Resulullah Sallallâhu alayhi ve alih'in
Vasisi Emir-ul Müminin Hz. Ali el- Murtaza
(a.s)'dan tevhit takva, hikmet, züht ve benzeri konularla ilgili çok
sayıda hadis nakledilmiştir. Bu yüzden biz onların hepsini burada
zikredemeyeceğiz. Çünkü sadece tevhitle ilgili sözlerini nakledecek olsak
bile bu kitapta var olan tüm hadisler kadar olur.
Tevhitle ilgili olarak, sadece bir hutbesini
bu bölümün başında nakletmekle yetineceğiz; daha sonra, bu
kitabın hacmine uygun olan ve herkesin üstünlüğünde
birleştiği ilgi çekici sözlerini nakledeceğiz. Bu kadarı yeterli olur inşaallah
teâla
Şüphesiz Allaha ibadetin başı
Onu tanımaktır. Onu tanımanın esâsı ise O'nu tek ve
eşsiz bilmektir. Onu tek ve eşsiz bilmenin ölçüsü ise Ondan
nitelikleri (diğer varlıklarda bulunan noksan sıfatları)
nefyetmektir. Çünkü akıllar bütün niteliklerin ve nitelik sahiplerinin yaratık
olduğuna tanıklık eder. Tüm yaratıklar da, nitelik ve
nitelik sahibi olmayan bir yaratanın varlığına
tanıklık eder. Çünkü her nitelik ve nitelik sahibi bir bileşimi
gösterir. Bileşim hudûsa (sonradan meydana gelişe), hudûs ise ezeli
olmanın muhal olduğuna tanıklık eder.
Allahın
zatını tanıdığını iddiâ eden Onu
tanımamıştır. Ona sınır koyan, Onu tek bilmemiştir. O'na bir
eş tasarlayan O'na
inanmamıştır. Onu (diğer bir varlığa)
benzeten kimse, O'nun hakikatine varmamıştır.
Her
kim O'nun vehme sığdığını sanarsa, Ona
yönelmemiştir. Onun (zâtının) künhüne varmak isteyen,
birliğini tasdik etmemiştir. Ona işaret eden, O'na
yönelmemiştir. Ona sınır tanıyan Onu kastetmemiştir.
Onu bölümlere ayıran O'na teslim olmamıştır. Onun
zatıyla ayakta duran her şey başkasına
bağımlıdır ve başkasına bağımlı
olan her şey bir sebep vasıtasıyla oluşmuştur.
Yaratıkları
Onun varlığının nişanesi ve akıllar Onu
tanımanın vesilesidir. Fikirle hüccet kesinleşir.
Nişanelerini yaratıklarına hüccet kılmış ve
onları yaratarak kendisi ve onlar arasında bir perde
oluşturmuştur. Varlığıyla yaratıklarından ayrılır.
Onları
araçlarla donatması, kendisinin araçsız olduğuna
tanıktır; çünkü araçlar; araç sahiplerinin muhtaç olduklarına
delildir. Yaratıklara bir başlangıç belirlemesi O'nun
başlangıcının olmadığına tanıklık
eder, çünkü bir başlangıcı olan, başkasını yoktan
var edemez.
İsimleri,
gerçeğe ulaşmak için bir vesiledir ve işleri, gerçeği
anlamak için vasıtadır; Zatı hakikatin özüdür. Zatı,
O'nunla yaratıklarını ayırmaktadır. Her kim
Allahı nitelendirirse O'nu tanımamıştır ve O'na bir
benzer tasarlayan O'ndan uzaklaşmıştır. O'nun hakikatine
vardığını sanan hata etmiştir.
Her
kim, nerededir derse Ona bir mekan tasarlamıştır; her kim,
nededir derse O'na bir mekan isnat etmiştir; her kim, nereye
yönelmiştir derse O'na bir sınır tayin etmiştir; her
kim, neden derse O'na bir sebep belirlemiştir; her kim, nasıldır
derse O'nu bir şeye benzetmiştir; her kim, ne zaman derse O'na bir
zaman tanımıştır;
her kim, şuraya kadar derse O'na bir son belirlemiştir; ve kim O'na
bir son belirlerse O'nu bölmüştür; kim O'nu bölerse O'nu
nitelendirmiştir ve kim de O'nu nitelendirirse O'nu inkar etmiştir;
O'nu parçalara ayıran değişmeleri zevallarından O'ndan yüz
çevirmiştir.
Allah, mahluklarının
değişmesiyle değişmez; sınırlı
varlıkların sınırıyla sınırlanmaz; birdir
ama birliği sayıya dayanmaz; O hiç bir ihtiyacı olmayan ihtiyaçsızdır;
bir şeye girmeden batın ve hiç bir şeyden
ayrılmaksızın zahirdir; görmekle kavranılmayandır;
aşikardır; cisim olmayandır latiftir; harekete ihtiyacı
olmayandır faildir; fikre ihtiyaç duymadan yaratıkların ölçüsünü
belirleyendir, hareket etmeksizin onları düzene koyandır; araç ve
organa ihtiyacı olmadan duyan ve görendir; yaklaşmaya ihtiyaç
duymadan yakın ve mesafe söz konusu olmaksızın uzaktır;
vardır; yokluktan sonra değil; zamanlar O'na eşlik etmez ve
yerler O'nu kapsamaz; Onu uyku tutmaz; vasıflar O'nu
sınırlamaz; vasıtalar O'na engel olmaz;
varlığıyla zamandan ve yokluktan öne geçmiş ve ezeli
oluşuyla başlangıcı olma sınırını
aşmıştır.
Duygu ve hisleri verenin O, olması
hasebiyle zatının his ve duygulardan uzak olduğu, cevherleri
yaratan olduğu için de cevherinin olmadığı, yaratıkları
yoktan vareden olmasıyla O'nun yaratıcısının
olmadığı, eşyalar arasındaki çelişkileri icat
eden olmasıyla da zıddının olmadığı bilinir.
Varlıkları birbirine eş olarak yaratan olduğu için de O'nun
bir eşi olmadığı anlaşılır.
Karanlığı nura ve sıcağı
soğuğa karşıt kılmış; değişik
unsurları birleştirmiş zıt olanları birbirine
yaklaştırmış; onları ayırmak ve
birleştirmekle ayıran ve birleştireni göstermiş. Bütün
bunları kendi rabbliğine delil; gaybına şahit ve hikmetinin
açıklayıcısı kılmıştır. Çünkü bu
varlıkların oluşumu sonradan var olduklarını gösterir;
varlıkları, yokluklarını bildirir; değişmeleri
zevallerini bildirir, ve yok olmaları yaratıcılarının
zevalinin olmadığını gösterir; Allah Teâla buyuruyor ki; Ve her şeyden iki eş
yarattık ki belki, siz (Allahı) hatırlayasınız [1]
Önce
ve sonrayı ortaya çıkararak kendisinin öncesi ve sonrası
olmadığını göstermiştir. Yaratıklarını
çeşitli içgüdülerle yaratarak içgüdüsünün olmadığını,
yaratıkları birbirlerinden farklı kılarak kendisinde
değişikliğinin olmadığını göstermiştir.
Onları belirli bir süre ve zamana bağlı kılmakla kendisinin
zamanla bir bağlantısının olmadığını ve
yaratıklarını birbirinden ayırmakla ve birbirine gizli
kılmakla O'nunla yaratıkları arasında bir örtünün
olmadığını göstermiştir. Kullar varolmadan
Rabliğin hakikati ve yaratık olmadan ilahlığın
hakikati O'nda var idi.
Duyulacak
bir ses olmadan duyma gücüne, bilinen bir şey olmadan bilginin
gerçeğine ve kudretini göstermeden hakiki güce sahip idi. Yaratıklar
olmadan yaratıcı ismine ve mahlukat olmadan öncede halik vasfına
layık idi.
Yaratıkları
bir şeye dayanmadan yaratmıştır ve bir şeyden
yararlanmadan aralarında uyum sağlamıştır. Bir
zorluğa düşmeden onlara ölçü vermiştir. Fikirler Onun
zatını kavrayamaz ve düşünceler O'nun hakikatini kuşatamaz.
Ne
zaman diyerek O sınırlanamaz;
şimdi kelimesi Onu yaklaştırmaz; beraber diyerek bir
şeyle beraber kılınamaz; şayet diyerek de gizlenemez. O
kelimesi Onu kuşatamaz. Bu kelimeler ancak kendilerini
sınırlarlar.
Bu
kelimelerin Onun yarattığı eşya arasında
geçerliliği vardır; çünkü bu bağlaçlar ihtiyacı bildiriler;
tezat, zıddının varlığına benzeyen, benzerinin
olduğunu ve olaylar zamanla birlikte olduklarını gösterirler.
İsimleriyle sıfatları
birbirinden farkedilir, o isimlerle, birlikte olanlar birbirinden
ayrılır; olaylar o isimlerle vuku bulur. Yaratıkların
başlangıcının olması kadim
olmadıklarını, süreye bağlı olmaları ezeli
olmadıklarını ve eğer böyle olmasaydı sözü cebre
boyun eğmediklerini gösterir. Dağılmaları
dağıtıcı olanı bildirmiş ve kopmaları
koparanı göstermiştir.
Yaratıkları vasıtasıyla
akıllara tecelli ederek gözlerden gizli kalmış ve fikirler
yaratıklarına yönelmiş bunlarla ibretler ortaya konmuş ve
sabit olmuş ve bunlardan deliller açıklık kazanmıştır.
Akıllarla Allah tasdik edilir ve ikrarla iman kamil olur.
Marifet (Allahı tanımak) olmadan
din olmaz, tasdik olmadan marifet mümkün olmaz ve ihlaslı bir inanç
olmaksızın tasdik gerçekleşmez. İhlas olmaksızın
tevhid olmaz; Allah bir şeye benzetilirse ihlas gerçekleşmez;
nitelikler O'na atfedilirse eksiklikler O'ndan tam olarak nefy olmaz ve halis
tevhit gerçekleşmez. Bazı yönlerden benzetmeği geçerli bilmek
bütün yönlerinde benzetmenin geçerli olmasını gerekli kılar; bazı
benzerliklerden O'nu münezzeh bilip bazısını kabul etmek tam
tevhitten insanı uzak düşürür.
İkrar etmek inkarı nefyetmektir; her
türlü inkar, ihlasa ulaşmayı önler.
Yaratıklarda olan özellik
yaratıcıda olmaz; yaratılmış için mümkün olan bir
şey yaratıcısında mümkün olmaz; O'nun için hareket cari
olmaz; bölünme ve birleşme Onda vuku bulmaz. Onun
uyguladığı şey kendisi hakkında nasıl
uygulanabilir?
O'nun başlattığı şey
nasıl kendisine dönebilir? O'nun oluşturduğu oluşum
nasıl kendisi hakkında geçerli olabilir? Yoksa O'nun zatı
değişir, bölünür ve ezelden oluşu mümkün olmaz ve ezeli
oluşunun bir manası kalmaz.
Bu takdirde yaratıcı mahluka
dönüşür; arkası olursa önü de olur; tamamlanmaya ihtiyaç duyarsa
eksik olması gerekir. Değişebilirse ezeli diye
vasıflanamaz. Zamanın geçmesi Onu etkilerse nasıl sürekli
olabilir? Eşyadan etkilenen nasıl onları yoktan var edebilir?
Böyle olursa yaratıkların nişanesini taşır.
Yaratıklar Ona nişane olacağına kendisi de diğer bir
yaratıcının nişanesi olur ve sıfatı yaratıkların sıfatlarına
benzer. Bu ise, batıl olduğunu ispatlamak için delile ihtiyacı
olmayan bir sözdür; bu husustaki soruya cevap vermek bile yersizdir.[2]
Zaman(ın kahrını)
ikrâr eden, ömrü sönmeğe yüz tutan, kadere boyun eğen, dünyayı
yeren, ölüler mahallinde yurt edinen, yarın da oradan göçüp gidecek olan
fâni babadan; erişilmeyecek şeyleri arzulayan, yok olup gidenlerin
yolunu tutmuş olan, zamanın rehini, musibet oklarının
hedefi, dünyanın kulu, gurur
taciri, ölümün esiri, gam ve hüzünlerin arkadaşı, hastalıklara
ve afetlere maruz olan, arzularına mağlup düşen ve ölenlerin
yerine halife olan oğluna.
Dünyanın benden yüz çevirip
zamanın bana karşı serkeşlik etmesi, ahiretin ise bana yönelmesi; beni,
başkasını düşünmekten ve ardımda kalanları
hatırlamaktan ve onları önemsemekten alıkoydu. Halkın
dertleri değil, yalnızca kendi derdim beni sarınca, artık
fikir ve isteğim değişti
ve işimin gerçeği bana aydınlandı, bu ise beni
şakası olmayan bir ciddiyete ve yalan lekesi dokunmayan bir
doğruluğa sevketti. Senin, vücudumun bir parçası, hatta
vücudumun bütünü olduğunu gördüm; sana bir musibet gelse bana gelmiş
olur, sana ölüm gelip çatsa bana çatmış olur. Bu sebeple, senin
işlerin (sorunların), kendi işlerim gibi beni ilgilendirmeğe
başladı; onun için ölsem de, kalsam da, yardımcın olsun
diye sana bu vasiyetnameyi yazdım.
Oğlum, ben sana Allah'tan
çekinmeyi (ilahî takvayı), devamlı olarak Allah'ın emirlerine
itaat etmeyi, O'nu anmakla kalbini onarmayı ve O'nun ipine (Kur'an'a)
sarılmayı tavsiye ederim. Eğer ona (Kurana)
sarılırsan, artık seninle Allah arasında ondan daha
sağlam bir bağ olamaz!
Kalbini öğütle dirilt; zahitlikle öldür;
yakinle (tam inançla) kuvvetlendir; ölümü anmakla alçalt; fani oluşuna
ikrar ettir; dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl; zamanın
saldırısından, gecelerin ve gündüzlerin kötü geçişinden
çekindir. Göçüp gidenlerin haberlerini ona sun, senden öncekilerin
başlarına gelenleri hatırlat; onların yurtlarında ve
bıraktıkları eserler arasında gez ve ne
yaptıklarına, nereye konduklarına ve nereden göçtüklerine bak.
Göreceksin ki, onlar dostlarından ayrılmış, gurbet
diyarına inmişlerdir. Onların yurduna (geldin mi) şöyle
seslen: Ey ıssız diyar, ehlin nerede? Sonra onların kabirlerinin
başına git ve şöyle hitap et: Ey çürümüş cesetler ve birbirinden
dağılmış organlar, içinde bulunduğunuz bu diyarı
nasıl buldunuz?
Ey aziz oğlum, yakında sen de
onlardan biri gibi olacaksın; öyleyse konağını ıslah
et, ahiretini dünyana satma.
Bilmediğin şey hakkında
konuşmayı ve üzerine düşmediği halde söz söylemeyi terket.
Sapıklık olacağından korktuğun bir yola girme; çünkü
sapıklık şaşkınlığından sakınmak,
korkunç belalara duçar olmaktan daha iyidir. Marufu emret ki, maruf ehlinden
(iyilerden) olasın. Kötülüğü elinle, dilinle önle ve kötü iş
yapanlardan bütün çabanla uzaklaş. Allah yolunda hakkıyla cihat et;
bu uğurda hiç bir kınayıcının kınaması seni
tutmasın (yolundan alıkoymasın). Nerede olursa olsun, hakka
ermek için güçlüklerin en şiddetlilerine korkusuzca atıl. Dinde fakih
(anlayış ve kavrayış
sahibi) ol; nefsini sabretmeye
alıştır. Bütün işlerde Allah'a sığın ki, tam
koruyan bir koruyucuya ve tam güçlü bir savunucuya
sığınmış olursun. Rabbinden bir şey dilerken
ihlaslı ol; çünkü vermek de vermemek de Onun elindedir. Hayrı çok
dile; vasiyetimi iyice anla; önemsemeyerek yanından geçme. Çünkü sözün
hayırlısı fayda verenidir. Bil ki, fayda vermeyen bilgide
hayır yoktur; neşredilemeyen[3] bilgiden de faydalanılmaz.
Ey oğlum, senin olgun bir yaşa
ulaştığını, benim ise zaafımın (günden güne)
arttığını görünce, gönlümdekileri sana söylemeden ecelim
gelir, yahut bedenimin zayıfladığı gibi görüşümde de
bir zayıflık olur, yahut da bazı galip gelen heva ve hevesler
veya dünya fitneleri benden önce sana gelip çatar da sen de buyruk dinlemez
serkeş deve gibi olursun endişesiyle sana birtakım hasletleri
vasiyet etmeye koyuldum. Çünkü gencin kalbi ekilmemiş alana benzer; oraya
ne ekilirse tutar, boy atar. Ben de kalbin katılaşmadan ve aklın
meşgul olmadan seni edeplendirmeye çalıştım ki, tecrübe
edenlerin senin yerine arama ve sınamasını yüklendikleri
gerçekleri tam kesin bir kararla karşılayasın. Böylece arama
zahmetinden kurtulur, deneme zorluğundan da muaf olursun. İşte
bizlerin, peşi sıra gittiğimiz şeylerin (bilgilerin) [AY1][AY2]kendisi sana gelmiş; bazen bize karanlık
(ve gizli) olan şeyler sana apaçık ve gün
ışığına çıkmıştır.
Ey oğlum, ben her ne kadar öncekiler gibi
ömür sürmediysem de, onların yaptıklarına baktım, haberleri
hakkında düşündüm, geriye kalan eserlerini gezip gördüm.
Öyle ki onlardan biri gibi oldum; hatta onların
yaşayışlarından bana ulaşan haberler
bakımından onların ilkinden sonuncusuna kadar, onlarla ömür
sürmüşe döndüm. Sonuçta, hallerinin durusunu bulanığından,
faydalısını zararlısından ayırt ettim; senin için
ise her işin en seçkinini, en güzelini seçtim; açık
olmayanını senden uzaklaştırdım; senin durumunun
şefkatli bir baba olarak beni de ilgilendirdiğini görünce daha genç
olup tertemiz bir kalbe ve iyi niyete sahip olduğun bir vakitte seni terbiye
etmeye (eğitmeye) karar verdim. Bu uğurda önce Allah'ın
kitabını ve tevilini, İslam şeriatını ve
hükümlerini, helal ve haramını sana öğretmekle
başlayıp bundan öteye (başka bir konuya) geçmemeye karar verdim.
Sonra insanların, ihtilafa düşmelerine sebep olan heva ve heveslere,
onların kapıldığı gibi senin de kapılmandan
korktum. İstemediğim halde seni tembih ederek bu konuda da senin
işini sağlamlaştırmak, seni helak olmayacağından
emin olmadığım bir işe bırakmaktan daha sevimli geldi
bana. Allah Teâla'nın seni doğru yolu bulmanda ve
maksadına ermende başarıya
ulaştırmasını dilerim. Bu nedenle bu vasiyetimi senin için
yazdım ve bununla birlikte bu konuyu sağlamlaştırmaya
koyuldum.
Ey
aziz oğlum, vasiyetimden uyacağın şeylerin bence en
sevimlisi, Allah'tan çekinmen, ilahi farizaları eda etmekle yetinmen ve
senden önce gelip geçen atalarının ve dindaşlarından salih
kişilerin yolunu tutmandır. Çünkü senin bakıp durumunu gözden
geçirdiğin gibi onlar da kendi durumlarına bakıp dikkat ettiler;
senin düşündüğün gibi onlar da düşündüler; sonra aldıkları netice
onları, bildiklerini almaya ve mükellef olmadıkları
şeylerden kaçınmaya sürükledi. Ama eğer nefsin, onların
bildikleri gibi bilmeden onların sünnetini kabul etmeye hazır
olmazsa, bu ilimleri anlama ve
öğrenme yoluyla talep et, şüphelere düşerek, husumetleri
çoğaltarak değil. Böyle bir işe girişmeden önce Allah'tan
bu uğurda yardım iste; seni muvaffak kılması için O'na
yönel; seni şüpheye sokacak ve sapıklığa sevk edecek her
şüpheli işi terket. Gönlünün arılığa ulaşıp
da kabul etmeye hazır bulunduğuna, düşüncenin kâmil olup
toplanarak bu yolda tek bir amaca sahip olduğuna yakin ettiğinde sana
açıkladığım şeylere bak; eğer sevdiğin
şekilde düşüncen henüz halisleşmemişse bilmelisin ki,
geceleyin gözü görmeyen kimse gibi bilmeden adım atmaktasın. Bilmeden
adım atan ve hakla bâtılı birbirine karıştıran
birisi dini dileyen olamaz. Bu durumda el çekip durmak daha doğrudur. Bu
konuda ilk ve son sözüm şudur:
Sana kendi
ilahımı, senin ilahını, senin ilk ve son babalarının ilahını,
göklerin ve yeryüzü ehlinin Rabbini layık olduğu ve sevdiği bir
şekilde (makamına layık olan hamt ile) övüp hamt ediyor ve
Allah-u Teâla'dan bizim tarafımızdan
Peygambere, onun Ehl-i Beytine ve bütün peygamberlere, tüm
salavat gönderenlerin salavatınca salavat göndermesini niyaz eder ve
O'ndan bizi dua etmeye muvaffak kıldığı şeylerde bize
olan nimetini, icabetiyle kâmil etmesini dilerim. Çünkü salih işler O'nun
nimeti ile tamamlanır.
Ey oğlum,
tavsiyelerimi iyice anla. Bil ki, ölümün sahibi yaşayışın
da sahibidir; yaratan öldürendir; yok eden tekrar diriltendir; dert veren derdi
giderendir. Dünya, Allah'ın nimetler verip ve sınamalara
uğratarak, ahirette karşılık vermesi veya Allah Tebareke ve
Teâlâ'nın bizim bilmediğimiz diğer birtakım şeyleri
takdir etmesinden başka bir şey değildir. Bunlardan biri sana
ağır gelirse (iyice tasdik edemediğin takdirde) onu kendi
cehaletine hamlet; çünkü sen önce cahil (bilgisiz) olarak yaratıldın;
sonra bilgi sahibi oldun. Nice şeyler vardır ki bilemezsin; o konuda
şaşkınlığa düşersin; gözün görmez olur da sonra
görür, anlarsın. Seni yaratana, sana rızk verene, senin
yaratılışını düzgün bir hale getirene
sığın, ümidin ve ilgin Ona ve korkun da Ondan olsun.
Bil
ki, ey aziz oğlum, hiç bir kimse noksan sıfatlardan münezzeh olan
Allah'tan, bizim Peygamberimizin salla'llâhu aleyhi ve alih haber getirdiği gibi haber
getirmemiştir. Buna göre, bir önder ve bir kurtuluş kılavuzu
olarak ona razı ol ve gönül ver.
Ben
sana öğüt vermede kusur etmiyorum; sen de her ne kadar dikkat edersen et,
benim kadar hayrını görüp anlayamazsın.
Şunu
bil ki, ey aziz oğlum, eğer Allah'ın ortağı
olsaydı, O'nun da peygamberleri gelirdi sana; O'nun da tasarruf ve kudret
eserlerini görürdün; O'nun da sıfatlarını ve işlerini
tanırdın. Fakat kendisini vasıflandırdığı
gibi O bir Allah'tır; kudretinde ve ilahlığında O'nunla
zıddiyet ve husumet edecek bir varlık yoktur; her
varlığın yaratıcısı O'dur, rabblik makamı,
gönülle veya gözle kavranmaktan çok yücedir. Bunu böyle bildiğinde
(Allah'ı böyle tanıdığında) o zaman da senin gibi
kadri küçük, kudreti az, aczi çok, Rabbine ihtiyacı fazla olan
kişinin nasıl hareket etmesi gerekiyorsa, O'na itaat etmekte, O'ndan
korkup gazabından çekinmek hususunda öyle davran. Çünkü O, seni güzel
şeylerden başka bir şeye emretmemiş, çirkin şeylerden
başka bir şeyden de men etmemiştir.
Ey
oğlum, sana dünyaya, dünya ahvaline, onun zevaline, ehlinin ebedi
olmayışına (halden hale girişine) dair haberler verdim;
ahiretten, ahiret ehli için hazırlanan şeylerden de seni haberdar
edip bu konuda örnekler getirdim.
Dünyaya
basiretle bakan (ve dünya halini bilen) kimseler yıkık dökük,
kıtlık ve darlık içinde olan bir yerden, bayındır ve
iklimi iyi olan bir yeri kasdedip yola düşen topluluğa benzerler;
onlar sonunda yerleşecekleri geniş, hoş mu hoş olan evlerine
varmak için yolun zahmetine katlanırlar, dostların
ayrılığına dayanırlar, yolculuğun uyku ve yiyecek
sıkıntısı gibi birçok güçlüklerine sabrederler; onlar
bunların hiç birisinden herhangi bir acı duymaz ve bu yolculuğun
masrafını zarar ve ziyan olarak kabul etmezler. Onlar için
kendilerini konaklarına yaklaştıracak şeyden daha sevimli
bir şey yoktur.
Dünyaya
aldanan kimseler ise verimli, nimeti bol, mâmur bir konaktan, kıtlık
ve kupkuru bir yere göç ettirilen topluluğa benzerler. Onlara, önce
bulundukları yerden ayrılmak ve ansızın öyle bir yere
gelmekten daha korkunç ve kötü bir şey olamaz.
Ben
seni çeşitli bilgisizliklerden dolayı, kendini alim bilmemen için
daha önceden kınadım ki, bildiğin bir şeyle
karşılaştığında onu büyük saymayasın. Çünkü
alim bir kimse bildiğini, bilmedikleri şeyler
karşısında pek az görür. Bu yüzden kendisini cahil bilip,
neticede ilim tahsil etmede daha çok çaba gösterir; daima onu ister, ona ilgi
duyar, onu arar durur. İlim ehlinin karşısında
mütevazı olup ona yönelir. Susmaya sarılıp, hata yapmaktan
çekinir, ondan utanır. Bilmediği bir meseleyle
karşılaştığında da onu inkâr etmez; çünkü önceden
nefsi kendi cehaletine ikrar etmiştir. Cahil kimseyse bütün cehaletiyle
birlikte kendisini alim sayar; reyini yeterli görür; daima alimlerden
uzaklaşır; onları ayıplayıp durur; onunla muhalefet
edenleri, hata ettin diyerek dışlar; bilmediği her şeyi
sapıklık sayar; bilmediği bir meseleyle
karşılaştığında onu inkâr ve tekzip eder;
cehaleti yüzünden: Ben onu böyle bilmiyorum, böyle olduğuna
inanmıyorum, böyle olduğunu sanmıyorum, bu söz de nereden
çıktı? der durur. (Bu sözlerle onun batıl olduğunu söylemek
ister.) Bütün bunlar kendi görüşüne (yersiz olarak) itimat ettiğinden
ve kendi cehaletini pek az tanıdığından ileri gelir.
Böylece, bilmediği konularda yanılgıya düştüğü için,
sürekli cahilliklerle başbaşa kalır ve (yeni) cahillikler arar;
hakkı inkâr edip, cehalet içinde şaşırıp kalır;
ilim talep etmekten böbürlenerek kaçınır.
Ey
oğlum, vasiyetimi iyice anla ve nefsini, kendinle başkaları arasında bir tartı (ölçü) haline
getir; kendin için sevdiğin, dilediğin şeyi başkaları
için de sev, dile; kendin için istemediğin şeyi onlar için de isteme.
Nasıl zulme uğramayı istemezsen, sen de kimseye zulmetme.
Nasıl sana iyilik yapılmasını istiyorsan, sen de iyilik et.
Başkasında çirkin bulduğun şeyi kendin için de çirkin bul.
Diğerlerine davrandığın gibi onların da sana
davranmasına razı ol. Bilmediğin şeyi söyleme; hatta bildiğin
şeylerin de hepsini açığa vurma. Sana söylenmesini
istemediğin şeyi, sen de başkalarına söyleme. Bil ki,
kendini beğenmek, hakka ters düştüğü gibi aynı zamanda akılların da
afetidir. Doğru yola hidayet edildin mi, Rabbine karşı daha da
fazla eğil, huşu et.
Bil ki, önünde uzak mı uzak, çetin mi
çetin, korkunç mu korkunç bir yol var; o yol için hazırlıklı
olmaktan başka çaren yok. Gücün yettiği kadar azık al ve
sırtındaki yükünü hafiflet. Gücünün üstünde olan yükü yüklenme.
Yüklenirsen sana ağırlık verir, vebal getirir. Senin
azığını yüklenecek ve muhtaç olduğunda sana geri
verecek yoksul birisini buldun mu bunu
ganimet bil. Durumun iyiyken senden borç isteyen bir kimseyi ganimet bil; ödeme
vaktini de darlığa düştüğün zamana bırak.
Bil ki, önünde sarp bir geçit var; istesen de
istemesen de o geçitten ya cennete doğru gideceksin ya da cehennemi
boylayacaksın. Bu geçitte yükü hafif olanın hali, yükü ağır
olandan çok daha iyidir; öyleyse konmadan önce kendine konak hazırla.
Bil ki, dünya ve ahiret hazineleri elinde
olan, sana dua etmek için izin
vermiş, icabet edeceğini de vaat etmiştir. O, dilediğini
vermek için dilemeni emretmiştir; O şefkatlidir. Seninle kendi
arasına bir tercüman koymamış, bir perde de çekmemiştir;
seni, Onun katında şefaat edecek birisine dahi muhtaç etmemiştir.
Kötü bir iş işlersen, tövbe etmekten men etmemiştir seni;
pişmanlık duyup döndükten sonra kınamamıştır
seni; azabını hemencecik göndererek
cezalandırmamıştır seni. Rezalete yöneldiğin bir yerde
seni rezil etmemiştir; işlediğin suç yüzünden seni
eleştirip sıkıntıda bırakmamıştır.
Rahmetinden de seni ümitsiz kılmamıştır; tövbeyi kabul
etmekte de bir zorluk çıkarmamıştır; suçundan vazgeçmeni de
hasene saymıştır; yaptığın bir kötülüğü bir
günah saymış; işlediğin iyiliği ise on kat olarak
hesaplamıştır. Tövbe kapısını ve işe yeniden
başlamayı yüzüne açık bırakmıştır.
İstediğin vakit (O'nu çağırdığında) sesini
ve gizlice yalvarıp yakarmanı duyar. İhtiyacını O'na
söylersin; gönlündekini O'na açarsın, dertlerini O'na dökersin;
işlerinde O'ndan yardım dilersin; halktan gizli tuttuğun
sırları O'na açıp söylersin. Hazinelerinin anahtarını
senin eline vermiştir; o halde,
istemede ısrar et; çünkü kendisinden dilemeye izin vermekle rahmet
kapısını yüzüne açık bırakmıştır.
Dilediğin vakit dua ile hazinelerinin kapılarını
açarsın; öyleyse ısrarla iste; icabeti gecikirse de ümidini
kesmemelisin; çünkü bağış isteğe göredir. Bazen istemenin
(duanın) uzayıp, verilenin daha da artması için duanın
icabeti geciktirilir. Bazen de bir şey istersin, verilmez; fakat
hemencecik, yahut bir müddet sonra (bu dünyada veya ahirette) ondan daha
hayırlısı verilir veya daha hayırlısını
vermek için o istediğin şey verilmez, geciktirilir. Nice şeyler
var ki, sen istersin onu; fakat verilirse dinin elden gider. O halde sana
yararı dokunacak, güzelliği sana kalacak ve günahı senden giderecek
şeyleri istemelisin. Mal sana kalmaz; sen de ebedi olarak mala sahip
olamazsın. Çok yakın bir zamanda, Kerim olan Allah'ın
affettiğinin dışında, yaptığın iyi veya kötü
işin neticesini görürsün.
Bil ki, sen ahiret için yaratıldın,
dünya için değil. Fenâ için var edildin, beka için değil. Ölüm için
varsın, yaşamak için değil. Ansızın sökülüp
atılacağın ahiret için azık toplaman gereken bir konakta ve
ahirete varacak bir yoldasın. Sen kaçanın kurtulamayacağı,
er geç bir gün gelip çatacağı ölüm için bir avsın; kötü bir
işteyken, daha kendi kendine, o işten tövbe etmem gerekir, deyip
dururken ölümün gelip, tövbeyle aranı açarak ansızın seni helak
etmesinden kork.
Ey oğlum, ölümü çok an; birden bire
ölümden sonra düşeceğin hali hatırla, onu hep gözünün önünde
bulundur ki, silahını kuşandığın, kemerini
bağladığın bir halde bulsun seni; ansızın gaflet
halinde üst olmasın sana. Ahireti, onda olan nimetleri, şiddetli
azaplarını çok an; çünkü bu, gönlünü dünyadan koparır ve onu
senin gözünde küçültür.
Allah dünyayı sana
tanıtmıştır. Dünya da kendi sıfatlarını sana
bildirmiştir ve kötülüklerini açığa vurmuştur. Sakın
dünya ehlinin dünyaya yapışıp köpek gibi ona
saldırmaları aldatmasın seni. Zira dünya ehli, havlayan köpekler
ve (av peşinde koşan) yırtıcı canavarlardır; (o
leş için) birbirine hırlarlar, (birbirlerini
ısırırlar,) güçlü olan zayıfı, büyüğü de
küçüğünü yer. Dünya, kendi ehlini doğru yoldan
saptırmış, körlük yoluna sürmüştür; gözlerini, doğru
yolu görmesinler diye örtmüştür. Böylece dünyanın
şaşkınlıklarında şaşırıp
kalmışlar, fitnesinde gark olmuşlardır; onu kendilerine Rab
edinmişler; o da onlarla oynamıştır. Böylece dünya ile
oyalanıp ötesini unutmuşlardır.
Ey oğlum, dünya
ayıplarının çirkinleştirdiği kimselerden olma
sakın. Dünya ehlinin bir kısmı, ayakları bağlı;
diğer bir kısmı da başı boş
salıverilmiş hayvanlardırlar. Bunlar akıllarını
yitirmişler; sarp bir vadide kendilerini sürüp götüren bir çobanı
olmayan, afete uğramış hayvanlar örneği belirsiz bir yola
düşüp gitmekteler. Hele azıcık bekle, karanlık (ölümün
ulaşmasıyla) açılsın; güya (görü-yorum) kervan gelmiş,
koşanın da dönmesi beklenir.
Bil ki, bineği geceyle gündüz olan bir
kişi, dursa bile götürülecektir. Allah, dünyanın
yıkılmasından, ahiretin de mamur olmasından başka bir
şey dilememiştir.
Oğlum, dünyada, Allah'ın senden ilgi
göstermemeni dilediği şeylere karşı zahitlik yapıp
gönlünü ondan çek; zaten dünya böyle bir amele layıktır. Eğer
dünya hakkındaki nasihatimi kabullenmiyor isen, iyice bil ki dileğine
ulaşamazsın, ecelinden kaçamazsın; sen, senden önce gidenlerin
yolundasın. Öyleyse arzuları azalt; kazancı (amellerini)
güzelleştir; çünkü nice istek ve arzular vardır ki eldekinden,
avuçtakinden eder insanı; her arayan bulamadığı gibi orta yolu
seçen bir kimse de muhtaç olmaz. Nefsini bütün
aşağılıklardan üstün tut, seni arzulara doğru çekse
bile; çünkü hiç bir şey izzeti nefsinden kaybettiğinin yerini
tutamaz. Allah seni hür yaratmıştır, başkasına kul
olma. Şerle ulaşılan hayır, hayır değildir.
Güçlükle ulaşılan kolaylık da kolaylık değildir.
Tamah bineğinin
seni harekete geçirmesinden sakın; çünkü o, seni helak suyunun
başına götürür. Gücün yettikçe Allah'la arana bir nimet sahibi sokma
(başkalarının sana minneti olmasın); çünkü sen, ancak kendi
payını alacaksın, nasibine ulaşacaksın. Her şey
O'ndan olmakla beraber, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan gelen
az, halktan gelen çoktan daha üstündür. Gerçi hiç bir şey Onunla
kıyaslanamaz ama, eğer sultanların
bağışını, alçak kimselerden istenilen
bağışla ölçsen ve kıyas etsen göreceksin ki, onların
az bağışı sana iftihar ve yüceliktir. Alçak kimselerden
kopardığın çok şey ise sana bir ârdır (utançtır).
İşinde orta halli ol ki, sonunda methedilesin. Dininden, ırzından
en küçük bir şeyi bile hiç bir değer
karşısında satmaya kalkışma. Gerçek aldanmış
kimse, Allah'tan alması gereken payda aldanan kimsedir. Dünyadan sana
geleni al, senden yüz çevireniyse terket. Bunu yapmazsan (en azından)
talebinde güzel davran.
Dinini tehlikeye
düşüreceğinden korktuğun kimseyle oturup kalkma; sultandan uzak
dur; kendi kendine, ne zaman kötü bir şey görürsem ondan uzak olurum,
diyerek şeytanın hile ve aldatmalarından emin olma. Çünkü senden
önce helak olan Müslümanlar, kıyamete inandıkları halde, bu
yoldan helake düştüler. Eğer onlara açıkça, ahiretini dünyaya
sat, deseydin, asla kimse bunu kabul etmeye hazır olmazdı. Fakat
şeytan bazen hile yoluyla az bir dünya malı sunarak insanı
helake sürükler; Allah'ın rahmetinden ümidini kesip, mutlak bir
ümitsizliğe salıverinceye kadar onu tedricen bir kötülükten diğer
bir kötülüğe götürür; nihayet insan İslam ve ahkâmına olan
muhalefetleri için çeşitli gerekçeler bulmaya koyulur. Eğer nefsin
dünya sevgisi ve sultana yaklaşmakta ısrar eder de
olgunlaşmanı sağlayan benim men ettiğim şeylere
muhalefet eder isen, en azından dilini koru; çünkü sultanlara,
öfkelendiklerinde güvenilmez; onların haberlerini sorma, işlerini
araştırma, sırlarını açıp söyleme; onların
işine çok karışma.
Susmaktan
pişmanlık duyulmaz. Susmakla elden çıkanı telafi etmek,
konuşmakla kaybolanı temin etmekten daha kolaydır. Kaptakini,
ağzını sımsıkı bağlayarak muhafaza etmek ve
elinde bulunanı korumak, başkasının elinde bulunanı
istemekten, bence, daha hoştur.
Güvenilmeyen kimseden
bir söz nakletme; sonra yalancı çıkarsın; yalancılıksa
alçaklıktır. Yetecek kadar bir rızıkla tutarlı olmak,
israfla harcanan çok maldan daha yeterli gelir sana. Olgunca bir ümitsizlik,
insanlardan bir şey istemekten daha hayırlıdır. Herhangi
bir meslekle (çalışıp kazanmakla) iffetli olmak, fisk-u fücurla
mesrur olmaktan daha hayırlıdır. Herkes kendi
sırrını daha güzel korur. Nice çok çalışan vardır
ki, bu çalışma ona zarar verir. Kim çok söz söylerse sayıklar; kim
düşünürse basirete erer.
İnsanın saadetlerinden birisi de salih arkadaştır.
Hayır sahipleriyle eş-dost ol ki, onlardan biri olasın. Kötülük
ehlinden çekin ki, onlardan uzak olasın.
Kötü zan sana galip gelmesin; çünkü seninle
dostunun arasında sulh-u sefayı baki bırakmaz. Bazen su-i zanna,
ihtiyatlı olmaktır denilir; oysa su-i zan ne kötü bir yemektir.
Zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmektir. Kötü iş, ismi gibi kötüdür.
Felakete (sevilmeyecek şeylere) boyun eğmek, kalbin
zayıflığını gösterir. Yumuşaklığın
sertlik sayıldığı yerde, sertlik de yumuşaklık
olur. Çoğu zaman ilaç, dert ve hastalık olur; dert de ilaç ve derman
olur. Olur ki, nasihatçi olmayan öğüt verir; kendisinden öğüt istenen
de öğüt isteyeni aldatır. Arzulara kapılıp bel
bağlamaktan sakın; çünkü onlara bel bağlamak,
ahmaklığın sermayesidir; sahibini dünya ve ahiret hayrından
alıkor. Ateşin odunla alevlendirilip
saflaştırıldığı gibi, gönlünü edeple
alevlendirerek saflaştır. Gece karanlığında odun
toplayan veya selin oraya buraya sürüklediği çerçöp gibi olma. Nimete
küfran etmek alçaklıktır; cahille düşüp kalkmak ise
uğursuzluktur.
Akıl, tecrübeleri bellemek ve onları
unutmamaktır. En hayırlı tecrübe, sana öğüt veren
tecrübedir. Yumuşak ahlak, soyluluk ve büyüklüktendir. Fırsatı
üzüntüye sebep olmadan değerlendir. Azim ve irade, ileri
görüşlülüktendir. Gevşeklik mahrumiyete sebep olur. Her isteyen, isteğini
elde edemez; her binen (gurbete giden) geri dönüp gelemez. Azığı
zayi etmek fesattandır. Her işin bir sonu vardır. Nice az
vardır ki, çoktan daha bereketlidir, daha verimlidir. Takdir edilen sana
gelir ulaşır. Ticarete girişen tehlikeye
atılmıştır. Kadri ve değeri olmayan
yardımcıda hayır yoktur. İşini, hile ve aldatma
üzerine kurma. Hikmet bulan yücelir, büyür. Anlamaya çalışanın
ilmini çoğaltır. Hayır sahiplerini ziyaret etmek, kalpleri ihya
eder. Zaman bineği sana ram
olduğu (uyduğu) müddetçe onunla
uzlaş ve ondan payını al. İnat bineğinin sana isyan
etmesinden sakın. Günah işlediğinde onu tövbeyle hemencecik
mahvet.
Seni emin bilene, o sana hıyanet etse
bile, hıyanet etme; o senin sırrını açsa bile, sen onun
sırrını açma. Az bir
şeyi, çoğalması
ümidiyle elden çıkarma. İstemene bak, nasip olan yetişir.
(İhtiyaçtan) fazla olanı al; güzel bir şekilde ihsan et,
bağışta bulun; halka güzel söz söyle. Şu söz ne de
hikmetli, lafzı az ama manası çok: Kendin için sevdiğin
şeyi halk için de sev, kendin için sevmediğin bir şeyi onlar
için de sevme. Bir kimsenin hakkında acele davranırsan, çoğu
zaman pişman olur veya ihsan edersin. (Pişmanlık veya ihsan
etmenle sonuçlanan acele davranışlardan kaçın.)
Bil ki, verdiği söze bağlı
kalmak ve haremini (ailesini) savunmak, asalet ve cömertliktendir. Yüz çevirmek
nefret etmenin göstergesidir; çok mazeret getirmek de cimriliğin
alâmetidir. Bazen güler bir yüzle kardeşinden (herhangi bir şeyi)
esirgemen ona asık bir suratla
bağışta bulunmandan daha iyidir. Sıla-i rahim
(yakınlara iyilik etmek ve onları ziyaret etmek) cömertliktendir.
Akrabalarınla ilişkiyi kestiğinde artık kim sana ümit
edebilir veya senin ilişkine güvenebilir? Bağışı
esirgemek, ilişkiyi kesmenin bir göstergesidir.
Kardeşin senden ilişkisini
kestiğinde onunla ilişki kurmaya, yüz çevirdiğinde lütufta ve
ricada bulunmaya, cimrilik yaptığında bağışta
bulunmaya, uzaklaştığında yakınlaşmaya, sert
davrandığında yumuşak davranmaya, suç işlediğinde
de sen onun kölesiymişsin, o da veli nimetinmiş gibi ondan özür
dilemeye kendini zorla. Bu dediklerimi, yerinden başka bir yerde
yapmaktan, yahut ehil olmayanlara bu çeşit muamele etmekten sakın.
Dostuna düşman olan bir kimseyle dostluk
kurmaya çalışma; çünkü dostunla düşman olmuş olursun. Hile
de yapma; çünkü bu alçak kimselerin ahlakıdır. İster
hoşlansın, ister hoşlanmasın, sen kardeşinin
hayrını iste. Her haliyle onunla yardımlaş, nereye giderse
onunla beraber git, ağzına toprak serpse bile onu
cezalandırmayı düşünme. Düşmanına erdem ve faziletle
muamele et (bağışla onu), bu zafere ulaşmaya daha uygundur.
Güzel ahlakla kendini halkın şerrinden kurtar. Öfkeni yut, sonuç
bakımından bundan daha tatlı, bundan daha lezzetli bir yutma
görmedim ben. Şüphe üzerine kardeşinle ilişkini kesme; gönlünü
almaksızın ondan ayrılma. Sana sert davranana karşı
yumuşak ol, belki o da yumuşar. İlişkiyi kurduktan sonra
kesmek, kardeşlikten sonra cefa etmek, dostluktan sonra
düşmanlık yapmak, güvenene hıyanet etmek, ümit edenin ümidini kesmek,
itimat edene hile yapmak ne de kötüdür. Kardeşinden kopmaya mecbur
kalırsan, kendinden onun yanında bir iyilik bırak ki, bir gün
dönmek istediğinde rahatça dönebilesin. Senin hakkında iyi zan
besleyenin zannını gerçekleştir. Aranızdaki dostluğa
güvenerek kardeşinin hakkını zayi etme, çünkü hakkını
zayi ettiğin kişi artık kardeşin değildir senin. Aile
fertlerine karşı kötü kişi olma. Sana ilgi göstermeyene sen de
ilgi gösterme. Sana gönül bağlayan ve yönelen kimse muaşeret etmeye
layık olursa onu terketme.
Sakın kardeşinin ilişkiyi
kesmekteki gücü, senin onunla ilişki kurmaktaki gücünden daha çok, kötülük
yapmaktaki kuvveti senin ona iyi davranmaktaki kuvvetinden daha fazla,
cimrilikteki gücü senin bağış ve cömertlikteki gücünden daha
güçlü ve kusur etmekteki kudreti senin iyilik etmekteki gücünden daha ziyade
görünmesin. Sana zulmedenin zulmü, gözünde büyümesin; zira o kendi
zararına ve senin faydana çalışmaktadır. Seni sevindirene
kötülük etmen, yerinde bir iş değildir. Rızık iki
kısımdır, bir rızık var ki sen onu ararsın, bir
rızık da var ki o seni arar, sen ona varmasan da o sana gelir.
Ey oğlum, şunu bil ki, zaman halden
hale girmekte ve birçok hadiselerle doludur. Sakın kınamaları
sert ve halkın nezdinde özürleri az
olan kimselerden olma. İhtiyaç zamanında alçalmak, zenginlikte de
azarlamak ne kötü huydur. Dünyadan nasibin, ahiretini bayındır
ettiğin kadardır. Öyleyse yerinde infak et, başkalarına
hazinedar olma. Eğer elinden çıkana hayıflanacaksan, sana
ulaşmayan her şey için hayıflan dur. Henüz olmayan, gelip
çatmayan şeyi olup bitenden anla; çünkü işler hep birbirine benzer.
Hiç bir veli nimete nankörlük etme; çünkü nankörlük küfrün en alçak
mertebelerindendir. Özür kabul eden ol. Tuzağa düşmedikçe ibret
almayan, nasihatten faydalanmayanlardan olma. Çünkü akıllı kişi
edeple öğütlenir; hayvanlarsa kötekle. Hakkını tanıyan
kimsenin, ister büyük adam olsun, ister küçük, hakkını tanı.
Sabır ve (Allah'a) kesin iman ve güven
ile dertleri kendinden
uzaklaştır. Ilımlılığı bırakan sapar.
Kanaat insan için güzel bir saadettir. İnsanın en kötü arkadaşlarından
biri de hasettir. Ümitsizlikte tefrit (kusur) vardır (ümitsiz adam
işten çok çabuk el çeker). Cimrilik kınanmaya yol açar. Eş,
dost, soy-soptur. Dost, sen yokken dostluk şartını yerine
getiren kimsedir; heva ve heves körlükle ortaktır (her ikisi de hakikati
teşhis etmeye engeldir). Şaşkınken duraklamak (bir nevi)
başarıdır. Yakin, üzüntüyü çok güzel gideren bir şeydir.
Yalan söylemenin sonu, kınanmaktır. Selâmet (kurtuluş),
doğruluktadır; yalan söylemenin sonucu, sonuçların en kötüsüdür.
Nice uzak vardır ki yakından da yakındır; nice yakın
da vardır ki, uzaktan da uzaktır.
Garip, dostu olmayan kimsedir. Kötü zanlı
olup, dostlarını elinden çıkarma. Nefsini zararlı
şeylerden koruyan, şifa bulur. Haktan çıkan,
sıkıntıya düşer. Kendi haddini bilenin değeri baki
kalır. İkramda bulunmak ne güzel bir huydur. Alçaklıkların
en alçağı güçlü olduğunda zulüm etmektir. Hayâ (ar-edep), her
güzel şeye bir vesiledir. Tutunacak en sağlam kulp, takvadır.
Tutunacağın sebeplerin en kuvvetlisi, seninle Yüce Allah arasındaki
sebeptir. Huzursuzluğunu gideren, seni minnet altına
almıştır. Kınamakta aşırı gitmek,
inatçılık ateşini körükler. Nice hastalar kurtulmuş ve nice
sağlam (sıhhati yerinde) olanlar ölmüştür. Tamahın (ümidin)
insanı helak ettiği yerde, ümitsizlik zaferdir. Her ayıp
açılmaz, her fırsat ele geçmez. Görenin yoldan saptığı
ve körün ise doğru yolu bulduğu çok olur. Her arayan bulacak ve her
ihtiyat eden kurtulacak diye bir şey yoktur.
Kötülüğü
daima geciktir; çünkü istediğin vakit onu yapmaya koşabilirsin. Sana
ihsan edilmesini seviyorsan, başkalarına ihsan et. Kardeşine
onda var olan her özelliğiyle tahammül et. Çok kınama; zira çok
kınamak kin doğurur ve insanı nefret etmeye sürükler. Kabul
etmesini ümit ettiğin kimseden, özür dile. Cahilden uzak kalmak, akıllıya
yaklaşmakla eşittir. Sert davranmamak, keremdendir. Zamanıyle
inatlaşan ve zıt giden helak olur. Kınanılan sinirlenir.
İntikam alan, ne kadar da zulmedene yakındır. Hile yapan (ahdi
bozan), vefasızlığa daha layıktır. İhtiyatlı
davranan insan kayarsa kayması, çok
şiddetli olur. Yalan söyleme hastalığı,
hastalıkların en çirkinidir. Fesat (savurganlık), çok serveti
yok eder; iktisatlı olmak, azı çoğaltır. Azlık
(kimsesizlik veya yoksulluk), zillettir. Ana-babaya iyilik yapmak, karakterin
yüceliğindendir. Kayma, acele etmekle beraberdir. Sonucu
pişmanlık olan lezzette hayır yoktur. Akıllı
kişi, tecrübelerden ibret alan kimsedir.
Hidayet,
kalbin körlüğünü giderir. Dil aklın tercümanıdır.
İhtilafla, itilaf (ülfet) olmaz. İyi komşuluk, komşunun
halini sormaktır. Orta halli olan, helak olmaz. Zahit olan, fakir olmaz.
İnsanı kendisine tanıtan onun batınıdır. Nice
kimseler kendi kabrini kazıyor (ölüme doğru gidiyor). Güveni, ümitle
değişme. Korkulan her şey zarar vermez. Nice şakalar
vardır ki, ciddiye dönüşür. Zamandan emin olan, onun hıyanetine
uğrar. Zamana böbürleneni (onun sünnet ve kurallarına uymayanı),
zaman alçaltır. Zamana öfkelenen kendisini zelil ve yere sürülmüş
görür. Ona sığınan ise yardımsız kalır. Her ok
atanın oku hedefe varmaz. Buyruk sahibi değişti mi zaman da
değişir. Aile fertlerinin en hayırlısı, sana yeterli
olanıdır. Şaka kin doğurur. Nice aşırı
istekleri olan vardır ki, amacına ulaşamaz.
