GADİR SAYFASI
Ehl-i Beyt (as) Kaynaklarında Ebu Hanife
Mezhebinden sual olunsa zahit
Dersin ki mezhebim Ebu Hanife
Zerre kadar senin imanın olsa
İmam demez idin böyle herife
Haşa sümme haşa imam değildir
Vallahi imam-i azam değildir
İmamlık bertaraf İslam
değildir
Kulak asma böyle bir er caife
Hazreti Cenab-i Nebi-i İhsan
Evladına oldu bu herif düşman
Harabi sen İmam Cafer'e bağlan
Başka mezhepleri etme vazife
Harabi
1- İmam Sadık (AS) İle Kıyas Hakkındaki Bir
Tartışması
2- Dinde Kıyas, İblis'in
işidir ey Ebu Hanife!...
3-
İmam Sadık (as) Tarafından Tekrar Uyarılması
4- İmam Cafer es-Sâdık (aleyhisselam)'ın Hanefi
Mezhebi imamı Ebu Hanife ile Münazarası
5- EBU HANİFENİN
KENDİSİNİ İMAM ALİ (aleyhisselam) ile
Kıyas Etmesi
EHL-I BEYT (AS)'E GÖRE KIYAS VE
HÜKMÜ BABI
İMAM CAFER SADIK (AS) EBU HANİFE İLE MARUF MÜNKER TARTIŞMASI
Allah'ın Dininden Alıkoyanlar,
EBU HANİFE VE SÜFYANI SERVİ'DİR
Hanefi
mezhebinin kurucusu Ebu Hanife, kimileri tarafından Ehl-i Beyt (as)'e tabii idi
ve Ehl-i Beyt davası üzerine öldüğünü sananlar için, Ebu Hanife hakkında Ehl-i
Beyt'ten nakledilen rivayetleri sunuyoruz, bu belgeler okunduktan, sonra, Ebu
Hanife'nin, Kıyas'a ve Rey'e uyup, Ehl-i Beyt'e muhalefet ettiğini göreceğiz,
imam Cafer as-Sadık as, onu defalarca uyarmasına, ilk kıyas yapanın İblis
olduğunu söylemesine rağmen, geri adım atmamış olup, imamlarımız tarafından
yerilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarından da ayrı ayrı belgeler yaptık ki,
isteyen belgelere ulaşabilir. Hadisler hakkında hiçbir açıklama yapmadan,
okuyucuyu hadisler ve belgelerle başbaşa bırakıyoruz. Tevfik Allah'tandır.
Ebu Hanife'nin İmam Cafer
as-Sadık (as) ile Kıyas Hakkındaki Münazaraları
Ebu Hanife, İmam Sadık’ın
(a.s) huzuruna vardı.
İmam (a.s) kendisine:
—Ey Ebu Hanife, sen Irak
ehlinin müftüsüsün, değil mi?
—Evet, dedi.
İmam:
— Neye göre fetva veriyorsun?
—Allah’ın Kitabına göre.
İmam:
—Allah’ın Kitabını, nâsihini,
mensuhunu, muhkemini, müteşabihini biliyor musun, diye sordu.
— Evet, dedi.
İmam:
— “Ve bunlar arasında yürümeyi
konaklara ayırdık. Oralarda geceleri, gündüzleri korkusuzca gezin dolaşın,
dedik.”(Sebe 18) ayetinde geçen yerin neresi olduğunu bana
anlat, dedi.
Ebu Hanife:
—Mekke ile Medine arasında,
dedi.
İmam Cafer Sadık (a.s)
mecliste oturanlara dönerek şöyle buyurdu:
— Allah adına yemin ederek
söylemenizi istiyorum. Sizler Mekke ile Medine arasında yolculuk yaptığınızda
öldürülmekten ve mallarınızın çalınmasından
emniyet içinde değilsiniz, doğru değil midir?
Onlar:
— Allaha andolsun ki doğrudur,
dediler.
İmam, Ebu Hanife’ye dönerek:
— Yazıklar olsun sana ey Ebu
Hanife! Allah-u Teâla ancak hakkı söyler, buyurdu. İmam (a.s) daha sonra, “Oraya giren emniyette olur.”( Ali İmran 97) ayetini okuyarak ayette geçen
yerin neresi olduğunu sordu.
Ebu Hanife:
— Allah-u Teâla’nın evidir,
dedi.
İmam Cafer Sadık (a.s)
yanında oturanlara dönerek şöyle buyurdu:
— Allah aşkına söyleyiniz!
Sizler Abdullah b. ez-Zübeyr ile
Said b. Cübeyr’in Kâbe’ye
girip de ölümden emniyette olmadıklarını biliyor musunuz?
— Allah andolsun ki evet,
dediler.
İmam:
— Yazıklar olsun sana ey Ebu
Hanife! Allah-u Teâla ancak hakkı söyler, buyurdu.
Ebu Hanife şöyle dedi:
— Benim Allah’ın Kitabına
ilişkin bilgim yoktur. Ben kıyas sahibiyim.
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
— Eğer kıyas ehliysen
kıyasına bak bakayım; öldürme mi daha büyük, zina mı?
Ebu Hanife:
— Öldürme.
İmam Cafer Sadık (a.s):
—O halde neden Allah Teala
katilin ispatı için iki şahit, zinanın ispatı için ise dört şahit istemiştir?
İmam (a.s) devamında:
— Acaba namaz mı daha
önemlidir, yoksa oruç mu, diye sordu.
—Namaz,
dedi.
—Senin kıyasına göre adetli
kadının âdet döneminde kaçıredığı namazları kaza etmesi, oruçları kaza etmemesi
gerekir. Hâlbuki Allah-u Teâla namazın kazasını değil de orucun kakzasını farz
kılmıştır.
Ardından İmam Cafer Sadık
(a.s):
— Idrar mı daha necistir
yoksa meni mi, diye sordu.
Ebu Hanife:
—Idrar, dedi.
İmam Sadık (a.s):
—Senin kıyasına göre, meni
yerine idrardan dolayı gusül abidesti gerekir. Hâlbuki Allah-u Teâla idrardan
dolayı değil de meniden dolayı gusül abdestini vacip kılmıştır.
Ebu Hanife:
— Ben hadler (hakkında bilgi)
sahibiyim, dedi.
Bunun üzerine İmam Cafer
Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
— Sana göre sağlam gözü
çıkartılan âmâ (kör) birisine, eli veya ayakları kesilmiş olan birisine nasıl
had uygulanmalıdır?
Ebu Hanife:
— Ben rey sahibiyim, dedi.
İmam (a.s):
—Şu olay hakkında düşüncen
nedir? Bir kişinin kölesi olur, aynı gecede hem kendisi hem de kölesi evlenir,
bu evlilikten sonra yolculuğa çıkar, aynı evde iki hanımı barındırır, bu iki
hanım iki erkek çocuk dünyaya getirir, yaşadıkları ev de bunların üzerine
yıkılır, bu iki hanım altta kalarak ölür ve geriye de iki çocuk bırakacak
olurlar ise hangisi malikin, hangisi kölenin çocuğudur? Hangisi vâris/miras
alan, hangisi mevrustur/miras bırakandır?
Ebu Hanife:
— Ben ancak peygamberler
tarihi sahasında âlim bir kişiyim,dedi.
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
— Öyleyse bana Allah-u
Teâla’nın Musa ile Harun’u Musa’ya davete gönderirken kendilerine buyurduğu, “Ona yumuşak söz söyleyin.
Belki o, aklını başına alır veya korkar.”(Taha 44) sözünü açıkla. Burada geçen
“lealle (umulur ki)” sözcüğünden kuşku anlamı anlaşılmakta mıdır?
Ebu Hanife:
—Evet, kuşku vardır, dedi.
İmam (a.s):
—Yani bu kuşku Allah’tandır,
ha! Çünkü belki sözcüğünü kullanan Allah-u Teâla’dır, deyince Ebu Hanife,
bilemiyorum, dedi.
İmam Cafer Sadık (a.s)
kendisine:
—Ey Ebu Hanife! Sen Allah'ın Kitab’ına
vâris olan kimselerden olmadığın halde Allah'ın Kitabı ile fetva veriyorsun.
Ilk kıyasa başvuran Iblis olduğu halde kendinin kıyas sahibi olduğunu iddia
ediyorsun. Islam Dini kıyas üzere açıklanmış değildir. Rey sahibi olduğunu
iddia ediyorsun.
Allah Resulü’nden (s.a.a)
gelen rey doğru, bunun dışındaki reyler ise hatadır. Çünkü Allah-u Teâla: "Doğrusu, insanlar
arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye kitabı sana hak olarak
indirdik; (o halde sakın) hainlerden taraf olma" (Nisa 105) buyuruyor. Allah-u Teâla bunu Peygamber’den
başkasına söylemiyor. Kendinin had sahibi olduğunu söylüyorsun. Kendisine ayet
indirilen kimsenin hadlere ilişkin bilgisi senin bilginden daha önceliklidir.
Allah Resulü’nün oğlunun huzuruna girdiğinde, “Ona bir şey sorma.” denilmemiş
olsaydı ben sana bir şey sormazdım. Eğer iyi bir kıyasçı isen bu olayları kıyas
et bakayım.
Ebu Hanife cevaben şöyle
dedi:
— Bu meclisten sonra Allah’ın
dini hakkında rey ve kıyasa dayanarak konuşmayacağım.
İmam Cafer Sadık (a.s):
—Asla! Başkanlık sevgisi
senden öncekileri terk etmediği gibi seni de terk edecek değildir, buyurdu.
(Allamet'ül Meclisi "Bihâr'ül Envâr"
C.2, S.287-288 / et-Tıbrisi "el-İhtijaj" C.2, S.115-117 / Seyyid Ali
Aşur "Mevsûat-u Ehlil Beyt" C.13, S.117-119 / Şeyh Azizullah Ataridi
"Müsned-i İmam as-Sâdık" C.9, S.425-427 / es-Seyyid el-Burucerdi
"Câmi Ahadis'uş Şia" C.1, S.290-292 / es-Seyyid Haşim el-Behrani
"Hilyet'ül Ebrar" C.4, S.44-46)
مناظرة
الإمام
الصادق (ع) مع
أبو حنيفة
أن
الصادق عليه
السلام قال
لأبي حنيفة
لما دخل عليه:
من
أنت؟
قال
أبو حنيفة:
قال
عليه السلام:
مفتي أهل
العراق؟
قال:
نعم.
قال:
بما تفتيهم؟
قال:
بكتاب الله.
قال:
عليه السلام:
وأنك لعالم
بكتاب الله،
ناسخه
ومنسوخه،
ومحكمه و متشابهه؟
قال:
نعم.
قال:
فأخبرني عن
قول الله عز
وجل: (...
