GADİR SAYFASI

Ana Sayfa

Makaleler

 

 

Ehl-i Beyt (aleyhisselam) Kaynaklarında Ayşe 

 

 

Sevgili okuyucular, bu bölümde, Ehl-i Beyt (aleyhisselam)'in Kaynaklarında Ayşe'yi ele aldık. Bu bölümde, hem Hz. Ali (as) ve Ehl-i Beyt'in dilinden, hem de şii-alevi yazarların hadis, siyer, tarih ve tefsir kaynaklarından alıntılar yapılmıştır.

Ehl-i Beyt Alimlerinden Seyyid Hüseyin Bin Hamdan el-Hasibi Hazretlerinin Diliyle Peygamber (saa)'in Yergiye Müstehak Zevceleri

 

Peygamber’in yergiye müstahak olan zevceleri ise Ayşe, Hafsa ve Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe’dir. Onlar, haklarında Allah’ın şöyle dediği kadınlardandır: “O sizi boşarsa, belki de Rabbi ona sizin yerinize daha hayırlı eşler nasip eder: Allah’a teslim olan, iman sahibi, itaatkâr, tövbekâr, ibadet eden, seyahat eden dullar ve bâkireler” (Tahrîm:5) Bu ayet, onların ayette zikredilen vasıfları haiz olmadığının en açık kanıtıdır.

     Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey Peygamber hanımları! Sizden kim açık bir edepsizlik yaparsa, kendisi için azap iki katına çıkarılır…” (Ahzâb:30) “Evlerinizde oturun. İlk cahiliye yürüyüşü gibi kendinizi teşhir ederek yürümeyin…” (Ahzâb:33) Evinden çıkıp kendini teşhir ederek yürüyen ve Peygamber çocuklarına (a.s) karşı şahitlik edenlerin kimler olduğu bilinmektedir. İsyan ederlerse ateşte cezalandırılmakla tehdit edilenler de bunlardır. Şanı yüce Allah şöyle buyurur: “Allah, kâfirlere Nuh’un karısı ile Lût’un karısını örnek verdi. İkisi, kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında idiler. Onlara ihanet ettiler de eşleri, Allah’tan onlara gelecek olanı önleyemediler. Dendi ki onlara: ‘Girin ateşe, diğer gireceklerle birlikte!’” (Tahrîm:10) 

 

(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi "Hidayet'ül Kübra" S.40-41 ve "Hidayet Yolu" adıyla türkçe baskısı S.71 )

    

قال السيد الحسين بن حمدان الخصيبي في ترجمة رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ)، لما ذكر أزواجه:

 

وَالْمَذْمُومَاتُ عَائِشَةُ وَحَفْصَةُ، وَأُمُّ حَبِيبَةَ بِنْتُ أَبِي سُفْيَانَ، وَهُنَّ مِمَّنْ قَالَ اللَّهُ فِيهِنَ‌: (عَسى‌ رَبُّهُ إِنْ طَلَّقَكُنَّ أَنْ يُبْدِلَهُ أَزْواجاً خَيْراً مِنْكُنَّ مُسْلِماتٍ مُؤْمِناتٍ قانِتاتٍ تائِباتٍ عابِداتٍ سائِحاتٍ ثَيِّباتٍ وَأَبْكاراً)(التحريم: 5)، وَهَذَا أَوْضَحُ دَلِيلٍ أَنَّهُ لَمْ يَكُنْ فِيهِنَّ مِنْ هَذَا الْوَصْفِ شَيْ‌ءٌ.

وَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى: (يا نِساءَ النَّبِيِّ مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ يُضاعَفْ لَهَا الْعَذابُ ضِعْفَيْنِ‌...)(الأحزاب: 30) وَقَوْلُهُ: (وَ قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجاهِلِيَّةِ الْأُولى)(الأحزاب: 33)‌ وَقَدْ عُرِفَ مَنْ خَرَجَ وَتَبَرَّجَ وَشَهِدَ عَلَى أَوْلَادِ الْأَنْبِيَاءِ (عليهم السلام) أَنَّهُنَّ إِذَا عَصَيْنَ عُذِّبْنَ بِالنَّارِ. وَقَالَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى: (ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِلَّذِينَ كَفَرُوا امْرَأَتَ نُوحٍ وَامْرَأَتَ لُوطٍ كانَتا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبادِنا صالِحَيْنِ فَخانَتاهُما فَلَمْ يُغْنِيا عَنْهُما مِنَ اللَّهِ شَيْئاً وَقِيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلِينَ‌)(التحريم: 10).

 

(السيد الحسين بن حمدان الخصيبي في  الهداية الكبرى صفحة 40-41)

 

 

 

Hz. Şuayb’ın (a.s) kızı ve Hz. Musa’nın (a.s) hanımı olan Safrâ, bir zürafaya binerek dinden çıkan İsrailoğullarıyla birlikte Hz. Yuşa’ya (a.s) karşı bu savaşa katılmıştı. Benzer şekilde Ebû Bekir’in kızı ve Resûlullâh’ın (a.s) hanımlarından Ayşe de bir deveye binerek dinden çıkan Müslümanlarla birlikte Resûlullâh’ın (s.a) vasisi Müminlerin Emiri'ne (a.s) karşı savaştı. 

(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi "Hidayet'ül Kübra" S.123-124 ve  "Hidayet Yolu" adıyla türkçe baskısı S.71)

 

(... وَكَانَتْ صَفْرَاءُ ابْنَةُ شُعَيْبٍ النَّبِيِّ (عليه السلام) زَوْجَةُ مُوسَى بْنِ عِمْرَانَ (عليه السلام) تُقَاتِلُ يُوشَعَ بْنَ نُونٍ (عليه السلام) مَعَ الْمَارِقِينَ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى زَرَّافَةٍ كَمَا قَاتَلَتْ عَائِشَةُ ابْنَةُ أَبِي بَكْرٍ زَوْجَةُ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) وَصِيَّهُ أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ (عليه السلام) مَعَ الْمَارِقِينَ مِنْ أُمَّتِهِ عَلَى جَمَلٍ).

 

(السيد الحسين بن حمدان الخصيبي في  الهداية الكبرى صفحة :123-124)

 

 

 

Hz. Ali (as)'nin, Haricilerin Yadsımalarına Verdiği Cevap ile Ayşe'nin Yaptığı Çirkinliği Belirtmesi

 

     Uzun bir hadiste, Hz. Ali, Haricilerle tartışırken, Hariciler, Hz. Ali'de çeşitli hususlarda yadsıdılar, onlara tek tek cevap verdi, bu tartışmada Cemel savaşı ile ilgili fıkrayı alıntılıyorum. Hz. Ali, Haricilere: “...Peki, başka neyi yadsıdınız?” dedi. Hâricîler dedi ki:

     "Yadsıdığımız ikinci şey şudur: Cemel Savaşı’nda verdiğin hüküm ile Sıffîn Savaşı’nda verdiğin hüküm birbiriyle çelişti. Sen Cemel Savaşı’nda bize şöyle demiştin: “Arkasını dönüp kaçanlarla ve uyuyanlarla savaşmayın, yaralıları öldürmeyin. Kılıcını bırakan, evinin kapısını kapatan gibidir, bunlara dokunmayın” Muaviye ile savaşta ise binek hayvanlarına, savaş aletlerine ve zürriyetlere el koyabileceğimizi söyledin. İki düşmanımız arasında ne fark vardı da biri hakkında öldürme ve esir alma helal iken diğeri hakkında haram oldu?"

Bu soruya Hz. Ali (aleyhisselam) şöyle cevap verdi:

"Cemel Savaşı’nda verdiğim hüküm ile Sıffîn Savaşı’nda verdiğim hükmün çeliştiğini söylediniz. Cemel Savaşı’nı başlatanlar önce bana biat etmişlerdi, sonra biatlerini bozdular. Resûlullâh’ın (s.a) haremi olan Medine’den Basra’ya doğru yola çıktılar. Ne bir liderleri ne de onları toplayan bir Dâr-ı Harb(1) vardı. Onlar Resûlullâh’ın (s.a) hanımı Ayşe ile birlikte isyanı başlattılar. Çünkü Ayşe biatimden nefret ediyordu. Resûlullâh (s.a) ona, zulüm ve düşmanlıkla bana isyan edeceğini haber vermişti. Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey Peygamber’in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa onun cezası iki kat verilir…” (Ahzâb:30) Nebi’nin hanımları arasında Ayşe’den başka çirkinlik yapan olmadı. Onun yaptığı çirkinlik çok büyüktü. Yaptığı çirkinliğin ilk adımı, Allah’ın şu emrine aykırı davranmasıydı: “Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…” (Ahzâb:33) Ayşe’nin Talha, Zübeyir ve 25 bin Müslümanla hacca gitmesinden daha büyük bir açılıp saçılma var mıdır? Allah’a yemin ederim, amaçları ne hac idi ne de umre. Böylece Ayşe Mekke’den Basra’ya yol aldı. Talha, Zübeyir ve 25 bin Müslümanın ölümüne yol açan savaşı alevlendirdi. Biliyorsunuz ki zikri yüce olan Allah şöyle buyurur: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap ve lanet etmiş, onun için büyük bir azap hazırlamıştır” (Nisâ:93) Allah, Cemel Savaşı’nda bizi galip kılınca size neler söylediğimi biliyorsunuz. Bunları söyledim, çünkü Cemel ashabını toplayan bir Dâr-ı Harb olmadığı gibi, yaralılarını tedavi edecek ve onları yeniden savaşa sevk edecek bir liderleri de yoktu. O savaştan sonra sağ kalanları esir almayı size helal kılsaydım hanginiz Resûlullâh’ın (s.a) hanımı Ayşe’yi kendine düşen pay olarak alacaktı?"

     Hâricîler dedi ki: “Vallahi doğru söyledin, isabetli bir cevap verdin. Biz ise yanıldık. Haklı olan sensin...”

(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi "Hidayet'ül Kübra" S.141 "Hidayet Yolu" adıyla türkçe baskısı S.86-87)

 

-----------------------------

(1) Dâr-ı Harb, kafirlerin yönetimi altında bulunan topraklar.

 

 

İmam Ali (a.s)’nin Ordusunun Ruhiyesini Takviye Etmekteki Tarzı

 

İmam (a.s) ordusunun ruhiyesini takviye etmek için Resulullah’ın müşriklerle savaşta kullandığı bir takım şiarları tekrarlıyordu ki bu şiarların Cemel savaşında İmam’ın ordusu üzerinde büyük tesiri oldu; zira bu şiarlar Müslümanlara, müşrikler ile yapılan savaşları hatırlatıyordu. Bu sebeple Ayşe de ordusunun ruhiyesini takviye etmek için şöyle bir şiarı kullandı. “Oğullarım, sabr edin ve saldırın ben sizi cennetle vadediyorum.” Bu şiarın tesiriyle bir grup asker onun etrafını aldılar, İmam (a.s)’ın ordusuna bir iki adım mesafe kalıncaya dek ilerlediler. Ayşe ordusunu tahrik etmek için yerden bir avuç toprak istedi, sonra bu toprağı alarak Hz. Ali (a.s.)’ın ashabına doğru serpti ve şöyle dedi: “Yüzünüz kara olsun” Ayşe güya bu ameliyle Resulullah’ı taklit etmişti. (Zira Peygamber (s.a.a) Bedir savaşında bir avuç toprak alıp bu toprağı düşman askerlerine serperek aynı cümleyi tekrarlamıştı.Bu yüzden Allah onun hakkında şunu nazil etti: “...ve attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı”( Enfal/17))  Hz. Ali bunu duyunca hemen şöyle dedi: “Attığın zaman sen atmadın, şeytan attı.”

(eş-Şeyh Müfid "el-Cemel" S.185-186)

 

ولما راى أمير المؤمنين عليه السلام جرأة القوم على القتال وصبرهم على الهلاك نادى اصحاب ميمنته ان يميلوا على ميسرة القوم ونادى اصحاب ميسرته ان يميلوا على ميمنتهم ووقف عليه السلام في القلب فما كان بأسرع من ان تضعضع القوم واخذت السيوف من هاماتهم مأخذها فانكشفوا وقد قتل منهم ما لا يحصى كثرة واصيب من اصحاب أمير المؤمنين نفر كثير واحاطت الازد بالجمل يقدمهم كعب بن شوروخطام الجمل بيده واجتمع إليهم من كان انفتل بالهزيمة ونادت عائشة يا بني الكرة الكرة اصبروا فاني ضامنة لكم الجنة فحفوا بها من كل جانب واستقدموا حتى دنوا من عسكر أمير المؤمنين ولفت عائشة نفسها ببردة كانت معها وقلبت يمينها على منكبها الايسر والايسر إلى الايمن كما كان رسول الله صلى الله عليه وآله يفعل عند الاستسقاء ثم قالت ناولوني كفا من تراب فناولوها فحثت به وجوه اصحاب أمير المؤمنين وقالت شاهت الوجوه كما فعل رسول الله صلى الله عليه وآله بأهل بدر قال وجر كعب بن شور بالخطام وقال اللهم ان اردت ان تحقن الدماء وتطفى هذه الفتنة فاقتل عليا ولما فعلت عائشة من السب المبرح وحصب اصحاب امير المؤمنين قال عليه السلام وما رميت إذ رميت ولكن الشيطان رمى...

 

(الشيخ المفيد في الجمل : 185-186)

AYŞE'NİN AYAKLANMAYA HAZIRLANMASI


Ayşe, Emirülmüminin'den ayrılarak ona muhalefet etmek için Mekke'ye toplananları ve bu savaşta kendisine itaat etmeye hazır olduklarını görünce kıyam için hazırlıklara başladı. Ayşe'nin tellalı halkı her gün yolculuk için hazır olmaya çağırıyor, insanlara şöyle sesleniyordu: Kim yola çıkacaksa artık hareket etsin. Zira müminlerin annesi, mazlum Osman b. Affan'ın kanını talep etmek için Basra'ya doğru yola çıkmış bulunmaktadır!

 

(Şeyh Müfid el-Cemel, s.233. Ayrıca bkz: Şerhu'l-Ahbar, c.1, s.401, h.351)

 

Ayşe'nin Planı

Ayşe, Talha ve Zübeyir, Mekke-Irak güzergâhında sohbet ederken şöyle demişlerdir:

Basra'ya gideriz, Ali'nin (a.s) temsilcisini oradan süreriz ve Şiîlerini (taraftarlarını) de öldürürüz.

 

(Şeyh Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-Cemel, s.235)

 

 

İmam Ali (as)'nin Talha, Zübeyr ve Ayşe Hakkındaki Konuşmalarından:

 

el-İrşad: Ayşe, Talha ve Zübeyr'in Mekke'den Basra'ya doğru hareket ettikleri haberi ona ulaştığında Allah'a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: Ayşe, Talha ve Zübeyr yola çıkmışlardır; o ikisinden her biri hilafeti sadece kendisi için istemektedir, arkadaşı için değil. Talha, sadece Ayşe'nin amcaoğlu olduğu için hilafet iddiasındadır; Zübeyr ise sadece onun (Ayşe'nin) babasının damadı olduğu için hilafet iddiasında bulunmaktadır.
Vallahi eğer o ikisi istedikleri şeye ulaşırlarsa Zübeyr Talha'nın boynunu vuracak ve Talha Zübeyr'in boynunu vuracak, saltanat üzerinde biri ötekisiyle çekişecektir!
Vallahi şu deveye binen kadın, günahtan başka ne bir düğümü çözecek, ne bir boğazdan geçecek, ne de bir konakta inecek; kendisini ve beraberindekileri öyle bir yere sokacak ki onların üçte biri öldürülecek, üçte biri kaçacak, üçte biri de geri dönecek.
Vallahi Talha ve Zübeyr hatalı olduklarını çok iyi bilmektedirler ve cahil değillerdir. Nice âlim vardır ki cehli onu öldürmüş ve yanındaki ilmi ona fayda vermemiştir. Vallahi Hev'ab köpekleri o kadına havlamaktadırlar. Acaba ibret alacak kadar basiretli ve tefekkür edecek kadar düşünceli kim var?!
Daha sonra dedi ki: Azgın güruh ayaklanmıştır; o halde iyiler nerede?

 

(Şeyh  el-Müfîd , el-İrşad, c.1, s.246; el-Kafie, s.19, h.19; Allamet'ül Meclisi, Biharu'l-Envar, c.32, s.113, h.88; el-Miyar ve'l-Muvazene, s.53).

 

الإرشاد : ولَمَّا اتَّصَلَ بِهِ مَسيرُ عائِشَةَ وطَلحَةَ وَالزُّبَيرِ إلَى البَصرَةِ مِن مَكَّةَ، حَمِدَ اللّه َ وأثَنى عَلَيهِ ثُمَّ قالَ : قَد سارَت عائِشَةُ وطَلحَةُ وَالزُّبَيرُ ؛ كُلُّ واحِدٍ مِنهُما يَدَّعِي الخِلافَةَ دونَ صاحِبِهِ ، لا يَدَّعي طَلحَةُ الخِلافَةَ إلّا أنَّهُ ابنُ عَمِّ عائِشَةَ ، ولا يَدَّعيهَا الزُّبَيرُ إلّا أنَّهُ صِهرُ أبيها ، وَاللّه ِ لَئِن ظَفِرا بِما يُريدانِ لَيَضرِبَنَّ الزُّبَيرُ عُنُقَ طَلحَةَ ، ولَيَضرِبَنَّ طَلحَةُ عُنُقَ الزُّبَيرِ ، يُنازِعُ هذا عَلى المُلكِ هذا ! وقَد ـ وَاللّه ِ ـ عَلِمَت أنَّهَا الرّاكِبَةُ الجَمَلَ ، لا تَحُلُّ عُقدَةً ، ولا تَسيرُ عَقَبةً ، ولا تَنزِلُ مَنزِلاً إلّا إلى مَعصِيَةٍ ؛ حَتّى تورِدُ نَفسَها ومَن مَعَها مَورِدا يُقتَلُ ثُلُثُهُم ، ويَهرُبُ ثُلُثُهُم ، ويَرجِعُ ثُلُثُهُم . وَاللّه ِ إنَّ طَلحَةَ وَالزُّبَيرَ لَيَعلَمانِ أنَّهُما مُخطِئانِ وما يَجهَلانِ ، ولَرُبَّ [*] عالِمٍ قَتَلَه جَهلُهُ وعِلمُهُ مَعَهُ لا يَنفَعُهُ . وَاللّه ِ لَيَنَبَحَنَّها كِلابُ الحَوأَبِ ، فَهَل يَعتَبِرُ مُعتَبِرٌ أو يَتَفَكَّرُ مُتَفَكِّرٌ ؟! ثُمَّ قالَ : قَد قامَتِ الفِئَةُ الباغِيَةُ ؛ فَأَينَ المُحسِنونَ ؟

 

)الشيخ المفيد في الإرشاد : ج1 ص246 ، الكافئة : ص19 ح19 ، المجلسي في بحار الأنوار : ج32 ص113 ح88 ؛ المعيار والموازنة : ص53)
------------------------

[*] في الطبعة المعتمدة للمصدر: «ولربّما»، والتصويب من بعض النسخ الخطيّة للمصدر.

 

İmam Ali (as)'nin Ayşe ve Adamlarına Mektup Gönderip Savaşı Durdurmak İstemesi

 

Emirülmüminin (a.s) Zikâr'dan hareket ettiğinde Sasaâ b. Suhan'ı bir mektupla Talha, Zübeyr ve Ayşe'ye doğru önden gönderdi. Bu mektupta onlara İslam'ın saygınlığını azametle anıyor ve onları yaptıkları işin akibetinden dolayı korkutuyordu. Müslümanları katletmeleri, Resulullah'ın sahabesi Osman b. Huneyf'e yaptıkları ve Müslümanları işkenceyle öldürmeleri gibi yaptıkları çirkin işlerden söz ediyordu. Böylece onlara nasihat ediyor ve hepsini itaate çağırıyordu.
Sasaâ der ki: Onlara vardığımda önce Talha'ya gittim ve mektubu ona verip mesajı kendisine ilettim. Dedi ki: Savaş Ebu Talib oğlunu kıskacı altına almışken bize karşı yumuşamak şimdi mi aklına gelmiş?!
Sonra Zübeyr'in yanına gittim. Talha'dan daha yumuşaktı. Sonra da Ayşe'nin yanına vardım. Onu insanların şerre en meyillisi ve en acelecisi olarak gördüm. O dedi ki: Evet, ben Osman'ın kanını istemek için çıktım; vallahi yapacağım da yapacağım!
Bunun üzerine Emirülmüminin'in (a.s) yanına döndüm. O henüz Basra'ya girmeden kendisiyle görüştüm.
İmam: Arkanda neler var (nasıl bir haberle geldin) ey Sasaâ? diye sordu.
-Ey Emirülmüminin! Seninle savaşmaktan başka bir şey istemeyen bir topluluk gördüm, dedim.
İmam: Allah yardımcımızdır, dedi.
Sonra Abdullah b. Abbas'ı çağırıp "Onlara git ve kendilerini yemin vererek bana karşı boyunlarında bulunan ahdi hatırlat!" dedi.

 

(Şeyh Müfid "el-Cemel" S.167 / Şeyh Muhammed el-Muhammedi er-Reyşehri "Mevsuat-u Ali bin Ebi Talib" C.3, S.193)

 

لَمّا سارَ أميرُ المُؤمِنينَ عليه السلام مِن ذي قارٍ قَدَّمَ صَعصَعَةَ بنَ صوحانَ بِكِتابٍ إلى طَلحَةَ وَالزُّبَيرِ وعَائِشَةَ ، يُعَظِّمُ عَلَيهِم حُرمَةَ الإِسلامِ ، ويُخَوِّفُهُم فيما صَنَعوهُ ، ويَذكُرُ لَهُم قَبيحَ مَا ارتَكَبوهُ مِن قَتلِ مَن قَتَلوا مِنَ المُسلِمينَ ، وما صَنَعوا بِصاحِبِ رَسولِ اللّه ِ صلى الله عليه و آله عُثمانَ بنِ حُنَيفٍ ، وقَتلِهِمُ المُسلِمينَ صَبرا ، ويَعِظُهُم ويَدعوهُم إلَى الطّاعَةِ . قالَ صَعصَعَةُ : فَقَدِمتُ عَلَيهِم فَبَدَأتُ بِطَلحَةَ فَأَعطَيتُهُ الكِتابَ وأدَّيتُ إلَيهِ الرِّسالَةَ ، فَقالَ : الآنَ ؟ ! حينَ عَضَّتِ ابنَ أبي طالِبٍ الحَربُ يَرفُقُ لَنا ! ثُمَّ جِئتُ إلَى الزُّبَيرِ فَوَجَدتُهُ أليَنَ مِن طَلحَةَ ، ثُمَّ جِئتُ إلى عائِشَةَ فَوَجَدتُها أسرَعَ النّاسِ إلَى الشَّرِّ ، فَقالَت : نَعَم قَد خَرَجتُ لِلطَّلَبِ بِدَمِ عُثمانَ ، وَاللّه ِ لِأَفعَلَنَّ وأفعَلَنَّ ! فَعُدتُ إلى أميرِ المُؤمِنينَ عليه السلام فَلَقيتُهُ قَبلَ أن يَدخُلَ البَصرَةَ ، فَقالَ : ما وَراءَكَ يا صَعصَعَةُ ؟ قُلتُ : يا أميرَ المُؤمِنينَ ، رَأَيتُ قَوما ما يُريدونَ إلّا قِتالَكَ ! فَقالَ : اللّه ُ المُستَعانُ . ثُمَّ دَعا عَبدَ اللّه ِ بنَ عَبّاسٍ فَقالَ : اِنطَلِق إلَيهِم فَناشِدهُم وذَكِّرهُمُ العَهدَ الَّذي لي في رِقابِهِم.

