GADİR SİTESİ
EHL-İ SÜNNET KAYNAKLARINDA
AYŞE 1-(Derleme Gadir Sitesi)
Araştırma - İnceleme
20/07/2021
Son güncelleme: 19/12/2021
INDEX
Peygamber
Efendimiz (saa) ve Onun Temiz Soyu Olan Haşim Oğulları
Hakkındaki Düşüncesi
AYŞE,
PEYGAMBER (SAA)'E ÖFEKELENDİĞİNDE ONUN ADINI ANMAZDI
Fitne Buradadır, Şeytan'ın boynuzu ve
Küfrün Başı Buradan Çıkacaktır
Ayşe'nin
Osman Hakkındaki Kışkırtmaları
OSMAN MUHASARA
ALTINDAYKEN AYŞE'NİN HACCI
Keşke gök
yere kapansaydı da Ali hilafete ulaşmasaydı
AİŞE'NİN
EMİR'ÜL-MÜMİNİN ALİ (AS)'YE KARŞI KİNLİ
TUTUMU
AYŞE'NİN
İMAM ALİ'YE KARŞI AYAKLANMAYA HAZIRLANMASI
Ayşe'nin Küfe Halkına, Hz. Ali (as) aleyhindeki
Mektupları
Ayşe'nin
Zeyd b. Suhan’a yazdığı mektup:
Malik-i
Eşter'in Ayşe'ye Yazdığı Mektup.
NAKISÎN (Ahdi
Bozanlar)'ÎN SAVAŞ PLANLARI
Heveb
Köpeklerinin Ayşe'ye Havlaması Olayı ve Ayşe'nin
Yaptığı İstirca:
ÜMMÜ SELEME'NİN AYŞE'Yİ AYAKLANMAKTAN MEN
ETMEYE ÇALIŞMASI
Malik-i Eşter'in Konuşmasından:
Malik'in
İmam Ali'nin (a.s) Emrine İtaati
İmam Ali
(aleyhisselam)'ın Ayşe, Talha ve Zübeyr'e Mektubu
İmam Ali (a.s)'nin Cemel Savaşı için
hareket ettiğinde yaptığı konuşmasından:
Aişe’nin Emriyle Basra’da Sahabe ve Müminlerin
Katliamı
Ayşe'nin
İmam Ali ashabından Müslim'i Öldürtmesi
Hz. Ali (as)'nin Cemel Savaşındaki
Üstünlüklerinden ve Savaşla İlgili Çeşitli Rivayetler
Muhammed b.
Ebubekir'in Cemel Savaşı'ndaki Rolü
DEVENİN
ÖLDÜRÜLMESİ VE CEMEL
ASHABININ DAĞILMASI
Cemel Savaşında Ayşe
ve Yandaşlarının Yenilgisi
Zaferden Sonra
Hz. Ali (as)'nin Centilmenliği
İmam Ali (as)'nin Cemel Ashabına Bedduası
İmam Ali
(as)'nin Cemel Savaşı Sonrası Ayşe'yi Kınaması
Âişe’nin
Medine’ye Doğru Basra’dan Ayrılması ve Yolda İmam Ali
Aleyhinde Konuşması
Ayşe'nin Fitnesi Sonucu Cemel Savaşında Her
İki Taraftan Ölenlerin Sayısı
Ayşe'nin Cemel Savaşı Sonrası
Pişmanlığı
İmam Ali (as)'nin Cemel Savaşı Sonra Basra
Halkını Kınaması
Hz. Ali (as) Hak Üzerinde idi, Ona
Karşı Savaşanlar da Azgınlardı
Hz. Ali (as)'nin
Yaptıklarını Yadırgaması
İMAM
ALİ (Aleyhisselam)'nin
ÖLDÜRÜLMESİ KARŞISINDA AYŞE’NİN SEVİNMESİ
VE ŞÜKÜR SECDESİ ETMESİ
Ayşe'nin
Öldürülmesi ve Ebu Hüreyre'nin Ona
Cenaze Namazı Kıldırması
HZ. Fatıma (sa)'nın Vefatında, Ayşe
Kapı Dışarı Edildi
AYŞE'DEN NAKLEDİLEN BAZI HABER VE HADİSLER
İmam Ali (as) ve Ehl-i Beyt Hakkında Naklettiği Hadisler
HARİCİLER HAKKINDAKİ RİVAYETLERİ
Ayşe'nin Rivayetiyle, Hz. Fatıma (sa), Ebu
Bekir'e Dargın Olarak Vefat Etti
Mervan, Mervan ve Amr bin As'a Bedduaları
Babasının Hadisleri Yaktığına
dair Rivayet
Ayşe'den Nakledilen Uyduruk
Hadisler ve Yalan Haberler
AYŞE'NİN AKLA VE MANTIĞA SIĞMAYAN
FETVALARI VE DAVRANIŞLARI
Ayşe'nin Yüz Kızartıcı
Fetvalarından:
Resulullah (saa)'ın
Yıkanmasını Tatbiki Olarak Anlatması
Rahmetli Op. Doktor Mehmet Ali
DERMAN'ın, Öne Sürülen Ayşe'nin Tövbesi İle İlgili
Değerlendirmesi
ÖNSÖZ
Aişe, Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a)'in
eşlerinden olup, Ebu Bekir'in
kızıdır, annesi Ümmü Ruman'dır. Biset'in dördüncü
yılında dünyaya gelmiş, hicretin on sekizinci ayında
Resulullah'la (s.a.a) evlenmiştir. Hicretin 57 veya 58 ya da 59
yılında vefat etmiş, Ebu Hüreyre onun cenaze namazını
kılmıştır. Sihah kitaplarında ondan 2210 hadis rivayet
edilmiştir. Ayşe'nin zaman zaman Peygamber (saa)'e
karşı çıkması, onun davranışlarının
Peygamber Efendimizin (s.a.a) rahatsız olmasına ve öfkelenmesine
neden olduğu tarih, hadis ve tefsir kitaplarında mevcuttur. Yine
kaynaklar, Peygamberimizin ondan yakındığını ve
şikayette bulunduğunu kaydetmiştir. Yine İslam
kaynaklarından yaptığımız alıntılarda görüleceği
gibi, Aişe, Peygamber Efendimizin (s.a.a) diğer eşlerini de
kıskanmış ve onlara kin duymuştur. Ayşe, çeşitli
nedenlerden dolayı, Osman'a karşı çıkmış, onunla
tartışmış, bunun üzerine, Osman, onun
saygınlığını azaltıp, makamını da
azaltmıştır, bu yüzden Osman Ayşe'nin hedefi haline
gelerek, her fırsatta "Şu ahmak ihtiyarı öldürün, doğrusu o kafir
oldu"(1) diyerek halkı onu öldürmeye kıştırtmaktan geri
kalmamış, oluşan ayaklanma sonucunda muhasara altına
alındığında, Mekke'ye gitmiş ve öldürülmesine sebep
olmuş, ölüm haberini alıncaya kadar, geri gelmediği
kaydedilmiştir.
İmam Ali
(aleyhisselam) hilafete geçtiğini öğrendiğinde: "Keşke gök yere kapansaydı da Ali hilafete
ulaşmasaydı(2) " şeklindeki sözlerini söyleyerek, Hz. Ali as
hakkındaki kinini ortaya koymuş ve sözde Osman'ın
intikamını alacağı bahanesiyle, Hz. Ali'ye savaş
açmış ünlü devesine biniş, halkı Hz. Ali'ye karşı
yola dökmüş, Talha ve Zübeyr'i de yanına destekçi alarak halkın
arasına karışmış ve binlerce müslümanın ölümüne
sebep olmuştur(3), daha sonra Hz. Ali'nin öldürüldüğü
haberi ona ulaşınca, çok sevinmiş(4) ve şükür
secdesi etmiştir(5), yine İmam Hasan'ın (a.s)
cenazesinin, dedesi Resulullah'ın (s.a.a) yanına defnedilmesine dahi
engel olduğu(6) yine ve alıntılardan da göreceğiniz
gibi Ehl-i Beyt karşıtı bir kişiliğe sahip
olmasından dolayı Ehl-i Beyt
sevenleri tarafından her zaman eleştirilen ve tenkit edilen bir
şahsiyet olmuştur. Bu çalışmamızda
Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledildiği şekilde, onun
şahsiyeti ve icraatları hakkındaki belgelerimizi sunuyoruz.
----------------------
(1) Tarih-i Taberî, c.4, s.459; el-Kamil fi't-Tarih,
c.2, s.313; el-İkdü'lFerid, c.3, s.300; İbn-i Asem, el-Fütuh, c.2,
s.437; İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c.1, s.72,
"doğrusu o, kâfir oldu" yerine "Doğrusu o, dinden
çıktı" ifadesi yer almıştır.
(2) Şerhi Nehc'ül Belağa İbn-i Ebil
Hadit c.6, s.215
(3) Şeyhu’l-Madîra, Mahmûd Ebû Reyya, s.154, 2.
Târîhu’l-Ya‘kûbî, c.V,s.181, 3. El-Kâmil, İbnu’l-Esîr, c.III, s.106, 107,
4. Târîhu’t-Taberî, c.V, s.166,vb.
(4) İbn-i Sad, et-Tabakatu'l-Kubra, c.3, s.40;
Tarih-i Taberî, c.5, s.150: el-Kamil fi'tTarih, c.2, s.438;
el-Ahbarı'l-Muvaffakiyat,s.131, h.59
(5) Ebu Ferec el-Asfahani, Makatilu't-Talibiyyin, s.55
(6) El-Mesudi "İsbat'ül Vasiyya li Ali bin
Ebi Talib" s.124 Seyyid Murtada Yayını 1902 Tahran Bas.
Ayşe,
Cemel Savaşı mağlubiyetinden sonra İbni Abbas'a şöyle
demişti: "Siz Haşim oğullarının yaşadığı
şehirden nefret ettiğim kadar başka hiçbir şehirden nefret
etmiyorum!"
(İbn-i Asem el-Futuh, c.2, s.337, Nesru'd Dur, c.4, s.21)
- Ayşe bir
defasında, Resul’u Ekrem (saa)’e: “Allah’ın peygamberi olduğunu
iddia eden sen misin?” demişti.
(İmam el-Gazali
“İhya-u Ulum’id Din” C.2, S.65, Edeb’ün Nikah kitabı, el-Edeb'us Sâni / Muhibbidin et-Tabari
"Es-Simt'us Semîn Fî Menâkib-i Ümmehât'ül Müminîn" S.54 ve dedi ki:
Hafız Ebul Kasim ed-Dimaşki ihraç etti.)
قالتْ
عائشة للنبي
(ص) يوما: أنتَ
الذي تزعم أنّك
نبي الله؟
(إحياء
علوم الدين
للإمام
الغزالي 2: 65،
كتاب أدب
النكاح،
الأدب
الثاني،
السمط الثمين
في مناقب
أُمهات
المؤمنين
لمحب الدين
الطبري: 54 وقال:
أخرجه الحافظ
أبو القاسم
الدمشقي)
– Bir gün
Âişe öfkelendi ve kocasına (s.a.a) “Sen mi Allah’ın peygamberi
olduğunu iddia ediyorsun? Âdil olsana!” deyince, babası Ebûbekr
hiddetle kızının üzerine yürüdü ve yüzüne vurdu.
(Ebû Ya’lâ,
VIII, 129; el-Heysemî, IV, 591; el-Ğazzâlî, el-İhyâ: II, 44;
el-Münâvî, III, 496)
Ayşe bir
defasında sinirlenerek Resulullah (saa)’a: “Adaletli ol!” demiş,
bunun üzerine orada bulunan babası Ayşe’ye bir tokat atmış,
Ayşe kanlar içinde kalmıştı.
(el-Müttaki
el-Hindi “Kenz’ul Ummal” C.13, S.696; İmam el-Gazali “İhya-u Ulum’id
Din” C.2, S.65)
ومرّة غضبت
عائشة عند
النبي (ص)
فقالت له:
أعدل، وكان
أبوها حاضراً
فضربها حتى
سال دمها.
(إحياء
علوم الدين
للإمام
الغزالي 2: 65 )
– Yine bir gün
Hz. Peygamber (s.a.a) ile karısı Âişe arasında tatsız
bir olay geçti ve kayın pederi Ebûbekr’i çağırarak
aralarında hakemlik yapmasını istedi. Âişe’nin Rasûl-i
Ekrem (s.a.a) Efendimiz’e “Evvelâ sen konuş; ama gerçek
dışı bir şey söyleme!” demesi üzerine babasından bir
tokat yedi; ağzı burnu kan içinde kaldı!
(Hatîb, XI,
239; İbn Adiy, IV, 66; el-Ğazzâlî, II, 44; el-Münâvî, III, 496 Benzer
bir rivâyet için bk. İbn Sa’d, VIII, 81; Ahmed, el-Fedâil: II, 869)
- Ayşe çok
sinirlenirdi, sinirlendiğinde Resulullah (saa)’ın adını
ağzına almaz, yemin ederken de “İbrahim’in Rabbine ant olsun”
derdi.
(Sahih-i Buhari
C.6, S.158)
وكانت
عائشة إذا
غضبتْ
(وكثيراً ما
كانت تغضب)
تهجرُ اسم
النبي (صلى
الله عليه
وآله وسلم)، فلا
تذكر اسم
محمّد وإنّما
تقول: وربّ
إبراهيم.
(صحيح
البخاري 6: 158 باب
غيرة النساء
ووجدهنّ)
- Âişe,
Allah’ın Elçisi’ne (s.a.a) darıldığı vakit, onun
mübârek adını bile ağzına almıyordu!
(Buhârî: nikâh,
108; Müslim: f. sahâbe, 80)
Belazuri'nin
İsnadı: Bize Ravh b. Abdülmü’min anlattı, dedi
ki: Bize Abbâd b. Abbâd anlattı, dedi ki: Bize Hişâm b. Urve
anlattı. O da babasından rivayet etti, dedi ki: Resûlullah (saa)
Âişe’ye, “Öfkelendiğin zaman öfkeli halini ve
mutlu olduğun zaman da mutluluğunu anlıyorum” dedi. Âişe,
“Bunu nasıl anlıyorsun ey Allah’ın elçisi?” dedi. Resûlullah
(saa), “Öfkeli olduğun zaman ‘Ey Muhammed’ diyorsun; mutlu olduğun
zaman da ‘Ey Allah’ın elçisi’ diyorsun” dedi. Bu hadisin
dışında başka bir rivayette
anlatıldığına göre Resûlullah (saa), “Öfkeli olduğun
zaman ‘Hayır, İbrahim’in Rabbine yemin olsun ki…’ diyorsun; mutlu
olduğun zaman da ‘Hayır, Muhammed’in Rabbine yemin olsun ki…’
diyorsun” dedi. Bunun üzerine Âişe, “Evet, [öfkelendiğim zaman] senin
ismini söylemiyorum” dedi.
(Belazuri
"Ensâb'ül Eşraf" C.1, S.486)
Belazuri'nin
İsnadı: Muhammed b. Sa‘d dedi ki: Bana Vâkıdî
anlattı. O İbn Ebü’z Zinâd’dan, o da babasından rivayet etti,
dedi ki: İbn Ebû Atîk bir gün Âişe’nin yanına girdi,
[hastalığı] çok ağırlaşmıştı. Ona,
“Canım sana feda olsun anacığım, kendini nasıl
hissediyorsun?” dedi. Âişe, “Bu ölüm [hastalığıdır]”
dedi. [Onu neşelendirmek isteyen] İbn Ebû Atîk, “O zaman canım
sana feda olmasın” dedi. Bunun üzerine Âişe, “Be adam, beni kendi
halime bırakmaz mısın?” dedi.
(Belazuri
"Ensâb'ül Eşraf" C.1, S.494)
Âişe,
Rasûl-i Ekrem (s.a.a) Efendimiz’in ilk eşi Hadîce annemizi de çok
kıskanıyor, “Ben Hadîce’yi kıskandığım kadar
Rasûlüllâh’ın hanımlarından hiçbirini kıskanmadım!”
diyordu.
(Buhârî:
menâqıb, 80, nikâh, 108; Müslim: f. sahâbe, 74~77)
قالت
عائشة: ما
غرتُ على
امرأة لرسول
الله كما غرت
على خديجة.
Bir
defasında Peygamber efendimiz Hatice’yi anınca Ayşe şöyle
demişti: “Bana ne Hatice’den? O işi bitmiş, yaşlı bir
kadındı ve Allah onun yerine sana daha
hayırlısını verdi.” Resulullah (saa) ondan bu sözleri
duyunca öfkeden tüyleri ürpermişti.
(Sahih-i Buhari
C.5, S.48-49, Peygamber’in Hatice ile Evlenmesi Babı; Sahih-i Müslim C.4,
S.1889, Hadis No: 2438)
فمرّة
قالت عائشة
للنبي (صلى
الله عليه
وآله وسلم)
عندما ذكر
عندها خديجة:
مالي ولخديجة
إنّها عجوز
حمراء
الشدقين
أبدلك الله
خيراً منها،
فغضب لذلك
رسول الله
(صلى الله
عليه وآله وسلم)
حتّى اهتزّ
شعرهُ.
- Bir
defasında, Peygamberi Ekrem (saa) Ayşe’nin evinde iken
eşlerinden biri ona, çok sevdiği bir yemeği hazırlayıp
göndermiş, Ayşe yemek dolu tabağı alıp
kırmış ve Resulullah’ın yemeği tatmasına engel
olmuştu.
(Sahih-i Buhari
C.7, S.46, Bab’ul Gayre)
ومرّة
اُخرى بعثت
إحدى أُمهات
المؤمنين
للنبي (وكان
في بيتها)
بصحفة فيها
طعام كان
النبي (صلى الله
عليه وآله
وسلم) يشتهيه،
فكسّرت عائشة
الصحفة أمامه
بطعامها.
- Yine bir gün
kıskançlık krizine yakalanan Âişe, Ümmü Seleme annemizin
gönderdiği yemek dolu tabağı, eşi Rasûlüllâh’ın
(s.a.a) huzurunda hizmetçinin eline vurarak düşürüp
kırmıştı!
(Buhârî:
mezâlim, 34, nikâh, 107; Ebû Dâvûd: büyû’, 92 = icâra, 56; Tirmizî: ahkâm, 23;
Nesâî: ‘ışret, 4; İbn Mâce: ahkâm, 14; el-Aynî, X, 358, XVI,
412)
– Bir gün
Allah’ın Elçisi (s.a.a) kayınpederi Ebû Bekir’e “Yâ Ebu Bekir! Beni
şu kızın Âişe’den kurtarmayacak mısın?” deyince,
Ebû Bekir kızının göğsüne şiddetli bir darbe
indirir...
(İbn Sa’d,
VIII, 81)
Ayşe diyor
ki: Resulullah’ın eşi Safiyye Resulullah’a yemek gönderdi. O sırada
Resulullah benim yanımdaydı. Safiyye tarafından gelen cariyenin
getirdiği yemeği görür görmez vücudum titredi ve kendimi kaybettim.
Tabağı elinden alarak kırıp dışarı
attım. Peygamber bana bakınca gözlerinden bu hareketime
öfkelendiğimi anladım. Hemen dedim ki: Bugün bana beddua etmesinden
Allah’a sığınırım” Resulu Ekrem: “Öyleyse bunu telafi
etmelisin” buyurdu. Ben: “Ey Resulullah! Bunun keffareti nedir?” diye sorunca
şöyle buyurdu: “Onun yemeği gibi yemek ve onun tabağı gibi
tabak”
(Müsned-i Ahmet bin Hanbel C.6, S.277 / İbn-i Hacer el-Askalani "Feth'ül
Bâri" C.5, S.90 ve dedi ki: İsnadı hasendir, el-Münavi
"Fayd'ül Kadir" C.4, S.352 / el-Heysemi "Mecma'üz Zevaid"
C.4, S.331)
قالت:
"بعثت صفية
زوج النبي إلى
رسول الله بطعام
قد صنعته له،
وهو عندي،
فلما رأيتُ
الجارية
أخذتني رعدة
حتّى
أستقلّني أفكل،
فضربتُ
القصعة
ورميتُ بها،
قالت: فنظر إلىّ
رسول الله
(صلى الله
عليه وآله
وسلم) فعرفت الغضب
في وجهه،
فقلتُ: أعوذ
برسول الله أن
يلْعنني
اليومَ،
قالت، قال:
"أَوِّلي"،
قلتُ وما
كفّارته يا
رسول الله؟
قال: "طعام
كطعامها،
وإناء
كإنائها"
(مسند
الإمام أحمد
بن حنبل 6: 277،
فتح الباري 5: 90
وقال: إسناده
حسن، فيض
القدير 4: 352،
مجمع الزوائد
للهيثمي 4: 331
وصرّح بوثاقة
رجاله).
- Resul-u Ekrem
(saa) Numan’ın kızı Esma ile evlenince, Ayşe, yalan
konuşarak ona: “Peygamber yanına gelince: ‘Senden Allah’a
sığınırım’ dersen, çok hoşuna gider”
demişti. Ayşe bu planla Resulullah’ın o zavallı ve saf
kadını boşaması hedefini güdüyordu. Nihayet böyle oldu ve
bu sözünden dolayı Resul-u Ekrem (saa) Esma’yı boşadı.
(İbn-i
Sa’d “Tabakat’ül Kübra” C.8, S.144; İbn-i Hacer el-Askalani "el-İsabe" C.8, S.19; Tarih’ül Yakûbi C.2, S.85 / Şemseddin ez-Zehebi "Siyer-i Alâm'un Nübülâ" C.2, S.259)
لمّا
زُفّتْ أسماء
بنت النعمان
عروساً للنبي
(صلى الله
عليه وآله
وسلم)، فقالت
لها عائشة: إن
النبي (صلى
الله عليه
وآله وسلم)
ليعجبُه من
المرأة إذا
دخل عليها أن
تقول له: أعوذ
بالله منك،
وغرضها من وراء
ذلك هو تطليق
تلك المرأة
البريئة
الساذجة،
والتي طلّقها
النبي بسبب
هذه المقالة.
(الطبقات
الكبرى لابن
سعد 8: 144، سير
أعلام النبلاء
2: 259، الإصابة 8: 19،
مستدرك الحاكم
4: 37، فتح الباري
لابن حجر 9: 295)
- Farklı bir Kaynak:
Allah’ın
Elçisi (s.a.a) Esmâ bt. Nu’mân ile evlenmiş, gerdek
hazırlıkları yapılıyordu. Onu gerdeğe
hazırlayanlar Âişe ile Hafsa’ydı. O ikisinden biri “Ey Esmâ! Hz.
Peygamber (s.a.a) yanına girdiği kadının [Ben senden
Allah’a sığınırım!] demesinden hoşlanır!”
dedi. Esmâ da kendisine telkin
edileni aynen uyguladı. Bu durum Hz. Peygamber’in (s.a.a)
ağırına gitti ve derhal onu boşayıp âilesine
yolladı!
(İbn Sa’d, VIII, 145~146; Hâkim, IV, 37; el-Aynî, XVII, 10)
Yine Ayşe
şöyle diyor: Bir gün Resulu Ekrem’e: “Yeter artık! Falanca ve falanca
olan Safiyye’yi bu kadar övme!” dedim. Bunun üzerine Resulullah bana dedi ki:
“Denizlerin suyunun dahi temizleyemeyeceği bir şey söyledin!”
(Sünen-i
İbn-i Davud C.2, S.450, H.4875 / Tefsir-i İbn-i Kesir C.4, S.229 /
Sahih-i Tirmizi C.4, S.660; Müsned-i Ahmet bin Hanbel C.6, S.189)
قالت عائشة :
قلتُ للنبي (ص):
حسبُك من
صفيّة كذا
وكذا، فقال لي
النبي (صلى
الله عليه
وآله وسلم):
"لقد قُلتِ
كلمة لو
مُزجتْ بماء
البَحْرِ
لمزجته"
(سنن أبي
داود 2: 450 ح4875،
تفسير ابن
كثير 4: 229،
أحكام القرآن
للجصاص 3: 541،
تحفة الأحوزي
في شرح سنن
الترمذي 7: 176
ونقل المنذري
تصحيح
الترمذي
للحديث
وأقرّه. قال
النووي في
الأذكار
النووية: 337 بعد
إيراد الحديث:
"وهذا الحديث
من أعظم الزواجر
عن الغيبة أو
أعظمها، وما
أعلم شيئاً من
الأحاديث بلغ
في ذمّها هذا
المبلغ").
Bir gece
Resulullah yanımdan çıkıp gitti. Ondan şüphelendim ve
kıskançlık duygum kabardı. Resulullah geri dönüp durumumu
görünce buyurdu ki: “Ayşe! Sana ne oldu? Yine mi kıskandın?”
Dedim ki: “Benim gibi birisi, senin gibi birini nasıl
kıskanmasın ki?” Bunun üzerine buyurdu ki: “Yine şeytanın
mı seni tuttu?”
(Müsned-i Ahmet
bin Hanbel C.6, S.115; Sahih-i Müslim C.8, S.139)
قالت عائشة:
إنّ رسول الله
خرج من عندي
ليلا، قالت: فغرتُ
عليه، قالت:
فجاء فرأَى ما
أصنع، فقال:
"ما لك يا
عائشة،
أغرتِ"؟ فقلت:
ومالي أن لا
يغار مثلي على
مثلك! فقال
رسول الله:
"أفأخذكِ
شيطانك"
)مسند
أحمد بن حنبل 6: 115،
صحيح مسلم 8: (139.
Bir gün
Resulullah (saa) Hz. Ali ile yürüdükleri halde konuşuyorlardı. Konuşmaları
uzayınca Ayşe arkalarından gelerek aralarına girdi ve: “Ne
yapıyorsunuz? Konuşmanız çok uzadı!” dedi. Bunun üzerine
Resulullah Ayşe’ye öfkelendi.
(İbn-i
Ebil Hadit “Şerh-i Nehc’ül Belağa” C.9, S.195)
روي أنّ
رسول الله
(صلى الله
عليه وآله
وسلم) ساير
يوماً الإمام
علي وأطال
مناجاته،
فجاءت عائشة
وهي سائرة
خلفهما حتى
دخلت بينهما،
وقالتْ
لهُمَا: فيمَ
أنتُما فقد
أطلتما، فغضب لذلك
رسول الله
(صلى الله
عليه وآله
وسلم).
(شرح
نهج البلاغة
لابن أبي
الحديد 9: 195)
O ikisi gizli konuşuyordu. O sırada Aişe odaya girerek
şöyle dedi: "Ya Ali! Benim dokuz günden sadece bir gün hakkım
var. Beni rahat bırakmayacak mısın Ey Ebu Talib oğlu?"
(İbn-i Ebil Hadit "Şerhu Nehci'l-Belâğa", birinci
baskı, c.2, s.78)
"Kasım bin Muhammed'den
duydum; dedi ki: "Aişe dedi ki; 'Ah! Başım
ağrıyor!' Resulullah (s.a.a.): "Eğer bir gün gelir de ben
yaşarsam (ve sen ölürsen) senin için dua eder ve mağfiret
dilerdim." buyurdu. Bunun üzerine Aişe; "Eyvahlar olsun!"
dedi, "Vallahi ben, senin benim ölmemi istediğini zannediyorum.
Eğer o gün gelirse, o günün son saatlerinde eşlerinden
bazısıyla birlikte olursun."
(Sahih-i Buhari C.7, S.8 Mardâ
vet-Tıb kitabı / Müsned-i Ahmet bin Hanbel C.6, S.228)
أخرج
البخاري في
صحيحه في
الجزء السابع
في باب قول
المريض: إنّي
وجعٌ، أَوْ وا
رأسَاهُ، قال:
سمعتُ القاسم
بن محمّد قال:
قالت عائشة:
وا رأسَاهُ!
فقال رسول
الله (صلى
الله عليه
وآله وسلم):
"ذاك لو كان
وأنا حىٌّ
فأستغفر لكِ
وأدعو لَكِ"،
فقالت عائشة:
وا ثكليَاهُ،
واللّهِ إنّي
لأظنّكَ
تحِبُّ موتي،
ولو كانَ ذاكَ
لظَلِلْتَ
آخر يومك
مُعرِّساً
ببعض أزواجِكَ.
(صحيح
البخاري 7: 8 من
كتاب المرضى
والطبّ، مسند
أحمد 6: 228)
Resulullah
(s.a.a) acıdığından dolayı fakir bir kadının
hediyesini kabul etmeyen Aişe’ye şöyle buyurmuştur: “Neden onu kabul etmedin ve kendisini
aşağıladığını düşünmemesi için ona
mütekabilen hediyede bulunmadın? Ey Aişe mütevazi ol! Zira Allah
tevazu sahiplerini sever ve mütekebbir kimselerden nefret eder.”
(Müttaki
el-Hindi "Kenz'ul-Ummal" 14482. Hadis)
Peygamber
Namazdayken Ayşe, Ayaklarını Onun Önüne Uzatması
Aişe diyor ki: “Peygamber namaz kılıyordu ve ben
ayaklarımı onun önüne uzatmıştım. Secdeye varmak
istediğinde ayaklarımı topluyordum, sonra tekrar
uzatıyordum.”
(Sahih-i Buharî, c. 12, s. 134, hadis 369; Sünen-i Nesaî ve Müsned-i Ahmed,
c. 51, s. 150 ve c. 52, s. 254; Sahih-i 215 Müslim, c. 2, s. 90 ve 329)
Ayşe ve
Hafsa'nın Komplosu ile İlgili Ayşe Aleyhinde İnen Ayetler
Bir defa
Ayşe ile Hafsa Resulullah (saa)’a karşı bir kompla
hazırladılar. Bu yüzden Resulullah (saa) bir ay zevcelerinden
uzaklaştı ve hasırın üzerinde uyudu.
(Sahih-i Buhari
C.3, S.175-176, Mezalim kitabı)
"Eğer
sizler Allah'a tevbe ederseniz (ne iyi); çünkü kalpleriniz eğrilik
gösterdi. Yok, eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya
kalkışırsanız, artık (iyi bilin ki) Allah, Cebrail ve
müminlerin salih olanı onun mevlasıdır. Bunların
arkasından melekler de onun destekçisidirler". (Tahrim 4. Ayet)
"Eğer o sizi
boşarsa, Rabbi ona sizden daha hayırlı, Müslüman, mümin,
gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire
eşler verir" (Tahrim 5. Ayet)
Bu ayetler Ömer bin Hattap’ın da dediği gibi Ayşe ve Hafsa
hakkında nazil olmuştur.
(Sahih-i Buhari
C.6, S.70)
{إنْ
تَـتُوبَا
إلَى اللّهِ
فَقَدْ
صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإنْ
تَظَاهَرَا
عَلَيْهِ
فَإنَّ
اللّهَ هُوَ
مَوْلاهُ
وَجِبْرِيلُ
وَصَالِـحُ
المُؤْمِنِينَ
وَالمَلائِكَةُ
بَعْدَ
ذَلِكَ
ظَهِيرٌ}
{عَسَى
رَبُّهُ إنْ
طَـلَّـقَكُنَّ
أنْ يُـبْدِلَهُ
أزْوَاجاً
خَيْراً
مِنْكُنَّ مُسْلِمَات
مُؤْمِنَات}
وهذه الآيات
نزلت في عائشة
وحفصة بشهادة
عمر بن
الخطّاب، كما
جاء في
البخاري.
(صحيح
البخاري 6: 70،
باب وإذا أسرّ
النبي إلى بعض
أزواجه).
"Eğer sizler Allah'a tevbe ederseniz
(ne iyi); çünkü kalpleriniz eğrilik gösterdi. Yok, eğer ona
karşı birbirinize destekçi olmaya
kalkışırsanız..." (Tahrim 1-3)
Sahih-i Buhari'den: “Ubeyd İbn Hunayn, İbn Abbas'dan
şöyle işittiğini rivayet etmektedir; Bir yıl boyunca Ömer
ibn Hattab'a bir ayeti sormak için bekledim. Onun heybetinden kendisine bunu
soramıyordum. Nihayet fırsatını buldum da ‘Ey Müminlerin
Emiri! Hz. Resulullah'a (s.a.a.) karşı birbirine destekçi olan iki
kadın kimdir?' dedim. Henüz sözümü tamamlamadan ‘Aişe ve
Hafsadır' dedi.”
(Muhammed
İbn İsmail el-Buhari, El-Camiü's-Sahih, c. 3, s. 314, Hadis No;
4914-5, el-Mektebetü's-Selefiyye).
Sahih-i Müslim'den: Ubeyd demiş ki:
“Ben İbni Abbas'ı şunları söylerken işittim: Ömer'e,
Hz. Resûlullah (s.a.a.) zamanında birbirlerine destek veren iki
kadının kimler olduğunu sormak istiyordum. Sözümü bitirir
bitirmez o ‘Aişe ile Hafsa' cevabını verdi.”
(Sahih-ü Müslim, c. 2, s. 647, Babü't-Talak, 33,
tahkik, tahriç ve talik Şeyh Müslim İbn Mahmud Osman es-Selefi,
el-Eserî, Darü'l-Hayr).
Müsnedü'l-İmam Ahmed
İbn Hanbel'den: İbn Abbas'tan
naklettiğine göre o şöyle demiştir: Ben, Allah-u Teala'nın ‘Eğer
ikiniz de Allah'a tövbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz
sapmıştı.' ayetinde bahis mevzuu edilen iki
kadının, Peygamberin eşlerinden hangileri olduğunu Ömer'e
sormayı çok istiyordum. Sonunda Ömer'in haccettiği esnada ben de
kendisiyle birlikte haccettim. Yolun bir bölümünde, Ömer geriye döndü. Ben de
onunla beraber ibriği alıp döndüm… Ömer dedi ki: Ne tuhafsın ey
Abbas'ın oğlu! Zührî der ki: Hoşlanmadı, ancak Allah'a and
olsun ki ona ne sordumsa gizlemedi de. Hafsa ve Âişe'dir, dedi.
(Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 1,
s. 346, Tahkik Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale)
İmam Beğavi'nin (h. 516) Mealimü't-Tenzil
adlı eserinde bu ayeti şöyle tefsir etmektedir:
“Eğer ikiniz de Allah'a tövbe ederseniz, (yerinde
olur)”, yani eziyet etme konusunda Hz. Peygamber'e (s.a.a.)
karşı yardımlaşmanız ve birbirinize arka
çıkmanız nedeniyle. Ayet Aişe ve Hafsa'yı hitap
almaktadır. “Çünkü kalpleriniz sapmıştı.” Çünkü
sizden haktan sapan bir eğilim ve bir eğrilik meydana gelmişti.
Tövbe etmeniz gerekmektedir.
(İmam Ebu
Muhammed Hüseyn İbn Mesud el-Beğavi,
Mealimü't-Tenzil, c. 4, s. 426, Tahkik ve Tahriç Muhammed Abdullah en-Nemr,
Osman Cuma, Süleyman Müslim, Darü Tayyibe, 3. Basım,1431)
"Ey
Peygamber, bunlardan kimi istersen geri bırakır, dilediğini
alabilirsin. Boşadığını yeniden almanda da bir vebal
yoktur sana.." (Ahzap 51)
Aişe, bu
ayet üzerine Peygamber efendimize:
Görüyorum ki, Senin Allahın yalnız senin şeyinin keyfi
için koşturuyor. demiştir.
(Sahih-i Buhari C.6, S.24, 128; Müslim, Rıda/49,50-Hadis/1464; Ibni
Mace, Nikah/57-Hadis/200; Ahmet Ibn-i
Hanbel, 6/134, 158, 261)
لمّا
نزل قول الله
تعالى:
{تُرْجِي مَنْ
تَشَاءُ
مِنْهُنَّ
وَتُؤْوِي
إلَيْكَ مَنْ
تَشَاءُ...}(الأحزاب:
51) قالت
عائشة للنبي
في غير حياء:
ما أرى
ربّك إلاّ
يسارع في
هواكَ.
(صحيح
البخاري 6: 24 و128 باب
هل للمرأة أن
تهب نفسها
لأحد)
Aynı rivayet daha geniş
açıdan:
"Ben (kıskançlığın
şevkiyle): ‘Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi
yapmaktan sıkılmaz mı?’ diyerek bu şekilde nefislerini
peygambere hibe eden Peygamber kadınlarını ayıplardım
ve ‘Hiç kadın kadınlığını mehirsiz hibe eder mi?’
derdim. Ne zaman ki: ‘Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri
bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri
bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak) sana güçlük
yoktur…’ (Ahzab Suresi 51) mealindeki ayet nazil oldu, (kendimi
tutamayarak): ‘Görüyorum ki Rabbin sadece senin hevanı
(tutkularını, nefsinin arzu ve isteklerini) gerçekleştirmek için
acele ediyor.’ dedim"
(Buhari, Tefsir, Ahzab 7, Nikâh 29; Müslim,
Rada 49, (1464); Ebu Davud, Nikâh 39, (2136); Nesai, Nikâh 1, (6, 54).
Aişe, bir gün Hafsa’yla aralarında anlaşarak kocalarına
bir “oyun” hazırlarlar. Âişe anlatıyor: “Peygamber (s.a.a)
Zeyneb bt. Cahş’ın odasında eğlenir ve onun yanında
bal şerbeti içerdi. Bunun üzerine Hafsa ile anlaştım ve ona
şöyle dedim: O şimdi hangimizin yanına gelirse; “Ben sende
meğâfîr kokusu duyuyorum; meğâfîr mi yedin?” desin!
Derken, Hz. Peygamber (s.a.a) ikimizden birinin yanına uğradı ve
o da aramızda belirlediğimiz sözü kendisine söyledi. Allah’ın
Rasûlü (s.a.a):
“Hayır! Zeyneb’in yanında bal şerbeti içmiştim! Ama madem
ki öyle; bir daha asla bal şerbeti içmem!”
buyurdu. Bu hâdise üzerine “Ey peygamber! Eşlerinin gönlünü almak için,
Allah’ın sana helal kıldığı şeyden niçin kendini
mahrum ediyorsun?...” âyetiyle başlayan Tahrîm sûresi nâzil oldu.
(Tefsir-i Taberî, c. 28, s. 156-158, 2. baskı; Suyutî,
ed-Dür'rü’l-Mensur, c. 6, s. 239; Zemahşerî, el-Keşşaf, c. 4, s.
567; Tefsir-i Kurutubî, c. 18, s. 177; Tefsir-i Fahr-i Razî, c. 8, s. 23)
“Ben, Allah’ın Elçisi’nden (s.a.a) sonra öyle
şeyler ihdâs ettim ki!”
(İbn Ebî Şeybe, III, 34, VII, 536; İbn
Sa’d, VIII, 74; Hâkim, IV, 6; ez-Zehebî, es-Siyer: II, 193 = İsnâdı
Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre sahih.
İhdâs: Dinde, dinden olmayan şeyler icat etmektir).
Ehl-i Sünnet'e göre, Kuran'dan sonra en sahih olarak kabul edilen Sahih-i
Buhari ve Sahih-i Müslim, şu hadisi nakletmişlerdir:
- Resulullah (saa) bir gün konuşurken eliyle Ayşe’nin evini
göstererek şöyle buyurdu: “Fitne işte buradadır, fitne işte
buradadır, fitne işte buradadır. Şeytanın boynuzu
buradan çıkacaktır.”
(Sahih-i Buhari C.4, S.46 Kitab'ul Hams)
وقد أخرج
البخاري في
صحيحه في باب
ما جاء في بيوت
أزواج النبي،
قال: عن نافع،
عن عبد الله
(رضي الله
عنه)، قال: قام
النبي (صلى
الله عليه
وآله وسلم)
خطيباً فأشار
نحو مسكن
عائشة فقال:
"هَاهُنَا
الْفِتْنَةَ
ـ ثلاثاً ـ من
حَيْثُ
يَطْلُعُ
قَرْنُ
الشيطان"
(صحيح
البخاري 4: 46
كتاب الخمس،
باب ما جاء في
بيوت أزواج
النبي (صلى
الله عليه وآله
وسلم)
Müslim de Sahih'inde İkrime bin Ammar'dan, o da Salim'den, o da
İbn-i Ömer' den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a.) bir gün
Aişe'nin evinden çıkarken şöyle buyurdu:
"Küfrün başı buradan çıkacak; şeytanın
boynuzu buradan zuhur edecektir."
(Sahih-i Müslim, c. 8, s. 181, Kitab'ul Fiten ve Eşrât'üs Sâ'a).
أخرج مسلم في
صحيحه أيضاً
عن عكرمة بن
عمّار، عن
سالم، عن ابن
عمر قال:
خَرَجَ
رَسُولُ الله
صَلَّى الله
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَسَلَّمَ مِنْ
بَيْتِ
عَائِشَةَ
فَقَالَ
رَأْسُ الْكُفْرِ
مِنْ
هَاهُنَا
مِنْ حَيْثُ
يَطْلُعُ
قَرْنُ
الشَّيْطَانِ.
خرج رسول
الله (صلى
الله عليه
وآله وسلم) من
بيت عائشة،
فقال: "رأس
الكفر من
هَاهُنَا من
حَيْثُ
يَطْلُعُ
قَرْنُ
الشيطان"
(صحيح
مسلم 8: 181،
كتاب الفتن
وأشراط
الساعة، باب
الفتنة من المشرق).
Tarih-i
Yakubî: Osman ile Ayşe arasında düşmanlık
vardı.
Bunun sebebi ise Osman'ın, Ömer'in Ayşe'ye verdiği payı
azaltması ve onun payını Resulullah'ın diğer
eşleri ile aynı seviyeye getirmesi idi.
Osman'ın hutbe okuduğu bir gün Ayşe, Resulullah'ın (s.a.a)
gömleğini göstererek şöyle feryat etti: Ey Müslümanlar
topluluğu! Bu, Resulullah'ın üzerine giydiği elbisedir ve henüz
eskimemiştir. Ancak Osman onun sünnetini eskitti! (1)
Bunun üzerine Osman dedi ki: Rabbim! Onların tuzağını
benden çevir; doğrusu onların tuzağı pek büyüktür.(2)
(1) İbnu’l-Esîr, et-Târîh, c. 3, s. 109
(2) Tarih-i Yakubî, c.2, s.175
تاريخ
اليعقوبي :
كانَ بَينَ
عُثمانَ
وعائِشَةَ
مُنافَرَةٌ ؛
وذلِكَ
أنَّهُ
نَقَصَها مِمّا
كانَ يُعطيها
عُمَرُ بنُ
الخَطّابِ ، وصَيَّرَها
اُسوَةَ غَيرِها
مِن نِساءِ
رَسولِ اللّه
ِ ، فَإِنَّ
عُثمانَ
يَوما
لَيَخطُبُ ،
إذ دَلَّت
عائِشَةُ قَميصَ
رَسولِ اللّه
ِ ، ونادَت : يا
مَعشَرَ المُسلِمينَ
! هذَا
جِلبابُ
رَسولِ اللّه
ِ لَم يَبلَ ،
وقَد أبلى
عُثمانُ
سُنَّتَهُ !
فَقالَ
عُثمانُ :
رَبِّ اصرِف
عَنّي
كَيدَهُنَّ
إنَّ
كَيدَهُنَّ
عَظيمٌ.
(تاريخ
اليعقوبي : ج2 ص175 )
el Futuh: Ayşe, tüm gücüyle ve gayet ciddi şekilde
Osman'ın öldürülmesi yönünde insanları
kışkırtıyor ve şöyle diyordu:
Ey insanlar! Bu, Resulullah'ın gömleğidir ve henüz eskimemiştir.
Fakat onun sünneti eskitilmiştir. O halde şu ahmak ihtiyarı
öldürün! Allah bu ahmak ihtiyarı öldürsün!
(İbn-i Asem "el-Fütuh", c.2, s.421; İbn-i Ebil Hadit "Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa", c.20, s.22. Ayrıca bkz: Emali,
Şeyh Tusî, s.714, h.1517; el-Müsterşed, s.222, h.64)
الفتوح
: كانَت
عائِشَةُ
تُحَرِّضُ
عَلى قَتلِ عُثمانَ
جَهدَها
وطاقَتَها ،
وتَقولُ :
أيُّهَا
النّاسُ ! هذا
قَميصُ
رَسولِ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله لم
يَبلَ
وبُلِيَت
سُنَّتُهُ ،
اُقتُلوا
نَعثَلاً ،
قَتَلَ اللّه
ُ نَعثَلاً.
(الفتوح :
ج2 ص421 ،
شرح نهج
البلاغة : ج20 ص22 وراجع
الأمالي
للطوسي : ص714 ح1517
والمسترشد : ص222 ح64 )
Ayşe,
halkı Osman'a karşı en
fazla kışkırtanlardandır, hatta Rasulullah (saa)'ın
elbiselerinden bir elbiseyi alıp
evine astı, onun evine gelen herkese şöyle diyordu:
(Ey
insanlar!) Bu, Resulullah'ın elbisesidir, henüz eskimemiştir. ama
Osman, onun sünnetini eskitti.
Dediler
ki: Osman'a "Na'sel" (ihtiyar ahmak) adını veren ilk
kişi Ayşe'dir. Na'sel, sakalında ve cesedinde çokça tüy
olandır. Ve Ayşe şöyle
derdi:
Şu
ahmak ihtiyarı öldürün! Allah bu ahmak ihtiyarı öldürsün!
(İbn-i Ebil
Hadit "Şerh-i Nehc'ül Belağa" C.6, S.215)
كل من
صنف في السير
والاخبار: إن
عائشة كانت من
أشد الناس على
عثمان، حتى
إنها أخرجت
ثوبا من ثياب
رسول الله صلى
الله عليه
وآله، فنصبته في
منزلها،
وكانت تقول
للداخلين
إليها: هذا
ثوب رسول الله
صلى الله عليه
وسلم لم يبل،
وعثمان قد
أبلى سنته.