وَقَدَّرْنَا
فِيهَا
السَّيْرَ
سِيرُوا
فِيهَا لَيَالِيَ
وَأَيَّامًا
آمِنِينَ)(سبأ
- 17)
أي موضع هو؟
قال
أبو حنيفة: هو
ما بين مكة
والمدينة،
فالتفت أبو
عبد الله إلى
جلسائه. وقال:
نشدتكم
بالله هل
تسيرون بين
مكة والمدينة
ولا تأمنون
على دمائكم من
القتل، وعلى
أموالكم من
السرق؟
فقالوا:
اللهم نعم.
فقال
أبو عبد الله:
ويحك يا أبا
حنيفة! إن
الله لا يقول
إلا حقا
أخبرني عن قول
الله عز وجل: (...
وَمَن
دَخَلَهُ
كَانَ
آمِنًا...)(آل
عمران - 97)
أي موضع هو؟
قال: ذلك بيت
الله الحرام،
فالتفت أبو
عبد الله إلى
جلسائه وقال:
نشدتكم بالله
هل تعلمون:
إن عبد
الله بن
الزبير وسعيد
بن جبير دخلاه
فلم يأمنا
القتل؟
قالوا:
اللهم نعم.
فقال
أبو عبد الله
عليه السلام:
ويحك يا أبا حنيفة!
إن الله لا
يقول إلا حقا.
فقال
أبو حنيفة:
ليس لي علم بكتاب
الله، إنما
أنا صاحب
قياس.
قال
أبو عبد الله:
فانظر في
قياسك إن كنت
مقيسا أيما
أعظم عند الله
القتل أو
الزنا؟
قال:
بل القتل.
قال:
فكيف رضى في
القتل
بشاهدين، ولم
يرض في الزنا
إلا بأربعة؟
ثم قال له:
الصلاة أفضل
أم الصيام؟
قال: بل
الصلاة أفضل.
قال
عليه السلام:
فيجب على قياس
قولك على
الحايض قضاء
ما فاتها من
الصلاة في حال
حيضها دون
الصيام، وقد أوجب
الله تعالى
عليها قضاء
الصوم دون
الصلاة.
قال
له: البول
أقذر أم
المني؟
قال
البول أقذر.
قال
عليه السلام:
يجب على قياسك
أن يجب الغسل من
البول دون
المني، وقد
وجب الله تعالى
الغسل من
المني دون
البول.
قال:
إنما أنا صاحب
رأي.
قال
عليه السلام:
فما ترى في
رجل كان له
عبد فتزوج
وزوج عبده في
ليلة واحدة،
فدخلا
بامرأتيهما
في ليلة واحدة
ثم سافرا
وجعلا
امرأتيهما في
بيت واحد
وولدتا
غلامين فسقط
البيت عليهم،
فقتل
المرأتين
وبقي
الغلامان أيهما
في رأيك
المالك
وأيهما
المملوك
وأيهما
الوارث
وأيهما
الموروث؟
قال:
إنما أنا صاحب
حدود.
قال:
فما ترى في
رجل أعمى فقأ
عين صحيح
وأقطع قطع يد
رجل، كيف يقام
عليهما الحد.
قال: إنما أنا
رجل عالم
بمباعث
الأنبياء.
قال:
فأخبرني عن
قول الله
لموسى وهارون
حين بعثهما
إلى فرعون: (...
لَّعَلَّهُ
يَتَذَكَّرُ
أَوْ يَخْشَى)
[طه - 44] ولعل منك
شك؟
قال:
نعم.
قال:
وكذلك من الله
شك إذ قال:
(لعله)؟
قال
أبو حنيفة: لا
علم لي.
قال
عليه السلام:
تزعم أنك تفتي
بكتاب الله ولست
ممن ورثه،
وتزعم أنك
صاحب قياس
وأول من قاس
إبليس لعنه
الله ولم يبن
دين الإسلام
على القياس،
وتزعم أنك صاحب
رأي وكان
الرأي من رسول
الله صلى الله
عليه وآله
صوابا، ومن
دونه خطأ، لأن
الله تعالى قال:
(إِنَّا
أَنزَلْنَا
إِلَيْكَ
الْكِتَابَ بِالْحَقِّ
لِتَحْكُمَ
بَيْنَ
النَّاسِ
بِمَا
أَرَاكَ
اللّهُ ...) [النساء:
105] ولم يقل ذلك
لغيره، وتزعم
أنك صاحب
حدود، ومن
أنزلت عليه أولى
بعلمها منك،
وتزعم أنك
عالم بمباعث
الأنبياء،
ولخاتم
الأنبياء
أعلم
بمباعثهم
منك، لولا أن
يقال: دخل على
ابن رسول الله
فلم يسأله عن
شئ ما سألتك
عن شئ، فقس إن
كنت مقيسا.
قال
أبو حنيفة: لا
أتكلم بالرأي
والقياس في دين
الله بعد هذا
المجلس.
قال:
كلا إن حب
الرياسة غير
تاركك كما لم
يترك من كان
قبلك. تمام الخبر.
(العلامة
المجلسي في
بحار الأنوار
ج : 2 ص : 287-288 /
أبو منصور
الطبرسي في
الإحتجاج، ج : 2 ص : 115-117 /
السيد علي
عاشور في
موسوعة أهل
البيت ع ج 13 ص 117-119 / نویسنده
: ، الشيخ عزيز
الله
العطاردي في مسند
الإمام
الصادق أبي
عبد الله جعفر
بن محمد(ع) جلد : 9 صفحه : 425-427 /
السيد حسين
البروجردي في
جامع أحاديث
الشيعة ج 1 ص 290-292 /
السيد هاشم
البحراني في حلية
الأبرار ج 4 ص 44-46)
Abdullah bin
Muhammed el Kureşi'den, o da Sibrime'den
naklen diyor ki: Ben ve Ebu Hanife, İmam Cafer as-Sadık (as)'ın huzuruna
çıktık.
İmam Cafer Sadık (as)
ona dedi ki: "Allah'tan sakın ve dini kendi görüş ve kurumlarına göre
kıyas etme! Şunu bil ki, dinde ilk kıyas eden kimse İblis idi. Allah, İblis'e
Adem'e secde etmesini emretti, sonra Allah'a: 'Ben Adem'den daha üstünüm',
dedi, 'Adem'i topraktan beni ise ateşten yarattın'.
İmam Cafer daha
sonra sordu: Sen başını bedeninle kıyas edebilir misin? Ebu hanife: Hayır,
dedi. İmam bir daha sordu: Cenab-I Allah niçin gözleri tuzlu, kulaklari acılı,
burunları sulu ve ağızları tatlı yaptı? Ebu Hanife yine: 'Bilmem', dedi. İmam
Cafer as-Sadık (as) buyurdu ki: "Gözleri birer yağ parçasından kıldı,
sonra sıcakta erimemeleri diye Allah'ın Adem oğluna lütfundan dolayı onları
tuzlu yaptı. Kulakları, içine giren
havayla mikroplar beyini tahris etmesin diye acılı yaptı ki giren mikrobu
öldürür, burunları nefes alıp verme kolaylığını ve kokuları duyma özelliğini
sağlamak için sulu yaptı, ağızları Adem oğlunun yeyip içme tadını alabilmesi
için tatlı yaptı ve yine sordu: Bana, başlangıcı iman olan ve sonu şirk
(Allah'a ortak koşma) olan bir kelimeyi söyle! Ebu Hanife: 'Bilmiyorum' dedi.
İmam Cafer buyurdu ki: 'La ilahe illallah' (ilah yoktur, Allah'tan başka)
sözüdür. 'La ilahe - ilah yoktur' denirse, şirktir, ama 'illallah - Allah'tan
başka' sözüyle beraber imandır. Vay haline!
(Allah
katında) hangisi daha ağırdır: Zina mı, adam öldürmek mi? Ebu Hanife: Adam
öldürmek, dedi. İmam hazretleri dedi ki: "Öyleyse Cenab-ı Allah niye, adam
öldürmek için iki şahit istedi? ama zina için ancak dört şahit kabul
ediyor?
İmam Sadık: “Acaba
namaz mı daha önemlidir, yoksa oruç mu?”
Ebu Hanife: “Namaz”
dedi.
İmam Sadık: “O
halde neden hayız gören kadına orucun kazası farzdır da namazın kazası farz
değildir, acaba bunları birbiriyle kıyas etmek mümkün mü?”
Ebu Hanife:
“Hayır!” dedi.
İmam Cafer: 'Nasıl
kıyas edersin, Allah'tan kork ve kıyas etme!'
(Allamet'ül
Meclisi "Bihar-ul Envar" C.2 s. 291-292)
محمدبن
الحسن القطان
، عن
عبدالرحمن بن
أبي حاتم ، عن
أبي زرعة ، عن
هشام بن عمار
، عن محمد بن
عبدالله
القرشي ، عن
ابن شبرمة ،
قال : دخلت أنا
وأبوحنيفة
على جعفر بن
محمد ع فقال
لابي حنيفة :
اتق الله ولا
تقس الدين
برأيك ، فإن
أول من قاس
إبليس ، أمره
الله عزوجل
بالسجود لآدم
، فقال : أنا خير
منه خلقتني من
نار و خلقته
من طين. ثم قال :
أتحسن أن تقيس
رأسك من بدنك؟
قال : لا. قال
جعفر ع : فأخبرني
لاي شئ جعل
الله الملوحة
في العينين ،
والمرارة في
الاذنين ، والماء
المنتن في
المنخرين ،
والعذوبة في
الشفتين؟ قال
: لا أدري. قال
جعفر ع : لان
الله تبارك وتعالى
خلق العينين
فجعلهما
شحمتين ، وجعل
الملوحة
فيهما منا منه
على ابن آدم ،
ولولا ذلك لذابتا
، وجعل
الاذنين
مرتين ، ولولا
ذلك لهجمت
الدواب وأكلت
دماغه ، وجعل
الماء في
المنخرين
ليصعد منه
النفس وينزل
ويجد منه الريح
الطيبة من
الخبيثة ،
وجعل العذوبة في الشفتين
ليجد ابن آدم
لذة مطعمه
ومشربه. ثم
قال جعفر ع
لابي حنيفة :
أخبرني عن
كلمة أولها شرك
وآخرها إيمان
، قال : لا أدري.
قال : هي لاإله إلاالله
، لوقال :
لاإله كان شرك
، ولو قال :
إلاالله كان
إيمان. ثم قال
جعفر ع : ويحك
أيهما أعظم
قتل النفس
أوالزنا؟ قال
: قتل النفس. قال
: فإن الله
عزوجل قد قبل
في قتل النفس
شاهدين ولم
يقبل في الزنا
إلا أربعة ،
ثم أيهما أعظم
الصلاة أم
الصوم؟ قال :
الصلاة. قال :
فما بال الحائض
تقضي الصيام
ولا تقضي
الصلاة؟ فكيف
يقوم لك
القياس؟ فاتق
الله ولا تقس.
(العلامة
المجلسي في
بحار الأنوار
ج 2 ص 291-292)
İsa b. Abdullah el-Kuraşî şöyle rivayet eder:
Ebu Hanife, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın yanma geldi. Ebu Abdullah
dedi ki: «Ey Ebu Hanife! Duydum ki kıyas yapıyormuşsun, bu doğru mu?»