Din
için doğru bir yakin, baş mesabesindedir. İhlasın kemali,
günahlardan çekinmektir. En güzel söz, amelin tasdik ettiği sözdür.
Selâmet (kurtuluş), doğrulukla beraberdir. Dua, rahmetin
anahtarıdır. Yola düşmeden arkadaşı, eve girmeden de
komşuyu sor. Dünyayı göçüp gidilecek bir menzil bil. Sana karşı
çıkana tahammül et. Özür dileyenin özrünü kabul et. Halkın
suçlarını affetmeyi âdet edin. Kimseye sevmediği bir haberi
ulaştırma. Kardeşine, sana isyan etse bile itaat et; ona
yaklaş, senden kopsa bile. Kendini cömert olmaya alıştır.
Her huyun en iyisini kendin için seç; çünkü hayır, bir âdettir.
Başkalarından nakletsen bile çirkin ve güldüren bir söz söyleme. Hak
senden alınmadan önce, kendin hakkı ver.
Sakın
kadınlarla istişâre etme; onların reyleri zayıf, azimleri
ise gevşektir. Onların (yabancılarla muaşeret etmelerini)
önlemekle gözlerini (namahremlere) kapat. Zira hicap (örtü arkasında
korunmaları), hem senin için hem de onlar için daha iyidir. Onların
evden dışarı çıkmaları, güvenilmeyen kimseleri eve
sokmandan daha kötü değildir. Onların senden başka bir kimseyi
tanımamalarını başarabilirsen öyle yap. Onları
aşacak bir işe koşturma. Bu onların hali için daha
uygundur, onların huzurunu daha iyi korur, kalplerini daha çok
rahatlatır, güzelliklerini daha da sürekli kılar. Çünkü kadın
çiçektir (koklanır), kahraman değil. Kadını kendi
yüceliğinden başka bir yüceliğe yüceltme; onu kendisinden
başkasına şefaatçi etme;
(böyle yaptığın takdirde) onun hedefi uğrunda sana
buğzeder. Hanımlarla çok yalnız oturma; çünkü seni
bıktırırlar, ya da senden bıkarlar. Tüm gücünü onlara
karşı kullanma; çünkü seni güçlü gördükleri halde hatalarından
geçmen, tüm gücünü kullanıp da zaafını görmelerinden daha
iyidir. Kıskanılacak yerden başka kıskançlığa
kalkışma; çünkü bu onların (kadınların) doğrusunu
da eğriltebilir; fakat işlerini sağlama bağla (onları
başı boş bırakma). Bir günah gördüğünde, ister küçük
olsun, ister büyük, itirazda bulun; cezalandırmaktan sakın; zira
günahı büyük, kınamayı ise küçük (değersiz)
kılmış olursun.
Köleleri iyi terbiye et, onlara az sinirlen,
günahları dışında onları çok kınama. Biri günah
işlerse iyi bir şekilde vazgeç. Çünkü affetmek aklı olan kimse
için dayak atmaktan daha etkilidir. Akıllı olmayan kimselere
sataşma ve kısastan çekin. Onlardan her birini yapabileceği
işle görevlendir ki, işleri birbirlerine bırakmasınlar
(hizmetten kaçmasınlar). Akrabalarına iyilik et; çünkü onlar
uçtuğun kanatların, döneceğin aslındır (kökündür);
onlarla düşmana saldırırsın; onlar kıtlık günü
azıktır; öyleyse onların iyilerine iyilik et;
hastalarını ziyaret et; onların işlerine ortak ol;
zorluklarında kolaylık göster. Bütün işlerinde Allah'tan
yardım dile; zira O en yeterli yardımcıdır.
Seni dininde ve dünyanda Allah'a
ısmarlıyorum. Dünyanda da, ahiretinde de O'ndan sana hayırlar
dilerim. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun.
Ey oğlum, zenginlikte ve
fakirlikte ilahi takvayı sahiplenmeyi, hoşnutlukta ve öfkede
hakkı söylemeyi, refahta ve yoksullukta orta halli olmayı, dost ve
düşmana adaletle davranmayı, neşeli ve halsiz olduğunda amel
etmeyi, darlıkta ve genişlikte Allah'tan razı olmayı sana
tavsiye ediyorum.
Ey oğlum, arkasında
cennet olan şer, şer değildir; (nitekim) arkasında cehennem
olan hayır da hayır değildir. Cennetten başka her nimet
küçüktür, ateşten başka her bela ise afiyettir.
Ey oğlum, bil ki, kendi
ayıbını gören, başkalarının ayıbıyla
meşgul olmaz. Takva elbisesinden sıyrılıp çıkan, hiç
bir elbiseyle kendisini (ayıplarını) örtemez. Allah'ın
verdiği paya razı olan, elden çıkana üzülmez. Zulüm
kılıcını kınından sıyıran, onunla
öldürülür. Kardeşine kuyu kazan, kendi kazdığı kuyuya
düşer. Başkalarının ayıbını açan kimsenin
ailesinin ayıbı açılır. Kendi hatasını unutan,
başkalarının hatasını büyük görür. Zor işleri
(vesilesiz) yüklenen, helak olur. Kendisini suyun girdabına (tehlikeli
yerine) atan, gark olur. Kendi fikrini beğenen, sapar. Kendi
aklını yeterli gören, kayar. Halka böbürlenen, zelil olur. Alimlerle
oturup kalkan, saygı görür. Ayak takımından olan kimselere
karışan, küçümsenir. Halka karşı akılsızlık
eden, sövülür. Kötü yerlere giden, töhmete maruz kalır (kötülükle
suçlanır). Şaka yapan küçümsenir (ona saygısızlık
yapılır). Bir işi çok yapan, onunla tanınır. Sözü çok
olanın, yanlışı çok olur; yanlışı çok
olanın, utancı azalır; utancı azalanın, çekinmesi
azalır; çekinmesi azalanın, kalbi ölür; kalbi ölen kişi de
ateşe girer.
Ey oğlum, kim halkın
ayıplarını görür (onları kınar), fakat kendisi o
işleri yaparsa ahmağın ta kendisidir. Tefekkür eden, ibret
alır; ibret alan inzivaya çekilir; inzivaya çekilen de salim kalır.
İsteklerden vazgeçen hür olur. Hasedi terkedenin halkın yanında
sevgisi çok olur.
Ey oğlum, Müminin izzeti, halktan
müstağni olmasındadır (ihtiyacını halka
iletmemesindedir). Kanaat, tükenmeyen bir maldır. Ölümü fazla anan,
dünyadan az bir mala razı olur. Söz söylemeyi amalden sayan kişinin,
sözü azalır; ancak yararı olan sözü söyler.
Ey oğlum, doğrusu cezadan korkup
günahtan sakınmayan, sevaba ümit besleyip tövbe ve iyi amelde bulunmayan
kimseye şaşarım.
Ey oğlum tefekkür nur, gaflet zulmet,
tartışmak ise sapıklık doğurur. Mutlu,
başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep, en iyi mirastır.
Güzel ahlak, en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte
bereket (bolluk) olmadığı gibi, fısk-u fücurda da zenginlik
olmaz.
Ey oğlum, afiyet on
kısımdır; dokuz kısmı, Allah'ın zikri hariç,
susmaktadır; bir kısmı ise akılsız kimseler ile oturup
kalkmamaktır.
Ey oğlum, kim toplantılarda Allah'a
isyan elbisesine bürünürse, Allah onu zelil eder. Kim ilim talep ederse, alim
olur.
Ey oğlum, ilmin başı,
yumuşak davranmak, afeti ise kabalık ve sertliktir. Musibetlere
sabretmek, iman hazinelerindendir. İffetlilik fakirliğin ziyneti;
şükürde bulunmak ise zenginliğin ziynetidir. Çok görüşmek,
usandırıcıdır. Birisini denemeden güvenmek, ihtiyata
aykırıdır. İnsanın kendisini beğenmesi,
aklının az olduğunun göstergesidir.
Ey oğlum, nice bakış
vardır ki, ardından üzüntü ve teessüf getirir ve nice söz vardır
ki nimeti elden çıkarır.
Ey oğlum, İslam'dan daha üstün bir
şeref, takvadan daha güzel bir keramet (fazilet), vera'dan (çekinmekten)
daha sağlam bir kale, tövbeden daha üstün bir şefaatçi, afiyetten
daha güzel bir elbise, zaruri olan azığa razı olmaktan
fakirliği daha çok giderecek bir mal yoktur. Yetecek bir mal ile yetinen,
rahatlığa çabuk kavuşur ve asayiş bulur.
Ey oğlum, aşırı istek,
zorluğun anahtarı ve meşakkat bineği olup günaha batmaya
çeker. Aç gözlülük ve oburluk, bütün ayıpları içerir.
Başkalarında olup da sevmediğin özellikler, öğüt alman için
sana yeter. Kardeşinin senin üzerindeki hakkı, senin onun üzerindeki
hakkın kadardır. Akıbetini düşünmeden bir işe girişen,
kendisini felaketlere atmış olur. Amelden önce düşünmek,
insanı pişmanlıktan korur. Çeşitli görüşleri
araştıran, hatalı olan yerleri hemen teşhis eder.
Sabır, yoksulluğa karşı bir siperdir. Cimrilik,
miskinliğin elbisesidir. Aşırı istek, fakirliğin alametidir.
Şefkatli yoksul, şefkatsiz zenginden daha iyidir. Her şeyin bir
azığı vardır; ölümün azığı ise insan
oğludur.
Ey oğlum, günahkârı (Allah'ın
rahmetinden) ümitsiz etme. Nice günaha tutulan kimse vardır ki,
(yıllarca günahtan sonra) akıbeti hayırla
sonuçlanmıştır. Nice ibadete koyulan kimse de vardır ki
ömrünün sonunda bozgunculuk yaparak cehenneme varmıştır;
cehennem ateşinden Allah'a sığınırım.
Ey oğlum, nice isyan eden kimse
vardır ki, kurtuluşa ermiş ve nice amel eden kimse de
vardır ki, helak olmuştur. Doğruluğu, dürüstlüğü
isteyen ve ona yönelen kimseye, zorluluklar ve sıkıntılar kolay
gelir. Nefsin kemale ve hidayete ermesi, ona karşı muhalefet
etmektedir. Her geçen saat, insanın ömrünü kısaltır.
Yazıklar olsun zalimlere, hükmedenlerin en üstünü ve gizli
sırları bilen Allah'ın azabından.
Ey oğlum, kulların hakkına
tecavüz etmek, kıyamet için ne kötü bir azıktır. Her yudum suda
boğulma ve her lokmada ise tıkanma tehlikesi vardır. Bir nimet
elden çıkmadıkça başka bir nimete erişilmez. Rahatlık
meşakkate, fakirlik nimete, ölüm hayata, hastalık da sıhhate ne
kadar da yakındır. Ameli, ilmi, sevgisi, buğzu, alması,
vazgeçmesi, konuşması,
susması, fiili ve sözü (yani bütün
önemli işleri) Allah için halis olan kimseye ne mutlu.
İlmiyle amel edip çalışan,
ölümün ansızın gelmesinden korkup hazırlıklı olan,
istediklerinde (halka) nasihat eden, aksi takdirde susan, sözü doğru olan
ve susması cevap veremediğinden olmayan alime ne mutlu. Mahrumiyete,
kimsesiz kalmaya, isyan etmeye duçar olan ve başkalarına hoş
görmediği şeyi kendisine hoş gören ve yaptığı
işi başkalarına ayıp bilen kimseye de yazıklar olsun.
Oğulcağızım, bil ki,
yumuşak sözlü olan kimse, muhakkak sevilir. Allah-u Teâla, seni hidayette muvaffak
eylesin ve kendi kudreti ile seni itaat ehlinden kılsın. Çünkü O'dur
bağışlayan ve Kerim olan.
Vehimlerin,
Onun varlığını idrakten öteye ulaşmasına ruhsat
vermeyen ve akılları zatını hayal etmekten engellemiş
olan Allah'a hamd olsun. Çünkü O'nun zatının benzeri ve şekli
olması muhaldir. O'nun (mukaddes) zatında bir değişiklik
olmaz; kemal (nitelik-ler)inde sayı bölünmesi gibi bölünme bulunmaz. Her
şeyden ayrılmıştır, ama mekân (mesafe)
ayrılığıyla değil; her şeyde vardır,
karışım olarak değil. Her şeyi bilir ama göz, kulak
gibi bir organ vasıtasıyla değil. O'nunla bildiği şey
arasında, bir başkasının ilmi vasıta değildir. Eğer,
var idi, denirse bu
varlığının ezeli olduğu manasınadır.
Ebedidir, denirse, yokluğu O'ndan nefyetmek anlamınadır. O'ndan
gayri bir mabut seçip ibadet eden kimsenin sözünden çok çok yüce ve münezzehtir
O.
O'na
mahlukatından beğendiği ve kabulünü kendisine farz
kıldığı şekilde hamt ediyoruz. Allah'tan başka
bir ilahın olmadığı, Onun tek ve şeriksiz
olduğuna şehadet ederim ve Muham-med'in
de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Bu iki şehadet,
sözü yüceltir, ameli aşağı indirir (yani amel terazisinde ameli
ağırlaştırır). Bu iki şehadet hangi teraziden
kaldırılırsa, o terazi (amel bakımından) hafif
kalır. Bu iki şehadet hangi teraziye konulursa, o terazi
ağır olur. Bu iki şehadetle cennet elde edilir, cehennemden
kurtulmak ve sırat köprüsünden geçmek mümkün olur. Bu iki şehadetle
cennete girersiniz ve Peygamber'e salavat getirmekle rahmete nail
olursunuz. Öyleyse Peygamber'inize
çok salavat getirin; "Şüphe
yok ki, Allah ve melekleri salavat getirir Peygambere, ey inananlar siz de ona
salavat getirin, tam teslim olarak da selam verin."[5]
Ey
insanlar, İslam'dan daha üstün bir şeref, takvadan daha güzel bir
keramet, şüpheli şeylerden çekinmekten daha sağlam bir kale,
tövbeden daha üstün bir şefaat, afiyetten daha güzel bir elbise,
sağlıktan daha önleyici bir korunma, hoşnutluk ve kanaat gibi
fakirliği giderecek daha etkin bir servet yoktur. Yaşatacak kadar
yiyecekle yetinen, rahatlığı sağlamış olur.
Tamah, zorluğun anahtarıdır. İhtikâr (stokçuluk),
meşakkat bineğidir. Haset, dinin afetidir. Aşırı
istek, günaha düşmeye ve günaha düşmekse mahrumiyete sebep olur.
Zulüm, helak olmaya sebep olur. Açgözlülük ve oburluk, bütün ayıpları
içerir. Nice tamahlar vardır ki, boşa çıkar; nice arzular
vardır ki, yalan olur; nice umutlar vardır ki, insanı
mahrumiyete götürür ve nice ticaretler vardır ki, ziyanla son bulur.
Akıbetini düşünmeden bir işe girişen kimse, felaketlerin
rezaletine uğrar. Borç[6] Mümin
için kötü bir gerdanlıktır.
Ey insanlar, ilimden daha faydalı hazine,
hilimden daha yararlı izzet, edepten
daha yetkin soy, gazaptan daha
dertli meşakkat, akıldan daha iyi güzellik, cehaletten daha kötü
arkadaş, yalandan daha iğrenç kötü özellik, susmaktan daha koruyucu
bekçi ve ölümden daha yakın bir gayp yoktur.
Ey insanlar, kendi ayıbına bakan,
başkalarının ayıbıyla meşgul olmaz. Allah'ın
verdiği rızka razı olan, halkın elinde olana (göz dikip)
üzülmez. Zulüm kılıcını kınından
sıyıran, onunla öldürülür. Kardeşine kuyu kazan,
kazdığı kuyuya düşer. Başkalarının
ayıbını açanın, ailesinin ayıbı açılır.
Kendi sürçmesini unutan, başkalarının sürçmesini büyük görür.
Kendi fikrinden hoşlanan, sapar. Kendi aklını yeterli gören
sürçer. Halka karşı kibirli olan, zelil olur. Halka karşı
akılsızlık eden, sövülür. Alimlerle oturup kalkan, saygı
görür. Ayak takımından kimselerle oturup kalkan, küçümsenir. Gücünden
fazla yük taşıyan, aciz kalır.
Ey insanlar, akıldan daha faydalı
mal, cehaletten daha çetin fakirlik, iyi niyetlilikten daha yetkin vaiz, ileri
görüşlülük gibi akıl, tefekkür gibi ibadet, istişâre gibi
güvenilir yardımcı, bencillikten daha korkunç yalnızlık,
(günahtan) çekinmek gibi verâ, sabır ve susmak gibi de
yumuşaklık yoktur.
Ey insanlar, insanda dilinin izhar ettiği
on haslet vardır. Dil, kalpten haber veren bir tanıktır, hüküm
veren hakimdir, cevap veren sözcüdür, ihtiyacı karşılayan
şefaatçi (vasıta)dir, eşyaları tarif eden
vasıfcıdır, iyi şeylere emreden komutandır, çirkin
işten alıkoyan vaizdir, üzüntüleri yatıştıran teselli
vericidir, kinleri gideren övücüdür ve kulakları eğlendiren
eğlendiricidir. Ey insanlar, hikmetli söz söylemeyip susmakta hayır
olmadığı gibi, cahilane konuşmakta da bir hayır
yoktur.
Ey insanlar, bilin ki diline hakim olmayan,
pişman olur. İlim öğrenmeyen, cahil kalır.
Sabırlı olmayan, halim (yumuşak) olmaz. (Kötü işten)
vazgeçmeyen, akıllı olmaz; akıllı olmayan zayıf ve
gevşek olur; zayıf ve gevşek olan saygı görmez.
Takvalı olan kurtuluş bulur. Haramdan mal kazanan, o malı
mükâfatı olmayan bir işte harcar. Saygıyla (kötülükten)
vazgeçmeyen, kınanarak vazgeçer. Rahatlığında ihsan
etmeyen, zor durumda kaldığında mahrum bırakılır.
Haksız yere izzet isteyen, zelil olur. Hakka karşı çıkan,
zayıflığa düşer. Fıkıh öğrenen, saygı
görür. Tekebbür eden, aşağılanır. İyilik yapmayan,
methedilmez.
Ey insanlar, zilletle yaşamaktansa ölüm,
zilletle toprağa kapanmaktansa derinin soyulması ve azap görmektense
(kendini) muhasebe etmek daha iyidir. Kabir, fakirlikten[7] ve
körlük de bir çok bakıştan daha hayırlıdır. Zaman iki
gündür; bir gün yararınadır, diğer bir gün ise zararına;
öyleyse sabırlı ol; çünkü her ikisiyle de imtihan olunmaktasın.
Ey
insanlar, insanın vücudunda en şaşırtıcı şey
kalptir; çünkü hem hikmetin ve hem de hikmete aykırı olan
şeylerin kaynağıdır. (İnsan) ümitlendiği zaman,
tamah onu zelil kılar; tamahı tahrik edildiğinde,
aşırı istek onu helak eder. Ümitsizlik ona musallat
olduğunda, üzüntü onu öldürür; gazaba maruz kaldığında,
öfkesi artar. Hoşnut olduğunda kendisini (zararlı
şeylerden) kollamayı unutur. Korkulu bir durumla
karşılaştığında, keder her tarafını
kuşatır. Kendisini emniyet ve güvencede bulduğunda,
düşmandan gaflet eder. Yeni bir nimete ulaştığında,
övünür. Bir mal elde ettiğinde, zenginlik onu isyana sürükler.
Fakirliğe uğradığında, bela ve sıkıntı
onu meşgul eder. Bir musibetle
karşılaştığında, tahammülsüzlük onu rezil eder;
sabırsızlık onu meşakkate düşürdüğünde, zaafa
duçar olur. Yemekte aşırı gittiğinde, rahat nefes
alamayacak derecede yer. Öyleyse her tefrit ona zararlı olduğu gibi,
her ifrat (aşırı gitmek) da onu mahveder.
Ey
insanlar, cimri olan, zelil olur. Bağışta bulunan, yücelir.
Malı çok olan, malıyla övünür. Hilmi çok olan, şerefli olur.
Allah'ın künhü (zatı) hakkında düşünen, dinden çıkar.
Bir şeyi çok yapan, onunla tanınır. Çok şaka yapan,
küçülür. Çok gülen, heybetini kaybeder. Edebi olmayanın, soyu bozulur. En
iyi iş malını harcayarak şahsiyetini korumaktır.
Cahille düşüp kalkan, akıllı değildir. Cahil bir kimseyle
oturup kalkan, dedikoduya maruz kalmaya hazır olmalıdır. Ne
zengin, malıyla ölümden kurtulabilir, ne de fakir fakirliğiyle.
Ey
insanlar, şüphesiz, kalpleri kusur edenlerin tutumundan uzaklaştırmak için kalplerin
tanıkları vardır. Öğütleri anlamak hususunda ferasetli
(uyanık) olmak, nefsi hatadan çekinmeye sevkeder. Heva ve heves, bazen
kalbe sızar; ama akıl, (heva ve hevesi) engelleyip alıkoyar.
Tecrübelerde yeni ilimler vardır. İbret almak, (insanı) hidayete
sevkeder. Başkalarında görüp de sevmediğin özellikler, öğüt
alman için sana yeter. Mümin kardeşinin senin üzerinde olan hakkı,
senin onun boynundaki hakkın gibidir. Kendi görüşü ile yetinen,
kendisini tehlikeye atmış olur.
Bir işe girişmeden tedbir almak,
pişman olmayı önler. Çeşitli görüşleri araştıran,
hataları tespit edebilir. Boş sözlerden çekinenin görüşü, bütün
akıllara denk olur. Şehvetini sınırlayan, kadrini ve
kıymetini korumuş olur. Kim dilini korursa, kavmi ona itimat eder ve
isteğine ulaşır. Durum ve şartların değişmesiyle
insanların gerçek mahiyeti ortaya çıkar. Zaman, gizli kalan
gerçekleri senin için gün ışığına çıkarır.
Karanlıklara dalan bir kimseye, çakan şimşeğin faydası
olmaz. Hikmetle meşhur olan bir kimseye, vakar ve heybet gözüyle
bakılır. En güzel zenginlik, arzuları terketmektir. Sabır,
yoksulluğa karşı bir siperdir. Aşırı istek,
fakirliğin alametidir. Cimrilik, miskinliğin elbisesidir. Dostluk,
kazanılmış akrabalıktır. Cömert yoksul, katı yürekli zenginden daha iyidir. Öğüt,
kabul eden kimse için bir sığınaktır. Gözünü serbest
bırakanın, üzüntüsü çok olur. Ahlakı kötü olanın, ailesi
ondan bıkıp-usanır. Hedefine (mal ve makama) ulaşan,
böbürlenir. Arzun, sana çok az doğru söyler (arzular genellikle aldatıcı
ve yalan olur). Tevazu sana heybet elbisesini giydirir. Güzel ahlak,
rızkın hazineleridir. Hayâ elbisesini giyenin, ayıpları
halka gizli kalır. Ölçülü konuşmaya çalış; çünkü ölçülü
konuşanın, yükü hafifler. Nefsin olgunlaşması, ona
muhalefet etmeğe bağlıdır. Zamanı tanıyan,
(göçmek için) hazırlanmaktan gaflet etmez. Bilin ki, her yudum suda
boğaza kaçıp boğulma ve her lokmada da boğaza
tıkanıp kalma tehlikesi vardır. Bir nimet elden
çıkmadıkça, başka bir nimet elde edilmez. Her canlının
bir rızkı olduğu gibi, her tanenin de bir yiyeni vardır.
Sen de ölümün yemeğisin.
Ey insanlar, bilin ki, yeryüzünde yürüyen
herkes, yerin altına gömülecektir. Geceyle gündüz ömürleri tüketmek için
adeta yarışmaktadırlar.
Ey insanlar, nankörlük alçaklıktır.
Cahille arkadaş olmak, uğursuzluktur. Yumuşak konuşmak,
büyüklüktendir. Hileden sakın; çünkü hile alçak kimselerin huyudur. Her
arayan bulamaz; her yolculuğa çıkan, geri dönemez. Seninle soğuk
olan (seni terkeden) kimseye, ilgi gösterme. Nice uzak vardır ki,
yakından da yakındır. Yoldan önce yolculuk
arkadaşını, evden önce de komşunu sor. Kendinde olanı
bildiğin için, kardeşinin ayıbını ört.
Düşmanın sana galip geleceği bir gün için,
arkadaşının yanlışlıklarını
görmezlikten gel. Zarar vermeye güç yetiremediği bir kimseye buğzeden
kişinin üzüntüsü uzun, ruhu ise azap içerisinde olur. Allah'tan korkan,
zulmetmekten çekinir. Hayrı şerden ayırt edemeyen, hayvan
mesabesindedir. Azığı yok etmek, bozgunculuktandır. Dünya
musibeti, yarının büyük yoksulluğu karşısında ne
kadar da küçüktür?!
Bütün anlaşmazlıklarınız
kendi isyan ve günahlarınızdan kaynaklanır. Rahatlık
zorluğa, sıkıntı da değişime ne kadar da
yakındır.[8] Ardında cennet olan kötülük, kötülük
değildir; ardında cehennem olan hayır da hayır
değildir. Cennetten başka her nimet önemsizdir. Cehennem
ateşinden başka her bela afiyettir. İnsan,
batınını düzeltmek istediğinde, büyük günahlar aşikâr
olur. Ameli halis kılmak, amelin kendisinden daha zordur. Amel edenlere,
niyeti bozgunculuktan arındırmak, cihadın uzamasından daha
çetindir.
Heyhat, eğer Allah korkusu
olmasaydı, Arapların en kurnazı olurdum. Gizlide ve açıkta
Allah'tan sakınmaya, hoşnutlukta ve gazap halinde hakkı
söylemeye, zenginlikte ve fakirlikte orta halli olmaya, dosta ve düşmana
adaletle davranmaya, neşe ve yorgunluk halinde amel etmeye, darlıkta
ve genişlikte Allah'tan hoşnut olmaya çalışın. Sözü çok olanın, hatası çok olur;
hatası çok olanın, utancı az olur; utancı az olanın,
vera'sı azalır; vera'sı azalanın, kalbi ölür; kalbi ölen
ise cehenneme girer. Tefekkür eden ibret alır; ibret alan, inzivaya
çekilir; inzivaya çekilen ise salim kalır. Heva ve hevesten vazgeçen hür
olur. Kıskançlığı terkeden, halkın yanında
sevimli olur. Müminin izzeti, halka el açmamasındadır. Kanaat,
tükenmez bir maldır.[9] Ölümü
fazla anan, dünyadan az bir miktara razı olur. Sözünün de amelinden
olduğunu bilen kişinin, sözü azalır; ancak yararlı olan
sözü söyler. Cezadan korkup günahtan sakınmayan, sevap dileyip tövbe
etmeyen kimseye şaşarım doğrusu. Tefekkür nur, gaflet
zulmet, cehalet ise sapıklık doğurur. Mutlu olan,
başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep, en iyi mirastır.
Güzel ahlak, en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte,
bolluk ve bereket olmadığı gibi fısk-u fücurda da zenginlik
olmaz.
Afiyet
on kısımdır; dokuz kısmı, Allah'ın zikri
dışında susmaktadır; bir kısmı ise akılsız
kimselerle düşüp kalkmamaktadır. İlmin başı,
yumuşaklık ve iyi davranmaktır; afeti, kabalık ve
sertliktir. Musibetlere sabretmek, iman hazinelerindendir. İffetlilik
fakirliğin ziynetidir; şükürde bulunmak da zenginliğin
ziynetidir. Çok görüşmek, usandırıcıdır. Birisini
denemeden itimat etmek, ihtiyata (ileri görüşlülüğe)
aykırıdır. İnsanın kendisini beğenmesi,
aklının az olduğunu gösterir. Günahkârı (Allah'ın
rahmetinden) ümitsiz etme; çünkü nice günahkâr kimseler vardır ki,
akıbetleri hayırla son bulmuş ve nice iyi amel eden kimseler de
vardır ki, sonunda bozgunculuğa başlayıp cehenneme
yönelmişlerdir. Kulların hakkına tecavüz etmek, ahiret için ne
de kötü bir azıktır. Amelini, ilmini, buğzunu, almasını,
vazgeçmesini, susmasını, işini ve sözünü yalnız Allah
rızası için halis yapan kimseye ne mutlu.
Müslüman, (günahlardan ve şüpheli
şeylerden) sakınmadıkça Müslüman olamaz; zahit olmadıkça da
(günah ve şüpheli şeyleden) sakınan olamaz; ileri görüşlü
olmadıkça da zahit olamaz; akıllı olmadıkça da ileri görüşlü
olamaz; akıllı kimse ise, ancak Allah'ın emrini kavrayıp
ahiret evi için amel eden kimsedir. Allah'ın salat ve selamı Peygamber'e ve onun pak Ehl-i
Beyt'ine olsun.
Hacamet
(enseden kan aldırma), bedeni salim kılar ve aklı güçlendirir.
Bıyığı kısaltmak, temizliktendir; aynı zamanda (Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alihin) sünnetidir. Bıyığa güzel koku
sürmek, kâtipler (amelleri yazan melekler) için bir saygıdır;
aynı zamanda sünnettir de. Yağ sürmek, deriyi yumuşatır;
akıl ve beyin gücünü artırır; gusül ve abdest suyunun
akışını kolaylaştırır; saçın
karışıp keçelenmesini giderir ve rengi parlatır. Misvak
kullanmak Allah'ın rızasına, ağzın güzel
kokmasına sebep olur ve sünnettir. Hatmi bitkisi (hanım çiçeği)
ile başı yıkamak, kiri temizlediği gibi pisliği de
giderir. Abdest alırken, mazmaza ve istinşak etmek (ağıza
ve buruna su almak), ağzı ve burunu temizler. Enfiye, baş için
sıhhat, beden ve baştaki dertler için şifadır. Hamam otu,
bedenin sağlamlığına ve temizliğine sebep olur.
Tırnakları
kesmek büyük dertleri önler, rızık getirir ve onu çoğaltır.
Koltuk altının tüylerini almak, kötü kokuyu giderir, aynı
zamanda temizlik ve sünnettir de. Elleri yemekten önce ve sonra yıkamak, rızkı
artırır. Bayram gusülleri, Allah'tan bir şey dileyen ve sünnete
uymak isteyen kimsenin temizliğidir.
Geceleyin (sahur vakti) kalkmak, bedenin
sıhhatine ve Allah'ın rızasına sebep olur; aynı
zamanda rahmete yönelmek ve peygamberlerin ahlakına sarılmaktır.
Elma yemek, mideye güzel koku verir. Günlük[11] çiğnemek, dişleri
sağlamlaştırır, balgamı yok eder ve ağzın
kokusunu giderir. Şafak söktükten sonra gün doğana kadar, camide
oturmak, rızk elde etmek için, yeryüzünde koşup yolculuk yapmaktan
daha tesirlidir.
Ayva yemek, zayıf kalbi kuvvetlendirir,
mideye güzel koku verir, zekâyı geliştirir, korkağa cesaret
verir ve çocuğu güzelleştirir. Her gün aç karnına yirmi bir tane
kuru üzüm yemek, ölümden başka her hastalığın önünü
alır.
Müslümanın, Ramazan
ayının ilk gecesinde hanımıyla cinsel ilişkide bulunması
müstehaptır. Çünkü Allah-u Teâla buyurmuştur ki: "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size
helal kılındı."[12]
Parmaklarınıza, gümüş olmayan
yüzük takmayın. Çünkü Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: Allah-u Teâla,
parmağında demir yüzük olan eli tahir kılmaz.
Allah'ın isimlerinden birini yüzük
taşına nakşeden kimse onu, istinca ettiği (necaset
temizlediği) ele takmamalıdır. Herhangi biriniz, aynaya
baktığında şöyle demelidir: Elhamdulillahillezi halekanî fe ahsene halkî ve savveranî fe ahsene
sûretî ve zane minnî ma şane min ğayrî ve ekremenî bil İslam.[13]
Yabancılara, en güzel şekilde
görünebilmek için süslendiğiniz gibi, sizi görmek için yanınıza
gelen kardeşleriniz için de süsleniniz.
Her
ayın üç gününde ve Şaban ayının tamamında oruç tutmak,
göğüsün vesvesesini giderdiği gibi kalbin
ıztırabını da yok eder. Soğuk suyla istinca etmek
(tuvalette kendini temizlemek) basuru keser. Elbiseyi temizlemek, üzüntüyü
giderir ve namaz için bir temizliktir. Sakaldan beyazlaşan tüyü
koparmayın; çünkü o bir nurdur. Her kim İslam dininde iken
ihtiyarlarsa, kıyamet günü onun bir nuru olacaktır. Müslüman kimse
cünüplü olarak uyumaz, taharetli (abdestli) olarak uyur. Eğer su bulamazsa
toprakla teyemmüm eder. Zira Müminin ruhu uyuduğu zaman Allah'a (c.c)
yücelir; O da onu kabul edip mübarek kılar; eğer eceli gelmiş
olursa, onu güzel bir surette karar verir; eğer eceli gelmezse, onu, ona
emin olan meleklerle birlikte geri çevirir ve bedenine geri döndürür.
Müslüman
kimse kıbleye doğru tükürmez; eğer unutarak yaparsa, Allah'tan
mağfiret diler. İnsan secde yerine, yemeğine, içtiği
şeye ve dua yazılı pazubantına üflememelidir. Sizden hiç
biriniz cadde üzerine gait yapmamalıdır. Damın üzerinden havaya
ve akar suya idrar edilmemelidir. Kim öyle yapıp bir zarar görürse, sadece
kendisini kınamalıdır. Çünkü suda ve havada yaşayan
varlıklar vardır. İdrar ettiğinizde yukarıya ve
rüzgara doğru idrar etmeyin. Sırt üstü uyumayın.[14] İnsan tembellik ederek ve göğsünü
öne çıkararak namaz kılmamalıdır.[15] Kul,
Allah'ın huzurunda durduğu vakit (dünya hakkında) az
düşünmelidir. Çünkü onun namazdan olan hissesi, huzur-u kalple
kıldığı miktarıncadır. Allah'ı zikretmeği
hiç bir yerde ve hiç bir halde terketmeyin. Namazda sakın başka bir
şeye teveccüh etmeyin; zira kul başka bir şeye teveccüh
ettiğinde Allah-u Teâla ona şöyle buyurur: "Kulum bana teveccüh
et, bana teveccüh etmen başkasına teveccüh etmenden daha hayırlıdır."
Sofraya
dökülen ekmek parçalarını toplayıp yiyin. Çünkü onları
şifa niyetiyle yemek, Allah'ın izniyle her hastalık için şifadır. Pamuk
elbise giyin; çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in elbisesidir; Resulullah hastalık dışında yün ve tüyden
yapılan elbiseyi giymezdi. Sizlerden biriniz yemekten sonra, yemek
yediği parmaklarını yaladığında Allah-u Teâla
şöyle buyurur: "Barekellah
fike" (Allah sana bereket verir).
Allah-u Teâla cemali
sever ve nimetinin eserini kulunda görmeyi de sever. Selam vermekle olsa bile,
sıla-ı rahim (akrabalarla ilişki kurup onlara muhabbet) edin.
Çünkü Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur: "Sakının Allah'tan ki, onunla haklarınızı
dile-mekesiniz ve akrabalardan ilişkiyi kesmekten de çekinin".[16]
Günlerinizi maceralar
anlatmak, "şöyle böyle yaptım" demekle geçirmeyiniz. Çünkü
amellerinizi koruyan muhafızlar sizinle birliktedir. Allah'ı her
yerde anın. Peygambere ve Ehl-i Beytine -Allah'ın salat-ı Ona ve onların üzerine olsun-
selavat getirin. Zira Allah-u Teâla, o Hazreti andığınızda
ve saygıda bulunduğunuzda duanızı kabul eder. Sıcak
yemeği bırakın soğusun ve yenilecek bir hale gelsin. Zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih sıcak yemek getirdiklerinde şöyle buyurdu:
"Bırakın soğusun ve yenilir bir hale gelsin. Allah-u Teâla
sıcak yemeği bize yedirmez; bereket soğuk yemektedir; sıcak
yemeğin bereketi olmaz.
Çocuklarınıza
Allah'ın onlara yarar vermesini sağlayacak ilimleri öğretin ki,
mürcieye[17] yenik
düşmesinler.
Ey insanlar!
Dillerinizi koruyun. (Hak karşısında) kayıtsız
şartsız teslim olun. Emanetleri, peygamberlerin katilleri bile
olsalar sahiplerine iâde edin. Pazara girdiğinizde ve halkı ticaret
işleriyle meşgul olarak gördüğünüzde, Allah'ı çok
anın. Çünkü bu amel, günahların keffareti olduğu gibi
hasenatın da artmasına sebep olur. Gafillerden olmayınız.
Ramazan ayı ulaştığında kula yolculuğa
çıkmak yakışmaz. Çünkü Allah-u Teâla buyurmuştur ki: "Sizden her kim Ramazan ayında
hazır bulunursa o ayı oruç tutsun."[18]
Şarap
içmede ve ayakkabının üzerine mesh etmede takıyye yoktur (yani
bu işler takıyye olarak bile yapılmaz). Sakın
hakkımızda gulüv (ifrat) etmeyin. Bizi Allah'ın kulları
bilin; sonra faziletimizden dilediğiniz şeyi söyleyin. Bizi seven,
yaptığımız ameli yapmalıdır ve vera' (günahlardan
ve şüpheli şeylerden kaçınıp çekinmek) ile bu makama
ulaşmaya çalışmalıdır. Çünkü haramlardan çekinmek,
dünya ve ahirette yardım dilenilecek en iyi vesiledir. Bize ayıp
isnat eden kimselerle bir arada oturmayın.
Düşmanımızın yanında bizi açıkça överek bize olan
sevginizi aşikâr etmeyin ki kendinizi yöneticilerinizin yanında hakir düşürürsünüz.
Doğruluğa sarılın. Çünkü o, kurtuluş vesilesidir.
Allah'ın indinde olan şeye, rağbet edin. Allah'ın
rızası ve itaatini talep edin; bu yol uğrunda sabırlı
olun.
Müminin
ayıpları ortaya çıkıp horlanarak cennete girmesi ne de
kötüdür. İşlediğiniz günahlarınızın affedilmesi
için, kıyamet günü size şefaat dilemekten dolayı bizi zahmete
düşürmeyin. Kıyamet günü kendinizi
düşmanlarınızın yanında utandırmayın. Allah
katındaki makamınızı bırakıp bu değersiz
dünyaya kapılarak kendinizi tekzip etmeyin. Allah'ın size
emrettiği şeye, sıkıca sarılın. Çünkü can
verirken sizinle imrenilen cennet nimetlerini görmeniz arasındaki
fasıla, ancak Resulullah'ın
(can çekişme vakti yanınızda) hazır olması
mıktarıncadır. (Siz ölür ölmez cennet nimetlerine
kavuşacaksınız). Allah indinde olan şey daha
hayırlı ve kalıcıdır. Allah'a andolsun ki (ölüm vakti)
ona müjde verilir, gözü aydınlanır ve likaullah'a aşık
olur.
Maddi
durumları zayıf olan
kardeşlerinizi küçümsemeyin; kim bir Mümini küçümserse, Allah da
onu küçümser ve kıyamet günü de o ikisini bir araya getirmez; ancak tövbe
edip pişman olması hariç. Kardeşinin kendisine muhtaç
olduğunu gören kimse, ihtiyacını karşılamak için, onu
talepte bulunma zahmetine düşürmemelidir. (Yani istemeden
ihtiyacını karşılamalıdır.) Birbirinizi ziyaret
edin, birbirinize şefkatli davranın, birbirinize
bağışta bulunun. Söyleyip amel etmeyen münafık gibi
olmayın. Evlenin; zira Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Sünnetime
uymayı seven mutlaka evlenmelidir. Çünkü evlenmek sünnetimdendir. Evlat
sahibi olmaya çalışın, zira ben sizin çokluğunuzla
diğer ümmetlere karşı övüneceğim.
Evlatlarınızı zinakâr ve deli
kadının sütünden koruyun. Çünkü süt
bulaştırıcıdır. (Bazı ruhi ve cismi özellikleri
çocuğa aktarır.) Taşlığı, mahmuzu ve
kursağı olmayan kuşun etinden uzak olun. Azı dişi olan
yırtıcı hayvanın ve pençesi olan kuşun etinden
sakının. Dalak yemeyin; çünkü dalak bozuk kandan oluşur.[19] Siyah
elbise giymeyin. Çünkü siyah elbise Firavun'un
elbisesidir. Etin urundan sakının. Zira o cüzam damarını
tahrik eder. Dinde kıyas etmeyin. Çünkü dinde kıyas yapılmaz.
Pek yakında bazı kimseler gelir ki, dinde kıyas ederler; bunlar
dinin düşmanlarıdır. İlk kıyas eden Şeytan'dı.
Ucu sivri ayakkabı giymeyin. Çünkü o Firavun'un
ayakkabısıdır. Bu Çeşit ayakkabıyı ilk icat eden
şahıs odur.[20]
Şarap içenlere karşı
çıkın. Hurma yiyin. Çünkü hurma dertlere dermandır. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in sözüne uyun; o şöyle buyurmuştur:
"Kim kendi yüzüne dilencilikten (başkalarına ağız
açmaktan) bir kapı açarsa Allah da fakirlikten onun yüzüne bir kapı
açar."
Çok mağfiret dileyin. Çünkü bu amel,
rızkı çoğaltır. Gücünüz yettiği kadar ahiretiniz için
iyi amel gönderin. Zira, onu yarın hazır bulursunuz. Cedelleşmek
ve Tartışmaktan sakının. Çünkü tartışmak
şüphe doğurur.[21]
Allah'tan bir şey dileyen, onu şu üç
saatte dilemelidir: 1- Cuma gününde. 2- Öğle vaktinde, ki rüzgar eser,
göklerin kapıları açılır, rahmet iner ve kuşlar öter.
3- Gecenin son saatlerinde şafak söktüğü vakit. Bu vakitte iki melek
şöyle çağrıda bulunurlar: Tövbe edecek var mı tövbesi kabul
edilsin? İhtiyacı olan var mı karşılansın?
Mağfiret isteyen var mı bağışlansın? Ve
dileği olan var mı? Öyleyse Allah'ın davetçisine icabet edin.
Şafağın sökmesinden
güneşin doğuşuna kadar rızık talep edin. Çünkü bu,
rızık kazanmak için yeryüzünde dolaşmaktan, daha
faydalıdır. İşte bu vakit Allah-u Teâla'nın
kulları arasında rızkı taksim ettiği vakittir. Fereci
(kurtuluşu) bekleyin. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü
Allah katında amellerin en sevimlisi fereci (kurtuluşu) beklemek ve
Müminin sürekli olarak yaptığı (asla terk etmediği)
amelidir. Sabah namazını kıldıktan sonra Allah'a tevekkül
edin. İşte o zaman büyük bağış ve ihsanlar verilir.
Kılıçla haremlere (Mescid-ül Haram ve Mescid-ün Nebiye) girmeyin.
Kılıç önünüzde (olduğu halde) namaz kılmayın. Çünkü
kıble emniyet yeridir.
Hacca gittiğinizde, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in kabrini ziyaret edin. Bu ziyareti terketmek
zulümdür ve siz buna emrolunmuşsunuz. Üzerinizde hakları olanların
kabirlerinin ziyaretine gidin; bir müddet orada kalın, o kabirlerin
kenarında Allah'tan rızık talep edin. Zira onlar sizin ziyaret
etmenizle sevinirler. Kişi anne ve babasının kabrinin
kenarında onların hakkında dua ettikten sonra (Allah'tan) kendi
isteğini dilemelidir. Büyük günahları işlemeye gücünüz
yetmediğinde, küçük günahlarınızı, az saymayın. Çünkü
küçük günahlar toplanır büyük olur. Secdeleri uzatın. Kim secdeyi
uzatırsa, Allah'a itaat etmiş ve kurtuluş bulmuş olur.
Ölümü, kabirden çıkacağınız
ve Allah'ın huzurunda duracağınız günü çok anın ki,
karşılaştığınız musibetler size kolay
gelsin. Göz ağrısına tutulan Ayet-el Kürsi'yi şifa
niyetiyle okusun, inşaallah şifa bulur. Günahtan sakının.
Çünkü bütün belalar ve rızkın azlığı, hatta derinin çizilmesi,
ayağın taşa çarpması ve (bütün) musibetler günah
sebebiyledir. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Başınıza
gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar)
yüzündendir. Allah ise günahların bir çoğunu
bağışlıyor (bunlardan dolayı musibet vermiyor)."[22]
Yemek yerken Allah'ı çok anın,
konuşmayın. Çünkü yemek, Allah'ın nimet ve
rızıklarından biridir; şükrü ve hamdı ise size
farzdır. Nimet elinizden çıkmadan, ona iyi davranın (kadrini
bilin, şükrünü yerine getirin); zira nimet (sahibinden) ayrılır ve
sahibinin kendisine nasıl muamele ettiğine dair şehadet eder.
Kim Allah'ın az rızkına razı olursa, Allah da onun az
ameline razı olur. Tefritten (amel etmede gevşeklik yapmaktan)
sakının; çünkü pişmanlığın yarar
sağlamayacağı bir zamanda pişmanlığa sebep olur.
Savaş alanında düşmanla
karşılaştığınızda, az konuşun;
Allah'ı çok anın; düşmana sırt çevirmeyin; zira (bu
işinizle) Allah'ın gazabını haketmiş olursunuz.
Savaş meydanında kardeşlerinizden birinin
yaralandığını, felakete uğradığını
veya düşmanın onun canına kıymak istediğini
gördüğünüz zaman, canınızla onu güçlendirin.[23] Gücünüz
yettiği kadar, hayır iş yapın. Çünkü hayır iş,
insanı kötü ölümden korur.
Kim Allah katında makamının
nasıl olduğunu bilmek istiyorsa, günah işlediği zaman
Allah'ın kendi yanındaki makamının nasıl olduğuna
baksın.
Evde beslenecek en iyi hayvan, koyundur. Kimin
evinde bir koyun olursa melekler her gün bir defa onu takdis eder; her kimin
iki koyunu olursa, melekler onu iki defa takdis eder; keza üç koyunu olanı
da ve Allah-u Teâla şöyle buyurur: "Yaşantınız
bereketli olsun." Bir Müslüman zayıf ve güçsüz olduğunda sütle
et yemelidir. Çünkü Allah-u Teâla gücü bu ikisinde
bırakmıştır. Hacca gitmek istediğinizde, gitmeden önce
yolculuğun bazı ihtiyaçlarını alıp
hazırlayın. Zira Allah-u Teâla (cihattan kaçmak isteyenler
hakkında) şöyle buyuruyor: "Savaşa
çıkmayı kasdetselerdi, elbette bir hazırlıkta
bulunurlardı."[24]
Güneşli havada
oturduğunuzda güneş sırtınıza vuracak şekilde
oturun. Çünkü güneş gizli hastalıkları aşikâr eder.
Hacca gittiğinizde
Allah'ın evine çok bakın. Çünkü Allah'ın, Beyt'ül
Haram'ının nezdinde yüz yirmi (çeşit) rahmeti vardır.
Altmış tanesi tavaf edenler, kırk tanesi namaz kılanlar,
yirmi tanesi de bakanlar içindir. Beytullah-il Haram'ın kenarında,
aklınızda olan günahları itiraf edin, aklınıza
gelmeyen günahlar hususunda ise şöyle deyin: Allah'ım! Bizim
unuttuğumuz, fakat senin unutmadığın
günahlarımızı sen affeyle. Zira kim o mekânda günahlarına
ikrar eder, onları sayar, onları hatırlar ve onlardan
dolayı Allah'tan mağfiret dilerse, o günahları
bağışlamak Allah'a hak olur. Bela inmeden önce dua etmeye
koyulun. Altı vakitte göğün kapıları açılır:
Yağmur yağdığı vakit, cihat vakti (saldırı
zamanı), ezan vakti, Kur'an okunduğu vakit, öğlenin ilk vakti ve
şafak söktüğü vakit.
Kim ölünün cesedi
soğuduktan sonra ona el sürerse, gusletmesi gerekir. Bir Mümine gusül
ettirenin onu kefenledikten sonra, gusledip artık ölüye dokunmaması
gerekir; dokunursa tekrar gusletmesi farz olur.[25]
Kefenleri (güzel kokuyla) tütsülemeyin. Ölülerinize kâfur
dışında koku sürmeyin. Çünkü ölü ihrama giren kimse gibidir
(güzel koku kullanmak ihramda olan kimseye haramdır). Ailenize, ölünün
yanında güzel konuşmayı emredin.
Resulullah salla'llâhu
aleyhi ve alih'in
kızı Fatıma aleyha selam babası vefat ettiği zaman, Beni
Haşim kızları kendisine matem elbisesi getirdiklerini
bildirdiklerinde şöyle buyurdu: "Matem elbisesini (cahiliye
âdetlerini) bir kenara bırakın, (onun yerine) dua edin."
Müslüman,
kardeşinin aynasıdır; kardeşinizde bir
yanlışlık gördüğünüzde, ona yüklenmeyin; onu irşad
edin; ona nasihatta bulunun ve onunla iyi geçinin. İhtilaftan
sakının. Çünkü ihtilaf dinden çıkıp dinin hükümlerine
uymamaya sebep olur. Orta halli olun (ifrat ve tefritten sakının).
Birbirinize şefkatli ve merhametli davranın.
Hayvanıyla yolculuğa çıkan
(konaklayacağı yere ulaştığında) ilk önce onun
otunu ve suyunu vermelidir. Hayvanın yüzüne vurmayın. Çünkü o da
Rabbini tenzih ve tesbih ediyor.
Kim yolculukta yolunu yitirir veya
canından korkarsa; "Ey Salih
yardımıma koş" diye çağrıda bulunsun. Zira cinden
olan kardeşlerinizin arasında sesinize cevap verecek, yolunu
şaşırana yol gösterecek ve hayvanını koruyacak
kimseler vardır. Kim arslandan, canı, hayvanı (atı, devesi)
veya koyunu için korkarsa, onların etrafına daire şeklinde bir
çizgi çizip şöyle demelidir: "Allah'ım! Ey Danyalın,[26]
kuyunun ve her yırtıcı arslanın Rabbi! Beni ve
koyunumu koru."
Boğulmaktan korkan şöyle demelidir. "Bismillahi mecraha ve mürsaha inne
Rabbî leğafûrun rahim."[27] Vema kaderullahe hakke kadrihi ve'l erzu
cemîan kabzetuhu yevmel kıyameti ve's semavatu metviyyatun biyemînihi
Subhanehu ve Teâla amma yuşrikûn"[28] Akrepten
korkan şu ayeti okumalıdır: "Selamun
ala Nuh'in fil alemin. İnna
kezalike neczil muhsinîn. İnnehu min ibadin'el mu'minîn."[29]
Yeni doğan evladınız için
yedinci gününde akike (kurban) kesin. Saçlarını tıraş
ettiğinizde saçlarının ağırlığı kadar
gümüş sadaka verin. Bu iş, her Müslüman için gereklidir. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de Hasan ve
Hüseyin için böyle yaptı.