 

(الشيخ المفيد في الجمل : ص 167 / الشيخ محمد المحمدي الري شهري في موسوعة الإمام عليّ بن أبي طالب (ع) في الكتاب والسُّنَّة والتّاريخ الجزء : 3  صفحة : 193)

 

İmam Ali (as) Basra’nın fethinden sonra Zehar b. Kays el-Cu’fi ile birlikte Küfe halkına göndermiş olduğu mektuptan Ayşe'yi İlgilendiren Kesit:

 

"... Sapkınlar Aişe’ye sığındılar. Bu yüzden onun etrafında Basra halkından sayılarını sadece Allah’ın bildiği çok büyük bir topluluk öldürüldü. Sonra da Allah kalanlarının yüzlerine vurdu, geri püskürtüldüler, kimisi de kendi şehrine döndü.
Bu kadın o şehrin halkı için; kendisinin lehine hiçbir delil, hüccet ve mazeret olmadığı halde Rabbine ve O’nun Peygamberi’ne karşı çıkarak bu savaşa girişmesi sebebiyle işlemiş olduğu günahtan, kendisi ile aldananların aldanmasından, mü’minler arasında ortaya çıkarmış olduğu ayrılıktan ve kendi sebebiyle Müslümanların kanlarının dökülmesinden ötürü Hicr’in (Salih (a.s.) Kavmi) devesinden bile daha uğursuzdu..."

 

(Seyyid Sadık Musevi "Tam Nehc'ül Belağa" S.690, 22. Mektup)

 

Rasulullah (saa)'ın Ayşe'yi Savaş İçin Önceden Uyarması

 

Mirasid sahibi tahric etti ki: Rasulullah (saa), Ayşe'ye dedi ki: " Allah'ın kendisinden razı olduğu kimseyle savaşmaya utanmıyor musun -Ki Allah bana ahdetti ki: 'Her kim Ali'ye karşı çıkarsa cehennemdedir'".

 

(Eş-Şeyh Ali en-Nibati "Sirat'ül Müstakîm" C.3, S.162)

 

و أخرج صاحب المراصد قول النبي ص لعائشة أ ما تستحين أن تحاربين لمن رضي الله عنه إنه عهد إلي أنه من خرج على علي فهو في النار.

 

(الشيخ علي النباطي، في الصراط المستقيم إلى مستحقي التقديم جلد : 3  صفحه : 162)

 

 

İmam Ali (as)'nin, Ayşe, Talha ve Zübeyr ile İlgili Hutbesi

 

Ayşe, Talha ve Zubeyir’in isyan başlatarak, Mekke’den Basra’ya hareket haberi İmam Ali’ye ulaşınca, İmam Muhacir, Ensar ve diğer Müslümanların Medine mescidinde toplanmalarını istedi. Sonra şöyle bir hutbe okudu:

“Ey Halk! Ayşe bana karşı muhalefet bayrağı açarak bir ordu toplamıştır. Şimdi de ordusuyla Irak’a hareket etmiş durumda. Talha ve Zubeyir de bizimle ettikleri biati çiğneyerek ona yardıma koşmuşlardır. Çünkü Talha, Ayşe’nin amcasının oğlu ve Zubeyir ise kız kardeşinin kocasıdır. Talha ve Zubeyir’in benimle muhalefet etmelerinin nedeni, makam sevgisinden kaynaklanmaktadır. Onlar hilafet makamına tamah etmişlerdir. Eğer bu savaşı kazanır ve hilafeti ele geçirirlerse, mutlaka o ikisi arasında da hilafet konusunda savaş çıkacaktır. Zira her ikisi de bu makamı istiyorlar ve ona ulaşmak için diğerinin boynunu çekinmeden vururlar. Ama ben çok iyi biliyorum ki onlar zafer kazanamayacak ve hilafet makamına ulaşamayacaklar.

Ama Ayşe’ye, o deveye binen kadına gelince; o bu yolculukta her dağ ve sahrayı aştıkça, kaldırdığı her adımda günahı çoğalmaktadır. O, bu yolculukla kendisini ve dostlarını felakete sürüklemektedir. Evet, Allah’a andolsun! bu savaşta onun ordusunun üçte biri öldürülecek, üçte biri kaçacak ve üçte biri de yaptıklarından pişman olacaktır.

Ey halk! Bu Ayşe Hev’ab köpeklerinin kedisine havlayacağı kadındır. (Bu olay Peygamberimiz tarafından hanımlarına söylenen ve uyarılan olaydır. Ayrıca Ayşe’nin bu yaptığı işte batıl olduğuna, en açık delillerden biridir.)

Talha ve Zubeyir’e gelince, Allah’a andolsun! yanlış yolda olduklarını kendileri de biliyor. Bana olan biatlerini çiğnemekle ve bana muhalefet etmekle günah işlediklerini çok iyi biliyorlar. İlmi eline almış adamı, cehaleti öldürdü ve ilminin de ona faydası olmadı. Allah bizim yardımcımız olsun ve bizi kendi başımıza bırakmasın. Allah bize yeter ve O nede güzel vekildir.”

İmam Ali daha sonra konuşmasına şöyle devam etti:

“Ey halk! bilin ki, bugün büyük bir fitne kalkmıştır. Bu fitnenin taraftarları da, Allah Resulü’nün bize devamlı haber verdiği ve uyardığı “Sapkın guruptur.” Bu başıboş ve fitneci gurubu dize getirmek, yeryüzünden ve Müslümanların arasından kaldırmak, fitne ve fesatlarını söndürmek, bizim ve sizin vazifenizdir. Hak ve hakikatin askerleri nerede? Nerede cesur ve imanlı kişiler? Nerede hakkı batıldan, zalimi hak taraftarından ayırt edenler?

Ey halk! Ben Kureyş’e ne kötülük etmiştim? Onlarla bitmemiş ne hesabım vardı ki, bu kadar fitne ve ayaklanmayı bana karşı yaptılar? Allah’a andolsun ben de batılı parçalanırı ve hakkı onun içinden çıkarırım. Batılın kalın perdelerini yırtar, onun altından hakkın güzel yüzünü ortaya çıkarırım. Kureyş’i ağlar ve inler bir halde bırakırım. Onlara söyleyin! İstedikleri kadar kendi bedbahtlıklarına ve helak oluşlarına sızlasınlar ve kendi çaresizliklerine ağlasınlar.”

(Şeyh Mufid, el-İrşad, s.118; Nehcu’l Belaga, 102., 103 ve 107. hutbeler).

 

Cemel Savaşında Ammar Bin Yasir'in Ayşe'yi Uyarması 

 

Cemel savaşında, Ayşe için ağaçtan ve tahtadan çok sağlam bir keçave" yaptılar. Onun üzerini inek derisi ve kilim, alt kısmını ise keçe ile sağlamlaştırdılar. Her türlü tehlikeden korunması için birçok sayıda zırh ile, etrafına adeta zırhtan bir duvar ördüler. Daha çok sağlam bir kaleyi andıran bu keçaveyi Yela b. Ümeyye tarafından verien, Asker adlı devenin üzerine yerleştirdiler. Ayşe’yi de onun içine oturtup, deveyi ordunun önünde harekete geçirdiler.

Bu manzarayı gören ve iki ordu arasında durmuş olan Ammar, Ayşe’nin askerlerine hitaben şöyle seslendi:

Ey insanlar! Sizler peygamberinize karşı insaflı davranmadınız. Çünkü kendi kadınlarınızı perde arkasında (evinizde) saklarken, onun zevcesini savaş meydanına ve kılıçların karşısına çekip getirdiniz.”

Sonra da Ayşe’nin bulunduğu deveye yaklaşarak şöyle dedi: “Ey Ayşe! Sen bizden ne istiyorsun?” Ayşe “Osman’ın kanını” diye cevap verdi. Ammar “Allah en küçük hakkı dahi olmaksızın, kan pahası isteyen zalimleri (yani seni) kahretsin” diye cevapladı.

Daha sonra orda bulunanlara dönerek, Osman’ın kanının dökülmesinde parmağı olanları çok iyi bilmektesiniz. Osman’ın katillerinin bu iki ordudan hangisinin içinde olduğunu çok iyi bilmektesiniz. Bugün onun kanını bahane ederek böyle bir ihtilaf ve savaşa sebebiyet verenlerin, Osman’ın katillerinin ta kendisi olduğunu çok iyi bilmektesiniz.’

Ammar’ın bu sözlerine karşılık yağmur gibi ok yağdırdılar. Ammar şu şiiri okuyordu onlara:

Ayşe! Asıl savaşı başlatan ve kan döken sensin.

Bütün bu dalgalanıp coşan olayların sebebi sensin.

Halifenin öldürülmesine ferman veren,

Onun Küfrüne fetva çıkaran yine sensin.

Ammar’a doğru ok yağmuru devam etti. O atını bir kırbaç vurarak geri döndü ve İmam Ali’ye şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Artık ne zamana kadar ve ne kadar sabır!? Çünkü ben bu ordunun sana karşı savaştan başka bir şeye yanaşmayacağını bizzat kendim gördüm.

(Allamet'ül Askeri "Camel Savaşı" kitabı S.127-129'dan naklen).

 

İmam Ali (as)'nin, Aişe, Talha ve Zübeyir'i Kınaması:

 

Ey insanlar! Aişe, Talha ve Zübeyir ile birlikte Basra’ya gitti. Ancak o ikisinden (Talha ve Zubeyr) her birisi emirliğin kendisinin olmasını ummakta ve diğerine bırakmayıp bu makama kendisi sahip olmak istemektedir. O ikisi ne Allah’a ulaşan bir ipe sarılmış ne de O’na erişme yolunda bir vesile edinmişlerdir.
O ikisinden her birisi, diğerine kin gütmektedir ve pek yakında da birbirlerine karşı maskeleri kalkacaktır.
Talha’ya gelince, Aişe’nin amcasının oğludur. Zübeyir de Aişe’nin eniştesidir. (ç.n: Zubeyr b. Avvam’ın eşi Aişe’nin kız kardeşi olan Esma bint Ebi Bekr’dir.)
Allah’a yemin ederim ki eğer istediklerine ulaşabilirlerse (istedikleri hususta başarıya erişebilirler se) -ki buna asla nail olamayacaklar- bu, diğerinin canını alacak, diğeri de diğeri ile mülkü elde etmek için çok şiddetli bir çarpışmaya girecektir.
Allah’a yemin ederim ki kırmızı deveye binen kadının (Ayşe'nin), her bir sarp geçidi kat etmesi, her bir düğümü çözmesi ve her bir konakta konaklamasının Allah’a karşı gelme olduğunu ve Allah’ın gazabı içinde olduğunu bilmekteyim. Bu durum onun, hem kendisini hem de kendisi ile birlikte olanları helak girişlerine sokmasına dek böyle devam edecektir.
Allah’a yemin ederim ki Hav’ab köpeklerinin kendisine havlayacağı kadın odur.
Allah’a yemin ederim ki Talha ve Zübeyir öldürülecek ve Basra fethedilecektir.
Allah’a yemin ederim ki size Küfe’den ne bir eksik ne de bir fazla olmak üzere altı bin beş yüz altmış kişilik bir destek gelecektir....

 

... Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki Talha, Zübeyir ve Aişe bana biat ettiler, sonra da daha, zulüm mü edeceğim yahut adil mi davranacağım bile ortaya çıkana dek az bir zaman bile beklemeden bana ettikleri biati bozdular. Onlar benim hak üzere, kendilerinin ise batıl üzere olduklarını kesin olarak bilmektedirler.

(Seyyid Sadık Musevi "TAM NEHC'ÜL BELAĞA" S.366-367)

 


Aişe, Cemel Vakasından sonra imam Ali (as)'ye şöyle dedi:
“Muaviye, bu sefere Şam’ın serserileri ve ayak takımı ile birlikte çıkmıştır. Bu sebeple beni de beraberinde götür. Şam halkı beni gördüğü zaman Muaviye’ye karşı seninle birlikte olacaktır. Sen de bu şekilde onu hezimete uğratırsın.”


Emîru’l-Mu’minîn (a.s.) şöyle buyurdu: “Ben Talha ve Zübeyir’i, eşlerini Medine’de bırakıp da seni evinden çıkarttıkları ve teşhir ettikleri için ayıpladım. Git ve evinde otur! Allah’a yemin ederim ki bu senin için daha hayırlıdır.”

 

(Seyyid Sadık Musevi "Tam Nehc'ül Belağa" S.530, 132. Kelam)

 

 

 

Ayşe'nin İmam Ali (as)'den Af İstemesi, Ardından Ona Dil Uzatması

 

Ayşe (Muhammed b. Ebi Bekir)'e: Sen de kimsin, diye sordu.
Muhammed: Ailenden sana en çok düşman olan kişi, dedi.
Ayşe: Has'amiye'nin oğlusun demek!
Muhammed: Evet, o diğer annelerinden aşağı değildi.
Ayşe: Ömrüme yemin olsun ki o şerefli biriydi; neyse, boşver bunları! Seni salim bırakan Allah'a hamd olsun.
Muhammed: Doğrusu bu, hoşnut olmadığın bir şey.
Ayşe: Ey kardeşim! Hoşnut olmasam, söylediğim sözü söylemezdim!
Muhammed: Sen zafere ulaşmayı ve benim öldürülmemi istiyordun!
Ayşe: Bunu istiyordum; ancak şimdi düştüğümüz durumu görünce senin sağlığını istedim. Çünkü benim yakınımsın. Artık vazgeç ve geçmişte olan işlerin takibinde olma; zahire bak, serzeniş edici ve kınayıcı olma. Senin baban serzeniş edici ve kınayıcı değildi!

Derken Ali (a.s) geldi ve mızrağı ile hevdece vurarak "Ey Şukeyra! Bunu Resulullah (s.a.a) mı sana vasiyet etti?!" diye çıkıştı.
Ayşe: Ey Ebu Talib'in oğlu! Kudrete ulaştın; öyleyse kolaylaştır (ve affet)!
Ammar, Ayşe'nin yanına gelerek "Ey anne! Oğullarının dinleri uğrundaki kılıç darbelerini nasıl gördün?" diye sordu. Ayşe sustu ve ona cevap vermedi.

(Sonra) Malik-i Eşter gelerek dedi ki: Velisine yardım eden ve düşmanını zelil eden Allah'a hamd olsun. "Hak geldi, batıl yok olup gitti. Hiç şüphesiz batıl yok olup gidicidir"(İsra 81). Allah'ın sana yaptığı işi nasıl gördün ey Ayşe?!

Ayşe: Anan yasında otursun, sen de kimsin?
Malik: Ben, senin oğlun Eşter'im.
Ayşe: Yalan söyledin, ben senin annen değilim.
Malik: Evet, her ne kadar hoşuna gitmese de böyledir.
Ayşe: Sen, kızkardeşim Esma'yı oğlunun yasına oturtmayı isteyen kişisin?
Malik: Allah'a, sonra da sana karşı mazeretim var; vallahi üç günlük açlığım olmasaydı seni ondan kurtaracaktım. Daha sonra Resulullah'a salât göndererek şu şiiri okudu:


Ey Ayşe, üç gündür aç olmasaydım
Bacın oğlunu ölmüş bulurdun
Mızraklar ona bu müjdeyi verirken sabah vaktinde
Yüksek sesle bağırmıştı: Öldürün, diye; beni de Malik'i de

Bunun üzerine Ayşe ağlayarak dedi ki: Övündünüz ve galip geldiniz. "Allah'ın emri, belirlenmiş bir kaderdir/ölçüdür"(Ahzab 38).
İmam Ali (a.s) Muhammed'e dönerek "Ona sor; acaba kendisine mızrak ve ok isabet etmiş mi?" diye seslendi. Muhammed ona sorunca "Evet, dedi; bir ok başıma isabet etti ve yaraladı. Fakat salim kaldım. Allah benimle sizin aranızda hüküm verecektir!"
Bunun üzerine Muhammed dedi ki: Vallahi kıyamet gününde Allah senin aleyhinde hüküm verecek! Seninle Emirülmüminin arasında ne olmuştu ki onun aleyhine huruç ettin ve halkı ona karşı savaşmaları için tahrik ettin, Allah'ın kitabını da arkana attın!!
Ayşe: Ey Muhammed! Bizi kendi halimize bırak! Sahibine söyle de beni koruyup gözetsin.

(Muhammed) der ki: Hevdec, üzerine saplanmış oklarla bir kirpiyi andırıyordu. Emirülmüminin'in (a.s) yanına gittim ve onunla aramda geçenleri; söylediği ve söylediğim şeyleri haber verdim. İmam Ali (a.s) dedi ki: "O, bir kadındır ve kadınların akılları zayıf olur. Hakkında düşününceye kadar onun işini sen üstlen ve kendisini Benî Halef'in evine götür!"
Ben de onu söz konusu yere götürdüm. Dili bana ve Ali'ye (a.s) küfretmekten, Cemel ashabını ise rahmetle anmaktan bir türlü geri durmuyordu.

(Şeyh el-Müfid "el-Cemel" S.196-198)

 

الجمل عن محمّد ابن الحنفيّة : نَظَرتُ إلى أبي يَفرِجُ النّاسَ يَمينا وشِمالاً ، ويَسوقُهُم أمامَهُ . . . حَتَّى انتَهى إلَى الجَمَلِ وحَولَهُ أربَعَةُ آلافِ مُقاتِلٍ مِن بَني ضَبَّةَ وَالأَزدِ وتَميمٍ وغِيرِهِم ، فَصاحَ : اِقطَعوا البِطانَ ! فَأَسرَعَ مُحَمَّدُ بنُ أبي بَكرٍ فَقَطَعَهُ ، وَاطَّلَعَ عَلَى الهَودَجِ ، فَقالَت عائِشَةُ : مَن أنتَ ؟ فَقالَ : أبغَضُ أهلِكِ إلَيكِ . قالَت : اِبنُ الخَثعَمِيَّةِ ؟ قالَ : نَعَم ، ولَم تَكُن دونَ اُمَّهاتِكِ . قالَت : لَعَمري ، بَل هِيَ شَريفَةٌ ، دَع عَنكَ هذا ، الحَمدُ للّه ِ الَّذي سَلَّمَكَ . قالَ : قَد كانَ ذلِكَ ما تَكرَهينَ . قالَت : يا أخي لَو كَرِهتُهُ ما قُلتُ ما قُلتُ ! قالَ : كُنتِ تُحِبّينَ الظَّفَرَ وأنّي قُتِلتُ . قالَت : قَد كُنتُ اُحِبُّ ذلِكَ ، لكِن لَمّا صِرنا إلى ما صِرنا إلَيهِ أحبَبتُ سَلامَتَكَ ؛ لِقَرابَتي مِنكَ ، فَاكفُف ولا تُعَقِّبِ الاُمورَ ، وخُذِ الظّاهِرَ ولا تَكُن لُوَمَةً ولا عُذَلَةً ، فَإِنَّ أباكَ لَم يَكُن لُوَمَةً ولا عُذَلَةً . وجاءَ عَلِيٌّ عليه السلام فَقَرَعَ الهَودَجَ بِرُمحِهِ ، وقالَ : يا شُقَيراءُ ، أبِهذا أوصاكِ رَسولُ اللّه ِ صلى الله عليه و آله ؟ !قالَت : يَابنَ أبي طالِبٍ قَد مَلَكتَ فَأَسجِح [أي قدَرْت فسهّل وأحسن العفو] . وجاءَها عَمّارٌ فَقالَ لَها : يا اُمّاهُ ! كَيفَ رَأَيتِ ضَربَ بَنيكِ اليَومَ دونَ دينِهِم بِالسَّيفِ ؟ فَصَمَتَت ولَم تُجِبهُ . وجاءَها مالِكُ الأَشتَرُ وقالَ لَها : الحَمدُ للّه ِ الَّذي نَصَرَ وَلِيَّهُ ، وكَبَتَ عَدُوَّهُ ، «جَآءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَـطِـلُ إِنَّ الْبَـطِـلَ كَانَ زَهُوقًا» [الإسراء:81] ، فَكَيفَ رَأَيتِ صُنعَ اللّه ِ بِكِ يا عائِشَةُ ؟ فَقالَت : مَن أنتَ ثَكِلَتكَ اُمُّكَ ؟ فَقالَ : أنَا ابنُكِ الأَشتَرُ . قالَت : كَذَبتَ، لَستُ بِاُمِّكَ . قالَ : بَلى ، وإن كَرِهتِ . فَقالَت : أنتَ الَّذي أرَدتَ أن تُثكِلَ اُختي أسماءَ ابنَها ؟ فَقالَ : المَعذِرَةُ إلَى اللّه ِ ثُمَّ إلَيكِ ، وَاللّه ِ إنّي لَولا كُنتُ طاوِيا ثَلاثَةً لَأَرَحتُكِ مِنهُ ، وأنشَأَ يَقولُ ، بَعدَ الصَّلاةِ عَلَى الرَّسولِ:

أعائشُ لَولا أنَّني كُنتُ طاوِيا ثَلاثا لَغادَرتِ ابنَ اُختِكِ هالِكا

 غَداةَ يُنادي وَالرِّماحُ تَنوشُهُ بِآخِرِ صَوتٍ اُقتُلوني ومالِكا

فَبَكَت وقالَت : فَخَرتُم وغَلَبتُم ، «وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا» [الأحزاب : 38] .

 ونادى أميرُ المُؤمِنينَ عليه السلام مُحَمَّدا فَقالَ : سَلها : هَل وَصَلَ إلَيها شَيءٌ مِنَ الرِّماحِ وَالسِّهامِ . فَسَأَلَها ، فَقالَت : نَعَم ، وصَلَ إلَيَّ سَهمٌ خَدَشَ رَأسي وسَلِمتُ مِنهُ ، يَحكُمُ اللّه ُ بَيني وبَينَكُم . فَقالَ مُحَمَّدٌ : وَاللّه ِ ، لَيَحكُمَنَّ اللّه ُ عَلَيكِ يَومَ القِيامَةِ ، ما كانَ بَينَكِ وبَينَ أميرِ المُؤمِنينَ عليه السلام حَتّى تَخرُجي عَلَيهِ وتُؤَلِّبِي النّاسَ عَلى قِتالِهِ ، وتَنبِذي كِتابَ اللّه ِ وَراءَ ظَهرِكِ ! ! فَقالَت : دَعنا يا مُحَمَّدُ ! وقُل لِصاحِبِكَ يَحرُسني . قالَ : وَالهَودَجُ كَالقُنفُذِ مِنَ النَّبلِ ، فَرَجَعتُ إلى أميرِ المُؤمِنينَ عليه السلام فَأَخبَرتُهُ بِما جَرى بَيني وبَينَها ، وما قُلتُ وما قالَت . فَقالَ عليه السلام : هِيَ امرَأَةٌ ، وَالنِّساءُ ضِعافُ العُقولِ ،تَوَلَّ أمرَها ، وَاحمِلها إلى دارِ بَني خَلَفٍ حَتّى نَنظُرَ في أمرِها . فَحَمَلتُها إلَى المَوضِعِ ، وإنَّ لِسانَها لا يَفتُرُ عَنِ السَّبِّ لي ولِعَلِيٍّ عليه السلام وَالتَّرَحُّمِ عَلى أصحابِ الجَمَلِ.

 

(الشيخ المفيد في الجمل : ص 196-198)

 

 

CEMEL SAVAŞI'NDA ÖLENLERİN SAYISI

 

Muhammed Reyşehri  diyor ki: Cemel ordusuna ait ölü sayısının 10 bin olduğunu ifade eden rivayetler her ne kadar tarihî kaynaklarda çokça geçmese de İmam Ali'nin (a.s) onlardan öldürülecek miktarla ilgili verdiği haberi, bu görüşü desteklemektedir. Zira Ayşe'nin huruç ettiği haberi İmam'a ulaştığında şöyle buyurmuştu: "Allah'a andolsun ki şu deveye binmiş olan kadının günahtan başka hiçbir düğümü çözmeyeceğini, hiçbir boğazdan geçmeyeceğini ve hiçbir menzile inmeyeceğini biliyorum. O, kendisini ve beraberindekileri öyle bir duruma düşürecek ki onların üçte biri öldürülecek, üçte biri kaçacak ve üçte biri geri dönecek!" (Ş. Müfid "el-İrşad" c.1, s.246)


Buna göre, Cemel ordusundakilerin sayısının 30 bin olduğu dikkate alındığında öldürülenlerin sayısının 10 bin olması gerekir.