- "Evet." dedi.
Dedi ki: «Kıyas yapma; çünkü ilk kıyas yapan kimse: "Beni ateşten,
onu balçıktan yarattın." (Sad, 76) diyen İblis'tir. İblis, ateşle
balçık arasında kıyas yapmıştır. Eğer Âdem’in nuraniliğini, ateşin
nuraniliğiyle karşılaştırsaydı, iki nur arasındaki üstünlük farkını anlardı,
birinin diğerinden daha berrak olduğunu görürdü.»
(el-Küleyni "el-Kâfi" C.1, S.58 ; Küleyni "Usul-u Kâfi" C.1, S.82, H.176 Dar'ul
Hikem Yay.)
عَلِيُّ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ
أَحْمَدَ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ
الْعَقِيلِيِّ
عَنْ عِيسَى
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ الْقُرَشِيِّ
قَالَ: دَخَلَ
أَبُو
حَنِيفَةَ عَلَى
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ ع
فَقَالَ لَهُ يَا
أَبَا
حَنِيفَةَ
بَلَغَنِي
أَنَّكَ
تَقِيسُ
قَالَ نَعَمْ
قَالَ لَا
تَقِسْ فَإِنَّ
أَوَّلَ مَنْ
قَاسَ
إِبْلِيسُ
حِينَ قَالَ
خَلَقْتَنِي
مِنْ نارٍ وَ
خَلَقْتَهُ
مِنْ طِينٍ*
فَقَاسَ مَا
بَيْنَ
النَّارِ وَ
الطِّينِ وَ
لَوْ قَاسَ
نُورِيَّةَ
آدَمَ
بِنُورِيَّةِ
النَّارِ
عَرَفَ
فَضْلَ مَا
بَيْنَ
النُّورَيْنِ
وَ صَفَاءَ
أَحَدِهِمَا
عَلَى
الْآخَرِ.
(الشيخ
الكليني في
الكافي- ط
الاسلامية
الجزء : 1 ص 58)
Bir gün Ebu Hanife, bir görüşmede
bulunmak amacıyla İmam Sadık el-Alevî (as)’ın evine geldi. Görüşmek için izin
istedi, fakat imam izin vermedi.
Ebu Hanife diyor ki: Kapının eşiğinde bir süre bekledim. Küfe’den bir heyet
gelip imam ile görüşmek için izin istediler. İmam onlara izin verince ben de
onlara karışıp imamın evine girdim, huzuruna varınca dedim ki:
“Küfe’de
on binden fazla insan, peygamber (saa)’in bazı sahabeleri hakkında uygunsuz
sözler sarfediyorlar. Oraya bir temsilci gönderip o insanları, peygamber sahabeleri
hakkında böyle konuşmaktan men etmeniz iyi olur.”
İmam: “O insanlar
beni dinlemezler” dedi.
Ebu Hanife: “Sizi
nasıl dinlemezler, siz peygamberin torunusunuz” dedi.
İmam: “Beni
dinlemeyenlerden biri de sensin. İznim olmadan evime girmedin mi, otur demeden
oturmadın mı, izin almadan konuşmaya başlamadın mı?” Sonra imam buyurdu ki:
“Duyduğuma göre kıyasa dayanarak fetva veriyormuşsun!”
Ebu Hanife: “Evet”
dedi.
İmam es-Sadık:
“Yazıklar olsun sana! Bu şekilde ilk hüküm veren İblis’tir; Allah, meleklere
Adem’e secde etmesini emrettiğinde İblis: “Ben ona secde etmem, çünkü beni
ateşten, onu da topraktan yaratmışsın ve ateş topraktan daha üstündür” diyerek
Allah’ın emrini dinlemedi.”
(İmam Kıyas’ın
batıl olduğunu kanıtlamak için bu ilkeye uymayan bazı islam kanunlarını
hatırlatarak şöyle buyurdu:)
“Sana göre haksız
yere birini öldürmek mi daha önemlidir, zina yapmak mı?”
Ebu Hanife: “Bir
kimseyi haksız yere öldürmek” dedi.
İmam es-Sadık:
“(Binaenaleyh kıyas etmek doğru ise) peki neden öyleyse; katlin ispatı için iki
şahit gerekirken zinanın kanıtlanması için dört şahit gerekiyor? İslam’ın bu
kanunu kıyasa uyuyor mu?”
Ebu Hanife: “Hayır”
dedi.
İmam es-Sadık:
“İdrar mı daha kirlidir, meni mi?”
Ebu Hanife: “İdrar”
dedi.
İmam es-Sadık: “Neden
öyleyse Allah-u Teala birincisinde abdest almayı emrederken ikincisinde gusül
almayı emretmektedir? Bu hüküm kıyasa uyar mı?”
Ebu Hanife: “Hayır”
dedi.
İmam es-Sadık:
“Namaz mı daha önemlidir, oruç mu?”
Ebu Hanife: “Namaz”
dedi.
İmam es-Sadık:
“Öyleyse neden, haiz kadına orucun kazasını tutmak vacip kılınırken namazı kaza
etmesi vacip kılınmamıştır. Bu kıyasa uyar mı?”
Ebu Hanife: “Hayır”
dedi.
İmam es-Sadık:
“Kadın mı daha zayıftır, erkek mi?”
Ebu Hanife: “Kadın”
dedi.
İmam es-Sadık: “Peki
neden, erkek kadının iki katı miras almaktadır. Bu hüküm kıyasa uyar mı?”
Ebu Hanife: “Hayır”
dedi.
İmam es-Sadık:
“Neden Allah, on dirhem çalan birinin elinin kesilmesini emretmiştir. Halbuki
birisi birisinin elini keserse diyet olarak beş yüz dirhem ödemesi gerekiyor.
Bu kıyasa uyar mı?”
Ebu Hanife: “Hayır”
dedi.
İmam es-Sadık: “Şu
‘O gün, nimetlerden kesin olarak sorgulanacaksınız’ (Tekasür 8) ayeti, Allah,
halkı lezzetli yemekler ve yazın içtikleri serin sulardan dolayı sorgulayacaktır,
şeklinde yorumladığını duydum.”
Ebu Hanife:
“Doğrudur, bu ayeti böyle yorumladım”
İmam es-Sadık:
“Eğer bir kimse seni evine davet eder, sana lezzetli yemekler ve serin su ikram
eder de sonra bu ikramından dolayı sana minnet koyarsa böyle bir kişi hakkında
ne karar verirsin?”
Ebu Hanife: “Böyle
bir kişi cimridir derim” dedi.
İmam es-Sadık:
“Acaba Allah cimri midir ki, (Kıyamet günü bize verdiği yemeklerden dolayı bizi
sorgulasın?)
Ebu Hanife: “O
halde, Kuran-ı Kerim’de buyrulan; insanların ondan sorgulanacakları nimetlerden
maksat nedir?”
İmam es-Sadık: “Biz
Ehl-i Beyt’in sevgisidir”
(Allame Meclisi
“Bihâr’ül Envâr” C.10, S.220-221 Müesset’ül Vefâ H.1404 Beyrut Bas; Muhammed
Reyşehri “Münâzara Der Bare-i Mesâil-i İdeolojiyki” S.130-132; et-Tıbrisi
"el-İhtijaj" C.2, s.360-361; Mehdi Pişvâi “İmamların Hayatı” Bab:
İmam Cafer es-Sâdık S.256-258)
مناظرة
الإمام
الصادق(ع) مع
أبي حنيفة في
حكم القياس
قال
العلامة
المجلسي رحمه
الله : وجدت
بخطّ بعض
الاَفاضل
نقلاً من خطّ
الشهيد رفع
الله درجته
قال : قال أبو
حنيفة
النعمان بن
ثابت جئت إلى
حجّام بمنى
ليحلق رأسي ،
فقال : ادن
ميامنك ، واستقبل
القبلة ،
وسمِّ الله؛
فتعلّمت منه
ثلاث خصال لم
تكن عندي ،
فقلت له :
مملوك أنت أم
حرّ ؟
فقال :
مملوك .
قلت :
لمن ؟
قال :
لجعفر بن محمد
العلوي عليه
السلام .
قلت :
أشاهد هو أم
غائب ؟
قال :
شاهد .
فصرت
إلى بابه
واستأذنت
عليه فحجبني ،
وجاء قومٌ من
أهل الكوفة
فاستأذنوا
فأذن لهم ،
فدخلت معهم ،
فلمّا صرت
عنده قلت له :
يا بن رسول
الله لو أرسلت
إلى أهل
الكوفة
فنهيتهم أن يشتموا
أصحاب محمد
صلى الله عليه
وآله ، فإنّي
تركت بها أكثر
من عشرة آلاف
يشتمونهم .
فقال
عليه السلام :
لا يقبلون
منّي.
فقلت :
ومن لا يقبل
منك وأنت ابن
رسول الله صلى
الله عليه
وآله ؟
فقال
عليه السلام :
أنت ممّن لم
تقبل منّي ،
دخلت داري
بغير إذني ،
وجلست بغير
أمري ، وتكلمت
بغير رأيي ،
وقد بلغني
أنّك تقول
بالقياس.
قلت : نعم
به أقول .
قال
عليه السلام :
ويحك يا نعمان
أوّل من قاس
الله تعالى
إبليس حين
أمره بالسجود
لآدم عليه
السلام وقال : (
خَلقتَني من
نار وخَلَقتهُ
من طين )(1) ،
أيّما أكبر يا
نعمان القتل
أو الزنا ؟
قلت :
القتل .
قال
عليه السلام :
فلِمَ جعل
الله في القتل
شاهدين ، وفي
الزنا أربعة ؟
أينقاس لك هذا
؟
قلت : لا .
قال
عليه السلام :
فأيّما أكبر
البول أو
المني ؟
قلت :
البول .
قال
عليه السلام :
فلِمَ أمر
الله في البول
بالوضوء ، وفي
المني بالغسل
؟ أينقاس لكهذا
؟
قلت : لا .
قال
عليه السلام :
فأيّما أكبر
الصلاة أو
الصيام ؟
قلت :
الصلاة .
قال
عليه السلام :
فلِمَ وجب على
الحائض أن
تقضي الصوم ،
ولا تقضي
الصلاة ؟
أينقاس لك هذا
؟
قلت : لا .
قال
عليه السلام :
فأيّما أضعف
المرأة أم
الرجل ؟
قلت :
المرأة .
قال
عليه السلام :
فلِمَ جعل
الله تعالى في
الميراث
للرجل سهمين ،
وللمرأة
سهماً ،
أينقاس لك هذا
؟
قلت : لا .
قال
عليه السلام :
فلِمَ حكم
الله تعالى
فيمن سرق عشرة
دراهم بالقطع
، وإذا قطع
رجلٌ يد رجل
فعليه ديتها
خمسة آلاف
درهم ؟ أينقاس
لك هذا ؟
قلت : لا .
