بصائر
الدرجات
Besair-ud
Derecat
Yazar
محمد
بن الحسن بن
فروخ الصفار
Muhammed
ibni Hasan ibni Ferruh es Saffar
Tercüme: Mustafa
Yurtbay
mustafa_yurtbay@hotmail.com
http://www.kelamukumnur.com
Şubat 2021
İçindekiler
1. Cüz. 17
1. Bab: İlim Talep Etmenin
İnsanlara Farz Oluşu.. 17
2. Bab: Alimin ve Öğrencinin
Sevabı 18
3. Bab: Alimin Marifeti, Onu
Tanımak Allahı Tanımak, Onu İnkar Etmek Allah
Tealayı İnkar Etmektir ve Onu Tanımada Muvaffak Eden Sebep 23
4. Bab: Alimin
Abide Olan Üstünlüğü.. 24
5. Bab: İnsanlar Üç Kısma
Ayrılır: Âlim, Öğrenci ve Sel Suları Üzerinde Sürüklenen
Çer çöpler; Â-li Muhammedden Olan İmamlar Alimlerdir, Onların
Şiaları Öğrencilerdir ve Geri Kalan İnsanlar da Çer Çöptür 28
6. Bab: İnsanlar İlmi
Madeninden Talep Etmekle Emrolundular ve İlmin Madeni Â-li Muhammeddir. 28
Nadir Bab Alimler Â-li Muhammeddir. 30
7. Bab: İnsanların
Susuzluğunu Gideren İlim Â-li Muhammedin İmamlarının
Yanındadır, Onlar Alimdir Zulmetmezler ve Cahil Olmazlar 32
O Babdan Nadir Rivayet. 33
8. Bab: İmamlardan
Ayrılanların Sapık Oluşu ve Hak İmamlarından
Hidayet olmadan Kendi Görüşünü Din Edinmeleri 33
9. Bab: İmamların
aleyhimusselam ve Şialarının Bedenlerinin ve Kalplerinin
Yaratılışı 34
10. Bab: İmamların
aleyhimusselam Bedenlerinin, Ruhlarının ve Şialarının
Yaratılışı 42
11. Bab: Â-li Muhammedin
İmamlarının Hadisinin Zor Oluşu ve Zor Görülüşü.. 43
12. Bab: Â-li Muhammedin
İmamlarının İşlerinin Zor Oluşu ve Zor
Görülüşü 48
Emirlerinin Zor ve Zor Görülüşü
Babının Tamamlanması 49
Nadir Bir Bab: Â-li Muhammedin
İlminin Sır Gizli Sır Oluşu 51
13. Bab :Â-li Muhammedin
İmamları Hidayetçidirler, Nebi Getirdiği Şeye Hidayet
Ederler. 52
14. Bab: İmamlar aleyhimusselam
Sadıklardır. 54
15. Bab: Â-li Muhammedden olan
Adaletin İmamlarıyla Onların Dışındaki Zulmün
İmamları Arasındaki Fark. 55
16. Bab: Hidayetin
İmamlarını Sapıklığın
İmamlarından Ayırt Etmek, Onlar Cibtir Tağuttur ve
Fahişeliktir. 56
17. Bab: Allahu Teala Â-li Muhammedin
İmamlarının İtaatini ve Sevgisini Vacip Etti ve
Allahın Fazlından Verdiği Şeylerden Dolayı Haset
Edilenler Onlardır. 59
18.
Bab: Allah Â-li Muhammedin İmamlarını Sorulmada Nebiye Denk
Tuttu 61
19.
Bab: Â-li Muhammedin İmamları Allah Onlara Sormayı Emretti,
İsterlerse Cevap Verirler İsterlerse Cevap Vermezler 62
20.
Bab: Helal ve Haramın Bilgisi Her Ahvalde İmamların
Yanındadır Velakin Cevap Vermezler. 66
21. Bab: İmamlar Kitabı Miras Alanlar ve
Hayırda Öne Geçenler Onlardır 67
O Babdan Nadir Rivayet. 68
22. Bab: Rasûlullahın İmamlar Hakkında
Allah Onlara Benim Algılayışımı ve İlmimi Verdi
Sözü.. 70
23. Bab: Nebi Aliye Ondan Sonra da İmamlara
İlimden Onlara Verilene İman Etmeyi Emretti ve Onlara Teslim Olmak. 73
24. Bab: İmamlar Bilenlerdir, Düşmanları
Bilmeyenlerdir, Şiaları İse Akıl Sahipleridir. 78
2. Cüz. 78
1. Bab: İmamlar İlmin Madenidir, Nubuvvetin
Ağacıdır, Hikmetin Anahtarlarıdır, Risaletin
Konumudur ve Meleklerin Gidip Geldiği Yerdir 78
2. Bab: İmamların ve İlimlerinin Misali
Allahın Zikrettiği Ağacın Misalidir 79
O
Babdan Nadir Rivayetler. 82
3. Bab: İmamlar Huccetullahtır,
Babullahtır, Kendisinden Ulaşılan Vechullahtır. 84
4. Bab: Allahın Kitabında Zikrettiği
Vechullah Â-li Muhammedden Olan İmamlardır. 88
5. Bab: Nebiye Verilen Mesani İmamlardır. 90
6. Bab: Allahın Â-li Muhammedden Olan
İmamları Meleklerin Velayetinin Onlara Oluşuyla
Haslaştırması 91
O
Babdan Nadir Rivayetler. 94
7. Bab: Allahın Â-li Muhammedden Olan
İmamları Ulul Azimlerin ve Diğerlerinin Misakta Velayetlerinin
Onlara Oluşuyla Haslaştırması 94
8. Bab: Allahın Â-li Muhammedden Olan
İmamları Nebilerin Misakta Velayetlerinin Onlara Oluşuyla
Haslaştırması 99
9. Bab: İmamların Velayeti Hakkında
Başka Bir Bab 102
10. Bab: Velayet Hakkında Başka Bir Bab.. 103
11. Bab: Emîr'ül Müminînin Velayeti Hakkında
Başka Bir Bab 103
Velayet Hakkında Bablardan Nadir Rivayetler. 104
12. Bab: Allah Â-li Muhammedden İmamların
Velayeti İçin Muminlerden Misak Aldı ve Onları Nurundan
Yarattı ve Rahmetinde Boyadı ve Allahın Nuruyla Bakarlar. 111
13. Bab: Allah Â-li Muhammedden Olan İmamların
Velayeti İçin Yaratılmışlardan Misak Aldı 113
14. Bab: İmamlar Helaller ve Haramlar Hakkında
Allahın Yarattıkları İçindeki Şahitleridir. 115
15. Bab: Rasûlullah Gölgelerde ve Onun
Dışında Gördüğünü Tanıdı 116
16. Bab: Emîr'ül Müminîn Misakta ve Onun
Dışında Gördüklerini Tanıdı 121
17. Bab: İmamlar Misakta ve Onun
Dışında Gördüklerini Tanırlar 124
18. Bab: Melekler İmamların Evlerine Girerler
Sergilerine Ayak Basarlar ve Onlara Haberler Getirirler. 126
O Babdan Nadir
Rivayetler. 128
19. Bab: Cinler İmamlara Gelirler ve Din
Esaslarını Sorarlar 129
20. Bab: İmamlar Allahın Semadaki ve
Arzındaki İlminin Hazinedarlardır 135
21. Bab: Semaların ve Arzın Melekutu
Rasûlullaha Arz Edildiği Gibi İmamlara da Arz Edildi ve Hatta
Arşın Ötesine de Baktılar 136
22. Bab: Nebilere ve Meleklere Çıkan İlimler
İmamlara Ulaşmıştır 138
O Babdan
Nadir Rivayetler. 139
3. Cüz. 141
1. Bab: İmamlar Âdemin ve Bütün Alimlerin
İlimlerine Varis Oldular 141
2. Bab: Alimlerin Bazıları
Bazılarından İlmi Miras Alırlar ve İlim Onlardan
Gitmez. 143
3. Bab: İmamlar Ulul Azimlerin İlmini
Rasûlullahtan Miras Almışlardır ve Ölümlerin ve Belaların
İlmi Onların Yanındadır ve Onlar Allahın
Arzında Eminleridir. 143
O Babdan
Nadir Rivayetler. 145
4. Bab: İmamlardan Bir Şey Gizlenmez ve Ümmetin
İhtiyaç Duyduğu Şeyler Onların Yanındadır. 147
O Babdan
Nadir Rivayetler. 148
5. Bab :Semaların Arzın ve Onun
Dışındakilerin İlmi ve Haberi İmamlardan Gizli Kalmaz. 149
6. Bab: İmamlar Semalarda Arzda Cennette Cehennemde
Olanları Olmuş ve Kıyamete Kadar Olacak Şeyleri Bilirler. 150
7. Bab: İmamlara Geçmişin ve Kıyametin
Gününe Kadar Geleceğin İlmi Verildi 151
O Babdan
Nadir Rivayetler. 152
8. Bab: Cuma Gecesi İmamların İlmi Artar. 153
9. Bab: Emîr'ül Müminînin Benim İçin Bir Minber
Kurulsa Tevratta İncilde Zeburda ve Kuranda Olana Göre Hükmederim
Sözü 153
10. Bab: Öncekilerin ve Sonrakilerin Kitapları
Tevrat İncil Zebur ve Suhufu İbrahim İmamların
Yanındadır. 155
11. Bab: Levhaların Â-li Muhammede
Ulaşmasının Nasıllığı 156
12. Bab: Camia Sahifesı İmamların
Yanındadır Onu Rasûlullah Alinin Eliyle
Yazdırmıştır ve O Yetmiş Ziradır. 160
13. Bab: Kitaplarla İlgili Başka Bir Bab.. 163
14. Bab: Cifr Camia ve Fatimenin Mushafı
İmamlara Verilmiştir 165
4. Cüz. 174
1. Bab: Rasûlullahın ve Emîr'ül Müminînin
Kitapları İmamlara Ulaşmıştır 174
2. Bab: İçinde Kralların İsimleri Yazan
Kitap İmamların Yanındadır 176
O Babdan Nadir
Rivayetler. 177
3. Bab: Şiaların ve Babalarının
İsimlerinin Yazılı Olduğu Divan İmamların
Yanındadır. 178
4. Bab: Rasûlullahın Silahı, Musanın
Asası, Süleymanın Yüzüğü, Leğen, Tabut, Levhalar ve
Ademin Gömleği Gibi Ayetler İmamların Yanındadır 182
5. Bab: Cennet ve Cehennem Ehlinin İsimlerinin
Olduğu Sahife İmamların Yanındadır. 187
6. Bab: Rasûlullaha İndirilen Kuranın Hepsi
İmamların Yanındadır 190
7. Bab: Kuran-ı Kerimin Tefsiri ve Tevili
İmamlara Verilmiştir 192
8. Bab: Ali Gece ve Gündüz, Hazırda ve Seferde
Rasûlullaha İndirilen Her Şeyi Bilir Ondan Sonra da İmamlar. 194
9. Bab :Rasûlullah İçin Geçerli Olan İmamlar
İçin de Geçerlidir 196
10. Bab: Allahın Kitabında Zikrettiği
İlimde Derinleşenler İmamlardır 203
11. Bab: İlim İmamlara Verilmiştir ve
Onların Sinelerinde Sabit Edilmiştir 206
O Babdan Nadir Rivayetler. 207
12. Bab: İmamlara Allahın İsmi Azamı
ve Kaç Harf Olduğu Verildi 207
O Babdan Nadir Rivayetler. 210
5. Cüz. 212
1. Bab:
Allahın İsmi Azamı ve Kitabın İlmi
İmamların Yanındadır 212
2. Bab: Kendisiyle İstendiğinde İcabet
Olunan Allahın İsmi Azamı İmamların
Yanındadır. 215
3. Bab: Kadirin Gecesinde O Sene Olacak Olan
Şeylerin İmamlara Verilmesi ve Meleklerin Onlara İnişi 216
4. Bab: Rasûlullah Her Dilde Okuyup Yazıyordu.. 220
5. Bab: Emîr'ül Müminîn ve Ulul Azimler Onların
Hangisi Daha Alimdir 223
6. Bab: İmamlar Musadan ve Hızırdan Daha
Alimdirler 225
7. Bab: İmamlar Hitap Olunurlar, Ses
İşitirler ve Onlara Cabrailden ve Mikailden Daha Azam Bir Suret
Gelir. 229
8. Bab: Cebrail Mikail ve Ölüm Meleği İmamlara
Görünür 230
9. Bab: İmamlara İlham Edilen Kitapta Sünnette
Olmayan Çözülmesi Gereken Şeyler. 231
10. Bab: İmamlar Kalplerde Olanları ve
İçten Geçenleri Haber Verilmeden Önce Bilirler. 231
11. Bab: İmamlar Şialarına Onların
Fiillerini Haber Verirler 238
12. Bab: İmamlar Şialarına Kalplerinde
Olanları ve İçlerinden Geçenleri Haber Verirler. 240
13. Bab: Nebiye ve Ondan Sonra da İmamlara Verilen
Kudret Ağaç Onlara İtaat Eder. 243
14. Bab: İmamlar Kapılarına Gelenleri
Bilirler. 248
15. Bab: Â-li Muhammedden Olan İmamlar Zuhur
Ettiklerinde Davud ve Â-li Davudun Hükmeyle Hükmedecekler İnsanlardan
Delil İstemeyecekler 248
16. Bab: İmamlar Şialarını
Hastalıklarında ve Dua Ettiklerinde Görürler 250
17. Bab: İmamların Şialarına
Eğer Ağızlarında Düğüm Olsaydı ve Nefislerinde
Tutsalardı Ölümlerden ve Belalardan Başlarına Gelecek Her
Şeyi Haber Verirlerdi Sözü.. 252
6. Cüz. 254
1. Bab: İmamlar
Şialarının Ecellerini ve Başlarına Gelecek
Şeylerin Sebeplerini Bilirler. 254
2. Bab: İmamlar Ölümlerin ve Belaların
İlmini Arabın Nesebini Bilirler 257
3. Bab: İmamlar Allahın
İzniyle Ölüleri Diriltirler Anadan Doğma Körleri ve Beres
Hastalarını İyileştirirler. 258
4. Bab: İmamlar Allahın
İzniyle Ölüleri Diriltirler 263
5. Bab: İmamlar Ölüleri Ziyaret
Ederler Ölüler de Onları Ziyaret Ederler 267
6. Bab: Rasûlullahın Emîr'ül
Müminîne Vasiyyeti Ölümden Sonra Ondan Soru Sorması 275
7. Bab: İmamların
Düşmanları Ölülerken Onlara Sunulur 277
8. Bab: İmamlar Yanlarına
Girenleri İmanlarıyla ve Nifaklarıyla Tanırlar 282
9. Bab: İmamlar Yanlarına
Girenleri Hayırlarından ve Şerlerinden, Sevgilerinden ve
Nefretlerinden Tanırlar. 283
10. Bab: Nebi İlmin Hepsini
Emîr'ül Müminîne Öğretti, İlimde Ona Ortak Oldu Ama Nubuvvette
Ortak Olmadı 284
11. Bab: Emîr'ül Müminîn İlimde
Rasûlullaha Ortak Oldu Ama Nubuvvette Ortak Olmadı ve İki Nar Zikri 285
12. Bab: Rasûlullahın
Öğrettiği İlim İmamlara Ulaşmıştır 288
13. Bab: İmamlar Her Bereketli
ve Çorak Toprağı, Kıyamete Kadar Yüzlercesini Saptıran ve
Hidayet Edeni Bilirler. 289
14. Bab: İlmin Usulleri
İmamların Yanındadır, Onu Nebiden Miras Aldılar ve
Kendi Görüşlerine Göre Konuşmazlar. 292
15. Bab: Kitapta ve Sünnette ne
Varsa Hepsi İmamların Yanındadır Kendi Görüşlerine
Göre Konuşmazlar, O Konuda Şialarına da Ruhsat
Vermemişlerdir. 294
16. Bab: Rasûlullahın Emîr'ül
Müminîne Öğrettiği Kapıların Zikri 295
17. Bab: Rasûlullahın Aliye
Öğrettiği Harfler. 299
18. Bab: Rasûlullahın Emîr'ül
Müminîne Öğrettiği Kelime 300
7. Cüz. 304
1. Bab: Rasûlullahın Aliye
Öğrettiği Hadisin Zikri 304
2. Bab: İmamlar Bir Şeyi
Bilmek İstediklerinde Bilirler 305
3. Bab: İmamın Kalbine
Atılır Kulağına Seslenilir 306
4. Bab: İmamların
İlimlerini Üç Yönüyle Tefsir Etmesi 308
5. Bab: İmamlar
Muhaddeslerdir ve Mufehhemlerdir 309
6. Bab: Muhaddesin Sıfatı
Nasıldır, Kendisine Nasıl Davranılır, İmamlara
Nasıl Haber Verilir. 310
7. Bab: Gün Gün, Saat Saat, Vuku
Bulacak Şeylerin İmama Atılması 312
8. Bab: İmamlar İlimlerini
Rasûlullahtan ve Emîr'ül Müminînden Miras Alırlar, Hikmet Sinelerine
Atılır ve Kulaklarına Seslenilir 314
9. Bab: İmamlar Yetmiş Yön
Üzere Konuşurlar. 314
10. Bab: İmamlar Arzda Haktan
ve Batıldan Artanı ve Eksileni Bilirler 316
11. Bab: İmamlar Bütün Dillerde
Konuşurlar. 317
12. Bab: İmamlar Aleyhimusselam
Bütün Dilleri Bilirler 319
13. Bab: İmamlar Nebilere İnen
Kitapları Tevratı İncili ve Diğerlerini Dil
Farklarına Rağmen Okurlar. 320
14. Bab: İmamlar Kuşların Dilini Bilirler. 321
15. Bab: İmamlar
Hayvanların Dillerini Bilirler ve Onları Tanırlar, Dua
Ettiklerinde Onlara İcabet Ederler. 325
16. Bab: İmamlar Meshedilenlerin
Dilini Bilirler. 327
17. Bab: Allahın
Kitabında Zikrettiği Arzdaki Mutevessimler İmamlardır,
İnsanları Simalarından Tanırlar. 328
O Babdan Nadir Rivayetler. 331
18. Bab: İmamlar
Ashaplarını Tanımada Kimseye İhtiyaç Duymazlar ve Kimsenin
Sözünü de Kabul Etmezler. 332
19. Bab: Rasûlullahın,
İmamlardan Ulaşan Hadislerin Genel ve Sadece Onlara Has Oluşu.. 334
20. Bab: İmamların
Kendilerinden Öncekilere Olan Benzerlikleri 335
8. Cüz. 336
1. Bab: Nebilerle Resuller
İmamlar Arasındaki Fark Sıfatları ve Muhaddesin
İşi 336
2. Bab: Arzın Hazineleri
İmamlara Verilmiştir. 343
3. Bab: Allahın
Sırları İmamların Yanındadır Bazıları
Bazılarına Verir ve Onlar Onun Eminleridir. 347
4. Bab: İşlerin
Rasûlullaha Bırakılması 348
5. Bab: Rasûlullaha Ne
Bıraktıysa İmamlara da Bırakmıştır 352
6. Bab: İmamlar Kitapta ve
Sünnette Olmayan Şeylere Hidayet Edilirler ve Muvaffak Edilirler. 354
7. Bab: Kitapta ve Sünnette Olmayan
Karmaşık Zor Şeyleri İmamlar Bilirler 355
8. Bab: İmamlar
Şialarını Yaratıldıkları Çamurla
Düşmanlarından Ayırıp Yüzleriyle ve İsimleriyle
Tanırlar. 356
9. Bab: İmamlarda Artan Bir
Şeyin Önceki Diğer İmamlara da Sunulması 359
10. Bab: İmamlarda Gece ve
Gündüz Artış Olur, Öyle Olmasa Yanlarında Olan Tükenirdi 361
11. Bab: İmamlara Kendilerinden
Gaip Olanlar Haberler Getirirler 362
12. Bab: İmamlara Arzda Hareket
Etme Kudreti Verilmiştir 363
13. Bab: İmamlar
Ashaplarından Dilediklerini Allahın Kendilerine Verdiği
Kudretle Arzda Hareket Ettirirler. 365
14. Bab: İmamlara Verilen
Kudret. 376
15. Bab: Emîr'ül Müminînin Buluta
Binmesi, Sebeplere ve Feleklere Yaklaşması 377
16. Bab: Allah Taif'te ve
Başka Yerlerde Emîr'ül Müminînle Munacat Etti ve Cebrail İkisinin
Arasında İndi 379
17. Bab: Rasûlullahın Sizin
Aranızda İki Ağırlık Bırakıyorum
Allahın Kitabı ve Ehli Beytim Sözü.. 380
18. Bab: Emîr'ül Müminîn
aleyhisselam Cennetle Cehennemin Bölücüsüdür 383
9. Cüz. 388
1. Bab: İnsanların
Dışında Rasûlullaha ve İmamlara Verilen Görme
Sıfatı Uykuda ve Uyanık Halde Amelleri Görmeleri 389
2. Bab: İmamlar
Şialarının Dillerinde Düğüm Olsaydı
Başlarına Gelecekleri Onlara Bildirirdi 391
3. Bab: İmamın
Artışı Kendisinden Öncekine Verilenin Aynısıdır
ve Fazladan Beş Cüz. 391
4. Bab: Amellerin Rasûlullaha ve
İmamlara Sunuluşu 392
5. Bab: Amellerin Yaşayan ve
Ölen İmamlara Sunulması 394
6. Bab: Amellerin Â-li Muhammedden
Olan Yaşayan İmamlara Sunulması 395
7. Bab: İmam İçin
Yükseltilen Direk ve Annelerinin Karnında Onlara Yapılan 396
8. Bab: İmam Kendisine Verilen
Nurla Doğuyla Batı Arasını Görür 398
9. Bab: İmam İçin Her
Şehirde Bir Direk Yükseltilir, Onun İçinde Kulların Amellerine
Bakar. 399
10. Bab: İmam İçin
Şehirde Bir Direk Olur, Onunla Diğer Şehirleri Görür
Hadislerinin Faslı 400
11. Bab: İmamlar Hakkındaki Hadislerin
Faslı O Hadislere Görüş Belirtilmez 400
12. Bab: Nurdan Direk ve Başka
Şeylerin Zikredildiği Nadir Hadisler Faslı 401
13. Bab: Rasûlullahın
Amellerin Kendisine Arzıyla İlgili Sözü Hayatı ve Ölümü Sizin
İçin Hayırdır ve Arz Onlardan Birşey Tadamaz 406
14. Bab: Allahın Nebilerde,
Vasilerde, Muminlerde ve Sair İnsanlarda Kıldığı
Ruhlar Nebileri ve Â-li Muhammedden Olan İmamları Ruhul Kudusla
Üstün Kıldı ve Beş Ruhun Zikri 408
15. Bab: İmamlar İhtiyaç
Duyduklarında Ruhul Kudusla Karşılaşırlar 413
16. Bab: Allahın
Kitabında Dediği Ruh (İşte Öyle Sana Emrimizden Bir Ruh
Vahyettik) O Ayet Rasûlullah ve İmamlar Hakkındadır,
Onları Haberdar Eder, Yönlendirir ve Muvaffak Eder. 416
17. Bab: Alime İlimden
Sorulduğunda Bahsettiği Şey Yanlarındaki Suhuftandır
veya Şerhiyle Haberdar Edildiği Rivayettir O da Ruhtandır 416
18. Bab: Allahın Dediği
Ruh (Sana Ruhu Soruyorlar De ki Ruh Rabbimin Emrindendir) O Ayet Rasûlullah
ve Ehli Beyti Hakkındadır, Onları Yönlendirir, Muvaffak Eder ve
Derin Kavrayışlı Yapar 418
19. Bab: Allahın Dediği
Ruh (Melekleri Emrinden Bir Ruh İle İndirir) O Ruh Nebiler ve
Vasilerle Beraberdir Ruhla Melek Arasındaki Fark 420
20. Bab: İmam Geçip
Gittiği Saati Gece ve Gündüz Artanı Bilir Kendi Başına
Bırakılmaz. 422
21. Bab: İmam Ne Zaman
İmam Olacağını Bilir. 422
22. Bab: Rasûlullah Vefatı
Zamanında İsmul Ekberi Nubuvvut İlminin Eserlerini ve
İlmin Mirasını Ali ibni Ebu Talibte Kıldı 423
10. Cüz. 426
1. Bab: İmamlar Kendilerinden
Sonra Vasiyet Hakkında Rasûlullaha Olan Ahdi Bilirler. 426
2. Bab: İmamlar Ölümlerinden
Önce Allahın Öğrettiklerinden Kime Vasiyet Edeceklerini Bilirler. 427
3. Bab: İmam aleyhisselam
Ölmeden Önce Kendisinden Sonra Kimin Olacağını Bilir. 427
4. Bab: İmam Kendisinden Sonra
Olacak Olan İmama Emaneti Eda Eder 428
5. Bab: Birinci imamın Yanında Son İmamın
Bildiği Vakit 429
6. Bab: İmamlar Tahammül
Edebilecekler Bulsalardı Onlara İlim Verirlerdi, Helalde ve Haramda
Görüşe İhtiyaç Duymazlardı 429
7. Bab: İmamların
Bazısı Bazısından
Daha Alimdir, Helalde ve Haramda İlimleri Birdir. 431
8. Bab: İmamlar Huccette, İtaatte, İlimde,
Emirde ,Nehiyde, Şecaatte Birdir 431
9. Bab: İmamlar Ölüm Onlara
Gelmeden Önce Ne Zaman Öleceklerini Bilirler. 433
10. Bab: Arz Huccetten Boş
Kalmaz ve Onlar İmamlardır aleyhimusselam 436
11. Bab: Arz İmamlardan
Boş Kalmaz, Arzda İki Kişi Kalsa Birisi Huccet Olurdu.. 438
12. Bab: Arz İmamsız
aleyhisselam Kalmaz, Eğer Kalsaydı Batardı 439
13. Bab: İmamlardan Birisi Gittiğinde Ondan
Sonraki İmam Tanınır 440
14. Bab: Doğunun ve
Batının Arkasındaki Mahluklar İmamları Tanırlar,
Onlara Gelirler ve Düşmanlarından Beraat Ederler 441
15. Bab: İmamlar Sultanın
Yanına Girdiklerinde Kendileriyle Onun Arasına Engel Koymayı
Severler ve Yaparlar. 448
16. Bab: Allahın Zikrettiği
Cennetle Cehennemin Ehlini Tanıyanlar İmamlardır. 450
17. Bab: Hayvanlar
Dışında Varlıklar İmamlarla Konuşurlar 456
18. Bab: İmamların
Acayiplikleriyle Alakalı Başka Bir Bab 462
19. Bab: İnsanların
Yanında Bulunan İlimlerin Hak Olanı Â-li Muhammedin
İmamlarından Onlara Ulaşmıştır, Görüş
Kıyas ve Batıl Kendi Nefislerindendir. 472
20. Bab: Â-li Muhammedden Gelen
Şeylerde Onlara Teslim Olmak 474
21. Bab: Nebinin ve
İmamların Kendilerinde Olan Şeylerin Şerhi Sözlerindeki
Manaları Tanımadıkları İçin ve Cehaletlerinden
Dolayı Onlarda Guluv Edenlere Reddiye Vermek. 481
22. Bab: Hadis Tanımayana
Reddiye. 508
Mukaddime
Abdusselam
ibni Salih Herevi şöyle rivayet etti: Ebul Hasan Rıza
aleyhisselamı işittim şöyle dedi: Allah rahmet etsin bizim
işimizi yaşatan kula. Dedim ki: Ey Rasûlullahın oğlu!
Sizin işiniz nasıl yaşatılır? Dedi ki: Bizim
ilimlerimizi öğrenmek ve insanlara da öğretmekle. Eğer insanlar
bizim kelamımızın güzelliğini bilseler bize tabi olurlar.
Besair-ud Derecat kitabı bu hadise
muvaffak olmak için hazırlanan Ehli Beyt aleyhimusselamın fazilet
rivayetlerini ihtiva eden mükemmel bir kaynak kitaptır. Ve kaynak
kitapların en temel ve eskilerindendir. Kitabın yazarı Muhammed
Saffar olarak maruf olan Muhammed ibnil Hasan ibni Ferruh Saffardır ve on
birinci imamımız Hasan Askeri aleyhisselamın
ashabındandır.
Ben de bu hadise muvaffak olmak için
kitabı özet olarak Türkçeye tercüme ettim. Kitabın
hazırlanmasında bana maddi ve manevi destek olan herkese
teşekkür ediyorum. Allah çabalarımızın
karşılığını Ehli Beyt aleyhimusselamın
şefaatleriyle İlliyyinle ödüllendirsin.
1- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
طَلَبُ
الْعِلْمِ
فَرِيضَةٌ
عَلَى كُلِّ
مُسْلِمٍ
أَلَا
وَإِنَّ
اللَّهَ تَعَالَى
يُحِبُّ
بُغَاةَ
الْعِلْمِ.
1- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle
dediğini rivayet etti: İlim talep etmek bütün Müslümanlara
farzdır. Doğrusu Allahu Teala ilim talep edenleri sever.
2- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عليه
السلام قَالَ:
طَلَبُ
الْعِلْمِ
فَرِيضَةٌ
عَلَى كُلِّ
حَالٍ.
2- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: İlim talep etmek her durumda
farzdır.
3- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
طَلَبُ الْعِلْمِ
فَرِيضَةٌ
عَلَى كُلِّ
مُسْلِمٍ.
3- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Emîr'ül Müminîn (Ali)
aleyhisselamdan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle
dediğini rivayet etti: İlim talep etmek her Müslümana farzdır.
4- عَنْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: طَلَبُ
الْعِلْمِ
فَرِيضَةٌ
مِنْ
فَرَائِضِ
اللهِ.
4- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dedi: İlim talep etmek Allahın farzlarından bir farzdır.
(Bu babda konuyla alakalı beş tane rivayet
vardı.)
6- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
إِنَّ
مُعَلِّمَ
الْخَيْرِ
يَسْتَغْفِرُ
لَهُ
دَوَابُّ
الْأَرْضِ
وَحِيتَانُ
الْبَحْرِ
وَكُلُّ ذِي
رُوحٍ فِي
الْهَوَاءِ
وَجَمِيعُ
أَهْلِ
السَّمَاءِ
وَالْأَرْضِ
وَإِنَّ الْعَالِمَ
وَالْمُتَعَلِّمَ
فِي
الْأَجْرِ سَوَاءٌ
يَأْتِيَانِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
كَفَرَسَيْ
رِهَانٍ
يَزْدَحِمَانِ.
6- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle
dediğini rivayet etti: Arzın hayvanları, denizin büyük
balıkları, havanın içindeki her ruhu olanlar ve bütün arz ve
sema ehli hayırlı öğretmen için bağışlanma
dilerler. Kıyametin günü alim ve öğrenci ecirleri eşit olarak
gelirler, tıpkı başa baş koşarak yarışan iki
at gibi.
7- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَنْ
أَبِيهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَنْ
سَلَكَ
طَرِيقاً
يَطْلُبُ
فِيهِ
عِلْماً
سَلَكَ اللَّهُ
تَعَالَى
بِهِ
طَرِيقاً
إِلَى الْجَنَّةِ
وَإِنَّ
الْمَلَائِكَةَ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
لَتَضَعُ
أَجْنِحَتَهَا
لِطَالِبِ
الْعِلْمِ
رِضاً بِهِ
وَإِنَّهُ
لَيَسْتَغْفِرُ
لِطَالِبِ
الْعِلْمِ مَنْ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَنْ فِي
الْأَرْضِ
حَتَّى
الْحُوتُ فِي
الْبَحْرِ
وَفَضْلُ
الْعَالِمِ
عَلَى
الْعَابِدِ
كَفَضْلِ الْقَمَرِ
عَلَى سَائِرِ
النُّجُومِ
لَيْلَةَ
الْبَدْرِ
وَإِنَّ
الْعُلَمَاءَ
لَوَرَثَةُ
الْأَنْبِيَاءِ
إِنَّ
الْأَنْبِيَاءَ
لَمْ
يُوَرِّثُوا
دِينَاراً
وَلَا
دِرْهَماً
إِنَّمَا وَرَّثُوا
الْعِلْمَ
فَمَنْ
أَخَذَ
مِنْهُ أَخَذَ
بِحَظٍّ
وَافِرٍ.
7- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam babasından aleyhisselam Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Kim ilim talep etmek
için bir yol izlerse Allahu Teala onun yolunu cennete kadar açar. Melekler
aleyhimusselam kanatlarını razı olarak ilim talep edenin yoluna
sererler. Semalarda ve arzda kim varsa hatta denizdeki büyük balık bile
ilim talep eden için istiğfar eder. Alimin abide olan üstünlüğü on
dördüncü gecedeki dolunayın diğer yıldızlara olan
üstünlüğü gibidir. Alimler nebilerin varisleridir, nebiler dinar ve dirhem
miras bırakmazlar aksine sadece ilim miras bırakırlar.
8- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
طَالِبُ
الْعِلْمِ
يَسْتَغْفِرُ
لَهُ كُلُّ
شَيْءٍ
وَالْحِيتَانُ
فِي
الْبِحَارِ
وَالطَّيْرُ
فِي جَوِّ
السَّمَاءِ.
8- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Her şey, denizlerdeki büyük balıklar ve semadaki
kuşlar ilim talep eden için bağışlanma dilerler.
9- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
جَمِيعَ
دَوَابِّ
الْأَرْضِ
لَتُصَلِّي
عَلَى
طَالِبِ الْعِلْمِ
حَتَّى
الْحِيتَانُ
فِي
الْبَحْرِ.
9- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle
dedi: Arzın bütün canlıları ve denizlerdeki büyük balıklar
ilim talep edene salat ederler.
10- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
مُعَلِّمَ
الْخَيْرِ
لَتَسْتَغْفِرُ
لَهُ دَوَابُّ
الْأَرْضِ
وَحِيتَانُ
الْبَحْرِ
وَكُلُّ
صَغِيرَةٍ
وَكُلُّ
كَبِيرَةٍ
فِي أَرْضِ اللَّهِ
وَسَمَائِهِ.
10- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselam şöyle dedi: Arzdaki canlılar, denizlerdeki büyük
balıklar ve Allahın semasında ve arzında büyük küçük her
şey hayırlı öğretmen için bağışlanma
dilerler.
11- عَنِ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
قَالَ:
أَوْحَى
اللَّهُ
إِلَيَّ
أَنَّهُ مَنْ
سَلَكَ
مَسْلَكاً
يَطْلُبُ
فِيهِ
الْعِلْمَ سَهَّلْتُ
لَهُ
طَرِيقاً
إِلَى الْجَنَّةِ.
11- Nebi sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Allah bana
vahyetti; Her kim ilim talebinde bir yola düşerse cennet yolu ona
kolaylaştırılır.
12- عَنْ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلاَمُ
قَالَ:
طَالِبُ
الْعِلْمِ
يُشَيِّعُهُ
سَبْعُونَ
أَلْفَ
مَلَكٍ مِنْ
مَفْرَقِ
السَّمَاءِ
يَقُولُونَ:
رَبِّ صَلِّ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَآلِ
مُحَمَّدٍ.
12- Ali aleyhisselam şöyle dedi: İlim
talep edene semanın ortasından gelen yetmiş bin melek eşlik
eder. Onlar derler ki: Rabbi salli ala Muhammedin ve Â-li Muhammed.
13- عَنْ أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
الْعَالِمُ
وَالْمُتَعَلِّمُ
شَرِيكَانِ
فِي الْأَجْرِ
لِلْعَالِمِ
أَجْرَانِ
وَلِلْمُتَعَلِّمِ
أَجْرٌ وَلَا
خَيْرَ فِي
مَا سِوَى ذَلِكَ.
13- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle
rivayet etti: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Alim ve
öğrenci mükafatta iki ortaktırlar. Alimin iki, öğrencinin ise
bir mükafatı vardır. Bu ikisinin dışındakinde
hayır yoktur.
14- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الَّذِي
تَعَلَّمَ
الْعِلْمَ
مِنْكُمْ
لَهُ مِثْلُ
أَجْرِ
الَّذِي
يُعَلِّمُهُ
وَلَهُ
الْفَضْلُ
عَلَيْهِ
تَعَلَّمُوا
الْعِلْمَ
مِنْ
حَمَلَةِ
الْعِلْمِ
وَعَلِّمُوهُ
إِخْوَانَكُمْ
كَمَا
عَلَّمَكُمُ
الْعُلَمَاءُ.
14- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle
dedi: Sizden ilim öğrenen kişinin mükafatı ilim öğreten
kişinin mükafatı gibidir. Öğretenin artı bir fazileti
vardır. İlmi, ilmin taşıyıcılarından
öğrenin. Alimlerin size öğrettiği gibi siz de
kardeşlerinize öğretin.
15- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيُّ
بْنُ أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ:
الْمُؤْمِنُ
الْعَالِمُ
أَعْظَمُ
أَجْراً مِنَ الصَّائِمِ
الْقَائِمِ
الْغَازِي
فِي سَبِيلِ
اللَّهِ
وَإِذَا
مَاتَ ثُلِمَ
فِي الْإِسْلَامِ
ثُلْمَةٌ لَا
يَسُدُّهَا
شَيْءٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ.
15- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Emîr'ül
Müminîn Ali ibni Ebu Talib aleyhisselatu vesselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Alim olan muminin mükafatı, Allahın
yolunda mücadeleye kalkmış oruçlu kimseden daha büyüktür. O
öldüğünde kıyametin gününe kadar telafi edilemeyen bir kayıp,
kapatılamayan bir boşluk oluşur.
16- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
مَنْ عَلَّمَ
خَيْراً
فَلَهُ مِثْلُ
أَجْرِ مَنْ
عَمِلَ بِهِ
قُلْتُ فَإِنْ
عَلَّمَهُ
غَيْرَهُ
يَجْرِي
ذَلِكَ لَهُ؟
قَالَ: إِنْ
عَلَّمَهُ
النَّاسَ
كُلَّهُمْ
جَرَى لَهُ
قُلْتُ:
فَإِنْ
مَاتَ؟ قَالَ:
وَإِنْ مَاتَ.
16- Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Her
kim bir hayır öğretirse ona hayra amel edenin mükafatı verilir.
Dedim ki: O öğrettiği kişi bir başkasına
öğretirse o zaman da mükafat alır mı? Dedi ki: Eğer o
öğrettiği kişi diğer insanların tamamına
öğretse dahi o öğreten ilk kişi her birinden aynı oranda
mükafat alır. Dedim ki: Bu ilk kişi ölürse mükafatı devam eder
mi? Dedi ki: Ölse de aynıdır.
17- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ إِنَّ
دَوَابَّ
الْأَرْضِ
لَتُصَلِّي
عَلَى
طَالِبِ
الْعِلْمِ
حَتَّى
الْحِيتَانُ فِي
الْمَاءِ.
17- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dedi: Arzın canlıları hatta sudaki büyük balıklar ilim
talep edene salat ederler.
18- عَنْ أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
مَنْ عَلَّمَ
خَيْراً
فَلَهُ
أَجْرُهُ
قُلْتُ:
فَإِنْ
عَلَّمَ
ذَلِكَ غَيْرَهُ؟
قَالَ:
يَجْرِي لَهُ
وَإِنْ
عَلَّمَهُ
النَّاسَ
كُلَّهُمْ
وَزَادَ
فِيهِ بَعْضُهُمْ
قُلْتُ:
وَإِنْ
مَاتَ؟ قَالَ:
وَإِنْ مَاتَ.
18- Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Her kim bir
hayır öğretirse ona hayra amel edenin mükafatı verilir. Dedim
ki: O öğrettiği kişi bir başkasına öğretirse o
zaman da mükafat alır mı? Dedi ki: Eğer o öğrettiği kişi
diğer insanların tamamına öğretse dahi o öğreten ilk
kişi her birinden aynı oranda mükafat alır. Dedim ki: Bu ilk
kişi ölürse mükafatı devam eder mi? Dedi ki: Ölse de
aynıdır.
19- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ
مَا مِنْ
عَبْدٍ
يَغْدُو فِي
طَلَبِ
الْعِلْمِ
وَيَرُوحُ
إِلَّا خَاضَ
الرَّحْمَةَ
خَوْضاً.
19- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle
dedi: Gecesini gündüzünü ilim talebinde geçiren kişi, Allahın
rahmetine dalmış olur.
20- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
الْعَالِمُ
وَالْمُتَعَلِّمُ
فِي الْأَجْرِ
سَوَاءٌ.
20- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Alim ve öğrenci mükafatta
aynı seviyededir.
21- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
يَجِيءُ
الرَّجُلُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
وَلَهُ مِنَ
الْحَسَنَاتِ
كَالسَّحَابِ
الرُّكَامِ
أَوْ
كَالْجِبَالِ
الرَّوَاسِي
فَيَقُولُ:
يَا رَبِّ
أَنَّى لِي
هَذَا وَلَمْ
أَعْمَلْهَا
فَيَقُولُ:
هَذَا
عِلْمُكَ
الَّذِي عَلَّمْتَهُ
النَّاسَ
يُعْمَلُ
بِهِ مِنْ بَعْدِكَ.
21- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselatu vesselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Bir kişi kıyamet günü birbiri üzerine yığılmış bulutlar ve semaya yükselmiş büyük dağlar kadar iyilikle gelir ve der ki: Ey Rabbim! Bütün bunlar nereden geldi? Oysa ben bu ameli etmemiştim. Rab der ki: Bunlar senin insanlara öğrettiğin ilmindir. Senden sonra bunlara amel edildi.
(Bu babda konuyla alakalı on
altı tane rivayet vardı.)
22- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
قَالَ: أَبَى
اللَّهُ أَنْ
يُجْرِيَ
الْأَشْيَاءَ
إِلَّا
بِالْأَسْبَابِ
فَجَعَلَ
لِكُلِّ
سَبَبٍ
شَرْحاً
وَجَعَلَ
لِكُلِّ
شَرْحٍ عِلْماً
وَجَعَلَ
لِكُلِّ
عِلْمٍ
بَاباً
نَاطِقاً
عَرَفَهُ
مَنْ عَرَفَهُ
وَجَهِلَهُ
مَنْ
جَهِلَهُ
ذَلِكَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَنَحْنُ.
22- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allahu Teala
sebepsiz iş yapmaktan şiddetle imtina eder. Her bir sebep için
şerh, her şerh için ilim, her ilim için konuşan bir kapı
karar kılmıştır. Onu tanıyan, Onu (Allahı)
tanımış, Ona cahil olan da Ona (Allaha) cahil olmuştur.
O, (tanınması gereken kapı) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi ve biziz.
23- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: أَبَى
اللَّهُ أَنْ
يُجْرِيَ الْأَشْيَاءَ
إِلَّا
بِالْأَسْبَابِ
فَجَعَلَ
لِكُلِّ شَيْءٍ
سَبَباً
وَجَعَلَ
لِكُلِّ
سَبَبٍ شَرْحاً
وَجَعَلَ
لِكُلِّ
شَرْحِ
مِفْتَاحاً
وَجَعَلَ
لِكُلِّ
مِفْتَاحٍ
عِلْماً وَجَعَلَ
لِكُلِّ
عِلْمٍ
بَاباً
نَاطِقاً مَنْ
عَرَفَهُ
عَرَفَ
اللَّهَ
وَمَنْ
أَنْكَرَهُ
أَنْكَرَ
اللَّهَ
ذَلِكَ
رَسُولُ اللَّهِ
وَنَحْنُ.
23- Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allahu Teala işleri
sebepsiz yapmaktan şiddetle imtina eder. Her şey için bir sebep, her
sebep için bir şerh, her şerh için bir anahtar, her anahtar için bir
ilim, her ilim içinse konuşan bir kapı karar
kılmıştır. Onu tanıyan Allahı tanır, Onu
inkâr eden Allahı inkâr eder. O, (tanınması gereken kapı)
Rasûlullah ve biziz.
24- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ لَمْ
يَدَعْ
شَيْئاً يَحْتَاجُ
إِلَيْهِ
الْأُمَّةُ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
إِلَّا
أَنْزَلَهُ
فِي كِتَابِهِ
وَبَيَّنَهُ
لِرَسُولِهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَجَعَلَ
لِكُلِّ شَيْءٍ
حَدّاً
وَجَعَلَ
عَلَيْهِ
دَلِيلًا يَدُلُّ
عَلَيْهِ.
24- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Allahu Teala
kıyametin günene kadar ümmetin ihtiyacı olan her şeyi
kitabında nazil etmiş ve Resulüne de sallallahu aleyhi ve alihi
beyan edip açıklamıştır. Her şey için bir
sınır ve ölçü koymuştur. Ve ona yönlendiren bir delil karar
kılmıştır.
(Bu babda konuyla alakalı dört
tane rivayet vardı.)
26- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
عَالِمٌ
يُنْتَفَعُ
بِعِلْمِهِ
أَفْضَلُ
مِنْ
عِبَادَةِ
سَبْعِينَ
أَلْفَ
عَابِدٍ.
26- Ebu
Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: İlmiyle
faydalanılan alim, yetmiş bin abidin ibadetinden daha üstündür.
27- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَنْ
أَبِيهِ عَلَيْهِمَا الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
فَضْلُ الْعَالِمِ
عَلَى
الْعَابِدِ
كَفَضْلِ
الْقَمَرِ
عَلَى
سَائِرِ
النُّجُومِ
لَيْلَةَ الْبَدْرِ.
27- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) babasından aleyhimasselatu vesselam Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Alimin abide olan
üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara olan
üstünlüğü gibidir.
28- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
فَضْلُ
الْعَالِمِ
أَحَبُّ
إِلَيَّ مِنْ
فَضْلِ
الْعِبَادَةِ.
28- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam babasından, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin şöyle dediğini rivayet etti: İlmin fazileti bana
ibadetin faziletinden daha sevgilidir.
29- عَنْ
جَعْفَرِ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ:
يَأْتِي
صَاحِبُ
الْعِلْمِ
قُدَّامَ
الْعَابِدِ
بِرَبْوَةٍ
مَسِيرَةَ
خَمْسِمِائَةِ
عَامٍ.
29-
Cafer ibni Muhammed (Sadık) aleyhisselam şöyle dedi: İlim sahibi
yüksekliği beş yüz sene olan bir mesafede abidin önünde gelir.
30- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
مُتَفَقِّهٌ
فِي الدِّينِ
أَشَدُّ
عَلَى الشَّيْطَانِ
مِنْ
عِبَادَةِ
أَلْفِ عَابِدٍ.
30-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Dinde derin
kavrayış sahibi, Şeytana bin abidin ibadetinden daha
şiddetlidir.
31- عَنْ
مُعَاوِيَةَ
بْنِ
عَمَّارٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
رَجُلٌ
رَاوِيَةٌ
لِحَدِيثِكُمْ
يَبُثُّ
ذَلِكَ إِلَى
النَّاسِ
وَيُسَدِّدُهُ
فِي قُلُوبِ
شِيعَتِكُمْ
وَلَعَلَّ
عَابِداً
مِنْ
شِيعَتِكُمْ
لَيْسَتْ
لَهُ هَذِهِ الرِّوَايَةُ
أَيُّهُمَا
أَفْضَلُ؟
قَالَ:
الرَّاوِيَةُ
لِحَدِيثِنَا
يَبُثُّ فِي النَّاسِ
وَيُسَدِّدُهُ
فِي قُلُوبَ
شِيعَتِنَا
أَفْضَلُ
مِنْ أَلْفِ
عَابِدٍ.
31- Muaviye ibni Ammar şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Bir adam sizin
hadislerinizi çokça rivayet ediyor, onu insanlara yayıyor ve
Şialarınızın kalplerinde onun güçlenmesini
sağlıyor. Şilarınızdan bir abid var, bu kadar çok
rivayet etmiyor. O ikisinden hangisi daha üstündür? Dedi ki: Bizim
hadislerimizi çokça rivayet eden, insanlara yayan ve
Şialarımızın kalplerinde güçlenmesini sağlayan, bin
abidden daha üstündür.
32- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِذَا
كَانَ يَوْمُ
الْقِيَامَةِ
بَعَثَ اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَّ
الْعَالِمَ
وَالْعَابِدَ
فَإِذَا
وَقَفَا
بَيْنَ
يَدَيِ
اللَّهِ
قَالَ لِلْعَابِدِ:
انْطَلِقْ
إِلَى
الْجَنَّةِ
وَقِيلَ
لِلْعَالِمِ:
قِفْ
فَاشْفَعْ
لِلنَّاسِ
بِحُسْنِ
تَأْدِيبِكَ
لَهُمْ.
32- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Kıyametin günü olduğunda Allah Azze ve Celle alimle
abidi gönderir. Allahın önünde durduklarında Allah abide der ki:
Cennete doğru koş! Ve alime denir ki: Dur! Güzel edebinle insanlara
şefaat et.
33- عَنْ
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ أَبِيهِ
أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ: إِنَّ
فَضْلَ
الْعَالِمِ
عَلَى
الْعَابِدِ
كَفَضْلِ
الشَّمْسِ
عَلَى
الْكَوَاكِبِ
وَفَضْلَ
الْعَابِدِ
عَلَى غَيْرِ
الْعَابِدِ
كَفَضْلِ
الْقَمَرِ
عَلَى
الْكَوَاكِبِ.
33- Cafer (Sadık) aleyhisselam babasından
Nebi sallallahu aleyhi ve alihi ve sellemin şöyle dediğini rivayet
etti: Muhakkak ki alimin abide olan üstünlüğü, Güneşin diğer
gezegenlere olan üstünlüğü gibidir. Ve abidin abid olmayanlara olan
üstünlüğü ise Ayın diğer gezegenlere olan üstünlüğü
gibidir.
34- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
رَكْعَةٌ
يُصَلِّيهَا
الفَقِيهُ أَفْضَلُ
مِنْ
سَبْعِينَ
أَلْفَ
رَكْعَةٍ يُصَلِّيهَا
الْعَابِدُ.
34- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Fakihin kıldığı bir rekat salat, abidin
kıldığı yetmiş bin rekat salattan üstündür.
35- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
عَالِمٌ
أَفْضَلُ
مِنْ أَلْفِ
عَابِدٍ وَمِنْ
أَلْفِ
زَاهِدٍ
وَقَالَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
عَالِمٌ
يُنْتَفَعُ
بِعِلْمِهِ
أَفْضَلُ
مِنْ
عِبَادَةِ
سَبْعِينَ
أَلْفَ عَابِدٍ.
35- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Alim bin abidden ve bin zahitten üstündür. Aleyhisselam dedi
ki: İlminden faydalanılan alim, yetmiş bin abidin ibadetinden
üstündür.
36- عَنْ
مُعَاوِيَةَ
بْنِ وَهْبٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ رَجُلَيْنِ
أَحَدُهُمَا
فَقِيهٌ
رَاوِيَةٌ لِلْحَدِيثِ
وَالْآخَرُ
عَابِدٌ
لَيْسَ لَهُ
مِثْلُ
رِوَايَتِهِ
فَقَالَ:
الرَّاوِيَةُ
لِلْحَدِيثِ
الْمُتَفَقِّهُ
فِي الدِّينِ
أَفْضَلُ
مِنْ أَلْفِ
عَابِدٍ لَا
فِقْهَ لَهُ
وَلَا رِوَايَةَ.
36- İbni Veheb şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: İki adam var.
Onlardan birisi fakihtir ve çokça hadis rivayet ediyor. Ve diğeri abid ama
onun gibi çok rivayet etmiyor. Dedi ki: Çokça hadis rivayet eden ve dinde derin
düşünen, çokça hadis rivayet etmeyen ve dinde derin düşünmeyen bin
abidden daha üstündür.
(Bu babda konuyla alakalı on bir
tane rivayet vardı.)
37- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
يَغْدُو
النَّاسُ
عَلَى
ثَلَاثَةِ
صُنُوفٍ:
عَالِمٍ
وَمُتَعَلِّمٍ
وَغُثَاءٍ
فَنَحْنُ
الْعُلَمَاءُ
وَشِيعَتُنَا
الْمُتَعَلِّمُونَ
وَسَائِرُ
النَّاسِ
غُثَاءٌ.
37- Ebu Abdullah (Caferi Sadık) aleyhisselam
şöyle dedi: İnsanlar üç gruba ayrılır: Alimler,
öğrenciler ve sel sularının üstünde sürüklenen çer çöpler. Biz alimleriz,
Şialarımız öğrencilerdir ve geri kalan insanlarda çer çöp.
38- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
النَّاسَ
رَجُلَانِ
عَالِمٌ
وَمُتَعَلِّمٌ
وَسَائِرُ
النَّاسِ
غُثَاءٌ فَنَحْنُ
الْعُلَمَاءُ
وَشِيعَتُنَا
الْمُتَعَلِّمُونَ
وَسَائِرُ
النَّاسِ
غُثَاءٌ.
38-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
insanlar iki kısımdır: Alim ve öğrenci. Geri kalan insanlar
ise sel sularının üstünde sürüklenen çer çöplerdir. Biz alimleriz,
Şialarımız öğrencilerdir ve geri kalan insanlar da sel
suları üzerinde sürüklenen çer çöptür.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
42- عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ
سُلَيْمَانَ
قَالَ:
سَمِعْتُ أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَعِنْدَهُ
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ
الْبَصْرَةِ
يُقَالُ لَهُ
عُثْمَانُ
الْأَعْمَى
وَهُوَ يَقُولُ:
إِنَّ
الْحَسَنَ
الْبَصْرِيَّ
يَزْعُمُ
أَنَّ
الَّذِينَ
يَكْتُمُونَ
الْعِلْمَ
يُؤْذِي
رِيحُ
بُطُونِهِمْ
أَهْلَ النَّارِ
فَقَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
فَهَلَكَ إِذاً
مُؤْمِنُ آلِ
فِرْعَوْنَ
وَمَا زَالَ الْعِلْمُ
مَكْتُوماً
مُنْذُ
بَعَثَ اللَّهُ
نُوحاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلْيَذْهَبِ
الْحَسَنُ
يَمِيناً
وَشِمَالًا
فَوَ اللَّهِ
مَا يُوجَدُ
الْعِلْمُ
إِلَّا هَاهُنَا.
42- Abdullah ibni Süleyman Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti:
Yanında Basralı Kör Osman adında bir adam vardı, dedi ki:
Hasan Basri iddia ediyor ki o ilmini gizleyenlerin karınlarının
pis kokusu cehennem ehline eziyet edecek. Ebu Cafer aleyhisselam dedi ki: Â-li
Firavundan olan mumin şahıs helak oldu öyleyse? Allahın Nuh
aleyhisselamı göndermesinden beri ilim gizlilikten çıkmadı.
Hasan sağa gitsin veya sola gitsin, vallahi burası hariç hiçbir yerde
ilim yoktur.
44- عَنْ أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ
شَهَادَةِ
وَلَدِ
الزِّنَاءِ
تَجُوزُ؟
قَالَ: لَا
فَقُلْتُ:
إِنَّ
الْحَكَمَ
بْنَ
عُتَيْبَةَ
يَزْعُمُ
أَنَّهَا
تَجُوزُ!
فَقَالَ:
اللَّهُمَّ
لَا تَغْفِرْ
لَهُ ذَنْبَهُ
مَا قَالَ
اللَّهُ لِلْحَكَم:ِ
(إِنَّهُ
لَذِكْرٌ
لَكَ
وَلِقَوْمِكَ
وَسَوْفَ
تُسْئَلُونَ) فَلْيَذْهَبِ
الْحَكَمُ
يَمِيناً
وَشِمَالًا
فَوَ اللَّهِ
لَا يُوجَدُ
الْعِلْمُ إِلَّا
مِنْ أَهْلِ
بَيْتٍ
نَزَلَ
عَلَيْهِمْ
جَبْرَئِيلُ.
44- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: Veledi zinanın
şehadeti caiz midir? Dedi ki: Hayır. Dedim ki: Hakem ibni Uteybe
veledi zinanın şehadetinin caiz olduğunu iddia ediyor! Dedi ki:
Allahım onun günahını bağışlama. (O senin ve
kavmin için bir zikirdir ve ileride sorulacaksınız. Zuhruf 44)
Allah bu ayeti Hakeme indirmedi. Hakem sağa gitsin sola gitsin, vallahi
Ehli Beytten kendilerine Cebrailin nazil oldukları
dışında başka bir yerde ilim yoktur.
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
48- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْعُلَمَاءَ
وَرَثَةُ
الْأَنْبِيَاءِ
وَذَلِكَ
أَنَّ
الْأَنْبِيَاءَ
لَمْ يُوَرِّثُوا
دِرْهَماً
وَلَا
دِينَاراً وَإِنَّمَا
وَرَّثُوا
أَحَادِيثَ
مِنْ أَحَادِيثِهِمْ
فَمَنْ
أَخَذَ
شَيْئاً
مِنْهَا
فَقَدْ أَخَذَ
حَظّاً
وَافِراً
فَانْظُرُوا
عِلْمَكُمْ
هَذَا
عَمَّنْ
تَأْخُذُونَهُ
فَإِنَّ فِينَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
فِي كُلِّ
خَلَفٍ عُدُولًا
يَنْفُونَ
عَنْهُ
تَحْرِيفَ
الْغَالِينَ
وَانْتِحَالَ
الْمُبْطِلِينَ
وَتَأْوِيلَ
الْجَاهِلِينَ.
48-
Ebu Abdullah (Caferi Sadık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
alimler nebilerin varisleridir. Nebiler dirhem ve dinar miras bırakmazlar.
Sadece kendi hadislerinden hadisler bırakırlar. Kim o hadislerden bir
şey alırsa çok büyük bir pay almıştır. İlminizi
kimden aldığınıza bakın. Her halefin döneminde Biz
Ehli Beytten adil olan birileri vardır. Aşırıların
tahriflerini, bozguncuların intihallerini ve cahillerin tevillerini saf
ilimden temizlerler.
49- عَنْ
جَعْفَرٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ: مَا
وَجَدْتُمْ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ
فَالْعَمَلُ
بِهِ لَازِمٌ
لَا عُذْرَ
لَكُمْ فِي تَرْكِهِ
وَمَا لَمْ
يَكُنْ فِي
كِتَابِ اللَّهِ
وَكَانَتْ
فِيهِ
سُنَّةٌ
مِنِّي فَلَا
عُذْرَ
لَكُمْ فِي
تَرْكِ سُنَّتِي
وَمَا لَمْ
يَكُنْ فِيهِ
سُنَّةٌ مِنِّي
فَمَا قَالَ
أَصْحَابِي
فَخُذُوهُ فَإِنَّمَا
مَثَلُ
أَصْحَابِي
فِيكُمْ كَمَثَلِ
النُّجُومِ
فَبِأَيِّهَا
أُخِذَ اهْتُدِيَ
وَبِأَيِّ
أَقَاوِيلِ
أَصْحَابِي
أَخَذْتُمْ
اهْتَدَيْتُمْ
وَاخْتِلَافُ
أَصْحَابِي
لَكُمْ رَحْمَةٌ
قِيلَ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ وَمَنْ
أَصْحَابُكَ؟
قَالَ: أَهْلُ
بَيْتِي.
49- Cafer (Sadık) babasından aleyhimasselam
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti:
Allahın kitabında ne bulursanız ona amel etmek zorunludur. Onu
terk etmekteki özrünüz kabul edilmez. Ve Allahın kitabında olmayan
şeylerde benden bir sünnet vardır ve sünnetimi terk etmekteki özrünüz
kabul edilmez. Ve benden bir sünnet olmayan şeylerde ashabım ne derse
onu alın. Gerçekten de ashabımın sizin aranızdaki misali
yıldızların misali gibidir, hangisine uyulsa hidayet olunur. Ve
ashabımın hangi sözlerini alırsanız hidayet olursunuz ve
ashabımın ihtilafı () sizin için bir rahmettir. Denildi ki: Ya Rasûlullah!
Ashabın kimdir? Dedi ki: Ehli Beytimdir.
51- عَنْ
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ عَلِيٍّ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
قِرَاءَةُ
الْقُرْآنِ
فِي
الصَّلَاةِ
أَفْضَلُ
مِنْ قِرَاءَةِ
الْقُرْآنِ
فِي غَيْرِ
الصَّلَاةِ وَذِكْرُ
اللَّهِ
أَفْضَلُ
مِنَ
الصَّدَقَةِ
وَالصَّدَقَةُ
أَفْضَلُ
مِنَ الصَّوْمِ
وَالصَّوْمُ
جُنَّةٌ
ثُمَّ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: لَا
قَوْلَ إِلَّا
بِعَمَلٍ
وَلَا قَوْلَ
وَلَا عَمَلَ
إِلَّا
بِنِيَّةٍ
وَلَا عَمَلَ
وَلَا
نِيَّةَ إِلَّا
بِإِصَابَةِ
السُّنَّةِ.
51- Cafer (Sadık) aleyhisselam babasından, o
Ali aleyhisselamdan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle
dediğini rivayet etti: Salatta Kuran okumak, salatın
dışında Kuran okumaktan üstündür. Allahın zikri sadakadan
üstündür ve sadaka oruçtan üstündür ve oruç korunmadır. Sonra Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Amelsiz sözün bir değeri yoktur.
Niyetsiz sözün ve amelin bir değeri yoktur. Sünnette delili olmayan amelin
ve niyetin bir değeri yoktur.
(Bu babda konuyla alakalı dört
tane rivayet vardı.)
53- عَنِ ابْنِ
هَرَاسَةَ
الشَّيْبَانِيِّ
عَنْ شَيْخٍ
مِنْ أَهْلِ
الْكُوفَةِ
قَالَ:
رَأَيْتُ
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِمِنًى
فَقَالَ:
مِمَّنِ الرَّجُلِ؟
فَقُلْتُ:
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ الْعِرَاقِ
فَقَالَ لِي:
يَا أَخَا
أَهْلِ الْعِرَاقِ
أَمَا لَوْ
كُنْتُ
عِنْدَنَا
بِالْمَدِينَةِ
لَأَرَيْنَاكَ
مَوَاطِنَ
جَبْرَئِيلَ
مِنْ
دُوَيْرِنَا
اسْتَقَانَا
النَّاسُ الْعِلْمَ
فَتَرَاهُمْ
عَلِمُوا
وَجَهِلْنَا؟!
53- İbni Hurase Şeybani
Kufeli birinden şöyle rivayet etti: Minada Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin)
aleyhisselamı gördüm. Dedi ki: Sen kimlerdensin? Dedim ki: Ben
Iraklıyım. Bana dedi ki: Ya Iraklı kardeş! Eğer
Medinede yanımızda olsaydın sana Cebrailin evlerimizde
durduğu yerleri gösterirdik. İnsanlar ilim susuzluğunu bizden
talep eder. Onları görüyorsun ki onlar öğrendiler, biz cahil olduk!
54- عَنْ حْيَى بْنُ
عَبْدِ
اللَّهِ
أَبِي
الْحَسَنِ
صَاحِبُ
الدَّيْلَمِ
قَالَ:
سَمِعْتُ جَعْفَرَ
بْنَ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ
وَعِنْدَهُ
نَاسٌ مِنْ
أَهْلِ
الْكُوفَةِ: عَجَباً
لِلنَّاسِ يَقُولُونَ
إِنَّهُمْ
أَخَذُوا
عِلْمَهُمْ
كُلَّهُ عَنْ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَعَلِمُوا
بِهِ
وَاهْتَدَوْا
وَبَرُّوا
وَإنَّا
أَهْلَ
بَيْتِهِ
وَذُرِّيَّتَهُ
لَمْ
نَأْخُذْ
عِلْمَهُ
وَنَحْنُ
أَهْلُ
بَيْتِهِ
وَذُرِّيَّتُهُ
فِي مَنَازِلِنَا
نَزَلَ الْوَحْيُ
وَمِنْ
عِنْدِنَا
خَرَجَ
الْعِلْمُ
إِلَيْهِمْ
أَ
فَيَرَوْنَ
أَنَّهُمْ عَلِمُوا
وَاهْتَدَوْا
وَجَهِلْنَا
نَحْنُ وَضَلَلْنَا؟!
إِنَّ هَذَا
لَمُحَالٌ.
54- Yahya ibni Abdullah Cafer ibni Muhammed (Sadık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: -Yanında
Kufenin ehlinden insanlar vardı-. İnsanlar ne acaip! Diyorlar ki
onlar ilimlerinin hepsini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiden
aldılar. Onu öğrendiler ve hidayet oldular, itaat ettiler. Biz Ehli
Beyti ve zurriyeti onun ilmini almadık. Biz onun Ehli Beytiyiz ve
zurriyetiyiz.Vahiy bizim evimize indi ve ilim onlara bizden çıktı.
Zannediyorlar ki onlar öğrendiler, hidayet oldular; biz cahil kaldık
ve sapıttık! Bu kesinlikle muhaldir.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
55- عَنْ
زُرَارَةَ
قَالَ:
كُنْتُ
قَاعِداً
عِنْدَ أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ
الْكُوفَةِ
يَسْأَلُهُ
عَنْ قَوْلِ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
(سَلُونِي عَمَّا
شِئْتُمْ
وَلَا
تَسْأَلُونِي
عَنْ شَيْءٍ
إِلَّا
أَنْبَأْتُكُمْ
بِهِ)
فَقَالَ:
إِنَّهُ
لَيْسَ أَحَدٌ
عِنْدَهُ
عِلْمٌ
إِلَّا
خَرَجَ مِنْ
عِنْدِ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلْيَذْهَبِ
النَّاسُ
حَيْثُ شَاءُوا
فَوَ اللَّهِ
لَيَأْتِيهِمُ
الْأَمْرُ
مِنْ
هَاهُنَا
وَأَشَارَ
بِيَدِهِ
إِلَى
الْمَدِينَةِ.
55-
Zurare
şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın
yanında oturuyordum. Kufenin ehlinden biri Emîr'ül Müminîn (Ali)
aleyhisselamın İstediğiniz şeyi bana sorun.
Soracağınız birşey yoktur ki onun hakkında size haber
vermeyecek olayım sözünü sordu. Dedi ki: Kimin yanında bir ilim
varsa o mutlaka Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın yanından
çıkmıştır. İnsanlar istedikleri yere gitsinler,
vallahi emir onlara buradan gelir. Ve eliyle Medineyi işaret etti.
(Bu babda konuyla alakalı bir tane
rivayet vardı.)
56- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ مَنْ
أَضَلُّ
مِمَّنِ
اتَّبَعَ
هَواهُ بِغَيْرِ
هُدىً مِنَ
اللَّهِ) يَعْنِي:
مَنْ
يَتَّخِذُ
دِينَهُ
رَأْيَهُ
بِغَيْرِ
هُدَى
أَئِمَّةٍ
مِنْ
أَئِمَّةِ
الْهُدَى.
56-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin (Allahtan
bir hidayet olmadan hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Kasas 50) ayeti
hakkında şöyle dedi:
Hidayetin imamlarından olan bir imamın dışında, kendi
görüşünü din edineni kastediyor.
60- عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ عَزَّ
وَجَلَ: (وَ
مَنْ أَضَلُّ
مِمَّنِ
اتَّبَعَ
هَواهُ
بِغَيْرِ
هُدىً مِنَ
اللَّهِ) يَعْنِي:
اتَّخَذَ
دِينَهُ
هَوَاهُ
بِغَيْرِ
هُدًى مِنْ
أَئِمَّةِ
الْهُدَى.
