kocasına hicivli sözler diyordu. O hazret ve
ashabıda o'nun şiirlerini dinliyorlardı. Hassan hicivlerinde
Hind'e zina isnedediyordu ve Resul-i Ekrem o'nu men'etmiyordu."
Muaviye işte böyle bir
annebabadan dünyaya gelmiş, onların gati habaset ve ahleki
rezaletlerine sahip idi. O da babası gibi müslümanların akyhine olan
bütün savaşlara katılmış ve kılıç korkusu ile
müslüman olmuştu, ancak klbine iman girmediği gibi fırsat
buldukca islamın mahvına da çalışıyrdu. Hz. Emirül
müminin Ali (a.s) maviyeye yazdığı bir mektubunda onun ve
Babasının islamı ikrah ile ve kortu yüzünden kabuletmiş
göründüklerine işareten şöyel buyurmaktadır:
"Benim Ebul Hasan, senin ceddini (hindin babası Utbe),
dayını (Velid bin utbe) ve kardeşini (Hanzale bin
Ebisüfyan)Bedir harbinde ben helaket çukuruna yuvarladım ve şimdi
okılıç hala benim elimdedir ve Ben aynı kalpve cüret ile
düşmanımla buluşuyorum ve başka bir din ve yeni bir
peygamber intihapetmişde değilim. Be dylebir yoldayım (islam)
ki, siz o'na kendi ihtiyar ve isteginizle terkettininz ve ona zaten istemiyerek
ve zorla dahil olmuştunuz!"
Muhammed bin Cerir-i Taberi Hz.
Peygamber (s.a.a) den naklediyor Peygamberi Ekrem buyurdu "Muaviyeyi benim
minberimde gördüğünde onu aldürün Yine merkebin gemini tutmup ve
kardeşide aikadan dekine, gemini tutana ve onu sürene - her üçünede -
Lanet etsin."
Mesihi bilimadamı
Corjavrdak, "İmam Ali" isimli nefis kitabının
dördünün cüz'ünde şöyle yazmaktadır: "Beni ümeyyenin
bütün kötü ve çirkin, rezilliklerinin kendisinde haslet ve hay olarak
müşahhas olap, görüldüğü bir kişli sarsa oda Muaviye bin
Ebi Süfyan'dır.
Muaviyenin ilk göze çerpan
sıfatı, o'nun ne islam ve ne de insaniyetten habersiz olupuydu ve
onun hareket vetavırları, o'nun islamdan uzak birkişiliğe
sahip olduğunun be göstergesüydi.
Arap içericinde
hilekarlılığa meşhur, bu mekkar şeytan da sozboy
yünüly ele alındığında, Muaviyeden farklı bir
yanı olmadığı göralmekdır.
Zemahşeri ve İbn-i
cevzinin nakline göre, Annesi nabiğe önuleri cariye idi, çok
fısk ufücura meyilli olduğundan mevlası galunu tercih
etmişti, onunla, bununla ilişkiler kurduğu bir sırada Amr'a
hamile kalmıştı. Amr başlangıçta beş bakaya
sahipti Zira, Eba Leheb, Ümeyye bin Halef, Ebu Süfyan, Asve Hişam bin
Muğire, Tuhr-u vehitte (kadının iki haizlık dönemi
araasında temiz olduğu dönem) o kadınla birlikte
olmuşlardı. Amrın değumundan sonra, cahiliye adetleri
gereği onların herbiri Amr'ın kendine ait olduğuna iddia
ediyorlardı. Sonuçta Mabiğe'nin kendisine biraktılar ki, o
beşkişiden birini seçsin diye, o da hepsinden zengir olan As'ı
tercihetti. Halbuki Amr'ın Ebu Süfyana benzerliği olun ki.
Amr'ın nutfesini anasının rahmine ben koydum.
Hassan bin Sabit diyor ki:
Baban Ebu Süfyandır,
görülen şeyde şek olmaz.
Sande o'na ait olduğuna dair
açık alametler gönüyoruz.
O, her zaman Allah Rasulu
(s.a.a)nın muhalif cephesinde yaralmıştır ve ohazretin
alcyhine hicivli bir kaside okumuştu! Peygamber-i Ekrem(s.a.a) arzettiki,
"Hahi ben şair diğilim ki, onun cavabını şiirle
vereyim, onun kasidesinin harfleri mıktarınca on lanet et".
O daima Rasulullahın muhalif
cephesinde yaralmıştır. Kureyş bratından
Habeşistena hicret eden müslümanları geri getirmek için
gitmişti. Ama necaşi'nin huzurunda Cafer bin Ebu Talib o'nu mahkum
edince, kışkıtma yoluna gitmişti. Yine Ömerin
hilafeti döneminde O'nun tarafından Mısır valisi tayin
edlimişti. Müslümanların beytül malından şahsı
adına Hadsiz harcama ve tasarruflarından adayı
Sonuçta bu iki pislik (muaviye -
Amr bin As) bütün arapdüyasında tarahür, yala, aldatma ve higle kerlikte
meşhür ve bu namile tanınmı??? Balbini dünyaya
koğlamış ve birbiriyle yardımlaşmak suretiyle Hz. Ali
(a.s)a, o hak ve fazilet ehli olan kişiye karşı dayrak açmak ve
savaşmak ??? oldular ve O hazretle pençeleşmek üzere Muaviye büyük
bir orduyla şamdan çıkıp, bir miktar yol katettikten sonra
Fırat kenarında Sıffindenilen yarde ordusuna yarleştirdi ve
o hezretle savaşmaya hazır olduğunu ilan etti. Hz. Ali (a.s) da
Nuheyle de (kufenin dısşında şama doğru askeri
müsabaka ve ohazulıkların yapıldığı yer)
savaş hazırlılarını yapıp, tecrübeli ve
lajık şahısları konuntan olarak tayin edip
ığrıpları belirledi böylece şevvalin beşinci
günü Otuzaltıncı hicri senesinde medain Yolunu tuttu. Medine
yetiştikten sonra kaçgün orada kaldı ve halkın
ihtiyaçlarına yatişti, daha sonra askrleriyle birlikte sıffine
doğru hareketetti, Muaviye'nin ordusu karşısında yerini
aldı, O hazretin komutanlarından bazıları. Malik
Eşteri Nah'i, Kays ibni sa'd, Ommer, yasir. Muhammed ibni Ebu Bekir Vesel
Karani, Adiy bin Hatem, Ebu Eyyüb,i Ensari, Haşiin bin Utbe ve Huzeyme bin
Sabit (züş,şahadeteyn) soylabilir.
Hz. Ali (a.s) bu savaştada
Cemel vakıasında olguğu zibi, düşmanı nasihat edip,
uyorma yoluna zitti ve Muaviyeye yeniden mettuplar yazdı ve onu
savaşın getireceği vahim saon hakkında ayardı dahasonra
ordusuna dünüp buyurdular "Onlar sizinle savaşmakınça onlarla
save bürhan vardır ve onlar başlamadıkça sizin
başlamamanız sizin iradesiyle dağılsalar kaçanları
öldürmeyin, halrizleri yaralmayın, yaakötü sözde
söyleseler onlara azar verip, korkutarak heyecanlandırmayın.
Diğer taraftan Muaviye de O
hazretin mektup ve ugarrılarına duyersır kalması bir yana,
Orduyu savaşa, öğellikle o hazrete karşı kinlendirerek
husumet ve hırslarını arttırıcı konuşmalar
yapyordu. Bo hutbesinde delili "Busaveşta gevşeklik
göitesmeyin. Ve canınızdan
Hz. Ali (a.s) ın bundan
haberi olunca o da ordusuna karşı Avaliye ve Amr ibni As'ın
hilelerini açıklayarak onları şamlılerla savaşa
harırladı. Hamdusenaden sonra, Ordunun ruhiyesini züçlendisecel, şöyle
bir hutbe irad buyurdular: "Ey Allah kulları. Allahtan korkun ve
gözlerinizi, sizin korku ve vahşetinize sehep olacak, şeylerden
yumarak, sesinizi alçaltıp yavaş ve çok ar konuşun.
Düşmanla karşılaşmak, savap ve mubarıze için,
karşılıklı kılıçve neyze(mızrak) hamlelerine
ve sonuçta düşmana üstün gelmek için kalbinizi tuvaetli ve
ayaklarınını sabitleştinin ve Allahı çok anın ki
şayet doğruluğu erüş olusunuz. Allah ve Resulünün emrine
vyun, birbirinizle tartışmeyın ki gevşemenize sebep olur,
böylece gücünüz kırlır. Sabırlı olan. Allah
sabırlılerla beraderdir.
İlahi, bunların kalbine
sabır ilbamet ve yardımını onlardan esirgeme ve
ödüllerini büyük ve azim kıl.
Muaviye Hz. Ali (a.s) den
önce geliş sıffine gerleşmiş, ordugahınıde
Fırat kenarına yerleştirmiş ve orduya, Kufelilere su
vermemele ini emretmiş. Yolcyıuzla onları
sıkıntıya sokınak hedefini gütmekteydi. Ancak Malik
Eşterin (Hz. Ali (a.s) ın emriyle) Şiddetli bir hamlesiyle ve
şamlılardan bir gurbun katledilmersiyle onları dağıtıp,
suyu ele geçirdiler. Hz. Ali (a.s) gikredden bölgeyi elegeçirdikten sonra
sugu her iki tarafın istifadesine açık bıraktı.
Muaviye kufelilerin bu
başarısının Malik Eşter ile olduğunu bili yordu
bu kenzersiz cesur ve şuca kişi her zaman şamlılar için bir
tehlike teşkil edeuği için bir an önce ortadan kalkması
geseliyordu. Muaviye ordusunu araştırıp sehim nami yi kalup
getirdi (ki güç denemesinde ve cesarette meşhur ve rakipsizdi) ve Malik
ile savaşmaya gönderdi.
Sehim büyük bir atabinnüş ve
zırh içerisinde gömülmüş bir halde atına bindi ve tak
ordusu önüne gelip waliki mübareze ye çağırdı. Malik ki,
savaş meydanlarının hışımlı
arslanıyolı ve nice yiğitleri iki parça etmişti, atına
otladığı, gibi sehim'in karsısına dikildi. Sehim
öylesine cesur ve güçlü idi ki, traklilarmalik'in canından
şüpheye düştüler.
Sehim, Malike küfürler ederek,
kılıcıyla hamle etti, ama Malik maharetli bir şekilde onun
hamlesini savdı, sonra da Sehimin göğsüne bir kılıç
darbesi indirerek, onun sinesini yardı ve yere serdi. O anda
Şamlılardan iki kişi Malike saldırdılar, ancak Malik
onlara da hamle fırsatı vermeden, her ikisini de yere serdi ve geri
döndü. Bunların katlinden sonra Muaviye, Abdullah ibni Ömeri bir
grupla birlikte ırak askerleri üzerine gönderdi. Abdullah
recez(savaş şiiri) okuyarak gelip kendisiyle savaşacak adam
istiyordu. Hz. Ali (a.s) da Muhammed bin Ebu Bekire izin verdi ki, onunla
mübareze etsin. Muhammed bir grupla birlikte, Abdullahın grubuna
saldırdı. İki grup arasındaki çatışmanın gün
batımına kadar uzaması sonucu, Muaviye Şer Habili
Abdullaha ve Hz. Ali (a.s) da Maliki Muhammede yardıma
gönderdiler. Savaşta otuzaltı Hicri yılı, Zilhicce
ayının sonuna kadar böyle (komutanların
çatışmasıyla) geçti. Bu savaşta da Hz. Ali (a.s) çaba
sarfediyordu ki, daha çok kan dökülmesin. Ama Muaviye hiçbir zaman onunla
yanyana gelmek, sulhu kabul etmek taraftarı değildi. Sonuçta Hicri
otuzyedi yılı yetişti ve her iki taraf Muharrem ayında
Savaşı durdurma kararı aldılar. O hazret buna daha meyilli
idi. Zira ümidi vardı ki şayet bu müddet içerisinde bir
barış imkânı doğsun?!
Muaviyeyi yolagetirmek için çok
çaba harcadı ki, bu cürm sona ersin diye. Ancak Muaviye hiçbir zaman
böyle bir şeye hazır olmadı Muharremin bitmesiyle
savaş ateşi yeniden alevlendi ve diğer yılın Onyedi
Sefer ayına kadar devam etti. Böylece tarih kitaplarının
kaydettiğine göre, bu şavaş otuzalti hicri
yılının Şevval ayında veya otuzyedi hicri
yılı Sefer ayının
Savaşın ilk günlerinde
daha az kan dökülmesi ümidiyle Hz. Ali (a.s) teketek savaşma yolunun
tercih ediyordu; ama Ammar-ı Yasir, Veysel Karani gibi bazı seçkin
ashap ve komutanların şehit olmasından sonra savaşı şiddetlendirdi.
Muaviye Ecir namıyla
meşhur bir pehlivana meydana çıkıp, o Hazretin (a.s)
komutanlarıyla mübareze etmesini emretti, tesadüf en
karşısına çıkan Hz. Ali (a.s)ın kölesi idi.
Köle şehit olunca imam gamlandı kendisi bu adamın karşısına
çıktı. Ecir karşısındakinin kim olduğunu
bilmiyordu gururla bir kılıç hamlesi yaptı. Hazret onun bu
hamlesini reddettikten sonra, onu elleriyle tutup kaldırdı ve yere
öyle bir vurdu ki; yere gelen kemikleri kırıldı ve o
racıkta can verdi. O anda Hazret(a.s) tek başına orduya
saldırdı büyük bir miktarı kılıçtan geçirdikten sonra
geri döndü...
Sefer ayının
dördüncü günü idi, Ebu Eyyüb Ensari emrindeki süvarilerle birlikte
Şamlılara hamle ile görevlendirildi ve kendisi de Muaviyenin
karargahına doğru saldırdı, önüne çıkanlar yere
seriliyordu, öyle ki Muaviye Onu karargâhının
yakınlarında görünce kendisi de firar etti ve
Şamlıların arasında gizlendi. Ebu Eyyüb büyük hamlelerden
sonra süvarilerinin yanına döndü. Muaviye kırgın ve bitkin
bir halde çok müztarip oldu. Şamlıları azarladı ki, niçin
onun hamlelerini kırmadınız ve o bu kadar kalabalığa
rağmen, nasıl benim karargâhıma kadar ilerleyebildi. Her biriniz
ona bir taş atsaydınız, o taşların altında
kalırdı. Marga ibni Mansur dedi ki: Bazen süvari birisi bir grubua
dahil olup ilerleyebilir Şimdi ben de lraklılara hamle edip, Ali
(a.s)nin karargâhına kadar ilerleyeceğim. Muaviye dedi Bakalım
ne yapacaksın?! Marga atına atlayıp süratle Irak ordusuna
doğru hamle etti ve hedefi hızla orduya dalip kendisini karargaha
kadar yetiştirmekti. Ancak ne var ki Ebu Eyyüb, henüz ordunun ön
saflarındaydı. Marga saflara yetişir yetişmez, henüz hamle
fırsatı bulamadan, Ebu Eyyübün eliyle başı bedeninden
ayrıldı.
Muaviyenin bundan sonra
hışım ve gazabı arttı. Şam ordusunun toplu
hamlesini emretti. Ali (a.s) da, karşılık vermelerini emretti.
Bu
Bu kan dökme ve
boşuboşuna telef olunmalar Muaviyenin hevai nefsinden
kaynaklanıyordu ki, nasihatten ve öğütten çekiniyor ve kabule
yanaşmıyordu. Şamlıları da nice yalanlarla
aldatmış ve onların canlarını şeytani hedefleri
uğrunda kendi malı sayıyordu. Bundan dolayı Hz. Ali (a.s),
Muaviyenin kendisiyle yüzyüze karşılaşmak kararı
aldı. Kendisini Şam ordusunun karşısına attı ve
Hindin oğlu nerede?!.. diye bağırdı. Cevap duymayınca
tekrar Muaviyeyi mübarezeye davet etti ve buyurdu ki; Ey Muaviye sen ki
hilafet iddiasındasın meydana gel kılıçlarımız
aramızda hakem olsun ve boşuna halkın kanı dökülmesin.
Hangimiz gelip gelirse, hilafet de onun olsun. Muaviye korkudan cevap vermedi.
Şam ordusunda söylentiler başladı ve Sabbah ibni Ebrehe
bağırarak dedi;Ey halk Allaha andolsun ki bu durumda hiçkimse
hayatta kalmayacak. Niçin kendinizi ölüme atıyorsunuz çekilin kenara
ta Ali bin Ebu Talib(a.s) ile Muaviye kendilerini denesinler. Hz. Ali (a.s)
onun bu sözünü duyunca buyurdular: Kesinlikle Şam ordusundan beni
sevindirecek, böylesi güzel bir şey duymamıştım.
Muaviye son safların arkasına gizlenmiş bir halde,
yakınındakilere Ebrehe (Sabbah) kafayı yemiş diyordu
ordunun ileri gelenleri ise Ebrehe ki bizden daha bilgindir, ama Muaviye
görünüşe göre Ali (a.s) ile karşılaşmaktan
çekiniyor galiba diye söyleniyorlardı. Ali (a.s) kaç defa Muaviyeyi
savaşa çağırdı ama o cevap vermedi. Sonunda Urve bin Davut
bağırarak dedi; Ey Ebu Talibin oğlu Muaviye şimdilik
savaşmaktan hoşlanmıyor, bekle onun yerine ben geliyorum
naralar atarak, o Hazretin yanına yetişir yetişmez, öyle
bir kılıç darbesiyle karşılaştı ki kendisi at
üzerinde iki parça olduğu gibi, atın sırtı da
yaralandı. Urvenin amcasıoğlu, onun kanını almak için
saldırdı. O da ona mülhak oldu. O Hazret (a.s) kendi yerine
döndü. Ancak Amr bin Asın o Hazretle (a.s) savaşı da,
görülmeye değer ayrı bir maceraydı. Amr o Hazretten (a.s)
korkuvu bir yana, diğer savaşçılara bile cesareti yoktu.
Aynı zamanda kendini de ördek yürekli olarak görmelerini
istemediği için
Ey Kufe komutanları ki,
sizler fitne ehlisiniz ve Osmanın katilleri, halbuki o emin bir kimse
idi.
Bu hüzün ve gam size yeter ki,
sizleri vuracağım. Halbuki Ali yi aranızda göremiyorum.
Hz. Ali (a.s), Amrı tamamen
ele gelmiş olarak görüp bir arslan gibi onun üzerine
saldırdı ve şu cevabı verdi: Benim Kureyşin emin
imamı ki, Yemenin büyükleri Necd ve Aden sakinleri benim imametimden hoşnutturlar.
Belki ben Hasan ve Hüseyinin babasıyım.
Hz. Ali (a.s), kendini
tanıtmakla birlikte, büyük bir hızla hamle ederek, onu atından
alaşağı etti ve başının üzerinde
kılıcını hareket ettiridi. Amr, o Hazreti(a.s)
tanıyınca kendini büyük bir çıkmazda gördü. Bütün ümitleri
suya düştü ölümü, gözlerinin önünde canlandı. Hiçbir
ümidi olmadığı halde, kendi hilesine ve o Hazretin(a.s)
necipliğine sığındı, yüzüstü domalıp poposunu
açtı, o Hazretin(a.s) kılıcına karşı, avret
yerini siper olrak kullandı. Hz. Ali (a.s) ki, büyüklük haya ve keremde
benzeri yoktu, utancından ondan yüz çevirdi ve buyurdu ki Allah sana
lanet etsin ki, avret yerine sığınarak yaşamayı tercih
ettin. Amr bir müddet böyle kaldıktan sonra ta ki o Hazretin(a.s)
iyice uzaklaştığını görüp, titreyerek ve korku
içinde kaçmaya başladı. Ağzından burnundan kanlar akarak,
kendini Muaviyenin çadırına yetiştirilikten sonra, rahat bir
nefes aldı. Muaviye uzun müddet güldükten sonra dedi; Ey Amr, ne güzel
bir hile düşündün ki, senden başkasının aklından bile
geçmezdi. Git popona teşekkür et ki, hayatını ona borçlusun ve
aferin o kişinin ahlak, kerem ve iffetine ki, seni affetti. Ama Allah
andolsun kiAliden
Savaşın evvellerinde
Hz. Ali (a.s)ın ordusu, her hamleden başarılı
dönmelerine rağmeno her fırsatta karşı tarafa
nasihatler ederek, onları daha az kan dökülmesine davet ediyordu. Bu
nasihatlerden ümidi kesilince de, mecburen savaşa devam ediyordu. Kendi
ordusuna ateşli hutbeler okuyor, onları tahrik ediyor. Hutbe ve
vaazlarıyla onların iman güçlerini ve savaş kudretlerini birkaç
misline çıkarıyordu. Zira o Hazretin(a.s) melekuti
konuşmaları karşıdakinin halini değiştiriyordu.
Ali (a.s), kendi ordusuna şöyle buyuruyordu: Savaştan
kaçmanın, ölüm korkusunun ecele faydası yoktur. Bir kimsenin
eceli takdir olunmadıkça da ölüm onu bulmaz, bu konuda Kurana isnad
ederek şu ayeti tilavet buyurdular: De ki, eğer ölümden ve
savaştan firar ederseniz, bu kaçışın size bir yararı
olmayacaktır. Olsa dahi çok azı dışında
faydalandırılmazsınız (Ahzab/16) ve onları sabır
ve dayanıklılığa davet ediyordu. Allah yolunda
şehadetin ücretini anlatıyordu. Allah kendi yolunda yan-yana,
kurlunla kenet lenip kurulmuş birduvae gidi saf kurarak
savaşanları sever. (Saff/4) Onlara hak ve batılı
anlatıp, onları takviye ediyordu. Onun ashabı da ona
bağlılıklarını izharedip itaatlerini amelleriyle
gösteriyorlardı.
Muaviye de bu arada birtakım
vaadlerle orduyu cesaretlendirmeye çalışıyor, diğer yandan
da Hz. Ali (a.s)ın ordusunda fitne çıkarmak yollarını
düşünüyordu. Hz. Ali (a.s)ın ordusundan Muaviyenin hilelerine ilk
aldanan Halit bin Muammer idi. Arabın sayılı şeucaat ve
cesaret sahibi kişilerinden biri idi ki; o Hazretin(a.s) emriyle dokuzbin
kişlik bir grupla Şam ordusuna öyle bir saldırdı ki;
Muaviyenin karargâhına kadar, sanki büyük bir cadde
açmıştı, hatta Muaviyenin muhafızlarından bir grubu
bile katletmişti. Muaviye
Sıffinde Hz. Ali
(a.s)ın ordusundan şehadete nail olanlardan biri de, Ammar-ı
Yasir idi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)in şerefli ve büyük ashabından
idi. Doksan yaşında olmasına rağmen, meydana
çıkıp, Peygamber ve Aline selatü selam ve Muaviyeye de lanetler
okuyup şöyle dedi:
Geçmişte sizi
Kuranın nüzulu için vuruyorduk.