قال
عليه السلام :
وقد بلغني
أنّك تفسر آية
في كتاب الله
، وهي : ( ثمّ
لتسئلنّ
يومئذ عن
النعيم )(2) ،
أنّه الطعام
الطيّب ،
والماء
البارد في اليوم
الصائف(3).
قلت : نعم
.
قال
عليه السلام
له : دعاك رجل
وأطعمك طعاماً
طيّباً ،
وأسقاك ماءً
بارداً ، ثم
امتنّ عليك به
ما كنت تنسبه
إليه ؟
قلت : إلى
البخل .
قال
عليه السلام :
أفيبخل الله
تعالى ؟
قلت : فما
هو ؟
قال
عليه السلام :
حبّنا أهل
البيت(4).
____________
(1)
سورة
الاَعراف :
الآية 12 .
(2)
سورة التكاثر
: الآية 8 .
(3)
جاء في شواهد
التنزيل
للحاكم
الحسكاني : ج 2 ص 476
ح 1150 (ما نزل في
سورة التكاثر)
، بسنده عن
أبي حفص
الصائغ عن
جعفر بن محمد
في قوله تعالى
: ( لتسألنّ
يومئذٍ عن
النعيم ) قال :
نحن النعيم ،
وروى أيضاً في
ص 477 (ح 1152) عن أبي حفص
الصائغ قال :
قال عبدالله
بن الحسن في
قوله تعالى : (
ثم لتسألنَّ
يومئذٍ عن
النعيم ) ، قال :
يعني عن
ولايتنا
والله يا أبا
حفص .
وجاء في
كتاب تأويل
الآيات
الطاهرة للاسترابادي
ص 816 ، عن
الاَصبغ بن
نباته عن أمير
المؤمنين
عليه السلام
إنه قال : ( ثمّ
لتسألنّ
يومئذٍ عن
النعيم ) ، نحن
النعيم ،
وأيضاً
مُسنداً عن
أبي خالد
الكابلي قال :
دخلت على محمد
بن علي عليه
السلام فقدم
لي طعاماً لم
أكل أطيب منه
، فقال لي : يا
أبا خالد كيف
رأيت طعامنا ؟
فقلت : جُعلت
فداك ما أطيبه
غير أني ذكرت
آية في كتاب
الله
فنغَّصَتنيه
قال : وما هي ؟
قلت : ( ثمّ
لتسألنّ
يومئذٍ عن
النعيم ) ،
فقال : والله
لا تسأل عن
هذا الطَّعام
أبداً ، ثم
ضحك حتى
افترَّ ضاحكتاه
وبدت أضراسه
وقال : أتدري
ما النَّعيم ؟
قلت : لا ؟ قال :
نحن النعيم
الذي تسئلون
عنه .
وفي
تفسير القمي
لاَبي الحسن
علي بن إبراهيم
: ج 2 ص 440 ـ في قوله
تعالى : ( ثمّ
لتسألنّ
يومئذٍ عن
النعيم ) أي عن
الولاية ،
والدليل على
ذلك قوله : ( وقفوهم
إنَّهم مسؤلون
) قال : عن
الولاية .
أخبرنا أحمد
بن إدريس عن
أحمد بن محمد
عن سلمة بن
عطا عن جميل
عن أبي عبدالله
عليه السلام
قال : قلت قول
الله : ( ثمّ
لتسألنّ
يومئذٍ عن
النعيم ) قال :
قال : تسئل هذه
الاَمة عما
أنعم الله
عليهم برسوله
الله صلى الله
عليه وآله ثم
بأهل بيته المعصومين
عليه السلام .
وإن اردت
المزيد من الاَخبار
في ذلك فراجع :
البرهان في
تفسير القرآن
للبحراني : ج 5 ص 746
ـ 750 .
(4)
بحار
الاَنوار
للمجلسي : ج 10 ص 220
ـ 221 ،
الاحتجاج
للطبرسي : ج 2 ص360
ـ 361 ، حلية
الاَولياء
لاَبي نعيم : ج 3 ص 196
ـ 197 ،بتفاوت.
Muhammed b. Ebu
Umeyr’den, o da Muhammed b. Hakim’den anlattı, dedi ki: Ebul Hasan Musa b.
Cafer (imam Musa el-Kazım a.s)‘a dedim ki:
“Sana
kurban olayım. Sizin sayenizde dinde derin kavrayışa sahip olduk ve Allah, bizi
başka insanlara muhtaç etmedi. Hatta bizden biri, bir mecliste oturduğunda, bir
kimse arkadaşına bir soru yönelttiği zaman, Allah’ın, sizin aracılığınızla bize
bahşettiği nimet sayesinde bu sorunun cevabını bilir. Ancak bazen karşımıza bir
mesele çıkabilir ve bu hususta ne senden ne de atalarından bir açıklama
gelmemiş olabilir. Böyle bir durumda aklımıza gelen en güzel cevabı ve sizden
bize ulaşan açıklamalara en uygun açıklamayı belirleyip bunu esas alabilir
miyiz?”
İmam Musa el-KAZIM (as) dedi ki: «Heyhat! Heyhat!
ey Hakim’in oğlu! Bu yöntemi uyguladıkları için, Allah’a yemin ederim ki,
birçok insan helak oldu. Allah, Ebu Hanife’ye lanet etsin ki: 'Ali öyle
diyor, ben de böyle diyorum.' derdi.» Ravi (Muhammed bin Hakim, Hişam bin
Hakem'e dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki, ben yukarıdaki soruyu, ancak kıyas
yapmak için izin almak
maksadıyla yöneltmiştim.”
(el-Kuleyni
“el-Kafi” 1/56 / Ş. Azizullah Ataridi "Müsned-i İmam Kazım (as) C.1, S.245
)
عَلِيُّ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ
عَنْ أَبِيهِ
عَنِ ابْنِ
أَبِي
عُمَيْرٍ
عَنْ
مُحَمَّدِ بْنِ
حَكِيمٍ
قَالَ: قُلْتُ
لِأَبِي
الْحَسَنِ
مُوسَى ع
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
فُقِّهْنَا فِي
الدِّينِ وَ
أَغْنَانَا
اللَّهُ
بِكُمْ عَنِ
النَّاسِ
حَتَّى إِنَّ
الْجَمَاعَةَ
مِنَّا
لَتَكُونُ
فِي
الْمَجْلِسِ
مَا يَسْأَلُ
رَجُلٌ
صَاحِبَهُ
تَحْضُرُهُ
الْمَسْأَلَةُ
وَيَحْضُرُهُ
جَوَابُهَا
فِيمَا مَنَّ
اللَّهُ
عَلَيْنَا
بِكُمْ
فَرُبَّمَا
وَرَدَ
عَلَيْنَا
الشَّيْءُ
لَمْ
يَأْتِنَا
فِيهِ عَنْكَ
وَ لَا عَنْ آبَائِكَ
شَيْءٌ فَنَظَرْنَا
إِلَى
أَحْسَنِ مَا
يَحْضُرُنَا
وَ أَوْفَقِ
الْأَشْيَاءِ
لِمَا جَاءَنَا
عَنْكُمْ
فَنَأْخُذُ
بِهِ فَقَالَ
هَيْهَاتَ
هَيْهَاتَ
فِي ذَلِكَ
وَاللَّهِ
هَلَكَ مَنْ
هَلَكَ يَا
ابْنَ
حَكِيمٍ
قَالَ ثُمَّ
قَالَ لَعَنَ
اللَّهُ
أَبَا
حَنِيفَةَ كَانَ
يَقُولُ قَالَ
عَلِيٌّ
وَقُلْتُ:"
قَالَ
مُحَمَّدُ بْنُ
حَكِيمٍ
لِهِشَامِ
بْنِ
الْحَكَمِ وَاللَّهِ
مَا أَرَدْتُ
إِلَّا أَنْ
يُرَخِّصَ
لِي فِي
الْقِيَاسِ.
(الشيخ
الكليني في
الكافي- ط
الاسلامية
الجزء : 1
صفحة : 56 /
الشيخ عزيز
الله العطاردي
في مسند
الإمام
الكاظم أبي
الحسن موسى بن
جعفر(ع)
الجزء : 1
صفحة : 245)
İmam Musa Kazım (as)’ın ashabından Sema’e
b.Mihran adında biri şöyle der: İmam’a dedim ki: Allah, seni sâlih kılsın! Bizler bir araya
geliyor ve aramızda bilgilerimiz oranında müzakerelerde bulunuyoruz. Karşımıza
ne çıkarsa, mutlaka onunla ilgili yanımızda yazılı bir şey vardır. Kuşkusuz bu,
yüce Allah’ın sizin aracılığınızla bize bahşettiği bir lütuftur. Bazen de kimi
küçük meseleler karşımıza çıkar ve biz, bunlarla ilgili bir açıklama
bulamıyoruz, birbirimize bakıyoruz. Fakat yanımızda buna benzer bilgiler
vardır. Bu meseleyi en güzel bilgilerimizle kıyaslayarak cevaplandırmamız doğru
olur mu? İmam Musa Kazım (as): “Sizin kıyasla ne işiniz var? Sizden önce helak
olanlar, bu kıyas yüzünden helak oldular.” dedi ve şunları ekledi: “Karşınıza
hakkında bilgi sahibi olduğunuz bir mesele çıkarsa bildiklerinizi söyleyin.
Bilmediğiniz bir şey çıkarsa karşınıza - elini ağzına götürerek- susun.” Sonra
şöyle dedi: “Allah, Ebû Hanîfe’ye lanet etsinki, 'Ali öyle diyor, ben
de böyle diyorum; sahabeler öyle diyorlar, bende böyle diyorum' derdi,
dedi ve şunları ekledi: 'Ey Sema’e b. Mihran! Ebû Hanîfe’nin sohbetine katıldın
mı?' diye sordu. Ben: 'Hayır. Fakat bu sözler onundu' dedim. Sonra şunları söyledim:
' Allah, seni sâlih kılsın, acaba Resûlullah (a.s) kendi zamanındaki
insanların ihtiyaçlarına cevap verecek çözümleri sunmamış mıdır?' Musa Kazım
(as) 'Elbette sunmuştur, hatta kıyamete kadar ihtiyaç duyacakları çözümler de
sunulmuştur.' dedi. 'Bundan bir şey kaybolmuş mudur?' diye sorduğumda: 'Hayır,
bu bilgilerin tümü ehli olanların yanındadı' şeklinde cevap vermiştir.