60-
Ebul Hasan (Rıza) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin (Allahtan bir
hidayet olmadan hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Kasas 50)
ayeti hakkında şöyle dedi: Hidayetin imamlarından olan bir
hidayet dışında, kendi hevasını din edineni
kastediyor.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz
tane rivayet vardı.)
65- عَنْ أَبِي
الْحَجَّاجِ
قَالَ: قَالَ
لِي أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا أَبَا
الْحَجَّاجِ!
إِنَّ
اللَّهَ خَلَقَ
مُحَمَّداً
وَآلَ
مُحَمَّدٍ
مِنْ طِينَةِ
عِلِّيِّينَ
وَخَلَقَ
قُلُوبَهُمْ
مِنْ طِينَةِ
فَوْقِ
ذَلِكَ
وَخَلَقَ شِيعَتَنَا
مِنْ طِينَةٍ
دُونَ عِلِّيِّينَ
وَخَلَقَ
قُلُوبَهُمْ
مِنْ طِينَةِ
عِلِّيِّينَ
فَقُلُوبُ
شِيعَتِنَا
مِنْ
أَبْدَانِ
آلِ
مُحَمَّدٍ
وَإِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
عَدُوَّ آلِ
مُحَمَّدٍ
مِنْ طِينِ
سِجِّينٍ
وَخَلَقَ
قُلُوبَهُمْ
مِنْ طِينٍ
أَخْبَثَ
مِنْ ذَلِكَ
وَخَلَقَ
شِيعَتَهُمْ
مِنْ طِينٍ دُونَ
طِينِ
سِجِّينٍ
وَخَلَقَ
قُلُوبَهُمْ
مِنْ طِينِ
سِجِّينٍ
فَقُلُوبُهُمْ
مِنْ أَبْدَانِ
أُولَئِكَ
وَكُلُّ
قَلْبٍ يَحِنُّ
إِلَى
بَدَنِهِ.
65- Ebul Haccac Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Ebul Haccac!
Muhakkak ki Allah Muhammed ve Â-li Muhammedi İlliyyin çamurundan
yarattı, kalplerini ise İlliyyinin daha üstündeki bir çamurdan
yarattı. Şialarımızı İlliyyinin
aşağısındaki bir çamurdan yarattı, kalplerini ise
İlliyyinden yarattı. Şialarımızın kalpleri Â-li
Muhammedin bedenlerindendir. Muhakkak ki Allah Â-li Muhammedin
düşmanlarını Siccin çamurundan yarattı, kalplerini ise
Siccinden daha habis bir çamurdan yarattı. Onların
Şialarını Siccinin aşağısındaki bir çamurdan
yarattı, kalplerini ise Siccinden yarattı. Onların kalpleri de
onların bedenlerindendir. Ve her kalp kendi bedenine özlem duyar.
66- عَنْ أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ: سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
يَقُولُ:
إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَنَا
مِنْ أَعْلَى
عِلِّيِّينَ
وَخَلَقَ
قُلُوبَ شِيعَتِنَا
مِمَّا
خَلَقَنَا
مِنْهُ
وَخَلَقَ
أَبْدَانَهُمْ
مِنْ دُونِ
ذَلِكَ
فَقُلُوبُهُمْ
تَهْوِي
إِلَيْنَا
لِأَنَّهَا
خُلِقَتْ
مِمَّا
خُلِقْنَا
مِنْهُ ثُمَّ
تَلَا هَذِهِ
الْآيَةَ: (كَلَّا
إِنَّ كِتابَ
الْأَبْرارِ
لَفِي عِلِّيِّينَ
وَما
أَدْراكَ ما
عِلِّيُّونَ
كِتابٌ
مَرْقُومٌ
يَشْهَدُهُ
الْمُقَرَّبُونَ)
وَخَلَقَ
عَدُوَّنَا
مِنْ
سِجِّينٍ
وَخَلَقَ
قُلُوبَ
شِيعَتِهِمْ
مِمَّا
خَلَقَهُمْ
مِنْهُ
وَأَبْدَانَهُمْ
مِنْ دُونِ
ذَلِكَ
فَقُلُوبُهُمْ
تَهْوِي
إِلَيْهِمْ
لِأَنَّهَا
خُلِقَتْ
مِمَّا
خُلِقُوا
مِنْهُ ثُمَّ
تَلَا هَذِهِ
الْآيَةَ: (كَلَّا
إِنَّ كِتابَ
الفُجَّارِ
لَفِي سِجِّينٍ
وَما
أَدْراكَ ما
سِجِّينٌ
كِتابٌ مَرْقُومٌ).
66- Ebu Hamza Sumali Ebu
Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle dediğini
rivayet etti: Muhakkak ki Allah bizi İlliyyinin en üstünden yarattı
ve Şialarımızın kalplerini de bizi neden yarattıysa
ondan yarattı ama bedenlerini onun aşağısından
yarattı. Kalpleri bize yönelir. Çünkü neden yaratıldıysak ondan
yaratıldılar. Sonra şu ayeti okudu: (Asla, şüphe yok ki
hayırlıların kitabı, İlliyyindedir. Sana kim bildirdi
İlliyyinin ne olduğunu? O yazılmış bir kitaptır,
yakın olanlar ona şehadet eder. Mutaffifin 18-21)
Düşmanlarımızı Siccinden yarattı ve onların
Şialarının kalplerini onları neden yarattıysa ondan
yarattı ama bedenlerini onun aşağısından yarattı.
Kalpleri onlara yönelir çünkü onlar neden yaratıldıysa onlar da ondan
yaratıldılar. Sonra şu ayeti okudu: (Asla, şüphe yok ki
facirlerin kitabı siccindedir. Sana kim bildirdi Siccinin ne
olduğunu? O yazılmış bir kitaptır. Mutaffifin 7-9)
67- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
إِنَّا
وَشِيعَتَنَا
خُلِقْنَا
مِنْ طِينَةٍ
وَاحِدَةٍ
وَخُلِقَ
عَدُوُّنَا
مِنْ طِينَةِ
خَبَالٍ مِنْ
حَمَإٍ
مَسْنُونٍ.
67- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Biz ve Şialarımız bir çamurdan yaratıldık.
Düşmanlarımız ise bozulmuş kokuşmuş kara çamurdan
yaratıldı.
68- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
تَعَالَى
خَلَقَ
النَّبِيِّينَ
مِنْ طِينَةِ
عِلِّيِّينَ
قُلُوبَهُمْ
وَأَبْدَانَهُمْ
وَخَلَقَ
قُلُوبَ الْمُؤْمِنِينَ
مِنْ تِلْكَ
الطِّينَةِ
وَخَلَقَ أَبْدَانَ
الْمُؤْمِنِينَ
مِنْ دُونِ
ذَلِكَ وَخَلَقَ
الْكُفَّارَ
مِنْ طِينَةِ
سِجِّينٍ
قُلُوبَهُمْ
وَأَبْدَانَهُمْ
فَخَلَطَ
بَيْنَ
الطِّينَتَيْنِ
فَمِنْ هَذَا
يَلِدُ
الْمُؤْمِنُ
الْكَافِرَ
وَيَلِدُ الْكَافِرُ
الْمُؤْمِنَ
وَمِنْ
هَاهُنَا
يُصِيبُ
الْمُؤْمِنُ
السَّيِّئَةَ
وَمِنْ
هَاهُنَا
يُصِيبُ
الْكَافِرُ
الْحَسَنَةَ
فَقُلُوبُ
الْمُؤْمِنِينَ
تَحِنُّ
إِلَى مَا
خُلِقُوا
مِنْهُ وَقُلُوبُ
الْكَافِرِينَ
تَحِنُّ
إِلَى مَا خُلِقُوا
مِنْهُ.
68- Ali ibni Huseyn (Zeynul
Âbidin) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Allahu Teala nebilerin hem
kalplerini hem bedenlerini İlliyyin çamurundan yarattı. Muminlerin
kalplerini de aynı çamurdan yarattı ama bedenlerini onun
aşağısından yarattı. Kafirlerin kalplerini ve
bedenlerini de Siccin çamurundan yarattı ve sonra bu iki çamurun
arasını karıştırdı. Bu yüzden muminden kafir
doğar, kafirden mumin doğar. İşte bu yüzden mumin
kötülüğe düçar olur ve yine bu yüzden kafir iyilik yapar. Muminlerin
kalpleri yaratıldıkları şeye meyleder, kafirlerin kalpleri
de yaratıldıkları şeye meyleder.
69- عَنْ
جَابِرٍ
الْجُعْفِيِّ
قَالَ: كُنْتُ
مَعَ
مُحَمَّدِ
بْنِ عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: يَا
جَابِرُ! خُلِقْنَا
نَحْنُ
وَمُحِبِّينَا
مِنْ طِينَةٍ
وَاحِدَةٍ
بَيْضَاءَ
نَقِيَّةٍ
مِنْ أَعْلَى
عِلِّيِّينَ
فَخُلِقْنَا
نَحْنُ مِنْ
أَعْلَاهَا
وَخُلِقَ
مُحِبُّونَا
مِنْ
دُونِهَا
فَإِذَا كَانَ
يَوْمُ
الْقِيَامَةِ
الْتَفَّتِ
الْعُلْيَا
بِالسُّفْلَى
وَإِذَا
كَانَ يَوْمُ
الْقِيَامَةِ
ضَرَبْنَا
بِأَيْدِينَا
إِلَى
حُجْزَةِ
نَبِيِّنَا
وَضَرَبَ
أَشْيَاعُنَا
بِأَيْدِيهِمْ
إِلَى
حُجْزَتِنَا
فَأَيْنَ
تَرَى
يُصَيِّرُ
اللَّهُ
نَبِيَّهُ
وَذُرِّيَّتَهُ؟
وَأَيْنَ
تَرَى
يُصَيِّرُ
ذُرِّيَّتُهُ
مُحِبِّيهَا؟
فَضَرَبَ
جَابِرٌ
يَدَهُ عَلَى يَدِهِ
فَقَالَ:
دَخَلْنَاهَا
وَرَبِّ الْكَعْبَةِ
ثَلَاثاً.
69- Cabir El-Cufi şöyle
rivayet etti: Muhammed ibni Ali (Bâkır) aleyhisselam ile beraberdim bana
dedi ki: Ya Cabir! Biz ve sevenlerimiz İlliyyinin en üstündeki saf, beyaz
bir çamurdan yaratıldık. Ama biz o çamurun daha üst
kısmından yaratıldık, sevenlerimizi se onun
aşağı kısmından yaratıldı. Kıyametin
günü olduğunda üstte olanlar aşağıda olanları
sarıp kuşatır. Kıyametin günü olduğunda biz elimizle
nebimizin kuşağını tutacağız ve
Şialarımız da elleriyle bizim
kuşağımızı tutacak. Nerede görürsün Allah nebisinin ve
nebisinin zurriyetinin bu durumunu değiştirdiğini? Nerede
görürsün zurriyetinin ve zurriyetini sevenlerinin bu durumunu
değiştirdiğini? Cabir elini onun elinin üzerine koydu ve üç defa
dedi ki: And olsun Kabenin Rabbine cennete girdik!
70- عَنْ
عَبْدِ
الْغَفَّارِ
الْجَارِي
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
تَعَالَى
خَلَقَ
الْمُؤْمِنَ
مِنْ طِينَةِ
الْجَنَّةِ
وَخَلَقَ
النَّاصِبَ
مِنْ طِينَةِ
النَّارِ.
وَ
قَالَ: إِذَا
أَرَادَ
اللَّهُ
بِعَبْدٍ خَيْراً
طَيَّبَ
رُوحَهُ
وَجَسَدَهُ
فَلَا يَسْمَعُ
شَيْئاً مِنَ
الْخَيْرِ
إِلَّا
عَرَفَهُ
وَلَا
يَسْمَعُ
شَيْئاً مِنَ
الْمُنْكَرِ
إِلَّا
أَنْكَرَهُ.
قَالَ:
وَسَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
الطِّينَاتُ ثَلَاثَةٌ:
طِينَةُ
الْأَنْبِيَاءِ
وَالْمُؤْمِنُ
مِنْ تِلْكَ
الطِّينَةِ
إِلَّا أَنَّ
الْأَنْبِيَاءَ
هُمْ فِي
صَفْوَتُهَا
وَهُمُ الْأَصْلُ
وَلَهُمْ
فَضْلُهُمْ
وَالْمُؤْمِنُونَ
الْفَرْعُ
مِنْ طِينٍ
لَازِبٍ كَذَلِكَ
لَا
يُفَرِّقُ
اللَّهُ
بَيْنَهُمْ
وَبَيْنَ
شِيعَتِهِمْ.
وَ
قَالَ:
طِينَةُ
النَّاصِبِ مِنْ
حَمَإٍ
مَسْنُونٍ
وَأَمَّا
الْمُسْتَضْعَفُونَ
فَمِنْ تُرَابٍ
لَا
يَتَحَوَّلُ
مُؤْمِنٌ
عَنْ
إِيمَانِهِ
وَلَا
نَاصِبٌ عَنْ
نَصْبِهِ
وَلِلَّهِ
الْمَشِيَّةُ
فِيهِمْ جَمِيعاً.
70-
Abdul Gaffar Cazi Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini
rivayet etti: Muhakkak ki Allahu Teala mumini cennettin çamurundan yarattı
ve nasibiyi de cehennemin çamurundan yarattı.
Dedi ki: Allah bir kulu
hakkında hayır dilerse onun ruhunu ve cesedini güzelleştirir ve
o hayırdan bir şey işittiğinde mutlaka onu tanır ve
munkerden bir şey işittiğinde de mutlaka onu inkar eder.
Şunu dediğini
işittim: Çamurlar üçtür: Nebilerin çamuru, mumin de o çamurdandır ama
nebiler o çamurun en güzel ve has kısmındadır, onlar
asıldır ve üstünlük onlarındır muminler iç içe geçmiş
sabit çamurdan bir koldur. Aynı onun gibi Allah onlarla
taraftarlarının arasını ayırmaz.
Sonra dedi ki: Nasibinin
çamuru kara ve kokuşmuş olandandır ama mustazaflar
topraktandır. Mumin imanından dönmez, nasibi de nasibiliğinden
dönmez. Allahın hepsinin hakkındaki dilemesi böyledir.
71- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
عَجَنَ
طِينَتَنَا
وَطِينَةَ
شِيعَتِنَا
فَخَلَطَنَا
بِهِمْ
وَخَلَطَهُمْ
بِنَا فَمَنْ
كَانَ فِي
خَلْقِهِ شَيْءٌ
مِنْ
طِينَتِنَا
حَنَّ
إِلَيْنَا
فَأَنْتُمْ
وَاللَّهِ
مِنَّا.
71- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allah bizim çamurumuzu
Şialarımızın çamuruyla yoğurdu. Bizi onlarla
karıştırdı ve onları da bizimle
karıştırdı. Kimin yaratılışında bizim
çamurumuzdan bir şey varsa bize yönelir. Vallahi siz bizdensiniz.
73- عَنْ
جَعْفَرِ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
عَنْ أَبِيهِ عَنْ
جَدِّهِ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ عَزَّ
وَجَلَّ بَعَثَ
جَبْرَئِيلَ
إِلَى
الْجَنَّةِ
فَأَتَاهُ
بِطِينَةٍ
مِنْ
طِينِهَا
وَبَعَثَ مَلَكَ
الْمَوْتِ
إِلَى
الْأَرْضِ
فَجَائَهُ
بِطِينَةٍ مِنْ
طِينِهَا
فَجَمَعَ
الطِّينَتَيْنِ
ثُمَّ
قَسَمَهَا
نِصْفَيْنِ
فَجَعَلَنَا
مِنْ خَيْرِ
الْقِسْمَيْنِ
وَجَعَلَ
شِيعَتَنَا
مِنْ
طِينَتِنَا
فَمَا كَانَ
مِنْ شِيعَتِنَا
مِمَّا
يُرْغَبُ
بِهِمْ
عَنْهُ مِنَ
الْأَعْمَالِ
الْقَبِيحَةِ
فَذَاكَ مِمَّا
خَالَطَهُمْ
مِنَ
الطِّينَةِ
الْخَبِيثَةِ
وَمَصِيرُهَا
إِلَى
الْجَنَّةِ
وَمَا كَانَ
فِي عَدُوِّنَا
مِنْ بِرٍّ
وَصَوْمٍ
صَلَاةٍ
وَصَوْمٍ وَمِنَ
الْأَعْمَالِ
الْحَسَنَةِ
فَذَاكَ
لِمَا
خَالَطَهُمْ
مِنْ
طِينَتِنَا
الطَّيِّبَةِ
وَمَصِيرُهُمْ
إِلَى
النَّارِ.
73- Cafer ibni Muhammed (Sadık) babasından o
da dedesi aleyhimusselam Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Allah Azze ve Celle Cebraili cennete
gönderdi. O da cennet çamurundan bir çamur getirdi. Ölüm meleğini de arza
gönderdi. O da arzın çamurundan bir çamur getirdi. Bu iki çamuru
karıştırdı ve iki kısma böldü ve sonra bizi en
hayırlı kısmından karar kıldı.
Şialarımızı da bizim çamurumuzdan karar kıldı.
Şialarımızdan pis amellere rağbet edenler olduğunda o
habis çamurun onlara karışmasından dolayıdır.
Onların ulaşacakları yer cennettir.
Düşmanlarımızda iyilik, oruç, salat gibi güzel ameller
olduğunda o bizim temiz çamurumuzun onlara karışmasından
dolayıdır. Onların ulaşacakları yer ateştir.
74- عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ عَبْدِ
الْحَمِيدِ عَنْ
أَبِيهِ عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
الْأَوَّلِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
خَلَقَ
اللَّهُ
الْأَنْبِيَاءَ
وَالْأَوْصِيَاءَ
يَوْمَ
الْجُمُعَةِ
وَهُوَ الْيَوْمُ
الَّذِي
أَخَذَ
اللَّهُ
فِيهِ مِيثَاقَهُمْ
وَقَالَ:
خُلِقْنَا
نَحْنُ
وَشِيعَتُنَا
مِنْ طِينَةٍ
مَخْزُونَةٍ
لَا يَشِذُّ
مِنْهَا
شَاذٌّ إِلَى
يَوْمِ
الْقِيَامَةِ.
74- İbrahim ibni Abdulhamid babasından 1.
Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselamın şöyle dediğini
rivayet etti: Allah nebileri ve vasileri Cumanın günü yarattı ve o
gün Allahın onlardan misak aldığı gündür. Biz ve
Şialarımız saklanmış çamurdan yaratıldık.
Kıyamet gününe kadar kimse o çamurdan dışarı çıkmaz.
75- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
عَزَّ
وَجَلَّ
خَلَقَ مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَعِتْرَتَهُ
وَشِيعَتَهُ
مِنْ طِينَةِ
الْعَرْشِ
فَلَا
يَنْقُصُ مِنْهُمْ
وَاحِدٌ
وَلَا
يَزِيدُ
مِنْهُمْ وَاحِدٌ.
75- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Allah Azze ve Celle
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiyi, itretini ve Şialarını
Arşın çamurundan yarattı. Onlardan ne bir kişi eksilir ne de bir kişi artar.
76- عَنِ
الْفَضْلِ
بْنِ عِيسَى
الْهَاشِمِيِّ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَا
وَأَبِي
عِيسَى فَقَالَ
لَهُ: أَ مِنْ
قَوْلِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
سَلْمَانُ
رَجُلٌ
مِنَّا أَهْلَ
الْبَيْتِ؟
فَقَالَ لَهُ:
نَعَمْ
فَقَالَ: أَيْ
مِنْ وُلْدِ
عَبْدِ
الْمُطَّلِبِ؟
فَقَالَ:
مِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
فَقَالَ لَهُ:
أَيْ مِنْ
وُلْدِ أَبِي
طَالِبٍ؟
فَقَالَ:
مِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
فَقَالَ لَهُ:
إِنِّي لَا أَعْرِفُهُ
فَقَالَ:
فَاعْرِفْهُ
يَا عِيسَى
فَإِنَّهُ
مِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
ثُمَّ
أَوْمَأَ
بِيَدِهِ
إِلَى
صَدْرِهِ
ثُمَّ قَالَ:
لَيْسَ
حَيْثُ
تَذْهَبُ
إِنَّ اللَّهَ
خَلَقَ
طِينَتَنَا
مِنْ
عِلِّيِّينَ
وَخَلَقَ طِينَةَ
شِيعَتِنَا
مِنْ دُونِ
ذَلِكَ
فَهُمْ مِنَّا
وَخَلَقَ
طِينَةَ
عَدُوِّنَا
مِنْ سِجِّينٍ
وَخَلَقَ
طِينَةَ
شِيعَتِهِمْ
مِنْ دُونِ
ذَلِكَ
وَهُمْ
مِنْهُمْ
وَسَلْمَانُ
خَيْرٌ مِنْ
لُقْمَانَ.
76-
Fazıl ibni İsa Haşimi şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Yanımda
babam da vardı. Dedi ki: Selman biz Ehli Beyttendir sözü Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihiden midir? Dedi ki: Evet. Dedi ki: Abdulmuttalib
aleyhisselamın hangi evlatlarındandır? Dedi ki: Biz Ehli Beyttendir.
Dedi ki: Ebu Talib aleyhisselamın hangi evlatlarındandır? Dedi
ki: Biz Ehli Beyttendir. Babam dedi ki: Ben onu tanımıyorum. Dedi
ki: Öyleyse onu tanı, ya İsa! -Eliyle göğsünü işaret
ederek- o biz Ehli Beyttendir ve bu senin düşünce tarzınla değil.
Muhakkak ki Allah bizim çamurumuzu İlliyyinden yarattı ve
Şialarımızın çamurunu da o çamurun altındaki bir
çamurdan yarattı ve onlar bizdendir. Düşmanlarımızın
çamurunu da Siccinden yarattı ve onların taraftarlarını da
o çamurun altındaki bir çamurdan yarattı ve onlar da
onlardandır. Ve Selman, Lokmandan hayırlıdır.
79- عَنْ
فُضَيْلِ
بْنِ
الزُّبَيْرِ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: يَا
فُضَيْلُ أَ
مَا عَلِمْتَ
أَنَّ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى الله
ُعَلَيْهِ
وَآلِهِ قَالَ:
إِنَّا
أَهْلُ بَيْتٍ
خُلِقْنَا
مِنْ
عِلِّيِّينَ
وَخُلِقَ قُلُوبُنَا
مِنَ الَّذِي
خُلِقْنَا
مِنْهُ وَخُلِقَ
شِيعَتُنَا
مِنْ
أَسْفَلَ
مِنْ ذَلِكَ
وَخُلِقَ
قُلُوبُ
شِيعَتِنَا
مِنَ الذَّي
خُلِقْنَا
مِنْهُ
وَإِنَّ
عَدُوَّنَا
خُلِقُوا
مِنْ
سِجِّينٍ
وَخُلِقَ
قُلُوبُهُمْ
مِنَ الَّذِي
خُلِقُوا
مِنْهُ
وَخُلِقَ
شِيعَتُهُمْ مِنْ
أَسْفَلَ
مِنْ ذَلِكَ
وَخُلِقَ
قُلُوبُ
شِيعَتِهِمْ
مِمَّا
خُلِقُوا
مِنْهُ فَهَلْ
يَسْتَطِيعُ
أَحَدٌ مِنْ
أَهْلِ عِلِّيِّينَ
أَنْ يَكُونَ
مِنْ أَهْلِ
سِجِّينٍ؟
وَهَلْ
يَسْتَطِيعُ
أَهْلُ
سِجِّينٍ أَنْ
يَكُونُوا
مِنْ أَهْلِ
عِلِّيِّينَ؟
79- Fuzeyl ibni Zubeyr Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dediğini rivayet etti: Ya Fuzeyl!
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini bilmiyor
musun? Biz Ehli Beyt İlliyyinden yaratıldık ve kalplerimiz de o
yaratıldığımız şeyden yaratıldı.
Şialarımız ise onun daha aşağısından
yaratıldı ama Şialarımızın kalpleri o
yaratıldığımız şeyden yaratıldı.
Muhakkak ki düşmanlarımız da Siccinden yaratıldı ve
kalpleri de onların yaratıldığı şeyden
yaratıldı. Onların Şiaları, onların
yaratıldığı şeyin daha aşağısından
yaratıldı ama kalpleri onların yaratıldığı
şeyden yaratıldı. İlliyyin ehlinden birisi Siccin ehlinden
olmaya muktedir olabilir mi? Siccin ehli de İlliyyin ehlinden olmaya
muktedir olabilir mi?
81- عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللهَ
خَلَقَنَا
مِنْ طِينَةِ
عِلِّيِّينَ
وَخَلَقَ
قُلُوبَنَا
مِنْ طِيْنَةِ
فَوْقَ
عِلِّيِّينَ
وَخَلَقَ
شِيعَتَنَا
مِنْ طِينَةٍ
أَسْفَلَ
مِنْ ذَلِكَ
وَخَلَقَ
قُلُوبَهُمْ
مِنْ طِينَةِ
عِلِّيِّينَ
فَصَارَتْ
قُلُوبُهُمْ
إِلَيْنَا
لِأَنَّهَا
مِنَّا وَخَلَقَ
عَدُوَّنَا
مِنْ طِينَةِ
سِجِّينَ وَخَلَقَ
قُلُوبَهُمْ
مِنْ طِينَةٍ
أَسْفَلَ
مِنْ
سِجِّينَ
وَإِنَّ
اللهَ رَادٌ
كُلَّ
طِينَةٍ
إِلَى
مَعْدَنِهَا
فَرَادَّهُمْ
إِلَى
عِلِّيِّينَ
وَرَادَّهُمْ
إِلَى سِجِّينَ.
81-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Allah bizi İlliyyin çamurundan yarattı, kalplerimizi de
İlliyyinin daha üstündeki bir çamurdan yarattı.
Şialarımızı ise onun daha aşağısındaki
bir çamurdan yarattı ama kalplerini İlliyyinden yarattı.
Şialarımızın kalpleri bize yönelir çünkü onlar bizdendir.
Düşmanlarımızı da Siccin çamurundan yarattı.
Kalplerini ise Siccinden daha aşağı bir çamurdan yarattı.
Muhakkak ki Allah bütün çamurları kendi madenine geri gönderecek,
onları İlliyyine gönderecek onları da Siccine gönderecek.
(Bu babda konuyla
alakalı on dokuz tane rivayet vardı.)
85- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
خَلَقَنَا
اللَّهُ مِنْ
نُورِ
عَظَمَتِهِ
ثُمَّ
صَوَّرَ
خَلْقَنَا
مِنْ طِينَةٍ
مَخْزُونَةٍ
مَكْنُونَةٍ
مِنْ تَحْتِ
الْعَرْشِ
فَأَسْكَنَ
ذَلِكَ النُّورَ
فِيهِ
فَكُنَّا
نَحْنُ
خَلْقاً وَبَشَراً
نُورَانِيِّينَ
لَمْ
يَجْعَلْ لِأَحَدٍ
فِي مِثْلِ
الَّذِي
خَلَقَنَا
مِنْهُ
نَصِيباً
وَخَلَقَ
أَرْوَاحَ
شِيعَتِنَا
مِنْ
طِينَتِنَا
وَأَبْدَانَهُمْ
مِنْ طِينَةٍ
مَخْزُونَةٍ
مَكْنُونَةٍ
أَسْفَلَ
مِنْ ذَلِكَ
الطِّينَةِ
وَلَمْ
يَجْعَلِ
اللَّهُ
لِأَحَدٍ فِي
مِثْلِ
ذَلِكَ
الَّذِي
خَلَقَهُمْ
مِنْهُ
نَصِيباً
إِلَّا
الْأَنْبِيَاءَ
وَالْمُرْسَلِينَ
فَلِذَلِكَ
صِرْنَا
نَحْنُ
وَهُمُ
النَّاسَ وَصَارَ
سَائِرُ
النَّاسِ
هَجَماً فِي
النَّارِ
وَإِلَى
النَّارِ.
85-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allah bizi
azametinin nurundan yarattı. Sonra
yaratılışımızı arşın altındaki
saklanmış ve gizlenmiş çamurdan şekillendirdi. Sonra o nuru
o şeklin içine oturttu. Bu yüzden biz yaratılmış
beşeri nuraniler olduk ve bizi yarattığı şeyde kimseye
bir pay nasip etmedi. Şialarımızın ruhlarını da
bizim çamurumuzdan yarattı. Bedenlerini ise onun
aşağısındaki saklanmış ve gizlenmiş çamurdan
yarattı ve Allah, Nebiler ve Resullerden başka hiç kimseye
onları yarattığı şeyden bir pay nasip etmedi. O yüzden
biz ve onlar insanlar olduk. Geri kalan insanlar da zorla ateşe
atılacak olanlar oldular, bir ateşten diğer ateşe.
(Bu babda konuyla
alakalı üç tane rivayet vardı.)
86- قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
إِنَّ
حَدِيثَ آلِ
مُحَمَّدٍ عَظِيمٌ
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا يُؤْمِنُ
بِهِ إِلَّا
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
أَوْ عَبْدٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ
فَمَا وَرَدَ
عَلَيْكُمْ مِنْ
حَدِيثِ آلِ
مُحَمَّدٍ
صَلَوَاتُ
اللهِ
عَلَيْهِمْ
فَلَانَتْ
لَهُ
قُلُوبُكُمْ
وَعَرَفْتُمُوهُ
فَاقْبَلُوهُ
وَمَا
اشْمَأَزَّتْ
مِنْهُ
قُلُوبُكُمْ
وَأَنْكَرْتُمُوهُ
فَرُدُّوهُ
إِلَى
اللَّهِ
وَإِلَى
الرَّسُولِ
وَإِلَى
الْعَالِمِ
مِنْ آلِ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
وَإِنَّمَا
الْهَالِكُ
أَنْ
يُحَدَّثَ
أَحَدُكُمْ
بِشَيْءٍ
مِنْهُ لَا
يَحْتَمِلُهُ
فَيَقُولَ
وَاللَّهِ
مَا كَانَ هَذَا
شَيْئاً
وَالْإِنْكَارُ
هُوَ
الْكُفْرُ.
86- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam Rusulullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle
dediğini rivayet etti: Muhakkak ki Â-li Muhammedin hadisi azimdir,
zordur, zor görülür. Mukarreb melekten, mursel nebiden ve kalbi imanla imtihan
olmuş muminden başkası ona iman etmez. Â-li Muhammed
salevatullahi aleyhimin hadisinden size ne ulaşırsa kalpleriniz o
hadise ısındığında,
tanıdığınızda onu kabul edin. Kalbiniz ondan tiksindiğinde
tanımadığınızda onu Allaha, resule ve Â-li Muhammed
aleyhimusselamdan olan alime dönderin. Kesinlikle helak olan, sizden birisine o
hadisten bir şey bahseder, ona tahammul edemez ve şöyle der: Vallahi
böyle bir şey yok, onun o inkarı küfürdür.
90- عَنْ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ: إِنْ
حَدِيثَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
خَشِنٌ
مَخْشُوشٌ
فَانْبِذُوا
إِلَى
النَّاسِ
نَبْذاً
فَمَنْ
عَرَفَ
فَزِيدُوهُ
وَمَنْ
أَنْكَرَ
فَأَمْسِكُوا
لَا
يَحْتَمِلُهُ
إِلَّا
ثَلَاثٌ
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
أَوْ عَبْدٌ
مُؤْمِنٌ امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ.
90-
Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki bizim hadisimiz
zordur, zor görülür, serttir ve boyun eğdiricidir. Onu insanlara
yayın ve kim tanırsa arttırın, kim de kabul etmezse tutun.
Üç kişiden başkası ona tahammul edemez: Mukarreb melek, mursel
nebi ve Allahın kalbini imanla imtihan ettiği mumin kul.
94- عَنْ أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
حَدِيثُنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
ذَكْوَانٌ
أَمْرَدٌ
مُقَنَّعٌ
قَالَ: قُلْتُ:
فَسِّرْ لِي
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: ذَكْوَانُ
ذَكِيٌّ
أَبَداً
قُلْتُ:
أَمْرَدُ؟ قَالَ:
طَرِيٌّ
أَبَداً
قُلْتُ:
مُقَنَّعٌ؟ قَالَ:
مَسْتُورٌ.
94-
Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Bizim hadisimiz zordur, zor görülür,
zekvandır, emreddir, mugannedir. Dedim ki: Sana feda olayım, bana
tefsir et. Dedi ki: Zekvan sonsuza kadar zekidir. Dedim ki: Emred? Dedi ki:
Sonsuza kadar tazedir. Dedim ki: Muganne? Dedi ki: Örtülüdür.
95- عن
جَابِرٍعَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
حَدِيثَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
أَجْرَدُ
ذَكْوَانُ
وَعْرٌ
شَرِيفٌ
كَرِيمٌ فَإِذَا
سَمِعْتُمْ
مِنْهُ
شَيْئاً
وَلَانَتْ
لَهُ
قُلُوبُكُمْ
فَاحْتَمِلُوهُ
وَاحْمَدُوا
اللَّهَ
عَلَيْهِ
وَإِنْ لَمْ
تَحْتَمِلُوهُ
وَلَمْ
تُطِيقُوهُ
فَرُدُّوهُ
إِلَى
الْإِمَامِ
الْعَالِمِ
مِنْ آلِ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى الله
ُعَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَإِنَّمَا
الشَّقِيُّ
الْهَالِكُ
الَّذِي
يَقُولُ
وَاللَّهِ
مَا كَانَ
هَذَا ثُمَّ
قَالَ: يَا
جَابِرُ
إِنَّ
الْإِنْكَارَ
هُوَ
الْكُفْرُ
بِاللَّهِ
الْعَظِيمِ.
95- Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki bizim
hadisimiz zordur, zor görülür, saf ve katıksızdır, zekidir,
sarptır, çok şereflidir, çok kerimdir. Ondan bir şey
işittiğinizde ve kalbiniz ona yumuşadığında ona
tahammül edin ve onun için Allaha hamd edin. Ona tahammül edemezseniz ve ona
takat getiremezseniz Â-li Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiden alim olan
imama dönderin. Kesinlikle helakta olan eşkiya der ki: Vallahi böyle bir şey
yok. Sonra dedi ki: Ya Cabir! Muhakkak ki o inkarı Azim olan Allaha kafir
olmaktır.
96- عَنْ أَبِي
الصَّامِتِ
قال: قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ حَدِيثَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
شَرِيفٌ كَرِيمٌ
ذَكْوَانُ
ذَكِيٌّ
وَعْرٌ لَا
يَحْتَمِلُهُ
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
وَلَا
نَبِيٌّ مُرْسَلٌ
وَلَا
مُؤْمِنٌ
مُمْتَحَنٌ
قُلْتُ: فَمَنْ
يَحْتَمِلُهُ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ؟ قَالَ:
مَنْ شِئْنَا
يَا أَبَا
الصَّامِتِ
قَالَ أَبُو
الصَّامِتِ:
فَظَنَنْتُ
أَنَّ لِلَّهِ
عِبَاداً
هُمْ
أَفْضَلُ
مِنْ هَؤُلَاءِ
الثَّلَاثَةِ.
96-
Ebu Samit Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Muhakkak ki bizim hadisimiz zordur, zor görülür,
çok şereflidir, çok kerimdir, zekvandır, zekidir, sarptır. Ona
mukarreb melek tahammul edemez. Mursel nebi de tahammul edemez, imtiham
olmuş mumin de tahammül edemez. Dedim ki: Sana feda olayım kim
tahammül eder? Dedi ki: Biz kimi dilersek ya Ebu Samit! Ebu Samit dedi ki:
Zannettim ki Allahın bu üç gruptan daha üstün kulları var.
97- عَنْ أَبِي
الصَّامِتِ
قَالَ: سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَام
يَقُولُ:
إِنَّ مِنْ
حَدِيثِنَا مَا
لَا
يَحْتَمِلُهُ
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ وَلَا
نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
وَلَا عَبْدٌ
مُؤْمِنٌ
قُلْتُ:
فَمَنْ
يَحْتَمِلُهُ؟
قَالَ: نَحْنُ
نَحْتَمِلُهُ.
97- Ebu Samit Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Bizim hadisimizden
bazısına mukarreb melek de tahammül edemez, mursel nebi de tahammül
edemez, mumin kul da tahammül edemez. Dedim ki: Kim tahammül eder? Dedi ki: Biz
tahammül ederiz.
100- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ: إِنَّ
حَدِيثَنَا
هَذَا
تَشْمَئِزُّ
مِنْهُ
قُلُوبُ
الرِّجَالِ
فَمَنْ
أَقَرَّ بِهِ
فَزِيدُوهُ
وَمَنْ
أَنْكَرَهُ
فَذَرُوهُ
إِنَّهُ لَا
بُدَّ مِنْ
أَنْ تَكُونَ
فِتْنَةٌ
يَسْقُطُ
فِيهَا كُلُّ
بِطَانَةٍ
وَوَلِيجَةٍ
حَتَّى
يَسْقُطَ فِيهَا
مَنْ كَانَ
يَشُقُّ
الشَّعْرَ
بِشَعْرَتَيْنِ
حَتَّى لَا
يَبْقَى
إِلَّا نَحْنُ
وَشِيعَتُنَا.
100-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Bizim
hadisimizden adamların kalbi tiksinir. Kim onu ikrar ederse ona
arttırın ve kim de inkar ederse onu da bırakın. O hadisin
her sırdaşın ve güvenilir kişinin düştüğü bir
imtihan olması kaçınılmazdır. Hatta o imtihanda
kılı ikiye yaran da düşer ve nihayetinde bizden ve Şialarımızdan
başka kimse kalmaz.
101- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام قَالَ:
حَدِيثُنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا يَحْتَمِلُهُ
إِلَّا
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
أَوْ
مُؤْمِنٌ
مُمْتَحَنٌ أَوْ
مَدِينَةٌ
حَصِينَةٌ
فَإِذَا
وَقَعَ أَمْرُنَا
وَجَاءَ
مَهْدِيُّنَا
كَانَ الرَّجُلُ
مِنْ
شِيعَتِنَا
أَجْرَى مِنْ
لَيْثٍ
وَأَمْضَى مِنْ
سِنَانٍ
يَطَأُ
عَدُوَّنَا
بِرِجْلَيْهِ
وَيَضْرِبُهُ
بِكَفَّيْهِ
وَذَلِكَ عِنْدَ
نُزُولِ
رَحْمَةِ
اللَّهِ
وَفَرَجِهِ
عَلَى
الْعِبَادِ.
101-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Bizim
hadisimiz zordur, zor görülür. Ona mukarreb melekten, mursel nebiden, imtihan
olmuş muminden ve güçlü, korunaklı şehirden başkası
tahammul edemez. Emrimiz vuku bulduğunda ve Mehdimiz geldiğinde
Şialarımızdan savaşan aslandan daha atılgan, mızrak
ucundan daha keskin bir adam ayaklarıyla düşmanımızı
ezer ve elleriyle onu tokatlar. O Allahın rahmetinin ve
rahatlığının kullara indiği zaman olacaktır.
103- عَنْ أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ: سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
إِنَّ
حَدِيثَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا
يَحْتَمِلُهُ
إِلَّا
ثَلَاثٌ
إِلَّا
نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ أَوْ
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ عَبْدٌ
مُؤْمِنٌ امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ
ثُمَّ قَالَ:
يَا أَبَا
حَمْزَةَ أَ
لَا تَرَى
أَنَّهُ
اخْتَارَ
لِأَمْرِنَا
مِنَ الْمَلَائِكَةِ:
الْمُقَرَّبِينَ
وَمِنَ النَّبِيِّينَ:
الْمُرْسَلِينَ
وَمِنَ
الْمُؤْمِنِينَ:
الْمُمْتَحَنِينَ.
103- Ebu Hamza Sumali Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet
etti: Muhakkak ki bizim hadisimiz zordur, zor görülür. Üç gruptan
başkası ona tahammul edemez. Sadece mursel nebi, mukarreb melek ve
Allahın kalbini imanla imtihan ettiği mumin. Sonra dedi ki: Ya Ebu
Hamza! Görmüyor musun? O bizim işimiz için meleklerden mukarreb
olanları seçti, nebilerden mursel olanları seçti ve muminlerden de
imtihan olanları seçti.
105- عَنْ
جَعْفَرٍ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ:
ذُكِرَتِ
التَّقِيَّةُ
يَوْماً
عِنْدَ عَلِيِّ
بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فَقَالَ:
وَاللَّهِ
لَوْ عَلِمَ
أَبُو ذَرٍّ
مَا فِي
قَلْبِ
سَلْمَانَ
لَقَتَلَهُ وَلَقَدْ
آخَى رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بَيْنَهُمَا
فَمَا
ظَنُّكُمْ
بِسَائِرِ
الْخَلْقِ؟! إِنَّ
عِلْمَ
الْعُلَمَاءِ
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا
يَحْتَمِلُهُ
إِلَّا
نَبِيٌّ مُرْسَلٌ
أَوْ مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ عَبْدٌ
مُؤْمِنٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ لِلْإِيمَانِ
قَالَ:
وَإِنَّمَا
صَارَ
سَلْمَانُ
مِنَ الْعُلَمَاءِ
لِأَنَّهُ
امْرُؤٌ
مِنَّا
أَهْلَ الْبَيْتِ
فَلِذَلِكَ
نَسَبُهُ
إِلَيْنَا.
105- Cafer (Sadık)
aleyhisselam babasından şöyle rivayet etti: Bir gün Ali ibni Huseyn
(Zeynul Âbidin) aleyhisselamın yanında takiye zikredildi. Dedi ki:
Vallahi Ebu Zer Selmanın kalbinde ne olduğunu bilseydi onu
öldürürdü. Ama Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi o ikisini kardeş
karar kıldı. Diğer mahlukatı ne zannediyorsunuz? Muhakkak
ki alimlerin ilmi zordur, zor bulunur. Ona mursel nebiden, mukarreb melekten ve
kalbi imanla imtihan olmuş muminden başkası tahammul edemez.
Kesinlikle, Selman alimlerden oldu. Çünkü o biz Ehli Beytten bir adamdır.
O yüzden onun nisbeti bizedir.
(Bu babda konuyla alakalı yirmi
tane rivayet vardı.)
12. Bab: Â-li Muhammedin İmamlarının
İşlerinin Zor Oluşu ve Zor Görülüşü
107- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ:
خَالِطُوا
النَّاسَ
بِمَا
يَعْرِفُونَ
وَدَعُوهُمْ
مِمَّا
يُنْكِرُونَهُ
وَلَا تَحْمِلُوا
عَلَى
أَنْفُسِكُمْ
وَعَلَيْنَا
إِنَّ أَمْرَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا يَحْتَمِلُهُ
إِلَّا
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
أَوْ عَبْدٌ
مُؤْمِنٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ.
107-
Ebu Abdullah (Caferi Sadık) aleyhisselam şöyle dedi: Bildikleri
şeylerle insanların arasına karışın. İnkar
ettikleri şeylerde ise onları bırakın, kendinize ve bize
yük yüklemeyin. Muhakkak ki bizim işimiz zordur, zor görülür. Mukarrep
melekten, mursel nebiden ve kalbi imanla imtihan olmuş muminden
başkası ona tahammül edemez.
(Bu babda konuyla alakalı iki
tane rivayet vardı.)
108- عَنْ
سَدِيرٍ
الصَّيْرَفِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ
بَيْنَ
يَدَيْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
أَعْرِضُ
عَلَيْهِ مَسَائِلَ
قَدْ
أَعْطَانِيهَا
أَصْحَابُنَا
إِذَ
خَطَرَتْ بِقَلْبِي
مَسْأَلَةٌ
فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ فِدَاكَ
مَسْأَلَةٌ
خَطَرَتْ
بِقَلْبِي السَّاعَةَ
قَالَ: أَ
لَيْسَتْ فِي
الْمَسَائِلِ؟
قُلْتُ: لَا
قَالَ: وَمَا
هِيَ؟ قُلْتُ:
قَوْلُ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَام
(إِنَّ
أَمْرَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا يَعْرِفُهُ
إِلَّا
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
أَوْ عَبْدٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ)
فَقَالَ: نَعَمْ
إِنَّ مِنَ
الْمَلَائِكَةِ
مُقَرَّبِينَ
وَغَيْرَ
مُقَرَّبِينَ
وَمِنَ
الْأَنْبِيَاءِ
مُرْسَلِينَ
وَغَيْرَ
مُرْسَلِينَ
وَمِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
مُمْتَحَنِينَ
وَغَيْرَ
مُمْتَحَنِينَ
وَإِنَّ
أَمْرَكُمْ
هَذَا عُرِضَ
عَلَى
الْمَلَائِكَةِ
فَلَمْ
يُقِرَّ بِهِ
إِلَّا
الْمُقَرَّبُونَ
وَعُرِضَ
عَلَى الْأَنْبِيَاءِ
فَلَمْ
يُقِرَّ بِهِ
إِلَّا الْمُرْسَلُونَ
وَعُرِضَ
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
فَلَمْ
يُقِرَّ بِهِ
إِلَّا
الْمُمْتَحَنُونَ.
108-
Sedir Sayrefi şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzurundaydım. Arkadaşlarımızın
bana verdiği soruları soruyordum. O anda aklıma bir soru geldi.
Dedim ki: Sana feda olayım. Şimdi aklıma bir soru geldi. Dedi
ki: O sorduğun soruların içinde yok muydu? Dedim ki: Hayır. Dedi
ki: O nedir? Dedim ki: Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın Muhakkak ki bizim
emrimiz zordur, zor görülür. Mukarreb melekten, mursel nebiden ve kalbi imamla
imtihan olmuş mumin kuldan başkası onu tanımaz sözü. Dedi
ki: Evet muhakkak ki meleklerden mukarrebler ve mukarreb olmayanlar, nebilerden
murseller ve mursel olmayanlar, muminlerden imtihan olanlar ve imtihan
olmayanlar var. Muhakkak ki sizin bu işiniz meleklere sunuldu ve mukarreb
olanlardan başkası ikrar etmedi. Nebilere de sunuldu ve mursel
olanlardan başkası ikrar etmedi. Muminlere de sunuldu ve imtihan
olanlardan başkası ikrar etmedi.
109- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ: إِنَّ
أَمْرَنَا
صَعْبٌ مُسْتَصْعَبٌ
لَا
يَحْتَمِلُهُ
إِلَّا مَنْ
كَتَبَ
اللَّهُ فِي
قَلْبِهِ
الْإِيمَانَ.
109-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
bizim işimiz zordur, zor görülür. Allahın kalbine iman yazdığı kimseden
başkası ona tahammül edemez.
112- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ: إِنَّ
أَمْرَكُمْ
هَذَا لَا
يَعْرِفُهُ
وَلَا
يُقِرَّ بِهِ
إِلَّا
ثَلَاثَةٌ
مَلَكٌ مُقَرَّبٌ
أَوْ نَبِيٌّ
مُصْطَفًى
أَوْ عَبْدٌ
مُؤْمِنٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ.
112- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki sizin bu işiniz.
Onu şu üç kısımdan başkası tanımaz ve ikrar
etmez: Mukarreb melek, seçilmiş nebi ve Allahın kalbini imanla
imtihan ettiği mumin kul.
113- قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَام:
إِنَّ
أَمْرَنَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
صَعْبٌ مُسْتَصْعَبٌ
لَا
يَعْرِفُهُ
وَلَا يُقِرُّ
بِهِ إِلَّا
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
أَوْ
مُؤْمِنٌ
نَجِيبٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ.
113- Emîr'ül Müminîn (Ali)
aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki biz Ehli Beytin işi zordur, zor
görülür. Mukarreb melekten, mursel nebiden ve kalbi imanla imtihan olmuş
soylu muminden başkası onu tanımaz ve ikrar etmez.
114- قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام: إِنَّ
أَمْرَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
عَلَى
الْكَافِرِ
لَا يُقِرُّ
بِأَمْرِنَا
إِلَّا نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
أَوْ مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ
أَوْ عَبْدٌ
مُؤْمِنٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ.
114- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki bizim işimiz kafire zordur ve ona zor gelir.
Bizim işimizi mursel nebiden, mukarreb melekten ve kalbi imanla imtihan
olmuş mumin kuldan başkası ikrar etmez.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz
tane rivayet vardı.)
117- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ: إِنَّ
أَمْرَنَا
سِرٌّ فِي
سِرٍّ
وَسِرٌّ مُسْتَسِرٌّ
وَسِرٌّ لَا
يُفِيدُ
إِلَّا سِرٌّ
وَسِرٌّ
عَلَى سِرٍّ
وَسِرٌّ
مُقَنَّعٌ
بِسِرٍّ.
117- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki bizim işimiz sır içinde sırdır,
gizlenen sırdır, sırdan başkasının fayda
vermediği sırdır, sır üstüne sırdır ve sırla
örtünen sırdır.
119- قَالَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام:
إِنَّ
أَمْرَنَا
هَذَا
مَسْتُورٌ مُقَنَّعٌ
بِالْمِيثَاقِ
وَمَنْ
هَتَكَهُ أَذَلَّهُ
اللهِ.
119- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Bizim bu işimiz gizlidir,
misakla örtülüdür. Kim o misakı çiğnerse Allah onu zelil etsin.
120- قَالَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام:
إِنَّ
أَمْرَنَا
هُوَ
الْحَقُّ
وَحَقُّ
الْحَقِّ
وَهُوَ
الظَّاهِرُ
وَبَاطِنُ
الظَّاهِرِ
وَبَاطِنُ
الْبَاطِنِ
وَهُوَ
السِّرُّ
وَسِرُّ
السِّرِّ وَسِرُّ
الْمُسْتَسِرِّ
وَسِرٌّ
مُقَنَّعٌ
بِالسِّرِّ.
120- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki bizim işimiz
haktır, hakkın hakkıdır. O zahirdir, zahirin
batınıdır ve batının batınıdır. O
sırdır, sırrın sırrıdır, gizlenen
sırdır ve sırla örtülü sırdır.
121- عَنْ أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ:
قَرَأْتُ
عَلَيْهِ
آيَةَ
الْخُمُسِ
فَقَالَ: مَا
كَانَ
لِلَّهِ فَهُوَ
لِرَسُولِهِ
وَمَا كَانَ
لِرَسُولِهِ
صَلَوَاتُ
اللهِ
عَلَيْهِ
فَهُوَ لَنَا
ثُمَّ قَالَ:
لَقَدْ
يَسَّرَ
اللَّهُ
عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
أَنَّهُ
رَزَقَهُمْ
خَمْسَةَ
دَرَاهِمَ
وَجَعَلُوا
لِرَبِّهِمْ
وَاحِداً
وَأَكَلُوا
أَرْبَعَةً
حَلَالًا ثُمَّ
قَالَ: هَذَا
مِنْ
حَدِيثِنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا يَعْمَلُ
بِهِ وَلَا
يَصْبِرُ
عَلَيْهِ
إِلَّا
مُمْتَحَنٌ
قَلْبُهُ
لِلْإِيمَانِ.
121- Ebu Hamza Sumali şöyle
rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama hums ayetini
okudum dedi ki: Her ne Allahın ise o aynı anda resulünündür. Her ne
resulünün ise salevatullahi aleyh o bizimdir. Allah muminlere kolaylık
getirdi, onları beş dirhemle rızıklandırdı.
Onlarda birini Rabbleri için ayırdılar ve dördünü helal olarak
yediler. Bu bizim zor olan, zor bulunan hadisimizdendir. Kalbi imanla imtihan
olandan başkası ona amel etmez ve sabretmez.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
124- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللهِ عَزَّ
وَجَلَّ: (إِنَّما
أَنْتَ
مُنْذِرٌ
وَلِكُلِّ
قَوْمٍ هادٍ) قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
الْمُنْذِرُ
وَعَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَام
الْهَادِي.
124- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin (Sen sadece bir
uyarıcısın ve her kavmin bir hidayetçisi vardır. Rad 7)
ayeti hakkında şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
uyrıcıdır ve Ali aleyhisselam da hidayetçidir.
126- عَنِ
الْفُضَيْلِ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَام
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (إِنَّما
أَنْتَ
مُنْذِرٌ
وَلِكُلِّ
قَوْمٍ هادٍ) قَالَ:
كُلُّ
إِمَامٍ
هَادٍ
لِلْقَرْنِ
الَّذِي هُوَ
فِيهِمْ.
126- Fuzeyl şöyle rivayet
etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allah Tebareke ve
Tealanın (Sen sadece bir uyarıcısın ve her kavmin bir
hidayetçisi vardır. Rad 7) ayetini sordum. Dedi ki: Her imam
bulunduğu asırda olanlar için hidayetçidir.
128- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام فِي
هَذِهِ
الْآيَة:ِ (إِنَّما
أَنْتَ
مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ
قَوْمٍ هادٍ) قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
الْمُنْذِرُ
وَبِعَلِيٍّ
يَهْتَدِي
الْمُهْتَدُونَ.
128- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam (Sen sadece bir uyarıcısın ve her
kavmin bir hidayetçisi vardır. Rad 7) ayeti hakkında şöyle
dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi uyarıcıdır ve
hidayet olanlar Ali ile hidayet olur.
129- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام قَالَ:
دَعَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِطَهُورٍ
فَلَمَّا
فَرَغَ
أَخَذَ
بِيَدِ
عَلِيٍّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
فَأَلْزَمَهَا
يَدَهُ ثُمَّ
قَالَ: (إِنَّما
أَنْتَ
مُنْذِرٌ) ثُمَّ
ضَمَّ يَدَ
عَلِيٍّ بْنِ
أَبِي طَالِبٍ
إِلَى
صَدْرِهِ
وَقَالَ: (وَ لِكُلِّ
قَوْمٍ هادٍ) ثُمَّ
قَالَ: يَا
عَلِيُّ
أَنْتَ
أَصْلُ الدِّينِ
وَمَنَارُ
الْإِيمَانِ
وَغَايَةُ الْهُدَى
وَقَائِدُ
الْغُرِّ
الْمُحَجَّلِينَ
أَشْهَدُ
لَكَ
بِذَلِكَ.
129- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
abdest için su istedi, abdestten sonra Ali ibni Ebu Talibin elini tuttu, eliyle
elini kavradı ve sonra dedi ki: (Sen sadece bir
uyarıcısın. Rad 7) Sonra Ali ibni Ebu Talibin elini
göğsüne bastırdı ve dedi ki: (Ve her kavmin bir hidayetçisi
vardır. Rad 7) Sonra dedi ki: Ya Ali! Dinin kökü sensin ve imanın
aydınlatıcısı ve hidayetin gayesi ve yüzü
parıltılı olanların komutanı. O
saydıklarımla alakalı sana şehadet getiriyorum.
130- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ: قُلْتُ
لِأَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام: (إِنَّما
أَنْتَ
مُنْذِرٌ
وَلِكُلِّ
قَوْمٍ هادٍ) فَقَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ الْمُنْذِرُ
وَعَلِيٌّ
الْهَادِي
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
فَهَلْ
مِنَّا هَادٍ
الْيَوْمَ؟
قُلْتُ: بَلَى
جُعِلْتُ
فِدَاكَ مَا
زَالَ
فِيكُمْ
هَادٍ مِنْ
بَعْدِ هَادٍ
حَتَّى رُفِعَتْ
إِلَيْكَ
فَقَالَ:
رَحِمَكَ
اللَّهُ يَا
أَبَا
مُحَمَّدٍ
وَلَوْ
كَانَتْ إِذَا
نَزَلَتْ
آيَةٌ عَلَى
رَجُلٍ ثُمَّ
مَاتَ ذَلِكَ
الرَّجُلُ
مَاتَتِ
الْآيَةُ
مَاتَ
الْكِتَابُ
وَلَكِنَّهُ
حَيٌّ
يَجْرِي
فِيمَنْ بَقِيَ
كَمَا جَرَى
فِيمَنْ
مَضَى.
130- Ebu Basir şöyle rivayet
etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: (Sen sadece
bir uyarıcısın ve her kavmin bir hidayetçisi vardır. Rad 7)
Dedi ki: Rasûlullah uyarıcıdır ve Ali de hidayetçidir. Ya Ebu
Muhammed! Bugün bizden bir hidayetçi var mı? Dedim ki: Sana feda
olayım. Evet, bir hidayetçiden diğer hidayetçiye sana ulaşana
kadar sizden hiç ayrılmadı. Bunun üzerine dedi ki: Allah sana rahmet
etsin ya Ebu Muhammed! Bir adama ayet indikten sonra o adamın ölmesiyle
ayet ölseydi, kitap da ölürdü. Velakin o diridir, geçip gidende cari
olduğu gibi geriye kalanda da caridir.
(Bu babda konuyla
alakalı dokuz tane rivayet vardı.)
14. Bab:
İmamlar aleyhimusselam Sadıklardır
131- عَنْ
بُرَيْدٍ
الْعِجْلِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَام
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ تَعَالَى: (يا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا اللَّهَ
وَكُونُوا
مَعَ
الصَّادِقِينَ) قَالَ:
إِيَّانَا
عَنَى.
131- Bureyd İcli şöyle rivayet etti: Ebu
Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama (Ey iman edenler Allaha
karşı takvalı olun ve sadıklarla beraber olun. Tevbe 119)
ayetini sordum. Dedi ki: Bizi kastetti.
(Bu babda konuyla
alakalı iki tane rivayet vardı.)
133- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ:
قَرَأْتُ فِي
كِتَابِ
أَبِي:
الْأَئِمَّةُ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ
إِمَامَانِ:
إِمَامُ
هُدًى
وَإِمَامُ
ضَلَالٍ
فَأَمَّا
أَئِمَّةُ
الْهُدَى فَيُقَدِّمُونَ
أَمْرَ
اللَّهِ
قَبْلَ أَمْرِهِمْ
وَحُكْمَ
اللَّهِ
قَبْلَ
حُكْمِهِمْ
وَأَمَّا
أَئِمَّةُ
الضَّلَالِ
فَإِنَّهُمْ
يُقَدِّمُونَ
أَمْرَهُمْ
قَبْلَ أَمْرِ
اللَّهِ
حُكْمُهُمْ
قَبْلَ
حُكْمِ
اللَّهِ
اتِّبَاعاً
لِأَهْوَائِهِمْ
وَخِلَافاً
لِمَا فِي
الْكِتَابِ.
133- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Babamın kitabında okudum: İmamlar Allahın
kitabında iki kısım imamdır: Hidayet imamı ve
sapıklık imamı. Hidayetin imamlarına gelince Allahın
emrini kendi emirlerinden, Allahın hükmünü kendi hükümlerinden önce
tutarlar. Sapıklığın imamları ise muhakkak ki onlar
hevalarına tabi olarak ve kitapta olana hilaf olarak kendi emirlerini
Allahın emrinden, kendi hükümlerini Allahın hükmünden önce
tutarlar.
134- عَنْ
جَعْفَرِ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ: قَالَ:
الْأَئِمَّةُ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ
إِمَامَانِ:
قَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ
جَعَلْناهُمْ
أَئِمَّةً
يَهْدُونَ بِأَمْرِنا) لَا
بِأَمْرِ
النَّاسِ
يُقَدِّمُونَ
أَمْرَ اللَّهِ
قَبْلَ
أَمْرِهِمْ
وَحُكْمَ
اللَّهِ
قَبْلَ
حُكْمِهِمْ
وَقَالَ: (وَ
جَعَلْناهُمْ
أَئِمَّةً
يَدْعُونَ إِلَى
النَّارِ) يُقَدِّمُونَ
أَمْرَهُمْ
قَبْلَ
أَمْرِ اللَّهِ
وَحُكْمَهُمْ
قَبْلَ
حُكْمِ اللَّهِ
وَيَأْخُذُونَ
بِأَهْوَائِهِمْ
خِلَافاً
لِمَا فِي
كِتَابِ
اللَّهِ.
134- Cafer ibni Muhammed
(Sadık) aleyhisselam babasından şöyle rivayet etti: İmamlar
Allahın kitabında iki kısımdır: Allah Tebareke ve
Teala şöyle dedi: (Onları emrimizle hidayet eden imamlar karar
kıldık. Enbiya 73) İnsanların emriyle değil.
Allahın emrini kendi emirlerinden Allahın hükmünü kendi
hükümlerinden önce tutarlar. Ve şöyle dedi: (Onları eteşe
çağıran imamlar karar kıldık. Kasas 41) Allahın
kitabında olana hilaf olmayı heva edinerek kendi emirlerini
Allahın emrinden, kendi hükümlerini Allahın hükmünden önce
tutarlar.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
138- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام قَالَ:
لَمَّا
نَزَلَتْ
هَذِهِ
الْآيَةُ: (يَوْمَ
نَدْعُوا
كُلَّ أُناسٍ
بِإِمامِهِمْ) قَالَ:
فَقَالَ
الْمُسْلِمُونَ:
يَا رَسُولَ
اللَّهِ أَ
لَسْتَ
إِمَامَ
النَّاسِ كُلِّهِمْ
أَجْمَعِينَ؟
فَقَالَ
رَسُولُ اللهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
أَنَا رَسُولُ
اللَّهِ
إِلَى
النَّاسِ
أَجْمَعِينَ
وَلَكِنْ
سَيَكُونُ
بَعْدِي
أَئِمَّةٌ
عَلَى النَّاسِ
مِنَ اللَّهِ
مِنْ أَهْلِ
بَيْتِي
يَقُومُونَ
فِي النَّاسِ
فَيُكَذَّبُونَ
وَيَظْلِمُهُمْ
أَئِمَّةُ
الْكُفْرِ وَالضَّلَالِ
وَأَشْيَاعُهُمْ
أَلَا وَمَنْ
وَالاهُمْ
وَاتَّبَعَهُمْ
وَصَدَّقَهُمْ
فَهُوَ
مِنِّي وَمَعِي
وَسَيَلْقَانِي
أَلَا وَمَنْ
ظَلَمَهُمْ
وَأَعَانَ
عَلَى
ظُلْمِهِمْ
وَكَذَّبَهُمْ
فَلَيْسَ
مِنِّي وَلَا
مَعِي وَأَنَا
مِنْهُ بَرِيءٌ.
138- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Bu ayet indiğinde (Bütün insanları kendi
imamıyla çağırdığımız gün. İsra 71) Müslümanlar
dediler ki: Ya Rasûlullah! Sen bütün insanların imamı değil
misin? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Ben bütün insanlara Allahın
resulüyüm velakin benden sonra Allahtan insanlara benim Ehli Beytimden
imamlar olacak. İnsanların içinde dururlar ve yalanlanırlar.
Sapıklığın ve küfrün imamları ve onların
Şiaları onlara (imamlara) zulüm ederler. Kim onları
(imamları) veli edinirse, tabi olursa ve doğrularsa o bendendir,
benimledir ve benimle karşılaşacak. Kim onlara zulüm ederse,
onlara zulme yardım ederse ve onları yalanlarsa benden değildir
ve benimle de değildir. Ben de ondan beriyim.
139- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
مَنْصُورٍ
قَالَ: سَأَلْتُ
عَبْداً
صَالِحاً
عَلَيْهِ
السَّلَام
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (إِنَّما
حَرَّمَ
رَبِّيَ
الْفَواحِشَ
ما ظَهَرَ
مِنْها وَما
بَطَنَ) فَقَالَ:
إِنَّ
الْقُرْآنَ
لَهُ ظَهْرٌ
وَبَطْنٌ
فَجَمِيعُ
مَا حَرَّمَ
فِي الْكِتَابِ
هُوَ
الظَّاهِرُ
وَالْبَاطِنُ
مِنْ ذَلِكَ
أَئِمَّةُ
الْجَوْرِ
وَجَمِيعُ
مَا أَحَلَّ
فِي
الْكِتَابِ
وَهُوَ
الظَّاهِرُ
وَالْبَاطِنُ
مِنْ ذَلِكَ
أَئِمَّةُ
الْحَقِّ.
139- Muhammed ibni Mensur
şöyle rivayet etti: Salih kul (Musa el-Kâzım) aleyhisselama Allah
Tebareke ve Tealanın: (De ki: Rabbim sadece
hayasızlıkları, o hayasızlıklardan açıkta ve
gizlide olanları haram etti. Araf 33) ayetini sordum. Dedi ki:
Muhakkak ki Kuranın zahiri ve batını vardır. Kitapta
haram ettiği bütün her şey zahiridir ve onun batını ise
zulmün imamlarıdır. Kitapta helal ettiği bütün her şey
zahiridir ve onun batını ise hakkın imamlarıdır.
140- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (أَ لَمْ
تَرَ إِلَى
الَّذِينَ
أُوتُوا نَصِيباً
مِنَ
الْكِتابِ
يُؤْمِنُونَ
بِالْجِبْتِ
وَالطَّاغُوتِ) فُلَانٍ
وَفُلَانٍ (وَ
يَقُولُونَ
لِلَّذِينَ
كَفَرُوا
هؤُلاءِ
أَهْدى مِنَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
سَبِيلًا) يَقُولُونَ
لِأَئِمَّةِ
الضَّلَالَةِ
وَالدُّعَاةِ
إِلَى
النَّارِ:
هَؤُلَاءِ
أَهْدَى مِنْ
آلِ
مُحَمَّدٍ
وَأَوْلِيَائِهِمْ
سَبِيلًا (أُولئِكَ
الَّذِينَ
لَعَنَهُمُ
اللَّهُ وَمَنْ
يَلْعَنِ
اللَّهُ
فَلَنْ
تَجِدَ لَهُ
نَصِيراً
أَمْ لَهُمْ
نَصِيبٌ مِنَ
الْمُلْكِ) يَعْنِي
الْإِمَامَةَ
وَالْخِلَافَةَ (فَإِذاً
لا يُؤْتُونَ
النَّاسَ
نَقِيراً) نَحْنُ
النَّاسُ
الَّذِينَ
عَنَى اللَّهُ.
140- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam Allah Tebareke ve Tealanın (Kendilerine
kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Cibte ve Tağuta inanıyorlar. Nisa 51) ayeti
hakkında şöyle dedi: Falan ve Falandır (İnkar eden
kimseler için de, bunlar iman eden kimselerden daha doğru bir
yoldadır diyorlar. Nisa 51) Sapıklığın
imamları ve ateşe çağıranlar diyorlar ki: Bunlar Â-li
Muhammedden ve evliyalarından daha doğru yoldadır. (Onlar,
Allahın lanet ettiği kimselerdir. Allah, kime lanet ederse
artık ona asla bir yardımcı bulamazsın. Nisa 52) (Yoksa
onların mülkten bir payları mı var? Nisa 53) İmameti ve
hilafeti kastediyor. (Öyle olsaydı insanlara hurma çekirdeğinin
lifi kadar bile vermezlerdi. Nisa 53) Allahın kastettiği o
insanlar biziz.