قالوا: أول من
سمى عثمان
نعثلا عائشة،
والنعثل:
الكثير شعر
اللحية
والجسد،
وكانت تقول:
اقتلوا نعثلا،
قتل الله
نعثلا!
(شرح
نهج البلاغة -
ابن أبي
الحديد - ج ٦ -
الصفحة ٢١٥)
Ayşe,
Osman hakkındaki şöyle demiştir: "Şu ahmak
ihtiyarı öldürün! Doğrusu o kâfir olmuştur!"
(Tarih-i
Taberî, c.4, s.459; el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.313; el-İkdu'l-Ferid,
c.3, s.300; Muhammed bin Asem el-Kufi, el-Fütuh, c.2, s.437; el-İmame
ve's-Siyase, c.1, s.72, "Kâfir olmuştur" yerine "Dinden
çıkmıştır" tabiri yer almıştır).
كانت
عائشة تقول في
عثمان :
«اُقتُلوا
نَعثَلاً ؛
فَقَد
كَفَرَ!»
(تاريخ
الطبري : ج4 ص459 ،
الكامل في
التاريخ : ج2 ص313 ،
العقد الفريد
: ج 3 ص 300 ، الفتوح :
ج2 ص437 ، الإمامة
والسياسة : ج1 ص72
وفيه «فقد فجر»
بدل «فقد كفر»)
Rivayet
edilir ki: Ayşe Osman'a oldukça kaba davrandı. Osman da ona kaba
davranarak "Bu işten sana ne? Sana evinde oturman
emredilmiştir!" dedi. (O sırada) bir grup da Osman gibi
konuştu. Bir başka grup ise (öne çıkarak) "Bu [itiraza]
Ayşe'den daha layık kim olabilir ki?" dedi. Derken
ayakkabılarla birbirlerine girdiler. Bu, Peygamber'den (s.a.a) sonra
Müslümanlar arasındaki ilk çatışmaydı.
(Belazuri
"Ensabu'l-Eşraf" c.6, s.144; Şerh-i Nehcü'l-Belâğa,
c.3, s.19).
Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa: Ayşe'nin
Osman hakkındaki sözleri meşhurdur ve herkesçe bilinir.
Resulullah'ın (s.a.a) gömleğini çıkararak "Bu, onun
gömleğidir, henüz eskimemiştir; ancak Osman onun sünnetini
eskitti!" buna benzer sayılamayacak kadar çok söz
söylemiştir.
(Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, c.3, s.9).
شرح
نهج البلاغة :
أقوالُ
عائِشَةَ
فيهِ [ أي في
عُثمانَ
]مَعروفَةٌ
ومَعلومَةٌ ،
وإخراجُها
قَميصَ
رَسولِ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
وهِيَ تَقولُ
: هذا
قَميصُهُ لَم
يَبلَ وقَد أبلى
عُثمانُ
سُنَّتَهُ ،
إلى غَيرِ ذلِكَ
مِمّا لا
يُحصى
كَثرَةً.
(شرح نهج
البلاغة : ج3 ص9)
Ayşe
Osman’ın hilafeti döneminde sürekli halkı Osman’ın kanın
dökmeleri için kışkırtıyor ve bu sebeple de bazen
Peygamber’in (s.a.v) gömleğini sahabeye
gösteriyor ve şöyle diyordu: “Bakın, henüz Peygamber’in gömleği
eskimedi ama şimdiden onun sünneti unutuldu.”
(Tarih-i
Ebü’l-Fida, c. 1 , s. 1 72)
Tarih-i
Yakubî: İbn-i
Udeys el-Belva, Osman'ı evinde muhasaraya aldı. Onları,
Allah'ı şahit tutarak yemine verdi ve sonra hazinenin anahtarlarını
onlardan istedi. Osman, kendi evinde kuşatma altındayken
anahtarları Talha b. Ubeydullah'a getirdiler. Halkı Osman'ın
aleyhine en çok ayaklandıran Talha, Zübeyr ve Ayşe idi.
(Tarih-i Yakubi, c.2, s.175)
Ensabu'l-Eşraf
[Ebu Mihnef'ten]: Medine Beytülmâl'inde,
içerisinde birtakım ziynet eşyası ve mücevherat bulunan bir
sandık vardı. Osman, ailesinden biri için ondan bir ziynet
eşyası aldı. Halk, ona itiraz etti ve onunla çok sert bir
şekilde konuştu. Nihayetinde onu (oldukça) öfkelendirdiler. Derken
bir konuşma yaptı ve dedi ki: Her ne kadar birilerinin hoşuna
gitmese de biz, ihtiyacımız olan şeyi bu maldan
alırız.
Ali (a.s) ona dedi ki: Bu durumda men edilirsin ve seninle onun arasına
engel konulur.
Ammar b. Yasir: Allah şahidimdir ki bu işten ilk rahatsızlık
duyan benim.
Osman dedi: Ey sünnetsiz kadının oğlu! Bana cüret mi ediyorsun?
Tutuklayın şunu!
Bunun üzerine Ammar tutuklandı. Osman, içeri girdi ve onu
çağırdı. (Ammar içeri alınınca) onu o kadar dövdü ki
sonunda (yediği darbelerin etkisiyle) bayıldı. Daha sonra onu
dışarı çıkarıp Resulullah'ın eşi Ümmü
Seleme'nin evine götürdüler. Ammar, (baygınlık nedeniyle] öğlen,
ikindi ve akşam namazlarını kılamadı. Daha sonra ayıldığında
abdest alıp namaz kıldı ve "Allah'a hamd olsun! Bu, Allah
için eziyet gördüğümüz ilk gün değil…" dedi.
Ammar'a yapılan bu muamele Ayşe'ye ulaştığında
öfkelendi; Resulullah'ın (s.a.a) saçından bir tel, elbiselerinden bir
elbise ve terliklerinden bir terlik çıkardı ve dedi ki: Ne çabuk
Peygamberinizin sünnetini terk ettiniz! Şu gördüğünüz onun saçı,
elbisesi ve terliğidir;
henüz eskimemiştir!
Osman bu durumu görünce ne söylediğini bilmeyecek kadar oldukça öfkelendi.
(Ensabu'l-Eşraf, c.6, s.161; Şerh-i Nehcü'l-Belâğa,
c.3, s.49; eş-Şafi, c.4, s.289).
el-İkdu'l-Ferid:
Mugayre b. Şûbe, Ayşe'nin yanına geldi.
Ayşe dedi ki: Ey Abdullah'ın babası! Cemel günü keşke
görseydin; o gün oklar, (içinde oturduğum) kecavemi delmiş, hatta
bazıları derime kadar ulaşmıştı.
Mugayre: Vallahi onlardan birinin seni öldürmesini çok isterdim!
Ayşe: Allah sana rahmet etsin, neden böyle söylüyorsun?
Mugayre: Belki Osman'ın aleyhindeki çabalarının kefareti olurdu.
(el-İkdu'l-Ferid, c.3, s.300. Ayrıca bkz: el-Cemel, s.381).
Tarih-i
Medine [Yahya
b. Said el-Ensarî'den]: Amcam bana şöyle anlattı: Osman
kuşatıldığında ben Ayşe'nin
yanındaydım. İnsanlar hac için hazırlanıyorlardı.
Ansızın Mervan çıkageldi ve dedi ki: Ey Ümmül Müminin! Müminlerin
emiri, sana selam gönderdi ve Allah'ın rahmetini diledi. "Halkı
üzerimden geri çevir, ne istersen yaparım!" diyor. Ne var ki
Ayşe, ona icabet etmedi. Bunun üzerine Mervan, Rabi b. Ziyad el-Abesî'nin
şu beytini misal vererek geri döndü:
Kays, beldeleri bana karşı kışkırttı
Alevlenince ateş, yardımdan da kaçındı
Derken, Ayşe: (Şiirle) örnek veren şu
adamı geri çevirin, dedi. Biz de onu geri çevirdik. Elinde bulunan bir
çuvalı tamir etmekte olan Ayşe dedi ki: Vallahi şu yanından
geldiğin arkadaşın var ya; onu elimdeki bu çuvalın içine
koymayı, sonra da ağzını iyice bağlayıp denize
atmayı çok isterdim!
(Tarih-i Medine, c.4, s.1172. Ayrıca bkz: Ensabu'l-Eşraf,
c.6, s.192; Tabakatu'l-Kubra, c.5, s.36; Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.3, s.7; eş-Şafi, c.4, s.241; Kurbu'l-Esnad,
s.26, h.89)
تاريخ
المدينة- عن يحيى
بن سعيد الأنصاري
: حَدَّثَني
عَمّي ـ أو
عَمٌّ لي ـ
قالَ : بَينَما
أنَا عِندَ
عائِشَةَ ـ
وعُثمانُ مَحصورٌ
، وَالنّاسُ
مُجَهِّزونَ
لِلحَجِّ ـ إذ
جاءَ مَروانُ
، فَقالَ : يا
اُمَّ
المُؤمِنينَ
، إنَّ أميرَ
المُؤمِنينَ
يَقرَأُ
عَلَيكِ
السَّلامَ
ورَحمَةَ
اللّه ِ ،
ويَقولُ : رُدّي
عَنِّي
النّاسَ ؛
فَإِنّي
فاعِلٌ وفاعِلٌ
، فَلَم
تُجِبهُ .
فَانصَرَفَ
وهُوَ يَتَمَثَّلُ
بِبَيتِ
الرَّبيعِ
بنِ زِيادٍ العَبَسي
: وحَرَّقَ
قَيسٌ
عَلَيَّ
البِلا دَ حَتّى
إذَا
اشتَعَلت
أجذَما
فَقالَت :
رُدّوا عَلَيَّ
هذَا
المُتَمَثِّلَ
، فَرَدَدناهُ
. فَقالَت ـ
وفي يَدِها
غِرارَةٌ(*)
لَها
تُعالِجُها ـ
: وَاللّه ِ ،
لَوَدِدتُ
أنَّ
صاحِبَكَ الَّذي
جِئت مِن
عِندِهِ في
غِرارَتي
هذِهِ ، فَأَوكَيتُ
عَلَيها ،
فَأَلقَيتُها
فِي البَحرِ.
(*)
الغِرارة :
الجُوالق ،
[وهو وعاءٌ من
الأوعية
معروف] واحدة
الغرائِر
(لسان العرب : ج5 ص18)
(تاريخ
المدينة : ج4 ص1172
وراجع أنساب
الأشراف : ج6 ص192
والطبقات
الكبرى : ج5 ص36
وشرح نهج
البلاغة : ج3 ص7
والشافي : ج4 ص241 وقرب
الإسناد : ص26 ح89)
Tarih-i
Yakubî: Mervan
Ayşe'ye geldi ve dedi ki: Ey Ümmül Müminin! Keşke şu adamla halk
arasında bir uzlaşı sağlamak için harekete geçsen!
Ayşe:
Ben hazırlıklarımı tamamladım ve hacca gitmek
istiyorum.
Mervan: Harcamış olduğun her dirheme karşılık
sana iki dirhem verecektir!
Ayşe: Herhalde sen, arkadaşın hakkında tereddüt
ettiğimi zannediyorsun! Vallahi parçalar halinde şu
çuvallarımdan birinde olmasını ve onu bizzat kendi ellerimle
taşıyıp denize atabilmek için yeterince güçlü olmayı çok
isterdim!
(Tarih-i
Yakubî, c.2, s.175-176.
Ayrıca bkz: el-İydâh, s.264).
تاريخ
اليعقوبي :
صارَ مَروانُ
إلى عائِشَةَ
، فَقالَ : يا
اُمَّ
المُؤمِنينَ !
لَو قُمتِ
فَأصلَحتِ
بَينَ هذَا
الرَّجُلِ وبَينَ
النّاسِ !
قالَت : قَد
فَرَغتُ مِن
جِهازي ،
وأنَا اُريدُ
الحَجَّ .
قالَ :
فَيَدفَعُ إلَيكِ
بِكُلِّ
دِرهَمٍ
أنفَقتِهِ
دِرهَمَين !
قالَت :
لَعَلَّكَ
تَرى أنّي في
شَكٍّ مِن
صاحِبِكَ ! !
أما وَاللّه ِ
لَوَدِدتُ
أنَّهُ
مُقَطَّعٌ في
غِرارَةٍ مِن
غِرائِري ، وأنّي
اُطيقُ
حَملَهُ ،
فَأَطرَحُهُ
فِي البَحرِ.
(تاريخ
اليعقوبي : ج2 ص175
وراجع
الإيضاح : ص264 )
-el-Fütuh:
Ayşe hacca gitmeye karar verdi. Daha önce onunla
Osman arasında birtakım atışmalar olmuştu: Osman,
Ayşe'nin erzakını ve Beytülmâl'deki payından bir
kısmını geciktirmiş; başka bir zamana ertelemiş;
Ayşe de buna öfkelenerek şöyle demişti: Ey Osman! Yanındaki
emaneti yedin ve halkını sıkıntıya soktun; ailenden
olan kötü insanları onlara musallat ettin. Allah gökten sana su
ulaştırmasın ve yerin bereketinden seni mahrum
bıraksın! Şunu iyi bil ki eğer beş vakit
namaz(ın) olmasaydı, yüzleri kapalı ve silahlı bir grup
sana doğru gelir, erkek deve nasıl boğazlanıyorsa seni de
öyle boğazlarlardı.
Osman da ona: "Allah, kâfir olanlara, Nûh'un karısı ile
Lût'un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi,
kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında
bulunuyorlardı. Derken onlara hâinlik ettiler de kocaları hiçbir
şeyi onlardan savamadı. Onlara, 'Haydi, ateşe girenlerle beraber
siz de girin!' denildi."(Tahrim, 10)
cevabını verdi.
(İbn-i Asem, el-Fütuh, c.2, s.421)
الفتوح
: عَزَمَت
عائِشَةُ
عَلَى
الحَجِّ ، وكانَ
بَينَها
وبَينَ
عُثمانَ
قَبلَ ذلِكَ كَلامٌ
؛ وذلِكَ
أنَّهُ
أخَّرَ عَنها
بَعضَ
أرزاقِها إلى
وَقتٍ مِنَ
الأَوقاتِ فَغَضِبتَ
، ثُمَّ قالَت
: يا عُثمانُ !
أكَلتَ أمانَتَكَ
، وضَيَّقتَ
رَعِيَّتَكَ
، وسَلَّطتَ
عَلَيهِمُ
الأَشرارَ
مِن أهلِ
بَيتِكَ ، لا
سَقاكَ اللّه
ُ الماءَ مِن
فَوقِكَ ، وحَرَمَكَ
البَركَةَ
مِن تَحتِكَ !
أما وَاللّه ِ
لَولَا
الصَّلَواتُ
الخَمسُ
لَمَشى إلَيكَ
قَومٌ ذو
ثِيابٍ
وبَصائِر ،
يَذبَحوكَ
كَما يُذبَحُ
الجَمَلُ .
فَقالَ لَها
عُثمانُ : «ضَرَبَ
اللَّهُ
مَثَلاً
لِّلَّذِينَ
كَفَرُواْ
امْرَأَتَ
نُوحٍ وَ
امْرَأَتَ
لُوطٍ كَانَتَا
تَحْتَ
عَبْدَيْنِ
مِنْ عِبَادِنَا
صَــلِحَيْنِ
فَخَانَتَاهُمَا
فَلَمْ
يُغْنِيَا عَنْهُمَا
مِنَ اللَّهِ
شَيْـئا وَ
قِيلَ ادْخُلَا
النَّارَ
مَعَ الدَّ
خِلِينَ»
)التحريم
: (10
)الفتوح :
ج2 ص421)
-el-Fütuh [Osman'ın muhasara
altına alındığı ve ölümle burun buruna geldiği
vakitler Ayşe'nin hac yolculuğuna çıkmasını
anlatırken]:
…Daha sonra Mekke'ye doğru yola çıktı. Derken İbn-i
Abbas'la karşılaştı ve ona şunları söyledi: Ey
İbn-i Abbas! Sana akıl ve beyan verilmiştir.
Sakın ola ki halkı şu azgın Osman'ı öldürmekten
alıkoymayasın! Çünkü ben şunu çok iyi biliyorum ki Bedir
Savaşı'nda Ebu Süfyan nasıl kendi kavmine uğursuzluk
getirdiyse, bu da aynı şekilde kendi kavmine uğursuzluk
getirmektedir!
(İbn-i Asem, el-Fütuh, c.2, s.422; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf, c.6,
s.193; el-Cemel, s.149. Muhammed b.İshak, Medainî ve Ebu
Huzeyfe'den. Son iki kaynak, "Çünkü ben…" ibaresine kadardır).
الفتوح
ـ في ذِكرِ
خُروجِ
عائِشَةَ
إلَى الحَجِّ
لَمّا حوص: . . .
ثُمَّ إنَّها
خَرَجَت تُريدُ
مَكَّةَ ،
فَلَقِيَهَا
ابنُ عَبّاسٍ
، فَقالَت
لَهُ : يَابن
عَبّاسٍ ، إنَّكَ
قَد اُوتيتَ
عَقلاً
وبَيانا ،
فَإِيّاكَ أن
تَرُدَّ
النّاسَ عن
قَتلِ هذَا
الطّاغي ؛
عُثمانَ ؛
فَإِنّي
أعلَم أنَّهُ
سَيَشأَمُ [*]
قَومَهُ كما
شَأَمَ أبو
سُفيانَ
قَومَهُ يَومَ
بَدرٍ.
(*)شأمَ
فلان أصحابَه
: إذا أصابهم
شُؤمٌ من قِبَلِه
(لسان العرب : ج12 ص315)
(الفتوح
: ج2 ص422 ،
أنساب
الأشراف : ج6 ص193 ؛
الجمل : ص149 عن
محمّد بن
إسحاق
والمدائني
وأبي حذيفة
وفيهما إلى
«الطاغي
عثمان»)
Tarih-i
Taberî [İbn-i
Abbas'tan]: Osman bana dedi ki:
Halid b. As b. Hişam'ı Mekke'ye vali yaptım. Halkın
yaptığı Mekkelilere ulaşmıştır.
Dolayısıyla hac amellerini yapmasına engel olmalarından,
onun da bunu kabul etmemesinden ve sonuç itibarıyla Allah'ın emin
yurdunda savaş çıkmasından korkuyorum. Hâlbuki insanlar
yeryüzünün en derin ve ücra köşelerinden menfaatlerini müşahede etmek
üzere (buraya) gelmektedirler. O yüzden hac işleri sorumluluğuna seni
atamayı uygun gördüm…
İbn-i Abbas yola çıktı ve Sulsul'da(1)
Ayşe'nin yanından geçti.
Ayşe ona dedi ki: Ey İbn-i Abbas! Sana Allah'ı şahit
tutarım; sakın ola ki açık ve akıcı beyanınla bu
adamı baş başa bırakmayasın (dilinle ona yardım
etmeyesin); onun hakkında insanları şüpheye düşürmeyesin!
Çünkü ondan yana halkın gözü açılmış, yolları
aydınlanmış ve artık olması kesinleşen iş
için şehirlerden gelip (buraya) toplanmışlardır. Talha b.
Ubeydullah'ı gördüm; Beytülmâl ve hazinenin anahtarlarını
almış. Eğer halife o olursa, amcası oğlu Ebubekir'in
yöntemine göre hareket edecektir.
İbn-i Abbas der ki: Ona "Ey anne! Eğer bu adamın
başına bir hadise gelecek olursa halk bizim efendimizden (Ali'den)
başkasına sığınmayacaktır!" dedim.
Bunun
üzerine Ayşe: Kes artık! Seninle çekişmek ve mücadele etmek
istemiyorum, diye cevap verdi.
(Tarih-i Taberî, c.4, s.407; İbn-i Ebil Hadit, Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.10, s.6).
(1)-Sulsul: Medine'ye yedi mil uzaklıkta bir
yerdir. Mekke'nin fethi sırasında Resulullah (s.a.a) Medine'den
Mekke'ye doğru yola çıktığında istirahat için burada
konaklamıştı (Tacu'l-Arus, c.15, s.410).
تاريخ
الطبري عن ابن
عبّاس : قالَ
لي عُثمانُ : إنّي
قَدِ
استَعمَلتُ
خالِدَ بنَ
العاصِ بنِ
هِشامٍ عَلى
مَكَّةَ ،
وقَد بَلَغَ
أهلَ مَكَّةَ
ما صَنَعَ
النّاسَ ، فَأَنَا
خائِفٌ أن
يَمنَعوهُ
المَوقِفَ ،
فَيَأبى ،
فَيُقاتِلَهُم
في حَرَمِ
اللّه ِ ـ جَلَّ
وعَزَّ ـ
وأمنِهِ !
وإنَّ قَوما
جاؤوا مِن كُلِّ
فَجٍّ عَميقٍ
لِيَشهَدوا
مَنافِعَ لَهُم
، فَرَأَيتُ
أن
اُوَلِّيَكَ
أمرَ المَوسِمِ
... . فَخَرَجَ
ابنُ عَبّاسٍ
، فَمَرَّ
بِعائِشَةَ
في
الصُّلصُلِ [1]
، فَقالَت :
يَابنَ
عَبّاسٍ !
أنشَدَكَ
اللّه ُ
فَإِنَّكَ
قَد اُعطيتَ
لِسانا
إزعيلاً [2]
ـ أن
تُخَذِّلَ
عَن هذَا
الرَّجُلِ ،
وأن تَشُكَّكَ
فيهِ النّاسُ
؛ فَقَد بانَت
لَهُم
بَصائِرُهُم
وأنهَجَت ،
ورَفَعَت
لَهُمُ
المِنارُ ،
وتَحَلَّبوا [3]
مِنَ
البُلدانِ
لِأَمرٍ قَد
حُمَّ . وقَد
رَأَيتُ
طَلحَةَ بنَ
عُبَيدِ
اللّه ِ قَدِ
اتَّخَذَ
عَلى بُيوتِ
الأموالِ
وَالخَزائِنِ
مَفاتيحَ ،
فَإن يَلِ
يَسرِ
بِسيرَةِ
ابنِ عَمِّهِ
أبي بَكرٍ .
قالَ : قُلتُ :
يا اُمَّه ! لَو
حَدَثَ
بِالرَّجُلِ
حَدَثٌ ما
فَزَعَ النّاسُ
إلّا إلى
صاحِبِنا ! !
فَقالَت :
إيها عَنكَ !
إنّي لَستُ
اُريدُ
مُكابَرَتَكَ
، ولا مُجادَلَتَكَ.
(تاريخ
الطبري : ج4 ص407 ،
شرح نهج
البلاغة : ج10 ص6
نحوه)
[1] الصُلْصُل:
موضع على سبعة
أميال من
المدينة . منزل
رسول اللّه
صلى الله عليه
و آله يوم خرج
من المدينة
إلى مكّة عام
الفتح (تاج
العروس : ج15 ص410) .
[2]
إزعيل : نشيط
(لسان العرب : ج11 ص303) .
[3]
حَلَبَ
القَومُ :
اجتمعوا
وتألّبوا من
كلّ وجه (تاج
العروس : ج1 ص438) .
Tarih-i Yakubî: Ayşe, Mekke'deydi. Osman öldürülmeden önce
Medine'den ayrılmıştı. Haccını tamamlayınca
geri döndü. Yolun bir bölümünde İbn-i Ümmü Kilab ile
karşılaşınca ona "Osman ne yaptı?" diye
sordu.
İbn-i Ümmü Kilab: Öldürüldü.
Ayşe: Rahmetten uzak olsun, mahrum kalsın! Peki, halk kime biat etti?
İbn-i Ümmü Kilab: Talha'ya. Ayşe: İyi birine ulaştı;
şu parmak sahibine! (Bir savaşta parmağı kesilmişti.)
Daha
sonra başka biriyle karşılaştı ve ona da "Halk ne
yaptı?" diye sordu. "Ali'ye biat ettiler" cevabını
alınca dedi ki: Vallahi işin buraya varacağını
ummuyordum.
(Tarih-i
Yakubî, c.2, s.180; Ensabu'l-Eşraf,
c.3, s.18; Ebu Yusuf el Ensarî'den; Şerh-i Nehcü'l-Belâğa,
c.6, s.215).
تاريخ
اليعقوبي :
كانَت
عائِشَةٌ
بِمَكَّةَ ، ـ
خَرَجَت
قَبلَ أن
يُقتَلَ
عُثمانُ ـ
فَلَمّا
قَضَت
حَجَّهَا
انصَرَفَت
راجِعَةً ،
فَلَمّا
صارَت في
بَعضِ الطَّريقِ
لَقِيَها
ابنُ اُمِّ
كِلابٍ ،
فَقالَت لَهُ
: ما فَعَلَ
عُثمانُ ؟ قال
: قُتِلَ .
قالَت : بُعدا
وسُحقا !
قالَت : فَمَن
بايَعَ
النّاسُ ؟ قال
: طَلحَةَ .
قالَت : إيها
ذُو الإِصبَعِ
. ثُمَّ
لَقِيَها
آخَرُ ،
فَقالَت : ما
فَعَلَ
النّاسُ ؟ قال
: بايَعوا
عَلِيّا . قالَت
: وَاللّه ِ ،
ما كُنتُ
اُبالي أن
تَقَعَ هذِهِ
عَلى هذِهِ.
( تاريخ
اليعقوبي : ج2 ص180 ؛
أنساب
الأشراف : ج3 ص18 عن
أبي يوسف
الأنصاري ،
شرح نهج
البلاغة : ج6 ص215 كلاهما
نحوه)
Ayşe,
Osman'ın katledilmesinden sonra halkın Hz. Ali'ye biat ettiğini
duyunca: "Keşke gök, yere kapansaydı da Ali
hilafete ulaşmasaydı" demiştir.
(İbn-i Ebil Hadit "Şerh-i Nehc'ül
Belağa" C.6, S.215)
عندما
سمعت عائشة
بأنّ الناس قد
بايعوا عليا بالخلافة
بعد قتل
عثمان، فقالت:
وددت لو أنّ السّماء
انطبقت على
الأرض قبل أن
يليها ابن أبي
طالب.
Ayşe’nin
Hz. Ali (a.s.)’ın hükümetinden razı olmadığını
gösteren bir delili Taberi kitabında şöyle naklediyor:
"Osman hadisesinde Ayşe Mekke’de
idi.O, Hac vazifesini yolda Serf denen bölgede Osman’ın ölüm haberi ve
Muhacir ve Ensar’ın Ali (a.s.)’ye olan biatı Ayşe’ye duyuruldu.
O bu habere öylesine üzüldü ki o anda ölümü arzu ederek şöyle dedi: “Keşke
gökyüzü benim tepeme yıkılsaydı.” Sonra o,oradan
ayrılarak Mekke’ye döndü ve şöyle dedi:
“Osman suçsuz yere öldürüldü. Allah şahit olsun ki ben onu
kanını geri almak için kıyam edeceğim.” Bu haberi
Ayşe’ye ulaştıran şahıs cesaretini toplayarak ona
şöyle dedi: “Sen daha düne kadar halka “Osman’ı öldürün, o
kafir oldu” diyordun, şimdi ise nasıl oluyor da ona suçsuz ve
mazlum diyorsun.” Ayşe cevaben şöyle dedi:
“İnkılapçılar onu, tövbe ettikten sonra öldürdüler."
(Tarih-i Taberi, c. 5, s. 173; Bulak
baskısı)
Tarih-i
Taberî [Esed
b. Abdullah, huzurunda bulunduğu âlimden]: Ayşe Mekke'den
dönüş yolunda Serif'e (1) vardığında
Ubeyd b.Ümmü Kilab onunla karşılaştı. (O, İbn-i Ebi
Seleme'nin kölesiydi ve annesine isnat ediliyordu.) Ayşe ona "Ne
haber?" diye sordu.
Ubeyd:
Osman'ı öldürdüler ve sekiz gün beklediler, dedi.
Ayşe: Sonra ne yaptılar?
Abd: Medine ahalisi bir araya geldi ve işlerinin sonu iyiye
bağlandı. Derken Ali b. Ebu Talib üzerinde ittifak ettiler.
Ayşe: Eğer bu iş efendin için tamamlanmışsa, keşke
şu (gökyüzü) şunun (yeryüzünün) üzerine inseydi de öyle
tamamlansaydı!
Beni geri çevirin, beni geri çevirin!
Böylece Ayşe, Mekke'ye geri döndü. (Yoldayken) "Osman mazlum olarak
öldürüldü; Allah'a yemin olsun ki onun (akan) kanının
hesabını soracağım!" diyordu.
Bunun üzerine İbn-i Ümmü Kilab dedi ki: Neden (böyle söylüyorsun)? Vallahi
sen lafını değiştiren ilk kişisin! "Şu
ahmak ihtiyarı öldürün, çünkü o kâfir olmuştur!" diyen sen
değil miydin?
Ayşe dedi ki: Önce ondan tövbe istediler, sonra da öldürdüler.
Ben bir şey söyledim, onlar da söylediler. Ama şu son sözüm, önceki
sözümden çok daha iyi oldu!
Bunun üzerine İbn-i Ümmü Kilab şu şiiri okudu:
Başlangıç
da senden, değişim de senden
Rüzgâr
da senden, yağmur da senden
Halife
öldürülsün diye sen emretmiştin
"Kâfir
oldu" diyen de bize yine sendin
Kabul
et ki, Osman'ı öldürmekte sana uyduk
Ölüm
emrini veren katiliyse yanıbaşımızda!
(Tarih-i Taberî, c.4, s.458; el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.312; el-İmame
ve's-Siyase, c.1, s.71, bu kaynakta "Ama şu son sözüm…" cümlesinden
sonra "Ubeyd dedi ki: Ey müminlerin annesi! Özrün vallahi de
zayıftır…" şeklinde geçer. Ayrıca bkz: Tezkiretu'l-Havas,
s.69)
-----------------------------------------------
1-Serif: Mekke'ye altı mil
uzaklıktadır. Yedi, dokuz ve on iki mil uzaklıkta olduğu da
söylenmiştir. Resulullah (s.a.a), Haris kızı Meymune ile burada
evlenmişti (Mucemu'l-Buldan, c.3, s.212)
تاريخ
الطبري - عن
أسد بن عبد
اللّه عمّن
أدرك من أهل
أبي سَلَمَةَ
؛ يُنسَبُ إلى
اُمِّهِ ـ فَقالَت
لَهُ : مَهيَم [*]
؟ قالَ :
قَتَلوا
عُثمانَ ،
فَمَكَثوا
ثَمانِيا .
قالَت : ثُمَّ
صَنَعوا ماذا
؟ قالَ :
أخَذَها أهلُ
المَدينَةِ
بِالاِجتِماعِ
، فَجازَت
بِهِمُ
الاُمورُ إلى
خَيرِ مَجازٍ
، اِجتَمَعوا
عَلى عَلِيِّ
بنِ أبي
طالِبٍ .
فَقالَت :
وَاللّه ِ ،
لَيتَ أنَّ هذِهِ
انطَبَقَت
عَلى هذِهِ إن
تَمَّ الأَمرُ
لِصاحِبِكَ !
رُدّوني
رُدّوني .
فَانصَرَفَت
إلى مَكَّةَ
وهِيَ تَقولُ
: قُتِلَ
وَاللّه ِ
عُثمانُ
مَظلوما ،
وَاللّه ِ
لَأَطلُبَنَّ
بِدَمِهِ .
فَقالَ لَهَا
ابنُ اُمِّ
كِلابٍ :
ولِمَ ؟
فَوَاللّه ِ
إنَّ أوَّلَ
مَن أمالَ
حَرفَهُ
لَأَنتِ !
ولَقَد كُنتِ
تَقولينَ : اُقتُلوا
نَعثَلاً
فَقَد كَفَر !
قالَت : إنَّهُمُ
استَتابوهُ
ثُمَّ
قَتَلوهُ ،
وقَد قُلتُ
وقالوا ،
وقَولِيَ
الأَخيرُ
خَيرٌ مِن قَولِيَ
الأَوَّلِ .
فَقالَ لَهَا
ابنُ اُمِّ كِلابٍ
:
فَمِنكِ
البَداءُ
ومِنكِ
الغَيرُ ***
ومِنكِ
الرِّياحُ
ومِنكِ
المَطَر
وأنتِ
أمَرتِ
بِقَتلِ
الإِمامِ ***
وقُلتِ لَنا
إنَّهُ قَد
كَفَر
فَهَبنا
أطَعناكِ في
قَتلِهِ *** وقاتِلُهُ
عِندَنا مَن
أمَر.
(*)
مَهْيَم :
كلمة يمانيّة
معناها : ما
أمرك ، وما هذا
الَّذي أرى بك
، ونحو من هذا
الكلام (لسان
العرب : ج12 ص565) .
(تاريخ
الطبري : ج4 ص458 ،
الكامل في
التاريخ : ج2 ص312 ،
الإمامة
والسياسة : ج1 ص71
وفيه «فقال
عبيد : عذرٌ
واللّه ضعيف
يا اُمّ المؤمنين
. . .» بعد «قولي
الأوّل» ،
الفتوح : ج2 ص437
وفيه «فقال
لها عبيد بن
اُمّ كلاب:
هذا واللّه التخليط
يا اُمّ
المؤمنين . . .»
بعد «واللّه
لأطلبنّ بدمه»
وكلاهما نحوه
وراجع تذكرة
الخواصّ : ص69)
(el-Futuh) Aişe de haccını
tamamladıktan sonra dönmek için Mekke'den yola çıktı. Medine'ye
yaklaştığında onu Ubeyd b.Ebi Selma el-Leysi
karşıladı. Ona İbn-i Ümmü Kilab da denirdi. Ayşe ona "Ne haber? Durum, bize mi, aleyhimize mi" diye sordu.
Ubeyd:
"Osman bin Affan öldürüldü", dedi.
Ayşe: "Sonra ne oldu?" diye sordu. Ubeyd:
"İnsanlar, Ali b. Ebu Talib'e
biat ettiler ettiler", dedi.
Ayşe: "Keşke şu (gökyüzü) üzerime düşseydi!,
Vallahi, Osman bin Affan, mazlum olarak öldürüldü ve onun kanını
isteyeceğim. Vallahi Osman'dan bir gün, Ali'nin bütün zamanlarından
daha hayırlıdır." dedi.
Bunun üzerine İbn-i Ümmü Kilab ona dedi ki: "Neden böyle söylüyorsun?
Allah'a yemin ederim ki, bu günde gökle yer arasında, Cenab-ı
Hakk'ın huzurunda Ali bin Ebi Talib'den daha şerefli bir kimse
olduğunu düşünmüyorum. Onun velayetinden
neden nefret ediyorsun? İnsanları onu (Osman') öldürmeye teşvik
etmiyor muydun? Sonra onun ayıp ve kusurlarını ortaya
çıkardın ve: 'Nasel (ihtiyar ahmak)'i öldürün, çünkü o kafir oldu'
demedin mi?
Ayşe dedi ki: Hayatım adına, evet ben bir
şey söyledim, onlar da söylediler. Onun haberini ilk baştan
öğrendiğimde söylediklerimden döndüm. Siz ondan tövbe istediniz,
hatta onu beyaz gümüş yapıp öldürdünüz. Allah'a ant olsun ki, onun
kanını isteyeceğim.
Ubeyd b. Ümmü Kilab ona dedi ki: Ey müminlerin annesi!
Vallahi bu, bocalamaktır, karıştırmaktır.
Bunun üzerine İbn-i Ümmü Kilab şu şiiri
okudu:
Onu ziyaret edersen, ona söyle bu takdir ile
kazayı indir
Başlangıç da senden,
değişim de senden
Rüzgâr da senden, yağmur da senden
Halife öldürülsün diye sen emretmiştin
"Kâfir oldu" diyen de bize yine
sendin
Kabul et ki, Osman'ı öldürmekte sana
uyduk
Ölüm emrini veren katili (Ayşe'yi
kastederek) ise yanıbaşımızda!
İnsanlar bir defa biat ettiler,
şüpheyi ve boynun eğriliğini giderdiler.
Ve onun elbiselerini savaş için giyer..
Savaş için elbiseleri giydi. Hileli
davranan kimse gibi nice vefalı insan vardır.
Tavan üstümüzden düşmedi, güneşimiz
ve ayımız da tutulmadı
Bunun üzerine Âişe şöyle dedi:
"Ey Ubeyd! Eğer bu beyitleri senden
başkası söyleseydi tahammül edilmezdi. Ancak sen Osman hakkında
itham edilecek bir kimse değilsin."
Âişe daha sonra Medine'den Mekke'ye gitti
ve orada ikamet etti.
)İbn-i Asem
"el-Futuh" C.2, S.437-438 / Taberi Tarihi türkçe yeni
baskısı C.1, S.470-471)
ذكر
قدوم عائشة من
مكة وما كان
من كلامها بعد
قتل عثمان
وقدمت
عائشة من مكة
وقد قضت حجها،
حتى إذا صارت
قريبا من
المدينة استقبلها
عبيد بن أبي
سلمة الليثي
وكان يقال له ابن
أم كلاب فقالت
له عائشة:
ويحك! ألنا أم
علينا؟ فقال:
قتل عثمان بن
عفان، فقالت:
ثم ماذا؟
فقال:
بايع الناس
علي بن أبي
طالب، قالت
عائشة: وددت
أن هذه وقعت
على قتل-
والله- عثمان
بن عفان
مظلوما وأنا
مطالبة بدمه،
والله ليوم من
عثمان خير من
علي الدهر
كله. فقال لها
عبيد بن أم
كلاب: ولم
تقولين ذلك؟
فو الله ما أظن
أن أحدا بين
السماء
والأرض في هذا
اليوم أكرم من
علي بن أبي
طالب على الله
عزّ وجلّ، فلم
تكرهين
ولايته؟ ألم
تكونين
تحرضين الناس
على قتله؟ ثم
إنك أظهرت
عيبه وقلت: اقتلوا
نعثلا فقد
كفر، فقالت
عائشة: لعمري
قد قلت ذلك
وقالوا، ثم
رجعت عما قلت
لما عرفت خبره
من أوله، وذلك
أنكم
استتبتموه،
حتى إذا جعلتموه
كالفضّة
البيضاء
قتلتموه، فو
الله لأطلبن
بدمه! فقال
لها عبيد بن
أم كلاب: هذا
والله التخليط
يا أمير
المؤمنين! ثم
أنشأ يقول:
إذا
زرتماها
فقولا لها ...
وحطّ القضاء
بذاك القدر
فَمِنْكِ
الْبَدَاءُ
وَمِنْكِ
الْغِيَرْ ... وَمِنْكِ
الرِّيَاحُ
وَمِنْكِ
الْمَطَرْ
وَأَنْتِ
أَمَرْتِ
بِقَتْلِ
الإِمَامِ ...
وَقُلْتِ
لَنَا
إِنَّهُ قَدْ
كَفَرْ
فَهَبْنَا
أَطَعْنَاكِ
فِي قَتْلِهِ
... وَقَاتِلُهُ
عِنْدَنَا
مَنْ أَمَرْ
فَقَدْ
بَايَعَ
النَّاسُ ذَا
مَرّةٍ ...
يُزِيلُ
الشَّبَا
وَيُقِيمُ
الصَّعَرْ
وَيَلْبَسُ
لِلْحَرْبِ
أَثْوَابَهَا
... وَمَا مَنْ
وَفَى مِثْلَ
مَنْ قَدْ
غَدَرْ
فَلَمْ
يَسْقُطِ
السَّقْفُ
مِنْ
فَوْقِنَا ...
وَلَمْ تنكف
شَمْسُنَا
وَالْقَمَرْ
قال:
فقالت عائشة:
يا عبيد إنه
لو قال هذه
الأبيات غيرك
لم يحتمل
ولكنك في
عثمان غير
ظنين. ثم إن
عائشة رجعت
إلى مكة من
المدينة
وأقامت بها.
(الفتوح
لابن اعثم
الجزء : 2 صفحة : 437-438)
Zikredilir ki: Ayşe'ye ,
İmam Ali'ye beyat edildiğini bildirdiklerinde:
Ayşe, Medine dışında idi ve ona
Osman öldürüldü ve imam Ali'ye beyat edildi, dediler. Bunun üzerine dedi ki: Gökyüzü yere düşse umurumda olmaz. Allah'a ant olsun ki, o mazlum olarak
öldürüldü ve ben onun kanını isteyeceğim.
Ubeyd ona dedi ki: Ona karşı halkı
kışkırtan ve halkın ona göz dikmesini sağlayan sensin,
ve diyordun ki: Bu ihtiyar budalayı öldürün, o facir oldu.
Ayşe dedi ki: Evet, öyle
söyledim, insanlar da böyle söyledi, ama benim en son sözüm, önceki sözümden
daha iyidir.
Ubeyd dedi ki: Senden mezaret ey Ümmül Müminin ve şu şiiri
okudu:
Başlangıç da senden,
değişim de senden
Rüzgâr da senden, yağmur da senden
Halife öldürülsün diye sen emretmiştin
"facir
oldu" diyen de bize yine sendin
Kabul et ki, Osman'ı öldürmekte sana
uyduk
Onun katili de yanımızda ona
öldürmemize emir verendir. (Ayşe'yi kastediyor)
(İbn-i
Kuteybe "el-İmâmetü ves-Siyasetü" C.1, S.71-72 Dar'ül Adva -
Beyrut Bas. 1410 Hicri)
وذكروا
أن عائشة لما
أتاها أنه
بويع لعلي . وكانت
خارجة عن
المدينة ،
فقيل لها : قتل
عثمان . وبايع
الناس عليا .
فقالت : ما كنت
أبالي أن تقع
السماء على
الأرض ، قتل والله
مظلوما ، وأنا
طالبة بدمه ،
فقال لها عبيد
إن أول من طعن
عليه وأطمع
الناس فيه
لأنت ، ولقد
قلت : اقتلوا
نعثلا فقد فجر
[1] ، فقالت
عائشة : قد
والله قلت
وقال الناس ،
وآخر قولي خير
من أوله [2]
فقال عبيد :
عذر والله يا
أم المؤمنين .
ثم قال :
منك
البداء ومنك
الغير * ومنك
الرياح ومنك
المطر
وأنت
أمرت بقتل
الإمام * وقلت
لنا إنه قد
فجر
فهبنا
أطعناك في
قتله * وقاتله
عندنا من أمر
-----------------
[1] في
فتوح ابن
الأعثم 2 / 249 فقد
كفر .
[2]
العبارة في
ابن الأعثم :
ثم رجعت عما
قلت لما عرفت
خبره من أوله
، وذلك أنكم
استتبتموه
حتى إذا
جعلتموه
كالفضة
البيضاء
قتلتموه ،
فوالله
لأطلبن بدمه . (
وانظر الطبري 5 / 172 وابن
الأثير 3 / 102 ) .
(ابن
قتيبة
الدِّينَوري
في الإمامة
والسياسة الجزء : 1 صفحة : 72-71 ط
دار الأضواء -
بيروت 1410 هـ)
Ayşe'nin
Osman aleyhinde söyledikleri ve Talha’yı öven şu sözleri
meşhurdur:
“O ahmağı ve Allah’ın
rahmetinden uzak olan Osman’ı bırakın da bana Talha’dan söz
edin. O, savaş meydanlarının aslanı Talha’yı
anlatın bana. Amcamın oğlunu anlatın. Ey Talha! Ne mutlu
senin gibi evladı olan babaya ve selam olsun seni doğuran anneye!
Halk kime biat edeceğini çok iyi biliyor. Bu makama ondan daha layık
kimse yoktur. Sanki gözlerimle halkın Talha’ya nasıl biat ettiklerini
görür gibiyim.
Yolda
Medine’den gelen Ubeyd b. Ummu Kelab’la karşılaştı.
Aralarında
şu konuşma geçti:
Ayşe:
-Ubeyd! Medine’den ne haber?
Ubeyd:
-Halk Osman’ı öldürdü. Sonra da sekiz gün teklifsiz kaldılar.
Ayşe:
-Daha sonra ne oldu?
Ubeyd:
-Elhamdülillah işin sonu iyiye bağlandı. Müslümanlar, bir ses ve
bir kalple Ali’ye biat ettiler.
Ayşe:
-Allah’a andolsun ki, hilafetin Ali’nin lehine tamam olması, gökyüzünün
parçalanmasından daha kötüdür. Yazıklar olsun sana ey Ubeyd! Ne
dediğinin farkında mısın?
Ubeyd:
-Ayşe, ister inan ister inanma, olay budur.
Ubeyd’in
haberine çok rahatsız olan Ayşe’nin feryadı yükselince, Ubeyd
dedi ki:
-Ey
Ayşe! Niçin, halkın Ali’ye biat etmesinden bu kadar
rahatsızsın? Ali'nin bu makama herkesten daha layık
olduğunu sen de biliyorsun.(1)
Ubeyd’in
sözü buraya varınca, Ayşe ‘Beni geri döndürün! Çabucak beni geri
döndürün!’ diye feryat etti. Mekke’ye döndü ve önceki sözünü
değiştirerek: “Allah’a andolsun! Osman günahsız ve mazlum
öldürüldü. Onun intikamını almak için kıyam etmeliyim” demeye
başladı.
Fakat
halk bu ağız değişikliğine “Dün onun öldürülmesi için
insanları tahrik ediyordun, şimdi ise onun kanının
intikamını almaktan bahsediyorsun” diye itiraz etmeye
başlayınca, şu sözleriyle halkı ikna etmeye
çalıştı: “Evet! Doğru diyorsunuz. Dün ben de ona itiraz
edenlerden biriydim. Fakat Osman tövbe etti. Tövbe eden insanın suçu
yoktur. Onlar Osman’ın tövbesine hiçbir değer vermeden, onu mazlum ve
günahsız öldürdüler.”