(el-Kuleyni
“el-Kafi”, 1/57 / Ş. Azizullah Ataridi "Müsned-i İmam Kazım (as) C.1,
S.244)
Fudale’den,
o Eban el-Ahmer’den, o da Ebu Şeybe el-Horasani’den anlattı, dedi ki: Ebu
Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s)‘ın şöyle dediğini duydum: «Kıyas
taraftarları, kıyas aracılığıyla bilgiye ulaşmak istiyorlar; ancak kıyasın
onları haktan uzaklaştırmaktan başka bir katkısı olmaz. Kıyas yöntemiyle
Allah’ın dininde isabetli bir sonuca ulaşılmaz.» (Berki r.a, “Mehasin”, 1/211,
H.79 / Kuleyni r.a “el-Kafi”, 1/33)
عنه
عن أبيه عن
فضالة عن
أبان الأحمرعن أبي
شيبة قال سمعت
أبا عبد الله
(ع) يقول إن
أصحاب
المقاييس
طلبوا العلم
بالمقاييس، فلم
يزدهم
المقاييس من
الحق إلا بعدا
و إن دين الله
لا يصاب
بالمقاييس
bana Osman
b. İsa anlattı, dedi ki: Ebul Hasan
Musa (imam Musa
el-Kazım a.s)‘a kıyas hakkında bir soru sordum, dedi ki:
«Sizin kıyasla ne işiniz var? Allah’a bir şeyi nasıl helal kıldığı, nasıl haram kıldığı sorulmaz.»
)Berki r.a, “Mehasin”, 1/214,
H.94 / Kuleyni r.a “el-Kafi”,
1/34, İlmin fazileti kitabı, bab 19, hadis 16‘da Berki r.a’dan naklen rivayet etmiştir(.
عنه
عن أبيه عن
فضالة بن أيوب
عن موسى بن
بكر عن فضيل بن
يسار عن أبي
جعفر (ع) قال
إن السنة لا
تقاس و كيف
تقاس السنة
والحائض تقضي
الصيام ولا
تقضي الصلاة
babam bana Safvan b. Yahya’dan,
o Abdurrahman b. Haccac’dan, o da Eban
b. Tağlib'den anlattı, dedi ki: Ebu Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s) dedi ki: «Sünnet kıyas kabul etmez. Aybaşı halindeki bir kadının tutamadığı oruçları daha sonra kaza ettiği halde, kılamadığı namazları kaza etmediğini bilmiyor musun?
Ey
Eban! Sünnet kıyaslandığı zaman din ortadan kalkar.»
Kuleyni r.a “el-Kafi”,
1/34
عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ ع
قال: إِنَّ
السُّنَّةَ
لَا تُقَاسُ
أَ لَا تَرَى
أَنَّهَا تُؤْمَرُ
بِقَضَاءِ
صَوْمِهَا وَ
لَا تُؤْمَرُ
بِقَضَاءِ
صَلَاتِهَا
يَا أَبَانُ
حَدَّثْتَنِي
بِالْقِيَاسِ
وَ إِنَّ
السُّنَّةَ
إِذَا
قِيسَتْ
مُحِقَ
الدِّينُ.
Kasım b. Yahya bana ceddi Hasan
b. Raşid’den, o Muhammed b. Müslim’den, o
da Ebu Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s)‘dan anlattı, dedi ki:
«Müminlerin Emiri (imam Ali a.s)‘ın kitabında şöyle yazılmıştır: “dinde kıyas yapmayın çünkü Allah kıyas yapmamayı emr etmiştir.” Daha sonra kıyas yapan kavim geldi ve onlar dinin düşmanlarıdır.»
Berki r.a,
“Mehasin” 1/215 H.98
عَنْهُ
عَنِ
الْقَاسِمِ
بْنِ يَحْيَى
عَنْ جَدِّهِ
الْحَسَنِ
بْنِ رَاشِدٍ
عَنْ مُحَمَّدِ
بْنِ
مُسْلِمٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
ع فِي كِتَابِ
أَدَبِ
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
ع قَالَ: لَا
تَقِيسُوا
الدِّينَ
فَإِنَّ
أَمْرَ اللَّهِ
لَا يُقَاسُ
وَ سَيَأْتِي
قَوْمٌ يَقِيسُونَ
وَ هُمْ
أَعْدَاءُ
الدِّينِ.
bana Mes’ade b. Sadaka anlattı, dedi ki: Cafer b. Muhammed (imam Cafer es-Sadık a.s) bana babası (imam Muhammed el-Bakır a.s)‘dan anlattı, dedi ki:
«Ali a.s şöyle dedi: Bir kimse kıyas koltuğuna kurulursa, ömrü yanlışlıklar içinde geçer. Bir kimse, kişisel görüşüne dayanarak Allah’a kulluk sunarsa, ömrü boş işlere
dalmakla geçip gider.”»
“el-Kafi”,
1/34, İlmin fazileti kitabı, bab 19, hadis 17
[Muhammed b. İsa bana Ahmed
b. Muhammed el-Bezenti’den anlattı, dedi ki:]
er-Rıza (imam Ali er-Rıza a.s)‘a dedim ki:
“sana feda olayım bazı arkadaşlarımız senden ve atalarından a.s duydukları hadisler ile kıyas yapıyor ve onlarla amel ediyorlar.”
imam a.s dedi ki:
«SubhanAllah! Vallahi bu Cafer (imam Cafer esSadık a.s)‘ın dininden değildir. onlar bizim kendilerine ihtiyacımız olmayan bir kavimdir ve onlar bizim itaatimizden çıkmıştırlar.
Nerede Cafer (imam Cafer es-Sadık a.s) ve Ebu Cafer (imam Muhammed el-Bakır a.s)‘ın mukallidleri?... -
Abdullah
b. Cafer el-Himyeri “Kurbul İsnad” kitabı, sayfa 11 ve 351-352, hadis 35 ve 1275
Ali
b. İbrahim bana Muhammed b. İsa’dan, o Yunus’dan,
o Eban’dan, o da Ebu Şeybe’den anlattı, dedi ki: Ebu Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s)‘ın şöyle dediğini duydum:
«ibni Şubrume’nin ilmi “el-Camia” adlı kitab nezdinde dalalet (sapıklık)‘tır.
Bu kitap Rasulullah s.a.a’in dikte etmesi ve Ali a.s’ın el yazısıyla hazırlanmıştır.
Bu kitap kimseye söyleyecek söz bırakmamıştır.
Bu kitapta, helal ve haramların bilgisi vardır. Kıyas taraftarları, kıyasla bilgiye ulaşmak istiyorlar; ancak bu onlara haktan uzaklaşmalarından başka bir katkı sağlamaz.
Kıyas yöntemiyle Allah’ın dini açısından doğruya ulaşılmaz.»
)Şeyh Azizullah
Ataridi "Müsned-i İmam as-Sadık as" C.1, S.518 / Allamet'ül Meclisi
"Bihar'ül Envar" C.26, S.33)
الكلينى عن
على بن
إبراهيم عن
محمّد عن يونس
عن أبان عن
أبي شيبة قال
سمعت أبا عبد
اللّه (عليه
السلام) يقول
ضلّ علم ابن شبرمة عند
الجامعة إملاء
رسول اللّه
صلى اللّه
عليه و آله و
سلّم و خطّ
عليّ (عليه
السلام) بيده
إنّ الجامعة
لم تدع لأحد
كلاما فيها علم
الحلال و
الحرام إنّ
أصحاب القياس
طلبوا العلم
بالقياس فلم
يزدادوا من
الحقّ إلّا
بعدا إنّ دين
اللّه لا يصاب
بالقياس.
bana Muhammed b.
Musa b. Mütevekkil r.a anlattı, dedi ki: Ali
b. İbrahim bana babasından, o Reyyan b. Salt’dan,
o Ali b. Musa er-Rıza (imam Ali er-Rıza a.s)‘dan,
o babası (imam Musa el-Kazım a.s)‘dan, o atalarından, onlar da Müminlerin Emiri (imam
Ali a.s)‘dan anlattı, dedi ki: Rasulullah s.a.a dedi ki:
«Allah Celle Celaluhu dedi ki:
“Kim benim kelamımı kendi reyine göre tefsir ederse bana iman etmemiştir; kim beni mahluklarıma benzetirse beni tanımamıştır ve kim dinimde kıyasa başvurursa benim
dinim üzere değildir.“»
Şeyh Saduk r.a,
“Uyunu ahbar er-Rıza a.s”,
1/107, bab 11, hadis 4
عَلِيُّ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ
عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ عِيسَى
بْنِ
عُبَيْدٍ
عَنْ يُونُسَ
بْنِ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
عَنْ سَمَاعَةَ
بْنِ
مِهْرَانَ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
مُوسَى ع
قَالَ: قُلْتُ
أَصْلَحَكَ
اللَّهُ
إِنَّا
نَجْتَمِعُ
فَنَتَذَاكَرُ
مَا عِنْدَنَا
فَلَا يَرِدُ
عَلَيْنَا
شَيْءٌ
إِلَّا وَعِنْدَنَا
فِيهِ شَيْءٌ
مُسَطَّرٌ
وَذَلِكَ
مِمَّا
أَنْعَمَ اللَّهُ
بِهِ
عَلَيْنَا
بِكُمْ ثُمَّ
يَرِدُ عَلَيْنَا
الشَّيْءُ
الصَّغِيرُ
لَيْسَ
عِنْدَنَا
فِيهِ شَيْءٌ
فَيَنْظُرُ
بَعْضُنَا
إِلَى بَعْضٍ
وَ عِنْدَنَا
مَا
يُشْبِهُهُ
فَنَقِيسُ
عَلَى أَحْسَنِهِ
فَقَالَ
وَمَا لَكُمْ
وَلِلْقِيَاسِ
إِنَّمَا هَلَكَ
مَنْ هَلَكَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
بِالْقِيَاسِ
ثُمَّ قَالَ
إِذَا
جَاءَكُمْ
مَا تَعْلَمُونَ
فَقُولُوا
بِهِ وَ إِنْ
جَاءَكُمْ
مَا لَا
تَعْلَمُونَ
فَهَا وَ
أَهْوَى بِيَدِهِ
إِلَى فِيهِ
ثُمَّ قَالَ
لَعَنَ اللَّهُ
أَبَا حَنِيفَةَ
كَانَ
يَقُولُ
قَالَ
عَلِيٌّ وَ قُلْتُ
أَنَا
وَقَالَتِ
الصَّحَابَةُ
وَ قُلْتُ
ثُمَّ قَالَ
أَ كُنْتَ
تَجْلِسُ
إِلَيْهِ
فَقُلْتُ لَا
وَلَكِنْ
هَذَا
كَلَامُهُ
فَقُلْتُ
أَصْلَحَكَ
اللَّهُ
أَتَى رَسُولُ
اللَّهِ ص
النَّاسَ
بِمَا
يَكْتَفُونَ بِهِ
فِي عَهْدِهِ
قَالَ نَعَمْ
وَ مَا
يَحْتَاجُونَ
إِلَيْهِ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
فَقُلْتُ
فَضَاعَ مِنْ
ذَلِكَ شَيْءٌ
فَقَالَ لَا
هُوَ عِنْدَ
أَهْلِهِ.
(الشيخ
الكليني في
الكافي- ط
الاسلامية
الجزء : 1
صفحة : 57 / الشيخ
عزيز الله
العطاردي في
مسند الإمام الكاظم
أبي الحسن
موسى بن
جعفر(ع)
الجزء : 1
صفحة : 244)
Yasir bin
el-Hadim'den naklen, imam Ali el-Rida (aleyhisselam)'a Kuran hakkında soruldu.