(Muhammed Reyşehri "İmam Ali Ansiklopedisi" C.5, S.109)

10 Bine yakın müslümanın öldürülme sebebi, Ayşe'nin yanına Talha ve Zübeyr'i yanına alarak, halkı Hz. Ali (as)'ye karşı kışkırtıp ona karşı açtığı savaş neticesindedir.

İmam Ali (as)'nin Cemel Savaşı Sonra Basra Halkını Kınaması

 

... Ey Basra ve Busayra halkı, ey Sebha, Huraybe ve Tedmur halkı, ey Semud kavminden arta kalanlar, ey iki kez halkı ile birlikte altı üstüne getirilen, üçüncü yıkımı da dönüş gününde Allah tarafından gerçekleştirilecek olan Mu’tefike halkı, ey şifası olmayan hastalığın halkı!

 

Bir kadının (Aişe’nin) ordusu oldunuz ve bir hayvana (Aişe’nin devesine) uydunuz. (Deve) öfkesiyle ağzından köpük çıkarttı, icabet ettiniz; boğazlandığında da kaçtınız. Ahlakınız düşük, ahdiniz ayrılık, dininiz nifak (b.r.: sizler dinden çıkmış ahlaksızlarsınız), suyunuz acıdır. Şehriniz, Allah’ın şehirleri içinde toprağı en pis kokanıdır. Memleketiniz suya yakındır ancak gökyüzünden uzaktır. (b.r.: şehirlerin suya en yakını, gökyüzüne ise en uzak olanıdır.) Tüm suların çekilmesi buradandır. En kötü isimler bu şehre aittir.
Kötülüğün onda dokuzu bu şehirdedir. Burası cinlerin meskenidir.
Akıllarınız hafiflemiş, yumuşak huyluluğunuz ise ahmaklık olmuş! Bize karşı kılıçlarınızı çektiniz, kendi kanlarınızı döktünüz ve İmamınıza muhalefet ettiniz. Bana karşı cihat etmenizi size Allah mı emretti yoksa Allah’a iftira mı atıyorsunuz?
Ey Basra halkı, biatimi bozdunuz ve bana düşmanlık edenlere bana karşı destek oldunuz. İşte Allah, beni size dilediğimi yapabilecek konuma getirmiş ve sizleri de amelleriniz sebebi ile rahmetinden uzak laştırmıştır. Hal böyle iken size ne yapacağımı sanıyorsunuz?... ”

 

(Seyyid Sadık Musevi "TAM NEHC'ÜL BELAĞA" S.383-384)

 

AMMAR İLE AYŞE ARASINDA  GEÇEN MÜNAKAŞALAR

 

[Musa b. Abdulah el-Esedî'den]: Basra halkı yenilgiye uğradığında Ali b. Ebu Talib (a.s) Ayşe'nin Ebu Halef konağına yerleştirilmesini emretti. Ayşe oraya yerleştiğinde Ammar b. Yasir yanına geldi ve dedi ki: Ey anne! Oğullarının dinleri uğrundaki kılıç darbelerini nasıl buldun?
Ayşe: Galip geldiğin için gözün mü açıldı ey Ammar?
Ammar: Benim basiretim bundan çok daha fazladır. Şunu iyi bil; Allah'a yemin olsun ki eğer bizleri döve döve Hecer bölgesindeki
 hurmalıklara kadar sürseydiniz, yine de bizim hak üzere, sizin de batıl üzere olduğunuzu bilirdik.
Ayşe: Sana öyle gösterilmiş! Ey Ammar, Allah'tan sakın! Yaşın kocamış, kemiğin incelmiş, süren tükenmiştir ve sen, Ebu Talib'in oğlu için dinini ortadan kaldırmışsın!
Ammar: Allah'a yemin olsun ki ben Resulullah'ın (s.a.a) ashabı arasında bir seçim yaptım; imam Ali'yi, Allah'ın kitabını en iyi okuyan, onun tevilini en iyi bilen, saygınlığını en ciddi şekilde yücelten, sünneti en iyi tanıyan ve Resulullah'a (s.a.a) olan yakınlığıyla birlikte İslam yolunda büyük ölçüde zahmet ve zorluklara göğüs germiş biri olarak gördüğüm için seçtim. Bunun üzerine Ayşe sustu.

(Şeyh et-Tûsi "el-Emâli" c. 1 s. 143-144, Dar'üs Sekafe Bas. / Allamet'ül Meclisi "Bihar'ül Envâr" C.32, S.266, Müesseset'ül Vefa Yayınları / Muhammed er-Reyşehri "Mevsuat'ül İmam Ali" C.4, S.658, Hadis No: 3859 / (Bişaretu'l-Mustafa, s.281).

 

عَنْ مُوسَى بْنِ عَبْدِ اللَّهِ الْأَسَدِيِّ، قَالَ: لَمَّا انْهَزَمَ أَهْلُ الْبَصْرَةِ أَمَرَ عَلِيُّ بْنُ أَبِي طَالِبٍ (عَلَيْهِ السَّلَامُ) أَنْ تَنْزِلَ عَائِشَةُ قَصْرَ أَبِي خَلَفٍ، فَلَمَّا نَزَلَتْ جَاءَهَا عَمَّارُ بْنُ يَاسِرِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) فَقَالَ لَهَا: يَا أُمَّتِ كَيْفَ رَأَيْتِ ضَرْبَ بَنِيكِ دُونَ دِينِهِمْ بِالسَّيْفِ فَقَالَتْ:

 

اسْتَبْصَرْتَ يَا عَمَّارُ مِنْ أَجْلِ أَنَّكَ غَلَبْتَ.

 

قَالَ: أَنَا أَشَدُّ اسْتِبْصَاراً مِنْ ذَلِكَ، أَمَا وَاللَّهِ لَوْ ضَرَبْتُمُونَا حَتَّى تُبَلِّغُونَا سَعَفَاتِ هَجَرَ لَعَلِمْنَا أَنَّا عَلَى الْحَقِّ وَأَنَّكُمْ عَلَى الْبَاطِلِ.

 

فَقَالَتْ لَهُ عَائِشَةُ: هَكَذَا يُخَيَّلُ إِلَيْكَ، اتَّقِ اللَّهَ يَا عَمَّارُ، فَإِنَّ سِنَّكَ قَدْ كَبِرَتْ، وَدَقَّ عَظْمُكَ، وَفَنِيَ أَجَلُكَ، وَأَذْهَبْتَ دِينَكَ لِابْنِ أَبِي طَالِبٍ.

 

فَقَالَ عَمَّارٌ (رَحِمَهُ اللَّهُ): إِنِّي وَاللَّهِ اخْتَرْتُ لِنَفْسِي فِي أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ)، فَرَأَيْتُ عَلِيّاً أَقْرَأَهُمْ لِكِتَابِ اللَّهِ (عَزَّ وَجَلَّ)، وَأَعْلَمَهُمْ بِتَأْوِيلِهِ، وَأَشَدَّهُمْ‌ تَعْظِيماً لِحُرْمَتِهِ، وَأَعْرَفَهُمْ بِالسُّنَّةِ، مَعَ قَرَابَتِهِ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) وَعِظَمِ عَنَائِهِ وَبَلَائِهِ فِي الْإِسْلَامِ، فَسَكَتَتْ.

 

(الشيخ الطوسي في  الأمالي صفحة : 144 ، ط دار الثقافة / العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 32  صفحة : 266 - ط مؤسسة الوفاء / الشيخ محمد المحمدي الري شهري في موسوعة الإمام عليّ بن أبي طالب (ع) في الكتاب والسُّنَّة والتّاريخ الجزء : 4  صفحة : 658)

 

İmam Ali (as) İmam Mehdi (as) Zuhuru Döneminde, Rasulullah (saa)'a Ayşe, Talha ve Zübeyr'i Şikayet Edecektir

 

İmam Cafer es-Sadık (as) uzun bir hadiste, Mufaddal bin Ömer el-Cufi'ye, imam Mehdi zuhurunda vuku bulacak olayları uzun uzun anlatmıştır, bu anlatıda, Ayşe, Talha ve Zübeyr zikredildikleri için, bir bölümünü buraya alıyoruz:

"... Sonra Müminlerin Emîri, Resûlullâh’a (s.a.a.) şu şikâyetlerini arz edecektir:

Vallahi onlar (Ayşe, Talha ve Zübeyr) biatimi yok saydıklarında Allah onları gözlüyordu. Talha, Zübeyr ve Ayşe, hac ve umre bahanesiyle Mekke’ye gittiler. Biatimi yok sayarak Basra’ya yöneldiler. Ben de üzerlerine yürüdüm. Ey Resûlullâh! Getirdiğin Kuran ile onları uyardım. Ancak bana karşı savaşmakta ısrar ettiler. Ne kadar sabrettiysem de, onlara mazeret ve uyarı gösterdiysem de, bana kılıçtan başka seçenek bırakmadılar. Hüccetin aleyhlerine olduğunu ispatladıktan sonra onları Allah’a havale ettim. Muhacirlerden, Ensar’dan ve ihsanla onların izinden gidenlerden çok sayıda önemli kişi öldürüldükten, 20 bin Müslümanın kanı döküldükten sonra Allah beni galip kıldı. Savaşta, devenin eyerini tutan 70 reisin de kolları kesildi. Ne zaman bir reisin kolu kesildiyse, bir başka reis eyeri avucuna alıyordu. Sonra Hind’in oğlu Muaviye b. Sahr’ın yüzünden daha büyük bir felaket ve acı yaşadım. Ey Resûlullâh! Seninle çıktığım gazvelerde ve senden sonra Cemel savaşında böylesine bir felaket ve acıyla karşılaşmamıştım. Gerçi Cemel savaşı, yaşadığım en çirkin, en ürpertici ve en büyük savaştı.

(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi "Hidayet'ül Kübra" S.409, "Hidayet Yolu" adıyla türkçe baskısı S.317)

 

İmam Hasan (as)'nın İmam Hüseyin (as)'ye Vasiyeti ve Ayşe'nin İmam Hasan (as)'ın Cenazesinin Rasulullah (saa)'ın Yanında Defnedilmesine Mani Olması

 

1- Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi Hazretlerinin Rivayeti:

Hz. Hasan (a.s) Hz. Hüseyin’e (a.s) vasiyetinde şöyle buyurmuştur:

    "Ey kardeşim! Öldüğümde beni yıka ve rayihamı sürdükten sonra kefenle. Cenaze namazımı kıldır ve na’şımı dedem Resûlullâh’ın (s.a) kabrinin yanına taşı. Beni onun yanına göm. Birileri seni engellerse; deden Resûlullâh’ın (s.a), baban Hz. Ali’nin (a.s), annen Hz. Fâtıma’nın (a.s) ve benim hakkımız için, ey kardeşim, hiç kimseye sert davranma ve hiç kimseyle savaşma. Babanın haber verdiği, ileride Fırat’ın batısındaki Kerbela’da karşılaşacağın Yezîd’in ordusundan çekeceğin sana yeter. Dedemin yanında defnedilmeme karşı çıkarlarsa na’şımı hemen Bakî mezarlığına götür ve beni orada göm. Şunu da bil ki na’şımı dedem Resûlullâh’ın (s.a) kabrinin yanına taşıdığın zaman, dedenin kovmuş olduğu Mervan, kâfirliği yüzünden sana engel olacaktır. O, katırına binerek hızla Ayşe’ye gidecek ve şöyle diyecektir: “Ey müminlerin annesi! Hüseyin’in, abisi Hasan’ı dedesi Resûlullâh’ın yanına gömmesine müsaade edecek misin?” Ayşe, “Ey Mervan! Ne yapayım?” diyecek, Mervan şu karşılığı verecektir: “Ey Ayşe! Vallahi eğer Hasan, dedesi Muhammed’in yanına gömülürse babanın ve Ömer’in övüncü kıyamete kadar yok olacaktır”(1) Ayşe şöyle diyecektir: “Nasıl onlara engel olacağım ki? Onlar benden önce oraya varmışlardır” Mervan diyecektir ki: “Şu katırıma bin. Onlara yetiş ve alnının yarılacağını bilsen bile kabrin bulunduğu yere girmelerini engelle” Böylece Mervan katırından inecek, ona Ayşe binecektir. Ayşe hızla yol alacak, dedem Resûlullâh’ın (s.a) kabrinin bulunduğu hareme na’şım vardığında size yetişecektir. Ayşe, kendini kabirle sizin aranıza atacak, “Şu alnım yarılmadıkça Hasan burada gömülmeyecektir” diyerek eliyle alnını tutacaktır. Ayşe bunu yaptığında beni Bakî mezarlığına götür ve deden Resûlullâh’ın (s.a) oğlu İbrahim’in yanına defnet".

     Hz. Hasan (as) vefat ettiğinde Hz. Hüseyin (a.s) onu yıkadı, rayihasını sürdü, kefenledi, cenaze namazını kıldırdı ve na’şını dedesinin (a.s) kabrinin yanına götürdü. Mervan, katırıyla hızla Ayşe’ye gitti. Mervan ile Ayşe arasında Hz. Hasan’ın haber vermiş olduğu konuşmalar geçti. Sonra Mervan, katırından indi. Ayşe katıra binip hızla Hz. Hasan’ın na’şına yetişti. Cenaze alayı, o sırada Nebi’nin (a.s) haremine varmıştı. Ayşe katırdan inerek kendini cenaze alayıyla Nebi’nin (a.s) kabri arasına attı. Alnını tutarak şöyle dedi: “Vallahi şu alnım yarılmadıkça Hasan, dedesinin yanında gömülmeyecektir” Hâşimoğullarından bazıları Ayşe ile tartışmak istediler. Ancak Hz. Hüseyin (a.s) onlara şöyle dedi: “Allah için, Allah için, abimin vasiyetini çiğnemeyin. Na’şı, Bakî mezarlığına taşıyacağız. Çünkü abim, kendisini dedesi Resûlullâh’ın (s.a) yanında gömmem engellenirse kimseyle tartışmamamı ve onu Bakî mezarlığına gömmemi bana vasiyet etti” Bunun üzerine Hz. Hasan’ın na’şı Bakî mezarlığına taşındı ve orada gömüldü.

     Abdullah b. Abbas, Ayşe’ye dedi ki: “Ey Humeyrâ! Kaçıncı defadır bu sizden çektiklerimiz? Bir gün deve üzerindesin, bir gün katır üzerindesin!” Ayşe ona şu cevabı verdi: “Ey Abbas’ın oğlu! Ali’ye karşı savaşmam şaşırtıcı değildir. Nitekim siz, Musa b. İmrân’ın (a.s) hanımı Safrâ bt. Şuayb’ın, Hz. Musa vefat ettikten sonra bir zürafaya binerek vasisi Yuşa b. Nûn’a karşı savaştığını rivayet ettiniz” İbn Abbas ona şu karşılığı verdi: “Vallahi, o Safrâ’dır, sen de Humeyrâ’sın. Aranızdaki tek fark şudur: O, Hz. Şuayb’ın kızıdır, sen ise Atîk b. Abduluzzâ’nın (Ebû Bekir’in) kızısın” Ayşe dedi ki: “Ey Abbas’ın oğlu! Senden alacağımız bir öç var” İbn Abbas şu karşılığı verdi: “Vallahi, sen ve hizbin sapanlarsınız”

(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi "Hidayet'ül Kübra" S.185-186 "Hidayet Yolu" adıyla türkçe baskısı S.119-120)

 

(1) Ebu Bekir ve Ömer, siyasi nüfüzlarından dolayı Peygamberin kabrinin yanında gömülmüşlerdir. Mervan bu durumu bir övünç olarak görüyor, Hz. Hasan orada defnedilirse bu övüncün yitirileceğini düşünüyordu.

 

 

 

من وصية الإمام الْحَسَن لِأَخِيهِ الْحُسَيْن (عليهما السلام)

 

وَ لَمَّا حَضَرَتِ الْحَسَنَ الْوَفَاةُ قَالَ لِأَخِيهِ الْحُسَيْنِ (عليهما السلام): "... إِذَا أَنَا مِتُّ يَا أَخِي فَغَسِّلْنِي وَحَنِّطْنِي وَكَفِّنِّي وَصَلِّ عَلَيَّ وَاحْمِلْنِي إِلَى جَدِّي رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) حَتَّى تُلْحِدَنِي إِلَى جَنْبِهِ فَإِنْ مُنِعْتَ مِنْ ذَلِكَ فَبِحَقِّ جَدِّكَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) وَعَلِيٍّ أَبِيكَ وَأُمِّكَ فَاطِمَةَ الزَّهْرَاءِ (عليهما السلام) وَبِحَقِّي يَا أَخِي أَنْ لَا خَاصَمْتَ أَحَداً وَلَا قَاتَلْتَهُ فَحَسْبُكَ بِمَا قَالَ لَكَ فِي قِتَالِ جَيْشِ يَزِيدَ بِكَرْبَلَا فِي غَرْبِيِّ الْفُرَاتِ وَأَرَادُوا تَعَنُّفِي فَارْجِعْ مِنْ فَوْرِكَ إِلَى بَقِيعِ الْغَرْقَدِ فَادْفِنِّي فِيهِ، وَاعْلَمْ أَنَّكَ إِذَا حَمَلْتَنِي إِلَى قَبْرِ جَدِّي رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) لَا يَدَعُ مَرْوَانُ طَرِيدُ جَدِّكَ لِكُفْرِهِ وَيَرْكَبُ بَغْلَتَهُ وَيَصِيرُ إِلَى عَائِشَةَ مُسْرِعاً فَيَقُولُ لَهَا يَا أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ تَتْرُكِينَ الْحُسَيْنَ يَدْفِنُ أَخَاهُ مَعَ جَدِّهِ رَسُولِ اللَّهِ فَتَقُولُ لَهُ يَا مَرْوَانُ مَا أَصْنَعُ فَيَقُولُ وَاللَّهِ يَا عَائِشَةُ لَئِنْ دُفِنَ الْحَسَنُ مَعَ جَدِّهِ مُحَمَّدٍ لَيَذْهَبَنَّ فَخْرُ أَبِيكِ وَفَخْرُ عُمَرَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ فَتَقُولُ لَهُ وَأَنَّى لِي بِهِمْ وَقَدْ سَبَقُونِي فَيَقُولُ هَذِهِ بَغْلَتِي فَارْكَبِيهَا وَالْحَقِي بِالْقَوْمِ فَامْنَعِيهِمْ مِنَ الدُّخُولِ إِلَيْهِ وَلَوْ جُزَّتْ نَاصِيَتُكَ وَيَنْزِلُ عَنْ بَغْلَتِهِ وَتَرْكَبُ عَائِشَةُ وَتُسْرِعُ إِلَيْهِمْ فَتَلْحَقُ بِنَعْشِي وَقَدْ وَصَلَ إِلَى حَرَمِ جَدِّي رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) فَتَرْمِي نَفْسَهَا بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الْقَبْرِ وَتَقُولُ لَا يُدْفَنِ الْحَسَنُ هَاهُنَا أَوْ تُجَزَّ نَاصِيَتِي هَذِهِ وَتَأْخُذُ نَاصِيَتَهَا بِيَدِهَا فَإِذَا فَعَلَتْ ذَلِكَ فَارْدُدْنِي إِلَى الْبَقِيعِ وَادْفِنِّي إِلَى جَانِبِ قَبْرِ إِبْرَاهِيمَ ابْنِ جَدِّكَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) فَلَمَّا تُوُفِّيَ الْحَسَنُ (صَلَوَاتُ اللَّهِ عَلَيْهِ) أَخَذَ الْحُسَيْنُ (عليه السلام) فِي جَهَازِهِ وَحَمَلَهُ وَصَلَّى عَلَيْهِ وَصَارَ بِهِ إِلَى قَبْرِ جَدِّهِ (عليه السلام) وَوَافَى مَرْوَانُ لَعَنَهُ اللَّهُ مُسْرِعاً عَلَى بَغْلَتِهِ إِلَى عَائِشَةَ لَعَنَهَا اللَّهُ وَقَالَ كَمَا حَكَاهُ الْحَسَنُ لِلْحُسَيْنِ (عليهما السلام) وَقَالَتْ لَهُ مِثْلَهُ وَنَزَلَ مَرْوَانُ عَنْ بَغْلَتِهِ وَرَكِبَتْهَا عَائِشَةُ وَلَحِقَتِ الْقَوْمَ وَقَدْ وَصَلُوا إِلَى حَرَمِ النَّبِيِّ (عليه السلام) فَرَمَتْ بِنَفْسِهَا عَنِ الْبَغْلَةِ وَأَخَذَتْ بِنَاصِيَتِهَا وَوَقَفَتْ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقَبْرِ وَقَالَتْ وَاللَّهِ لَا يُدْفَنِ الْحَسَنُ مَعَ جَدِّهِ أَوْ تُجَزَّ نَاصِيَتِي هَذِهِ فَأَرَادَ بَنُو هَاشِمٍ الْكَلَامَ فَقَالَ الْحُسَيْنُ (عليه السلام) اللَّهَ اللَّهَ لَا تُضَيِّعُوا وَصِيَّةَ أَخِي وَاعْدِلُوا بِهِ إِلَى‌ الْبَقِيعِ فَإِنَّهُ أَقْسَمَ عَلَيَّ إِنْ مُنِعْتُ مِنْ دَفْنِهِ مَعَ جَدِّهِ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) لَا أُخَاصِمْ أَحَداً وَأَنْ أَدْفِنَهُ فِي الْبَقِيعِ فَعَدَلُوا بِهِ إِلَيْهِ فَدَفَنُوهُ فِيهِ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْعَبَّاسِ: كَمْ لَنَا مِنْكُمْ يَا حُمَيْرَاءُ يَوْمٌ عَلَى جَمَلٍ وَيَوْمٌ عَلَى زَرَّافَةٍ فَقَالَتْ يَا ابْنَ الْعَبَّاسِ لَيْسَ قِتَالِي لِعَلِيٍّ بِعَجِيبٍ وَقَدْ رُوِّيتُمْ أَنَّ صَفْرَاءَ ابْنَةَ شُعَيْبٍ زَوْجَةَ مُوسَى بْنِ عِمْرَانَ (عليه السلام) قَاتَلَتْ بَعْدَهُ وَصِيَّهُ يُوشَعَ بْنَ نُونٍ عَلَى زَرَّافَةٍ فَقَالَ لَهَا ابْنُ الْعَبَّاسِ هِيَ وَاللَّهِ صَفْرَاءُ وَأَنْتِ حُمَيْرَاءُ إِلَّا أَنَّهَا بِنْتُ شُعَيْبٍ وَأَنْتِ بِنْتُ عَتِيقِ ابن [بْنِ عَبْدِ الْعُزَّى قَالَتْ إِنَّ لَنَا عِنْدَكَ يَا ابْنَ الْعَبَّاسِ ثَأْراً بِثَأْرٍ وَالْمَعَادُ لَا تَقُولُ بِهِ فَقَالَ لَهَا ابْنُ عَبَّاسٍ وَاللَّهِ أَنْتِ وَمَنْ أَنْتِ مِنْهُ وَحِزْبُكُمُ الضَّالُّونَ‌.