Ayşe
Mekke’ye döndü. Mescidu’l Haram’ın kapısında devesinden indi.
Örtünerek Haceru’l Esved’e hareket etti. Halk da her taraftan etrafına
toplandılar. Büyük bir kalabalığı etrafında gören
Ayşe, onlara şöyle seslendi:
“Ey
halk! Günahsız Osman’ı öldürdüler. Onun mazlum bir şekilde
öldürülmesine ağlamalıyım. Allah’a andolsun onu
intikamını almak için kıyam edeceğim! Ey halk!
Osman’ın bir günlük ibadeti, Ali’nin bütün hayatından daha üstündür.”
Ebu
Muhnif’in yazdığına göre, Ayşe halkın İmam Ali ye
biat ettiğini duyunca şöyle dedi: “Vay onların haline eğer hilafeti
Ben-i Tim’e geri döndürmezlerse!” (2)
--------------------------
(1)-
Taberi C.5, S.172, İbn'ül Esir C.5, S.80, İbn-i Sad
"Tabakat" C.4, S.88
(2)-
Allamet'ül Askeri "Camel Savaşı" kitabı S.15-16'dan
naklen.
EBÛ MİHNEF’İN YAZDIKLARI
Medâ’inî gibi
tarihçi olan Ebû Mihnef Lût İbnu Yahyâ El-Ezdî (Öl: M.774) de:
“Mekke’de olduğu sırada Âişe, Osman’ın ölüm haberini
alır almaz süratle yola çıkarken:
—Devam et ey parmağın sahibi! Baban sana feda olsun, Talha’yı
buna uygun bulmadılar mı, dedikten sonra Şerâf’a varır
varmaz kendisini, ‘Ubeydullah İbnu Ebî Selmatu’l-Leysî
karşıladığında ona:
—Ne var ne yok, diye sormuş. O da:
—Osman’ı öldürdüler, deyince:
—Başka daha ne var, diye sormuş. O da:
—İnsanlar şaşkınlığa düştüler, sonra da
hayırlı bir sonuca vardılar ve böylelikle Ali’ye biat ettiler,
deyince Âişe hiddetlenmiş ve:
—Keşke gök kubbe dünyaya, üzerime kapansaydı da böyle bir şey
olmasaydı, dedikten sonra adama büyük bir şaşkınlık ve
tepkiyle:
—Allah’tan kork, düşün bir kere ve Allah aşkına ne diyorsun, ne
oluyor böyle, diye çırpınırcasına sorunca o da:
—Dediğim
gerçektir yâ Ümmü’l-Mu’minîn, deyince bu kez sızlanması
üzerine de:
—Sana ne oluyor böyle yâ Ümmü’l-Mu’minîn! Allah’a ant olsun ki dünyanın
bir ucundan öbür ucuna kadar buna, onun kadar layık, bunda onun kadar hak
sahibi ve her haliyle kendisine benzer biri bulunamaz. Neden böyle
davranıyorsun, onun velâyetine neden bu kadar büyük bir nefretle
yaklaşıyorsun, diye sormuşsa da Âişe, buna hiçbir şekilde
cevap vermemiştir.”
(Şerhu Nehci’l-Belâğa, İbnu Ebi’l-Hadîd, Muhammed
Ebu’l-Fadıl İncelemesi, c.VI, s.215-216)
وقال
أبو مخنف لوط
بن يحيى
الأزدي في
كتابه: إن
عائشة لما
بلغها قتل
عثمان وهي
بمكة، أقبلت مسرعة،
وهي تقول: إيه
ذا الإصبع!
لله أبوك، أما
إنهم وجدوا
طلحة لها
كفوا. فلما
انتهت إلى شراف
استقبلها
عبيد بن أبي
سلمة الليثي،
فقالت له: ما
عندك؟
قال:
قتل عثمان،
قالت: ثم
ماذا؟ قال: ثم
حارت بهم
الأمور إلى
خير محار،
بايعوا عليا،
فقالت: لوددت
أن السماء
انطبقت على
الأرض إن تم
هذا، ويحك!
انظر ما تقول!
قال: هو ما قلت
لك يا أم
المؤمنين،
فولولت، فقال لها:
ما شأنك يا أم
المؤمنين! والله
ما أعرف بين
لابتيها أحدا
أولى بها منه ولا
أحق، ولا أرى
له نظيرا في
جميع حالاته،
فلماذا
تكرهين
ولايته؟ قال:
فما ردت عليه
جوابا.
)شرح
نهج البلاغة -
ابن أبي
الحديد - ج ٦ -
الصفحة ٢١٦-٢١٥)
KAYS İBNU
EBÎ HÂZİM:
Kays İbnu Ebî
Hâzim’den rivâyet edildiği üzere:
“Âişe’nin hacca gittiği ve Osman’ın da içerisinde
öldürüldüğü mevsimde kendisi de orada bulunuyordu. Katlini duyar duymaz
Âişe, Mekke’ye onunla gitmişti. Âişe’nin yolda zaman zaman ve
kendi kendine:
—Yaptığını sürdür ey parmağın sahibi!
Osman’ı da zikrederken Kays’a: ‘Allah onu bizden
uzaklaştırsın de!’ diyorken Ali’ye biat edildiğini duyunca
da:
‘Gök kubbenin yeryüzüne düşüp kapanmasını şu an ne kadar da
isterdim, ne kadar sevinçle karşılardım (Yani bütün gök âlemi
dünyadaki tüm yaratıkların üzerine düşüp onları ezip
öldürseydi de Ali’yi halife olarak
görmeseydim.)’ diyordu.”
Âişe,
yukarıdaki sözlerinden sonra eşyalarının Mekke’ye
götürülmesini emretti, kendisi de onlarla Mekke’ye gitti.
Yolda kendi kendine ve biriyle konuşuyormuş gibi:
‘İbnu ‘Affân (Osman)’ı mazlûm olarak öldürdüler.’ sözlerini tekrar
tekrar söylüyordu. Bunun üzerine Kays, kendisine:
‘Yâ Ümmü’l-Mu’minîn! Bundan biraz önce: Allah onu bizden
uzaklaştırsın, diyen sen değil miydin? Daha önceleri de
onun hakkında en kötü sözleri söylediğini, kendisine karşı
en katı davranışları sergilediğini ben biliyorum!’
deyince o da:
—Evet, öyle idi; ama durumuna baktığımda gördüm ki onu, tövbe
ettikten, gümüş gibi pampak olduktan sonra ve oruçlu bir halde, haram
ayın içinde öldürdüler.”
diyordu.
Başka bir
kanaldan rivayet edildiği üzere:
Osman’ın öldürüldüğünü duyar duymaz:
“Allah kendisini bizden uzak tutsun! Kendi günahları onun ölüm nedeni
olmuş ve böylece Allah, kendisini ameliyle buralara sürüklemiştir.”
“Ey Kureyşliler! Semûd Kavmi’ni, Ahmer’in
karıştırdığı gibi ‘OSMAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ DE
SİZİ SAĞA SOLA SÜRÜKLEMESİN’ İŞTE BUNA
DİKKAT EDİN. BU HAKKIN ASIL SAHİBİ DE KENDİSİDİR
(TALHA'DIR.).”gibi söylemlerde bulunurken Hz. Ali’nin hilafete getirilme
haberini alır almaz:
“Hata yaptılar, hata yaptılar! Bundan böyle bu hak hiçbir zaman
Teym Kabilesi’ne dönme şansını yakalamayacaktır.” diye
çırpınıyordu.
Bunun
ardından kendisine Talha ve Zübeyr tarafından yazılıp
yeğeni Abdullah
İbnu’z-Zübeyr ile gönderilen mektup gelmişti. Bu mektupta şöyle yazılmıştı:
“Halka, Ali’nin mübayaasını reddetmeleri için girişimde bulun ve
Osman’ın kanına
karşılık bunu halktan iste!”
(İşte bununladır ki bu mektubu
alır almaz Osman’ın intikâm nâralarını atmaya, Cemel’e
hazırlanmaya ve insanları bununla ilgili olarak
kışkırtmaya başlamıştı).
(Şerhu Nehci’l-Belâğa, İbnu Ebi’l-Hadîd, Muhammed
Ebu’l-Fadıl İncelemesi, c.VI, s. 216)
وقد
روى قيس بن
أبي حازم أنه
حج في العام
الذي قتل فيه
عثمان وكان مع
عائشة لما
بلغها قتله، فتحمل
إلى المدينة،
قال: فسمعها تقول
في بعض
الطريق: إيه
ذا الإصبع!
وإذا
ذكرت عثمان
قالت: أبعده
الله! حتى
أتاها خبر
بيعة على،
فقالت: لوددت
أن هذه وقعت
على هذه، ثم أمرت
برد ركائبها
إلى مكة فردت
معها، ورأيتها
في سيرها إلى
مكة تخاطب
نفسها، كأنها
تخاطب أحدا:
قتلوا ابن
عفان مظلوما!
فقلت لها: يا
أم المؤمنين،
ألم أسمعك
آنفا تقولين:
أبعده الله
وقد رأيتك قبل
أشد الناس
عليه وأقبحهم فيه
قولا!
فقالت: لقد
كان ذلك،
ولكني نظرت في
أمره، فرأيتهم
استتابوه حتى
إذا تركوه
كالفضة
البيضاء أتوه
صائما محرما
في شهر حرام
فقتلوه.
قال:
وروى من طرق
أخرى أنها
قالت لما
بلغها قتله،
أبعده الله!
قتله ذنبه،
وأقاده الله
بعمله! يا
معشر قريش لا
يسومنكم قتل
عثمان، كما
سام أحمر ثمود
قومه، إن أحق
الناس بهذا الامر
ذو الإصبع،
فلما جاءت
الاخبار
ببيعة علي
عليه السلام،
قالت: تعسوا
تعسوا! لا
يردون الامر
في تيم أبدا.
كتب
طلحة والزبير
إلى عائشة وهي
بمكة كتابا:
أن خذلي الناس
عن بيعة علي،
وأظهري الطلب
بدم عثمان،
وحملا الكتاب
مع ابن أختها
عبد الله بن
الزبير، فلما
قرأت الكتاب
كاشفت وأظهرت
الطلب بدم
عثمان...
(شرح
نهج البلاغة -
ابن أبي
الحديد - ج ٦ -
الصفحة ٢١٦)
MEDÂ’İNÎ,*
(Ali İbnu Muhammed, M.752-839) “El-Cemel” adlı yapıtında
bunu şöyle dile getiriyor:
“Osman
öldürüldüğü zaman Âişe Mekke’de, Şerâf’ta bulunuyordu. Bunu
yapacak olanın kesinlikle Talha olduğuna inanıyordu. Bu nedenle:
‘Uzaklaşası Na‘sel (Osman), ezilesice adam! Sen devam et ey bu
parmağın sahibi, devam et ey Şibil’in babası, devam et ey
amcamın oğlu!’ diyor. Ve: ‘Ama şunu da görüyorum ki o
parmağıyla bile kendisine mübayaa ediliyor. Develeri hemen tımar
edin ve gidip onu uyarın!’ diye sözlerini sürdürüyordu.
Ne var ki her
umduğu olmamış, Talha beklediği üzere Osman’ı
öldürmüşse de beytülmalın (hazinenin) anahtarlarını
kendisinde tutmamış ve Hz. Ali’ye teslim etmiştir.”
*Medâ’inî,
Bağdat’ta yaşamış olan bir tarihçidir. Taberî ve Belâzurî
kendisinden almışlardır.
(Şerhu Nehci’l-Belâğa, İbnu Ebi’l-Hadîd, Muhammed
Ebu’l-Fadıl İncelemesi, c.VI, s.215 / Ali İbnu Muhammed Medaini
"El Cemel").
“Âişe’ye
Mekke’de olduğu sırada Osman’ın katlinin haberi geldiği
zaman Âişe, onun için: "Allah onu bizden uzak tutsun! 'Bu senin
ellerinin önden takdim ettikleridir. Şüphesiz Allah kullarına
karşı asla zalim değildir.’(Hac 10. Ayet) demiştir.
(Şerhu Nehci’l-Belâğa, İbnu Ebi’l-Hadîd, Muhammed
Ebu’l-Fadıl İncelemesi, c.VI, s.216)
وقد
روى من طرق
مختلفه أن
عائشة لما
بلغها قتل
عثمان وهي
بمكة، قالت: أبعده
الله! (ذَٰلِكَ
بِمَا
قَدَّمَتْ
يَدَاكَ
وَأَنَّ ٱللَّهَ
لَيْسَ
بِظَلَّٰمٍۢ
لِّلْعَبِيدِ)(الحج
10).
(شرح نهج
البلاغة - ابن
أبي الحديد - ج ٦
- الصفحة ٢١٦)
Âişe, Osman’ın bizzat kendisinin döktürdüğü
kanı adına, Hz. Ali’den bunun bedelini istemek için diğer
katilleri ile beraber hareket etmişti. Bu nedenle Sa‘îd İbnu’l-‘Âs,
kendisine yaklaşarak:
‘Nereye gidiyorsun yâ Ümmü’l-Mu’minîn?’ diye sorduktan sonra, aralarında
şöyle bir konuşma geçiyordu.
—Basra’ya gidiyorum.
—Orada ne yapmayı düşünüyorsun?
—Osman’ın kanını arayacağım. Bunun üzerine alaylı
alaylı tebessüm eden Sa‘îd İbnu’l-‘Âs, kendisine:
—İşte bunlar, senin yanındakiler Osman’ın katilleri yâ
Ümmü’l-Mu’minîn! Nereye gidiyorsun böyle, diye soruyordu. Sa‘îd
İbnu’l-‘Âs, Âişe’ye bunları söyledikten sonra Mervân
İbnu’l-Hakem ve birtakım askerlerle birlikte, aralarında
Osman’ın oğullarından Ebân ve Velîd’in bulunduğu bazı
dostlarıyla yolda ilerlerken Talha ve Zübeyr de atlarının
üzengisinde ayakları yerleşmiş vaziyette at sürüyorlardı.
Sa‘îd İbnu’l-‘Âs, bu kez Mervân’a:
—Yoksa sen de mi Basra’ya gidiyorsun, diye soruyordu. O da:
—Evet, Osman’ın katilleri ile karşılaşmayı istiyorum,
diyordu.
Sa‘îd, İbnu Mervân’a da aynı soruyu soruyor, bir gerçeği de dile
getirerek:
—Aradıkların işte
bunlardır, senin yanındakilerdir. Buna rağmen nereye gidiyorsun,
diyor ve Talha ile Zübeyr’i göstererek bir kez daha: ‘Osman’ı öldürenler
işte bunlardır! Buna rağmen kalkmış bir de kendi
adlarına birtakım hayalî intikâmlar peşine gidiyorlar!’ diye
söylüyordu.”
(Abdül Fettah Abdu’l-Maksûd, 'El-İmâmu ‘Alî
İbnu Ebî Tâlib' c.III, s.28,29).
Sünnî fıkıh ve hadîs ilmi üstâdlarından olan
Şâfi‘î İmâm Beyhakî (Ebû Bekir Ahmed Öl: H.458/ M.1066)’nin,
Hasan-ı Basrî’den naklettiği hadiste olduğu üzere:
“El-Ahnef İbnu Kays, Cemel Vakası’nda Âişe’yle konuşurken
aralarında şöyle bir konuşma geçiyordu:
—Yâ Ümmü’l-Mu’minîn! Elinde, bu yola çıkışınla ilgili
Resûlullah (saa)’tan bir vasiyet veya bir ahit var mı?
—Allah’a ant olsun ki hayır!
—Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir yerinde bununla ilgili böyle bir gerekçe
gördün mü?
—Bizim, sizin (Kur’ân’dan) okuduklarınızdan başka bir şey
yoktur.
—Resûlullah(S.A.V.)’ın bir azınlık ve
düşmanlarının da çoğunlukta olduğu durumlarda dahi kadınlara
başvurduğunu gördün mü?
—Allah’a ant olsun ki hayır!
—O halde bizim bundaki günahımız nedir, diye soruyordu.”
(El-Beyhaki "El-Mehâsin ve’l-Mesâvî" c.I, s.35)
Belâzurî’nin Ensâbu’l-Eşrâf adlı
yapıtında Âişe’nin bu olayda ne denli samimi (!) olduğunun
kanıtlarından biri de şudur:
“Âişe
ağlayarak: ‘Osman öldürüldü mü?! Allah’ın rahmeti üzerine olsun!’
diyerek sızlanırken kendisini duyan ‘Ammâr İbnu Yâsir, ona
şöyle demişti:
—"Osman’a
karşı halkı daha dün kışkırtırken bugün
kalkmış Osman için mi ağlıyorsun?"
(Belazuri "Ensâb'ül
Eşraf" C.5, S.560)
وخرجت
عَائِشَةُ
باكية تقول:
قتل عُثْمَان
رحمه اللَّه،
فَقَالَ
لَهَا عمار
بْن ياسر: أَنْتَ
بالأمس
تحرضين
عَلَيْهِ
ثُمَّ أَنْتَ اليوم
تبكينه؟
-Âişe, Emîr’ul-Mü’minîn Hz. Ali (as)'ye
karşı gayet olumsuz duygular taşıyor, ona karşı
menfî tavır içinde bulunuyordu.
Şöyle ki: Âişe, Rasûlüllâh’ın (s.a.a)
rahatsızlığının iyice arttığı son
günlerde, biri Abbâs; iki kişi arasında, “ayakları yere çizgi
çekerek” mescide vardığını...anlatıyor. Hz. Abdullâh
b. Abbâs, olayı Âişe’den nakleden Ubeydullâh b.Abdillâh b. Utbe b.
Mes’ûd’a, Âişe’nin adını vermediği öbür kişinin kim
olduğunu bilip bilmediğini soruyor. Ubeydullâh bilmediğini
söyleyince; İbn Abbâs “O kişi Ali b. Ebî Tâlib’tir!” buyuruyor.(1)
Buhârî ile Müslim, “zülfü yâre dokunur”
kaygısıyla, hadisi burada kesiyor! Oysa hadîsi aynı isnatla
rivâyet eden pek çok hadisçi, İbn Abbâs’ın deminki sözüne devamla
şu açıklamayı yaptığını da belirtiyor:
“Çünkü Âişe, Ali’ye karşı temiz duygular
taşımıyordu!”(2)
--------------------
(1)- Buhârî:
ezân, 39; Müslim: salât, 90~92
(2)- Abdürrazzâq, V, 430; İbn Sa’d, II, 232; Ahmed: VI, 34, 228 (22932,
24725); et-Taberî,II, 226; el-Aynî, IV, 368
Müsnedü'l-İmam
Ahmed'den naklen: “Ubeydullah b.
Abdullah b. Utbe b. Mes'ud kanalıyla Âişe'den rivayet edildiğine
göre o şöyle demiştir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) Meymune'nin evinde
hasta oldu. Benim evimde bakılmak için zevcelerinden izin istedi. Onlar da
kendisine izin verdiler. Sonra Resûlullah, Abbâs b. Abdülmuttalib ile
başka birinin arasında, ayakları yerde sürünerek
çıktı.
Ubeydullah
demiş ki; Âişe'nin söylediklerini Abdullah'a haber verdim, Abdullah
b. Abbâs bana ‘Âişe'nin ismini söylemediği diğer zatın kim
olduğunu biliyor musun' dedi. ‘Hayır' dedim. İbn Abbas ‘O
Ali'ydi' dedi.”
Bu hadise
Şuayb el-Arnavut'un değerlendirmesi, diyor ki: "Bu hadisin
isnadı Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir".
“Fakat Âişe, Ali'den hoşnut değildi.”
(Müsnedü'l-İmam Ahmed, c. 40, s. 67-8, Tahkik Allame
Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale)
- Zühri dedi ki Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.)
ilk hastalığı Hz. Meymûne'nin evinde oldu… Abdullah b. Abbâs
bana “Âişe'nin ismini söylemediği diğer zatın kim olduğunu
biliyor musun?” dedi. “Hayır” dedim. İbn Abbas “O, Ali b. Ebu Talib
idi. Âişe, Ali'nin bir hayırdan nasibi olmasından hoşnut
olmazdı” dedi.
(Abdurrezzak es-Sananî, El-Musannef, c. 5, s. 529)
- Balazuri
isnadında: Ubeydullah
dedi ki: Bu hadisi İbn Abbas’a anlattım. İbn Abbas, “[
Resûlullah’ın (sav) koluna giren] diğer adamın kim olduğunu
biliyor musun?” dedi. Ben, “Hayır, bilmiyorum” dedim. İbni Abbas, “O
diğer adam Ali idi. Fakat Âişe yapabildiği halde Ali’yi bir
türlü hayırla anmak istemiyordu” dedi.
(Belazuri
"Ensab'ül Eşraf" C.1, S.627)
- Aişe
diyor ki: “Resulullah (s.a.a) ağırlaşıp
hastalığı şiddetlenince, iki kişinin (kolları)
arasında, Abbas b. Abdulmuttalib ile başka bir adamın
(kolları) arasında dışarıya çıktı,
ayakları yerleri çiziyordu.” Bu hadisi ondan rivayet eden Ubeydullah b.
Abdullah b. Utbe b. Mes’ud diyor ki: Ayşe’nin bu sözlerini, Abdullah b.
Abbas’a anlattım. İbn Abbas bana dedi ki: “Aişe’nin
adını söylemediği o adamın kim olduğunu biliyor
musun?” “Hayır.” dedim. İbn Abbas dedi ki: “O, Ali b. Ebu Talib’di.”
Sonra dedi ki: “Aişe, ondan hoşlanmaz ve hayırla
anılmasını istemezdi.”
(Bkz. İbn
Sa’d, et-Tabakat, 2. bölüm, c. 2, s. 29, Leiden ve c. 2, s. 232, Daru
Sadır, Beyrut; Sahih-i Buharî, marazu’n-Nebi ve vefatüh babı, c. 5,
s. 139-140, Daru’l-Fikir, c. 3, s. 93, Daru İhyai’l-Kütüb, c. 6, s. 13,
Muhammed Ali Sabih, c. 6, s. 10, el-Fecale ve c. 3, s. 59, el-Meymeniy[1]ye,
Mısır. Ancak Buharî, “Aişe, ondan hoşlanmaz ve hayırla
anılmasını istemezdi.” cümlesini
çıkarmıştır. Ama bu cümle, et-Tabakat’ta sahih senetle
mevcuttur, ama Buhari, başka yerde imam Ali'nin anılmasına bile
tahammül etmediğini nakletmiştir:
"Aişe,
Hz. Ali'nin adını anmaya ve kendisini görmeye dahi tahammül
edemiyordu".
(Sahih-i
Buhari, c. 1, s. 70; c. 3, s. 205 ve c. 6, s. 13-14)
(Sevgili
okuyucular, Ayşe, Peygamber efendimizden (saa) binlerce hadis
duymasına rağmen, acaba Peygamberimizin (saa): "Ali'yi ancak
mümin sever ve onu ancak münafık buğz eder"(*)
hadisi ile buna benzer yüzlerce Hz. Ali'yi öven hadisler duymamış
mıdır? Ya da duyduğu halde mi, ona karşı bu kadar kin
beslediğini anlamış değiliz)
(*) Müsned-i
Ahmet Bin Hanbel C.1, S.95
Atâ b.
Yesar’dan şöyle dediğini tahriç eder: “Adamın biri geldi ve
Aişe’nin yanında Ali ve Ammar’ın aleyhinde konuştu.
Aişe dedi ki: Ali’ye gelince, onun hakkında sana bir şey diyecek
değilim. Ammar’a gelince, Resulullah’ın (s.a.a) onun hakkında
şöyle dediğini duydum: O, iki işten birini seçmek zorunda
bırakıldığı zaman mutlaka en doğrusunu seçer.”
(İmam
Ahmed, Müsned’inin 6. cildi, Sayfa: 113)
Numan b.
Beşir rivayet ediyor: Ebubekir bir gün Allah Rasülü'nün (s) evine gitti.
Avazı çıktığı kadar bağıran kızı
Aişe'nin sesini işitti. Diyordu ki: "Ali'yi babamdan, hatta
benden de çok seviyorsun öyle mi?!"
(Müsned-i Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 477, Nesai, c. 5, s. 365)
Farklı bir
rivayet:
– Ebûbekr, Rasûlüllâh’ın (s.a.a) huzuruna girmek için izin
alacaktı ki, kızı Âişe’nin Rasûlüllâh’a karşı
olanca avazıyla bağırarak “Allah’a yemin olsun ki; senin Ali’yi
babamdan daha çok sevdiğini biliyorum!” dediğini duydu. İçeriye
öfkeyle dalan Ebûbekr “Ey falan kadının kızı! Demek
Allah’ın Rasûlü’ne (s.a.a) karşı sesini yükseltirsin ha!” dedi
ve kızını dövmeye kalktı...
(Ahmed: IV, 275
(17694), el-Fedâil: I, 75; Ebû Dâvûd: edeb, 93; Nesâî, el-Hasâis: hadis no:
107; el-Bezzâr, VIII, 223; el-Heysemî, IX, 170, 325; Çuhacıoğlu, 392
= Hatta elHeysemî (IX, 325), Âişe’nin sözünü “Allah’a yemin olsun ki;
senin Ali’yi babamdan, Fâtıma’yı da benden daha çok sevdiğini
biliyorum!” şeklinde veriyor. Lâkin Ebû Dâvûd Âişe’nin durumunu
kurtarmak için onun sözlerine yer vermezken, hadîsi “mizah” bölümüne koymak
sûretiyle olayı saptırmaya çalışıyor!
Hadîsimizin isnâdı Müslim’in şartlarına göre sahih. “Sahihtir”
diyenler arasında el-Heysemî ile İbn Hacer (VII, 27 = el-Münâvî, I,
168) de var).
[Muhammed
ve Talha'dan]: Münadi şöyle seslendi:
Müminlerin annesi ve Talha ile Zübeyr Basra'ya doğru yola
çıkmış bulunmaktadırlar. İslam'ı
onurlandırmak ve (halifenin kanını) helal sayanlara
karşı savaşarak Osman'ın kanının
(intikamını) almak isteyip de merkebi ve savaş teçhizatı
olmayan kim varsa (bize gelsin)! İşte teçhizat ve işte
harçları!
(Tarih-i
Taberî, c.4, s.451; el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.314)
el-Kamil fi't-Tarih: Ayşe Kufe halkına
onları öven bir mektup yazdı ve Ali'yi (a.s) kendilerinden
uzaklaştırmalarını istedi. (Mektubunda) onları
Osman'ın katillerini istemeye teşvik ediyordu. Yemame ve Medine
halkına da aynı şekilde onları öven birer mektup
yazdı.
(İbn'ül
Esir, el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.322. Ayrıca bkz: Tarih-i Taberî, c.4,
s.472, mektubun tam metnini de getirmiştir; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7,
s.234).
الكامل
في التاريخ :
كَتَبَت
عائِشَةُ إلى
أهلِ
الكوفَةِ
بِما كانَ
مِنهُم ،
وتَأمُرُهُم
أن
يُثَبِّطُوا
النّاسَ عَن
عَلِيٍّ ،
وتَحُثُّهُم
عَلى طَلَبِ
قَتَلَةِ
عُثمانَ ، وكَتَبَت
إلى أهلِ
اليَمامَةِ
وإِلى أهل المَدينَةِ
بِما كانَ
مِنهُم أيضا.
(الكامل
في التاريخ : ج2 ص322
وراجع تاريخ
الطبري : ج4 ص472 وفيه
نصّ الكتاب
والبداية
والنهاية : ج7 ص234)
Taberi
Mucalid b. Salid’den şöyle nakleder: Ayşe, bilgin ve dindar biri
olan, Allah Resulünün de dostlarından sayılan, Zeyd b. Suhan’a
hitaben şöyle bir mektup yazdı:
“Bu mektup, Ebu Bekir’in kızı ve
Allah Resulü’nün eşi Ayşe’den, temiz ve Salih evladı Zeyd b.
Suhan’adır. Aziz evladım! Senden her türlü işbirliği ve
yardım beklemekteyim. Bu mektup eline ulaşınca, Basra’ya
doğru hareket et ve bize yardıma koş. Benim bu isteğimi
yerine getirmezsen, en azından Ali’den uzak’ ve ona yardım etmekten
kaçın.”
Zeyd
Ayşe’ye cevap olarak şöyle yazdı:
“Bu mektup Zeyd b. Suhan tarafından, Ebu
Bekir’in kızı ve Allah Resulü’nün eşi Ayşe’yedir.
Ayşe!
Evet, ben senin vefalı ve itaatkâr oğlunum. Fakat bu, senin bu
tehlikeli işten vazgeçerek geldiğin ycddan evine dönmen
şartıyladır. Ama, önerimi kabul etmez ve sözlerimi dinlemezsen,
sadece evladın olmamakla kalmam, senin düşmanın olarak, sana
karşı amansızca savaşırım.”
Bu
mektuptan dolayı Zeyd o tarihi ve tatlı sözünü söyledi:
Allah
Ayşe’yi affetsin! Bizimle çok iyi bir anlaşma yapıyordu. Bize,
kendi vazifesi olan evde oturma görevini verip, Kendisi de, bizim vazifemiz
olan, savaşı üsleniyordu.
(Tarih-i Taberî, c.4, s.476; el-Kamil
fi't-Tarih, c.2, s.319; el-İkdü'l-Ferid, c.3,s.317; Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.6, s.226, Hasan el-Basrî'den; Rical-ı
Keşşî, c.1, s.284, h.120; el-Cemel, s.431. Ayrıca bkz: el-Bidaye
ve'n-Nihaye, c.7, s.234. Muhsin el-Emîn, Harbu’l-Cemel ve harb Sıffin,
Dâru’l-Fikr Y. 1969).
تاريخ
الطبري عن
مجالد بن سعيد
: لَمّا
قَدِمَت
عائِشَةُ
البَصرَةَ
كَتَبَت إلى
زَيدِ بنِ
صوحانَ : مِن
عائِشَةَ
بِنتِ أبي
بَكرٍ اُمِّ
المُؤمِنينَ
حَبيبَةِ
رَسولِ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
إلَى ابنِها
الخالِصِ
زَيدِ بنِ
صوحانَ ، أمّا
بَعدُ :
فَإِذا أتاكَ
كِتابي هذا
فَاقدَم ،
فَانصُرنا
عَلى أمِرنا
هذا ؛ فَإِن
لَم تَفعَل
فَخَذِّلِ
النّاسَ عَن
عَلِيٍّ .
فَكَتَبَ
إلَيها : مِن
زَيدِ بنِ
صوحانَ إلى
عائِشَةَ
بِنتِ أبي
بَكرٍ الصِدّيقِ
حَبيبَةِ
رَسولِ اللّه
ِ صلى الله عليه
و آله ، أمّا
بَعدُ :
فَأَنَا
ابنُكِ الخالِصُ
إنِ
اعتَزَلتِ
هذَا الأَمرَ
، ورَجَعتِ
إلى بَيتِكِ ،
وإِلّا
فَأَنَا
أوَّلُ مَن
نابَذَكِ .
قالَ زَيدُ
بنُ صوحانَ :
رَحِمَ اللّه
ُ اُمَّ
المُؤمِنينَ !
اُمِرَت أن
تَلزَمَ
بَيتَها ،
واُمِرنا أن
نُقاتِلَ ،
فَتَرَكَت ما
اُمِرَت بِهِ
وأَمَرَتنا
بِهِ ، وصَنَعَت
ما اُمِرنا
بِهِ
ونَهَتنا
عَنهُ !
)تاريخ
الطبري : ج4 ص476 ،
الكامل في
التاريخ : ج2 ص319 ،
العقد الفريد
: ج3 ص317 ،
شرح نهج
البلاغة : ج6 ص226 عن
الحسن البصري
؛ رجال الكشّي
: ج1 ص284 ح120 ،
الجمل : ص431
والأربعة
الأخيرة نحوه
وراجع
البداية والنهاية
: ج7 ص234)
Malik-i
Eşter'in Ayşe'ye akıllara durgunluk veren tarihi mektubu:
"Ey Ayşe! Sen Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem)
hanımısın! Peygamber (Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem) sana
evinde oturmanı emretti, itaat edersen senin hayrınadır.
Eğer Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem) emrinden
çıkıp eline asa alarak halkın öncülüğünü yaparsan seninle
savaşır, Allah ve Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem)
istediği yer olan evine gönderirim."
Ayşe,
Malik'in mektubuna şöyle cevap verdi: "Sen toplumda fitne
çıkaran ve halkı ihtilafa düşüren birisin! Osman'ın
öldürülmesine öncülük ettin. Ey Malik! Sen çok iyi biliyorsun ki Allah güçsüz
ve aciz değil, mazlum halife Osman'ın intikamını mutlaka
senden alacaktır. Mektubunu aldım, maksadın ve demek
istediklerini anladım. Çok yakında inşallah Allah bizi, senin ve
senin zihniyetinden olan bedbaht ve sapıkların şerrinden
koruyacaktır!"
(İbn-i Ebil Hadit "Şerh-u
lbn-i Ebi’l-Hadid", c.6, s.225).
Tarih-i
Taberî: Talha ile Zübeyr Osman'ın öldürülmesinden dört ay
sonra Mekke'ye gittiler. İbn-i Amir de oradaydı ve dünyalık
işler peşindeydi. Ye'la b. Munye ise dört yüz deveden daha fazla bir
servet ve çok miktarda mal ile Mekke'ye geldi. Hepsi Ayşe'nin evinde
toplandılar ve görüş alışverişinde bulundular. Sonra
da "Ali'ye doğru gidecek ve onunla savaşacağız!"
dediler.
İçlerinden biri dedi ki: Medine halkına karşı sizin gücünüz
yoktur. Ancak yola çıkalım; Basra ve Kufe'ye gidelim. Talha'nın
Kufe'de taraftarları ve isteyenleri var; Zübeyr'in de Basra'da isteyenleri
ve yandaşları var.
Bunun üzerine Basra ve Kufe'ye doğru yola çıkma konusunda görüş
birliğine vardılar. Abdullah b. Amir onlara bol miktarda mal ve deve
verdi. Mekke ve Medine halkından oluşan yedi yüz kişiyle
birlikte yola çıktılar. Daha sonra kendilerine katılanlarla
birlikte sayıları üç bin kişiye ulaştı.
(Tarih-i
Taberî, c.4, s.452; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf, c.3, s.21.
Bu kaynakta şöyle bir ilave de yer almıştır: "Dediler
ki: Şam'a doğru hareket edeceğiz. Orada savaş erleri ve
mallar var. Şam halkı ise Osman'ın
taraftarlarındandır. Biz onun kanını istediğimizi
söyler, böylece birçok yardımcı, yaver ve yandaş
toplarız. İçlerinden biri dedi ki: Orada Muaviye var; o,
Şam'ın valisidir ve oranın halkı kendisine teslimdir.
İsteklerinize ulaşamazsız. Sizin çaba sarf ettiğiniz
şeye o, Medine halkından daha layıktır. Zira o, bu kişinin
(Osman'ın) amcası oğludur.")
Ebû
Huzeyfe’ye biri der ki: “Bize, Peygamber’den duyduğun bir şeyler
anlat!” Ebû Huzeyfe: “Anlatsam beni taşlarsınız.” der. Herkes
şaşırır. Huzeyfe, sözüne devam eder: “Peygamber’in
hanımlarından birinin, sizleri kılıçla öldürmek için
üzerinize bir orduyla yürüyeceğini söylersem, bana inanır
mısınız?” Herkes: “Buna kim inanır?” diyerek
karşılık verir. Huzeyfe der ki: “Ayşe, ahmaklardan
oluşan bir orduyla yola çıktı bile!”
(Ez-Zemahşerî, el-Fâik, s. 190;
İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, c. 2, s. 10; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, c. 1, s. 65;
el-Kencî, el-Kifâye, s. 71; el-Kastalânî, el-Mevâhib el-Liidniyye, c. 2, s.
195. Ayrıca bkz. el-Emînî, age., c. 3, s. 189; el-Heysemî, age., c. 7, s.
234; el-Halebî, es-Sîre, c. 3, s. 213; Zeynî Dehlân, es-Sîre, c. 3, s. 193;
es-Sabbân, İs'ûfu’r-râgibîn, s. 67).
Câriye
b. Kudâme es-Sa‘dî, Ayşe’ye şöyle demişti: “Ey müminlerin
anası! Allah’a yemin ederim, senin evden çıkarak şu lanet
olası deveye binmen ve kılıçlara maruz kalman, Osman’ın
öldürülmesinden bile daha acıdır. Peygamber senin üzerine bir
saygınlık, güvenlik perdesi çekmişti. Sen de kalkıp bu
perdeyi yırttın. Saygınlığını ayaklar
altına aldın. Sana karşı savaşı göze alan, seni
öldürmeyi de göze almış demektir.”
(İbnu’l-Esîr,
et-Târîh, c. 3, s. 109 / Taberi, c.5, s. 176)
AYŞE VE
DEVESİNİN ADINI DUYDUĞUNDA YAPTIĞI İSTİRCA(*)
Ayşe,
ayaklanmak üzere Basra'ya doğru gitmeye karar verince onun
tahtırevanını taşıyacak güçlü bir deve istediler.
Bunun üzerine Ye'la b. Munye Asker ismindeki devesini getirdi. Ayşe,
kocaman ve iri yapılı bu deveyi görür görmez beğendi. Derken
deveci, onun gücünden ve direncinden söz etmeye başladı. Sözünün
arasında "Asker" diyordu. Ayşe bu kelimeyi duyunca istirca
ederek "Geri çevirin, benim buna ihtiyacım yok!" dedi. Bunun
sebebi kendisine sorulduğunda ise Resulullah'ın (s.a.a) daha önce bu
ismi dile getirdiğini ve kendisini bu deveye binmekten men ettiğini
söyledi. Onun yerine başka bir deve getirilmesini emretti. Fakat ona
benzer başka bir deve yoktu. Bu yüzden üzerindeki örtüleri
değiştirilerek aynı deve (bir kez daha) ona getirildi ve ona
"Sana daha iri yapılı ve güçlü bir deve getirdik!" denildi.
Ayşe de kendisine verilen bu deveye razı oldu.
(*)
İstirca, musibet anında "İnna lillah ve inna ileyhi
raciun" demektir. Çev.
(İbn-i Ebil Hadit, Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.6, s.224)
Ve
Ayşe Asker Adlı Deveye Biniyor
Âişe
o gün devesi Asker’in üzerinde meydana çıktı. Bu deveyi Yala b. Münye
iki yüz dinar karşılığında Âişe için satın
almıştı. Devenin üzerinde o gün tahtadan bir mahfe vardı.
Devenin derilerinin üzeri kaplanmış ve büyük çiviler takılmıştı.
Bunun da üzerine demir giydirilmişti. Taraflar birbirlerine
yaklaşınca Ali (as) ortaya çıkıp iki saffın
arasında durdu.
(İbn-i Asem "el-Futuh" C.2,
S.468-469)
İmam
Ali (sa) iki ordunun ortasında durdu. Üzerinde bir gömlek ve
başında da siyah bir sarık bulunmaktaydı. Ali o gün
adına düldül de denilen Rasûlullah’ın (sav.) katırı
Şehbâ’nın üzerinde idi. Avazı çıktığı kadar “Zübeyr
b. Avvâm nerede? Karşıma çıksın.” diye seslendi.
İnsanlar “Ey Müminlerin Emiri! Silahını ve
zırhını kuşanan Zübeyr’in karşısına
zırhsız olarak mı çıkıyorsun?” dediler. Ali (sa) “Onun
bana karşı koyabilecek gücü yoktur. Dolayısıyla kendinizi
tutunuz.” dedi. Ardından “Zübeyr b. Avvâm nerede? Karşıma
çıksın.” diye bir defa daha seslendi. Zübeyr Âişe’nin
bakışları arasında Ali’nin karşısına
çıktı. Âişe: “Eyvah Esma’ya!” deyince ona “Ey
Müminlerin annesi! Zübeyr’in karşısında bir güç
bulunmamaktadır. Çünkü Ali silahsıztır.” denildi. Zübeyr
Ali’ye yaklaştı ve onun karşısında durdu. Ali (sa) ona
şöyle dedi: “Ey Ebu Abdullah! Seni bu fiile zorlayan nedir?” Zübeyr:
“Beni buna iten Osman’ın kanını talep etmek.” dedi. Ali,
ona: “Sen ve ashabın onu öldürdünüz. Senin kendinin kısas edilmesi
gerekir. Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına söyle!
Hatırlıyor musun bir gün Rasûlullah (sav.) sana ‘ey Zübeyr! Ali’yi
seviyor musun?’ diye sordu. Sen de ‘Ey Allah’ın Rasûlü! O benim
dayımın oğlu iken onu sevmekten beni ne engelleyebilir
ki!’ diye cevap verdin. Bunun üzerine O da sana ‘Ama sen kendisine
haksızlık ederek onun karşısına çıkıp
savaşacaksın.’ dedi.” Zübeyr: “Vallahi böyle oldu.” dedi.
Ali: “Furkan’ı indiren Allah aşkına söyle.
Hatırlıyor musun bir gün Rasûlullah (sav.) Benî Amr b. Avf’ın
yanından geliyordu. Sen de onunla birlikte bulunuyordun ve O senin elini
tutmuş idi.Ben onu karşıladım. O da bana selam verip
gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Sen de bunun üzerine ‘İbn Ebî Tâlib
gururunu asla bırakmıyor.’ deyince Hz. Peygamber (saa.) sana
‘Ağır ol ey Zübeyr! Ali’de gurur yoktur. Bir gün olacak ki sen ona
karşı haksız olduğun bir hâlde onun
karşısına çıkıp savaşacaksın.’ dedi.” Zübeyr: “Elbette öyle. Ancak ben unutmuş
idim. Bana bunu hatırlattığına göre vallahi senden el
çekerek ayrılacağım. Eğer bunu hatırlamış
olsaydım kuşkusuz sana karşı çıkmazdım.”
(İbn-i
Asem "el-Futuh" C.2, S.469-470 / Beyhakî ed-Delâil’inde (VI, 414)
rivayet etmiştir. İbn Kesîr Bidâye ve’n-Nihâye adlı eserinde
(VII, 269) ve Mesûdî de Murûcu’z-Zeheb (II,401)
ذكر
ما جرى من
الكلام بين
علي والزبير
في يوم الجمل
قبل الوقعة
قال:
فوقف عليّ (ع)
بين الصفين،
عليه قميص
ورداء وعلى
رأسه عمامة
سوداء، وهو
يومئذ على
بغلة رسول
الله صلّى
الله عليه
وسلّم
الشهباء التي
يقال لها
دلدل، ثم نادى
بأعلى صوته:
أين الزبير بن
العوام!
فليخرج إليّ!
فقال الناس:
يا أمير
المؤمنين!
أتخرج إلى
الزبير وأنت
حاسر وهو
مدجّج في
الحديد؟ فقال
علي (ع) : ليس
عليّ منه بأس
فأمسكوا، قال:
ثم نادى
الثانية: أين
الزبير بن
العوام؟
فليخرج إليّ!
قال: فخرج
إليه الزبير،
ونظرت عائشة
فقالت: وا ثكل
أسماء! فقيل
لها يا أم
المؤمنين! ليس
على الزبير
بأس، فإن عليا
بلا سلاح [1] .
قال:
ودنا الزبير
من عليّ حتى
وافقه [2] ، فقال
له علي (ع) : يا
أبا عبد الله!
ما حملك على
ما صنعت؟ فقال
الزبير: حملني
على ذلك الطلب
بدم عثمان، فقال
له عليّ (ع): أنت
وأصحابك
قتلتموه فيجب
عليك أن تقيد
من نفسك، ولكن
أنشدك بالله
الذي لا إله
إلّا هو أما
تذكر يوما قال
لك رسول الله
صلّى الله
عليه وآله
وسلّم: «يا
زبير! أتحبّ
عليا» ؟ فقلت:
يا رسول الله!
وما يمنعني من
حبه وهو ابن
خالي [3] ؟ فقال
لك: «أما! إنك
ستخرج عليه
يوما وأنت
ظالم؟ فقال
الزبير: اللهم
بلى! قد كان ذلك،
قال علي (ع): فأنشدك
باللَّه الذي
أنزل الفرقان
أما تذكر يوما
جاء رسول الله
صلّى الله
عليه وآله
وسلّم من عند
بني عمرو بن
عوف [4] وأنت معه
وهو آخذ بيدك،
فاستقبلته
أنا فسلم عليّ
وضحك في وجهي
وضحكت أنا
إليه، فقلت
أنت: لا يدع
ابن أبي طالب
زهوه أبدا!
فقال لك النبي
صلّى الله عليه
وآله وسلّم:
«مهلا يا زبير!
فليس به زهو
ولتخرجن عليه
يوما وأنت
ظالم له» ؟
فقال الزبير:
اللهم بلى!
ولكن أنسيت،
فأما إذ
ذكرتني ذلك فو
الله لأنصرفن
عنك! ولو ذكرت
هذا لما خرجت
عليك.
------------------
[1] زيد في
مروج الذهب 2/ 401:
فاطمأنت.
[2] في مروج
الذهب:
«واعتنق كل
واحد منهما
صاحبه» وفي
البداية والنهاية
7/ 269: «حتى
اختلفت أعناق
دوابهما» .