Buyurdu ki: "Müciîlere Allah lanet etsin, Ebu Hanife'ye Allah lanet etsin,
Allah'ın kelamı (onların dediklerinin aksine) yaratılmamıştır..."
(es-Seyyid Haşim
el-Behrani "el-Burhan Fi Tefsir'ül Kuran" C.1, S.18 / Tefsir'ül
Ayyaşi C.1, S.8, Hadis: 17)
عَنْ
يَاسِرٍ
الْخَادِمِ،عَنِ
الرِّضَا(عَلَيْهِ
السَّلاَمُ)
أَنَّهُ
سُئِلَ عَنِ الْقُرْآنِ،فَقَالَ:«لَعَنَ
اللَّهُ
الْمُرْجِئَةَ، وَلَعَنَ
اللَّهُ
أَبَا
حَنِيفَةَ،إِنَّهُ
كَلاَمُ
اللَّهِ
غَيْرُ
مَخْلُوقٍ
حَيْثُ مَا
تَكَلَّمْتَ
بِهِ،وَحَيْثُ
مَا قَرَأْتَ
وَنَطَقْتَ،فَهُوَ
كَلاَمٌ
وَخَبَرٌ
وَقِصَصٌ».
(السيد هاشم
البحراني في
البرهان في
تفسير القرآن
الجزء : 1
صفحة : 18 / تفسير
العيّاشي ج 1 ص 8
ح 17)
Ebi
Abdillêh (imam Cafer as-Sadık -as) buyurdu ki: Kaderiyye'yi Allah lanet etsin,
Haricileri Allah lanet etsin, Müciîleri Allah lanet etsin, Müciîleri Allah
lanet etsin. (2 defa)."
(es-Seyyid Haşim
el-Behrani "el-Burhan Fi Tefsir'ül Kuran" C.1, S.117)
مُحَمَّدُ
بْنُ
يَعْقُوبَ:عَنْ
مُحَمَّدِ بْنِ
يَحْيَى،عَنْ
أَحْمَدَ
بْنِ مُحَمَّدٍ،عَنْ
مَرْوَكِ
بْنِ
عُبَيْدٍ،عَنْ
رَجُلٍ،عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ(عَلَيْهِ
السَّلاَمُ)،قَالَ:
«لَعَنَ
اللَّهُ
الْقَدَرِيَّةَ،
لَعَنَ
اللَّهُ
الْخَوَارِجَ،
لَعَنَ
اللَّهُ
الْمُرْجِئَةَ،
لَعَنَ
اللَّهُ
الْمُرْجِئَةَ».
(السيد
هاشم
البحراني في
البرهان في
تفسير القرآن
الجزء : 1
صفحة : 117 )
İMAM CAFER-İ SADIK
BUYRUĞU:
“Mürcie (Sapık
inançlı kimseler), Çocuklarınızı yoldan
çıkarmadan, siz çocuklarınıza biz Ehl-i
Beyt'in sözlerini öğretin".
(el-Küleyni
"el-Kâfi" C.6, S.47)
Hasan b. Ali b.
Yaktin bana Hüseyin b. Meyyah’dan, o babasından, o da Ebu Abdullah (imam Cafer
es-Sadık a.s)‘dan anlattı, dedi ki: «İblis, kendisini Adem a.s ile kıyasladı ve
şöyle dedi: “Beni ateşten, onu balçıktan yarattın.” (Sa’d, 76) Eğer
Allah’ın, Adem a.s’ı yarattığı özü, ateşle kıyaslasaydı, bunun ateşten çok daha
aydınlık ve nur saçan bir şey olduğunu görecekti.»
(el-Küleyni
"el-Kâfi" C.1, S.58
; Küleyni "Usul-u Kâfi" C.1, S.81-82, H.176 Dar'ul Hikem Yay. / Berki
r.a, “Mehasin”, 1/211, H.81)
مُحَمَّدُ
بْنُ يَحْيَى
عَنْ
أَحْمَدَ بْنِ
مُحَمَّدٍ
عَنِ
الْحَسَنِ
بْنِ عَلِيِّ
بْنِ
يَقْطِينٍ
عَنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ مَيَّاحٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ ع
قَالَ: إِنَّ
إِبْلِيسَ
قَاسَ
نَفْسَهُ بِآدَمَ
فَقَالَ
خَلَقْتَنِي
مِنْ نَارٍ وَ
خَلَقْتَهُ
مِنْ طِينٍ وَ
لَوْ قَاسَ
الْجَوْهَرَ
الَّذِي
خَلَقَ
اللَّهُ
مِنْهُ آدَمَ
بِالنَّارِ
كَانَ ذَلِكَ
أَكْثَرَ
نُوراً وَ
ضِيَاءً مِنَ
النَّارِ.
(الشيخ
الكليني في
الكافي- ط
الاسلامية
الجزء : 1 ص 58)
"Bir gün Ebu Hanife,İmam
Sadık aleyhisselam'ın huzuruna gelerek ona şöyle sordu:"Sana feda
olayım,"Emr bil-Mar'uf"(vacibelere emr etmek) nedir? İmam aleyhisselam
buyurduki;"Ey Ebu Hanife,"Ma'ruf"gök ehlinin de yanında bilinen
ve yer ehlinin de yanında belli olan Emir-el Mümin'in Ali ibn Talib
aleyhisselam'dır. Ebu Hanife arz ettiki ki:"Peki "münker" (pis
emeller) nedir? İmam aleyhisselam buyurduki:"Münker o iki şahıs (birinci
ve ikinci) ki, onun (Ali'nin) hakkına zulmettiler. Onun emirlerine karşı
çıktılar ve insanları onun aleyhine kışkırttılar..."
Kaynak: Allamet'ül Meclisi "Bihar-ul Envar"
c. 10 s. 208-209
کنز، کنز
جامع الفوائد
و تأویل الآیات
الظاهره رَوَی
الشَّیْخُ
الْمُفِیدُ
قَدَّسَ
اللَّهُ
رُوحَهُ
بِإِسْنَادِهِ
إِلَی
مُحَمَّدِ
بْنِ
السَّائِبِ
الْکَلْبِیِّ
قَالَ: لَمَّا
قَدِمَ
الصَّادِقُ
علیه السلام
الْعِرَاقَ
نَزَلَ الْحِیرَهَ
فَدَخَلَ
عَلَیْهِ
أَبُو حَنِیفَهَ
وَ سَأَلَهُ
عَنْ
مَسَائِلَ وَ
کَانَ مِمَّا
سَأَلَهُ
أَنْ قَالَ
لَهُ
جُعِلْتُ فِدَاکَ
مَا
الْأَمْرُ
بِالْمَعْرُوفِ
فَقَالَ علیه
السلام
الْمَعْرُوفُ
یَا أَبَا
حَنِیفَهَ
الْمَعْرُوفُ
فِی أَهْلِ
السَّمَاءِ
الْمَعْرُوفُ
فِی أَهْلِ
الْأَرْضِ وَ
ذَلِکَ أَمِیرُ
الْمُؤْمِنِینَ
عَلِیُّ بْنُ
أَبِی طَالِبٍ
علیهما
السلام قَالَ
جُعِلْتُ
فِدَاکَ
فَمَا الْمُنْکَرُ
قَالَ
اللَّذَانِ
ظَلَمَاهُ حَقَّهُ
وَ
ابْتَزَّاهُ (1)
أَمْرَهُ وَ
حَمَلَا
النَّاسَ
عَلَی
کَتِفِهِ...
(العلامة
المجلسي في
بحار الأنوار
ج 10 ص 208-209)
--------
1- ابتز
منه الشی ء:
استلبه قهرا.
İmam Caferi Sadık Aleyhisselamdan
şöyle naklolunmuştur:
Bir gün Ebu Hanife İmam Caferi Sadık Aleyhisselamla yemek
yiyordu. İmam Aleyhisselam yemeği bitirip ellerini havaya kaldırarak şöyle
buyurdu:
‘’Elhamdulillahi Rabbil âlemin. Allahım! Bu
nimet senden ve senin Resulundandır.’’
Ebu Hanife İmam Aleyhisselama
şöyle arzetti:
"Ey Caferi Sadık
Aleyhisselam Acaba Allaha şerik mi koşuyorsun?
İmam Caferi Sadık Aleyhisselam
buyurdular: Yazıklar olsun sana.
Allahu Teâlâ kendi kitabında
şöyle buyurmuştur: “Allah'ın ve Resulunun onlara verdiği nimetleri bir
kenara bırakıp intikam almaya kalkıştılar". (Tevbe–74)
ve başka bir yerde de buyurmuştur
ki: “Eğer onlar Allahın ve Resulunun verdiklerine razı olsaydılar şöyle
söylerlerdi. Allah bizim için
yeterlidir. Allah ve Resulu bize kendi nimetlerinden bahşederler".
(Tevbe–59)
Ebu Hanife ‘’Vallahi ben bu ana kadar bu iki ayeti
Allah'ın kitabında ne görmüş ve nede duymuş gibiyim’’ dedi.
İmam Caferi Sadık Aleyhisselam
şöyle buyurdu: "Bu iki ayeti daha önce hem görmüş ve hem de okumuştun. Ama
Allahu Teâlâ sen ve senin gibiler hakkında şöyle buyurmuştur:
"Yoksa
kalplerine kilit mi vurulmuş". (Muhammed–24)
ve yine buyurmuştur ki: "İş
öyle değil hayır, kazandıkları şeyler üst üste kalplerine yığılmıştır da
kalpleri pas tutmuştur". (Mutaffıfin–14)"
Kaynak: (Allamet'ül Meclisi
"Bihar-ul Envar" c. 10 s. 216;
el-Keraceki "Kenz-ul Fevaid" c. 2 s. 36; Vesail-uş Şia c. 16
s. 482; Abdullah el-Behrani "el-Avalim el-İmam Cafer as-Sadık" C.1,
S.506)
كنز الفوائد
للكراجكي :
ذكروا أنّ أبا
حنيفة أكل
طعاما مع
الإمام
الصادق عليه
السّلام جعفر
بن محمّد
عليهما
السّلام
فلمّا رفع
عليه السّلام
يده من أكله ،
قال : « الحمد
للّه ربّ
العالمين ،
اللهمّ إنّ
هذا منك ومن
رسولك صلّى
اللّه عليه
وآله وسلّم » .
فقال أبو
حنيفة : يا أبا
عبد اللّه !
أجعلت مع اللّه
شريكا ؟ فقال
له : ويلك ! إنّ
اللّه تعالى
يقول في كتابه
: (... وَما
نَقَمُوا
إِلَّا أَنْ
أَغْناهُمُ
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
مِنْ فَضْلِهِ...)
« التوبة 74 » .