Dilenciye bir şey verdiğinizde ondan hakkınızda dua
etmesini isteyin; zira duası sizin hakkınızda kabul olur, ama
kendi hakkında kabul olmaz. Çünkü (dilenciler genellikle) yalan
konuşurlar.
Kendisiyle sadaka verdiğiniz elinizi
öpün; zira sadaka dilencinin eline geçmeden önce Allah onu alır. Nitekim
Allah-u Teâla (Kur'an'da) buyurmuştur ki: ("Bilmezler mi bizzat Allah kullarından tövbeyi kabul eder)
ve sadakaları alır."[30] Sadakayı gece (vakti) verin. Çünkü gece
verilen sadaka Allah'ın gazabını yatıştırır.
Sözlerinizi amellerinizden sayın ki,
hayır işlerin dışında, konuşmalarınız
azalsın. Allah'ın size verdiği rızıktan (fakirlere)
infak edin; zira infak eden kimse, Allah yolunda cihat eden kimse gibidir.
Mükâfata yakini olan, cömertçe infak eder.
Bir şeye yakini olup da sonra
şüpheye düşen, önceki yakini üzere amel etmelidir. Çünkü şüphe
yakini gidermez ve onu bozmaz. Yalan yere şahitlik yapmayın.
Şarap içilen sofrada oturmayın. Çünkü insan ne zaman alınıp
götürüleceğini (öleceğini) bilmez.
Yemeğe oturduğunuzda köleler gibi
oturun, yerde (oturarak) yiyin; bacak bacak üzerine atmayın ve
bağdaş kurup oturmayın; çünkü böyle oturmak Allah'ın
sevmediği bir oturuştur ve böyle oturana Allah gazap eder. Peygamberlerin
akşam yemeği yatsı (namazın)dan sonra idi. Akşam
yemeğini terketmeyin. Çünkü onu terketmek bedeni çökertir.
Bedenin ateşi, ölümün öncüsü ve
Allah'ın yeryüzündeki zindanıdır. Allah-u Teâla kullarından
istediği kimseyi onda mahpus eder.
Ateş, devenin hörgücünden tüylerin dökülmesi gibi günahları döker.
Yara ve ateşten başka bütün hastalıklar, bedenin dahilindedir,
ama bunlar bedenin zahirinde olurlar. Bedendeki ateşi menekşe ve
soğuk suyla düşürün. Çünkü bu ateşin
sıcaklığı cehennemin
sıcaklığındandır.
Müslüman bir kimse, hastalığı
sıhhatine galip olmadıkça ilaç kullanmamalıdır.
Dua, kesinleşen kaza ve kaderi geri
çevirir. Öyleyse onu hazırlayın ve okuyun. Temizlendikten sonra
alınan abdestin on hasenesi vardır; öyleyse kendinizi temizleyin.
Tembellikten kaçının. Çünkü tembellik eden kimse Allah'ın
hakkını edâ edemez. Bedenin pis kokusunu, suyla temizleyin.
Kendinizi kontrol edin; Temizliği riayet
etmediği için birlikte oturduğu kimsenin
rahatsızlığına sebep olan kulu, Allah sevmez. Namazda
sakalınızla ve sizi oyalayan herhangi bir işle uğraşmayın.
Başka bir işle meşgul olmadan
önce, hayır iş yapmaya koşun. Müminin nefsi kendi
tarafından meşakkattedir, (fakat) başkaları ondan
rahattırlar. Sözlerinizin çoğu Allah'ın zikri olmalıdır.
Günahtan sakının. Çünkü kul günah
işler ve rızık ondan kesilir. Hastalarınızı
sadakayla tedavi edin. Mallarınızı zekât vermekle koruyun.
Namaz, her takvalının (Allah'a) yaklaşma vesilesidir. Hac her
güçsüzün cihadıdır. Eşine iyi davranmak, kadının
cihadıdır. Fakirlik en büyük ölümdür.[31] Aile
azlığı, iki kolaylıktan biridir. Takdir (ölçülü davranmak),
geçimin yarısıdır.
Üzüntü, ihtiyarlığın yarısıdır.
İktisatlı (orta halli) davranan kimse, fakir olmaz.
İstişare eden, helak olmaz. Şerefli ve dindar kimselerden
başkasına ihsan etmek uygun değildir. Her şeyin meyvesi
vardır, hayır işin meyvesi ise onu
çabuklaştırmaktır.
Mükâfata yakini olan, cömertçe
bağışta bulunur. Musibet vakti bacaklarına vuranın,
mükâfatı hiç olup gider. Müminin en iyi
ameli, fereci (kurtuluşu) beklemektir. Ana babayı üzen, onlara
asilik yapmıştır. Rızkı sadakayla indirin.
Çeşitli belaları, duayla defedin.
Bela inmeden önce, duaya sarılın. Taneyi (tohumu) yaran ve
insanları yaratan Allah'a andolsun ki, belanın Mümine
saldırısı, selin tepenin yukarısından aşağıya
dökülmesinden ve beygirin koşuşundan daha süratlidir.
Belaların zorluğundan
kurtulmayı Allah'tan dileyin. Çünkü belanın çetinliği dini yok
eder. Mutlu kimse, başkalarının başına gelenlerden
ibret alan kimsedir.
Riyazetle, güzel ahlakı kendinize
kabullendirin. Çünkü Mümin bir kul, güzel ahlakıyla, gündüzleri oruç tutan
ve geceleri namaz kılan kimse derecesine erişir.
Bilerek şarap içen kimse
bağışlanmış olsa bile, Allah-u Teâla cehennem ehlinin
bedenlerinden akan sarı suyu ona içirir. Günah işlemek için adanan
adak geçersizdir. Akrabalık ilişkisini kesmek için edilen yemin
geçersizdir. Amelsiz dua eden, yaysız ok atan kimseye benzer. Kadın,
sadece kendi kocası için güzel koku sürmelidir. Malını savunma
yolunda ölen, şehittir. Aldatılan, ne övülür ve ne de görüşü
alınır.
Evladın babasının,
kadının da kocasının izni olmaksızın yemin
etmeleri geçersizdir.
Allah'ı zikir etmeden akşama dek
konuşmayı terketmek, (samt orucu tutmak) doğru değildir.
Hicretten sonra taarrub (küfür
vatanına dönmek) caiz değildir. Mekke fethinden sonra hicret etmek,
farz değildir.
Allah katında olanı talep edin;
çünkü Allah katında olan şey, sizi halkın elinde olan
şeyden ihtiyaçsız kılar. Allah-u Teâla, mesleğinde
güvenilir olan kimseyi sever. Allah indinde, namazdan daha sevimli bir iş
yoktur. Sakın dünyevi işler, sizi namazı vaktinde eda etmekten
alıkoymasın.
Allah-u Teâla, namazı vaktinde edâ etmeye
itina göstermeyenleri kınayıp şöyle buyurmuştur: "Vay o namaz kılanların
haline ki, namazlarından gafildirler."[32]
Biliniz ki,
düşmanlarınızın salihleri riyakârdırlar; Çünkü Allah-u
Teâla onları (ihlasla amel yapmaya) muvaffak kılmaz ve
rızası için yapılmayan hiç bir ameli de kabul etmez.
İyilik eskimediği gibi günah da
(kötülük de) unutulmaz. "Şüphe
yok ki, Allah-u Teâla sakınanlar ve iyilik edenlerle beraberdir."[33]
Mümin, kardeşini ayıplamaz; ona
hıyanet etmez; ona iftirada bulunmaz; (zorluklarda) yalnız
bırakarak yardımını kesmez ve ondan teberri etmez
(uzaklaşmaz). Kardeşinin mazeretini kabul et, mazereti olmadığı
takdirde ona bir mazeret bul.[34]
Dağları yerinden söküp atmak, süresi
gelmemiş saltanatı yerinden söküp atmaktan daha kolaydır. Allah'tan yardım isteyin; sabredin.
Şüphe yok ki yeryüzü Allah'ındır, kullarından
dilediğini ona mirasçı kılar ve sonuç (zafer)
sakınanlarındır.[35]
Vakti gelmeden önce bir işe başlamakta
acele etmeyin, sonunda pişman olursunuz. Vakit (ömür) uzun görünmesin
size, yoksa kalbiniz sertleşir. Güçsüzlerinize rahmedin ve Allah-u
Teâla'dan rahmet dileyin.
Gıybetten sakının; müslüman,
kardeşinin gıybetini etmez; Allah-u Teâla gıybet etmeyi nehyetmiş
ve şöyle buyurmuştur: "Bazınız,
bazınızın gıyabında kötülüğünü söylemesin; hangi
biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz."[36]
Mümin namazda elini
bağlamamalıdır... Ayakta iken su içmeyin. Zira insanı
çaresiz bir derde düşürür; ancak Allah şifa vermiş olması
hariç. Namaz halinde üzerinizde bir böcek gördüğünüzde onu toprağa
gömün veya namaz bitene kadar elbisenizde tutun. (Yani namazda onu öldürmeyin.)
Haddinden fazla kıbleden yüzü çevirmek,
namazı bozar; böyle yapan bir kimsenin ezan, ikaamet ve iftifah tekbiri
ile yeniden namaza başlaması gerekir.
Kim güneş
doğmadan önce, on defa İhlâs ve Kadir surelerini, on defa da Ayet-el
Kürsi'yi okursa, malını korktuğu şeyden korumuş olur.
Ve kim İhlâs ve Kadir surelerini güneş doğmadan önce okursa,
şeytan onu günaha düşürmek için çaba gösterse dahi günaha
düşmez. Borcun sizi yenmesinden Allah'a sığının.
Ehl-i
Beyt, Nuh'un gemisine benzer; o gemiden geri kalan helak olur.
Elbiseyi (yerlere
sürünen kısmını) katlamak namaz için temizliktir. Allah-u Teâla
buyurmuştur ki: "Elbiselerini
temizle."[37] Yani
(temiz kalması için) çemre. Bal yalamak şifadır. Allah-u Teâla
buyurmuştur ki: "O
arıların karınlarından çeşitli renkte ballar
çıkar, onlarda insanlar için şifa vardır." [38]
Yemeye tuzla başlayın,
tuzla da bitirin. Eğer insanlar tuzda olan yararı bilselerdi, onu
panzehirden daha çok değer verirlerdi. Kim yemeğe tuzla
başlarsa, Allah-u Teâla kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği
yetmiş belayı ondan uzaklaştırır.
Her ayın üç
günü, oruç tutun. Zira böyle bir amel, ömür boyu oruç tutmayla eşittir. Biz ayın
ilk ve son perşembe günlerini ve bunların arasındaki
çarşamba gününü oruç tutarız. Allah-u Teâla cehennemi çarşamba
günü yaratmıştır; öyleyse ondan Allah'a
sığının.
Bir ihtiyacı
olan, perşembe günü sabah erken onun peşine gitmelidir. Çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih şöyle dua etmiştir: "Allah'ım!
Perşembe gününün sabahını ümmetim için mübarek kıl."
Biriniz evinden
çıktığında: "İnne
fî halk'is semavati vel arzi vehtilafil leyli ven nehar" ayetinden "İnneke la tuhlif-ul mîad"
ayetine kadar[39] ve
Ayet-el Kürsi'yi, Kadir ve Hamd surelerini okumalıdır; çünkü
bunları okuması ihtiyaçlarının
karşılanmasına sebep olur.
Kalın
dokunmuş elbise giyin. Çünkü elbisesi ince olanın, imanı
zayıf olur. (Bu tür elbise insanın vücudunu göstermesi gönünden
iffete aykırıdır.) Namaza durduğunuzda bedeni gösteren
elbise giymeyin.
Allah'a tövbe edin. O'nun muhabbetine girin.
Zira Allah-u Teâla tövbe eden ve temiz olan kimseleri sever. Mümin, Allah'a
dönen ve çok tövbe eden kimsedir.
Mümin kardeşine öf dediğinde,
onların arasındaki (kardeşlik bağı) kesilir. Yine ona
sen kâfirsin dediğinde, onlardan biri kâfir olur. (Elbette maksat zahiri
küfür değildir.)
Müminin kardeşine iftira etmesi, ona
yakışmaz; iftira ederse tuzun suda erimesi gibi
aralarındaki iman da erir. (Yani
iftira edenin imanı erir.)
Tövbe kapısı, tövbe etmek isteyen
kimse için açıktır. Öyleyse, Allah'a Tövbe-i Nasuh (halis olarak
günahı tekrarlamamak düşüncesiyle tövbe) edin; umulur ki Rabbiniz
kötü amellerinizi bağışlar.
Bir anlaşma
yaptığınızda anlaşmanıza bağlı
kalın. Çünkü hiç bir kavimden, hiç bir nimet ve bolluk günaha
düşmedikçe alınmamıştır. Allah-u Teâla kulları
hakkında zulmedici değildir. Eğer bela inmeden önce duada
bulunurlarsa, nimetleri ellerinden çıkmaz. Eğer bela indikten veya
nimet elden çıktıktan sonra samimi olarak Allah'a yönelirlerse,
gevşeklik ve israfta da bulunmazlarsa, Allah-u Teâla onların bütün
kötülüklerini ıslah eder ve elden çıkmış tüm nimetlerini de
kendilerine geri çevirir.
Müslüman sıkıntıya
düştüğünde Rabbinden şikayet etmemelidir; ama
(sıkıntılardan) dolayı O'na şikayet etmelidir. Çünkü
bütün işlerin anahtarı, yerdeki ve gökteki ve bunların
arasındaki bütün şeylerin tedbiri O'nun elindedir. O büyük
arşın Rabbidir ve bütün hamdlar alemlerin Rabbi olan Allah'a
mahsustur. İnsan uykudan kalkıp oturduğunda ayağa kalkmadan
önce şöyle demelidir: "Hasbiye'r
Rabbu minel ibad, Hasbî Huve hasbî ve ni'mel vekîl."[40]
Herhangi biriniz, gece yarısı
uykudan kalktığında göğün etrafına bakıp: "İnne fî halk'is semavati
ve'l-arzi vehtilafil leyli venne-har" ayetinden "inneke la tuhlif'ul mîad" ayetine kadar
okumalıdır.[41]
Zemzem kuyusunun suyundan içmek,
hastalığı giderir. Öyleyse Hacer-ül Esved taşının
önünde o sudan için. Dört nehir (çok bereketli ve yararlı
olduklarından dolayı sanki) cennet nehirlerindendir: Fırat, Nil,
Seyhan ve Ceyhan.
Müslüman bir kimse hükmüne güvenmediği ve
toplumda Allah'ın emrini icra etmeyen bir kimsenin emri altında
cihada gitmemelidir. Gidip ölürse, hakkımızı gasp ve
kanımızı dökmekte düşmanımıza yardımda
bulunmuştur; ölümü de cahiliye ölümüdür.
Biz Ehl-i
Beyt'i anmak, pisliğe, hastalıklara, şüphe ve günah
vesvesesine şifadır ve bizim sevgimiz Allah'ın
rızasıdır. Emirlerimizi dinleyen, yolumuza koyulan ve yolumuzu
kabullenen kimseler, yarın Firdevs cennetinde bizimle beraber
olacaklardır. Bizim hükümetimizi bekleyen, Allah yolunda kendi kanına
boyanan kimse gibidir.
Kim bizi bir savaşta görür ve yardım
dileme feryadımızı duyar da yardımımıza
koşmazsa, Allah-u Teâla onu yüzü üstü cehenneme atar. İnsanların
yeniden dirilip yolların daraldığı zamanda (kıyamet
günü), cennetin kapısı biziz. Biz Hıtta (mağfiret)
kapısıyız; o kapı
selamet ve kurtuluş kapısıdır; o kapıdan giren
kurtuluşa erer; ondan geri kalan ise helak olur.[42]
Allah-u Teâla bizimle (insanların
yaratılışını) başlatmıştır;
bizimle sona erdirecektir.[43] Bizimle
istediği şeyi yok eder; bizimle zamanın zorluklarını
uzaklaştırır ve bizim vesilemizle yağmur
yağdırır. Sakın aldatıcı şeytan sizi
aldatmasın. Eğer Kaim'imiz
(Hz. Mehdi) kıyam ederse, gök
yağmurunu yağdıracak; yeryüzü otlarını bitirecek;
kulların kalbinden düşmanlık silinecek; evcil ve
yırtıcı hayvanlar birbirleriyle uzlaşacaktır,
kaynaşacaktır; öyle ki, bir kadın başında sepet, Irak
ile Şam arasında gidip geldiğinde, ayağını
yeşillikten başka bir şeyin üzerine basmayacaktır; hiç bir
yırtıcı hayvan onu ürkütüp korkutmayacaktır. Eğer
düşmanlar arasında kalmanın ve duyduğunuz incitici sözlere
karşı sabretmenin mükâfatını bilseydiniz, gözleriniz
ışıklanırdı.
Eğer beni kaybederseniz, benden sonra
karşılaşacağınız zulüm, tecavüz, ayrım,
ilahi haklara itinasızlık ve can korkusu gibi (tatsız)
olaylardan dolayı ölümü arzulayacaksınız. İşte böyle
bir zamanda hep birlikte Allah'ın
ipine (Kur'an'a) sarılın ve tefrikaya düşmeyin; sabra, namaza ve
takıyeye sarılın. Bilin ki, Allah-u Teâla kullarının
(söz ve amellerinde) çeşitli renklere girmelerini sevmez.
Haktan ve hak ehlinden ayrılmayın.
Başkasını bizim yerimize seçen kimse, helak olur,
dünyasını kaybeder ve günahkâr olduğu halde bu dünyadan
ayrılır.
Evinize girdiğinizde evdekilere selam
verin; evde kimse olmadığında ise "Esselamu aleyna min Rabbina" deyin.[44] Evinize
girdiğinizde "Kul huvellahu
ehad" suresini okuyun. Çünkü onu okumak fakirliği giderir.
Çocuklarınıza namaz öğretin;
sekiz yaşına girdiklerinde namaz kılmadıkları takdirde
bu işten dolayı onları sorgulayın.
Köpeklerden uzak durun; her kimin elbisesine
kuru olarak köpek dokunursa elbisenin üzerine su serpsin; eğer yaş
ise elbiseyi yıkasın.
Bizden
tefsirini anlamadığınız bir hadis duyduğunuzda
onu bize bırakın ve durun (kendi görüşünüzü söylemeğe
yeltenmeyin); hak aşikâr olduğunda da teslim olun; aceleci ve
sırrı ifşa eden olmayın; aşırı gidenler
(gulüv ehli), bize dönmelidirler; geri
kalanlar (Ehl-i Beyt'in makamını olduğundan
aşağı bilenler) da bize ulaşmalıdırlar.
Bize sarılan, bize ulaşır; bizi
terkeden de helak olur. Emrimize uyan, bizimle olur; yolumuzdan gitmeyen ise
ezilir.
Dostlarımız için Allahın indinden
fevç fevç rahmet akınları vardır; düşmanlarımız
için de Allah indinden fevç fevç gazap vardır. Yolumuz orta yoldur;
emrimiz ise hidayettir.
Beş
şeyde şüphe caiz değildir (onlarda şüpheye düşülürse
namaz bozulur): Vitir namazı (gece namazındaki son bir rekat),
kıraatın (Fatiha ve surenin) farz olduğu her farz namazın
birinci ve ikinci rekatları, sabah namazı, akşam namazı,
seferi olsa bile bütün iki rekatlı farz namazlar.
Akıllı
adam, temiz olmadıkça Kur'an okumaz. Namazda okuduğunuz surenin, rüku
ve secde hakkını verin. (Namazda sure okunduktan sonra rüku ve
secdeye gitmek o surenin hakkıdır. Bir rekatta bir sureden fazla okunmamalıdır, ama nafile namazlarında bir rekatta iki sure okumak caizdir.)
Erkek,
namazda gömleğini (kılıç hamaili gibi) kendisine
sarmamalıdır. Çünkü bu, Lut
kavminin yaptığı bir ameldir. Erkek, iki tarafını
boynuna düğümleyerek veya düğmeleri kapatılmış
kalın bir elbiseyle namaz kılabilir.
İnsan,
resim ve resimli olan bir serginin üzerine secde etmemelidir. Ama resim
ayağının altında kalır veya üzerine onu örtebilecek
herhangi bir şey atarsa, caizdir. Kişi namaz halinde resimli olan
parayı elbisesine bağlamamalı (ve onunla namaz
kılmamalıdır). Ama para bir kesede veya dış elbisede
olursa caizdir.[45]
İnsan
buğday ve arpa yığınının veya yiyilecek herhangi
bir şeyin ve ekmeğin üzerine secde etmemelidir.
Herhangi biriniz
helaya gitmek istediğinde şöyle demelidir: "Bismillah Allahumme emit anni'l eza ve eiznî
mineş-şeytanirracîm."[46] Oturduğunda da şöyle demelidir. "Allahumme kema et'amtenîhi tayyiben ve
sevveğtenîhi fekfinîh."[47] Temizlendikten sonra da şöyle demelidir: "Allahumm'er-zukni'l helal ve
cennibni'l haram."[48] Zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: Allah-u Teâla her kulu için
meleklerden bir vekil kılmıştır; kazay-ı hacet
yaptığında bu melek onun kendi hadesine bakması için
boynunu aşağı doğru eğer, bu anda kulun Allah'tan
helal mal istemesi yerinde olur. Melek (o anda insana) şöyle der: "Ey
insan oğlu, işte senin heveslenip arzu ettiğin şey budur,
nereden aldığına ve şu anda ne hale geldiğine bir
bak."
İnsan, abdest
alırken elini suya sokmadan (elini yıkamadan) önce şu duayı
okumalıdır: "Bismillah,
Allahummec'alnî minet tevvabîn vec'alnî minel mutatahhirîn."[49] Abdest
aldıktan sonra da şöyle demelidir: "Eşhedu en la ilahe illallah vahdehu la şerike leh ve
enne Muhammed'en abduhu ve Resûluh,
sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem."[50] Bu
durumda mağfirete müstahak olur. Kim namazın hakkını
bilerek kılarsa, Allah-u Teâla onu bağışlar.
Kişi nafileyi
(müstahap namazı) farz namazın vaktinde kılmamalıdır;
özrü olmaksızın da onu terketmemelidir. (Mazeretten dolayı
kılmamışsa) mümkün olduğu zaman onu kaza etmelidir. Zira
Allah-u Teâla (namaz kılanların vasfında) şöyle buyuruyor: "Öyle namaz kılanlar ki,
namazlarını daima kılarlar."[51] Bunlar,
gecenin kaza olan nafilelerini gündüz, gündüzün de kaza olan nafilelerini gece
kılan kimselerdir. (yani nafileleri asla ihmal etmeyen kimselerdir)
Farz namazın vaktinde nafilenin
kazasını kılmayın. Önce farzı kılın, daha
sonra dilediğiniz namazı.
Mekke ve Medine hareminde kılınan
namaz bin namaza eşittir. Hac yolunda harcanan bir dirhem (başka
yerde harcanan) bin dirheme eşittir. İnsan namazında huşu
içinde olmalıdır; huşu içinde olan kimse ise namazda bir
şeyle oynamaz.
İki
rekatlı olan her namazın kunutu (cuma namazı hariç) ikinci
rekatin rükuundan öncedir. Cuma namazında iki kunut vardır; biri ilk
rekatin rükuundan öncedir; diğeri ise ikinci rekatın rükuundan
sonradır.
Cuma
namazının ilk rekatında Fatiha'dan sonra Cuma suresi, ikinci rekatında ise Münafikun suresi
okunmalıdır. Secdelerden sonra bedeniniz sakin olacak şekilde
(birazcık) oturun; daha sonra ayağa kalkın; işte bizim
amelimiz böyledir.
Sizden
biriniz Tekbiret-ul İhram dediğinde ellerini göğsünün
hizasına kadar kaldırsın; Allah'ın huzurunda
durduğunda en azından farz miktarına riayet etsin; düz dursun ve
eğilmesin; namazdan sonra, dua ederken elini göğe doğru
kaldırıp düz tutsun.[52]
İbn-i Seba:
"Ey Emir-el Müminin, Allah her yerde yok mu?" diye
sorduğunda İmam Ali aleyhi'sselâm: "Evet Allah her yerde
vardır." buyurdular. İbn-i
Seba: "Öyleyse neden elimizi
göğe doğru kaldıralım?" dedi. İmam Ali aleyhi'sselâm
buyurdular ki: Yazıklar olsun sana; bu ayeti hiç okumuyor musun? "Rızkınız ve size sözü
verilen şey göktedir."[53] Öyleyse
rızkı, Allah'ın Vaat ettiği üzere gökte olduğu halde,
gökten talep etmeyip de nereden talep edelim?
Hiç
bir insanın, Allah'tan cenneti istemedikçe, cehennemden O'na
sığınmadıkça ve Hur-ul aynla evlenmeyi O'ndan talep
etmedikçe, namazı kabul olmaz.[54] Namaza
durduğunuzda vedalaşanın namazı (son namaz) gibi
kılın. Tebessüm, namazı bozmaz; ama kahkaha bozar.
Uyku
kalbe musallat olursa, abdestin yenilenmesi gerekir. Eğer namazda iken
uykudan gözlerin açılmazsa, namazı boz ve uyu. Çünkü sen (artık
ne söylediğini) bilmiyorsun; kendi zararına dua da edebilirsin.
Kim, kalbiyle bizi sever, diliyle bize
yardımda bulunur ve eliyle bizim yanımızda savaşırsa,
cennette bizimle aynı derecede olur. Kim, bizi kalbiyle sever, ama diliyle
bize yardım etmez ve eliyle bizim yanımızda savaşmazsa, o
bir derece aşağıda olur. Kim, bizi kalbiyle sever, ama eli ve
diliyle yardımda bulunmazsa, cennette bizimle beraber olur.[55]
Kim, kalbinde bize düşmanlık besler,
dili ve eliyle de aleyhimizde olursa, cehennem ateşinin en
aşağı tabakasında olur. Kim, kalbinde bize karşı
düşmanlık besler, diliyle muhalefet eder ama eliyle aleyhimizde
bulunmazsa önceki tabakadan bir derece yüksekte olur. Kim, kalbinde bize
düşmanlık besler, ama dili ve eliyle aleyhimizde olmazsa, o da
ateşte olur. Cennet ehli, insanın gökte yıldızları
seyrettiği gibi, cennette şiâmızın bulundukları
makamları seyrederler.
Tesbih (Yusebbihu veya Sebbehe) ile
başlayan sureleri okuduğunuzda "Subhane
Rabbiyel a'la"[56] deyiniz. "İnnellahe
ve me-laiketehu yusellûne alen nebiy"[57] ayetini
okuduğunuzda Pey-gamber'e çok
salavat gönderin; (ister) namazda olsun, ister
namazın dışında.
Bedende gözden daha az şükreden bir uzuv
yoktur; öyleyse isteklerini kabul etmeyin; zira sizi Allah'ın zikrinden
alıkor.
Tin suresini okuduğunuzda, sonunda "Ve
nahnu ala zalike min'eş şahidin"[58] deyiniz. "Kûlû
amenna billah"[59] ayetini
okuduğunuzda "Amenna
billah" (Allah'a iman ettik) deyin ve "Ve nahnu lehu muslimûn" ayetine kadar okuyun. İnsan
farz namazın son teşehhüdünde "Eşhedu
en la ilahe illallah vahdehu la şerike leh ve enne Muhammed'en abduhu ve rasûluhu ve enne's saate atiyetun la reybe
fiha ve ennellahe yeb'asu men fil kubûr"[60] okuduktan sonra kendisinden abdesti batıl
edecek bir şey çıkarsa, namazı tamamdır; yenilemesi
gerekmez.[61]
Allah'a, namaz için (camiye) yaya gitmek kadar
daha ağır bir ibadet
yapılmamıştır.[62]
Hayrı, su yolunda gidip gelen develerin
boynunda ve tırnaklarında arayın.[63] Nebiz'e
(acılığını gidermek için içerisine hurma veya kuru
üzüm dökülen su) nebiz-i sikaye (hacılara verilen su) denilmesinin sebebi
şudur: Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'e Taif'ten kuru üzüm getirdiklerinde Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih zemzem suyunun acılığını
gidermek için o üzümün, zemzem suyuna dökülmesini emretti.[64] Eğer bir müddet kalırsa onu içmeyin.
Kişi çıplak olduğunda
şeytan ona bakıp tamah eder; öyleyse kendinizi örtün. Kişinin
elbisesini dizlerinden yukarıya toplayarak halkın önünde
oturması doğru değildir. Kim kokusu diğerlerine eziyet eden
bir şey yerse camiye yaklaşmamalıdır. İnsan
namazın secdesinde sırtını yüksek tutmalıdır.
Sizden birisi, gusül etmek istediğinde
önce ellerini dirseğe kadar yıkasın. Yalnız olarak namaz
kıldığında, kıraat, tekbir ve tesbihin sesini kendine
işittir. Namaz kılıp bitirdiğinde yüzünü sağ tarafa
çevir.
Dünyadan takva azığı
toplayın. Çünkü takva, dünyadan topladığınız en iyi
azıktır. Kim, üç gün hastalığını halktan gizleyip
Allah'a (o acıdan dolayı) yakarırsa Allahın, ona şifa
vermesini hakeder. Kulun, Allah'tan en uzak olduğu hal, bütün
kaygısının karnı ve tenasül organı olduğu zamanki
halidir.
İnsan, dininin tehlikeye
düşeceğinden korktuğu bir yolculuğa
çıkmamalıdır.
Duada dört şeye dikkat et: Peygamber'e ve Ehl-i Beyt'ine salavat getirmeye, cenneti Allah'tan istemeye,
cehennemden O'na sığınmaya, hur-ul aynı Ondan
dilemeye.
Kişi namazını kılıp
bitirdikten sonra, Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'e salavat getirmeli; cenneti Allah'tan
dilemeli; ateşten O'na sığınmalı, hur-ul aynla
(cennet kızıyla) evlenmeyi O'ndan istemelidir. Çünkü kim Peygamber'e salavat getirmezse, duası
geri döner. Kim cenneti Allah'tan dilerse, cennet onu duyup şöyle der:
Allah'ım, kulunun dilediği şeyi ona bağışla. Kim
cehennemden Allah'a sığınırsa, cehennem şöyle der:
Allah'ım, kulunun senden güvence istediği şeyde, ona güvence
ver. Kim hur-ul aynı Allah'tan dilerse, hur-ul ayn onu duyup şöyle
der: Allah'ım kuluna istediği şeyi ver.
Tağanni (şarkı),
şeytanın cennete olan ağıtıdır. Sizden biri, uyumak istediğinde sağ elini,
sağ yanağının altına koyup şöyle desin: "Bismillahi vezatu cenbî lillahi ala
milleti İbrahime ve dîni Muhammed'in ve vilayeti men-ifterazallahu
tâa-tehu, ma şâellahu kane ve ma lem yeşe lem yekun."[65]
Kim, uyuduğu vakit bu duayı okursa,
yağmacı hırsızdan ve enkaz altında kalmaktan korunur
ve melekler uykudan kalkana dek ona mağfiret dilerler.
Kim yatağa girdiğinde
"İhlas" suresini okursa, Allah-u Teâla elli bin meleği,
gece onu korumak için görevlendirir.
Sizden yatmak isteyen bir şahıs
şu duayı okumadan yatağa
uzanmasın: "Uizu nefsî
ve ehlî ve dinî ve malî ve vuldî ve havatîme amelî ve [ma] havvelenî Rabbî ve
razekanî bi izze-tillahi ve azametillahi ve ceberûtillahi ve sultanillahi ve
rah-metillahi ve râfetillahi ve gufranillahi ve kuvvetillahi ve kud-retillahi
vela ilahe illellahu ve erkanillahi ve sun'illahi ve cem'-illahi ve bi
rasulillahi salla'llâhu
aleyhi ve alih ve
bi kudretihi ala ma yeşau min şerri-s sâmmeti vel hâmmeti ve min
şerril cinni vel insi ve min şerri ma zeraa fil erzi vema yahrucu
minha ve min şerri ma yenzilu mines semâi vema ya'rucu fîha ve min
şerri kulli dabbetin ente ahizun bi nasiyetiha. İnne Rabbî ala
siratin mustakîm ve huve ala kulli şey'in kadir vela havle vela kuvvete
illa billah."[66]
Resulullah salla'llâhu
aleyhi ve alih Hasan ve Hüseyn'in
korunması için bu duayı okurdu ve bize de bu duayı okumayı
emretti.
Biz, Allah'ın dininin hazinedarları
ve ilim kandilleriyiz. Bizden bir kandil söndüğünde, diğer kandil
yanar. Bize uyan sapmaz. Bizi inkâr eden, doğru yolu bulmaz. Bize
karşı düşmanımıza yardımda bulunan da kurtuluşa
eremez.
Bizi yalnız bırakana yardım
edilmez. Zevale uğrayacak olan dünya metaı (malı)
tamahıyla, bizi bırakmayın. Kim, dünyayı bize tercih
ederse, yarın üzüntüsü çok olur. İşte Allah-u Teâla'nın: (Farkına
varmadığınız bir sırada size ansızın azap
gelmeden) ve nefsin: "Allah hakkında kusur edişimden dolayı
vah bana. Hakikaten ben alay edenlerdendim" demesinden önce (Rab-binizden
size indirilenin en güzeline uyun).[67] buyruğunun anlamı budur.
Çocuklarınızı yıkayarak tenin
kötü kokusunu temizleyin. Çünkü şeytan ondaki kötü kokusunu alırken
çocuk uykuda korkar; ameli yazan iki kâtip de ondan eziyet görürler.
Kadınlara ilk bakış
(farkında olmadan gözün çarpması), serbesttir. Ama o
bakışı sürdürmeyin ve fitneden kaçının.
Şaraba alışkın bir
kimse, puta tapıyormuş gibi Allah azze ve celleyi (ölüm vakti) mülakat eder. Hicr ibn-i Adiy: Ya Emir-el Mü'-minin şaraba
alışkın kimdir? dediğinde, "Bulduğu vakit
onu içen kimsedir." buyurdu.
Kim, sarhoş edici bir şey içerse,
kırk gece namazı kabul olmaz.
Kim, bir Müslümana haysiyetini zedelemek
kastıyla bir söz söylerse,
dediği sözden kendisini kurtaracak bir delil (bir mazeret) gösterene dek Allah-u Teâla
onu, cehennem ehlinin bedenlerinden çıkan irininin içerisinde hapseder.
İki erkek veya iki kadın bir örtünün
altında
uyumamalıdırlar; uyurlarsa onlara tazir (hakimin uygun
gördüğü şer'i ceza) uygulanmalıdır.
Kabak yiyin; çünkü kabak insanın
akıl gücünü çoğaltır; Peygamber
salla'llâhu aleyhi ve alih de ondan hoşlanıyordu. Yemekten
önce ve sonra turunç yiyin. Zira Âl-i
Muhammed salla'llâhu
aleyhi ve alih onu
yiyorlardı.
Armut kalbi aydınlatır ve
Allah'ın izniyle onun ağrılarını durdurur.
İnsan, namaza kalktığında,
şeytan Allah'ın rahmetinin onu sardığını
gördüğünden dolayı hasetle ona bakar.
İşlerin en kötüsü, yeni çıkan
bidatlardır. İşlerin en hayırlısı Allah
rızası için olanlardır. Dünyaya tapanın ve onu ahirete
tercih edenin akıbeti vahim olur.
Eğer namaz kılan insan, (baştan
aşağıya) kendisini kuşatmış olan Allah'ın rahmetinden haberdar
olsaydı, namazı bitirmez ve başını secdeden
kaldırmak istemezdi.
Hayır ameli ertelemekten
sakının; mümkün olduğu kadar onu yapmakta acele edin. Mukadder
olan rızk, güçsüz de olsanız, size ulaşacaktır. Mukadder
olan ziyanı, tedbir almakla da geri çeviremezsiniz. İyiliği
emredin, kötülükten sakındırın.
İnsan ayağını üzengiye
koyduğunda şu ayeti okumalıdır: "Subhanellezi sehhara lena haza vema kunna lehu mukrinin ve inna
ila rabbina le munkalibûn."[68]
Yolculuğa çıkmak istediğinizde
şöyle deyin: Allahumme entes
sahibu fis sefer vel hamilu alaz zahri vel halifetu fil ehli vel mali vel
veled.[69]
Konakladığınızda
şöyle deyin: Allahumme enzilna
munzelen mubareken ve ente hayr-ul munzilîn.[70]
Bir iş için pazara gittiğinizde de
şöyle deyin: Eşhedu enla
ilahe illellah, vahdehu la şerîke leh ve enne Muhammeden abduhu ve rasûluh salla'llâhu aleyhi ve alih.
Allahumme innî eûzu bike min safkatin hâsiretin ve yemînin fâciretin ve eûzu
bike min bevâr-il eyyim.[71]
İkindi namazını
kıldıktan sonra (camide oturup) akşam namazının
vaktini bekleyen kimse Allah'ın ziyaretçisidir; Allah ise ziyaretçisine
ikramda bulunur ve istediği şeyi ona bağışlar.
Hac veya Umre için Allah'ın evinin
ziyaretine giden, Allah'ın misafiridir; Allah kendi misafirine ikramda bulunur
ve mağfiretiyle ona ihsan eder.
Kim iyiden kötüyü ayırt edemeyen bir
çocuğa sarhoş edici bir şey içirirse, Allah-u Teâla onu,
yaptığı işten kurtaracak bir mazeret getirene dek cehennem
ehlinin bedenlerinden çıkan irin içerisinde hapseder.
Sadaka, büyük bir siperdir; Mümin için
cehennem ateşinden koruyan bir engel, kâfir için ise malının
zayi olmasını önleyecek bir koruyucudur. Onun bedeli hemencecik
kâfire verildiği gibi bedeni hastalıkları da giderilir, ama
ahirette onun için hiç bir pay yoktur.
Cehennem ehlini yüz üstü cehenneme
düşüren dil olduğu gibi, kabir ehlini nura layık kılan da
yine dildir. Öyleyse dilinizi koruyun ve onu Allah'ın zikriyle meşgul
edin.
Heykel yapan, kıyamet günü
yaptığı işten sorumludur. Bir kimse çerçöp ve dikeni sizden
uzaklaştırırsa (bulunduğunuz yeri temizlerse) şöyle
deyin: "Allah-u Teâla sevmediğin şeyi senden
uzaklaştırsın."
Bir adam, hamamdan
çıktığında (Müslüman) kardeşi ona:
"Sıhhatler olsun" demelidir; onun da cevabında: "Allah
sana huzur versin" demesi gerekir.
Eğer bir kimse birine:
"Allah'ın selamı sana olsun" derse, o da cevabında:
"Sana da Allah'ın selamı olsun ve yerin cennet olsun"
demelidir.
Önce
meth, sonra rica (olunur). İlk önce Allah'a hamd-u senâ edin; sonra
ihtiyaçlarınızı isteyin. Talep etmeden önce meth-u senâda
bulunun.
Ey dua eden (şahıs), olmayacak ve
haram olan bir şeyi (Allah'tan) isteme.
Bir kimseye, yeni doğan erkek
çocuğundan dolayı tebrikte bulunmak istediğinizde şöyle
deyin: "Allah-u Teâla bu bağışı mübarek etsin. Onu
kemale eriştirsin ve hayrını sana nasip etsin.
Sizden biri, Mekke'den geldiğinde
gözlerinden ve Resu-lullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in öpmüş olduğu Hacer-ül Esved
taşını öptüğü ağzından, secde yerlerinden ve
alnından öpün. Hacdan geleni tebrik ettiğinizde şöyle deyin:
"Allah-u Teâla ibadetlerini kabul etsin; sa'yına (çabalarına)
karşılık versin; yaptığın masrafın yerini
doldursun; bunu en son haccın kılmasın."
Alçak kimselerden korkun. Çünkü onlar
Allah'tan korkmazlar.
Allah-u Teâla (yeryüzüne) bakıp bizi
seçti, bizim için de şiamızı seçti; onlar bize yardım
ederler; sevincimizle sevinirler; üzüntümüzle üzülürler; mal ve
canlarını bizim yolumuzda feda ederler; onlar bizdendir;
dönüşleri de bizedir. Şiamızdan birisi yasakladığımız
bir işi yaptığı takdirde kesinlikle ölmeden önce,
günahlarının temizlenmesi ve günahsız olarak Allah'ın
huzuruna çıkması için malında, evladında veya canında
bir belaya duçar olur. Eğer
günahlarından bir miktar kalırsa, ölüm anında ölüm ona
zorlaştırılır ve böylece günahı tamamıyla
temizlenmiş olur. Taraftarlarımızdan ölen (kendi eceliyle de
ölse) sıddık ve şehittir. Çünkü o, Allah ve Resulüne iman
etmiş olduğu halde Allah'ın rızası için, velayetimize
inanmış, bizim için sevip bizim için nefret etmiştir.
Her kim
sırlarımızı ifşa ederse, Allah-u Teâla ona demirin
şiddetli azabını tattırır (yani kılıçla
katledilir).
Yeni doğan
çocuklarınızı yedinci günü sünnet edin; soğuk ve sıcak
sizi bu işten alıkoymasın. Çünkü bu amel bedenin
temizliğine sebep olur. Şüphesiz yeryüzü sünnet edilmemiş
kimsenin idrarından Allah'a feryat eder.
Sarhoşluk dört
çeşittir: Gençlik sarhoşluğu, servet sarhoşluğu, uyku
sarhoşluğu, saltanat sarhoşluğu.
Müminin, on beş
günde bir defa hamam otu kullanmasını severim.
Balık yemeyi
azaltın (az balık yeyin). Çünkü çok balık yemek bedeni eritir;
balgamı çoğaltır; kanı katılaştırır.
Süt aşı, ölüm hariç, her derdin devasıdır.
Narı,
içerisindeki perdesiyle yeyin. Zira mideyi sepiler; kalbi diriltir ve
şeytanın vesvesesini giderir.
Hindiba otu yiyin. Zira
her sabah vakti cennet suyundan bir damla su onun yaprağının
üzerinde toplanır.
Yağmur suyu
için. Çünkü yağmur suyu bedeni temizlediği gibi dertleri de giderir.
Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur: "Sizi arıtmak, sizden şeytanın pisliğini
gidermek için gökten bir yağmur yağdırdı."[72]
Çöre otu, ölümden
başka her derdin dermanıdır. Sığırın eti
derttir; sütü, yağı ise şifadır.
Hamile kadın
için taze hurma yemeden daha iyi bir şey yoktur. Zira Allah-u Teâla (Hz. Meryem'e) şöyle vahyetti: "hurma ağacını silk,
sana teru-taze hurmalar dökülecek."[73]
Yeni
doğan çocuğun damağına hurma sürün. Zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih Hasan
ve Hüseyne böyle yaptı.
Biriniz
hanımıyla cinsi münasebette bulunduğunda acele etmesin, zira
kadının da erkek gibi isteği vardır. Bir kadına gözü
çarpıp ondan hoşlanan kimse, kendi hanımıyla cima etsin....
Şeytana kendi kalbine musallat olacak bir yol bırakmasın. Gözünü
namahremden çevirsin. Hanımı olmadığı takdirde, iki
rekat namaz kılıp Allah'a çok hamd etsin.[74]
Cima
yaptığınız vakit az konuşun. O esnada konuşmak
çocuğun dilsiz olmasına sebep olur. Hanımın fercinin
içerisine bakmaktan sakının. Çünkü bu iş (çocuğun) abras
olmasına sebep olur. Cima vakti şöyle deyin: Allahumme innî istahleltu ferceha biemrike ve kabiltuha biemanike,
fein kazeyte minha veleden fec'elhu zekeren seviyyen ve la tec'el
lişşeytani fîhi şirken ve nasiba.[75]
Tenkiye,
Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in tavsiye ettiği dört şeyden
biridir. Tenkiye, kendinizi tedavi ettiğiniz şeylerin en iyisidir; karnı
genişletir; batındaki dertleri giderir; bedeni de kuvvetlendirir.
Menekşe
çiçeğinden enfiye yapın. Zira Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Eğer insanlar
menekşede olan özelliği tanısaydı (onun suyunu) yudum yudum
içerlerdi.
Ayın evvellerinde ve yarısında
cima etmekten sakının. Çünkü şeytan bu iki vakitte çocuk ister
(nütfede ortak olur). Çarşamba ve cuma günleri hacamat yapmaktan
sakının. Zira çarşamba daima uğursuz bir gündür ve bu günde
cehennem yaratılmıştır. Cuma gününde de öyle bir vakit
vardır ki, o vakitte hacamat yapan bir kimse ölümle
karşılaşır.
Bismillahirrahmanirrahim
Bu, Allah'ın
kulu Emir-ül Müminin Ali'nin,
Mısır'ın vergisini toplamak, düşmanlarıyla
savaşmak, halkını düzene sokmak, şehirlerini onarmak için Haris-i Eşter oğlu Malik'i bu
beldeye vali tayin ettiği zaman ona verdiği emirnamedir.
Ona, Allah'tan
çekinmesini, itaatini seçmesini,
Allah'ın kitabındaki, farzlarına ve sünnetlerine dair emirlerine
uymasını emrediyor. Çünkü saadete eren bir kimse, ancak bu farz ve
sünnetlere uymakla mutlu olur ve onları inkâr edip zayi eden ise asla
mutlu olamaz.
Allah'a eliyle,
kalbiyle, diliyle yardım etmesini de emrediyor. Çünkü Allah, kendisine
yardım edene yardım etmeyi üstlenmiştir. Allah, güçlü ve
azizdir.
Yine istekler
karşısında nefsiyle mücadele etmesini, onun
serkeşliğini bastırmasını emrediyor. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça
kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim bağışlayandır,
merhamet edendir.[76]
Şüpheli yerlerde
Allah'ın kitabına itimat etmesini emrediyor. Zira her şeyin
açıklaması, onda mevcuttur ve o, imanlı bir millet için rehber
ve rahmettir. Yine Allah'ın rızası peşinde olmasını,
gazabına sebep olan şeylerin etrafında
dolaşmamasını, Ona karşı günah işlemekte
ısrar etmemesini emrediyor. Zira Allah'tan kaçıp
sığınabileceğin başka biri yok.
Sonra şunu bil
ki, ey Malik, seni öyle bir yere
göndermekteyim ki, senden önce orada, adalet veya zulümle hüküm yürüten nice
devletler gelip geçmiştir. Sen, kendinden önceki buyruk sahiplerinin
yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan, halk da senin
yaptığın işleri, öylece görüp, seyredecek. Sen onlar
hakkında neler diyorsan, halk da senin hakkında aynı sözleri
söyleyecek. Salih kişiler, Allah-u Teâla'nın kendi
kullarının dilinde cari kıldığı meth-u senâlarla
tanınır.
Gözünde en sevimli
azık; salih amel, mal toplamada
orta halli olmak ve halkın durumunun düzeltilmesi
olmalıdır. Heva ve hevesine hakim ol; nefsini sana helal olmayan
şeylerden alıkoy. Zira sevdiğin yahut nefret ettiğin
şeylerde nefse hâkim olmak, ona insafla muamelede bulunmaktır. Halka
merhametle davranmayı âdet edin; onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi
huy edin. Onları yemeği ganimet bilen yırtıcı bir
canavar kesilme. Zira halk iki sınıftır: Ya dinde seninle
kardeştir veya yaratılışta seninle eşittir.
Ayakları sürçebilir, kusur edebilirler, bilerek veyahut yanılarak
ellerinden bazı şeyler çıkabilir. Senin
yaptıklarını, Allah'ın
bağışlamasını nasıl seviyorsan, sen de
onları bağışla, kusurlarından geç. Allahın ve
Peygamberinin sünneti hakkında sana verilen bilinçten dolayı, sen
onların üstündesin; seni bu işe memur eden de senin üstündedir; Allah
da, seni vali tayin eden kimsenin üstündedir. Bu emirnamede sana
yazdığımız şeylere sarıl.
Allah'la
savaşmaya kalkışmaktan sakın; zira ne Onun
azabını önleyecek güce sahipsin, ne de Onun bağış ve
rahmetinden umudunu kesebilirsin. Halkın kusurlarını
bağışlayınca, pişman olma; onlara ceza verince de
sevinme. Bir mazeret bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte
acele etme. Ben bir buyruk verenin tayin
ettiği görevliyim, emrime uyulması gerek demeye kalkışma.
Çünkü bu çeşit düşünce gönlü bozar; dini gevşetir ve
(insanı) fitneye yaklaştırır.
Bedbahtlığa
düşmekten Allah'a sığın. Eğer
hükümdarlığın seni kendini beğenmeye ve büyüklük taslamaya
sevkeder ve kendin için azamet ve büyüklük taslarsan, başının
üzerindeki Allah'ın mülkünün azametine ve Onun, senin
yapamadığın şeylere olan gücüne bak. Bu, baş
kaldıran (serkeşlik eden) nefsini yatıştırır;
kibrini, gururunu giderir; dağılıp giden aklını
başına getirir. Sakın Allah'ın azametiyle boy
ölçüşmeye, kendi gücünü ve kuvvetini Onun kudretine benzetmeye
kalkışma! Çünkü Allah, her zorbayı zelil eder ve kibirlenip
büyüklük taslayanı alçaltır.
Kendin,
sırdaşların, ailen ve raiyyetinden sevdiğin kimseler
hususunda Allah'ın ve insanların hakkını korumada
insaflı ol; böyle yapmazsan, zulmetmiş olursun. Allah'ın
kullarına zulmedenin düşmanıysa Allah'tır, kulları
değil; Allah ise düşmanlık ettiği kimsenin delilini
batıl kılar ve bu kimse, zulümden vazgeçip tövbe edinceye dek
Allah'la savaş halinde olur. Allah'ın nimetlerini zail eden
şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Allah mazlumların
dualarını duymaktadır ve zalimlere karşı ise pusuda
beklemektedir. Böyle bir kimse, dünya ve ahirette helak olur.
Sen,
hakka en yakın ve adaleti
kapsamlı olan ve halkı (hoşnutlukta) daha çok
bütünleştiren işleri daha fazla sevmelisin. Çünkü umumun öfkesi ve
rahatsızlığı, eşrafın rızasını ve
hoşnutluğunu yok eder ve hiçe çevirir; ama umumu razı etmekle
yakınları ve ileri gelenleri öfkelendirmek affedilir. Raiyetten
(halktan) hiç kimse, valiye yükü daha ağır olan, bela zamanı ona
en az yardım eden, adaletten hoşlanmayan, isteklerinde çok ısrar
eden, kendilerine iyilik yapıldığı zaman en az
teşekkür eden, iyilikte bulunulmadığı zaman mazereti çok
geç kabul eden, zamanın zorluklarına daha az dayanan valinin
yakınları gibi değildir. Halbuki dinin direği olan,
müslümanların genelini teşkil eden ve düşmanlar
karşısında duran halk kitlesidir; öyleyse onlara yönelmeli ve
onlara meyil etmelisin. Yararı daha genel ve akıbeti daha
hayırlı olan işlere koyulmalısın. Kuvvet yalnızca
Allah'tandır.
İnsanların ayıplarını
gözetleyen, onları açıp söyleyen kişiler, sana en uzak, en
menfur kişiler olsunlar. Tabii ki insanlarda ayıp olabilir; valiyse bunları örtmeye en
layık olan kişidir. Öyleyse, halkın sana kapalı olan ve
bilmediğin ayıplarını açmaya kalkışmayasın;
ayıpları elinden geldikçe ört ki, Allah da senin, raiyyetinden
gizlenmesini sevdiğin
ayıplarını örtsün. Halka karşı her türlü kin
bağını çöz. Halkın kalbinde sana karşı kin
oluşturacak işlerden sakın; özür dileyenin özrünü kabul et;
hadleri şüpheyle uzaklaştır (kesin olarak isbatlanmayan bir suça
had uygulama); sence doğru olmayan şeyleri, bilmezlikten gel.