[3] زيد
في البداية
والنهاية:
وابن عمي وعلى
ديني؟
[4] في
الطبري 5/ 200 بني
غنم
(الفتوح
لابن اعثم
الجزء : 2
صفحة : 469-470 /
البيهقي في
الدلائل 6/ 414
ونقله ابن
كثير في
البداية
والنهاية 7/ 269
ومروج الذهب 2/ 401)
Rasulullah
(saa) bir gün Ayşe’ye: “Ey Ayşe! Hav’ab köpeklerinin sana
havladığını görür gibiyim. Ali’ye karşı
savaş açarak ona zulmetmiş olacaksın.” demiştir.
(İbn ‘Abd Rabbih, el-'lkdu’l-ferîd, c. 2, s. 283).
İbn-i Kuteybe –ki ondan daha önce
yaşamıştır- bu olayı şöyle naklediyor: “Ümmü’l
Mü’minin Heveb bölgesinin adını duyduğunda Talha’nın
oğluna şöyle dedi: “Ben geri dönmeliyim. Zira bir gün Peygamber
(s.a.v)aralarında benim de bulunduğum hanımlarının
yanında şöyle buyurmuştu: “Görmekteyim ki içinizden biri
Heveb denilen bölgeden geçerken oranın köpekleri ona karşı
havlıyorlar" ”Sonra Peygamber (s.a.v)bana dönerek şöyle dedi:
“Humeyra, olmaya ki o kadın sen olasın.” Ayşe’nin bu sözü
üzerine Talha’nın oğlu onu yola devam etmeye iknaya
çalıştıysa da başarılı olamadı. Sonra
Ayşe’nin kız kardeşinin oğlu olan Abdullah İbn-i
Zübeyr, Allah’ı şahit tutarak oranın Heveb
olmadığını, Hev’eb’den çok önce geçildiğini söyledi.
Ayşe bu söz ile de iktifa etmedi. Sonra onlar, oranın yerlilerini
getirdiler ve o yerliler hep birden yalan üzere şahitlik ettiler.
İslam tarihinde bunun benzeri bir yalancı şahitliğe hiç
rastlanmamıştır. Sonra kafile yoluna devam etti. Basra
yakınlarına geldiğinde onlar Osman İbn-i Huneyf’in vali
olduğu bu şehire doğru inişe geçtiler.”
(Şerh-i
Nehcü’l-Belağa İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 9, s. 312)
Hatta kaynaklarda Abdullâh’ın babası Zübeyr ile
Talha’nın da; bölgenin “Hav’eb” olmadığına dair, para
karşılığı 50 kadar yalancı şâhit
tuttukları belirtilir!
(el-Mes’ûdî, II, 375; el-Halebî, III, 321; İbn
Ebil-Hadîd, VI, 225, IX, 311 = el-Hamevî (II, 314) demagoji ile;
orasının “Hav’eb” olmadığına dâir edilen yalan yemin
sonucu Âişe’nin kandırıldığını” söyler.
Ancak, bu işi kimlerin organize ettiğini belirtmez!
Gölpınarlı (98~99) bunun da İbn Zübeyr’in tertîbi olduğunu
belirtir).
İbn Abbâs’tan gelen rivâyet ise aynen şöyle:
“Vay başıma gelene! Kim bilir hanginiz o devenin sâhibi olacak!
Dışarı çıkacak ve ona Hav’eb diyârının köpekleri
ürüyecek; sağında ve solunda büyük katliam olacak! Sonunda kendisi
ölümün eşiğinden dönecek.”
(İbn Ebî Şeybe, VII, 538; el-Bezzâr, XI, 73 (=
İbn Kesîr, el-Bidâye: VI, 236); İbn Abdilberr, IV, 361; ez-Zehebî,
es-Siyer: II, 198; İbn Ebil-Hadîd, IX, 311; el-Emînî, III, 189 = İbn
Abdilberr, el-Heysemî (VII, 474), İbn Hacer (Feth’ul-Bârî: XIII, 55) ve
el-Haffâcî (III, 166) isnâdının sahih olduğuna hükmediyorlar.
Gerçekten de Cemel harbinde binlerce insanın kanının
döküldüğünü tarih kitapları ortaya koymaktadır. bk. et-Taberî,
III, 61)
Ebû’l-Fidâ’nın aktardığına göre
Ayşe, Cemel Savaşı’na giderken köpek havlamaları duyar. Beraberindekilere sorar: “Bu suyun olduğu yere ne
denir?” Derler ki: “Hav’ab suyu.” Ayşe der ki: “Aman Allah’ım!
Peygamberin, sözünü ettiği hanımı benmişim! Peygamber, bir
gün bütün hanımları önünde sormuştu: Acaba hanginize Hav’ab
köpekleri havlayacak?” Ayşe, geri dönmek ister. Fakat Abdullah b. Zübeyir:
“Sana yalan söylediler. Burası Hav’ab değil.” diyerek Ayşe’yi
vazgeçtirir.
(Ebû’l-Fidâ,
et-Târîh, c. 1, s. 173).
Hz. Muhammed
birçok defa Hav’ab köpeklerinin havlamasından söz etmiştir.
Bir
defasında hanımlarına şöyle demiştir: “Aranızdan
bol tüylü deveye binerek yol alacak, Hav’ab köpeklerinin havlamasını
işitecek, etrafında birçok insan ölecek ve ölümüne ramak kala
kurtulacak olan hanginizdir?”
(El-Hâkim,
el-Müstedrek, c. 4, s. 47; en-Nesâî, el-Hasâis, c. 2, s. 137).
Bir
defasında da hanımlarına şöyle seslenmiştir: “Bir
orduyla doğuya ilerlerken, acaba hanginize Hav’ab köpekleri
havlayacak?”
(Mu'cemil
Buldan, c. 3, s. 356).
Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa [İbn-i
Abbas, Amir Şa'bî ve Habib b.Umeyr'den]: Ayşe, Talha ve Zübeyr,
Mekke'den Basra'ya doğru yola çıktıktan sonra geceleyin Hav'eb
suyuna vardılar. [Burası, Amir b.Sa'saa oğullarına ait bir
pınardı.] Civardaki köpekler onlara havlamaya başlayınca
inatçı develer de böğürmeye başladılar.
İçlerinden biri "Allah Hav'eb'e lanet etsin, ne de çok köpeği
var!" diye yakınınca "Hav'eb" kelimesini duyan
Ayşe "Bu, Hav'eb suyu mu?" diye sordu. "Evet",
dediler. Bunun üzerine Ayşe, (telaşla) "Beni geri çevirin, beni
geri çevirin!" dedi.
Ne olduğunu, ne gibi bir hadise gerçekleştiğini
sorduklarında ise şunları söyledi: Ben Resulullah'tan duydum;
"Sanki ben Hav'eb ismi verilen suyun köpeklerinin kadınlarımdan
birine havladığını görür gibiyim!" diyordu. Sonra da
bana şöyle dedi: "Sakın o kadın sen olmayasın ey
Humeyra!"
Zübeyr: Sakin ol! Allah sana rahmet etsin. Biz, Hav'eb suyundan fersahlarca
uzaklaşmış bulunmaktayız, dedi.
Ayşe: Şu uluyan köpeklerin Hav'eb suyu bölgesine ait
olmadıklarına dair şahidin var mı? diye sordu.
Bunun üzerine
Zübeyr ve Talha elli bedeviye ücret tayin etmek suretiyle Ayşe için yemin
ettirdiler. Onlar bu suyun Hav'eb suyu olmadığına dair
şahitlik etmişlerdi. Bu, aynı zamanda İslam'daki ilk yalan
şahitlikti. Sonra da Ayşe kendi yoluna devam etti.
(İbn-i
Ebil Hadit, Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, c.9, s.310; el-Mesudi
"Murucu'z-Zeheb", c.2, s.366; İbn-i Kuteybe "el-İmame
ve'sSiyase", c.1, s.82; el-Fütuh, c.2, s.457. Ayrıca bkz:
el-Menakıb, Harezmî, s.181, h.217).
شرح
نهج البلاغة- عن ابن
عبّاس وعامر الشعبي
وحبيب ب لَمّا
خَرَجَت
عائِشَةُ
وطَلَحَةُ
وَالزُّبَيرُ
مِن مَكَّةَ
إلَى البَصرَةِ
، طَرَقَت
ماءَ
الحَوأَبِ ـ
وهُوَ ماءٌ
لِبَني
عامِرِ بنِ
صَعصَعَةَ ـ
فَنَبَحَتهُمُ
الكِلابُ ،
فَنَفَرَت
صِعابُ
إبِلِهِم . فَقالَ
قائِلٌ
مِنهُم :
لَعَنَ اللّه
ُ الحَوأَبَ ؛
فَما أكثَرَ
كِلابَها !
فَلَمّا
سَمِعَت
عائِشَةُ
ذِكرَ
الحَوأَبِ ،
قالَت : أ هذا ماءُ
الحَوأَبِ ؟
قالوا : نَعَم
، فَقالَت :
رُدّوني
رُدّوني ،
فَسَأَلوها
ما شَأنُها ؟ ما
بَدا لَها ؟
فَقالَت :
إنّي سَمِعتُ
رَسولَ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
يَقولُ :
«كَأَنّي بِكِلابِ
ماءٍ يُدعَى
الحَوأَبَ ،
قَد نَبَحَت
بَعضَ نِسائي»
ثُمَّ قالَ لي
: «إيّاكِ يا حُميراءُ
أن تَكونيها !» .
فَقالَ لَهَا
الزُّبَيرُ :
مَهلاً
يَرحَمُكِ
اللّه ُ ؛ فَإِنّا
قَد جُزنا
ماءَ
الحَوأَبِ
بِفَراسِخَ
كَثيرَةٍ .
فَقالَت : أ
عِندَكَ مَن
يَشهَدُ
بِأَنَّ
هذِهِ
الكِلابَ
النابِحَةَ
لَيسَت عَلى
ماءِ
الحَوأَبِ ؟
فَلَفَّقَ
لَهَا الزُّبَيرُ
وطَلحَةُ
خَمسينَ
أعرابِيّا جَعَلا
لَهُم جُعلاً
، فَحَلَفوا
لَها ،
وشَهِدوا أنهذَا
الماءَ لَيسَ
بِماءِ
الحَوأَبِ ،
فَكانَت
هذِهِ أوَّلُ
شَهادَةِ
زورٍ فِي
الإِسلامِ !
فَسارَت
عائِشَةُ
لِوَجهِها.
(شرح نهج
البلاغة : ج9 ص310 ،
مروج الذهب : ج2
ص366 ، الإمامة
والسياسة : ج1 ص82
، الفتوح : ج2 ص457
كلّها نحوه
وراجع
المناقب
للخوارزمي : ص181
ح217)
Resulullah
(s.a.a) [Kadınlarına hitaben]: Keşke bilseydim; sizden hanginiz
yüzü bol kürklü deveye binecek; Hav'eb köpekleri kendisine havlayacak, onun
sağında ve solunda birçokları öldürülecek ve iş sona yaklaştığında
kurtulacak?!
(el-Heysemi,
Mecmau'z-Zevaid, c.7, s.474, h.12026; İbn-i Ebil Hadit, Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.9, s.311; Tarih-i İslam, Zehebî, c.3, s.490;
el-İstîab, c.4, s.439, h.3463; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.6, s.212.
Ayrıca bkz: Müsned-i İbn-i Hanbel, c.9, s.310, h.24308; el-Müstedrek
ala's-Sahiheyn, c.3, s.130, h.6413; Sahih-i İbn-i Habban, c.15, s.126,
h.6732; el-Musannef, İbn-i Ebi Şeybe, c.8, s.708, h.15; el-Musannef,
Abdurrezzak, c.11, s.365, h.20753; Müsned-i Ebi Ye'la, c.4, s.423, h.4848;
Fethu'l-Bari, c.13, s.55, "senedi sahih olma şartıyla"
ilavesi ile).
قال
رسول اللّه
صلى الله عليه
و آله ـ
لِنسِائِهِ ـ:
لَيتَ شِعري،
أيَّتُكُنَّ
صاحِبَةُ الجَمَلِ
الأَدَببِ [*] ،
الَّتي
تَنبَحُها
كِلابُ
الحَوأَبِ ،
فَيُقتَلُ
عَن يَمينِها
وعَن يَسارِها
قَتلى
كَثيرَةٌ ،
ثُمَّ تَنجو
بَعدَما كادَت
؟ !
(*)
أراد الأدبّ
، فأظهر
الإدغام لأجل
الحَوْأب .
والأدب :
الكثير وبَرِ
الوجه (النهاية
: ج2 ص96)
(مجمع
الزوائد : ج7 ص474 ح12026 ،
شرح نهج
البلاغة : ج9 ص311 ،
تاريخ
الإسلام
للذهبي : ج3 ص490 ،
الاستيعاب : ج4 ص439 ح3463
كلاهما نحوه ،
البداية
والنهاية : ج6 ص212
وراجع مسند
ابن حنبل : ج9 ص310 ح24308
والمستدرك
على الصحيحين
: ج3 ص130 ح6413
وصحيح ابن
حبّان : ج15 ص126 ح6732
والمصنّف
لابن أبي شيبة
: ج8 ص708 ح15
والمصنّف
لعبد الرزّاق
: ج11 ص365 ح20753
ومسند أبي
يعلى : ج4 ص423 ح4848
وفتح الباري :
ج13 ص55
وفيه «سنده
على شرط
الصحيح»).
[Cemel ashabının kılavuzu olan Arnî'den]: Ben onlarla
birlikte hareket ediyordum. Suyu olan hangi vadiden geçtiysek hepsinin
adını bana sordular. Derken bir gece vakti Hav'eb suyuna vardık.
Oranın köpekleri bize havlamaya başladı. "Burası hangi
su?" diye sordular. Ben de "Hav'eb suyu!" dedim.
Bunun üzerine Ayşe yüksek sesle feryat etti ve devesinin böğrüne
vurarak onu yere yatırdı. "Vallahi ben yolu Hav'eb köpeklerine
düşen kadınım, geri çevirin beni!" dedi. Bu sözü üç defa
tekrar etti. Sonra da devesini yere yatırdı. Diğerleri de
develerini Ayşe'nin devesinin etrafında yatırdılar. Onlar
kendi görüşleri üzerinde ısrarlıydılar; Ayşe ise
bundan çekiniyordu. Böylece develerini yatırdıkları saatten
ertesi güne kadar burada kaldılar.
Sonra İbn-i Zübeyr Ayşe'nin yanına gelerek "Kendinizi
kurtarın, kendinizi kurtarın! Vallahi, Ali b. Ebu Talib size varmak
üzeredir!" dedi.
Ravi der ki: Bunun üzerine onlar hareket ettiler ve bana sövdüler. Ben de geri döndüm!
(Tarih-i
Taberî, c.4, s.457; el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.315; el-Bidaye ve'n-Nihaye,
c.7, s.231).
عن
العرني ـ
دَليلُ
أصحابِ
الجَمَلِ ـ:
سِرتُ مَعَهُم
فَلا أمُرُّ
عَلى وادٍ ولا
ماءٍ إلّا
سَأَلوني
عَنهُ ، حَتّى
طَرَقنا ماءَ
الحَوأَبِ ،
فَنَبَحَتنا
كِلابُها ،
قالوا : أيُّ
ماءٍ هذا
؟قُلتُ : ماءُ الحَوأَبِ
. قالَ :
فَصَرَخَت
عائِشَةُ
بِأَعلى
صَوتِها ،
ثُمَّ
ضَرَبَت
عَضُدَ
بَعيرِها
فَأَناخَتهُ
، ثُمَّ قالَت
: أنَا
وَاللّه ِ
صاحِبَةُ
كِلابِ
الحَوأَبِ
طُروقا ،
رُدّوني !
تَقولُ ذلِكَ
ثَلاثا ،
فَأَناخَت
وأَناخوا
حَولَها وهُم
عَلى ذلِكَ ،
وهِيَ تَأبى ،
حَتّى كانَتِ
السّاعَةُ
الَّتي
أناخوا فيها
مِنَ الغَدِ .
قالَ :
فَجاءَهَا
ابنُ الزُّبَيرِ
فَقالَ :
النَّجاءَ
النَّجاءَ [2] ! !
فَقَد
أدرَكَكُم
وَاللّه ِ
عَلِيُّ بنُ
أبي طالِبٍ !
قالَ :
فَارتَحَلوا
وشَتَموني ،
فَانصَرَفتُ.
(تاريخ
الطبري : ج4 ص457 ،
الكامل في
التاريخ : ج2 ص315 ،
البداية
والنهاية : ج7 ص231
كلاهما نحوه).
Basralı sahâbeden Ebûbekra es-Seqafî:
“Şayet Hz. Peygamber’den (s.a.a) işittiğim bir hadisi son anda
hatırlamasaydım; az kalsın Cemel tarafına katılacaktım!”
diyerek “İşlerinin başına kadını geçiren topluluk
iflah olmaz!” hadîsini okuyor; o bununla, âdetâ Âişe’yi de bu hadîsin
kapsamına sokuyordu!
(Buhârî: meğâzî,
82, fiten, 18; Tirmizî, fiten, 75; Nesâî, qudât, 8; Hâkim, III, 119, IV,291,
525; İbn Ebil-Hadîd, VI, 227)
el-Futuh [Ayşe'nin Cemel
Savaşı'ndan önce Ümmü Seleme'ye gelerek onu Basra'ya doğru
yapacağı harekete davet etmesi olayında]: Sonra Ümmü
Seleme, Ayşe'ye Ali'nin (a.s) faziletlerini anlatmaya başladı.
Abdullah b. Zübeyr kapının önünde durmuştu ve söylenenlerin
hepsini duyuyordu. [Zübeyr], Ümmü Seleme'ye bağırarak "Ey Ebu
Ümeyye'nin kızı! Biz, senin Zübeyr hanedanına olan
düşmanlığını anladık!" dedi.
Bunun üzerine Ümmü Seleme şunları söyledi: Allah'a andolsun ki onu
(Ayşe) soktuğunuz bu işten ne sen, ne de baban
çıkaramayacaktır! Sen, muhacir ve ensarın baban Zübeyr ve
arkadaşı Talha'nın hilafetine razı olacağını
mı umuyorsun? Hâlbuki Ali hayattadır ve o, her mümin erkek ve
kadının velisidir!
Abdullah b. Zübeyr: Biz bunu Resulullah'tan asla
duymadık.
Ümmü Seleme: Eğer sen duymamış isen teyzen Ayşe kesinlikle
duymuştur. İşte o burada, ona sor! Resulullah'ın (s.a.a)
"Ali hayatımda ve ölümümde sizin üzerinizdeki halifemdir; kim ona asi
olursa bana asi olmuştur!" dediğini kuşkusuz o da
duymuştur.
Ey Ayşe! Buna şahitlik ediyor musun, etmiyor musun?
Ayşe: Allah'a yemin ederim ki evet, (doğrudur).
Ümmü Seleme: Öyleyse ey Ayşe! Allah'tan kork,
Allah ve Resulünün seni sakındırdığı şeyden
sakın! Hev'ab köpeklerinin havladığı kadın sen olma!
Zübeyr ve Talha seni aldatmasın. Zira onlar seni Allah'tan hiçbir
şekilde müstağni kılamazlar!
(İbn-i Asem "el-Futuh" c.2, s.454)
الفتوح
ـ في خَبرِ
دُخولِ
عائِشَةَ
عَلى اُمِّ سَلَمَةَ
قَ: ثُمَّ
جَعَلَت
اُمُّ
سَلَمَةَ تُذَكِّرُ
عائِشَةَ
فَضائِلَ
عَلِيٍّ رضى
الله عنه ،
وعَبدُ اللّه
ِ بنُ
الزُّبَيرِ
عَلَى البابِ
يَسمَعُ
ذلِكَ
كُلَّهُ ،
فَصاحَ بِاُمِّ
سَلَمَةَ
وقالَ : يا
بِنتِ أبي
اُمَيَّةَ !
إنَّنا قَد
عَرَفنا
عَداوَتِكِ
لِالِ الزُّبَيرِ
! فَقالَت
اُمُّ
سَلَمَةَ :
وَاللّه ِ لَتورِدَنَّها
، ثُمَّ لا
تُصدِرَنَّها
أنتَ ولا
أبوكَ ! أ
تَطمَعُ أن
يَرضَى
المُهاجِرونَ
وَالأَنصارُ
بِأَبيكَ
الزُّبَيرِ
وصاحِبِهِ
طَلحَةَ ،
وعَلِيُّ بنُ
أبي طالِبٍ حَيٌّ
، وهُوَ
وَلِيُّ
كُلِّ
مُؤمِنٍ
ومُؤمِنَةٍ ! !
فَقالَ عَبدُ
اللّه ِ بنُ
الزُّبَيرِ :
ما سَمِعنا
هذا مِن
رَسولِ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
ساعَةً قَطُّ
! فَقالَت
اُمُّ
سَلَمَةَ : إن
لَم تَكُن
أنتَ
سَمِعتَهُ
فَقَد
سَمِعَتهُ
خالَتُكَ
عائِشَةُ ،
وها هِيَ
فَاسأَلها !فَقَد
سَمِعَتهُ
صلى الله عليه
و آله يَقولُ :
«عَلِيٌّ
خَليفَتي
عَلَيكُم في
حَياتي ومَماتي
؛ فَمَن
عَصاهُ فَقَد
عَصاني » أ
تَشهَدينَ يا
عائِشَةُ
بِهذا ، أم لا
؟ فَقالَت عائِشَةُ
: اللّهُمَّ
نَعَم . قالَت
اُمُّ سَلَمَةَ
: فَاتَّقِي
اللّه َ يا
عائِشَةُ في
نَفسِكِ ،
وَاحذَري ما
حَذَّرَكِ
اللّه ُ ورَسولُهُ
صلى الله عليه
و آله ، ولا
تَكوني صاحِبَةَ
كِلابِ
الحَوأَبِ ،
ولا
يَغُرَّنَّكِ
الزُّبَيرُ
وطَلحَةُ ؛
فَإِنَّهُما
لا يُغنِيانِ
عَنكِ من
اللّه شيئا !
(الفتوح
: ج2 ص454 .
راجع : ج 3 ص 115
(استرجاع
عائشة لمّا
وصلت إلى ماء
الحوأب))
Halkın toplanarak içine daldıkları
mesele hakkındaki haber Ümmü Seleme'ye ulaştığında
başörtüsü ıslanacak kadar ağladı. Daha sonra elbisesini
istedi. Sıkıca giyinip örtündükten sonra Emirülmüminin'e (a.s)
karşı muhalefet etme ve o kavimle birlikte ayaklanma konusunda
verdiği kararından vazgeçirmek için Ayşe'ye nasihat etmeye
gitti.
Ümmü
Seleme Ayşe'nin yanına varınca şunları söyledi:
Doğrusu sen Resulullah'ın (s.a.a), ümmeti arasındaki
kapısısın; hicabın onun saygınlığı
esasına dayalıdır. Kurân senin eteğini toplamıştır.
Öyleyse onu yayma; Kurân seni dokunulmaz kıldı, o halde iffet
perdesini yırtma. Bu ayetten sonra artık Allah'tan kork ve O'ndan
sakın!
Resulullah (s.a.a) senin konumunu biliyordu. Eğer sana özel bir sözü
olsaydı muhakkak bunu yapardı. Aksine o, seni şehirlerde
gezinmekten men etmiştir.
Dinin direği eğildiğinde kadınlarla düzeltilmez ve onda
oluşacak yarık kadınlarla doldurulmaz. Kadınların en
hummalı gayretleri namahreme karşı bakışları
kısmak, kibir ve nefretten sıyrılmak, adımları
kısa tutmak ve etekleri toplamaktır.
Eğer Resulullah (s.a.a) seni çöllerde genç develerin sırtında
bir pınardan diğerine doğru hareket ederken görseydi ne derdin?
Bu durumda sen onun sadakatini yırtmış; hürmetini ve ahdini terk
etmiş olmaz mısın? Hiç şüphesiz yaptığın iş
Allah'ın huzurundadır ve sen Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna
çıkacaksın!
Vallahi senin tuttuğun şu yolu gitmem
karşılığında bana "Firdevs cennetine gir"
denilseydi ben yine de Muhammed'in (s.a.a) bana örttüğü hicap perdesini
yırtmaktan hayâ ederdim. Ona kavuşuncaya dek evin kalen, onun
köşesi kabrin olsun. Sen bu hâl üzereyken karar verdiğin şeyden
daha çok Allah'a itaat etmiş, geri kalacağın işte dine daha
çok yardımcı olmuş bulunacaksın.
Bunun
üzerine Ayşe ona dedi ki: Vaazınla beni bilgilendirmedin, nasihatini
kabul edecek de değilim! Seçtiğim yol ne de güzel bir yoldur.
Şimdi, gitmekle oturmak arasındayım; eğer oturur da geri
kalırsam bu, zorunluluk ve mecburiyetten değildir; eğer yola
çıkacak olursam da ancak devam ettirilmesi gereken bir işi
yapmış olurum!
(Ebu'l-Ahnes el-Erhabî'den; el-İmame
ve's-Siyase, c.1, s.76; el-İkdü'lFerid, c.3, s.316; Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.6, s.219; Tarih-i Yakubî, c.2, s.180. Ek
olarak şii kaynaklar: el-Cemel, s.236; el-İhticac, c.1,
s.391, h.82, İmam Sadık'tan; Meani'l-Ahbar, s.375, h.1,
Ayrıca bkz:; el-İhtisas, s.116)
تَحذيرُ
اُمِّ
سَلَمَةَ
عائِشَةَ
عَنِ الخُروجِ
بَلَغَ
اُمَّ
سَلَمَةَ
اجتِماعُ
القَومِ وما
خاضوا فيهِ ،
فَبَكَت
حَتَّى
اخضَلَّ خِمارُها
، ثُمَّ دَعَت
بِثِيابِها ،
فَلَبِسَتها
وتَخَفَّرَت
ومَشَت إلى
عائِشَةَ لِتَعِظَها
وتَصُدَّها
عَن رأيِها في
مُظاهَرَةِ
أميرِ
المُؤمِنينَ
عليه السلام
بِالخِلافِ ،
وتَقعُدَ
بِها عَنِ
الخُروجِ مَعَ
القَومِ .
فَلَمّا
دَخَلَت
عَلَيها
قالَت : إنَّكِ
سُدَّةُ
رَسولِ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
بَينَ
اُمَّتِهِ ،
وحِجابُكِ
مَضروبٌ عَلى حُرمَتِهِ
، وقَد جَمَعَ
القُرآنُ
ذَيلَكِ ؛
فَلا
تَندَحيهِ ،
ومَكَّنَكِ
خُفرَتَكِ ؛ فَلا
تُضحيها ،
اللّه َ اللّه
َ مِن وَراءِ
هذِهِ
الآيَةِ ! قَد
عَلِمَ
رَسولُ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
مَكانَكِ ؛
فَلَو أرادَ
أن يَعهَدَ
إلَيكِ
لَفَعَلَ ،
بَل نَهاكِ
عَن الفَرطَةِ
فِي البِلادِ
. إنَّ عَمودَ
الدّينِ لا
يُقامُ
بِالنِّساءِ
إن مالَ ، ولا
يُرأَبُ
بِهِنَّ إن
صُدِعَ ،
حُمادَياتُ
النِّساءِ :
غَضُّ
الأَطرافِ ،
وخَفُّ
الأعطافِ ،
وقَصرُ
الوَهازَةِ ،
وضَمُّ
الذُّيولِ .
ما كُنتِ قائِلَةً
لَو أنَّ
رَسولَ اللّه
ِ صلى الله عليه
و آله
عارَضَكِ
بِبَعضِ
الفَلَواتِ ،
ناصَّةً
قَلوصا مِن
مَنهَلٍ إلى
آخَرَ ! قَد هَتَكتِ
صَداقَتَهُ ،
وتَرَكتِ
حُرمَتَهُ وعُهدَتَهُ
؟! إنَّ
بِعَينِ
اللّه ِ
مَهواكِ ، وعَلى
رَسولِ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
ترِدينَ .
وَاللّه ِ لَو
سِرتُ
مَسيرَكِ هذا
ثُمَّ قيلَ لي
: اُدخُلِي
الفِردَوسَ ،
لَاستَحيَيتُ
أن ألقى
مُحَمَّدا
صلى الله عليه
و آله هاتِكَةً
حِجابا قَد
سَتَرَهُ
عَلَيَّ .
اِجعَلي
حِصنَكِ
بَيتَكِ ،
وقاعَةَ
البَيتِ قَبرَكِ
، حَتّى
تَلقَينَهُ ،
وأَنتِ عَلى
ذلِكَ أطوَعُ
ما تَكونينَ
للّه ِ ما
لَزِمتيهِ، وأَنصَرُ
ما تَكونينَ
لِلدِّينِ ما
جَلَستِ عَنهُ
.فَقالَت لَها
عائِشَةُ : ما
أعرَفَني بِوَعظِكِ
، وأَقبَلَني
لِنُصحِكِ !
ولَنِعمَ المَسيرُ
مَسيرٌ
فَزِعتُ
إلَيهِ ،
وأَنَا بَينَ
سائِرَةٍ أو
مُتَأَخِّرَةٍ
، فَإِن أقعُد
فَعَن غَيرِ
حَرَجٍ ، وإن
أسِر فَإلى ما
لابُدَّ مِنَ
الِازدِيادِ
مَنهُ.
(الإمامة
والسياسة : ج1 ص76 ،
العقد الفريد
: ج3 ص316 ،
شرح نهج
البلاغة : ج6 ص219 وفي
الأربعة
الأخيرة
«أنّها كتبت
بهذا إلى عائشة»
و ص220
وكلّها نحوه
وراجع
الاختصاص : ص116
وتاريخ
اليعقوبي : ج2 ص180)
Ümmü
Seleme, Aişe’ye şöyle dedi: Resulullah’ın (s.a.a), “Ali
hayatımda da ölümümde benim halifemdir. Ona isyan eden bana isyan
etmiş olur.” buyruğunu işittim. Ey Aişe! Sen buna
şahit oldun mu, olmadın mı!?
Aişe: Evet.
Ümmü Seleme: Öyleyse Allah’tan kork ey Aişe! Allah-u Teâla’nın ve
Resulü’nün sakındırdığı şeyden sakın. Hav’eb
köpeklerinin kendisine uluyacağı kişi olma.
Ümmü Seleme’nin bu hatırlatma ve nasihatinin ardından Aişe ona
karşı öfke dolu bir şekilde huzurundan çıktı.
(İbn-i Asem "el-Futuh" c. 2, s. 283; Şerhu Nehci’l-Belağa,
c. 6, s. 217; el-Miyarü’l-Muvazene, s. 29).
Ayşe'nin
İmam Ali (a.s) ile savaşmak için yola koyulduğunu gören Ümmü
Seleme onunla asla konuşmayacağına dair yemin etti. Aişe,
Cemel Savaşından dönüp de Ümmü Seleme’nin huzuruna varınca,
”Selam sana ey Müminlerin annesi!” diyerek selam verdi.
Ümmü
Seleme: Ey duvar! Seni nehyetmedim mi, sana söylemedim mi!?
Bunun üzerine Aişe şöyle dedi: Allah-u Teâla’dan
bağışlanma diliyor ve O’na tövbe ediyorum. Ey Müminlerin annesi,
benimle konuşmuyor musun?
Ümmü
Seleme: Ey duvar! Seni nehyetmedim mi, sana söylemedim mi!?
Ümmü Seleme vefat edinceye kadar onunla konuşmadı.
(Beyhakî,
el-Mehasin ve’l-Mesavi, s. 297-8)
İbn-i
Ebi’l-Hadid şöyle yazıyor.
Aişe Osman’ın intikamını almak için
Ümmü Seleme’yi de tahrik ederek kendi safına katmak üzere onun yanına
gitti. Daha sonra ona şöyle dedi: “Ey İbn-i Ümeyye’nin
kızı! Sen Peygamber (s.a.a)’in hicret eden ilk zevcesisin. Sen
Ümm’ül-Mümininlerin en büyüğüsün. Peygamber (s.a.a) senin evinde bizim
sıralarımızı belirlerdi. Cebrail de çoğunlukla senin
evindeydi.”
Ümmü Seleme: “Ne söylemek istiyorsun?” dedi.
Aişe şöyle dedi: “Halk Osman’ı tövbe etmeye zorladı. Tövbe
edince de oruçlu olduğu halde muhterem bir ayda onun kanını
döktüler. Ben, onun intikamını almak için Talha ve Zübeyr ile beraber
Basra’ya gitmek
istiyorum. Sen de bizimle gel! Şayet Allah bizim elimizle bu işi
yerine getirir!”
Ümmü Seleme şöyle dedi: “Sen daha dün halkı Osman’ın aleyhine
kışkırtıyor, ona en kötü sözleri söylüyordun. Sen, ona
“Na’sel” diye hitap ediyordun. Diğer taraftan sen, Hz. Ali’nin Peygamber
(s.a.a)’in yanındaki
makamını da biliyorsun. Onu hatırlatayım mı?”
Aişe: “Evet.” diye cevap verdi.
Ümmü Seleme
Aişe'ye şöyle dedi: "Hatırlıyor musun, bir gün
Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali ile halvet etmiş konuşuyordu.
Konuşmaları uzayınca sen onlara saldırmak istedin de ben
seni engellemeye çalıştım. Ama sen beni dinlemeyerek onlara
saldırdın. Fakat çok geçmeden ağlayarak geri döndün. "Sana
ne oldu?" diye sorduğumda dedin ki: "O ikisi
fisıldaşırken yanlarına gidip Ali'ye;
"Resulullah'ın dokuz gününden sadece bir günü bana aittir. Bu bir
günde de beni yalnız bırakmayacak mısın ey Ebu Talib'in
oğlu?" dedim. Bunun üzerine Resulullah öfkeden yüzü
kıpkırmızı olduğu halde bana dönerek:
"Hadi geri
dön git! Allah'a andolsun, Ali'ye düşman olan imandan
çıkmış olur." diye buyurdu." Ve sen pişman ve
kızgın bir halde geri döndün. "
Aişe;
"Evet, hatırlıyorum." dedi.
Ümmü Seleme
dedi ki:
"Yine
hatırlıyor musun, bir gün ben ve sen Resulullah'ın (s.a.a.)
yanındayken bize buyurdu ki:
"Sizin hanginiz deveye binecek de Hav'eb köpekleri ona
ürüyecek ve o doğru yoldan sapmış olacaktır?" Biz;
"Bundan Allah' a ve Resulüne sığınırız."
dedik. Sonra Resulullah eliyle senin sırtına vurup; "Sakın
o sen olmayasın ey Humeyra!" buyurdu."
Aişe;
"Evet, bunu da hatırlıyorum." dedi.
Ümmü Seleme dedi ki:
"Yine hatırlıyor musun, bir gün baban ile Ömer Resulullah'a
geldiler. Biz perdenin arkasına geçtik. Onlar Resulullah'a;
"Ey
Resulullah! Senin ne zamana kadar bizimle birlikte olacağını
(yaşayacağını) bilmiyoruz. Keşke senden sonra
kendisine sığınacağımız halifenin kim
olduğunu bize bildirseydin!" dediler. Resulullah (s.a.a.) onlara
buyurdu ki: "Evet, ben onun şu anda nerede olduğunu biliyorum.
Ama bunu yaparsam siz onun etrafından
dağılırsınız; tıpkı İsrail
Oğullarının Harun'un etrafından
dağıldığı gibi." Onlar da sustular. Sonra da
çıkıp gittiler. Onlar dışarı çıkınca biz
Resulullah'ın (s.a.a.) yanına gittik. Sen Resulullah'a
karşı bizim hepimizden daha cesaretli olduğun için:
"Ey Resulullah! Kimi onlara halife etmek
istiyordun?" diye sordun.
Resulullah
(s.a.a.) buyurdu ki: "Ayakkabısını tamir eden
adamı."
Aşağıya
indiğimizde Ali'nin ayakkabısını tamir ettiğini
gördük. Sen:
"Ey Resulullah! Biz sadece Ali'yi görüyoruz."
dediğinde
Resulullah (s.a.a.):
"İşte halifem odur." buyurdu."
Aişe; "Evet,
bunu da hatırlıyorum" dedi.
Bunun üzerine
Ümmü Seleme ona dedi ki: "Peki ey Aişe, niçin bildiğin halde bu
savaşa gidiyorsun?" Aişe; "Halkın ararsını
düzeltmek için kıyam yapacağım" dedi.(1)
Ümmü Seleme ona
sert çıkışarak dedi ki: "İslam'ın direği
eğilirse kadınlar onu düzeltemezler; kırılırsa
kadınlar onu onaramazlar. Kadınların en iyisi, gözlerini
aşağı indirenler, şeref ve haysiyetlerini
koruyanlardır. Sana şunu soruyorum: Deveye binip bir su
kaynağından diğer bir kaynağa gittiğin halde bu
çöllerin birinde Resulullah'la (s.a.a.) karşılaşırsan, ne
dersin acaba?! Vallahi eğer ben senin yaptığını
yapsaydım, sonra da bana; "Cennete gir" denilseydi, üzerime
örttüğü perdeyi yırttığımdan dolayı Muhammed'le
karşılaşmaktan utanırdım..."(2)
--------------------
(1)-İbn-i Ebi'I-Hadid, Şerh-i Nehc'ü1-Belağa, c.
6, s. 217 - 218.
(2)- İbn-i Kuteybe "el-Musannef Fi
Garib'il-Hadis", c. 2, s. 182; Zamehşeri "el-Fâik" C.2,
S.132; İbn-i Ebi'I-Hadid, Şerh-i Nehc'ü1-Belağa C.6, S.220 /
İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c.1, s.55
قال
أبو مخنف:
جاءت عائشة
إلى أم سلمة
تخادعها على
الخروج للطلب
بدم عثمان،
فقالت لها: يا
بنت أبي أمية،
أنت أول
مهاجرة من
أزواج رسول الله
صلى الله عليه
وآله، وأنت
كبيرة أمهات
المؤمنين، وكان
رسول الله صلى
الله عليه
وآله يقسم لنا
من بيتك، وكان
جبريل أكثر ما
يكون في
منزلك، فقالت
أم سلمة: لأمر
ما قلت هذه
المقالة،
فقالت عائشة:
إن عبد الله
أخبرني أن
القوم
استتابوا عثمان،
فلما تاب
قتلوه صائما
في شهر حرام،
وقد عزمت على
الخروج إلى
البصرة ومعي
الزبير،
وطلحة،
فأخرجي معنا،
لعل الله أن
يصلح هذا
الامر على
أيدينا بنا،
فقالت أم
سلمة: إنك كنت
بالأمس
تحرضين على
عثمان،
وتقولين فيه أخبث
القول، وما
كان اسمه عندك
إلا نعثلا،
وإنك لتعرفين
منزلة علي بن
أبي طالب عند
رسول الله صلى
الله عليه
وآله،
أفأذكرك؟
قالت: نعم،
قالت لعائشة:
أتذكرينَ
يومَ أقبل
رسول الله (صلى
الله عليه
وآله وسلم)
ونحن معه حتى
إذا هبَط من
قديد ذات
الشمال،
فخَلا بعلي
يُناجيه فأطال،
فأردتِ أن
تهجمي
عليهما،
فنهيتُكِ فعصيتني
وهجمتِ
عليهما، فما
لبثت أن رجعتِ
باكية، فقلت:
ما شأنك؟
فقلت: أتيتهما
وهما يتناجيان،
فقلت لعلي:
ليس لي من
رسول الله
إلاّ يوم من
تسعة أيام
أفمَا تدعني
يا بن أبي
طالب ويومي،
فأقبل رسول
الله علىَّ
وهم محمّر
الوجه غضباً
فقال: "ارجعي
وراءك، والله
لا يبغضه أحد
من النّاس
إلاّ وهو خارج
من الإيمان"،
فرجعت نادمةً
ساخطة.
فقالت
عائشة: نعم
أذكر ذلك.
قالت:
وأُذَكّركِ ـ
أيضاً ـ كنت
أنا وأنتِ مع رسول
الله، فقال
لنا: "أيتكنّ
صاحبة الجمل
الأدب تنبحها
كلاب الحوأب
فتكون ناكبة
عن الصراط"؟
فقلنا: نعوذ
بالله
وبرسوله من
ذلك، فضرب على
ظهرك وقال:
"إيّاك أن
تكونيها يا
حميراء"؟
قالت
عائشة: أذكر
ذلك.فقالت أُمّ
سلمة: أتذكرين
يوم جاء أبوك
ومعه عمر،
وقمنا إلى
الحجاب،
ودخلا
يحدّثانه
فيما أرادا
إلى أن قالا:
يا رسول الله،
إنّا لا ندري
أمَدُ ما تَصحبنا،
فلو أعلمتنا
من يستخلف
علينا ليكون
لنا بعدك
مفزعاً؟ فقال
لهما: "أما
أنّي قد أرى
مكانه، ولو
فعلتُ
لتفرّقتم عنه
كما تفرّق بنو
إسرائيل عن
هارون"،
فسكتا ثمّ
خرجَا، فلمّا
خرجا خرجنا
إلى رسول
الله، فقلتِ
له أنت وكنتِ
أجرأ عليه
منّا: يا رسول
الله مَنْ كنت
مستخلفاً
عليهم؟ فقال:
"خاصف
النّعل"، فنزلنا
فرأيناه
عليّاً.
فقلتِ: يا
رسول الله، ما
أرى إلاّ
عليّاً. فقال:
"هو ذاك"؟
قالت
عائشة: نعم
أذكر ذلك.
فقالت
لها أُمّ
سلمة: فأيّ
خروج تخرجين
بعد هذا يا
عائشة؟
فقالت:
إنّما أخرج
للإصلاح بين
الناس(1)
فنهتها
أُمّ سلمة عن
الخروج بكلام
شديد وقالت
لها: إنّ عمود
الإسلام لا
يثأب بالنساء
إن مال، ولا
يَرْأبُ بهن
إن صُدِعَ،
حماديات النساء
غضّ الأطراف،
وخفر
الأعراض، ما
كنتِ قائلة لو
أنّ رسول الله
(صلى الله
عليه وآله
وسلم) عارضك
في بعض هذه
الفلوات،
ناصّة قلوصاً
من منهل إلى آخر؟
والله لو سرتُ
سيرك هذا ثمّ
قيل لي: أدخلي الفردوس،
لاستحييت أن
ألقى محمّداً
هاتكةً حجاباً
ضربه علىَّ.(2)
(1) شرح نهج
البلاغة لابن
أبي الحديد 6: 217
ونحوه
المعيار
والموازنة: 28.
(2) غريب
الحديث لابن
قتيبة 2: 182،
الفائق
للزمخشري 2: 132،
شرح نهج
البلاغة لابن
أبي الحديد 6: 220.
Şerh-i Nehcü’l-Belağa [İmam Ali’nin (a.s) Basra’ya giderken Zikar’da
yaptığı konuşma ve Talha ile Zübeyr’e beddua etmesinin
ardından Malik’in söylediklerini anlatırken]: Bize lütufta bulunup
fazilet veren, iyilik ve güzellik ihsan eden Allah’a hamd olsun. Ey
Emirülmüminin! Senin sözünü işittik. Doğruyu söyledin ve muvaffak
oldun. Sen, Peygamberimizin (s.a.a) amcası oğlu, damadı ve
vasisisin. Onu ilk tasdik eden ve onunla ilk namaz kılansın. Onun
bütün savaşlarında hazır bulundun. Tüm bu savaşlarda
ümmetin tümü üzerindeki üstünlük sana aitti. Sana tabi olan nasibine
ulaşmış ve zaferle müjdelenmiştir. Sana asi olup senden yüz
çevirense cehennem çukuruna düşmüştür!
Ey
Emirülmüminin! Canıma yemin olsun ki Talha, Zübeyr ve Ayşe’nin
işi bizim için tasavvur edilmez bir durum değildi. O ikisi bir
işe girdiler; sen hiçbir şey yapmadığın ve hiçbir
zulümde bulunmadığın halde de ayrıldılar. Eğer
Osman’ın kanını istediklerini zannediyorlarsa bunu önce
kendilerinden istemelidirler. Zira onlar insanları onun aleyhinde
kışkırtan ve kanını dökmelerine sebep olan ilk
kimselerdi. Allah’ı şahit tutarım ki eğer
çıktıkları biatlerine girmezlerse o ikisini muhakkak
Osman’ın yanına göndereceğiz. Bizim
kılıçlarımız omuzlarımızda ve kalplerimiz
sinelerimizdedir. Biz dün ne idiysek bugün de onun üzerindeyiz.
(Şerh-i
Nehcü’l-Belâğa, c.1, s.310 / Muhammed Reyşehri "İmam
Ali Ansiklopedisi" C.9, S.56-57, Hadis: 3909'dan naklen).
شرح نهج
البلاغة ـ في
ذِكرِ ما
قالَهُ
الأَشتَرُ
بَعدَ
خُطبَةِ الإِ:
الحَمدُ للّه
ِ الَّذي
مَنَّ
عَلَينا
فَأَفضَلَ ،
وأحسَنَ إلَينا
فَأَجمَلَ ،
قَد سَمِعنا
كلامَكَ يا
أميرَ
المُؤمِنينَ
، ولَقَد
أصَبتَ
ووُفِّقتَ ،
وأنتَ ابنُ
عَمِّ
نَبِيِّنا
وصهِرُهُ
ووَصِيُّهُ ،
وأوَّلُ
مُصَدِّقٍ
بِهِ ،
ومُصَلٍّ
مَعَهُ ، شَهِدتَ
مَشاهِدَهُ
كُلَّها ،
فَكانَ لَكَ الفَضلُ
فيها عَلى
جَميعِ
الاُمَّةِ ،
فَمَنِ اتَّبَعَكَ
أصابَ
حَظَّهُ ،
وَاستَبشَرَ
بِفَلجِهِ [*] ،
ومَن عَصاكَ
ورَغِبَ
عَنكَ ،
فَإِلى اُمِّهِ
الهاوِيَةِ !