ويقول في موضع
آخر :
(وَلَوْ
أَنَّهُمْ
رَضُوا ما
آتاهُمُ
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
وَقالُوا
حَسْبُنَا
اللَّهُ
سَيُؤْتِينَا
اللَّهُ مِنْ
فَضْلِهِ وَرَسُولُهُ) «
التوبة 59 » .
فقال أبو
حنيفة :
واللّه
لكأنّي ما
قرأتهما قطّ
من كتاب اللّه
ولا سمعتهما
إلّا في هذا
الوقت .
فقال أبو عبد
اللّه عليه
السّلام : بلى
قد قرأتهما
وسمعتهما ،
ولكنّ اللّه
تعالى أنزل
فيك وفي
أشباهك : (أَمْ
عَلى قُلُوبٍ
أَقْفالُها) «
محمد 24 » ، وقال
تعالى : (كَلَّا
بَلْ رانَ
عَلى
قُلُوبِهِمْ
ما كانُوا
يَكْسِبُونَ)(
المطفّفين : 14)
(الشيخ
عبد الله
البحراني في
العوالم ،
الإمام جعفر
الصادق ( ع )، ج ١،
ص ٥٠٦)
Ebu Hanife ile İmam Musa el-Kazım as
Arasında Geçen Meşhur Tartışma (Ebu Hanife dersini aldı)
Bir gün Ebu Hanife, İmam Cafer as-Sadık (as)’ın huzuruna
gelmişti. İmam’ın oğlu Musa el-Kazım’ı (a.s.) evin önünde gördü, kendi içinden:
'bunlar ilme küçük yaşta vakıf olduklarını iddia ediyorlar' bu çocuğu imtihan
edeceğim, dedi ve İmam Musa el-Kazım’a (a.s.) “Ey çocuk! yabancı biri bir şehre
gelirse hacetini nerede giderir?” diye sordu. İmam ona öfkeli bir şekilde baktı
ve “Ey şeyh! Edep dışı davrandın, selam nerde?” diye cevap verdi. Ebu Hanife,
bu cevabı aldıktan sonra utandım ve oradan ayrıldım. Ancak bu çocuk benim
gözümde büyüdü, dolayısıyla bir daha yanına geri döndüm, selam verdim ve şöyle
söyledim: “Ey Allah Resulü’nün (s.a.a.) evladı! Yabancı biri şehre gelir ve
sıkışırsa hacetini nerede karşılar?” İmam (a.s.) şöyle cevap verdi: “Şehir
suları, dere, yol, meyve ağaçlarının altı, evlerin önü akarsular ve durgun
suyun yanı dışında kalan yerlerde hacetini giderebilir.” Ebu Hanife şöyle devam
etti: “Ey Allah Resulü’nün (s.a.a.) evladı! Allah’a asilik kimden kaynaklıdır?”
İmam, Ebu Hanife’ye baktı ve şöyle buyurdu: Ya Allah’tan ya da kuldan kanyaklıdır
veya her ikisinden, eğer Allah’tan kaynaklıysa, Allah kulunu mecbur ettiği
şeyden dolayı hesaba çekmekten münezzehtir. Yok eğer hem Allah hem de kuldan
kaynaklanıyorsa Allah, ortak olduğu bir amelde ortağını cezalandırmaktan
münezzehtir. Öyleyse sadece üçüncü seçenek kalıyor o da asiliğin kuldan
kaynaklandığı. Eğer Allah onu affederse bu onun yüce rahmetinden, yok eğer
cezalandırırsa bu da onun adaletindendir. Ebu Hanife, bu cevaplar karşısında
gözyaşlarım indi ve şu mübarek ayeti okudum: "Birbirinden türeyen bir
zürriyettir, kuşkusuz Allah işiten ve mutlak bilendir” * (Ali İmran 34.
Ayet)
(İbn-i Hamzi et-Tusi "es-Sakib El Menakıb" b
S.106-107 / Abbas el-Kummî "Sefinet'ül Bihar ve Mediynet'ül Hikem"
C.5, S.112-113)
إن أبی حنیفه
حین دخل دار
الإمام
الصادق علیه
السلام، فرأی
موسی (الكاظم)
علیه السلام فی
دهلیز داره، و
هو صبی، فقال
فی نفسه: إنّ
هؤلاء یزعمون
أنّهم یعطون
العلم صبیه، و
أنا أسبر ذلک؛
فقال: یا
غلام، إذا دخل
الغریب بلده
فأین یحدث؟
فنظر إلیه نظر
مغضب، و قال: «یا
شیخ، أسأت
الأدب، فأین
السلام؟».
قال: فخجلت،
و رجعت حتّی
خرجت من
الدار، و قد
نبل فی عینی،
ثمّ رجعت إلیه،
و سلّمت علیه،
و قلت: یا ابن
رسول اللّه،
الغریب إذا
دخل بلده أین یحدث؟
فقال علیه
السلام: «یتجنب
شطوط
الأنهار، و
مشارع الماء،
و فی ء
النزّال، و
مساقط
الثمار، و أفنیه
الدور، و
جوادّ الطرق،
و مجاری المیاه،
و رواکدها،
ثمّ یحدث أین
شاء».
قال: فقلت: یا
ابن رسول
اللّه، ممّن
المعصیه؟
فنظر إلیّ و
قال: «إمّا أن
تکون من
اللّه، أو من
العبد، أو
منهما معا،
فإن کانت من
اللّه، فهو
أکرم من أن یأخذ
العبد بما لم یجنه؛
و إن کانت
منهما، فهو
أعدل من أن یأخذ
العبد بما هو
شریک فیه؛ فلم
یبق إلّا أن
تکون من
العبد، فإن
عفا فبفضله، و
إن عاقب
فبعدله».
قال أبو
حنیفه:
فاغرورقت عینای،
و قرأت: «ذُرِّیَّهً
بَعْضُها
مِنْ بَعْضٍ
وَ اللَّهُ
سَمِیعٌ عَلِیمٌ» (آل
عمران 34)
(ابن
حمزة الطوسي
في الثاقب في
المناقب ص 106-107الشيخ عباس
القمي في
سفينة البحار
ومدينة الحكم
ج 5 112-113)
İmâm Cafer-i Sadık
(a.s) vefat ettiği zaman Ebû Hanife, Mumin-i Tak'ı gördü ve (hiciv edercesine)
İmamın öldü!" dedi.
Mumin-i Tak da
cevaben: "Evet, ama senin imamın (şeytanı kastederek) “Bilinen vaktin
gününe kadar, mühlet verilenlerden”' dir. (Hicr 37-38. Ayetler).
(Allamet'ül Meclisi
"Biharul Envar" C.47, S.400)
ولما مات
الصادق رأى
أبو حنيفة
مؤمن الطاق فقال
له مات إمامك
قال نعم أما
إمامك فـ «
مِنَ
الْمُنْظَرِينَ
إِلى يَوْمِ
الْوَقْتِ
الْمَعْلُومِ
»(حجر 37-38)
(العلامة
المجلسي في
بحار
الأنوار الجزء : 47 صفحة : 400)
Rivayet edilir ki, Ebu Hanife, Mûmin at-Tâk'a: "Siz ricat (Öldükten
sonra geri dönüş)'e inanıyorsunuz" Mümin
at-Tâk "Evet" dedi. Bunun üzerine Ebu Hanife (alaycı dille): "O
zaman bana 1000 dirhem ver! Biz eğer geri dönersek sana bunun karşılığında 1000
dinar vereceğim" Mümin at-Tâk da cevabında dedi ki: "Bana, senin
tekrar insan olarak geri döneceğine ve domuz olarak geri gelmeyeceğine dair bir kefil bul"
(Allamet'ül Meclisi
"Bihar'ül Envar" C.47, S.399)
وقد كانت
لأبي جعفر
مؤمن الطاق
مقامات مع أبي
حنيفة فمن ذلك
ما روي أنه
قال يوما من
الأيام لمؤمن
الطاق إنكم
تقولون
بالرجعة قال
نعم قال أبو
حنيفة فأعطني
الآن ألف درهم
حتى أعطيك ألف
دينار إذا
رجعنا قال
الطاقي لأبي
حنيفة فأعطني
كفيلا بأنك
ترجع إنسانا
ولا ترجع خنزيراً.
Behlül
bin Emr-i Kufi çok büyük bir alim idi.
Harun
er-Reşid Gazilerin (kadıların) reisliğine onu seçince,
Kendini
deliliğe vurarak zalime hizmetten kaçtı.
Çünkü İmam Kâzım (as)’ın taraftarıydı.
Behlül
bir gün mescidin önünden geçerken Ebu Hanife’nin avazı çıktığı kadar bağırarak
şöyle dediğini duydu:
“Cafer bin Muhammed (İmam es-Sadık) üç konuyu beyan etti ki ben
onları beğenmiyorum.
Birincisi;
O dedi ki: 'Allahu Sübhanehu ve Teâla, mevcuttur', halbuki, o ne dünyada, ne de ahirette
görülmez, mevcut olan bir şey görülmez mi, demek ki, bu bir çelişkidir.
İkincisi;
O diyor ki: şeytan cehennemde yanacak, şeytan zaten ateşten yaratıldı, bir şey,
kendisinden yaratılan bir şeyle nasıl azap edilir? (iki cins birbirine nasıl
tesir eder?)
Üç;
O dedi ki: İnsan cebr ve tefviz arasındadır. (Yani Hayır Allah’tan, şer ise
insanın nefsindendir) Bense diyorum ki: Her işi Allah yapıyor, bizler ise mecburuz.
Bunu
duyan Behlül o anda, yerden sertleşmiş bir toprak parçası alıp ve Ebu
Hanife’nin alnının tam ortasına vurdu ve yaraladı. Ebu Hanife'nin yüzüne ve
sakalına kanlar akmaya başladı. Ebu
Hanife o anda bir çığlık attı ve onu halifeye şikayet etti. Behlül, yakalanıp,
hazır edilince ve sebebi sorulunca halifeye dedi ki:
Behlül:
Bu adam, Cafer bin Muhammed (imam Sadık as)'ı üç şeyde yalanladı.
Birincisi:
Ebu Hanife, tüm işlerin sadece Allah tarafından yapıldığını iddia ediyor,
öyleyse/onun bu görüşüne göre, bu iş, Allah'tandır, benim kusurum nedir?
İkincisi:
Ebu Hanife diyor ki: Mevcut olan her şey, muhakkak görülür, bu acı onun
kafasındadır, ama o acı görünmüyor, (kendisinin iddiasına göre, görünmüyorsa,
bu acı yoktur).
Üçüncüsü:
Ebu Hanife topraktan yaratılmıştır, ona vurduğum bu şey de topraktandır ve
kendisi diyor ki: Bir şey, kendi cinsi ile azap edilmez, kendisi, kendi
cinsinden olan bu madde ile nasıl ağrı çekebilir?
Halife,
Behlül'ün bu sözlerini beğendi ve Behlül böylece Ebu Hanife şikayetinden
kurtulmuş oldu.