Halkın kötülüğünü söyleyenlerin sözlerini, hemencecik tasdik etme.
Çünkü, halkın kötülüğünü söyleyen, öğütçülere benzese bile garaz
(kötü niyet) sahibidir.
Cimri kişiyle istişarede bulunma;
zira seni faziletten alıkor, seni yoksullukla korkutur. Korkakla da
istişare etme; zira seni işlerde zaafa düşürür.
İhtiraslı (aşırı istek sahibi) kişiyle de
istişare etme; sana zulümle mal yığmayı güzel gösterir.
Cimrilik, korkaklık ve hırs ayrı ayrı huylardır; ama
bunların hepsini bir araya toplayan şey, kötülerin tabiatında
varolan Allah'a karşı kötü zanda bulunmaktır.
Yardımcılarından en kötüsü,
senden önce kötü yöneticilere vezirlik eden, cinayetlerinde onlara ortak olan
ve Allah'ın kullarının arasında, onların işlerini
yürüten kimselerdir. Sakın böyle (sabıkası kötü olan) kimseleri
kendine sırdaş edinip, geçmişlerin hükümetinde ortak
oldukları gibi bunları sana verilen emanette (yetki ve makamda) ortak
kılmayasın. Onlar geçmiş yöneticileri kötü uçurumlara
sürüklemişlerdir. Onların gösteriş ve riyakârlıkları,
seni aldatmasın. Çünkü onlar günahkârların yardımcısı,
zalimlerin kardeşi ve her çeşit tamah ve sahtekârlıkların
başlangıcıdırlar. Onların yerine, onlar kadar sözü
geçerli olan, işlerde tecrübeli olan ve önceki tecrübeleri ile kötülük ve
haksızlıkları tanıyan, seçkin kişiler bulabilirsin.
Bunların sana masrafı az ve yararı çok olur. Sana besledikleri
sevgi daha gerçektir; başkalarıyla ülfetleri daha azdır; zalime,
zulmünde yardımcı olmadıkları gibi suçluya da suçunda ortak
olmamışlar ve başkalarının hükümetinde Müslümanlara ve
antlaşma yapan kimselere de zulmetmemişlerdir. İşte
bunları gizli ve açık işlerin için kendine has kıl. Sonra
bu grup arasında, hakkı daha açıkça söyleyen (veya acı bile
olsa sana gerçeği anlatan), zayıflar hakkında daha ihtiyatkâr ve
insaflı olan, ister hoşuna gitsin ister gitmesin, Allah'ın
dostlarında bulunmasını hoş görmediği şeylerde
seninle az işbirliğinde bulunan, (senin öfkenden endişelenmeyen
ve halkın maslahatını senin hoşnutluğuna tercih eden)
kimseler senin yanında daha seçkin olsun. Çünkü onlar seni haktan haberdar
ederler; sana yararı olan şeye seni basiretli kılarlar. Takva,
doğruluk, akıl ve asalet sahiplerine yaklaş (onlarla dost ol).
Onların seni fazla övmelerine, yapmadığın işleri
yapmış göstererek övünmene sebep
olmalarına müsaade etme. Zira fazla övgü, insanda bencillik ve
kibir yaratır, gurura kaptırır ve bunu kabullenmek (böyle bir
şeyi benimsemek) ise Allah'ın gazabına sebep olur.
Nezdinde iyilik edenle, kötülükte
bulunanın yeri, aynı düzeyde olmasın; çünkü onları bir
görmek, iyilik edenleri iyilikten vazgeçirir; kötülük edenleri de kötülüğe
teşvik eder; bunlardan her birine karşı layık olduğu
muameleyi yap. Bu senin için bir yöntem olsun; Allah bununla sana yarar
ulaştırır, sen de onunla kendi yardımcılarına
yarar ver.
Bil ki, halka iyilikte bulunmak,
yükümlülüklerini kolaylaştırmak, yersiz istekleri onlara yüklememek
gibi, valinin halka karşı iyimserliğini ispatlayacak hiç bir
şey yoktur. Öyleyse halka karşı iyimserliğini ispatlayacak
işleri yapmaya çalış. Zira iyimserlik, uzun süreli
yorgunlukları ve sıkıntıları senden giderir.
(Şunu da bil ki,) hakkında iyimser olabileceğin kimseler senin
imtihanından hakkıyla çıkabilen, kötümser olacağın da
imtihanından çıkamayan kimselerdir. Kıyamet gününde
Allah'ın mükâfatına sebep olmasına ilaveten, halka iyi
davranmakta da basiretinin çoğalması için lehine ve aleyhine olan bu
durumu iyice kavra ki, halka karşı daha iyi davranabilesin.
Bu ümmetin ileri gelenlerinin (büyüklerinin),
amel ettikleri ve raiyyetin (halkın) birliğine ve işlerinin
düzelmesine sebep olan âdet ve gelenekleri
bozup, o âdet ve geleneklerin yerine zararı olan birtakım yeni
âdet ve gelenekleri koymaya kalkışma ki, o âdetleri koyanlar,
onların sevabına ermiş olur ve sen ise bunları bozmakla
günah kazanmış olursun. Ülke halkının durumunun düzelmesine
sebep olan yöntemlerin korunması ve toplumun hayatının
sağlam bir tarza sahip olmasına sebep olacak ilkeleri
yerleştirmek hususunda bilginlerle, düşünürlerle oturup müzakere
yapmayı ve tartışmayı çoğalt (bu hususta onların
düşüncelerinden yardım al). Bu üslup hakkı sabit
kıldığı ve batılı yok ettiği gibi yeterli
bir kılavuz ve örnektir de. Çünkü iyi yöntem ve gelenekler Allah'a itaat
etmeyi sağlayan yollardan biridir.
Bil ki, halk çeşitli sınıflara
ayrılmıştır. Bunlardan hiç birinin durumu, diğer
sınıfların yardımı olmaksızın
doğrulmaz, düzene girmez (her sınıfın, diğer
sınıfların asayiş ve huzur içerisinde olması için
kendi işini yapması gerekir); hiç birinin diğerine muhtaç
olmaması mümkün değildir.
Bu sınıflar şunlardan
ibarettir:
(1-) Allah'ın askerleri ve ordusu. (2-)
Kamu ve özel işleri düzene sokan kâtipler. (3-) Adaletle hükmeden
yargıçlar. (4-) İnsaf ve yumuşaklıkla hizmet eden
görevliler. (5-) Müslümanlar ve ehl-i kitaptan cizye ve haraç toplayan
memurlar.[77] (6-)
Tüccar ve zanaat sahipleri. (7-) Toplumun en aşağı
sınıflarından olan muhtaç ve yoksul kişiler.
Allah-u Teâla bu sınıfların her
birisinin payını kendi kitabında, Peygamberinin sünnetinde ve bizim yanımızda bir ahit
olarak korunan ilimde ortaya koyarak ölçüsünü belirlemiştir.
Ordu, Allah'ın izniyle halkın
kalesi, valilerin ziyneti, dinin izzeti ve güvenlik ile huzurun temel
taşıdır. Halk ancak orduyla varlığını
sürdürüp huzura kavuşabilir. Ordu da, düşmana karşı cihatta
kendisine destek olmak, arkasında bir güvencesi bulunmak ve geçimini
sağlamak için Allah'ın onlar için tayin ettiği vergilerle gücünü
koruyup varlığını sürdürebilir.
Sonra
bu iki sınıf, ancak kadılar, zekât ve vergi memurlarıyla
kâtiplerden ibaret olan üçüncü sınıfla hayatlarını
sürdürebilirler. Çünkü onlar işleri düzene sokarlar, insaf ve adaleti
yayarlar, gelirleri (vergileri) toplarlar, onların sayesinde genel ve özel
işlerde güvence sağlanır. Bütün bu sınıfların
ayakta durmaları ise, tüccar ve zanaatçılarla mümkündür. Onlar
halkın muhtaç olduğu şeyleri toplayıp, çarşı ve
pazarlara dökerek, başka sınıfların yapamayacağı
işleri yaparlar. Son olarak da gözetilmesi gereken toplumun yoksul ve
güçsüz olan alt sınıfı gelir.
Allah'ın
malı (İslam devletinin gelirinden bu sınıflar için
ayrılmış bütçe) onların tümünü kapsamına alıp
idare edebilir. Bunlardan her birisinin kendi ihtiyaçları miktarınca
valinin üzerinde hakları vardır. Valinin ise bu doğrultuda,
Allah'ın ona farz kıldığı görevleri gereği gibi
yerine getirebilmesi, ancak konuya gerekli
önemi verip Allah'tan yardım dilemesi ve nefsini hakka riayet
etmeye boyun eğdirip küçük ve büyük işlerde doğru yoldan
ayrılmamaya sabretmesiyle mümkün olur.
Ordunun
başına Allah, Resulü ve İmam'ın için daha çok ihlaslı,
emanet ve iffet bakımından en temiz, hilimde (olgunlukta) en üstün,
ilim ve siyasette ise en seçkin kimseleri komutan olarak seç. Bu
komutanları, öfkelendiği zaman öfkesini yenebilen, özrü kabul eden,
zayıfları esirgeyen, güçlülere karşı gevşemeyen, ne
zora başvuran, ne de zaafa düşen kimselerden seçip tayin et.
Sonra
toplumun soylu ve aile bakımından şereflilerine,
geçmişlerinde iyilik bulunanlarına, yiğit, cesur, cömert ve
bağışlayıcı olanlarına sarıl. Çünkü bunlarda
yüce ve temiz huylar bir araya gelmiştir. Bunlar halkı Allah'a
karşı iyimser kılıp, kaza ve kaderine iman etmelerini
sağlarlar. Daha sonra da şefkatli bir babanın evladını
görüp gözetmesi, esirgemesi gibi, onların işini görgözet.
Onların eğitimi ve güçlü kılınması için
harcadığın bütçeyi, ne kadar olursa olsun, gözünde büyütme.
Onlar hakkında yapacağın muhabbet ve lütuf az bile olsa, önemsiz
görünmesin sana. Zira bu, onların senin hayrını istemelerine ve
senin hakkında iyi düşünmelerine sebep olur. Onların büyük
işlerini göreceğim diye küçük işlerini de ihmal etme. Az bir
lütfün bile bir yerde işe yarar, ondan faydalanırlar; çoğunun da
yeri var, ondan da ihtiyaçsız kalamazlar.
Askerlerine
kardeşçe davranan ve düşmanla savaşmaktan başka bir
kaygıları kalmaması için askerlerin kendilerini ve geride
bıraktıkları ailelerini kapsayacak şekilde onlara
bağışta bulunan komutanları diğer komutanlardan daha
çok sevmelisin ve onlara daha fazla değer vermelisin; sürekli olarak
onlara karşı beslediğin kalbi duyguları dile getir ki,
senin yanında aziz, değerli olduklarını ve senin
onların yaşamını daha da iyileştirmeyi
düşündüğünü bilsinler. Güzel bir şekilde sevgi ve ikramda
bulunarak, vaatlerinin doğruluğunu ispatla.
Valilerin
gözlerini aydınlatan işlerin en üstünü, memlekette adaleti yaymak,
halkın dostluğunu ve sevgisini kazanmaktır. Halkın sevgisi
ise ancak gönüllerinin sıhhatli olmasıyla mümkün olur. Onların
hayır istemeleri de ancak valilerinin korunmasına ilgi duymaları,
devletlerini kendilerine bir yük olarak görmemeleri ve onların hizmet
süresinin bitmesini bir an önce istememeleriyle mümkün olur.
Sonra
orduyu idare etmekte, yalnız onların arasında taksim
ettiğin savaş ganimetleriyle yetinme; ganimetlerin yanısıra
Allah'ın nasib ettiği beyt-ül maldan da, Allahın dinine
yardıma koşmalarını sağlayabilmen için onların
eksikliklerini gider. Askerlerin
arasında cesur kişilerden beklediğin hayırseverliğin
son derecesine ulaşabilmen için onlara daha fazla bağışta
bulun, maddi imkan sağla, övgü ve teşekkürde bulun, tek tek herbirinin
halini sor ve gönlünü al, gösterdikleri yiğitlikleri methet, öv. Çünkü
onların hizmetlerini fazla dile getirmen, Allah'ın izniyle,
yiğitleri teşvik eder ve geri kalanları da o yola yöneltir.
Fakat
(onlara itimadın olmasıyla birlikte, onların durumlarını
gözlemekten de gafil olma) halk arasında emaneti korumak ve hakkı
söylemekte meşhur olan denetleyici kişileri, onların
hizmetlerini sana bildirmeleri ve hizmet edenlerin, çektiği zahmetlerin
sana gizli kalmadığını anlamaları için onlara gözlemci
kıl. Sonra herkesin yaptığı hizmetin hakkını
iyice bil; birinin çektiği zahmeti başkasına maletme; herkese
noksansız olarak hakkını ver. Birisinin büyük oluşu,
yaptığı küçük işi büyük görmene, yine birinin küçük
oluşu, yaptığı büyük işi küçük görmene sebep
olmasın. Sakın geçmişi iyi olan bir asker, küçük bir
yanlışlık ve küçük bir olay için gözünden düşmesin; zira
yücelik Allah'a mahsustur; onu, dilediği kimseye verir, akıbet takva
sahiplerinindir.
Ordudan
düşmana darbe indirenlerden biri şehid olduğunda, şehid
olanın ailesine şefkatli ve güvenilir bir vasi gibi vekil ve halef
olmalısın; onun yok oluşu, ailesinin
yaşantısını etkilememeli. Bu şekilde muamelede
bulunman, senin dostlarının kalbinde sana karşı olan
muhabbeti ve onlarda olan itaat duygusunu daha çok artırır ve senin
emrinde her çetin ve şiddetli tehlikeye karşı koymak için
hazır olurlar.
Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in müşriklerle muamelesinde sünnetleri
vardır; bizim de ondan sonra sünnetlerimiz vardır. Bu sünnetler;
zalimler, kıblemize yüz çevirenler ve Müslüman ismini kendilerine takanlar
hakkında uygulanmıştır. Yüce Allah irşat etmeyi
sevdiği topluma; "Ey
inananlar, Allah'a, Peygamber'e ve
kendinizden olan emir sahiplerine itaat edin. Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorsanız, bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta
Allah'a ve Peygamber'e müracaat edin.
Bu, (herkes için) hem hayırlı, hem de sonu pek güzeldir."[78]diye hitap etmiştir. Diğer bir
ayette de: "Eğer onu
(aşikâr ettikleri sırrı) Pey-gamber'e
ve içlerinden emre salahiyeti olanlara götürselerdi, elbette onlardan istinbat
edenler, onu bilirlerdi. Allah'ın size ih-sanı ve acıması
olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup
gitmiştiniz."[79] diye
buyurmuştur. Allah'a götürmek, Onun kitabının apaçık
emrine sarılmaktır. Resule götürmek de onun ihtilafa mucib olmayan
apaçık sünnetine tabi olmaktır.
Biz Resulullahın
Ehl-i Beyti, Kuranın muhkem
ayetlerinden istinbat ederiz; müteşabih, nasih ve mensuh ayetlerini de
biliriz.
(Ey Malik,)
düşmanlara karşı, onlar gibileri hakkında bizim yaptığımız
muamele gibi muamele et. Bizden gelen emirleri alabilmen için, vuku bulan her
olayı ve haberi ardarda bize bildir; Allah yardımcıdır.
Sonra halis bir niyetle halk arasındaki
yargı meselesini göz önünde tut. Çünkü mazlumun hakkını
zalimden, güçsüzün hakkını güçlüden almak ve ilahi haddi sünnet ve
şeriat gereğince uygulamaktan ibaret olan yargı, Allah'ın
kullarını ıslah eden ve ülkeyi bayındır hale getiren
şeylerden biridir.
Sence
halkın gözünde ilim, sabır, züht, takva ve cömertlik
açısından daha üstün olan, işin çokluğundan dolayı
nefesi kesilmeyen, dava taraflarının müracaatı kendisini
inatçı ve bencil kılıp görüşü üzerinde ısrar etmesine
sebep olmayan, bir yanlışlık yaptığında
yanlışlığı üzerinde ısrar etmeyen, hakkı
tanıdığında hakka dönmekten rahatsız olmayan,
halkın malına göz dikmeyen, gerçekleri anlamakta ilkel ve yetersiz
teşhislerle yetinmeyen, şüpheli konularda herkesten daha fazla
ihtiyat eden, herkesten daha fazla delillere uyan, davacıların
sürekli müracaatta bulunmasıyla dize gelmeyen, gerçeğin bilinmesinde
diğerlerinden daha sabırlı olan, gerçek ortaya
çıktığında ise diğerlerinden daha ciddi olan, övgü,
takdir ve dalkavuklukla kendisini kaybetmeyen, mübalağa ve demagojiyle
tahrik olmayan ve propagandaya kulak vermeyen kimseleri bu şerefli
yargı makamına seç. Fakat bu özelliklere sahip yargıçlar çok
azdır. Sonra onların hükümlerinden de haberdar olmaya
çalış, geçimlerini fazlasıyla temin et ki, bu yönden bir
mazeretleri kalmasın; ondan aldığı destekle halka
ihtiyaçları azalsın. Katında gafil avlanmaktan emin
olmaları için onlara, senin yakınlarından hiçbirinin göz
dikemeyeceği yüksek bir mevki sağla. Huzuruna geldiklerinde onlara
tazim et; mecliste onlara kendi yanında yer ver. Verdikleri hükümleri
imzala, icra et ve onlara destek ol. Yardımcılarını, onlar
gibi beğendiğin fakihlerden, takva ehlinden, Allah ve kulları
için hayır isteyen kimselerden seç ki, bir iş şüpheli
olduğunda ve hak gizli kaldığında gerçeği bulmak için
onları konuşsun ve onların bilgisinden kendisine gizli kalan
şeyde yardım alabilsin; yine onlar, halkın arasında
verdiği hükümlere şahit olsunlar, Allah'ın izniyle.
Daha sonra, etrafında bulunan hadis
ravileri arasından Allah'ın hükmünde ve Resulullah salla'llâhu
aleyhi ve alih'in sünnetinde
birbirleriyle ihtilafa (çelişkiye) düşmeyen kimseleri kadı
olarak seçmekte gayret göstermelisin. Zira hükümde ihtilafa düşmek adaleti
yok eder, dinde gaflete dalmaya sebep olur ve halk arasında tefrikaya yol
açar. Allah-u Teâla halkın birbiriyle geçinme ve mali işler
konusundaki vazifelerini açıklamıştır. Bilmedikleri
şeyleri, Kur'an'ın ilmini emanet ettiği ve ahkâmı
korumayı uhdelerine bıraktığı kimselere (Ehl-i Beyte)
havale etmeyi emretmiştir. Yargıçların ihtilafa düşmesi,
zulmün ve bencilliğin onların arasına girmesi, itaati farz
kılınan kimselere müracaat etmeksizin kendi görüşleriyle
yetinmelerinden dolayıdır. Bu tür hareketler ne dinin
salahınadır, ne de Müslümanların yararına.
Yargıcın vazifesi sünnet ve elinde bulunan rivayetlere uygun
yargıda bulunmasıdır; aciz kaldığında ise
yargı işini ehline bırakmalıdır. Ehlini
bulamadığı takdirde diğer fakihlerle istişare
etmelidir; bundan başka bir çözüm yolu aramaya hakkı yoktur. İki
Müslüman yargıcın "veliyy-i emre" müracaat etmeksizin
ihtilaflı bir mesele üzerinde durmaya hakları yoktur. Veliyy-i emir
Allah'ın ona öğrettiği ilimle, onların arasında
yargıda bulunduktan sonra her ikisinin de o hükmü kabul etmeleri
lazımdır, ister onların görüşüne uygun olsun, ister
olmasın. Bu vazifeye çok dikkat et. Çünkü bu din, kötü kişilerin
ellerine tutsak düşmüştü. İslam nizamı nefsî istek ve
arzularla yürütülüyordu; din, dünyanın adi ve basit amaçlarına
ulaşmak için bir vesile kılınmıştı.
Şehirlerin yargıçlarına ihtilaf
ettikleri her meseleyi sana bildirmelerini yaz. Sonra bu meselelere derince bir
bak; Allah'ın kitabına, Peygamber'in
sünnetine ve İmamının hadisine uygun gördüğünde
imzalayıp onları bu işi yapmaya mecbur kıl. Hakkı
teşhis edemediğin ve mesele şüpheli kaldığı
takdirde, hükmün altında bulunanların etrafındaki fakihleri bir
araya topla, meseleyi onlarla görüş, sonra onların ittifak ettikleri
görüşü geçerli kıl. Zira halkın ihtilaf ettiği her mesele,
imama havale edilmelidir; imam da ilahi hadleri uygulamakta Allah'tan
yardım dilemeli, onu icra etmekte gayret göstermeli ve halkı kendi emrine
itaat etmeye mecbur kılmalıdır. Ve güç ancak Allahtandır.
Sonra memurlarına dikkat et. Onları
sınadıktan sonra tayin et; onları şahsi eğilimlerinle
ve rasgele tayin etme; çünkü bu iki iş (şahsi eğilim veya rasgele
bir yetkiliyi tayin etme) zülüm ve hıyanetin çoğalmasına,
halkın ise çaresizliğine sebep olur. İşler, ifsatla düzene
girmez. Takvalı, bilgili, siyaset bilen şahısları
işlerin başına getir. Bunları temiz ailelerden,
İslam'a eskiden girmiş olanlardan, tecrübe ve hayâ sahibi
kişilerden seç; çünkü onlar, ahlakça en üstün, namusça en doğru, kötü
arzulardan kurtulmuş, tamahları en az, işlerin
sonuçlarını en fazla dikkate alan kişilerdir. Bunlar, üzerine
aldığın mesuliyette, sana yardımcı
olmalıdırlar. Böyle yardımcılar bulduğunda
onların ücretlerini bol bol ver ki, kendilerini doğrultsun, güçlerini
kazansın ve elleri altında bulunan Müslümanların
mallarını yemekten uzak dursunlar. Aynı zamanda, emrine
uymayıp emanetine hıyanette bulunurlarsa bu, onların aleyhine
bir delil olur sana. Sonra, işleri teftiş et, onlara doğru ve
vefalı müfettişler gönder (hallerini ve işlerini görüp,
anlayıp sana bildirsinler). Çünkü onların haberleri olmadan senin
onlardan haberdar olman, onların emin bir surette iş görmelerine,
halka yumuşaklıkla muamelede bulunmalarına sebep olur.
(Onların içinde) zalimlere yardım edenlerden korun. Onlardan biri,
vazifesinde hıyanet eder de müfettişlerin verdikleri rapor onun
aleyhinde toplanırsa, bu tanık olarak yeter sana. Artık ona
bedenî cezayı verebilir, yaptığına karşılık
onu suçlu tutar, aşağılayarak onu hıyanet damgasıyla
dağlar ve töhmet zincirini boynuna vurabilirsin.
Vergi
işini de araştır, memurlarının işlerini düzene
sok, çünkü haraç durumu ve vergi memurlarının işinin düzene
girmesi, diğerlerinin işinin de düzene girmesi demektir. Onlardan
başkaları, ancak onların işlerinin düzene girmesiyle düzene
girebilir. Çünkü insanların hepsi verginin ve vergi memurlarının
ehl-i ayalidir (onların topladığı vergiyle idare
edilirler). Ancak, vergi toplamaktan ziyade memleketin kalkınmasına
dikkat etmelisin; çünkü vergi memleket kalkınmadıkça toplanamaz.
Memleketi kalkındırmadan, bayındır hale getirmeden vergi
isteyen, şehirleri yıkıp mahveder ve Allah'ın
kullarını helak eder; böyle bir buyruk sahibinin işi ve idaresi,
pek az bir müddet sürer.
Sonra da bütün
şehirlerin vergi memurlarını huzuruna çağırıp
kendi şehirlerinin durumunu, ihtiyaçlarını ve vergi toplamak
için kolay olan yollar hakkında açıklamada bulunmalarını
onlardan iste. Daha sonra diğer uzmanlardan da meseleyi sor, öğren;
vergi verenler verginin ağırlığından, veya vergi
verecekleri şeylere bir afet gelmesinden, yahut içecekleri,
sulayacakları suyun kesilmesinden veya bir bendin yıkılıp
araziyi su basmasından, toprağın kaymasından, yahut da
mahsulün mahvolmasından şikayet ederlerse, hallerini düzene sokacak
bir derecede vergilerini azaltman gerekir. Eğer mali güçleri
noksanlıklarını gidermek için zayıf olur da senden
yardım dilerlerse, esirgeme, geçimlerini sağla. Zira böyle bir
işin sonucu (ülkenin ve halkın) yararınadır. Bu sana güç
gelmemeli. Çünkü bu bir yatırımdır; ülkenin mamur olması ve
vilayetinin (memleketinin) bezenmesine sebep olacak, tekrar hazinene geri
dönecektir.
Ayrıca (servet
toplamak yerine halka iyi muamelede bulunmakla) halkın, sevgisini,
saygısını, iyimserliğini kazanmış olursun ve
hayrın çoğalmasına, halkın kolaylıkla sana
cezbolmasına sebep olursun. Vergi zorla, baskıyla ve azarlamakla elde
edilen bir şey değildir. Bu büyüklük ve fedakârlık (vergiyi
bağışlaman), seninle halkın arasında olan bir ahittir.
Bir olay vuku bulduğunda (ve yardımlarına ihtiyaç
duyduğunda) kendilerine hizmet ettiğin, refah düzeyini
yükselttiğin, iyi muamelede bulunduğun halka güvenebilirsin. Onları
esirgeyişin, haklarında adaletle muamele edişin ve yumuşak
davranışın da buna sebep olur. Bu olayda mazur olduğunu
(onlara hıyanet etmediğini) bildikleri için dileğini seve seve
kabul ederler; bunun meşakkatine katlanırlar, emrini yerine getirirler.
Çünkü ülkede vücuda gelen bayındırlık ve servet, onlara
yükleyeceğin yüke katlanmaları için onlara kuvvet verir.
Bir yerin harap olması, oradaki
halkın yoksul düşmesiyle başlar; oradaki halkın
yoksulluğuysa valilerin israf etmelerinden, valilikte kalacaklarına
emin olmamalarından, ibret alınacak şeylerden az ibret
almalarından kaynaklanır. Sen kendi hükümetinde,
biriktirdiği şeyin halkın
övgüsü, Allah'ın sevabı ve imamın sevgisi olmasını
seven bir kimse gibi hareket et. Güç ve kuvvet yalnızca Allah'tandır.
Sonra kâtiplerini de teftiş et; her
birisinin ihtiyacını öğren, onlara derece ve makam tayin et;
onların en iyi olanlarını iş başına getir.
(Düşmanlara karşı) kullanacağın düzenlerini, gizli
tuttuğun sözleri içeren mektupları, edep ve ahlak açısından
herkesten daha temiz ve iyi olan, büyük işlerde görüş alış
verişine (daha fazla) salahiyeti olan, görüş sahibi, iyiliğini
isteyen ve akıllı olan, herkesten daha fazla sırrı
saklayan, izzet ve ihtiram kendisini mağrur etmeyen, azdırmayan,
durum ve makamları yalnızlıkta veya topluluğun önünde
kendilerini sana karşı durmaya cesaretlendirmeyen kişilere
teslim et. Bu kâtiplerin, etraftan (memurlarından) gelen mektupları
sana sunmakta gaflet etmemeleri, senden aldıkları emri
aldıkları gibi bildirmeleri, senin lehine yapılan bir
antlaşmada gevşek davranmamalı, aleyhine olan
anlaşmayı bozmakta zaaf göstermemeleri ve işlerde sahip
oldukları mevkilerini ve hadlerini bilmeleri gerekir; çünkü kendi haddini
bilmeyen kişi başkasının haddini asla bilmez.
Normal mektupları, gelir defterleri ve
ordunun divanı gibi daha küçük işleri de dikkat göstererek
seçtiğin kimselerin yetkisine bırak. Zira bunlar da önemli
işlerdir; senin için faydalı olduğu gibi, yönettiğin
halkın da yararınadır. Sonra onları kendi anlayış
ve ferasetine güvenerek ve kendilerine olan eğilimine ve hüsn-ü zannına
dayanarak seçme; çünkü bazı insanlar, göstermelik hareketlerde bulunup,
güzel hizmetler vererek kendilerini valiye iyi tanıtabilirler; oysaki bu
göstermelik hareketlerin ötesinde ne öğüt vermek vardır, ne de
emanete riayet etmek. Senden önceki temiz kişilerin seçtikleri
kişilere bak; halka karşı en güzel muamelede bulunanları,
emanete riayetle tanınmış onurlu kişileri iş
başına getir. Bu, (önceki durumlarını nazara almak, onları
seçmekte dikkat etmek) Allah'a ve işe atadığın
kişilere karşı sorumluluk hissi
taşıdığını gösterir. Daha sonra bu
memurlarına, halkla iyi geçinmelerini ve onlarla güzel
konuşmalarını emret.
Her işinin başına, işin
büyüğü kendisine güç gelmeyecek, işlerin çokluğu, kendisini
şaşırtmayacak bir başkan seç. Daha sonra kendin, onların
gizli durumlarını ve hallerini araştır; muhtaç
olanların ve mesajları sana ulaşan kimselerin işlerini
incele. Onların (kâtiplerin) vali ve kendi imamları
karşısındaki durumlarının ve tutumlarının ne
şekilde olduğuna dikkat et. Çünkü kâtiplerden çoğunun huyu,
çabuk usanmak, tekebbür ve bencilliktir; ama Allah bir kimseyi korursa o
başka. Halk, ihtiyacını sunmaya ve onu istemeye mecburdur.
Kâtiplerinden birinde bir ayıp görür de aldırmazsan, o ayıpla
sen de ayıplanırsın; nitekim onlarda bir fazilet olursa, Allah
katında sana olan sevaba ilave olarak, o fazilet, senin hesabına da
kaydedilir.
Tacirlere, sanat ve zanaat sahiplerine
gelince; onlara iyi davranmalısın. Onlarla ilgili tavsiyelerimi kabul
et ve onlara karşı hayırlı ol. Kendin de elin altında
bulunan memurlara, onlara karşı iyi davranmalarını tavsiye
et. Onlardan bir kısmı, oturdukları yerlerde ticaretle
uğraşır. Bir kısmıysa bir yerden bir yere gider, mal
götürüp getirir. Bir başka grubu da halkın muhtaç olduğu
şeyleri ellerinin emekleriyle hazırlarlar. (Bunlara iyi muamelede
bulun;) çünkü bunlar, yarar kaynaklarıdırlar; uzun yollar
aşarak, ülkendeki karalarda, denizlerde, düzlüklerde,
dağlıklarda gezerek, başkalarının tabiatına uygun
gelmeyen bölgelere ve halkın bir adım atmaya cesaret edemediği düşman
ülkelerine giderek yarar sağlarlar. Bu sınıfın
ihtiramını gözet, yollarının emniyetini temin et;
haklarını al. Bunlar (işlerinin tabiatı gereği)
başkalarına zararı olmayan, salim kimselerdir. Kötülüklerinden
korkulmaz, barışçıdırlar (bunlar tarafından bir isyan
ve kargaşanın baş göstermesinden endişelenmemek gerek).
Onların nazarında en sevimli iş, emniyeti daha fazla koruyan ve
hükümdara yararı daha çok olan işlerdir.
Bulunduğun yerde onların
işlerini gör-gözet. Uzak ve yakın şehirlerde de hallerini izle.
Ama şunu da bil ki, bütün bunlarla beraber, bunların çoğunda
aşırı bir hırs, kötü bir cimrilik, faydalı
şeyleri stok etme ve azalınca değerinden fazlaya satma
çabası vardır; buysa halkın zararına sebep olduğu gibi
valilere de (buna göz yummak) ayıptır, noksanlıktır.
Stokçuluğu yasakla; çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de yasaklamıştır. Alış
veriş, güzel surette, adalet terazileriyle, satanın da alanın da
zarar etmeyeceği bir fiyatla olmalıdır. Sen, stokçuluğu
nehyettikten sonra onu yapmaya kalkışan olursa cezalandır; fakat
cezada pek ileri gitme. Zira, Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih de böyle yaptı.
Sonra
Allah için, Allah için aşağı tabakayı gör-gözet; onlar
başvuracakları bir düzen (çare) bulamayan, oldukça yoksul, muhtaç,
darlıkta bunalmış, dertlere tutulmuş, kazançtan aciz
kalmış kişilerdir. Bu sınıfın içinde dilenenler
olduğu gibi bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey
istemeyenler de vardır. Öyleyse, Allah'ın senden korumanı
istediği kimselerin hakkını koru. Onlara, memur olduğun
beyt-ul maldan, her şehirde, Müslümanların ganimet olarak elde
ettikleri ve devlete ait olan arazinin gelirinden, ekininden pay ayır. Onların
yakın yerlerde olanlarıyla uzaklarda bulunanları aynı hakka
sahiptir ve sen onlardan her birisinin hakkına riayet etmekten sorumlusun.
Hiç bir düşünce seni, mahrumların durumuyla ilgilenmekten
alıkoymasın. Ehemmiyetli işleri sağlamlaştırman,
küçük sayılan işlere bakmaman için bir mazeret sayılmaz. Onlara
karşı dikkatsiz ve himmetsiz olma; yüzünü de kibirle onlardan
çevirme. Allah rızası için alçak gönüllü ol ki, Allah seni yüceltsin.
Güçsüzlerin karşısında tevazu kanadını ger. Onlara,
kendini bu tavra muhtaçmışsın gibi göster. Onların, gözlere
hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı
sayılanlarını, fakat sana gelip hallerini
anlatmayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hallerini sorup
anlamak için Allah'tan korkan, onlara karşı böbürlenmeyen,
güvendiğin kişileri yolla ki, onların hallerini sana
bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki, Allah'a
ulaştığın gün, onlar hakkında mazeret göstermeye
kalkışmayasın. Çünkü bunlar, halk içinde başkalarından
daha fazla insafa muhtaç kişilerdir. Bütün bu sınıfların
haklarını vermekte (olacak kusurdan dolayı) Allah'tan af dile.
Yetimlerden,
kötürümlerden, ihtiyarlardan bilhassa çaresi olmayan ve kimseden bir şey
dilemeyen kimselerin durumlarıyla ilgilen; onlara (beyt-ul maldan)
azık tayin et. Çünkü bunların hepsi Allah'ın
kullarıdır. Onları bu durumdan kurtarmak,
azıklarını vermek, haklarını temin etmekle Allah'a
yaklaş. Zira amellerin ihlası, niyetlerin doğruluğuna
bağlıdır.
Ayrıca
halktan bazıları, kendi ihtiyaçlarını hakimin huzurunda
bizzat dile getirmedikleri takdirde, işlerinin kendilerinin
gıyabında yürütüleceğinden emin olmazlar. Bu ise, valilere
ağırdır. Fakat hakkın hepsi de ağırdır.
Ancak Allah, hayırlı bir sonuca varabilmek için sabredip de
Allahın sabredenlere vaat ettiği sevabın gerçek olduğuna
inananlara o yükü hafifletir. Sen de bu sınıftan ol, Allah'tan
yardım dile.
Zamanının
bir kısmını ihtiyaç sahiplerine ayır; bu süre içerisinde
kendini onlara vakfet; bunların işlerine bakmak için, zihnini her
türlü meşguliyetten temizle; onları huzuruna çağır,
yanında oturt ve onlarla görüşüp dertlerini dinle; seni yücelten ve
sana makam veren Allah için tevazu et. Askerlerinden,
yardımcılarından, koruyucularından, güvenlik ekibinden hiç
kimse onları korkutmasın, onlara mani olmasın, o mecliste
(halkın huzurunda) alçak gönüllü ol; onlarla yüz yüze geldiğinde,
konuştuğunda yumuşak davran ki, onlar seninle konuşmak
istediklerinde korkmadan, çekinmeden konuşsunlar. Resulullah sallallâhu
aleyhi ve alihin birçok
yerde: "Zayıfın korkup çekinmeden, dili dolaşmadan sözünü
söyleyip kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne
temizliğe ulaşır, ne kutluluğa kavuşur."
buyurduğunu duymuşumdur.
Sonra
onların sert konuşmalarına, söz söylerken ağır laflar
edenlerine tahammül et; darılmayı, sinirlenmeyi, onlarla
görüşmekten kibirlenerek kaçınmayı da bırak ki, Allah da bu
yüzden sana her taraftan rahmetlerini açıp yaysın; Ona itaat
edenlerin sevaplarını sana versin. İhsanda bulunduğun
zaman, minnet yükleme ki, verdiğin ona sinsin; vermediğin zaman da
güzellikle, özür dileyerek, tevazu ederek verme ki, hiç olmazsa isteyen
kişi rahatsız olmasın. Şüphesiz, Allah-u Teâla tevazu eden
kimseleri sever.
Yardımcılarından
en aziz ve değerlisi, herkesten
daha yumuşak davranan, müracaat edildiğinde daha güzel
karşılayan, zayıf ve güçsüzlere daha çok lütufta bulunan
kimseler olmalıdır, inşaallah.
Bazı
işler de vardır ki, bizzat senin yapman gerekir. Bunlardan biri,
kâtiplerinin cevap veremeyecekleri mektuplara cevap vermendir. Biri de
halkın ihtiyacı sana arzedildiğinde, o ihtiyaçları
gidermendir. Biri de kâtip ve hazinedarların yetkilerine bırakılan
bütçeleri inceleyip öğrenmektir. Bu vazifede gevşeklik gösterme ve
işi geciktirmeyi de ganimet bilme. Kalben ve fikren rahatlaman için bu
işlerden her birisine ilgili amirlerle konuşup tartışacak
bir memur tayin et. Herhangi bir işi, o işle ilgilenen yetkiliyle
istişare ettikten ve üzerinde düşünüp taşındıktan
sonra imzala. Her işin şefi, nezaretçisi, (doğru bildiği)
hükmü vermede senden çekinmemeli, icra edilemeyecek görüşleri de dile
getirmemelidir.
Her günün işini, o gün gör. Çünkü her gün
yapılacak bir iş vardır. Temiz niyetle ve halkın
esenliğe erişmesi için yapılan bütün işler ve sarfedilen
bütün vakitler Allah için olsa da, sen vakitlerin en üstününü ve en büyük
bölümünü kendinle Allah arasındaki kulluğa ayır.
Allah
için dinini halis kılan ve yalnız Allah için olan farzlara, bilhassa
dikkat et. Gecende, gündüzünde bedenî ibadetlerini, gerektiği gibi eda et.
Ama müstehap namazlar yalnız Peygamber'e
gerekli kılınmıştır. Zira Allah-u Teâla şöyle
buyurmuştur: "Gece-nin bir
kısmında uyanıp namaz kıl, senin için nafile olarak; (bu namaz, sana mahsustur ve farz
namazlardan fazla bir namazdır;) umulur
ki Rabbin seni beğenilmiş ve övülmüş bir makama
ulaştırır."[80] Allah,
bu vazifeyi yalnız Peygamber'e
mahsus kılmış, bu vesileyle de ona ikramda bulunmuştur;
başkaları için bu, ihtiyarî ve müstehap bir ameldir. Allah-u Teâla
buyuruyor ki: "Kim farz olmayan bir
hayır işlerse, şüphe yok ki Allah, ona mükâfatta bulunur."[81] Öyleyse
Allah'a ve Onun keremine yaklaşmaya sebep olan her işi çok yap.
Farizeleri, kusursuz ve noksansız bir şekilde, meşakkatli olsa
bile yerine getir. Halka namaz kıldırdığın zaman,
namazı uzatıp onları usandırmadan, çabuk, fakat
erkânını yitirmeden kıldır; çünkü halk içinde hasta ve
işi olan vardır. Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih beni Yemen'e gönderdiği zaman Resulullah'a: Onlara nasıl namaz
kıldırayım? diye sordum; "En zayıfının
kıldığı namaz gibi kıldır, insanlara
karşı merhametli davran." buyurdular.
Bütün
bunlardan sonra derim ki: Buyruğunun altında bulunanlardan uzun
müddet gizli kalma; çünkü valilerin halka görünmemeleri
sıkıcıdır (halkı sıkar); valilerin işler
hakkında bilgisiz kalmasına yol açar. Onlardan gizlenmek, valilerin
birçok şeyi bilmelerine engel olur. Dolayısıyla büyük
şeyler onlara küçük görünür; küçük şeylerse gözlerinde büyür; güzel
ve iyi, çirkin görünür; çirkinse güzelliğe bürünür; hakla batıl
birbirine karışır gider. Vali de bir insandır ancak; bir
işi ondan gizlerlerse bilemez, gizli kalanları göremez. Sözün
üzerinde doğruyu yalandan ayıracak bir alamet bulunmamaktadır.
Öyleyse hakların karışmasını önlemek için perdeyi
incelt. Sen iki kişiden birisin ancak: Ya hak yolunda eli açık,
cömert birisin; o halde gereken hakkı verdikten sonra ve iyi iş
gördükten sonra neden gizlenesin? Ya da cimri birisin;
bağışından ümidini kestikten sonra artık halk senden
bir şey istemez ki; o halde ne diye onlara görünmeyesin? Kaldı ki
halkın sana müracaatlarının çoğunun sana bir
ağırlığı yoktur; ya zulme
uğradıklarından şikâyetçi olur; ya da adalet isterler. Anlattığım
şeylerden yararlan; hidayetini, saadetini garantileyen şeyle yetin,
inşaallah.
Sonra
yöneticilerin kendi reyleriyle hareket eden, tekebbürde bulunan, muamelede
insafları az olan bazı adamları olabilir; bunların
sebeplerini gidererek onları kökten yok et. Yakınlarına,
yanında bulunanlara özel bir arazi verme veya yüklerini
başkalarına yükleyerek diğer insanlara zararı dokunacak
şekilde su kullanmada ve ortak bir işe girişmede anlaşma
yapmaları için destek olma; bunun yararı sana değil, onlara
olur, ayıbı ise dünya ve ahirette sana kalır. İşler
sana ulaştığında, adaletle hükmet. Yakın olsun, uzak
olsun, kime gerekiyorsa hakkını ver; bu hususta sabırlı ol,
mükâfatını Allah'tan iste, akraban ve yakınların
hakkında bile haktan ayrılma; işin sonunu düşün; isterse
ona ağır gelsin bu iş; hayır olduğu sence malumsa
yapmaktan çekinme; hakkını yerine getir.
Her ne zaman (yanlış
anlaşılma) sonucu halk zalim olduğun düşüncesine
kapılırsa (işin gerçeğini dile getirip
yaptığını yorumlayarak) mazeretini onlara açıkla ve
sana olan kötümserliği gider. Bu (halkla yüzyüze gelip meseleyi onlarla
ortaya koymak) nefsin için bir riyazet ve buyruğun altındakilere de
yumuşaklıkla muamelede bulunmaktır. Bu vesileyle halkı
güzel ve yumuşak ahlak vesilesiyle hak yola hidayet etmekten ibaret olan
muradına da erersin.
(Dış siyaset
ve düşmanla muamele konusuna gelince:) Düşmanın, seninle
barışmak isterse reddetme. Barışta Allah'ın
rızası, ordunun huzuru vardır; böylece sen de
sıkıntılarından
kurtulmuş olursun; şehirlerinse güvenliğe
kavuşmuş olur. Ama barıştıktan sonra da düşmanından
sakın; çünkü çok kere düşman yaklaşır, gafil olmanı
bekler. Şu halde ihtiyatla hareket et, ihtimali olan her tehlikenin önüne
sed çek, bütün işlerde de Allah'a güven. Bir sorun çıkıp da düşmanla
barışmak veya düşmana güvence vermek zorunda kalırsan,
verdiğin söz ve yaptığın antlaşmaya riayet ederek
nefsini ona verdiğin söze (ahde) kalkan yap. Çünkü Allah'ın
farzlarından hiç biri ahde (antlaşmaya) bağlı kalmak gibi
değildir. Dilekleri birbirine aykırı, reyleri, akideleri,
dinleri çeşit çeşit olduğu halde tüm milletler (verdikleri söz
ve imzaladıkları) antlaşmalarına
bağlıdırlar. Çünkü antlaşmayı bozmanın ve
gaddarlığın vahim sonuçlarını, müşrikler dahi
idrak etmiş ve bağlılığı gerekli
saymışlardır. Durum böyle iken sen (ey Müslümanların emri)
antlaşmanı bozma, antlaşmaya bağlılığı
bir kenara itme, buna riayet et,
hıyanette bulunarak düşmanını aldatma; çünkü bu hususta
Allah'a karşı cürette bulunan, çok cahil bir kimsedir. Allah ahdini,
güvencesini kulları arasında bir rahmet olarak
yaymıştır, o herkesin rahat edeceği bir emniyet kalesidir
ve herkesin sığınacağı bir haremdir. Herkes ona
doğru koşar. Onu bozmak, ona hıyanet etmek, ona hile katmak
olmaz.
Sakın
karşılaştığın darlıktan dolayı Allah
adına verdiğin ahdi bozmaya kalkışma. Zira senin, kurtuluş
ümidi olan ve sonunda üstünlük umulan bir darlığa sabretmen,
yarın kötü akıbetinden
korkacağın bir hıyanetten, Allah'ın seni sorguya
çekmesinden, dünya ve ahirette (özrünün) kabul olmamasından daha hayırlıdır.
Haksız
olarak kan dökmekten sakın. Çünkü azaba sebep olmak, ağır belaya
yol açmak ve nimetin ortadan kalkıp ömrün çürümesine sebep olmak
bakımından hiç bir şey haksız olarak dökülen kan gibi
etkili değildir. Kullar arasında döktükleri kanlar hakkında
(kıyamet günü) bizzat Allah hükmedecektir. Öyleyse, haram olarak kan
dökmekle makam ve kudretini korumaya kalkışma. Çünkü bu, makam ve
kudretin yok olmasına, onların zevale uğramasına sebep
olur. Kendini Allah'ın gazabına uğratmaktan sakın. Allah-u
Teâla zulümle öldürülenin mirasçısına (intikam almakta) bir kudret
vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Kim zulümle öldürülürse mirasçısına, öldürene
karşı bir kudret ve salahiyet verdik, ancak öldürmede
aşırı gitmemeli; şüphe yok ki yardıma da mazhar
edilmiştir o." [82]
Bilerek
kan dökme hususunda ne Allah katında bir özrün kabul edilir, ne benim
yanımda; çünkü cezası kısastır bunun. Suçluya ceza
verdiğinde yanlışlıkla kamçın, yahut elin onun ölümüne
sebep olursa, kudretine güvenip ululanarak, öldürülen kişinin velilerine,
onun diyetini Allah'ın rızası için vermekten kaçınma.
Kendini
beğenmekten, seni kendini beğenmeğe sevkeden şeylere
güvenmekten ve övülmeyi istemekten çekin; çünkü bunlar, ihsan sahiplerinin
ihsanlarını yok etmek, mükâfatlarını mahvetmek için,
şeytanın gözettiği en güvenilir fırsatlardandır.
İdarende
bulunanlara ihsanda bulunduğunda, onları minnet altında
bırakmaya (ihsanını başlarına kakmaya)
kalkışmayasın. Yaptığını çok görmekten de
çekin. Söz verdiğinde, sözünden dönme; onlarla acele olarak da
(gelişi güzel) konuşma. Başa kakmak, ihsanı yok eder;
sözden dönüş, Allah'ın gazabına ve halkın nefretine yol
açar; Yüce Allah: "Allah
katında en beğenilmeyen şey yapmayacağınız
şeyi söylemenizdir." buyuruyor.[83]
İşleri,
zamanı gelmeden önce alelacele yapmayasın; yapma zamanı
geldiğinde de bir işi ihmal etmeyesin; doğruluğu sence
belli olmayan işi yapmakta da ısrar etmeyesin, ama
doğruluğu açıkça olan işi de baştan savma. Her
işi zamanında ve yerinde[AY4] yap.
Herkesle
bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını
çoğaltmaya kalkışma; herkesin gözettiği şeylerde
gaflete düşme; çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman
sonra işleri örten perdeler açılır, Allahın azameti zuhur
eder ve mazlumların hakkı zalimlerden alınır.
Öfkeni
yen, kendine sahip ol. Elini, dilini gözet. Bütün bu hâllerde hemencecik cezâ
vermekten çekin; cezâyı geriye at. Öfkelendiğinde,
kızgınlığının yatışması ve
ihtiyarını kullanabilmen için göğe taraf bak. Bunları,
Rabbine ulaşacağına inanarak derdini ve üzüntünü
çoğaltmadıkça uygulayamazsın.
Bil ki, bu ahitnâmede senin hidayet olman için
gerekli her şey hazırlanmış ve
yazılmıştır. Allah dilerse, seni hidayet eder ve bizden
gördüğün bütün şeylerden öğüt alma tevfikini sana verir. Sonuçta
yönetimin adalet, üstün kanunlar, Peygamberinin
sünneti ve Allah'ın kitabındaki farzlar üzere kurulu olur ve bizim
nasıl hareket ettiğimizi, gördüğün miktarda örnek edinir ve
ahitnâmede sana verdiğim buyruklara uymaya kendini zorlarsın. Nefsine
uymak hususunda bir gevşeklik göstermemen için bu kadar delil getirdim
sana. Ancak Allah (c.c.) insanı kötü şeylerden korur ve
hayırlı işlere muvaffak eder. Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'in bana olan vasiyetlerinden bir
kısmı da namaz, zekât ve kölelerin hakkına riayet etmeye
teşvik konusuydu. Ben de bu ahitnâmeyi aynı tavsiyede bulunmakla sona
erdiriyorum. Güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce Allahtandır.
Ve,
benim ve senin, kullar arasında mazeretleri keserek açık delilleri
ikame etmemizi, kulların en güzel anışlarına, iyi ve
yerinde övüşlerine mazhar olmamızı, şehirlerde iyi ve güzel
eserler bırakmamızı, nimetin hakkımızda tam olgun
olarak, lütuf ve ihsânın kat kat fazlasıyla verilmesini, benim de,
senin de ömrümüzün kutlulukla ve şehit olarak tamamlanmasını,
Allah'ın bol ve sayısız rahmetine, pek büyük kudretine, her
dilenen şeyi lütfedip vermesine sığınarak, niyâz etmekteyim
ve biz, gerçekten Allah'ın rızâsını istemekteyiz.
Allah'ın
salâtı ve selâmı Resulullah'a
ve tertemiz soyuna olsun.
Mahlukatı ve sabahı yaratan, ölüleri
canlandırıp yayan, kabirdekileri dirilten Allah'a hamt olsun.
Allah'tan başka ilah olmadığına, Onun tek olduğuna,
şeriki olmadığına ve Muhammed
salla'llâhu
aleyhi ve alihin Onun kulu
ve rasulü olduğuna şehadet ederim.
Ey Allah'ın kulları, noksan
sıfatlardan münezzeh olan Allah'a yönelenlerin sarıldıkları
en üstün vesile: Ona, peygamberlerine ve bu peygamberlerin Allah indinden
getirdikleri vahye inanmaktır; Allah yolunda cihat etmektir; cihat,
İslam'ın en yüce kalesidir; Allah'ın birliğini (kelime-i
tevhid olan "la ilahe illallah"ı) ikrar etmektir; bu
insanın fıtratındadır; namaz kılmaktır; çünkü
din, namazdan ibarettir; zekâtı vermektir; bu da bir farizedir; ramazan
ayının orucunu tutmaktır; o sapasağlam bir siperdir; hacca
ve umreye gitmektir; hac ve umre yoksulluğu giderip günahları
bağışlatır, günahları örter ve cennete gitmeye sebep
olur; sıla-i rahimde bulunmaktır; o servetin artmasına, ömrün
uzamasına ve sayının çoğalmasına vesile olur; gizlice
sadaka vermektir; o günahların bağışlanmasına vesile
olur ve Allah'ın gazabını giderir; açıktan sadaka
vermektir; o kötü ölümleri geri çevirir ve başkalarına iyilik
yapmaktır, bu da kötü hadiselerden korur.