لَعَمري يا
أميرَ المُؤمِنينَ
! ما أمرُ
طَلحَةَ
وَالزُّبَيرِ
وعائِشَةَ
عَلَينا
بِمُخيلٍ ،
ولَقَد
دَخَلَ الرَّجُلانِ
فيما دَخَلا
فيهِ ،
وفارَقا عَلى
غَيرِ حَدَثٍ
أحدَثتَ ، ولا
جَورٍ
صَنَعتَ ، فَإِن
زَعَما
أنَّهُما
يَطلُبانِ
بِدَمِ عُثمانَ
فَليُقيدا
مِن
أنفُسِهِما ؛
فَإَنَّهُما
أوَّلُ مَن
ألَّبَ
عَلَيهِ
وأغرَى النّاسَ
بِدَمِهِ ،
واُشهِدُ
اللّه َ لَئِن
لَم يَدخُلا
فيما خَرَجا
مِنهُ
لَنُلحِقَنَّهُما
بِعُثمانَ ؛
فَإِنَّ
سُيوفَنا في
عَواتِقِنا ،
وقُلوبَنا في
صُدورِنا ،
ونَحنُ
اليَومَ كَما
كُنّا أمسِ.
(شرح
نهج البلاغة :
ج1 ص310 )
---------------------------
(*)الفَلج
: الظَّفَر
والفوز (تاج
العروس : ج3 ص 457)
Zikar
denen bölgede Basra'nın biatlerini bozan Talha ve Zübey tarafından
işgal haberi imam Ali'ye (Aleyhisselam) verildiğinde İmam
(Aleyhisselam) bir konuşma yaparak Talha ve Zübeyr'i Allah'a şöyle
şikâyet etti: "Allah'ım! Talha ve Zübeyr bana zulüm ederek
biatlerini bozdular. Allah'ım! Onların attığı
düğümü çöz ve birliklerini dağıt! O ikisini hiçbir zaman affetme
ve arzuladıklarına ulaştırma!"
İmam
Ali'nin (Aleyhisselam) konuşması bittikten sonra Malik ayağa
kalkarak Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle dedi:
"Ey
Emirülmüminin! Konuşmanı dinledik, gerçekleri söyledin, Allah seni
muvaffak etsin. Ey Ali! Sen Peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve âlihi ve
sellem) amcasının oğlu ve damadısın. Onu ilk tasdik
eden sensin. Onunla namaz kıldın ve tüm savaşlarına
katıldın, dolayısıyla sen ümmetin en üstünüsün ve
Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem) makamında oturmaya
herkesten daha layıksın! Ya Ali! Sana itaat eden cennetle
müjdelenmiş ve senden yüz çeviren hazırlanmış cehennemde
yer edinmiş olur.
Ey
Emirülmüminin! Yemin olsun ki Talha, Zübeyr ve Ayşe'nin
durumu bizim için aşikârdır. Onlar senden hiç bir
yanlışlık ve haksızlık görmeden emrinden
çıktılar ve bu tehlikeli işe koyuldular. Eğer Osman'ın
kanını istiyorlarsa önce kendilerini kısas etmelidirler, çünkü
Talha ve Zübeyr halkı Osman aleyhine kışkırtanların
öncüleriydi. Allah şahit olsun ki eğer bozdukları biate
dönmezlerse ikisini de Osman'a kavuşturacağım.
Kılıçlarımız elimizde, kalplerimiz sinemizde sağlam ve
sabittir. Biz dün ne idiysek bu gün de oyuz!"
Malik
bu sözleri söyledikten sonra yerine oturdu.
(Şerh-u İbn-i Ebi’l-Hadid, c.1,
s.309)
İmam
Ali (as) Basra’ya muhaliflerine bir mektup yazdı. Sıbt b. Cevzi
mektubun metnini şöyle nakleder:
“Allah’ın adıyla! Bu Müminlerin
Emiri Ali’den; Talha, Zubeyr ve Ayşe’ye. Selamun aleykum, Ey Talha ve
Zubeyr! Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, benim hilafette gözüm yoktu. Sizin de
içinde bulunduğunuz halkın, büyük baskıları sonucu bu
ağır sorumluluğun altına girmek zorunda kaldım ve
hilafeti kabul ettim.
Siz
iki kişi de, kendi isteğinizle ve arzulu bir şekilde bana biat
ettiniz. Bugün, yaptıklarınızdan dolayı sizden cevap
bekliyorum. Eğer o gün kendi isteğinizle bana biat ettiyseniz, bugün
niçin ahdinizi bozuyorsunuz?
Allah’tan
korkun! Ve ahdi bozma günahından kaçının. Eğer istemeyerek
biat ettiyseniz; yine size itiraz etme hakkım vardır. Çünkü bu
surette, sizin ikiyüzlü münafık olduğunuz anlaşılır.
İman etmediğiniz, inanmadığınız bir ameli
yapmış olursunuz. Zahirde bana biat ettiniz, ama batinde muhalif yolu
gittiniz.
Ey
Talha ve Zubeyir! Eğer benimle biatten önce muhalefet etseydiniz, bu, biat
ettikten sonra muhalefet etmenizden daha onurlu ve inandırıcı
olurdu.
Ayşe!
Sen de hem Allah’ın emrini çiğnedin, hem de kocan Allah Resulü’nün
sözlerini dinlemeyerek evinden çıktın. Sen, sana vazife olmayan bir
işi yapmak istiyorsun. Bu şekilde Müslümanlar arasında
barış sağlayacağını mı iddia ediyorsun? Vay
sana! Ne kadar da yanlış yapmakta ve hakikatten uzaklaşmaktasın.
Ayşe!
Sen kendince, Osman’ın kanının intikamını almak için
isyan ettiğini söylüyorsun. Seninle Osman’ın ne ilgisi var? Onun
kanını istemek sana düşmez ki. O Ben-i Umeyye kabilesinden sen
ise Tim kabilesindensin. Vay sana! Meğer dün onun ölüm fermanını
veren sen değil miydin? Sen “Öldürün bu ahmak ve Yahudi suratlı
adamı! İslam dininden çıkan bu adamı öldürün” demiyor
muydun? Bu gün ise, onun kanını nasıl almak bahanesiyle ortaya
çıkabilirsin?
Ayşe!
Allah’tan kork! Evine dön ve iffet perdesini yırtma!”
İmam
Ali’nin Basra yakınlarında buluna Zaviye bölgesinden, Ayşe’nin
ordusunun komutanlarına yazdığı mektubun içeriği böyle
idi. Ayşe ve komutanları mektubu okudular fakat hiçbir cevap
yazmadılar.
Bazı
tarih yazarlarının naklettiğine göre; Ayşe İmam Ali’ye
şöyle bir cevap yazdı: “Ey Ebu Talib’in oğlu! Bizim
işimiz kınama ve nasihatten geçti. Biz, asla senin emirlerine
uymayacağız. Ne istersen yap! Elinden geleni ardına
bırakma!”
(İbn-i Kuteybe 'el-İmame ve’s
Siyase', c.l, s.55, 62; Resailu’l Arap, c.l, s.397; A’semi tarihi tercümesi, s.
174)
Cemel
savaşı başlamadan önce İmam Ali (aleyhisselam) defalarca
Zübeyr, Talha ve Ayşe’ye onlara hüccet olması için mektup yazdı.
Ayşe'ye yazdığı mektupta şöyle buyurdu: Ey Aişe,
sen evinden dışarı çıkmakla Allaha ve Resulune asi oldun.
Müslümanların arasında sulhu sağlamak için
çıktığını söylüyorsan, bu iş kadının
deveye binip askerlerin arasında gezmesiyle mi, bizlere haber et? Sonra
Osman’ın kanını talep ettiğini iddia ediyorsun, biliyorsun
ki Osman Ben-i Ümeyye’dendir, seni Ben-i Temim’densin. Sen daha birkaç gün önce
diyordun ki: "Bu ihtiyar budalayı öldürün, Allah onu öldürsün küfre
saptı".
Ey Aişe, bilmelisin ki, senin bana karşı asi olman Osman’ın
katlinden daha da günahtır.
(Menakıb-ı
Hüvarezmi s.117 Haydariyye Bas. H.1385 baskısı, az bir farkla
İbn-i Kuteybe "el-İmametü Ves-Siyasetü" C.1, S.70)
ذكر
ابن اعثم في
فتوحه : أن
أمير
المؤمنين علي بن
أبي طالب عليه
السلام كتب
إلى طلحة
والزبيروعائشة
قبل قتال
الجمل اخذاً
للحجة عليهما : أما بعد
، فإنك قد
خرجت من بيتك
عاصية لله
ولرسوله محمد
صلى الله عليه
وآله وسلم ،
اتطلبين
أمراً كان عنك
موضوعاً
وتزعمين أنك
تريدين
الاصلاح بين
المسلمين ،
فخبرينا ما
للنساء وقود
العساكر
والاصلاح بين
الناس؟ وطلبت
كما زعمت بدم
عثمان وعثمان
رجل من بني
أمية ، وأنت
امرأة من بني
تيم بن مرة ،
ولقد كنت تقويلين
بالأمس:
"اقتلوا
نعثلا قتل
الله نعثلا فقد
كفر" ولعمري ان الذي
عرضك للبلاء وحملك
على المعصية
لأعظم اليك
ذنبا من قتلة
عثمان ، وما
غضبت حتى
اغضبت ولا هجت
حتى تهيجت ، فاتق
الله يا عائشة
وارجعي إلى
منزلك واسبلي عليك
سترك والسلام.
(المناقب
للخوارزمي ص ١١٧
المطبعة
الحيدرية هـ ١٣٨٥ـ
، ونحوه
الامامة
والسياسة
لابن قتيبة
الدينوري ١ / ٧٠)
Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve Ayşe'nin isyanı için şöyle
buyurmuştu: “Allah’a yemin olsun, şu kırmızı deveye
binenin geçtiği her patika, çözdüğü her düğüm, onu Allah’a
karşı isyana ve O’nun gazabını çekmeye götürüyor. Kendisine
ve yanındakilere yıkım kaynaklarını sağlayana
kadar. Allah'a ant olsun ki, onların üçte biri öldürülecek, üçte biri
kaçacak, üçte biri de kaçacaktır. Haveb köpeklerinin kendisine
havlayacağı kişi odur. Onlar (Talha, Zübeyr ve Ayşe)
kendileri de biliyorlar ki, günahkardırlar"
(İbn-i Ebil Hadit "Şerh-i Nehc'ül Belağa" C.1,
S.233)
في حديث خروج
عائشة و طلحة
و الزبير أنّ
عليا عليه
السّلام قال
عند خروجهم من
مكة يريدان البصرة:
(...
واللّه إن
راكبة الجمل
الأحمر ما
تقطع عقبة و
لا تحل عقدة
إلا في معصية اللّه
و سخطه حتى
تورد نفسها و
من معها موارد
الهلكة، إي و الله
ليقتلن ثلثهم و ليهربن
ثلثهم و ليتوبن
ثلثهم و إنها
التي تنبحها
كلاب الحوأب و إنهما
ليعلمان
أنهما
مخطئان...)
)شرح نهج
البلاغة -ابن ابي
الحديد ،
الجزء : 1
، الصفحة : (233
Yolunda ısrar eden Âişe’ye, Emîr’ul-Mü’minîn
şu mektubu yazar:
“İddiana bakılırsa Osman’ın kanını talep
etmektesin. Oysa daha düne kadar ona saldırıyor, ashâbın içinde "Öldürün
şu Na’sel suratlıyı; o gerçekten kafir oldu! Allah onun
canını alsın!" diyordun. Bugünse çıkmış
onun intikamı peşindesin. Allah’tan kork, dön evine!...”
(Sibt
b. el-Cevzî, et-Tezkira: s. 69, bab: 4)
el-Fütuh: İmam Ali (as) ayrıca
Âişe’ye de bir mektup yazdı. “İmdi, sen Allah’a (cc.) ve Rasûlü
Muhammed’e (saa.) isyan ederek ve sorumluluğu senin üzerinden
kaldırılmış bir konuyu talep etmek gayesiyle evinden
çıktın. Ayrıca müslümanların arasını ıslah
etmek istediğini iddia etmektesin. Bana haber ver bakayım, askerlerin
komutanlığı ve insanların arasında ıslah talebi
nere kadınlar nere? Osman’ın kanını talep ediyorsun.
Hâlbuki Osman Ümeyyeoğullarından bir adamdır, sen ise Benî Teym
b. Mürre’den bir kadınsın. Ömrüme kasem olsun ki seni bu belaya arz
etmeleri ve seni bu isyana sevk etmeleri senin için Osman’ın katillerinin
günahından daha büyük bir günahtır. Sen öfkelendirilmedin ki
öfkelenesin, tahrik edilmedin ki tahrik olasın. Allah’tan kork ey
Âişe, evine dön. Örtünü takın. Selam ile.”
(İbn-i Asem,
el-Fütuh, c.2, s.465-466)
كتب الإمام
عليّ ع إلى
عائشة
ثم كتب
الإمام عليّ
إلى عائشة:
أما بعد فإنك
قد خرجت من
بيتك عاصية
لله تعالى
ولرسوله محمد
صلّى الله
عليه وسلّم
تطلبين أمرا
كان عنك
موضوعا، ثم
تزعمين أنك
تريدين
الإصلاح بين
المسلمين،
فأخبريني ما
للنساء وقود
العساكر
والإصلاح بين
الناس فطلبت!
زعمت بدم
عثمان وعثمان
رجل من بني
أمية وأنت
امرأة من بني
تيم بن مرة،
ولعمري أن الذي
عرضك للبلاء
وحملك على
المعصية
لأعظم إليك
ذنبا من قتلة
عثمان! وما
غضبت حتى
أغضبت ولا هجت
حتى هيّجت،
فاتقي الله يا
عائشة وارجعي
إلى منزلك
واسبلي عليك
بسترك-
والسلام-. قال:
وأما طلحة
والزبير
فإنهم لم
يجيبوا عليا عن
كتابه بشيء
لكنهم بعثوا
إليه برسالة
أن يا أبا
الحسن! قد سرت
مسيرا له ما
بعده، ولست
براجع وفي
نفسك منه
حاجة، ولست
راضيا دون أن
ندخل في
طاعتك، ونحن
لا ندخل في
طاعتك أبدا،
واقض ما أنت
قاض- والسلام.
(إبن
أعسم في الفتوح
: ج2 ص465-466)
el-Fütuh: Ertesi sabah Ali (a.s), Zeyd b.
Suhan ile Abdullah b. Abbas'ı çağırıp onlara dedi ki:
Ayşe'ye gidip deyin ki: "Şanı yüce Allah sana, evinde
oturmanı emretmedi mi? Fakat sen aldatıldın ve aldandın;
savaşa çağrıldın ve yola çıktın. Artık
Allah'tan sakın; dönüp varacağın yer O'nun tapusudur. O halde
O'na tövbe et. Zira O, kullarının tövbesini kabul eder.
Talha'nın yakınlığı ve Abdullah b. Zübeyr'e olan
sevgin, seni ateşe sürükleyecek amellere düşürmesin!"
Bu iki kişi Ayşe'ye giderek Ali'nin (a.s)
mesajını ona ilettiler. Ayşe de "Ben size cevap verecek
değilim; zira Ali b. Ebu Talib'in delilleri karşısında
gücümün olmadığını çok iyi biliyorum!" dedi. Bunun
üzerine iki (arkadaş) Ali'nin (a.s) yanına geri dönüp bu haberi
kendisine bildirdiler.
(İbn-i Asem, el-Fütuh, c.2, s.467)
الفتوح
: فَلَمّا
كانَ مِنَ
الغَدِ دَعا
عَلِيٌّ )ع)
زَيدَ بنَ
صوحانَ
وعَبدَ اللّه
ِ بنَ عَبّاسٍ
، فَقالَ
لَهُما :
اِمضِيا إلى
عائِشَةَ فَقولا
لَها : أ لَم
يَأمُركِ
اللّه ُ
تَبارَكَ وتَعالى
أن تَقَرّي في
بَيتِكِ ؟
فَخُدِعتِ
وَانخَدَعتِ
،
وَاستُنفِرتِ
فَنَفَرتِ ،
فَاتَّقِي
اللّه َ
الَّذي إلَيهِ
مَرجِعُكِ
ومَعادُكِ ،
وتوبي إلَيهِ
فَإِنَّهُ
يَقبَلُ
التَّوبَةَ
عَن عِبادِهِ
، ولا
يَحمِلَنَّكِ
قَرابَةُ
طَلحَةَ
وحُبُّ عَبدِ
اللّه ِ بنِ
الزُّبَيرِ
عَلَى الأَعمالِ
الَّتي تَسعى
بِكِ إلَى
النّارِ .
قالَ :
فَانطَلَقا إلَيها
وبَلَّغاها
رِسالَةَ
عَلِيٍّ رضى الله
عنه ، فَقالَت
عائِشَةُ : ما
أنَا بِرادَّةٍ
عَلَيكُم
شَيئا
فَإِنّي
أعلَمُ أنّي
لا طَاقَةَ لي
بِحُجَجِ
عَلِيِّ بنِ
أبي طالِبٍ ؛
فَرَجَعا
إلَيهِ
وأخبَراهُ
بِالخَبَرِ.
(إبن أعسم في
الفتوح : ج2 ص467)
Tarih-i Taberî [Kasım b. Muhammed'den]:
Cariye b. Kudame es-Sadî
öne çıkarak dedi ki: Ey müminlerin annesi! Vallahi Osman b. Affan'ın
öldürülmesi, senin, evinden çıkarak şu lanetlenmiş deve üzerinde silahlara hedef
olmandan daha hafif bir iştir! Zira senin Allah katından örtülü
kalman ve hürmetin vardı; ama sen hicabını yırttın ve
hürmetini bozdun. Doğrusu
seninle savaşmayı uygun gören seni öldürmeyi de reva görür. Şimdi kendi isteğinle
bize doğru geldiysen evine geri dön; yok, eğer istemediğin halde
bize geldiysen o halde halktan yardım iste!
(Tarih-i
Taberî, c.4, s.465; el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.318; el-İmame ve's-Siyase,
c.1, s.88; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7, s.233, bu kaynakta "Cariye"
yerine "Harise" şeklinde geçmiş)
تاريخ
الطبري عن
القاسم بن
محمّد :
أقبَلَ جارِيَةُ
بنُ قُدامَةَ
السَّعدِيُّ
، فَقالَ : يا اُمَّ
المُؤمِنينَ !
وَاللّه ِ ،
لَقَتلُ عُثمانَ
بنِ عَفّانَ
أهوَنُ مِن
خُروجِكِ مِن
بَيتِكِ عَلى
هَذا
الجَمَلِ
المَلعونِ
عُرضَةً
لِلسِّلاحِ !
إنَّهُ قَد
كانَ لَكِ
مِنَ اللّه ِ
سِترٌ
وحُرمَةٌ ،
فَهَتَكتِ
سِترَكِ وأبَحتِ
حُرمَتَكِ ، إنَّهُ
مَن رأى
قِتالَكِ
فَإِنَّهُ
يَرى قَتلَكِ
، وإن كُنتِ
أتَيتِنا
طائِعَةً
فَارجِعي إلى
مَنزِلِكِ ،
وإن كُنتِ
أتَيتِنا مُستَكرَهَةً
فَاستَعيني
بِالنّاس.
(تاريخ
الطبري : ج4 ص465 ،
الكامل في التاريخ
: ج2 ص318 ، الإمامة
والسياسة : ج1 ص88
، البداية
والنهاية : ج7 ص233
وفيه «حارثة»
بدل «جارية»
وكلاهما نحوه)
Ben dört şeyle imtihan edildim: Halkın en zeki
ve eli açık olanı Talha, en şecaatlisi Zübeyr, halk
arasında en çok itaat edilen Ayşe ve insanların fitne
çıkarmada en hızlı olanı Ye'la b. Munye ile.Vallahi benden
bir kötülük görmediler ve hiçbir malı kendime ayırmadım, hiçbir
hevese kapılmadım. Doğrusu onlar kendilerinin terk ettiği
hakkı ve kendilerinin döktüğü kanı benden istemektedirler. Eğer ben bu kötülükte
onlara ortak olsaydım, onu kötü saymazlardı. Osman'ın
kanının yükü ancak onlara aittir; o azgın güruh bizzat
kendileridir. Onlar bana biat ettiler; sonra da biatimi bozdular; zulmümü
adaletimden tanıyabilmeleri için bana fırsat tanımadılar.
Doğrusu ben, Allah'ın onlar üzerindeki hücceti ve haklarındaki
ilminden dolayı hoşnudum. Bununla birlikte onları (itaate) çağırmakta,
özürlerini kabul etmekteyim. Eğer kabul ederlerse tövbe makbuldür ve hak,
dönecekleri en güzel yoldur. Eğer imtina edecek olurlarsa onlara
kılıcın keskinliğini hediye edeceğim ki bu,
batıla tedavi ve hakka yardımcı olarak yeter.
(el-İstîab, c.2, s.318, h.1289, Salih b. Kisan, Abdulmelik b. Nufel b.
Musahik,Şabi ve İbn-i Ebu Leyla'dan; Usdu'l-Gabe, c.3, s.87, h.2627).
Tarihçiler yazarlar ki: Basra
valisi Osman bin Huneyf'i, beytülmalı korumakla görevli olan yetmiş
adamıyla birlikte hile ile esir edip Aişe'nin yanına
getirdiklerinde Aişe onların hepsinin öldürülmesine emir verdi. Onlar
da bu müminleri koyunları boğazlar gibi boğazladılar.
Onların dörtyüz kişi oldukları da söylenir. Müslümanlardan
boyunları vurularak öldürülen ilk topluluğun bunlar olduğu
söylenir.
( Tarih-i Taberi, c. 4, s. 465 / Belazuri 'Ensâb'ül Eşraf' S.227).
يقول
المؤرّخون:
إنّ أصحاب
عائشة لمّا
غدروا بعثمان
بن حنيف والي
البصرة،
وأسروه هو
وسبعين من
أصحابه الذين
كانوا يحرسون
بيت المال، جاؤوا
بهم إلى عائشة
فأمرتْ
بقتلهم،
فذبحوهم كما
يذبح الغنم،
وقيل: كانوا
أربعمائة رجل
يقال: إنّهم
أوّل قوم من
المسلمين
ضربتْ أعناقهم
صبراً.
(راجع: أنساب
الأشراف: 227،
شرح نهج
البلاغة لابن
أبي الحديد 9: 321)
Ayşe'nin adamları, Emirulmüminin Ali'nin (a.s) valisi Osman b.
Huneyf'e en ağır işkenceleri yaptılar; yüzünü ve
başını kıllarını çok büyük eziyetler vererek
yoldular!
Ve Aişe'nin emriyle Basra'nın beytülmalını korumak için
görevlendirilen bütün korumaların başlarını bedenlerinden
ayırdılar.
(İbn-i Esir "el-Kamil" c.3, s.215).
Uyunu'l-Ahbar: Ümmü
Ef'i el-Abdiye [Cemel Savaşı'ndan sonra] Ayşe'nin yanına
vararak "Ey müminlerin annesi! Küçücük oğlunu öldüren bir kadın
hakkında ne düşünürsün?" diye sordu.
Ayşe: Cehennem ona farz olur, dedi.
Ümmü Ef'i: Peki, yetişkin evlatlarından 20 binini öldüren bir
kadın hakkında ne düşünürsün? diye sordu.
Bunun üzerine Ayşe (yanındakilere): Şu Allah
düşmanını tutuklayın, diye emretti.
(Uyunu'l-Ahbar, İbn-i Kuteybe, c.1, s.202; el-İkdü'l-Ferid,
c.3, s.328, "Ümmü Evfa el-Abdiyye" olarak. Ayrıca bkz: Ensabu'l-Eşraf,
c.3, s.59).
عيون
الأخبار :
دَخَلَت
اُمُّ أفعَى
العَبدِيَّةُ
عَلى
عائِشَةَ
[بَعدَ
وَقعَةِ
الجَمَلِ
]فَقالَت : يا
اُمَّ
المُؤمِنينَ
، ما تَقولينَ
فِي امرَأَةٍ
قَتَلَت ابنا
لَها صَغيرا ؟
قالَت :
وَجَبَت
لَهَا النّارُ
. قالَت : فَما
تَقولينَ فِي
امرَأَةٍ
قَتَلَت مِن
أولادِها
الأَكابِرِ
عِشرينَ ألفا
؟! قالَت :
خُذوا بِيَدِ
عَدُوَّةِ
اللّه ِ.
(عيون
الأخبار لابن
قتيبة : ج1 ص202 ،
العقد الفريد
: ج3 ص328
وفيه «اُمّ
أوفى العبديّة»
وراجع أنساب
الأشراف : ج3 ص59 ).
(Bu rivayet hakkında Açıklama: Ümmü
Efi el-Abdiye, Ayşe'nin 20 bin çocuğunu öldürdüğünü ima
etmiştir, Ayşe, müminlerin annesi sayıldığı için
ve kendisinin başlattığı Cemel savaşında 20 bin
kişi öldürülmesi, onun 20 bin çocuğunu öldürdüğünü ima
etmiştir, Ayşe de, bunun farkına varır varmaz, hemen
yanındakileri Ümmü Efi el-Abdiye'yi
tutuklamalarına emir verdi)
Allame Mes’udi
Müruc’uz- Zeheb, c. 2, s. 7’de şöyle yazıyor:
“Yaraladıkları hariç yetmişten fazla insanı öldürdüler. Bu
yetmiş kişiden ellisinin boynunu vurdular. Bu öldürülenler
İslâm’da mazlumca öldürülen ilk kimselerdi.”
İbn-i
Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 1 s. 67’de Peygamber (s.a.a)’in
Hz. Ali’ye; “Benden sonra Nakisin, Kasitin ve Marikin ile savaşacaksın”
sözünü rivayet ettikten sonra şöyle diyor:
“Bu rivayet de
Peygamber (s.a.a)’in nübüvvet delillerinden biridir. Zira bu hadiste gayptan
apaçık haber vermektedir. Nitekim bu rivayet yaklaşık 30
yıl sonra gerçekleşmiştir. Zira Nakisin’den maksat Cemel
ehlidir, Talha Zübeyr ve Aişe Hz. Ali (a.s)’a isyan ettiler. Kasitin ise
Siffin ehli olan Muaviye taraftarlarıdır. Marikin ise dinden
çıkan Nehrevan haricileridir.”
İbn-i Ebil
Hadit, İmam Ali (aleyhesselam)'nin :
["Bilin ki Allah bana, yeryüzünde bozgunculuk eden, biat edip biatinden
dönen, azgınlık edip yeryüzünde fitne çıkaran kimselerle
savaşmamı emretti. Bu esas üzere ahdi bozanlar (Nakısîn) ile
savaştım, zalimlerle (Kasıtîn ile) mücadele ettim, dinden
çıkanları (Marıkîni) mahvedip zelil kıldım."
sözünün şerhinde diyor ki]:
Peygamber'den
(s.a.a) ona hitaben buyurduğu "Sen benden sonra Nakısîn,
Kasıtîn ve Marıkînle savaşacaksın" sözü sabit
olmuştur.
Nakısîn,
Cemel ashabı idi. Çünkü onlar Ali'ye olan biatlerini bozdular.
Kasıtîn Sıffın'da hazır bulunan Şam halkı idi;
Marıkîn ise Nehrevan'daki Hariciler idi. Bu üç fırka hakkında Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş
olur." (Feth 10. Ayet). Yine
şöyle buyurmuştur: "Hak yolundan sapanlara (Kasıtîne)
gelince; onlar cehenneme odun olmuşlardır."(Cin 15.
Ayet). Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: "Bunların içinden öyle bir kavim ortaya
çıkacak ki onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden
çıkacaklar; sizlerden her biri okun ucuna baktığında bir
şey bulamaz; her kim de yukarı baksa bir şey bulamaz; hâlbuki
karından ve kandan geçmiştir." Bu hadis, onun (s.a.a)
peygamberlik alametlerinden ve gaiple ilgili detaylı haberlerindendir.
(İbn-i
Ebil Hadit "Şerh-i Nehcü'l-Belâğa", c.13, s.182).
شرح
نهج البلاغة ـ
في شَرح قَولِ
الإمام علي عليه
السلام : ألا
وقَد
أمَرَنِي: قَد
ثَبَتَ عَنِ
النَّبِيِّ
صلى الله عليه
وآله أنَّهُ قالَ
لَهُ عليه
السلام :
«سَتُقاتِلُ
بَعدِي النّاكِثينَ
وَالقاسِطينَ
وَالمارِقينَ»
، فَكانَ
النّاكِثونَ
أصحابَ
الجَمَلِ ؛
لِأَنَّهُم
نَكَثوا
بَيعَتَهُ
عليه السلام ،
وكانَ
القاسِطونَ
أهلَ الشّامِ
بِصِفّينَ،
وكانَ
المارِقونَ
الخَوارِجَ
فِي
النَّهرَوانِ
. وفِي
الفِرَقِ
الثَّلاثِ
قالَ اللّه ُ
تَعالى:
«فَمَن
نَّكَثَ
فَإِنَّمَا
يَنكُثُ عَلَى
نَفْسِهِ»[الفتح
: 10]، وقالَ:
«وَأَمَّا
الْقَـسِطُونَ
فَكَانُواْ
لِجَهَنَّمَ
حَطَبًا»[الجنّ
: 15]، وقالَ
النَّبِيُّ
صلى الله عليه
و آله : «يَخرُجُ
مِن ضِئضِئِ
هذا قَومٌ
يَمرُقونَ
مِنَ الدّينِ
كَما يَمرُقُ
السَّهمُ
مِنَ الرَّمِيَّةِ
، يَنظُرُ
أحَدُكُم فِي
النَّصلِ فَلا
يَجِدُ شَيئا
، فَيَنظُرُ
فِي الفوقِ [*]
فَلا يَجِدُ
شَيئا ،
سَبَقَ
الفَرثُ وَالدَّمُ»
. وهذَا
الخَبَرُ مِن
أعلامِ
نُبُوَّتِهِ
صلى الله عليه
و آله ، ومِن
أخبارِهِ المُفَصَّلَةِ
بِالغُيوبِ.
(*)
الفُوقُ:
مَوضِع
الوتَر من
السهم، والجمع:
أفواق
(الصحاح: ج4 ص1546)
(شرح نهج
البلاغة لإبن
أبي الحديد : ج13 ص182 )
İbn-i
Abbas der ki: [Emirülmüminin'e (a.s)] "Neyi bekliyoruz? Vallahi şu topluluk sana
kılıçtan başka cevap vermeyecek; o halde onlar sana
saldırmadan önce üzerlerine hamle et!" deyince Ali (a.s) de bana
"Onlara karşı Allah'tan yardım istemekteyiz" diye
cevap verdi.
İbn-i Abbas der ki: Yerimden kalkmamıştım ki onların
fırlattıkları oklar uçuşan çekirgeler gibi bana doğru
geldi. "Ey Emirülmüminin! Şu kavmin yaptığını
görmüyor musun? Emir ver, onları geri püskürtelim!" dedim.
Ali (a.s), "Onlara karşı bir gerekçem daha olsun diye
(sabredeceğim)" dedi. Daha sonra "Kim bu Kurân'ı almak,
onları buna davet etmek ve bu yolda öldürülmek ister; ben onun için
Allah'tan cenneti garanti edeyim?" dedi. Beyaz elbiseli bir gençten
başka kimse ayağa kalkmadı. Abdulkays kabilesinden Müslim
adlı oldukça genç bir delikanlıyı adeta şimdi de görür
gibiyim. O dedi ki: Ey Emirülmüminin! Ben, Kurân'ı onlara sunacağım;
canımın karşılığını da Yüce
Allah'ın katında hesaba koydum!
Ali (a.s), ona şefkat nazarıyla baktığı için
kendisinden yüz çevirdi ve ikinci kez şöyle seslendi: Kim bu Kurân'ı
alıp şu kavme sunarsa bilsin ki kendisi öldürülecek ve ona cennet
vardır!
Yine Müslim öne çıkarak "Ben sunarım!" dedi. Ali (a.s) yüz
çevirdi ve üçüncü kez aynı çağrıda bulundu. Tekrar o gençten
başkası ayağa kalkmadı. Bunun üzerine Kurân'ı ona
verdi. Ve "Onlara doğru git, Kurân'ı onlara göster ve
kendilerini onun içindekilere davet et!" dedi. Genç öne doğru hareket
etti ve safların karşısında durarak Kurân'ı açıp
şunları söyledi: Bu, aziz ve celil olan Allah'ın
kitabıdır, Emirülmüminin (a.s) sizleri bunun hükmüne davet
etmektedir. Ayşe dedi ki: Onu mızraklarla vurun! Allah onu
çirkinleştirsin! Böylece süratle ona saldırdılar ve her taraftan
mızraklarla ona
darbe indirdiler. Gencin annesi oradaydı; feryat ederek kendisini
evladının üzerine attı ve onu düştüğü yerden geriye
doğru çekmeye başladı. Emirülmüminin'in (a.s) ordusundan bir
grup, onun yanına giderek oğlunu taşımasına yardımcı
oldular. Ta ki gencin cansız bedenini getirip Emirülmüminin'in (a.s) önüne
bıraktılar. Annesi ağlıyor, ağıt yakıyor ve
şöyle diyordu:
Ey
Rabbim, Müslim davet etti onları
Kurân okuyordu, korkmuyordu onlardan
Mızraklarını onun kanıyla boyadıklarında
Annesi (Ayşe) durmuş seyrediyordu onları
Öldürmeyi emrediyordu da engellemiyordu onları
(Tarih-i
Taberî, c.4, s.511, Ammar b. Muaviye Duhni'den. Ayrıca bkz: Tarih-i
Taberî, c.4, s.509; el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.350; Murucu'z-Zeheb, c.2,
s.370).
قالَ
ابنُ عَبّاسٍ
: قُلتُ
[لِأَميرِ
المُؤمِنينَ
عليه السلام ] :
ما تَنتَظِرُ
؟ وَاللّه ِ ،
ما يُعطيكَ
القَومُ إلَا
السَّيفَ ،
فَاحمِل عَلَيهِم
قَبلَ أن
يَحمِلوا
عَلَيكَ .
فَقالَ : نَستَظهِرُ
بِاللّه ِ
عَلَيهِم .
قالَ ابنُ عَبّاسٍ
: فَوَاللّه ِ
، ما رُمتُ
مِن مَكاني
حَتّى طَلَعَ
عَلَيَّ
نُشّابُهُم
كَأَنَّهُ
جَرادٌ
مُنتَشِرٌ ،
فَقُلتُ : أما
تَرى يا أميرَ
المُؤمِنينَ
إلى ما
يَصنَعُ
القَومُ ؟
مُرنا
نَدفَعهُم !
فَقالَ :
حَتّى
اُعذِرَ إلَيهِم
ثانِيَةً .
ثُمَّ قالَ :
مَن يَأخُذُ هذَا
المُصحَفَ
فَيَدعوهُم
إلَيهِ وهُوَ
مَقتولٌ
وأنَا ضامِنٌ
لَهُ عَلَى
اللّه ِ الجَنَّةَ
؟ فَلَم يَقُم
أحَدٌ إلّا
غُلامٌ عَلَيه
قَباءٌ
أبيَضُ ،
حَدَثُ
السِّنِّ مِن
عَبدِ
القَيسِ
يُقالُ لَهُ
مُسلِمٌ
كَأَنّي أراهُ
، فقَالَ :
أنَا
أعرِضُهُ
عَلَيهِم يا
أميرَ
المُؤمِنينَ
، وقَدِ
احتَسَبتُ
نَفسي عِندَ اللّه
ِ تَعالى . فَأَعرَضَ
عَنهُ إشفاقا
عَلَيهِ،
ونادى ثانِيَةً
: مَن يَأخُذُ
هذَا
المُصحَفَ
ويَعرِضُهُ
عَلَى
القَومِ
وَليَعلَم
أنَّهُ مَقتولٌ
ولَهُ
الجَنَّةُ ؟
فَقامَ
مُسلِمٌ بِعَينِهِ
وقالَ : أنَا
أعرِضُهُ .
فَأَعرَضَ ،
ونادى
ثالِثَةً
فَلَم يَقُم
غَيرُ الفَتى
، فَدَفَعَ
إلَيهِ
المُصحَفَ .
وقالَ : اِمضِ
إلَيهِم
وَاعرِضهُ
عَلَيهِم
وَادعُهُم
إلى ما فيهِ .
فَأَقبَلَ
الغُلامُ
حَتّى وَقَفَ
بِإِزاءِ
الصُّفوفِ
ونَشَرَ
المُصحَفَ ،
وقالَ : هذا
كِتابُ اللّه
ِ عَزَّ
وجَلَّ ،
وأميرُ
المُؤمِنينَ
عليه السلام
يَدعوكُم إلى
ما فيهِ .
فَقالَت
عائِشَةُ :
اُشجُروهُ
بِالرِّماحِ
قَبَّحَهُ
اللّه ُ !
فَتَبادَروا
إلَيهِ
بِالرِّماحِ
فَطَعَنوهُ
مِن كُلِّ جانِبٍ
، وكانَت
اُمُّهُ
حاضِرَةً
فَصاحت وطَرَحَت
نَفسَها
عَلَيهِ
وجَرَّتهُ
مِن مَوضِعِهِ
، ولَحِقَها
جَماعَةٌ مِن
عَسكَرِ أميرِ
المُؤمِنينَ
عليه السلام
أعانوها عَلى
حَملِهِ حَتّى
طَرَحوهُ
بَينَ يَدي
أميرِ
المُؤمِنينَ
عليه السلام
واُمُّهُ
تَبكي
وتَندُبُهُ
وتَقولُ :
يا رَبِّ
إنَّ مُسلِما
دَعاهُم ***
يَتلو
كِتابَ اللّه
ِ لا يَخشاهُم
فَخَضَّبوا
مِن دَمِه
قَناهُم ***
واُمُّهُم
قائِمَةٌ
تَراهُم
تَأمُرُهُم
بِالقَتلِ لا
تَنهاهُم
)الجمل
: ص339 ،
إرشاد القلوب
: ص341 ؛
تاريخ الطبري
: ج4 ص511 عن
عمّار بن
معاوية
الدهني نحوه
وراجع تاريخ الطبري
: ج4 ص509 والكامل
في التاريخ : ج2 ص350
ومروج الذهب :
ج2 ص370)
İmam
Ali (as) şöyle buyurdu: “Ahdi bozanlar (Talha, Zübeyr ve Ayşe) ile
savaşmaya emrolundum”
Ebu
Naim dedi ki: “Ahdi bozanlar; Cemel savaşında İmam Ali (as)'ye
karşı çıkanlardır. Adaletten sapıp zulmedenler;
Sıffin savaşında İmam Ali (as)'ye karşı
savaşanlardır. Dinden çıkanlar da; Nehrivan’da İmam Ali
(as)'ye karşı savaşanlardır.”
(Belazuri, Ensab’ul Eşrâf C.2, S.138)
Ebû Eyyüb
el-Ensârî nakletti: Emirü’l-Mü’minin Ali b. Ebî Tâlib, Nehrevan
Savaşı gününde şöyle buyurdu: “Ahdi bozanlara (Talha, Zübeyr ve
Âişe), hak yoldan sapıp zulmedenlere (Muâviye ve toplumuna) ve dinden
çıkıp hükümlerine uymayanlara (Hâricîler) karşı
savaşmamı Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem bana
emretti.”
(Hatîb
Bağdâdî, VIII, 340-341; İbn Abdilber, El-İsti’âb, s. 1117;
İbn Âsâkir, Târîhu Dımaşk, III, 169; İbnü’l Esîr,
Üsd’ül-Ğâbe, IV, 115; İbn Kesîr, El-Bidâye, VII, 480; Cevdet
Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ, I, 550)
Şerh-i Nehcü'l-Belâğa [Ebu Mihnef'ten]: [Basralıların
elebaşı ve hanedanının en zengini olan] Abdullah b. Halef
el-Hüzaî, meydana çıktı ve rakip istedi. Karşısına
Ali'den (a.s) başkasının çıkmamasını talep etti
ve şu recezi okudu:
Ey Ebu Turab, yaklaş bir parmak bana
Yaklaş da ben de yaklaşayım bir karış sana
Zira göğsümde birikmiş bol kinim var sana
Ali (a.s) ona doğru hareket etti ve hiç fırsat vermeden vurduğu
bir darbeyle kafasını yardı.
(Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.1, s.261)
شرح
نهج البلاغة
عن أبي مخنف :
خَرَجَ عَبدُ
اللّه ِ بنُ
خَلَفٍ
الخُزاعِيُّ
ـ وهُوَ
رَئيسُ البَصرَةِ
، وأكثَرُ
أهلِها مالاً
وضِياعا ـ فَطَلَبَ
البِرازَ ،
وسَأَلَ ألّا
يَخرُجَ إلَيهإلّا
عَلِيٌّ عليه
السلام ،
وَارتَجَزَ فَقالَ
:
أبا
تُرابٍ ادنُ
مِنّي فِترا ***
فَإِنَّني
دانٍ إلَيكَ
شِبرا
وإنَّ
في صَدري عَلَيكَ
غِمرا
فَخَرَجَ
إلَيهِ
عَلِيٌّ عليه
السلام ،
فَلَم
يُمهِلُهُ أن
ضَرَبَهُ
فَفَلَقَ هامَتَهُ.
(شرح نهج
البلاغة : ج1 ص261)
Şerh-i Nehcü'l-Belâğa [Ebu Mihnef'ten]: Abdullah b. Ebza (Ayşe'yi
taşıyan) devenin yularını tutmuştu. [Nitekim o gün
ciddi şekilde ve ölünceye kadar savaşmak istiyen kimse deveye
doğru ilerliyor ve onun yularını tutuyordu.] İbn-i Ebza
daha sonra Ali'nin (a.s) ordusuna doğru hücum etti ve şöyle dedi:
Vururum onlara, Ebulhasan'ı görmeksizin
Bilesiniz ki bu hüzünlerden bir hüzündür benim için
Derken imam Ali (a.s) mızrakla ona hamle etti. Sonra da bir
mızrak darbesi indirip onu öldürdü ve "Doğrusu Ebulhasan'ı
gördün; (sahi) onu nasıl gördün?!" dedi ve mızrağı
üzerinde bıraktı.
(Şerh-i Nehcü'l-Belâğa,
c.1, s.256. Ayrıca bkz: Ensabu'l-Eşraf, c.3, s.148; Tarih-i Taberî,
c.4, s.519.)
شرح
نهج البلاغة
عن أبي مخنف :
تَناوَلَ
عَبدُ اللّه ِ
بنُ أبزى
خِطامَ
الجَمَلِ ،
وكانَ كُلُّ
مَن أراد الجِدَّ
فِي الحَربِ
وقاتَلَ
قِتالَ مُستَميتٍ
يَتَقَدَّمُ
إلَى
الجَمَلِ
فَيَأخُذُ
بِخِطامِهِ ،
ثُمَّ شَدَّ
عَلى عَسكَرِ
عَلِيٍّ عليه
السلام وقالَ
:
أضرِبُهُم
ولا أرى أبا
حَسَن *** ها
إنَّ هذا حَزَنٌ
مِنَ الحَزَن
فَشَدَّ
عَلَيهِ
عَلِيٌّ
أميرُ المُؤمِنينَ
عليه السلام
بِالرُّمحِ ،
فَطَعَنَهُ ،
فَقَتَلَهُ
وقالَ : قَد
رَأَيتَ أبا
حَسَنٍ ،
فَكَيفَ
رَأَيتَهُ !
وتَرَكَ
الرُّمحَ
فيهِ.
(شرح
نهج البلاغة :
ج1 ص256
وراجع أنساب
الأشراف : ج3 ص148
وتاريخ
الطبري : ج4 ص519)
[Ebuzer'in azatlı kölesi Ebu Sabit'ten]: Cemel günü Ali'yle
(a.s) birlikteydim. Ayşe'nin karşı tarafta olduğunu görünce
diğer insanlar gibi içime şüphe girdi.
Ancak öğle namazında Allah, kalbimden bu şüpheyi giderdi ve ben
Emirülmüminin'in yanında savaşmaya başladım.
Savaş son bulduğunda Medine'ye, Ümmü Seleme'nin yanına gittim.
"Allah'a yemin ederim ki yiyecek veya içecek bir şey istemek için
gelmedim; Ebuzer'in azat ettiği köleyim" dedim.
Ümmü Seleme:
Hoş geldin, dedi. Sonra başımdan geçenleri anlattım. Ümmü
Seleme: Kalpler sarsıldığı (insanların Ali
hakkında teredüt ettikleri) gün sen neredeydin, diye sordu.
-Allah'ın öğle vakti şüphemi giderdiği yerdeydim, dedim.
Ümmü Seleme: İyi yaptın, dedi. Ben Resulullah'ın (s.a.a)
şöyle buyurduğunu duydum: Ali Kurân ile Kurân da Ali iledir; havuzun
yanında bana varıncaya dek asla birbirlerinden ayrılmazlar.
(Hakim Nişaburi el-Müstedrek ala's-Sahiheyn, c.3, s.134,
h.4628; - Ek olarak şia kaynakları: el-Cemel, s.417;
el-Emali,Şeyh Tusî, s.460, h.1028 ve s.506, h.1108).