141-
عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
مَنْصُورٍ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ إِذا
فَعَلُوا
فاحِشَةً
قالُوا
وَجَدْنا
عَلَيْها
آباءَنا
وَاللَّهُ
أَمَرَنا بِها
قُلْ إِنَّ
اللَّهَ لا
يَأْمُرُ
بِالْفَحْشاءِ
أَ
تَقُولُونَ
عَلَى اللَّهِ
ما لا
تَعْلَمُونَ) فَقَالَ:
أَ رَأَيْتَ
أَحَداً
يَزْعُمُ أَنَّ
اللَّهَ
أَمَرَ
بِالزِّنَاءِ
وَشُرْبِ
الْخَمْرِ
أَوْ بِشَيْءٍ
مِنْ هَذِهِ
الْمَحَارِمِ؟
فَقُلْتُ: لَا
فَقَالَ: مَا
هَذِهِ
الْفَاحِشَةُ
الَّتِي
يَدَّعُونَ
أَنَّ
اللَّهَ
أَمَرَ
بِهَا؟ فَقُلْتُ:
اللَّهُ
أَعْلَمُ
وَوَلِيُّهُ
قَالَ: فَإِنَّ
هَذِهِ فِي
أَئِمَّةِ
الْجَوْرِ ادَّعَوْا
أَنَّ
اللَّهَ
أَمَرَهُمْ
بِالإِيتِمَامِ
بِقَوْمٍ
لَمْ
يَأْمُرِ
اللَّهُ
بِالإِيتِمَامِ
بِهِمْ
فَرَدَّ
اللَّهُ ذَلِكَ
عَلَيْهِمْ
وَأَخْبَرَنَا
أَنَّهُمْ
قَدْ قَالُوا
عَلَيْهِ
الْكَذِبَ
فَسَمَّى
اللَّهُ ذَلِكَ
مِنْهُمْ
فَاحِشَةً.
141- Muhammed ibni Mensur şöyle rivayet etti: Ona Allahu
Tealanın (Onlar, bir fahişelik (çirkin bir
hayasızlık) yaptıklarında: Biz babalarımızı
o iş üzerinde bulduk. Allah onu bize emretti derler. De ki: Şüphesiz
Allah, fahişeliği emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allaha
iftira mı atıyorsunuz? Araf 28) ayetini
sordum. Dedi ki: Allahın ona zina etmesini, içki içmesini veya
bu haramlardan bir şey yapmasını emrettiğini iddia eden birisini
gördün mü? Dedim ki: Hayır. Dedi ki: Allahın onlara
yapmalarını emrettiğini iddia ettikleri bu fahişelik nedir?
Dedim ki: Allah ve onun velisi daha iyi bilir. Dedi ki: Muhakkak ki bu zulmün
imamları hakkındadır. Onlar iddia ediyorlar ki Allah onlara o
kavme tabi olmalarını emretti. Allah onlara tabi olmalarını
emretmedi. Allah onların sözünü inkar etti ve onların Allaha
yalanı iftira attıklarını bize bildirdi ve Allah
onların o işini fahişelik adlandırdı.
(Bu babda konuyla alakalı dört
tane rivayet vardı.)
144- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللَّهِ تَعَالَى: (أَمْ
يَحْسُدُونَ
النَّاسَ
عَلى ما
آتاهُمُ
اللَّهُ مِنْ
فَضْلِهِ) قَالَ:
نَحْنُ
الْمَحْسُودُونَ.
144-
Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam Allahu Tealanın (Yoksa onlar, Allahın
lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? Nisa 54) ayeti
hakkında şöyle dedi: O haset edilenler biziz.
146- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (أَمْ
يَحْسُدُونَ
النَّاسَ
عَلى ما
آتاهُمُ
اللَّهُ مِنْ
فَضْلِهِ) فَنَحْنُ
النَّاسُ
الْمَحْسُودُونَ
عَلَى مَا
آتَانَا
اللَّهُ مِنَ الْإِمَامَةِ
دُونَ خَلْقِ
اللَّهِ
جَمِيعاً.
146- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam Allah Tebareke ve Tealanın (Yoksa
onlar, Allahın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi
ediyorlar? Nisa 54) ayeti hakkında şöyle dedi: Bütün
yaratıklar dışında Allahın bize verdiği
imametten dolayı o haset edilen insanlar biziz.
147- عَنْ
بُرَيْدٍ
الْعِجْلِيِّ
عَنْ أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (فَقَدْ
آتَيْنا آلَ
إِبْراهِيمَ
الْكِتابَ
وَالْحِكْمَةَ
وَآتَيْناهُمْ
مُلْكاً
عَظِيماً) فَجَعَلْنَا
مِنْهُمُ
الرُّسُلَ
وَالْأَنْبِيَاءَ
وَالْأَئِمَّةَ
فَكَيْفَ
يُقِرُّونَ
فِي آلِ
إِبْرَاهِيمَ
وَيُنْكِرُونَ
فِي آلِ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى الله
ُعَلَيْهِ
وَآلِهِ؟
قُلْتُ: فَمَا
مَعْنَى
قَوْلِهِ: (وَ
آتَيْناهُمْ
مُلْكاً
عَظِيماً) قَالَ:
الْمُلْكُ
الْعَظِيمُ
أَنْ جَعَلَ فِيهِمْ
أَئِمَّةً
مَنْ
أَطَاعَهُمْ
أَطَاعَ
اللَّهَ
وَمَنْ
عَصَاهُمْ
عَصَى اللَّهَ
فَهُوَ
الْمُلْكُ
الْعَظِيمُ.
147-
Bureyd İcli Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın Allah
Tebareke ve Tealanın (Doğrusu biz, Â-li
İbrahime kitabı ve hikmeti verdik ve onlara azim bir mülk verdik.
Nisa 54) ayeti hakkında şöyle dediğini
rivayet etti: Onlardan resuller, nebiler ve
imamlar kıldık. Nasıl Â-li İbrahim hakkındaki
şeyleri ikrar ediyorlar da Â-li Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin
hakkındaki şeyleri inkar ediyorlar? Dedim ki: Allahın (Onlara
azim bir mülk verdik. Nisa 54) Sözünün manası nedir? Dedi ki: Azim
mülk imameti onlarda karar kılmasıdır. Kim onlara itaat ederse
Allaha itaat eder ve kim onlara isyan ederse Allaha isyan eder. Bu yüzden o
azim olan mülktür.
148- عَنْ
عِمْرَانَ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (فَقَدْ
آتَيْنا آلَ
إِبْراهِيمَ
الْكِتابَ) فَقَالَ:
النُّبُوَّةَ
فَقُلْتُ: (وَ
الْحِكْمَةَ)؟ قَالَ:
الْفَهْمَ
وَالْقَضَاءَ
قُلْتُ لَهُ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ
آتَيْناهُمْ
مُلْكاً
عَظِيماً)؟ قَالَ:
الطَّاعَةَ.
148-
Humran şöyle rivayet etti: Ona (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama
Allahu Tebareke ve Tealanın (Biz Â-li İbrahime kitap verdik.
Nisa 54) ayetini sordum. Dedi ki: Nubuvvettir. Dedim ki: (Ve hikmet.
Nisa 54) Dedi ki: Algılama ve hükümdür. Allahu Tebareke ve
Tealanın (Biz onlara azim bir mülk verdik. Nisa 54) ayetini
sordum. Dedi ki: İtaattir.
150- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي هَذِهِ الْآيَةِ: (أَمْ
يَحْسُدُونَ
النَّاسَ
عَلى ما
آتاهُمُ
اللَّهُ مِنْ
فَضْلِهِ
فَقَدْ آتَيْنا
آلَ
إِبْراهِيمَ
الْكِتابَ
وَالْحِكْمَةَ
وَآتَيْناهُمْ
مُلْكاً
عَظِيماً) قَالَ:
نَحْنُ
وَاللَّهِ
النَّاسُ
الَّذِينَ
قَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى وَنَحْنُ
وَاللَّهِ
الْمَحْسُودُونَ
وَنَحْنُ
أَهْلُ هَذَا
الْمُلْكِ
الَّذِي
يَعُودُ
إِلَيْنَا.
150-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam (Yoksa
onlar, Allahın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi
ediyorlar? Biz Â-li İbrahime kitap ve hikmet verdik ve onlara
azim bir mülk verdik. Nisa 54) ayeti hakkında şöyle dedi: Vallahi Allahu
Tebareke ve Tealanın dediği insanlar biziz. Vallahi o haset
edilenler biziz ve biz bu mülkün ehliyiz. O mülk bize dönecek.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz
tane rivayet vardı.)
151- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
إِنَّهُ
لَذِكْرٌ
لَكَ
وَلِقَوْمِكَ
وَسَوْفَ
تُسْئَلُونَ) قَالَ:
الذِّكْرُ
الْقُرْآنُ
وَنَحْنُ قَوْمُهُ
وَنَحْنُ
الْمَسْئُولُونَ.
151-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allahu Tealanın (O
senin ve kavmin için bir zikirdir ve ileride sorulacaksınız. Zuhruf
44) ayeti hakkında şöyle dedi: Zikir Kurandır, biz de onun
kavmiyiz ve biz sorulacak olanlarız.
152- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
إِنَّهُ
لَذِكْرٌ
لَكَ
وَلِقَوْمِكَ
وَسَوْفَ
تُسْئَلُونَ) قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
أَهْلُ
بَيْتِهِ
الْمَسْئُولُونَ
وَهُمْ
أُولُو
الذِّكْرِ.
152- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam Allahu Tealanın (O sen ve kavmin için bir
zikirdir ve ileride sorulacaksınız. Zuhruf 44) ayeti
hakkında şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ve onun
Ehli Beyti sorulacak olanlardır ve onlar zikrin sahipleridir.
155- قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام: (وَ إِنَّهُ
لَذِكْرٌ
لَكَ
وَلِقَوْمِكَ
وَسَوْفَ
تُسْئَلُونَ) قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَهْلُ
بَيْتِهِ
أَهْلُ الذِّكْرِ
وَهُمُ
الْمَسْئُولُونَ.
155- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: (O senin ve kavmin için bir
zikirdir ve ileride sorulacaksınız. Zuhruf 44) Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi ve onun Ehli Beyti zikrin ehlidir ve onlar sorulacak
olanlardır.
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
158- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ السَّلَام
قَالَ:ُ قَالَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَام:
عَلَى
الْأَئِمَّةِ
مِنَ الْفَرْضِ
مَا لَيْسَ
عَلَى
شِيعَتِهِمْ
وَعَلَى شِيعَتِنَا
مَا لَيْسَ
عَلَيْنَا
أَمَرَهُمُ
اللَّهُ أَنْ
يَسْأَلُونَّا
فَقَالَ: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا
تَعْلَمُونَ) فَأَمَرَهُمْ
أَنْ
يَسْأَلُونَا
وَلَيْسَ
عَلَيْنَا
الْجَوَابُ
إِنْ شِئْنَا
أَجَبْنَا
وَإِنْ
شِئْنَا
أَمْسَكْنَا.
158- Ebul Hasan Rıza
aleyhisselam Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: İmamlara farz olan şeylerden
bazıları Şialarına farz değildir ve Şialarımıza
farz olan şeyler de bize farz değildir. Allah bize
sormalarını onlara farz etti ve dedi ki: (Bilmiyorsanız
zikrin ehline sorun. Enbiya 7) Bize sormalarını onlara farz etti
ve cevap vermeyi bize farz etmedi. İstersek cevap veririz, istersek cevap
vermeyiz.
160- عَنْ
هِشَامِ بْنِ
سَالِمٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَام
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا
تَعْلَمُونَ) مَنْ
هُمْ؟ قَالَ:
نَحْنُ قَالَ:
قُلْتُ: عَلَيْنَا
أَنْ
نَسْأَلَكُمْ؟
قَالَ: نَعَمْ
قُلْتُ:
عَلَيْكُمْ
أَنْ تُجِيبُونَا؟
قَالَ: ذَلِكَ
إِلَيْنَا.
160- Hişam ibni Salim
şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) alehisselama Allahu
Tealanın (Bilmiyorsanız zikrin ehline sorun. Enbiya 7)
ayetini sordum dedim ki: Onlar kim? Dedi ki: Biziz. Dedim ki: Bize düşen
size sormamız mıdır? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Size düşen
bize cevap vermeniz midir? Dedi ki: O bize kalmış.
163- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ الذِّكْرِ
إِنْ
كُنْتُمْ لا
تَعْلَمُونَ) قَالَ:
هُمْ آلُ
مُحَمَّدٍ
فَعَلَى
النَّاسِ
أَنْ
يَسْأَلُوهُمْ
وَلَيْسَ
عَلَيْهِمْ
أَنْ
يُجِيبُوا
ذَلِكَ
إِلَيْهِمْ
إِنْ شَاءُوا
أَجَابُوا
وَإِنْ
شَاءُوا لَمْ
يُجِيبُوا.
163-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin (Bilmiyorsanız
zikrin ehline sorun. Enbiya 7) ayeti hakkında şöyle dedi: Onlar
Â-li Muhammeddir. İnsanlara düşen onlara sormalarıdır ama
cevap vermek onlara zorunlu değildir. O onlara kalmış. Eğer
isterlerse cevap verirler ve isterlerse de cevap vermezler.
165- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا
تَعْلَمُونَ) قَالَ:
نَحْنُ
أَهْلُ
الذِّكْرِ
وَنَحْنُ الْمَسْئُولُونَ.
165-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allahu Tealanın (Bilmiyorsanız
zikrin ehline sorun. Enbiya 7) ayeti hakkında şöyle dedi: Zikrin
ehli biziz ve sorulanlar da biziz.
166- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام فِي
قَوْلِ
اللَّهِ: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا تَعْلَمُونَ) قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَهْلُ
بَيْتِهِ
هُمْ أَهْلُ
الذِّكْرِ
وَهُمُ
الْأَئِمَّةُ.
166- Ebu Cafer (Muhammed
Bakır) aleyhisselam Allahın (Bilmiyorsanız zikrin ehline
sorun. Enbiya 7) ayeti hakkında şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi ve onun Ehli Beyti. Onlar zikrin ehlidir ve onlar
imamlardır.
167- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا
تَعْلَمُونَ) قَالَ:
الذِّكْرُ
مُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَنَحْنُ
أَهْلُهُ
وَنَحْنُ
الْمَسْئُولُونَ.
167-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allahu Tealanın (Eğer
bilmiyorsanız zikrin ehline sorun. Enbiya 7) ayeti hakkında
şöyle dedi: Zikir Muhammed sallallahu aleyhi ve alihidir ve biz de onun
ehliyiz ve biz sorulanlarız.
170- عَنْ
بُرَيْدِ
بْنِ
مُعَاوِيَةَ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ:
قُلْتُ
قَوْلُ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا
تَعْلَمُونَ) قَالَ:
الذِّكْرُ
الْقُرْآنُ
وَنَحْنُ
الْمَسْئُولُونَ.
170- Bureyd ibni Muaviye
şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Allah
Azze ve Cellenin (Eğer bilmiyorsanız zikrin ehline sorun. Enbiya
7) ayetini sordum. Dedi ki: Zikir Kurandır, biz de sorulanlarız.
175- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا
تَعْلَمُونَ) قَالَ:
كِتَابُ
اللَّهِ
الذِّكْرُ
وَأَهْلُهُ
آلُ
مُحَمَّدٍ
الَّذِينَ
أَمَرَ اللَّهُ
بِسُؤَالِهِمْ
وَلَمْ
يُؤْمَرُوا
بِسُؤَالِ
الْجُهَّالِ
وَسَمَّى
اللَّهُ
الْقُرْآنَ
ذِكْراً
فَقَالَ: (وَ
أَنْزَلْنا
إِلَيْكَ
الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ
لِلنَّاسِ ما
نُزِّلَ
إِلَيْهِمْ
وَلَعَلَّهُمْ
يَتَفَكَّرُونَ).
175- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam (Eğer bilmiyorsanız zikrin ehline
sorun. Enbiya 7) ayeti hakkında şöyle dedi: Zikir Allahın
kitabıdır ve onun ehli de Â-li Muhammeddir. Allah onlara
sormayı emretti, cahillere sormayı emretmedi ve Allah Kuranı
zikir olarak isimlendirdi ve dedi ki: (Kendilerine
indirileni insanlara açıklaman için biz sana zikri indirdik. Belki
düşünüp öğüt alırlar. Nahl 44)
181- عَنْ
زُرَارَةَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَوْلُ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (فَسْئَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لا
تَعْلَمُونَ) مَنِ
الْمَعْنِيُّ
بِذَلِكَ؟
قَالَ: نَحْنُ
قَالَ: قُلْتُ:
فَأَنْتُمُ
الْمَسْئُولُونَ؟
قَالَ: نَعَمْ
قَالَ:
قُلْتُ:
وَنَحْنُ
السَّائِلُونَ؟
قَالَ: نَعَمْ
قَالَ:
قُلْتُ:
فَعَلَيْنَا
أَنْ
نَسْأَلَكُمْ؟
قَالَ: نَعَمْ
قُلْتُ:
وَعَلَيْكُمْ
أَنْ
تُجِيبُونَا؟
قَالَ: لَا ذَاكَ
إِلَيْنَا
إِنْ شِئْنَا
فَعَلْنَا وَإِنْ
شِئْنَا لَمْ
نَفْعَلْ
ثُمَّ قَالَ: (هذا
عَطاؤُنا
فَامْنُنْ
أَوْ
أَمْسِكْ بِغَيْرِ
حِسابٍ).
181- Zurare şöyle rivayet
etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Allah Tebareke ve
Tealanın (Eğer bilmiyorsanız
zikrin ehline sorun. Enbiya 7)
ayetini sordum dedim ki: Onunla kastedilenler kimlerdi? Dedi ki: Biziz. Dedim
ki: Siz sorulanlar mısınız? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Biz de
soranlar mıyız? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Bize düşen size sormak
mıdır? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Size düşen de bize cevap
vermeniz midir? Dedi ki: Hayır, o bize kalmış dilersek
yaparız, dilersek de yapmayız. Sonra dedi ki: (Bu bizim verdiğimizdir, istersen hesapsızca
lütufta bulun istersen tut. Sad 39)
(Bu babda konuyla
alakalı yirmi sekiz tane rivayet vardı.)
188- عَنْ
صَفْوَانَ
بْنِ يَحْيَى
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَام:
يَكُونُ
الْإِمَامُ
فِي حَالٍ
يُسْأَلُ
عَنِ
الْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ
وَالَّذِي
يَحْتَاجُ
النَّاسُ
إِلَيْهِ
فَلَا
يَكُونُ
عِنْدَهُ شَيْءٌ؟
قَالَ: لَا
وَلَكِنْ
قَدْ يَكُونُ
عِنْدَهُ
وَلَا
يُجِيبُ.
188- Safvan ibni Yahya şöyle rivayet etti: Ebul Hasan
(Rıza) aleyhisselama dedim ki: Zamanın imamına insanların ihtiyaç
duyduğu helalden ve haramdan sorulur ve onun yanında bununla ilgili
bir şey olmaz. Bu olabilir mi? Dedi ki: Hayır onun
yanındadır velakin cevap vermez.
189- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ حَكِيمٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
عَنِ الْإِمَامِ
هَلْ
يُسْأَلُ
عَنْ شَيْءٍ
مِنَ
الْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ
وَالَّذِي
يَحْتَاجُ
إِلَيْهِ
النَّاسُ
وَلَا يَكُونُ
عِنْدَهُ
فِيهِ شَيْءٌ؟
قَالَ: لَا
وَلَكِنْ
يَكُونُ
عِنْدَهُ وَلَا
يُجِيبُ
ذَاكَ
إِلَيْهِ
إِنْ شَاءَ أَجَابَ
وَإِنْ شَاءَ
لَمْ يُجِبْ.
189- Muhammed
ibni Hekim şöyle rivayet etti: Ebul Hasan (Rıza) aleyhisselama
imamı sordum insanların ihtiyaç duyduğu helalden ve haramdan bir
şey sorulur ve onun yanında bununla ilgili bir şey olmaz, bu
olabilir mi? Dedi ki: Hayır, velakin onun yanındadır ama cevap
vermez. O, ona kalmış. Eğer dilerse cevap verir ve eğer
dilerse cevap vermez.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
190- عَنْ
سَوْرَةَ
بْنِ
كُلَيْبٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (ثُمَّ
أَوْرَثْنَا
الْكِتابَ
الَّذِينَ اصْطَفَيْنا
مِنْ
عِبادِنا
فَمِنْهُمْ
ظالِمٌ
لِنَفْسِهِ
وَمِنْهُمْ
مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ
سابِقٌ
بِالْخَيْراتِ
بِإِذْنِ
اللَّهِ) قَالَ:
السَّابِقُ
بِالْخَيْرَاتِ
الْإِمَامُ.
190- Suret ibni Kuleyb şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama (Sonra kitabı
kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Artık
onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allahın
izniyle hayırlarda yarışır, öne geçer. Fatır 32) ayetini sordum. Dedi ki: Hayırlarda öne geçen
imamdır.
192- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام أَنَّهُ
قَالَ فِي
هَذِهِ
الْآيَةِ: (ثُمَّ
أَوْرَثْنَا ٱلْكِتَٰبَ
ٱلَّذِينَ ٱصْطَفَيْنَا
مِنْ عِبَادِنَا)
إِلَى آخِرِ
الْآيَةِ
قَالَ:
السَّابِقُ
بِالْخَيْرَاتِ
الْإِمَامُ
فَهِيَ فِي
وُلْدِ
عَلِيٍّ
وَفَاطِمَةَ
عَلَيْهِمَا
السَّلَام.
192- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam (Sonra kitabı kullarımızdan
seçtiklerimize miras bıraktık. Artık onlardan kimi kendi nefsine
zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allahın izniyle
hayırlarda yarışır, öne geçer. Fatır 32) ayeti hakkında şöyle
dedi: Hayırlarda öne geçen imamdır ve o Ali ve Fatime aleyhimasselamın evlatları hakkındadır.
(Bu babda konuyla alakalı on
beş tane rivayet vardı.)
205- عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
الْأَوَّلِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
أَخْبِرْنِي
عَنِ
النَّبِيِّ
صَلَّى الله
ُعَلَيْهِ وَآلِهِ
وَرِثَ مِنَ
النَّبِيِّينَ
كُلِّهِمْ؟
قَالَ لِي:
نَعَمْ قُلْتُ:
مِنْ لَدُنْ
آدَمَ إِلَى
أَنِ
انْتَهَتْ إِلَى
نَفْسِهِ؟
قَالَ: مَا
بَعَثَ
اللَّهُ نَبِيّاً
إِلَّا
وَكَانَ
مُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
أَعْلَمَ
مِنْهُ.
قَالَ:
قُلْتُ: إِنَّ
عِيسَى ابْنَ
مَرْيَمَ كَانَ
يُحْيِي
الْمَوْتَى
بِإِذْنِ
اللَّهِ قَالَ:
صَدَقْتَ
قُلْتُ:
وَسُلَيْمَانَ
بْنَ دَاوُدَ
كَانَ
يَفْهَمُ
مَنْطِقَ
الطَّيْرِ هَلْ
كَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى الله
ُعَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَقْدِرُ
عَلَى هَذِهِ
الْمَنَازِلِ؟
قَالَ:
فَقَالَ:
إِنَّ
سُلَيْمَانَ
بْنَ دَاوُدَ
قَالَ
لِلْهُدْهُدِ
حِينَ
فَقَدَهُ وَشَكَّ
فِي أَمْرِهِ
فَقَالَ: (ما
لِيَ لا أَرَى
الْهُدْهُدَ
أَمْ كانَ مِنَ
الْغائِبِينَ)
حِينَ
فَقَدَهُ
وَغَضِبَ
عَلَيْهِ
فَقَالَ: (لَأُعَذِّبَنَّهُ
عَذاباً
شَدِيداً أَوْ
لَأَذْبَحَنَّهُ
أَوْ
لَيَأْتِيَنِّي
بِسُلْطانٍ
مُبِينٍ)
وَإِنَّمَا
غَضِبَ
عَلَيْهِ
لِأَنَّهُ كَانَ
يَدُلُّهُ
عَلَى
الْمَاءِ
فَهَذَا وَهُوَ
طَيْرٌ
فَقَدْ
أُعْطِيَ مَا
لَمْ يُعْطَ
سُلَيْمَانُ
وَقَدْ
كَانَتِ
الرِّيحُ وَالنَّمْلُ
وَالْجِنُّ
وَالْإِنْسُ
وَالشَّيَاطِينُ
الْمَرَدَةُ
لَهُ
طَائِعِينَ وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
يَعْرِفُ
الْمَاءَ
تَحْتَ الْهَوَاءِ
فَكَانَ
الطَّيْرُ
يَعْرِفُهُ.
إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
يَقُولُ فِي
كِتَابِهِ: (وَ لَوْ
أَنَّ
قُرْآناً
سُيِّرَتْ
بِهِ الْجِبالُ
أَوْ
قُطِّعَتْ
بِهِ
الْأَرْضُ أَوْ
كُلِّمَ بِهِ
الْمَوْتى
بَلْ لِلَّهِ
الْأَمْرُ
جَمِيعاً)
وَقَدْ
وَرِثْنَا
نَحْنُ هَذَا
الْقُرْآنَ
فَفِيهِ مَا
يُقَطَّعُ
بِهِ
الْجِبَالُ وَيُقَطَّعُ
الْمَدَائِنُ
بِهِ
وَيُحْيَا بِهِ
الْمَوْتَى
وَنَحْنُ
نَعْرِفُ
الْمَاءَ
تَحْتَ
الْهَوَاءِ
وَإِنَّ فِي
كِتَابِ
اللَّهِ
لَآيَاتٍ مَا
يُرَادُ بِهَا
أَمْرٌ
إِلَّا إِلَى
أَنْ
يَأْذَنَ
اللَّهُ بِهِ
مَعَ مَا
فِيهِ إِذْنُ
اللَّهِ فَمَا
كَتَبَهُ
لِلْمَاضِينَ
جَعَلَهُ
اللَّهُ
لَنَا فِي
أُمِّ
الْكِتَابِ
إِنَّ اللَّهَ
يَقُولُ فِي
كِتَابِهِ: (ما مِنْ
غائِبَةٍ فِي
السَّماءِ
وَالْأَرْضِ
إِلَّا فِي
كِتابٍ مُبِينٍ) ثُمَّ
قَالَ: (ثُمَّ
أَوْرَثْنَا
الْكِتابَ
الَّذِينَ اصْطَفَيْنا
مِنْ
عِبادِنا) فَنَحْنُ
الَّذِينَ
اصْطَفَانَا
اللَّهُ
فَوَرَّثَنَا
هَذَا
الَّذِي
فِيهِ تِبْيَانُ
كُلِّ شَيْءٍ.
205-
İbrahim babasından şöyle rivayet etti: Ebul Hasan (Musa
el-Kâzım) aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım bana nebi
sallallahu aleyhi ve alihiden haber ver. Nebilerin hepsine mi varis oldu? Dedi
ki: Evet. Dedim ki: Âdemden kendisine ulaşana kadar mı? Dedi ki:
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi Allahın gönderdiği bütün nebilerden
daha alimdi.
Dedim ki: Muhakkak ki İsa ibni Meryem Allahın
izniyle ölüyü diriltiyordu. Dedi ki: Doğru söyledin. Dedim ki: Süleyman
ibni Davud kuşların dilini anlıyordu. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi de bu işleri yapabiliyor muydu?
Dedi ki: Süleyman ibni Davud Hüdhüdü kaybettiğinde ve
onun işinde şekke düştüğünde ona dedi ki: (Hüdhüdü
niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Neml
20) Onu kaybettiğinde ona gazaplandı ve
dedi ki: (Onu gerçekten şiddetli bir azapla
azaplandıracağım ya da onu boğazlayacağım veya o,
bana apaçık olan bir delil getirmelidir. Neml 21) Kesinlikle ona gazaplandı. Çünkü o, ona suyun yerini
gösteriyordu. Bu o kuştu ki Süleymana verilmeyen ona verilmişti.
Rüzgâr, karınca, cin, insan ve azgın şeytanlar ona itaat
ediyordu ama havanın altında suyun yerini bilmiyordu. Fakat kuş
suyun yerini biliyordu.
Allah Tebareke ve Teala kitabında diyor ki: (Eğer
kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin
parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kuran
olsaydı. Hayır, emrin tümü Allahındır. Rad 31) Biz bu Kurana varis olduk. Onun içinde olanla dağlar
parçalanır, onunla şehirler katedilir, onunla ölüler diriltilir. Biz
havanın altındaki suyun yerini de biliyoruz. Muhakkak ki
Allahın kitabında öyle ayetler vardır ki Allah izin verene
kadar o ayetle bir işin olması istenmez. Allahın o kitapta olan
izni ve onun geçmiştekiler için yazdığı şeylerle
beraber, Allah hepsini ummul kitapta bizim için karar kıldı. Muhakkak
ki Allah kitabında şöyle diyor: (Gökte
ve yeryüzünde hiçbir gizli şey yoktur ki apaçık kitapta tespit
edilmemiş olsun. Neml 75) Sonra dedi ki: (Sonra
kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık.
Fatır 32) Biziz, Allah bizi seçti ve
içinde her şeyin beyanı olduğu bu kitaba bizi varis
kıldı.
(Bu babda konuyla alakalı bir
tane rivayet vardı.)
207- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَنْ
سَرَّهُ أَنْ
يَحْيَا
حَيَاتِي
وَيَمُوتَ
مَمَاتِي
وَيَدْخُلَ جَنَّةَ
رَبِّي
جَنَّةَ
عَدْنٍ
قَضِيبٌ مِنْ
قُضْبَانِهَا
غَرَسَهُ
رَبِّي
بِيَدِهِ
فَقَالَ لَهُ
كُنْ فَكَانَ
فَلْيَتَوَلَّ
عَلِيّاً
وَالْأَوْصِيَاءَ
مِنْ بَعْدِهِ
وَلْيُسَلِّمْ
لِفَضْلِهِمْ
فَإِنَّهُمُ
الْهُدَاةُ
الْمَرْضِيُّونَ
أَعْطَاهُمْ
فَهْمِي
وَعِلْمِي
وَهُمْ
عِتْرَتِي
مِنْ دَمِي
وَلَحْمِي أَشْكُو
إِلَى
اللَّهِ
عَدُوَّهُمْ
مِنْ أُمَّتِي
الْمُنْكِرِينَ
لِفَضْلِهِمْ
الْقَاطِعِينَ
فِيهِمْ
صِلَتِي
وَاللَّهِ لَيَقْتُلُنَّ
ابْنِي وَلَا
أَنَالُهُمُ
اللَّهُ
شَفَاعَتِي.
207- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti:
Benim hayatımla yaşamak, ölümümle ölmek ve Rabbimin Adn cennetine
girmek kimi sevindirirse. Rabbim onun fidanını kendi eliyle dikti.
Sonra ona ol dedi o da oluverdi. Aliyi ve ondan sonra da vasileri veli edinsin
ve faziletlerini kabul etsin. Onlar razı olmuş hidayetçilerdir.
Onlara benin algılayışımı ve ilmimi verdi. Onlar benim
kanımdan ve etimden, itretimdir. Onların ümmetimden olan düşmanını,
onların faziletini inkâr edenleri, bana ulaşmayı onlarda
kesenleri Allaha şikâyet ediyorum. Vallahi oğlumu öldürecekler,
Allah onları şefaatime nail etmesin.
210-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام قال: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَنْ
أَرَادَ أَنْ
يَحْيَا
حَيَاتِي
وَيَمُوتَ
مَمَاتِي
وَيَدْخُلَ
جَنَّةَ
رَبِّي
جَنَّةَ
عَدْنٍ
غَرَسَهَا
بِيَدِهِ
فَلْيَتَوَلَّ
عَلِيّاً
وَلْيَتَوَلَّ
وَلِيَّهُ
وَلْيُعَادِ
عَدُوَّهُ
وَلْيَأْتَمَّ
بِالْأَوْصِيَاءِ
مِنْ
بَعْدِهِ
فَإِنَّهُمْ
عِتْرَتِي
مِنْ لَحْمِي
وَدَمِي
أَعْطَاهُمُ
اللَّهُ
فَهْمِي
وَعِلْمِي
إِلَى اللَّهِ
أَشْكُو مِنْ
أُمَّتِي
الْمُنْكِرِينَ
لِفَضَائِلِهِمْ
الْقَاطِعِينَ
فِيهِمْ
صِلَتِي
وَايْمُ
اللَّهِ
لَيَقْتُلُنَّ
ابْنِي لَا
أَنَالَهُمُ
اللَّهُ
شَفَاعَتِي.
210- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Kim benim hayatımla
yaşamak, ölümümle ölmek ve Rabbimin Adn cennetine girmek isterse. Rabbim
onun fidanını kendi eliyle dikti. Aliyi ve onun velisini veli
edinsin ve onun düşmanına düşmanlık etsin, ondan sonraki
vasileri imam edinsin. Onlar benim etimden ve kanımdan, itretimdir. Allah
onlara benim algılayışımı ve ilmimi verdi. Ümmetimden
onların faziletlerini inkâr edenleri, bana ulaşmayı onlarda
kesenleri, Allaha şikâyet ediyorum. Allaha yemin ederim oğlumu
öldürecekler. Allah onları şefaatime nail etmesin.
211- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: مَنْ
سَرَّهُ أَنْ
يَحْيَا حَيَاتِي
وَيَمُوتَ
مِيتَتِي
وَيَدْخُلَ
جَنَّةَ
عَدْنٍ قَضِيبٌ
غَرَسَهُ
رَبِّي
فَلْيَتَوَلَّ
عَلِيَّ بْنَ
أَبِي
طَالِبٍ
وَأَوْصِيَاءَهُ
مِنْ بَعْدِي
فَإِنَّهُمْ
لَا
يُدْخِلُونَكُمْ
فِي بَابِ
ضَلَالٍ
وَلَا
يُخْرِجُونَكُمْ
مِنْ بَابِ
هُدًى وَلَا
تُعَلِّمُوهُمْ
فَإِنَّهُمْ
أَعْلَمُ
مِنْكُمْ
وَإِنِّي
سَأَلْتُ
رَبِّي أَنْ
لَا
يُفَرِّقَ
بَيْنَهُمْ
وَبَيْنَ الْكِتَابِ
حَتَّى
يَرِدَا
عَلَيَّ
الْحَوْضَ
مَعِي
هَكَذَا
وَضَمَّ
بَيْنَ
إِصْبَعَيْهِ
وَعَرْضُهُ
مَا بَيْنَ
صَنْعَاءَ إِلَى
أَبٍ فِيهِ
قُدْحَانُ
فِضَّةٍ
وَذَهَبٍ
عَدَدَ
النُّجُومِ.
211- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
şöyle dediğini rivayet etti: Benim hayatımla yaşamak,
ölümümle ölmek ve Adn cennetine girmek kimi sevindirirse. Rabbim onun
fidanını kendi eliyle dikti. Benden sonra Ali ibni Ebu Talibi ve
onun vasilerini veli edinsin. Çünkü onlar sizi sapıklık
kapısına sokmazlar ve hidayet kapısından da
çıkarmazlar. Sakın onlara öğretmeye kalkmayın. Çünkü onlar
sizden daha alimdir. Rabbimden havuzda bana ulaşıncaya kadar onlarla
kitabın arasını ayırmamasını istedim. Bu
şekilde iki parmağını birbirine birleştirdi. O havuzun
genişliği Sanayla Eb (Yemende iki şehir) arası
kadardır. Onda yıldızlar sayısınca altından ve
gümüşten kadehler vardır.
219- قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: مَنْ
سَرَّهُ أَنْ
يَحْيَا
حَيَاتِي
وَيَمُوتَ
مِيتَتِي
وَيَدْخُلَ
جَنَّةَ
رَبِّي
جَنَّةَ
عَدْنٍ غَرَسَهَا
بِيَدِهِ
فَلْيَتَوَلَّ
عَلِيَّ بْنَ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَام
وَالْأَوْصِيَاءَ
مِنْ
بَعْدِهِ
فَإِنَّهُمْ لَحْمِي
وَدَمِي أَعْطَاهُمُ
اللَّهُ
فَهْمِي
وَعِلْمِي.
219-
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Benim hayatımla
yaşamak, ölümümle ölmek ve Rabbimin Adn cennetine girmek kimi
sevindirirse. Rabbim onun fidanını kendi eliyle dikti. Ali ibni Ebu
Talib aleyhisselamı ve ondan sonra da vasileri veli edinsin. Çünkü onlar
benim etimdir ve kanımdır. Allah onlara benim
algılayışımı ve ilmimi verdi.
221- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
عَنْ أَبِيهِ
أَنَّهُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِه:
مَنْ أَرَادَ
أَنْ يَحْيَا
حَيَاتِي
وَيَمُوتَ
مَمَاتِي
وَيَدْخُلَ
جَنَّةَ رَبِّي
جَنَّةَ
عَدْنٍ
غَرَسَهُ
رَبِّي فَلْيَتَوَلَّ
عَلِيَّ بْنَ
أَبِي
طَالِبٍ وَلْيُعَادِ
عَدُوَّهُ
وَلْيَأْتَمَّ
بِالْأَوْصِيَاءِ
مِنْ
بَعْدِهِ
فَإِنَّهُمْ
أَئِمَّةُ
الْهُدَى
مِنْ بَعْدِي
أَعْطَاهُمُ
اللَّهُ
فَهْمِي
وَعِلْمِي
وَهُمْ
عِتْرَتِي
مِنْ لَحْمِي
وَدَمِي
إِلَى
اللَّهِ
أَشْكُو مِنْ
أُمَّتِي
الْمُنْكِرِينَ
لِفَضْلِهِمْ
الْقَاطِعِينَ
فِيهِمْ
صِلَتِي
وَايْمُ
اللَّهِ
لَيَقْتُلُنَّ
ابْنِي
يَعْنِي
الْحَسَنَ
لَا
أَنَالَهُمُ اللَّهُ
شَفَاعَتِي.
221- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam babasından, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Kim benim
hayatımla yaşamak, ölümümle ölmek ve fidanlarını Rabbimin
diktiği Adn cennetine girmek isterse Ali ibni Ebu Talibi veli edinsin ve
onun düşmanına düşmanlık etsin, ondan sonraki vasileri imam
edinsin. Çünkü onlar benden sonraki hidayet imamlarıdır. Allah onlara
benim algılayışımı ve ilmimi verdi ve onlar benim
etimden ve benim kanımdan itretimdir. Ümmetimden onların faziletini
inkâr edeni ve bana ulaşmayı onlarda keseni Allaha şikâyet
ediyorum. Allaha yemin ederim oğlum Huseyni öldürecekler. Allah
onları şefaatime nail etmesin.
(Bu babda konuyla alakalı on yedi
tane rivayet vardı.)
223- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ:
النَّاسُ
غَفَلُوا
قَوْلَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه فِي
عَلِيٍّ
يَوْمَ
غَدِيرِ
خُمٍّ كَمَا
غَفَلُوا
يَوْمَ
مَشْرَبَةِ
أُمِّ إِبْرَاهِيمَ
أَتَاهُ
النَّاسُ
يَعُودُونَهُ
فَجَاءَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ لِيَدْنُوَ
مِنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه
فَلَمْ
يَجِدْ مَكَاناً
فَلَمَّا
رَأَى
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِه
أَنَّهُمْ
لَا
يُوَسِّعُونَ
لِعَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
نَادَى يَا
مَعْشَرَ
النَّاسِ
فَرِّجُوا
لِعَلِيٍّ
ثُمَّ أَخَذَ
بِيَدِهِ
فَقَعَّدَهُ
مَعَهُ عَلَى
فِرَاشِهِ
ثُمَّ قَالَ:
يَا
مَعْشَرَ
النَّاسِ
هَؤُلَاءِ
أَهْلُ بَيْتِي
تَسْتَخِفُّونَ
بِهِمْ وَأَنَا
حَيٌّ بَيْنَ
ظَهْرَانَيْكُمْ
أَمَّا
وَاللَّهِ
لَئِنْ
غِبْتُ
عَنْكُمْ
فَإِنَّ
اللَّهَ لَا
يَغِيبُ
عَنْكُمْ
إِنَّ الرَّوْحَ
وَالرَّاحَةَ
وَالرِّضْوَانَ
وَالْبِشْرَ
وَالْبِشَارَةَ
وَالْحُبَّ
وَالْمَحَبَّةَ
لِمَنِ
ائْتَمَّ
بِعَلِيٍّ وَتَوَلَّاهُ
وَسَلَّمَ
لَهُ
وَلِلْأَوْصِيَاءِ
مِنْ
بَعْدِهِ حَقٌّ
عَلَيَّ
لَأُدْخِلَنَّهُمْ
فِي شَفَاعَتِي
لِأَنَّهُمْ
أَتْبَاعِي
وَمَنْ تَبِعَنِي
فَإِنَّهُ
مِنِّي مَثَلٌ
جَرَى فِي
مَنِ
اتَّبَعَ
إِبْرَاهِيمَ
لِأَنِّي
مِنْ
إِبْرَاهِيمَ
وَإِبْرَاهِيمُ
مِنِّي
وَدِينُهُ
دِينِي وَدِينِي
دِينُهُ
وَسُنَّتُهُ
سُنَّتِي وَفَضْلُهُ
مِنْ فَضْلِي
وَأَنَا
أَفْضَلُ مِنْهُ
وَفَضْلِي
لَهُ فَضْلٌ
تَصْدِيقُ
قَوْلِي
قَوْلُهُ
تَعَالَى: (ذُرِّيَّةً
بَعْضُها
مِنْ بَعْضٍ
وَاللَّهُ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ)
وَكَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
الله
ُعَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَثَبَتَ
قَدِمَ فِي
مَشْرَبَةِ
أُمِّ إِبْرَاهِيمَ
حِينَ
عَادَهُ
النَّاسُ فِي
مَرَضِهِ
قَالَ هَذَا.
223- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: İnsanlar aynı Meşrebeti Ummu İbrahim
gününden gafil oldukları gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
Gadir Hum günü Ali hakkındaki sözünden de gafiller. İnsanlar dönüp
ona geliyordu ve Ali aleyhisselam geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihiye yaklaşmak istedi fakat yaklaşabileceği bir mekân
bulamadı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi onların Ali
aleyhisselama yol açmadıklarını görünce şöyle seslendi: Ey
insan topluluğu! Aliye yol açın! Sonra onun elini tuttu ve kendi
yanına oturttu. Sonra şöyle dedi:
Ey insan topluluğu! Bunlar benim Ehli Beytimdir. Ben
sizin aranızda hayattayım ve siz onları hafife alıyorsunuz!
Vallahi ben sizden gaip olsam da Allah sizden gaip değildir. Kim Aliye ve
ondan sonra da vasilere uyarsa, veli edinirse ve teslim olursa muhakkak ki
genişlik ve rahatlık, rızvan, sevinç ve güzel haber, sevgi ve
muhabbet onundur. Onları şefaatimin kapsamına almak benim üstüme
bir hak olur. Çünkü onlar bana tabi olanlardır ve kim bana tabi olursa o
bendendir. İbrahimden bana bir örnek vardır. Ben İbrahimdenim,
İbrahim bendendir. Onun dini benim dinimdir, benim dinim onun dinidir.
Onun sünneti benim sünnetimdir ve onun üstünlüğü benim
üstünlüğümdendir. Ve ben ondan daha üstünüm ve benim üstünlüğüm ona
üstünlüktür. Benim bu sözümün tasdiki Tealanın şu ayetidir: (Bazısı
bazısından olma zürriyettir ve Allah çok işiten ve çok bilendir.
Â-li İmran 34) Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi hastalandığında, insanlar ona geldiği zaman
Meşrebeti Ummu İbrahim de bunu dedi ve onun ayağını
sabit etti.
224- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه:
خُذُوا
بِحُجْزَةِ
هَذَا
الْأَنْزَعِ
يَعْنِي
عَلِيّاً
فَإِنَّهُ
الصَّدِيقُ
الْأَكْبَرُ
وَهُوَ الْفَارُوقُ
يُفَرِّقُ
بَيْنَ
الْحَقِّ
وَالْبَاطِلِ
مَنْ
أَحَبَّهُ
هَدَاهُ
اللَّهُ وَمَنْ
أَبْغَضَهُ
أَضَلَّهُ
اللَّهُ
وَمَنْ
تَخَلَّفَ
عَنْهُ مَحَقَهُ
اللَّهُ
وَمِنْهُ
سِبْطَا
أُمَّتِي
الْحَسَنُ
وَالْحُسَيْنُ
وَهُمَا ابْنَايَ
وَمِنَ
الْحُسَيْنِ
أَئِمَّةُ
الْهُدَى
أَعْطَاهُمُ
اللَّهُ
فَهْمِي
وَعِلْمِي
فَأَحِبُّوهُمْ
وَتَوَلَّوْهُمْ
وَلَا
تَتَّخِذُوا
وَلِيجَةً
مِنْ
دُونِهِمْ فَيَحِلَّ
عَلَيْكُمْ غَضَبٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَمَنْ
يَحْلِلْ عَلَيْهِ
غَضَبٌ مِنْ
رَبِّهِ فَقَدْ
هَوى وَمَا
الْحَياةُ
الدُّنْيا
إِلَّا
مَتاعُ الْغُرُورِ.
224- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
şöyle dediğini rivayet etti: Bu Enzenin ()
Alinin kuşağından tutunun. Muhakkak ki o Sıddıkul
Ekberdir ve o Faruktur, hakla batılın arasını
ayırır. Kim onu severse Allah onu hidayet eder ve kim ona buğz
ederse Allah onu saptırır. Kim ondan geriye düşerse Allah onu
helak eder. Ümmetimin iki torunu Hasan ve Huseyn aleyhimasselam ondandır
ve o ikisi benim oğlumdur. Hidayetin imamları Huseynin
soyundandır. Allah onlara benim algılayışımı ve
ilmimi verdi. Onları sevin ve veli edinin. Onların
dışında veliyce ()
edinmeyin aksi takdirde üzerinize Rabbinizin gazabı iner. Kimin üzerine
Rabbinin gazabı inerse aşağılanır. Ve dünya
hayatı geçici bir faydalanmadan başka bir şey değildir.
225- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِه: إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
يَقُولُ
إِنَّ مِنِ
اسْتِكْمَالِ
حُجَّتِي
عَلَى الْأَشْقِيَاءِ
مِنْ
أُمَّتِكَ
مَنْ تَرَكَ
وَلَايَةَ
عَلِيٍّ
وَاخْتَارَ
وَلَايَةَ
مَنْ وَالَى
أَعْدَاءَهُ
وَأَنْكَرَ
فَضْلَهُ
وَفَضْلَ
الْأَوْصِيَاءِ
مِنْ بَعْدِهِ
فَإِنَّ
فَضْلَكَ
فَضْلُهُمْ
وَحَقَّكَ
حَقُّهُمْ
وَطَاعَتَكَ طَاعَتُهُمْ
وَمَعْصِيَتَكَ
مَعْصِيَتُهُمْ
وَهُمُ
الْأَئِمَّةُ
الْهُدَاةُ
مِنْ بَعْدِكَ
جَرَى
فِيهِمْ
رُوحُكَ
وَرُوحُهُمْ
جَرَى فِيكَ
مِنْ رَبِّكَ
وَهُمْ عِتْرَتُكَ
مِنْ
طِينَتِكَ
وَلَحْمُكَ
وَدَمُكَ
قَدْ أَجْرَى
اللَّهُ
فِيهِمْ
سُنَّتَكَ
وَسُنَّةَ
الْأَنْبِيَاءِ
قَبْلَكَ
وَهُمْ
خُزَّانِي
عَلَى عِلْمِي
مِنْ
بَعْدِكَ
حَقّاً
عَلَيَّ لَقَدِ
اصْطَفَيْتُهُمْ
وَانْتَجَبْتُهُمْ
وَأَخْلَصْتُهُمْ
وَارْتَضَيْتُهُمْ
وَنَجَا مَنْ
أَحَبَّهُمْ
وَوَالاهُمْ
وَسَلَّمَ
بِفَضْلِهِمْ
ثُمَّ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه
وَلَقَدْ
أَتَانِي
جَبْرَئِيلُ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ
وَأَحِبَّائِهِمْ
وَالْمُسَلِّمِينَ
لِفَضْلِهِمْ.
225- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihiden şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki Allah Tebareke ve
Teala diyor ki: Senin ümmetinden eşkiyalara huccetimin tamamlanması,
onların Alinin velayetini terk etmeleri ve onun
düşmanlarını veli edinmeleri, onun ve ondan sonra da vasilerin
üstünlüğünü inkâr etmeleridir. Çünkü senin üstünlüğün onların
üstünlüğüdür ve senin hakkın onların hakkıdır. Senin
itaatin onların itaatidir ve sana isyan onlara isyandır. Onlar senden
sonraki hidayetin imamlarıdır. Rabbin tarafından senin ruhun
onlara geçti ve onların ruhu sana geçti. Onlar senin çamurundan senin
etinden ve senin kanından itretindir. Allah senin ve senden önceki
nebilerin sünnetini onlarda icra etti. Onlar senden sonra ilmime olan
hazinedarlarımdır. Üzerime bir hak olarak onları seçip
üstünleştirdim, onları özenle seçip ayırdım, onları
saflaştırdım ve onlardan razı oldum. Kim onları
severse ve veli edinirse ve onların üstünlüğüne teslim olursa
kurtulur. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Cebrail
onların ve babalarının isimlerini, onları sevenlerin ve
onların faziletine teslim olanların isimlerini bana verdi.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
226- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (قُلْ هَلْ
يَسْتَوِي
الَّذِينَ
يَعْلَمُونَ
وَالَّذِينَ
لا
يَعْلَمُونَ
إِنَّما يَتَذَكَّرُ
أُولُوا
الْأَلْبابِ) فَقَالَ:
نَحْنُ
الَّذِينَ
نَعْلَمُ
وَعَدُوُّنَا
الَّذِينَ
لَا
يَعْلَمُونَ
وَشِيعَتُنَا
أُولُو
الْأَلْبَابِ.
226- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin (De
ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Sadece akıl sahipleri
hatırlayıp anar. Zumer 9) ayeti hakkında şöyle
dedi: O bilenler biziz, bilmeyenler ise düşmanlarımızdır ve
bizim Şialarımız da akıl sahipleridir.
(Bu babda konuyla
alakalı dokuz tane rivayet vardı.)
235- قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: إِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
أَهْلُ
بَيْتِ الرَّحْمَةِ
وَشَجَرَةُ
النُّبُوَّةِ
وَمَوْضِعُ
الرِّسَالَةِ
وَمُخْتَلَفُ
الْمَلَائِكَةِ
وَمَعْدِنُ
الْعِلْمِ.
235- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi:
Biz Ehli Beyt rahmet evinin ehliyiz, nubuvvetin ağacıyız,
risaletin koyulduğu yeriz, meleklerin gidip geldiği yeriz ve ilmin
madeniyiz.
236- قَالَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
مَا تَنْقِمُ
النَّاسُ
مِنَّا؟!
نَحْنُ
وَاللَّهِ
شَجَرَةُ
النُّبُوَّةِ
وَبَيْتُ
الرَّحْمَةِ
وَمَوْضِعُ
الرِّسَالَةِ
وَمَعْدِنُ
الْعِلْمِ
وَمُخْتَلَفُ
الْمَلَائِكَةِ.
236- Ali ibni
Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselam şöyle dedi: İnsanlar bize ne kini
duyuyorlar! Vallahi biz nubuvvetin ağacıyız, rahmetin eviyiz,
risaletin koyulduğu yeriz, ilmin madeniyiz ve meleklerin gidip
geldiği yeriz.
237- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
نَحْنُ
شَجَرَةُ
النُّبُوَّةِ
وَبَيْتُ الرَّحْمَةِ
وَمَفَاتِيحُ
الْحِكْمَةِ
وَمَعْدِنُ
الْعِلْمِ
وَمَوْضِعُ
الرِّسَالَةِ
وَمُخْتَلَفُ
الْمَلَائِكَةِ
وَمَوْضِعُ
وَحْيِ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
وَدِيعَةُ
اللَّهِ فِي
عِبَادِهِ
وَنَحْنُ
حَرَمُ
اللَّهِ
الْأَكْبَرُ
وَنَحْنُ عَهْدُ
اللَّهِ
فَمَنْ وَفَى
بِذِمَّتِنَا
فَقَدْ وَفَى
بِذِمَّةِ
اللَّهِ
وَمَنْ وَفَى
بِعَهْدِنَا
فَقَدْ وَفَى
بِعَهْدِ اللَّهِ
وَمَنْ خَفَرَهُمَا
فَقَدْ
خَفَرَ
ذِمَّةَ
اللَّهِ وَعَهْدَهُ.
237- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Biz nubuvvetin
ağacıyız, rahmetin eviyiz, hikmetin anahtarlarıyız,
ilmin madeniyiz, risaletin koyulduğu yeriz, meleklerin gidip geldiği
yeriz, Allahın sırrının koyulduğu yeriz. Ve biz
Allahın kulları arasındaki emanetiyiz ve biz Allahın en
büyük haremleriyiz ve biz Allahın ahdiyiz. Kim bizim zimmetimize vefa
ederse Allahın zimmetine vefa etmiştir. Kim bizim ahdimize vefa
ederse Allahın ahdine vefa etmiştir ve kim o ikisini gözetirse
Allahın zimmetini ve ahdini gözetmiştir.
(Bu babda konuyla
alakalı dokuz tane rivayet vardı.)
244- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (كَشَجَرَةٍ
طَيِّبَةٍ
أَصْلُها
ثابِتٌ وَفَرْعُها
فِي
السَّماءِ
تُؤْتِي
أُكُلَها
كُلَّ حِينٍ
بِإِذْنِ
رَبِّها)
قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه
جَذْرُهَا
وَعَلِيٌّ
فَرْعُهَا
وَالْأَئِمَّةُ
أَغْصَانُهَا
وَعِلْمُنَا
ثَمَرُهَا
وَشِيعَتُنَا
وَرَقُهَا
يَا أَبَا
حَمْزَةَ
هَلْ تَرَى
فِيهَا فَصْلًا؟
قَالَ:
قُلْتُ: لَا
وَاللَّهِ
مَا أَرَى
فِيهَا
فَصْلًا
قَالَ:
فَقَالَ: يَا
أَبَا حَمْزَةَ
وَاللَّهِ
إِنَّ
الْمَوْلُودَ
يُولَدُ مِنْ
شِيعَتِنَا
فَتُورِقُ
وَرَقَةً
مِنْهَا وَيَمُوتُ
فَتَسْقُطُ
وَرَقَةٌ
مِنْهَا.
244- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Allahu Tealanın (Güzel
bir ağaç, kökü sabit dalı semada* Rabbinin izniyle her zaman
yiyeceğini verir. İbrahim 24- 25) ayetini sordum. Şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi o ağacın köküdür ve Ali gövdesidir, imamlar
dallarıdır, ilmimiz semeresidir ve Şialarımız da
yaprağıdır. Ya Ebu Hamza! Onda bir kopukluk, ayrılık
görüyor musun? Dedim ki: Vallahi hayır görmüyorum! Dedi ki: Ya Ebu Hamza!
Muhakkak ki Şialarımızdan biri doğduğunda o
ağaçtan bir yaprak çıkar ve öldüğünde ondan bir yaprak düşer.
245- عَنْ
سَلَّامِ
بْنِ
الْمُسْتَنِيرِ
قَالَ: سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (كَشَجَرَةٍ
طَيِّبَةٍ
أَصْلُها
ثابِتٌ وَفَرْعُها
فِي
السَّماءِ
تُؤْتِي
أُكُلَها
كُلَّ حِينٍ
بِإِذْنِ
رَبِّها) قَالَ:
الشَّجَرَةُ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه
نَسَبُهُ
ثَابِتٌ فِي
بَنِي
هَاشِمٍ
وَفَرْعُ
الشَّجَرَةِ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَعُنْصُرُ
الشَّجَرَةِ
فَاطِمَةُ عَلَيْهَا
السَّلَامُ
وَأَغْصَانُهَا
الْأَئِمَّةُ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
وَوَرَقُهَا
الشِّيعَةُ
وَإِنَّ
الرَّجُلَ
مِنْهُمْ
لَيَمُوتُ
فَتَسْقُطُ
مِنْهَا
وَرَقَةٌ
وَإِنَّ
الْمَوْلُودَ
مِنْهُمْ
لَيُولَدُ
فَتُورِقُ
وَرَقَةً
قَالَ: قُلْتُ
لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ قَوْلُهُ
تَعَالَى: (تُؤْتِي
أُكُلَها
كُلَّ حِينٍ
بِإِذْنِ رَبِّها) قَالَ:
هُوَ مَا
يَخْرُجُ
مِنَ
الْإِمَامِ مِنَ
الْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ
فِي كُلِّ
سَنَةٍ إِلَى
شِيعَتِهِ.
245- Selam ibni Mustenir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın Allahu Tealanın (Güzel
bir ağaç, kökü sabit dalı semada* Rabbinin izniyle her zaman
yiyeceğini verir. İbrahim 24-25) ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etti:
Ağaç Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihidir. Nesebi
Haşimoğulları içinde sabittir. Ağacın gövdesi Ali
aleyhisselamdır, ağacın kökü Fatime aleyhasselamdır, onun
dalları imamlar aleyhimusselamdır ve onun yaprağı
Şialarımızdır. Muhakkak ki onlardan bir adam öldüğünde
o ağaçtan bir yaprak düşer. Onlardan biri doğduğunda ondan
bir yaprak çıkar. Dedim ki: Sana feda olayım! Tealanın (Rabbinin
izniyle her zaman yiyeceğini verir. İbrahim 25) ayeti? Dedi ki: O her sene helalden ve haramdan
imamın Şialarına doğru çıkan şeydir.
247- عَنْ
عُمَرَ بْنِ
يَزِيدَ
بَيَّاعِ
السَّابُرِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (شَجَرَةٍ أَصْلُها
ثابِتٌ
وَفَرْعُها
فِي السَّماءِ)؟ قَالَ:
فَقَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه
وَاللَّهِ
جَذْرُهَا
وَأَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَرْعُهَا
وَالْأَئِمَّةُ
مِنْ
ذُرِّيَّتِهِمَا
أَغْصَانُهَا
وَعِلْمُ
الْأَئِمَّةِ
ثَمَرُهَا
وَشِيعَتُهُمُ
الْمُؤْمِنُونَ
وَرَقُهَا
هَلْ تَرَى فِيهَا
فَصْلًا يَا
أَبَا جَعْفَرٍ؟
قَالَ:
قُلْتُ: لَا
وَاللَّهِ
فَقَالَ:
وَاللَّهِ
إِنَّ
الْمُؤْمِنَ
يُولَدُ
فَيُورِقُ
وَرَقَةً
وَإِنَّ
الْمُؤْمِنَ
لَيَمُوتُ
فَتَسْقُطُ
وَرَقَتُهُ
مِنْهَا.
247- Ömer ibni
Yezid şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama
Allahu Tealanın: (Güzel bir ağaç gibi, kökü sabit, dalı
semada. İbrahim 24) ayetini sordum dedi ki: Vallahi
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi o ağacın köküdür, Emîr'ül
Müminîn aleyhisselam onun gövdesidir, o ikisinin zurriyetinden olan imamlar
onun dallarıdır, imamların ilmi onun semeresidir ve onların
mumin Şiaları da onun yaprağıdır. Ya Ebu Cafer! Onda
bir kopukluk, ayrılık görüyor musun? Dedim ki: Vallahi hayır!
Dedi ki: Vallahi muhakkak ki bir mumin doğduğunda bir yaprak
çıkar ve bir mumin öldüğünde de bir yaprak düşer.
(Bu babda konuyla
alakalı dört tane rivayet vardı.)
248- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (كَلِمَةً
طَيِّبَةً
كَشَجَرَةٍ
طَيِّبَةٍ
أَصْلُها
ثابِتٌ
وَفَرْعُها
فِي السَّماءِ) قَالَ:
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِه
وَاللَّهِ
وَالْأَئِمَّةُ
هُمُ الْأَصْلُ
الثَّابِتُ
وَالْفَرْعُ
الْوَلَايَةُ
لِمَنْ
دَخَلَ
فِيهَا.
248- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah
Azze ve Cellenin (Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibi kökü sabit,
dalı semada. İbrahim 24) ayeti hakkında şöyle
dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve alihi ve imamlar; onlar sabit olan köktür,
velayet de ağaca dahil olan için bir daldır.
249- عَنْ
سُلَيْمَانَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى:
(سِدْرَةِ
الْمُنْتَهى)
وَقَوْلِهِ: (أَصْلُها
ثابِتٌ
وَفَرْعُها
فِي السَّماءِ) فَقَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَاللَّهِ
جَذْرُهَا
وَعَلِيٌّ
ذِرْوُهَا
وَفَاطِمَةُ
فَرْعُهَا
وَالْأَئِمَّةُ
أَغْصَانُهَا
وَشِيعَتُهُمْ
أَوْرَاقُهَا
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ فَمَا
مَعْنَى
(الْمُنْتَهَى)؟
قَالَ:
إِلَيْهَا
وَاللَّهِ
انْتَهَى
الدِّينُ
مَنْ لَمْ يَكُنْ
مِنَ
الشَّجَرَةِ
فَلَيْسَ
بِمُؤْمِنٍ
وَلَيْسَ
لَنَا
شِيعَةً.
249- Süleyman
şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama
Allahu Tealanın (Sidretul Munteha. Necm 14) ve (Aslı sabit, onun dalları semada.
İbrahim 24) ayetini sordum dedi ki: Vallahi
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi o ağacın köküdür. Ali onun zirvesidir,
Fatime onun gövdesidir, imamlar onun dallarıdır ve onların
Şiaları da onun yapraklarıdır. Dedim ki: Sana feda
olayım (Munteha. Necm 14) ne demek? Dedi ki: Vallahi din o ağaçta
sonlanır. Kim o ağaçtan olmadıysa mumin değildir ve bizim
Şiamız da değildir.
250- عَنْ
عُمَرَ بْنِ
يَزِيدَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (أَصْلُها
ثابِتٌ
وَفَرْعُها
فِي السَّماءِ)؟ فَقَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
الله
ُعَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَاللَّهِ
جَذْرُهَا
وَأَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
ذِرْوُهَا
وَفَاطِمَةُ
عَلَيْهَا
السَّلَامُ
فَرْعُهَا
وَالْأَئِمَّةُ
مِنْ ذُرِّيَّتِهَا
أَغْصَانُهَا
وَعِلْمُ
الْأَئِمَّةِ
ثَمَرُهَا
وَشِيعَتُهُمْ
وَرَقُهَا فَهَلْ
تَرَى
فِيهِمْ
فَصْلًا؟
فَقُلْتُ: لَا
فَقَالَ:
وَاللَّهِ إِنَّ
الْمُؤْمِنَ
لَيَمُوتُ
فَتَسْقُطُ وَرَقَةٌ
مِنْ تِلْكَ
الشَّجَرَةِ
وَإِنَّهُ
لَيُولَدُ
فَتُورَقُ
وَرَقَةٌ
فِيهَا فَقُلْتُ:
قَوْلُهُ (تُؤْتِي
أُكُلَها
كُلَّ حِينٍ
بِإِذْنِ رَبِّها)؟ فَقَالَ:
يَعْنِي مَا
يَخْرُجُ
إِلَى النَّاسِ
مِنْ عِلْمِ
الْإِمَامِ
فِي كُلِّ
حِينٍ
يُسْئَلُ
عَنْهُ.
250- Ömer ibni
Yezid şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama
Allahu Tealanın (Onun kökü sabit, dalı semada. İbrahim 24) ayetini sordum dedi ki: Vallahi Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi o ağacın köküdür, Emîr'ül Müminîn aleyhisselam onun
zirvesidir, Fatime aleyhasselam onun gövdesidir, o ikisinin zurriyetinden olan
imamlar onun dallarıdır, imamların ilmi onun meyvesidir ve
onların Şiaları da onun yaprağıdır. Onlarda bir
kopukluk görüyor musun? Dedim ki: Hayır. Dedi ki: Vallahi bir mümin
öldüğünde o ağaçtan bir yaprak düşer ve o doğduğunda
onda bir yaprak çıkar. Dedim ki: (Rabbinin izniyle her zaman
yiyeceğini verir. İbrahim 25)? Dedi ki: Her zaman
imama sorulan ve imamın ilminden insanlara doğru çıkan şey.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
251- عَنْ
أَسْوَدَ
بْنِ سَعِيدٍ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَأَنْشَأَ
يَقُولُ
ابْتِدَاءً
مِنْ غَيْرِ
أَنْ
يُسْئَلَ:
نَحْنُ حُجَّةُ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
بَابُ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
لِسَانُ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
وَجْهُ اللَّهِ
وَنَحْنُ
عَيْنُ
اللَّهِ فِي
خَلْقِهِ وَنَحْنُ
وُلَاةُ
أَمْرِ
اللَّهِ فِي
عِبَادِهِ.
251- Esved ibni Said şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın yanındaydım. Bir
şey sorulmadan söze başladı ve dedi ki: Biz Allahın
huccetiyiz, biz Allahın kapısıyız, biz Allahın
diliyiz, biz Allahın yüzüyüz, biz Allahın yaratıkları
içindeki gözüyüz ve biz Allahın kulları arasında işinin
valileriyiz.
252- عَنْ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: أَنَا
عَيْنُ
اللَّهِ
وَأَنَا يَدُ
اللَّهِ
وَأَنَا
جَنْبُ
اللَّهِ
وَأَنَا
بَابُ اللَّهِ.
252- Emîr'ül
Müminîn (Ali) aleyhisselam şöyle dedi: Ben Allahın gözüyüm, ben
Allahın eliyim, ben Allahın yanıyım ve ben Allahın
kapısıyım.
253- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: نَحْنُ
وُلَاةُ
أَمْرِ
اللَّهِ
وَخَزَنَةُ
عِلْمِ
اللَّهِ
وَعَيْبَةُ وَحْيِ
اللَّهِ
وَأَهْلُ
دِينِ
اللَّهِ وَعَلَيْنَا
نَزَلَ
كِتَابُ
اللَّهِ
وَبِنَا عُبِدَ
اللَّهُ
وَلَوْلَانَا
مَا عُرِفَ اللَّهُ
وَنَحْنُ
وَرَثَةُ
نَبِيِّ
اللَّهِ
وَعِتْرَتُهُ.
253- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Biz Allahın
işinin valileriyiz, Allahın ilminin hazinedarıyız,
Allahın vahyinin heybesiyiz ve Allahın dininin ehliyiz.
Allahın kitabı bize indi. Bizimle Allah'a ibadet edilir. Eğer
biz olmasaydık Allah tanınmazdı. Biz Allahın nebisinin
varisleriyiz ve onun itretiyiz.
254- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أَبِي
يَعْفُورٍ
قَالَ: قَالَ
لِي أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
يَا ابْنَ
أَبِي
يَعْفُورٍ
إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
وَاحِدٌ مُتَوَحِّدٌ
بِالْوَحْدَانِيَّةِ
مُتَفَرِّدٌ
بِأَمْرِهِ
فَخَلَقَ
خَلْقاً
فَفَرَّدَهُمْ
لِذَلِكَ
الْأَمْرِ
فَنَحْنُ هُمْ
يَا ابْنَ
أَبِي
يَعْفُورٍ
فَنَحْنُ
حُجَجُ اللَّهِ
فِي
عِبَادِهِ
وَشُهَدَاؤُهُ
فِي خَلْقِهِ
وَأُمَنَاؤُهُ
وَخُزَّانُهُ
عَلَى عِلْمِهِ
وَالدَّاعُونَ
إِلَى
سَبِيلِهِ وَالْقَائِمُونَ
بِذَلِكَ
فَمَنْ
أَطَاعَنَا
فَقَدْ
أَطَاعَ
اللَّهَ.