Bu gün Onun tevili için sizinle
savaşmadayız
Uzun müddet savaştıktan
sonra, Ebul-iyad tarafından şehadete erdi. Ali (a.s), onun
şehadetinden çok gamlandı ve buyurdu; Ammarın ölümüne
üzülmeyenin İslamdan nasibi yoktur.
Ammarın katlinden sonra
Şam ordusunda sarsıntılar başladı. Zira
duymuşlardı ki, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ammara buyurdu ki: Seni
sapık ve zalim bir grup katledecekler Şamlılar dediler, bundan
bizim zalim ve sapık olduğumuz ortaya çıkıyor: Muaviye
dedi; Onu ihraç edenden başkası öldürmedi! Yani onun gerçek
katili Onu evinden çıkarıp savaş meydanına sürükleyendir.
Bundan kastı, Hz. Ali (a.s) idi. Amr bin As yavaşça dedi
öyleyse Hamzanın katili de müşrikler değil,
Peygamberin(s.a.a) ta kendisidir. Zira Onu Uhud meydanına çekip getiren
Peygamber olmuştur. Muaviye dedi; Şakanın yeri....
Hz. Ali (a.s) Nehrevan
savaşından Kufeye döndü ve Şama hücum etmeyi
planladı. Hz. Ali (a.s)ın vilayet hakimleri işler
yaptılar, asker toplayıp donatarak Kufeye gönderdiler.
Hicretin 40. senesi Şaban
ayının sonuna kadar askerler Nüheyledeki orduya
katıldılar. Hz. Ali (a.s), gece gündüz demeden askerlere savaş
taktiği öğretiyor, onları savaşa
hazırlıyordu. Ordu
Kaçan hariciler Mekkeyi
toplantı merkezi yapmıştılar. Bunlardan Abdurrahman b.
Mülcem, Berk b. Abdullah ve Amr b. Bekr adlı üç kişi bir gece
toplantı yapıp Müslümanların geçmişi hakkında
konuşuyorlardı. Bu üç kişi:
Bütün bu dökülen
kanların sebebinin Hz. Ali (a.s), Muaviye ve Amr-ül As olduğu
sonucuna vardılar. Eğer bu üç kişi ortadan
kaldırılırsa, Müslümanlar tamamen rahat olacaklardı. Bunlar
and içerek her biri onlardan birini öldürmelerine dair anlaştılar.
Abdurrahman b. Mülcem Hz. Ali (a.s)ı, Amr b. Bekr Amr-ül Ası ve
Berk b. Abdullah da Muaviyeyi öldürme kararını alıp
darbelerinin çok daha etkili olabilmesi için kılıçlarını
zehirlediler. Bu antlaşma gizli kaldı ve bu işleri yapmak için Kadir
Gecesi ve Ramazan ayının 19. gecesini seçtiler. Her biri
amaçlarını gerçekleştirmek için yola koyuldular.
Berk b. Abdullah Şama gitti
ve ayın 19. gecesinde namazın ilk safında durdu. Muaviye secdeye
gidince, darbeyi kafası yerine bacağına vurdu.
Muaviye ağır bir
şekilde yaralanınca eve götürdüler ve darbeyi vuranı
yanına getirdiklerinde Muaviye: Hangi cesaretle bu işi yaptın
dedi? Berk; Emir beni bağışlasın da, müjde vereyim dedi.
Muaviye: Niyetin nedir? dedi. Berk Şu anda Aliyi de öldürdüler.
dedi. Muaviye onu bu haberi alana dek hapsetti. Haber doğru çıkınca
onu serbest bıraktı.
Şeyh Müfid ve
bazılarının nakline göre hemen oracıkta
başını vurdu. Tabip Onu muayene edince: Eğer emir çocuk
istemezlerse ilaçla iyi olur. Dedi. Yoksa kızartılmış bir
demirle dağlamamız gerekir. Muaviye: Ben sıcak
demirin acısına tahammül edemem, iki çocuk (Abdullah ve Yezid) bana
yeterlidir. Dedi.[95]
Amr b. Bekrde o gece
Mısırda camiye gitti ve ilk safta durdu. Ama o gece aniden Amr-ül As
çok hastalandı ve camiye kendi yerine kadıyı yolladı.
Birinci rekatta kadı secdeye
giderken Amr b. Bekr bir darbe ile onu öldürdü. Katili camide
yakaladılar. Onu Amr-ül Asın yanına görmek istediler.
Halk onu çok korkutarak öldürdüğün kişi kadı idi. Amr-ül
As değildi dediler. Amr b. Bekr bunu duyunca ağladı Amr-ül As
onun ağlamasının sebebini sorunca Ben kendi canım için
ağlamıyorum, ağlamamın sebebi kadının ölümü
ve senin hayatındır. Çünkü arkadaşlarım gibi kendi
görevimi yapamadım. Amr-ül As olayı sordu. İbn-i Bekr o
gizli antlaşmayı anlattı. Amr-ül As onun başının
vurulmasını emretti. O iki kişi görevlerini
yapamadılar ve öldürüldüler. Şimdi Abdurrahman b. Mülcemin
işinin sonucuna gelince;
Bu adam Hicretin 40.
yılında Şaban ayının sonlarına doğru Kufeye
geldi ve niyetini kimseye söylemeyip akrabalarının evine gitti.
Günlerden bir gün bir eve gidince Gutam adında çok güzel bir kız
gördü. Gutamın babası ve kardeşi Nehrevan
savaşında öldürülmüştü. İlk görüşte
aşık oldu ve onunla evlenmek istedi. Gutam: Benim mehriyem
karşılığı ne yapacaksın dedi. Her ne istersen
dedi. Gutam:
Benim mehriyem 3000 dirhem, iki
köle (biri kadın) ve Alinin kanıdırdedi. Şair
şöyle diyor:
Yani: Şimdiye kadar zengin
ve fakirler arasında Gutam gibi mehriye isteyen bir keremli görmedim.
3000 dirhem, iki köle ve Alinin zehirli kılıçla katledilmesi,
mehriye her ne kadar pahalı, olsa, Alinin ölmesinden pahalı
değildir. Hiç bir katl Mülcemin katli gibi değildir.
İbn-i Mülcem Mekkeden
Kufeye gitmişti, kimsenin niyetinden haberdar olmasını
istemiyordu. Bu yüzden Gutamı denedi ve şöyle dedi, para ve
köleleri kabul ederim, ama Aliyi nasıl öldüreyim. Gutam:
Normal olarak onu öldüremezsin dedi Onu gaflet halinde öldürüp,
beni mutlu edip evlenebilirsin. Ama eğer öldürülürsen, o dünyadaki
sevabın daha çoktur.
İbn-i Mülcem Gutamın
harici olduğunu anladı. Onunla aynı inançta olduğunu
söyledi. Allaha andolsun ki Kufeye bu iş için geldim. Gutam ben de
sana yardım olarak bir kaç kişiyi göndereceğim dedi. Bu
iş için Gutamla aynı taifeden olan Verdan b. Mecalidi yolladı
ve şöyle dedi: Bu işte ibn-i Mülceme yardım et. Verdanda
kalbindeki kinden dolayı kabul etti.
İbn-i Mülcemde Eşec
kabilesinden birisini yardımcı olarak yanına aldı. Sonra
Eşes b. Kaysın yanına gidip niyetini anlattı. (Eşes
Sıffin savaşında Hz. Ali (a.s)ı barışa mecbur
eden, hakemiyeti kabule zorlayan münafıktı) Eşesde ibn-i
Mülceme o gece camiye gidip ona yardım edeceğine dair söz
verdi. Sonuçta Ramazan ayının 19.gecesi geldi çattı. İbn-i
Mülcem ve arkadaşları camiye geldiler.
Hz. Ali(a.s), kendi
şehadetinden haber veriyordu, hatta minbere çıkıp
şöyle buyurdu: En kötü adam bu sakalları
başımın kanına bulayacaktır. Bu yüzden hergece bir
çocuğunun evine gidiyordu. Son gece kızı Ümmü Kulsumun
evinde idi.
İftarda üç lokma yemek yedi
ve ibadet etmeye başladı. Çok üzüntülüydü ve sabaha kadar
gökyüzünü ve yıldızları seyretti. Sabah
yaklaştıkça daha çok üzülüyordu. Ümmü Kulsum şöyle
dedi: Baba, bu gece neden bu kadar üzgünsün? İmam şöyle buyurdu:
Kızım ben bütün ömrümü savaşlarda ve pehlivanlarla
çarpışmadan geçirdim. Bir çok yerde tek başıma
düşmanla savaşıp onları öldürdüm. Bu gibi
şeylerden korkmuyorum. Ama bu gece Rabbimin huzuruna gideceğimi
hissediyorum. Gerken şafak söktü ve evden çıkma kararı
aldı. O zaman evdeki ördekler Hz. Ali (a.s)ın önünü
kestiler. Sanki Hz. Ali (a.s)ın evden dışarı çıkmasını
istemiyorlardı.
Hz. Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Şimdi bu ördekler bağrışıyor ve bundan
sonra ise mersiye (ağıt) okuyacaklar. Ümmü Kulsüm çok üzülüp
şöyle dedi: Yanlız gitmeseniz daha iyi olur. Hz. Ali (a.s)
şöyle buyurdu: Eğer yerbelası olursa, ben onu yanlız
da atlatabilirim, ama eğer gök belası olursa olur.
Hz. Ali (a.s) camiye gitti ve
üste çıkıp ezan okudu. Sonra camiye girip yatanları
uyandırdı, daha sonra mihraba girip nafile namazı kılmaya
başladı secdeye giderken Abdurrahman bu sözü diyerek .................................
kılıçla o mübarek
başa bir darbe indirdi. Onun darbesi Amr b. Abdavudun vurduğu yere
vurdu. Mübarek kafa alnına kadar yarıldı. İbn-i Mülcem ve
arkadaşları kaçtılar.
Mübarek kafadan akan kan,
sakalını kana bulamıştı. İmam (a.s)
şöyle diyordu: .............................................
(yani Kabenin Rabbine andolsun
ki kurtuldum) sonra şu ayeti okudu.
(Sizleri topraktan yarattık
ve toprağa döneceksiniz ve yine topraktan
çıkarılacaksınız.) O zaman Cebrail (a.s)in yerle gök
arasında sesi. işitildi;
(Allaha andolsun ki, hidayet
direkleri yıkıldı, takva alametleri yokoldu, yaratan ve mahluk
arasındaki bağ koptu, Peygamberin amcası oğlu
öldürüldü, Murteza Ali şehid oldu ve kötülerin en kötüsü onu
öldürdü)
Cami kalabalıklaştı
ve Hasaneyn (a.s) camiye geldiler ve bazıları ibn-i Mülcemi takip
edip yakaladılar. Hasaneyn (a.s), Ben-i Haşimle beraber Hz. Ali
(a.s)ı eve getirdiler ve doktor çağırdılar. Doktor
yarayı kontrol ederek, bu yara iyileşmez dedi. Kılıç
kötü şekilde zehirlendiği için iyileşmesine hiç ümit
yoktur.
Hz. Ali (a.s), bunu duyunca hiç
korkmadan İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s)a vasiyet etti.
Çünkü hiçbir zaman Hz. Ali (a.s), ölümden korkmuyordu, öyle ki
birkaç defa şöyle buyurmuştu. Benim ölüme olan ilgim
çocuğun anne sütüne gösterdiği ilgiden daha fazladır.
Hz. Ali (a.s) bütün hayatı
boyunca ölümle içiçe yaşamıştı. Peygamber (s.a.a)in
hicretinde onun yatağında yattı. Gazvelerde devamlı
kılıçlaydı ve rakipleri büyük ve savaşcı kişilerdi.
O şöyle buyuruyordu ölümün bana gelmesi veya benim ölüm
tarafına gitmem aynıdır.
Hz. Ali (a.s), Hasaneyn (a.s)a
şöyle vasiyet etti.
...................
Sizlere takva ve Allahtan
korkmayı vasiyet ediyorum ve dünyayı istemeyin dünya sizleri istese
de. Elinizden giden şeylere üzülmeyin. Doğru ve hak sözü
söyleyiniz. Ahiret için zahmet çekiniz, zalime düşman ve mazluma
karşı da iyi olunuz.
Sizlere, çocuklarıma ve bu
vasiyeti okuyan herkese takva edinmeyi, Allahtan korkmayı ve hayattaki
düzen ve birbirlerinize karşı iyi olmayı vasiyet ediyorum.
Çünkü dedeniz Peygamber (s.a.a)ın iki kişiyi
barıştırmak namaz ve oruçtan daha iyidir buyurduğunu
duydum. Yetimler hakkında Allahtan korkunuz ve ağızları
için sıra koymayın (bazen tok, bazen de aç kalmasınlar) ve
sizlerin yanında küçük düşmesinler. Komşular hususunda da
Allahtan korkunuz. Onlar Peygamberinizin vasiyet ettiği kimselerdir. Hz.
Resulullah (s.a.a) devamlı olarak onlara vasiyet ediyordu, öyle ki;
onlara miras bırakacağını sandık. Kuran hususunda da
Allahtan korkunuz ki, başkaları amelleri ile sizden öne
geçmesinler. Namaz için Allahtan korkunuz ki, dininizin sütunudur. Kâbe için
Allahtan korkunuz ve orayı boş bırakmayınız ki, azaba
uğrarsınız. Malınızla canınızla ve dilinizle
cihad etmeden önce, Allahtan korkunuz. Devamlı beraber olunuz ve
biribirinizle küsmeyiniz. Nehy-i anil münker ve emr-i bil marufu
terketmeyiniz. Eğer terkederseniz, kötüler size hakim olur.
İşte o zaman Allah dualarınızı kabul etmez.
Ey Abdülmüttalibin
evlatları Emir-el Müminin öldürüldü bahanesi ile halkın
kanını dökmeyin! Yanlızca benim katilimi öldürünüz.
Onun bir darbesine karşı yanlızca bir darbe vurunuz. Onu musle
(öldürdükten sonra kulak, burun vb. gibi organları kesmek -çev-) etmeyiniz.
Peygamber (s.a.a)den duydum: Kötü bir köpekte olsa
(Ben dün sizin sahibiniz idim, bu
gün sizler için ibretim ve yarın ise sizlerden
ayrılacağım.)
Biraz süt getirdiler,
birazını içtikten sonra şöyle buyurdu. Katilime veriniz ve
ona eziyet etmeyiniz. Eğer ölmezsem, yapacağımı
bilirim, eğer ölürsem onu yanlızca bir darbe ile öldürünüz,
çünkü o bana yalnız bir darbe vurmuştu. Hz. Hasana (a.s)
şöyle buyurdu:
...................................................
(Evladım, sen benden sonra
imamsın ve benim kanımın sahibisin eğer onu
bağışlarsan kendi bileceğin iştir. Öldürürsen, bir darbesine
karşılık sadece bir darbe vur.)
Hz. Ali(a.s)ın kanı
zehirlenmiş ve hareketsiz yatıyordu. Kalkamadığı için,
oturarak namaz kılıyordu. Sürekli zikir ediyordu. Son saatlerde ailesini
çağırdı ve son vasiyetini etti.
Hz. Ali (a.s)ın
evlatları etrafına toplanıp, gözleri yaşlı bir
halde O (a.s) dinliyorlardı. Ama O (a.s)nun vasiyeti yanlızca
evlatları için değil, kıyamete kadar bütün insanlar içindi. Çünkü
bazı ahlaki ve ameli emirleri insanlara iletmektedir.
Vasiyetten kesitler: İlk
olarak Allahın birliğine, daha sonra amca oğlu Hz. Muhammed
(sav)in Allahın kulu ve Onun Peygamberi olduğuna şahadet
ediyorum. Risaleti Allah tarafından ve buyrukları İlahi hükümlerdir.
Cahil halkı doğru yola
hidayet edip kıyametteki azaptan korkutmuştur.
Ey evlatlarım, sizleri
takvaya davet edip, sabretmeyi tavsiye ediyorum. Kaybettiklerinize üzülmeyiniz.
Sizleri Allahın vahdetine davet eder, nifaktan kaçınmanızı
tavsiye ederim. Hak ve hakikatten gaflet etmeyin. Her halinizde, sevinçte ve
üzüntüde devamlı olarak adalete uyunuz.
Ey evlatlarım, hiç bir zaman
Allahı unutmayın ve onun rızasını düşününüz.
Mazlumları yardım ve yetimleri bağışla sevindiriniz.
Peygamber (s.a.a)den duydum ki şöyle buyurdu:
Yetimlere kendi evlatları
gibi bakan kimseye Allahın cenneti özlem duyar. Yetimin
malını yiyen kimseyi ise cehennem bekler.
Akrabalara iyilik edeniz,
fakirlere bakıp, hastaları ziyaret ediniz çünkü dünya olaylarla
doludur. Kendi mal ve arzularınıza bakmayınız, devamlı
ölüm ve ahireti hatırınızda bulundurunuz. Komşulara
iyilik ediniz, Peygamberin (sav) vasiyetlerinden biri de komşulara iyilik
etmektir. İlahi hükümlere saygılı olunuz ve rağbetle onlara
amel ediniz. Namaz, oruç ve Emr-i bil marufa uyunuz ve onları icra ediniz.
Allahın rızasını itaatınızla
kazanınız.
Ey evlatlarım, kötü
insanlarla oturmayınız, salih ve takvalı kişilerle
oturunuz. Eğer dünya ve ahiret arasında herhangi bir iş ortaya
çıkarsa, dünyayı bırakınız ve ahiret işini seçiniz.
Zorluklarda Allaha tevekkül ediniz, her işte Ondan yardım
dileyiniz. Halkla iyi geçininiz, takva edininiz ve halka hizmet ediniz.
Çocuklarınız okşayıp, ihtiyarlarınıza
saygı gösteriniz.
Hz. Ali (a.s)ın
evlatları oturmuş, üzüntü ile Ona bakıyorlardı Bu
bölüm ahlâk ve terbiye hakkındaydı ve bu bölümü
.............................. cümlesi ile bitirdi. Sonra Hazret (a.s)
bayıldı ve bir müddet sonra gözlerini yarım olarak
açıp şöyle buyurdu. Ey Hasan, sana bir kaç sözüm var. Bu
gece ömrümün son gecesidir. Ben öldüğümde kendi elinle bana
gusül ver ve kefene sar. Cenazeme bizzat kendin namaz kıl, gece
yarısı karanlıkta Kufeden uzak bir yere defnet kimse bilmesin.
Bütün
Haşimoğulları sessiz sessiz ağlıyorlardı. Hz.
Hasan(a.s) yakında oturduğu için babası Hz. Ali (a.s) Onun çok
üzüldüğünü anladı ve şöyle buyurdu:
Oğulcağızım sabırlı ol. Seni ve kardeşlerini
böyle bir durumda sabırlı olmaya davet ediyorum.
Sonra buyurdu: Muhammede
bakınız. O sizin kardeşiniz ve babanızın oğludur.
Ben onu seviyorum. Hz. Ali (a.s)
yine bayıldı. Sonra gözlerini açıp İmam Hüseyin
(a.s)a şöyle buyurdu: Evladım, senin hayatında bazı
olaylar olacaktır. Sadece sabırlı ol.
Hz. Ali (a.s)ın son
nefesleri idi. Son nefesinde şöyle buyurdu:
............................................
Şahadeteynden sonra can
melekut alemine uçtu. Böylelikle hak ve hakikat diyen adamın
ömürü bitmiş oldu. (195)
Hz. Ali (a.s), şehid
edildiğinde yaşı 63ü gösteriyordu. İmamet süresi 30
yıl ve zahiri hilafeti ise 5 yıl idi. İmam Hasan (a.s), İmam
Hüseyin (a.s) ve bir kaç kişiyle beraber işleri yapıp Kûfenin
arkasında Gariyyeye (şimdiki Necef) defnettiler. Hz. Ali
(a.s)ın buyurduğuna göre Ben-i Ümeyye ve Haricilerin
cesedi çıkarmamaları ve ihanet etmemeleri için cenazeyi gizli
gömdüler ve cenazeyi bulmamaları için kabiri yerle bir ettiler.
Hz. Ali (a.s)ın türbesi
İmam Sadık (a.s)ın zamanına kadar gizli idi. Abbasi
halifesi Mansun Davanikiyi Onu Medineden Iraka çağırınca.
Hz. İmam Sadık (a.s),
türbeyi ziyaret etti ve her şeyi anlattı.
Türbenin görülmesi
hakkında Şeyh Müfid, Abdullah b. Hazimin şöyle
dediğini nakleder. Bir gün Harunla birlikte av için Kufeden
çıktık. Kufenin arkasında Gariyye yetiştik av için
ceylanları gördük. Köpekleri ve atmacaları
bıraktık. Birkaç saat ceylanları takip ettiler. Ama ceylanlar
bir tepeye sığındılar, köpeklerin döndüğünü
ve atmacaların da tepenin aşağısında durduğunu
gördük. Harun şaşırdı. Ceylanlar aşağı
inince köpekler ve atmacalar yine onları takip etmeye
başladılar. Ceylanlar yine tepeye sığındılar ve
onlar da döndüler. Harun şöyle dedi: Çabuk gidin ve
buradakimi; bulursanız buraya getirin. Biz gittik ve Ben-i Esed
kabilesinden yaşlı bir adamı getirdik. Harun: Bu tepenin
adı nedir? diye sordu. Yaşlı adam: Hayatta kalmama garanti
verirseniz söylerim. dedi Harun: Sana eziyet etmeyeceğime söz
veriyorum dedi. Yaşlı adam: Babam babalarından şöyle
nakletmişti ki; Hz. Ali (a.s)ın kabiri bu tepenin üzerindedir ve
Allah orayı harem yapmıştır; oraya giden kimse
güvencededir. dedi.
Harun bunu duyunca attan indi, su
istedi ve abdest alıp orada namaz kıldı ve ağladı,
sonra kendisini toprağa çekti. Sonra Kufeye döndük. (196)
Şimdi de bu konuda bir
hikaye vardırki naklinde ziyan yoktur. Sultan Süleyman Osmanlı
imparatoru ki, Hüseyniye Nehrini yapmıştır. Kerbelaya gelirken
Hz. Ali (a.s)in türbetinin ziyaretine gitti. Necefte türbetin
yakınlarında attan indi ve istedi ihtiram etmek için oraya kadar yaya
gitsin. Kadi Asker ki cemaatın hakimiydi bu seferde sultanla beraber idi.
Sultanın niyyetini anlayınca gelip dedi Sen hayatlı
sultansın ve Ali ölmüştür. Sen nasıl yaya onun ziyaretine
gidiyorsun? (Bu hakim nasibi ve Hz. Ali (a.s)ın düşmanlarından
idi) çok konuştular, sonra dedi. Eğer sultan benim sözümü kabul
etmiyorsanız, Kurana baş vurup tafaül edin. Sultan kabul etti ve
Kuran istedi ve tafaulla Kuranı açtı ki, bu ayet geldi.
.............................................