 

(السيد الحسين بن حمدان الخصيبي في  الهداية الكبرى صفحة 185-186)

 

 

 

 

2-  Muhaddis El-İrbeli'nin Rivayeti:

İmam Hasan (as) şehit olunca, İmam Hüseyin (a.s.) onu yıkadı kefenledi ve Resulullah’ın (s.a.a.) cenaze namazlarını kıldığı musalla taşına koyup namazını kıldı. İmam Hüseyin (a.s.) abisini ceddi Resulullah’ın (s.a.a.) huzuruna alırken Mervan; onları engellemek için Ümeyyeoğulları’ndan bir gruba silah kuşandırdı ve yollarını kesti. Beraberlerinde Ayşe, katıra binmiş bir şekilde “Sizler benim sevmediğim birini (imam Hasan'ı) nasıl olur da evime sokarsınız, çocuğunuzu benim evimden uzak tutun, hiç kimse orada defnedilip Allah Resulü’nün (s.a.a.) saygınlık perdesini yırtamaz!” diye feryat etti.

 İmam Hüseyin (a.s.) Ayşe'nin bu feryadına karşın şöyle buyurdu: Sen ve baban daha önce Resulullah’ın (s.a.a.) yanına sevmediği birini geçirerek onun saygınlık perdesini yırttın, yüce Allah şüphe yok ki bunun hesabını sana soracaktır! Bu kez Mervan öne atılarak şöyle bağırdı: Osman, Medine’nin dışında defnedilmişken Hasan (a.s.) peygamberin yanına mı defnedilecek? Allah’ım bu durumda savaşmak sağduyulu kalmaktan evladır, bu asla olacak şey değildir, bu durumda ben kılıcımı çekerim!
Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında çatışma çıkmasına ramak kalmıştı; bunu gören İbn-i Abbas, Mervan’a yaklaştı ve ona şöyle dedi: Ey Mervan! geldiğin yerden geri dön, zira biz dostumuzu Resulullah’ın (s.a.a.) yanına defnetme fikrinde değiliz,bizim amacımız Resulullah’ı (s.a.a.) ziyaret edip ahdimizi tazelemek ve daha sonra onun vasiyeti gereği ninesi Fatıma’nın yanına defnetmektir, eğer Resulullah’ın (s.a.a.) yanına defnedilme vasiyeti olsaydı senin gibi biri bu konuda bizi engellemede aciz kalırdı. Ancak o, yüce Allah’ı Resulullah’ı (s.a.a.) ve mezar-ı şerifinin hürmetini sizden daha iyi bilmekte, onun makamına diğerlerinin geçtiği gibi izinsiz geçmeyi uygun görmemektedir.

 

(Muhaddis El-İrbeli "Keşf'ül Gumme Fi Marifet'il Eimme" c. 1 s. 547-548)

 

 

... فلمّا مضى الإمام الحسن(عليه السلام) لسبيله غسله الحسين (عليه السلام) و كفنه و حمله على سريره فلم يشك مروان و من معه من بني أميّة أنّهم سيدفنونه عند جدّه رسول اللّه (صلّى اللّه عليه و آله و سلّم)، فتجمّعوا له و لبسوا السلاح، فلمّا توجّه الحسين به إلى قبر جدّه (صلّى اللّه عليه و آله و سلّم) ليجدّد به عهدا أقبلوا إليهم في جمعهم و لحقتهم عائشة على بغل وهي تقول: مالي و مالكم تريدون أن تدخلوا بيتي من لا أحب؟ و جعل مروان يقول: يا رب هيجا هي خير من دعة (2)، أ يدفن عثمان في أقصى المدينة و يدفن الحسن مع النبي؟ لا يكون ذلك أبدا و أنا أحمل السيف، و كادت الفتنة تقع بين بني هاشم و بني أميّة.

 

فبادر ابن عباس إلى مروان فقال له: ارجع يا مروان من حيث جئت فإنّا ما نريد دفن صاحبنا عند رسول اللّه (صلّى اللّه عليه و آله و سلّم)، لكنّا نريد أن نجدّد به عهدا و بزيارته ثمّ نردّه إلى جدّته فاطمة رحمة اللّه عليها فندفنه بوصيّته عندها، و لو كان وصّى بدفنه مع رسول اللّه (صلّى اللّه عليه و آله و سلّم) لعلمت أنّك أقصر باعا من ردّنا عن ذلك، و لكنّه كان أعلم باللّه و برسوله و بحرمة قبره من أن يطرق عليه هدما كما طرق ذلك غيره، و دخل بيته بغير إذنه، ثمّ أقبل على عائشة و قال: وا سوأتاه يوما على بغل و يوما على جمل، تريدين أن تطفئي نور اللّه و تقاتلي أولياء اللّه، ارجعي فقد كفيت الذي تخافين و بلغت ما تحبّين، و اللّه‌ تعالى منتصر لأهل هذا البيت و لو بعد حين.

 

و قال الحسين (عليه السلام): و اللّه لو لا عهد الحسن إليّ بحقن الدماء و أن لا أهريق في أمره محجمة دم لعلمتم كيف تأخذ سيوف اللّه منكم مأخذها و قد نقضتم العهد بيننا و بينكم، و أبطلتم ما اشترطنا عليكم لأنفسنا، و مضوا بالحسن (عليه السلام) فدفنوه بالبقيع عند جدّته فاطمة بنت أسد بن هاشم رضي اللّه عنها.

 

(كشف الغمة في معرفة الأئمة - المحدث الإربلي الجزء : 1  صفحة : 547-548)

 

 

Şair bu konuda demiş ki:

 

Men etti haksız yere onu Resulullah’ın (s.a.a.) hareminden
Oysaki onun çocuğuydu hangi mazeretle men eder
Ruhu gibiydi o peygamberin, kuşku yok ki gördü
Uzaklarda olacakları akrabalıkların nasıl kesildiğini

 

Münteha El Emal c. 1 s. 517

 

3- Şeyh Müfîd'in Rivayeti:

İmam Hasan (as) dünyadan göçtükten sonra, İmam Hüseyin (as) onun cenazesine gusül verip kefenledi ve tabuta koyarak Resulullah (saa)'ın mezar-ı şerifine doğru hareket etti. Diğer
taraftan (Medine valisi olan) Mervan Ümeyye oğullarından oluşan adamları ile birlikte, Haşimi oğullarının İmam Hasan'ın naşını Resulullah (saa)'ın yanına defnetmek istediklerini
zannederek toplanıp zırh giyinerek silah kuşanıp İmam Hasan'ın cenazesini teşyi eden İmam Hüseyin ve Haşimi oğullarının önünü kestiler. Bu sırada Ayşe de bir deveye binmiş olarak
Mervan ve adamlarının yanında yer almıştı ve:  "Siz ne yapmak istiyorsunuz, sevmediğim bir insanı benim evime nasıl getirirsiniz?" diye haykırırken, Mervan da: "Bazen savaşmak, huzur içinde oturmaktan daha iyidir! Osman Medine dışında uzak bir yerde defnedilirken, Hasan Peygamberin yanına mı defnedilecektir?
Şu kılıç elimde iken buna izin vermem!" diye bağırıyordu.
Böylece Beni Haşim ile Beni Ümeyye arasında kanlı bir savaş çıkmak üzereydi.

İbni Abbas, Mervan'ın yanına yaklaşarak: Ey Mervan! dedi. Geldiğin yere dön! Biz büyüğümüzü, Resulullah'ın yanına defnetmek istemiyoruz. Biz sadece, Allah'ın Resulünü ziyaret edip ahdini tazeleyerek cenazesini kendi vasiyeti üzerine babaannesinin yanına defnedeceğiz. Eğer o ceddinin yanına defnedilmeyi vasiyet etmiş olsaydı sen de biliyorsun ki bunu önlemeye senin gücün yetmezdi. Ancak o, Allah'ı ve Resulünü daha iyi tanımakta ve kabrinin harap edilmeyerek saygısının gözetilmesini daha iyi bilmektedir. Nitekim daha önce bu işi başkası yaptı ve onun izni olmadan evine giriverdi... Sonra Ayşe'ye yüzünü tutup dedi ki: Bu ne rezilliktir ey Ayşe! Bir gün o deveyle bu günde Allah'ın nurunu söndürmek mi istiyorsun? Dostlarınla savaşmak mı istiyorsun? Geri dön korktuğun şey gönlüne göre oldu, istediğine kavuştun. Allah bu ailenin intikamını alacaktır çok geç olsa bile.
İmam Hüseyin (as) de buyurdu ki: Allah'a andolsun ki, bir hacamat kanı kadar bile kan akıtılmasın diye vasiyeti olmasaydı, Allah için kılıçların çekilip vücudunuzdaki yerini nasıl
alacağını görecektiniz? Hâlbuki siz, bizimle olan antlaşmanızı bozdunuz, bizim için kabul ettiğiniz şartları yerine getirmediniz.
Bu olaydan sona İmam Hasan (as)'ın cenazesi Abdümenaf oğlu Haşim oğlu Esad kızı, Fatıma'nın mezarı yanına defnedildi.

(Şeyh Müfid el-İrşad" C.2, S.18-19)

 

فلمّا مضى (الإمام الحسن) عليه السلام لسبيلِه غسّلَه الحسين عليه السلام وكفّنَه وحملَه على سريرِه ، ولم يَشُكَّ مروانُ ومن معَه من بني أُميّةَ أنَّهم سيدفنونَه عندَ رسولِ اللهِ (صلى الله عليه وآله وسلم)  فَتَجَمَّعوا له ولبسوا السِّلاحَ ، فلمّا توجّهَ به الحسينُ بنُ عليٍّ عليهما السلام إلى قبرِ جدِّه رسولِ اللهِ (صلى الله عليه وآله وسلم)  ليُجدِّدَ به عَهداً أقبلوا إليهم في جمعِهم ، ولَحِقَتْهم عائشةُ على بغلٍ وهي تقولُ : مالي ولكم تُريدونَ أن تُدخِلوا بيتي من لا أُحِبُّ. وجعَل مروانُ يقولُ :

 

يَارُبَّ هَيْجَا هِيَ خَيْرٌ مِنْ دَعَة

 

أيدفَنُ عثمانُ في أقصى المدينةِ ، ويُدفَنُ الحسن معَ النّبي؟! لا يكونُ ذلكَ أبداً وأنا أحْمِلُ السّيفَ.

 

وكادتِ الفتنةُ تقعُ بينَ بني هاشمٍ وبني أُميَّةَ ، فبادرَ ابنُ عبّاسٍ إِلى مروانَ فقالَ له : ارجعْ يا مروانُ من حيثُ جئتَ ، فإنّا ما نريدَ (أنْ نَدفِنَ صاحبَنا ) عندَ رسولِ اللهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) لكِنَّا نريدُ أن نُجدِّدَ به عهداً بزيارتِه ، ثم نَردَّه إِلى جدّتِه فاطمَة (ع) فنَدفِنَه عندَها بوصيَّتهِ بذلكَ ، ولوكانَ وصَّى بدفنِه معَ النّبيِّ (صلى الله عليه وآله وسلم) لعلمتَ أنّكَ أقصرُ باعاً من رَدِّنا عن ذلكَ ، لكِنَّه عليه السلام كانَ أعلمَ باللهِ ورسوله وبحرمةِ قبرِه من أن يُطَرِّقَ عليه هَدْماً كما طَرّقَ ذلكَ غيرُه ، ودَخَلَ بيتَه بغيرِ إِذنِه.

 

ثمّ أقبلَ على عائشةَ فقالَ لها : واسوأتاه! يوماً على بغلٍ ويوماً على جملٍ ، تريدينَ أن تُطفِئي نورَ اللهِ ، وتُقاتلينَ أولياءَ اللهِ ، ارجِعي فقد كُفِيْتِ الّذي تَخافينَ وبلغتِ ما تُحبِّينَ ، والله تعالى مُنتصر لأهلِ هذا البيتِ ولوبعدَ حينٍ [*].

 

وقالَ الحسينُ عليه السلام : «واللهِ لَولا عهدُ الحسنِ إِليَّ بحقن الدِّماءِ ، وأن لا أُهريقَ في أمرِه محجمةَ دمِ ، لَعلمتُم كيفَ تَأْخذُ سُيوفُ اللهِّ منكم مَأْخذَها ، وقد نَقَضْتُمُ العهَدَ بَينَنا وبينَكم ، وأبطلتُم ما اشترطْنا عليكم لأنفسِنا».

 

ومَضَوا بالحسنِ عليه السلام فَدَفَنُوه بالبقيعِ عندَ جدّتِه فاطمةَ بنتِ أسدِ بنِ هاشمِ بنِ عبدِ مَنافٍ رضيَ اللهُ عنها وأسكنَها جنّاتِ النعيمَ.

 

(نقلا من كتاب الإرشاد لللشيخ المفيد  الجزء : 2  صفحة : 18-19 ، هذا الخبر روته العامة والخاصة بتغير ببعض عباراته كل بحسب مذهبه ، انظر دلائل الامامة : ٦١ ، ومقاتل الطالبيين : ٧٤ ، شرح النهج الحديدي ١٦ : ٤٩ ـ ٥١ ، والخرائج والجرائح ١ : ٢٤٢ / ٨ ، ونقله العلامة المجلسي في البحار ٤٤ : ١٥٦)

 

------------------------------

(*) في هامش «ح » : فقال لها ايضاً :

 

تجملت تبغلت ** ولو عشت تفيلت

 

لك الثمن من التسع ** وفي الكل تطمعت

 

وفي الخرائج والجرائح : قال ابن عباس لعائشة : واسوأتاه! يوماً على بغل ويوماً على جمل ، وفي رواية : يوماً تجملت وبوماً تبغلت وان عشت تفيلت ، فأخذه ابن الحجاج الشاعر البغدادي فقال :

 

يا بنتَ أبي بكر ** لاكانَ ولاكُنتِ

 

لِك التسع من الثُمن ** وبالكلّ تملّكت

 

تجملتِ تبغّلتِ ** وان عشتِ تفيّلت

 

 

4- El-Küleyni'nin Rivayeti:

Muhammed b. Müslim şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum:

«Hasan b. Ali (aleyhisselâm), vefat edeceği sırada Hüseyin (aleyhisselâm)'a dedi ki: «Ey kardeşim! Ben sana bir vasiyette bulunacağım, bu vasiyetimi iyi koru. Öldü­ğüm zaman, beni yıka, kefenle ve güzel kokular sürerek defne hazırla. Sonra beni Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)’nin yanma götür ki onunla ahdimi tazeleyeyim. Sonra annemin tarafına çevir. Sonra beni getir ve el-Baki mezarlığında defnet.

Şunu bil ki, Humeyra'dan bana bir olumsuzluk ilişecektir. Allah ve insanlar, onun neler yaptığını, Allah'a ve Resulüne karşı ne hatalar işlediğini ve biz Ehl-i Beyt 'e yönelik düşmanlığını bilirler.»

Hasan (aleyhisselâm) vefat edince bir tabuta konuldu, ardından Resûlullah (sal­lallahu aleyhi ve âlihi)’nin cenaze namazlarını kıldığı musallanın bulunduğu yere gö­türüldü. Namazını Hüseyin (aleyhisselâm) kıldı. Sonra oradan alındı Peygamberin mescidine götürüldü. Kabrin başında beklenirken, biri Aişe'ye haber verdi ve dedi ki: "Hasan'ı Resûlullah'ın yanına defnetmek üzere getirdiler."

Derhal evinden çıkıp üzerinde eğeri bulunan bir katıra bindi -İslâm'da üze­rinde eğeri bulunan bir katıra binen ilk kadın Aişe'dir- ve şöyle bağırdı:

"Oğlunuzu evimden uzaklaştırın. Bu eve kimse defnedilemez. Resûlullah'ın hicabını kirletmesine müsaade etmem."

Hüseyin (aleyhisselâm) ona dedi ki: «Geçmişte sen ve baban Resûlullah'ın (onun yanına izinsiz girmesini sağlayarak) hicabını kirlettiniz ve sen onun yakınlarından olmasını istemediği kimseyi evine aldın (Ebu Bekir ve Ömer'in Mescidde peygamberin kabrinin yanına defnedilmelerini sağladın.) Allah bunları sana soracaktır, ey Aişe! Kar­deşim, bana, kendisini babası Resûlullah'a yaklaştırmamı ve onunla ahdini tazeleme­sini sağlamamı emretti. Şunu bil ki: kardeşim, insanlar içinde Allah'ı ve Resulünü en iyi bilen kimsedir. Allah'ın kitabını herkesten daha iyi te'vil ederdi. Bu yüzden onun Resûlullah'ın hicabını kirletmesi mümkün değildir. Çünkü Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe peygamberin evlerine girmeyin" (Ahzâb,53) Ama sen, Resûlullah'ın evine onun izni olmadan başkalarım al­dın. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Seslerinizi peygambe­rin sesinin üstüne yükseltmeyin." (Hucurât, 2) Ömrüme andolsun ki, sen, baban ve Fa­ruk (Ömer) için Resûlullah'ın kulağının dibinde yere kazmalar vurdun. Hâlbuki Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: "Allah'ın elçisinin yanında seslerini alçaltanlar, o kişilerdir ki Allah onların gönüllerini, çekinmeyle sınamıştır; onlaradır yarlığanma ve pek büyük mükâfat." (Hucurât, 3) Ömrüme andolsun ki, senin baban ve onun Faruk'u Resûlullah'a eziyet verecek ve onun hakkını çiğneyecek şekilde kabrinin yanına defnedilmelerini sağlamak suretiyle ona eziyet ettiler, onun hakkını gözetmediler, Al­lah'ın, Peygamberin diliyle kendilerine emrettiğini gözetmediler. Çünkü Allah'ın mü­minlere sağlıklarında haram kıldığı bir şey ölmeleri durumunda da haramdır.

Ey Aişe! Allah'a yemin ederim ki, Eğer Hasan'ın, babası Resûlullah'ın yanına defnedilmesi; bu çirkin gördüğün şey, bizim nazarımızda, Allah katında caiz görül­seydi, senin razı olmamana rağmen, onu oraya defnederdik.

Sonra Muhammed b. Hanefıye konuştu ve dedi ki: "Ey Aişe! Haşim oğulları­na duyduğun düşmanlık yüzünden, bir gün katırın sırtında, bir gün devenin (Cemel savaşında olduğu gibi) sırtında­sın. Ne kendine hâkim olabiliyorsun, ne de bir yerde durabiliyorsun!"

Aişe ona döndü ve dedi ki: "Ey Hanefiye'nin oğlu! Bunlar, Fâtıma'nın çocuk­larıdır. O yüzden konuşuyorlar. Sana ne oluyor?"

Hüseyin ona şu cevabı verdi: «Muhammed'i Fâtıma'nın oğullarından uzaklaş­tıramazsın. Allah'a yemin ederim ki, onu üç Fâtıma doğurmuş. Biri, Mahzum oğlu Amr oğlu Aiz oğlu İmran kızı Fâtıma, biri Haşim oğlu Esed kızı Fâtıma ve biri de Amir oğlu, Abdumais oğlu Hicr oğlu Revaha oğlu Esam oğlu Zaide kızı Fâtıma'dır.»

Bunun üzerine Aişe, Hüseyin'e şöyle dedi: "Oğlunuzu uzaklaştırın ve buradan götürün. Siz düşmanlık isteyen bir kavimsiniz."

Sonra Hüseyin (aleyhisselâm) annesinin kabrine yöneldi. Sonra Hasan (aleyhisselâm)’ın cenazesini çıkarıp el-Bâki mezarlığına defnetti.»

 

(El-Küleyni "Usul-i Kafi" c.1, s.302-303, Türkçe baskısı C.1, S.557-558, Hadis No: 777 Dar'ül Hikem Yay. 2008 İstanbul).

 

عَنْ سَهْلٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سُلَيْمَانَ عَنْ هَارُونَ بْنِ الْجَهْمِ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ مُسْلِمٍ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا جَعْفَرٍ ع يَقُولُ‌ لَمَّا احْتُضِرَ الْحَسَنُ بْنُ عَلِيٍّ ع قَالَ لِلْحُسَيْنِ يَا أَخِي إِنِّي أُوصِيكَ بِوَصِيَّةٍ فَاحْفَظْهَا فَإِذَا أَنَا مِتُّ فَهَيِّئْنِي ثُمَّ وَجِّهْنِي إِلَى رَسُولِ اللَّهِ ص لِأُحْدِثَ بِهِ عَهْداً ثُمَّ اصْرِفْنِي إِلَى أُمِّي فَاطِمَةَ ع ثُمَّ رُدَّنِي فَادْفِنِّي بِالْبَقِيعِ وَاعْلَمْ أَنَّهُ سَيُصِيبُنِي مِنَ الْحُمَيْرَاءِ مَا يَعْلَمُ النَّاسُ مِنْ صَنِيعِهَا وَعَدَاوَتِهَا لِلَّهِ وَلِرَسُولِهِ ص وَعَدَاوَتِهَا لَنَا أَهْلَ الْبَيْتِ فَلَمَّا قُبِضَ الْحَسَنُ ع وَوُضِعَ عَلَى سَرِيرِهِ فَانْطَلَقُوا بِهِ إِلَى مُصَلَّى رَسُولِ اللَّهِ ص الَّذِي كَانَ يُصَلِّي فِيهِ عَلَى الْجَنَائِزِ فَصَلَّى عَلَى الْحَسَنِ ع فَلَمَّا أَنْ صَلَّى عَلَيْهِ حُمِلَ فَأُدْخِلَ الْمَسْجِدَ فَلَمَّا أُوقِفَ عَلَى قَبْرِ رَسُولِ اللَّهِ ص بَلَغَ عَائِشَةَ الْخَبَرُ وَقِيلَ لَهَا إِنَّهُمْ قَدْ أَقْبَلُوا بِالْحَسَنِ بْنِ عَلِيٍّ لِيُدْفَنَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ فَخَرَجَتْ مُبَادِرَةً عَلَى بَغْلٍ بِسَرْجٍ فَكَانَتْ أَوَّلَ امْرَأَةٍ رَكِبَتْ فِي الْإِسْلَامِ سَرْجاً فَوَقَفَتْ وَقَالَتْ نَحُّوا ابْنَكُمْ عَنْ بَيْتِي فَإِنَّهُ لَا يُدْفَنُ فِيهِ شَيْ‌ءٌ وَلَا يُهْتَكُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ حِجَابُهُ فَقَالَ لَهَا الْحُسَيْنُ بْنُ عَلِيٍّ صَلَوَاتُ اللَّهِ عَلَيْهِمَا قَدِيماً هَتَكْتِ أَنْتِ وَأَبُوكِ حِجَابَ رَسُولِ اللَّهِ وَأَدْخَلْتِ بَيْتَهُ مَنْ لَا يُحِبُّ رَسُولُ اللَّهِ قُرْبَهُ وَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُكِ عَنْ ذَلِكِ يَا عَائِشَةُ إِنَّ أَخِي أَمَرَنِي أَنْ أُقَرِّبَهُ مِنْ أَبِيهِ رَسُولِ اللَّهِ ص لِيُحْدِثَ بِهِ عَهْداً وَاعْلَمِي أَنَّ أَخِي أَعْلَمُ النَّاسِ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَعْلَمُ بِتَأْوِيلِ كِتَابِهِ مِنْ أَنْ يَهْتِكَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ سِتْرَهُ لِأَنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى يَقُولُ:(يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ)‌) الأحزاب: 53) وَقَدْ أَدْخَلْتِ أَنْتِ بَيْتَ رَسُولِ اللَّهِ ص الرِّجَالَ بِغَيْرِ إِذْنِهِ وَقَدْ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: (يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَرْفَعُوا أَصْواتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِ‌...)(الحجرات: 2) وَلَعَمْرِي لَقَدْ ضَرَبْتِ أَنْتِ لِأَبِيكِ وَفَارُوقِهِ عِنْدَ أُذُنِ رَسُولِ اللَّهِ ص الْمَعَاوِلَ وَقَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: (إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْواتَهُمْ‌ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ أُولئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوى)‌[الحجرات: 3] وَلَعَمْرِي لَقَدْ أَدْخَلَ أَبُوكِ وَفَارُوقُهُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ ص بِقُرْبِهِمَا مِنْهُ الْأَذَى وَمَا رَعَيَا مِنْ حَقِّهِ مَا أَمَرَهُمَا اللَّهُ بِهِ عَلَى لِسَانِ رَسُولِ اللَّهِ ص إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَمْوَاتاً مَا حَرَّمَ مِنْهُمْ أَحْيَاءً وَتَاللَّهِ يَا عَائِشَةُ لَوْ كَانَ هَذَا الَّذِي كَرِهْتِيهِ مِنْ دَفْنِ الْحَسَنِ عِنْدَ أَبِيهِ رَسُولِ اللَّهِ ص جَائِزاً فِيمَا بَيْنَنَا وَبَيْنَ اللَّهِ لَعَلِمْتِ أَنَّهُ سَيُدْفَنُ وَإِنْ رَغِمَ مَعْطِسُكِ قَالَ ثُمَّ تَكَلَّمَ مُحَمَّدُ بْنُ الْحَنَفِيَّةِ وَقَالَ يَا عَائِشَةُ يَوْماً عَلَى بَغْلٍ وَيَوْماً عَلَى جَمَلٍ فَمَا تَمْلِكِينَ نَفْسَكِ وَلَا تَمْلِكِينَ الْأَرْضَ عَدَاوَةً لِبَنِي هَاشِمٍ قَالَ فَأَقْبَلَتْ عَلَيْهِ فَقَالَتْ يَا ابْنَ الْحَنَفِيَّةِ هَؤُلَاءِ الْفَوَاطِمُ يَتَكَلَّمُونَ فَمَا كَلَامُكَ فَقَالَ لَهَا الْحُسَيْنُ ع وَأَنَّى تُبْعِدِينَ مُحَمَّداً مِنَ الْفَوَاطِمِ فَوَ اللَّهِ لَقَدْ وَلَدَتْهُ ثَلَاثُ فَوَاطِمَ- فَاطِمَةُ بِنْتُ عِمْرَانَ بْنِ عَائِذِ بْنِ عَمْرِو بْنِ مَخْزُومٍ وَفَاطِمَةُ بِنْتُ أَسَدِ بْنِ هَاشِمٍ وَفَاطِمَةُ بِنْتُ زَائِدَةَ بْنِ الْأَصَمِّ ابْنِ رَوَاحَةَ بْنِ حُجْرِ بْنِ عَبْدِ مَعِيصِ بْنِ عَامِرٍ قَالَ فَقَالَتْ عَائِشَةُ لِلْحُسَيْنِ ع نَحُّوا ابْنَكُمْ وَاذْهَبُوا بِهِ فَإِنَّكُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ قَالَ فَمَضَى الْحُسَيْنُ ع إِلَى قَبْرِ أُمِّهِ ثُمَّ أَخْرَجَهُ فَدَفَنَهُ بِالْبَقِيعِ.