254- Abdullah
ibni Ebu Yafur şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselam bana dedi ki: Ey Ebu Yafurun oğlu! Muhakkak ki Allah
Tebareke ve Teala birdir ve birliğinde bir başına olandır,
işinde ferd (ortaksız) olandır. O bir varlık yarattı
ve o iş için onları fertleştirdi. Onlar biziz. Ey Ebu Yafurun
oğlu! Biz Allahın kulları arasındaki huccetleriyiz,
yaratıkları içindeki onun şahitleriyiz. Onun ilmi üstünde
eminleriyiz ve hazinedarlarıyız. Onun yoluna davetçileriz ve o saydıklarımı
icra edenleriz. Kim bize itaat ederse Allaha itaat etmiştir.
255- عَنْ
مَالِكٍ
الْجُهَنِيِّ
قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
إِنَّا
شَجَرَةٌ
مِنْ جَنْبِ
اللَّهِ
فَمَنْ
وَصَلَنَا
وَصَلَهُ
اللَّهُ قَالَ:
ثُمَّ تَلَا
هَذِهِ
الْآيَةَ: (أَنْ
تَقُولَ
نَفْسٌ يا حَسْرَتى
عَلى ما
فَرَّطْتُ
فِي جَنْبِ
اللَّهِ
وَإِنْ كُنْتُ
لَمِنَ
السَّاخِرِينَ).
255- Malik
Cehni Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Muhakkak ki biz Allahın yanından bir
ağacız, kim bize ulaşırsa Allah da ona ulaşır.
Sonra şu ayeti okudu: (Nefs Allahın yanı meselesinde
taşkınlık etmemden dolayı vay olsun bana! Ben hüsranda
olanlardan oldum dediğinde. Zumer 56)
258- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
سُلَيْمَانَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَوْلُ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (أَنْ
تَقُولَ
نَفْسٌ يا
حَسْرَتى
عَلى ما
فَرَّطْتُ
فِي جَنْبِ
اللَّهِ) قَالَ:
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جَنْبُ
اللَّهِ.
258- Abdullah
ibni Süleyman şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin (Nefs Allahın yanı meselesinde
taşkınlık etmemden dolayı vay olsun bana! Ben hüsranda
olanlardan oldum dediğinde. Zumer 56) ayetini sordum dedi ki: Allahın yanı Ali
aleyhisselamdır.
260- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
نَحْنُ جَنْبُ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
صَفْوَتُهُ
وَنَحْنُ
خِيَرَتُهُ
وَنَحْنُ
مُسْتَوْدَعُ
مَوَارِيثِ
الْأَنْبِيَاءِ
وَنَحْنُ
أُمَنَاءُ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
حُجَّةُ
اللَّهِ وَنَحْنُ
أَرْكَانُ
الْإِيمَانِ
وَنَحْنُ دَعَائِمُ
الْإِسْلَامِ
وَنَحْنُ
مِنْ رَحْمَةِ
اللَّهِ
عَلَى خَلْقِهِ
وَنَحْنُ
الَّذِينَ
بِنَا
يَفْتَحُ اللَّهُ
وَبِنَا
يَخْتِمُ
وَنَحْنُ
أَئِمَّةُ
الْهُدَى
وَنَحْنُ
مَصَابِيحُ
الدُّجَى
وَنَحْنُ
مَنَارُ
الْهُدَى
وَنَحْنُ السَّابِقُونَ
وَنَحْنُ
الْآخِرُونَ
وَنَحْنُ
الْعَلَمُ
الْمَرْفُوعُ
لِلْخَلْقِ
مَنْ
تَمَسَّكَ
بِنَا لَحِقَ
وَمَنْ
تَخَلَّفَ
عَنَّا
غَرِقَ وَنَحْنُ
قَادَةُ
الْغُرِّ
الْمُحَجَّلِينَ
وَنَحْنُ
خِيَرَةُ
اللَّهِ
وَنَحْنُ الطَّرِيقُ
وَصِرَاطُ
اللَّهِ
الْمُسْتَقِيمُ
إِلَى
اللَّهِ
وَنَحْنُ
مِنْ
نِعْمَةِ اللَّهِ
عَلَى
خَلْقِهِ
وَنَحْنُ
الْمِنْهَاجُ
وَنَحْنُ
مَعْدِنُ
النُّبُوَّةِ
وَنَحْنُ
مَوْضِعُ
الرِّسَالَةِ
وَنَحْنُ
الَّذِينَ
إِلَيْنَا مُخْتَلَفُ
الْمَلَائِكَةِ
وَنَحْنُ
السِّرَاجُ
لِمَنِ
اسْتَضَاءَ
بِنَا
وَنَحْنُ السَّبِيلُ
لِمَنِ
اقْتَدَى
بِنَا
وَنَحْنُ
الْهُدَاةُ
إِلَى
الْجَنَّةِ
وَنَحْنُ عِزُّ
الْإِسْلَامِ
وَنَحْنُ
الْجُسُورُ
وَالْقَنَاطِرُ
مَنْ مَضَى
عَلَيْهَا
سَبَقَ
وَمَنْ
تَخَلَّفَ عَنْهَا
مَحَقَ
وَنَحْنُ
السَّنَامُ
الْأَعْظَمُ
وَنَحْنُ
الَّذِينَ
بِنَا
تَنَزَّلُ
الرَّحْمَةُ
وَبِنَا
تُسْقَوْنَ
الْغَيْثَ
وَنَحْنُ
الَّذِينَ
بِنَا
يُصْرَفُ عَنْكُمُ
الْعَذَابُ
فَمَنْ
عَرَفَنَا
وَنَصَرَنَا
وَعَرَفَ حَقَّنَا
وَأَخَذَ
بِأَمْرِنَا
فَهُوَ مِنَّا
وَإِلَيْنَا.
260- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Biz Allahın
yanıyız, biz onun saf ve halis olanlarıyız, biz onun
seçtikleriyiz, biz nebilerin miraslarının hepsine sahip
olanlarız. Biz Allahın eminleriyiz, biz Allahın huccetiyiz,
biz imanın rükunlarıyız, biz İslamın
dayanaklarıyız, biz Allahın yaratıklarının
üstüne olan rahmetindeniz, biz o kimseleriz ki Allah bizimle başlatır
ve bizimle tamamlar. Biz hidayetin imamlarıyız, biz
karanlığın lambalarıyız, biz hidayetin fenerleriyiz.
Biz öne geçenleriz ve biz en sondakileriz. Biz mahluk için yükseltilen ilimiz.
Kim bize tutunduysa kurtuldu ve kim de bizden
ayrıldıysa boğuldu. Biz yüzü parıltılı
olanların komutanıyız, biz Allahın seçkinleriyiz. Biz
yoluz ve Allaha giden Sıratı Mustekim biziz. Biz Allahın
yaratıkları üstüne olan nimetindeniz. Biz anlaşılır ve
açık olan yoluz, biz nubuvvetin madeniyiz ve biz risaletin konulduğu
yeriz. Biz o kimseleriz ki melekler bize doğru gelip gitmekteler. Biz
bizimle aydınlanmak isteyene kandiliz ve biz bize tabi olana yoluz. Biz
cennete taraf hidayetçileriz, biz İslamın izzetiyiz. Biz çevik olan
cesurlarız. Kim onlara taraf geçerse öne geçmiştir, kim de onlardan
ayrılırsa aşağılanmıştır. Biz en yüce
ve en azim olanız. Biz o kimseleriz ki rahmet üst üste bizimle iner,
bereket bulutları bizimle yürütülür. Biz o kimseleriz ki azap sizden
bizimle bertaraf olur. Kim bizi tanırsa, bize yardım ederse, bizim
hakkımızı tanırsa ve bizim emrimizi alırsa o bizdendir
ve gidişatı bize doğrudur.
263- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَال: كَانَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
أَنَا عِلْمُ
اللَّهِ
وَأَنَا
قَلْبُ
اللَّهِ
الْوَاعِي
وَلِسَانُ
اللَّهِ النَّاطِقُ
وَعَيْنُ
اللَّهِ
النَّاظِرُ
وَأَنَا
جَنْبُ
اللَّهِ
وَأَنَا يَدُ
اللَّهِ.
263- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam derdi ki: Ben Allahın
ilmiyim, ben Allahın idrak eden kalbiyim, ben Allahın konuşan
diliyim, ben Allahın gören gözüyüm, ben Allahın yanıyım
ve ben Allahın eliyim.
266- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
بِنَا عُبِدَ
اللَّهُ
وَبِنَا
عُرِفَ
اللَّهُ
وَبِنَا
وُحِّدَ
اللَّهُ
وَمُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ حِجَابُ
اللَّهِ.
266- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet
etti: Allaha bizimle ibadet edilir ve Allah bizimle tanınır ve Allah
bizimle bir bilinir ve Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi Allahın hicabıdır.
(Bu babda konuyla
alakalı on altı tane rivayet vardı.)
267- عَنِ
الْحَرْثِ
بْنِ
الْمُغِيرَةِ
قَالَ:
كُنَّا
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَسَأَلَهُ
رَجُلٌ عَنْ
قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (كُلُّ
شَيْءٍ
هالِكٌ
إِلَّا
وَجْهَهُ) فَقَالَ:
مَا
يَقُولُونَ
فِيهِ؟
قُلْتُ: يَقُولُونَ:
يَهْلُكُ
كُلُّ شَيْءٍ
إِلَّا
وَجْهَهُ
فَقَالَ:
سُبْحَانَ
اللَّهِ
لَقَدْ
قَالُوا
عَظِيماً
إِنَّمَا عَنَى
كُلَّ شَيْءٍ
هَالِكٌ
إِلَّا
وَجْهَهُ
يَعْنِي
وَجْهَهُ
الَّذِي
يُؤْتَى
مِنْهُ
وَنَحْنُ
وَجْهُهُ
الَّذِي يُؤْتَى
مِنْهُ.
267- Haris ibni Muğiyre şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydık. Bir
adam ona Allahu Tealanın: (Onun yüzü hariç her şey helak olucudur. Kasas
88) ayetini sordu. Dedi ki: Onlar ne diyorlar? Dedim ki:
Diyorlar ki: Onun yüzü hariç her şey helak olacak. Bunun üzerine dedi ki:
Subhanellah! Çok büyük bir söz söylediler. Onun yüzü hariç her şey helak
olucudur. Kastettiği sadece: O yüz ki Allaha ondan
ulaşılır. Ve biz onun yüzüyüz, o yüz ki kendisine ondan
ulaşılır.
269- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جَعَلَنِيَ
اللَّهُ
فِدَاكَ
أَخْبِرْنِي
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (كُلُّ
شَيْءٍ
هالِكٌ
إِلَّا
وَجْهَهُ)؟ قَالَ:
يَا فُلَانُ
فَيَهْلُكُ
كُلُّ شَيْءٍ
وَيَبْقَى
الْوَجْهُ؟!
اللَّهُ
أَعْظَمُ
مِنْ أَنْ
يُوصَفَ
وَلَكِنْ
مَعْنَاهَا: كُلُّ
شَيْءٍ
هَالِكٌ
إِلَّا
دِينَهُ
نَحْنُ
الْوَجْهُ
الَّذِي
يُؤْتَى
اللَّهُ
مِنْهُ لَمْ
نَزَلْ فِي
عِبَادٍ
لِلَّهِ مَا
دَامَ
لِلَّهِ
فِيهِمْ
رَوِيَّةٌ
قُلْتُ: وَمَا
الرَّوِيَّةُ
جَعَلَنِيَ
اللَّهُ
فِدَاكَ؟
قَالَ:
حَاجَةٌ
فَإِذَا لَمْ
يَكُنْ لَهُ
فِيهِمْ
حَاجَةٌ
رَفَعَنَا
إِلَيْهِ
فَيَصْنَعُ
بِنَا مَا
أَحَبَّ.
269- Ebu Hamza şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: Allah beni sana feda etsin! Bana Allah
Tebareke ve Tealanın (Onun yüzü hariç her
şey helak olucudur. Kasas 88)
ayetini açıkla. Bunun üzerine dedi ki: Ya Falan! Her şey helak olur
da yüz mü kalır? Allah sıfatlandırılmaktan daha azimdir.
Velakin o ayetin manası: Onun dini hariç her şey helak olucudur. Biz
onun yüzüyüz o yüz ki Allaha ondan ulaşılır. Biz Allahın
kullarının içinde hep var olduk. Onların Allaha reviyyeleri
olduğu müddetçe. Dedim ki: Allah beni sana feda etsin reviyye nedir? Dedi
ki: İhtiyaç, eğer onların içinde ona ihtiyaç olmazsa bizi kendi
yanına yükseltir ve bize sevdiği şeyleri bahşeder.
270- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
نَحْنُ
الْمَثَانِي
الَّتِي أَعْطَاهَا
اللَّهُ
نَبِيَّنَا
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَنَحْنُ
وَجْهُ اللَّهِ
فِي
الْأَرْضِ
نَتَقَلَّبُ
بَيْ أَظْهُرِكُمْ
عَرَفَنَا
مَنْ
عَرَفَنَا
وَجَهِلَنَا
مَنْ
جَهِلَنَا
فَمَنْ
جَهِلَنَا فَأَمَامَهُ
الْيَقِينُ.
270- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Biz mesaniyiz (Fatiha) öyleki Allah onu nebimiz sallallahu
aleyhi ve alihiye verdi. Ve biz arzda Allahın yüzüyüz, sizin
aranızda dolaşırız. Bizi tanıyan tanıdı ve
bize cahil olan da cahil oldu ve kim bize cahil olduysa onun önünde ölüm var.
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
273- قَالَ أَبُو
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
نَحْنُ
الْمَثَانِي
الَّتِي
أُوتِيَهَا
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
الله
ُعَلَيْهِ وَآلِهِ
وَنَحْنُ
وَجْهُ اللَّهِ
نَتَقَلَّبُ
بَيْنَ
أَظْهُرِكُمْ
فَمَنْ
عَرَفَنَا
عَرَفَنَا
وَمَنْ لَمْ يَعْرِفْنَا
فَأَمَامَهُ
الْيَقِينُ.
273- Ebul
Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihiye verilen o mesani (Fatiha) biziz ve biz Allahın yüzüyüz,
sizin aranızda dolaşırız. Bizi tanıyan
tanıdı, kim de bizi tanımadıysa onun önünde ölüm var.
274- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
نَحْنُ
الْمَثَانِي
الَّتِي
أَعْطَى اللَّهُ
نَبِيَّنَا
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَنَحْنُ
وَجْهُ
اللَّهِ
نَتَقَلَّبُ
فِي
الْأَرْضِ
بَيْنَ
أَظْهُرِكُمْ.
274- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Biz mesaniyiz (Fatiha)
öyleki onu Allah nebimiz sallallahu aleyhi ve alihiye verdi. Biz Allahın
yüzüyüz, arzda sizin aranızda dolaşırız.
(Bu babda konuyla
alakalı iki tane rivayet vardı.)
275- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
وَاللَّهِ
إِنَّ فِي
السَّمَاءِ
لَسَبْعِينَ
صِنْفاً مِنَ
الْمَلَائِكَةِ
لَوِ
اجْتَمَعَ
عَلَيْهِمْ
أَهْلُ
الْأَرْضِ
كُلُّهُمْ
يُحْصُونَ
عَدَدَ كُلِّ
صِنْفٍ
مِنْهُمْ مَا
أَحْصَوْهُمْ
وَإِنَّهُمْ
لَيَدِينُونَ
بِوَلَايَتِنَا.
275- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Vallahi semada
yetmiş sınıf melek vardır. Eğer arzın ehlinin
hepsi onlardan her bir sınıfını hesap etmek için
toplansalar hesap edemezler. Ve onlar kesinlikle bizim velayetimizle dindar
olurlar.
277- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
أَمْرَكُمْ
هَذَا عُرِضَ
عَلَى
الْمَلَائِكَةِ
فَلَمْ
يُقِرَّ بِهِ
إِلَّا
الْمُقَرَّبُونَ.
277- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki sizin
bu işiniz meleklere sunuldu ve mukarreblerden başka kimse onu ikrar
etmedi.
281- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
عَرَضَ
وَلَايَةَ
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
فَقَبِلَهَا
الْمَلَائِكَةُ
وَأَبَاهَا
مَلَكٌ
يُقَالُ لَهُ
فُطْرُسُ
فَكَسَرَ
اللَّهُ
جَنَاحَهُ
فَلَمَّا وُلِدَ
الْحُسَيْنُ
بْنُ عَلِيٍّ
بْنِ أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بَعَثَ
اللَّهُ
جَبْرَئِيلَ
فِي
سَبْعِينَ أَلْفَ
مَلَكٍ إِلَى
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يُهَنِّئُهُمْ
بِوِلَادَتِهِ
فَمَرَّ
بِفُطْرُسَ
فَقَالَ لَهُ فُطْرُسُ:
يَا
جَبْرَئِيلُ
إِلَى أَيْنَ
تَذْهَبُ؟
قَالَ:
بَعَثَنِي
اللَّهُ
إِلَى مُحَمَّدٍ
يُهَنِّئُهُمْ
بِمَوْلُودٍ
وُلِدَ لَهُ
فِي هَذِهِ
اللَّيْلَةِ
فَقَالَ لَهُ
فُطْرُسُ:
احْمِلْنِي
مَعَكَ
وَسَلْ
مُحَمَّداً
يَدْعُو لِي
فَقَالَ لَهُ
جَبْرَئِيلُ:
ارْكَبْ جَنَاحِي
فَرَكِبَ
جَنَاحَهُ
فَأَتَى
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَدَخَلَ
عَلَيْهِ وَهَنَّأَهُ
فَقَالَ لَهُ:
يَا رَسُولَ
اللَّهِ إِنَّ
فُطْرُسَ
بَيْنِي
وَبَيْنَهُ
أُخُوَّةٌ
وَسَأَلَنِي
أَنْ
أَسْأَلَكَ
أَنْ تَدْعُوَ
اللَّهَ لَهُ
أَنْ يَرُدَّ
عَلَيْهِ
جَنَاحَهُ.
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِفُطْرُسَ:
أَ تَفْعَلُ؟ قَالَ:
نَعَمْ
فَعَرَضَ
عَلَيْهِ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَلَايَةَ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقَبِلَهَا
فَقَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: شَأْنَكَ
بِالْمَهْدِ
فَتَمَسَّحْ
بِهِ وَبِمَنْ
فِيهِ قَالَ:
فَمَضَى
فُطْرُسُ
إِلَى مَهْدِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ عَلِيٍّ
وَرَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَدْعُو لَهُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
فَنَظَرْتُ
إِلَى
رِيشِهِ وَإِنَّهُ
لَيَطْلَعُ
وَيَجْرِي
فِيهِ الدَّمُ
وَيَطُولُ
حَتَّى
لَحِقَ
بِجَنَاحِهِ
الْآخَرِ وَعَرَجَ
مَعَ
جَبْرَئِيلَ
إِلَى
السَّمَاءِ وَصَارَ
إِلَى
مَوْضِعِهِ.
281- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Allah
Emîr'ül Müminînin velayetini sundu ve melekler kabul etti. Bir melek çekindi,
ona Futrus denir. O sebepten Allah onun kanadını kırdı.
Huseyn ibni Ali aleyhisselam doğduğunda, Allah Cebraili yetmiş
bin melekle, onun doğumundan dolayı onları tebrik etmek için
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye göndedi. O Futrusa uğradı ve Futrus
ona dedi ki: Ey Cebrail! Nereye gidiyorsun? Dedi ki: Allah beni Muhammede
gönderdi. Bu gece doğan oğlundan dolayı onları tebrik
ediyor. Futrus dedi ki: Beni de yanında götür ve Muhammedden bana dua
etmesini iste. Cebrail ona dedi ki: Kanadıma bin! O da kanadına
bindi. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye geldi ve huzuruna geçti. Onu
tebrik ettiler ve ona dedi ki: Ya Rasûlullah! Benimle Futrus arasında
kardeşlik var. O benden, senin onun kanadının geri verilmesi
için Allaha dua etmeni rica etmemi istedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Futrusa dedi ki:
İstiyormusun? Dedi ki: Evet. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ona
Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın velayetini sundu, o da onu kabul etti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: İşin beşiğe
ve içinde bulunana el sürmendir. Futrus Huseyn ibni Ali aleyhisselamın
beşiğinin yanına geçti, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
ona dua etti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Onun tüyüne
baktım, çıkıyordu ve ondan kan akıyordu. Kanadı
diğer kanadına yetişene kadar uzadı, Cebraille beraber
semaya çıktı ve oradaki yerini aldı.
283- عَنْ
حَمَّادِ
بْنِ عِيسَى
قَالَ:
سَأَلَ
رَجُلٌ أَبَا
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ:
الْمَلَائِكَةُ
أَكْثَرُ
أَمْ بَنُو
آدَمَ؟
فَقَالَ: وَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ
لَمَلَائِكَةُ
اللَّهِ فِي
السَّمَاوَاتِ
أَكْثَرُ مِنْ
عَدَدِ
التُّرَابِ
فِي
الْأَرْضِ
وَمَا فِي
السَّمَاءِ
مَوْضِعُ
قَدَمٍ
إِلَّا وَفِيهِ
مَلَكٌ
يُسَبِّحُ
لَهُ
وَيُقَدِّسُهُ
وَلَا فِي
الْأَرْضِ
شَجَرَةٌ
وَلَا مِثْلُ
غَرْزَةٍ
إِلَّا
وَفِيهَا
مَلَكٌ
مُوَكَّلٌ
بِهَا يَأْتِي
اللَّهَ
كُلَّ يَوْمٍ
بِعَمَلِهَا
وَاللَّهُ
أَعْلَمُ
بِهَا وَمَا
مِنْهُمْ
أَحَدٌ
إِلَّا
وَيَتَقَرَّبُ
إِلَى
اللَّهِ فِي
كُلِّ يَوْمٍ
بِوَلَايَتِنَا
أَهْلَ الْبَيْتِ
وَيَسْتَغْفِرُ
لِمُحَبِّينَا
وَيَلْعَنُ
أَعْدَاءَنَا
وَيَسْأَلُ
اللَّهَ أَنْ
يُرْسِلَ عَلَيْهِمْ
مِنَ
الْعَذَابِ
إِرْسَالًا.
283- Hammad ibni İsa şöyle rivayet etti: Bir adam
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama soru sordu: Melekler mi çok
yoksa Âdemoğlu mu? Ona dedi ki: Nefsim elinde olana and olsun! Semalarda
Allahın meleklerinin sayısı arzdaki toprağın
sayısından daha fazladır. Arzda meleğin
olmadığı bir adımlık yer yoktur. Onu tenzih eder ve
yücelikle anarlar. Arzda bir ağaç ve ağaç oyuğu yoktur ki orada
vekil tayin edilen bir melek olmasın. Her gün ameliyle Allaha gelir.
Vallahi ben o meleği çok iyi biliyorum. Onlardan bir tane bile yoktur ki
Allaha her gün biz Ehli Beytin velayetiyle yaklaşmamış olsun.
Bizim sevenlerimize bağışlanma dilerler ve düşmanlarımıza
lanet okurlar ve Allahtan onların üstüne azap göndermesini isterler.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz
tane rivayet vardı.)
285- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْكَرُوبِيِّينَ
قَوْمٌ مِنْ
شِيعَتِنَا
مِنَ
الْخَلْقِ
الْأَوَّلِ
جَعَلَهُمُ
اللَّهُ
خَلْفَ
الْعَرْشِ
لَوْ قُسِمَ
نُورُ
وَاحِدٍ
مِنْهُمْ
عَلَى أَهْلِ
الْأَرْضِ
لَكَفَاهُمْ
ثُمَّ قَالَ: إِنَّ
مُوسَى
لَمَّا
سَأَلَ
رَبَّهُ مَا
سَأَلَ
أَمَرَ
وَاحِداً
مِنَ
الْكَرُوبِيِّينَ
فَتَجَلَّى
لِلْجَبَلِ
فَجَعَلَهُ
دَكًّا.
285- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Kerrubiyyinler ilk yaratılan
Şialarımızdan olan bir kavimdir. Allah onları
Arşın arkasına yerleştirdi. Eğer onlardan birinin nuru
arzın ehline taksim edilecek olsa onlara yeterdi. Musa Rabbinden
istediğini istediğinde Allah Kerrubiyyinden birine emretti, o da
dağa tecelli etti ve onu un ufak etti.
(Bu babda konuyla alakalı iki
tane rivayet vardı.)
286- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ لَقَدْ
عَهِدْنا
إِلى آدَمَ
مِنْ قَبْلُ
فَنَسِيَ
وَلَمْ
نَجِدْ لَهُ
عَزْماً) قَالَ:
عَهِدَ
إِلَيْهِ فِي
مُحَمَّدٍ
وَالْأَئِمَّةِ
مِنْ بَعْدِهِ
فَتُرِكَ
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
عَزْمٌ فِيهِمْ
أَنَّهُمْ
هَكَذَا
وَإِنَّمَا
سُمِّيَ
أُولُو
الْعَزْمِ
أُولُو
الْعَزْمِ لِأَنَّهُ
عَهِدَ
إِلَيْهِمْ
فِي مُحَمَّدٍ
وَالْأَوْصِيَاءِ
مِنْ
بَعْدِهِ
وَالْمَهْدِيِّ
وَسِيرَتِهِ
فَأَجْمَعَ
عَزْمُهُمْ
أَنْ ذَلِكَ
كَذَلِكَ
وَالْإِقْرَارَ
بِهِ.
286- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allah
Azze ve Cellenin (And olsun, biz bundan önce Âdeme ahid
(vasiyet) vermiştik, fakat o unuttu. Biz onda bir azim bulmadık. TaHa
115) ayeti hakkında şöyle dedi: Ona
Muhammed ve ondan sonra da imamlar hakkında ahid vermişti, unuttu.
Onun, onlar hakkında bir azmi de olmadı. Ulul Azimin Ulul Azim olarak
isimlenmesinin sebebi, Allahın Muhammed ve ondan sonra da vasiler, Mehdi
ve onun siyreti hakkında onlara ahd vermesidir. Onlar da onu ikrar ve
itaat konusunda diğerleriyle aynı tutacakları konusunda bütün
azimlerini topladılar.
287- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
حَيْثُ
خَلَقَ
الْخَلْقَ
خَلَقَ مَاءً
عَذْباً وَمَاءً
مَالِحاً
أُجَاجاً
فَامْتَزَجَ
الْمَاءَانِ
فَأَخَذَ
طِيناً مِنْ
أَدِيمِ
الْأَرْضِ
فَعَرَكَهُ
عَرْكاً
شَدِيداً
فَقَالَ
لِأَصْحَابِ
الْيَمِينِ
وَهُمْ
كَالذَّرِّ:
يَدِبُّونَ
إِلَى
الْجَنَّةِ
بِسَلَامٍ
وَقَالَ
لِأَصْحَابِ
الشِّمَالِ
يَدِبُّونَ
إِلَى
النَّارِ
وَلَا
أُبَالِي ثُمَّ
قَالَ: أَ
لَسْتُ
بِرَبِّكُمْ؟
قالُوا: بَلى
شَهِدْنا
أَنْ
تَقُولُوا
يَوْمَ
الْقِيامَةِ
إِنَّا
كُنَّا عَنْ
هذا
غافِلِينَ.
قَالَ:
ثُمَّ أَخَذَ
الْمِيثَاقَ
عَلَى النَّبِيِّينَ
فَقَالَ: أَ
لَسْتُ
بِرَبِّكُمْ؟ ثُمَّ
قَالَ:
وَإِنَّ
هَذَا
مُحَمَّدٌ
رَسُولُ
اللَّهِ
وَإِنَّ
هَذَا
عَلِيٌّ
أَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ؟
قَالُوا:
بَلَى قَالَ:
فَثَبَتَتْ
لَهُمُ
النُّبُوَّةُ
وَأَخَذَ
الْمِيثَاقَ
عَلَى أُولِي
الْعَزْمِ
أَلَا إِنِّي
رَبُّكُمْ
وَمُحَمَّدٌ
رَسُولِي
وَعَلِيٌّ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
وَأَوْصِيَاؤُهُ
مِنْ بَعْدِهِ
وُلَاةُ
أَمْرِي
وَخُزَّانُ
عِلْمِي وَإِنَّ
الْمَهْدِيَّ
أَنْتَصِرُ
بِهِ لِدِينِي
وَأُظْهِرُ
بِهِ
دَوْلَتِي
وَأَنْتَقِمُ
بِهِ مِنْ
أَعْدَائِي
وَأُعْبَدُ
بِهِ طَوْعاً
وَكَرْهاً
قَالُوا:
أَقْرَرْنَا وَشَهِدْنَا
يَا رَبِّ
وَلَمْ
يَجْحَدْ آدَمُ
وَلَمْ
يُقِرَّ
فَثَبَتَتِ
الْعَزِيمَةُ
لِهَؤُلَاءِ
الْخَمْسَةِ
فِي
الْمَهْدِيِّ
وَلَمْ يَكُنْ
لآِدَمَ
عَزْمٌ عَلَى
الْإِقْرَارِ
بِهِ وَهُوَ
قَوْلُهُ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ لَقَدْ
عَهِدْنا
إِلى آدَمَ
مِنْ قَبْلُ
فَنَسِيَ
وَلَمْ
نَجِدْ لَهُ
عَزْماً) قَالَ:
إِنَّمَا
يَعْنِي فَتَرَكَ.
ثُمَّ
أَمَرَ
نَاراً
فَأُجِّجَتْ
فَقَالَ
لِأَصْحَابِ
الشِّمَالِ:
ادْخُلُوهَا
فَهَابُوهَا
وَقَالَ
لِأَصْحَابِ
الْيَمِينِ:
ادْخُلُوهَا
فَدَخَلُوهَا
فَكَانَتْ عَلَيْهِمْ
بَرْداً
وَسَلَاماً
فَقَالَ أَصْحَابُ
الشِّمَالِ:
يَا رَبِّ
أَقِلْنَا فَقَالَ:
قَدْ
أَقَلْتُكُمْ
اذْهَبُوا
فَادْخُلُوهَا
فَهَابُوهَا
فَثَمَّ
ثَبَتَتِ
الطَّاعَةُ
وَالْمَعْصِيَةُ
وَالْوَلَايَةُ.
287- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Allah Tebareke ve Teala mahluku yarattığı yerde
bir tatlı su ve bir de tuzlu ve acı su yarattı ve bu iki su
birbirine karıştı. Arzın üst kısmından bir çamur
aldı ve o çamuru şiddetli bir 0valamayla ovdu. Sağ ashabına
dedi ki: Selametle cennete doğru gidin! Onlar hareketli zerrecikler
gibiydiler. Sol ashabına dedi ki: Cehenneme doğru gidin,
umursamıyorum! Sonra dedi ki: (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Tabii ki, dediler. Şahit olduk, bu kıyamet günü biz bundan
hebersizdik demiyesiniz diyedir. Araf 172)
Sonra Nebilerden misak aldı ve (Ben
sizin Rabbiniz değil miyim? Araf 172) Sonra şöyle dedi: Muhakkak ki bu Muhammed
Rasûlullahtır ve muhakkak ki bu Emîr'ül Müminîn Alidir? Tabii ki dediler
ve bundan ötürü muminlikleri onaylandı ve sabit oldu. Ulul Azimlerden
misak aldı ve dedi ki: Muhakkak ben sizin Rabbinizim, Muhammed resulümdür
ve Ali Emîr'ül Müminîndir. Onun kendisinden sonraki vasileri emrimin
sahipleridir ve ilmimin hazinedarlarıdır. Mehdi; dinime onunla
yardım ederim, devletimi onunla ortaya çıkartırım,
düşmanlarımdan onunla intikam alırım ve gönüllü gönülsüz,
onunla itaat edilirim. Dediler ki: Ya Rab! İkrar ettik ve şahit
olduk! Âdem ne inkâr etti ne de ikrar etti. Mehdi de azim sahibi (kararlı)
olmak bu beş kişi için onaylandı ve sabit oldu. Âdem, Mehdiyi
ikrar etmede kararlı olmadı. Azze ve Cellenin şu sözü: (Biz
önceden Ademe ahid (vasiyet) vermiştik fakat o unuttu. Onda, ahde azimde
bulamadık. Ta Ha 115) Kesinlikle unuttuğunu
kastediyor.
Sonra ateşe emretti, ateş tutuştu. Solun
ashabına ateşe girin diye emretti, onlar korkup çekindiler.
Sağın ashabına ateşe girin diye emretti, onlar girdiler.
Ateş onlara serin ve selametli oldu. Solun ashabı dedi ki: Ya Rab!
Bizi mazur gör. Rab dedi ki: Sizi mazur gördüm. Tekrar gidin ve ateşe
girin! Onlar yine korkup çekindiler. Orada itaat, isyan ve velayet sabit oldu.
289- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِهِ: (وَ لَقَدْ
عَهِدْنا
إِلى آدَمَ
مِنْ قَبْلُ كَلِمَاتٍ
فِي
مُحَمَّدٍ
وَعَلِيٍّ
وَالْحَسَنِ
وَالْحُسَيْنِ
وَالْأَئِمَّةِ
مِنْ
ذُرِّيَّتِهِمْ فَنَسِيَ) هَكَذَا
وَاللَّهِ
أُنْزِلَتْ
عَلَى مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ.
289- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
Allahın (And olsun biz Âdeme önceden ahid (vasiyet) verdik.