(sen emin vadidesin
ayakkabını çıkar).
Sultan dedi senin sözün
sebep oldu ta ayakkabımızı da çıkaralım. Sonra
ayakkabıyı çıkarıp ziyarete gitti, öyle ki
taşlardan ayakları yara almıştı. O hakim Sultanın
yanına gelip; burada Rafizilerin bir kabri vardır çok iyidir ki
emretsen cenazeyi çıkarıp kemiklerini yaksak.
Sultan dedi, O alimin adı
nedir? Hakim dedi Adı Muhammed ibni Hasan Tusidir. Sultan dedi: Bu alim
ölmüştür, Allah mükafat ve cezasını kendisi verir. Hakim bu
konuda çok konuştu. Sonuçta sultan emretti ki odun toplayıp Necefin
dışında ateş yaksınlar. Sonra emretti, o hakimi ateşin
içine atsınlar. Yüce Allah, o lanetli adamı o dünyanın
ateşinden önce bu dünyada yaktı. (197)
Müntehebüt-tevarihin
yazarı Envarül- Aleviye kitabından naklediyor ki; Nadir Şah,
Hz. Ali (a.s)ın kümbetini altın yaptı, sonra ondan sordular:
Kümbetin üzerinden ne yazalım? Dedi:
Yarın Nadir Şahın
bakanı Mirza Mehdihan dedi: Nadir hiçbir şey bilmez, kesin olarak bu
ayet ona ilham olmuştur. Eğer kabul etmiyorsanız gidiniz ve
sorunuz. Onlar da gelip sordular: Ne yazalım? Nadir, dedi, Dün
dediğim şeyi yazınız. (198)
Evet! Hasaneyn (a.s), definden
sonra Kufeye döndüler ve İbni Mülcemde, o gün Hz. Hasan
(a.s)ın kılıcıyla ölüp, cehenneme gitti.
Hz. Ali (a.s)ın şehadetlerinde
birçok şiiler okunmuştur, biz şimdi Esved Neheinin
kızı Ümmü Heysemin şiirini naklediyoruz:
Tercümesi:
Ey gözler, vay sizlere ki bize
yardım edin ve Emirel Müminin için gözyaşı dökün.
Biz öyle bir adamın
musibetindeyiz ki, en iyi binici ve gemici (Herkesten daha iyi) idi.
En iyi kimse ki, ayakkabı giyip yol
gitti ve Mesani ve mein sürelerini Kurandan okumuştu.
Biz onun şehadetinden önce çok
iyi yaşıyorduk, çünkü Peygamberin amcaoğlu içimizdeydi.
Ali (a.s), Allahın dinini
şüphesiz icra ediyordu ve onun farzlarına hüküm ediyordu.
Hiç ilmi saklamıyordu ve cebbarlar
ve zalimlerden değildi.
Herkimse ki, itaat etmiyordu, onu birlik
ve itaata davet ediyordu ve hırsızların elini ciddi bir durumda
kesiyordu.
Babamın canına yemin ki,
şehir (Kufe) halkı, bize onunla oturduğumuz için eziyet ettiler.
Onlar, bizim çevremizde oldukları
bahanesiyle bizi kandırdılar, ama - iyi adamlar ki, çevredeler böyle
değiller.
Acaba oruç ayında en iyi
adamın şehadetiyle bizi üzdünüz?
O kimsenin ki, Peygamberden sonra en
iyi halk idi (şehadetiyle) bizi üzdünüz, yani Ebul Hasan ki, en iyi ve
salih adamdı.
O zaman ki Emame (Hz. Ali (a.s)ın
kızı) babasını yitirdi, benim saçımı beyaz
yapıp üzüntümü çok etti. (Onun üzüntüsü)
Çünkü o babasını
arıyor ve bulamadığı için yüksek sesle ağlıyordu.
Ümmü Gülsümün
gözyaşı ki, babasının ölümünü görmüş
Emamenin cevabı idi.
Ey Muaviye ibni Ebu Süfyan
bizleri (Hz. Ali (a.s)ın şehadetinde) melamet etme ki, diğer
halifeler (12 İmam) bizim ailemizdendir.
Müslümanların hilafeti ve
İmameti Hz. Ali (a.s)dan sonra, Hz. Ali (a.s)ın vasiyet ettiği
gibi İmam Hasan (a.s)a yetişti. Abdullah ibni Abbas camiye gitti ve
olayları anlatıp dedi: Hz. Ali (a.s), oğlu Hz. Hasan
(a.s)ı sizler için halife tayin etmiştir. Ama Onun sizin biat ve
itaatınızda hiç ısrarı yoktur. Eğer itaat ve biat
edeceksiniz, ben Ona söyleyim ve Onu biat etmeniz için camiye getireyim,
ama eğer istemiyorsanız kendiniz bilirsiniz.
Halkın çoğu cevap
verdiler, İbni Abbas, İmam (a.s)ı camiye götürdü ta halk
biat etsinler. İmam Hasan (a.s), minbere çıkıp Allahın
şükründen ve Peygambere selamdan sonra şöyle buyurdu:
.......................................
Bu gece öyle bir adam vefat
etti ki, geçenler amelde ondan önce geçemediler ve gelenler de ondan
öne geçemeyecekler. O, Peygamber (s.a.a)ın yanında
savaşıp canını siper ederdi. Peygamber (s.a.a),
bayrağı onun eline verirdi, din düşmanlarıyla savaşmak
için. Onu Cebrail ve Mikail sağ ve sol tarafındayken savaşa
gönderiyordu. Savaş alanından dönmüyordu, meğer
zaferle ki Allah ona nasip ediyordu. O öyle bir gecede şehit oldu ki,
Hz. İsa (a.s) o gecede göge gitti ve Yuşe ibni Nun (Hz. Musa
(a.s)ın vasiyyi), o gecede dünyadan gitti. Şehadetinde 700 dirhemi
vardı ki, istiyordu ailesi için bir hizmetçi alsın. Bunları
buyururken İmam Hasan (a.s)ın boğazı düğümlendi ve
ağladı ve halk ta ağladılar. İmam Hasan (a.s), bu
kısa hutbesiyle Hz. Ali (a.s)ın makam ve mertebesini anlattı.
Belki bir İmam İmamdan diyordu ki, her kesten daha iyi
tanıyordu.
İmam Hasan (a.s) biat
alınca Muaviyeye mektup yazıp, ona nasihat etti ve biata davet etti.
Ama kesindi ki, Muaviye biatı kabul etmez ve zulüm den el çekmez.
Çünkü o, Hz. Ali (a.s) hayattayken ve Muaviye zayıf iken biat
etmişti fakat şimdi hükümetini kuvvetli idi nasıl olurdu
İmam Hasan (a.s) dan itaat ederdi? Bu mektup Muaviyeye yetişti ve
Öbür taraftan o büyük ordu
ki Nüheylede toplanmıştı ve Şama hamle etmek istiyordu.
Hz. Ali (a.s)ın şehadetinden sonra dağıldı ve biraz
askerden başka hiç kimse kalmadı. İmam Hasan (a.s), Kufelilerin
diyorlardı Cemel ve
Sıffin savaşlarında çoğunlukla kendisi yalnız
başına hücum ediyor ve düşmanı darmadağın
ediyordu.
Bütün dost ve
düşmanların dediğine göre Hz. Ali (a.s) (hamle edip,
kaçmayan) ............................. (Allahın (c.c) galip
arslanı) ........................ (bütün yenenlerin yeneni) idi. Hz. Ali
(a.s)ın zırhının arka tarafı yoktu. Bunun sebebi
sorulunca şöyle buyurdu: Hiçbir zaman düşmana sırt
çevirmediğim için zırhın arka bölümüne ihtiyacım
yoktur.
Savaşlardan birinde Hz. Ali
(a.s)ın komutanları Ondan: Eğer yenilgiye uğrarsak sizi
nerede bulabiliriz? diye sordular. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:
Beni nerede bıraktıysanız, oradayım ve oradan başka
yere ayrılmam. (233)
Ashaptan biri: Sizi savaş
meydanlarından hertürlü tehlikeli sahneden kurtaracak hızlı ve
çevik bir at seçiniz dedi. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: Hiçbir
zaman düşman önünden kaçmadığım ve kaçan
düşmanı da takip etmediğim için öyle bir ata ihtiyacım
yok, bineğim ne olursa olsun farketmez. (234)
İbn-i Ebil Hadid,
şöyle söylüyor: Hz. Ali (a.s) tarihte adı geçen kahramanların
adını silen ve gelecekler içinde kahramanlığa yer
bırakmayan birisidir. Kol kuvvetinde rakipsizdi, bir darbesi
yiğitleri yere sererdi. Hiç bir kahraman Onun elinden canını
kurtaramadı ve ikinci bir darbeye ihtiyaç bulunmadı. Her cesur
savaşçıyı öldürürken, tekbir söylüyordu. Leylet-ül
herir gecesi 523 tekbir söyledi. Böylece 523 kişiyi
öldürdüğü belli oldu. (235) Hazret (a.s), Uhud savaşında
Ben-i Abduddar kabilesinin savaşcılarını öldürdükten
sonra, Savab
Bütün savaşlarda Allah yolu
mücahidi idi. Müslümanların üzüntüleri Onun varlığı ile
kayboluyordu. Elini Zülfikarın kabzasına atınca,
Müslümanların zaferi kesinleşiyordu. Düşman tarafından Peygamber
(s.a.a)e bir keder ulaştığı veya düşmanın
Peygamber (s.a.a)in katli için karar aldıkları zamanlarda
onların önünde durarak Peygamber (s.a.a)in gam ve kederini
gideriyordu. İşte bunun için Hz. Ali (a.s)a
..................................... diyorlardı.
Hz. Ali (a.s)ın cesaret ve
bilek gücü apaçıktır. Düşmanları dahi Onu
övüyorlardı. Halid b. Velidin boğazını iki
parmağı ile sıktığı ve Halid b. Velidin,
neredeyse ölümü tatmakta olduğu meşhurdur. Bir çok gazvelerde
Hz. Ali (a.s)ın yanlız başına düşmana karşı
koyduğu çok görülmüştür. Eğer O (a.s)nun bu
direnişleri olmasa idi, Müslümanlar yokolurdu.
Hz. Ali (a.s)ın
yanında korku kelimesinin anlamı yoktu ve ölümden korkmuyordu.
Bir çok kez şöyle buyurmuştur.
Yani; Allaha andolsun ki, Ebu
Talibin oğlunun ölüme olan rağbeti, çocuğun anne
göğsüne olan rağbetinden daha fazladır. (237)
Sıffin savaşında,
zırhsız iki ordu arasında geziyordu, İmam Hasan (a.s): Bu
davranış savaşta iyi değildir dedi. Hz. Ali (a.s)
şöyle buyurdu:
Yani: Ey evladım, babanın,
ölüme doğru gitmesinden veya ölümün babana doğru
gelmesinden hiçbir korkusu yoktur.
Hz. Ali (a.s)ın bazı
arkadaşları savaşta düşmanın Ali (a.s)ı gafil
avlamasından korkuyorlardı. Ya Emirel Müminin! Siz savaşta
hiç
Yani: İki gün ölümden
korkmanın faydası yoktur. Biri kaza (ve kader) olduğu,
diğeri ise kaza (ve kader) olmadığı gündür.
Eğer kaza, kader olursa
uğraşının faydası yoktur. Eğer kaza, kader yoksa
orada ölümde yoktur.
Hz. Ali (a.s)ın elinden
ölen her kahraman kabilesinin yanında saygındı. Hendek
savaşında Amr b. Abdevud ölünce, kızkardeşi
şöyle dedi: Eğer kardeşimi, öldürmeye layık olan
Aliden başka birisi öldürseydi, bütün ömür boyu
ağlardım. Ama Ali, bütün dünyada en kuvvetlidir. Onun eli ile
öldürülmek şereftir.
İbn-i Ebil Hadid
şöyle yazıyor: Bir gün Muaviye yatmıştı ve
uyanınca Abdullah b. Zübeyri ayak tarafında oturur gördü.
Abdullah şaka ile şöyle söyledi. Eğer isteseydim seni
uykuda iken öldürürdüm. Muaviye: Bizden sonra cesaretini söyle
dedi.
Abdullah: Neden benim cesaretimi
inkar ediyorsun, ben savaşta Ali ile karşı karşıya
geldim dedi.
Muaviye: Eğer böyle
cesur olsaydın Ali seni ve babanı sol eli ile öldürürdü ve
sağ eli boşta kalırdı ve başka birini
arardı.(239)
Hz. Ali (a.s) meydanda yürürken
bütün nefesler göğüslerde hapsolurdu. O (a.s)a hamle eden her grup
çok çabuk ölümü tadardı. Bu şiir Hz. Ali (a.s)a nisbet
verilmiştir.
Yani: Sultanların avı
tavşan ve tilkidir. Ama ben binerken avım Arap yiğitleridir.
Benim avım savaşta
süvariler ve savaşçılardır. Ben savaşta öldürücü bir
arslanım.
Süfyan Sevri şöyle
söylüyor: Ali (a.s), Müslümanların arasında demir bir dağ
gibiydi. Kâfir ve münafıklar için kuvvetli bir rakip idi. Allah (c.c)
Müslümanların izzetini, ihtiramını ve kâfirlerin zillet ve
horluğunu O (a.s)nun eline vermişti.
Hz. Ali (a.s)ın cesaret ve
cihadlarının sonucu İslam dininin zaferi ile, küfrün ve
putperestliğin kökü kazındı.
Sabır, insanın en iyi
özelliklerindendir. İlmi açıdan ise nefsin arzu ve ümitlerini
yenmektir. Ruhi acıların ilacı sabırdır.
Sabır zorluklara galip
gelmek, farzlara amel etmek ve günahlardan kaçınmaktır. Sabır
her insanda olması gereken bir süstür.
Hz. Ali (a.s), her yönden
çok sabırlı idi. Bu (a.s)nun davranışlarından
anlaşılmaktadır. Öyle ki, hatta savaşta bile
sabrediyordu da, önce düşman hamle etsin. Hz. Ali (a.s), sabırda
kemâle ermişti. Din ve insan şerefinin tecavüze
uğradığını görene dek sabrediyordu. Ama
hakkı müdafaa etmede, hiçbir hadiseden korkmazdı.
Muaviyeyi de
sabırlılıkla övmüşlerdir. Ama onun sabırı
sahte idi. Çünkü onun sabırı ele geçirdiklerini kaybetmemek
için bir siyaset ve hile idi.
Ali (a.s)ın sabrı
ahlâktı, hakkı ihya etme, dini ilerletme ve halkı hidayet
etmekti.
Peygamber (s.a.a)ın bütün
savaşlarında zorluklara tahammül ediyor ve o hazreti müdafaa
ediyordu. Din yolunda her zorluğu kabulleniyordu.
Hz. Resulullah (s.a.a) Ona
kendisinden sonraki hilafet fitnesini ve olayları haber vermiş ve
Ona sabırı tavsiye etmişti. Hz. Ali (a.s) şöyle
buyuruyor: .............
Yani; gözünde diken ve
boğazında kemik kalmış birisi gibi sabrettim.
Hz. Ali (a.s)ın
hakkını alması için kudreti vardı, ama İslam dininin
hayrı için sabretmeyi uygun buldu. Bu durum, Ondan başka hiçkimsenin
tahammül edemeyeceği bir zulüm ve mazlumluk idi. İmam (a.s)
şöyle buyuruyor: Defalarca hakkımı almak için bu kavim ile
savaşmayı istedim, ama Peygamberin (s.a.a) tavsiyesi ve dinin fetheden, birkaç kişinin zorlukla
açıp kapattığı demir kale kapısını tek
başına koparan şahıstır. Şimdi bir kaç rezil
adamın karşısında sesiz duruyorsa, bu durum hikmetsiz
değildir. Onun tahammülü din içindir. Eğer bu din hakk
olmasaydı o sabretmezdi. Böylere İslamın hakk din
olduğu benim için açıklık kazandı ve Müslüman oldum. diye
cevap verdi.
Yine hangi mazlumluk bundan
yücedir ki, Onun vefasız askerleri bir kaç kez biatlarını
bozdular, ama O yanlızca onlara nasihat etti. Dediğimiz gibi
vefasız Kufelileri görmemek için ölümü arzuluyordu.
Hz. Ali (a.s), Peygamber
(s.a.a)ın ölümünden sonra sürekli olarak ruhi eziyet içindeydi, ama
sabırdan başka çaresi de yoktu. İbn-i Ebil Hadidin
naklettiğine göre bir adamın ben mazlumum diye sesini duyunca
şöyle buyurdu:
Yani; Gel benimle seslen ki; ben
sürekli mazlum idim
Hz. Ali (a.s)ın Peygamber
(s.a.a)den sonraki mazlumiyeti Şıksıkkiye hutbesinde
nakledilmiştir. Bu hutbeyi, Onun mazlumiyetini kendi dilinden
işitmeniz için aktarıyoruz:
Biliniz ki, Ebu Bekir hilafet
gömleğini, benim hilafete iki değirmen taşının
birbiri etrafında dönmesini sağlayan ortadaki mil gibi
olduğumu bildiği halde giyindi. İlim ve hikmet benden akmıştır.
Fikir kuşu kemal ufuklarına doğru ne kadar uçsa da benim
doruklarıma ulaşamaz. Buna rağmen omuzumu hilafetten çektim.
Şu iki işte düşündüm. Kendim yalnız başıma hücum
edeyim veya ihtiyarları yok eden, gençleri yaşlandıran
müminlere eziyet eden ve onların bu
Bu zulüm
karşısında sabretmenin akla daha yakın olduğunu
gördüm. Üzüntü içinde gözünde diken, boğazında kemik
kalmış birisi gibi ve mirasımı alıp
götürdüklerini gördüğüm halde tahammül ettim. Zaman geçti
birincisi öldü. Hilafet Hattabın oğluna yetişti.
Şaşırıyorum bütün itiraflarıya (Ebu bekir: Beni
bırakınız ve Aliyi tutunuz ki, ben en iyiniz değilim
diyordu).
Sn günlerinde hilafeti
başkasına (Ömere) bıraktı. Bu iki kişi hilafet
devesinin sütünü sağdılar. Hilafeti zatı çok öfkeli,
acı dilli ve dininde hatası çok ve özürü hatasından da
kötü olan birisinin eline verdi.
Ona azgın bir deve gibi
ipini burnundan geçirmiştiler ve birincisi hayretler içindeydi ki,
eğer ipi hızlı bir şekilde çekerse, devenin burnu
yırtılır ve çekmez ise uçuruma düşer. Allaha andolsun ki,
halk onun zamanında yanlış yola girmiş ve doğru yoldan
sapmıştı. Bütün bu zaman zarfı içerisinde üzüntü ile
sabrettim sonunda oda (Ömer) gitti. Hilafeti beni de onlardan biri
sandığı birkaç kişiye bıraktı.
Yüce Allahım, bana
yardım et bu şuraya bak. Nasıl bu halk beni birincisiyle
(Ebubekir) eş edip şüpheye düştüler ve bugüne kadar bu
adamların mertebesinde kaldım. Ama yine sabrettim. Sonra bir adam
kini sebebi ile (Saad Vakkas) yoldan çıkıp batıl yola gitti.
Diğer adam (Abdurrahman b. Avf) Osmanın damadı olduğu için
beni bırakıp ona yapıştı. İsimlerinin
söylenmesi iyi olmayan diğer iki kişi (Talha ve Zübeyr).
Böylelikle iki yanı çok yeme sonucu şişen (osman) halife
oldu. Babasının oğulları (Ben-i Ümeyye) onunla bir
olup azgın bir deve gibi bütün bahar güllerini yedi. Beyt-ül malı
yemeye başladılar ta bağlanan iplerin bağları
çözüldü. (Halk biat bozdu) ve kendi işlerinden dolayı
öldürüldü.
(Osmanın ölümünden
sonra) hiçbir şey beni korkutmadı. Halk her yönden hücum edip
çevremde toplandılar. Öyle bir izdiham oluştu ki, Hasaneyn
ayaklar altında kaldı, benim elbisem yırtıldı.
Onların biatlarını kabul edince, bazıları (Talha ve
Zübeyr) biat bozdular. Bazıları da (Hariciler) biatımdan
çıktılar ve bazıları da (Muaviye) <>batılın
çevresinde toplandılar. Öyle ki; Allahın kelamını
duymamış gibi davrandılar.
Allah-u Teâlâ şöyle
buyuruyor: Biz ahireti yeryüzünde bozgunculuk ve fitne yapmayan insanlara
veririz ve iyi son takvalılarındır.
Allaha andolsun ki, onlar bu
ayeti duydular ama dünyayı görünce onun süsleri onları
aldattı.
Biliniz ki! Tohumu yeşerten
ve insanları yaratan Allaha andolsun ki eğer o kalabalık
olmasaydı, hücceti tamamlamak ve Allahın iyileri, kötüleri hidayet
etmesi için görevlendirdiği ahdi olmasaydı bırakır
giderdim de, bu dünyanızın bütün süsleriyle beraber benim
yanımda keçinin burun suyundan daha değersiz olduğunu
görürdünüz. (240)
Hz. Ali (a.s), bu hutbede
sabırlarını halka anlattı. Herkese, bu mazlumiyetin ne
kadar acı ve zor olduğu açıktır. Çünkü o tüm
ahlâkıyla, faziletleriyle beraber Muaviye ve Saad Vakkas gibi adamlarla
kıyas ediliyordu. Böyle bir kıyas iki zıt kutubun bir araya
gelmesi gibi bir şeydir. Hz. Ali(a.s) da şöyle buyuruyor: Bu
hayat beni o kadar alçalttı ki, muaviye bile kendisini benimle
eşdeğerde sanıyor. Bütün bunlar karşısındaki
sabır sadece din yolundaydı. Bundan dolayı darbe yiyince
buyurdu.
....................
Yani; Kâbenin Rabbine andolsun
ki kurtuldum.
Cömertlik kerim
adamlardandır ki, muhabbet ve sevgiyi getirir. Cömert adamın ne
kadar ayıbı olursa olsun, yine halkın gözünde iyi ve
saygı sahibidir.
Hz. Ali (a.s), cömertlikte
meşhur ve fakirlerin ümidi idi, fakir olan herkese elini
uzatırdı. Hz. Ali (a.s) fıtratında olan necabetinden
dolayı, birşey isteyen birini eliboş olarak geri çevirmeye
razı olmuyordu.
Haris Hamedani hacet elini Ali
(a.s)a doğru uzattı. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: Beni bu
iş için layık görüyormusun? Haris: Evet, Ya Emir-el Müminin
dedi. Hz. Ali (a.s), çabucak ışığı söndürdü.
Bunu, isteğini söylerken, rahat olman ve sıkılmaman için
yaptım dedi.