Allah'ı çok anın; bu
anışların en güzelidir. Bu anma, nifaktan korunmaya ve
ateşten kurtulmaya ve hayırların taksim edildiği vakit,
sahibini Allaha hatırlatmaya sebep olur. Onu anış sesi
arşın altına varır.
Çekinenlere vaat ettiği şeyleri
kazanmaya çalışın; çünkü Allah'ın vaatleri vaatlerin en
gerçek olanıdır. Vaat ettiği her şey, Vaat ettiği
şekilde gelip ulaşacaktır. Resulullah
sallallâhu aleyhi ve aliha uyun; zira onun kılavuzluğu en
üstün kılavuzluktur. Onun sünnetine uyun; çünkü onun sünneti, sünnetlerin
en güzelidir. Kur'an'ı öğrenin; o sözlerin en güzeli, öğütlerin
en kâmilidir. Kur'an'ı anlayın; çünkü o gönüllerin
baharıdır. Kuranın ışığıyla şifa
bulun; çünkü o gönüllerdeki hastalıklara şifadır. Onu güzel bir
tarzda okuyun; zira o, kıssaların en güzelidir. "Kur'an okununca dinleyin ve susun. Umulur ki rahmete
erirsiniz."[84] Kur'an'ın ilmini öğrendiğinizde
kurtuluşa ermeniz için bildiklerinize amel edin.
Ey Allah'ın kulları, biliniz ki,
bilgisiyle amel etmeyen alim, bilgisizliğinden kurtulması mümkün
olmayan, şaşırıp kalan cahile benzer. Hatta ona
karşı olan delil, daha büyüktür. İlminden sapmış olan
bu alim Allah katında daha fazla yerilecektir ve hasreti, cehalet
içerisinde şaşırıp kalan cahilden daha fazla
olacaktır. Gerçi bunların her ikisi de şaşkın, fasit,
saptırıcı, fitneye uğramış, helak olan, yolları
boş ve beyhude, amelleri ise batıl olan kimselerdir.
Ey Allah'ın kulları, batıl
hayallere kapılmayın sonra şüpheye düşersiniz; şüpheye
düşmeyin sonra kâfir olursunuz; kâfir olmayın sonra pişman
olursunuz; (dini işleri basite indirgeyip) nefsinize ruhsat vermeyin sonra
dalkavuk olursunuz; böyle ruhsat vermeler sizi zalimlerin yollarına
götürür de helak olursunuz; hak size sunulup
tanıdığınızda onun üzerinde uzlaşma ve
dalkavukluk yapmayın sonra apaçık bir ziyana
uğrarsınız.
Ey Allah'ın kulları, Allah'tan
çekinmek ileri görüşlülüktendir. Allah'a (rahmetinin çokluğuna)
aldanmamak da muhafazakârlıktandır.
Ey Allah'ın kulları, insanlar
arasında, en çok kendi hayrını isteyen, Rabbine herkesten daha
çok itaat edendir. Ve en fazla kendisini aldatan da Allah'a en çok isyan
edendir.
Ey Allah'ın kulları, Allah'a itaat
eden emin olur ve sevince kavuşur; Allah'a isyan eden de ümitsizliğe
kapılıp pişman olur ve kurtuluşa eremez.
Ey Allah'ın kulları, Allah'tan yakin
dileyin; çünkü yakin dinin başıdır. Ondan afiyet isteyin; zira
afiyet büyük nimettir; onu (afiyeti) dünya ve ahiretiniz için ganimet bilin.
Allah'tan başarı talep edin; çünkü başarı güçlü bir temeldir. Biliniz ki, kalbin
kazandığı en iyi sıfat yakindir; yakinin en güzeli de
takvadır. Doğru işlerin en iyisi, sağlam
olanlarıdır; en kötü işler ise yeni çıkan şeylerdir;
her yeni çıkan şey bidattir; her bidat ise dalalettir; sünnetleri
yok eden de bidatlardır. Aldanan, dininde aldatılan kimsedir.
Özenilen ve gıpta edilen ise dinini selamette tutan ve yakini güzel
olandır. Mesut kişi, başkasından ibret alandır, kötü
kişi de isteğine kapılıp aldanandır.
Ey Allah'ın kulları, biliniz ki
riyanın azı da şirktir; amelde ihlas yakindir; nefsi istek ve
arzular insanı ateşe götürür; heva ve heves ehliyle oturup kalkmak,
Kur'anı unutturur, şeytanı hazır kılar. Nesiy[85] küfrü
arttırmadır. İsyankârların amelleri Rahman olan
Allah'ın gazabına sebep olur, Allah'ın gazabı ise
insanı ateşe götürür. Hanımlarla boş yere konuşmak
belaya sebep olur ve kalbi saptırır. Kadınlara şehvet gözüyle
bakmak, kalp gözünün nurunu söndürür. Namahreme bir göz atmak bile şeytanın
tuzağıdır. Sultanla oturup kalkmak cehennem ateşini
alevlendirir.
Ey Allah'ın kulları, doğru
söyleyin; Allah doğru söyleyenlerle beraberdir. Yalandan
sakının, yalan imanın zıddıdır. Doğru
konuşan kişi, kurtuluş ve ululuğun zirvesindedir; yalancıysa
helak olma uçurumunun eşiğindedir. Hakkı söyleyin ki hakla
tanınasınız. Hakla amel edin ki hak ehlinden olasınız.
Emaneti sahibine iade edin. Sizinle ilişkilerini kesen akrabalarla
ilişki kurun. Sizi mahrum bırakanlara iyilik edin. Antlaşma
yaptığınızda ona bağlı kalın. Yargıda
adaletli olun. Zulüm gördüğünüzde sabredin. Size kötü muamele
yaptıklarında affedin; suçları affedin; nitekim siz de suçunuzun
bağışlanmasını seversiniz. Babalarınızla
övünmeyin.
"Birbirinizi
kötü lakaplarla çağırmayın; imandan sonra fasıklara ait
adlar ne de kötüdür."[86] Şaka yapmayın. Birbirinize
karşı öfkelenmeyin, kibirlenmeyin. Birbirinizin gıybetini
etmeyin. Hiç biriniz ölü
kardeşinin etini yemeyi sever mi?[87] Birbirinize haset etmeyin; çünkü haset,
ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi imanı yiyip bitirir. Birbirinize
karşı düşmanlık beslemeyin. Çünkü düşmanlık
iyilikleri yok eder, bereketleri giderir.
Herkese selam verin; selamın
cevabını selam verenin selamından daha güzel bir şekilde
verin. Dul kadınlara, yetim çocuklara acıyın. Güçsüzlere,
mazlumlara, borçlulara, Allah yolunda savaşanlara, yolda
kalmışlara, dilencilere, kölelere, efendileriyle kölelikten
kurtulmaları için antlaşma yapan kölelere ve yoksullara yardımda
bulunun. Mazlumun destekçisi olun. Farz hakları verin. Allah yolunda
nefsinizle hakkıyla savaşın. Zira Allah'ın cezası
çetindir. Allah yolunda cihat edin. Misafire hürmet edin. Güzel abdest
alın. Beş vakit namazınızı vaktinde kılın;
zira bu namazların Allah'ın katında yüce bir makamı
vardır. (Nafile namazları terketmeyin.) "Kim farz olmayan hayır amelleri yaparsa, [bu onun için
hayırlıdır] şüphe yok ki Allah, mükâfat veren ve her
şeyi bilendir".[88] "İyilik etmek, kötülükten
sakınmak hususunda birbirinize yardım edin, suç işlemek ve
düşmanlık etmek için yardımlaşmayın.[89] Allah'tan nasıl sakınmak
lazımsa öyle sakının ve ancak Müslüman olarak ölün.[90]
Ey Allah'ın kulları, bilin ki,
arzular aklı giderir, vaatleri (kıyamet günündeki ceza ve mükâfat
vaatlerini) yalanlamaya yol açar, gaflete teşvik eder, hasret
doğurur. Öyleyse siz de arzuları yalanlayın, çünkü arzu
aldatmadır ve sahibi de günahkâr. Korku ve ümit halinde Allah için amel
edin. İstediğiniz bir şey size verildiğinde şükredin
ve bu nimeti elde etmekle yeni bir ümide varmayı
kararlaştırın; çünkü Allah-u Teâla Müslümanlara, iyilikte
bulunanları iyilikle mükâfatlandıracağını ve
şükredenlerin nimetini çoğaltacağını
bildirmiştir. Bilin ki, ben cennet gibi talep edeninin, cehennem gibi de
kaçanının gaflete daldığı bir şey görmedim ve
yine azıkların korunacağı ve batınların
aşikâr olacağı bir gün için çalışan kimseden daha
kazançlı bir tüccar görmedim. (Biliniz ki,) Haktan gelen yararla
yetinmeyen kimse, batıla uyup zarar görür. Hidayetin doğru yola
sevketmediği kimseyi, sapıklık zarara uğratır ve
yakinin yararından mahrum olan kimseye, şüphe zarar verir. Siz göçüp
gitmeye emredilmişsiniz ve azık toplama yolu da size
gösterilmiştir.
Biliniz ki, sizin için en fazla korktuğum
şu iki şeydir: Uzun arzular peşinde koşmak ve nefse uymak.
Biliniz ki, gerçekten de dünya sırt
çevirmiş ve fani olduğunu duyurmuştur. Gerçekten de ahiret bize
doğru yönelmiş ve ulaşmak üzere olduğunu bildirmiştir.
Duyun ve bilin ki, bugün hazırlık ve alıştırma,
yarın ise yarışma günüdür. Yarışmayı
kazananın ödülü cennettir, geride kalana ise cehennem var. Duyun ve bilin
ki, siz mühlet olarak verilen sayılı günleri yaşıyorsunuz;
ardındaysa çabucak ulaşan ölüm var. Kim bu sayılı günlerde,
eceli gelip çatmadan ihlasla Allah'a kullukta ve iyi işlerde bulunursa,
ameli ona fayda verir ve ölüm ona bir zarar vermez. Kim bu süreli günlerde,
kullukta kusur eder, iyi işlerde bulunmazsa ölümü ona zarar verir ve amelinin de ona bir yararı olmaz.
Ey Allah'ın kulları, namazı
vaktinde kılmak, zekâtı zamanında vermek, Allah'a huşu ile
niyazda bulunmak, akrabalarınızla iyi ilişki kurmak, kıyamet gününden
korkmak, dilenciyi mahrum bırakmamak, güçsüze ikramda bulunmak,
Kuran'ı okuyup onunla amel etmek, doğru konuşmak, ahdinize ve
antlaşmanıza bağlı kalmak ve emaneti sahibine geri vermekle
dininizi güçlendirmeye koşun. Allah'ın sevabına ilgi gösterip
azabından korkun. Mal ve can ile Allah yolunda cihat edin. Dünyadan, kendi
canınızı (tehlikeden) kurtaracak miktarda azık
toplayın. Hayır iş yapın ki, herkesin önceden
gönderdiği hayıra ulaştığı günde, hayırla
mükâfatlanasınız. Bu sözü söyleyip Allah'tan kendim ve sizin için de
mağfiret diliyorum.
Bilin ki, hilekâr ve aldatıcı olan
ateştedir. Öyleyse, Allah'tan korkun; O'nun kudret ve azametinden sakının.
Allah-u Teâla kullarına hücceti tamamladıktan ve onları
korkuttuktan sonra onların katından kovulmalarını ve
tedricî olarak helaka düşmelerini sevmez. Tedricî olarak helaka
düşmeden dolayıdır ki, kulun çabası hedeften sapar; ahde
vefa etmeyi unutur ve güzel iş yaptığını zanneder;
daima batıl evhamlar ve aldatıcı ümitlere kapılarak
kendisine gelen semavî haberlerden gaflet içerisinde yaşar, kendi nefsine
zorluklar hazırlar ve bütün güç ve gayretiyle kendisini helak eder.
Alınan ahd gereğince Allah'ın verdiği mühleti
kullanır. Gaflet ehliyle oturup kalkar. Günahkârlarla sabahlayıp
Allah'a itaat etme konusunda Müminlerle tartışır;
ayyaşların hile ve gösterişlerinden hoşlanır.
İşte bunlar şüpheye dalıp onu ahlak edinmiş
kimselerdir; başkalarına karşı büyüklük taslayarak
iftirayla haksızlık ederler ve bunu Allah'a bir yakınlık
sanırlar; onlar heva ve hevesleriyle iş görürler; cahillikleri ve
körlüklerinden dolayı hekimlerin sözlerini değiştirirler.
Şöhret ve gösteriş için hikmeti öğrenirler. Ama onların, ne
hedefe götürecek doğru yolları, ne yürüyecekleri yolda
işaretleri ve ne de onlara kılavuzluk edecek
ışıkları vardır. Ecelleri ulaşana ve son menzile
varıncaya kadar durumları böyledir. Ama Allah, yaptıkları
işlerin neticesini bunlara gösterip gözlerinden gaflet perdesini
kaldırınca, sırt çevirdikleri şeylere yönelirler,
yöneldiklerine sırt çevirirler ve geride bıraktıkları
dünyaya geri dönüp, karşı karşıya bulundukları
dünyadan uzaklaşmak isterler. Kavuştukları arzuları,
sağladıkları istekleri, giderdikleri ihtiyaçları onlara bir
yarar sağlamaz; bunlar, kendilerine bir vebal olur ve ömürleri boyunca peşinde
koştukları şeylerden kaçarlar.
Ben sizi bu uçuruma düşmekten
sakındırıyorum. Allah'tan çekinmenizi emrediyorum size. O'ndan
başka yarar veren biri yok. Öyleyse her kim doğru konuşuyorsa,
batınını sarmış olan kötülükleri ıslah edip
düzeltmek için kendisini çabaya sevketmelidir. Çünkü basiretli insan; bir
şey işittiğinde düşünen, etrafa bakıp gerçekleri
görebilen, ibretlerden yararlanabilen, aydınlık yolda yürüyen, heva
ve heves uçurumuna yuvarlanmamak için karanlık yoldan uzak duran,
hakkı yanıltarak, sözü değiştirerek ve doğrulukta
değişiklik yaparak kendisini saptırmaları için
azgınlara yardım etmeyen kimsedir.
Size söylenen sözleri söyleyin (nakledin).
Size rivayet edilen sözleri kabul edin. Sizden istenilmeyen şeyleri
kendinize yük edinmeyin. Çünkü
yaptığınız işlerin, söylediğiniz sözlerin veya
yöneldiğiniz her maksadın sonucuna ve cezasına katlanacak olan
sizlersiniz. Şüpheden sakının; çünkü şüphe, fitne için bir
vesile kılınmıştır. Daima kolaylığı
kasdedin ve ona yönelin (kendinizi üstesinden gelemediğiniz şüpheli
meselelerin tehlikesine atmayın). Halkla güzel konuşun; onlarla iyi
geçinin. Allah'a boyun eğin, Ona karşı korkulu ve mütevazı
olun. Birbirinize karşı tevazu edin; insaflı davranın;
bağışta bulunun; öfkenizi yutun; çünkü bu Allah'ın
tavsiyesidir. Haset ve kin beslemekten kaçının; zira bunlar cahiliye
döneminin işleri ve özelliklerindendir. "Herkes yarın için ne hazırlamışsa ona
baksın. Ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah bütün
yaptıklarınızdan haberdardır."[92]
Ey insanlar, şuna kesin inanın ki,
kul her ne kadar çok çaba gösteren, tedbirli ve faal biri olursa olsun, Allah-u
Teâla "zikr-i hekim"de mukadder kıldığı nasipten
fazla ona bir şey vermez. Nitekim kişi her ne kadar güçsüz, aciz ve
az tedbirli biri de olsa (Allah-u Teâla) "zikr-i hekim"de mukadder kıldığı şeyi
ondan esirgemez.[93]
Ey insanlar, hiçbir kimse kurnazlıkla ile
en küçük bir şey artıramadığı gibi
beceriksizliğiyle de bir şeyi kaybetmez. Bu noktayı bilip
bununla amel eden bir kimse, hem kârlıdır hem de herkesten daha
rahat. Bu sırrı terkeden kimse ise, zarara uğrar, meşgalesi
de herkesten daha çok olur. Nice nimet içerisinde olduklarını sanan
zengin, müreffeh kimseler vardır ki, nimetleri onlara bir tuzaktır ve
nice halkın nazarında düşkün, belaya duçar olmuş kimseler
vardır ki, bu bela onların hayrınadır.
Ey duyup işiten! sarhoşluğundan
ayıl; gafletinden uyan, hızını kes, biraz bekle. Allah'tan gelen geri
çevrilemez; kaçış yolu ve çaresi olmayan vaadler hakkında biraz
düşün. Övünmeyi terket. Tekebbürü bırak. Gideceğin yer için
hazırlıklı ol. Kabrini ve ahiret evini hatırla;
varacağın yer ve sonun orasıdır. Ne yaparsan onu bulursun;
ne ekersen onu biçersin ve ne verirsen onu alırsın. Önceden ne
gönderirsen yarın onunla karşılasırsın. Sana
yapılan bu öğüt ve nasihatlere uy ve yararlan. Duyduğun ve Vaat
edildiğin şeyi aklında tut; çünkü onu akılda tutmanın
iki özelliği var: Ya onunla amel edersin ve Allah'a itaat etmene sebep
olur ya da bir kenara bırakırsın ve hüccet sana
tamamlanmış olur. Gafletten uyan! Dikkatli ol! Ciddiyetle
çalış! "Hiç bir haber
veren sana böyle haber veremez."[94]
Allah-u Teâla'nın Zikr-i
Hekim (Kur'an-ı Kerim)de önemle
üzerinde durduğu rıza ve gazabına; sevap ve azabına
mihver kıldığı kesin haramlar şunlardır:
-İnsan bu haramlardan birini karakter edinip tövbe etmeden Allah'a dönerse
her ne kadar iyi sözlü, güzel görünüşlü olsa ve başkası onu
faziletini itiraf etse de Mümin olamaz.-
1- Farz ibadetlerde Allah'a
şirk koşmak
2- Aşırı öfkesini
kendisini helak ederek gidermek.
3- Bir amelin
doğruluğunu itiraf ettiği halde o ameli yapmayıp aksi
işlerde bulunmak, sözüyle ameli birbirini tutmamak.
4- İsteğini elde etmek
için dinde bir bid'at çıkarmak.
5-Yapmadığı işlerden
dolayı halkın kendisini övmesinden hoşlanması.
6- İnsanlara karşı iki dilli ve
iki yüzlü olmak, onların arasında tekebbürle yürümek. Bu sözleri anla; çünkü örnek benzerine
delalet eder (her şeyi örneği ile tanımak mümkündür). Hayvanlar,
karınlarını doyurmak kaygısındadır;
yırtıcı hayvanların kaygıları ise
başkalarına saldırıp zulmetmektir; kadınların
kaygıları, dünya ziynetiyle bezenmek, dünyada bozgunculuk etmektir.
Fakat iman ehli olanlar, kıyamet azabından sakınan, alçak
gönüllü olan ve korkanlardır.
Amel etmeksizin ahirete ümit besleyen, uzun
arzularına rağmen tövbeye ümitvar olan, dünyada zahitlerin söz[AY5]lerini söyleyip ve kendilerini dünyaya
adamış olanların yaptıklarını yapan, dünya
malından, mülkünden her ne kadar verilirse doymak bilmeyen, eğer
verilmezse kanaat etmeyen, verilenin şükründen âcizken verilmeyeni isteyip
duran, halkı kötülükten alıkoyup kendisi kaçınmayan, kendi
yapmadığı halde emreden, temiz kişileri sevip amellerini
yapmayan, suçluları sevmediği halde onlardan biri olan,
günahlarının çokluğundan dolayı ölümden
hoşlanmadığı halde hayatının en son anına
kadar günahı terketmeyen, Bu kadar amel edip kendimi yoracağıma
niçin oturup (Allah'ın rahmetini) arzu etmiyeyim? diyen, mağfiret
dileyip sürekli günah işleyen, öğüt alabilecek kadar
yaşadığı halde öğüt almayan, geçmişi
hatırladığında, "Eğer çalışıp
zahmet çekseydim ne iyi olurdu" deyip önündeki fırsatları
değerlendirmeyen, hastalandığında amel etmede
yaptığı kusurlardan dolayı pişmanlık duyup
iyileştiğinde emin ve mağrur olarak amel etmeyi geciktiren,
sıhhatliyken kendisini beğenip belaya uğradığında
ümitsizliğe kapılan, zannettiği konularda nefsine yenik
düşüp kesin bilgisi olan konularda nefsini yenemeyen kimselerden olma.
Böyle biri ne paylaştırılmış rızka kanaat eder,
ne Allah'ın kefalet ettiğine güvenir; farz olan işleri
terkettiği için kendisinden kuşkulanır; zenginleşince
böbürlenip, fitnelere kapılır; fakirleşince ümidi kesilip
güçsüzleşir. Günahı çok olsa da fazlasına yönelir; nimeti, bol
olsa da artmasını ister; verilen nimete ise şükretmez;
başkalarının önemsenmeyen kusurlarını görür,
kendisinin büyük suçlarını görmezlikten gelir. Bir şehvetle
karşılaşınca tövbe etmek ümidiyle kendisini lezzete
kaptırır. Oysa tövbenin nasıl olacağını da
bilmez. Ne mükâfata ilgi ve iştiyak kendisine fayda sağlar, ne de
azap korkusu ona engel olur.
Bir şey istediğinde ısrar eder,
amele gelince gevşek davranır. Sözde önderlik yapar, amelde
(herkesten) geri kalır. Yapmadığı işin yararını
umar, işlediği suçların cezasına aldırmaz.
Dünyanın geçici nimetine doğru koşar, (ahiretin) baki kalan
nimetlerini cahilliğinden terkeder. Ölümden korkar, ama fırsatı
yitirmesinden ürkmez. Başkasının az suçunu çok bulur, oysa
kendisinde ondan fazlasını az sayar; başkaları için az
bulduğu kulluğu kendisi söz konusu olunca fazla görür; kendi suçundan
az suç işleyenin akıbetinden korkar, fakat kendisi onun
yaptığından daha az olan bir amele ümit bağlar. İnsanları
yerip durur, kendisineyse dalkavuklukta bulunur. Afiyet bulup, gönlü razı
olduğunda halkın emanetini verir, öfkelenip belaya
uğradığında halkın emanetine hıyanet eder. Afiyet
ve selamete kavuşunca tövbe ettiğini sanır, bela ve sıkıntıya
düşünce cezaya uğradığını zanneder. Orucu
erteler, uyumak için acele eder; geceyi namaz ve ibadetle geçirmez, gündüzü
oruç tutmaz. Gece uykusuzluğuna katlanmadan sabah olmasını,
açlık çekmeden de akşamın gelmesini bekler.
Kendisinden aşağıda olandan
Allah'a sığınır, ama kendisinden üstün olandan Allah'a
sığınmaz. Halk için kendisini zahmete atar, ama Rabbi için
kendisini zahmete düşürmez. Zenginlerle uykuya dalmak, onun için
yoksullarla rüku etmekten (Allah'ı anmaktan) daha sevimli olur.
Azlıktan sinirlenir, öfkelenir; fakat çoklukta isyan eder. Kendi
yararı için başkalarına zarar verir ve kendi zararına
olduğunda başkalarının yararını istemez.
(Herkesin) kendisine itaat etmesini ve
emrinden çıkılmamasını sever. Almak ister, vermek istemez.
Başkalarını doğru yola sevketmekle uğraşır,
kendisi ise azgınlaşır.
Allah'a isyanda halktan korkar, halk
hakkında Allah'tan korkmaz. Nimetlerinden dolayı Allah'a hamd etmez,
nimetinin fazlalaşmasından dolayı O'na şükretmez;
iyiliği emredip kötülükten alıkoymaz. Ömrü şüphede geçer. Hastalandığında
ihlasla amel edip tövbe eder, iyileştiğindeyse taş yürekli,
katı kalpli olup günaha döner. Daima kendi aleyhine
çalışır, lehine çalışmaz. Amellerinin ona ne
getireceğini ve onu nereye çekip götüreceğini ve ne zamana kadar
böyle süreceğini bilmez. Allah'ım, bizi kendinden korkan
kullarından eyle. Ey nasihat isteyen, söylediklerimi belle, tut ve koru,
istersen geri dön git.
Onlar dünyada fazilet ehlidirler. Sözleri
gerçektir. Orta halli giyinirler. Mütevazı bir şekilde yürürler.
İtaatle Allah'a karşı huzu ve huşuda bulunurlar.
Allah'ın onlara haram ettiği şeylerden gözlerini yumarlar.
Kulaklarını yalnızca (onlara fayda verecek) bilgiye çevirirler.
Nimete eren gönüller nasıl rahatlayıp huzur içinde oluyorsa,
onların gönlü de ilahî kaza ve kadere razı olduklarından
sıkıntı ve bela anında öylece rahat ve huzur içinde olur.
Allah, kullarının ecellerini
takdir etmeyip ölüm vakitlerini belirlemiş olmasaydı, ruhları sevaba
olan iştiyak ve azap korkusundan dolayı göz açıp
kapatıncaya kadar dahi bedenlerinde duramazdı.
Gözlerinde, Yaratan uludur ve O'ndan
başkası ise küçüktür. Cennete karşı, sanki cenneti
gözleriyle görüyor ve nimetlerinden yararlanıyorlarmış
gibidirler. Cehenneme karşı ise sanki onu gözleriyle görüyor ve orada
azaba uğruyorlarmış gibidirler. Kalpleri mahzundur, kimseye
zararları dokunmaz. Beklentileri azdır, bedenleri zayıftır,
nefisleri pek iffetlidir, İslam'a çokça yardım ederler. Çabucak geçip
giden günlerde sabrederler, ardından Kerim olan Rabb'in onlar için
hazırlayıp kolaylaştırdığı uzun ve
kârlı rahatlığa ulaşırlar. Dünya onları diler,
onlarsa dünyayı dilemezler. Dünya onların peşine
takılır, fakat onlar onu âciz bırakırlar.
Gece oldu mu, ayağa kalkıp saflar
kurarlar; ibadete koyulurlar; Kur'an ayetlerini (harfleri sayılacak kadar)
ağır bir şekilde ve anlamını düşünerek okurlar,
bununla hüzünlenip dertlerinin dermanını (şifasını)
Kur'an'da bulurlar. Hüzünleri, günahlarına ve gönül yaralarına
ağlamalarını şiddetlendirir. Kur'an'dan teşvike
(mükâfata) dair bir ayet okuyunca onu elde etmek ümidiyle onun üzerinde
dururlar; gönülleri şevkten dolup taşar, sanki Allah'ın Vaat
ettiği mükâfat gözlerinin önüne serilmiştir. Korkutucu bir ayete
vardıklarında da can kulağıyla onu dinlerler, sanki cehennem
alevlerinin (yücelirken) çıkardığı ses ve gürültü
kulaklarının dibindedir ve onu işitmektedirler. (Korkudan) iki
kat bükülmüşler; alınlarını, ellerini, dizlerini, ayak
parmaklarını yere sererek secdeye kapanmışlardır; yüce
Allah'tan azap zincirlerine vurulmaktan kurtulmayı dilerler.
Gündüzlerine gelince, hekim, bilgin, salih ve
muttakidirler. (Allah) korkusu onların bedenlerini yontulmuş ok gibi
inceltmiştir, zayıflatmıştır; onları gören hasta
sanır (oysaki hastalıkları yoktur). Onlara bakan akıllarını
yitirdiklerini zanneder; oysaki onları, büyük bir iş meşgul
etmektedir. Allah-u Teâla'nın kudret ve azametini, ölümü, kıyametin
ahvalini, dehşetini hatırladıklarında kalplerine korku
düşer, akılları başlarından gider. Korku onları kapladığında,
Allah için, temiz işlere koşarlar. Az ibadete razı olmazlar, çok
amellerini gözlerinde büyütmezler. Sürekli kendilerini suçlu bilir ve
amellerinden kaygılanırlar. Onlardan birisini övseler söylenen sözden
korkar ve der ki: Ben kendimi başkalarından daha iyi
tanırım, Rabbim ise beni benden daha iyi tanır. Allah'ım!
Söyledikleri sözler yüzünden beni suçlama; onların zanlarından daha
üstün kıl beni; onların bilmedikleri suçlarımı affet, çünkü
sen gizlileri bilensin.
Muttakilerin her birinin özelliklerinden
bazıları da şunlardır: Sen onu; dinde güçlü,
yumuşaklıkta korkulu (ihtiyatlı), imanda şüphesiz, ilme
haris, ılımlılıkta zeki, infakta şefkatli, dinde derin
düşünceli, hilimde ilimli, zenginlikte orta halli, ibadette huşulu,
yoklukta süslü, çetin zamanlarda direnişli, çilekeşlere
karşı şefkatli, yerinde bağışta bulunan, kazançta
yumuşak, helal rızk peşine giden, hidayette neşeli,
tamahtan kurtulmuş, istikamette (doğru yolda) iyi iş yapan,
şehvet karşısında kendisini koruyan, cahillerin onu
medhetmesinden mağrur olmayan, kendi amelini muhasebe etmeyi terketmeyen,
kendisini suçlu bilen, güzel ve temiz işlere koyulan, fakat Allah'tan
korkup duran biri olarak görürsün.
Akşamları kaygısı
şükürdür. Sabahları ise kaygısı zikirdir. Geceyi korkulu
geçirir. Gündüzü neşeli başlatır. Korkusu
sakındırıldığı gaflete düşme endişesinden
dolayıdır. Neşesi ise, elde ettiği fazilet ve rahmetten
dolayıdır. Eğer nefsi azıp sevmediği şeylerde
kendisine teslim olmazsa, isteklerini ondan esirgeyerek onu
cezalandırır.
Sevinci korktuğu şeyden
kurtulmaktadır. Asıl sevinci ise, ebedi nimetlere kavuşmaktır.
Yok olup bitecek şeylere meyilsizdir. Hilmi ilimle, ilmi de amelle
birliktedir. Tembellik ve bitkinlikten uzaktır. Sürekli şen ve
neşelidir, arzuları çabuk erişilebilecek şeylerdir; yoldan
kayması azdır. Alçak gönüllüdür. Nefsi, elde ettiğini yeterli
bulur (hırsa düşmez). Cehaleti gizlidir; işi kolaydır; dini
korunmuştur; şehveti ölmüştür; öfkesini yutmuştur.
Ahlakı tertemizdir; kendisine söylenilen sırları dostlarına
açmaz; düşmanların şahitliğini gizlemez.
(Düşmanları lehinde olsa bile hakka tanıklık yapmaktan
çekinmez). Göstermelik bir iş yapmaz. Utançtan dolayı
(hayırlı) bir işi terketmez. Ondan hayır umulur;
şerrindense emin olunur. Gafillerin içinde olsa da zikredenlerden olur.
Kendisine zulmedeni bağışlar.
Kendisinden esirgeyene esirgemez. Kendisiyle ilişkiyi kesenle ilişki
kurar; hilim ondan uzaklaşmaz; onu bezeyen ahlâkı ve ameli elde
etmekten aciz kalmaz. Kötü söz, (çirkin hareket) ondan uzaktır; sözü
yumuşaktır; hilesi yoktur; iyi işleri çoktur; işi güzeldir;
hayrı sürekli insanlara ulaşır ama şerri olmaz.
Sarsıntılı durumlarda metindir ve hoş olmayan işlerde
sabreder; bollukta ve refahta şükreder. Öfkelendiği kimseye
zulmetmez. Sevdiği kimse için günah işlemez; haksızlıkla
bir şeyi iddia etmez; üzerinde olan başkasının
hakkını inkâr etmez. Şahit getirilmeden önce gerçeği itiraf
eder; kendisine emanet olarak verileni zayi etmez; başkalarını
yerici lakaplarla çağırmaz. Ne zulmeder, ne zulmetmek ister.
Komşusuna zarar vermez; birisinin bir belaya, musibete düşmesinden
dolayı sevinmez. Doğru işe koşar; emaneti sahibine verir;
çirkin işlere ilgisizdir.
Marufu emreder, münkerden
sakındırır. Dünya işlerine bilgisi olmadan girmez. Haktan
ayrılmaz; susarsa, susması onu kaygıya düşürmez; gülerse
sesini yükseltmez. Elinde olan miktara kanaat eder; öfke onu yenemez; heva ve
heves onu aldatamaz; cimrilik ona galip gelmez; halkın malına göz
dikmez; ilim öğrenmek için halka karışır; salim kalmak için
susar; anlamak için sorar. Hayır sözü dinlemesi, öğrenip başkalarını
aciz bırakmak için olmadığı gibi, güzel söz
konuşması da diğerleri karşısında kibirlenmek
için değildir. Ona zulüm edilirse Allah-u Teâla intikam alıncaya
kadar sabreder.
Nefsi, onun elinden sürekli
rahatsızdır; fakat insanlar ondan hayır umarlar. Nefsini ahireti
için yorar; insanları nefsinden rahata ulaştırır, emin
kılar. Birinden uzaklaşması, (kötü harekete) buğzetmesi,
öfkelenmesi, nefsini korumasındandır. Birine yaklaşması,
yumuşaklıktan, rahmetten (ve esenlikten)dir. Uzaklaşması
kibirden, ululuktan olmaz; yaklaşması ise hileden ve tatlı dille
aldatmak için değildir. Kendinden önceki hayır ehline uyar ve
sonradan gelen iyi iş yapacaklara önder olur. [96]
Hiç kuşkusuz, işleri Allah
başlattı; onlardan istediğini kendisi için seçti, sevdiğini
kendisine mahsus kıldı. İmanı beğendi, onu kendi
isminden[98] türeterek sevdiği kuluna
bağışladı. Sonra susamışlarının kolay
bir şekilde yararlanabilmeleri için imanın ne olduğunu
açıkladı. Kanunlarını kolaylaştırdı.
Uzaklaşmak isteyenlere karşı, temelini güçlü ve muhkem
kıldı. Onu, taşıyanlar için üstünlük vesilesi, içine
girenler için güven yeri kıldı. Uyanlara kılavuz, süslenmek
isteyenlere ziynet, inananlara din, sığınanlara sığınak,
sarılanlara ip, hükümlerini söyleyenlere delil, anlayanlara şeref,
onu konuşanlara hikmet, onunla nurlanmak isteyenlere ışık,
tartışmaya kalkışanlara hüccet, istidlalde bulunanlara
zafer, belleyip de tutanlara ilim, rivayet edenlere hadis, yargıda
bulunanlara hüküm, muhaddislere hilim, düşünüp tedbir alanlara akıl,
düşünenlere anlayış, akledenlere yakin, bir işe
başlamak isteyenlere basiret, doğru yolun alametini arayanlara
nişane, öğüt almak isteyenlere ibret, iman edenlere kurtuluş,
salih insanlar için Allah'la dostluk vesilesi, gözetleyenler için Allaha
yakınlık vesilesi, tevekkül edenler için güvence, işlerini
Allah'a bırakanlara ve O'nun rızasına razı olanlara huzur,
iyilere renk, yarışanlara hayır, sabredenlere kalkan,
muttakilere elbise, doğru yolu bulanlara temizlik, Müslümanlara emniyet,
doğrulara ise esenlik kıldı.
İman
hakkın temelidir. Bu temelin yolu ise hidayettir, sıfatı
iyiliktir, iftiharı olgunluktur. İman aydın bir yoldur;
ışık veren bir meşale ve çerağlara nurdur. İman
(sahibi) amaçta yüce ve yarışta birincidir. İman meydanında
yarış atları hazırdır; ödül, imrenilecek
değerdedir; yarışma vesileleri eskiden beri mevcuttur;
atları, asil attır. Meşalesi iyi amellerdir; lambaları
iffettir; bu yarışın
bitiş noktası ölümdür; hazırlık yeri dünyadır;
koşuya girenlerin toplantı yeri kıyamettir; kazananların
ödülü cennettir; geriye kalanların cezası cehennemdir; malzemesi
takvadır; yarışanlar, iyi iş yapanlardır.
İmanla temiz işler
anlaşılır; temiz işlerle din ilmi yaşar; din ilmiyle
ölümden korkulur; ölümle dünya son bulur ve dünya ahiretin
karşısında yer almıştır.[99] Kıyamette cennet
yaklaştırılır; cennet, cehennem ehline hasret;
cehennem ise muttakilere öğüttür;
takva ihsan kabilindendir.[100] Takva
öyle bir hedeftir ki, peşinde gidenler helak olmaz; onunla amel eden
pişmanlık duymaz. Çünkü mutluluğa erenler takvayla
ermişlerdir. Hüsrana uğrayanlar ise günah işleyerek ziyan
görmüşlerdir. Akıllı kimseler günahtan sakınmalı ve
takva ehli öğüt almalıdır.
İman, dört sütun üzerine
kuruludur: Sabır, yakin, adalet ve cihat.
Sabır dört şeye
dayalıdır: Özlem, korku züht ve gözetleme. Cenneti özleyen,
şehvetlerden vazgeçer. Cehennemden korkan, haramlardan çekinir. Dünyada
zahit olan kişiye, (dünya) musibetleri kolay gelir. Ölümü gözetleyen
hayır işlere koşar.
Yakin dört şeye
dayalıdır: Basiret, hikmeti yorumlamak ve inceliklerine dikkat etmek,
geçmişlerden öğüt almak ve geçmişlerin sünnetini bilmek. Basiret
sahibi gözü açık olur ve hikmetin inceliklerini tanıyıp
yorumlayabilir. Hikmeti te'vil edebilen ibret alınacak şeyi tanır.
İbret alınacak şeyi tanıyan ise sünnetullahı (toplumda
geçerli olan ilahi kanunları) bilir. Sünneti bilen kimse de sanki
geçmiş kavimlerle yaşamış gibi olur.
Adalet dört temele
dayanmaktadır: Derin anlayış, ilmi derinlik, açık hükümle
karara varmak, olgunlukta sabit olmak. Anlayış sahibi olan bütün
ilimleri tefsir eder (onların derinliğine dalar); hükmü tanıyan
ondan sapmaz; hilimli (olgun) olansa yaptığı işte
aşırıya gitmez ve insanlar arasında övgüyle yaşar.
cihat da dört ilkeye dayalıdır:
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker,[101] zorluk
anlarında doğru olmak, fasık kimselere karşı
düşmanlık beslemek. Marufu (iyiliği) emreden kişi Müminlere
güç verir. Münkerden alıkoyan kâfirlerin burunlarını yere sürer;
zorluk anlarında kendisine düşen vazifeyi yapmış olur;
fasıklara karşı düşmanlık besleyen Allah için
öfkelenir. Her kim Allah için öfkelenirse Allah da onun öfkesi için öfkelenir.
İşte bunlar imanın hakikati, erkânı ve
kısımlarıdır.
Küfür de dört temel üzere kuruludur:
Fasıklık, haddi aşmak, şek ve şüphe.[102] Fasıklık dört
kısımdır: Kabalık ve vefasızlık, kalp
körlüğü, gaflet, kibirlenip haddi aşmak. Vefasız kaba insan,
Mümini küçümseyip tahkir eder, din bilginlerini kızdırır, ahdi
bozmaya ısrar eder. Kalp gözü kör olan, zikri (Allah'ı ve Resulünü hatırlamayı)
unutur, ahlakı kötü olur, Allah'a karşı isyan eder, şeytan
ona musallat olur. Gafil olan, kendisi hakkında cinayet işler,
gerisin geriye döner, sapıklığını hidayet sanır;
dilekler onu aldatır; iş işten geçtiğinde, perde gözünün önünden
kaldırıldığında, sanmadığı şey
(azap) Allah tarafından ona aşikâr
kılındığında hasret ve pişmanlığa
düşer. Kibirlenip Allah'ın emrinden çıkan, şüpheye
düşer. Allah-u Teâla şüpheye düşeni günah işleyip Rabbinin
verdiği mühlete aldandığı için kendi kudreti ile zelil
eder; aynı zamanda kendi azameti ile onu küçültür.
Haddi aşmak da dört
kısımdır: Derine dalmak,[103] hak
üzerinde çekişip durmak, doğru yoldan sapmak, tefrika
oluşturmak. (Kendi düşünce yeteneğinin
kaldıramayacağı meselelerde) derine dalan gerçeğe
ulaşamaz; onun bu çabası
hayret ile sapıklık girdabında boğulmaktan
başka bir şeye yaramaz; bir fitneden kurtulmadan bir
başkasına tutulur ve daima şaşkınlık içinde
karışık fikirlere dalar. Münakaşa ve mücadele yapan
kimselerin arasına tefrika girer ve sürekli inat etmelerinden dolayı
işleri yok olup gider. Kim doğru yoldan saparsa iyi şey ona kötü
görünür; kötülükse güzelleşir ve sapıklık sarhoşluğuna
tutulur. Ayrıcalık ve nifak peşinde olan kimse ise,
hayatında çıkmazlarla karşılaşır, işleri
zorlaşır, kurtuluş yolu da daraldıkça daralır. Her kim
Müminlerin yolundan başka bir yola tabi olursa, din kopar.
Şek de dört kısımdır:
Tereddüt, korkmak, kararsızlık ve (olayların
akışına) teslim olmak.[104] Allah'ın hangi nimetleri hakkında
şüpheciler şüphe ediyor? Kim karşılaşacağı
tehlikelerden korkarsa geri adım atar; kim dininde tereddüt ederse,
sürekli yerinde sayar; öncüler onu geride bırakır, geride kalanlar da
ona yetişir. Böyle birisi şeytanların tırnakları
altında çiğnenip gider. Dünya ve ahiret tehlikelerine teslim olan
(bir çözüm yolu düşünmeyen), her iki dünyada da helak olur. Bundan ise
ancak yakin ışığıyla kurtulmak mümkün olur.
Şüphe de dört şeye
dayalıdır: Süslenmekten hoşlanmak, nefsin aldatması,
eğrileri yorumlamak ve hakla batılı karıştırmak.
Süslenmekten hoşlanmak, insanı delilden vazgeçirir. Nefsin aldatması,
şehvetlere dalmaya sebep olur. Eğri hareket etmek çok sapmaya sebep
olur. Hakla batılı karıştırmak, üst üste
yığılan karanlıklardır. İşte küfrün
erkânları ve bölümleri bunlardır.
Nifak da dört temel üzere kurulmuştur:
Heva ve hevese tabi olmak, din hususunda gevşeklik göstermek, öfke ve
tamah.
Heva ve hevese tabi olmak da dört şey
üzere kuruludur: Zulüm, tecavüz, şehvet, isyan. Zulmedenin zarar ve
felaketi çok olur; yalnız kalır, onun aleyhine birleşilir.
Tecavüz edenin akıbeti güvende olmaz ve kalbi salim kalmaz. Kendisini
şehvetten kurtaramayan hasret girdabına dalar ve onda yüzüp
kalır. İsyan edense bilerek, özürsüz ve delilsiz yolundan sapar.
Din hususunda gevşeklik etmek de dört
kısımdır: Korku, aldanmak, oyalanmak ve arzu. Korku insanı
haktan alıkor. Dünyaya aldanmak, ahirete önem vermemeye sebep olur.
Oyalanmaksa insanı körlük uçurumuna düşürür. Eğer arzu
olmasaydı, insan kendi bulunduğu durumunun hesabını (gözden
geçirip) bilirdi. Ve eğer kişi kendi bulunduğu durumunu bilseydi
vahşet ve korkudan hemen ölürdü.
Öfkeye gelince; o da dört
kısımdır: Kibirlenmek, övünmek, gururlanmak ve
bağnazlık (taassup). Kibirlenen, (ilerleyeceğine) geriler.
Övünen günah işler. Gurura kapılan yanlış işlerde
ısrar eder. Mutaassıp olan zulmeder. Gerileme, fısk ve günaha
ısrar eden ne kötü bir haldedir.
Tamah da dört kısımdır: Sevinç,
gurur, inatçılık ve tekebbür. (Dünya güzelliklerine) sevinmek, Allah
katında sevilmeyecek bir şeydir. Gururlu olmak, bencilliktir.
İnatçılık, günaha sürüklediği kimse için bir beladır.
Tekebbür; oyun, eğlenmek, meşguliyyet ve iyiyi kötüyle
değiştirmektir. İşte bunlar nifakın erkân ve
kısımlarıdır.
Allah kullarına karşı kahirdir;
güçlüdür; bereketi boldur; hikmeti açık; delili üstün, koyduğu din
halis, sözü haktır; ihsanı (azabından) öncedir; yaratıklardan
seçkindir; ölçüleri adalettir; mesajları iletilmiş; bekçileri
hazırdır. Sonra Allah, kötülükleri günah, günahı fitne, fitneyi
de pislik karar kılmıştır. İyiliği ganimet,
(kulundan) razı olmayı tövbe vesilesi, tövbeyi de temizleyici
kılmıştır. Tövbe eden hidayet bulur; fitneye düşense
Allah'a yönelip günahını itiraf ederek Allah'ın vaadlerini
tasdik etmedikçe sapık kalır. Allah'ın azabına müstahak
olan ise helak olur.
Allah'ın indinde olan
bağışlar yani tövbe, rahmet, müjde ve büyük hilim, ne kadar
fazla, geniş ve boldur! Ve onun cezası, ateşi, izzeti, kudreti,
amansız ve şiddetli yakalaması da ne kadar korkutucudur.
Allah'ın itaatine muvaffak olan, O'nun yüceliğini seçmiştir;
daima günah işleyense onun şiddetli azabını
tadacaktır. İşte son ev orasıdır.
Ey Kumeyl, bu gönüller birer kaptır; en iyi kap
içindekini en iyi koruyan ve zarfiyeti geniş olandır. Benim şu
sözümü asla unutma. İnsanlar üç kısımdır: Rabbâni âlim,
kurtuluş yolu üzere (kurtuluş yolunu bulmak için) ilim taleb eden
kişiler ve geri kalan (üçüncü grup ise), her sesin peşine
takılan, her esintiye kapılıp giden ahmak ve düşük
kimselerdir. Onlar ne yollarını bulmaları için ilim
ışığıyla aydınlanmışlardır, ne de
kendilerini kurtarabilecekleri güvenilir bir desteğe
dayanmışlardır.
Ey Kumeyl, ilim maldan hayırlıdır; ilim
seni korur, malı ise sen korursun. Mal, vermekle azalır, ilim
öğretmekle çoğalır. İlim hâkimdir, mal mahkum. (İlimle
mal hakkında karar verilir).
Ey Kumeyl, âlime sevgi beslemek, uyulması gereken
ve mükâfatı gerektiren bir esastır. İnsan hayatta ilimle
(Allah'a) itâat mertebesini kazanır; ölümünden sonra da
bıraktığı iyi eserleriyle. Oysa ki malın
menfaati, malın yok olmasıyla
elden çıkar. Malları hazinelerde biriktirenler, hayatta iken bile ölüdürler
(gerçek hayattan mahrumdurlar); âlimler ise, âlem var oldukça bâkidirler.
Cisimleri kaybolup gitse de eserleri yüreklerde
mevcuttur.
Sonra
göğüslerine işaretle şöyle devam ettiler: Burada çok derin ve geniş bir bilgi
vardır; fakat bunu taşıyabilecek ehil kimseleri
bulamıyorum. Bulduklarım ise, ya sözü çabuk alan, ama güvenilmeyen,
dini dünya isteğine âlet eden, Allah'ın delil ve burhanlarıyla
Allah'ın dostlarına karşı üstünlük dâvâsına girişen,
Allah'ın nimetleriyle O'na isyana kalkışan kimselerdir. Veya
hakkı taşıyanlara boyun eğen, fakat hakkın
inceliklerine basireti olmayan, kendine yönelen ilk şüpheyle tereddüte
düşerek kalbinde şek yerleşen kimsedir. Oysa ne bu, (ilim
öğrenmeye layıktır) ne de o. Ya da dünya lezzetine sarılan,
şehvete uymaya yatkın olan veya mal, mülk toplamaya düşkün olan
şahıslardır ki bunlardan hiç biri dini koruyabilecek, basiret ve
yakin sahibi kişiler değillerdir; bunlar daha çok otlayan hayvanlara
benzemektedirler.
Böylece ilim, ilim ehlinin ölümüyle ölüp
gider. Fakat yeryüzü, Allah için delil ve hüccetiyle kaim (ayakta) bulunan
birisinden boş (mahrum) kalmaz; ama ya meydanda olur, bilinir; yahut
Allah'ın apaçık delillerinin bâtıl olmaması ve
kitabını rivayet edecek (halka açıklayacak) kimselerin yok
olmaması için korkar, gizlenir.
Nerededir onlar? Sayıları azdır
onların, ama değerleri pek büyüktür. Allah, onlar gibi başka
birilerine teslim edinceye, onların benzerlerinin gönüllerine
yerleştirinceye dek delillerini onlarla korur.
İlim, onları iman gerçeklerine
vardırmış, yakin ruhunu yakından idrâk etmişlerdir.
Dünyaperest insanların zor ve ağır gördüğü şeyleri
kolay karşılarlar; cahillerin kaçındıkları, hor
gördükleri şeyler hoş görünür onlara; ruhları melekut alemine
bağlı olan bedenlerle dünyada yaşarlar.
Ey Kumeyl, işte onlardır Allah'ın
yaratıkları arasındaki eminleri (güvenilir kulları),
yeryüzündeki halifeleri ve beldelerindeki ışıkları.
Bunlardır, (halkı) Allahın dinine çağıranlar. Ah, ne
de özlerim onları görmeyi! Allah'tan kendim ve senin için mağfiret
diliyorum.
Ey Kumeyl, her gün Allah'ın ismini zikret; "La havle ve la kuvvete illa
billah" (Bütün güç ve kuvvetler ancak Allahtandır) de ve Allah'a
tevekkül et (sığın). Bizi hatırla; ismimizi anarak bize salavât
getir ve bunu kendin ve korunmasına önem verdiğin şeyler için
tekrarla; o günün şerrinden amânda
olursun, inşâallah.
Ey Kumeyl, Yüce Allah, Resulullah sallallahu
aleyhi ve alihe edep
öğretti; Resulullah sallallahu aleyhi ve alih de bana. Ben de Müminleri terbiye edenim ve
bu edepleri erdemli insanlara mirâs olarak bırakanım.
Ey Kumeyl, her ilmi açan benim; bütün sırları
sona vardıran da Kaim (Hz. Mehdi)
aleyhisselâm'dır.
Ey Kumeyl, (Resulullah
sallallahu
aleyhi ve alihin Ehl-i Beyti) hep birbirinden olan (ve
aynı kökten türeyen) bir soydur. Allah duyan ve bilendir.[106]
Ey Kumeyl, ilim ve âdâbı yalnızca bizden
alırsan, işte o zaman bizden sayılırsın.
Ey Kumeyl, yapacağın her harekette marifete
(bilgi ve şuura) muhtaçsın.