 

( الكافي- الشيخ الكليني    الجزء : 1  صفحة : 302-303 ط الاسلامية)

 

 

 

5- Şeyh et-Tusi'nin Rivayeti:

Hasan bin Ali bin Amr bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talip’ten (a.s): aynı zamanda Muhammed bin Selam El Kufi’den Ahmet bin Muhammed El Vasıti’den Muhammed bin Salih bin Muhammed bin Salt’tan Amr bin Yunus El Yemani’den, Kelbi’den, Ebi Salih’ten, ibni Abbas’tan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

 

     İmam Hüseyin bin Ali (a.s), İmam Hasan bin Ali’nin (a.s) şehit olmasına sebep olan hastalığında yanına gelip: "Kendini nasıl hissediyorsun ey kardeşim?" Dedi.  İmam Hasan (a.s) ona: "Kendimi ahiretin ilk günlerinde ve dünyanın son günlerinde görüyorum ve ecelimi hiçbir şekilde geçemeyeceğimi biliyorum ve senden kardeşlerimden ve sevenlerimden ayrılmayı arzu etmeme rağmen, dedem ve babama doğru gittiğimi biliyorum, ancak bu sözler dolayısıyla da yüce Allah’tan (c.c.) bağışlanma ve af dilerim. Diğer bir taraftan da Resulullah (s.a.a), müminlerin emiri İmam Ali bin Ebi Talib (a.s), annem Fatıma (a.s), Hamza ve amcam Cafer’le (r.a) buluşacağım içinde mutluyum. Elbette ki vefat eden herkesten bir anı ve taziye ve geçen her şeyden alınacak dersler vardır. Ey kardeşim ciğerimi parça parça kap içine kustuğumu gördüm. Bana bu tuzağı kimin kurduğunu ve buna kimin alet olduğunu çok iyi biliyorum. Sen buna karşı ne yapacaksın ey kardeşim?" diye sordu.  

 

      İmam Hüseyin (a.s): "Allah'a ant olsun ki onu öldüreceğim" diye buyurdu. Bunun üzerine imam Hasan (as): "Ant olsun ki Allah’a (c.c.), Resulullah’la buluşuncaya kadar onun kim olduğunu sana söylemeyeceğim, ancak şu söyleyeceklerimi yaz: 'Bu Hasan bin Ali bin Ebi Talib’in (a.s) kardeşi Hüseyin bin Ali’ye (a.s) bıraktığı vasiyettir: Allah’tan (c.c.) başka ilah olmadığına onun bir ortağı olmadığına şehadet ederim ona hakkıyla ibadet eder onun Mülk konusunda da ortağı olmadığını ve yücelttiği hiçbir şeyin zelil olmayacağına, her şeyi yarattığına ve belirli bir şekilde takdir ettiğine, ilk tapılanın ve hamda en layık olanın o olduğuna şehadet ederim. Ona itaat eden doğru yolu bulmuş ona muhalefet eden ziyan olmuş ve onun rızası için tövbe eden hidayet yolunu bulmuştur. Ey Hüseyin, ailem, çocuklarım ve Ehlibeytin konusunda sana şunları vasiyet ediyorum:

 

      Hata yapanları affet, salih amel işleyeni kabul et, onların vekili ve babaları gibi ol. Beni Resulullah’ın (s.a.a) yanına defnet, zira ben o yanında hiçbir vasiyet gereği olmadan ve ondan izinsiz yanında defnedilenlerden daha evlayım. Yüce Allah (c.c.) peygamberine indirdiği ayetlerin birinde şöyle buyuruyor: "Ey İman edenler peygamberin evine ancak o izin verdikten sonra geçiniz"(Ahzab 53). Allah’a ant olsun ki hayattayken onlara böyle bir izin vermemiş şahadetinden sonra da buna yönelik bir vasiyette bırakmamıştır. Bizler ise onun bıraktığı mirasta tasarruf hakkına sahibiz. Eğer o kadın sana bu konuda karşı çıkarsa sana akrabalığı ve Resulullah’ın (s.a.a) hürmetini hatırlatırım. Bunun için hiç kimsenin kanını akıtma! Ta ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi vesellem) ile karşılaşıp onun hakkında hesaplaşıncaya kadar. Ve ona kendisinden sonra insanların bize karşı durumlarını da anlatacağız.'" Buyurup, şehadete erişti.


      İbni Abbas şöyle nakletmiştir: İmam Hüseyin (a.s) beni Abdullah bin Caferi ve Ali bin Abdullah bin Abbas’ı çağırdı ve amcaoğlunuza gusül ediniz, diye buyurdu. Bizler İmamı guslettik, hanutladık kefenini giydirdik ve onu mescide alıp namazını kıldık daha sonra İmam Hüseyin (a.s) ağabeyini Resulullah’ın (s.a.a) yanında defnetmek için kapının açılması emrini verdi. Ancak Mervan bin Hakem, Süfyan oğulları ve Osman’ın çocuklarından orada hazır bulunanlar buna engel olup şöyle söylediler: Müminlerin şehit halifesi mazlum Osman bin Affan Baki mezarlığının en kötü yerinde defnedilecek, Hasan bin Ali (a.s) ise Resulullah’ın (s.a.a) yanında defnedilecek bu aramızda kılıçlar ve mızraklar kırılmadan asla olacak şey değildir. İmam Hüseyin (a.s) bu durum karşısında şöyle buyurdu: Mekke’yi Fatıma’nın (a.s) oğlu İmam Hasan’a (a.s) harem kılan yüce Allah’a (c.c.) ant olsun ki İmam Hasan (a.s) Resulullah’ın (s.a.a) evine izinsiz bir şekilde geçirilip defnedilenlerden daha fazla hak sahibidir. Allah’a (c.c.) ant olsun ki o günahları yüklenen Ebu Zer'i (r.a) sürgüne gönderen, Ammar’a (r.a) yaptığını yapan Abdullah’a zulmeden, Resulullah’ın (s.a.a) kovduğu kişiyi kollayan kişiden daha evladır. Ancak sizler ondan sonra ümera oldunuz sizden sonrada düşman oğlu düşmanlar yönetime geldi diye buyurdu. Daha sonra ibni Abbas şöyle devam etti: Bu kargaşadan sonra İmam Hasan’ın (a.s) naaşını annesi Fatıma’nın (a.s) mezarı yanına alıp yanına defnettik.


     İbni Abbas sonra şöyle devam etti: Definden sonra oradan ilk ayrılanlardan biriydim yaşanan tartışmaları duydum ve İmam Hüseyin’in (a.s) çatışmasından korktum ve yüzünde şer ifadeleri olan bir kişi gördüm ona doğru gittim Ayşe’nin beraberinde getirdiği bineklerine binmiş kırk kişiden oluşmuş silahlı grubu gördüm. Ayşe onları çatışmaya hazırlıyordu beni görünce bana şöyle söyledi: Ey İbn-i Abbas bana karşı bu cüretiniz nedir art arda hep beni üzüyorsunuz evime sevmediğim kimseyi mi geçirmek istiyorsunuz? Ben ona vay senin haline bir gün katıra bir gün deveye binip yüce Allah’ın (c.c.) nurunu söndürüp yüce Allah’ın (c.c.) dostlarına karşı savaşmak ve Resulullah’ın (s.a.a) sevdiği Habibi’nin yanında defnedilmesini engelleyip aralarına mı geçiyorsun? Geri dön zira yüce Allah (c.c.) bu sıkıntıyı da defetti İmam Hasan (a.s) annesinin yanına defnedildi. O yüce Allah’a (c.c.) ancak yakınlık kazandı sizler de uzaklık. Vay olsun halimize git buradan işte seni mutlu edecek arzuların gerçekleşti. İbni Abbas daha sonra şöyle devam etti: Bu söylediklerimden sonra Ayşe bana öfkeli sert bir şekilde bakıp yüksek sesle: Cemel vakasını daha unutmadınız mı? diye feryat etti ve ey İbn-i Abbas! Sizler kin sahibisiniz, dedi. Kendisine dedim ki: Allah’a (c.c.) ant olsun ki onu (Cemel vakasını) gök ehli unutmadı ki yeryüzü ehli unutsun. Bunun üzerine yüzünü çevirdi ve yanımdan ayrılırken şöyle bir beyit okudu:

 

Attı asasını ortaya böylece ortalık sakinleşti
Gurbetten evine dönme mutluluğu yaşayan gibi(*)

 

(Şeyh et-Tûsi "el-Emâli" c. 1 s. 158-161, Hadis No: 19-267, Dar'üs Sekafe Baskısı / Şeyh Azizullah el-Ataridi "Müsned el-İmam eş-Şehid Ebi Abdillêh el-Hüseyin bin Ali -as- C.3, S.118-120, Hadis No: 230 / İmadeddin et-Tabari "Bişarat'ül Mustafa Li-Şîetül Murtada" C.1, S.416-419)

 

(*) Ayşe, bu beyitleri, İmam Ali (as) şehit edilince, sevinçten okumuştu. Şimdi burda tekrar hatırladı ve tekrar okuyup sevincini yenilediğini ifade etti.

 

 

 

قال الشيخ الطوسي: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مُحَمَّدٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو الْحَسَنِ عَلِيُّ بْنُ بِلَالٍ‌ الْمُهَلَّبِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا مُزَاحِمُ بْنُ عَبْدِ الْوَارِثِ بْنِ عَبَّادٍ الْبَصْرِيُّ بِمِصْرَ، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ زَكَرِيَّا الْغَلَابِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا الْعَبَّاسُ بْنُ بَكَّارٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ الْهُذَلِيُّ، عَنْ عِكْرِمَةَ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ. قَالَ الْغَلَابِيُّ: وَحَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْوَاسِطِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ صَالِحِ بْنِ النَّطَّاحِ وَمُحَمَّدُ بْنُ الصَّلْتِ الْوَاسِطِيُّ، قَالا: حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ يُونُسَ الْيَمَامِيُّ، عَنِ الْكَلْبِيِّ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ.قَالَ: وَحَدَّثَنَا أَبُو عِيسَى عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ الْفَضْلِ الطَّائِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا الْحُسَيْنُ بْنُ عَلِيِّ بْنِ الْحُسَيْنِ بْنِ عَلِيِّ بْنِ عُمَرَ بْنِ عَلِيِّ بْنِ الْحُسَيْنِ بْنِ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ (عَلَيْهِمُ السَّلَامُ)، قَالَ: حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ سَلَامٍ الْكُوفِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْوَاسِطِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ صَالِحٍ، وَمُحَمَّدُ بْنُ الصَّلْتِ، قَالا: حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ يُونُسَ الْيَمَامِيُّ، عَنِ الْكَلْبِيِّ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ: دَخَلَ الْحُسَيْنُ بْنُ عَلِيٍّ (عَلَيْهِمَا السَّلَامُ) عَلَى أَخِيهِ الْحَسَنِ بْنِ عَلِيٍّ (عَلَيْهِمَا السَّلَامُ) فِي مَرَضِهِ الَّذِي تُوُفِّيَ فِيهِ، فَقَالَ لَهُ: كَيْفَ تَجِدُكَ يَا أَخِي قَالَ: أَجِدُنِي فِي أَوَّلِ يَوْمٍ مِنْ أَيَّامِ الْآخِرَةِ وَآخِرِ يَوْمٍ مِنْ أَيَّامِ الدُّنْيَا، وَاعْلَمْ أَنِّي لَا أَسْبِقُ أَجَلِي، وَأَنِّي وَارِدٌ عَلَى أَبِي وَجَدِّي (عَلَيْهِمَا السَّلَامُ)، عَلَى كُرْهٍ مِنِّي لِفِرَاقِكَ وَفِرَاقِ إِخْوَتِكَ وَفِرَاقِ الْأَحِبَّةِ، وَأَسْتَغْفِرُ اللَّهَ مِنْ مَقَالَتِي هَذِهِ وَأَتُوبُ إِلَيْهِ، بَلْ عَلَى مَحَبَّةٍ مِنِّي لِلِقَاءِ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) وَأَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ (عَلَيْهِ السَّلَامَ) وَلِقَاءِ فَاطِمَةَ وَحَمْزَةَ وَجَعْفَرٍ (عَلَيْهِمُ السَّلَامُ)، وَفِي اللَّهِ (عَزَّ وَجَلَّ) خَلَفٌ مِنْ كُلِّ هَالِكٍ، وَعَزَاءٌ مِنْ كُلِّ مُصِيبَةٍ، وَدَرَكٌ مِنْ كُلِّ مَا فَاتَ.

 

رَأَيْتَ يَا أَخِي كَبِدِي آنِفاً فِي الطَّسْتِ، وَلَقَدْ عَرَفْتَ مَنْ دَهَانِي، وَمِنْ أَيْنَ أُتِيتُ، فَمَا أَنْتَ صَانِعٌ بِهِ يَا أَخِي فَقَالَ الْحُسَيْنُ (عَلَيْهِ السَّلَامُ): أَقْتُلُهُ وَاللَّهِ.

 

قَالَ: فَلَا أُخْبِرُكَ بِهِ أَبَداً حَتَّى نَلْقَى رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ)، وَلَكِنِ اكْتُبْ:" هَذَا مَا أَوْصَى بِهِ الْحَسَنُ بْنُ عَلِيٍّ إِلَى أَخِيهِ الْحُسَيْنِ بْنِ عَلِيٍّ، أَوْصَى أَنَّهُ يَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، وَأَنَّهُ يَعْبُدُهُ حَقَّ عِبَادَتِهِ، لَا شَرِيكَ لَهُ فِي الْمُلْكِ، وَلَا وَلِيَّ لَهُ مِنْ الذُّلِّ، (وَ أَنَّهُ‌ خَلَقَ كُلَّ شَيْ‌ءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيراً)(الفرقان: 2)، وَأَنَّهُ أَوْلَى مَنْ عُبِدَ وَأَحَقُّ مَنْ حُمِدَ، مَنْ‌ أَطَاعَهُ رَشَدَ، وَمَنْ عَصَاهُ غَوَى، وَمَنْ تَابَ إِلَيْهِ اهْتَدَى. فَإِنِّي أُوصِيكَ يَا حُسَيْنُ بِمَنْ خَلَّفْتُ مِنْ أَهْلِي وَوُلْدِي وَأَهْلِ بَيْتِكَ، أَنْ تَصْفَحَ عَنْ مُسِيئِهِمْ، وَتَقْبَلَ مِنْ مُحْسِنِهِمْ، وَتَكُونَ لَهُمْ خَلَفاً وَوَالِداً، وَأَنْ تَدْفِنَنِي مَعَ جَدِّي رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) فَإِنِّي أَحَقُّ بِهِ وَبِبَيْتِهِ مِمَّنْ أُدْخِلَ بَيْتَهُ بِغَيْرِ إِذْنِهِ وَلَا كِتَابٍ جَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِهِ، قَالَ اللَّهُ (تَعَالَى) فِيمَا أَنْزَلَهُ عَلَى نَبِيِّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) فِي كِتَابِهِ: «يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ»[الأحزاب: 53] فَوَ اللَّهِ مَا أُذِنَ لَهُمْ فِي الدُّخُولِ عَلَيْهِ فِي حَيَاتِهِ بِغَيْرِ إِذْنِهِ، وَلَا جَاءَهُمُ الْإِذْنُ فِي ذَلِكَ مِنْ بَعْدِ وَفَاتِهِ، وَنَحْنُ مَأْذُونٌ لَنَا فِي التَّصَرُّفِ فِيمَا وَرِثْنَاهُ مِنْ بَعْدِهِ، فَإِنْ أَبَتْ عَلَيْكَ الِامْرَأَةُ فَأَنْشُدُكَ بِالْقَرَابَةِ الَّتِي قَرَّبَ اللَّهُ (عَزَّ وَجَلَّ) مِنْكَ، وَالرَّحِمِ الْمَاسَّةِ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) أَنْ لَا تُهَرِيقَ فِيَّ مِحْجَمَةً[*] مِنْ دَمٍ حَتَّى نَلْقَى رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) فَنَخْتَصِمَ إِلَيْهِ، وَنُخْبِرَهُ بِمَا كَانَ مِنَ النَّاسِ إِلَيْنَا بَعْدَهُ". ثُمَّ قُبِضَ (عَلَيْهِ السَّلَامُ).

 

قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: فَدَعَانِي الْحُسَيْنُ (عَلَيْهِ السَّلَامُ) وَعَبْدَ اللَّهِ بْنَ جَعْفَرٍ وَعَلِيَّ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْعَبَّاسِ فَقَالَ: اغْسِلُوا ابْنَ عَمِّكُمْ، فَغَسَلْنَاهُ وَحَنَّطْنَاهُ وَأَلْبَسْنَاهُ أَكْفَانَهُ، ثُمَّ خَرَجْنَا بِهِ حَتَّى صَلَّيْنَا عَلَيْهِ فِي الْمَسْجِدِ، وَإِنَّ الْحُسَيْنَ (عَلَيْهِ السَّلَامُ) أَمَرَ أَنْ يُفْتَحَ الْبَيْتُ، فَحَالَ دُونَ ذَلِكَ مَرْوَانُ بْنُ الْحَكَمِ وَآلُ أَبِي سُفْيَانَ وَمَنْ حَضَرَ هُنَاكَ مِنْ وُلْدِ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ، وَقَالُوا: أَ يُدْفَنُ أَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ عُثْمَانُ الشَّهِيدُ الْقَتِيلُ ظُلْماً بِالْبَقِيعِ بِشَرِّ مَكَانٍ وَيُدْفَنُ الْحَسَنُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ)! وَاللَّهِ لَا يَكُونُ ذَلِكَ أَبَداً حَتَّى تُكْسَرَ السُّيُوفُ بَيْنَنَا وَتَنْقَصِفَ الرِّمَاحُ وَيَنْفَدَ النَّبْلُ.

 

فَقَالَ الْحُسَيْنُ (عَلَيْهِ السَّلَامُ): أَمَا وَاللَّهِ الَّذِي حَرَّمَ مَكَّةَ- لَلْحَسَنُ بْنُ عَلِيٍّ ابْنُ فَاطِمَةَ أَحَقُّ بِرَسُولِ اللَّهِ وَبَيْتِهِ مِمَّنْ أُدْخِلَ بَيْتَهُ بِغَيْرِ إِذْنِهِ، وَهُوَ وَاللَّهِ أَحَقُّ بِهِ مِنْ حَمَّالِ الْخَطَايَا، مُسَيِّرِ أَبِي ذَرٍّ (رَحِمَهُ اللَّهُ)، الْفَاعِلِ بِعَمَّارٍ مَا فَعَلَ، وَبِعَبْدِ اللَّهِ مَا صَنَعَ، الْحَامِي الْحِمَى، الْمُؤْوِي لِطَرِيدِ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ)، لَكِنَّكُمْ صِرْتُمْ بَعْدَهُ الْأُمَرَاءَ، وَبَايَعَكُمْ عَلَى ذَلِكَ الْأَعْدَاءُ وَأَبْنَاءُ الْأَعْدَاءِ.

 

قَالَ: فَحَمَلْنَاهُ، فَأَتَيْنَا بِهِ قَبْرَ أُمِّهِ فَاطِمَةَ (عَلَيْهَا السَّلَامُ) فَدَفَنَّاهُ إِلَى جَنْبِهَا (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ وَأَرْضَاهُ).

 

قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: وَكُنْتُ أَوَّلَ مَنِ انْصَرَفَ فَسَمِعْتُ اللَّغْطَ وَخِفْتُ أَنْ يُعَجِّلَ الْحُسَيْنُ (عَلَيْهِ السَّلَامُ) عَلَى مَنْ قَدْ أَقْبَلَ، وَرَأَيْتُ شَخْصاً عَلِمْتُ الشَّرَّ فِيهِ، فَأَقْبَلْتُ مُبَادِراً فَإِذَا أَنَا بِعَائِشَةَ فِي أَرْبَعِينَ رَاكِباً عَلَى بَغْلٍ مُرَحَّلٍ تَقْدُمُهُمْ وَتَأْمُرُهُمْ بِالْقِتَالِ، فَلَمَّا رَأَتْنِي قَالَتْ: إِلَيَّ إِلَيَّ يَا ابْنَ عَبَّاسٍ، لَقَدْ اجْتَرَأْتُمْ عَلَيَّ فِي الدُّنْيَا تُؤْذُونَنِي مَرَّةً بَعْدَ أُخْرَى، تُرِيدُونَ أَنْ تُدْخِلُوا بَيْتِي مَنْ لَا أَهْوَى وَلَا أُحِبُّ.

 

فَقُلْتُ: وَا سَوْأَتَاهْ! يَوْمٌ عَلَى بَغْلٍ، وَيَوْمٌ عَلَى جَمَلٍ، تُرِيدِينَ أَنْ تُطْفِئِي نُورَ اللَّهِ، وَتُقَاتِلِي أَوْلِيَاءَ اللَّهِ، وَتَحُولِي بَيْنَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ) وَبَيْنَ حَبِيبِهِ أَنْ يُدْفَنَ مَعَهُ، ارْجِعِي فَقَدْ كَفَى اللَّهُ (تَعَالَى) الْمَئُونَةَ، وَدُفِنَ الْحَسَنُ إِلَى جَنْبِ أُمِّهِ، فَلَمْ يَزْدَدْ مِنَ اللَّهِ (تَعَالَى) إِلَّا قُرْباً، وَمَا ازْدَدْتُمْ مِنْهُ وَاللَّهِ إِلَّا بُعْداً، يَا سَوْأَتَاهْ! انْصَرِفِي فَقَدْ رَأَيْتِ مَا سَرَّكِ.