Birgün bir fakir para
isteğinde bulundu. Hz. Ali (a.s), görevlisine şöyle
buyurdu: Ona bin dinar ver. Görevli: Altın veya gümüş mü?
diye sordu. Hz. Ali (a.s) buyurdu: Benim için farketmez onun
ihtiyacını hangisi giderecekse ondan ver. Muaviye birinden
şöyle sordu: Nereden geliyorsun? O adam riya olsun diye: En cimri
adam Alinin yanından diye cevap verdi. Muaviye: Veya sana Aliden daha
cömert birisi dünyaya gelmemiştir. Eğer Onun bir depo
altını ve bir depo samanı olsa, önce altın dolusu
depoyu bağışlar.
İşçilerinden biri Hz.
Ali (a.s)a bir tarlanın mahsülünün parasını getirdi. İmam
(a.s) çabucak parayı böldü ve kendi hissesini fakirlere
paylaştırdı. O gün ikindi vakti, o işci İmam
(a.s)ı pazarda ailesinin ekmek parasını karşılamak
için kılıcını satarken gördü.
Hz. Ali (a.s), hiçbir fakiri eli
boş olarak geri çevirmiyordu. İmam (a.s) şöyle buyuruyordu:
Eğer birinin benden bir şey isteyeceğini hissetsem, o istemeden
önce onun istediğini veririm. Mertlik ve cömertlik istemeden
vermektir.
Hz. Ali (a.s) şöyle
buyuruyordu: Fakirler ihtiyaçlarını isterken utanmamaları için
kağıda yazsınlar. Hz. Ali (a.s)ın dört dirhemi
vardı, birisini gece sadaka olarak verdi, birini gündüz, bir dirhemi
gözler önünde (açıkta) ve bir dirhemi de gizli olarak sadaka
verdi. İşte o zaman bu ayet nazil oldu. Bu ayet Hz. Ali (a.s)
hakkındadır.
Mallarını gece ve
gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların
mükafatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de
çekmezler. (242)
Osmanın ölümünden sonra
arap bir şahıs gelip İmam (a.s)a şöyle söyledi:
Benim üç hastalığım var: Nefes darlığı, cahillik
ve fakirlik. İmam (a.s): Hastalığını doktora
götür, cahilliğin için alime ve
Şii ve Sünni müfessirlerin
dediğine göre, Hz. Ali (a.s), camide namaz kılıyordu ve
rükudaydı bir fakir yanından geçerken birşey istedi. Hz. Ali
(a.s), parmağındaki yüzüğü işaret ederek,
almasını istedi. Fakir giderken Peygamber (s.a.a), onu görerek
şöyle söyledi: Bu yüzüğü nereden aldın? Fakir
işaret ederek: Rükuda olan bu adam verdi. dedi.
Sonra
............................... vilayet ve bahşiş ayeti nazil oldu
(244)
Hz. Ali (a.s), sadece dünya
malından infak etmedi. Kendi canını da feda ediyordu. Hicret
gecesi Peygamber (s.a.a)in yatağında yattı.
Fedakârlığın anlamı Hz. Ali (a.s)ın işleridir.
Fedakarlık
başkalarını kendinden öncelikli bilmektir. Benliğine
tasma vuramayan, kendi can ve malından geçemez. Bu sıfat İmam
(a.s)ın, başkalarında bulunmayan
sıfatlarındandır. Hz. Ali (a.s), zahmetle ekmek alıp
ailesine götürürken, bir fakir ekmeği istedi. Hz. Ali (a.s)
ekmeği ona verdi ve eli boş eve döndü. Bir gün hizmetçisi Kanber
ile pazara giderek biri yeni diğeri eski olan iki gömlek aldı.
Yenisini Kanbere verdi ve eskisini kendisi için aldı.
Müfessirler Hz. Ali (a.s)ın
fedakârlığı hakkında nazil olan Dehr (insan .......) suresi
hakkında şöyle söylüyorlar. Hasaneyn (a.s) hasta oldular.
Anne-babası, hatta Hasaneyn (a.s) ve hizmetçileri de iyleştikleri
taktirde şükür için üç gün oruç tutmayı nezrettiler.
Hastalıkları iyi olunca, oruç tutmaya başladılar. Hz.
Ali(a.s) komşusu olan şamundan biraz arpa borç aldı. Hz.
Fatima (s.a) üçte birini ilk gün kişi başına bir ekmek olmak
üzere pişirdi (beş tane). İftar zamanında bir fakir
gelerek: Ey Peygamberin Ehl-i Beyti yedikleriniz den bana da veriniz ki, Allah
(c.c) sizlere cennet yemeklerinden versin. Onlar da her beş ekmeği
ona vererek, sadece su ile iftar ettiler.
İkinci gün yine Hz.
Fatıma (s.a) beş ekmek pişirdi. İftar vakti bir yetim
gelerek dünkü sözleri tekrar etti. Yine beş ekmeği ona verip su
ile iftar ettiler. Üçüncü gün ise esir bir şahıs gelerek,
aynı sözleri tekrarladı. Yine ekmekleri ona verip su ile iftar
ettiler. Dördüncü gün Hasaneyn (a.s) açlıktan titriyordu. Peygamber
(s.a.a), onları bu halde görünce şöyle buyurdu: Sizin üç
günden beri bu halde olmanızdan Allaha sığınırım.
Cebrail nazil olarak surenin 18. ayetini (5ten 22. ayete kadar) onların
fazileti hakkında nazil etti. Yüce Allah (c.c) buyuruyor:
..........................................
Sonraki ayetlerde onların
işlerini yüce saymıştır ve şöyle
buyurmuştur.
..........................................
Bu, sizin için bir
mükafattır. Sizin gayretiniz karşılığını
bulmuştur. (246)
İnsanın konuşma
yeteneği, mantık ilimi açısından insan ve hayvan
arasındaki farktır. Yüce Allah (c.c) onu kendi hikmetiyle insana bir
özellik olarak vermiştir. Şöyle buyuruyor: ...........
(247)
Allah insanı yarattı,
ona beyanı öğretti.
Hz. İmam (a.s) da
şöyle buyuruyor:
..................
Yani; kişi dilinin
altında gizlidir. Nutuk ne kadar güzel ve iyi olursa daha doyurucu ve
etkili olur.
İslam zamanında
Arabistanda Amr-ül Kays gibi öyle şahıslar vardı ki,
sihirli şiirler söylüyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s)ın
fesaheti bütün arap fasihlerini şaşırtmış ve hayrete
düşürmüştü. Ona nutukun emiri söylüyorlardı.
İbn-i Ebil Hadid
şöyle söylüyor: O fasih ve baliğlerin rehberidir. Onun
kelamı hakkında Allahın kelamından aşağı ve
mahlukun kelamından yüce olduğu söylenmektedir. Bütün fasihler
hitabeyi
Başka bir yerde ise
söyle söylüyor: Acaba bir adam Mekkede dünyaya gelirse, o
şehirde büyürse, hiçbir öğretmenden hitabeyi
öğrenmeden öyle konuşmada olursa ki, kelimeler onun elinde
olurlarsa ve her ne isterse en fasih şekilde söylerse
şaşırılmamalımıdır?
Allame Seyyid Hibet-ud Din
Şehristani, Nehc-ül Belağa nedir? adlı kitabında
şöyle yazıyor. Bir kişi Hırıstiyan bir alimden
(Emin Nehle) Hz. Ali (a.s)ın sözlerinden bir kaç sözü bir
kitapta toplamasını ve basmasını istedi. O alim cevapta
şöyle dedi: Benden en fasih adamın sözlerinden yüztane
seçmemi ve basmamı istiyorsun, şu anda Nehc-ül Belağadan
başka hiçbir kitap elimde yoktur. Sevinçle o kitabı okudum, ama
andolsun ki ben bu yüz kelimeyi nasıl seçeceğimi bilmiyorum.
Bilmiyorum nasıl cümleleri seçeyim. Bu bir yakutu diğer yakutlardan
seçmek gibidir. Bu işi yaptım ve yakutları seçtim, öyle ki
çok parlıyordu.
İnanılmaz ki nasıl
hayretle ve zorlulukla bu sözleri o belağat madeninden
çıkardım. Böylelikle bu 100 sözü al ve bil ki bunlar
belağat nurları ve fesahat gülleridirler! Evet Hz. Ali (a.s)ın
araplara verdiği fesahet dersi bu yüz sözden daha çoktur. (249)
Yine Şehristani başka
bir kitapta şöyle yazıyor: Mr. Gernikuy edebiyat profesörü
ve İngiltereli idi. Hindistan Eligere fakültesinde bazı üstad ve
doktorların önünde Kur-anın mucizeleri hakkındaki soru
karşısında şöyle cevap verdi. Nehc-ül Belağa,
Kur-anın küçük kardeşidir. Acaba birisi bunun gibisini getirebilir
mi ki, ta Kur-andan bahsetmeye hacet kalsın.(250)
Hz. Ali (a.s) kendi sohbetinde
fesahat ve belağata bakmıyordu. Onun sohbeti çok güzeldi. Fesahat
kanunlarını Hz. Ali (a.s)ın sözlerinden çıkarmak
gerekir, sözlerini fesahatla kıyas etmek yanlıştır.
Hz. Ali (a.s)ın
sözleri yanlızca hakk ve hakikatı açıklıyordu. Her
bakımdan çok etkili ve ilgi çekici idi.
Muaviye şöyle
söylüyordu. Fesahat ve belağat yolunu Kureyşte sadece Ali
açmıştı. Konuşma kanunlarını o
öğretmiştir. Arap edebiyatçıları ferman ve fetva
kanunlarını Onun hutbelerinden çıkardıklarını
itiraf etmişlerdir.
Belağatın kanunu,
kelimeleri akla verip, çok güzel bir şekilde anlatımın ortaya
çıkmasını sağlayan kuvvetli bir düşüncedir. Bu
kuvvetli düşünce ve üstün zeka Hz. Ali (a.s)da en yüksek derecede idi.
Karanlık bir yere yetişince onu kendi üstün zekâsı ile
aydınlatıyordu.
Hz. Ali (a.s)ın
sözlerinde mantık bakımından çok büyük bir ilgi vardı.
O, fikrine gelen herşeyi en iyi bir şekilde söylüyordu,
kâğıda yazıyordu ve bu işte kendisine azıcık
zahmet dahi vermiyordu.
Hz. Ali (a.s), söz ve
nutukta mucize yapmış, herkesi hayretler içinde
bırakmıştır. İbn-i Şehr Aşubun nakline
göre Peygamber (s.a.a)ın ashabı camide oturmuşlardı.
Arap dilinde elif harfi olmayan kelimelerin çok az olduğu hakkında
sohbet ediyorlardı. Hz. Ali (a.s) orada idi, kalktı ve orada 700
kelimeli bir hutbe okudu ki hatta bir elif harfi dahi o hutbenin içerisinde
yoktu. Başka bir hutbe daha vardır ki, noktalı harf onun içinde
yoktur. Şöyle başlıyor:
................................................
sözün uzamaması için burada hutbeleri yazmıyoruz.
Birisi İmamdan
şöyle sordu: Farz emir hangi ve ondan daha farz hangisidir? Acaip
emir nedir ve ondan daha acaip nedir? Ne zordur ve ondan daha zor olan şey
nedir? Yakın nedir ve ondan daha yakın nedir? Hz. Ali (a.s) onun
cevabını bu şiirle verdi:
Halka tevbe etmeleri
farzdır, ama günahtan uzaklaşmak daha farzdır.
Hayat acaiptir, ama hayatta
halkın gafleti daha acaiptir.
Zorluklar
karşısında sabır zordur, ama sevapları yitirmek daha
zordur.
Ümit olan herşey
yakındır, ama ölüm hepsinden yakındır.
Böyle diyen kimse veya o
hutbeleri söyleyen kimsenin fesahat ve belağatı arap
edebiyatını çok iyi bildiği malumdur. Kitabın son
bölümünde Hz. Ali (a.s)ın bazı kısa sözlerini
nakledeceğiz.
Eğer Hz. Ali (a.s)ı
yiyecek ve giyeceği ile kıyas edecek olursak Onun gibisini
bulamayız. Çünkü Onun yemeği çok az ve arpa ekmeği idi
ki, hilafet zamanında o da azaldı.
Hz. Ali (a.s), hiçbir zaman bir
sofrada iki çeşit yemek yemezdi. Öyle ki şehid edildiği
gece, sofraya ekmek ve süt getiren kızı Ümmü Gülsüme
şöyle buyurdu: Sütü kaldır, ekmek yeterlidir! Babanın iki
yemeği bir sofrada yediğini ne zaman gördün? Hz. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: Allaha andolsun ki; Ali (a.s)
köleler gibi yemek yiyip topraklar üstünde otururdu. İki gömlek
alıyordu ve kölesine onların en iyisini alması için emir
veriyordu. Eğer gömleğin kolu veya boyu uzun olsaydı
kesiyordu. Beş senelik hilafeti zamanında taş üstüne taş
koymayıp, altın ve gümüş biriktirmedi. Halka ekmek ve et
veriyordu, ama kendisi arpa ekmeği yiyordu. İki iş arasında
Allahın istediği işi yapıyordu. En zor işi
kabulleniyordu. Kendi uğraşısı ile bin tane köleyi
özgürlüğüne kavuşturdu. Elleri topraklı ve alnından
ter akıyordu. Hiç kimse onun işini yapamazdı.(251)
İbn-i Cevzi şöyle
yazıyor: Bir gün Abdullah b. Rezin Hz. Ali (a.s)ın evine gitti.
İmam (a.s)ın biraz et, arpa ekmeğini suya
karıştırıp yediğini gördü. Abdullah: Ey Emir-ül
Müminin, bu nasıl bir yemektir ki, yiyorsunuz? Siz Müslümanların
emirisiniz, bütün beyt-ül mal elinizde dir ve oradan tok olana kadar
almanız da caizdir dedi.
Hz. Ali (a.s), şöyle
buyurdu: Müslümanların halifesi için bundan fazla
Hz. Ali (a.s)ın fasılasız hilafetinin
isbatı.
1. İmametde bir bahis
2.
Hz. Ali(a.s) hakkında nazil olan ayetler.
3. Hz. Ali (a.s)ın hakkındaki nebevi
hadisler.
4. Ehl-i sünnet ve başkalarının Ali
(a.s) hakkındaki görüşleri
5. İmameti Hz. Ali (a.s)dan başkasından
inkar etmek.
6. Ehl-i Sünnet delillerinin reddi.
7. İki akılsal ve usuli delil
8. Ehl-i Sünnet ile bir kaç söz.
Peygamber (s.a.a)ın
vefatından sonra, bir vasi ve imamın olması her iki gurubun da
kabul ettiği konulardandır. Çünkü hiç bir daire şefsiz
olamaz. Ama mevzu-u bahis buradadır ki, kim Peygamber (s.a.a)in vasisi
olacak ve bu şahsın özellikleri ne olmalıdır? Onu bu
makama kim tayin etmelidir? Ehl-i Sünnet hükümeti elegeçiren her
Müslümanı Peygamber (s.a.a)in vasisi ve halife olarak bilmiş ve
onun halk tarafından seçilmesi gerektiğini kabul etmiştir.
İşte bunun için halifenin ismetine inançları yoktur. Hilafeti
ise beşeri bir hükümet olarak bilmektedirler. Yalnızca onların
davranışlarına bakarak hüküm verirler.
Ama Şianın
görüşüne göre İmamet, Allahın tayini ile
gerçekleşir ve nübüvvetin devamıdır. Nasıl peygamberin
Allah tarafından seçilmesi gerekli ise, bütün insanlardan nefsani
sıfat ve faziletlerde en üstün olmasından öteye masum da
olması gerekir. Bu makam halkın görüşünden çok üstündür.
İcma ve Müslümanların seçmesi ile tayin edilemez.
Müslümanların kabul ve teslimi de imametin delili değildir.
İmam dinin korunması için görünüşte takiyye ve biat etmeye
bir nevi zorunludur.
Elbette imam kelimesi, lugatta
her başkan ve önder için kullanılan bir kelimedir.
Örneğin; cemaat imamı. Hatta küfür önderlerine dahi imam
denilmektedir. Kur-an bu konuda şöyle buyuruyor:
Yani: Küfür imamlarını
öldürünüz, çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır.(264)
Ama, İmam kelam ilimi
bakımından ve Peygamberin vasisi olan mahsus manası ile
İlahi önderliğe denir. Bütün din ve dünya işlerinde halka
ona itaat etmeleri farzdır. İmam ve peygamberin vasisi toplumun
önderliğini üç yönde ele alması gerekir, (Hükümet,
ahkâmları beyan etme, rehberlik ve manevi hayata hidayet etme). Böyle
bir kişinin Allah tarafından seçilmesi ve onaylanması gerekir.
Nasıl bir din için peygamber gönderiliyorsa, o dinin korunması
için de imamın gönderilmesi gerekir.
Şianın delillerinden
birisi de lütuf delilidir. Eğer toplumda İlahi bir kanun olmaz ise
o toplum karışır ve halk arasında rahatsızlık
baş gösterir. Bundan dolayı onları ebedi saadete hidayet
etmek için yüce Allah kendi lütfu ile peygamberleri, halkı maddi ve manevi
yönlerde hidayet etmek için gönderir. Kuran-ı Kerim
şöyle buyuruyor:
Andolsun ki, içlerinden
kendilerine Allahın ayetlerini okuyan kendilerini temizleyen, kendilerine
kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah,
müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar
apaçık bir sapıklık içindeydiler.
Lütuf delilini Ehl-i Sünnet de
peygamber hakkında kabul edip, imam hakkında reddetmektedirler. O
durumdaki Allahın lütfu kamildir ve eksik kalamaz. Böylelikle imam
da peygamberden sonra Allah tarafından tayin edilmelidir. Gadir-i Hummda
nazil olan tebliğ (iblağ) ayeti bunu isbatlamaktadır. Hace
Nasir-ud din Tusi, Tecrid-ül itikat adlı kitapta şöyle
yazıyor: ...........................................
Lütuf deliline ilave olarak,
Kur-anda olan bazı ayetler, imametin Allahın tayini ile
olduğunu isbatlamaktadır. Kuran-ı Kerim şöyle
buyuruyor:
Rabbin meleklere, ben yeryüzünde
halife yaratacağım dediği zaman
Bir zamanlar Rabbi
İbrahimi bir takım kelimelerle sınamış onları
tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder
yapacağım,
Bu iki ayette Allah açıkca
diyor ki, imametin tayini Allahın elindedir ve bu imamet zalim insanlara
ulaşmaz. İmamın zalimlerden olmaması onun ismetini
ispatlar. Eğer Ehl-i Sünnete göre imam, Müslümanların
icması ile seçiliyorsa, bu iki ayetin cevabı ne olacaktır?
El- Mizan tefsirinde bu ayet
hakkında şöyle yazılıyor: Kuran ayetlerinden
anlaşıldığı üzere İmam kelimesinin geçtiği
her yerde hidayet kelimesi de gelmiştir. Örneğin, İbrahim
hakkında şöyle buyuruyor:
...........................................
Ona (İbrahime)
İshakı ve fazladan bir bağış olmak üzere Yakubu
lutfettik; her birini salih insanlar yaptık. Onları emrimize
uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık.
Bir başka yerde
şöyle buyuruyor: ...........................................
Sabrettikleri ve ayetlerimize
kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden buyruğumuzla
doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik. Bu iki ayette hidayet
imam kelimesinden sonra bir açıklama gibi gelmiştir. Sonra onu emir
(E - M - R) ile getirmiştir.
(Buyruğumuzla hidayet
edenler) ...........................................
Buradan anlaşılır
ki, imamet makamı özel bir hidayettir. Allahın buyruğu ile
hidayet etmedir ve halkın amellerine velayettir. Batini bakımdan
hidayet maksada ulaştırmak demektir. Sadece yol göstermek
değil. Çünkü yol gösterme, bütün peygamberlerin hatta
müminlerin yoludur ki, nasihatla Allah yoluna davet ederler.
Yüce Allah, imamet
makamının verilişi sebebi hakkında şöyle
buyuruyor: ...........................................
Sabrettikleri ve ayetlerimize
kesinlikle inanmışlardı.
Böylelikle imametin
veriliş sebebi sabırdır. Allahın yolunda öyle bir
sabır ki, bütün sınavları kapsar ve yakini getirir.
Kuran-ı Kerim, Hz. İbrahim hakkında şöyle buyuruyor:
.......................................... (271)
Böylece biz, kesin iman
edenlerden olması için İbrahime göklerin ve yerin melekutunu
gösteriyorduk.
Sonuç şudur ki, imamın
yakin sahibi olması gerekir. Melekutu dahi bilmelidir.
Zatı itibarı ile
saadetli olan birisi, imam olabilir. zira eğer bazı zamanlar zulüm
yapacak olursa, bu makama layık olmayıp başkasının
hidayetine muhtaç olacaktır. Bu durum ise hidayetin anlamı ile bağdaşmamaktadır.
(272)
Şöyle bir sorunun
ortaya çıkması mümkündür: Hz Ali (a.s), yanlızca imamdı,
nasıl olur da hem imam, hem de resul olan Hz. İbrahimden daha üstün
olabilir?
Cevap:
İmamet makamı muhtaliftir. İmam Ali (a.s)ın en kamil
imameti vardır.(273) İmamın yakin makamında olması
gerekir. Yüce Allah (c.c), şöyle buyuruyor: Tam ve kesin
inananlardan olması için İbrahime melekutu gösterdik. Ama Hz.
Ali (a.s)ın yakini Hz. İbrahimin yakininden daha fazladır.
Sonuçta imamet makamında ondan daha üstün olacaktır. Çünkü Hz.
İbrahim (a.s), o yakini ile şöyle dedi: ...........................................
(274)
Ey Rabbim! Ölüyü
nasıl dirilttiğini bana göster.
Ama Ali (a.s) şöyle
dedi:
...........................................(275)
Eğer tüm perdeler kaldırılsa,
yakinim de fazlalık olmaz.
Bütün bunlara göre
İmamı yanlızca Allah tayin eder ve halk onu tayin edip seçemez.
Zira halk ne kadar ileri görüşlü de olsa yine de o makamı tayin
edemez. Hz. Musa (a.s), o büyük peygamber kendi kavminde 70 layık kişiyi
Tur dağına götürdü. Ama onlar en iyi olmalarına rağmen
Hz. Musa (a.s)a : ...........................................
Allahı bize açıkça
göster dediler. Hz. Musanın seçiminin böyle olduğu bir
yerde halkın seçiminin nasıl olacağı açıkça belli
değil midir?
Herkese açıktır ki,
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a), İlahi ilimlerin tercümanı ve
esrarı bilen kimse idi. Kuran-ı Kerim şöyle buyuruyor:
........................................... (276)
Böylelikle onun vasisi de
eğer böyle olmazsa, Onun yerine oturup hükumet edemez. İmam da,
peygamber gibi Kudsi ruha sahiptir ve bundan dolayı imam olur.
Meselâ eğer bir kalp
uzmanı yolculuğa çıkarsa, kendi yerine kalp uzmanı
koyması gerekir. Önüne gelen herkesi kendi yerine bırakamaz.