Ey Kumeyl, yemek yediğinde Allah'ın ismiyle
başla ki, Onun ismiyle hiç bir hastalık zarar veremez ve bütün
dertlere de şifadır. Ey Kumeyl,
yemeğini başkalarıyla ye ve cimrilik yapma; sen kimseye
rızık veremezsin (her kesin rızkını Allah verir); oysa
Allah bunun karşılığında sana bol mükâfat verir. Sofra
başında hoş davran; sofra arkadaşını sevindir ve
hizmetçini suçlama. Ey Kumeyl, yemek
yerken (sofrada oturmanı) uzun sürdür ki arkadaşın da doysun,
başkaları da rızkını alsın. Ey Kumeyl, yemekten sonra, verdiği
rızk karşısında Allah'a hamd et, sesli bir şekilde
şükret ki, başkaları da sana uysun; o zaman daha çok sevap
alırsın.
Ey Kumeyl, midenin tümünü yemekle doldurma, su ve
havâya da yer bırak; henüz iştahlıyken el çek ki, yemeğin
lezzetini alasın. Vücudun sağlığı, az yiyip, az
içmededir.
Ey Kumeyl, ancak zekât veren, Müminlere kardeşçe
davranan ve akrabalarıyla iyi ilişkisi olan kimselerin malında
bereket olur. Ey Kumeyl, Mümin
akrabalarına, diğer Müminlerden daha çok pay ayır; onlara daha
çok rauf ve şefkatli davran ve yoksullara sadaka ver.
Ya Kumeyl, sana el açan kimseyi, eli boş
çevirme, sadece bir üzüm veya hurma tanesi verebilecek durumda olsan bile.
Muhakkak sadaka, Allah katında
büyür.
Ey Kumeyl,
Müminin süsü, alçak gönüllülükdür; güzelliği iffetdir; şerefi, dini
araştırıp anlamaktır; izzeti, boş
konuşmaları ve dedikoduları terketmektir.
Ey Kumeyl,
halkın her sınıfında bir grup diğerinden daha üstün
olur; sakın düşük seviyeli olanlarıyla tartışma; bana
yönelik yakışmaz bir söz söyleseler bile tahammül et ve Allah'ın:
"...Cahiller onlara söz söyleyince,
selam olsun, diye cevap verirler."[107] diye
vasıflandırdığı kimselerden ol.
Ey Kumeyl,
bütün hallerde hakkı söyle. Takvalı insanlarla dost ol;
fâsıkları terket; münafıklardan uzak dur ve hâin insanlarla
arkadaş olma.
Ey Kumeyl,
ilişki kurmak veya alışveriş yapmak için zalimlerin
kapısını çalma. Sakın onlara tâzim etme.
Toplantılarında Allah'ın gazabına uğramana vesile
olacak şekilde hazır bulunma.
Eğer mecburiyet gereği yanlarında bulunursan, sürekli Allah'ı
zikret; O'na tevekkül eyle ve şerlerinden Allah'a
sığın; başını aşağı sal; kalbinle
yaptıklarını inkâr et; Allah'ı onların
duyacağı kadar sesli bir şekilde tâzim et. Böylece, Allah da
seni teyid eder ve onların şerrinden korur.
Ey Kumeyl,
Allah'a ve O'nun dostlarının velayetine ikrardan sonra kulların
en iyi itaati, iffetli, tahammüllü ve sabırlı olmalarıdır.
Ey Kumeyl,
maddî sıkıntını açığa vurma; izzet-i nefsini
koruyarak onu gizli tut ve Allah için sabret.
Ey Kumeyl, kardeşine sırrını açmanın
mahzuru yoktur; fakat kardeşin kimdir (biliyor musun)? Seni
zorluklarda yalnız bırakmayan, boynuna
diyet yahut kan parası geldiğinde kendini kenara çekmeyen, (muhtaç
olduğunda) ağız açmadan ihtiyacını gideren, seni,
durumunu izhar etmeye mecbur edecek derecede kendi haline bırakmayan
(sürekli durumundan haber alan) kimsedir. Eğer kardeşin, seni hak
yoldan ayırmak istiyorsa, ıslahına çalış.
Ey Kumeyl, Mümin, Müminin aynasıdır;
ihtiyacını giderir ve durumunu güzelleştirir. Ey Kumeyl, Müminler kardeştirler,
kardeş hiç bir şeyi kardeşine tercih etmez.
Ey Kumeyl, kardeşini sevmiyorsan, kardeşi
değilsin. (Gerçek) Mümin, bizim söylediğimizi söyleyendir; bizim
sözümüze hilaf eden, bizden geri kalır; bizden geri kalan, bize varamaz;
bizimle olmayan cehennem ateşinin en alt tabakasında yer alır.
Ey Kumeyl, sinesinde derdi olan, balgam
çıkarır (yüreğinde sırrı olan diline döker). O halde
birisi sana bizden (sır olarak) bir şey söyler ve senden kimseye
açmamanı isterse, sakın onu açığa vurma. Aksini yaparsan, tövben
kabul olmaz; öyle olunca da, son durağın cehennem ateşi olur.
Ey Kumeyl, Resulullah
sallallahu aleyhi ve alihin Ehl-i
Beyt'inin sırrını başkalarına açmak, tahammül
edilecek şey değildir; açan kimsenin tövbesi kabul olmaz; sana
söylediklerimi yakin ehli Müminden başkasına açma.
Ey Kumeyl, her zorlukla
karşılaştığında: "La havle ve la kuvvete illa billah" (Bütün güç ve
kuvvetler ancak Allah'tandır) dersen, zorlukta (sana) yeter. Her nimete
ulaştığında: "Elhamdulillah"
de, rızkın daha da artar. Rızkın gecikirse, Allah'tan
mağfiret dile ki bolluğa çıkasın.
Ey Kumeyl, bizim velayetimizle mal ve
evladını Şeytan'ın ortaklığından kurtar.
Ey Kumeyl, (iman vardır, gönüllerde)
yerleşmiştir; (iman da vardır, gönüllere) eğreti konar.
Sakın (imanı) eğreti olanlardan olma. (İmanı)
yerleşmişlerden olmak istersen, buna ancak, seni saptırmayacak
ve yoldan çıkarmayacak ana caddeden (Ehl-i
Beyt'in velayetinden) ayrılmadığın takdirde
ulaşırsın.
Ey Kumeyl, hiç bir farzın ruhsatı
olmadığı gibi, hiç bir sünnetin de şiddeti yoktur. (
Yapılması sıkı tutulmamıştır.)
Ey Kumeyl,
(şunu bil ki her zaman) günahların iyiliklerinden, gafletin zikrinden
ve Allah'ın sana verdiği nimetler, yaptığın amellerden
daha çoktur. Ey Kumeyl, sürekli
olarak Allah'ın verdiği nimet ve afiyetten yararlanmaktasın; o
halde sen de sürekli Onun hamd-ü senâsı, tesbih ve takdisi, şükrü ve
zikriyle meşgul ol.
Ey Kumeyl,
Allah'ın: "... Allah'ı
unutmuşlar da O da, kendilerini
unutturmuştur onlara" deyip "İşte
onlar fasıkların ta kendileridir."[108] diye
fasık olarak nitelediği kimselerden olma sakın.
Ey Kumeyl,
(sırf) namaz kılman, oruç tutman ve sadaka vermen önemli
değildir; (asıl) önemli olan, namazını (ve diğer amellerini) temiz bir kalple
Allah'ın râzı olduğu bir şekilde ve tam bir huşu
içinde yerine getirmendir. Nerede ve neyin üzerinde namaz
kıldığına dikkat et; bunları doğru ve helâl
yoldan elde etmiş olmazsan, kabul olmayacaktır.
Ey Kumeyl,
kalpte olan dile dökülür; kalp de aldığı gıdayla hayat
kazanır; kalbine ve bedenine verdiğin yiyeceğe dikkat et; helâl
olmazsa Allah, tesbih ve şükrünü kabul etmez.
Ey Kumeyl,
şunu bil ve anla ki, biz, halkın emanetini vermemek hususunda kimseye
izin vermemişiz; kim böyle bir izni benden nakletmişse, bâtıl ve
yalan söylemiştir ve yalanının cezâsı, cehennem
ateşidir. Andolsun ki Resulullah
sallallahu aleyhi ve alih vefâtından az önce bana üç kere
şöyle buyurdu: "Ya Ebe'l Hasan,
emaneti sahibine teslim et, ister iyi adam olsun, ister fâcir; emanet ister
büyük olsun, ister küçük, hatta iplik ve iğne bile olsa.
Ey Kumeyl,
cihat ancak âdil imâmla câizdir ve ganimet ancak faziletli imâmla helâl olur.
Ey Kumeyl,
eğer (Allah tarafından) peygamber gönderilmeseydi, fakat yeryüzünde
takvâlı bir Mümin bulunup da (peygamberlerin vazifesini yüklenerek
halkı) Allah'a dâvet etseydi, sence bu işinde haklı
mıydı, yoksa haksız mı?
Vallahi, Allah onu bu işe tayin edip
ve onu lâyık kılmadıkça
haksızdır.[109]
Ey Kumeyl,
din Allah'ındır; onun başına resul, nebi yahut vâsiden (Allah'ın
tayin ettiği halifeden) başka kimsenin geçmesine izin vermez.
Ey Kumeyl, (rehberlik makâmı) sadece, nübüvvet,
risâlet ve imâmetle
sınırlıdır; geriye kalan ya tâbi olup izleyenlerdir, yahut
da sapık ve bid'at ehli olanlardır. "Allah
ancak takvalılardan (iyi
amellerini) kabul eder."[110]
Ey Kumeyl, Allah; Kerim, Halim (cezâ vermede acele
etmeyen), Azim ve Rahim'dir. O, ahlâkını bize tanıtmış, onlarla sıfatlanmayı
ve halkı da aynı yöne sevketmeyi emretmiştir bize. Biz de bu
vazifeyi hiç karşı gelmeksizin yerine getirdik, hiç bir nifâk
göstermeden icra ettik, yalanlamadan tasdik ettik ve şüphe etmeden
kabullendik.
Ey Kumeyl, ne itâat edilmek için dalkavukluk
yaparım, ne sözümden çıkmasınlar diye (boş) vaadlerde
bulunurum, ne de bana Emir-ül Müminin desinler diye
göçebelerin vereceği yemeğe
rağbet ederim.
Ey Kumeyl, (mal, makâm vb.) bir şeyi elde eden,
fâni bir dünyayı elde etmiştir. Biz ise, ebedî ve bâki bir âhireti
elde ettik.
Ya Kumeyl, herkes âhirete doğru hareket
etmekte; bizim âhirette rağbet
ettiğimiz şey, Allah'ın rızası ve muttakilere
vereceği cennetin yüksek dereceleridir.
Ey Kumeyl, yeri cennet olmayan kimseyi, elemli bir azâp
ve sürekli bir zilletle müjdele!
Ey Kumeyl, ben her durumda Allah'a, verdiği tevfik ten dolayı
hamd ediyorum. Şimdi istersen, kalk (git) artık.
Bu, Allah'ın kulu Emir-ül Müminin Ali'nin, Muhammed
ibn-i Ebi Bekr'i
Mısır'a vali tayin ettikleri zaman kendilerine verdikleri
emirnâmedir.
Ona, Allah'tan çekinmesini, gizlide,
açıkta O'na itaat etmesini, O'ndan korkmasını, Müslümanlara
yumuşak, facirlere sert davranmasını, zimmilere adaletli
olmasını, mazlumun hakkını (zalimden) almasını,
zalime karşı şiddet göstermesini, halkın işlediği
suçları affetmesini, mümkün olduğu kadar ihsanda,
bağışta bulunmasını emrediyor. Allah-u Teâla ihsanda
ve iyilikte bulunanlara mükâfat, günahkârlara ise ceza verir.
Yine ona, Mısır halkını
itaat ve birliğe davet etmesini emrediyor. Zira, onlar için bunda afiyet
ve çok mükâfat vardır ki, onlar bu mükâfatın ne hesabını
bilirler, ne de hakikatini idrak ederler.
Yine ona, halka alçak gönüllülük
kanadını germesini, oturduğu yerde ve
bakışlarında onlara eşit davranmasını, hakta
yakınlarını kendisinden uzak olanlarla eşit
tutmasını, halkın arasında adaletle hükmetmesini,
hükumetini adalet üzere kurmasını, heva ve hevese
uymamasını, Allah için olan bir işte, kınayanların
kınamasından korkmamasını tavsiye ediyor. Zira Allah,
kendisinden çekinen, itaat ve emrini başkalarının emrine
(hoşnut olmasına) tercih eden kimselerle beraberdir.
Yazan: (Hz. Ali(a.s)'ın özel katibi) Ebu Rafi oğlu Ubeydullah.
Allah'ın kulu Emir-ül Müminin Ali'den, Muham-med
ibn-i Ebi Bekr'e ve
Mısır halkına:
Selamun aleykum.
Ey Muhammed,
mektubun gelip bana ulaştı, sorduğun soruyu anladım,
yapılması gerekli olan ve Müslümanların durumunu düzeltebilecek
şeyler için gayret göstermen beni hoşnut etti. Bu işlerin, senin
iyi niyetli ve iyi görüşlü olduğundan ileri geldiğini
anladım.
Her oturup kalkmada, açıkta ve gizlide
Allah'tan çekinmelisin. Halk arasında yargıda bulunduğunda,
onlara tevazu kanatlarını ger; onlara iyi muamelede bulun; güler
yüzlü ol. Bakışta da, görüşte de tarafları bir tut, fark
gözetme ki, büyükler (kudret sahipleri) senin onlardan yana olmanı
beklemesinler (kendilerine meylettiğini sanmasınlar); zayıflar
da adaletinden meyus olmasınlar. Müddeiden (davacıdan) beyyine (iki
âdil şahit) iste; inkar edene ise yemin ettir. Bir kimse kardeşiyle
sulh ettiğinde, o sulhu geçerli kıl; yalnız bu sulhla helali
haram, haramı da helal etmek isterlerse o hariç; sadık, vefalı,
hayâlı, edepli, takvalı fakihleri, facir, yalancı, hilekâr ve
düzenbazlara tercih et. İyi iş yapan salih kimseler kardeşin;
facir, gaddar, sahtekâr kimseler ise düşmanın olmalıdır.
Benim en çok sevdiğim kardeş, Allah'ı herkesten daha çok anan ve
O'ndan daha çok korkan kimsedir. Senin de inşaallah bu kimselerden olmanı
ümit ederim.
Sorumlu
olduğunuz işler ve kendisine doğru ilerlemekte olduğunuz
sonuç hususunda size Allah'tan çekinmenizi tavsiye ediyorum. Zira Allah-u Teâla
Ku'ran'da buyurmuştur ki: Herkes
kendi kazancının rehinidir."[111] Yine
buyurmuştur ki: "Allah kendisinden
(azabından) sakınmanızı emretmektedir ve herkesin
dönüşü de Allah'a doğrudur."[112] Başka bir yerde de: "Andolsun Rabbine ki onların hepsinden yaptığı
işleri soracağız."[113] diye
buyurmaktadır. Öyleyse Allah'tan çekinin; takvalı olun; çünkü bu
sıfat (yani takva) diğer hiçbir özelliğin içermediği
hayırları içermektedir ve diğer hiçbir şeyle elde edilmeyen
dünya ve ahiret hayırlarını, onunla elde etmek mümkündür.
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Çekinenlere,
"Rabbiniz ne indirdi size?" denince, "Hayır indirdi" derler.
Bu dünyada güzel hareket edenlere güzel bir mükâfat var; ahiret eviyse elbette
daha da hayırlıdır ve çekinenlerin evleri, gerçekten de ne
güzeldir."[114]
Ey
Allah'ın kulları, bilin ki çekinenler, hem gelip geçiveren
dünyanın faydalarını elde ettiler; hem de bir zaman sonra
gelecek ahiretin faydalarını elde edecekler. Onlar dünya ehlinin
dünyalarına ortak oldular; ama, dünya ehli onların ahiretine ortak
olamadı. Allah-u Teâla Kur'an'da buyuruyor ki: "De ki: Allah'ın, kulları için meydana getirdiği
süslenilecek şeylerle rızık olarak verdiklerinin içinden
tertemiz şeyleri, kim haram etmiştir ki? De ki: Bunlar, dünyada
inanan kişilerindir, ahiretteyse yanlız onlara aittir..."[115]
Çekinenler,
dünyada konakladılar, en güzel bir konaklayışla, dünya
nimetlerini yediler en güzel bir yeyişle.
Ey
Allah'ın kulları, bilin ki Allah'tan çekinip, Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine saygınızı
koruduğunuzda diğer fırkaların namaz, oruç ve
sadakaları sizlerden daha çok olmuş olsa bile, sizler, Ona en güzel
ibadet, en güzel zikir ve en güzel şükrü etmişsinizdir; sabrın,
şükrün, gayret göstermenin en yüce mertebelerine
ulaşmışsınızdır; çünkü bu durumda sizler Allah'a
daha çok vefalı, dostlarının ve Rasulullah'ın Ehl-i Beyt'inden olan ulü-l emrin
hayrını daha çok istiyen kimselersiniz.
Ey Allah'ın kulları, ölümden, onun
yaklaşmasından, meşakkatinden sakının; ölüm için
azık hazırlayın. Çünkü o büyük bir mesajla gelip çatmada; ya
beraberinde hiç bir şerri (kötülüğü) olmayan bir hayır veya hiç
bir hayrı olmayan bir şerle ulaşır. Cennete, cennet için
iş yapandan daha yakın kim var; cehenneme de cehennem ehlinden daha
yakın kim olabilir? Öyleyse, nefsiniz ölüm hususunda sizinle çekişmek
(onu aklınızdan çıkarmak) istediğinde, ölümü çok anın.
Çünkü ben Peygamber-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve alih'in şöyle buyurduğunu duydum:
"Lezzetleri yok eden şeyi (yani ölümü) çok anın." Şunu
da bilin ki, ölümden sonraki merhaleler, Allah'ın affedip
bağışlamadığı kimse için ölümden daha çetin ve
daha şiddetlidir.
Ey Muhammed,
bil ki, seni en fazla askerimin bulunduğu beldeye (Mısır'a) vali
tayin ettim. Bu ülkede, kendi nefsinden, dininden korkman, günde bir saat bile
olsa bu hususta düşünmen gerekir. Halktan birisini hoşnut etmek için Allah'ı gazaba
getirme! Sakın. Çünkü Allahn rızası her şeyin bedelidir;
ama hiçbir şey Allah'ın bedeli olamaz. Zalime karşı
şiddetli ol; onun önünü al (yapacağı kötü işi engelle); iyi
iş yapanlara karşı yumuşak davran, onları kendine
yaklaştır, kendine sırdaş ve kardeş kıl.
Sonra, namazına dikkat et; bak nasıl
kılıyorsun; çünkü sen imamsın. Bir imam, halka namaz
kıldırır, onların namazında bir noksanlığa
sebep olursa onların bütün günahı o imamın üzerine olur; fakat o
imamın arkasında namaz kılan kimselerin namazından bir
şey eksilmez (onların namazı doğrudur). Bir imam,
namazı kâmil bir şekilde kılarsa, arkasında namaz
kılan kimselerin sevabı kadar, onların sevabından bir
şey eksilmeksizin, sevap alır. Abdestine de dikkat et; zira abdest
namazın kâmil olmasına sebep olur. Abdestli olmayan kimsenin
namazı batıl olur. Şunu da bil ki, amellerinden her birinin
kabul olup olmaması, senin namazına bağlıdır.
Namazını yok eden kimse, İslam'ın diğer hükümlerini
daha çok yok eder.
Ey Mısır halkı,
yaptığınızın söylediğinizi, gizli halinizin
açıktaki durumunuzu tasdik etmesi, söylediğinizin
yaptığınıza ters düşmemesi için gayret edin. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih: "Ben ümmetim için ne Müminden
korkarım, ne müşrikten. Çünkü Mümini Allah, imanı yüzünden
kötülükten korur; müşriki de şirki yüzünden rezil ve kahreder. Fakat
sizlere diliyle güzel söz söyleyen, hareketiyle çirkin işlerde bulunan ve
hiç bir kimseden de korkusu olmayan, tatlı dilli münafıktan
korkuyorum." buyurmuştur. Yine Resulullah
salla'llâhu
aleyhi ve alih şöyle
buyurmuştur: "İyiliklerinden hoşnut olup, kötülüklerinden
üzülen kimse gerçekten de Mümindir." Yine buyurmuştur ki:
"Şu iki özellik münafık bir kimsede bir araya toplanmaz: Güzel
tutumlu olmak, sünneti iyice bilmek."
Ey Ebu Bekr'in
oğlu Muhammed, bil ki, en üstün din bilgisi, dinde vera'lı olmak
(şüpheli şeylerden sakınmak) ve Allah'ın emrine amel
etmektir. Allah-u Teâla bizi ve seni O'na şükretmekte, O'nu anmakta,
hakkını eda etmekte, itaatını yerine getirmekte muvaffak
kılsın. Şüphesiz, O işitici ve yakındır. Bil ki
dünya, bela (imtihan) ve fena, ahiret ise beka ve mükâfat (ceza) yurdudur;
mümkün olduğu kadar, baki kalanı, fani olan şeye tercih et, onu
süsle. Allah-u Teâla, emrettiği şeylerde kusur etmememiz,
alıkoyduğu şeylere yaklaşmamamız için bize
gösterdiği şeyleri görmeyi, anlattığı şeyleri
anlamayı bize nasip eylesin. Tabii ki sen dünyadaki nasibini elde etmeye
mecbursun, fakat ahiret nasibini elde etmeye daha çok muhtaçsın. Öyleyse
biri ahiret, diğeri dünya için olan iki işle
karşılaştığında ahiret işine öncelik ver.
Mümkün olduğu takdirde hayır işe daha fazla ilgi göster;
niyetini o işte halis et, güzelleştir. Allah-u Teâla hayır ve
hayır ehlini seven kulu, onu yapmaya muvaffak olmasa bile, niyeti
miktarınca mükâfatlandırır; o hayır işi yapan kimsenin
aldığı sevap kadar sevap alır, inşaallah.
Sonra, Allah'tan sakınmayı
(takvalı olmayı) ve sonra da İslam'ın kapsamlı yedi
kuralını sana tavsiye ediyorum: Allah'tan kork; Allah için olan bir
işte hiçbir kimseden çekinme; çünkü en iyi söz, amelin doğruladığı
sözdür. Bir konuda iki çeşit yargıda bulunma; zira iki çeşit
yargıda bulunduğun takdirde haktan (doğru yoldan) saparsın.
Kendin ve ailen için sevdiğin şeyi, halkın ve milletin için de
sev; kendin ve ailen için sevmediğin, beğenmediğin şeyi
onlar için de sevme, beğenme. Allah katında mazur görüleceğin
bir işe sarıl. Halkın durumunu düzelt, onları düzene sok.
Hak yolunda kendini tehlikelere at; Allah için olan bir işte
kınayanların kınamasından çekinme; yüzünü haktan çevirme.
Bir Müslüman seninle istişare ettiğinde hayrını söyle ve
kendini Müslümanların yakında ve uzakta olanı için bir örnek
kıl. İyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Sana ulaşan
her musibete karşı sabırlı ol; çünkü sabır ve
tahammül, işlerin en sağlamıdır. Selam, Allahın
rahmeti ve bereketi sana olsun.
Dünyadan çekinmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü
dünya, (zahiri) tatlıdır; yemyeşildir (görünüşü güzeldir);
özlemlerle kaplanmıştır; çabuk elde edilen fakat hemen geçip
giden zevkleri için sevilir; dileklerle mamur olur, aldatmayla süslenir; fakat
verdiği sevincin bekası yoktur; onun ansızın gelen
musibetinden güvende olunmaz.
Pek aldatan, çok zarar veren, yok olup biten,
geçip giden, yiyip bitiren ve helak edendir. Onu isteyenler, onu elde etmeye
razı olanlar, dileklerini elde etseler bile, noksan sıfatlardan
münezzeh olan, şanı yüce Allah'ın, şu: "(Dünya yaşayışı) gökten
yağdırdığımız yağmura benzer; yeryüzünün
bitkilerini sular, bünyelerine girer de onları yeşertir,
yetiştirir; derken bitkileri kurur, ufalanır, yeller de onları
savurur gider ve Allah'ın her şeye gücü yeter."
buyruğundan öteye geçmez.[117]
Hiçbir sevinip gülen yoktur ki, ardından
dünya onu kedere düşürmüş olmasın, ağlatmasın.
Bolluğuyla bir karnı doyurursa, sonunda yokluğunu onun
sırtına yükler. Onda bolluk getiren hiç bir yağmur yoktur ki
bela bulutu onu izlemesin. Sabahleyin (birine) yardım ederse,
akşamleyin artık onu tanımaz. Bir kimse için bir tarafı
yutulması kolay, tatlı olursa, öbür yanı acı ve
hastalık olur. Akşamleyin onda esenlik elbisesi giyen, korkulara
düşerek sabahlamıştır.
Dünya aldatıcıdır, onda ne
varsa hepsi de insanı aldatır. Fanidir, onda olanların hepsi de
yok olur. Azıkları
arasında günahlardan çekinmekten (takvadan) başka hiç bir şeyde
hayır yoktur. Dünyadan az bir şeye razı olan, kendisini emniyete
kavuşturacak çok şeyi kazanmaya yönelir. Ondan çok şey elde
edenin elde ettiği ebedi olarak kalmaz ve çok çabuk elinden
çıkıverir.[118] Dünya,
nice güvenenlerini ansızın gelen musibetlere düşürmüş ve
nice inananlarını yere vurmuştur; nice ihtiyatlı
insanları aldatmış ve nice büyükleri hor-hakir etmiştir;
nice mütekebbirleri aç ve fakir kılmış ve nice taht ve taç
sahiplerini yüz üstü düşürmüştür.
Dünyanın saltanatı zillettir;
yaşayışı bulanıktır. Tatlı suyu, acı ve
tuzludur; tadı dili damağı acıtır. Dirisi ölüme,
sıhhatlisi hastalığa hedeftir; kuvvetli olanı
yıkılmaya maruzdur. Malı-mülkü geçicidir. Azizi mağlup
düşer, güvencede olanı zorluğa uğrar; ona
sığınan yağmalanır. Bunları ise ölüm
sekeratı ve iniltileri (can çekişmenin zorluğu) kıyametin
dehşetleri ve adaletli bir hakimin karşısında durmak izler.
Kötülük edenleri,
yaptıklarına karşılık cezalandırmak ve iyilik
edenlere ise yaptıklarından daha iyi mükâfat vermek için.
Sizler, sizden önce daha uzun ömür sürenlerin,
eserleri daha açık kalanların, sizden daha hazırlıklı
olanların, orduları ve inatları sizden daha çok olanların
yurtlarında değil misiniz? Onlar da dünyaya taptılar, hem de
nasıl taptılar? Dünyayı seçtiler, hem de nasıl seçtiler?
Sonra da zilletle bu dünyadan göçüp gittiler. Peki, siz böyle (vefasız)
bir dünyayı mı seçmektesiniz? Böyle bir dünyaya mı ihtiras
ediyor, ona mı güveniyorsunuz?!
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Kim dünya hayatını ve
ziynetini dilerse onda yaptıklarının
karşılığını tam olarak öderiz ve onlar bu hususta
hiç bir zarara uğramazlar. Onlar öyle kişilerdir ki, onlara ahirette
ancak ateş var, dünyada işledikleri işlerse boşa
gitmiştir; zaten bütün işledikleri de boştur".[119] Bu
dünya, ondan endişelenmeyen ve ondan korkmayan kimseler için, ne de kötü
bir diyardır.
Bilin, bilirsiniz de, sizler onu
bırakıp gideceksiniz. Dünya Allah-u Teâla'nın onu
vasfettiği gibidir: "Bilin ki
dünya hayatı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir bezentidir,
aranızda bir övünmedir ve bir mal ve evlat çoğaltma gayretidir
ancak."[120]
Her yüksek tepede, ihtiyacı
olmaksızın bir yapı kurarak eğlenip duran, sağlam
yapılar, kaleler yapıp ebedi kalacağını uman ve "kimdir bizden daha kuvvetli"[121] diyen
kimselerden ibret alın; yine ibret alın kendi gözünüzle görmüş
olduğunuz kardeşlerinizden; nasıl onlar, davetsiz olarak
omuzların üzerinde taşınarak kabirlerine indirildiler; misafir
çağrılmadan mezarlarına kondular.
Sığındıkları yerler kabir, kefenleri toprak oldu,
kurumuş kemiklerle komşu oldular. Öyle komşu ki,
çağırana cevap veremezler ve zulmün önünü alamazlar (düştükleri
zilleti gideremezler); ne birinin ziyaretine gidebilirler, ne de hallerini,
hatırlarını soran olur. Kinleri yatışmış,
halim olmuş kişilerdir; hasedleri ölmüş, gaflet içindeler.
Onların ne ansızın saldırılarından korkulur, ne
de yardımları ümit edilir. Onlar asla dünyaya gelmemiş kimseler
gibidirler; nitekim Allah-u Teâla: "İşte
bu, o kimselerin evleridir ki, ölümlerinden sonra çok az bir zaman
dışında hepsi bomboş kalmıştır. Onlara varis
olanlar biziz."[122] buyurmuştur. Yerin üstünü altıyla,
genişliği daracık bir yerle, ehli-ayali gurbetle,
ışığı zulmetle değiştirmişlerdir.
Yerden ayrıldıkları (topraktan yaratıldıkları,)
gibi tekrar ayakları yalın, bedenleri çıplak oraya döndüler.
Amelleriyle birlikte dünyadan, ebedi bir hayata göçtüler, orada mesken edindiler.
Nitekim noksan sıfatlardan münezzeh olan
Allah da şöyle buyurmuştur: "Önce
nasıl yarattıysak, tekrar yaratacağız; bu vaadimizdir bizim
ve gerçekten de yapacağız".[123]
Ey insanlar, biz rabbimize, mabudumuza ve
zahirî ve batınî nimetleri, bizim tarafımızdan azıcık
bile güç ve kudret sarfı olmaksızın, sadece kendi minneti ve
fazlı ile, bunlara karşı şükredip etmeyeceğimizi
sınamak için bize bağışlayan velinimetimize hamd-u sena ediyoruz.
Allah, şükredenin nimetini artırır; küfran-ı nimet edenin
ise cezasını verir. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka bir
mabud yoktur, eşi ve ortağı yoktur, tektir, samed
(muhtaçların sığınağı)dir. Yine şehadet
ederim ki, Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih O'nun kulu ve elçisidir. Onu insanlar,
beldeler ve hayvanlar için bir rahmet olarak gönderdi. Onun
bağışladığı bir nimet, minnet ve ihsandır. Allah'ın salat ve
selamı ona ve Ehl-i Beyt'ine
olsun.
Ey insanlar, Allah katında kadri,
değeri en yüksek olan, Allah'ın emrine en çok uyan, Ona en çok itaat
eden ve Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in sünnetine en çok tabi olan, Allah'ın
kitabını ihya etmek için en çok çaba gösteren kimsedir. Allah'a,
Resulüne itaat etmek, kitabına ve Peygamber'in
sünnetine uymak dışında, hiçbir kimsenin bizim
yanımızda bir üstünlüğü yoktur. İşte bu, gözümüzün
önünde olan Allah'ın kitabı ve aramızda bulunan Peygamber'in siretidir; cahil, muhalif ve
Allah'tan yüz çevirenlerden başka hiçbir kimse bunlardan habersiz ve bunları
bilmemiş değildir. Allah-u Azze ve Celle (halkın eşit
olması, ayrıcalıkların iptali hakkında) şöyle
buyurmaktadır: "Ey insanlar,
şüphe yok ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi
aşiretler, kabileler haline getirdik tanışasınız diye;
şüphe yok ki Allah katında sevabı en çok ve derecesi en yüce
olanınız, en fazla çekineninizdir."[124]
Öyleyse şerefli, değerli ve sevimli
olanınız, Allah'tan en çok sakınanınızdır.
Allah'a, Resulüne itaat eden kimseler de böyledir. Allah-u Teâla şöyle
buyurmaktadır: "De ki:
Allah'ı seviyorsanız, bana uyun da Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah
bağışlayan ve rahimdir."[125] Yine
buyuruyor ki: "Allah'a itaat edin
ve Peygamber'e itaat edin, eğer yüz çevirirseniz, Allah da kâfirleri
sevmez".[126]
Daha sonra yüksek bir sesle şöyle
buyurdu: Ey Muhacir ve Ensar topluluğu ve ey Müslümanlar! Müslüman
olmanızla Allah'a ve Peygamber'e
minnet mi ediyorsunuz? Eğer doğru söylüyorsanız (gerçek Müslüman
iseniz), sizler Allah'a ve Peygamber'e minnettarsınız, onların
size minnetleri vardır.
Sonra da şöyle buyurdu: Bilin ki, kim
yüzünü kıblemize döndürür, kestiğimiz hayvanın etinden yer,
Allah'tan başka bir mabut olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi
olduğuna şehadet ederse, biz de Kur'an'ın hükümlerini,
İslam'ın (ganimet ve beytülmal hakkındaki) paylarını
onun hakkında uygularız. Allah'tan sakınmak ve O'na itaat etmek
dışında, hiçbir kimsenin hiçbir kimseye bir üstünlüğü
yoktur. Allah-u Teâla bizi ve sizi çekinenlerden, korku ve üzüntüsü olmayan
dostlarından eylesin.
Bilin
ki, elde etmeyi dilediğiniz, rağbet ettiğiniz,
(değişmesi ve fani olmasıyla) size öğüt veren (bela
oklarıyla) sizi hedef alan bu dünya, sizin eviniz değildir; kendisi
için yaratılmış olduğunuz konağınız da
değildir; ona davet de edilmemişsinizdir. Bilin ki o, sizin için baki
değildir; siz de orada baki kalmayacaksınız. Sakın
dünyanın çabuk elde edilen, kolayca elden çıkan peşin lezzet ve
malı sizi aldatmasın! Zira sizleri ondan sakındırmış,
vasfını açıklamışlardır; kendiniz de onu tecrübe
edip akıbetini beğenmemişsinizdir. Allah'ın rahmeti
üzerinize olsun, öyleyse bayındır etmekle mükellef olduğunuz
evlerinize doğru koşun; öyle bayındır evler ki, hiçbir
zaman harab olmaz, ebediyete dek ayakta durur. Allah, sizleri o evlere
teşvik ve davet etmiştir, mükâfatınızı da o evlerde
size vermeyi kararlaştırmıştır.
Ey
muhacir ve ensar topluluğu ve ey din ehli! Bakın, Kur'an'da
vasfedildiğiniz özellikler, Peygamber
salla'llâhu aleyhi ve alih'in huzurunda haiz olduğunuz makamlar ve
cihat yapmakla faziletlendiğiniz savaşlar soy-sopla mıydı?
Yoksa amel ve itaat yapmakla mı? Allah'ın rahmeti üzerinize olsun,
Allah'ın size verdiği nimetleri, sabırla ve Allah'ın
kitabında korumalarına mükellef olduğunuz kimselere (Ehl-i Beyt'e) riayet etmekle sona
vardırın. Bilin ki, Allah'ın buyurduğu tavsiyeleri ve
takvayı koruduğunuz takdirde dünyanıza ait şeylerin
azalmasının size hiçbir zararı olmaz; ama mükellef
olduğunuz takvayı zayi etseniz korumaya çalıştığınız
hiç bir malın size faydası olmaz. Öyleyse ey Allah'ın
kulları, Allah'ın emrine teslim, kazasına (ve kaderine)
razı, belaları karşısında ise sabırlı olun.
Ama
(göz diktiğiniz) ganimete gelince, hiçbir kimsenin başka birisine bu
konuda üstünlük hakkı yoktur. Allah-u Teâla onları taksim etmiş;
bu ganimetler Allah'ın malıdır; siz ise Allah'a teslim olan
kullarısınız; işte bu da hepimizin itiraf ettiği,
hakkaniyetine şehadet ettiğimiz ve karşısında teslim
olduğumuz Allah'ın kitabıdır; Peygamber'in ahdi de halen bizim aramızdadır.
Allah'ın rahmeti üzerinize olsun; öyleyse (Allah'ın kitabına ve Peygamber'in sünnetine) teslim olun. Buna
(bu eşit taksime) razı olmayan, istediği şekilde yüzünü
çevirebilir. Çünkü Allah'ın emriyle amel eden ve hükmüyle hükmeden
kimsenin korkusu olmaz. "Onlar
öyle kimselerdir ki ne bir korku vardır onlara, ne de mahzun olur
onlar." Onlardır kurtulup muratlarına erenler.
Rabbimiz Allah'tan, bizi ve sizi itaat
ehlinden etmesini ve kendisinin yanında olan şeylere ilgimizi
artırmasını niyaz ederiz. İşte söylediklerimi
duydunuz; Allah'tan kendim ve sizin için mağfiret diliyorum.
Sıffin savaşında Hz. Ali'nin
ashabından bazıları, Muavi-ye'nin
kendi tarafına geçenlere olan mal bağışını
görünce -zaten insanlar da dünya uşağıdırlar- Emir-ül Müminin Hz. Ali aleyhi'sselâm'a şöyle dediler: "Siz de bu maldan bağışta bulunun, eşrafa,
soylulara, muhalefet etmesinden ve ayrılmalarından korktuğunuz
kimselere öncelik tanıyın (onların payını
çoğaltın). Duruma hakim olduğunuzda dönüp adaleti uygulamaya başlarsınız,
(ganimeti de) eşit olarak onların arasında taksim
edersiniz." İmam
cevapta şöyle buyurdu:
Muaviye'ye galip olmak için kendilerine buyruk
yürütmeye memur olduğum Müslümanlara adaletsizlikte bulunmayı mı
öneriyorsunuz bana? Andolsun Allah'a, gece gündüz birbirini kovaladıkça,
gökte yıldızlar birbirlerini izledikçe bu işe yaklaşmam, bu
mallar benim şahsi malım olsaydı, yine de halka eşit olarak
dağıtırdım; oysaki onların kendi malıdır.
Bir müddet sustuktan sonra
buyurdular ki: Malı olan, fesada düşmekten korkmalıdır.
Hakkı olmayana bir malı vermek, haddi aşmak ve israftır. Bu
(israf) da şahsı, halk arasında yüceltir, yüksek bir mevkie
çıkarır; fakat Allah katında hor-hakir eder. Malını
haketmeyen ve layık olmayan kişiye veren insan, o adamın
teşekküründen mahrum kaldığı gibi hayrından da kendisi
değil, başkaları yararlanır. Böyle birisine dostluk
gösteren ve teşekkürde bulunan bir kimse de olursa, o bir dalkavuk ve
yalancıdır ancak. Ondan yine önceden aldığı
şeylerin benzerini elde etmek için ona yaklaşır; fakat
ayağı kayıp (zor bir duruma düşüp) yardıma ve
yaptığı iyiliğin karşılığına
muhtaç olduğu bir zaman en kötü dost ve en alçak arkadaş olur.
Allah yolunda cimrilik yapıp cahillere
bağışta bulunduğu müddetçe, ismi onların
ağzında dolaşır. Hangi talih bundan daha kötü ve daha
çirkin olabilir? Hangi ihsan bundan daha faydasız ve daha neticesizdir?
Mal elde eden, onunla akrabalara yardım etmelidir, misafir
ağırlamalıdır, zorda kalan ve esir düşenleri zorluk ve
esaretten kurtarmalıdır, borçlu, yolda kalmış, fakir ve
evlerinden göç ettirilmiş kimselere yardımda bulunmalıdır.
Kendini sevabı olan işlere, hakları eda etmeye
zorlamalıdır; böylece bu özelliklerle dünya şerefini ve ahiret
faziletini kazanmış olur.
Cabir ibn-i Abdullah Ensari şöyle diyor: "Basra savaşında Emir-ül
Müminin ile beraberdik, İmam
kendisine karşı savaş açanların (Talha, Zübeyrve Aişe'nin) savaşından
kurtulduğunda gecenin son vakitleri bize uğradı ve: Ne hususunda
sohbet ediyorsunuz? diye sordu. "Dünyayı kınamak hakkında
konuşuyoruz." dedik; buyurdular ki:
"Ya Cabir!
Niçin dünyayı kınıyorsunuz? Daha sonra Allah'a hamd-u sena edip
şöyle buyurdular: Niçin bir grup dünyayı kınıyor ve onda
zahitlik iddiası ediyor? Dünya, doğrulara doğruluk yurdudur;
anlayanlara afiyet (kurtuluş) evidir. Ondan azık toplayana zenginlik
diyarıdır. Peygamberlerin secde yeridir. İlahi vahyin
indiği yerdir. Meleklerin ibadet yeridir. Allah dostlarının
meskenidir. Evliyaullahın alış veriş yurdudur. Orada rahmet
elde ederler; orada cenneti kazanırlar.
Ey Cabir, dünya, ölümü açıkça haber verdiği, kendisinden
ayrılacağımızı seslenip bildirdiği, zevalini
anlattığı halde, kimdir ki onu kınar, yermeye kalkar? Dünya
belalarıyla (ahiret) belasını gösterir ehline; sevinciyle
onları (ebedi bir) sevince teşvik eder. Allah'ın azabından
korkutmak ve ebedi nimete teşvik etmek için geceleri musibet
getirdiği gibi sabahları da nimet ve esenlik doğurur. Günahtan
pişmanlık duyanlar kınarlar onu. (Başkalarıysa
kıyamet günü överler onu.)[127] Çünkü
dünya sadakatle onlara hizmet etmiştir. Dünya onlara akıbeti
anlatmıştır, onlar da anlamışlardır; öğüt
vermiştir onlara, onlar da öğüdünü kabul etmişlerdir.
Onları (cehennemden) korkutmuştur, onlar da korkmuşlardır;
onları (cennete) teşvik etmiştir, onlar da ona rağbet
etmişlerdir.
Ey dünyanın
aldatışlarına kapılıp onu kınayan, ne vakit dünya
senin kınamanı hakketti? Ne zaman dünya aldattı seni?
Toprağa atıp çürüttüğü babalarının helak
oldukları yerlerle mi; yoksa yer altına attığı
analarının yattığı yerlerle mi aldattı seni? Ne
kadar kendi ellerinle hastalara bakıcılık yaptın? Ne kadar
sakatlara hizmet ettin; onların ilacını aradın; onları
iyileştirmek için doktorlara başvurdun da maksadına
ulaşamadın, (çaresi olmadı ve) ihtiyacın
karşılanmadı? Dünya onlara yaptığıyla, sana örnek
verdi; halleriyle halini (ölmeleriyle öleceğini) gösterdi. Yarın,
dostlarının sana bir faydası olmaz; sesin de bir yere ulaşmaz.
Hastalığın, açıkça ölümden haber verdiği, dert ve
elemin şiddetlendiği bir zaman, artık iniltinin bir faydası
olmaz; feryatla ağlamak ölümü önlemez; göğüs
sıkışır, boğaz tıkanır; ne bir ses duyar, ne
de bağırıp çağırmakla korkar. Ölüm anlarındaki
üzüntü ne de çok ve uzun sürelidir! Sonra onu tabutun içerisine bırakıp
(mezarlığa) götürürler. Dört el onu nakledip uzun bir süre kalmak
için kabrin dar yerinde (lahda) yan üstü yatırırlar. Artık
zenginlik elden çıkmış, ömür tükenmiştir, şefkatli
dostlar onu terkederler; merhametli davrananlar ondan ilişkilerini
keserler; dostları ona yaklaşmaz. Ziyaretçileri evine uğramaz,
evi çeki düzene girmez. Hiçbir yerden nişane bulamaz, her yerden habersiz
kalır. Varisler mirası bölmeye koşarlar, geride
bıraktığı mal taksim edilir; günahı, vebali ise onun
üzerine olur, günahlar onu kuşatır. Önceden hayır bir iş
yapmış olursa kazancı temiz olur; fakat önceden kötü bir iş
yapmışsa akıbeti helak olmakla sonuçlanır.
Hayatının sonu, ölüm; ziyaretgâhı, kabir olan bir kimseye,
dünyada (bir kaç günlük) ikametin ne faydası olur. Bu, öğüt bakımından
(öğüt alanlar için) yeterlidir.
Ey Cabir,
yeter artık, benimle beraber gel; Cabir
diyor ki: İmam'la birlikte bir
kabristana vardık, İmam kabristan ehline şöyle seslendi: Ey
toprağa döşenmiş, gurbete düşmüş kişiler,
bıraktığınız evlerde oturulmaktadır,
mallarınız paylaşıldı, zevceleriniz nikâhlandı.
Bu bizim size verdiğimiz haber, sizden ne haber var?" İmam biraz sükut ettikten sonra
başını kaldırıp şöyle buyurdular: "Göğü
yükselten ve yeryüzünü yayan Allah'a and olsun ki eğer onların
konuşmalarına izin verilseydi, "Bizler, en hayırlı
azığın takva olduğunu gördük." derlerdi. Daha sonra
buyurdular ki: Ey Cabir, eğer
istiyorsan geri dön.
Bir kişi, Hz. Ali alehi'sselâm'ın huzuruna gelip: Halktan bazıları
diyorlar ki: Kul imanlıyken zina
etmez; imanlıyken şarap içmez; imanlıyken faiz yemez;
imanlıyken haksız yere kan dökmez. dedi. Bu söz bana öyle ağır geldi, göğsümü öyle
sıktı ki, sanıyorum namaz kılan, ben öldüğümde beni
toprağa verecek olan, (o öldüğünde ise) benim kendisini toprağa
vereceğim bu kul, küçük bir günah işlemekle imandan
çıkıyor? İmam aleyhisselâm buyurdular ki: Kardeşin doğru
söylemiştir; zira Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'den şöyle buyurduğunu duydum: "Allah-u
Teâla halkı üç grup olarak yaratmıştır, onların her
biri için de bir yer tayin etmiştir. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Sağ taraf ehli, amma sağ
taraf ehli, ne sevinç içerisindeler ve sol taraf ehli, amma sol taraf ehli ne
kötü durumdalar ve bir de ileri geçenler ki herkesten ileri geçmişlerdir;
onlardır mabutlarına yaklaştırılanlar."[128]
Herkesten ileri geçenlere gelince, onlar
mürsel veya gayr-i mürsel peygamberlerdir. Allah-u Teâla onların
vücutlarında beş ruh var etmiştir: Kudsiyet ruhu, iman ruhu,
kuvvet (cismanî kudret) ruhu, şehvet (maddi istekler) ruhu, beden ruhu
(ayrılmasıyla hayatın son bulacağı ruh). Kudsiyet ruhu
ile peygamberlik ve kudsiyet makamına ulaşırlar; iman ruhu ile
Allah'a ibadet ederler, O'na hiçbir şeyi ortak koşmazlar; kuvvet ruhu
ile düşmanla savaşırlar ve geçimlerini temin ederler;
şehvet ruhu ile yenilecek ve içilecek şeylerin tadını
alırlar, helal olan hanımlarla evlenirler; beden ruhu ile, yürürler,
hareket ederler. Bu grubun günahları bağışlanıp
affedilmiştir. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "O peygamberlerden bazısını bazısına
üstün kıldık. Allah, onların bazılarıyla
konuşmuş, bazılarının da derecelerini
yüceltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik,
onu Ruh-ul Kudüs'le
kuvvetlendirdik."[129] Yine
bütün peygamberler hakkında buyuruyor ki: "Onları, kendinden bir ruhla, imanla
kuvvetlendirmiştir."[130] Yani bu
ruhla onlara ikramda bulunup onları diğerlerinden üstün
kılmıştır; bunlar mağfiret edilmiş kimselerdir.
Daha
sonra Kur'an-ı Kerim sağ taraf ehlini zikretmiştir; onlar gerçek
Müminlerdir. Allah-u Teâla onların vücudunda dört ruh
bırakmıştır: İman ruhu, kuvvet ruhu, şehvet ruhu,
beden ruhu. Mümin bir kul, bazı haller kendisinde oluşmayıncaya
kadar bu dört ruha sahiptir. "Bu
haller nedir?" diye sorulduğunda şöyle buyurdu:
"Birincisi, Allah-u Teâla'nın buyurduğu şeydir: "İçinizden
yaşayışın en aşağılık çağına,
iyice ihyiyarlayana kadar ömür sürdürenler de vardır ki bildikleri
şeyleri bilmez olurlar."[131] İşte böyle bir adamın bütün
ruhları zayıflar; fakat imandan çıkmaz. Zira (bir günah
işlememiştir,) onu böyle yapan ve bu hale getiren Allah'tır.
Artık o adam namaz vaktini tanımaz, gece namaz kılmaya, gündüz
oruç tutmaya gücü yetmez; işte bu onun iman ruhunun
zayıflamasını gösterir; fakat ona bir zararı olmaz,
inşaallah. Nitekim o adamın şehvet ruhu da zayıflar; çünkü
en güzel kızlar bile onun gözünün önünden geçse onlara asla ilgi duymaz.
Ama beden ruhu onda baki kalır, ölüm anına kadar onunla hareket eder,
onunla yürür.
Bu
ihtiyar adamın hali (akıbeti) hayırdır; çünkü Allah onu bu
hale getirmiştir.
(İkincisi,)
bazen gençliğin kuvvetli döneminde insana bazı haller arız olur,
insanın hatalı işleri yapma kararı almasına sebep
olur, kuvvet ruhu ona cesaret verir, şehvet ruhu, günahı onun
nazarında süsler, beden ruhu ise yularından çıkar ve insan (bu
faktörlerin birleşmesiyle) günaha düşer. Günah işlediğinde
iman ondan ve o da imandan ayrılır. Artık tövbe etmedikçe iman
geri dönmez. Tövbe eder, velayeti tanırsa (ulü-l emr'e itaatte bulunursa)
Allah tövbesini kabul eder; tekrar günaha baş vurursa velayeti terketmiş
sayılır, Allah da onu cehennem ateşine atar.
Sol
taraf ehline gelince, onlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Allah-u Teâla
(onların hakkında) şöyle buyurmaktadır: "Kendilerine kitap indirdiğimiz
kimseler, Peygamberi, (yani Muhammed ve onun vasilerini İncil ve
Tevrat kitaplarının tanıttığı şekilde) evlerindeki oğullarını
tanır gibi tanırlar; amma gene de içlerinden bir kısmı
bilebile gerçeği gizler. Hak, Rabbindendir. Artık, sakın
şüpheye düşenlerden olma."[132]
Bildiklerini
gizledikleri için Allah-u Teâla onları bu belaya duçar etti, iman ruhunu
onlardan alıverdi, vücutlarında yalnız üç ruhu, kuvvet,
şehvet ve beden ruhunu bıraktı.
Daha
sonra onları hayvanlara ilhak edip şöyle buyurmuştur: "Onlar, ancak hayvanlara benzerler,
hatta yol yordam bakımından hayvandan da sapıktır
onlar."[133] Zira
hayvanlar da, kuvvet ruhu ile yük taşırlar, şehvet ruhu ile yem
yerler, beden ruhu ile hareket ederler. Soru soran adam (bu sözleri duyduktan
sonra) İmam'a: "Kalbimi dirilttin" dedi.
Her sabah ve akşam Allah'tan kork, çekin;
gurura kapılmaktan sakın; hiçbir halde nefsini beladan emin sanma
(ondan gafil olma). Bil ki nefsini, kötülüğünden korkarak, istediği
şeylerin çoğundan uzak tutmazsan bu dilekler, seni pek çok zararlara
sokar ve sonunda bu isteklerden uzaklaşmaya mecbur kalırsın.
Öyleyse nefsine engel ol; onu zulüm, sapıklık, tecavüz ve
sınırları aşmaktan alıkoy.