 

قَالَ: فَقَطَبَتْ فِي وَجْهِي، وَنَادَتْ بِأَعْلَى صَوْتِهَا: أَ مَا نَسِيتُمُ الْجَمَلَ يَا ابْنَ عَبَّاسٍ، إِنَّكُمْ لَذَوُو أَحْقَادٍ. فَقُلْتُ: أَمَا وَاللَّهِ مَا نَسِيَهُ أَهْلُ السَّمَاءِ، فَكَيْفَ يَنْسَاهُ أَهْلُ الْأَرْضِ! فَانْصَرَفَتْ وَهِيَ تَقُولُ:

 

فَأَلْقَتْ عَصَاها فَاسْتَقَرَّتْ بِهَا النَّوَى‌ *** كَمَا قَرَّ عَيْناً بِالْإِيَابِ الْمُسَافِرُ

 

((الشيخ الطوسي في  الأمالي صفحة : 158-161 حديث: 267-19 ، ط دار الثقافة /  المؤلف : الشيخ عزيز الله العطاردي في مسند الإمام الشهيد أبي عبد الله الحسين بن علي(ع) الجزء : 3  صفحة : 118-120 حديث:  230 / عماد الدين الطبري‌ في بشارة المصطفى(ص) لشيعة المرتضى(ع) الجزء : 1  صفحة : 416-419)

-------------------

(*) المحجمة: أداة الحجم، و القارورة التي يجمع فيها دم الحجامة.

 

6- Şeyh es-Saduk'un Rivayeti:

Süleyman b. Halid’den, o da Ebu Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s)‘dan anlattı, dedi ki: “Hüseyin b. Ali, Hasan b. Ali a.s’ı Rasulullah s.a.a’ın yanında defnetmek istediğinde cemaat onun yanına geldi. Bir adam dedi ki: “Hasan b. Ali’nin “Hüseyin’e benim defnimde kan dökülmemesini söyleyin” dediğini duydum” bu yüzden (Hasan b. Ali a.s) Rasulullah s.a.a’in yanına defedilmedi. Rasulullah s.a.a’den sonar ilk defa katıra binen kadın Aişe oldu. O mescide gelerek Hasan b. Ali a.s’ın Rasulullah s.a.a yanında defnine mani oldu.”

 

(Şeyh Saduk “İleluş Şerai” 1/225, bu hadisin senedinde yer alan tüm raviler sika (güvenilir) ve hadisin isnadı muttasıldır).

 

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْحَسَنِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ حَدَّثَنَا الْحُسَيْنُ بْنُ الْحَسَنِ بْنِ أَبَانٍ عَنِ الْحُسَيْنِ بْنِ سَعِيدٍ عَنِ النَّضْرِ بْنِ سُوَيْدٍ عَنْ هِشَامِ بْنِ سَالِمٍ عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ خَالِدٍ عَنْ أَبِي عَبْدِ اللَّهِ (ع) قَالَ إِنَّ الْحُسَيْنَ بْنَ عَلِيٍّ (ع) أَرَادَ أَنْ يَدْفَنَ الْحَسَنَ بْنَ عَلِيٍّ (ع) مَعَ رَسُولِ اللَّهِ (ص) وَجَمَعَ جَمْعاً فَقَالَ رَجُلٌ سَمِعَ الْحَسَنَ بْنَ عَلِيٍّ (ع) يَقُولُ قُولُوا لِلْحُسَيْنِ أَلَّا يُهْرِقَ فِيَّ دَماً لَوْ لَا ذَلِكَ مَا انْتَهَى الْحُسَيْنُ (ع) حَتَّى يَدْفِنَهُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ ص، وَقَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ (ع) أَوَّلُ امْرَأَةٍ رَكِبَتِ الْبَغْلَ بَعْدَ رَسُولِ اللَّهِ (ص) عَائِشَةُ جَاءَتْ إِلَى الْمَسْجِدِ فَمَنَعَتْ أَنْ يُدْفَنَ الْحَسَنُ بْنُ عَلِيٍّ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ ص.

 

(علل الشرائع للشيخ الصدوق الجزء : 1 صفحة : 225)

Ayşe’nin Açığa Çıkan Sırları - İmam Ali (as)'nin Şehadetine Sevinmesi

 

     Hüseyn b. Hamdân el-Hasibi hazretleri, silsile yoluyla Hasan b. Ali el-Mukrî el-Kûfî’den, Muhammed b. Cebele et-Temmâr’dan, Muhavvel b. İbrahim’den, Zeyd b. Kesîr el-Cumahî’den, Yunus b. Zabyân’dan, Mufaddal b. Ömer el-Cu‘fî’den, Efendimiz Cafer b. Muhammed es-Sâdık’tan (a.s) şöyle rivayet etmiştir: 

     Hz. Hasan b. Ali (a.s) Küfe’den Medine’ye hicret edince Medine halkı, hem Müminlerin Emiri'nin (a.s) vefatı nedeniyle ona taziyelerini sunmak hem de “Hoş geldin” demek için yanına gittiler. Resûlullâh’ın (s.a) hanımları da onu ziyaret edenler arasındaydı. Ayşe, Hz. Hasan’a dedi ki: “Ey Ebû Muhammed! Dedeni, ancak babanı kaybettiğimizde kaybettik. Babanın ölümü haber verildiği gün bir söz söyledim ki o söz doğrudur, yalan değildir” Hz. Hasan, Ayşe’ye dedi ki:

     Galiba Lebîd b. Rebî‘a’nın(1) şu beyitlerini okumanı kastediyorsun:

     Müjdeyi verdim ona, örtünüp çıktı hemen,

     Acele edenlere, gelmez müjde aniden.

     Kervanlar haber verdi, o örtünen bayana:

     ‘Necran’la Şam arasında, bir düşman yoktur sana’

      Böylece ferahladı, yerleşti bölgesine,

     Nasıl ki ferahlarsa, dönen yolcu evine.(2)

     Ayşe bu sözleri duyunca dedi ki: “Ey Fâtıma’nın oğlu! Gayb ilminden haber verme konusunda dedene ve babana benziyorsun. Bu beyitleri söylediğimi sana kim haber verdi?” Hz. Hasan şu cevabı verdi:

     Bu haber, gayb değildir. Zira sen bu beyitleri alenen okudun, herkes de seni duydu. Ancak, şimdi söyleyeceklerim gayb ilmindendir: Bir gece, evinin ortasında gömülü olan sandığı çıkarmak için yeri kazdın. Bunu yaparken, avucuna bir demir parçası battı. Bunun sonucunda, avucunda bir yara oluştu. İstersen etrafındakilere avucunu göster de doğru söylediğimi anlasınlar. Sonra sandığı çıkardın, içinden, haksız yolla topladığın ve ağırlığını bilmediğin 40 dinar aldın. Bunları, Müminlerin Emiri'ne kin güden Teym ve Udeyy kabilelerinin yoksullarına dağıttın. Bunu, Müminlerin Emiri (a.s) öldürüldüğü için, Allah’a şükran sunmak amacıyla yaptın.

   Ayşe dedi ki: “Ey Hasan! Vallahi dediğin şeyler gerçekten olmuştur. Muaviye’ye aferin. Hem kendi intikamını, hem de benim intikamımı aldı”

     Resûlullâh’ın (s.a) hanımlarından Ümmü Seleme dedi ki:

      Ey Ayşe! Sana yazıklar olsun! Bu yaptıkların ve söylediklerin beni hiç şaşırtmadı. Ben tanık olurum ki bir gün ben, sen, Ümmü Eymen ve Meymûne birlikte iken Resûlullâh (s.a) bana şöyle demişti: “Ey Ümmü Seleme! Beni kalbinde hangi makamda görüyorsun?” Ben de demiştim ki: “Ey Resûlullâh! Seni kalbimde, vasıflandıramayacağım kadar yüce bir makamda görüyorum” Resûlullâh demişti ki: “Peki, Ali’yi hangi makamda görüyorsun?” Ben de demiştim ki: “Ey Resûlullâh! O, senden önde olmadığı gibi senden geride de değildir. Bana göre ikiniz aynı makamdasınız” Resûlullâh demişti ki: “Ey Ümmü Seleme! Allah, söylediklerin için seni ödüllendirsin. Eğer Ali’yi kalbinde benimle aynı makamda görmeseydin ahirette senden beri olurdum, bana yakınlığın da sana dünyada hiçbir fayda sağlamazdı” Sen demiştin ki: “Ey Resûlullâh! Bu söylediğin, tüm hanımların için mi geçerlidir?” Resûlullâh, “Evet” demişti. Sen de demiştin ki: “Vallahi, kalbimde Ali’ye ne yakın ne de uzak bir yer bulabiliyorum” Bunun üzerine Resûlullâh, “Ey Ayşe! Bu kadarı yeter!” demişti.

     Ayşe dedi ki: “Ey Ümmü Seleme! Sonra Resûlullâh, Ali’nin ve Hasan’nın ardından Hüseyin’in şehit edileceğini haber vermişti” Hz. Hasan, söze girerek Ayşe’ye dedi ki: “Dedem Resûlullâh (s.a) ayrıca senin hangi hastalıkla öleceğini ve sonunun ne olacağını da haber vermişti” Ayşe dedi ki: “Evet, hakkımda hayırlı şeylerden bahsetmişti” Hz. Hasan (a.s) dedi ki: “Vallahi, dedem Resûlullâh (s.a),  karnında çıkacak bir ur nedeniyle öleceğini sana haber vermişti” Ayşe, “Bunu ne zaman bana haber vermişti?” diye sordu. Hz. Hasan (a.s) dedi ki: “Müminlerin Emiri'ne kin güttüğünü, ileride evinden çıkacağını, asi bir cin iken deveye dönüştürülen Asker adlı kızıl bir deveye bineceğini ve anneleri olduğun iddia edilen 25 bin müminin ölümüne yol açacağını söylediği zaman haber vermişti” Ayşe sordu: “Ey Hasan! Bunları sana deden mi haber verdi, yoksa bu gayb ilmini kendin mi biliyorsun?” Hz. Hasan şu cevabı verdi: “Bu; Allah’ın, Resulü'nün ve Müminlerin Emiri'nin ilmindendir” Bunun üzerine Ayşe, yüzünü çevirdi ve içinden şöyle dedi: “Vallahi günahımın kefareti için 40 dinar sadaka vereceğim” Hz. Hasan (a.s), Ayşe’ye dedi ki: “Vallahi 40 dinar değil, 40 kantar sadaka da dağıtsan yine hüsrana uğrayacaksın”

     Bu rivayette anlatılanlar, Hz. Hasan’ın (a.s) mucizelerindendir.   

(Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi "Hidayet'ül Kübra" S.196-198, "Hidayet Yolu" adıyla türkçe baskısı S.130-131 / Seyyid Haşim el-Behrani "Medînet'ül Meâciz" kitabı, Meâciz'ül İmam el-Hasan Bâbı, C.3, S.410-414, 98.Mucize / Lecnet'ül Hadis Fî Mahed Bakır'ul Ulûm "Mevsûatu Kelimât'ül İmam'ul Hüseyin -as- S.258-260 / Mevsuat'ül İmam'ül Hüseyin -as- C.17, S.940-941, 1378 H. Tahran Baskısı)

      

-------------------------

(1) Câhiliye döneminin yiğit şairlerindendir. Mu‘allakât sahiplerinden biridir. İslam’ı kabul ettikten sonra Küfe’de yaşamış ve 661 yılında vefat etmiştir.

(2) Ayşe bu beyitleri okumakla Hz. Ali’nin ölümüne ne kadar çok sevindiğini ifade etmek istemiştir.

 

İMAM ALİ (Aleyhisselam)'nin  ÖLDÜRÜLMESİ KARŞISINDA AYŞE’NİN SEVİNMESİ VE ŞÜKÜR SECDESİ ETMESİ

 

[Ebu Buhteri’den]: Ali’nin (a.s) öldürüldüğü haberi Ayşe’ye ulaştığında Ayşe sevinçten şöyle bir şiir okudu: 

Her ne kadar uzak olsa da onun ölüm haberini getirdi ya

Bu haberi getiren oğlanın ağzı değmesin toprağa

Ebu Seleme’nin kızı Zeynep dedi ki: Ali hakkında böyle mi söylüyorsun? Bunu üzerine Ayşe, güldü ve dedi ki: Ben unutuyorum. Unuttuğumda bana hatırlatın.  Sonra onun (imam Ali'nin) öldürülmesini kendisine ulaştırılmasından dolayı şükür secdesine kapandı ve sonra şöyle dedi:

Asasını attı da arzular böylece sükûnete erişti
Sanki misafir seferden döndü de göze ışık geldi

(Şeyh el-Müfid "el-Cemel" S.83-84)

 

 

 

أنها لما قتل أمير المؤمنين جاء الناعي فنعى أهل المدينة فلما سمعت عائشة بنعيه استبشرت وقالت متمثلة :

 

فان يك ناعيا فلقد نعاه *** لنا من ليس في فيه التراب

 

فقالت لها زينب بنت أبى سلمى العلي تقولين؟ فتضاحكت ثم قالت أنسى فإذا نسيت فذكروني ثم خرت ساجدة شكرا على ما بلغها من قتله ورفعت رأسها وهى تقول [١].

 

فألقت عصاها واستقر بها النوى *** كما قر عينا بالاياب المسافر

 

[١] البيتان في تاريخ الطبري (ج ٦ ص ٨٧).

 

  (الشيخ المفيد في الجمل صفحة : -83-84)

 

 

 

 

Ayşe'nin İmam Ali (as)'ye Kin Beslemesinin Sebebi

 

(Ömer bin Âban'dan naklen) Bir adam kalktı ve imam Ali (as)'ye şöyle dedi: “Ey Mü’minlerin Emiri! Aişe’nin, savaşması vacip olmayan, cihat etmesi farz olmayan ve evinden çıkıp erkekler arasında boy göstermesine izin verilmeyen bir kadın olmasına rağmen düşmanlığını ve muhalefetini bu dereceye vardırana dek sana karşı çıkmasının sebebi nedir?”


Emîru’l-Mu’minîn (a.s.) şöyle buyurdu:


“Sana onun bana kin duyma sebeplerinden bazılarını söyleyeceğim ki bunlardan birisinde dahi benim hiçbir suçum yoktur, aksine o bana kabahat yüklemiştir.
Bunlardan birincisi, Resulullah’ın (s.a.a.) beni hayır konumlarında onun babasından üstün tutması ve onun önüne geçirmesidir. O bunların tümünü, babasından öğrenip onun görüşüne uyduğu için bu ona ağır geliyor ve bundan ötürü bana kin besliyordu.


İkincisi, Resulullah (s.a.a.) ashabı arasında kardeşlik tesis edince Aişe’nin babasını Ömer b. el-Hattâb ile kardeş kıldı, beni ise kendisinin kardeşi olmakla seçkin kıldı. Bu da ona ağır geldi ve benim bu mutluluğumu kıskandı.


Üçüncüsü, Allah-u Teâlâ, Resulullah’a, mescit içerisinde yer alan, benim kapım hariç ashabının tüm kapılarını kapatmasını vahiy yoluyla bildirince ve Resulullah (s.a.a.) da bunun üzerine onun babasının kapısını ve babasının dostunun kapısını kapatıp mescide açılan benim kapımı açık bırakınca Resulullah’ın ailesinden bazıları bu husus hakkında konuştular. Resulullah da şöyle buyurdu:
“Sizin kapılarınızı kapatıp Ali’nin kapısını açık bırakan ben değilim. Kapılarınızı kapatıp O’nun kapısını açan Allah Azze ve Celle’dir.”
Ebu Bekir ve Ömer’e bu durum ağır geldiğinden ötürü bu duruma öfkelendiler. Ebu Bekir bu konuyu ailesinin içinde dile getirdi, kızı da bunu ondan duydu ve bunun üzerine bana kin besledi.


Dördüncüsü, Resulullah (s.a.a.) Hayber Savaşı sırasında onun babasına sancağı vermiş ve ona Hayber’i fethedene yahut öldürülene dek dönmemesini emretmişti. O ise bu emri yerine getiremeyerek orada kalamadı ve hezimete uğradı. Resulullah (s.a.a.) bir sonraki gün sancağı Ömer b. el-Hattâb’a verdi ve ona da onun dostuna vermiş olduğu emirleri verdi. Ancak o da sebat gösteremeyip hezimete uğradı.
Bundan ötürü Resulullah (s.a.a.) üzüntü duydu ve açık bir şekilde onlara herkesin önünde, “Yarın sancağı öyle bir adama vereceğim ki O Allah’ı ve Resulü’nü sever, Allah ve Resulü de O’nu sever. Döne döne hamle yapar ve asla firar etmez. O, Allah o kaleyi O’nun eli üzerine fethedene dek de geri dönmez.” diye buyurdu. Sonra (ertesi günü) sancağı bana verdi. Ben de Allah-u Teâlâ fethi, benim ellerim ile gerçekleştirene dek dayandım.
Bu durum Aişe’nin babasını tasalandırdı ve üzdü. Benim hiçbir suçum olmadığı halde bundan ötürü bana kin besledi. Aişe de babasının kininden ötürü (bana) kin duydu.

 

Beşincisi, Resulullah onun babasını Berâe (Tevbe) suresini (müşriklere) iletmesi için göndermiş ve ona müşriklerle anlaşmayı bozmasını ve içlerinde nida etmesini emretmişti. O da gitti. Curuf’a kadar ulaşmıştı ki Allah-u Teâlâ, Peygamberine (s.a.a.) onu geri döndürmesini ve ayetleri ondan alarak bana teslim etmesini vahyetti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.), Allah’ın (Azze ve Celle) izni ile ayetleri bana teslim etti ve onun babasını geri döndürdü. Allah’ın (Azze ve Celle), Resulü’ne vahiy ettiklerinin içerisinde, “Senin görevini ancak senden olan birisi yerine getirebilir.” vahyi de vardı. Zira ben Resulullah’tan (s.a.a.), Resulullah da benden idi. Bu sebeple babası yine bana kin duydu. Kızı Aişe de babasına bu görüşünde uydu.


Altıncısı, Aişe, Hadice bint Huveylid’den nefret ediyor ve kumaların düşmanlığı ile O’na düşmanlık duyuyordu. Aişe, Hadice’nin Resulullah (s.a.a.) katındaki makamını biliyor ve bu da ona ağır geliyordu. Bu, Hadice’nin kızı olan Fatıma’ya nefret duymasına da sebep oldu. Sonra hem benden, hem de Fatıma ve Hadice’den nefret eder oldu. Bu durum kumalar arasında bilinen bir şeydir.


Yedincisi, ben bir gün yanında insanlar varken Resulullah’ın (s.a.a.) yanına girmiştim. Bu, henüz eşlerine perde vurulmadan önceydi/eşleri hicap takmadan önceydi. Aişe, Resulullah’ın (s.a.a.) yakınındaydı. Resulullah (s.a.a.) beni görünce bana selam verdi ve bana, ‘Yaklaş ey Ali!’ dedi. Sonra da beni kendisi ile Aişe arasında oturtana dek beni kendisine yaklaştırdı (b.r.: ve bana kendisi ile Aişe’nin arasına oturmamı eli ile işaret etti). Bu Aişe’nin zoruna gitti ve bana dönerek kadınların kötü görüşü ve söz söylemedeki aceleleri ile, ‘Ey Ali, benim oturduğum yerden (b.r.: benim ve Resulullah’ın oturduğu yerden) başka oturacak bir yer bulamadan mı?’ dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) onu azarladı ve ona şöyle buyurdu:
“Ey Aişe, bunu Ali’ye mi söylüyorsun? Allah’a yemin ederim ki O, bana ilk inanan ve beni ilk doğrulayandır. Yaratılanlar içerisinde (Kevser) Havuzunda bana ilk ulaşacak olan O’dur. Beni (hayatta iken) en son görecek olan da O’dur. O Müminlerin Emiri, Müslümanların Efendisi ve kıyamet gününde yüzleri iman nuru ile parıldayacak olanların komutanıdır. O’na kin duyan hiç kimse yoktur ki Allah, onu burnu üzerine cehenneme atmayacak olsun! (b.r.: Allah kıyamet günü O’nu sırat üzerine oturtur, O da velilerini cennete, düşmanlarını da cehenneme sokar.)” Bununla bana olan öfkesi daha da arttı.


Sekizincisi, ona isnat edilen suç isnat edilince/ona iftira atılınca bu durum Resulullah’a (s.a.a.) oldukça ağır geldi. Onun hakkında bana danıştı, ben de, “Ey Allah’ın Resulü, cariyesi Berîra’ya sor ve onun ifadesi ile Aişe hakkındaki şüpheyi ortadan kaldır. Eğer onun suçlu olduğuna dair bir şey bulursan bırak gitsin.
Zira onun dışında çokça kadın vardır.” dedim.
Resulullah (s.a.a.) da bana Berîra’nın sorgulanmasını üstlenmemi ve bu durum hakkındaki şüpheyi ortadan kaldırmak için onu sorgulamamı emretti. Ben de bunu yapınca bana düşmanlık besledi.
Allah’a yemin ederim ki ben ona dair en ufak bir kötülük dahi istemedim. Sadece Allah ve Resulü’ne (s.a.a.) içtenliğimi ortaya koydum. Bu anlattıklarımın daha pek çok örneği vardır. İsterseniz ona, benim biatimi bozanlarla birlikte savaşa çıkmasına, taraftarlarımın kanlarını dökmesine ve Müslümanları bana düşmanlık etmeye teşvik etmesine sebep olacak derecede neden bana kin duyduğunu sorun. Dinde bunu yapmasını gerekli kılacak hiçbir sebebi olmadığı halde onu tüm bunları bana yapmaya sürükleyen zulüm, düşmanlık ve bana duyduğu kin değil de nedir? Yardım Allah’tandır.”

 

(Seyyid Sadık Musevi  "Timâm Nehc'ül Belağa" S.356-357 ve "TAM NEHC'ÜL BELAĞA" adıyla türkçe tercümesi S.390-391 Velayet Yayınları / Şeyh el-Müfid "el-Cemel ven-Nasra Liseyyid'il İtra Fi Harb'il Basra" S.409-412 / Seyyid Ali eş-Şehristâni "Men Hüve's Sıddîk vemen Hiye's Sıddîka" S.146-149  / Şeyh Muhammed et-Tüsteri "Behc'üs Sibâğa Fî Şerh-i Nehc'ül Belâğa" C.10, S.131-133)

 

أسباب بغض عائشة لأمير المؤمنين عليه السلام

 

روى الشيخ المفيد في كتاب الجمل والنصرة لسيد العترة في حرب البصرة عن عمر بن ابان قال : لمّا ظَهَرَ أميرُ المؤمنين (عليه السلام)على اهل البصرة ، جاءه رجال منهم فقالوا : يا اميرالمؤمنين ما السببُ الذي دعا عائشة بالمظاهرة عليك حتّى بَلَغَتْ مِنْ خلافِك وشِقاقِك ما بَلَغَتْ ؟ وهي امرأةٌ مِنَ النساءِ لم يُكْتَبْ عليها القتالُ ولا فُرِضَ عليها الجهادُ ، ولا أُرْخِصَ لها في الخروجِ مِنْ بيتها ولا التَبَرُّجِ بينَ الرجالِ ، ولَيْسَتْ مِمَّنْ تَوَلَّتْهُ في شيء على حال .

 

فقال (عليه السلام) : « سأذْكُرُ لكم أشياءَ ممّا حَقدَتْها عليَّ ليس لي في واحد منها ذَنْبٌ إليها ولكنّها تَجَرَّمَتْ بها عليَّ .