Hatta uzman olmayan doktoru diş dokturunun yerine bırakamaz. Hz. Ali
(a.s) şöyle buyuruyor:
...........................................(273)
Biz (Oniki İmam) nübüvvet
ağacındanız ve Peygamberin onların içinden
gönderildiği ailedeniz. Meleklerin geliş gidiş yerleri
orası idi, ilim madenleri ve hikmet çeşmeleriyiz.
Başka bir hutbede
şöyle buyuruyor: .......................................(275)
Biliniz ki, Al-i Muhammed
(s.a.a)ın misali yıldızlar gibidir. Eğer zamanla bir
yıldız giderse, başka bir yıldız doğar (Her
imamın şehadeti ile başka bir imam onun yerini doldurur.)
Bir başka hutbede
şöyle buyuruyor:
(279)
Nerede o kimseler ki, biz Ehl-i
beytten başka kendilerini ilimde sağlam biliyorlar? Onların
yalanları bizlere sitem ve zulümdür. Çünkü Allah, bizleri üstün ve
onları alçak kılmıştır, imameti bizlere vermiş
onlara vermemiştir. Bizleri o makama tayin etmiş ve onları
çıkarmıştır. Din önderleri Kureyş ve
Haşimdendir. Onlardan başkaları vasi olmaya ve hilafeti almaya
layık değildirler.
İmam Seccad (a.s), Kur-ân
hatimi duasında şöyle söylüyor: (280)
Yüce Allahım, sen
Kur-anı Peygamberine özet olarak indirdin Harika ve acaip ilimleri
Ona ilham ettin. Onun tefsirini ise, bize miras olarak verdin. Bizi
Kur-anı bilmeyenlere karşı üstün kıldın ve
kuvvetimizi onunla artırdın. Makamımızı o ilme
tahammül edemeyenden üstün kıldın.
Yüce Allahım kalplerimize
Kur-ânı korumak için liyakât verdin ve rahmetinle onun şeref ve
faziletini bize anlattın Hz. Muhammed (s.a.a) ki, onu biliyordu ve onun
evlatlarına ki, onun iliminin hazinedarlarıdır, selam
gönder.
Bütün bunlardan
anlaşılmaktadır ki; Kur-ana Allahtan ilham alacak bir müfessir
lazımdır. Herkes bu makama layık olamaz. <>Buradan
Ömerin Hz. Peygamberin vefatı anındaki sözünün
yanlışlığı ortaya çıkar. Ömer (kitap bize yeter) dedi.
Açıktır ki,
yanlızca kitap, müfessiri olmaksızın hiçbir yere ulaşamaz.
Örneğin; bir kitap tıp dalında yazılmışsa ve
halkın elinde dahi olacak olursa, bizleri doktora gitmekten alıkoyamaz.
Halka bu kitabı öretecek bir doktor gereklidir. Bundan Peygamber,
şia ve sünnilerin naklettiği Sagaleyn Hadisinde Kur-anı Ehl-i
beyti ile beraber vasiyet etmiştir. Buyurmuştur ki: Kevser havuzunun
başında bana gele ne kadar birbirinden ayrılmazlar. (281)
Pratikte de sabit olmuştur
ki, ömer hilafeti zamanında gerekli hükümleri kitaptan
çıkaramadağı için Hz. Ali (a.s)a müracaat ediyordu ve
şöyle söylüyordu:
(Eğer Ali olmasaydı,
Ömer helak olurdu). Hz. Ali (a.s) çabucak sorunu hallediyordu.
Çünkü kendisi Kuran-ı Natıkidi ve ömeri
kurtarıyordu.
Müteşabih ayetlerin tefsiri
ister istemez imamı o şartla karşılaştırır.
Çünkü imamın fetvası müçtehid gibi değildir ki istinbatta
bulunsun. İmam, imamet ilmi, ledunni ilim ve ilhamlarla fetva verir.
Görülüyor ki, en zor sorular dahi İmamlar (a.s)dan sorulunca, çok
çabuk cevap veriyorlardı. Kur-anın ayetlerinde nerede bir şüphe
olursa, İmam tefsir edip o ayetin nüzulundan Allahın buyruğunu
açıklarlardı.
Hiç bir edebi kanunlara müracaat
etmeden cevap veriyorlardı. Buradan da İmamet makamı Şia
açısından nübuvvetin devamıdır. Bu hükümle.
(Ev halkı evde ne
olduğunu bilir) İmamlar (a.s)da ilham ilmi ile Peygamber (s.a.a) ve
Allah (c.c)ın maksadını bilirler.
Şimdi Şeyh Kuleyni ve
Saduk Abdulaziz b. Müslimden, onun da Hz. Rıza (a.s)dan naklettiği
bir hadisi yazıyoruz:
Abdulaziz b. Müslim
şöyle söylüyor: Hz. Rıza (a.s) yeni Merve gelmişti.
Ben Onun yanına giderek, o günlerde bütün halkın konuştuğu
İmamet meselesini sordum.
Hz. Rıza (a.s) gülerek
şöyle buyurdu: Ey Abdulaziz! Halk anlamamıştır ve
aldanmıştır. Çünkü Allah, Peygamberin ruhunu din
Acaba halk İmamın
makam ve derecesini biliyorlar mı ki, İmamı tayin etsinler?
İmamet makamı o kadar büyük, derecesi üstün ve içeriği o kadar
derindir ki, halk onu eksik aklı ile anlayamaz. Çünkü imamet
makamı o kadar büyüktür ki, nübüvvet ve dostluk makamından sonra
üçüncü etapta Hz. İbrahime (a.s) verilmiştir. Öyle bir
fazilettir ki, ona verilmiş ve övülmüştür.(282)
Bu ayetten sonra imamet
makamı, kıyamete kadar kötülerden
uzaklaştırılmış oldu. İmamet makamı
seçkinlere ve iyilere verilmiştir. Sonra Allah (c.c), İbrahimin
evlatlarına da imameti verip onu saygın yaptı.
...........................................(283)
Ona (ibrahime)
İshakı ve fazladan bir bağış olmak üzere Yakubu
lütfettik; her birini salih insanlar yaptık. Onları emrimiz
uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve
kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı,
zekat vermeyi vahyettik, onlar daima bize ibadet eden kimselerdi.
Böylece imamet onun
evlatlarında idi ve kıyamete kadar onu miras olarak
alıyorlardı. Sonuçta Allah (c.c), onu Hz. Peygambere (s.a.a) miras
bıraktı ve buyurdu:
İnsanların ibrahime
en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve (Ona)
iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.
İmamet Peygamberindi ve O
da Allahın emri ile onu Hz. Ali (a.s)a bıraktı. Sonra onun
imanlı ve ilimli evlatlarına bıraktı. Kuran
şöyle buyuruyor: .......................................
Kendilerine ilim ve iman
verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allahın
yazısında yeniden dirilme gününe kadar kaldınız.
Ehl-i ilim ve iman ayetle
imamlardır. İmamet kıyamete kadar Hz. Ali (a.s)ın
evlatlarındadır. Çünkü Resul-u Ekrem (s.a.a)den sonra
peygamber yoktur. Bu ahmaklar nereden kendilerine imam seçtiler?
İmamet, gerçekte
enbiyanın makamı ve vasilerin mirasıdır. Çünkü
imamet, Allah ve Resulallah (s.a.a)ın hilafeti, Hz. Ali (a.s)ın
makamı ve Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s)ın mirasıdır.
İmamet İslam ve dinin
düzenidir. Dinin hayrı, Müslümanların izzetidir. İmamet,
İslamı yetiştiren kök ve onun büyük dalıdır.
Namaz, oruç, cihad, ganimetlerin çoğalışı, sadakalar,
hududlar ve İslam ahkamları imamın sebebi iledir.
İmam, Allah (c.c)ın
helalını helal ve haramını haram eder. Hükümlerin
icrası ve dinin korunması için kıyam eder. Halkı delil,
burhan ve nasihatla Allah (c.c)ın yoluna davet eder.
İmam, güneş gibi nuru
ile dünyayı aydınlatır. Öyle bir yerdedir ki; eller ve
gözler ona yetişemez. İmam, ay gibi aydındır,
parlaktır. Hidayet yıldızıdır ki; gece
karanlıklarında, şehirlerde ve denizlerde halkı
yönlendirir.
İmam, susuzlar için
tatlı su gibi ve doğruluğun delili, helakete
uğrayanların kurtarıcısıdır.
İmam, halkın içinde
Allahın emridir. Onun halka hüccetidir. Onun şehirlerdeki
halifesidir. Allaha davet edicidir.
İmam, günahlardan uzak ve
ayıplardan münezzehtir. İlim ve sabrı kendileri
almıştır.
İmam, dinin düzeninin ve
Müslümanların izzetinin sebebidir. Kafirlerin ise helâketinin delilidir.
İmam, zamanında birdir
ve kimdir onunla bir olan. Hiçbir alim onunla karşılaşamaz ve
onun gibisi bulunamaz. Bütün faziletler ona mahsustur, hiçkimseye
ihtiyaçları yoktur. Bütün bunlar Allah (c.c) tarafından ona verilmiştir.
Böylelikle imamın makamını
anlayacak veya onu seçip tayin edecek kimdir? Heyhat, bu işte küçükler
sapıklığa, sabırlılar yanlış yola
gitmiş, akıllılar hayrete düşmüş, gözler
zayıflamış, büyükler
Böylece nasıl,
imamın tüm faziletleri ve sıfatları anlatılabilir? Veya
nasıl, imamın işi anlaşılabilir veya bir kimse onun
yerini tutabilir, ona ihtiyacı olmaya bilir?
Hayır bu mümkün
değildir. Öyle ki imam, hakikati halkın elinden uzak ve
sıfatlandırılması mümkün olmayan bir yıldız
gibidir. Buna göre halkın seçimi nerede, imamın seçimi nerede,
halkın aklı nerede, imamın aklı nerede ve imam nerede, onun
gibisini bulmak nerede?
Acaba İmam, Peygamberin
evinden başkasında bulunur mu? Allaha andolsun ki, kendilerini
aldatmışlar ve batılı arzu etmişlerdir. Kötü ve
titreyen bir merdivenden çıkmışlardır. O eksik
akılları ile imam tayin etmek istediler! Allah onları
öldürsün ki, nereye doğru saptılar. Zor işleri irade
ettiler. Yalan söyleyerek uzak bir sapıklığa
kapıldılar. Hayrete düştüler ve açık gözlerle
imamı bıraktılar. Basiret ehli oldukları halde şeytan
kötü amellerini onlara cilveli olarak gösterdi. Allah (c.c)
şöyle buyuruyor:
.......................................
Allahın, Peygamberin ve
Ehl-i Beytinin emirinden yüz çevirdiler.
O halde Kuran onlara açıkça
şöyle buyuruyordu:
..........................
Rabbin dilediğini
yaratır ve seçer onların seçim hakkı yoktur.
Yine şöyle buyuruyor:
.......................................
Allah ve Resulü bir işe
hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi
kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Yine başka bir
ayette şöyle buyurmuştur:
.......................................
Size ne oluyor? Ne biçim hüküm
veriyorsunuz? Yoksa size ait bir kitap var da (bu batıl
inanışları) onda mı okuyorsunuz. Onda
beğendiğiniz herşey sizin için mutlaka vardır (diye mi
yazılı)? Yoksa ne hükmederseniz mutlaka sizindir diye sizin
lehinize olarak
Yüce Allah (c.c) bir başka
yerde şöyle buyuruyor:
...........................
Onlar Kur-anı
düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?
Yoksa Allah kalplerine mühür mü
vurmuş ve onlar bilgisiz kavimlerdir?
.......................................
İşitmedikleri halde
işittik diyenler, şüphesiz Allah katında hayvanların en
kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Allah onlarda
bir hayır görseydi, elbette onlara işittirirdi. Fakat
işitselerdi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi. veya
....................................... işittik ve isyan ettik derlerdi.
Böylece (imamet)
Allahın bir fazlıdır. Kime isterse verir.
.......................................
Nasıl olur onlar imamı
seçerler. İmam öyle bir alimdir ki, çevresi günahlardan
arınmıştır. Zühd, taharet, kuds, ilim ve hikmetin madeni
dir. Hz. Peygamber (s.a.a)in daveti ona mahsus ve Hz. Fatıma
(a.s)ın temiz neslindendirler. Onun ailesinde
ÇOCUK VE ASHAB
1- O
2- ALİ (A.S)İN ASHABI
1- Tarihçiler o hazretin (a.s)
çocuklarını 18i erkek ve 18i de kız olmak üzere, sonuçta
toplam 36 darak değişik rakamlarla yazmışlardır.
Şeyh Müfid ve Allame-i Tebersi, o Hazretin (a.s) 27 çocuğu
olduğunu kaydediyor. Özet olarak onları açıklamaya çalışacağız.
1- Hasan b. Ali (a.s), o
Hazretin (a.s) en büyük çocuğu idi. Onun hayatını
öğrenmek için Hasan Kimdir kitabına müracaat edilebilir.
Aynı yazarın kitabı.
2- Hüseyin b. Ali (a.s), o
Hazretin ikinci evladı idi. Onun da hayatını
öğrenmek isteyen Hüseyin Kimdir kitabına müracaat edebilir.
Aynı yazarın kitabı.
3- Zeyneb-i Kübra (s.a) (Akile),
Hicretin altıncı yılında dünyaya geldi.
Amcasının oğlu Abdullah ile evlenmişti.
4- Zeyneb-i Suğra,
lakabı Ümmü Kulsüm idi. Bu dört tanesinin annesi Hz. Resul-i
Ekrem (s.a.a)in kızı ve Hz. Alinin (a.s) ilk eşi olan Hz.
Fatimet-uz-Zehra (s.a) idi. Hz. Fatime (s.a) hayatta olduğu süre
içerisinde, Hz. Ali (a.s) başka birisiyle evlenmedi.
5- Muhammed-i Hanefiyye
lakabı Ebul-Kasım. Annesi Cafer bin Kays Hanefinin
kızıdır.
6-7- Ömer ve Rugeyye (ikiz)
olarak dünyaya geldiler, anneleri ise Ümmü Habibin kızı
Rabiâdır.
8-9-10-11- Abbas (Hz. Ebulfazlz)
Cafer, Osman ve Abdullah her dördü de Kerbelâda en üstün şehadet
mertebesine nail oldular. Anneleri Hazam b. Halid-i Kelabinin kızı
Ümmül-Benindir. Çocuklarının şehadetinde şöyle
demiş:.............................?
Hz. Ali (a.s),
Ümmül-Benin-ile kardeşi Akilin önerisiyle evlendi. Akîl, Arap
sülalelerini çok iyi bilen biriydi. Hz. Ali (a.s), ona; Bana cesur, kahraman
doğuracak birisini bul diye buyurdu Akil ise Ümmül-Benin-i Kelabi
ile evlen, Arap kabileleri arasında onların babalarından daha
cesur ve kahraman biri yoktur. Hz. Ali (a.s)ın gayesi Hz. Ebulfazl, idi o
kendi kardeşleriyle birlikte İmam Hüseyin (a.s)ın yanında,
Kerbelada şehadet şerbetini içti.
Seyyid Cafer-i Hilli dertli
mısralarla Ebul-fazl (a.s)ın babasından ona miras kalan cesaret
ve kahramanlığını şöyle dile
getirir;...................................................
12- Yahya, annesi Umeysin
kızı Esmadır. Yahya daha küçükken (babasının
şehdetinden önce) vefat etmişti. Esma önce Cafer bin Ebu
Talip ile evliydi. Muta savaşında Cafer şehid olunca, Ebu Bekir,
Esma
13-14- Ümmü-l Hasan ve Ramle
anneleri Urve b. Mesud Sakafinin kızı Ümmü Saiddir.
15-16- Muhammed Asker ve
Abdullah, anneleri Mesudu Darmiyyenin kızı Leyladır.
Bunların her ikisi de Kerbelâda şehit oldular.
17-27- Nefise, Zeyneb-i
Suğra, Rugeyye-i Suğra, Ümmü Hani, Ümmü Kiram, Cemane,
Emame, Ümmü Seleme, Meymune, Hatice, Fatime. Bu çocuklar başka
hanımlardan dünyaya gelmiştir. Ali (a.s), fakat evlatları Hz.
Hasan (a.s), Hz. Hüseyin (a.s), Muhammed Hanefi, Ömer ve Hz. Ebulfazl
(a.s)dan torun sahibi olmuştur.[96]
Hz. Ali (a.s)ın her
durumda, muhabbeti ve itaati yolunda can vermekten çekinmeyen fedakâr has
sahabesi ve Şiaları vardı ve daima o hazretin lütuf ve inayeti
altında bulunmuşlardır. Bunlardan bazıları özellikle
zikredilecektir.
Malikin tarif ve
vasıflarını bu birkaç satırda özetlemek mümkün
olmadığından, biz onun hakkında Hz. Ali (a.s)ın
Mısır halkına yazdığı mektuba işaret etmekle
yetineceğiz. Allah kullarından birini size hükümet etmek üzere
gönderdim o korkulu günlerde yatmıyor; vahşet ve
ızdıraplı saatlerde düşman karşısından
kaçmıyor ve korkmuyor. Kötülere karşı ateşten daha
yakıcıdır. O, Mazheç kabilesinden Malik b. Haristir. Öyle
ise Onu dinleyin ve hakka mutabık olan emirlerini yerine getirin. Zira O
Allahın kılıçlarından bir kılıçtır ki,
keskinliği gitmez. Vuruşu etkisiz ve faydasız değildir.
Evet Malik Allahın kınından çıkmış
kılıcıydı. Ateş saçan bu kılıçla
münafıkların kökünü kazıyordu. Değerli bir makama
sahipti ki, Hz.
İbn-i Ebil Hadid, Nehcül
Belağanın Şerhinde diyor ki: Eğer bir kimse
Allahın Arap ve Acemden (hiç kimseyi Malike denk yaratmamış
olduğuna üstadı Hz. Ali (a.s) dışında) yemin ederse,
yemininde günaha gireceğini zannetmiyorum. Malikin yaşamı
Şamlıları, ölümü de Iraklıları perişan
etti.
Malikin Sıffin
savaşında gösterdiği cengaverlik, kahramanlık ve
cesaret örneği övgülere sığmaz. Muaviye, onu Hz. Ali
(a.s)ın sağ kolu olarak tanımlıyordu. Sıffin
harbinden döndükten sonra Hz. Ali (a.s) Onu (yukarıda
zikredildiği üzere) Mısıra vali tayin etti. Golrum denilen yerde
Nafi tarafından zehirlendi. Onun şehadet haberi Hz. Ali (a.s)
öylesine üzdü ki, o eşsiz insan için çok ağladı ve buyurdu
ki: Allah Malike rahmet etsin, eğer o dağ lsaydı çok azim;
eğer taş olsaydı çok sert olurdu. Onun ölümü
Şamlıları (Muaviye taraftarlarını) aziz,
Iraklıları zelil etti. bundan sonra Malikin bir benzerini daha
göremeyeceğim.
Uveys çok abid ve arif birisiydi.
Tarihçiler Onu sekiz meşhur zahitten biri saymışlardır.
Yemende devecilikle uğraşıyordu, annesinin geçimi Onun
üzerineydi. Hz. Peygamber (s.a.a)i ziyaret için, etmek amacıyla
annesinden Medineye gitmek isin izin içtedi. Annesi; git, ama yarım
günden fazla kalma dedi. Uveys, Medineye yetiştiğinde, doğruca
Hz. Peygamber (s.a.a)in evine gitti. Ne var ki; o sırada Hz.
Peygamber(s.a.a) Medinede değildiler. Uveys birkaç saat sonra -
Resulullah (s.a.a)ı ziyaret edemeden, Yemene geri döndü. Hz. Resul
(s.a.a), Medineye döndüğünde, eve girergirmez; burada gördüğüm
nur kimin nurudur.? buyurdu. Dediler ki Yemenden Uveys isminde bir deveci
gelmişti. Bir müddet kaldıktan sonra geri döndü. Hazret
şöyle buyurdu: Bu nuru bizim eve hediye olarak bıraktı.
Müminlerin meclisinde
Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Onu Nefs-ur Rahman diye anar ve şöyle
buyururdu; ben Yemen tarafından Allahın kokusunu alıyorum.
Selman; Bu şahıs kimdir dedi. Hazret; O Yemenli bir kişidir
ki, Ona Uveys-i Karani diyorlar. Kıyamet gününde yalnız
haşrolacak. Muzar ve Rabia kabilelerinin sayısınca insanlara
şefaat edecek, sizden kim onu görse, benim selamımı ona
iletsin.
Uveys, Sıffin harbinde Ali
(a.s)ın hizmetine geldi ve biatetti. Onun ordusuyla beraber savaşa
katıldı ve o savaşta da şehit oldu.
Hz. Ali (a.s)ın has
sahabilerindendi. O hazretin oğlu yerinde idi. Onun hakkında
Muhammed benim oğlum idi, ama Ebubekirin sülbündendir diye
buyurmuşlardır. Cemel ve Sıffin savaşlarında Hz. Ali
(a.s)ın ordusunda kahramanlıklar yarattı. Ali (a.s)
tarafından, Mısır hakimliğine tayin olundu. Önceden
işaret edildiği gibi Muaviyenin emriyle ve Amr ibni Asın
hileleri sonucu Mısır halkı ona karşı
ayaklandı.Onu öldürdükten sonra, cesedini ölmüş bir
eşeğin karnına koyup, ateş verdiler.
Onun şehadet haberi, Ali
(a.s)ı son derece perişan etti. Zira Muhammed, Ali (a.s)ın
vefalı dostlarından olmasının yanısıra annesi
Esma binti Umeysde, o hazretin zevcesiydi. Muhammed sehit olduğunda, yirmi
şekiz yaşındaydı, yedi yaşında bir çocuğu vardı.
Aşağıda tercümesini zikredeceğimiz şiir Muhammed b.
Ebu Bekire aittir. Ali (a.s)ın hakkaniyeti ve babasına
serzeniş için okumuştur.
- Ey baba biz doğru ve salah
olanı (Ali (a.s)a uyarak) bulduk.
Babası sen olduğun
kimse ziyankâr ve rüsvadır.
- Mercanları tuzlu deniz
suyundan çıkaran Allah.
Beni de senin sülbünden
çıkardı.
- Kadir-i humdaki ahdini unuttun
mu?
Ve o mebus olanın
söyleyip şerhettiği şeyleri...
- Acaba o gün Ahmed (s.a.a)
yerine seni mi vasi tayin etti?
Yoksa Hayber
kapılarını açanımı vasitayinetti?
- Yarınki mahşerde
mazeretin ne olacak (hilafeti gasbettin)
Hakkın açığa
çıkacağı gün yazıklar olsun sana
- Göklerin Rabbinden
üzerine rüsvaylık ve aşağılık gelsin.
Güvercinler ötmeye devam
ettiği müddetçe;
- Ey Fatıma evlâdı,
benim sığınağım sizlersiniz.