(el-Hairi "Şecerat-i Tuba" C.1,
S.48-49; Seyyid Muhsin el-Emin "Ayan'üş Şia" C.3, S.618; Mecâlis’ül
Müminin C.2, S.419)
روي في
بعض الكتب إن
البهلول أتى
إلى المسجد
يوماً وأبو
حنيفة يقرّر
للناس علومه ،
فقال في جملة
كلامه : أن
جعفر بن محمد
(الصادق عليه
السلام) تكلم
في مسائل ، ما
يعجبني كلامه
فيها :
الاُولى
، يقول : إن
الله سبحانه
موجود ، لكنه لا
يُرى لا في
الدنيا ولا في
الآخرة ، وهل
يكون موجود لا
يُرى ؟ ما هذه
إلاّ تناقض.
الثانية
، إنّه قال :
إنّ الشيطان
يُعذب في النار
مع أن الشيطان
خُلق من النار
، فكيف يعذب الشيء
بما خلق منه ؟ !
الثالثة
، إنه يقول : إن
أفعال العباد
مستندة إليهم
مع أنّ الآيات
دالة على أنّه
تعالى فاعل
كلّ شيء !
فلما
سمعه بهلول
أخذ مداةً
وضرب بها رأسه
وشجه ، وصار
الدم يسيل على
وجهه ولحيته ،
فبادر إلى
الخليفة يشكو
من بهلول !!
فلما
أحضر بهلول
وسئل عن السبب
؟ قال للخليفة
: إن هذا الرجل
غلّط جعفر بن
محمد عليهما
السلام في
ثلاث مسائل :
الاُولى :
إن أبا حنيفة
يزعم أن
الاَفعال
كلّها لا فاعل
لها إلاّ الله
، فهذه الشجة
من الله تعالى
، وما تقصيري
؟ !
الثانية :
إنّه يقول :
كلّ شيء موجود
لا بدّ أن يُرى
؟! فهذا الوجع
في رأسه موجود
، مع أنّه لا يُرى
؟ !
الثالثة :
إنه مخلوق من
التراب ، وهذه
المداة من
التراب ، وهو
يقول : إن
الجنس لا
يُعذب بجنسه ،
فكيف يتألم من
هذه المداة ؟
فأعجب
الخليفة
كلامُه ،
وتخلّص من شجة
أبي حنيفة.
(شجرة
طوبى للحائري
: ج ۱ ص ٤۸ ـ ٤۹ (المجلس
العشرون) ،
أعيان الشيعة
للاَمين : ج ۳ ص ٦۱۸
، عن مجالس
المؤمنين).
İmam
Cafer Sadık (a.s) ve Ebu Hanife’nin yaşadıkları zamandı. Ebu Hanife Kufe
mescidinde oturmuş öğrencilerine ders anlatıyordu.
İmam
Cafer Sadık’ın (a.s) zeki öğrencilerinden Fazzal b. Hasan adında birisi
arkadaşlarından birisiyle dolaşıyordu. Bu sırada yolları bu mescide düştü. Bir
grup Ebu Hanife’nin etrafını sarmış Ebu Hanife’nin verdiği dersi
dinlemekteydiler.
Fazzal
arkadaşına şöyle dedi:
Ebu
Hanife’yi Şia mezhebini kabul etmeye mecbur kılana kadar buradan gitmeyeceğim.
Bu
nedenle Ebu Hanife’nin ders meclisine katılmak üzere oraya doğru hareket
ettiler.
Ebu
Hanife’nin öğrencilerinin yanına oturdular. İşte bu sırada kendi münazara ve
sorularına aşağıdaki tertiple başladı:
Fazzal:
Ey önder! Benim kendimden büyük bir kardeşim var.
Ama
kendisi Şia mezhebine mensup birisi. Onu kendi mezhebime sokabilmek için Ebu
Bekir’in üstünlüğünü anlatan bir sürü delil sunuyorum ama onların hiç birini
kabul etmiyor.
Şimdi
sizden yardım istiyorum. Ebu Bekir ve Ömer’in Ali’ye olan üstünlüğünün
delillerini söyleyebilir misin?!
Böylece
bunları kardeşime anlatarak onu ikna edebilirim.
Ebu
Hanife: Kardeşine söyle ki sen nasıl Ali’yi Ebu Bekir ve Ömer’den üstün
tutabilirsin?!
Savaşlarda
Ebu Bekir ve Ömer Peygamber’in huzurunda oturmuşken Peygamber Ali’yi cepheye
gönderirdi.
Bunun
kendisi Peygamber’in onları daha çok sevdiğine ve onların canını korumaya
dikkat ettiğine delildir.
Fazzal:
Tesadüfen ben de aynı konuyu kardeşime hatırlattım. Ama o buna karşı şöyle bir
cevap verdi: Kuran’a mutabık olması hasebiyle cihat meydanına giden Ali daha
üstündür. Zira Kuran’da şöyle okuyoruz.
“Allah
mücahitleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”
Ebu
Hanife: Kardeşine de ki: Nasıl Ali’yi o ikisinden üstün bilebilirsin hâlbuki o
ikisi Peygamber’in kabri yanında defnedilmişlerdir.
Ama
Ali’nin kabri Peygamber’in kabrinden fersahlarca uzaktadır. Bu durum onların
makam, iftihar ve faziletleri için yeterli bir delildir.
Fazzal:
Şu tesadüfe bakın, aynı delili ben de kardeşime söyledim ama o bana cevaben
şöyle dedi: Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“Peygamber’in
evlerine ancak davet edildiğiniz zaman girin.
”Şu
nokta oldukça açıktır ki Peygamber’in kabri kendi şahsi malı olan evindedir ve
kesin olarak Hz. Peygamber onlara böyle bir izin vermemiştir.
Diğer
taraftan varisleri böyle bir izin vermemiştir.
Ebu
Hanife: Kardeşine de ki: Aişe ve Hafsa kocaları olan Peygamber’den alacakları
olan mehirleri yerine Peygamber’in yerinden alarak kendi babalarına
bağışladılar.
Fazzal:
Aynı cevabı ben de ona dedim ama o bana şöyle dedi: Sen hiç Kuran okumadın
mı?!! Allah Peygamberine şöyle buyuruyor:
“Ey
Peygamber! Biz mehirlerini verdiğin hanımlarını sana helal kıldık”
Bu
ayete göre Peygamber henüz hayatta iken bütün hanımlarının mehirlerini
ödemiştir.
Ebu
Hanife: Aişe ve Hafsa her ikisi de Peygamberin hanımları idiler.
Onlar
kendilerine mirastan düşen pay kadar o evden aldılar ve kendi babalarına
bağışladılar. Bu nedenle onların cenazesi de oraya defnedildiler.
Fazzal:
Ben bu delili de kardeşime söyledim ama o bana şöyle cevap verdi: Siz Ehl-i
Sünnet kardeşlerimiz Peygamberin kendi yakınları için miras bırakmadığına
inanmaktasınız. Bu ana esas üzerine de Fedek bağını Hz. Fatıma’dan aldınız.
Diğer
taraftan faraza Peygamberin miras bıraktığını kabul edersek bile Peygamber
vefat ettiği zaman dokuz tane hanımı vardı. Buna göre her birinin o evden
alacakları miras miktarı sekizde birdir (1/8). Eğer evin sekizde birini (1/8)
dokuza bölecek olursak her birine düşen miras miktarı ancak bir karış olur,
enine boyuna bir insanın sığabileceği kadar büyük bir arazi değil.
Bu
cevabı duyan Ebu Hanife ne yapacağını şaşırıp kaldı. Sinirli bir şekilde
öğrencilerine dönerek şöyle dedi:
Onu
mescitten dışarı atın, çünkü onun kendisi Rafızî (Şii)’dir ve görünen o ki
kardeşi de yoktur.
Kaynak: Hazainu Neraki, s.109 - 101
Sedir şöyle rivayet etmiştir:
Bir ara Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)
Mescidi Haram'a giriyordu, ben de oradan çıkıyordum. Elimden tuttu, sonra
Kâbe’ye döndü ve şöyle dedi:
«Ey Sedir! İnsanlara bu taşları ziyaret etmeye
gelmeleri, onları tavaf etmeleri, sonra bize gelmeleri, bize velayetlerini
bildirmeleri emredildi. İşte şu âyette kastedilen budur: "Şu da
muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda
giden kimseyi bağışlarım." (Tâ-Hâ, 82) Sonra İmam eliyle göğsüne
işaret ederek: «Bize velayetlerini bildirmeleri gerekir.» Ardından şunları
söyledi:
«Ey Sedir! Sana, insanları Allah'ın dininden
alıkoyanları göstereyim.»
Sonra
Ebu Hanife'ye ve Süfyan es-Sevri'ye baktı. O sırada mescitteydiler ve insanlar
etraflarında kümelenmişlerdi. Buyurdu ki:
«İşte
Allah'tan bir yol gösterici ve apaçık bir kitap olmadan insanları Allah'ın
dininden alıkoyanlar bunlardır. Eğer evlerinde otursalardı, insanlar dolaşacaklardı
ve kendilerine Allah'tan ve Resulünden haber veren bir kimse bulamayacaklardı.
O zaman zorunlu olarak bize geleceklerdi ve biz de onlara Allah Tebareke ve
Teâlâ ve Resulü (sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem)’den haber verecektik»
(el-Küleyni
"el-Kâfi" C.1, S.392; Usul-u Kâfi C.1, S.721, H.1021 / Allame Meclisi
“Bihâr’ül Envâr” C.47, S.364-365)
الكافي
علي بن
إبراهيم عن
صالح بن
السندي عن جعفر
بن بشير ومحمد
بن يحيى عن
أحمد بن محمد
بن عيسى عن
ابن فضال
جميعا عن أبي
جميلة عن خالد
بن عمار عن
سدير قال :
سمعت أبا جعفر
(ع) وهو داخل
وأنا خارج
وأخذ بيدي ثم
استقبل البيت
فقال يا سدير
إنما أمر الناس
أن يأتوا
هذه الأحجار
فيطوفوا بها
ثم يأتونا فيعلمونا
ولايتهم لنا
وهو قول الله «
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ
لِمَنْ تابَ
وَآمَنَ
وَعَمِلَ صالِحاً
ثُمَّ
اهْتَدى » [طه 82]
ثم أومأ بيده
إلى صدره إلى
ولايتنا ثم
قال يا سدير
أفأريك
الصادين عن
دين الله ثم
نظر إلى أبي
حنيفة وسفيان
الثوري في ذلك
الزمان وهم حلق
في المسجد
فقال هؤلاء
الصادون عن
دين الله بلا
هدى من الله
ولا كتاب مبين
إن هؤلاء
الأخابث لو
جلسوا في
بيوتهم فجال
الناس فلم يجدوا
أحدا يخبرهم
عن الله تبارك
وتعالى وعن رسوله
(ص) حتى يأتونا
فنخبرهم عن
الله تبارك وتعالى
وعن رسوله (ع).
(الكليني
في الكافي ج 1 ص 392
/ العلامة
المجلسي في بحار
الأنوار ج 47 ص 364-365)