Seni, bu orduya komutan olarak tayin ettim;
sakın onları küçümseme, onlara karşı büyüklük taslama. En
değerliniz, takvalı olanınızdır. Alimlerinden
öğren, cahillerine öğret; akılsızlarını
bağışla. Çünkü, sen ancak ilim
ışığında, eziyet ve cahillik yapmaktan sakınmakla
bir hayır kazanabilirsin.
Sonra İmam
ona bazı emir ve yasakları içeren bu mektubu verdi:
Bil ki, öncü askerler ordunun gözleridir;
bunların gözleri de, gözcülerdir. Kendi memleketinden çıkıp
düşmana yaklaştığında gözcüleri, her semte, dere ve
ormana, gizli ve örtülü yerlere, göndermekten usanma, bıkma; çünkü
düşmanlarınız size baskın yapabilir ve pusu kurmuş
olabilirler. Beklenmedik bir durum ortaya çıktığında veya
istenilmeyen bir vukuat olduğunda, savaşa hazırlıklı
olmak amacıyla onlara askeri tatbikat yaptır; bunun
dışında, ordu, kabile ve bölüklerini sabahtan akşama kadar
yürütme.
Düşmanla
karşılaştınız mı, yahut düşman sizinle
buluştu mu, ordugahınızı yüksek yerlerin yanlarına,
yahut dağ eteklerine, yahut da (geçit vermeyecek) ırmak
kıyılarına kurun ki, sizin için bir yardımcı ve
düşmana karşı siper olsun; ister bir yönden, ister iki yönden
olsun düşmanla savaşınız. Düşmanın
ansızın baskınından emin olmanız, korkudan
rahatlamanız için de dağların yüksekliklerine, tepe
başlarına, nehirlerin yüksek yerlerine gözcüler dikin. Kondunuzmu hep
birden konun; göçtünüzmü hep birden göçün. Gece basınca dinlenmek
istediğinizde ordugâhın çevresine, mızrak ve siperle
kuşanmış nöbetçiler dikin. Düşmanın
baskınına uğramamanız ve gafil avlanmamanız için, ok
atıcılarınız da onların yanında yer
alsın. Sen (ordu komutanı),
şahsen orduyu gözetlemeli ve korumalısın. Sabaha dek uykuya
dalma, pek az uyu veya uykun suyu ağızda çalkalamak gibi olsun.
Düşmana ulaşana kadar durumun ve âdetin (programın) böyle
olmalıdır. Savaşta ağırbaşlı ol, acele
etmekten sakın; (kaçırılması düşmanın
galibiyetine sebep olacak bir) fırsat ele geçerse o başka. Sakın
düşman saldırıya geçmeden veya benden bir emir almadan
savaşa başlama. Allahın rahmeti ve selamı üzerine olsun.
Süleym b. Kays Emir-ül
Müminin Ali aleyhi'sselâm'a şöyle dedi: "Ben Selman, Ebuzer ve Mikdad'dan Kur'an tefsiri ve Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in hadisleri hususunda
bazı sözler duymuşum; yine sizler tarafından da bu sözlerin
teyid ve tasdik edildiğini işitmişim, daha sonra bu konu
hakkında halk içinde rivayet edilen ve bunlara ters düşen bazı
sözler görüyorum; acaba halk (Peygamber'in hadisi hususunda) kasıtlı
olarak yalan söylüyor, Kur'an'ı, bilerek kendi reyleriyle mi tefsir
ediyorlar?"
Hz. Ali aleyhi'sselâm şöyle buyurdu: "Şimdi
sorduğun sorunun cevabına dikkat et: İnsanların ellerindeki
hadislerden bir kısmı hak bir kısmı ise batıldır;
bazısı gerçektir, bazısıysa yalandır.
Bazısı, önceki hükmü geçersiz kılan (nasih), bazısı
ise hükmü geçersiz kılınandır (mensuhtur). Umumi olanı var,
hass olanı var. Manası apaçık olanı olduğu gibi,
şüpheli olanı (tevile ihtiyaç duyulanı) da vardır.
Doğru ezberlenmiş ve korunmuş olanı da vardır, yanlış anlaşılmış
olanı da vardır.
Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in zamanında bile o kadar yalan hadis
uydurdular ki, Peygamber sallallâhu aleyhi ve alih minbere çıkıp: "Ey insanlar
bana yalan söz isnat eden ve benim adıma yalan söz konuşan
çoğalmıştır; kim bilerek bana yalan söz isnat ederse,
cehennemde yerini şimdiden hazırlasın." diye buyurdu. Peygamber sallallâhu aleyhi ve alihin vefatından sonra da ona yalan sözler isnat
edildi.
Sana dört çeşit kişiden hadis gelir,
bunların beşincisi yoktur: Biri münafıktır; kendisini Mümin
olarak gösterir, Müslümanların yaptıklarını yapar, günahtan
ve bilerek Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'e yalan isnat etmekten çekinmez.
İnsanlar, onun münafık ve yalancı olduğunu bilselerdi
hadisini asla, gerçek olarak kabul etmezlerdi. Ama halk, "Bu Rasulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in sahabesidir, onu görmüş, ondan
duymuştur" der, durumunu bilmeksizin sözünü kabul ederler. Oysa
Allah, münafıkların durumunu, hallerini en güzel şekilde beyan
etmiştir: "Onları gördün
mü bedenleri (zahirleri) hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini
dinlersin."[134] Bu grup
Peygamber'den sonra
ayrıldılar, çeşitli yerlere dağıldılar, yalan ve
iftira ile halkı ateşe çağıran dalalet imamlarına
(öncülere) yaklaştılar, yanaştılar, onlar da onları
işlerde yetki sahibi kıldılar; fetva ve kadılık
makamını onlara verip (halkın malını,
canını, namusunu onların yetkisine bıraktılar,) onları,
halkın boynuna bindirdiler (onları yetki sahibi ettiler). Onlar
vasıtasıyla dünyadaki servetleri yiyip sömürdüler. Kendin de
biliyorsun ki (hedefsiz) insanlar, Allah'ın koruduğu kimseler hariç,
dünyaperest hükümdarlara tabidirler; dünya, onların aradıkları
nihai hedeftir. İşte bu, o dört çeşit raviden biridir.
İkincisi; Resulullah salla'llâhu
aleyhi ve alih'ten bir söz
duymuştur; fakat hataya düşmüştür; gerektiği gibi zihnine
yerleştirmemiştir; bile bile de yalan söylemiyor ve yanlış
amel ediyor ve: Ben Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'ten böyle duydum diyor. İnsanlar, onun
hadisi yanlış anladığını bilselerdi, sözünü kabul
etmezlerdi; o da yanıldığını bilseydi, o hadisi
rivayet etmez, onunla amel de etmezdi. Bu da ikincisidir.
Üçüncüsi ise; Resulullah sallallâhu
aleyhi ve alih'in bir
şeyi emrettiğini işitmiştir; fakat Resulullah sonradan onu nehyetmiştir; o kişiyse bunu
bilmez. Yahut bir şeyden nehyettiğini duymuştur; oysa sonradan
onu emretmiştir; ondan haberi yoktur. Geçersiz
kılınmış hükmü bellemiştir, nesheden hükmü
bellememiştir. Müslümanlar, hükmün
kaldırıldığını bilselerdi, onu reddederlerdi.
Onun kendisi de reddederdi. Bu da üçüncü kişidir.
Bir dördüncüsü de vardır ki; ne Allah'a
yalan isnat eder, ne de Resulüne. Allah'tan korktuğundan ve Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in kadrini bildiğinden yalandan nefret eder. Ne
yanlış anlamıştır, ne duyduğunu unutmuştur,
aksine duyduğu her şeyi aynı şekilde bellemiştir. Onu
gerçeğe uygun olarak rivayet etmektedir; o söze ne bir şey katar, ne
de ondan bir şey eksiltir. Hükmü kaldıran (nasih) sözü bilir, onunla
amel eder; geçersiz kılınmış hükmü (mensuhu) de bilir, onu
terkeder. Zira Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in de Kur'an gibi nesheden, nesholunan muhkem
ve müteşabih hadisleri vardır. Resulullah
sallallâhu
aleyhi ve alih'in de iki yönü
olan, genel ve özel emirleri vardır. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Peygamber, size ne verirse alın
onu ve neden vazgeçmenizi isterse vezgeçin ondan."[135]
Rasulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in sözünü doğru idrak edemeyen, Allah'ın ve
Resulü'nün o sözle neyi kasdettiğini bilmeyen, anlamayan kimseler de onun
sözünü duyuyorlardı. Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in ashabından her soru soran
(cevabını) anlamazdı; onlardan soru sorup fakat
cevabını anlamayan kimseler de vardı. Hatta bir çöl
arabının, bir garibin veya kitap ehlinden birisinin gelip bir
şey sormasını ve Peygamberin
onlara vereceği cevabı duyup bilmek (anlamak) isterlerdi.
Fakat ben her gün Peygamber'in huzuruna varırdım, benim için evi boşaltır,
bana her şeyden bahsederdi, bütün ashabın bundan haberi vardı,
başka hiç kimseye de böyle davranmadığını herkes
biliyordu. Bazen benim evime gelirdi, ben de onun yanına gittiğimde,
hanımlarını bile odadan dışarı
çıkarırdı, benden başka hiç bir kimse o odada
kalmazdı. Sorduğumda cevap verirdi, sustuğumda ve sorum
bittiğinde o başlardı. Gece ve gündüz, gök, yer, dünya, ahiret,
cennet, cehennem, ova, dağ, nur, zulmet hakkında nazil olan her ayeti
bana okur ve yazdırırdı, ben de kendi elimle onları yazardım.
Onların kıyamete dek olan te'vil ve tefsirini, nasih, mensuh, muhkem,
müteşabih, has ve umum ( özel ve genel) olanını, nerede ve ne
hakkında nazil olduğunu açıklardı.
Kumeyl b.
Ziyad der ki: "Emir-ül
Müminin Ali aleyhi'sselâm'dan:
İslam'ın erkânı nedir? diye sordum. Buyurdular ki: İslam'ın
erkânı yedidir:
1.
Sabrın
esası olan akıl. (Akıl olmaksızın sabretmek mümkün
değildir.)
2.
Irzı
(namus ve şerefi) korumak ve doğru konuşmak.
3.
Kur'an'ı
gerekli şekilde okumak.
4.
Allah
için sevmek, Allah için nefret etmek.
5.
Muhammed sallallâhu aleyhi ve alih'in Ehl-i Beyt'inin
hakkına riayet etmek ve onların velayet makamını
tanımak.
6.
Kardeşlerin
hakkını gözetmek ve onları müdafaa etmek.
7.
Komşularla
iyi geçinmek.
İmam'dan: "Ey Emir-ül
Müminin, bir kul günah
işliyor, sonra da mağfiret diliyor; acaba mağfiret dilemenin
haddi (gerçeği) nedir?" diye sordum. İmam şöyle
buyurdular: Ey Ziyad oğlu (Kumeyl), mağfiret dilemenin haddi
tövbedir. Yalnız bu mu? dedim,
"Hayır" buyurdular. Öyleyse
nasıldır? dedim; buyurdular ki: "Kul bir günah
işlediğinde tahrik ile esteğfirullah" diyor. Tahrik nedir? diye sordum; buyurdular
ki: "Dil ve dudakları hareket ettirmektir; ardından hakikatin
gelmesini istiyor" dedi. Hakikat
nedir? diye sordum. "Kalple tasdik etmek ve mağfiret
dilediği günahı tekrarlamamaya karar vermektir." buyurdular. Kumeyl: "Eğer
böyle yaparsam mağfiret dileyenlerden sayılır mıyım?
diye sorunca İmam şöyle buyurdu:
"Hayır." Kumeyl: Peki nasıl yapmalı?
dediğimde, buyurdular ki: "Çünkü sen henüz mağfiret dilemenin
aslına ulaşmamışsın." Kumeyl: Mağfiret
dilemenin aslı nedir? diye sordum, İmam
buyurdular ki: "Mağfiret dilediği günahtan tövbeye dönmektir;
işte bu ibadet edenlerin ilk derecesidir. Bir de günahı terkedip
mağfiret dilemenin altı manası vardır:
1.
Geçmişe
pişmanlık duymak.
2.
Ebedi
olarak (günaha) dönmemeye karar vermek.
3.
Kendi
ile diğer yaratıklar arasında bulunan hakları eda etmek.
4.
Her
farz olan işte Allah'ın hakkını eda etmek.
5.
Haramla
oluşan etleri, deri kemiğe yapışacak derecede eritmek;
sonra yerine (helalle oluşan) yeni et meydana getirmek.
6.
Vücuda
günahın tadını tattırdığın gibi, ona
itaatın da meşakkat ve acısını tattırmak.
Bu, Ebu Talip oğlu Ali'nin
vasiyetnamesidir. Müminleri, Allah'tan başka bir mabudun
olmadığına, tek ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in Onun kulu ve Resulü olduğuna,
kâfirler sevmese de, bütün dinlere galip gelmesi için onu doğru yol ve hak
dinle göndermiş olduğuna şehadet etmelerini vasiyet ederim.
Allah'ın salat ve selamı Muhammed sallallâhu aleyhi ve alih'e olsun. Namazım, ibadetim,
hayatım, ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir; eşi, ortağı
yoktur, bana bu emredildi ve ben, Ona teslim olanların ilkiyim.
Ey Hasan! Sana, bütün evladıma, Ehl-i Beytime ve bu yazım kime
ulaşırsa ona, Allah'tan sakınmayı vasiyet ederim. Müslüman
olarak ölün, hepiniz birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sarılın,
tefrikaya düşmeyin. Peygamber sallallâhu aleyhi ve alih'in şöyle buyurduğunu duydum:
"İki kişinin arasını bulmak, bütün namazlardan,
oruçlardan daha faziletlidir. Helak edici ve dini temelden yok eden (ahlak),
arabozuculuk ve fitne çıkarmaktır. La kuvvete illa billah
(Allah'ın kudretinden başka hiçbir kudret yoktur). Allah-u
Teâla'nın kıyamet gününün hesabını size
kolaylaştırması için akrabalarınıza bakın
(onları koruyun), onlarla iyi ilişki kurun.
Allah için, Allah için, yetimleri koruyun;
sakın gözünüzün önünde onlar zayi olmasınlar. Ben Resulullah sallallâhu aleyhi ve alih'in şöyle buyurduğunu duydum: "Kim bir
yetimi kendisini idare edebilene kadar gözetir, ona bakarsa Allah, cenneti ona
farz kılar; nitekim yetimin malını yiyen kimseye de cehennemi
farz kılmıştır."
Allah için, Allah için, Kur'ana riayet edin;
onu anlamakta[137] başkaları sizden öne geçmesin.
Allah için, Allah için,
komşularınızın hakkını gözetin; Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih onları tavsiye etmiştir; komşular
hakkında o kadar tavsiyede bulunuyordu
ki, onları da miras alanlardan kılacağını
sandık.
Allah için, Allah için, Rabbinizin evini
ziyareti, haccetmeyi bırakmayın; hayatta bulundukça o evi boş
bırakmayın; çünkü o ev terkedilirse mühlet bile verilmez sizlere azap
gelip çatar. O evin ziyaretine gidenin geri getirdiği en küçük hediye,
geçmiş günahlarının affedilmesi olur.
Allah için, Allah için, namazı
bırakmayın; çünkü o, en iyi amel ve dininizin direğidir.
Allah için, Allah için, zekât verin; o
Rabbinizin gazabını yatıştırır.
Allah için, Allah için, Ramazan orucunu tutun;
çünkü o ateşe karşı bir siperdir.
Allah için, Allah için, fakirler ve
yoksulları gözetin; onları kendi yaşantınızda ortak
kılın.
Allah için, Allah için,
mallarınızla, canlarınızla, dillerinizle cihat edin. Ancak
iki kişi cihat edebilir; biri hidayete ermiş imam (önder),
diğeri ise ona uyan, itaat eden kişi.
Allah için, Allah için, Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alihinizin
evlatlarınınn hakkını gözetin; sakın onları
savunmaya kadir olduğunuz halde, aranızda zulme
uğramasınlar.
Allah için, Allah için, Peygamber sallallâhu aleyhi ve alihinizin bidat çıkarmayan, bidatçıya da
sığınak vermeyen ashabını gözetin; Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih ashabı hakkında tavsiyede bulunmuştur;
onlardan veya başka kimselerden bidat çıkaranları ve
bidatçılara sığınak verenleri ise lanetlemiştir.
Allah için, Allah için,
kadınlarınızın ve malik olduğunuz köle ve cariyelerin
haklarına riayet edin; Peygamberinizin
en son sözü şundan ibaret idi: "İki güçsüz grubu size tavsiye
ediyorum: Kadınları ve malik olduğunuz köle ve cariyeleri.
Namaz, namaz, namaz! Allah
hakkında hiçbir kimsenin kınamasından korkmayın; Allah,
size kötülük ve zulüm yapmak isteyen kimsenin şerrinden sizi korur.
Halkla, Allah'ın emrettiği şekilde güzel bir dille konuşun.
İyiliği emredip kötülükten alıkoymayı terketmeyin; çünkü
(bunu yapmadığınız takdirde) Allah, en kötü
olanlarınızı başınıza geçirir; sonra
(şerlerinden kurtulmak için) dua edersiniz; duanız kabul olmaz.
Ey evlatlarım,
birbirinizle güzel ilişkiniz olsun, birbirinizi görüp gözetin,
birbirinizin ihtiyacını giderin, birbirinizden ayrılmayın,
birbirinizden yüz çevirmeyin, tefrikaya düşmeyin. İyilik etmek ve
kötülükten sakınmak hususunda birbirinize yardım edin, suç
işlemek ve düşmanlık etmek için yardımlaşmayın ve
Allah'tan korkun, sakının, şüphe yok ki Allah'ın
cezası çok çetindir. Allah-u Teâla siz Ehl-i
Beyti korusun ve Peygamber'inizin
izlerini sizinle korusun. Sizi Allah'a ısmarlıyorum. Sizi
selamlıyor ve Allah'ın rahmet ve bereketinin üzerinize
olmasını diliyorum. Sonra bu dünyayı terkedinceye kadar hep
"la ilahe illellah" diyordu.
Ey insanlar! Bilin ki, dinin kemali, ilim talep
etmek ve o ilimle amel etmektir. İlim talep etmek, size mal elde etmekten
daha farzdır. Çünkü mal aranızda taksim edilmiş ve garanti
edilmiştir (her kesin payı bellidir). Adaletli biri onu taksim
etmiş ve ona kefil olmuştur; taahhüdüne vefa edecektir. Fakat ilim,
ilim ehlinin göğsünde sizin için hazinedir ve ilmi, ehlinden talep etmekle
görevlendirilmişsiniz. Öyleyse onu talep edin; bilin ki, çok servet dini
yok eder, kalbi katılaştırır. Ama çok ilim ve onunla amel
etmek, dini doğrultur, cennete ulaşmaya da bir vesiledir. Mal,
harcanmakla azalır, fakat ilim harcanmakla çoğalır. İlmi
onu ezberleyen ve rivayet edenlere yaymak, onu harcamaktır.
Bilin ki, alimle oturmak, ona uymak,
Allah'ın güzel mükâfat vereceği bir dindir (tutumdur). Alime itaat
etmek haseneleri (iyilikleri) çoğaltır, günahları yok eder,
Mümin için de bir azık olur. İlim, hayatlarında Müminler için
yücelik, ölümlerinden sonra ise güzellikle anılmalarına vesiledir.
İlmin faziletleri çoktur; onun
başı tevazudur; gözü, hasetten uzak olmaktır; kulağı,
anlamaktır; dili, doğru olmaktır; koruyucusu, inceleme ve
araştırmadır; kalbi, iyi niyetli olmaktır; aklı,
işlerin sebeplerini bilmektir; eli, rahmettir; himmeti, selamettir;
ayağı, alimleri ziyaret etmektir; hikmeti, vera'dır (haram ve
şüpheli şeylerden çekinmektir); karargâhı, kurtuluştur;
komutanı, afiyettir; bineği, vefadır; silahı, yumuşak
konuşmaktır; kılıcı, razı olmaktır;
yayı, dostça geçinmektir; ordusu, bilginlerle konuşmaktır;
malı, edeptir; yatırımı, günahlardan kaçınmaktır;
azığı, bilmektir; meskeni, uzlaşmaktır; kılavuzu,
hidayettir; arkadaşı, iyilerle oturup kalkmaktır.
1- İyilik
yapmak, hayır ameli gizlemek, belalara karşı sabırlı
olmak ve musibetleri dile getirmemek, cennet hazinelerindendir.
2- Güzel ahlak, en
iyi arkadaştır; Müminin amel defterinin nişanesi güzel
ahlakıdır.
3- Zahit olan kimse;
sabrına, haram galip olmayan, helal ise şükretmesine engel olmayan
kimsedir.
4-
Abdullah ibn-i Abbas'a şöyle
yazdı: (Allah'a hamd-u sena, Peygamber'e
salat-u selamdan) sonra, şüphesiz ki insan, kaybedilmemesi gereken
şeylere ulaşmakla hoşnut olduğu gibi, elde edemeyeceği
şeylere ulaşamamakla da üzülür. Sevincin, ahiretten elde
ettiğin, teessüfün ise, ondan kaybettiğin şeyle olmalıdır.
Dünyadan elde ettiğin şeyle çok hoşnut olma, ondan
ulaşamadığın şeye de çok üzülme. Yaşantında,
bütün gayretin ölümden sonraki şeyler için olmalıdır.
5- Dünyayı
yermek hususunda şöyle buyurdular: O, başlangıcı çile ve
zorluk, sonu ise fena ve yokluk olan bir yurttur. Helalinde hesap var;
haramında azap var. Bu yurtta sıhhatli ve salim olan güven içerisinde
olduğunu sanır, hastalanan ise (kötülüklerden) pişmanlık
duyar. Zenginleşen, kendini kaybeder; fakir düşen üzüntülere
kapılır. Dünya, onu elde etmeye çalışandan kaçar; oturup
onu aramayana gelir çatar. Kim ona (istekle, hasretle) bakarsa, onu kör eder;
kim ona ibret gözüyle bakarsa onu basiretli kılar.
6- Dostlukta
aşırı gitme, olur ki o dost bir gün düşman kesilir;
düşmanlıkta da haddi aşma, olur ki o düşman bir gün dost
olur.
7- Akıl gibi
zenginlik, bilgisizlik gibi de fakirlik yoktur.
8- İnsanın
değeri, becerdiği şeylerle ölçülür.
9- Heybet hüsrana,
utangaçlık da mahrumiyete yol açar. Hikmet, Müminin yitik
malıdır; bu mal, şer ehlinin elinde olsa bile onu alması
gerekir.
10- İlim
taşıyanlar, onu hakkıyla taşırlarsa, Allah, melekler
ve Allah'ın itaatinde bulunan kimseler tarafından sevilirler. Fakat,
onlar ilmi, dünyayı elde etmek için kullanırlarsa; Allah onlara gazap
eder, halkın gözünden de düşerler.
11- En iyi ibadet,
sabır, sükut ve kurtuluşu (İmam
Mehdi'nin zuhurunu) beklemektir.
12- Her musibetin bir
zamanı vardır, o zaman mutlak yaşanmalıdır; o musibet
birinizin başına geldiğinde, zamanı gelip geçene kadar
teslim olup sabretsin. Zira musibetin yöneldiği zaman onu gidermek için
çare aramak, onun zorluğunu çoğaltır.
13-
Malik Eşter'e şöyle
buyurdular: Ey Malik, bu sözü benden
belle ve onu kavramaya çalış. Ey Malik,
yakini zayıf olanın mertliği zayıf olur. Tamahı
kendine huy edinen, kendisini alçaltır. Zor durumda olduğunu
açıklayan, alçalmaya razı olur. Sırrını
açığa vuran, kendisini küçültür. Dilini kendisine buyruk sahibi eden
(diline geleni söyleyen), kendisini tehlikeye atmış olur.
Aşırı istek, şahsiyeti öldürür. Her şeye göz dikeni,
arzuları yalnız bıraktırır. Cimrilik
ayıptır; korkaklık noksanlıktır; vera (haram ve
şüpheli şeylerden çekinmek) kalkandır. Şükür, servettir;
(çünkü şükretmek nimeti çoğaltır). Sabır yiğitliktir.
Yoksul, kendi şehrinde gariptir. Fakirlik, zeki olanı bile kendi
delilini açıklamakta aciz kılar. Hoşnutluk, ne güzel eş ve
dosttur. Edep, eskimeyen bir elbisedir. Herkesin makamı, aklı
miktarıncadır; gönül, sır sandığıdır. Tedbirli
davranmak (şüpheli durumlarda araştırma yapmak),
ihtiyattır. Düşünce, saf bir aynadır. Sabırlı olmak,
üstün bir huydur. Sadaka, kurtarıcı bir ilaçtır.
İnsanların bugünkü amelleri, yarın gözlerinin önüne dikilir.
İbret almak, iyi bir uyarıcıdır. Güler yüzlülük,
dostluğun yuvasıdır.
14- Sabrın
imandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir. Sabrı
olmayanın imanı olmaz.
15- Size ardında
ölüm olan bir süre tanınmıştır. Sizinle birlikte, amellerin
önünü alan arzular vardır. Öyleyse fırsatı ganimet bilin,
ölümden daha çabuk davranın (ölümden önce bir iş yapmaya çalışın);
arzuyu yalan bilin; amelden azık toplayın. Var mı başka bir
kurtuluş yolu, kaçacak yer, firar edilecek bir taraf? Var mı
sığınılacak, iltica edilecek bir yer? Öyleyse nereye
gidiyorsunuz?
16- Size ilahî
takvayı tavsiye ediyorum. Çünkü takva, ümitli olarak arayan kimsenin
imrendiği, kaçıp sığınmak isteyenin güvendiği bir
şeydir. Takvayı, kendinize batinî bir nişane edinin.
Allah'ı halis bir şekilde anın. Bu anmanın
ışığında güzel bir hayat yaşayın ve bu
vesile ile kurtuluş yolunu katedin. Dünyaya, ondan vazgeçmiş
zahitlerin gözleriyle bakın; çünkü dünya kendisinde yurt tutanları
yok eder; ona güvenerek nimetlerinden faydalananları elemlere sokar. Ondan
göçüp gidenin bir daha geri dönmesi ümit edilmez. Ondan beklenen nedir (sevinç
mi, keder mi) bilinmez. Asayişi belayla birleşmiştir;
bekası fenayla, sevinci ise üzüntülerle
karışmıştır. Bekası[138] güçsüzlük ve zaafla iç içedir.
17- Kendini
beğenmek büyüklenmekten, büyüklenmek gururdan, gurur da tekebbürdendir.
Şeytan, batıl vaatler veren hazır düşmandır. Müslüman,
Müslümanın kardeşidir; öyleyse birbirinizi yardımsız
bırakmayın, birbirinize kötü lakap takmayın. Dinin
kanunları (hükmü) (herkes için) birdir; yolları düzdür. Kim o yolu
tutarsa umduğuna ulaşır; kim o yoldan ayrılırsa helak
olur; kim bu yoldan vazgeçerse dinden çıkar. Müslüman
konuştuğunda yalan söylemez, söz verdiğinde aykırı
davranmaz, itimat edildiğinde ise hıyanet etmez.
18- Akıl,
Müminin dostudur; hilim, yardımcısıdır; iyi geçinmek
babasıdır; yumuşak davranmak kardeşidir. Akıllı
bir kimsede üç özellik olmalıdır: Kendi durumunu düşünmeli;
dilini korumalı; zamanını tanımalı.
Bilin ki, yoksulluk
belalardan bir beladır; yoksulluktan daha zor beden
rahatsızlığıdır; ondan daha zoru ise kalp
rahatsızlığıdır. Bilin ki, nimetlerden birisi
zenginliktir; zenginlikten daha üstün olan şey beden sıhhatidir;
beden sıhhatinden daha üstün olanıysa kalbin takvasıdır.
19- Mümin kişi
gününü üç zamana ayırır: Bir bölümünde Rabbiyle münacat eder (Ona
ibadet eder); bir bölümünde kendi nefsini muhasebe eder; bir bölümünde de helal
ve güzel lezzetlerle meşgul olur.
Akıllı
kişi ancak üç şey için yolculuk eder: Geçimini sağlamak,
ahiretini elde etmek, yahut da haram olmayan zevk ve lezzetlerden faydalanmak.
20- Nice kimseler
vardır ki, Allah'ın ihsan ve nimetleriyle gafil avlanırlar.[139] Nice
kimseler vardır ki, günahlarının örtülmesiyle mağrur
olurlar. Nice kimseler de vardır ki, haklarında yapılan övgülere
aldanırlar. Allah-u Teâla insanları, mühlet ve fırsat gibi hiç
bir şeyle sınamamıştır; Allah-u Teâla şöyle
buyuruyor: "Onlara mühlet ve
fırsat verdik ki günahlarını artırsınlar."[140]
21- Kalbinde, halka
karşı hem ihtiyaç duymalısın, hem de onlardan müstağni
olmalısın. Halka olan ihtiyacın, yumuşak konuşman ve
güler yüzlülük olmalıdır; onlardan müstağni olman ise ırzın
ve haysiyetini korumak için
olmalıdır.
22- Ne halka
öfkelenin, ne de halkı öfkelendirin; (herkese) selam verin ve güzel
konuşun.
23- Kerim adam,
iyilik ve şefkat gördüğünde yumuşar; fakat alçak adama hoş
ve güzel davranıldığında sertleşir.
24- Gerçek fakihin
kim olduğunu size söyleyeyim mi? Gerçek fakih, insanların Allah'a
masiyet etmesine izin vermeyen, onları Allah'ın rahmetinden
ümitsizliğe düşürmeyen, onlara Allah'ın azabı hususunda
güvence vermeyen ve Kuranı bırakıp başka şeylere
yönelmeyen kimsedir. Bilinçsiz ibadette, fikirsiz ilimde, düşünüp
anlamadan yapılan kıraatte hayır yoktur.
25- Allah-u Teâla,
insanları (kıyamet günü) bir araya topladığında, bir
münadi yüksek bir sesle şöyle seslenir: Ey insanlar, bu gün Allah'a en
yakın olanınız, Ondan en çok korkanınızdır;
Allah katında en fazla sevileniniz, en güzel amel yapmış
olanınızdır; Allah nezdinde makamı en üstün
olanınız, Onun katında olan şeyler için en fazla amel
etmiş olanınızdır; Allah katında en kerametli
(değerli) olanınız, en fazla çekineninizdir.
26-
Şaşarım o kimselere ki, hastalık korkusundan şüpheli
yemeklerden kaçınırlar da, ateşin korkusundan günahlardan
kaçınmazlar. Şaşarım o insanlara ki, mallarıyla
köleleri satın alırlar da, ihsan ve iyilik yapmakla özgür
insanları satın almazlar (kendilerine çekmezler).
Sonra şöyle
dedi: Hayır ve şer, insanlar vesilesiyle tanınır;
hayrı tanımak istediğinde hayır iş yap, ehlini
tanırsın; şerri tanımak istediğinde de şer
iş yap, ehlini tanırsın.
27- Sizin için en çok
korktuğum iki şeydir: Uzun dileklere kapılmak, heva ve hevese
uymak. Uzun dileklere kapılmak ahireti unutturur, heva ve hevese uymak ise
insanı haktan alıkoyar.
Basra'da birisi
kardeşler hakkında sorduğunda, İmam
şöyle buyurdu: Kardeşler iki kısımdır: Güvenilir
kardeşler ve insanın yüzüne gülen kardeşler.
Güvenilir
kardeşler, insanın sığınağı, kanadı,
akrabası ve servetidir. Kardeşine güvenin tam oldu mu,
malını, servetini onun yetkisine bırak; dostuyla dost,
düşmanıyla düşman ol; onun sırrını,
ayıbını gizle; iyiliklerini açıkla. Fakat bil ki, böyle bir
kardeş, halis kırmızı altından, kırmızı
yakuttan da az bulunur.
İnsanın
yüzüne gülen kardeşlere gelince; onlardan yararlandığın
için onlarla olan ilişkini kesme. Bundan fazla da onların gönülden
seni sevmelerini bekleme; onlar sana karşı güler yüzlü ve tatlı
dilli oldukça, sen de onlara karşı öyle ol.
28- Dostunun
düşmanını kendine dost edinme; zira dostunla düşman
olursun.
29- Kuşku
üzerine kardeşlik bağını koparma; özür dilemeyip de
ilişkiyi kesme (mümkün oldukça gönlünü alarak dostluğunu sürdür).
30- Müslüman bir
kimsenin, şu üç kişiyle arkadaşlık yapmaktan
sakınması gerekir: Facir (dine önem vermeyen), ahmak ve yalancı.
Facir bir adam, amelini iyi gösterir; senin de kendisi gibi olmanı ister;
din ve ahiret hususunda sana yardımda bulunmaz; onunla oturup kalkmak
eziyete ve kalbin katılaşmasına sebep olur; gelip gitmesi
ayıplanmana yol açar.
Ahmağa gelince;
böyle bir adam, (aklı az olduğu için) hayır yolu sana
gösteremez; gayret gösterse bile kötülüğü senden
uzaklaştırması ümit edilmez; çok zaman fayda vermek
istediğinde zarar verir; böyle bir arkadaşın ölmesi
kalmasından, susması konuşmasından, uzaklaşması
yaklaşmasından daha hayırlıdır.
Yalancı bir
adama gelince; onunla yaşamanın bir tadı olmaz; senin sözünü
başkasına, başkasının sözünü de sana taşır.
Bir düzmeceyi bitirdiğinde başka bir düzmeceye başlar;
artık doğru sözüne de inanılmaz; halk arasında
düşmanlık çıkarır; gönüllerde kin oluşturur. Öyleyse
(böyle bir adam hakkında) Allah'tan sakının ve kendi halinizi
düşünün.
31- Akıllı
bir adam ile cimri olsa bile arkadaşlık etmenin sana bir zararı
yoktur; fakat aklından yararlan ve kötü huyundan sakın. Cömert adam
ile de dost olmayı aklından yararlanmasan bile elden kaçırma;
fakat kendi aklın ile onun cömertliğinden yararlan. Ahmak cimriden
ise, bütün gücünle kaç.
32- Sabır üç
kısımdır: Musibete karşı sabretmek; itaate sabretmek (hakka itaat etmek, mal ve
candan geçmeyi veya zorluklarla karşılaşmayı gerektiriyorsa
korkmamak) ve günaha karşı sabretmek (şehvet, gazap, makam, para
vb. karşısında teslim olmamak).
33- Kendisini dört
şeyden koruyabilen, hoşlanılmayan çirkin şeyleri hiç bir
zaman görmemeye layıktır. "O
dört şey nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu:
Acelecilik, inatçılık, bencillik ve gevşeklik.
34- Ameller üç
kısımdır: Farz, müstehab ve günah. Farz olan ameller,
Allah'ın emri, isteği, rızası, ilmi ve takdiri üzeredir.
İnsanlar bu amellerde bulunarak Allah'ın azabından
kurtulmuş olurlar.
Müstehab olan ameller
ise Allah'ın emri ile değildir; yalnızca Onun isteği,
rızası, ilmi ve takdiri üzeredir; insanlar bu amelleri yapmakla sevap
kazanırlar.
Günah olan ameller
ise Allah'ın emri, isteği, rızası ile değildir; fakat
ilmi ve takdiri onlara taalluk etmiştir; onları ancak kendi vaktinde
mukadder buyurur; insanlar ise kendi ihtiyarları (istekleri) ile günah
işlerler, Allah-u Teâla da onları, günah işledikleri için
cezalandırır; çünkü onları günah işlemekten
sakındırmıştır, ama onlar kabul etmemişlerdir.
35- Ey insanlar,
bilin ki, Allah-u Teâla'nın her nimet karşısında bir
hakkı vardır, kim onu eda ederse nimeti çoğalır; kim kusur
ederse, nimeti yok olabilir ve çabuk azaba uğrar. Allah-u Teâla sizi
günahtan korkan gördüğü gibi nimetten (nimetin şükrünü eda
etmemekten) de çekinen (bir kimse gibi) görmelidir.
36- Kim fakir olup
fakirliğini Allah'ın bir lütfü olarak bilmezse, umulan rahmeti
(sevabı) yok etmiş olur. Kim de zengin olup bu zenginliğini
Allah'ın yavaş yavaş azaba yaklaştırması
olmasından endişe etmezse, tehlikeli bir şeyden kendisini
emniyette sanmıştır.
37- Ey insanlar,
Allah'tan yakin isteyin; Ondan afiyet, sıhhat dileyin; zira Allah'ın
en büyük nimeti afiyettir; kalpte kalacak en güzel şey yakindir.
Aldatılmış, dininde aldatılan kimsedir; gıbta
edilecek, yakini iyi olan kimsedir.
38- İnsan,
hayır ve şerden kendisine ulaşan şeyin, muhakkak
ulaşacağını ve ulaşmayan şeyin de
ulaşmayacağını kavramadıkça, imanın
tadını anlayamaz.
39- Mümin, üç
sıfattan mahrum kalmaktan daha çetin hiç bir belaya duçar
olmamıştır. "O üç
sıfat nelerdir?" diye sorduklarında İmam Ali aleyhi'sselâm buyurdu ki: Servetli olursa
(kardeşlerle) eşitliği gözetmek, halkın hakkında
insaflı davranmak, Allah'ı çok anmak. Ben size, (yalnız)
subhanellah, velhamdulillah (deyin) demiyorum; Allah'ı, her helal ve haramda
göz önünde bulundurun (diyorum).
40- Kim dünyada
kendisine yetecek olan miktara razı olursa, onun için en az şey
yeterli gelir. Kim bu miktara razı olmazsa, dünyadan hiç bir şey ona yeterli gelmez.
41- Ölüme evet,
alçaklığa hayır; deri soyulmasına evet, boyun eğip
zilleti kabul etmeye hayır. Zaman iki türlüdür: Bir gün senin lehine,
diğer bir gün de aleyhine olur. Lehine oldu mu azma, kendini kaybetme;
aleyhine döndüğünde de üzülme. Zira her ikisiyle imtihan ediliyorsun.
42- Kime istersen
iyilik et; o artık senin esirin olsun.
43- Dalkavukluk ve
haset, Müminin sıfatlarından değildir; ilim talep etmek için
olursa o hariç.[141]
44- Küfrün
erkânı dörttür: Rağbet, korku, hoşnutsuzluk ve gazap (öfke).
45- Sabır,
hedefe ulaşmanın anahtarıdır; direnişin sonu zaferdir.
Her isteğin gerçekleşmesinin bir vakti vardır; kader, o vakti
harekete geçirir (vücuda getirir).
46- Dil bir ölçüdür;
cehalet onu hafiflettiği gibi akıl da onu
ağırlaştırır.
47- Kim öfkesini,
haksız olarak yürütmek isterse, Allah-u Teâla hak olarak zillet ve
hakirliği ona tattırır; Allah-u Teâla çirkin işleri sevmez.
48- Allah'tan
hayır dileyen (istiharede bulunan) şaşkın kalmaz,
meşveret eden de pişman olmaz.
49- Şehirler,
vatan sevgisiyle imar edilir.
50- Üç şeye
riayet eden mesut olur: Nimet ulaştığında şükretmek,
rızık kesildiğinde mağfiret dilemek,
sıkıntıya düştüğünde çok "La havle vela kuvvete illa billah" demek.
51- İlim üç
kısımdır: Din öğrenmek için fıkıh, beden
sağlığı için tıp ve dili
yanlışlıklardan korumak için nahiv ilmi (edebiyat).
52- Zorlukta
Allah'ın hakkı, rıza ve sabırdır; kolaylıkta ise
hamd ve şükretmektir.
53- Günah
işlememek, tövbe etmekten daha kolaydır; nice bir saatlık
şehvetler vardır ki, uzun üzüntü ve gamlara yol açar. Ölüm
dünyayı rezil etmiştir; düşünce sahibi için bir sevinç,
akıl sahibi için de bir tat bırakmamıştır onda.
54- İlim,
öncülük yapar ve insanı iyiliğe doğru çeker; amel ise itici
güçtür, ama nefis inatçı bir binek gibidir.
55- Ümit ettiğin
şeyden daha çok ümit etmediğin şeye ümidin olsun; zira (bazen
ümitler boşa çıkar, ümit edilmeyen bir yoldan insana hayır
ulaşır,) Hz. Musa aleyhi'sselâm eşi için ateş bulmaya
çıktığında Allah'la konuşma iftiharına nail olup
peygamberlik makamıyla geri döndü. Sebe kraliçesi (Belkıs) kendi ülkesinden (Hz.
Süleymana karşı bir çare bulmak için) çıktı, (fakat)
Süleyman aleyhi'sselâm'ın
eliyle iman etti. Firavunun
sihirbazları onun izzet ve şerefini (tacını
tahtını) korumak için (Hz. Musa'nın
karşısına) çıktılar, fakat (Hz. Musa'nın mucizesini görünce) Mümin olarak döndüler.
56- İnsanlar,
(din ve ahlak hususunda) babalarından daha çok, yöneticilere benzerler.
57- Ey insanlar!
Bilin ki, haksız bir sözle rahatsız olan akıllı
değildir; cahilin övmesinden hoşlanan da hikmet sahibi değildir.
İnsanlar, becerdikleri şeylerle tanınırlar. Herkesin
değeri, becerdiği iş miktarıncadır. Değerinizin
bilinmesi için, ilim hususunda konuşun.
58- Rabbinin emrini
gözetip günahtan uzaklaşan, nefsanî arzularına karşı
direnen, isteğini boş sayan, nefsini takvayla kontrol altına
alan, Allah korkusuyla onu gemleyen, yularından tutup onu Allah'ın
itaatine doğru çeken, gemini çekerek günahlardan alıkoyan, gözünü
ahirete diken, her zaman ölümünü bekleyen, daima tefekkür eden, geceleri az
uyuyan, dünyadan vazgeçen, ahiret için zahmet çeken, sabrı kurtuluş
bineği yapan, takvayı ölüm günü için azık olarak
hazırlayan, içindeki ıstırabı takva suyu ile
yatıştıran, (dünya olaylarından) ibret alan, (dünyanın
durumunu) ölçen, dünya ve (dünyaperest) insanları terkeden, anlamak ve
doğruluk için öğrenen, kalbi ahireti anmakla sakinleşen,
yatağını toplayan, yastığını bir kenara
bırakan, Allah katında olan sevaba yönelen, Allah'ın
azabından hakkıyla korkan, sırrını açıklamayan ve
(konuşmada) bildiğinden azına yetinen kimseye Allah rahmet
etsin. Bu çeşit insanlar, Allah'ın şehirlerdeki emanetleridir;
onların bereketiyle belaları insanlardan uzaklaştırır.
Onlardan birisi, yemin verdirerek Allah Tealadan bir şey isterse, Allah
onun yeminini yerine getirir. Onların en son sözleri, "Elhamdu lillahi rabbil alemin" demektir.
59- Rızık,
zekasızların; mahrumiyet, akıllıların; bela ise
sabrın payıdır.
60-
Hz. Ali aleyhi'sselâm Eş'as
(b. Kays)'a, kardeşi Abdurrahman'ın ölümü münasebetiyle
başsağlığı dilerken buyurdular ki:
Sabırsızlık gösterirsen Abdurrahman'ın
hakkını yerine getirmiş olursun, aksi takdirde Allah'ın
hakkını eda etmiş olursun. Buna ilaveten, eğer sabretsen
takdir gerçekleşir ve sen de övülürsün; sabretmezsen (yine de) takdir
gerçekleşir, fakat sen kınanmış olursun. Eş'as: "İnna lillah ve inna
ileyhi raciun" dedi. Hazret,
ona: Bu kelimenin tefsirini biliyor musun? diye sorduğunda, Eş'as: "Hayır, ilmin nihayeti sensin." dedi. Hz. Ali aleyhi'sselâm
buyurdu ki: Dediğin "İnna lillah" kelimesi mülkü itiraf
etmektir (yani bizim sahibimiz Allah'tır). "Ve inna ileyhi
raciun" kelimesi de fani olmayı itiraf etmektir.
61-
Hz. Ali aleyhi'sselâm bir gün bineğe binip hareket edince, bir
grup halkın yaya olarak arkası sıra yürüdüğünü gördüler:
Bir binek üzerinde gidenin yanında yaya yürümenin binekte olanı
bozduğunu ve yaya yürüyeni de küçülttüğünü bilmiyor musunuz? Geriye
dönün dedi.
62- İşler
üç çeşittir: Doğru olduğu açık olan bir iş; böyle bir
işin ardına düş. Doğru olmadığı belli olan
bir iş; böyle bir işten kaçın. Karışık ve şüpheli
olan bir iş; böyle bir işi ehline (o işi iyice bilene)
bırak.
63- Bir gün Cabir, Hz.
Ali'ye: "Ya Emir-el Müminin, nasıl
sabahladınız?" dediğinde şöyle buyurdular:
İşlediğimiz bu kadar günahlarla birlikte, Rabbimizin
sayılmayacak nimetleri bizde olduğu halde sabahladım. Hangisine
şükredeceğimizi bilmiyoruz; aşikâr ettiği güzelliklere
karşı mı, yoksa gizlediği çirkin işlerimize
karşı mı?
64-
Abdullah ibn-i Abbas'ın
küçük çocuğu öldüğünde, Hz. Ali
aleyhi'sselâm ona tesliyette bulunup şöyle dedi:
Başka birisinin musibete uğrayıp (dünyadan gidip) senin onun
(mateminde) sevap alman, benim için, senin musibete uğrayıp
başkasının sevap almasından daha sevimlidir. O zaman sevap
senin hakkında (başkası için) değil de senin için olur,
başkaları senin ayrılığında değil de sen
başkalarının ayrılığında (ölümünde) iyi
sabretmiş olursun. Allah o çocuğa senin için karşılık
verdiği gibi onun için de sana
mükâfat verir.
65- Nasuh tövbe nedir? diye
sorduklarında İmam aleyhi'sselâm şöyle cevap verdi: Kalple
pişmanlık duymak, dille mağfiret dilemek ve bir daha (günaha)
dönmemeye karar vermektir.
66- Siz insanlar,
Allah'ın kudretiyle yaratılmışsınızdır;
ister istemez rabbinize boyun eğip, kabirlere konulursunuz; toprak olur
çürürsünüz; tek tek (kimsesiz) haşredilirsiniz;
yaptıklarınız neyse karşılığını
görürsünüz. Öyleyse günah işlediğinde günahını itiraf eden,
korkup kulluğa yönelen, sakınıp ibadete koyulan,
yaşayıp geçmişlerden ibret alarak kendine gelen,
korkutulduğunda çekinen, çağrıya uyup kötülükten vazgeçen, geri
dönüp tövbe eden, (hayrını isteyenlerin tavsiyesine) uyarak hareket
eden, kurtuluş yolunu araştıran, kurtuluş
sınırına doğru kaçan, azık toplayan,
batınını tertemiz eden, kıyamet günü için hazırlanan, (takva)
azığından göçeceği gün, yöneleceği yol, muhtaç
olacağı günler, yokluk yoksulluk yurdu için yardım alan ve ebedi
kalacağı evi için önceden (azık) gönderen kimseye Allah rahmet
etsin.
Kendiniz için
hazırlık yapın. Acaba gençliklerinin en güzel günlerinde
bulunanlar, ihtiyarlığın düşkünlüğünden,
sağlıklı ve sıhhatli yaşayanlar,
hastalığın baş göstermesinden, yaşayıp ömür
sürenler, fenanın ansızın saldırmasından, fevt'in
(ecelin) yaklaşmasından, ölümün ulaşmasından başka bir
şeyi mi beklerler?
67- Eteğini
beline bağlayıp kolları sıvazlayan, mühlet zamanı
ciddiyet gösteren, titreyerek korkan, Allaha tekrar dönüşün akıbeti
ve bu hareketin sonucu hakkında düşünen bir kimse gibi Allah'tan
korkun. Allah yardım ve intikam için yeterlidir. Cennet yeterli bir
mükâfat ve karşılıktır. Cehennem de yeterli bir ceza ve
azaptır. Allah'ın kitabı ise davacı ve hasım olarak
yeterlidir.
68- Birisi Hz. Ali aleyhi'sselâm'dan
sünnet, bidat, fırka ve cemaat hususunda sorduğunda şöyle
buyurdular: Sünnet Resulullah'ın
sünnetidir; bidat, sünnete muhalif olan şeylerdir; fırka (muhalefet
ederek toplumdan ayrılan), sayıları çok olsa bile, batıl
ehli kimselerdir; cemaat, sayıları az olsa bile, hak ehli olan
kimselerdir.[142]
Resulullah buyurmuş ki: "İnsan ancak
Allah'a güvenmeli ve ancak kendi günahından korkmalıdır. Alim,
kendisinden bilmediği bir şeyi sorduklarında: "Allah daha
alimdir" demekten utanmamalıdır. Sabrın imandaki yeri,
başın bedendeki yeri gibidir.
69-
Bir kişi, bana
tavsiyede bulun, dediğinde İmam
aleyhi'sselâm şöyle buyurdular: Sen, hayırlı
işlere çokluk yönünden bir sınır tanımamalısın,
günaha da azlık yönünden bir had bırakmamalısın.(Şu
kadar günah azdır dememelisin.)
70- Başka birisi
de bana nasihat et dediğinde şöyle buyurdular: Fakirliği ve uzun
ömrü kendine telkin etme.
71- Dindar kimselerin
bazı alametleri vardır ki
onlarla tanınırlar: Doğru konuşmak, emaneti sahibine
vermek, verdiği söze bağlı kalmak, akrabalara iyilikte bulunmak,
zayıflara acımak, kadınlara az teslim olmak,
bağış ve ihsanda bulunmak, güzel huylu olmak, çok
sabırlı olmak, ilme ve insanı Allah'a yaklaştıran her
şeye tabi olmak. Ne mutlu bu sıfatları haiz olan kimselere, varılacak
yerin güzel olanı da onlarındır.
72- Uzun arzulu olan,
ameli unutur.
73-
İnsanoğlu, her şeyden daha çok terazinin (kefelerine) benzer; ya
cehaletiyle hafif veya ilmiyle ağır olur.
74- Mümine küfür
etmek fısktır; onunla savaşmak küfürdür; Müminin malı,
canı gibi muhteremdir (kanını dökmek haram olduğu gibi
malını da gasbetmek haramdır).
75- Mal ve
canını kardeşine, adalet ve insafını
düşmanına, ihsan ve güler yüzlülüğünü ise herkese
bağışla. Halka selam ver ki, onlar da sana selam versinler.
76- Dünyada
halkın efendileri cömertler, ahirette ise çekinenlerdir.
77- (Dünyada bulunan)
şeyler iki çeşittir: Biri, geçmişte bana verilmeyen, gelecekte
de ummadığım başkalarının sahip olduğu
şeylerdir. İkincisi ise yerin ve göğün tüm gücünü harcasam dahi
zamanı gelmedikçe elde edemiyeceğim şeylerdir. Öyleyse bunlardan
hangisi için ömrümü harcıyayım.[143]
78- Mümin,
baktığında ibret alır; sustuğunda tefekkür eder;
konuştuğunda zikreder; mustağni olduğunda şükreder;
sıkıntıya uğradığında sabreder. Çabuk
razı olur, geç öfkelenir. Az nimetle Allah'tan razı olur, çok
(belaya) da öfkelenmez. Hayır işlerde irade ettiği şeylerin
hepsine ulaşmaz. İyi işleri çok niyet eder, fakat onlardan
bazısını yapmaya muvaffak olur. Elinden
kaçırdığı hayır işlere, şiddetle üzülür.