Sizinle, benim mizanım
ağır gelecek mahşer günü,
-Sizin dostluğunuz kalbimde
halisane olduktan sonra,
Hangi itin beni nasıl
ısıracağından korkum yoktur.
(Tuhfe-i Nasıri kitabından)
Ali (a.s)ın has
sahabelerinden idi ve o hazretin sevgisini kazanmış bir
şahsiyetti. Ali (a.s)a karşı dostluk ve muhabbeti sabit ve
sadıktı. Sonuçta o hazrete olan muhabbeti nedeniyle, Ubeydullah b.
Ziyad tarafından idam edildi ve o lain Meysemi çok feci bir şekilde
şehid etti. Ali (a.s), önceden onun ibn-i Ziyad tarafından
şehid edileceğini, hatta Meysemin asılacağı
hurmanın dalını bile ona göstermişti. Meysem
arasıra o ağaca su veriyor ve onun dibinde namaz kılıyordu.
O ağaç Amr b. Harisin evine yakındı. Meysem ona Ben sana
komşu olacağım, komşuluk hakkıma riayet et diyordu,
Amrda onun yakınlarda bir ev almak gayesiyle söylediğini
zannediyordu. Ama İbni. Ziyadın emriyle Meysemin idamından
sonra, Amr, Onun o sözden maksadının ne olduğunu
anlamıştı.
Tabiinin büyüklerinden ve Ali
(a.s)ın has ashabından idi ve arifler ona; Emir-ul Mümininin
sırrının sahibi derler. Nitekim kendisi bir şeyin
hakikatini sorduğu zaman Ben senin sırrının sahibi
değil miyim? dedi. Ali (a.s)ın ona talim ettiği Kumeyl
meşhurdur. Haccac ibni Yusuf, Kufe valisi olunca Kumeyli
çağırttı. O Haccacın kendisini öldüreceğini
bildiği için, firar etti. Haccac Kumeylin kavmine ambargo uyguladı.
Bu durum karşısında Kumeyl dedi ki; Ben yaşlandım,
ömrümün sonuna geldiğim bu dönemde
Ali (a.s)ın amcası
oğludur ve o hazretin çok değer verdiği sahabilerindendi.
İbn-i Abbas neseb, fıkıh ve tefsir ilimlerinde nazar sahibiydi.
Bu iftiharı Hz. Emir (a.s)ın yanında, onun talebeliğinden
elde etmiştir. Mevki şinas, basiretli ve ricalin seçkinlerindendi.
Bundan dolayı Sıffinde Hakemeyn olayında Ali (a.s) onu hakem
seçti, ama ordusu tarafından geri çevrildi.
İbn-i Abbas, Ali
(a.s)ın gerçek dost ve şialarından idi. Hazretin
şehadetine çok üzülmüştü. Çok ağlaması nedeniyle
ömrünün sonlarına doğru artık göremez olmuştu. O
halde dünyaya veda etti.
Ali (a.s)ın özel hadimi
idi, Haccac onun yakalatıp sormuş, Sen Alinin kölesi miydin?
diye sorduğunda, Kanber; Ben Allah kuluyum diye cevap verdi ve Ali
(a.s) benim velinimetimdir. Haccac Alinin dininden yüz çevir
dediğinde, Kanber; Sen öylese beni öyle bir dine hidayet et ki,
Ali (a.s)nin dininden üstün olsun diye cevap verdi. Haccac; madem ki Onun
dininden vazgeçmiyorsun, nasıl bir ölüm arzu ediyorsan, söyle
seni onunla öldüreyim dedi. Kanber seçim hakkını sana
bırakıyorum, dedi. Hangi şekilde beni öldürsen, ben de
Kıyamet günü aynı ölümle seni öldüreceğim. Sonuçta
Haccacın emriyle şehadete erdi.
Hz. İmam Sadık
(a.s)dan rivayet edilir ki, Kanber, Ali (a.s)ı çok severdi. O hazret
(a.s) evden çıktığında Kanber de elinde klıç
dışarı çıkardı. Bir gece Ali (a.s); Kanber, niçin
arkamdan geliyorsun?
Hz. Ali (a.s)ı seven muhib
ve has ashabından idi. Bir gün Ali (a.s), ona şöyle buyurdu: Ey
Rüşeyd! Beni Ümeyyenin zinazadesi (ibn-i Ziyad) senin ellerini, iki
ayağını ve dilini kesmek istediği zaman, sabrın
nasıl olacak? Arzetti ki Ya Emirel-Müminin, Sonunda
bağışlanma ve cennet var mı? İmam (a.s)
şöyle buyurdu; Ey Rüşeyd, sen dünya ve ahirette benimlesin. Ve
rivayet edilir ki; Ali (a.s) birgün ashabıyla hurmalığa
gitmişti ve bir hurma ağacının altında oturdular ve
ashab ağaçtan bir hayli hurma toplayarak, hazretin önüne getirdiler.
Rüşeyd; Ya Emirel Müminin bunlar ne güzel hurma böyle diye arzetti.
Ali (a.s), şöyle buyurdu; Ey Rüşeyd, seni bu ağaca
asacaklar. O günden sonra Rüşeyd her gün o ağacın yanına
giderek, onu suluyordu. Bir gün ağacın yanına gittiğinde,
onun bir dalını kestiklerini gördü. Benim ecelim de
yaklaştı galiba diye söylendi. O sırada İbn-i
Ziyadın kölesi gelip, emirin kendisini istediğini
söylemesi üzerine Rüşeyd, İbn-i Ziyadın yanına gitti.
O Lein Mevlan Alinin yalanlarından bana da söyle deyince,
Rüşeyd; Yemin ederim ben yalan söylemem ve Mevlam da yalan
söylememiştir ve bana senin ellerimi, ayaklarımı ve dilimi
keseceğini haber verdi. İbn-i Ziyad; Andolsun ki biz şimdi,
Onun yalanını ortaya çıkarcağız dedi. O anda emir
verdi, Onun elini ve ayaklarını kestiler, ama diline
dokunmadılar. Onu uzuvları kesik halde
çarşısının ortasına götürdüler ve o halkın
azimetlerini haber veriyordu, o zaman ibni Ziyad dilinin kesilmesini de emretti
ve sonra aynı hurma ağacına asarak idam ettiler.
Hz. Ali (a.s)ın halis
dostlarından idi. Sıffinde zorlu çatışmalara girdi,
Sıffin dönüşünde Kufede vefat etti. Sehl Resulü Ekremin(s.a.a)
zamanında da gazvelere katılmıştı. Uhutta Peygamber
(s.a.a)ın etrafında etten ve kemikten siper oluşturarak, o
Hazreti(s.a.a) savunanlardan biriydi. Güvenilir kişilerdendi. Hz. Ali
(a.s), Cemel savaşı çin Basraya hareket ettiği zaman, Onu
Medinede kendi yerine bırakmıştı.
Bu iki kardeş de Ali
(a.s)ın ashabından idiler. Zeyd Cemel savaşında şehit
oldu. Muaviye Kufeye geldiğinde Sasaa Muaviyeye gönlüm seni halife
olarak görmek istemiyordu dedi. Muaviye şöyle dedi; Şimdi
ki beni halife olarak kabul ediyorsun, minbere çık ve Aliye küfr et.
Sasaa minbere çıktı ve
Ey halk!, dedi Muaviye, bana şöyle dedi, ama ben Muaviye ve onun
gibi Aliye lanet okuyanlara lanet, mesciddekiler de amin dediler.
Ammar, Ömer zamanında
Kufe valisi idi ve Kufede Ali (a.s)nin faziletlerini anlatıyordu.
Ömer bunu işitince, Onu azletti. Ammar, Medineye gelince, Ömer
Azledildiğinden dolayı üzgün müsün? diye sordu. Ammar; zaten senin
tarafından mensub olmaktan dolayı memnun değildim, şimdi
azledildiğime nasıl üzüle- bilirim! diye cevap verdi. Ammar,
Sıffinde canla başla çarpışarak, şehit oldu. O zaman
yaşı doksanın üzerinde idi. Ali (a.s), onun ölümüne çok
üzüldü.
Hz. Ali (a.s)ın
Hıcr-ibni Adiy, Kays ibni sad, Adiy bin Hatem ve bunların emsali bir
çok sahabeleri vardı. Hepsi de o hazretin yanında güvenilir ve itimad
edilir kişilerdendiler.
HZ. ALİ (A.S)IN SÖZLERİNDEN:
1- NEHC-ÜL
BELAGADAN
2- GÜRER-ÜL HİKEMDEN
3- MANZUM
SÖZLERDEN
1- Tevhid: Allah (c.c)ı
vehim ve düşünceye getirmemenden ibarettir. (Yani, Allah vehim ve hayali
surette cisim olmaktan münezzehtir) ve Adil onu itham etmemekten ibarettir.
(Yani, Onu layık olmayan amelden uzak bilmelisin).
2- Elbette her bir nimette
Allaha ait bir hak vardır (karşılığında
şükür ister). Öyle ise herkim o hakkı (şükrü) yerine
getirse, Allah o nimeti ona fazlalaştırır ve kim nankörlük
ederse, Allah nimetini oradan esirger.
3- Düşmana galip
geldiğin zaman, zafer nimetine şükür olarak onu affet.
4- Çaresiz ve rulme
uğramış birinin imdadına yetişmek ve onu durumdan
kurtarmak, büyük günahların keffaresi olarak hesaplanır.
5- Ey Ademoğlu! Rabbinin
birbiri ardınca sana ihsan ettiği nimeti ve byana
karşılık şükür yerine emirlerine masiyet, günah ve
laubalilik ile cevap veriyorsan, öyle ise onun gelecek olan azap ve
cezalandırmasından korkmalısın.
Zira, nimetlerin
peşpeşe gelmesi, günahın daha çok olduğuna,
dolayısıyla azap ve işkencenin de aynı oranda
büyüklüğüne işarettir.
6- Ömrün geçmesi ve
yaşın ilerlemesiyle dünyadan yüz çevirip, ölüme
yaklaştığın ve ölümün de geldiği anda bu
görüşme çok çabuk gerçekleşecektir.
7- Zühdün en iyisi, onu
halkın nazarından gizlemektir.
8- En şerefli ve güçlü
servet, istek ve arzuları terketmektir.
9- Ahmak adamla dostluktan uzak
dur. Çünkü o sana faydalı olmak isterken (aklının
azlığı nedeniyle), zarar verir. Cimri adamın
dostluğundan da uzak dur. Zira ondan birşey isteyecek olsan, kendini
senden daha biçare gösterecek; kötü yolun adamıyla (facirle)
dostluktan çekin ki, seni bir hiç uğruna satar; yalancı ile
dostluktan uzak dur ki, o aynı serap gibidir ki uzağı
yakın, yakını uzak göstererek seni aldatır.
10- Akıl sahibinin dili
gönlünün ardındadır ve ahmağın gönlü dilinin
ardın dadır. (Yani, akıl sahibi önce düşünür, sonra
gerekli olanı söyler, ama ahmak önce konuşur, sonra onun
fikrine düşünür).
11) Allah yanında, senin
günah ve kötü amellerinden pişmanlık duyarak, üzüntülü kederli
olman, seni ucb ve kendini beğenmişliğe itecek olan iyi
amellerinden daha üstündür.
12- İşlerde
başarılı olmak, ihtiyat ve geleceğe yönelik tedbir
olmakla mümkündür. İhtiyatla iş yapmak, fikir ve düşünce
gücünden kaynaklanır. Görüş ve fikir sahibi olmak ise sır
saklamakla elde edilir.
13- Kerim bir kimsenin
açlığı zamanında ye leim (başkalarını
incitmeyi adet edinen cimri, aşağılık insan) in
doyduğu zaman heybet ve hamlesinden korkun.
14- Her kim
düşmanını tuzağa düşürmek ve galip gelmek için daha
güçlü ise, affetmesi ve bağışlaması daha iyi olur.
15- Akıl gibi servet,
cahillik gibi fakirlik, edep gibi miras ve meşveret gibi destek ve
yardımcı yoktur.
16- Dünya halkı uykuda
seyreden bir kervan ehline benzer (ve ömürleri tükenip onların
yaşamına son verildiği zaman uyanacaklar ama bu
uyanışın onlara bir yararı olmayacaktır).
17- Namuslu olmak, fakirin,
şükretmek de zenginin ziynetidir.
18- İnsanın aklı
kamileşttiği zaman sözü azalır. (Çok konuşmak
aklın zaafını gösterir).
19- İnsanın her
çektiği nefes, ölüme doğru atılan bir adımdır.
20- Kim Allah ile arasında
olanı ıslah etse, Allahda onunla halkın arasını
ıslah eder. Ahiret işlerini ıslah edenin, dünya işlerini
Allah ıslah eder. Bir kimseye kendi nefsinden bir nasihat edici olsa,
Allah tarafından ona bir muhafız tayin edilir.
21- Dünyanın hali
yılana benzer, dışı yumuşak, içi öldürücü
zehirdir. cahil ve aldanmış kişi ona gider, bilgin ve
akıllı ondan uzak durur.
22- İki amel arasındaki
ihtilaf ve uzaklık ne kadar da çoktur. Biri bir ameldir ki lezzeti
gitmiş, zararı kalmış (eehvani lezzet gibi) ve diğer
(ibadet) de zahmeti gitmiş, ücreti baki kalmıştır.
23- Yaratıcının
azameti, senin gözünde mahlukatı küçük gösterir.
24- Allah tarafından bir
melek hergün şöyle nida eder: Ölmek üzere çocuklar edinin,
yokluğa doğru gitmesi için toplayın ve harap olmak üzere binalar
yapın.
25- Bir kimse dostunu üç
şeyde himaye etmezse onun dostu değildir. 1- Şiddet ve zorluk
anında, 2- O olmadığı yerde, 3- Ölümünden sonra.
26- Birkimseye dört şey
verilse, dört şeyden mahrum kalmaz: 1- Kendisine dua etmek
muvaffakiyeti verilse, onun kabul olmasından mahrum kalmaz. 2- Tevbe
yolunun gösterildiği kimse, onun kabulünden nasipsiz kalmaz. 3-
İstiğfar eden bağışlanmaktan ümidini kesmez. 4-
Kendisine şükretmek nasib olan, nimetin fazlalığından
mahrum kalmaz.
27- Sadaka vermek yoluyla
(Allahın rahmet ve kerem katından) rızkınızı
kazanınız. Bir kimse verdiğinin
karşılığını bulduğuna yakin edince,
bahşiş etmekte eli açık olur.
28- Sabır ve
dayanıklılık musibet miktarında verilir. Bir kimse zorluk
zamanında takatsizlik göstererek, elini dizine vurursa mükafatı
zayi olur.
29- Kişi dilinin
altında gizlidir. (Sohbet etmeyinceye kadar aybı veya marifeti belli
olmaz).
30- Kendi değerini bilmeyen
kişi helak olmuştur.
31- Sabırlı ve
tahammüllü adam, zaman uzun olsa bile zaferi elden vermez.
32- Bir kimse bir grubun
işlerinden razı olursa, o işe bizzat katılmış hükmündedir ve herkim
batıl bir işe katılsa, iki günahı vardır biri amelinin
günahı, diğeri o işe olan rızayetidir.
33- Ey millet,
konuştuğunuzu işiten, kalbinizde gizlediğinizi bilen
Allahtan korkunuz ve ölmeden önce ahiret
azığınızı hazırlayın ki, eğer ondan
kaçsanız sizi bulur, dursanız sizi alır, eğer
unutsanız size hatırlatır.
34- Kim kendini iftira ve
töhmet edilecek duruma getirse, onun hakkında kötü
düşünenleri kınamaya hakkı yoktur.
35- Kim kendi görüşü
doğrultusunda gitse helak olmuştur. başkala rıyla
meşveret eden, onların aklına ortaklık etmiştir.
36- Günahı terketmek, tevbe
etmekten daha kolaydır.
37- Her kaba birşeyler
konuldukça hacmi küçülür Ama akıl ve zihin kabı hariç ki; ne kadar
ilim doldursan, hacmi o kadar genişler.
38- Ölmeden kendini hesaba
çeken yarardadır ve ondan gaflet eden, zarar etmiştir. Allahtan
korkan (çekinen), emin olur, nasihat alan görüş sahibi olur,
görüş sahibi anlar ve anlayan alim olur.
39- Zamanın
değişmesiyle, kişilerin cevheri belli olur.
40- Allah kullarına
zulmetmek, hesap günü için kötü bir azıktır.
41- Kerim olanın en
şerefli işi bildiği şeye göz yumması ve
gafletidir.
42- İman kalp ile inanmak,
dil ile ikrar ve cevarih ve aza ile ameletmektir.
43- Bir grup ücret ve sevap için
Allaha ibadet ederler, bunların ibadetleri tacir ibadetidir. Bir grup
cehennem korkusu ile ibadet ederler, bunların ibadeti de köle
ibadetidir. Bir grup da sırf Allahı ibadet ve tapınmaya
layık bildiği için Ona ibadet ederler, işte bu hür
insanların ibadetidir.
44- Mazlumun zalime hesap
soracağı gün, zalimin mazluma zulmünden çok daha çetindir.
45- Az da olsa Allahtan çekin ve
kendinle Allah arasında çok ince de olsa bir perde karar kıl.
46- Allahın her bir nimet
için bir hakkı vardır, eğer kul şükr ederse onu
çoğaltır ve eğer gaflet ederse, o nimet zail olur.
47- Ey Ademoğlu,
gelmemiş günün (yarının) rızkını düşünüp
kendini üzme, zira eğer o gün ömrün olsa yaşasan, Allah o günkü
rızkını gönderecek.
48- Senin hakkında
hüsnüzannı olana, onun bildiği gibi davran.
49- Allahı, irade ve
kararların iptali ve müşkülleri kolaylaştırmasıyla
tanıdım.
50- Dünya hayatının
acılığı ahiretin tatlılığı ve
dünyanın tatlılığı ahiretin
acılığıdır.
51- Ey insanoğlu, kendi
nefsinin vasi ve mirasçısı ol! Ölümünden sonra vasilerin
yapmalarını istediğin şeyleri kendin (ölümünden
önce) yerine getir.
52- Fakir ve yoksul
düştüğünüzde, sadaka vererek, Allah ile ticaret yapın.
53- Uzun yolculuğu
hatırlayan, yol azığını da (ecel yetişmeden)
hazırlamalıdır.
54- Eğer Allah, halka günah
ve isyanlardan uzak durmalarını emretmeseydi bile, Onun nimetlerine
şükür olsun diye emirlerinin dışına çıkmamak
gerekirdi.
55- İbret ve nasihat verici
şeyler, ne kadar çok ve ibret alanlarsa ne kadar azdır.
56- İnsanlar dünyanın
çocuklarıdır. Hiç kimse annesini sevmekten dolayı
kınanamaz.
57- Fakir ve miskin Allahın
elçisidir. Onu reddeden Allahı reddetmiştir ve ona birşey veren
Allaha vermiştir.
58- Kulun Allahın elinde
olana itimadı, kendi elinde olana galebe etmezse, imanı sadık ve
doğru değildir.
59- Gizli yerlerde günahlardan ve
itaatsizlikten çekinin. Zira şahit olanın kendisi hükmedecek!..
60- Allahın nimetlerinden
günah yolunda yararlanmaktan kaçınmanız sizin için gerekli olan en
küçük iştir.
61- Halkın elinde olana
itina etınemek, en büyük zenginliktir.
62- Eğer insan ecelini ve
gideceği yeri görse, uzun emele ve onun yalanına düşman
kesilirdi.
63- Herkesin malının
iki ortağı vardır: Biri varisi, öteki olaylar.
64- Günahların en çirkini,
sahibinin küçük saydığı günahlardır.
65- Ayıpların en
büyüğü, başkaları için ayıp bildiğin şeyin sende
olmasıdır.
66- Cimrilik, bütün kötülük
ve çirkinliklerin toplayıcısıdır. İnsan onun sebebiyle
her kötülüğe çekilir.
67- Sonu ateş olan
hayır, hayır değildir ve sonu cennet olan şer ve azap da
şer değildir. Cennete oranla her nimet küçük ve cehenneme nisbeten
her bela afiyet ve rahatlıktır.
68- Allahın yanında
olanı taleb etmek arzusuyla zenginin fakire karşı tevazu
göstermesi ne güzeldir. Bundan daha iyisi Allaha tevekkülleri nedeniyle
fakirlerin zenginlere itina etmemeleridir.
69- Herkim
batınını temizlerse, Allah onun zahirini güzelleştirir ve
herkim din ve ahiret için çalışırsa, Allah onun dünya
işlerini düzene koyar.
70- Aklından sana
erişen fayda olarak, hidayet ve sapıklığı ayırdetmek
de yeterlidir.
71- Sabır insanı
örten bir perde, akıl keskin bir kılıçtır. Öyle
ise ahlâkındaki ayıpları sabrınla ört ve heva-i
nefsini akıl kılıcıyla öldür.
72- Kulun iki haslete
(sıhhatli ve zengin olmasına) itimad etmesi yakışmaz. Zira
salim ve azifetteyken hasta olduğunu veya zenginken fakir
düştüğünü görürsün.
73- Kıyamet günü en büyük
hüsrana uğrayacak kişi, haram yoldan kazandığını
miras bırakan ve varisi o malı Allah yolunda infak eden kişidir.
İkinci adam (varis) o mal sebebiyle cennete dahil olurken, miras
bırakan cehenneme dahil olacaktır.
74- (Nehyolunanlara amel
ettiğinizde) lezzetlerin geçeceğini ve günah ve kötü
sonuçlarının kalıcılığını düşünüz.
75- Herkim büyük günahları
küçük saysa, Allah onu büyük musibetlere düçar eder.
76- Nefsi yüce olan için
şehvani arzular hakir olmuştur.
77- İki aç var ki doymak
bilmez: Biri ilim düşkünü, diğeriyse dünya.
78- Cahil daima ya ifrat ya
tefrit halindedir.
79- Allah (c.c) cahilden ilim
öğrenmek için ahit almadı, alimden de öğretmek için
alsın.
80- Fahr ve gururunu bir kenara
at, kibrini kır ve kabrinin dar ve karanlığını
düşün.
1- Fitnelerin en büyüğü
kendini dünyaya kaptırmaktır.
2- İlim, fani ve yokolmaz
büyük bir hazinedir.
3- Din kökü İlahi
taktire varan bir ağaç misalidir ki, neticesi teslim ve rızadır.
4- Allah yolunda cihad, dinin
direği ve salihlerin yolu (yaşamtarzı)dur.
5- Allahın kaza ve kaderine
razı olmak: Büyük musibetleri kolaylaştırır.
6- Uzun emel ölümü
yaklaştırır ve insanı hedefinden
uzaklaştırır.
7- Akıl sahibi ihtiyacı
dışında veya hak için delil getirmek dışında
konuşmaz ve ahiretini ıslah dışında bir işle
uğraşmaz.
8- Allahın azabından
korkmak, muttakilerin huy ve siresidir (yaşam
mantığıdır).