المستدرك
على الصحيحين
عن أبي ثابت
مولى أبي ذرّ :
كُنتُ مَعَ
عَلِيٍّ رضى
الله عنه
يَومَ الجَمَلِ
، فَلَمّا
رَأَيتُ
عائِشَةَ
واقِفَةً
دَخَلَني
بَعضُ ما
يَدخُلُ
النّاسَ ،
فَكَشَفَ
اللّه ُ عَنّي
ذلِكَ عِندَ
صَلاةِ
الظُّهرِ ،
فَقاتَلتُ
مَعَ أميرِ
المُؤمِنينَ
، فَلَمّا
فَرَغَ ذَهَبتُ
إلَى
المَدينَةِ
فَأَتَيتُ
اُمَّ سَلَمَةَ
، فَقُلتُ :
إنّي وَاللّه
ِ ما جِئتُ
أسأَلُ
طَعاما ولا
شَرابا
ولكِنّي
مَولىً لِأَبي
ذَرٍّ ،
فَقالَت :
مَرحَبا
.فَقَصَصتُ
عَلَيها
قِصَّتي ،
فَقالَت :
أينَ كُنتَ
حينَ طارَتِ
القُلوبُ
مَطائِرَها ؟
قُلتُ : إلى
حَيثُ كَشَفَ
اللّه ُ ذلِكَ
عَنّي عِندَ
زَوالِ الشَّمسِ
، قالَت :
أحسَنتَ ،
سَمِعتُ
رَسولَ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله
يَقولُ :
عَلِيٌّ مَعَ
القُرآنِ
وَالقُرآنُ
مَعَ عَلِيٌّ ،
لَن
يَتَفَرَّقا
حَتّى يَرِدا
عَلَيَّ الحَوضَ.
(المستدرك
على الصحيحين
: ج3 ص134 ح4628 ؛
الجمل : ص417 ،
الأمالي
للطوسي : ص460 ح1028 و ص 506 ح1108
كلّها نحوه)
el-Mahasin
ve'l-Mesavi
[Salim b. Ebi'l-Cud'dan]: Cemel Savaşı vuku bulduğunda Ayşe demirden
yapılmış hevdeciyle öne çıktı; hevdecinde açılmış
delikten dışarı bakıyordu. Derken Dabbe kabilesinden onun
devesinin yularını tutan kişiye "Ali b. Ebu Talib'i
görebiliyor musun?" diye sordu. O da "İşte, şurada
durmuş ve elini göğe
kaldırmış!" dedi. Ayşe ona baktı ve şöyle
dedi: Ne kadar da kardeşine benziyor!
Dabbe kabilesinden olan adam, "Onun kardeşi kim ki?" diye
sorunca Ayşe, "Resulullah (s.a.a)" diye yanıt verdi.
Bunun üzerine adam "Ben, Resulullah'ın (s.a.a) kardeşi olan
biriyle savaşmayı kendime yakıştırmam!" deyip
Ayşe'nin devesinin yularını elinden salarak Ali'nin (a.s)
tarafına yöneldi.
(El-Beyhaki "el-Mahasin ve'l-Mesavi" s.49)
المحاسن
والمساوئ عن
سالم بن أبي
الجعد : فَلَمّا
كانَ حَربُ
الجَمَلِ
أقبلَتَ [عائِشَةُ
]في هَودَجٍ
مِن حَديدٍ
وهِيَ
تَنظُرُ مِن
مَنظَرٍ قَد
صُيِّرَ لَها
في هَودَجِها ،
فَقالَتِ
لرَجُلٍ مِن
ضَبَّةَ
وهُوَ آخِذٌ
بِخِطامِ
جَمَلِها أو
بَعيرِها :
أينَ تَرى عَلِيَّ
بنَ أبي
طالِبٍ ؟قالَ
: ها هُوَ ذا واقِفٌ
رافِعٌ
يَدَهُ إلَى
السَّماءِ ،
فَنَظَرَت
فَقالَت : ما
أشبَهَهُ
بِأَخيهِ !
قالَ
الضَّبِّيُّ :
ومَن أخوهُ ؟
قالَت :
رَسولُ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله .
قالَ : فَلا
أراني
اُقاتِلُ
رَجُلاً هُوَ
أخو رَسولِ اللّه
ِ صلى الله
عليه و آله .
فَنَبَذَ
خِطامَ
راحِلَتِها
مِن يَدِهِ
ومالَ إلَيهِ.
(البيهقي
في المحاسن
والمساوئ : ص49)
İbn-i
Ebil Hadid, Ensar'dan olan bir adamdan şöyle naklediyor: "Ben Cemel
savaşında ilk saftaydım. Hz. Ali'nin (Aleyhisselam)
geldiğini görünce yanına gittim bana "Düşmanın merkez
gücü neresidir?" buyurdu. Ben "Ayşe'nin bulunduğu yer ve
etrafı" dedim. İmam Ali (a.s), Malik-i Eşter'e o bölgeye
saldırmasını buyurdu. Malik, İmam'ın (a.s) emriyle o
bölgeye hamle etti ve Ayşe'nin muhafız komutanlığını
üstlenen Hilal b. Vek'i öldürdü. Askerler Ayşe'nin etrafına
sığındılar. Basra ordusundan Ezd, Naciye ve Bahile
Ayşe'nin devesinin etrafına toplanarak adeta etten bir duvar ördüler.
Savaş iyice şiddetlenmişti. Ayşe'nin devesinin
yularını tutan Basra kadısı, Ka'b b. Sur ve Amr b. Yesrib
öldürüldü.
(İbn-i Ebi’l-Hadid "Şerh-u Nehc'ül
Belağa" c.1, s.258).
İbn-i Ebil Hadit'in şerhinden naklen: "...
Ayşe yerden bir avuç toprak aldı, sonra bu toprağı alarak
Hz. Ali (a.s.)’ın ashabına doğru serpti ve şöyle dedi:
“Yüzünüz kara olsun” Resulullah, Huneyn'de yaptığı gibi. Bunun
üzerine birisi ona şöyle dedi: “Attığın zaman sen
atmadın, şeytan attı.”
(İbn-i Ebi’l-Hadid "Şerh-u Nehc'ül
Belağa" c.1, s.257 / İbn-i Asem "Futuh" C.2, S.478).
)...
وأخذت عائشة
كفا من حصى،
فحصبت به
أصحاب علي عليه
السلام،
وصاحت بأعلى
صوتها شاهت
الوجوه! كما
صنع رسول الله
صلى الله عليه
وآله يوم
حنين، فقال
لها قائل:
وما رميت إذ
رميت ولكن
الشيطان رمى.)
(شرح
نهج البلاغة -
ابن أبي
الحديد - ج ١ -
الصفحة ٢٥٧)
Cemel
ashabından Amr b. Yesribî ortaya çıktı ve iki ordunun
arasında Âişe’nin devesine yakın bir yerde durdu. Düello (*)
için davette bulundu ve çarpışmak istedi. Onun
karşısına Hz. Ali’nin (as) ashabından İlbâ b. Heysem
çıktı. Amr, saldırarak onu öldürdü. Sonra tekrar mübareze için
adam istedi. Karşısına hiçbir kimse çıkmadı. O da
bunun üzerine recez okuyarak ve şiir söyleyerek savaş meydanında
dolaşmaya başladı. Sonra tekrar düello etmek için adam istedi.
İnsanlar ondan çekiniyor ve onun gücünden korkuyorlardı. Ammâr b.
Yâsir şiirine cevap vererek derhal onun karşısına
çıktı. İkisi kılıçla vuruşmaya
başladılar. Ammâr daha atik davranıp ilk darbeyi vurdu ve onu
atından yere yuvarladı. Ammâr ardından onun üzerine çok süratli
bir şekilde atladı. Ayağından yakalayıp onu çekmeye
başladı ve Ali’nin (as) önüne getirip attı. Ali, Ammâr’a: “Onun
boynunu vur!” deyince Amr:
“Ey Müminlerin Emiri! Sizden adam öldürdüğüm gibi onlardan
da adam öldürebilmem için benim hayatımı bağışla.” diye istekte bulundu. Ali: “Ey
Allah’ın düşmanı! Ashabımın seçkinlerinden üç tanesini öldürdükten sonra mı seni
hayatta bırakacağım? Hayır, bu asla olacak şey değil.”
diye karşılık verdi. Amr: “Bana yaklaş ki senin kulağına bir şey
söyleyeyim.” deyince Ali: “Sen inatçı ve azgın bir kişisin! Rasûlullah
(sav.) azgınların adını bana haber vermişti. Seni de
onların arasında zikretti.” dedi. Amr b.
Yesribî: “Vallahi eğer sana
ulaşabilseydim senin kulağını öyle bir koparırdım
(dişlerdim) ki.” dedi. Ravi der ki; ‘veya
burnunu öyle dişlerdim ki…’ Ali onu öne aldı, boynunun zorla
vurulmasını emretti.
Daha sonra kardeşi Umeyre
recez ve şiir söyleyerek meydana çıktı. Ali (sa) de onun
şiirine karşılık verdikten sonra ona saldırarak yüzüne
öyle bir darbe vurdu ki başını ikiye yardı. Ali onun
ashabını yarmak arzusundaydı.
Bir kişi Ali’nin arkasından bağırdı. Ali arkasına
döndü bir de ne görsün. Âişe’nin Basra’da kaldığı evin
sahibi Abdullah b. Halef Huzâî. Ali’nin gözü ona ilişince Ali onu hemen
tanıdı ve ona şöyle nida etti: “Ey
İbn Halef ne istiyorsun?” Abdullah b.
Halef: “Düello edebilecek misin?” deyince Ali “Yazıklar olsun
sana ey İbn Halef! Benim kim olduğumu bildiğin hâlde öldürülmekle
ne tür bir rahata kavuşacaksın?” dedi.
Abdullah b. Halef: “Ey Ebu Tâlib’in oğlu!
Kendini övmeyi bir tarafa bırak. Yaklaş bana da hangimizin
adamını öldüreceğini gör.” dedi. Daha
sonra bir şiir inşad etti. Ali de onun bu şiirine
karşılık verdi. İlk darbeyi Abdullah b. Halef vurdu. Ali
onun darbesini kalkanıyla karşıladıktan sonra kenara
çekildi. Ona bir darbe vurdu. Sağ tarafına bir darbe indirdi.
Ardından ona ikinci bir darbe vurdu ve kafatasını uçurdu. Ali
ardından ashabının karşısına çıktı.
Cemel ashabından Mübâriz b. Avf Dabbî şiir söyleyerek öne
çıktı. Onun şiirine cevap vermek üzere karşısına
Ali’nin ashabından Abdullah b. Nehşel çıkıp Dabbî’ye
saldırdı ve onu öldürdü. Dabbî’nin ardından amcasının
oğlu Sevr b. Adiy şiir inşad ederek ortaya çıktı.
Karşısına ona cevap vermek üzere Muhammed b. Ebî Bekir şiir
söyleyerek çıktı. Muhammed b. Ebî Bekir, Sevr’e saldırarak bir
darbe vurdu. Sağ eliyle onu yere çaldı. Sonra ikinci bir darbe vurup
onu öldürdü.
Bu manzara karşısında Âişe öfkelenerek şöyle dedi: “Bana bir avuç çakıl taşı veriniz.” Cemel ashabı Âişe’ye çakıl taşı verdi.
O da bu çakıl taşlarını Ali’nin ashabına atarak “Yüzleri çirkin olasıcalar!(kara olsun)” diye haykırdı. Ali’nin (as) ashabından bir adam
ona şöyle haykırdı:
“Ey Âişe! Attığında sen atmadın, ancak şeytan
attı.”
Ardından da şu şiiri söylemeye başladı:
Ey Ayş!
Sen bilmek için geldin; hezimete uğramak için soğuğu yaydın.
Bize cehalet eseri olarak çakıl taşı atıyorsun. Çok yakında
bileceksin.
(*)
Düello, iki kişi arasında bir onur sorununu çözmek için belirli
kurallara göre ölümcül silahlarla yapılan dövüştür. İlk
Çağ'da savaştan önce ya da savaş sırasında teke tek
çarpışmalar yapılırdı. Kabileler arasındaki
anlaşmazlıkların çözüm yolu da bu tür dövüşlerdi. Bu uygulama
Orta Çağ'da Avrupa'ya giderek biçim değiştirdi.
(İbn-i Asem "Futuh" C.2, S.477-478)
Müslümanların birbirini öldürdüğü savaş
meydanında ‘Amretu İbnu Baharata, Âişe’ye:
“Ey anamız, ey asi ana!
Ana evlâdına bakar, onu korur.
Görmez misin kaç bahadır öldü de,
Ondan bunca el, bunca bilek yoksun kaldı?”
(Târîhu’t-Taberî, c.V, s.209)
Hz.
Ali (Aleyhisselam), Cemel savaşı için Basra'ya hareket
ettiğinde Muhammed b. Ebubekir ve oğlu Muhammed Hanefiye'yi Irak halkını
cihada davet için görevlendirdi. Muhammed, Cemel savaşında Hz.
Ali'nin (Aleyhisselam) güvendiği vefalı
komutanlarındandı.
(İbn'ül
Esir 'Usdu'l-Gabe', c
4, s.324)
Bedir
gazilerinden olan Huzeyme b. Sabit Zü’ş-Şehadeteyn de, Cemel
Vakası sırasında söylemiş olduğu beyitlerinden birinde
şöyle der:
“Ey Aişe!
Ali’den ve onu onda olmayan şeylerle ayıplamaktan el çek;
çünkü sen ancak
bir annesin. O, bütün hanedanı içinden Resulullah’ın vasisidir. Sen,
bu konuda olanlara şahitsin.”
(İbn Ebu’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belâğa, c.1,
s.48, 1. baskı, Mısır ve c. 1, s.146, M. Ebulfazl’ın
tahkikiyle, Mısır).
Cemel
Savaşı’nda Benî Zabbe kabilesinden Aişe’nin ordusunun
nişanesini taşıyan bir genç meydana çıktı ve
şöyle dedi:
“Biz Zabbe Oğulları Ali’nin
düşmanlarıyız.
Hani eskiden beri ‘vasi’ diye
tanınanın.
Ve Peygamber
zamanında süvariler pehlivanının.
Ben Ali’nin
faziletlerinden habersiz değilim.
Lâkin takva
sahibi (Osman) İbn Affan’ın kan davasını güdüyorum.”
(İbn
Ebu’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belâğa, c. 1, s. 48, 1. baskı,
Mısır ve c. 1, s. 144, M. Ebulfazl’ın tahkikiyle,
Mısır).
el-Ahbaru't-Tival: Ali (a.s), Basralıların
(Ayşe'yi taşıyan) deveyi adeta tavaf ettiklerini gördü; öyle ki ondan
uzaklaştırıldıklarında tekrar dönüp ona
sığınıyorlardı. Ali (a.s); Said b. Kays, Kays b. Sâd
b. Ubade, Eşter, İbn-i Budeyl ve Muhammed b. Ebubekir gibi
ashabından bazı savaşçılarına dedi ki: "Şu deve bunların
gözleri önünde durduğu sürece savaşa devam edeceklerdir; eğer o öldürülür ve
düşerse hiç kimse savaşta sabit kalmaz!" Bunun üzerine onlar Ali'nin (a.s)
ashabından olan diğer yiğitlerle birlikte deveye doğru saldırdılar.
Basralıları ondan uzaklaştırdılar. Kufe'nin Murad taifesinden Âyen b.
Zubey'â adlı bir kişi kendisini deveye ulaştırdı.
Sonra da devenin
dizlerinin arkasındaki kirişlerini kesti. Deve acı içinde
inleyerek yere yığıldı ve maktüllerin arasında gark
oldu.
)Ebu Hanife ed-Deynuri
"el-Ahbaru't-Tival" s.150)
الأخبار
الطوال :
لَمّا رَأى
عَلِيٌّ
لَوثَ [1] أهلِ
البَصرَةِ
بِالجَمَلِ ،
وأنَّهُم
كُلَّما
كُشِفوا
عَنهُ عادوا
فَلاثوا بِهِ
، قالَ
لِعمّارٍ
وسَعيدِ بنِ
قَيسٍ وقَيسِ
بنِ سَعدِ بنِ
عُبادَةَ
وَالأَشتَرِ
وَابنِ
بُدَيل ومُحَمَّدِ
بنِ أبي بَكرٍ
وأشباهِهِم
مِن حُماةِ
أصحابِهِ :
إنَّ هؤُلاءِ
لا يَزالونَ يُقاتِلونَ
ما دامَ هذا
الجَمَلُ
نَصبَ
أعيُنِهِم ،
ولَو قَد
عُقِرَ
فَسَقَطَ لَم
تَثبُت لَهُ
ثابِتَةٌ .
فَقَصَدوا
بِذَوِي
الجِدِّ مِن
أصحابِهِ قَصدَ
الجَمَلِ
حَتّى
كَشَفوا أهلَ
البَصرَةِ
عَنهُ ، وأفضى
إلَيهِ
رَجُلٌ مِن
مُرادِ الكوفَةِ
يُقالُ لَهُ :
أعيَنُ بنُ
ضُبَيعَةَ ، فَكَشَفَ
عُرقوبَهُ (2)
بِالسَّيفِ ،
فَسَقَطَ ولَهُ
رُغاءٌ ،
فَغَرِقَ فِي
القَتلى.
(أبو
حنيفة
الدينوري في الأخبار
الطوال : ص150)
---------------------------
(1) لاث
بالشيء : إذا
أطاف به ،
وفلان يلوث بي
: أي يلوذ بي
(لسان العرب : ج2 ص187)
(2)
العُرقوب : هو الوَتَر
الذي خلف
الكعبين بين
مفصل القدم والساق
من ذوات
الأربع
(النهاية : ج3 ص221) .
İbn-i Asem diyor ki: (Cemel savaş sonunu kastederek) Yeryüzü kana
boyandı. Onun ardından deve boğazlandı,
bağırdı ve böğürdü. Ali “Boğazlayın o deveyi
çünkü o şeytandır.”dedi. Daha sonra Muhammed b. Ebî Bekir’e yönelerek
şöyle dedi: “Haydi devenin ayaklarını kesmeye bak. Kız
kardeşine ulaş da onu ört.” Abdurrahman b. Surad Tenûhî derhal
kılıcına davrandı. Deveye ulaşıncaya kadar
çarpıştı. Deveye ulaşınca da onun iki
ayağını kesti. Deve de yanı üzere düştü ve yere
yığıldı. Deve şiddetli bir şekilde böğürdü.
Ammâr b. Yâsir derhal harekete geçip mahfenin iplerini kılıcıyla
kesti. Ali (ra.), Rasûlullah’ın (sav.) katırının üzerine
binmiş bir hâlde deveye yöneldi. Mızrağıyla mahfeye dürttü.
Sonra da şöyle dedi: “Ey Âişe! Rasûlullah (sav.)sana bunları
yapmanı mı emretti?” Âişe: “Zafere ulaştın. Öyleyse
iyilikte bulun.” dedi. Ali (ra.) Muhammed b. Ebî Bekir’e şöyle dedi:
“Kız kardeşin senin şanındır. Senin
dışında kimse ona yaklaşmasın.” Muhammed elini
Âişe’ye uzatarak onu kucakladı. Sonra da “Sana bir şey oldu mu?”
diye sorunca Âişe: “Hayır, bana bir şey olmadı. Ancak
kimsin sen yazıklar olsun sana. Benim bedenim sana helal değildir ki
bedenini bana dokunduruyorsun.” dedi. Bunun üzerine Muhammed: “Sus, ben senin
kardeşin Muhammed!Ne yaptıysan kendine yaptın ve Rabbine isyan
ettin. Saygınlığını çiğnedin, hürmetini mübah
eyledin ve ölüme maruz kaldın.”
Daha sonra onu bineğine bindirip Basra’ya götürdü. Abdullah b. Halef
Huzâî’nin evine onu yerleştirdi.
(İbn-i Asem "Futuh" C.2, S.483-485)
Not: Kitabın Arapça orijinalinde
sayfalarının dizilişinde bir yanlışlık
olduğundan biz anlam bütünlüğünü temel alarak çeviriyi ona göre
düzenledik. Muhammed b. Ebî Bekir’in sözlerinin devamı 483. sayfada
değil de 485.sayfadadır (çev.).
İnsanlar devenin etrafından dağılınca
Emirülmüminin (a.s) onların devenin yanına geri dönmelerinden ve
savaşın tekrar başlamasından endişelendi. Bu yüzden
"Devenin arka dizlerindeki kirişlerini kesin!" dedi. Bunun
üzerin Emirülmüminin'in (a.s) ashabı hızla deveye yöneldi; derken
kirişlerini kestiler. Deve, böğrü üzerine yere düştü. Ayşe
öyle bir bağırdı ki her iki ordu onun
çığlığını işitti.
(Tarih-i Taberî, c.4, s.519; el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.343. Ayrıca
bkz: Murucu'z-Zeheb, c.2, s.376; el-Ahbaru't-Tival, s.150; Şerh-i Nehcü'l
Belâğa, c.1, s.262; el-İmame ve's-Siyase, c.1, s.98)
لَمّا
تَفَرَّقَ
النّاسُ عَنِ
الجَمَلِ أشفَقَ
أميرُ
المُؤمِنينَ
عليه السلام
أن يَعودَ
إلَيهِ
فَتعودَ
الحَربُ ،
فَقالَ : عَرقِبُوا
الجَمَلَ .
فَتَبادَرَ
إلَيهِ أصحابُ
أميرِ
المُؤمِنينَ
عليه السلام
فَعَرقَبوهُ
، ووَقَعَ
لِجَنبِهِ ،
وصاحَت
عائِشَةُ صَيحَةً
أسمَعَت مَن
فِي
العَسكَرَينِ.
(تاريخ
الطبري : ج4 ص519 ،
الكامل في
التاريخ : ج2 ص343
كلاهما نحوه
وراجع مروج
الذهب : ج2 ص376 والأخبار
الطوال : ص150
وشرح نهج
البلاغة : ج1 ص262
والإمامة
والسياسة: ج1 ص98)
[Meysere Ebu Cemile'den]: Deve
öldürülünce Muhammed b. Ebubekir ve Ammar b. Yasir Ayşe'nin yanına
geldiler; yükün kementini kestiler. Daha sonra hakkında Ali'den (a.s) emir
alıncaya dek beklemek üzere hevdeci alıp bir köşeye
bıraktılar. Derken Ali (a.s) "Onu Basra'ya götürün" dedi.
Onlar da Ayşe'yi Basra'da Abdullah b. Halef el-Hüzaî'nin evine götürdüler.
(Tarih-i Taberî, c.4, s.533. Ayrıca bkz:
el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.346; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7, s.245; el-Fütuh,
c.2, s.485)
[Şâbî'den]: Emirülmüminin (a.s) ordusunun sağ kanadı
Basralıların sol kanadına hamle etti, derken savaşa
giriştiler. Çoğunluğu Dabbe ve Ezd kabilesinden olan insanlar
Ayşe'ye sığındılar. Savaşları günün
yükselişinden ikindi sularına kadar devam etti. Güneş
batıncaya kadar devam ettiği de söylenmektedir. Daha sonra yenilgiye
uğradılar.
(Tarih-i Taberî, c.4, s.512)
تاريخ
الطبري عن
الشعبي :
حَمَلَت
مَيمَنَةُ
أميرِ
المُؤمِنينَ
عَلى
مَيسَرَةِ
أهلِ
البَصرَةِ
فَاقتَتَلوا،
ولاذَ
النّاسُ
بِعائِشَةَ ،
أكثَرُهُم
ضُبَّةُ
وَالأَزدُ .
وكانَ
قِتالُهُم مِن
ارتِفاعِ
النَّهارِ
إلى قَريبٍ
مِنَ العَصرِ
، ويُقالُ :
إلى أن زالَتِ
الشَّمسُ ،
ثُمَّ انهَزَموا.
(تاريخ
الطبري : ج4 ص512)
İmam Muhammed el-Bakır (a.s): Ali (a.s), Basra günü (Cemel
Savaşı'nda) münadisine şöyle seslenmesini emretti: "Kaçan
takip edilmeyecek, yaralı öldürülmeyecek ve esir katledilmeyecek; [evine
girip] kapısını kapatan güvendedir, silahını
bırakan güvendedir." Onların mallarından hiçbir şeyi
[ganimet olarak] almadı.
(es-Sunenu'l-Kubra, c.8, s.314, h.16747; el-Musannef, İbn-i Ebi
Şeybe, c.8, s.718, h.60, her ikisi de Hafs b. Gıyas
vasıtası ile İmam Sadık'tan (a.s). Ayrıca bkz:
el-Emali, Müfid, s.25, h.8).
الإمام
الباقر عليه
السلام :
أمَرَ
عَلِيٌّ رضى
الله عنه
مُنادِيَهُ
فَنادى يَومَ
البَصرَةِ :
«لا يُتَّبَعُ
مُدبِرٌ ، ولا
يُذَفَّفُ [*]
عَلى جَريحٍ ،
ولا يُقتَلُ
أسيرٌ ، ومَن
أغلَقَ
بابَهُ
فَهُوَ آمِنٌ
، ومَن ألقى
سِلاحَهُ
فَهُوَ آمِنٌ»
، ولَم يَأخُذ
مِن
مَتاعِهِم
شَيئا.
(*) الذفّ :
الإجهاز على
الجريح
(الصحاح : ج4 ص1362)
(السنن
الكبرى : ج8 ص314 ح16747 ،
المصنّف لابن
أبي شيبة : ج8 ص718 ح60
كلاهما عن حفص
بن غياث عن
الإمام
الصادق عليه
السلام وراجع
الأمالي
للمفيد : ص25 ح8)
Ehl-i Sünnet alimlerinden olan İbn Ebi'l-Hadid el-Mutezilî,
Emirulmüminin Ali (a.s) ile halife Ömer'i şöyle
karşılaştırıyor:
"Ali Cemel savaşından
sonra Aişe'ye saygı gösterdi ve konumunu korudu. Fakat Ali'nin yerine
Ömer olsaydı ve Aişe de ona bunları yapsaydı, Aişe'yi
esir etseydi öldürür, vücudunu parça parça yapardı. Fakat Ali sürekli
sabırlı ve yüceydi!"
(İbn Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehci'l-Belâğa, c.17, s.254; Ek
olarak şii kaynak: Biharu'l-Envar, c.33, s.92, bab: 16, hadis: 401)
el-Ahbaru't-Tival: Ali (a.s) yarenlerinin arasında şöyle
seslendi: Hiçbir kaçanı takip etmeyin, hiçbir yaralıyı
öldürmeyin ve hiçbir malı talan etmeyin. Her kim silahını
bırakırsa güvendedir ve her kim (evine girip) kapısını
kapatırsa güvendedir.
(el-Ahbaru't-Tival, s.151; Tarih-i
Yakubî, c.2, s.183; Şerhu'l-Ahbar, c.1, s.395, h.334, Ebu Buterî'den.
Ayrıca bkz: Fethu'l-Bari, c.13, s.57; el-İkdü'l-Ferid, c.3, s.327).
الأخبار
الطوال : نادى
عَلِيٌّ رضى
الله عنه في
أصحابِهِ : لا
تَتَّبِعوا
مُوَلِّيا ،
ولا تُجهِزوا
عَلى جَريحٍ ،
ولا
تَنتَهِبوا
مالاً ، ومَن
ألقى
سِلاحَهُ
فَهُوَ آمِنٌ
، ومَن أغلَقَ
بابَهُ فَهُو
آمِنٌ.
(الأخبار
الطوال: ص151 ؛
تاريخ
اليعقوبي : ج2 ص183 ،
شرح الأخبار :
ج1 ص395 ح334 عن
أبي البختري
وكلاهما نحوه
وراجع فتح
الباري : ج13 ص57
والعقد
الفريد : ج3 ص327)
el-Cemel [Muaz b. Ubeydullah et-Temimî'den]: Allah'a andolsun ki Ali'nin (a.s)
yarenlerinin deveye ulaştıklarını gördüm. İçlerinden
biri "Onu öldürün, onu öldürün!" diye bağırdı. Sonra
da yere düştü. Derken Ali (a.s) şöyle seslendi: Her kim
silahını bırakırsa güvendedir ve her kim evine girecek
olursa güvendedir. Vallahi affetmede ondan daha asil birini görmedim!
(Tarih-i Yakubî, c.2, s.183;
Şerhu'l-Ahbar, c.1, s.295, h.281; Murucu'z-Zeheb, c.2, s.378;
el-Ahbaru'tTival, s.151 - Ayrıca ek olarak şii kaynaklar bkz:
el-Cemel, s.365. el-Emali, Müfid, s.25, h.8;)
الجمل
- عن معاذ بن
عبيد اللّه
التميمي :
فَوَاللّه ِ ،
لَقَد
رَأَيتُ
أصحابَ
عَلِيٍّ عليه السلام
وقَد وَصَلوا
إلَى
الجَمَلِ ،
وصاحَ مِنهُم
صائِحٌ :
اِعقِروهُ ،
فَعَقَروهُ
فَوَقَعَ .
فَنادى
عَلِيٌّ عليه
السلام : مَن
طَرَحَ
السِّلاحَ
فَهُوَ آمِنٌ
، ومَن دَخَلَ
بَيتَهُ
فَهُوَ آمِنٌ
.فَوَاللّه ِ
، ما رَأَيتُ
أكرَمَ عَفوا
مِنهُ.
( الجمل : ص365
وراجع
الأمالي
للمفيد : ص25 ح8
وتاريخ
اليعقوبي : ج2 ص183
وشرح الأخبار
: ج1 ص295 ح281
ومروج الذهب :
ج2 ص378
والأخبار
الطوال : ص151)
[Meysere Ebu Cemile'den]: Deve öldürülünce Muhammed b. Ebubekir ve Ammar b. Yasir
Ayşe'nin yanına geldiler; yükün kementini kestiler. Daha sonra hakkında
Ali'den (a.s) emir alıncaya dek beklemek üzere hevdeci alıp bir
köşeye bıraktılar. Derken Ali (a.s) "Onu Basra'ya götürün"
dedi. Onlar da Ayşe'yi Basra'da Abdullah b. Halef el-Hüzaî'nin evine
götürdüler.
(Tarih-i Taberî, c.4, s.533. Ayrıca bkz: el-Kamil fi't-Tarih, c.2,
s.346; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7, s.245; el-Fütuh, c.2, s.485)
Osman b. Huneyf yola çıktı ve Zikâr'da bulunan Emirülmüminin'in (a.s) yanına geldi.
Emirülmüminin (a.s) Osman'a
bakınca Cemel kavminin ona yaptığı işkenceleri
gördü ve ağlayarak dedi ki: Ey Osman! Seni sakallı bir şeyh
olarak göndermiştim; şimdi ise tüysüz bir genç gibi bana gelmişsin!
Allah'ım! Sen de biliyorsun ki onlar sana karşı cüret etmişler ve
yasaklarını çiğnemişlerdir. Allah'ım! Benim
takipçilerimden öldürdüklerine karşı onları öldür ve temsilcime yaptıkları
karşısında onlara azabı çabuklaştır.
(Tarih-i Yakubî, c.2, s.182; Şerh-i Nehcü'l-Belâğa,c.14, s.18;
Nihayetu'l-İreb, c.20, s.45; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7, s.236).
خَرَجَ
ابنُ حُنَيفٍ
حَتّى أتى
أميرَ المُؤمِنينَ
عليه السلام
وهُوَ بِذي
قارٍ ، فَلَمّا
نَظَرَ
إلَيهِ أميرُ
المُؤمِنينَ
عليه السلام ،
وقَد نَكَّلَ
بِهِ القَومُ
، بَكى وقالَ :
يا عُثمانُ،
بَعَثتُكَ
شَيخا ألحى
فَرَدّوكَ
أمرَدَ
إلَيَّ !
اللّهُمَّ
إنَّكَ
تَعلَمُ
أنَّهُمُ
اجتَرَؤوا
عَلَيكَ وَاستَحَلّوا
حُرُماتِكَ ،
اللّهُمَّ
اقتُلهُم
بِمَن
قَتَلوا مِن
شيعَتي ،
وعَجِّل لَهُمُ
النَّقمَةَ
بِما صَنَعوا
بِخَليفَتي.
(تاريخ
اليعقوبي : ج2 ص182
وشرح نهج
البلاغة : ج14 ص18
ونهاية الأرب
: ج20 ص45
والبداية
والنهاية : ج7 ص236)
Asem-i
Kufi 'Futuh’ul Buldan' kitabında şöyle nakletmiştir:
Savaş
sona erdikten sonra İmam Ali (a.s) Resulullah’ın Düldül adındaki
özel atına bindi ve Ayşe’nin Basra’da geçici olarak kaldığı
eve doğru hareket etti. İzin aldıktan sonra, eve girdi.
İmam Ali, Ayşe ile bir gurup Basralı kadının oturup
ağladıklarını gördü. O anda Haris-i Sahafi’nin
kızı Safiye ve birkaç kadın İmam Ali’ye hitaben dediler ki:
Ey
Ali! Sen bizim azizlerimizi ve dostlarımızı öldürdün,
topluluğumuzu dağıttın. Allah senin evlatlarını
yetim koysun! Nasıl ki sen Abdullah Halefin evlatlarını yetim
bıraktın. Onun ayrılığı ile bizleri ağlar
koydun.
İmam
Ali Safiye’yi tanıdı ve cevaben şöyle buyurdu.
Safiye,
bu adavet ve düşmanlığına karşı seni
kınamıyorum. Zira Bedir savaşında ceddini, Uhut
savaşında amcanı ve şimdi de bu savaşta kocanı
öldürdüm. Ama, eğer ben azizleri ve dostları öldüren bir
olsaydım, bu evde toplanmış dostlarınızı da
öldürürdüm.(1)
Daha
sonra İmam Ali Ayşe’ye buyurdu ki:
Ey
Ayşe! Neden köpeklerini benden uzaklaştırmıyorsun?
Şunu iyi bil ki eğer ben insanların hayır ve selametini
istemeseydim şu anda bu evde saklannmış olanları
çıkarır teker teker boyunlarını vururdum.
Âsem
diyor ki: İmam Ali’nin bu sözleri üzerine Ayşe ve diğer
kadınlar seslerini kestiler. Konuşma ve cevap verme gücünü
kaybettiler.
Daha
sonra, İmam Ali şu sözlerle Ayşe’yi kınamaya
başladı: Ayşe! Allah, evinde oturman, kendini namahremden uzak
tutman konusunda sana emir verdi. Fakat sen, evet sen..! Yüce Allah’ın
emrine muhalefet ettin. Elini Müslümanların kanına buladın.
İnsanları benim aleyhime ayaklandırdın. Haksız yere
benim aleyhime savaş çıkarttın. Hâlbuki sen ve ailen, bizim
sayemizde izzet ve şerefe nail olmuştunuz. Bizim hanedanımızın
sayesinde, sen “müminlerin annesi” oldun.
Ayşe!
Şimdi hareket etmeye hazır ol! Allah’ın Resulünün seni
bıraktığı haneye döneceksin ve ölünceye kadar orada
kalacaksın!
Asem
şöyle devam ediyor: O günün sabahında imam Ali’nin oğlu Hasan,
Ayşe’nin yanına geldi ve dedi ki: Ayşe! müminlerin emiri olan
babam diyor ki:
‘Anclolsun
tohumu yaran Allah'a! Ve andolsun insanları yaratan Allah'a! Eğer
şu anda Medine'ye doğru hareket etmezsen, senin hakkında, senin
de bildiğini yapacağım.'
Bu
sözü duyan Ayşe hemen ayağa kalktı ve hazırlanmaya
başladı.
Ayşe’nin
bu acelesini güren kadınlardan birisi sordu: Ey Ayşe! Ey müminlerin
annesi! Abdullah b. Abbas senin yanına geldi. Senden Medine’ye doğru
hareket etmeni istedi ve tartıştınız. İbn-i Abbas
sinirlenerek yanından ayrıldı. Daha sonra Ali’nin kendisi geldi.
Senin en ufak bir heyecana kapıldığını görmedik. Fakat
şu genç, babasından aldığı bir görevi bildirmek için
yanına geldiğinde, acayip bir endişe ve heyecana
kapıldın. Onun sözünü derhal kabul ettin.
Ayşe
dedi ki: Evet benim ıstırap ve heyecanım şudur ki: Bu genç
Resulullah’ın evladı ve yadigârıdır. Aynı zamanda o
Hazretin fiziki ve ahlaki özelliklerinin mazharıdır. Onu görünce
Resulullah’ı hatırladım. Her kim Allah’ın Resulü’nü görmek
isterse bu gence baksın.(2) Öte yandan bu genç
babasının önemli bir mesajını getirdi. O mesaj beni çok
korkuttu. Evime hareket etmek zorunda bıraktı.(3)
Ayşe’nin
sözleri burada sona erince, o kadının merak duygusu, bu konuyu biraz
daha irdelemesine sebep oldu ve dedi ki: Ayşe! Senin yüce Allah’a ant
veriyorum, Ali’nin mesajı ne idi ki, seni bu kadar derinden etkiledi ve
korkuttu?
Ayşe
vay olsun sana, dedi, savaşlardan birinde, Resulullah’ın eline çok
kıymetli eşyalar ulaşmıştı. Allah Resulü (s.a.a)
onların hepsini ashabı ve yarenleri arasında paylaştı.
Onun eşleri olarak, bize de bir pay vermesini istedik ve bu hususta
ısrar ederek ayak diredik. Sonunda Ali sinirlenerek bizi kınadı.
“Yeter artık! Yeter artık! Allah’ın Resulünü incittiniz” dedi.
Biz de Ali ile tartıştık ve ona karşı da sert konuştuk.
İmam
Ali (as) şu ayeti okudu: “Eğer sizi boşayacak olursa, Allah
sizin yerinize daha iyi ve üstün kadınlar ona nasip eder.”(Tahrim 5.
Ayet)
Biz
onun bu sözü karşısında daha çok sinirlendik ve
konuşmamızı biraz daha sertleştirdik. O anda Resulullah çok
sinirlendi. Rahatsızlıktan damarları şişti. Ali’ye
dönerek buyurdu ki: “Ey Ali! Eşlerimi boşama vekâletini sana
veriyorum. Onlardan hangisini boşayacak olursan, benimle onun
arasındaki eş ilişkisi kesilmiş olsun.”
Allah’ın
Resulü bu vekâleti verirken özel bir vakit be-lirlemeden, genel vekâlet verdi.
Dolayısıyla bu irade daima Ali için mahfuzdur. O, istediği zaman
Resulullah’ın eşlerini, onun tarafından boşayabilir. Bu
mesajdan Ali’nin maksadı o mevzu idi. Eğer hemen, harekete
hazırlanmazsak beni boşar, böylece müminlerin annesi olma
makamını benden almış olur.
(Tercüme-i
Futuh-u İbn-i Âsem, c.2, s.339)
-----------------------------
(1) Abdullah b.
Zubeyir, Mervan ve diğerleri o evde saklanmışlardı.
(2) Birçok rivayette İmam Hasan’ın, fiziki açıdan
dedesi Resulullah’a çok benzediği nakledilmiştir.
(3) İmam
Hasan'ın bütün bu özelliklerini bilen Ayşe, İmam Hasan
şehit olduğunda, dedesinin yanına gömülmeyi vasiyel etmiş,
fakat Ayşe bir kısım Ben-i Umeyye ile buna engel olmuştu.
Hatta İmam Hasan'm tabutunu oklatlığı dahi bazı
rivayetlerde gelmiştir. Ayşe'nin Hz. Fatıma’nm çocuklarına
olan nefreti meşhurdur. Medine’de iken, İmam Hasan ve Hüseyin’le, bir
kere dahi görüşmemiştir. Oysa onlar en azından eşinin
torunları idi. Bunun detaylı açıklaması kitabın sonunda
gelecektir.
İmam Ali (a.s) Ayşe'nin
yanına geldi. Ayşe, o sırada oğlu Talhatu't-Talhât adıyla
tanınan Abdullah b. Halef el-Hüzaî'nin evindeydi. (Derken aralarında şu
konuşmalar geçti): İmam Ali
(a.s): Ey Hümeyra! Bu gidişattan vazgeçmeyecek misin?
Ayşe: Ey Ebu Talib'in
oğlu! Kudrete ulaştın; öyleyse yumuşak davran!
Ali (a.s): Medine'ye doğru yola çık ve Resulullah'ın (s.a.a)
sana oturmanı emrettiği evine geri dön.
Ayşe: Bunu yapacağım!
(Tarih-i Yakubî, c.2,
s.183)
Ali (ra.) daha sonra Basra ahalisinden bir grup
kadını çağırdı. Onlara Âişe ile birlikte
Medine’ye doğru yola çıkmalarını emretti. Âişe bu kadınların arasında
Basra’dan yola çıktı. Ali (ra.) onlara birtakım tavsiyelerde
bulundu; erkekler gibi giyinmelerini ve başlarına sarık
takınmalarını emretti. Âişe yolda kendi kendisine “Ali bana
yapacağını yaptı. Beni Medine’ye geri götürsünler diye
erkekleri benimle birlikte gönderdi.” Kervandaki kadınlardan birisi
Âişe’nin sözünü işitti. Devesini hareket ettirerek Âişe’ye
yaklaştı. Sonra da şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana ey
Âişe! Yaptıkların sana yetmedi mi ki şimdi de Ebü’l-Hasan
hakkında söyleyeceklerini söylüyorsun.” Kadınlar öne çıktılar
ve yüzlerindeki nikapları açtılar. Âişe istirca ayetini okudu, istiğfar etti ve şöyle dedi:
“Bu, Ebu Tâlib’in oğlundan karşılaştığım bir
şeydir.”
(İbn-i Asem "Futuh'ul Buldan" C.2,
S.486-487)
Muhammed bin Ebi Bebir, Ayşe'nin yanına geldi.
Ona: Rasulullah (saa)'ın: "Ali hak ile, hak da Ali iledir"
dediğini duymadın mı? Sonra Osman'ın kanı ile onunla
savaşmak için çıktın. Sonra imam Ali (as) selam vererer
yanına geldi. Ve ona dedi ki: "Ey Hevdec'in sahibi, Allah, sana
evinde oturmanı emretti. Sonra çıkıp savaşmaya geldin.
Dönecek misin?". Ayşe: "Döneceğim" dedi. İmam Ali (as) onunla kırk
kadın gönderdi, onları emame giymelerini, kılıç
kuşanmalarını, erkek kılığına geçip,
onların kadın olduğu anlaşılmaması
gerektiğini söyler. Ayşe yolda: "Allahım, Ali b. Ebi
Talib'in bana yaptığını ona yap, benimle erkekleri
gönderdi. Medine'ye doğru yaklaştıklarında, emameleri ve
kılıçları çıkarıp eski haline döndüklerinde ve onun
yanına vardıklarında dedi: Allah, Ali bin Ebi Talib'e cenneti
ödüllendirsin.
(İbn-i Kuteybe
"el-İmametü Ves-Siyasetü" C.1, S.98)
محمد
بن أبي بكر ،
فدخل على أخته
عائشة ، قال لها
: أما سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول :
علي مع الحق ،
والحق مع علي
؟ ثم خرجت
تقاتلينه بدم
عثمان ، ثم
دخل عليهما
علي فسلم وقال
: يا صاحبة
الهودج ، قد
أمرك الله أن
تقعدي في بيتك
، ثم خرجت
تقاتلين .
أترتحلين ؟
قالت : أرتحل .
فبعث
معها علي رضي
الله عنه
أربعين امرأة
، وأمرهن أن
يلبسن
العمائم ،
ويتقلدن
السيوف ، وأن
يكن من الذين
يلينها ، ولا
تطلع على أنهن
نساء ، فجعلت
عائشة تقول في
الطريق فعل
الله في ابن
أبي طالب وفعل
، بعث معي
الرجال ، فلما
قدمن المدينة
وضعن العمائم
والسيوف ،
ودخلن عليها .
فقالت :
جزى
الله ابن أبي
طالب الجنة .
(الإمامة
والسياسة - ت
الشيري -
الدِّينَوري،
ابن قتيبة الجزء : 1 صفحة : 98)
İmam Ali (as) daha sonra Abdullah b. Abbâs’ı
çağırarak ona şöyle dedi: “Âişe’ye git! Ona geldiği
gibi Medine’ye doğru yola çıkmasını ve Basra’da ikamet
etmemesi gerektiğini söyle.” Abdullah b. Abbâs Âişe’ye doğru
yöneldi. Onun huzuruna girmek için izin istedi. Âişe de ona izin vermekten
kaçındı. Abdullah da bunun üzerine izinsiz bir şekilde girdi.
Âişe’ye yöneldi. Bir de ne görsün! Bir palan ve üzerinde de yastıklar
var. O yastıklardan birisini aldı, yere attı ve üzerine oturdu.
Âişe “Ey İbn Abbâs! Sünnete aykırı davrandın. Evimize
iznimiz olmadan girdin.” dedi. İbn Abbâs: “Eğer sen
Rasûlullah’ın (sav.) seni bıraktığı evinde
olsaydın senin huzuruna ancak izninle girebilirdim. O ev Allah’ın
(cc.) sana oturmasını emrettiği evindi. Sen ise o evden Allah’a
(cc.) ve Rasûlü Muhammed’e (sav.) isyan ederek çıktın. İşte
şimdi Müminlerin Emiri sana Medine’ye gitmeni emrediyor. Yola çık ve
isyan etme.” dedi. Âişe: “Allah Müminlerin Emirine rahmet eylesin.