 

أحدها : تفضيلُ رسولِ الله (صلى الله عليه وآله) لي على أبيها وتقديمِهِ إيّايَ في مواطنِ الخير عليه ، فكانتْ تَضْطَغِنُ ذلك عليَّ ، فتعرفه منه فَتَتْبَعُ رأيَهُ فيه .

 

وثانيها : لمّا أخى بينَ أصحابِهِ أخى بينَ أبيها وبين عُمَرَ بْنِ الخطّاب ، واختصَّنِي بأُخُوَّتِهِ فَغَلُظُ ذلك عليها وحَسَدَتْني منه .

 

ثالثها : وأوْحَى اللهُ تعالى (صلى الله عليه وآله) إليه بِسَدِّ أبواب كانتْ في المسجدِ لجميع أصحابِهِ إلاّ بابي ; فلمّا سَدَّ بابَ أبيها وصاحِبِهِ وتَرَكَ بأبي مفتوحاً في المسجدِ تَكَلَّمَ في ذلك بعضُ أهلِهِ ، فقال (صلى الله عليه وآله) : « ما أنا سَدَدتُ أبوابَكم وفَتَحْتُ بابَ عليّ ، بل اللهُ عزّوجلّ سَدَّ أبوابَكم وفَتَحَ بابَه » فَغَضِبَ لذلك أبو بكر عليه ، وتَكَلَّمَ في أهلِهِ بشيء سَمِعَتْهُ منه ابْنَتُهُ فَاضْطَغَنَتْهُ عليَّ .

 

[ رابعها ] وكان رسولُ الله (صلى الله عليه وآله) أعْطى أباها الرايةَ يومَ خَيْبَر ، وأمَرَهُ أنْ لا يَرْجعَ حتّى يَفْتَحَ أو يُقْتَلَ ، فلم يَلْبَثْ لذلك وانْهَزَمَ . فأعطاها في الغَدِ عُمَرَ بْنَ الخطّاب ، وأمَرَهُ بمثلِ ما أمَرَ صاحِبَهُ ، فَانْهَزَمَ ولم يَثْبُتْ . فساء ذلك رسولَ الله (صلى الله عليه وآله) فقال لهم ظاهراً مُعْلِناً : « لاَعطِيَنَّ الرايةَ غَداً رَجُلا يُحِبُّ اللهَ ورسولَهُ ويُحِبُّهُ اللهُ ورسولُهُ ; كَرَّاراً غَيْرَ فَرَار ، لا يَرْجِعُ حتّى يَفْتَحَ اللهُ على يَدَيْهِ » . فأعطاني الرايةَ ، فصبرتُ حتّى فَتَحَ اللهُ تعالى على يَديّ . فَغَمَّ ذلك أباها وأحْزَنَهُ فَاضْطَغَنَتْهُ عليَّ ، ومالي إليها مِنْ ذنْب في ذلك ، فحَقِدتْ لِحقْد أبيها .

 

[ خامسها ] وبعث رسـولُ الله (صلى الله عليه وآله) بسورةِ براءَة وأمَرَهُ أنْ يَنْبَذَ العهدَ للمشركين ويُنادي فيهم ، فمضى حتّى انحرف ، فأوْحى اللهُ تعالى إلى نبيِّهِ (صلى الله عليه وآله) : أنْ يَرُدَّهُ ويأخُذَ الآياتِ فيُسَلِّمَها إليَّ فَسَلَّمَها إليَّ ، فَصَرَفَ أباها بإذنِ الله عزّ وجلّ . وكان فيما أوّحى إليه اللهُ أنْ لا يؤدِّيَ عنك إلاّ رجلٌ منك ، فكُنْتُ مِنْ رسولِ اللهِ وكان منّي ، فَاضْطَغَنَ لذلك عليَّ أيضاً ، واتَّبَعَتْهُ ابْنَتُهُ عائشةُ في رأيه .

 

[ سادسها ] وكانت عائشةُ تَمْقُتُ خديجةَ بنتَ خُوَيْلِد ، وتَشْنَؤُها شَنَآنَ الضَرائرِ ، وكانتْ تَعْرِفُ مكانَها مِنْ رسولِ الله (صلى الله عليه وآله) فَيَثْقُلُ ذلك عليها ، وتَعدى مَقْتَها إلى ابنتِها فاطمةَ ، فَتَمْقُتُني وتَنْقُتُ فاطمةُ وخديجةَ ; وهذا معروفٌ في الضَرائر .

 

[ سابعها ] ولقد دخلتُ على رسولِ الله (صلى الله عليه وآله) ذاتَ يوم قبل أنْ يُضْرَبَ الحجابُ على أزواجِهِ وكانت عائشةُ بِقُرْبِ رسولِ الله فلمّا رآني رَحَّبَ بي وقال : اُدنُ منّي يا عليُّ ، ولم يَزَلْ يُدْنِيني حتّى أجْلَسَنِي بينه وبينها ; فَغَلُظَ ذلك عليها ، فأقْبَلَتْ إليَّ وقالت بِسُوءِ رأيِ النساءِ وتَسَرُّعِهِنَّ إلى الخطابِ : ما وَجَدتَ لأسْتِك يا عليُّ موضعاً غير موضع فَخذي ؟ ! فَزَجَرَها النبيُّ (صلى الله عليه وآله) وقال لها : « ألِعليّ تقولين هذا ؟ ! إنّه واللهِ أوَّلُ مَنْ آمَنْ بي وصَدَّقَني وأوَّلُ الخَلْقِ وروداً عليَّ الحوضَ ; وهو أحَقُّ الناسِ عَهْداً إليَّ ; لا يُبْغِضُهُ أحدٌ إلاّ أكَبَّهُ اللهُ على مَنْخِرِهِ في النارِ » فَازْدادَت بذلك غَيْظاً عليَّ .

 

[ ثامنها ] ولمّا رُمِيَتْ بما رُمِيَتْ اشتدَّ ذلك على النبيِّ (صلى الله عليه وآله) ، واستشارني في أمْرِها ، فقلتُ : يا رسولَ الله سَلْ جاريتَها بَريرَةَ واسْتَبْرِى حالَها منها ; فإنْ وَجَدْتَ عليها شيئاً فَخَلِّ سبيلَها ، فإنّ النساءَ كثيرةٌ فأمَرني رسولُ الله أنْ أتَوَلَى مسألةَ بَريرَةَ وأسْتَبْرىَ الحالَ منها ففعلتُ ذلك فَحَقِدَتْ عليِّ ، وواللهِ ما أرَدْتُ بها سُوءً لكنّي نَصَحْتُ لله ولرسوله (صلى الله عليه وآله) .وأمثال ذلك ، فإنّ شئتم فَاسْألوها ما الذي نَقَمَتْ عليَّ ! حتّى خَرَجَتْ مع الناكثين لِبَيْعَتي ، وسَفْكِ دِماءِ شيعتي ، والتظاهرِ بينَ المسلمين بعداوتي لِلْبَغْي والشِقاقِ والمَقْتِ لي بغيرِ سببِ يُوجِبُ ذلك في الدينِ ; واللهُ المستعانُ » .

 

(السيد صادق الموسوي في تمام نهج البلاغة صفحة: 356-357 / الشيخ المفيد في الجمل و النصرة لسيد العترة في حرب البصرة  صفحة: 409-412 / السيد علي الشهرستاني في كتاب: من هو الصدیق و من هو الصدیقة صفحة : 146-149 / الشيخ محمد تقي التّستري في بهج الصباغه في شرح نهج البلاغه ج:10 ص: 131-133 (

 

 

Hz. Ali (as) başka bir yerde Ayşe için şöyle demiştir:

 

O kadına (Aişe’ye) gelince, kadınların zayıf görüşlülüğüne ve gönlünde bana karşı demirci kazanı gibi kaynayan kine kapıldı. Bana yaptığını bir başkasına yapması istense yapmazdı. Yine de benim kendisine hürmetim önceki gibidir. Hesap ise Allah’a (Subhânehu) aittir; Dilediğini bağışlar, dilediğine de azap çektirir.”

 

(Seyyid Sadık Musevi "Tam Nehc'ül Belağa" S.529)

 

 

 

Ayşe'nin Osman Hakkındaki Kışkırtmaları

Ayşe, tüm gücüyle ve gayet ciddi şekilde Osman'ın öldürülmesi yönünde insanları kışkırtıyor ve şöyle diyordu:
Ey insanlar! Bu, Resulullah'ın gömleğidir ve henüz eskimemiştir. Fakat onun sünneti eskitilmiştir. O halde şu ahmak ihtiyarı öldürün! Allah bu ahmak ihtiyarı öldürsün!

(Emali, Şeyh Tusî, s.714, h.1517; el-Müsterşed, s.222, h.64, ayrıca ek olarak sünni kaynaklarda da geçmiştir. Örnek olarak: İbn-i Asem, el-Fütuh, c.2, s.421; İbn-i Ebil Hadit, Şerh-i Nehcü'l-Belaga, c.20, s.22).

 

 

el-Cemel [Hasan b. Sâd'dan]: Osman'ın ayakta olduğu bir sırada Ayşe perde arkasından iki çubuk arasında bulunan bir Mushaf yaprağını kaldırdı ve "Ey Osman, bu kitapta ne varsa yerine getir!" dedi.
Osman: Ya içinde bulunduğun bu hareketlerden vazgeçersin ya da üzerine ateş topu yağdırırım, diye çıkıştı. Bunun üzerine Ayşe şöyle dedi: Şunu iyi bil ki, vallahi eğer Peygamberin kadınlarına bunu yapacak olursan, Allah da Resulü de sana lanet eder! Bu, Resulullah'ın gömleğidir ve henüz değişmemiştir. Fakat sen, ey ahmak ihtiyar; onun sünnetini değiştirdin!

(Şeyh el-Müfid "el-Cemel", s.76 ve "el-Cemel ven-Nasra Liseyyid'il İtra Fi Harb'il Basra" S.148)

 

الجمل- عن الحسن بن سعد : رَفَعَت عائِشَةُ وَرَقَةً مِنَ المُصحَفِ بَينَ عودَتَينِ مِن وَراءِ حَجَلَتِها ، وعُثمانُ قائِمٌ ، ثُمَّ قالَت : يا عُثمانُ ! أقِم ما في هذَا الكِتابِ . فَقالَ : لَتَنتَهِنَّ عَمّا أنتِ عَلَيهِ أو لَاُدخِلَنَّ عَلَيكَ جَمرَ النّارِ . فَقالَت لَهُ عائِشَةُ : أما وَاللّه ِ ، لَئِن فَعَلتَ ذلِكَ بِنِساءِ النَّبِيِّ صلى الله عليه و آله لَيَلعَنُكَ اللّه ُ ورَسولُهُ ، وهذا قَميصُ رَسولِ اللّه ِ لَم يَتَغَيَّر ، وقَد غَيَّرتَ سُنَّتَهُ يا نَعثَلُ.

 

(الشيخ المفيد في الجمل : 67 و في الجمل و النصرة لسيد العترة في حرب البصرة  صفحة : 148)

 

Ayşe ile Osman'ın Birbirleriyle Tartışmaları ve Birbirlerine Küfretmeleri

 

el-Cemel [Hekim b. Abdullah'tan]: Bir gün Medine'de mescide girdim. Bir el havaya kalkmıştı ve bu elin sahibi şöyle diyordu: Ey insanlar! Peygamberin dönemi yakındır. Bunlar onun terlikleri ve şu da onun gömleğidir; henüz parlaklığı kaybolmamıştır. Ancak aranızda bu ümmetin Firavunu ortaya çıkmış!
Derken onun Ayşe olduğunu anladım. Osman ona "Kes sesini!" diye çıkışıyordu. Sonra da halka dönerek dedi ki: O bir kadındır ve aklı tıpkı diğer kadınlar gibidir; söylediklerine kulak asmayın!

(Şeyh el-Müfid "el-Cemel ven-Nasra Liseyyid'il İtra Fi Harb'il Basra" el-Cemel, s.147)

الجمل - عن حكيم بن عبد اللّه : دَخَلتُ يَوما بِالمَدينَةِ المَسجِدَ ، فَإِذا كَفٌّ مُرتَفِعَةٌ وصاحِبُ الكَفِّ يَقولُ : أيُّها النّاسُ ! العَهدُ قَريبٌ ، هاتانِ نَعلا رَسولِ اللّه ِ صلى الله عليه و آله وقَميصُهُ ، كَأَنّي أرى ذلِكَ القَميصَ يَلوحُ وإنَّ فيكمُ فِرعَونَ هذِه الاُمَّةِ ؛ فَإِذا هِيَ عائِشَةُ ، وعُثمانُ يَقولُ لَها : اُسكُتي ، ثُمَّ يَقولُ لِلنّاسِ : إنَّهَا امرَأَةٌ ، وعَقلُها عَقلُ النِّساءِ ؛ فَلا تُصغوا إلى قَولِها.

 

(الشيخ المفيد في الجمل و النصرة لسيد العترة في حرب البصرة  صفحة : ص147)

 

 

 

Ayşe, Osman'a bakıp şu ayeti okudu: "O, kıyamet günü kavminin önüne geçecek, böylece onları ateşe götürüp sürükleyecektir. Böylece varacakları yer, ne kötü bir yerdir". (Hud 98. Ayet)

 

((Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envar" C.31, S.296-297 /  Ş. Ebus Salah el-Halebi "Takrib'ül Mearif" S.287 / Şeyh Ebul Hasan el-Mirandi "Mecma'ün Nureyn" S.121)

 

نظرت عائشة إلى عثمان ، فقالت : ( يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ)(هود 98)

 

)العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 31  صفحة :  296-297/ الشيخ أبو الصّلاح الحلبي، في تقريب المعارف صفحة : 287)

 

 

Sabit'in kölesi Ebi Amir diyor ki: Mescitteydim, Osman geldi, sonra Ayşe ona: Ey sapık, ey kötü adam, emanetini bozdun, sürünü kaybettin, beş vakit namaz olmasaydı, sana öyle kişiler yürürler ki, seni koyun gibi boğazlarlar.  Osman ona dedi ki:  "... Nuh’un karısı ile Lût’un karısını ..." (Tahrîm:10).

 

(Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envar" C.31, S.297 /  Ş. Ebus Salah el-Halebi "Takrib'ül Mearif" S.287)

 

عن أبي عامر مولى ثابت قال: كنت في المسجد فمر عثمان فنادته عائشة: يا غادر يا فاجر! أخربت أمانتك و ضيّعت رعيّتك، و لو لا الصلوات الخمس لمشى اليك رجال حتّى يذبحوك ذبح الشاة ، فقال لها عثمان : (امْرَأَتَ نُوحٍ وَامْرَأَتَ لُوطٍ ) الآية.

 

)العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 31  صفحة 297/ الشيخ أبو الصّلاح الحلبي، في تقريب المعارف صفحة : 287)

 

Akreme diyor ki:  Osman minbere çıktı, sonra Aişe elinde Rasulullah'ın gömleği ile gelip ona dedi ki: Ey Osman, senin bu gömleğin sahibinden beri olduğuna tanıklık ederim.  Osman da ona:

 

Şanı yüce Allah şöyle buyurur: "Allah, kâfirlere örnek verdi..." (Tahrîm:10) ayetini okudu.

 

(Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envar" C.31, S.297 /  Ş. Ebus Salah el-Halebi "Takrib'ül Mearif" S.287)

 

 

وذكر فيه ، عن عكرمة : أن عثمان صعد المنبر فاطلعت عائشة ومعها قميص رسول الله صلى الله عليه وآله ثم قالت : يا عثمان! أشهد أنك بريء من صاحب هذا القميص. فقال عثمان : ( ضَرَبَ اللهُ مَثَلاً لِلَّذِينَ كَفَرُوا...) [التحريم 10] الآية.

 

)العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 31  صفحة :  297/ الشيخ أبو الصّلاح الحلبي، في تقريب المعارف صفحة : 287)

 

Osman (minbere) çıktı. Ayşe (peygambere ait) gömleği kaldırarak ona dedi ki: Bu gömleğin sahibine muhalefet ettin! Osman dedi ki: Bu za'ra(*), Allah'ın düşmanıdır. Allah, onun ve arkadaşı Hafsa'nın örneğini kitapta verdi: "... Nuh’un karısı ile Lût’un karısını ..." Ayşe de ona dedi ki: "Ey Nasel (ahmak) ve ey Allah'ın düşmanı! Rasulullah (saa) sana Yemen'deki 'Nasel' adındaki yahudinin adını verdi, sonra ona lanet etti, o da kendisine lanet etti" (1) Sonra Medine'de yaşamayacağına dair yemin etti ve Mekke'ye doğru yol aldı, yolda da şöyle diyordu: İhtiyar ahmakı öldürün, Allah onu öldürsün, Rasulullah'ın sünnetini eskitti, işte Rasullah'ın elbisesi henüz eskimedi"(2)

---------------------------------------------------------------------

(*) Za'ra:  Seyrek ve az saçı olan

(1) (Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envar" C.31, S.297 /  Ş. Ebus Salah el-Halebi "Takrib'ül Mearif" S.287)

(2) Seyyid Muhammed Kazım el-Kazvini "Şerh-i Nehc'ül Belağa" C.1, S.187 / Ali bin İsa el-Erbeli "Keşf'ül Gumme" C.1, S.479)

 

 

 

أن عثمان صعد ، فنادت عائشة ورفعت القميص ، فقالت : لقد خالفت صاحب هذا. فقال عثمان :

إِنَّ هَذِهِ الزَّعْرَاءَ عَدُوَّةُ اللَّهِ، ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلَهَا وَمَثَلَ صَاحِبَتِهَا حَفْصَةَ فِي الْكِتَابِ:‌ (...امْرَأَتَ نُوحٍ وَ امْرَأَتَ لُوطٍ) [التحريم 10]  فَقَالَتْ لَهُ: يَا نَعْثَلُ يَا عَدُوَّ اللَّهِ! إِنَّمَا سَمَّاكَ رَسُولُ اللَّهِ (ص) بِاسْمِ نَعْثَلٍ الْيَهُودِيِّ الَّذِي بِالْيَمَنِ. فَلَاعَنَتْهُ وَلَاعَنَهَا(1) وَحَلَفَتْ أَنْ لَا تَسْكُنْ بِالْمَدِينَةِ وَخَرَجَتْ إِلَى مَكَّةَ. و هي تقول في طريقها : اقْتُلُوا نَعْثَلًا قَتَلَ اللَّهُ نَعْثَلًا فَلَقَدْ أَبْلَى سُنَّةَ رَسُولِ اللَّهِ ص وَهَذِهِ ثِيَابُهُ لَمْ تبل بعد. (2)

 

(1)(العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 31  صفحة :  297/ الشيخ أبو الصّلاح الحلبي، في تقريب المعارف صفحة : 287)

 

(2) (السيد محمد كاظم القزويني الحائري في شرح نهج البلاغة الجزء : 1  صفحة : 187 / علي بن عيسى الإربلي، في كشف الغمة في معرفة الأئمة الجزء : 1  صفحة : 479 )

 

 

el-Hillî, Hz. Peygamber’in  Âişe’yi “Sen Ali ile savaşacak, ona zulmedeceksin” diyerek uyardığını ve buna rağmen  Âişe’nin “Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın”(Ahzab 33) âyetine aykırı davranarak, Hz. Ali günahsız olduğu halde ona karşı savaştığını belirtir. Âişe Osman’ın öldürülmesini istiyordu ve sürekli bunu emrediyordu. O öldürüldüğü zaman bundan memnun olmuştu. Ancak onun yerine Hz. Ali’nin geçmesine tepki göstermiş ve Osman’ın kanı için Hz. Ali ile savaşmaya kalkışmıştı. Bu konuda Talha ve Zübeyir de onunla beraber bu yanlışa iştirak etmişti.

(Allamet'ül Hillî, Mihhâcü’l-Kerâme, (Minhâcü’s-Sünne içinde) 4: 308-309)

 

Rasulullah (saa)'a Karşı Yalan Söyleyenler

 

Cafer bin Muhammed bin Ammara'dan naklen, diyor ki: Cafer bin Muhammed (as-Sadık) (aleyhimes selam)'in şöyle buyurduğunu duydum: Üç kişi, Rasulullah (saa)'a karşı yalan söylüyorlar:  "Ebu Hüreyra, Enes bin Malik ve bir kadın"

 

Allamet'ül Meclisi bu hadis için diyor ki: "Açıklama: (Kadın'ı kastederek) Yani Aişe'dir.

 

(Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envar" C.2, S.217 / Şeyh es-Saduk "el-Hisâl" C.1, S.190 /Şeyh Azizullah el-Atâridi "Müsned'ül İmam es-Sadık" C.21, S.83, H.635)

 

 

الطالقاني ، عن الجلودي ، عن محمد بن زكريا ، عن جعفر بن محمد بن عمارة قال : سمعت جعفر بن محمد (عليه السلام)  يقول : ثلاثة كانوا يكذبون على رسول الله (ص) أبوهريرة ، وأنس بن مالك ، وامرأة.

 

بيان : يعني عائشة.

 

)العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 2  صفحة : 217)

 

Ömer ve Ayşe'nin Şahitliği

 

Şeyh Müfîd (ö. 413/1022)’in el-İhtisâs isimli eserinde Fedek Hurmalığı için şöyle demiştir:  "Fedek hurmalığı için, Ebu Bekir’in şahit istemesi üzerine Hz. Fatıma’nın eve dönüp Hz. Ali’ye durumu anlatır. Bunun üzerine onun da Hz. Fatıma’ya onlara şöyle demesini tembihler: “Siz Hz. Peygamber’in miras bırakmayacağını iddia ediyorsunuz ama Hz. Süleyman, Hz.Davud’a, Hz. Yahya da Hz. Zekeriya’ya varis oluyor da ben nasıl babama varis olamıyorum?” Bunun üzerine Ömer’in Hz. Fatıma’ya “sen öğretmen misin” diye çıkışır. Daha sonra Ebu Bekir’in ise Ömer ve Aişe’nin, Hz. Peygamber’den peygamberlerin miras bırakmayacağını işittiğini belirtmesi üzerine Hz. Fatıma’nın bu söz hakkında, “ikisinin şahitlik ettiği şey İslam’da ilk yalan şahitliktir.” demiştir.  Hz. Fatıma’nın Fedek hakkındaki iddiası üzerine Ebu Bekir şahit ister. Ümmü Eymen gelince konuyla ilgili Hz. Fatıma ve kendisini övücü sözler söyledikten sonra Hz. Peygamber’den duyduğunu söyleyecekken Ömer’in, “bırak bu hikayeleri, ne hakkında şahitlik ediyorsunuz (onu söyleyin)” der.  Ümmü Eymen de, Cebrail tarafından Fedek’in sınırlarının belirlendiği, Hz. Peygamber’in burayı sadaka olarak Hz. Fatıma’ya verdiği ve kendisi ile Hz. Ali’nin de buna şahit olduğunu söyler. Bunun üzerine Ömer şöyle der: “(Ümmü Eymen için) Sen kadınsın ve tek başına şahitliğin geçerli değildir, Ali ise işi kendi tarafına çeker.” Bunun üzerine Hz. Fatıma kızgın bir şekilde ve ona beddua ederek oradan çıkar.

 

(Şeyh Müfîd, el-İhtisâs, s. 183-184)

 

 

Ayşe'nin, Babasını İmamlığa Göndermesi ve Rasulullah (saa) Tarafından Azledilmesi

 

Hz. Peygamber rahatsız iken ezan okunmuş ve Âişe Hz. Peygamber’e danışmadan, Ebû Bekir’in imamlığa geçmesini söylemiştir. Ebû Bekir imam olarak namaza dururken, Hz. Peygamber tekbir sesini işitmiş, namazı kimin kıldırdığını sormuş ve Ebû Bekir’in imam olduğunu duyunca beni dışarı çıkarın demiştir. Hz. Ali ve Hz. Abbas’ın yardımıyla dışarı çıkmış, Ebû Bekir’i namazdan azletmiş ve namazı kendi kıldırmıştır.