9- Mümin daima
günahlarından dolayı kederli, bundan başına gelebilecek
belalardan korkulu ve Rabbinin rahmetine ümitlidir.
10- Allah korkusuyla ve Onun
dergâhından uzak kalmak endişesiyle ağlamak ariflerin
ibadetidir.
11- Korku, hırs ve cimrilik
birtakım kötü huylardır ki, Allaha karşı su-i zan
onları bir yerde toplamıştır.
12- Akıl sahibi
sustuğunda tefekkür eder, konuştuğunda zikreder ve
bakışıyla ibret alır.
13- Saadetli kimse
akıbetinden korkar, sonra emin olur ve sevabı ümid ederek iyilik
eder.
14- Zühd, uzun emeli terketmek,
amelde de ihlâslı olmaktır.
15- İlim, maldan
hayırlıdır. İlim seni korur, malı ise sen korursun.
16- Nefsani şehvetler
karşısında sabır, iffettir; gazaba karşı
sabır büyüklüktür ve günahlara karşı sabır vera ve zühddür.
17- Müttakiler ameli temiz,
gözleri yaşlı ve kalpleri korkulu kimselerdir.
18- Bir kimseyi denemeden ondan
emin olmak; aklın azlığındandır.
19- Sabır iki
kısımdır: Belalara karşı olanı iyi ve güzeldir.
Bundan daha iyisi harama düşmemek için sabretmektir.
20- Allah korkusuyla
ağlamak, kalbi nurlandırır ve günaha yönelmekten
alıkoyar.
21- Sözü söylemeden o
senin mahkumundur, söyledikten sonra, sen ona mahkumsun.
22- Tevbe kalp ile
pişmanlık, dil ile af dilemek ameli ile kötülükleri terketmek
ve günah işlememeğe niyyet etmekten ibarettir.
23- Üç şeyde ünsiyet ve
sükunet vardır: Uyumlu eş, iyi huylu evlat ve uyumlu dost.
24- Adalet; zulmettiğinde
kendini hesaba çekmen, fazilet ise; güç bulduğun zaman affetmenden
ibarettir.
25- Kulun dünyada Allahtan
korkması, ahirette bundan emin olmasını sağlar.
26- Sana kötülük yapana
iyilik et ve zulmedeni affet.
27- Doğruluk ve emanete
dikkat et ki onlar hayırlıların yolu ve yordamıdır.
28- Emaneti sana verene teslim et
ve hıyanet edene hıyanet etme.
29- Misafirin
aşağılık biri de olsa, ona değer ver ve emir de olsan
baban ve öğretmenine ihtiram olsun diye, önlerinde ayağa
kalk.
30- Dünyaya ondan elçekmiş
bir zahit gibi bak, kalbini kaptırmış âşıklar gibi
değil.
31- Kendini başkalarına
nispeten ölöü yap. Kendin için sevdiğini onlar için de sev ve
kendi kabul etmediğini onlar için de kabul etme, sana iyilik edilmesini
istediğin gibi, sen de iyilik et; zulme uğramak istemediğin gibi
zulüm de etme!
32- Kendi içinde kendine bir
bekçi karar kıl ve kendi dünyandan ahirete bir şeyler hazırla.
33- Sizden öncekilerden
ibret alın. Sizden sonrakiler sizi ibret edinmeden.
34- Bedenleriniz dünyadan
çıkmadan önce, dünya sevgisini kalbinizden çıkarın, sizler
başka bir dünya için yaratılmışsınız, burada
sadece denenmektesiniz.
35- Her zaman Allahı
hatırlayın ki; Onu anmak kalbi aydınlatır ve zikir
ibadetlerin en güzel ve üstün olanıdır.
36- Ahiret
azığının toplandığı ve sırların
ortaya çıktığı o gün için çalışın.
37- Sahibi sorulduğunda
utanıp inkâr edilen işleri yapmaktan kaçın.
38- Dünyayı imar ve ahireti
harap eden her işten kaçın.
39- Fasık, facir ve
dindüşmanlarıyla arkadaşlıktan uzak dur.
40- Dünyadan kork, çünkü o
şeytanın tuzağı ve imanı yokeden şeydir.
41- Kötü amelden sakın,
o ismini lekeler ve günahını çoğaltır.
42- Söz taşımaktan
kaçın, o kalplerde kin beslemene halk ve Allahdan uzaklaşmana neden
olur.
43- Zulmetme! Zira o
günahların en büyüğüdür. Zalim kıyamet günü hakettiğine
mutlaka erişecektir.
44- Dünyaya dostolmaktan uzak
dur. O bütün hata ve belaların başıdır.
45- Cennet gibi ist-eyenleri
uykuya dalmış dan bir nimet ve cenennem gibi çekinenleri
aldırışsız olan bir asap yörmedim.
46- Bilin ki; sizin için iki
şeyden korkuyorum: Nefsi isteklere uymanızdan ve erişilmesi zor
arzulara dalmanızdan.
47- Bilin ki; ümit ve arzularla
dolu geçirdiğiniz bu günlerin sonunda ölüm var. Öyle ise, kim bu
günlerde iyi ameller yaparsa, ölümünden sonra ameli ona faydalı
olacaktır.
48- Halkın en iyisi, onlara
en çok yararlı olanıdır.
49- İbadetin en üstünü
batın ve fercin iffetidir.
50- Halkın en güçlüsü, kendi
nefsine karşı güçlü olandır.
51- Halk içinde ölümü az
düşünenlerin erşilmeyecek arzusu çok olur.
52- Halkın en
ahmağı, kendini onların en akıllısı zannedendir.
53- Hikmetin en üstünü,
insanın kendini tanıması ve kendi makamına vakıf
olmasıdır.
54- İmanı en güçlü olan,
Allaha tevvekkülü en çok olandır.
53- En bedbaht insan, dinini
başkasının dünyasına satandır.
56- En üstün insan, alim
olduğu halde cahil görünümü ve kerim olduğu halde basit insan
hali ve iyi işler peşinde olduğu halde kötü iş sahibi
olduğu nisbeti ona verilen insandır.
57- Zenginlerin en güçlüsü, dünya
malına düşkün olmayandır.
58- Halkın en
akıllısı, ayıbını gören ve
başkalarının ayıbına gözuymandır.
59- Halkın en
şanslısı dünyayı terkeden ve ahiret için amel edendir.
60- Nefeslerin ömrünün son
ganimetleridir. Seni Allaha yaklaştıracak amellerle meşgul
olmadan onları tüketme!
61- İnsanın nefsi, onun
kötülük ve fahşaya emreder. Öyle ise kim onu emin bilse, nefsi
ona hıyanet edecek, kim nefsine güvense, onu helak edecek ve kim nefsinden
razı olursa onu en kötü yere sürükleyecektir.
62- Allah yanında mazlumun
duası makbuldur. Çünkü o hakkını talep eder. Allah
adaleti gereği hakkı sahibine döndürmeye daha
layıktır.
63- Allah, dünyayı seven ve
sevmeyen herkese insan eder ama dini sadece onu sevenlere verir.
64- Akıllı kimse
yarınını düşünen ve nefsini bağlardan kurtarmaya
çalışan, kaçış ve kurtuluş yolu olmayan o gün için
çalışandır.
65- Allah nezdinde halkın en
üstünü aklını (ilim ve takva ile) ihya etmiş olan, şehvetini öldüren ve uhrevi
işler için nefsini zahmete sokandır.
66- Allah sevdiği kulu,
kendi muhabbetiyle meşgule der.
67- Öğrenmek için sor,
imtihan için sorma. Zira öğrenmeye çalışan cahil, alim
gibidir, imtihan (başkalarını küçük düşürmek) için
çalışan alim cahil gibidir.
68- Ölüm zorluğu gellip
çatmadan ona hazır olun, o gelmeden siz onukarşılayın.
69- Allah kullarına
zulmetmek. Hesap günü için kötü bir azıktır.
70- Kuran ayetleri üzerinde
tedebbür edin ve ders alın, çünkü o en güzel ibretlerle doludur.
71- Cimrilik ve nifaktan uzak
durun, zira bu ikisi ahlak-ı rezaletlerin en kötülerindendir.
72- Alimden bilmediğini
öğren ve bildiğini bilmeyene öğret. Bunu yaparsan,
bilmediğini öğrenmiş, öğrettiğinden de
yararlanmış olursun.
73- Takvanın semere ve
meyvesi, dünya ve ahiret saadetidir.
74- Müminin ziyneti üç
şeydir: Takva, doğrusözlülük ve emaneti eda etmek.
75- Yalandan kaçının
ki, o imanı uzaklaştırıcıdır.
76- Vera ve hikmet ehliyle otur
ve onlarla çok konularda tartış ve bahisler et ki bilmediğini
öğrenmiş, bildiğini de fazlalaştırmış
olursun.
77- Kulun Allaha hüsn-ü
tevekkülü, Allaha yakini miktarındadır.
78- Hüsn-ü zan, amelde
ihlaslı olmakla mümkündür. Allaha ümitvar olun ki, O
ayağınızın kaydığı noktalarda affedicidir.
79- Güzel ahlak muhabbet saçar ve
dostluğu tahkim eder.
80- Dünya dostluğu aklı
fasit eder ve kalbi hikmet işitmekten sağır eder. Sonuçta
acı azaba düçar eder:
81- Zaferin tadı,
sabrın acısını yokeder.
82- Dünyayı terketmek
suretiyle ahireti elde edin, ama dini terkederek dünyayı elde etmek
peşine düşmeyin.
83- Hesaba çekilmeden önce
kendinizi hesaba çekin, ölçülmeden önce kendinizi ölçün.
84- Halkın en üstünü
hırsı kalbinden söküp atan ve Allah için nefsiyle
savaşandır.
85- Dünyadan kendine yetecek
kadarını al, seni yoldan çıkaracak miktarına gözünü
yum.
86- Allahtan kork ve rahmetine
ümit bağla ki korktuğun şeyden seni emin kılsın ve
ümid ettiğine ulaştırsın.
87- Allahı anmak takva
sahibinin saadeti ve yakin sahibinin lezzetidir.
88- İstekleri az ecele
hazırlıklı, vakti ganimet sayan ve ameliyle azık hazırlayan
kula Allah rahmet etsin.
89- İmanın
başı güzel ahlak, batını temizlik ve doğruluktur.
90- Nefsi heva ve hevesten uzak
tutmak cihad-ı ekberdir.
91- Alimin
sapıklığı, geminin kırılması misalidir, hem
kendisini hem de beraberindekileri garkeder.
92- İnsanın ahiret
yolculuğundaki azığı takva ve ve zühdtür.
93- İyilerin yöntemi,
yumuşak sözlü olmak ve selamı yaymaktır.
94- Müminin saadeti ibadetinde,
üzüntüsü de günahıyladır.
95- Allaha ibadet için gece
uyanmak, Allah dostlarının baharı ve kutlu insanların gül
bahçesidir.
96- İmanını
şek ve şüphelerden koru. Zira şek ve tereddüt tuzun balı
öldürdüğü gibi, imanı öldürür.
97- Sana vakar kazandıran
suskunluk, seni utandıracak sözden hayırlıdır.
98- Allah korkusuyla nefsini
kontrol edene, gizli ve aşikar Rabbine ibadet edene ne mutlu.
99- Her işi (ameli, ilmi
sevgisi, buğzu, alış verişi, konuşması ve
susması) Allah için temiz ve halis olana ne mutlu.
100-
Allahtan çekinmeyi kendine şiar edinene istek ve arzuları yalan
layana ve sapık yollardan uzak durana ne mutlu.
101-
Hevaperestlik aklı yokeder.
102-
Namazda kunut ve secdeleri uzatmak insanı ateşin azabından uzak
tutar.
103-
Herkim geçici dünya yurdunu, ebedi ahiret yurduna tercih ederse, kendine
zulmetmiştir.
104-
Şehvet ve lezzetler zahir olduğu zaman takva sahibi belli olur.
105-
Ölenleri göre görüp deölümü unutana şaşarım.
106- Ey
dünya sen ancak hilelerini ve kötü planların bilmeyenleri
aldatabilirsin.
107-
İsteklerini kısıtla ki ömrün azdır, iyilik yap, çünkü
onun azı da çoktur.
108- Nice
küçük lezzetler var ki, insanı büyük derecelerden alıkoyar.
109-
Kendi nefsini ıslah edemeyen, başkasını nasıl
ıslah edebilir?!
110-
Kişinin ömrünü, kendine necat ve kurtuluş bahşetmeyecek
şeylerle tüketmesi, gaflette olduğuna delil olarak yeter.
111-
İyiliği emret, kötülükten nehyet; hayra amel et ve şerre
mani ol.
112-
Güneş geceyle birararaya gelemeyeceği, gibi Allah sevgisi ile dünya
sevgisinin de bir arada (bir kalpte) olması mümkün değildir.
113-
Müminin üç alameti var: Doğruluk, yakin, isteklerinin az ve kısa
olması.
114-
Nefsiyle cihad etmeyene, cennet kapıları hiçbir zaman
açılmayacaktır.
115-
Eğer gökler ve yer bir kimse için daralsa
(sıkıntısı çok büyük olrsa), o da takva üzere hareket
ederse, Allah ona bir çıkış yolu nasib eder ve ummadığı
yerden onu rızıklandırır.
116- Kim
Allaha tevekkül ederse, Allah ona yeter ve Onu ihtiyaçsız kılar.
117-
Ölümü çok düşünmen, dünyanın hile ve yalanlarından
kurtulmuş olur.
118-
Akıl sahibine alimlerle çok oturmak, kötü ve facirlerden uzak durmak
daha çok yakışır.
119- Hç
kimse dünyevi isteklerinden vazgeçmedikçe, uhrevi isteklerine ulaşamaz.
120-
Zenginlik ve rahatlığından dolayı sevinme, fakir ve
sıkıntıda olduğuna da üzülme. Zira Altın, ateş
ile denenir, mümin de zorluklara tahammülü ile.
(1)
Ey kendisinden gayrı
sığınağım olmayan,
Senin azap ve ikabından
affına sığınıyorum.
Ben kötün günahlarını
ikrar eden kul,
Ve Sen, hem büyük, ihtiyaçsız ve
bağıştayan Rab.
Demek bana azabın, günahımdan
dolayıdır,
Ve affedersen eğer, sen buna daha
layıksın.
(2)
Eğer birgün zora düşersen,
tahammülsüz olma,
ki uzun zamandır kolaylık
içindeydin.
Ümitsiz olma ki, gerçekte yes
küfürdür,
Ümit edilir ki, kısa zamanda
ihtiyaçların giderilsin.
Rabbine karşı su-i zandan
çekin,
Allah güzel olanı yapmaya daha
layıktır elbet.
Zorluğun peşindeki
rahatlığı gördün mü?
Allah sözü söylenenlerin en
doğrusudur.
(3)
İnsanları dört grupta
teşhis ettim.
Onların hali belli ve
apaçıktır,
Onlardan birinin dünyası dar ve
sıkıntılı,
Onu takib eder ahireti fahire.
Onlardan biri de dünyası
mahmudedir,
Onun için bundan sonra yok ahiret.
Bir grup hem erdi, her iki feyze birden
Ve o, dünya ile ahireti
toplamıştır.
Biri de onlardan günahkardır zayie
der,
Ne dünya var bunlar için, ne ahiret.
(4)
Bir kişi altmış yıl
ömür sürse,
Onun yarısını geceler
alıp götürür.
Onun da yarısı gaflet ve
cehaletle geçer,
ki bu müddet içinde daha
sağını solunu bilmez.
Ömrün üçte biri de, istek ve
arzularla,
Ve iş güç ve aile geçimi ile heder
olur.
Geri kalan ömrü de hastalık,
yaşlılık,
Ve derken göçetmek sonuçta
dünyadan, irtihal!
Demek kişinin uzun ömür talebi
cahilliktir.
Bunun bir kısmı bu misalde
zikredildi.
(5)
Nefsini süslü görüntülerden uzak
tut,
Onu güzel olana mecbur et ki,
hakkında güzel söz söylensin,
Eğer ki bu gün rızkın
azaldı yarına kadar sabret.
Şayet sıkıntı
anları, üzerinden kalkmıştır.
Gönlü zengin olan azizdir,
malı az olsa da.
Ama mal zengini, gerçekte zelildir.
Tereddütlü şahsın
dostluğunda fayda yoktur,
Çünkü rüzgâr hangi tarafa
meyletse, o da meyleder.
Cömert, ihtiyacın
olmadığı halde sana bahşedendir.
Sendeki fakirlik yükünü azaltmak niyeti
olsa o cimridir.
Saymak istesen, dost ne kadar çok,
Lakin zorluk günlerinde, çok azdır
onların sayısı.
(6)
Huyu şerif ve aziz olan insan,
Güzel ve faziletli edeple süslenir.
Dünya hırısı ve
tamahı az olan,
Eminlik elbisesini üzerine
giymiştir.
Eğer zaman hile yapsa sabret,
Allahtan yardım dileğiyle iyi
huyluluğa devam et.
Zillet ve aşağılık
evinde sükunet etme,
Ki, zillet, aşağılık
ve küçük düşmekle birliktedir.
Eğer kerem sahibi, sana eta etse,
Ona güzel bir dil ile teşekkür et.
(7)
Allahın nice gizli lütufları
var ki;
Onun gizliliği zekilerin fehminden
de saklıdır.
Nice genişlikler, zorluklardan
sonra gelir,
Gam ve kederleri mahzun kalpten silip
atar.
Eğer bir gün çare bulmak zor olsa,
Vahid ferd ve Ali olana itimad et
Peygamber (s.a.a)e tevessül et ki;
Ona tevessülle, her zorluk
kolaylaşır.
Büyük bir iş karşına
çıksa takatsiz olma,
Allahın nice gizli lütufları
onda saklıdır.
(8)
Kendini aç tut, o takvalının
amelidir,
Açlık miktarı
uzadığında rızıkla doyurulur.
Küçük günahlardan uzak dur, mürtekib
olma,
Zira o küçük günahlar, bir gün
toplanacaktır.
(9)
Dünyevi arzuların uzundur, ama
idrak edemiyorsun ki;
Gecenin karanlığı anından
fecre kadar yaşayacak mısın?
Nice salim insanlar afetsiz
öldüler,
Nice hastalar yıllar yılı
yaşam sürdüler.
Nice gençler emin bir hadde geceyi sabah
ederken;
Bilmiyor lar ki kefenleri dikilmiş,
ama farkında değiller.
Övgü sana mahsustur, ey kerem, büyüklük
ve yücelik sahibi,
Kime eta etsen ve kimi mahrum
kılsan, Sen münezzeh ve paksın.
Ey mabud ve halık ve koruyucu!
Her zorlukta Sana
sığınırım.
Ey Allahım benim günahlarım
çoksa,
Senin affın benim
günahlarımdan daha büyüktür.
İlahi benim fakirlik hal ve
durumumu görüyorsun,
Halbuki benim gizli duamı da
duyuyorsun.
İlahi beni azabından
koru ki;
Ben, aşağılık ve
zelil bir halde, Sana ibadet ediyorum.
İlahi eğer bin yıl bana
azap etsen de,
Senden ümidim kesilmeyecektir.
İlahi, benim günahlarım
dağladan daha büyük,
Ama Senin affın ve merhametin daha
büyüktür.
İlahi, benim hatalarımı
bağışa ve günahlarımı sil ki;
Ben kendi günahlarını itiraf
eden, korkan bir kulum.
İlahi, eğer beni yanından
kovup ümitsiz etsen,
Ey benim Rabbim, çarem nedir? Ne yapmam
gerek?
İlahi, Sseninle dostluk
bağı kuranlar,
Gafillerin uyuduğu gecelerde
seninle sırdaşlık ederler.
İlahi, beni Ahmed (s.a.a)in
diniyle mebuus et ki;
Senin için emir dinleyen, tevbekâr ve
zahit bir kul olayım.
İlahi ve Seyyidi beni Onun büyük
şefaatinden mahrum etme,
Ki, onun şefaati Senin yanında
makbuldür,
Muvahhid olarak dua edene selam
gönder,
Onlar Senin kapında, Seninle
sırdaş ve mahzundurlar.
(11)
Güzellik güzel elbiselerler süslenmek
değil,
Güzellik, gerçekte ilim ve edep
güzelliğidir.
Yetim, babası ölen değil
gerçekte,
Gerçek yetim, akıldan noksan
olandır.
Yani; bu gün dininizi kamil
ettim, nimetimi sizlere tamamladım ve İslamın sizin dininiz
olmasına razı oldum. Kesinlikle dinin kemale ermesi ve nimetin
tamamlanmasının sebebi Ali (a.s)ın velayeti ve imametidir.
Peygamber (s.a.a)de
şöyle buyurmuştur:
(Allah-u Ekber! Dinin kamil
olmasına, nimetin tamamlanmasına Allahın benim risaletime ve
benden sonra Alinin velayetin)
Dinin kemale ames ve nimetin
tamamlanması hakkında
5- Zikredilen öncki ayetten
önce Allah şöyle buyuruyor:
Herzaman dininizin yok
olmasını sbekoyleyen kafirler ve müşrikler bugün ümitsiz
oldular. Öyleyse onlardan korkmayın ve benden korkun. Çünkü
onlar Peygamberin yerine bırakacağı erkak çocuğu
olmadığını ondan sonra dinin ortadan
kalkacağını ve dine rehberlik edecek birinin
olmyacağını zannediyorlardı. Veli o günde Resulullah
(s.a.a) Allahın emriyle Ali (a.s)ı kendi yerine seçtiğinde
Müşriklerin hayalleri suya düştü ve bu dinin her zaman için var
olacağını anladılar. Bu ayet ve onunarkasında dinin
kemale erip nimetin tamamlanması hakkındaki ayet maide suresinin
üçüncü ayetidir. Yine maide suresinin 67. ayetinin tebliği ile irtibat
vardır Buradan, Peygamber (s.a.a)in mevla keimesinden kastının
muhabbet ve yardım değil Ali (a.s)ın velayet ve hilafeti
olduğu sonucuna varabilirz.
6- Mevla kalimesine dalalet eden
bütün değişik manaların içinden sadece evla ve üstünlük gerçek manasını
yansıtmak tadır. Diğer manalar aeri olup mecazi olarak
kullanilmiştir. ki bu manaların anlaşılabilmesi için
ayrı karine ve kayıtların zikredilmesi gerekir. İlmi Usule
göre hakiki mananın mecazi manaya karşı önceliği
vardır. Buna göre bu hadistee mevladan ksıt evla, emir sahibi
manası kastedildiği anlaşılmaktadır.
7- Öneceden de
değindiğimiz gibi bu merasimdan sonra Hessan b. Sabit çok hoş
bir şir okuyarak mevla kelimesinin manasını güzel bır
şekilde açıklamıştır. Böylece
düşmanların sonradan yanlış tefsirlerinin önü
alınmış oldu. Şiirinde şöyle diyor:
Bu beyitte Peygamber (s.a.a)in
ağzından şöyle diyori ya Ali kalk ki ben seni kendimden
sonra ümmet için İmam ve yol göslerici olarak seçtim.