Müminlerin Emiri Ömer b. Hattâbtır.” dedi. Bunun üzerine İbn
Abbâs “Bu (Ali) vallahi Müminlerin Emiridir. Burunlar yerde sürtünse ve
yüzlerin rengi değişse de bu böyledir.” diye karşılık
verdi. Âişe: “Ey İbn Abbâs! Bunu kabul edemem.” deyince İbn
Abbâs: “Kuşkusuz ömrünün kalan günlerinin müddeti kısa, uğursuzluğu
açık, yapısı çoraktır. Ömrünün kalan günleri bir
ineğin süt miktarı kadardır. Ondan ne bir şey alabilir, ne
de ona bir şey verebilir, ne emredebilir ne de nehyedebilirsin. Sen ancak
şu şiiri söyleyen Benî Esedli kardeş gibi oldun:
Aramızda sürekli kasideler hediye edildi;
sıddıklara sövgü ve çokça lakap takma.
Öyle ki senin bütün toplumlarda onların yanında
söylediğin sözler sanki bir sinek vızıltısı gibiydi.
Bu sözler karşısında Âişe çok
şiddetli bir şekilde ağladı. Sonra da şöyle dedi:
“Evet! Vallahi sizlerden ayrılıp göçüp gideceğim.Ey
Hâşimoğulları! Sizin içinde bulunduğunuz beldeden bana daha
sevimsiz gelen bir beldeyi Allah yaratmamıştır.” İbn Abbâs:
“Peki neden? Vallahi ey Ebu Bekir’in kızı! Senden dolayı
karşılaştığımız sıkıntı bu
olmamalıydı!” diye sorunca Âişe: “Benden dolayı
çektiğiniz sıkıntı nedir ey İbn Abbâs!” dedi. İbn
Abbâs: “Senden dolayı çektiğimiz sıkıntı sen Ümmü
Rumân’ın kızı iken bizler seni müminlerin annesi konumunda
gördük.. Bizim sayemizde Teym ve Adiy kabilelerine nispet edilerek değil
de Ümmü’l-Müminin olarak isimlendirildin.” Âişe: “Ey İbn Abbâs!
Rasûlullah’ı (sav.) başıma minnet olarak mı
kakıyorsun?” deyince İbn Abbâs: “Neden başına minnet
etmeyeceğiz ki! Eğer sende ondan bir kıl veya bir tırnak
olsaydı kuşkusuz sen bununla bize ve âlemlerin bütününe minnet
ederdin. İmdi sen onun dokuz hanımından bir tanesisin. Sen yüz
olarak ne onların en güzeli ne hasep olarak en saygını ne de
damar olarak en soylususun. Sen şimdi söz söylemeyi, sana isyan
edilmemesini, emrettiğinde muhalefet edilmemesini istiyorsun. Bizler
Rasûlullah’ın (sav.) eti ve kanıyız. Onun mirası ve ilmi
bizim aramızdadır.” dedi. Âişe: “Ey İbn Abbâs! Ali b. Ebî
Tâlib sana ne hediye etti?” deyince İbn Abbâs: “Vallahi o benden daha çok
hak sahibi iken ve daha evla iken ben hilafetin ona ait olduğunu ikrar
ediyorum. Çünkü o Rasûlullah’ın kardeşi, onun amcasının
oğlu, tertemiz kızının eşi, onun
torunlarının babası, ilminin şehri, ondan tasayı
giderendir. Sana gelince vallahi sen üzerindeki nimetlerimize ve senden önce de
babanın üzerindeki nimetlerimize şükretmedin.” diye
karşılık verdi. Bu sözleri söyledikten sonra Âişe’nin
huzurundan çıkıp Ali’nin yanına vardı. Kendisiyle
Âişe arasında cereyan eden diyaloğu ona haber verdi.
(İbn-i
Asem "Futuh'ul Buldan" C.2, S.483-486)
Murucu'z-Zeheb: Ali (a.s), Abdullah b. Abbas'ı Ayşe'nin
yanına gönderdi ve ona Ayşe'yi Medine'ye doğru yola
çıkarmasını emretti. İbn-i Abbas izin almadan Ayşe'nin
yanına girdi ve bir minder çekip üzerine oturdu. Ayşe ona dedi ki: Ey
Abbas'ın oğlu! Emrolunan sünnette hata ettin; izin almadan
yanımıza girdin ve desturumuz olmadan sergimizin üzerine oturdun!
İbn-i Abbas: Eğer Resulullah'ın (s.a.a) seni
bıraktığı evde otursaydın ancak izninle girerdik ve
serginin üzerine ancak desturunla otururduk. Emirülmüminin sana Medine'ye
dönmek üzere yola çıkman için hemen hazırlanmanı emrediyor,
dedi.
Ayşe: Söylediklerine katılmıyor ve anlattıklarına
muhalefet ediyorum, dedi. Bunun üzerine İbn-i Abbas Ali'nin (a.s)
yanına giderek ona, Ayşe'nin bu işten imtina ettiğini haber
verdi. Ali de (a.s) tekrar İbn-i Abbas'ı Ayşe'nin yanına
göndererek "Emirülmüminin (a.s) senin dönmene karar vermiştir"
dedi. Bunun üzerine Ayşe yumuşadı ve yola çıkmayı
kabul etti.
(el-Mesudi,
Murucu'z-Zeheb, c.2, s.377; İbn-i Abdu Rabbih, el-İkdü'l-Ferid, c.3,
s.326).
مروج الذهب :
بَعَثَ
[عَلِيٌّ عليه
السلام ]
بِعَبدِ
اللّه ِ بنِ
عَبّاسٍ إلى
عائِشَةَ
يَأمُرُها
بِالخُروجِ
إلَى المَدينَةِ
، فَدَخَلَ
عَلَيها
بِغَيرِ
إذنِها ،
وَاجتَذَبَ
وِسادَةً
فَجَلَسَ
عَلَيها . فَقالَت
لَهُ : يَابنَ
عَبّاسٍ !
أخطَأتَ
السُّنَّةَ
المَأمورَ
بِها ؛
دَخَلتَ
إلَينا بِغَيرِ
إذنِنا ،
وجَلَستَ
عَلى رَحلِنا
بِغَير أمرِنا
. فَقالَ لَها :
لَو كُنتِ فِي
البَيتِ الَّذي
خَلَّفَكِ
فيهِ رَسولُ
اللّه ِ صلى
الله عليه و
آله ما
دَخَلنا إلّا
بِإِذنِكِ ،
وما جَلَسنا
عَلى رَحلِكِ
إلّا
بِأَمرِكِ ،
وإنَّ أميرَ
المُؤمِنينَ
يَأمُرُكِ
بِسُرعَةِ الأَوبَةِ
، وَالتَّأَهُّبِ
لِلخُروجِ
إلَى
المَدينَةِ .
فَقالَت :
أبيَتُ ما
قُلتَ ،
وخالَفتُ ما وَصَفتَ
. فَمَضى إلى
عَلِيٍّ ،
فَخَبَّرَهُ
بِامتِناعِها
، فَرَدَّهُ
إلَيها ،
وقالَ : إنَّ
أميرَ
المُؤمِنينَ
يَعزِمُ
عَلَيكِ أن تَرجِعي
، فَأَنعَمَت
وأجابَت إلَى
الخُروجِ.
(مروج
الذهب : ج2 ص377 ،
العقد الفريد
: ج3 ص326)
Ebu Yakûb İshâk b. Yûsuf Fezârî dedi ki:
“Ebü’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b. Sâib’e Cemel Savaşında
Ali ve Âişe’nin ashabından öldürülen kimseler hakkında
sordum.” O şöyle dedi:
“İmam Ali’nin ordusunda yirmi bin kişi bulunmaktaydı. Onun
ordusundan öldürülenlerin sayısı bin yetmiş kişi idi.
Âişe’nin ordusu ise otuz bin kişiyi aşmaktaydı.
Sadece Ezd kabilesinden öldürülenlerin sayısı dört bini
buluyordu. Benî Dabbe’den bin, Benî Nâciye’den dört yüz, Benî Udey* ve mevalilerinden ise doksan kişi
öldürülmüş idi. Bekr b. Vâil’den sekiz yüz, Benî Hanzala’dan ise
yedi yüz kişi öldürülmüş idi. Diğer insanlardan da dokuz bin
kişi öldürülmüş idi.”
Bu olaydan sonra Benî Teym b. Mürre’den bir
adam Âişe’nin devesini boğazlayan Abdurrahman b. Surad Tenûhî ile
karşılaştı. Ona “Basra Savaşında devenin
dizlerini kesip yere yığan sen miydin?” diye sorunca Tenûhî
şöyle karşılık verdi: “Vallahi ben o adamım. Eğer
ben onu yere yığmasaydım o gün Âişe’nin ashabından
kimse kalmazdı. Dilersen öfkelen dilersen razı ol.” Ardından bir
şiir inşad etti.
(*) Beni Udey,
Ömer'in kabilesidir.
(İbn-i
Asem "Futuh'ul Buldan" C.2, S.487-488)
[Cemel Savaşı sonrasında Ayşe'den]:
Vallahi bugünden yirmi yıl önce ölmek isterdim!
(el-Kamil fi't-Tarih, c.2, s.345; Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa, c.1, s.264, Cundeb b. Abdullah'tan; el-Fütuh, c.2, s.487;
el-Miyar ve'l-Muvazene, s.61)
نَدَمُ
عائِشَةَ
الكامل
في التاريخ-
عن عائشة ـ
بَعدَ حَربِ
الجَمَلِ ـ:
وَاللّه ِ ،
لَوَدِدتُ
أنّي مِتُّ
قبَلَ هذَا
اليَومِ
بِعشرينَ
سَنَةً .
)الكامل
في التاريخ : ج2 ص345 ،
شرح نهج
البلاغة : ج1 ص264 عن
جندب بن عبد
اللّه ،
الفتوح : ج2 ص487 ،
المعيار
والموازنة : ص61)
Nihayetu'l-İreb: Aralarında Ka'kaâ b. Amr'ın da
bulunduğu halkın ileri gelenlerinden bir grup Ayşe'nin
yanına geldiler.
Ka'kaâ ona selam vediğinde Ayşe dedi ki: Vallahi bugünden yirmi
yıl önce ölmeyi isterdim!
(Nihayetu'l-İreb,
c.20, s.79)
نهاية
الأرب : أتى
وُجوهُ
النّاسِ إلى
عائِشَةَ
وفيها :
القَعقاعُ
بنُ عَمروٍ ،
فَسلَّمَ عَلَيها
فَقالَت :
وَاللّه ِ ،
لَوَدِدتُ
أنّي مِتُّ
قَبلَ هذَا
اليَومِ
بِعِشرينَ
سَنَةً !
( نهاية
الأرب : ج20 ص79)
et-Tabakatu'l-Kubra
[Umare b. Umeyr'den]: Ayşe'den "Ve
evlerinizde oturun"
(Ahzab, 33 ) ayetini
okuduğunu duyan biri bana rivayet etti ki Ayşe (bu ayeti okurken]
başörtüsü ıslanıncaya kadar ağladı. (Not:
Allah'ın bu ayetine muhalefet edip, imam Ali'ye karşı
çıkmasından ötürü)
(et-Tabakatu'l-Kübra,
c.8, s.81; ez-Zühd, İbni Hanbel, s.205; Ensabu'lEşraf, c.3, s.60, her
ikisi de Ebu Duha vasıtası ile Ayşe'den işitmiştir;
Siyer-uÂlami'n-Nubela, c.2, s.177, h.19; ed-Dürru'l-Mensur, c.6, s.600, Mesruk'tan)
الطبقات
الكبرى عن
عمارة بن عمير
: حَدَّثَني
مَن سَمِعَ
عائِشَةَ إذا
قَرَأَت
هذِهِ
الآيَةَ : «وَقَرْنَ
فِى
بُيُوتِكُنَّ»
(الأحزاب : 33 )
بَكَت حَتّى
تَبُلَّ
خِمارَها.
(الطبقات
الكبرى: ج8 ص81،
الزهد لابن
حنبل: ص205 ،
أنساب
الأشراف: ج3 ص60
كلاهما فعن
أبي الضحى
عمّن سمع
عائشة، سير أعلام
النبلاء : ج2 ص177
الرقم19،
الدرّ
المنثور : ج6 ص600 عن
مسروق)
-Aişe sürekli kendi
arzularını dile getirirken şöyle diyordu: “Keşke bir
ağaç olsaydım.”(1) Ve şöyle diyordu:
“Keşke bir taş olsaydım.”(2) Hakeza şöyle diyordu: “Keşke
yaratılmamış olsaydım.”(3) Hakeza: “Keşke o gün savaşa
katılmasaydım ve Peygamber’in diğer eşleri gibi evimde
otursaydım. Zira Peygamber’in diğer eşleri gibi yerimde oturmak,
benim için Abdullah b. Zübeyr ve Abdurrahman b. Haris gibi ünlü on
çocuğumun olmasından daha hayırlıydı.”(4) -Aişe ölüm halindeyken çok rahatsız ve
perişan idi. Ona şöyle dediler: “Sen Ebu Bekir
Sıddık’ın kızısın ve bütün müminlerin annesisin.
Neden bu kadar rahatsızsın?” Aişe cevap olarak şöyle dedi:
“Cemel savaşı bir kemik gibi boğazıma
saplanmıştır. Keşke o gün ölseydim veya
unutulmuşlardan biri olsaydım (ve kimse benim yanıma
gelmeseydi).”(5)
Bu açıdan Ayşe, “Allah
Resulü’nün yanına gömülmeyi ister misiniz?” sorusuna cevap verirken
şöyle demiştir: “Hayır, ben Peygamber’den sonra bir takım
olaylara sebep oldum. Beni Baki mezarlığında Peygamber’in
eşlerinin yanına gömünüz.”(6) Ehl-i Sünnet bilgini Zehebi ise şöyle diyor:
“Aişe’nin kastettiği olaylardan maksadı, Cemel
savaşıdır.”(7)
(1) Tabakar’ul-Kübra, c. 6, s. 54
(2) Tabakar’ul-Kübra, c. 6, s. 54
(3) Tabakar’ul-Kübra, c. 6, s. 54
(4) Bu konuda daha fazla bilgi edinmek ve tümü
Ehl-i Sünnet’in temel kitaplarından olan kaynaklarına bakmak için
nekş-i Aişe der tarih-i İslam adlı kitabın, c. 3, s.
209, Aişe’nin Cemel savaşı hususundaki
pişmanlığı bölümüne müracaat ediniz.
(5) Nekş-i Aişe der tarih-i
İslam, c. 3, s. 209, Belâğat’un-Nisa’dan naklen.
(6) İkd’ul-Ferid, c. 4, s. 305 ve
Tabakat’ul-Kübra, c. 4, s. 54
(7) Bkz. Nekş-i Aişe der Tarih-i
İslam, c. 3, s. 209
Cümey b. Umeyr et-Temîmî nakletti: “Annem ve teyzem, Âişe’nin yanına girip: “Bize
Ali’den bahset”
dediler. Âişe: “Elini
Resûlüllah’ın elinin üzerine koyan, kendisini O’nun için feda eden,
Resûlüllah’ın eliyle yüzünün terini sildiği bir adamın neyini
bana soruyorsunuz?” Annem ve teyzem: “O halde neden onun
karşısına çıktın?” dediler. Âişe: “Hükmolunmuş bir şey…
Yeryüzündeki her şeyi ona; “karşı çıkışıma”
karşılık, fidye vermek isterdim.” dedi.
(El-Askalânî, El-Metâlib, IV, 4473)
Şerh-i
Nehcü'l-Belâğa: Tüm
rivayetçiler şu konuda ittifak etmişlerdir ki Ali (a.s) Cemel ordusunda
bulduğu silah, hayvan, köle, meta ve malları alıp kendi
yarenleri arasında taksim etti.
-[Savaşta yenilgiye uğramış] Basra halkını da
aramızda taksim et; onları köle kıl, dediler.
Ali (a.s): Hayır, dedi.
-O halde nasıl oluyor da onların kanını dökmeyi bize helal,
kendilerini esir almamızı ise haram kılıyorsun?!" diye
sordular.
Ali (a.s): İslam ve hicret yurdunda bulunan zayıf ve güçsüz insanlar
nasıl size helal olabilir ki?! Ancak şu kavmin karargâhında
aleyhinize kullandıkları mallar sizler için ganimettir. Fakat evlerin
sakladıkları ve üzerine kapıların
kapatıldığı şeyler sahiplerine aittir; sizin
onların hiçbirinde nasibiniz yoktur, dedi.
Bu konuda ısrarları artınca Ali (a.s) şöyle buyurdu:
Öyleyse Ayşe üzerinde kura çekin; kuraya göre kime çıkarsa
Ayşe'yi ona vereyim!
Bunun üzerine: Ey Emirülmüminin! Allah'tan mağfiret diliyoruz, dediler;
sonra da vazgeçtiler.
(İbn-i
Ebil Hadit "Şerh-i Nehcü'l-Belâğa", c.1, s.250. Ayrıca
bkz: el-İmame ve's-Siyase, c.1, s.97)
غَنائِمُ
الحَربِ
شرح
نهج البلاغة :
اِتَّفَقَتِ
الرُّواةُ كُلُّها
عَلى
أنَّهُ[عَلِيّا
عليه السلام ]
قَبَضَ ما
وَجَدَ في
عَسكَرِ
الجَمَلِ مِن
سِلاحٍ
ودابَّةٍ
ومَملوكٍ
ومَتاعٍ
وعُروضٍ ، فَقَسَّمَهُ
بَينَ
أصحابِهِ ،
وأنَّهُم
قالوا لَهُ :
اِقسِم بَينَنا
أهلَ
البَصرَةِ
فَاجعَلهُم
رَقيقا ، فَقالَ
: لا . فَقالوا :
فَكَيفَ
تُحِلُّ لَنا
دِماءَهُم ،
وتُحَرِّمُ
عَلَينا
سَبيَهُم ؟! فَقالَ
: كَيفَ
يَحِلُّ
لَكُم
ذُرِّيَّةٌ
ضَعيفَةٌ في
دارِ هِجرَةٍ
وإسلامٍ ؟!
أمّا ما أجلَبَ
بِهِ القَومُ
في
مُعَسكَرِهِم
عَلَيكُم
فَهُوَ لَكُم
مَغنَمٌ ،
وأمّا ما
وارَتِ الدّورُ
واُغلِقَت
عَلَيهِ
الأَبوابُ
فَهُوَ لِأَهلِهِ
، ولا نَصيبَ
لَكُم في
شَيءٍ مِنهُ .
فَلَمّا
أكثَروا
عَلَيهِ قالَ
: فَأَقرِعوا
علَى
عائِشَةَ ؛
لِأَدفَعَها
إلى مَن تُصيبُهُ
القُرعَةُ !
فَقالوا :
نَستَغفِرُ
اللّه َ يا
أميرَ
المُؤمِنينَ !
ثُمَّ
انصَرَفوا.
(رح نهج
البلاغة : ج1 ص250
وراجع
الإمامة
والسياسة : ج1 ص97)
[Haris b. Seri'den]: Emirülmüminin (a.s) Basra
halkına galip gelip düşman karargâhındaki malları taksim
edince onların arasında konuşmak üzere ayağa kalktı.
Allah'a hamd-ü senada bulundu, Resulüne salât-ü selam gönderdi ve şöyle
seslendi:
Ey halk! Doğrusu aziz ve celil olan Allah, kendisine itaat ehli olanlara
karşı geniş rahmet ve daimî mağfiret sahibidir; gazap ve
azabını kendisine karşı günah ehli olanlar hakkında
geçerli kılmıştır.
Ey Basra halkı! Ey alt-üst olmuş şehrin ahalisi! Ey
kadının ordusu! Ey hayvanın takipçileri! [O hayvanın]
böğürdüğünde icabet ettiniz; öldürüldüğünde ise geri çekildiniz.
Beyinleriniz küçüktür, ahdiniz dağınıktır, dininiz
nifaktır ve sizler dinden çıkmış
fasıklarsınız.
Ey Basra halkı! Sizler Allah'ın
yaratıklarının en kötülerisiniz; toprağınız suya
yakın, göğe uzaktır; akıllarınız hafif ve
arzularınız ahmakçadır. Kılıçlarınızı
çektiniz ve kanlarınızı döktünüz, imamınıza muhalefet
ettiniz. Bu yüzden sizler yiyicinin lokması ve yırtıcı bir
hayvanın avısınız; ateş sizin için biriktirilmiş;
utanç ise sizin iftiharınızdır. Ey Basra halkı! Biatimi
bozdunuz; bana karşı düşmanlarıma destek verdiniz. O halde
ey Basra halkı, şimdi ne düşünüyorsunuz?
(Ali bin Hüseyin el-Mesudi, Murucu'z-Zeheb, c.2, s.377,
ayrıca ek olarak şii kaynaklar: el-Cemel, s.407. Ayrıca bkz:
Tefsir-i Kummi, c.2, s.339; el-İhticac, c.1, s.250; Nasru'd- Dürr, c.1,
s.315)
الجمل
- عن الحارث بن
سريع : لَمّا
ظَهَرَ أميرُ
المُؤمِنينَ
عليه السلام
عَلى أهلِ
البَصرَةِ
وقَسَّمَ ما
حَواهُ
العَسكَرُ ،
قامَ فيهِم
خَطيبا ،
فَحَمِدَ
اللّه َ وأثنى
عَلَيهِ ،
وصَلّى عَلى
رَسولِهِ
وقالَ :
أيُّهَا النّاسُ
! إنَّ اللّه َ
عَزَّ وجَلَّ
ذو رَحمَةٍ
واسِعَةٍ
ومَغفِرَةٍ
دائِمَةٍ
لِأَهلِ
طاعَتِهِ ،
وقَضى أنَّ
نِقمَتَهُ
وعِقابَهُ
عَلى أهلِ
مَعصِيَتِهِ .
يا أهلَ
البَصرَةِ !
يا أهلَ
المُؤتَفِكَةِ
، ويا جُندَ
المَرأَةِ ،
وأتباعَ
البَهيمَةِ !
رَغا
فَأَجَبتُم ،
وعُقِرَ
فَانهَزَمتُم
، أحلامُكُم
دِقاقٌ ،
وعَهدُكُم
شِقاقٌ ،
ودينُكُم نِفاقٌ
، وأنتُم
فَسَقَةٌ
مُرّاقٌ . يا
أهلَ البَصرَةِ
! أنتُم شَرُّ
خَلقِ اللّه ِ
؛ أرضُكُم قَريبَةٌ
مِنَ الماءِ ،
بَعيدَةٌ
مِنَ السَّماءِ
. خَفَّت
عُقولُكُم ،
وسَفِهَت
أحلامُكُم .
شَهَرتُم
سُيوفَكُم ،
وسَفَكتُم
دِماءَكُم ،
وخالَفتُم
إمامَكُم ؛
فَأَنتُم
اُكلَةُ
الآكِلِ ،
وفَريسَةُ
الظّافِرِ ،
فَالنّارُ
لَكُم
مُدَّخَرٌ ،
وَالعارُ
لَكُم مَفَخَرٌ
، يا أهلَ
البَصرَةِ !
نَكَثتُم
بَيعَتي ،
وظاهَرتُم
عَلَيَّ ذوي
عَداوَتي ،
فَما ظَنُّكُم
يا أهل البَصرَةِ
الآنَ.
(الجمل
: ص407 وراجع
تفسير القمّي
: ج2 ص339
والاحتجاج : ج1 ص250
ونثر الدرّ : ج1 ص315
ومروج الذهب :
ج2 ص377)
-İmam Ali (a.s) [Cemel vakasından
sonra Basra halkına serzenişte bulunurken]: Bir kadının
(Ayşe'nin) ordusu oldunuz, bir hayvana (Ayşe'nin devesine) uydunuz.
Böğürdüğünde koştunuz; öldürüldüğünde de
kaçtınız. Ahlakınız kötülük, ahdiniz ayrılık, dininiz nifak,
suyunuz acıdır. Sizinle yaşayan günahının cezasına
duçardır. Sizden ayrılan Rabbinin rahmetine ermiştir. Sanki
mescidinizi denizde yüzen bir gemi gibi görür gibiyim. Allah da ona üstünden ve altından
azap göndermekte [üstten yağmur yağdırmada, alttan dalgalar denizi
coşturmada] ve içindeki herkes boğulmaktadır.
) Seyyid Radi
"Nehcü'l-Belâğa", 13. hutbe; el-Menakıb, Harezmî, s.189)
الإمام
عليّ عليه
السلام ـ في
ذَمِّ أهلِ
البَصرَةِ
بَعدَ
وَقعَةِ
الجَمَلِ:
كُنتُم جُندَ
المَرأَةِ ،
وأتباعَ البَهيمَةِ
؛ رَغا
فَأَجَبتُم ،
وعُقِرَ
فَهَرَبتُم .
أخلاقُكُم
دِقاقٌ ،
وعَهدُكُم
شِقاقٌ ،
ودينُكُم
نِفاقٌ ،
وماؤُكُم
زُعاقٌ ، وَالمُقيمُ
بَينَ
أظهُرِكُم
مُرتَهَنٌ
بِذَنبِهِ ،
وَالشّاخِصُ
عَنكُم
مُتدارَكٌ
بِرَحمَةٍ مِن
رَبِّهِ .
كَأَنّي
بِمَسجِدِكُم
كَجُؤجُؤِ
سَفينَةٍ قَد
بَعَثَ اللّه
ُ عَلَيهَا
العَذابَ مِن
فَوقِها ومِن
تَحتِها ،
وغَرِقَ مَن
في ضِمنِها.
( نهج
البلاغة :
الخطبة 13 ؛
المناقب
للخوارزمي : ص189)
[Ebu'l-Mealî'den1]:
Ali (a.s) yönetiminde hak üzere olan bir imamdı; ona karşı
savaşanlar ise azgınlardı.
(et-Tezkire, Kurtubî, c.2, s.423, no.1792; eş-Şeyh Abdullah ez-Zeylai "Nesbu'r-Raye",
c.4, s.69).
Siyer-u Âlami'n-Nubela: Ali'nin (a.s),
savaştığı kimselerden daha üstün ve hakka daha yakın
olduğu konusunda şüphemiz yoktur.
Ebu Abdullah Şemseddin ez-Zehebi
"Siyer-u Âlami'n-Nubela", c.8, s.210, no.37.
Fethu'l-Bari [Haricilerle ilgili hadisi
zikrettikten sonra]:
Bu hadiste daha önce zikri geçen faydaların yanı sıra Ali
için büyük bir fazilet vardır. O da şudur ki; Ali, hakkın
önderiydi. Cemel, Sıffın ve diğer savaşlarda kendisiyle
savaşanlar karşısında hep hak üzereydi.
(İbn-i Hacer el-Askalani, Fethu'l-Bari,
c.12, s.299, h.6934).
[Yüce Allah'ın "Eğer
müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa…" sözü hakkında]: Bu ayette de
azgın gruba karşı savaş emri vardır ve Ali'ye
karşı savaşanların azgınlar olduğu ispatlanmıştır.
(İbn-i Hacer el-Askalani, Fethu'l-Bari,
c.13, s.67, h.7110).
Aişe'nın
Fatıma Ana'nın şehadetine sevinmesi......
İbn-i Ebil Hadid şöyle naklediyor:
"... Ve
Fatıma (s.a.) vefat etti. Peygamberin (s.a.a.) eşleri Aişe hariç
hepsi başsağlığı dilemek için Beni Haşimin
(Haşim Evlatlarının ) yanına geldiler. Aişe gelmedi ve
kendisinin hasta olduğunu açıkladı ( veya kendini
hastalığa vurdu). Ali'ye (a.s.) Ayşe'nin bazı sözler
ulaştırıldı ki, bu sözler onun bu olaydan mutlu
olduğuna işaret ediyor.
(İbn-i
Ebil Hadid "Şerh-u Nehcul belağa" C.9, S.198)
قال
ابن ابي
الحديد: ... ثم
ماتت فاطمة،
فجاء نساء
رسول الله صلى
الله عليه
وآله كلهن إلى
بني هاشم في
العزاء إلا
عائشة، فإنها
لم تأت، وأظهرت
مرضا ونقل إلى
علي عليه
السلام عنها
كلام يدل على
السرور.
Abdullah b.
Şeddad nakletti: Nehrevan Savaşı’ndan önce Hz. Ali (kv),
Abdullah b. Abbas’ı gönderip, Hâricîler’e nasihat ettirdi, sonra kendisi
nasihat etti. Büyük çoğunluğu bu nasihatlerle dağıldı.
Hz. Ali (kv), Hâricîler’e şöyle ruhsat verdi: “Şehre
gelmiyorsanız, dilediğiniz yerde konaklayabilirsiniz. Bir yol kesmez,
bir kan talebinde bulunmazsanız size mızraklarımızın
bir zararı dokunmaz. Ancak yanlış bir şey yapacak
olursanız: ‘Allah hâinleri sevmez.’ (Enfâl, 8/58)” buyurdu.
Âişe: “Ancak yine
onları öldürdü.” dedi. İbn Şeddad: “Allah’a yemin olsun onlar
yol kestiler, hakları olmadan kan döktüler, İbn Habbab’ı
öldürdüler, zimmet ehlinin haklarını çiğnediler. Hz. Ali bunlar
yapılana kadar hiç kimseye zarar vermedi. Ancak onlar hadlerini
aşınca başlarına bunlar geldi.” dedi. Âişe daha
başka sorular sordu ve aldığı cevaplar
karşısında: “Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.”
buyurdu.
(Hâkim, El-Müstedrek, IV, 2704 BMT; Zehebî, Tarihü’l-İslam,
VI, 343; İbn Kesîr, El-Bidâye, VII, 461)
Makatilu’t-Talibiyyin
[Ebu Buhteri’den]: Ali’nin (a.s) öldürüldüğü
haberi Ayşe’ye ulaşınca Ayşe, secde etti.
Ebu
Ferec el-Asfahani "Makatilu’t-Talibiyyin" , s.55; el-Cemel, s.159, bu kaynakta şöyle
gelmiştir:
“Onun öldürüldüğünü duyunca şükür secdesine kapandı.”
مقاتل
الطالبيّين
عن أبي
البختري :
لَمّا أن جاءَ
عائِشَةَ
قَتلُ
عَلِيٍّ عليه
السلام سَجَدَت.
(مقاتل
الطالبيّين :
ص 55)
el-İstiab
[Ayşe’den]: Ali’nin öldürüldüğü haberi ona
ulaştığında dedi ki: Şimdi Arap dilediğini
yapsın, artık onu engelleyecek biri yoktur.
el-İstiâb, c.3, s.218, no.1875; Zehairu’l-Ukba, s.201; er-Riyazu’n-Nazra,
c.3, s.237.
الاستيعاب
عن عائشة ـ
لَمّا
بَلَغَها
قَتلُ عَلِيٍّ
عليه السلام
ـ: لِتَصنَعِ
العَرَبُ ما
شاءَت ؛
فَلَيسَ
أحَدٌ
يَنهاها.
Tarih-i
Taberi: Ali’nin (a.s)
öldürülme haberi Ayşe’ye ulaştığında şu
şiiri okudu:
Asasını
attı da arzular böylece sükûnete erişti
Sanki misafir seferden döndü de göze ışık geldi
“Onu
kim öldürdü?” diye sorduğunda “Murad kabilesinden biri” dediler. Dedi ki:
Her
ne kadar uzak olsa da onun ölüm haberini getirdi ya
Bu haberi getiren oğlanın ağzı değmesin toprağa
Ebu
Seleme’nin kızı Zeynep dedi ki: Ali hakkında böyle mi
söylüyorsun? Dedi ki: Ben unutuyorum. Unuttuğumda bana
hatırlatın.
(Tarih-i
Taberi, c.5, s.150; İbn'ül Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, c.2, s.438;
Makatil’ut Talibin, s.55; et-Tabakatu’l-Kubra, c.3, s.40; Ensabu’l-Eşraf,
c.3, s.263, bu kaynakta “Sanki misafir seferden döndü de göze
ışık geldi” cümlesine kadar olan bölüm; Cevahiru’lMetalib, c.2,
s.104; el-Cemel, s.159; eş-Şafi, c.4, s.355; Ayrıca bkz.
el-Ahbaru’l-Muvaffakayat, s.131, h.59).
تاريخ
الطبري :
لَمَّا
انتَهى إلى
عائِشَةَ
قَتلُ
عَلِيٍّ رضى
الله عنه
قالَت :
أَلقَت عَصاها
وَاستَقَرَّت
بِهَا
النَّوى *** كَما
قَرَّ عَينا
بِالإِيابِ
المُسافِرُ
فَمَن
قَتَلَهُ ؟
فَقيلَ :
رَجُلٌ مِن
مُرادٍ ،
فَقالَت :
فَإِن يكُ
نائِيا
فَلَقَد
نَعاهُ ***
غُلامٌ لَيسَ
في فيهِ
التُّرابُ
قالَت
زَينَبُ
ابنَةُ أبي
سَلَمَةَ : أ
لِعَلِيٍّ
تَقولينَ هذا
؟ فَقالَت :
إنّي أنسى ،
فَإِذا نَسيتُ
فَذَكِّروني.
(تاريخ
الطبري : ج5 ص150 ،
الكامل في
التاريخ : ج2 ص438 ،
مقاتل
الطالبيّين :
ص55 ،
الطبقات
الكبرى : ج3 ص40 ،
أنساب
الأشراف : ج3 ص263
وفيهما إلى
«المسافر» ،
جواهر
المطالب : ج2 ص104 ؛
الجمل : ص159
نحوه ، الشافي
: ج4 ص355 ،
بحار الأنوار
: ج 32 ص340 ح318 ـ 326
وراجع
الأخبار
الموفّقيّات :
ص131 ح59)
Süfyan
İbni Ümeyye Hz. İmam Ali aleyhisselamın öldürülme haberini
Hicaza götürdü. O şöyle anlatıyor; Bu haber Aişe'ye
ulaştığı zaman elindeki asasını yere attı ve
misafir yolculuktan döndüğü zaman gözler aydınlandığı
gibi yerinde sakinleşti.
(Tabakat'ul
Kübra, c.3 s.40, Tarihi Taberi, c.3 s.159)
(Peygamber
(saa) efendimizden binlerce hadis duyan Ayşe, acaba Peygamber'in şu
sözünü duymamış mı?
Rasulullah
(saa) “Ali’yi seven beni sever, Ali’ye
düşman olan bana düşman olur”
(Hakim
Nişaburi “Müstedrek alas-Sahihayn” C.3, S.130; Tabarani “Mucem el-Kebir”
C.23, S.380, Hadis No: 901)
el-İkdu'l-Ferid: Ali
b. Ebu Talib (a.s) derdi ki: "Ben, insanların en çok altın
biriktireni, en çok konuşanı ve en fazla itaat edileni ile imtihan
edildim."
"İnsanların en çok altın biriktireni" ifadesiyle
Yâlâ b. Munye'yi, "En çok konuşanı" ile Talha b.
Ubeydullah'ı, "En fazla itaat edileni" ile de Ümmül
Müminin Ayşe'yi kastediyordu.
(el-İkdü'l-Ferid,
c.3, s.323; Cevahiru'l-Metalib, c.2, s.22)
العقد
الفريد : كانَ
عَلِيُّ بنُ
أبي طالِبٍ يَقولُ
: «بُليتُ
بأَنَضِّ
النّاسِ ،
وأنطَقِ النّاسِ
، وأطوَعِ
النّاسِ فِي
النّاسِ» .
يُريدُ بِأَنَضِّ
النّاسِ :
يَعلَى بنَ
مُنيَةَ ؛ وكانَ
أكثَرَ
النّاسِ
ناضّا (*) ،
ويُريدُ
بِأَنطَقِ
النّاسِ :
طَلحَةَ بنَ عُبَيدِ
اللّه ِ ،
وأطوَعِ
النّاسِ فِي
النّاسِ:
عائِشَةَ
اُمَّ
المُؤمِنينَ.
(العقد
الفريد : ج3 ص323 ،
جواهر
المطالب : ج2 ص22).
-------------------
(*) الناضّ :
هو ما كان
ذهبا أو فضّة
، عينا وورِقا
. وقد نَضَّ
المالُ ينِضّ
إذا تحوّل
نقدا بعد أن
كان متاعا
(النهاية : ج5 ص72)
DR MUHAMMED SALİH MUSFİR / KATAR ÜNİVERSİTESİ
-Peygamberin hanımı Ayşe nasıl öldü?
Bu soruyu soran Ehli sünnet kardeşlerimize cevabımızdır
:
Nasıl öldürüldü ? Nerede ve nasıl defnedildi.. Ve ne zaman?
Sadece Ehli
sünnet kaynaklarından yazıyoruz :
Muaviye ,
oğlu Yezid için biat almak istediğinde Medine'de bir çok sahabi buna
karşı çıktı. Yezit açık günah işliyordu ve
cahildi. Muaviye de onlardan intikam almak istedi. Özellikle halife
Osmanın katillerinden intikam almak istedi. Ebu Bekir oğlu
Abdurrahman ile kızkardeşi Ayşe’yi öldürmelerini emretti. Ve her
ikisini de hile ile öldürttü. Abdurrahman bir Ebubekiri zehirletti ve onu diri
diri gömdürdüğü de söylenir. Muaviye her iki yola da başvurdu. Hem
zehirleme hem de diri diri gömmek.
( İbni
Kesir el Bidayetu ven Nihaye 8/123)
Ayşe ,
kardeşi Abdurrahmanı öldürdüğü için Muaviyeye isyan etti. Ve
Muaviyenin Medine valisi Mervan ile kavga etti. Muaviye de Ayşeyi ,
kardeşi Abdurrahman ve Muhammed gibi öldürttü.
( İbn-i Kesir "El Bidayetu ven Nihaye" 8/ 96)
(Ayşe
öldüğünde) "... Medine valisi Mervân b. Hakem idi. Ancak Mervân umre
için Mekke’ye gitmiş, yerine Ebû Hüreyre’yi
bırakmıştı. Bu yüzden onun cenaze
namazını Ebû Hüreyre kıldı..."
(Belazuri "Ensâb'ül Eşraf" C.1, S.494)
1- Belazuri diyor ki: Bana el-Hirmâzî anlattı. O Ebû Zeyd
el-Ensârî’den, o Ebû Amr b. Alâ’dan rivayet etti, dedi ki: Âişe’nin bir
işi vardı. İbn Ebû Atîk’e haber yollayıp, bir ihtiyacı
için kullanmak üzere katırını göndermesini söyledi. [Râvi] dedi
ki: İbn Ebû Atîk şakacı ve matrak biriydi. Âişe’nin
elçisine, “Müminlerin annesine söyle; vallahi biz henüz Cemel gününün
ayıbını üzerimizden atamadık. Bir de Bağle
[katır] gününü mü yaşamamızı istiyorsun?” dedi.
(Belazuri
"Ensab'ül Eşraf" C.10, S.106 ve türkçe baskısı C.1,
S.494)
1- قال
البلاذري ( 10 / 106 ) : (
بعثت عائشة
إلى ابن أبي
عتيق تسأله أن
يعيرها بغلة
له لترسل
عليها رسولاً
في حاجة لها ،
فقال لرسولها
: قل لها والله
ما غسلنا
رؤسنا من عار
يوم الجمل ،
أفمن رأيك أن
تأتينا بيوم
البغلة)
2- El-Mesudi
diyor ki: “İmam Hasan vefat ettikten sonra, kardeşi İmam Hüseyin
onu Resulullah (saa)’ın yanında defnetmek istediğinde Aişe
bir katıra binip insanları ona karşı tahrik edip, orada
defnedilmesine mani oldu. İmam Hüseyin, bu durumu görünce onu Baki'de
annesinin yanında defnetti. Ben-i Haşim'den bazı kimseler,
onunla (Ayşe ile) karşılaştı. Rivayet edilir ki,
Abdullah bin Abbas, evinden çıkarken Aişe ile karşılaştı
ve ona dedi ki: Cemel günü denmesi sana yetmez mi, şimdi katır günü densin? Bir gün deve üzerinde, bir gün katır
üzerindesin, Resulullah’ın
hicabını yırtıyorsun. Sen Allah'ın nurunu söndürmek
istiyorsun, ama Allah, nurunu
müşrikler istemese de tamamlayacaktır, Bizler Allah’tanız ve
sonunda ona döneceğiz. Aişe ona
dedi ki: “Benden uzak dur, öf olsun sana.”
Rivayet edilir
ki: İmam Hüseyin (aleyhisselam), Ayşe'nin bu yaptıklarından
sonra ona haber verip onu Resulullah
(saa)’tan boşadığını bildirdi. Zira Resulullah (saa)
hayatında boşama yetkisini Emir’ül
Müminin Ali (as)’ye vermişti. Emir’ül Müminin Ali (as) de oğlu
Hasan’a, imam Hasan da kardeşi Hüseyin’e vermişti.
Rasulullah
(saa) şöyle buyurdu ki: “Kadınlarımdan Kıyamet Günü’nde
beni göremeyecekler vardır, onlar da vasilerin benden sonra
boşadıkları kadınlardır.”
(Ebul Hasan Ali bin El-Hüseyn El-Mesudi
"İsbat'ül Vasiyya li Ali bin Ebi Talib" s.124 Seyyid Murtada
Yayını 1902 Tahran Bas. ve Sayfa 163 H.1384 Ansariyan Kum
Baskısı)
2- قال
المسعودي:
وكان الحسين
عليه السّلام
قد عزم على
دفنه مع رسول
الله صلّى
الله عليه
وآله فمنعت
عائشة من ذلك
وركبت بغلة
لها وخرجت
تؤلّب الناس
عليه
وتحرّضهم.
فلما
رأى الحسين
عليه السّلام
ذلك دفنه بالبقيع
مع أمّه ،
ولقتها بعض
بني هاشم ـ
وروي ان ابن
عباس لقيها ـ
منصرفة الى
منزلها فقال
لها : اما كفاك
أن يقال يوم
الجمل حتى
يقال يوم
البغل؟ يوما
على جمل ويوما
على بغل بارزة
عن حجاب رسول
الله صلّى
الله عليه
وآله تريدين إطفاء
نور الله ؛
والله متمّ
نوره ولو كره
المشركون ،
انّا لله
وانّا إليه
راجعون.
فقالت
له : إليك عني
أفّ لك.
وروي
ان الحسين
عليه السّلام
عند ما فعلت
عائشة وجّه
إليها بطلاقها
، وكان رسول
الله صلّى
الله عليه
وآله جعل طلاق
أزواجه بعده
الى أمير
المؤمنين
عليه السّلام
وجعله أمير
المؤمنين
بعده الى
الحسن وجعله
الحسن الى
الحسين
عليهما
السّلام.
وقال
النبيّ (صلوات
الله عليه) : ان
في نسائي من لا
تراني يوم
القيامة وتلك
من يطلّقها
الأوصياء
بعدي.
(علي
بن الحسين
المسعودي في
اثبات الوصية
الإمام علي بن
أبي طالب ص 124)
3- İbn-i Ebil Hadit
diyor ki: Medâ’inî
Yahyâ İbnu Zekeriyâ’dan, o da Hişâm İbnu ‘Urve’den rivayet
etmiştir: İmam Hasan (as) vefatı
yaklaştığında şöyle vasiyet etmiştir: Öldükten
sonra beni Resûlullah (saa)’ın kabri yanına defnedin. Ancak bunda
şer/kötülük olmayacaksa. Onun orada defnini istediklerinde, “Mervân
İbnu’l-Hakem:
‘Osman, Haşşı Kevkeb’de* gömülecek de Hasan mı burada
gömülecek?!’ diye araya girmiş, bunun üzerine Hâşim
Oğulları ve Ümeyye Oğulları birbirine karşı
silahlanmışlar, bu kez Ebû Hüreyre, Mervân’ı:
—Hasan’ın burada (ceddi Resûlullah’ın yanında) gömülmesine mi
engel oluyorsun? Allah’a ant olsun Resûlullah(saa)’ın:
‘Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin seyyidleridir.’ buyurduğunu
duymuştum, diye uyarmak istemişse de Mervân:
—Bırak bunları, eğer ki Resûlullah’ın hadisi sadece sende
ve Ebû Sa‘îd El-Hudrî’de kaldıysa o zaman kaybolmuş demektir. Sen
daha dün Hayber Günü’nde Müslüman oldun, diye cevep vermiş, Ebû Hüreyre
de:
—Doğru söylüyorsun. Ben, Hayber Günü’nde Müslüman oldum; ama
Resûlullah’ın yanından ayrılmadım. Ona birçok şey
sordum ve ondan cevap aldım, ona ilgi duydum, diyordu. Âişe ise:
‘Ev benim evimdir. Bu nedenle içerisinde hiç bir kimsenin gömülmesine izin
vermiyorum, dedi.
İmam Hüseyin (as), imam
Hasan (as)'ı sadece ve sadece Rasulullah (saa)'ın yanında
defnetmek istiyor ve bunda kararlıydı. Bunun üzerine Muhammed bin
Hanefiyye ona dedi ki: "Şayet (sadece) orada defnedilmesini vasiyet
etseydi, muhakkak ki onu orada defnederdik veyahut önce ölürdük, ama kendisi
bunda şer çıkmamasını şart koşmuştu. Bizim
bulunduğumuz durumdan daha şerli (kötü) ne olabilir!
Sonra onu Baki'de defnettiler.
(İbn-i Ebil Hadit "Şerh-i Nehc'ül Belağa" C.16,
S.13-14)
(*)Haşşı Kevkeb: Bakî‘u’l-Ğarkad adı
altında bulunan yerde Osman’ın aldığıbir arazi
adı. Öldürülmesinden sonra da orada konuldu. Onun Yahudî
mezarlığına gömüldüğünü yazanlar da vardır.