Münafıka
gelince; eğlenmek için bakar;; sustuğunda gaflete dalar;
konuştuğunda yalan söyler; müstağni olduğunda haddini
aşar; sıkıntıya uğradığında inleyip
durur; çabuk sinirlenir, geç razı olur; Allah az nimet verirse öfkelenir; çok bağışta
bulunursa da razı olmaz. Çok kötülükleri amaçlar, fakat onların
hepsini yapmaya muvaffak olmaz; yapamadığı şer ve
fitnelerden dolayı teessüf eder, üzülür.
79- Dünya ve ahiret
birbirine saldıran iki azılı düşman ve iki ayrı
yoldur. Dünya ve ondaki güzellikleri seven kimse, ahirete nefretle bakar ve ona
düşman kesilir. Bunların misali doğu ve batıya benzer; ikisinin arasında yürüyen kimse,
birinden uzaklaşmadıkca öbürüne yaklaşmaz.
80- İlahi
tehditten (amellerin cezasından) korkan kimseye, uzak yakın olur (ölümü,
uzak olsa bile yakın görür).
Dünya
azığından açlığı giderecek miktarla doymayan
(kanaati olmayan) kimse, her ne kadar dünya malı toplasa da yetinmez. Kim
dünyayı elde etmeye çalışırsa elinden çıkar gider; kim
dünyanın ardından gitmezse
dünya ona ulaşır. Dünya, sınırlı günlerin sonuna dek
yayılmış bir gölgedir. Allah rahmet etsin o kula ki, hikmetli
sözü duyar, onu beller; doğru yola çağrıldığında
yaklaşır; bir kurtarıcının, kılavuzun
eteğine sarılır da kurtulur. İyi işler gönderir; iyi
işlerle kullukta bulunur; (kendi kabrine) azık gönderir; çekinilmesi
gereken şeyden çekinir; hedefine yönelir; nefsî isteklerine
karşı direnir; arzularını yalanlar; sabrı,
kurtuluşuna binek yapar; takvayı ölüm günü için hazırlar;
apaçık doğru yoldan ayrılmaz; fırsatı ganimet sayar;
ecele hazırlanmaya koşar; ameli ile azık toplar.
81-
Hz. Ali aleyhi'sselâm bir adama, Nasılsınız?
deyince, o:"Ümit ediyor ve
korkuyoruz" dedi. İmam aleyhisselâm bunun üzerine şöyle buyurdular: Bir
şeye ümidi olan onu elde etmeğe çalışır; bir
şeyden korkan, ondan kaçar. Bilmiyorum bu nasıl bir korkudur ki,
kişi bir lezzetle karşılaştığında,
korktuğu şeyden (cehennem ateşinden) dolayı onu
terkedemiyor ve nasıl bir ümit beslemektir ki, bir bela geldiğinde
kişi ümit ettiği şeye ulaşmak (sevap) için ona
karşı sabredemiyor.
82-
Hz. Ali aleyhi'sselâm'a: "Kendisiyle
oturup kalktığımız ve iş
yaptığımız güç (iyi ve kötü işlere karşı
olan kudret) hususunda (bu güç bizden midir yoksa Allah'tan mı? diye) soru
soran Abaye b. Rıbinin
cevabında şöyle buyurdu: Sen yetenek (güç) hakkında soru sordun.
Acaba ona, Allah'tan olmaksızın sen mi maliksin, yoksa Allah ile
birlikte mi maliksin? (Yani o kudret senin kendinden mi, yoksa Allah ile ortak
mısın?)
Abaye susup kaldı; İmam Ali aleyhisselâm şöyle buyurdu: Eğer Allah ile
birlikte malikim, deseydin, öldürürdüm seni (çünkü müşrik olurdun);
yalnız ben malikim deseydin, yine de öldürürdüm seni. Abâye, "Öyleyse ne diyeyim?" dedi, Ali aleyhisselâm
buyurdu ki: şöyle de: Ben ona malikim, fakat ona malik olan Allah beni ona
malik kılmıştır; eğer bu malikiyeti bana verirse,
bağışta bulunmuş olur; vermezse bu Ondan bir bela olur.
Öyleyse seni malik kıldığı şeylerin asıl maliki
Odur, seni kadir kıldığı şeylere gerçek kadir Odur.
83-
Asbeğ b. Nebate naklediyor
ki: Emir-ül
Müminin Hz. Ali aleyhi'sselâm'ın
şöyle buyurduğunu duydum:
"Size her müslümanın ezberlemesi gereken bir hadis söyleyeyim" Sonra bize bakarak (sözüne) şöyle devam
etti: Allah-u Teâla bir Mümin kulu, hem dünyada, hem de ahirette
cezalandırmaktan daha cömert, daha uludur. Yine Allah-u Teâla bu dünyada
bir kulu affedip ahirette affını ondan esirgemesinden daha yüce, daha
cömert, daha kerimdir.
Sonra; "Bazen
olur ki Allah-u Teâla, bir Mümini, canı, malı, evladı ve ailesi
hakkında bir belaya duçar eder." buyurarak şu ayeti tilavet
etti: "Başınıza
gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı şeyler
yüzündendir. (Allah) günahların bir çoğunu da
bağışlar.[144] Üç defa elini yumup açarak şöyle
buyurdu: "(Allah) çoğunu
da affeder."
84-
İlişkiyi kesmenin başlangıcı, yüz çevirmektir. Çabuk
usanıp bıkan adamın (usanıp bıkmasına) üzülme.[145] En kötü
karşılık, kötülükle karşılık vermektir
(İyiliğin karşılığında kötülük
yapmaktır).
85- Kişinin
kendisini beğenmesinin başlangıcı, aklının
bozulması (sarsılması)dır. Diline hakim olanın,
şerrinden amanda kalınır. Ahlakını düzeltmeyen
kimsenin, felaketleri çok olur. Ahlakı kötü olanın, ailesi ondan
bıkar. Nice sözler vardır ki nimeti, insanın elinden alır.
Şükretmek, fitnenin önünü alır. Haysiyeti korumak,
yiğitliğin başı mesabesindedir. Günahkârın alçak
gönüllülüğü, onun şefaatçisidir. İhtiyatın esası,
şüpheli şeylerde durmaktır. Rızık hazineleri, güzel
ahlaktadır.
86- Musibetler halk
arasında eşit olarak bölünmüştür. Tövbe kapısı
açık olduğu müddetçe, günahların için ümitsiz olma. Hidayet,
şehvetlerle muhalefet etmektedir. Arzuların tarihi (sonu), ölümdür.
Cimri bir kimseye bakmak, kalbi katılaştırır. Ahmak adama
bakmak, gözü karartır. Cömertlik, zekiliktir. Cimrilik, gaflettir.
87- Yoksulluk en
büyük ölümdür. Ailenin azlığı, iki zenginlikten biridir; bu da
huzurun yarısıdır. Gam, ihtiyarlığın
yarısıdır. İktisatlı davranan, fakir olmaz.
İstişare eden, helak olmaz. İhsan ve iyilik, soylu (şeref
sahibi) ve dindar kimseden başkasının yanında yerini
bulmaz. Mutlu, başkalarından ibret alan kimsedir.
Aldatılmış bir kimse, ne övülür, ne de mükâfat alır.
İyilik çürümez; günah unutulmaz.
88- İyilik
yapın, övgüyü kazanın. Akıllı kimselerin sizinle iyi
ilşki kurmaları için övgüyü kendinize şiar edinin;
akılsız kimselerin sizden uzaklaşması için, saçma sözleri
terkedin. Meclisinizin mamur olması için birlikte oturduğunuz
arkadaşınıza ikramda bulunun. Arkadaşınızı
öyle gözetleyin ki, yanınızda bulunmaya ilgi göstersin. Halkın
size itimat etmesi için, onlara karşı insaflı olun. Güzel ahlaka
sarılın; zira o bir
yüceliktir. Kötü ahlaktan kaçının; çünkü o şeref sahibi
adamı alçalttığı gibi azameti de giderir.
89- Kanaat et
(kısmetine razı ol), aziz olursun.
90- Sabır,
yoksulluğa karşı bir siperdir; ihtiras, fakirliğin
alametidir; süslenmek (nefsini alçak düşürmemek),
aşağılıktan uzak durmaktır; öğüt,
sığınan için bir sığınaktır.
91- İlim
kisvesine bürünen kimsenin ayıbı, halkın gözünden gizli
kalır.
92- Hasetçinin
huzuru, çabuk darılanın dostluğu, yalancının ise
yiğitliği olmaz.
93-
Yalnızlığa alışmakla, izzetinin bekası için
çalış.
94- Kudret
altında olan her aziz, zelildir.
95- İki şey
halkı yok eder: Fakirlik korkusu ve üstünlük talep etmek.
96- Ey insanlar,
dünya sevgisinden sakının; zira dünya sevgisi her günahın
başı, her belanın kapısı, her fitnenin
yoldaşı, her musibetin de sebebidir.
97- Bütün
hayırlar üç şeyde toplanmıştır: Bakış,
susma, konuşma. İbret alınmayan her bakış boş;
fikirle birlikte olmayan her susma gaflet; içerisinde zikir olmayan her
konuşma lağvdir (boştur). Bakışı ibret,
susması tefekkür, konuşması zikir olan, hatalarına
ağlayan ve şerrinden insanların emin oldukları kimseye ne
mutlu.
98- İnsan ne
kadar da ilginç bir varlıktır; kendisi için garantilenmiş
şeye ulaşmakla hoşnut olur ve asla elde edemeyeceği
şeye ulaşamamakla da üzülür; eğer kişi tedbir altında
olduğunu ve rızkın takdir edildiğini düşünüp
anlasaydı, kolay elde edilen şeyle yetinir, zor işlere
girişmezdi.
99- Pazarda
dolaşırken pazarcılara nasihat etmek istediğinde şöyle
buyuruyordu: Ey tüccar topluluğu, muameleden önce Allah'tan hayır
dileyin; muamelede kolaylık göstermekle bereket umun. Alıcılara
yaklaşın; sabır ve yumuşak huyla süslenin; yemin etmekten
sakının; yalan konuşmaktan kaçının; zulüm etmekten
korkun; mazlumların hakkında insaflı olun; faize yaklaşmayın;
doğru ölçüp tartın, halkın malını eksik vermeyin;
yeryüzünde bozgunculuk etmeyin.
100- Allah-u Teâla'nın
yaratıklarından hangisi daha güzeldir? diye sorduklarında Ali aleyhi'sselâm:
Kelamdır (sözdür) buyurdular; Hangisi
daha kötüdür? diye sorduklarında
ise yine Kelamdır buyurdular. Daha sonra buyurdular ki:
İnsanın yüzünü ağartan da kelamdır, karartan da
kelamdır.
101-
Hayırlı söz söyleyin, onunla tanınırsınız.
Hayır iş yapın, onun ehlinden olursunuz.
102- Bir bela
geldiğinde malınızı canınıza feda edin; bir olay
vuku bulduğunda (düşman saldırdığında)
canınızı, dininize feda edin. Bilin ki, yok olan, dini yok
olmuş olandır, yağmaya uğramış olan da dini
elinden alınmış olandır. Cennete giren için fakirlik,
cehenneme düşen için de zenginlik olmaz.
103- Hiç bir insan,
ister şaka olsun, ister ciddi, yalan konuşmayı terketmedikçe
imanın tadını anlamaz.
104- Müslüman bir
kimsenin, yalancıyla arkadaş olmaktan kaçınması gerekir.
Çünkü yalancı o kadar yalan konuşur ki, doğru
konuştuğunda da sözüne inanılmaz.
105- En büyük günah,
haksız yere Müslüman bir kimsenin malını gasbetmektir.
106- Kısastan
korkan bir kimse, halka zulüm etmekten çekinir.
107- Haset eden bir
kimse gibi, mazluma benzer zalim görmedim.
108- Zalim, zalime
yardım eden ve onun zulmüne rıza gösterenin üçü de (günahta)
ortaktırlar.
109- Sabır iki
çeşittir: Musibete karşı sabretmek; bu iyi ve güzel bir
şeydir; bundan daha güzeli ise, Allah'ın haram
kıldığı şeye karşı sabretmektir.
Zikir de
(Allah'ı hatırlamak) iki çeşittir: Musibet vakti zikretmek, bu
iyi ve güzeldir; bundan daha güzeli ise insanı Allah'ın haram
kıldığı şeylere yönelmekten alıkoyan zikirdir.
110- Allah'ım,
beni şer sahibi kullarından hiç birisine muhtaç kılma. Beni
muhtaç kıldığında öyle birine muhtaç kıl ki, herkesten daha açık yüzlü,
ihtiyacı karşılamakta daha cömert, dili daha açık, minneti
daha az olsun.
111- Halk ile dostluk
ve samimiyeti, Allah'ın itaati üzere olan kimseye ne mutlu.
112-
İnsanın doğruyu seçerek kendi yararına olan yalandan kaçınması
ve sözü ilminden öteye aşmaması doğru bir imana sahip
olduğunu gösterir.
113- Emaneti,
peygamberlerin evladının katiline ait olsa bile sahibine geri
çevirin.
114- Takva,
imanın temelidir.
115- Allah'a itaat
etmek yolunda kimsesiz kalıp hor ve hakir olmak, günahta birbiriyle
yardımlaşmaktan daha çok insanın izzetli olmasını
sağlar.
116- Mal ve evlat
dünya ürünüdür; iyi işler ise ahiret ürünüdür; Allah bazı
kişilere her ikisini de verir.
117- Tevrat'ın
iki sahifesinde şunlar yazılmıştır: Birinci sahifede:
Dünyaya üzülen, ilahî kaza ve kadere gazap etmiştir. Müminlerden kendi
musibetini, dinine muhalif olan bir kimseye şikâyet eden ise, Rabbini
düşmanına şikâyet etmiştir. Zengine, onun elinde olan
şeyden talep etmek için tevazu eden bir kimsenin dininin üçte ikisi yok
olur. Kur'an okuduğu halde öldüğünde cehenneme gidenler ise,
Allah'ın ayetlerini alaya alan kimselerdendir (Kur'an'dan maksat, semavi
kitaplar olabilir). diye yazılmıştır.
İkinci sahifede
ise şöyle yazılmış: İstişare etmeyen, pişman
olur; mal toplayıp tekelcilik yapan, helak olur. Yoksulluk en büyük
ölümdür.
118-
İnsanın özü onun dilidir; aklı, dinidir; yiğitliği,
ulaştığı mevkie bağlıdır. Rızık
taksim edilmiştir. Günler dönüp dolaşır. İnsanlar Hz. Adem'e ulaşıncaya kadar hepsi
eşit (ve kardeş)tirler.
119-
Kumeyl b. Ziyad'a şöyle
buyurdu: Meşhur olmaman için sakin ol; isminin dillerde
dolaşmaması için şahsiyetini gizle; alim olman için öğren;
selamette kalman için sus; (Allah) dinini sana tanıttıktan sonra
artık halkı tanımamanın ve onların seni
tanımamasının hiç bir sakıncası yoktur.
120- Kendisiyle
uyuşmak gerekli ve kaçınılmaz olan kimse ile uyuşamayana
bilgili (hekim) denilmez.
121- Dört şeyi
öğrenmek için develere binip çölleri katetseniz değer mi değer:
Hiç kimse, Rabbinden başka hiç kimseden bir şey beklemesin,
günahından başka bir şeyden korkmasın, bilmediği bir
şey sorulduğunda, "bilmiyorum" demekten çekinmesin ve
bilmediği bir şeyi öğrenmekte kibirlenmesin.
122-
Abdullah b. Abbas'a şöyle
yazdı: Allah'a hamd-u sena, Peygamber'e
salat-u selamdan sonra; işine yarayan şeyin peşine git,
işine yaramayan şeyi terket. Zira işine yaramayan şeyi
terkettiğinde, işine yarayan şeyi elde edebilirsin. Zira sen
(ölümden sonra) ancak önceden gönderdiğin şeylere ulaşabilirsin,
geride bıraktığın şeylere değil. Yarın
karşılaşmak istediğin şeyi, karşılaşmak
istediğin şekilde hazırlayıp gönder.
123- Dostların
kalplerini insana ısındıran, düşmanların kalplerinden
kini gideren en güzel şey, onlarla karşılaşınca güler
yüzlü olmak, gıyabında hallerini sormak, huzurlarında ise iyi ve
yumuşak davranmaktır.
124- İnsan, (hayır ve şerden) ona
ulaşan şeyin muhakkak ulaşacağını ve
ulaşmayan şeyin de ulaşmasının mümkün
olmayacağını bilmedikçe, imanın tadını anlayamaz.
125- Ey Rabbim, senin
mülk ve saltanatından kalbiyle ve gözüyle görüp müşahede
ettiğini, görüp müşahede etmediği mülk ve saltanatın
karşısında küçük görmeyen kimse ne bedbahttır. Bundan da
bedbahtı senin azamet ve celalin karşısında mülkün ve
saltanatından gözü ve kalbiyle gördüğü ve göremediği miktarı,
küçük görmeyen kimsedir. Senden gayri bir mabud yoktur; münezzehsin sen, hiç
kuşkusuz ben zalimlerdendim.
126- Dünya, yok olma,
zahmete uğrama, değişme ve ibret alma yurdudur. Yok olma yurdu
olmasına örnek şudur ki, görüyorsun zaman, yayını çekiyor,
okunu hedefe doğrultuyor; oku hata yapmıyor ve yarası
iyileşmiyor; sıhhatli olanı hastalıkla, yaşayanı
ise ölümle hedef alıyor.
Zahmete uğrama
yurdu olduğuna örnek şudur ki, insan kendi
harcayamadığı şeyleri toplar ve kendisi
oturmadığı binalar yapar. Sonra da malsız, binasız
Allah'a doğru göç eder.
Değişme
yurdu olduğuna örnek de şudur ki, imrenilen kimseyi, (bir süre sonra)
acınılan, acınılan kimseyi ise (bir süre sonra) imrenilen
kimse olarak görürsün. Bunun sebebi ise yok olan nimet ve inen beladır.
İbret alma yurdu
olduğuna delil de şudur ki, insan arzusuna ulaşmak istediği
vakit aniden ecel onu yakalar; ne arzuya ulaşılır, ne de arzu
eden baki kalır.
Subhanellah, bu
dünyanın sevinci ne de azdır, suya kanmağı ne de
susatıcı, gölgesi ne de devamsızdır. Dünyada var olan
şey sanki yokmuş; mevcut olmayan şey güya (yıllardır)
varmış gibidir. Evet, ahiret evi, kalıcı ikamet yeridir;
cennet ve cehennemin bulunduğu yerdir. Evliyaullah, sabırla sevaba, amel
ile de arzulara ulaşmışlardır.
127- Allah'a
doğru giden en sevimli yollardan biri, iki şeyi yutmaktır:
Bunlardan birisi olgunlukla öfkeyi yutmak, diğeri ise sabırla kederi
yutmaktır. Allah'a doğru giden en sevimli yollardan biri de dökülen
iki damladır: Gece yarısında gözden akan yaşlar ve Allah
yolunda dökülen kan damlaları. Yine Allah'a doğru giden en sevimli
yollardan biri de iki adımdır: Birincisi, Müslümanın Allah
yolundaki bir safı muhkem kılmak için attığı
adım; ikincisi ise, sıla-i rahim (yakınları ziyaret) için
atılan adım. Bu adım birincisinden daha faziletlidir.
128-
Arkadaşını zorlukta, gıyabında ve ölümünden sonra
korumayan dost, dost değildir.
129- Tamah cahillerin
kalplerini hafifleştirir, yerinden söker; arzular, onu rehin alır;
hileler, onu bağlar.
130- Kimin vücudunda iyi
hasletlerden biri (sabit) olursa, mevcut olmayan diğer hasletleri
bağışlarım; ama aklın ve dinin yok olmasını
affetmem. Dinin yok olması, emniyetin yok olmasıdır; korku ve
vahşetle de yaşamanın bir anlamı yoktur. Aklın yok
olması da, hayatın yok olmasıdır. (Akılsız bir
toplum) ancak ölülerle kıyaslanır.
131- Nefsini töhmete
maruz kılan, suizanda bulunan kimseyi kınamamalıdır.
Sırrını gizleyenin yetkisi kendi elinde olur.
132- Allah-u Teâla,
altı gruba, altı özellik yüzünden azap edecektir: Arapları asabiyet,
muhtarları tekebbür, emir sahiplerini zulüm, fakihleri haset, tacirleri
hıyanet, köylüleri cehalet yüzünden.
133- Ey insanlar,
Allah'tan korkun (takvalı olun); takvalı olmak için sabretmek,
Allah'ın azabına sabretmekten daha kolaydır.
134- Zahitlik,
arzuları azaltmak, her nimete karşı şükretmek ve
Allah'ın haram kıldığı şeylerden
kaçınmaktır.
135- Her şey
çifleştiğinde, tembellik ve âcizlik de çiftleşti; onların
çiftleşmesi sonucu fakirlik meydana geldi.
136- Bilin ki günler
üçtür: Geçmiş ve tekrar dönmesi ümit edilmeyecek dün; mevcut olan, fakat
sürekliliği olmayan bugün, daha gelmemiş ve de kendisine
güvenilemeyecek olan yarın. Dün, öğüt kaynağıdır;
bugün ganimettir; yarının ehli ise kim olacağını
bilemezsin. Dün kabul görmüş muteber bir şahit, bugün ise emaneti
geri veren bir emanetçi, yarın ise süratle gelip geçendir. O senin
yanına gelmiş, sen onun yanına gitmemişsin.
Ey halk, şunu
iyi bilin ki: Fenadan sonra beka vardır. Biz geçmişlerin varisiyiz,
gelecekler de bizim varislerimizdirler. Durum böyle iken bırakıp
gideceğiniz şeylerle varacağınız yeri
bayındır hale getirmelisiniz. İyilik yollarını
katedin. Bu yolları katedenlerin azlığından korkmayın,
Allah'ın bu yolculukta sizlere arkadaş olduğunu
hatırlayın. Dikkat edin, bugün elde ne bulunduruyorsanız size
verilmiş bir ödünçtür, bağışlar ise yarındır. Biz
yok olup gitmiş olan bir kökün dal ve budaklarıyız. Kök yok
olduktan sonra budaklar ne kadar devam edebilir ki!
Ey insanlar,
eğer dünyayı ahirete tercih ederseniz, bu değersiz metalara
kapılıp dünyanın davetine icabet eder, arzular merkebine
binerseniz bu merkeb sizi nihayeti pişmanlık olan bir kaynağa
götürecektir, eski zamanlarda yaşayıp giden ümmetlere
yaptığının aynısını size de yapacaktır.
Sonuçta hallerin değişmesi ve cezaların gerçekleşmesiyle,
geleceklere ibret olacaksınız.
137- Namaz, Allah'a
yaklaşmak isteyen muttakiler için vesiledir. Hac, zayıf
kişilerin cihadıdır. Her şeyin zekâtı vardır,
bedenin zekâtı ise oruçtur. İnsanın en iyi ameli, fereci
(kurtuluşu) beklemektir. Amelsiz dua eden, yaysız ok atan kimseye benzer. Mükâfata yakini olan,
cömertçe bağışta bulunur. Sadaka vermekle rızkı
indirin. Zekât vermekle, mallarınızı koruyun. İktisatlı
olan kimse fakir olmaz. Masrafta ölçülü davranmak, geçimin
yarısıdır. Şefkatli olmak, aklın yarısıdır.
Gam, ihtiyarlığın yarısıdır. Ailenin
azlığı, iki kolaylıktan biridir. Ana-babayı üzmek,
onlara karşı asiliktir. Musibet vakti, dizini döven kimsenin
sevabı yok olup gider. İyilik ancak asil veya dindar bir insan
hakkında yapılırsa, iyilik sayılır. Allah-u Teâla
sabrı, musibet miktarınca nazil eder. Allah, tutumlu davranan
kimseyi, rızıklandırır; israf yapan kimseyi ise mahrum
bırakır. Emanet, rızkı çekip getirdiği gibi
hıyanet de fakirliği getirir. Eğer Allah-u Teâla bir
karıncanın maslahatını istese ona kanat vermez.
138- Dünya metaı
(malı mülkü), kurumuş ve dökülmüş kuru otlara benzer.
Mirası ise çamura benzer. Dünya metaının yeterli miktarı,
fazlasından daha iyi ve ıztırabı ise huzurundan daha
güvenilirdir. Zengini fakir olmaya mahkumdur. Ona göz yuman rahata
kavuşur. Güzelliklerine kapılanın gözü ve gönlü körelir;
sevincine gönül bağlayanın kalbi üzüntüyle dolar; sütün üzerindeki
kaymağın çalkantısı gibi onun da kalbinde gam
çalkalanır. Bazı sorunlar onu üzer ve bazı sorunlar da onu
kendisine meşgul eder. Boğazından yakalayıp kalbinin
damarlarını koparıncaya ve cansız bir vücut olarak
bırakılıncaya kadar ömür bu keşmekeşliklerle devam
eder. Ne Allah bu cüssenin ne olacağını önemser ve ne de iyiler
bu leşin nereye düşeceğine ilgi gösterirler. (Fakat uyanık
Müminler böyle değildirler;) Mümin ibret gözüyle dünyaya bakar,
ihtiyacı kadar ondan beslenir, öfkeli bir kulakla sesleri dinler.
139- Hilim
öğrenin; hilim Müminin dostu ve yaveridir; ilim ise Müminin kılavuzu,
yumuşak davranmak kardeşi, akıl yoldaşı, sabır
ise komutanıdır.
140-
Hz. Ali aleyhi'sselâm Allahın verdiği nimetlerden
yararlanmayarak eski elbiseler giyip yoksullar gibi bir görünüm sergileyen
birisine rastladığında şöyle buyurdu: "Ey adam,
Allah'ın bu sözünü duymamış mısın? "Rabbinin nimetini an, söyle."[146] Vallahi
Allah'ın nimetlerini amelin ile göstermen, dilin ile açıklamandan
daha iyidir, Allah indinde."
141- Oğlu İmam Hasan'a
buyurdular ki: Allah'tan çekinmeyi, namazı zamanında
kılmayı, zekâtı vaktinde vermeyi, (kulların) suçunu
bağışlamayı, öfkeyi yenmeyi, akrabalarla iyi ilişki
kurmayı, cahiller karşısında olgun ve hilimli olmayı,
dinde fakih olmayı, işlerde tedbirli davranmayı, Kur'an'a
karşı taahhütlü olmayı, komşularla iyi geçinmeyi,
iyiliği emredip kötülükten alıkoymayı, çirkin işlerden
kaçınmayı ve Allah'a karşı her türlü günahtan çekinmeyi
sana tavsiye ediyorum.
142- Dünya dört
şeyle ayakta duruyor: İlmine amel eden alim, iyiliklerini yayan
zengin, öğrenmekten tekebbür etmeyen cahil ve ahiretini
başkasının dünyasına satmayan fakir. Alim ilmine amel
etmeyince, zengin iyilik yapmaktan sakınınca, cahil öğrenmekten
tekebbür edince ve fakir de ahiretini başkalarının
dünyasına satınca helak olurlar.
143- Dört şeyden
sakınabilen bir kimse, ebedi olarak sevilmeyecek şeylerle
karşılaşmamaya layıktır: Acelecilik,
inatçılık, bencillik ve gevşeklik.
144- Ey Allah'ın
kulları, bilin ki takva, sağlam bir kaledir ama fisk-u fücur da
güvensiz bir sığınaktır; bu sığınak ehlini
korumadığı gibi, ona sığınan kimseyi düşmanın
şerrinden kurtarmaz. Bilin ki, takvayla günahların zehiri etkisiz
hale gelir; Allah'a itaat etmeye sabretmekle, O'nun sevap ve mükâfatına
erişilir. Yakin ile nihai hedefe ulaşılır. Ey Allah'ın
kulları, Allah-u Teâla kurtuluş yollarını kullarından
esirgememiştir; zira kendisi kullarını, o yollara hidayet
etmiştir; tövbe ederlerse, onları günahları sebebiyle kendi
rahmetinden mahrum bırakmaz.
145- Susmak
hikmettir; susmak selamettir; sır saklamak, saadetin bir köşesidir.
146- İşler,
takdir ve alınyazısı karşısında öylesine boyun eğer
ki bazen tedbirin kendisi, dönüp afet olur.
147- İnsan
dininde derin bilgiye sahip, geçiminde tutumlu, musibetlere karşı
sabırlı olmadıkça ve kardeşleri tarafından
gördüğü acıları tatlı bilmedikçe onun yiğitliği
kâmil olmaz.
148- Yiğitlik nedir? diye sorduklarında İmam Ali aleyhi'sselâm: "Açıkta yapmasından
utandığın bir günahı gizlide de yapmamandır" diye
cevap verdi.
149- Günaha devam
etmenin yanısıra bir de Allah Tealadan mağfiret dilemek yeni
bir günahtır.
150- İbadet
ettiğiniz Allah'ın marifetini kalbinize yerleştirin ki,
organlarınızla ibadet olarak yaptığınız
hareketlerin size faydası olsun.
151- Dinini ekmek
kazanmak için satan kimsenin dininden nasibi, yediği şeydir.
152- İman, kabul
olan söz (dil ile şehadet etmek), yapılmış olan amel ve akıl
ile tanımaktan ibarettir.
153- İmanın
dört temeli vardır: Allah'a tevekkül etmek, işleri O'na
bırakmak, emirleri karşısında teslim olmak, kaza ve
kaderine razı olmak. Küfrün de temeli dörttür: Eğilim, korku, öfke,
şehvet.
154- Kim dünyada
zahid olur, zilletinden korkmaz ve izzetine ilgi göstermezse, Allah-u Teâla,
onu insanları vasıta kılmadan hidayete erdirir, ders okumadan
alim kılar, hikmeti kalbine yerleştirerek diline akıtır.
155- Allah'ın
öyle kulları vardır ki, ihlasla ve halkın gözünden uzak olarak
kendisiyle muamelede bulunmuşlardır. Allah-u Teâla da bunları
halisane bir şekilde mükâfatlandırmıştır. Bunlar
kıyamet gününde boş ve beyaz bir defterle mahşeri geçerler;
Allah'ın dergâhına vardıklarında Hak Teâla onlarla kendi
arasında var olan sırlarla onların amel defterlerini doldurur.
156-
Ahlakınızı, güzel hasletlere yöneltin; onu iyilik ve
cömertliklerin tarafına çekin; kendinizi hilimli olmaya
alıştırın. Küçük ve önemsiz şeyleri görmezlikten
gelerek kendi kadrinizi yüceltin. Zayıf bir adamın hayatını,
kendi makamınızla ve ona yardım etmekle koruyun. Halkın
gizli olan sırrını araştırmayın. Zira size gizli
kalan şeyler çoğalır. Kendinizi yalandan koruyun; zira yalan bütün
kötü huylardan daha iğrenç ve daha kötüdür. Yalan, bir çeşit
çirkinlik ve bir nevi alçaklıktır. Müsamaha gösterip önemsiz ve küçük
şeyleri aramaktan sakının.
157- Siper olarak
belirlenen ecel yeterlidir; Allah tarafından her insanı, kuyuya
düşmesinden, yıkıntı altında kalmasından,
yırtıcı hayvana yakalanmasından koruyan koruyucular
vardır; eceli geldiğinde ise onu ölümün emrine
bırakırlar.
[1]- Zariyat/49
[2]- Bu, sözkonusu
hutbenin bir bölümüdür.
[3]- Nehc-ül Belağada:
öğrenilmesi hakka uygun olmayan şeklinde geçer.
[4]- Biz bu hutbeden
kitaba uygun olan miktarını naklettik. (Müellif)
[5]- Ahzab/56.
[6]- Vafi
kitabının nakline göre: Günah.
[7] -Fakirlik, yani insanın kendi geçimini
sağlayacak mıktarda mal varlığına sahıp
olmaması insanın fikrini meşgul edip Allaha hakkınca
ibadet etmesine engel olduğu için bir çok hadiste
kınanılmıştır. Bu yüzden mümin ihtiras ve dünya
sevgisinden uzak durmakla birlikle, sürekli olarak helal yoldan kazanç elde
etmeğe ve fakirlikten kurtulmaya çalışmalıdır.
[8] - Yani kafirlerin bu dünyadaki
rahatlıkları çabuk zevale uğrar ve ahiretteki zorluğa
dönüşür; ve müminlerin bu dünyadaki sıkıntıları ise
çok geçmeden ahiretteki rahatlığa dönüşür.
[9]- Başka bir
rivayette: "tükenmez bir hazinedir".
[10]- Bu bölüm
çeşitli meselerle ilgili olarak yaklaşık dört yüz hükümü
içermektedir.
[11]- Bir çeşit
ağaç sakızı.
[12]- Bakara/187.
[13]- "Beni güzel
olarak yaratan ve bana güzel bir şekil veren, başkalarında
çirkin olan uzuvları bende güzel kılan ve beni İslam'la
şereflendiren Allah'a hamd olsun."
[14] - Hisal
ve Mevaiz-ül Adediye
kitaplarında, yüz üstü uyumayın diye geçmiştir; bu nakil daha
sahihtir.
[15] - Hisal
ve Mevaiz-ül Adediye'nin
naklettiğine göre: Üşenerek ve uyuklayarak namaza durmayın.
[16]- Nisâ/1.
[17]- Mürcie, iman
olduğunda artık hiç bir günah işlemenin sakıncası
olmadığını ileri süren akım; bu akım özellikle
Ümeyye Oğulları döneminde yaygınlaşmıştır.
[18]- Bakara/185.
[19] - Mevaiz
kitabının nakline göre: bozuk kan üretir. Hisal kitabının nakline göre de: bozuk kan merkezidir.
[20]- Hisal ve Mevaiz kitabında sivri ayakkabı yerine düz
ayakkabı nakledilmiştir. Giyim âdâbında şöyle bir hadis
geçmiştir: Tabanı ayak ayası gibi olan ayakkabı giymek
müstehaptır.
[21] - Kendi nefsi isteklerini tatmin için
yapılan cedel ve tartışmalar kastedilmiştir. Genelde cedel
bu özelliğe sahip olduğu için mutlak olarak
kınanmıştır.
[22]- Şura/35.
[23]- Mevaiz kitabında:
"canınızı ona siper edin" diye geçmiştir.
[24]- Tevbe/46.
[25]- Bu cümlenin son
bölümü Hisal ile Mevaiz kitaplarında geçmiyor. Ayrıca bu hüküm diğer hadislerde yer alan hükme de
aykırıdır.
[26]-
Nakledildiğine göre İsrail oğullarının büyük
peygamberi olan Hz. Danyal'ı, Buht-un Nasr zamanında esir alıp
Babil şehrine götürdüler ve içerisinde arslan bulunan bir çukura
attılar. Allah-u Teâla Hz. Danyal'ı
o yırtıcı hayvandan kurtardı ve ertesi günü onu salim
gördüler.
[27]- "Onun
akıp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır.
Şüphe yok, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir.
" (Hud/41.)
[28]- "Onlar,
Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü
yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de, kudretiyle
dürülüp-bükülmüştür. O, onların şirk koşmakta
oldukları şeyden münezzeh ve yücedir." (Zümer/67.)
[29]- "Âlemler
içinde selam olsun Nuh'a. Gerçekten biz, ihsanda bulunanları böyle
ödüllendiririz. Şüphesiz o, bizim Mümin olan
kullarımızdandı." (Sâffat/79-81).
[30]- Tevbe/104.
[31]- Bkz. sayfa 94de
yer alan 7. numaralı dipnota.
[32]- Maun/5.
[33]- Nahl/128.
[34]- Yani insan,
mümin kardeşiyle ilişkisini, devamlı hüsn-i zan üzerine
kurmalıdır. Bu iş, ferdi pilanda insanın bazen zarar
görmesine sebep olsa bile müminler arasındaki muhabbet
bağının kopmasını önlediği için riayet
edilmelidir.
[35]- A'raf/128.
[36]- Hucurat/12.
[37]- Muddessir/4.
[38]- Nahl/69.
[39]- Âl-i
İmran/190-194.
[40]- Yani:
"Kulların yerine Allah bana yeter. Yeter O bana, ve O ne güzel
vekildir."
[41]- Al-i
İmran/190-194.
[42]- Hıtta
kapısı, Hz. Musa zamanında
Beni İsrail'in o kapıdan geçmeye emrolunduğu bir kapı idi.
O kapıdan geçen kurtuluşa erdi.
[43]- Çünkü
yaratılış gayesiz olmaz; yaratılışın gayesi
ise insan-i kâmildir. Ancak onunla insanlara ilahi hüccet tamamlanmış
olur.
[44]- Rabbimizin
selamı bize olsun.
[45]- Hisal ve Mevaiz kitabındaki tabir daha açıktır; o kitaplarda
şöyle nakledilmiştir: "Hırsızdan korkarak parayı,
kesenin içerisine bırakıp arkasına bağlar ve böylece onunla
namaz kılarsa sakıncası olmaz."
[46]- Allah'ın
adıyle. Allah'ım, zorluğu benden uzaklaştır ve
taşlanan şeytandan bana sığınak ver.
[47]- Nimetini temiz
ve helal rızk olarak verdiğin gibi bu konuda bana yardımcı
ol.
[48]- Allah'ım,
bana helal rızk ver ve haramdan uzaklaştır beni.
[49]- Allah'ın
adıyle. Allah'ım, beni tövbe edenlerden ve temizlenenlerden kıl.
[50]- Şehadet
ederim ki Allah'tan başka bir ilah yoktur, tektir, ortağı
yoktur. Ve yine şehadet ederim ki şüphesiz Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah'ın salat ve
selamı ona ve Ehl-i Beyt'ine
olsun.
[51]- Maaric/23.
[52]- Hisal ve Mevaiz kitabında: "elinizi göğe doğru
kaldırıp dua edin ve duada gayret gösterin" diye
nakledilmiştir.
[53]- Zariyat/22.
[54]- Bunları
namaz kılarken Allah Tealadan istemenin önemi şundan
kaynaklanıyor ki, Bunları Allah Tealadan istemek insanın ahiret
nimetlerine yöneldiğini gösterir. Bir kimse, dünya hayatına
kalbı bağlılığı azalırsa, Allahtan, onu
ahiret azabından kurtarmasını ve cennet nimetlerine
eriştirmesini isterse Allaha yönelmesi kolaylaşır ve böyle
birinin namazı kabul olur. Ama insan genelde dünya nimet ve zevklerine
bağlılığı yüzünden gerçek anlamda ahiret nimetlerine
önem vermemekte ve Allaha yönelememektedir.
[55]- İkinci ve
üçüncü kısım: Mevaiz-ül
Adediyye kitabında şöyle nakledilmiştir: "Kim bizi
kalbiyle sever, diliyle de yardımda bulunur, ama savaşta bizimle
beraber düşmana karşı savaşmazsa, bir derece
aşağıda olur. Kim bizi kalbiyle sever, ama eli ve diliyle
yardımcı olmazsa, iki derece aşağıda olur." Bu
rivayet daha doğrudur. Büyük bir ihtimalle yukarıdaki metinde bir
yanlışlık vardır.
[56]- Yüce Rabbim pâk ve
münezzehtir.
[57]- Ahzab/56.
[58]- Biz de buna
şehadet edenlerdeniz.
[59]- Bakara/131.
[60]- Şehadet
ediyorum ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir, ortağı yoktur.
Gerçekten Muhammed O'nun kulu ve elçisidir ve şüphesiz kıyamet
gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde olanları
diriltecektir.
[61]- Bu hadise,
fıkıh ve fetva açısından amel edilmez. Zira diğer
hadisleri de nazara alan müçtehidlerin görüşüne göre, selamdan önce
çıkan hades namazı batıl eder.
[62]- Bu hadis Mevaiz ve Hisal kitablarında şöyle nakledilmiştir:
"Allah'a, Onun evine yaya gitmek kadar daha meşakkatli bir ibadet
yapılmamıştır.
[63]-
İnsanları deve beslemeye teşvik etmek için söylenmiştir.
Çünkü o zamanlar deve, diğer hayvanlardan daha yararlı idi, insanlar
onun etinden, sütünden, tüyünden, taşıma gücünden
faydalanırlardı.
[64]- Zemzem suyu
hacılara verildiği için ona nebiz-i sikaye denmiştir. Daha sonra
acılığı bu şekilde giderilen her suya nebiz-i sikaye
denildi. İçine üzüm konan bu tür su, çok kaldığında bir çeşit
şaraba dönüşüp sarhoş edici olurdu. Bazı kimseler bunun
önceki ve sonraki halini göz önünde bulundurmadan nebiz içmek helaldir,
diyorlardı. Nitekim bu yanlışlık, Ehl-i sünnet
fıkhının bazı kollarına sirayet etmiştir ve günümüzde de bunun helal olduğunu
sanmaktadırlar.
[65]- Allahın
adıyla. Hz. İbrahimin ve Hz. Muhammedin dini ve Allahın
itaatını farz kıldığı kimsenin velayetiyle Allah
için sağ yanım üzerine yatıyorum. Allahın dilediği
her şey olur, dilemediği hiçbir şey de olmaz.
[66]- Ben, kendimi,
ailemi, dinimi, malımı, çocuklarımı, amelimin
akıbetini, Rabbimin bana lütufta bulunduğu ve beni kendisiyle
rızıklandırdığı şeyleri; zehiri öldürücü
olan ve olmayan haşarelerin, cin ve insanların, Allahın yeryüzünde
üretip-bitirdiği, gökten inen ve göğe çıkan ve Allahın,
perçeminden yakalayıp - denetlediği her canlı
varlığın şerrinden koruması için; Onun izzetine,
azamatine, ceberutuna, saltanatına, rahmetine, rafetine,
bağışına, kuvvetine, gücüne birlik ve tekliğine,
erkânına, (kıyamet günü insanları bir araya) toplamasına, Resulullaha ve dilediği her şeye
olan gücüne havale ediyorum.
[67]- Zümer/56.
[68]- Bunu bizim için
boyun eğdiren (Allah) ne yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize)
yanaştıramazdık. Ve biz elbette, Rabbimize döneceğiz.
(Zuhruf/12-14).
[69]- Allahım, yolculukta
bizimle birlikte olan, bineğin sırtında bizi taşıyan,
aile, mal ve evladımıza vekil olan sensin.
[70]- Allahım,
bizi mübarek bir yerde yerleştir. Sen en hayırlı yer verensin.
[71]- Şehadet
ediyorum ki Allahtan başka bir ilah yoktur, tektir, ortağı yoktur.
Ve şüphesiz Muhammed Onun kulu
ve elçisidir. Allahım, zararlı alış-verişten, yalan
yere and içmekten ve günahın azabından sana
sığınırım.
[72]- Enfal/11.
[73]- Meryem/25.
[74]- Mevaiz kitabında da şöyle
geçiyor: Peygember'e çok salavat
getirin, sonra Allah'ın fazl ve ihsanından talep edin; elbette ki
Allah kendi lütfundan ihtiyacınızı giderir.
[75] - Allahım, bu kadını senin
emrinle kendime helal bildim ve senin emanetin olarak kabullendim. Bu
kadından bana bir evlat verilmesini takdir etmişsen, onu noksansız
bir erkek çocuğu kıl ve şeytanı o çocukta ortak ve pay
sahibi kılma.
[76]- Yusuf/53.
[77]- Cizye,
İslamın güvencesinde yaşayan gayr-i müslim kitap ehlinden
kişi başına alınan vergidir. Haraç ise gayri müslimlerden
ve bazen de müslümanlardan alınan toprak vergisidir.
[78]- Nisâ/59-60.
[79]- Nisâ/83.
[80]- İsrâ/81.
[81]- Bakara/153.
[82]- İsrâ/33
[83]- Saff/3.
[84] - Araf/204
[85] -Kameri takvimde değişiklik yaparak
haccı kendi mevsiminden geciktirmek.
[86]- Hucurat/11.
[87]- Hucurat/12.
[88] - Bakara/158.
[89] - Mâide/2.
[90] - Âl-i İmrân/102
[91]- Bu sözlerin bir bölümünü merhum Seyyit Razi
farklı bir şekilde Nehc-ul Belağa'nın 151. hutbesinde
nakletmiştir.
[92]- Haşr/18.
[93]- Zikr-i Hakim yani hikmete dayalı
kitap (yazı). Burada maksat kulların taktirlerinin yazılıp
belirlenmiş olduğu ilahi kitaptır. Bellidir ki, bu ilahi
kitaptaki taktirler hikmet ve hak üzeredir. İnsan kendisinde taktirinin
değiştirilmesini hakkedecek bir değişiklik
oluşturmadığı müddetçe, telaş ve tedbirle bu taktirin
kendisi hakkında uygulanmasını önleyemez. Çünkü bu, her
şeyin hakkettiği yerde olmasını gerektiren ilahi hikmet ve
adaletle çelişir. Ama insan kendi zatında bir değişiklik
icat ederek yeni bir konumda yer alırsa o zaman insanın taktiri
Allahın emriyle değişebilir. Bu hususta birçok ayet ve hadis de
mevcuttur.
[94]- Fatır/14.
[95]- Bu sohbet
farklı bir şekilde Birisi Hz. Ali'den öğüt isteyince Hz. Ali
aleyhi's-selâm şöyle buyurdu başlığı altında Nehc-ul Belağa'da da geçer; Nehc-ul
Belağanın Kısa Sözler
Bölümü, 150. söz.
[96]- Bu hutbenin
metnini merhum Seyyid Razî farklı bir şekilde Nehc-ül Belağa'nın 191. hutbesinde şöyle
nakletmiştir: Emir-ül Müminin Hz. Ali
aleyhis-selâm'ın
ashabından Hemmam adlı
birisi Hz. Ali aleyhis-selâm'a şöyle dedi: Ey Emir-el Müminin, bana Allah'tan çekinen muttakilarin
vasıflarını anlat, hem de öylesine anlat ki onları görür
gibi olayım." Hz. Ali, onun
bu sözüne fazla önem vermeyerek;
"Ya Hemmam! Allah'tan çekin; iyi
amelde bulun, çünkü Allah, çekinenler ve iyilikte bulunanlarla
beraberdir." buyurdu. Hemmam bu
sözü yeterli bulmadı; daha fazla açıklamada bulunması için Hz. Ali aleyhis-selâm'ı
yemin ettirdi. Hz. Ali, bunun üzerine
Allah'a hamd-u senada bulunduktan sonra
yukarıdaki hutbeyi okudu; Nehc-ül
Belağa'nın nakline göre söz hutbenin bu noktasına gelince Hemmam feryad edip düştü ve can verdi.
Hz. Ali aleyhis-selâm buyurdular
ki: "Vallahi ben bundan korkuyordum."
[97]- Bu hutbenin bir
bölümü Nehc-ül Belağa'nın
31. numaralı kısa sözler bölümünde ve bir kısmı da 104.
hutbede nakledilmiştir.
[98]- Maksat, Allah
Tealanın Mümin = emniyete ulaştıran ismidir.
[99]- Nehc-ül Belağa'da: "dünya ile
ahiret kazanılır" diye geçmiştir.
[100]- Kafide:
imanın esasıdır diye geçmektedir.
[101]-
İyiliği emredip kötülükten sakındırmak.
[102]- Şek
herhangi bir konuda bir türlü karar verememek, şüphe ise hakla batılı
karıştırmaktır.
[103] -Ruhi istıkrarın kaybolmasına
sebep olacak şekilde manevi konularda fikir yürütmek.
[104]- Başka bir
rivayete göre cehalet karşısında teslim olmak.
[105]- Kumeyl b. Ziyâd
en-Nehaî şöyle naklediyor: Emir-ül Müminin Ali aleyhis-selâm elimden
tutarak beni Kufe'nin kenarında yer alan mezarlığa doğru
götürdüler. Şehrin dışarısına varınca bir âh
çekerek şu sözleri buyurdular:
[106]- Bu cümle
Kur'an'dan iktibastır. Al-i İmran/34.
[107]- Furkan/63
[108]- Haşr/19
[109]- Yani
rehberlik ve tebliğ
gibi ilâhî görevleri, ancak
Allah'ın tayin ettiği kimseler üstlenebilir.
[110]- Maide/27.
[111]- Müddessir/45.
[112]- Âl-i
İmran/28.
[113]- Hicr/92.
[114]- Nahl/30.
[115]- A'raf/32.
[116]- Bu sözleri
merhum Razi az bir farkla Nehc-ül
Belağa'nın 109. hutbesinde nakletmiştir.
[117]- Kehf/44.
[118]- Nehc-ül Belağa'da: "Çok
şey elde edense, kendisini helak edecek şey elde etmiştir"
diye geçer.
[119]- Hud/15.
[120]- Hadid/20.
[121]- Fussilet/16.
[122]- Kasas/58.
[123]- Enbiya/104.
[124]- Hucurat/14.
[125]- Âl-i
İmran/31.
[126]- Mazmunu Âl-i
İmran /32. ayetinden alınmadır.
[127]- Parantezdeki
cümle Nehc-ül Belağada geçer.
Sonraki cümleler, bu cümleyle bağlantılı olduğuna göre bu
cümle, buradaki nakilden düşmüştür.
[128]- Vakıâ/8-11.
[129]- Bakara/253.
[130]- Mücadele/22.
[131]- Nahl/70.
[132]- Bakara/145-146.
[133]- Furkan/42.
[134]- Münafikun/4.
[135]- Haşr-7.
[136]- Bu vasiyetten
sadece kitabın gerektirdiği miktarı aktardık.
[137]- Nehc-ül Belağa'nın nakline
göre: onunla amel etmekte.
[138]- Nehc-ül Belağada: "Erlerin
gücü".
[139]- Yani, maddi
zorlukları olmadığı için gaflet içerisinde dünyanın
zevklerine dalarak fırsatları değerlendirmezler; derken
ansızın ölüm onları yakalar.-çev.
[140]- Al-i
İmran/178.
[141]- İlim taleb
etmek için, yağcılık ve dalkavukluk genelde bir bilene
saygı göstermek anlamını taşıdığı ve bu
alanda haset de bir bilgini imrenmek şeklinde ortaya
çıktığı için kötü sifat sayılmaktadırlar.
[142]- Yani hakkı
tanımak için ölçü sayı olarak çok olmak değildir; asıl
ölçü, hakka uymaktır. Hak çevresinde toplanan kimselere cemaat denilir,
sayı bakımından az olsalar bile onlara katılmak gerekir;
haktan sapan fırkalar, sayı bakımından çok olsalar bile
onlardan uzaklaşmak lazımdır. Bazen olur ki bir tek insan, bir
ümmet sayılabilir. Nasıl ki Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim aleyhis-selâm hakkında şöyle buyurulmuştur: "Gerçek
şu ki, İbrahim (tek
başına) bir ümmetti..."
(Nahl/120)
[143]- Bu tür
hadislerden maksat her şeyi takdir ve kazay-i ilahiye bırakıyorum diyerek insanın
hedefsiz ve çabasız bir varlık haline dönüşmesi değildir;
maksat şudur ki insan evren ve kendisi hakkında doğru bir
bilince sahip olursa o zaman hedeflere ulaştıracak işleri tam
olarak yapmanın yanısıra onu bu işleri yapmaya sevkeden
faktör, vazifesini yerine getirmek olur; mutlak surette o hedefe ulaşmak
değil; çünkü böyle bir kimse bu alemde çok kapsamlı ve adil bir nizam
altında yönetildiği ve onun iradesi haricinde nice etkenlerin
varolduğunu bilir. Bunun farkında olan arif bir Mümin bundan
başka düşünemez zaten.
[144]- Şura/35.
[145]- Nehc-ül Belağa kitabında:
"Çabuk usanıp bıkan adama itimad etme, onu emin bilme" diye
geçer.
[146]- Duha/11.