Eğer mevla kelimesi dost ve
yardımcı manasında olsaydı Peygamlar (s.a.a) Hessana
itaraz eder ve ben nezaman Ali imamdırlar, yol göstericidir dedim, ben
sadece o benim dostumr ve
-----------------------------------------------------------------
yani bütün düşmanları
Onun faziletini itiraf etmişlerdir. Fazilet odur ki, düşmanlar onu
itiraf etsin.
En azılı
düşmanı Muaviye bile şöyle söylüyordu: Eğer
savaşta yenilirsem ve Aliye esir olursam hiç korkmam. Ondan beni
affetmesini istersem beni bağışlar, o büyük bir adamdır.
Hz. Ali (a.s) askerlerine
şöyle buyuruyordu: Kaçanları takip etmeyin, yaralılara
ilaç veriniz ve esirlere iyi davranınız. Cemel savaşı
zaferle sonuçlanınca Aişeyi ihtiram ile Medineye gönderdi.
Hatta bir çok fitneler yaptıkları halde, ibn-i Zübeyr ve Mervan b.
Hakemi serbest bıraktı.
Hz. Ali (a.s), bütün halkı
sever ve onlara bağışlayıcı olmalarını
tavsiye ederdi. Hatta katili hakkında bile şöyle buyuruyordu:
Ona iyi davranınız, aç ve susuz kalmasın. Böyle duygular,
yanlızca o temiz kalpte yer alır. Bundan dolayı ibn-i Ebil
Hadid: Sübhanallah! Bir kişi ve bu kadar fazilet?! diyordu. Bütün bu
saydığımız sıfat ve faziletler, bizim idrakimize
göredir. Çünkü Hz. Ali (a.s)ın, özellik ve faziletleri
saymakla bitmez. Burada Molla Mehr Mehdinin söylediği bu şiiri
aktarıyoruz.
....................................
....................................
Tercümesi
1. Bilki Ali insandır, ama
nasıl bir insan? Öyle bir insandır ki, Allahın kudreti
Onda tecelli etmiştir.
2. O, bu düyanın
yaratılış sebebidir, eğer o olmasaydı, alemin
anlamı olmazdı.
3. Ne kadar ki sen akıl,
nefs ve suret aleminde düşünsen, Onun varlığı içindir.
4. Felek, felekin içinde ve
yıldızları vardır, sedef sedef içinde ve parlak incileri
vardır.
5. O atmadı, meğer
düşmanı helak için yeterdi ve savaşa girmedi, meğer zaferli
olarak çıkardı.
6. Bütün kılıç
çekenler, Onun karşısında kılıçlarını
kılıflarına koyuyorlardı.
7. Hücum edip seslenirken,
Allahın aslanı idi, bahşiş ve muhabbette yetimlerin
babası idi.
8. Onun sevgisi cennetin sebebi,
Onunla düşmanlık ateş ve cehenneme giriştir.
9. Bütün alemde Peygamberden
sonra önderdi, Ebu bekir ve Ömer kim dir ki Onunla boy
ölçüşsünler.
10. Bir gün dahi günah
işleyen İmamete layık değildir, nasıl bir ömür
boyu şirk ve küfürde olan o makama sahip olabilir?
11. Onu tanımadan ölen
birisinin ölümü, eşek ve ineğin ölümü gibidir.
12. Onun düşmanı
Allahın gazabındadır, hamdedip şükretse dahi.
13. Onun dostuna cennet müjdesi
verilir, şarap içip, şarkı söyleyip fücur yapmış
olsa dahi, (Elbette şunu da söylemek gerekir ki, İmamı
seven birisi bu gibi işlere yaklaşmaz. Eğer bir gün cahillik ve
bilmemezlikten ötürü bu işleri yaparsa, Allah ona tevbe etmeyi nasib
eder ve o da pişman olur. Bağışlayıcı, rahman ve
rahim olan Allah da onu bağışlar.)
14. Fatıma gibi eşi,
Hasaneyn gibi evlâtları olan birisi yoktur.
15. Bütün ilim ve hikmet
kitapları Onundur, tavsiye ve ibret yazıları da ondadır.
16. O, yerde oturuyordu ve
altın onun yanında topraktan farksız idi.
17. O halis nurdur ve hilafetteki
ortakları karanlık dumandırlar.
18. Ey Onun imametinin
karşıtı, bil ki, sizin kitaplarınıza göre de o
olay doğrudur, sahihdir (Gadir-i Humm)
19. Peygamber, Gadirde Aliyi
getirdi ve yukarıya çıktı (develerin cihazı üzerine)
20. Buyurdu: Ben kimin
canına ondan daha evla isem, Ali de benim gibidir.
21. Vasi ve hailfe tayin etmeden
vefat edip, hicret eden bir peygamber görmüş müsünüz?
22. Acaba
bazılarının icması ile hakkında birçok nasslar
(ayetler) ve hadisler olan birisi inkâr edilebilir mi?
23. Ali, Allahın büyük
ayetidir, acaba Allahın Ona mahsus ayetler gönderdiği inkâr
edilebilir mi?
24. Onun sevgisi en farz emirdir
ki, Kur-ânda gelmiştir ve Allah onu bizlere farz
kılmıştır.
25. Onun ve
düşmanlarının sevgisini bir yerde toplayan kimse, hakkı
inkâr etmiş ve kabul etmiş biri gibidir.
[1]- Doktor kasım Resanın şiir
kitabından
[2]- Ashabı fil olarak tanınan
Hebeşiler kabeyı yıkmak için Ebrehenin komutanlığında
fillere binmiş olarak Mekkeye geliyorlardı. Allahu Teala
onların hepsini helak etti. Ebrehenın kendisi ise onlar dan en son
helak olan kimse idi. Nitekim Allahu Teala bu olaya işareten
şöyle buyuruyor: Görmedin mi senin Rabbin ashabı file ne
yaptı... Dolayısıyla Hicaz arapları bu yılı
kutlu bir yıl olarak
[3]- Ebu Tealibın Hz. Aliden büyük olan üç
oğlu daha vardır. Onların sırasıyla talib, Akil ve
caferdir.
[4]- Emalii Saduk 27. meclis 9. Hadis Revzet-ül vaizin
c.1 s. 76 Bihar-ül Envar c. 35 s. 8 keşf-ül Gumme s.19
[5]- Fusul-ül muhimme s. 14.
[6] - Yenab-ül
mevedde s.6. Bölüm s. 255 kifayet-üt Talib s. 406.
[7] Elam-ül Vera
kitabı Usul-u kafi c.2 tarih bölümleri Elii Saduk s.1 meclis 14.
Hadis.
[8]- Emalii saduk 89. Meclis 12. ve 13. Hadisler
Revzet-ül vaizin c.1 s. 139.
[9]- Bihar-ül Envar c. 35 s. 124
[10]- Usul-u Kafi c. 2 Tarihler Bölümü
[11]- Yenabiül meveddet kitabı 52. Bölüm s.
152.
[12]- Revzet-ül vaizin c. 1 s.18
[13]- Fusül-ül Mühimme s. 15 Bihar-ül Envar c. 35 s. 118.
[14]- Necm Suresi Ayet: 5
[15]- Alak suresi 1. ayetten 5. ayete kadar.
[16]- Müddessir süresi 1. ayetten 7. ayete kadar.
[17]- Zehair-ül ukba s. 58 fusul-ül Mühimme s. 125
[18]- Zehair-ül ukba s.59 yenabiül Mevedde s. 60 sireti
ibni Hişam c. 1 s. 245 ve diğer kitaplar.
[19]- Yenabi-ül meveddet 12. bölüm s. 61
İrşad-i Müfid c.1 . s. Bölüm 2. Hadis.
[20]- Fusül-ül Mühimme s. 16
[21]- Şuara süresi Ayet 214.
[22]- Tarihi Teberi c. 2. s. 217 İrşad-ı
Müfid c. 1 Bölüm: 7. Kifayet--üt Talip 51. Bölüm s. 205
Şevahid-üt Tenzilc. 1. s. 421 Yenabiül Meveddet s. 105 Tarih-i Ebül Fida
c.1 s. 216. Tefsir-i Fahri Razı ve diğer kitaplar.
[23]- Meryem suresi Ayet 30
[24]- Meryem suresi Ayet 12.
[25]- Yusuf suresi Ayet 26
[26]- Nehcül Belağa
[27]- Kifayet-üt Talip 24. Bölüm s. 123.
[28] Necim Suresi
3. ve 4. Ayetler.
[29]- Fusul-ül Mühimme s. 123 Şevahid-üt Tenzilc.1
s. 248 Yenabiul meveddet 22 Bölüm s. 93 Tefsir-i Kummi s. 260 ve
diğer kitaplar.
[30]- Tevbe suresi 19.
[31]- Üsdül Gabenın 4. cildinin 53.
sahifesinde şöyle yazıyor: Ömer müslüman olmadan önce
Hz. Resülullaha karşı herkesten daha fazla baskı
yapıyordu.
[32]- Enfal süresinin 30. Ayeti buna işaret ederek
buyuruyor:
[33]- Hz. Resülullaha bisatın 13.
yılının Rebiul Evvel ayında mekkeden hicret etmişlerdir.
[34]- Fusul-il mühimme s. 33 kifayet-üt Talip s. 239 Yenabi-ül
Mevedde 21. Bölüm s. 92 Keşfül Gumme s. 91 Tefsir-i salebi-Tefsiri
fahri Razı ve diğer kitaplar.
[35]- Bihar-ül Envar c. 36. s. 46
[36]- Bakara suresi Ayet: 207
[37]- Şevahid-üt Tenzilc. 1, s.96 İrşad-i Müfid c.1. bab: 4.
Bölüm 9 kifayet-üt Talip s. 239 Tefsir-i Kummi s. 61 ve diğer
tefsirler.
[38]- Fusul-il Mühimme s. 22
[39]- Yenabiül Meveddet s. 176
[40]- Enfal süresi Ayeti 5.
[41]- Ali Imaran Ayeti 123.
[42]- Şeyh müfid irşad adlı
kıtabında Hz. Ali (a.s)ın öldürdüğü 36 kişinin
isimlerini kaydetmiştir.
[43]- Irşadı Müfid Bab 4 Fasl: 18
keşf-ül Gume s. 53. Ilam-ül vera ve diğer kitaplar
[44]- Tarih-i Teberi
[45]- Siret-i ibn-i Hişam c.2 s. 700 ve Tarih-i
Taberi
[46]- İrşad-i Müfid c.1 2.bab 22.fasıl
6. Hadis ve Ilam-ül vera
[47]- Tarih-i yakubu
[48]- Keşf-ül gümme s.56 irşad-i Müfid c.1,
2. Bab 22 Bölüm ve
ilam-ül Vera
[49]- Ali Imran Suresi 152. Ayet ve devamı
[50]- Tarih-i Teberi
[51]- İrşad-i Müfid c.1 2. Bab 25. fasıl
[52]- Ibn-i Ebul Hadıdın şerh-i Nehc-ül
Belağa kitabı ve Bihar-ül Envar c. 39 s. 2 ve keşful Gumme s.
56.
[53]- İrşad-i Müfid c.1, 2. bab 16 Bölüm
Tarihi Teberi ve diğer kitaplar.
[54]- Zehair-ül ukba s.73 - Bu konunun kabülü belki de
bazıları için zor gelecektir. Ancak bu konunun bir mucize
olmasına ilave olarak bu gün insanın ruhunda gizli bulunan güç
istifade edilinerek normal tedavi yöntemi uygulanmadan bir takım
hastalık iyileştirmenin mümkün olduğu
isbatlanmıştır. Bu durumda Hz. Resülulllah böyle bir gücü
kullanmağa her kesten daha layıktır.
[55]- İrşad-i müfid c.1. s.Bab 31.fasıl
[56]- Fatih suresi Ayet 27
[57]- Tarihi Teberi Siret-i Ibni Hişam 2. c. s.
398 Irşad-i Müfid ve Elam-ül vera.
[58]- Biz seni ancak bütün alemlere Bir rahmet olarak
gönderdik Enbiya suresi Ayet
[59] Tarih-i
Taberi-Müntehil Amal.
[60]- Tevbe suresi 24, 25
[61]- İrşad-i Müfid c.1-2 Bab 40 Bölüm.
Şeyh Müfid bu bölümde şöyle yazıyor: Bu savaşta
Hz. Alinin mukavemeti sebebiyle kaçmayan bir kaç Beni Haşim gencinin
dışında bütün müslümanlar kaçtı. Nitekim müslümanların
geri dönerek düşmana hamle ederek zafer kazanmaları da o
hazretin Resulüllahla birlikte mukavemet ederek sabit kalmasındandı.
[62]- Ibni Hişamin Siret ün Nebi Kitabı,
Ilam-ül Vera ve İrşad-i Müfid c. 1- Bab. 38. Fasıl
[63]- Maide suresi, 62
[64]- Bıhar-ül Envar c. 37 s. 123 Mean-ül
Ahbardan naklen Menakıb-i Ibn-i Meğazili s-24 Şevahid-üt
Tenzilc.1 s. 190 Fusulül-Muhimme s. 27 ve diğer kitaplar.
[65] Irşad-i
Mürid c.1 2. bab 50. fasıl El-gadır c.1 s. 4 ve 156 Menakib-i Ibn-i
Meğazili s. 19 ve dığet kıtaplar
[66]- Revzet-ül Vaizin c.1 s. 203 İhticac-ı
Tabersi c.1 s. 161 irşad-i Müfid ve diğer kitaplar.
[67]- Fusul-ül mühimmei Ibn-i sabbağ-i Maliki s.25
şevahid-ül Tanzil c.1 s. 190 menakibi, Ibn-i Meğazili s. 16 ve 27
şarh-i Nehc-ül Belağa ibn-i Ebil Hadid c.1 s.362 zehair-ül ukba s. 67
Yenabiül Meveddet s. 37 Tefsir-ül kebir-i Fahri Razi ve diğer tefsir ve
kitaplar.
[68]- Fusul-ül Mühime s. 28
[69]- Vucuh-u Kuran s. 278.
[70]- Biharül Envar c. 37 s.
199 Naklen Tafsir-i Kumi s. 277 ve İrşad-i muridi.
[71]- Şevahid-üt Tenzilc.
1 s.193 Menakibi ibn-i Meğazili eş-Şafii ve El*Gadır c.1
[72]- Irşad-i Mufid c.l, bab.2, fasıl.52,
Ilam-ul Vera.
[73]- El-Bidaye ve Nihaye c.5, s.277; Tarih-i Taberi,
c.2, s.436; Şerh-i Nehc-ül Belaga Ibn-i Eb-il Hadid c.1 s.133.
[74]- Şerh-i Nehc-ül Belaga Ibn-i Ebi-I Hadid c.1
s.134.
[75]- Şebha-i Pişaver, s.667den
nakledilmiştir.
[76]- Şerh-i Nech-ul Belage Ibn-i Eb-ul Hadıd
c.1 s.142 müracaat ediniz.
[77]- Hadis 12. Imamın imaneti
hakkındadır. Ebu Bekrini hilafeti ile ilişkisi yoktur.
[78]- Gadir Hum olayında da geçtiği gibi
Peygamber (s.a.a) Allahın rızasının Ebu Bekirın
hilafetinde değil Ali (a.s)ın velayetinde olduğunu buyurmuştur:
Gadir Hum
gününden sakifeye kadar yetmiş günden fazla geçmemişti, ama sakife
ashabı çokçabuk unuttular!
[79]- Tarıh-i Taberi ve ondan başkası.
[80]- Bu hitabın Beşinci kısmında
bu şuranın doğru olmadığı ve
batıllığı hakkında uzun bir şekilde sohbet edilecektir.
[81]- Şerh-i Nehc-ül Belaga ibn-i Ebi-l Hadid,
c.1, s.153 Muaviyenin Emir-el Müminin Ali (a.s)a yazdığı
mektuba müracaat ediniz.
[82]- Bazıları şöyle
yezmışlerdır: Ömerin kapıyı yakmaları için
çok çakçırpr toplamalarını emrettiğini, Ev sakinlerini
tehdit ettiğini ki
Hafız
Ibrahim-i Mısri Ömeri övmek anacıyla şöyle diyor:
Şiirin
özeti şüyledir: Ömerden başkası Adnan kabilesinin
benzersizi hamisizi, Aliye biyat etmezsen evini yakacağım diyemezdi.
Peygamberin kızı o evde olduğu halde.
Şebha-i
Pişaverden nakledilmisti:
Bazıları
Halidin emriyle kapının kırıldığını,
Bazılarıda evin üstündan eve girildiğini
yazmışlardır. Bilinen budur ki Ali (a.s) zorla Ebu Bekire beyat
ettirmeye çalışmalarıdır.
[83]- şerh-i Nehc-ul Belaga ibn-i Eb-il Hadid c. 1
s. 134.
[84]- Şu noktaya dikkat çekmek istıyorum ki
Ali (a.s)ın Ebu Bekire delil getirmesi cidal yoluylaydı. Yani
muhalif taratın da kabulettiği müsellem olan şeyler üzerindendi
ki onun mahkum olmasına sebep olmuştur. Yoksa şura ve
icmanın her ne kadar mümkün olmasa da, hak icma dahi olsa, Peygamber
(s.a.a)in halifesini seçmeye hakları yoktur. Nasıl ki Peygamber
(s.a.a)i Allah seçti. Beşinci bölümde bu konuya geniş olerak yer
vereceğiz.
[85]- İhticac c.1. s. 157-184.
[86]- haşr suresi Ayet. 6
[87]- yanabi-ul Meveddet s. 119 şevahid-ul Tenzil
c. 1 s. 443.
[88]- Mürucur-zeheb 1.c. 435.s Ibni Ebil Hadidin
Nehc-ül Belağa şerhi 1.c. de.
[89]- El-isabe 4.c 88.s. mürucur-reheb 1.c. 44.s
[90]- Müntahab-ı Tevarih 176.5
[91]- Taberi tarihi 2.c, 402-409. s ve yakubitarihi
2.c, 150-151.s.
[92]- Abdulmelik bin Mervan zamanında, Haccac bin
Yusuf (Haccac-ı Zalim) Onun tarafından Abdullah ibn-i Zübeyri
yakalamak üzere mekkeye askeri çıkarma yapmıştı. Abdullah
ibni Zübeyr-i öldürdükten sonra onun cesedini dâra çekmişti. Abdullah
ibni ömer ki Hz. Ali (a.s)nin biatından yüz çevirmişti, o
sıralarda mekkede idi. Cankorkasuyla Haccacın yanına gitti ve
Sen Abdulmelikin numayende ve temsilcisisin ve ben onunla biat etmeğe
geldim. Elini ver, ta biat edeyim. Haccac dediki: Sen Ali (a.s) ile biat etmedin,
nasıl olduda şimdi bu fikre düştün seni kuraya getiren gerçekte
bu dara asılmış cesetten başkabirşey değildir.
Haccac o anda yazı ile meşgul olduğundan, ayağını
uzatarak dediki Elim yazı ile meşguldür
(Diğer bir
rivayete göre: Haccacın kaşıntı
hastalığı vardı ve Abdullaha nasıl olupta bu fikre
düştüğünü sorduğunda, o Peygamberden duydum ki,
Zamanının imamını tanımadan ölen caliliye
ölümüyle ölmüş gibidir. diye buyuruyordu, ben de şimdi
zamanın imamıyla biat etmeye geldim diye cevap veriyor. Haccac
elleriyle kaşınmakla meşgul olduğundan madem öyle
ellerim gördüğün gibi meşguldür.
[93]- Aişenin önce Osman sonra da Hz. Ali
(a.s) ile muhalefetinin nerdeni şuydu ki, o ve hafsa kendi
kabalarının (Ebubekr ve ömer) dönemlerinde devlet hazine sinden
bolkeseden faydalanıyorladı osman hilafete geldiği gibi devlet
hazinesinin kapılarını ardına kadar ümeyye
oğullarına açıp, Aişe ve diğerlerine kapalı tuttu
sonuçta Aişenin şiddetli muhalefetiyle karşılaştı
ve Aişe halkı Osmanın katline teşvik suretiyle
kışkırtma faaliyetleri göstermeye başladı.
Ama
Aişe'nin Hz. Ali (a.s) ile muhalefet bir kaç sebebe dağılı
idi Birincisi Hz. Ali (a.s) Babasının hilafeti döneminde ona
muhalif ve rakip idi dolayısıyla Ebubekirin şahsiyeti
hakkında. istedikleri gibi reklam edeniyoz ve milletin gözünde küyültemiyozlardı
halbuki Aişe babasının üstüne birkişi hayal etmek bile
istemiyordu.
Diğer
yandan Aişe Hz. Hafice-i Kübranın Kumasıydı.
Rasulullahın (s.a.a) Hz. Hatice ve kızı Fatime-i Zehra (a.s)
hakkımdaki izhar ettiği muhabbeti kadınsı duygular
gereği - sındirmeğe ve hazmetmeye tahammülü yoktu. O, Hz.
Peygamber (s.a.a) nazarında herkesten daha değerli olmak istigerdu -
Ancak o hazretin Hz. Haticenin (vefatından sonra bile) fedakarlık ve
taziletlerini zikrettiğini görüyordu buna ilaveten Onun bir
yadigarı güzini olan fatıma-i Zehra (s.a)yı da sonsuy bir
muhabbet ve sevgi ile karşılamasını hiçbir şekilde
tahammüle hazırdeğil-i di. Diğer taraftan Hz. Fatıma Hz.
Alinin (a.s) hanımı idi, o hazrete karşı da
kingütmekteydi.
Aişenin o
hazret ile muhalefetinin diğer bir nedenide, Osman onun fazlalık harcamalarını
kesmiş, kendi akrabalarına paylamıştı. Ancak Aişe
gelecekte - Osmanın ölümünden sonra gelecek şahıstan - bu
zararın yezini dolduracek ve eski durumuna gezi döndürecek birini
halife olarak hayal ediyordu. Ama Hz. Ali (a.s)ın halife olduğunu
duyduğu an, kötün ümitleri suya düştü ve bunun Osman
döneminden kendinen faati açısından - daha kötü
olduğunu anladı. Zira Aişe o hazreti çakiyi tanıyordu. ve
biliyordu ki candan sevdiği kendi çokuklarına bile haketmediği
halde tekkuruş vermeğe hazır değildi. Nerede kaldı
Aişe ve diğerleri?! Aynı zamanda hilafeti beni haşimden
alarak kendi kabilesine haskılmak istiyordu. Bununla birlikte Aişenin
mükarezeden el çekmesi düşünülemeyzdi. Öyle ise Hz. Ali
(a.s)ın adaletini yük olarak
[94]- Ayşenin deveye binmesi nedeniyle bu
savaş Cemel (deve) savaşı ve Basrada olması nedeniyle de
Basra olması nedeniyle de Basra harbi diye adlandırılmıştır.
[95] -
Yazarın sözü.
[96]- İrşad-ı Müfid, cilt.1, Bab.4.