(Açıklama: İmam Ali'ye kin besleyen ve göründüğü gibi
tövbe etmeyen biri, bu kinini İmam Hasan ve imam Hüseyin'e göstermesi
doğaldır. Hem de defalarcak "Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin
efendileridir" hadisi şerifini duymasına rağmen. İmam
Hasan'ın Rasulullah (saa)'ın evinde gömülmesine engel olan Ayşe,
daha önceleri babası Ebû Bekir’i ve Ömeri bu evde gömdürmüştü)
3- قال ابن
أبي الحديد:
وروى
المدائني عن
يحيى بن
زكريا، عن
هشام بن عروة،
قال: قال
الحسن عند وفاته:
ادفنوني
عند قبر رسول
الله صلى الله
عليه وآله،
إلا أن تخافوا
أن يكون في
ذلك شر، فلما
أرادوا دفنه،
قال مروان بن
الحكم: لا
يدفن عثمان في
حش كوكب (*)،
ويدفن الحسن
ها هنا، فاجتمع
بنو هاشم وبنو
أمية، وأعان
هؤلاء قوم وهؤلاء
قوم، وجاءوا
بالسلاح،
فقال أبو هريرة
لمروان: أتمنع
الحسن أن يدفن
في هذا
الموضع، وقد
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وآله
يقول: " الحسن
والحسين سيدا
شباب أهل الجنة
"! قال مروان:
دعنا منك، لقد
ضاع حديث رسول
الله صلى الله
عليه وآله إذ
كان لا يحفظه
غيرك وغير أبي
سعيد الخدري!
وإنما أسلمت
أيام خيبر،
قال أبو
هريرة: صدقت، أسلمت
أيام خيبر،
ولكنني لزمت
رسول الله صلى
الله عليه
وآله ولم أكن
أفارقه، وكنت
أسأله، وعنيت
بذلك حتى علمت
من أحب ومن
أبغض، ومن قرب
ومن أبعد، ومن
أقر ومن نفى،
ومن لعن ومن
دعا له، فلما
رأت عائشة
السلاح
والرجال،
وخافت أن يعظم
الشر بينهم،
وتسفك
الدماء، قالت:
البيت بيتي،
ولا آذن لأحد
أن يدفن فيه،
وأبى الحسين
عليه السلام أن
يدفنه إلا مع
جده، فقال له
محمد بن الحنفية:
يا أخي، إنه
لو أوصى أن
ندفنه لدفناه أو
نموت قبل ذلك،
ولكنه قد
استثنى، وقال:
" إلا أن
تخافوا الشر
"، فأي شر يرى
أشد مما نحن
فيه! فدفنوه
في البقيع.
(شرح نهج
البلاغة - ابن
أبي الحديد - ج ١٦
- الصفحة ١٣- ١٤)
-------------
(*) حش كوكب،
بفتح أوله
وتشديد ثانيه:
موضع عند بقيع
الغرقد،
اشتراه
عثمان، وزاده
في البقيع،
ولما قتل ألقي
فيه.
4- Mekatilu’t Talibin kitabının
yazdıklarına göre; Ayşe, Emevilerden bir gurupla beraber imam
Hasan'ın cenazesinin önünü keserek, İmam Hasan’ın, kendi
ceddinin yanına defnedilmesine mani oldu ve “Burası benim evim ve
oraya defnedemezsiniz” diyerek vasiyetin yerine getirilmesine engel oldu.
İmam Hüseyin de kardeşinin vasiyeti üzere, cenazesinde kan
dökülmemesi için, cenazeyi Baki kabristanında defnetti.
(Yakubi Tarihi C.2, S.200/ Mekatil'üt Talibin S.75,
Tezkiret-u Havas'ul Ummet S.122, Ravdat'ül Evail C.11, S.33)
5- Yakubi’nin
yazdığına göre, Ayşe bir katıra binmiş
olduğu halde, Mervan b. Hakem ve Said b. As ile beraber cenazenin önüne
geçerek peygamberin evladının, ceddinin yanında defnedilmesine
izin vermedi. Ayşe “Burası benim evim ve hiç kimsenin oraya
defnedilmesine izin vermiyorum” diye bağırıyordu. O anda
Muhammed bin Ebi Bekir’in oğlu Kasım, Ayşe’nin yanına
gelerek şöyle dedi:
Ey hala! Biz henüz. başımızdan Cemel
savaşının kanını yıkamadık. Şimdi de
gelecekte “Katır savaşı” denilen yeni bir savaş mı
çıkarmak istiyorsun?”
(Yakubi Tarihi C.2, S.225)
6- Doç. BAHRİYE ÜÇOK. Milli Eğitim
Bakanlığı yayınları arasında 1983’te
basımı yapılan İSLAM TARİHİ.
EMEVİLER-ABBASİLER kitabında şöyle yazar:
Hz. Hasan 46 yaşındayken Taberi'nin rivâyetine göre böyle bir
tertiple öldü. Vasiyeti üzerine Hz. Peygamber'in yanında hazırlanan
yere gömülecekti, ama Ayşe hemen devesine binip yanına
adamlarını alarak Hz. Hasan' ın vasiyetinin gerçekleşmesine
izni vermedi. Medineliler bunda çok üzüntü duydular. Ona : «Sen bir gün deve
üzerinde savaşa girer, bir başka gün peygamberin torununu kendi
yanına gömülmeğe bırakmazsın» dedilerse de, onu
kararından caydıramadılar.
Ayşe'nin adamlan karşı tarafa ok atmaya
başladılar. Atılan oklardan Hasan bin Ali'nin tabutu delik
deşik oldu. Bunun üzerine, onu Baki mezarlığına
defnetmeğe mecbur kaldılar.
(Taberi, Tarih, IV., S. 8; Cevdet Paşa, VIII., S.
271 / Doç. Dr. Bahriye Üçok " İSLAM
TARİHİ. EMEVİLER-ABBASİLER" -Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi, Sevinç Matbaası 1968- S.26'dan naklen ve S.29 MEB
Yayınları 1983 )
Hz. Fatıma, vefat edeceği sırada
Esma'ya şöyle vasiyette bulundu:
فإذا
انا مت
فاغسليني أنت
وعلي ولا
تدخلي علي
أحدا، فلما
توفيت جاءت
عائشة
فمنعتها
أسماء
"Öldüğümde sen ve Ali bana gusül verin ve yanıma hiçkimse gelmesin!"
Fatıma vefat ettiğinde Ayşe geldi ama Esma onu içeri
almadı....
(İbn'ül
Esir "Üsdü'l-Gabe' C.5, S.524)
Ayşe'nin Hz. Ali ve Ehl-i Beyt ile ilgili kendisinden nakledilen
hadisler, onun Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in hakkaniyetini bildiğini
göstermektedir, bütün bunlara rağmen, Hz. Ali'ye buğzetmesi, onu
kıskanması, ona kin tutması kabul edilecek bir durum
değildir. Şimdi bu hadis ve haberlerin bir kısmını
sunuyorum.
Ayşe şöyle derdi: (Zeyyinü mecaliseküm bizikri Ali bin Ebi Talib)
Meali: “Meclisinizi Ali b. Ebi Talib'i zikrederek süsleyiniz”
(İbn-i Meğâzeli "Menâkibu Ali bin Ebi Tâlib
aleyhisselâm" S.211)
Ayşe diyor ki, Rasulullah (saa)'ın şöyle buyurduğunu
duydum: (Zikru Aliyyin ibadeh) Meali: "Ali'yi zikretmek ibadettir"
(İbn-i Asakir "Tarih-i Dimaşk" C.2, S.408)
Ayşe’den naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Hubbu Aliyyin
ibadeh) Meali: "Ali'yi sevmek ibadettir"
(Abdül Ali el-Kureşi el-Haşimi el-Hanefi el-Hindi “Tefrih’ul
Ehbab fi Menakib el-Âl vel Ashab” s. 340)
Resulullah (saa) Ayşe'ye hitaben şöyle buyurdu: (Hâze Aliyyün,
evvelü men âmene bi) Meali: "Bu Ali, bana iman edenlerin ilkidir."
(İbn'ül Esir "Üsd'ül Gabe" c.7, s.259)
Ata dedi ki:
Ayşe’ye Hz. Ali’yi sordum. Dedi ki: “O, insanların en
hayırlısıdır, bundan ancak kafir olan şüphe eder.”
(İbn-i Asakir
"Tarih-i Dimaşk" c.2, s.448 Beyrut Bas. / el-Hemedani “Meveddet’ül Kurba” 3. Meveddet. / el-Kunduzi
el-Hanefi "Yenabi'ül Mevedde"
s.246)
Âişe,
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemden sordu: “Ey Allah’ın
Resûlü! Senden sonra insanların en hayırlısı kimdir?”
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem buyurdu ki: “Ali b. Ebî
Tâlib’dir. Kendisi nefsimdir, ben de onun nefsiyim!”
(Harezmî,
Menâkıb, s. 90)
Ayşe dedi
ki: Ben Ebu Bekir’i Hz. Ali’ye sürekli
baktığına şahit oldum. Dedim ki: Görüyorum ki, Ali’nin
yüzüne çok bakıyorsun. Bana dedi ki: Ey kızım, Resulullah’tan
duydum buyurdu ki : Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir.
(Menakıb-ı
Hüvarezmi s.252 / el-Tabari' nin "Zehair' ul Ukba" s.95 / el-Künci
"Kifayet' üt Talib" s.157 / el-Hamvini eş-Şafii
"Feraid es-Simtayn" c.1, s.182 / el-Hakim Nişaburi
"Müstedrek ala Sahihayn" c.3, s.141 / el-Heysemi "Mecma' üz
Zevaid" c.9, s.119)
Ayşe’den
naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (En-nazaru ila vechi Aliyyin
ibadeh) Meali: "Ali'nin yüzüne bakmak ibadettir"
(el-Kunduzi
el-Hanefi "Yenabi'ül Mevedde"
Sayfa: 90)
Muâzet
el-Gıffârî nakletti: Peygamber sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem,
Âişe’nin evindeydi. Ben oraya vardığımda Ali evden yeni
çıkmıştı. Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin
Âişe’ye hitaben şöyle buyurduğunu kendim duydum: “Ey Âişe!
Ali bana en sevgili ve en keremli olan erkektir. Onun hakkını daima
bil ve ona ikramda bulun!”
(Muhibüddin
Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 62; El-Askalânî, El-İsâbe, IV, 183; Muhibüddin
Taberî, Riyâdü’n-Nadıra, II, 21)
Seleme b.
Kehiyl nakletti: Bir gün Âişe, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi
vesellemin yanındaydı. Hz. Ali (kv) de onlara doğru geliyordu.
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu: “Ey
Âişe; Araplar’ın seyyidine bakıp şereflenmek istiyorsan,
Ali b. Ebî Tâlib’e bak!” Âişe dedi
ki: “Sen, Araplar’ın seyyidi değil misin?” Resûlüllah sallellâhü
aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu: “Ben Müslümanların imamı
ve takvâ ehlinin seyyidiyim. Ali ise Araplar’ın seyyididir.
(Hâkim,
El-Müstedrek, VI, 4684; Hatîb Bağdâdî, XI, 89-90; İbnü’l Megâzilî,
Menâkıb, s. 213; Kundûzî, Yenâbi'ül Mevedde, s. 118)
Âişe ve
Abdullah b. Abbas nakletti: Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem
şöyle buyurdu: “Önde gelenler (önce iman edenler) üç kişidir. Mûsa’ya
önde gelen Yûşa, İsa’ya önde gelen Yâsîn (Habib-i Neccar) ve bana
önde gelen Ali’dir.”
(Deylemî ve
Taberânî’den; Zehebî, Mîzânü’l-Îtidal, s. 536; Muhibüddin Taberî,
Zehâiru’l-Ukbâ, s. 58; El-Heytemî, Savâikü’l-Muhrikâ, s. 284)
Âişe nakletti: Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve
âlihi vesellem şöyle buyurdu: “Kardeşlerimin en sevgilisi
(hayırlısı) Ali’dir. Amcalarımın en sevgilisi
(hayırlısı) Hamza’dır. Ali’den bahsetmek ibadettir.
(Deylemî’den;
İbnü’l Megâzilî, Menâkıb, s. 38 / s. 299; İbnü’l Esîr,
Üsd’ül-Ğâbe, III, 109; El-Askalânî, El-İsâbe, II, 2; Süyûtî, Cem’ul
Cevâmi, IV, 266)
Âişe nakletti: Resûlüllah sallellâhü
aleyhi ve âlihi vesellemin Ali’ye şöyle buyurduğunu duydum: “Sana
şunlar yeterlidir: Seni sevene ölüm esnasında üzüntü yok! Ölünce
kabrinde vahşet bulmaz! Kıyamet gününde ise ona korku yoktur!”
(Hatîb
Bağdâdî, IV, 102; Kundûzî, Yenâbiül Mevedde, s. 89)
Hz. Hasan (as)
nakletti: Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu:
“Bana, Araplar’ın seyyidini çağırın!” Âişe: “Sen,
Araplar’ın seyyidi değil misin?” Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve
âlihi vesellem buyurdu ki: “Ben bütün insanların seyyidiyim, Ali ise
Araplar’ın seyyididir.” Hz. Ali (kv) geldikten sonra Ensâr toplumunu da
çağırmamızı buyurdu. Ensâr toplumu da hazır olunca
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu:
“Ey Ensâr
toplumu; size bir yol göstereyim mi, ona tutunduğunuz müddetçe asla yoldan
sapmazsınız.” Ensâr toplumu dediler ki: “Evet, Ey Allah’ın
Resûlü! Göster!” Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem buyurdu ki: “O
yol Ali’dir. Beni sevdiğiniz sevgiyle onu seviniz. Bana ikram
ettiğiniz gibi, ona da ikram ediniz. Bunu size söylememi şanı
yüce olan Allah (celle celâlühü) tarafından, Cebrâil (as) bana bildirdi.”
(Ebû Nuaym,
Hilyetü’l-Evliya, XI, 379; Muhibüddin Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 70; Ali
el-Muttakî, Müntehab, V, 47; Ali el-Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, II, 618)
el-İsabe
[Leyla Gifari'den]: Peygamberle birlikte savaşa
katılmıştım; yaralıları tedavi ediyordum ve
hastalarla ilgileniyordum. Ali, Basra'ya doğru yola
çıktığında onunla birlikte çıktım. Ayşe'yi
görünce onun yanına gittim ve dedim ki: 'Resulullah'tan (s.a.a) Ali
hakkında bir fazilet duydun mu?' Dedi ki: 'Evet. Resulullah'ın
(s.a.a) yanına geldi. Peygamber benimle birlikteydi ve üzerinde bir
pelüş vardı. O, ikimizin arasına oturdu.
"Kendin
için buradan daha geniş bir yer bulamadın mı?!" dedim.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: 'Ya Ayşe!
Kardeşimi bana bırak! Zira o, halkın İslam'ı ilk kabul
edeni, bana en son veda edeni ve kıyamet günü benimle görüşecek ilk
kişidir.'
(el-İsabe, c.8, s.307, h.11831; Tarih-i Dımeşk,
c.42, s.45, h.8376; Kufi, el-Menakıb, c.1, s.287, h.204).
Âişe
nakletti: “Şüphesiz Sünnet ilminde, insanların en bilgini Ali’dir.”
(İbn
Abdilber, El-İsti’âb, s. 1104; Zehebî, Tarihü’l-İslam, VI, 399;
Muhibüddin Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 78; El-Heytemî, Savâikü’l-Muhrikâ, s.
289; Kundûzî, Yenâbiül Mevedde, s. 49)
Aişe’den Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: “Allah-u Teala, Ali’ye karşı kıyam edenin
kafir ve ateş ehli olduğunu bana bildirdi.”
(Mir Seyyid Ali Şafii Meveddet’ul- Kurba 3. Mevedde’de)
Âişe nakletti: Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin
şöyle buyurduğunu kendim duydum: “Her kim Ali’ye karşı
çıkarsa ateştedir.” Hazır olanlar Âişe’ye dediler ki: “Ey
Âişe, sen niye karşı çıktın?” Âişe buyurdu ki:
“Bu hadisi, Cemel Vak’ası’nda unutmuştum. Fakat Basra’ya gittiğimde
aklıma geldi. Şimdi de Allah’tan mağfiret diliyorum.”
(Kundûzî, Yenâbiül Mevedde, s. 79 / Muhammed Salih et-Tirmizi “Menakıb
el-Murtadavi” s.117 / Es-Seyyid Ali bin Şehabettin el-Hemedani
“Meveddet’ül Kurba” s.43 / Süleyman el-Kunduzi el-Hanefi “Yenabi’ül Mevedde”
s.247)
(Bu rivayet hakkındaki
açıklamamız: Şayet, Ayşe, dediği gibi ise ve unuttu
diye, Hz. Ali'ye karşı savaş açtıysa ve
hatırladığında bağışlanma talep ediyorsa, o
zaman, Hz. Ali öldürüldüğü zaman sevinmez ve şükür secdesine kapanmazdı)
Âişe nakletti: “Resûlüllah bir gün, Ali’nin boynuna sarıldı
ve onu öperek: “Babam bir benzeri daha olmayan bir tek şehide kurban
olsun!” buyurdu.
(El-Askalânî,
El-Metâlib, III, 3965)
“Ey Ehl-i Beyt; Allah
kusurlarınızı giderip, sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab 33.
Ayet)
Âişe;
Tathir âyetinin tefsiri hakkında şu hadisi rivâyet etmiştir:
“Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem, üzerinde siyah kıldan
nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin evden
çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına aldı.
Sonra Hüseyin geldi, onu da örtü altına aldı. Sonra Fâtıma
geldi, onu da aldı. Sonra Ali geldi, onu da örtünün altına aldı.
Sonra da: “Ey Ehl-i Beyt; Allah kusurlarınızı giderip, sizi
tertemiz yapmak istiyor” buyurdu.”
(Müslim,
Fazilet 61 / X, 299; Hâkim, El-Müstedrek, VII, 4761 BMT; Beyhakî, Sünen, II,
149)
Âişe
nakletti: Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu:
“Cebrâil (as) bana dedi ki: Yeryüzünü doğusundan batısına kadar
aradım. Muhammed’den daha faziletli bir insan bulamadım. Yeryüzünü
doğusundan batısına kadar aradım,
Hâşimoğulları’ndan daha faziletli bir toplum göremedim.”
(Suyûtî,
Câmiu’s-Sağîr, II, 84; El-Heytemî, Savâikü’l-Muhrikâ, s. 415)
Bir kadın,
Âişe'ye, Hz. Ali (kv)’yi sordu:
Âişe buyurdu ki: “Allah’a
yemin olsun ki, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi veselleme yeryüzünde
Ali’den daha sevgili kimse yoktu. Kadınlardan da Fâtıma’dan daha
sevgili birisi yoktu.”
(Hâkim, El-Müstedrek, VII, 4784 BMT; Hatîb Bağdâdî, XI,
430; Harezmî, Menâkıb, s. 37; İbnü’l Esîr, Üsd’ül-Ğâbe, VII,
223; El-Heytemî, Savâikü’l-Muhrikâ, s. 277)
Âişe şöyle buyurdu: “Resûlüllah’a
Ali’den ve Fâtıma’dan daha sevgili kimseyi görmedim.”
(İbn
Âsâkir ve Zehebî’den; Kundûzî, Yenâbiül Mevedde, s. 44)
Âişe
nakletti: “Fâtıma’dan daha sâdık birini görmedim. Fâtıma’dan
daha faziletli olan ancak babasıydı.”
(Hâkim,
El-Müstedrek, VII, 4810 BMT; El-Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, IX, 201; Taberânî,
Mu’cemül Evsât, II, 118, 2721; El-Askalânî, El-Metâlib, III, 3986)
Âişe
nakletti: “Şekil, hâl ve tavır bakımından,
kalkışında ve oturuşunda Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve
âlihi veselleme, kızı Fâtıma’dan daha çok benzeyen hiç kimseyi
görmedim. Fâtıma, Resûlüllah’ın yanına girdiği zaman,
Resûlüllah ona doğru ayağa kalkar, onu öper ve kendi yanına
oturturdu. Resûlüllah efendimiz de Fâtıma’nın yanına
girdiği zaman, Fâtıma oturduğu yerden kalkar, Resûlüllah’ı
öper ve O’nu kendi yanına oturturdu.” Farklı rivâyet: “Resûlüllah
sallellâhü aleyhi ve âlihi veselleme, hadis ve kelam bakımından,
Fâtıma kadar benzer birini görmedim. Fâtıma babasının
yanına geldiği zaman, Resûlüllah (sav) ayağa kalkardı. Onu
karşılar, elinden tutar ve meclisinde yer verirdi.”
(Buhârî,
Fazilet 27; Müslim, Fazilet 98 / X, 350; Tirmîzî, Menâkıb 60, 3872; Ebû
Dâvud, Edeb, III, 5217; İbn Hibban, II, 477; Hâkim, El-Müstedrek, VII,
4785-4807 BMT; Muhibüddin Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 41)
Âişe ise
şöyle nakletti: Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin
vefatına doğru olan hastalığında, bütün
hanımları huzurunda toplanmıştık. Fâtıma,
aynı Resûlüllah (sav)’in yürümesi gibi yürüyerek yanımıza geldi.
Resûlüllah
(sav), kızı Fâtıma’ya: “Merhaba! Hoşgeldin, Ey
Kızım!” diyerek yanına oturttu. Sonra, ona bir şeyler
fısıldadı. Bunun üzerine Fâtıma; şiddetli bir
şekilde ağladı. Resûlüllah (sav), onun üzüntüsünü görünce ikinci
defa bir şeyler daha fısıldadı. Bunun üzerine Fâtıma
güldü. Fâtıma, o zaman bunu açıklamadı. Resûlüllah (sav)’in
vefatından sonra, o gün ağlamasının ve gülmesinin sebebini
sorduk; Fâtıma buyurdu ki: “Resûlüllah bana, “Her sene Cebrâil (as) bir
defa gelir, Kur’ân’ı mukabele ederdik. Bu sene ise, iki defa geldi ve iki
defa mukabele ettirdi. Bundan ecelimin yaklaştığını
anladım. Sabırlı ve anlayışlı ol! Ben senin için
ne güzel selefim (öncüyüm).” buyurdu. Bu haberi alınca, ben de ağladım.
Resûlüllah benim üzüldüğümü görünce bana şöyle haber verdi: “Ey
Fâtıma! Ev halkımdan bana cennette, ilk kavuşacak olan sensin.
cennet kadınlarının seyyidesi olmaya razı değil
misin?” buyurunca ben de razıyım deyip; tebessüm ettim, güldüm.”
(Buhârî,
Fazilet 12, 3715-3716 / Menâkıb 25, 3623-3626 / İzin 43; Müslim, Fazilet
97-99 / X, 349; Ebû Dâvud, Edeb 143-144, 5217; Tirmîzî, Menâkıb 61, 3872 /
III, 616; İbn Mâce, Cenaze, IV, 64, 16271).
Âişe
nakletti: Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu:
“Cebrâil (as), bana torunum Hüseyin’in Tıff denilen yerde
öldürüleceğini ve benden sonra ümmetimin fitneye düşeceğini
haber verdi.”
(Taberânî’den;
Er-Rudânî, Cem’ul Fevâid, VII, 575; Kundûzî, Yenâbiül Mevedde, s. 138)
Âişe
nakletti: “Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem, kurban keseceği
zaman iri, besili, boynuzlu, alacalı, iğdiş ya da hadım
edilmiş iki koç satın alırdı. Bunlardan birini ümmetinden
Allah’ı birleyen ve peygamberliğine şehâdet eden kimseler için
keserdi. Diğerini ise kendisi ve Ehl-i Beyt’i adına keserdi.”
(Ahmed, Müsned,
IX, 12475)
es-Sünnet [Ebu Said Rakkaşi'den]: Ayşe'nin
yanına vardım.
Bana dedi ki: Ebul Hasan'a ne oluyor ki Kur'ân kârileri olan yarenlerini
öldürüyor?!
Dedim ki: Ey Müminlerin Annesi! Biz öldürülenler arasında ZuSudeyye'yi
bulduk.
Ayşe derinden bir ah veya nefes çekti ve şöyle dedi:
Şahitliği gizleyen yalancı şahit gibidir. [Onun için ben de
gizlemeyeceğim ve söylüyorum:] Resulullah'ın (s.a.a) şöyle
buyurduğunu duydum: "Bu güruhu ümmetimin en hayırlısı
öldürecektir."
(es-Sünnet, İbn-i Ebu Asim, s.585, h.1327; el-Mucamu’l-Evsat,
c.7, s.210,h.7295)
Şerh-i Nehcü'l-Belağa [Mesruk'tan]: Ayşe,
Ali'nin (a.s) ZuSudeyye'yi öldürdüğünü duyunca Mesruk'a dedi ki: Allah Amr
b. As'a lanet etsin! Bana yazdığı mektubunda onu kendisinin
İskenderiye'de öldürdüğünü haber vermişti. Şimdi o benim
içimdeki şeyi, Resulullah'tan (s.a.a) işittiğim şu sözü
söylememe engel olamaz: "Onu (ZuSudeyye'yi) ümmetimin benden sonra en
hayırlısı öldürecektir."
(Şerh-i Nehcü’l-Belağa, c.2, s.268; Keşfu’l-Ğumme,
c.1, s.158, Ebu Yusr Ensari'den rivayet etmiştir; Biharu’l-Envar,
c.33, s.340).
Şerh-i Nehcü'l-Belağa [Mesruk'tan]: Ayşe
bana dedi ki: Sen benim evlatlarımdansın ve onların
arasından bana en sevimli olansın. Acaba şu eli nakıs adam
(Zu-Sudeyye) hakkında bilgin var mı? Dedim ki: Evet, Ali b. Ebu Talib
onu nehrin yanında öldürdü. O nehrin yukarısına Tamerra,
aşağısına ise Nehrevan deniliyor. Derelerle ılgın
ağaçları arasındadır.
Ayşe dedi ki: Benim için buna dair şahit getir. Ben de birkaç
kişi getirdim; onlar Ayşe'nin yanında buna şahitlik
ettiler.
Ona dedim ki: Seni şu kabrin sahibine (Peygamberin (s.a.a) kabrine) yemin
veriyorum, Resulullah'tan (s.a.a) onlar hakkında ne duydun?
Ayşe dedi ki: Evet, onun şöyle buyurduğunu duydum: Onlar
halkın ve yaratılmışların en kötüsüdürler. Onları
halkın ve yaratılmışların en iyisi ve Allah
katında vesile olarak en yakın olanı öldürecektir.
(Şerh-i Nehcü’l-Belağa, c.2, s.267; el-Menakib,
İbn-i Meğazili, s.56, h.79; Şerhu’l-Ahbar, c.1, s.141,
h.74).
Sahih-i Buharî [Ayşe'den]: Peygamber'in
kızı Fatıma (s.a) Ebubekir'e bir mesaj göndererek Allah'ın
savaş olmaksızın ve kan dökülmeksizin Medine topraklarından
Peygamber'e bahşettiği şeyleri, Fedek'i ve Hayber humusundan
kalan malları… içeren Resulullah'tan kendisine ulaşmış
mirası istedi.
Ancak Ebubekir, bunlardan Fatıma'ya bir şey vermekten
kaçındı.
Bu yüzden Fatıma (s.a) Ebubekir'e kızdı, küstü ve ölünceye dek
onunla konuşmadı. Fatıma, Peygamber'den sonra altı ay
yaşadı.
Vefat edince eşi Ali onu geceleyin toprağa
verdi. Ölümünü Ebubekir'e haber vermemişti. Namazını da kendisi
kıldı.
(Sahih-i
Buharî, c.4, s.1549, h.3998; Sahih-i Müslim, c.3,
s.1380, h.52)
Aişe dedi ki: Hz. Fatma, Ebu Bekr'e bir risale yazıp
babası Resulullah tan mirasını sordu. Ebu Bekir kabul etmeyip
bir şey vermedi. Bu yüzden fatma darıldı ve ölünceye kadar
onunla konuşmadı.
(Bkz. Sahih-i Buhari c.3, s.39)
İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 2, s.
18’inde Zuhri vasıtasıyla Aişe’den şöyle dediğini
nakletmiştir: “Ali 6 ay boyunca biat etmedi; O biat etmedikçe Beni
Haşim’den de kimse biat etmedi.”
Muâviye; Hz. Ali (kv) tarafından Mısır’a vali tayin edilen
Muhammed b. Ebî Bekir’i öldürttü. Muâviye’nin komutanlarından Muâviye b.
Hudeyc, yardımsız kalan Muhammed b. Ebû Bekir’i öldürüp, sonra da
cesedini bir eşek leşinin içine koyarak yakmıştır.
Bunu duyan Âişe; Muâviye ve Amr İbnü’l Âs’a bedduâ eder oldu.”
(Tarih-i Taberî, IV, 57; İbnü’l Esîr, El-Kâmil, III, 367; Zehebî,
Tarihü’l-İslam, VI, 354; İbn Kesîr, El-Bidâye, VII, 494; Er-Rudânî,
Cem’ul Fevâid, VII, 526; Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ, I, 582 1)
Ayşe, Mervan bin el-Hakem'e şöyle demiştir:
“‘Ey Mervân! Sen henüz baba sülbünde iken Resûlullah(S.A.V.), babana lanet
etmişti. Ve işte sen ey Mervân, bu lanetin bir parçasısın!’
dedikten sonra bir kez daha kendisine dönmüş ve ‘Ayrıca, Kur’ân’da
lanet edilmiş şecere/ağaç sizsiniz!’”
(El-İsâbe Fî Temyîzi’s-Sahâbe, İbnu Hacer, c.I, s.345, 346, 2.
Sîretu’l Halabiyye, c.I, s.337, 3. El-Fâ’ık, Zemahşerî, c.II, s.305,
(El-Ğadîr, El-Emînî, c.VIII, s.242, 243’ten)).
Ebu Bekir, hilafeti
döneminde beş yüz hadis toplattı. Ayşe söylüyor: Babamı bir gece sabaha
kadar muztarip halde gördüm ve sabah olunca bana dedi ki: Hadisleri getir.
Sonra hepsini yaktı.
(el-Müttaki el-Hindi, Kenz-ul Ummal, c.5, s.237)
Zühri, Ayşe’nin şöyle söylediğini rivayet etmektedir:
“Bir gün Resulullah’ın yanında idim, bu sırada Abbas ve Ali’nin
gelmekte olduklarını gördüm, Resulullah: Ey Ayşe! Bu iki
kişi benim dinimden başka bir din üzere ölürler, buyurdu.”
(Şerh-i Nehcü’l-Belağa, İbni Ebi’l-Hadid, C.4, S.63).
Zühri bu hadisi “Urvet b. Zübeyr” kanalıyla Ayşe’den rivayet
etmektedir. Herkes de Ayşe’nin Ali’ye karşı ne kadar kin
taşıdığını bilmektedir. Urve’nin de Peygamber
ailesi düşmanlarından olduğunu bilmekteyiz. “İbni
Ebi’l-Hadid”, onun da, Ebu Hureyre, Amr b. As ve Muğayre b. Şu’be
gibi Muâviye’nin, Ali (a.s) aleyline hadis uydurmak için parayla satın
aldıkları arasında olduğunu açıkça belirtmektedir.
(Şerh-i Nehcü’l-Belağa, İbni Ebi’l-Hadid, C.4, S.63).
Âişe diyor ki: “Allah'ın Rasûlü (s.a.a) başı
kucağımdayken ruhunu teslim etti!!!”
(İbn Sa’d, II, 230, 260~262; Mâlik: cenâiz, 46; Ahmed: VI, 32)
Ayşe'den nakledilen bu söz doğru değildir,
hem Hz. Ali (as)'den birçok yerde Rasulullah (saa)'ın onun göğsüne
yaslanmış olduğu halde vefat ettiği nakledilmiştir,
hem de Ayşe'nin kendisi başka rivayetlerinde Rasulullah (saa)'ın
vefat ettiği esnada imam Ali'nin yanında olduğu
kaydedilmiştir. Örnekleri bunlardır:
- İmam Ali (a.s): “Allah'ın Rasûlü (s.a.a)
başı kucağımdayken ruhunu teslim etti!”
(İbn Ebil-Hadîd, V, 181)
- [Alkame b. Esved'den, o da Ayşe'den]: Resulullah
(s.a.a) evimde ölüm anında iken şöyle buyurdu: 'Bana habibimi
çağırın!' Ben onun için Ebubekir'i çağırdım. Ona
baktı ve başını indirdi. Sonra buyurdu: 'Bana habibimi
çağırın!' Ömer'i çağırdılar. Peygamber ona
baktı ve başını indirdi. Sonra yine buyurdu: 'Bana habibimi
çağırın!' Ben dedim ki: 'Yazıklar olsun size! Ona Ali b.
Ebu Talib'i çağırın! Vallahi ondan başkasını
istemiyor.' Ali'yi görünce kendi üzerindeki örtüyü açtı, onu da örtünün
altına aldı, bağrına bastı ve vefat edinceye kadar
böyle kaldı; vefat ettiğinde eli onun üzerindeydi.
(Tarih-i Dımeşk, c.42, s.393; Harezmî,
el-Menakıb, s.68, h.41; Harezmi, Maktelu'l-Hüseyn, c.1, s.38;
er-Riyazu'n-Nazra, c.3, s.141; Tusi, el-Emali, s.332, h.665; İbn-i
Şehrâşub, el-Menakıb, c.1, s.236; es-Sıratu'l-Mustakim,
c.2, s.48. Ayrıca bkz: el-Hisal, s.646, h.32; Basairu'd-Derecat, s.314,
h.2).
Yine Abdullâh b. Abbâs'tan bir Rivayet: “Vallâhi,
Allah'ın Rasûlü (s.a.a) Ali’nin göğsüne yaslanmış iken
ruhunu teslim etti!”
(İbn sa’d, II, 263)
Ayşe'nin fetvasına göre,
yetişkin erkeklere de süt verilebilirdi. Erkekler kadınların
memesinden süt emebilir, böylece onlara mahrem olabilirlerdi.
İmam Malik'in Muvatta adlı
Rivayete göre; Ayşe, erkekleri kız kardeşi Ümmü Kulsum'a ve
erkek kardeşinin kızlarına gönderir, onlardan süt emzirir,
böylece Ümmül Müminin Ayşe, onlarla hicapsız olarak görüşmeyi kendine
helal bilirdi.
İmam Malik, "Muvatta",
c.2, s.606, Yetişkinlere Süt Verme bölümü.
Ayşe'nin içtihadına göre bu
erkekler artık ona mahrem oluyorlardı!
Ebu Seleme diyor ki: Aişe’nin
yanına girmiştim. Yanımda Aişe’nin süt kardeşi
vardı. Kendisine, Resulullah’ın cenabetten nasıl
yıkandığını sorduk. Bir sa’ miktarında bir kap
getirtti ve onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde
vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere su döktü ve dedi ki: Resulullah’ın
zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması için
saçlarının başlarını alırlardı.”
(Buhari, Gusl 2; Müslim, Hayz 41, 42, (319, 320); Ebu
Davud, Taharet 97, (238); Nesai, Taharet 144, (1, 127).
Ayşe, yetimi
kucağındayken yere düşüp yığılıncaya kadar
döverdi.
(Mecdüddin İbn-'ül
Esîr "En-Nihaye Fî Garîb'ül Hadîs Vel-Eser" C.2, S.334-335 / Muhammed
bin Ahmed el-Ezheri "Tehzîb'ül Luğat" C.12, S.241 / İbn-i Manzur "Lisân'ül Arab"
C.7, S.311)
وَفِي
حَدِيثِ
عَائِشَةَ
«كَانَتْ
تَضرِبُ
اليتيمَ
يَكُونُ فِي
حِجْرِهَا
حَتَّى يُسْبِطَ»
أَيْ يَمتدّ
عَلَى وَجْهِ
الْأَرْضِ
(ساقطاً).
(مجدالدين
ابن الأثير في
النهايه في
غريب الحديث
والاثر الجزء
: 2 صفحة : 334 - 335 /
محمد بن أحمد
الأزهري في
تهذيب اللغة
الجزء : 12 صفحة : 241 / الزمخشري
في الفائق في
غريب الحديث
الجزء : 2 صفحة : 152)
Ayşe, yetimi
kucağındayken yere düşüp yığılıncaya kadar
döverdi. Ve
Ondan şu söz de nakledilmiştir:
"Hastaya girdim ve onu hareket edemiyor ve konuşamıyor
halde yalnız bıraktım"
(Murtada
ez-Zübeydi "Tâc'ül Arûs Min Cevâhir'ül Kâmûs" C.10, S.274 Dâr'ül
Fikir Yayınları / Zemahşeri "el-Fâik Fî Garîb'ül
Hadîs" C.2, S.152 / Es-Sağâni "El'âb'üz Zâhir" C.1, S.261)
(Not: Bu rivayetleri nakleden
Ehl-i Sünnet alimleri, mezhep taassubundan dolayı 'Allah ondan razı
olsun' tabirini kullanmadan da edememişlerdir. Şu şekilde
nakletmişlerdir: "Ayşe Allah ondan razı olsun, yetimi
kucağındayken yere düşüp yığılıncaya kadar
döverdi" İnsanın aklına şu soru gelebilir: Yetimi
dövdüğü için mi, 'Allah ondan razı olsun' temennisini diyorlar?)
وَفِي
حَديثِ
عائِشَة:
أنَّها
كَانَت تَضْرِبُ
اليَتيمَ
يَكُونُ فِي
حَجْرِها
حتَّى يُسْبِطَ
أَي
يَمْتَدَّ
عَلَى وَجْهِ
الأرْضِ.
ويُقَالُ:
دَخَلْتُ
عَلَى
المَريضِ
فتَرَكْتُه
مُسْبِطاً
أَي لَقًى لَا
يَتَحَرَّكُ
وَلَا
يَتَكَلَّم.
(المرتضى
الزبيدي في
تاج العروس من
جواهر القاموس
الجزء : 10 صفحة : 274 ط دار الفكر /
الصغاني في
العباب
الزاخر الجزء
: 1
صفحة : 261 /
ابن منظور في
لسان العرب الجزء : 7 صفحة : 311 /
الزمخشري في
الفائق في
غريب الحديث
الجزء : 2 صفحة : 152 /
الصغاني في
العباب
الزاخر الجزء
: 1 صفحة : 261)
Büyük EHLİBEYT Dostu ve muhibbi Doktor MEHMET ALÎ DERMAN,
İstanbul Üçler matbaasınca 1977 yılında basımı
yapılan İMAMI ALİ VE MUAVÎYE kitabının 3/301-302
sayfaları ile 307-308. sayfalarında aynen şöyle yazar:
Hz. Hasan şehit olduğu vakit 46
yaşında idi. Dilediler ki, Peygamber (saa)'in Kabr-i Şerifi'nin
yanına defnedilsin. Aişe buna razı olmadı, o sebepten
Baki'ül Garkad dedikleri makama defnettiler.
(Taberi
tercümesi Konya can ya. 1974 basımı 3/223)
Ahzab Süresi 33'üncü ayette (Ey Peygamberin
hanımları! Evlerinizde oturunuz, kendinizi süsleyip sokaklarda
cahiliyyet zamanında olduğu gezmeyiniz) emri vardır.
Oysa Ayşe, bu emri
dinlemeyerek, hatta Peygamberin öteki eşi Ümmü Seleme tarafından
kendisine ayetin okunmasına rağmen Mekke'ye giderek erkeklerin
arasına karıştı ve ayrı ayrı yerlerden asker
toplayıp Cemel savaşı denile savaşa sebep oldu. Bu suretle
yirmi bine yakın müslümanın ölümüne yol açtı. Peygamberin vasisi
ve halifesi bulunan İmam-ı Müslimin olan Allah'ın arslanı,
Evliyalar Şahı'na karşı cenge gitti.
Hazreti Peygamber (saa) Ayşe'ye
buyurmuştu ki:
'Bir gün
İmam Ali'ye karşı geleceksin, eğer sana Hav'ab köpekleri
saldırırsa bil ki sen haksızsın'.
Ayşe,
askerlerin arasına karışarak onların başlarına
geçti. Peygamberin postunda oturan ve hemen hemen bütün sahabeler
tarafından iş başına getirilmiş bulunan Peygamber
vasisi İmam Ali ile cenk etmekten çekinmedi. Basra'ya giderken yoldan
gerçekten de Hav'ab suyunun köpekleri,
Ayşe'nin devesine saldırdılar. Artık pişman
olmuştu, ama iş işten geçmişti. Menfaat peşinde geçen
birtakım müslümanlar, başta Zübeyr'in oğlu Abdullah olduğu
halde 50 sarıklı ve sakallı hoca getirerek, 'Burası Hav'ab
değildir, bu köpekler başka köpeklerdir' demişlerdi.
Ayşe
anamız bunları duymadı mı?
"Niçin
böyle yaptın?" denince: "Bu hadisi ben Cemel günü unuttum, Basra'da
hatırıma geldi" diyor.
Haydi diyelim,
bu hadisi unuttu. Ama Mekke'den hareket ederken bütün dostları hatta
Hazreti Rasülün (saa) pak hanımları ona bu hareketi mene
kalktılar. "Ali'ye muhalefet, Peygambere muhalefettir" diye onu
uyardılar, neden dinlemedi?
Yine Hazreti Resul (saa) buyuruyor:
"Kim Ali'ye eziyet ederse bana ve Allah'a eziyet etmiş olur"
Oysa
onbeşbinden fazla müslümanın ölümüne sebebiyet verdi. Sahabeyi
Pak-ı Rasulullah (saa) (Rasulullah'ın
temiz ashabından) olan Osman B. Huneyfe eziyet etti. Sakalının,
bıyığının, kaşlarının yolunmasına
müsade etti. Silahsız hafızlardan ve hazine muhafızlarından
100 kişiyi suçsuz yere öldürttü.
İbn-i Cerir, İbn-i Esir,
bunları yazar, hatta hatta tarafsız Ehl-i Sünnet kitaplarında da
vardır.
Ayşe'yi kurtarmak
isteyenlerden bazıları diyorlar ki:
'Bunlar sahihtir, ama Ümmül
Müminin Ayşe de insandır, aldanabilir, çünkü masum değildir,
bazı kimselerin hilesine aldandı, ama sonradan tövbe etti'.
Onun tövbesi ile ölen
onbeşbin müslüman geri gelir mi?
Ayşe,
Cenab-ı Hakkın ve Peygamberin emirlerini hiçe
saymıştır.
Onun savaşta, müslümanların
öldürülmesine vesile olduğu kesindir, ama tövbesi bilinmez.
Sıbt-ı Rasül
(Rasulullah'ın torunu) İmam Hasan'ın cenazesine
yaptığı muamele herkesçe bilinmektedir. İçten tövbe etseydi
bunları yapmazdı. Ayşe'nin o ismi pak (imam Hasan)'a,
yaptığını, yaptırttığını her
işiten bundan üzüntü duyar. Ayşe deveye bindi, cahiliyyet zamanının
kadınları gibi erkeklerin arasına karışarak
peygamberin ve Cenab-ı Hak'kın halifesi ile savaşa girişti.
İmam Hasan'ın cenezasi kaldırılınca, Ayşe bir
katıra binerek, Ben-i Ümeyye'den bir cemaat ile cenazenin önünü kesti ve
dedi ki: 'Peygamber'in yanınan Hasan'ın gömülmesini ben istemiyorum'.
Hatta bazı yazarlara göre imam Hasan'ın tabutunu oka tutturdu.
Sahabenin büyüklerinden olan
Abdullah B. Abbas diyor ki:
"Cemel
günü, deveye binip savaş meydanına geldin, bu sana yetmedi mi ki,
şimdi katıra binip Peygamberin oğlunun cenazesinin önününü
kestin. Sana "Evde Otur" dendiği halde, bir gün deveye,
başka bir gün de katıra binip erkekler arasına
karışman, Rasulü Hüdanın hicabını parçalamadı
mı?
Bu beyanın devam eden
kısmında da şöyle denilmektedir:
Ben-i
Haşim, İmam Hasan'ın cenazesinin yolunu kesenlere
kılıç çekmek istediler. Ama İmam Hüseyin, onları
bırakmadı, önünü aldı, sonra dedi ki: "Kardeşim
vasiyet etti ki: 'Benim cenazemin arkasından kan dökülmesini
istemiyorum'" Bunun üzerine cenazeyi Baki mezarlığına
gömdüler.
EĞER AYŞE'NİN TÖVBE
ETTİĞİ DOĞRU OLSA HAZRET-İ ALİ'NİN
ŞEHADETİNİ DUYUNCA NEDEN ŞÜKÜR SECDESİNE KAPANDI?!!!
Rahmetli Doktor, bu
beyanına, şu kaynak kitapları belge getirir:
1: Sıbt-ı İbn-i
CEVZÎ "HAVAS-ÜL EİMME" Sayfa: 122.
2: Mesudi
"MÜRUCÜZ-ZEHEB" Sayfa: 136.
3: İbni Ebil Hadid
"NEHCÜL BELAĞA ŞERHİ" 4/18.
Ayrıca RAVZATÜ'S-SAFA,
VAKIDİ TARİHİ,
EBÜL-FİDA TARİHİ'ni de belge gösteriyor.
Yine, HAZRETİ ALİ külliyesi C.4,
S.212. sayfada der ki.
— BAZILARI YAZIYORLAR Kİ: "BASRA
HADİSELERİNDEN SONRA AYŞE ANAMIZ TÖVBE ETTİ"
"EĞER TEVBE ETMİŞ
İDİYSE, HAZRETİ PEYGAMBERİN SEVGİLİ TORUNUNUN
CENAZESİNİN ÖNÜNE GEÇEREK NEDEN OK'A TUTTU VE GERİ
ÇEVİRDİ.??"