 

(el-Hillî, Mihhâcü’l-Kerâme (Minhâcü’s-Sünne içinde), C.8, S.556)

 

Ayşe'nin Babası Ebu Bekir ile Gururlanması

 

Şeyh Tusi isnadında:   : Mücahit’ten naklen: Ayşe Babasıyla ve onun Peygamberle mağarada olmasıyla gururlanınca Abdullah b.Şeddad b. Hadi dedi ki: “Sen nere, öleceğini bilerek Peygamberin yatağında yatan Ali b. Ebu Talib nere?” Bunu duyan Ayşe sustu ve cevap veremedi.

(Şeyh Tusi "Emali" S.447 / Seyyid Haşim el-Behrani "Hilyet'ül Ebrar" C.2, S.105 / El-Meclisi "Bihar'ül Envar" C.19, S.55-56 / Muhammed Reyşehri "imam Ali ansiklopedisi" C.1, S.127, H.130)

 

قال الشيخ الطوسي في إسناده: أَخْبَرَنَا جَمَاعَةٌ، قَالُوا: أَخْبَرَنَا أَبُو الْمُفَضَّلِ، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْحُسَيْنِ بْنِ حَفْصٍ الْخَثْعَمِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ الْمُحَارِبِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو يَحْيَى التَّيْمِيُّ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ جُنْدَبٍ بْنِ أَبِي ثَابِتٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ مُجَاهِدٍ، قَالَ: فَخَرَتْ عَائِشَةُ بِأَبِيهَا وَ مَكَانِهِ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ آلِهِ) فِي الْغَارِ، فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ شَدَّادِ بْنِ الْهَادِ: وَ أَيْنَ أَنْتِ مِنْ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ حَيْثُ نَامَ فِي مَكَانِهِ وَ هُوَ يَرَى أَنَّهُ يُقْتَلُ فَسَكَتَتْ وَ لَمْ تُحِرْ جَوَاباً.

 

(الشيخ الطوسي في الأمالي - ط دار الثقافة  صفحه : 447)

 

 

 

Bir gün Ayşe, babasıyla övünür: “Hicrette Peygamber’le mağarada bulunan Ebû Bekir’di.” der. Sahâbeden biri, onu şu sözlerle mahcup eder: Hakkında, “...Tasalanma! Allah bizimle beraberdir...” (Tevbe:40) denilen Ebû Bekir ile ucunda ölüm olduğunu bile bile Hz. Muhammed’in yatağına giren ve hakkında “İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını almak için canını feda eder...” (Bakara:207) denilen Ali arasında dağlar kadar fark vardır!

 

(Yunus Ramadan "Buğyet'üt Talib Fi Marifet-i Ali bin Ebi Talib"  "Evrensel Değerlerin Yüce Simgesi Hz. Ali" adıyla türkçe baskısı S.149)

 

 

 

Kuran'da Misali Verilen Kadın Ayşe'dir

 

"İpliğini iyice büktükten sonra onu söken kadın gibi olmayın..." (Nahl 92. Ayet) Ayetinin Tefsiri:

Ebi Abdillêh (imam Cafer es-Sadık aleyhisselam) bu ayet hakkında şöyle buyurdu:  "İpliğini iyice büktükten sonra onu söken kadın Ayşe'dir ki, yeminini bozdu"

 

(Seyyid Haşim el-Behrâni "el-Burhân Fî Tefsîr'ül Kurân" C.3, S.452, Hadis No: 99-6144 /  Muhammed bin Mesud el-Ayyaşi "Tefsir'ül Ayyâşi" C.2, S.269 / Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envâr" C.32, S.286 Müesseset'ül Vefa baskısı)

 

 

تفسير (وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًاۜ...)(النحل: 92)

 

عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ سَالِمٍ الْأَشَلِّ،عَنْ أَبِي عَبْدِ اللَّهِ(عَلَيْهِ السَّلاَمُ)، قَالَ: «الَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ أَنْكَاثاً عَائِشَةُ هِيَ نَكَثَتْ أَيْمَانَهَا»

 

) السيد هاشم البحراني في البرهان في تفسير القرآن الجزء : 3  صفحة : 452، حديث: 99-/6144 / محمد بن مسعود العياشي في تفسير العيّاشي الجزء : 2  صفحة : 269 / العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 32  صفحة : 286 ، ط مؤسسة الوفاء)

 

 

Hariz'den naklen diyor ki: Ebi Abdillêh (İmam Cafer es-Sadık as)'e Allah'ın bu buyruğu: "Ey peygamberin eşleri! Sizden kim açık bir çirkin hayasızlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır" (Ahzab 30. Ayet) hakkında sordum, buyurdu ki: Çirkin hayasızlık: Kılıçla karşı çıkmaktır.

 

(Allamet'ül Meclisi "Bihar'ül Envar" C.22, S.199)

 

فس : محمد بن أحمد ، عن محمد بن عبدالله بن غالب ، عن ابن أبي نجران عن حماد ، عن حريز قال : سألت أبا عبدالله ع  عن قول الله : « يا نساء النبي من يأت منكن بفاحشة مبينة يضاعف لها العذاب ضعفين »(الأحزاب: 30) قال : الفاحشة[*] : الخروج بالسيف.

 

(العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 22  صفحة :  199 - ط مؤسسة الوفاء)

 

(*) فسرها ع باحد افرادها ، حيث ان الخروج على الامام ع من القبائح والسيئات الكبيرة خصوصا من النساء المأمورات. بقوله تعالى : وقرن في بيوتكن ولا تبرجن تبرج الجاهلية الاولى.

 

 

 

Ayşe'nin Kölesine Hz. Ali (as)'nin Katilinin Adını Vermesi

 

Mesruk'tan rivayet edilir ki: Ayşe'nin yanına gittim, Abdurrahman adında bir çocuk çağırdı ve dedi ki: Bu benim kölemdir. Ona dedim ki: "Ona Abdurrahman adını nasıl verdin?" Dedi ki: "Ali'nin katili, Abdurrahman bin Mülcem'e olan sevgimden dolayı ona bu ismi verdim"

 

(Şeyh el-Müfid "el-Cemel" S. 84 ve "el-Cemel ven-Nasra Li Seyyid'il İtra Fi Harb'il Basra" S.159-160, Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envar" C.32, S.341-342 / Damin bin Şadkam el-Medeni el-Hüseyni "Vakat'ül Cemel" S.27)

 

 

 

وقد روي عن مسروق انه قال : دخلتُ عليها فاستدعِتْ غلاماً باسم عبد الرحمن ، فسألتها عنه ، فقالتْ : عَبْدي ، فقلتُ : كيف سَمَّيتهِ بعبد الرحمن ؟ قالت : حُباً لعبدِ الرحمن بنِ مُلْجم قاتل عليّ.

 

  (الشيخ المفيد في الجمل صفحة :  84 ،  وفي الجمل و النصرة لسيد العترة في حرب البصرة ص: 159-160 / الشافي ج 4 ص 356، و تلخيص الشافي ج 4 ص 158، و مثالب النواصب ج 3 الورقة 20، و بحار الأنوار ج 32 ص 341،   ضامن بن شدقم الحسيني المدني‌ في وقعة الجمل  ص : 27)

 

 

Farklı bir rivayet ile:

 

Mesruk rivayet eder: Ayşe'nin yanına gittim, oturdum, bana birşeyler anlattı. Abdurrahman adında siyah bir çocuk çağırdı, çocuk yanına geldi ve yanında durdu. Sonra bana: "Ey Mesruk, ona niye Abdurrahman adını verdiğimi biliyor musun?" Ona: Hayır, bilmiyorum, dedim. Bana dedi ki: Abdurrahman bin Mülcem'e olan sevgimden dolayı ona bu adı verdim"

 

(Şeyh Abbas el-Kummi "Sefînet'ül Bihâr" C.6, S.576,

 

و روي عن مسروق انّه قال: دخلت على عايشة فجلست إليها فحدّثتني و استدعت غلاما لها أسود يقال له عبد الرحمن فجاء حتّى وقف فقالت:يا مسروق،أ تدري لم سمّيته عبد الرحمن؟فقلت:لا،قالت:حبّا منّي لعبد الرحمن بن ملجم.

 

(الشيخ عباس القمي في سفینة البحار و مدینة الحکم و الآثار الجزء : 6  صفحة : 576)

Ayşe'nin Kıskançlığı

 

Ayşe şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) Hatice’yi andığında onu övmekten ve onun için mağfiret dilemekten asla usanmazdı. Bir gün yine onu andı ve ben kısakanarak şöyle dedim: “Allah o yaşlı kadının yerine sana başkasını vermiştir.” Ayşe şöyle diyor: “Allah Resulü’nün şiddetle kızdığını gördüm. Ben dediğime pişman oldum ve şöyle dedim: “Ey Allah’ım! Peygamberinin gazabını bertaraf kılarsan artık hayatta olduğum müddetçe Hatice’yi kötülükle anmayacağım.” Ayşe şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) benim halimi görünce şöyle buyurdu: “Nasıl bu sözü söyledin? Allah’a yemin olsun ki Hatice, bütün insanların kafir olduğu bir zamanda bana iman etti, bütün insanların beni kovduğu zamanda bana sığınak verdi. Bütün insanların beni inkar ettiği bir zamanda beni onayladı. Sizler çocuktan mahrum olduğunuz dönemde, Allah benden ona bir çok çocuk nasip etti.” Ayşe şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) bir ay boyunca gece gündüz bana Hatice’yi andı, (veya bu cümleyi bana tekrar etti.)”

 

(Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envar" C.12, S.12)

 

 

Cabir el-Cufi'den, o da İshak bin Abdullah bin el-Haris bin en-Nevfel’den, babasından, Müminlerin emiri İmam Ali bin Ebi Talip’ten (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir gün Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna gittim yanında Ebu Bekir, Ömer ve Ayşe vardı. Onların  (Resulullah (s.a.a) ile Ayşe) arasına oturdum. Ayşe bana: 'Burdan başka oturacak yer bulamadın mı?' diye söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (saa) onun uyluğuna vurup:  'Beni kardeşim konusunda eziyet etme! O, müslümanların seyyidi, çekinenlerin imamı ve akyüzlülerin komutanıdır. Allahu Azze ve Celle onu kıyamet günü sırat köprüsünde oturtacak, dostlarını cennete düşmanlarını da cehenneme geçirecektir'".

 

(Allamet'ül Meclisi "Bihar'ül Envar" C.22, S.209 / Şeyh Tusi "El-Emali" c. 1 s. 296 c. 4 hadis no: 15)

 

 

عن جابر الجعفي ، عن إسحاق بن عبدالله بن الحارث بن النوفل عن أبيه ، عن علي (ع) قال : دخلت على رسول الله (ص) وعنده أبوبكر وعمر وعائشة فقعدت بينهما ، فقالت عائشة : ماوجدت مكانا غير هذا؟ فضرب رسول الله (ص) فخذها وقال : لاتؤذيني في أخي فإنه سيد المسلمين وإمام المتقين وقائد الغر المحجلين ، يقعده الله عزوجل يوم القيامة على الصراط فيدخل أولياءه الجنة وأعداءه النار.

 

(العلامة المجلسي في بحار الأنوار الجزء : 29  صفحة :  209 - ط مؤسسة الوفاء)

 

 

 

Rasulullah (saa)'ın Fatıma'yı Öpmesine Ayşe'nin İtirazı ve Aldığı Cevap

 

İmam Cafer es-Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Resulullah (s.a.v) Fatıma’yı çok öpüyordu, (buna) Aişe itiraz etti. Resulullah (s.a.v) cevabında şöyle buyurdu: "Ey Ayşe, beni miraca götürdüklerinde, cennete girdim, Cebrail beni Tûba ağacının yanına götürdü ve meyvelerinden bana verdi, ben de onları yedim ve bende bir nütfe oluştu, yer yüzüne indiğimde Hatice’yle bir araya geldik, derken o Fatıma’ya hamile kaldı, işte bundan dolayı Fatıma’yı öptüğümde Tûba ağacının kokusunu duyuyorum.

 

(Allamet'ül Meclisi "Bihar’ül-Envar" c.43, s.6)

 

عن ابن محبوب ، عن ابن رئاب ، عن أبي عبيدة ، عن أبي عبدالله (ع) قال : كان رسول الله (ص) يكثر تقبيل فاطمة / فأنكرت ذلك عائشة فقال رسول الله (ص)  : ياعائشة إني لما اسري بي إلى السماء دخلت الجنة فأدناني جبرئيل من شجرة طوبى وناولني من ثمارها فأكلته فحول الله ذلك ماء في ظهري فلما هبطت إلى الارض واقعت خديجة فحملت بفاطمة فما قبلتها قط إلا وجدت رائحة شجرة طوبى منها.

 

(العلامة المجلسي في بحار الأنوار جلد : 43  صفحه : 6 -ط مؤسسة الوفاء)

 

 

İki Kişinin Ayşe'nin Yanına Gidip Hz. Ali (as) Aleyhinde Konuşmaları

 

Esved b. Yezîd en-Nehaî (ö. 75) Mesrûk ile beraber Âişe'nin yanına giderek Hz. Ali (as) hakkında ileri geri konuşurlar, kötü sözler söylerlerdi. Esved'e gelince, o bu şekilde (Ali'ye düşmanca) öldü, Mesruk ise evinin köşelerinde Ali'ye namaz kılmadan ölmemiştir.

 

(İbrahim bin Muhammed es-Sekafi "el-Gârât" C.2, S.562-563, ayrıca İbn-i Ebil Hadit "Şerh-i Nehc'ül Belağa" kitabında Aişe yerine "Rasulullah'ın bazı zevcelerine" tabirini kullanıp, Aişe'yi biraz aklamaya çalışmıştır. C.4, S.97-98)

 

 

كان الأسود (بن يزيد النهائي) ومسروق (بن الأجدع) يمشيان إلى عائشة فيقعان عندها في علي عليه السلام فأما الأسود فمات على ذلك، وأما مسروق فلم يمت حتى صلى على علي في زوايا بيته.

 

) الغارات - إبراهيم بن محمد الثقفي - ج ٢ - الصفحة ٥٦٢- ٥٦٣(

 

 

 

 

İmam Ali (a.s): Ben bir şey değilken beni yaratana yemin  olsun ki! Muhammed'in (s.a.a) ashabından haberdar olanlar bilirler ki Nakısîn, Kasıtîn ve Marıkîn Ümmi Peygamberin diliyle lanetlenmişlerdir. "Yalan uyduran mutlaka hüsrana uğramıştır."(Taha 61.Ayet)

 

(eş-Şeyh as-Saduk "Men La Yahzuruhu'l-Fakih", c.4, s.64, h.5918; el-Emali, Saduk, s.703, h.961; Bişaretu'l-Mustafa, s.191, tamamı Esbag b. Nebate'den; el-Meclisi, Biharu'l-Envar, c.39, s.336, h.4.

 

 

الإمام عليّ عليه السلام : وَالَّذي خَلَقَني ولَم أكُ شَيئا ! لَقَد عَلِمَ المُستَحفَظونَ مِن أصحابِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه و آله أنَّ النّاكِثينَ وَالقاسِطينَ وَالمارِقينَ مَلعونونَ عَلى لِسانِ النَّبِيِّ الاُمِّيِّ ، «وَ قَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَى»(طه : 61)

 

(عيون أخبار الرضا : ج2 ص64 ح275 عن أبي محمّد الحسن بن عبد اللّه الرازي عن الإمام الرضا عن آبائه عليهم السلام ، بحار الأنوار : ج33 ص162 ح427)

 

 

 

Yalan Uyduranlar ve İftira Atanlar Hüsrana Uğramışlardır

 

el-İhticac: Basra halkından bir kişi Ali b. Hüseyin'in (a.s) yanına gelerek, "Ey Ali b. Hüseyin! Senin deden Ali b. Ebu Talib, müminleri öldürdü!" dedi. Bunun üzerine Ali b. Hüseyin öyle bir ağladı ki gözyaşları avucunu doldurdu; onu çakılların üzerine serpti. Sonra dedi ki: Ey Basralı kardeş! Hayır, vallahi Ali hiçbir mümini öldürmedi; hiçbir Müslüman'ı da öldürmedi. Bu kavim İslam'a girmemiş, sadece teslim olmuştu ve inkârlarını gizli tutmaktaydı; İslam'ı kabul etmiş gibi göründüler. Küfre yardımcı bulduklarında ise onu açığa vurdular. O deveye binen kadın ve Muhammed (s.a.a)
ashabından haberdar olanlar da bilmektedirler ki Cemel ashabı, Sıffın ashabı ve Nehrevan ashabı Ümmî Peygamberin (s.a.a) diliyle lanetlenmişlerdir. "Yalan uyduran mutlaka hüsrana uğramıştır."(Taha: 61)
Kufe halkından yaşlı bir adam; "Fakat ey Ali b. Hüseyin! Senin deden 'Kardeşlerimiz bize zulmettiler!' diyordu" dedi.

 

Bunun üzerine Ali b. Hüseyin (a.s) şu cevabı verdi: Allah'ın kitabını okumaz mısın ki "Ad kavmine kardeşleri Hud'u (gönderdik)"(Araf: 65) der. İşte, bunlar da onlar gibidirler. Aziz ve celil olan Allah, Hud'u ve beraberindekileri kurtardı; Ad kavmini ise kasıp kavuran bir rüzgârla helâk etti.

 

)et-Tibrisi "el-İhticac", c.2, s.135, h.176; Allamet'ül Meclisi, Biharu'l-Envar, c.32, s.343, h.327(.

 

 

الاحتجاج : جاءَ رَجُلٌ مِن أهلِ البَصرَةِ إلى عَلِيِّ بنِ الحُسَينِ عليه السلام ، فَقالَ : يا عَلِيَّ بنَ الحُسَينِ ، إنَّ جَدَّكَ عَلِيَّ بنَ أبي طالِبٍ قَتَلَ المُؤمِنينَ ! فَهَمَلَت عَينا عَلِيِّ بنِ الحُسَينِ عليه السلام دُموعا حَتَّى امتَلأَت كَفُّهُ مِنها ، ثُمَّ ضَرَبَ بِها عَلى الحَصى ، ثُمَّ قالَ : يا أخا أهلِ البَصرَةِ ، لا وَاللّه ِ ما قَتَلَ عَلِيٌّ مُؤمِنا ، ولا قَتَلَ مُسلِما ، وما أسلَمَ القَومُ ، ولكِنِ استَسلَموا وكَتَمُوا الكُفرَ وأظهَرُوا الإِسلامَ ، فَلَمّا وَجَدوا عَلَى الكُفرِ أعوانا أظهَروهُ .

 

قَد عَلِمَت صاحِبَةُ الخِدَبِّ [*] وَالمُستَحفَظونَ مِن آلِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه و آله أنَّ أصحابَ الجَمَلِ وأصحابَ صِفّينَ وأصحابَ النَّهرَوانِ لُعِنوا عَلى لِسانِ النَّبِيِّ الاُمِّيِّ ، «وَ قَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَى» . فَقالَ شَيخٌ مِن أهلِ الكوفَةِ : يا عَلِيَّ بنَ الحُسَينِ ، إنَّ جَدَّكَ كانَ يَقولُ : إخوانُنا بَغَوا عَلَينا ! فَقالَ عَلِيُّ بنُ الحُسَينِ عليه السلام : أما تَقَرَأُ كِتابَ اللّه ِ : «وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا» [الأعراف : 65] ؟ فَهُم مِثلُهُم؛ أنجَى اللّه ُ عَزَّوَجَلَّ هودا وَالَّذينَ مَعَهُ ، وأهلَكَ عادا بِالرّيحِ العَقيمِ.

-----------------------

(*) الخِدَبُّ : الجَمَل الشديدُ الصُّلب الضخم القويّ (تاج العروس : ج1 ص452)

 

(الطبريسي في الاحتجاج : ج2 ص135 ح 176 ، المجلسي في بحار الأنوار : ج32 ص343 ح327)

 

 

 

İmam Ali (a.s): Muhammed (s.a.a) ashabından haberdar olanlar ve Ebubekir kızı Ayşe bilmektedir ki Cemel ve Nehrevan ashabı, Peygamberin (s.a.a) diliyle lanetlenmiştir. "Onlar, deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete girmeyeceklerdir"(Araf: 40. Ayet(.

(Tefsir-i Furat, s.141, h.170, Ebu Tufeyl'den; Allamet'ül Meclisi "Biharu'l-Envar", c.32, s.127, h.104. Muhammed Reyşehri "İmam Ali Ansiklopedisi" C.5, S.35, Hadis: 2007dan  naklen)

 

الإمام عليّ عليه السلام : عَلِمَ المُستَحفَظونَ مِن أصحابِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه و آله وعائِشَةُ بِنتُ أبي بَكرٍ أنَّ أصحابَ الجَمَلِ وأصحابَ النَّهرَوانِ مَلعونونَ عَلى لِسانِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وآله ،(ولايَدخُلونَ الجَنَّةَ حَتّى يَلِجَ الجَمَلُ في سَمِّ الخِياطِ)(الأعراف 40).

 

(تفسير فرات الكوفي: ص141 ح170 عن أبي الطفيل ، المجلسي في بحار الأنوار : ج32 ص127 ح104)

 

 

 

İmam Ali (a.s): Ben henüz hiçbir şey iken beni yaratana yemin ederim, Muhammed’in ashabından koruyucu kılınmış ilim sahipleri ve Ebu Bekir’in kızı Aişe de bilmektedir ki –ki Aişe buradadır, ona sorun- ahdini bozanlar (nâkisûn), zalimler (kâsitûn) ve dinden çıkanlar (mârikûn) Ümmi Peygamber’in (s.a.a.) dili üzerine lanetlenmişlerdir.


“Deve, iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. (A’râf: 40)” “İftira atan hüsrana uğramıştır. (Taha: 61)

 

(Seyyid Sadık Musevi "Tam Nehc'ül Belağa" S.409)

 

 

 

Uzun bir hadiste, Ebu Zer el-Gaffari (r.a.) ve Ebu’t-Tufayl Amr b. Vâsile el-Kenâni şöyle demişlerdir:“Ömer b. Hattab defnedildiği zaman Mikdad, şura ehli olan altı kişiyi halifelik hakkında karar vermeleri için evde topladı. Bu altı kişi Ali b. Ebi Talib (a.s.), Osman b. Affân, Talha b. Ubeydullah, Zübeyir b. el-Avvâm, Abdurrahmân b. Avf ve Sa’d b. Mâlik (Ebi Vakkas) idi. (Abdullah b. Ömer onları bir araya getirdi). Emîru’l-Mu’minîn (a.s.) bu topluluğun Osman’a biat etmek istediğini görünce hücceti onların aleyhine kılmak için kalktı ve onlara şöyle buyurdu:  “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’ı size şahit kılarak Peygamberi nizin hakkı için sorarım ey beş kişi! Resulullah (s.a.a.), benim için söylemiş olduğu, “Ey Ali! Seni sevip de veli edinen kimseye rahmet, sana nefret duygusu güderek düşman olan kimseye ise lanet ulaşır.” sözünü içinizden başka bir kimse için de söylemiş midir? Hani Aişe, bu sözün üzerine, “Ey Allah’ın Resulü, ben ve babam için dua et ki Ali’ye nefret duyup düşmanlık eden kimselerden olmayalım.” demişti. Resulullah (s.a.a.) da ona, “Sus! Eğer sen ve baban O’nu veli edinip seven kimselerden iseniz, size rahmet ulaşmıştır. Eğer O’na nefret duyup düşmanlık yapan kimselerden iseniz de size lanet ulaşmıştır.” diye buyurmuştu. Sizin içinizde Resulullah’ın kendisi için bunları dile getirdiği benden başka kimse var mıdır?” “Allah şahit olsun ki hayır!” dediler.

(Seyyid Sadık Musevi "Tam Nehc'ül Belağa" S.496)