Muhammed, Ali, Hasan, Huseyn ve onların zurriyetinden olan imamlar
hakkında kelimelerdi, o unuttu. Ta Ha 115) ayeti hakkında şöyle dedi: Vallahi Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihiye böyle indirilmişti.
290- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
عَلِيّاً
آيَةٌ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
إِنَّ
مُحَمَّداً
يَدْعُو
إِلَى
وَلَايَةِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
290- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Ali,
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye bir ayettir ve Muhammed Ali
aleyhisselamın velayetine çağırır.
291- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ إِذْ
أَخَذَ
رَبُّكَ مِنْ
بَنِي آدَمَ مِنْ
ظُهُورِهِمْ
ذُرِّيَّتَهُمْ) إِلَى
آخِرِ
الْآيَةِ
قَالَ:
أَخْرَجَ اللَّهُ
مِنْ ظَهْرِ
آدَمَ
ذُرِّيَّتَهُ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
فَخَرَجُوا
كَالذَّرِّ
فَعَرَّفَهُمْ
نَفْسَهُ
وَلَوْ لَا ذَلِكَ
لَمْ يَعْرِفْ
أَحَدٌ
رَبَّهُ
ثُمَّ قَالَ: أَ لَسْتُ
بِرَبِّكُمْ؟
قالُوا: بَلى
وَإِنَّ
هَذَا
مُحَمَّدٌ
رَسُولِي
وَعَلِيٌّ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
خَلِيفَتِي وَأَمِينِي.
291- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allahu Tealanın (Rabbin
Âdemoğullarının sırtlarından zurriyetlerini aldı.
Araf 172) ayeti hakkında şöyle
dedi: Allah, Âdemin sırtından kıyametin gününe kadar olan
zurriyetini çıkardı. Onlar da çıktılar. Tıpkı
zerrecik gibiydiler. Onlara nefsini tanıttı. Eğer o tanıtma
olmasaydı hiç kimse Rabbini tanıyamazdı. Sonra dedi ki: Ben
sizin Rabbiniz değil miyim? Tabii ki dediler. Bu Muhammed resulümdür,
Emîr'ül Müminîn Ali halifem ve eminimdir.
292- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
أَوْحَى
اللَّهُ
إِلَى
نَبِيِّهِ (فَاسْتَمْسِكْ
بِالَّذِي
أُوحِيَ
إِلَيْكَ
إِنَّكَ عَلى
صِراطٍ
مُسْتَقِيمٍ) قَالَ:
إِنَّكَ
عَلَى
وَلَايَةِ
عَلِيٍّ وَعَلِيٌّ
هُوَ
الصِّرَاطُ
الْمُسْتَقِيمُ.
292- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Allah nebisine şöyle vahyetti: (Artık
sana vahyedilene sarıl. Muhakkak ki sen, Sıratı Mustakim
üstünesin. Zuhruf 43) Muhakkak ki sen Alinin
velayeti üstünesin ve Ali o Sıratı Mustekimdir.
293- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ إِذْ
أَخَذَ
رَبُّكَ مِنْ
بَنِي آدَمَ مِنْ
ظُهُورِهِمْ
ذُرِّيَّتَهُمْ
وَأَشْهَدَهُمْ
عَلى
أَنْفُسِهِمْ
أَ لَسْتُ
بِرَبِّكُمْ) قَالَ:
أَخْرَجَ
اللَّهُ مِنْ
ظَهْرِ آدَمَ
ذُرِّيَّتَهُ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
كَالذَّرِّ
فَعَرَّفَهُمْ
نَفْسَهُ وَلَوْ
لَا ذَلِكَ
لَمْ
يَعْرِفْ
أَحَدٌ رَبَّهُ
وَقَالَ: أَ
لَسْتُ
بِرَبِّكُمْ؟
قَالُوا:
بَلَى
وَإِنَّ هَذَا
مُحَمَّدٌ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَعَلِيٌّ
أَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
293- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin (Rabbin
Âdemoğullarının sırtlarından zurriyetlerini aldı,
onları kendilerine şahit tuttu. Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Araf 172) ayeti hakkında şöyle
dedi: Allah, Âdemin sırtından kıyamete kadar olan zurriyetini
çıkardı, zerrecik gibiydiler. Onlara nefsini tanıttı.
Eğer o tanıtma olmasaydı hiç kimse Rabbini
tanıyamazdı ve şöyle dedi: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Tabii ki dediler. Bu Muhammed Rasûlullahdır sallallahu aleyhi ve alihi ve
Ali Emîr'ül Müminîndir aleyhisselam.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz
tane rivayet vardı.)
294-
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
وَلَايَةُ
عَلِيٍّ
مَكْتُوبَةٌ
فِي جَمِيعِ
صُحُفِ
الْأَنْبِيَاءِ
وَلَنْ
يَبْعَثَ
اللَّهُ نَبِيّاً
إِلَّا
بِنُبُوَّةِ
مُحَمَّدٍ وَوَلَايَةِ
وَصِيِّهِ
عَلِيٍّ صَلَوَاتُ
اللهِ عَلَيْهِمَا.
294- Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam
şöyle dedi: Alinin velayeti bütün nebilerin suhuflarında
yazılıdır. Allah, Muhammedin nubuvveti ve vasisi Alinin
velayeti olmadan asla bir nebi göndermedi salevatullahi aleyhima.
295- قال
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: يَا
عَلِيُّ مَا
بَعَثَ
اللَّهُ نَبِيّاً
إِلَّا
وَقَدْ
دَعَاهُ
إِلَى وَلَايَتِكَ
طَائِعاً
أَوْ
كَارِهاً.
295-
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Ya Ali! Allah bir nebi
göndermeden önce istese de istemese de onu mutlaka senin velayetine
çağırmıştır.
296- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (أَ لَمْ
نَشْرَحْ
لَكَ
صَدْرَكَ) قَالَ:
فَقَالَ:
بِوَلَايَةِ
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
296- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah
Tebareke ve Tealanın (Senin göğsünü genişletmedik mi?
İnşirah 1) ayeti hakkında şöyle
dedi: Emîr'ül Müminîn Ali aleyhisselamın velayetiyle.
297- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
أَخَذَ
مِيثَاقَ
النَّبِيِّينَ
عَلَى
وَلَايَةِ
عَلِيٍّ
وَأَخَذَ
عَهْدَ
النَّبِيِّينَ
بِوَلَايَةِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
297- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Allah
Tebareke ve Teala nebilerin misakını Alinin velayeti üstüne
aldı ve nebilerin ahdini de Ali aleyhisselamın velayetiyle aldı.
298- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (نَزَلَ
بِهِ
الرُّوحُ
الْأَمِينُ
عَلى
قَلْبِكَ
لِتَكُونَ
مِنَ
الْمُنْذِرِينَ
بِلِسانٍ
عَرَبِيٍّ
مُبِينٍ) قَالَ:
هِيَ
الْوَلَايَةُ
لِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ.
298- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin: (Onu
Ruhul Emin indirdi* Uyaranlardan olman için senin kalbine* Apaçık Arap
diliyle. Şuara 193- 195) ayeti hakkında şöyle
dedi: O Emîr'ül Müminînin velayetidir.
299- عَنْ
أَبِي
مُحَمَّدٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَخْبِرْنِي
عَنِ
الْوَلَايَةِ
أَ نَزَلَ
بِهَا
جَبْرَئِيلُ
مِنْ عِنْدِ
رَبِّ
الْعَالَمِينَ
يَوْمَ الْغَدِيرِ؟
فَقَالَ: (نَزَلَ
بِهِ
الرُّوحُ
الْأَمِينُ
عَلى
قَلْبِكَ
لِتَكُونَ
مِنَ
الْمُنْذِرِينَ
بِلِسانٍ
عَرَبِيٍّ
مُبِينٍ
وَإِنَّهُ لَفِي
زُبُرِ
الْأَوَّلِينَ) قَالَ:
هِيَ
الْوَلَايَةُ
لِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ.
299- Ebu
Muhammed şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama dedim ki: Bana velayetten haber ver. Cebrail onu Gadir Hum günü
alemlerin Rabbinin katından mı indirdi? Dedi ki: (Onu
Ruhul Emin indirdi* Uyaranlardan olman için senin kalbine* Apaçık Arap
diliyle* O evvelkilerin kitaplarında da vardı. Şuara. 193- 196) O Emîr'ül Müminînin velayetidir.
300- قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَا
تَكَامَلَتِ
النُّبُوَّةُ
لِنَبِيٍّ
فِي الْأَظِلَّةِ
حَتَّى
عُرِضَتْ
عَلَيْهِ وَلَايَتِي
وَوَلَايَةُ
أَهْلِ
بَيْتِي وَمَثُلُوا
لَهُ
فَأَقَرُّوا
بِطَاعَتِهِمْ
وَوَلَايَتِهِمْ.
300- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi:
Benim ve Ehli Beytimin velayeti sunulana kadar hiçbir nebi için nubuvveti
gölgede kemale ermez. O nebinin önünde dikilip durdular. Bunun üzerine onlar da
itaatlerini ve velayetlerini ikrar ettiler.
301- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (يا أَهْلَ
الْكِتابِ
لَسْتُمْ
عَلى شَيْءٍ
حَتَّى
تُقِيمُوا
التَّوْراةَ
وَالْإِنْجِيلَ
وَما
أُنْزِلَ
إِلَيْكُمْ
مِنْ رَبِّكُمْ
وَلَيَزِيدَنَّ
كَثِيراً
مِنْهُمْ ما أُنْزِلَ
إِلَيْكَ
مِنْ رَبِّكَ
طُغْياناً
وَكُفْراً) قَالَ:
هِيَ
وَلَايَةُ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
301- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allahu
Tealanın (Ey Kitabın Ehli! Tevratı,
İncili ve Rabbinizden size indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir
şey üzerinde değilsiniz. And olsun, Rabbinden sana indirilen,
onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını
arttıracaktır. Maide 68) ayeti hakkında
şöyle dedi: O (indirilen) Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın velayetidir.
302- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
أَلَا إِنَّ
جَبْرَئِيلَ
أَتَانِي
فَقَالَ: يَا
مُحَمَّدُ رَبُّكَ
يَأْمُرُكَ
بِحُبِّ
عَلِيِّ بْنِ أَبِي
طَالِبٍ
وَيَأْمُرُكَ
بِوَلَايَتِهِ.
302- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
şöyle dediğini rivayet etti: Cebrail bana geldi ve dedi ki: Ya
Muhammed! Rabbin sana Ali ibni Ebu Talibin sevgisini ve onun velayetini
emrediyor.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz
tane rivayet vardı.)
303- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: مَا
نُبِّئَ
نَبِيٌّ
قَطُّ إِلَّا
بِمَعْرِفَةِ
حَقِّنَا
وَتَفَضِيلَنَا
عَلَى مَنْ
سِوَانَا.
303- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Hiçbir nebi hakkımızın marifetine ve bizim,
bizim dışımızda olanlara karşı üstünlüğümüze
inanmadan asla gönderilmedi.
(Bu babda konuyla
alakalı beş tane rivayet vardı.)
308- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
وَلَايَتُنَا
وَلَايَةُ
اللَّهِ
الَّتِي لَمْ
يَبْعَثْ
نَبِيّاً
قَطُّ إِلَّا
بِهَا.
308- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Bizim velayetimiz
Allahın velayetidir o velayet ki Allah hiçbir nebiyi onun
dışında bir şeyle göndermedi.
(Bu babda konuyla
alakalı dört tane rivayet vardı.)
312- قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ
عَزَّ
وَجَلَّ
عَرَضَ وَلَايَتِي
عَلَى أَهْلِ
السَّمَاوَاتِ
وَعَلَى
أَهْلِ
الْأَرْضِ
أَقَرَّ
بِهَا مَنْ أَقَرَّ
وَأَنْكَرَهَا
مَنْ
أَنْكَرَ
أَنْكَرَهَا
يُونُسُ
فَحَبَسَهُ
اللَّهُ فِي بَطْنِ
الْحُوتِ حَتَّى
أَقَرَّ
بِهَا.
312- Emîr'ül Müminîn aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak
ki Allah benim velayetimi semaların ehline ve arzın ehline sundu. Onu
ikrar eden ikrar etti ve onu inkâr eden de inkâr etti. Yunus onu inkâr etti. Bunun
üstüne Allah da ikrar edene kadar onu balığın karnına
hapsetti.
313- عَنْ
جَعْفَرِ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
يَقُولُ: (إِنَّا
عَرَضْنَا
الْأَمانَةَ
عَلَى السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ
وَالْجِبالِ
فَأَبَيْنَ
أَنْ
يَحْمِلْنَها
وَأَشْفَقْنَ
مِنْها
وَحَمَلَهَا
الْإِنْسانُ
إِنَّهُ كانَ
ظَلُوماً
جَهُولًا) قَالَ:
هِيَ
وَلَايَةُ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
313- Cafer
ibni Muhammed (Sadık) aleyhisselam şöyle dedi: Allah diyor ki: (Muhakkak
ki biz, emaneti semalara, arza ve dağlara sunduk. Onu yüklenmekten
çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o çok
zalimdir, çok cahildir. Ahzap 72) Dedi ki: O (emanet) Ali
ibni Ebu Talib aleyhisselamın velayetidir.
314- عَنْ
أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (إِنَّا
عَرَضْنَا
الْأَمانَةَ
عَلَى السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ
وَالْجِبالِ
فَأَبَيْنَ
أَنْ
يَحْمِلْنَها
وَأَشْفَقْنَ) قَالَ:
الْوَلَايَةُ
أَبَيْنَ
أَنْ يَحْمِلْنَهَا
كُفْراً
بِهَا
وَعِنَاداً (وَ
حَمَلَهَا
الْإِنْسانُ)
وَالْإِنْسَانُ
الَّذِي
حَمَلَهَا
أَبُو فُلَانٍ.
314- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allah Tebareke ve Tealanın (Muhakkak
ki biz, emaneti semalara, arza ve dağlara sunduk. Onu yüklenmekten
çekindiler ve ondan korktular. Ahzap 72) ayeti
hakkında şöyle dedi: Velayettir; onu küfür ve inat üstüne
yüklenmekten çekindiler (Ve insan onu yüklendi. Ahzap 72) İnsan ki onu yüklendi o çok cahildir.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
315- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
عَرَضَ
وَلَايَتَنَا
عَلَى أَهْلِ
الْأَمْصَارِ
فَلَمْ
يَقْبَلْهَا إِلَّا
أَهْلُ
الْكُوفَةِ.
315- Ebu Abdullah (Caferi Sadık) aleyhisselam şöyle
dedi: Muhakkak ki Allah bizim velayetimizi şehirlerin ehline sundu ve
Kufenin ehli dışında onu kimse kabul etmedi.
316- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ لَوْ
أَنَّهُمْ
أَقامُوا
التَّوْراةَ وَالْإِنْجِيلَ
وَما
أُنْزِلَ
إِلَيْهِمْ
مِنْ رَبِّهِمْ) قَالَ:
الْوَلَايَةُ.
316- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allahu Tealanın (Ve eğer onlar, Tevrat ve İncili ve Rabblerinden
kendilerine indirileni gereği gibi uygulasalardı. Maide 66) ayeti hakkında şöyle dedi: O velayettir.
317- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
إِنَّ
الشِّيعَةَ
يَسْأَلُونَكَ
عَنْ
تَفْسِيرِ
هَذِهِ الْآيَةِ: (عَمَّ
يَتَساءَلُونَ
عَنِ
النَّبَإِ
الْعَظِيمِ)؟ قَالَ:
فَقَالَ:
ذَلِكَ
إِلَيَّ إِنْ
شِئْتُ أَخْبَرْتُهُمْ
وَإِنْ
شِئْتُ لَمْ
أُخْبِرْهُمْ
قَالَ:
فَقَالَ:
لَكِنِّي
أُخْبِرُكَ
بِتَفْسِيرِهَا
قَالَ:
فَقُلْتُ: (عَمَّ
يَتَساءَلُونَ)؟ قَالَ:
فَقَالَ: هِيَ
فِي أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: كَانَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهَ الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
يَقُولُ: مَا
لِلَّهِ
آيَةٌ
أَكْبَرُ
مِنِّي وَلَا
لِلَّهِ مِنْ
نَبَإٍ
عَظِيمٍ
أَعْظَمُ
مِنِّي وَلَقَدْ
عُرِضَتْ
وَلَايَتِي
عَلَى
الْأُمَمِ الْمَاضِيَةِ
فَأَبَتْ
أَنْ
تَقْبَلَهَا.
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ: (قُلْ هُوَ
نَبَأٌ
عَظِيمٌ
أَنْتُمْ
عَنْهُ
مُعْرِضُونَ)؟ قَالَ:
هُوَ
وَاللَّهِ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ عَلَيْهِ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ.
317- Ebu Hamza
Sumali şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım Şialarınız senden
bu (Neyi soruyorlar* O azim haberi mi? Nebe 1- 2) ayetinin tefsirini soruyor. Dedi ki: O bana
kalmış, eğer istersem onlara haber veririm ve eğer istersem
de onlara haber vermem. Lakin ben sana onun tefsirini haber vereceğim.
Dedim ki: (Neyi soruyorlar. Nebe 1) Dedi ki: O Emîr'ül Müminîn aleyhisselatu vesselam
hakkındadır. Emîr'ül Müminîn dedi ki: Allahın benden daha büyük
bir ayeti yoktur ve Allahın azim haberlerinden benden daha azimi yoktur.
Benim velayetim geçmiş ümmetlere sunuldu, onu kabul etmekten çekindiler.
Dedim ki: (De ki: O azim haberdir* Ve siz ondan yüz
çevirenlersiniz. Sad 67- 68) Dedi ki: Vallahi o Emîr'ül Müminîn
aleyhisselatu vesselamdır.
318- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
وَلَايَتَنَا
عُرِضَتْ
عَلَى
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضِ
وَالْجِبَالِ
وَالْأَمْصَارِ
مَا قَبِلَهَا
قَبُولَ
أَهْلِ
الْكُوفَةِ.
318- Ebu Abdullah (Caferi Sadık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki bizim velayetimiz semalar, arza, dağlara ve
şehirlere sunuldu, onu Kufenin ehlinin kabul edişiyle kabul
etmediler.
319- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ مَنْ
يَكْفُرْ
بِالْإِيمانِ
فَقَدْ حَبِطَ
عَمَلُهُ
وَهُوَ فِي
الْآخِرَةِ
مِنَ الْخاسِرِينَ)؟ قَالَ:
تَفْسِيرُهَا
فِي بَطْنِ
الْقُرْآنِ
يَعْنِي
وَمَنْ
يَكْفُرْ
بِوَلَايَةِ
عَلِيٍّ
وَعَلِيٌّ
هُوَ
الْإِيمَانُ.
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
كانَ
الْكافِرُ
عَلى
رَبِّهِ
ظَهِيراً)؟ قَالَ:
تَفْسِيرُهَا
فِي بَطْنِ
الْقُرْآنِ
يَعْنِي
عَلِيٌّ هُوَ
رَبُّهُ فِي
الْوَلَايَةِ
وَالطَّاعَةِ
وَالرَّبُّ
هُوَ
الْخَالِقُ
الَّذِي لَا
يُوصَفُ.
وَ
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
عَلِيّاً
آيَةٌ
لِمُحَمَّدٍ
وَإِنَّ
مُحَمَّداً
يَدْعُو
إِلَى
وَلَايَةِ عَلِيٍّ
أَ مَا
بَلَغَكَ
قَوْلُ
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَنْ
كُنْتُ
مَوْلَاهُ
فَعَلِيٌّ
مَوْلَاهُ
اللَّهُمَّ
وَالِ مَنْ
وَالاهُ
وَعَادِ مَنْ
عَادَاهُ؟
فَوَالَى
اللَّهَ مَنْ
وَالاهُ
وَعَادَى
اللَّهَ مَنْ
عَادَاهُ.
وَ
أَمَّا
قَوْلُهُ: (إِنَّكُمْ
لَفِي قَوْلٍ
مُخْتَلِفٍ) فَإِنَّهُ
عَلِيٌّ
يَعْنِي
إِنَّهُ لَمُخْتَلَفٌ
عَلَيْهِ
وَقَدِ
اخْتَلَفَ
هَذِهِ
الْأُمَّةُ
فِي
وَلَايَتِهِ
فَمَنِ اسْتَقَامَ
عَلَى
وَلَايَةِ
عَلِيٍّ
دَخَلَ الْجَنَّةَ
وَمَنْ
خَالَفَ
وَلَايَةَ
عَلِيٍّ
دَخَلَ
النَّارَ.
وَ
أَمَّا
قَوْلُهُ: (يُؤْفَكُ
عَنْهُ مَنْ
أُفِكَ) فَإِنَّهُ
يَعْنِي
عَلِيّاً
مَنْ أُفِكَ عَنْ
وَلَايَتِهِ
أُفِكَ عَنِ
الْجَنَّةِ فَذَلِكَ
قَوْلُهُ: (يُؤْفَكُ
عَنْهُ مَنْ
أُفِكَ).
وَ
أَمَّا
قَوْلُهُ: (وَ
إِنَّكَ
لَتَهْدِي
إِلى صِراطٍ
مُسْتَقِيمٍ) إِنَّكَ
لَتَأْمُرُ
بِوَلَايَةِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَتَدْعُو
إِلَيْهَا
وَعَلِيٌّ
هُوَ
الصِّرَاطُ
الْمُسْتَقِيمُ.
وَ
أَمَّا
قَوْلُهُ: (فَاسْتَمْسِكْ
بِالَّذِي
أُوحِيَ
إِلَيْكَ) فِي
عَلِيٍّ
(إِنَّكَ عَلى
صِراطٍ
مُسْتَقِيمٍ) إِنَّكَ
عَلَى
وَلَايَةِ
عَلِيٍّ
وَعَلِيٌّ
هُوَ
الصِّرَاطُ
الْمُسْتَقِيمُ.
وَ
أَمَّا
قَوْلُهُ: (فَلَمَّا
نَسُوا ما
ذُكِّرُوا بِهِ)
يَعْنِي
فَلَمَّا
تَرَكُوا
وَلَايَةَ
عَلِيٍّ
وَقَدْ
أُمِرُوا
بِهَا (فَتَحْنا
عَلَيْهِمْ
أَبْوابَ
كُلِّ شَيْءٍ) يَعْنِي
مَعَ
دَوْلَتِهِمْ
فِي الدُّنْيَا
وَمَا بَسَطَ
لَهُمْ
فِيهَا.
وَ
أَمَّا
قَوْلُهُ: (حَتَّى
إِذا
فَرِحُوا
بِما أُوتُوا
أَخَذْناهُمْ
بَغْتَةً
فَإِذا هُمْ
مُبْلِسُونَ) يَعْنِي
قِيَامَ
الْقَائِمِ.
319-
Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama Allah Tebareke ve Tealanın (Ve kim
imanı inkâr ederse artık onun ameli boşa gitmiştir. Ve o
ahirette hüsranda olanlardandır. Maide 5) ayetini sordum. Dedi ki: O ayetin Kuranın
batınındaki tefsiri: Yani kim Alinin velayetini inkâr ederse ve o
iman Alidir.
Ebu Cafer aleyhisselama Allahu Tealanın (Kafir
Rabbine karşı arka çıkandır. Furkan 55) ayetini sordum. Dedi ki: O ayetin Kuranın
batınındaki tefsiri: Yani Alidir. Velayette ve itaatte onun
Rabbidir ve Rab, o yaratıcıdır ve o asla
sıfatlandırılmaz.
Ebu Cafer aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Ali,
Muhammed için bir ayettir ve muhakkak ki Muhammed, Alinin velayetine
çağırır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şu sözü
sana ulaşmadı mı? Ben kimin mevlasıysam Ali de onun
mevlasıdır. Allahım ona dost olana dost ol ve ona düşman
olana düşman ol. Allah da ona dost olana dost oldu ve ona düşman
olana düşman oldu.
Onun şu ayeti ise: (Muhakkak
ki siz, mutlaka ihtilaflı bir söz içindesiniz. Zariyat 8) Muhakkak ki o Alidir. Yani o üstünde ihtilaf edilendir.
Bu ümmet onun velayetinde ihtilaf etti. Kim Alinin velayetinde dosdoğru
olursa cennete girer. Kim de Alinin velayetinden ayrılırsa
ateşe girer.
Onun şu ayeti ise: (Kim
saptırılsa ondan saptırılır. Zariyat 9) Muhakkak ki o Alidir. Kim onun velayetinden
saptırılırsa cennetten saptırılmıştır.
Ve o Allahın şu ayetidir: (Kim saptırılsa
ondan saptırılır. Zariyat 9)
Onun şu ayeti ise: (Ve
muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakime hidayet ediyorsun.
Şura 52) Muhakkak ki sen Ali
aleyhisselamın velayetini emrediyorsun ve o velayete
çağırıyorsun. Ve Ali o Sıratı Mustekimdir
(dosdoğru yol).
Onun şu ayeti ise: (Sana o
vahyedilene sımsıkı tutun. Zuhruf 43) Ali hakkında (Muhakkak ki sen,
Sıratı Mustakim üzerindesin. Zuhruf 43) Muhakkak ki sen Alinin velayeti üzerindesin. Ve Ali o
Sıratı Mustekimdir.
Onun şu ayeti ise: (Kendisiyle
uyarıldıkları şeyi unuttukları zaman. Enam 44) Yani Alinin velayetini terk ettiklerinde ona
emredildiler. (Biz onların üzerine her şeyin
kapılarını açtık. Enam 44) Yani dünyada onların devletleriyle beraber ve o
devlet içinde onlara sunup yaydığı ne varsa.
Onun şu ayeti ise: (Kendilerine
verilen şeylere sevindiler. Onları ansızın alıverdik
ve o zaman onlar umutları kesilenler oldular. Enam 44) Yani Kaimin kıyamı.
320- عَنْ
يَعْقُوبَ بْنِ
شُعَيْبٍ
قَالَ:
وَسَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ إِنِّي
لَغَفَّارٌ
لِمَنْ تابَ
وَآمَنَ
وَعَمِلَ
صالِحاً
ثُمَّ
اهْتَدى) قَالَ:
وَمَنْ تَابَ
مِنْ ظُلْمٍ
وَآمَنَ مِنْ
كُفْرٍ
وَعَمِلَ صَالِحاً
ثُمَّ
اهْتَدَى
إِلَى
وَلَايَتِنَا
وَأَوْمَأَ
بِيَدِهِ
إِلَى
صَدْرِهِ.
320- Yakup ibni Şuayb şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allah Tebareke ve Tealanın (Şüphe
yok ki ben, tevbe edip iman eden, salih amel işleyen, sonra da hidayet
olan kimse için son derece affediciyim. Taha 82) ayetini sordum. Dedi ki: Kim bir zulümden tevbe ederse,
bir küfürden dönüp iman ederse ve salih amel işlerse, sonra bizim
velayetimize hidayet olur ve eliyle göğsünü işaret etti-.
321- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِهِ
عَزَّ وَجَلَ: (فِطْرَةَ
اللَّهِ
الَّتِي
فَطَرَ
النَّاسَ
عَلَيْها) قَالَ:
فَقَالَ:
عَلَى
التَّوْحِيدِ
وَمُحَمَّدٍ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَعَلِيٍّ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ.
321- Ebu Abdullah (Caferi
Sadık) aleyhisselam Azze ve Cellenin (Allahın fıtratı o fıtrat ki
insanları onun üstüne var etti. Rum 30) ayeti hakkında şöyle
dedi: Tevhid, Muhammedun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ve Aliyyun
Emîr'ül Müminîn aleyhisselam üstüne.
322- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ:( وَلا
تَجْهَرْ
بِصَلاتِكَ
وَلا
تُخافِتْ بِها
وَابْتَغِ
بَيْنَ ذلِكَ
سَبِيلًا) قَالَ:
تَفْسِيرُهَا:
وَلَا
تَجْهَرْ
بِوَلَايَةِ
عَلِيٍّ
وَلَا بِمَا
أَكْرَمْتَهُ
بِهِ حَتَّى
نَأْمُرَكَ
بِذَلِكَ (وَ
لا تُخافِتْ
بِها) يَعْنِي
وَلَا
تَكْتُمْهَا
عَلِيّاً وَأَعْلِمْهُ
وَمَا
أَكْرَمْتَهُ
بِهِ وَأَمَّا
قَوْلُهُ: (وَ
ابْتَغِ
بَيْنَ ذلِكَ
سَبِيلًا) فَإِنَّهُ
يَعْنِي اطْلُبْ
إِلَيَّ
وَسَلْنِي
أَنْ آذَنَ
لَكَ أَنْ
تَجْهَرَ
بِوَلَايَةِ
عَلِيٍّ
وَادْعُ
النَّاسَ
إِلَيْهَا
فَأَذِنَ
لَهُ يَوْمَ
غَدِيرِ
خُمٍّ.
322- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin (Salatı
ilan edip yükseltme ve onu örtüp gizleme. Bu ikisi arasında bir yol tut.
İsra 110) ayetini sordum. Dedi ki: O
ayetin tefsiri: Sana emredene kadar Alinin
velayetini ve ona ikramda bulunduğun şeyleri ilan edip yükseltme. (Ve onu örtüp gizleme. İsra 110) Yani: Onu
gizleme, Ali aleyhisselamı. Onu ve ona ikramda bulunduğun şeyi
tanıt. Şu sözü ise (İkisi
arasında bir yol tut. İsra 110) Yani bana
rağbet et ve benden Alinin velayetini ilan etmene ve insanları ona
davet etmene izin vermemi iste. Ve ona Gadir Hum günü izin verdi.
323- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ أَنَّ
هذا صِراطِي
مُسْتَقِيماً
فَاتَّبِعُوهُ) قَالَ:
هُوَ
وَاللَّهِ
عَلِيٌّ هُوَ
وَاللَّهِ الْمِيزَانُ
وَالصِّرَاطُ.
323- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin (Muhakkak
ki bu benim sıratımdır, ona tabi olun. Enam 153) ayetini sordum. Dedi ki: Vallahi o Alidir. Vallahi o
mizan ve sırattır.
324- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
عُرِجَ
بِالنَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
إِلَى
السَّمَاءِ
مِائَةً وَعِشْرِينَ
مَرَّةً مَا
مِنْ مَرَّةٍ
إِلَّا وَقَدْ
أَوْصَى
اللَّهُ
النَّبِيَّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ بِوَلَايَةِ
عَلِيٍّ
وَالْأَئِمَّةِ
مِنْ بَعْدِهِ
أَكْثَرَ
مِمَّا
أَوْصَاهُ
بِالْفَرَائِضِ.
324- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Nebi sallallahu
aleyhi ve alihi yüz yirmi sefer semaya yükseltildi. Her bir seferde de Allah
nebi sallallahu aleyhi ve alihiye farzları vasiyet ettiğinden daha
fazla Alinin ve ondan sonraki imamların velayetini vasiyet etti.
(Bu babda konuyla alakalı on tane
rivayet vardı.)
325- عَنْ
سُلَيْمَانَ
الْجَعْفَرِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقَالَ: يَا
سُلَيْمَانُ
اتَّقِ
فِرَاسَةَ
الْمُؤْمِنِ
فَإِنَّهُ
يَنْظُرُ
بِنُورِ
اللَّهِ فَسَكَتَ
حَتَّى
أَصَبْتُ
خَلْوَةً
فَقُلْتُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ
سَمِعْتُكَ
تَقُولُ اتَّقِ
فِرَاسَةَ
الْمُؤْمِنِ
فَإِنَّهُ
يَنْظُرُ
بِنُورِ
اللَّهِ
قَالَ: نَعَمْ
يَا سُلَيْمَانُ
إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
الْمُؤْمِنِينَ
مِنْ نُورِهِ
وَصَبَّغَهُمْ
فِي رَحْمَتِهِ
وَأَخَذَ
مِيثَاقَهُمْ
لَنَا
بِالْوَلَايَةِ
وَالْمُؤْمِنُ
أَخُو
الْمُؤْمِنِ
لِأَبِيهِ وَأُمِّهِ
أَبُوهُ
النُّورُ
وَأُمُّهُ الرَّحْمَةُ
وَإِنَّمَا
يَنْظُرُ
بِذَلِكَ النُّورِ
الَّذِي
خُلِقَ
مِنْهُ.
325- Süleyman Caferi şöyle rivayet etti: Ebul Hasan
(Musa el-Kâzım) aleyhisselamın yanındaydım. Bana dedi ki:
Ya Süleyman! Sakının (hafife almayın) muminin ileri
görüşünden. Doğrusu o, Allah Azze ve Cellenin nuruyla bakar. Sonra
ortam sakin olana kadar sustu. Dedim ki: Sana feda olayım! Senden
işittim, diyordun ki sakının muminin ileri görüşünden
doğrusu o, Allah Azze ve Cellenin nuruyla bakar. Dedi ki: Evet ya
Süleyman! Allah Azze ve Celle muminleri kendi nurundan yarattı ve
onları rahmetinde boyadı ve bizim velayetimiz hakkında onlardan
misak aldı. Babası ve annesinden dolayı mumin muminin
kardeşidir, babası nurdur ve annesi rahmettir. Sadece o nurla bakar
çünkü ondan yaratıldı.
326- عَنْ
مُعَاوِيَةَ
بْنِ
عَمَّارٍ
قَالَ: قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
هَذَا الْحَدِيثُ
الَّذِي
سَمِعْتُهُ
مِنْكَ مَا
تَفْسِيرُهُ؟
قَالَ: وَمَا هُوَ؟
قُلْتُ: إِنَّ
الْمُؤْمِنَ
يَنْظُرُ بِنُورِ
اللَّهِ
فَقَالَ: يَا
مُعَاوِيَةُ إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
الْمُؤْمِنِينَ
مِنْ نُورِهِ
وَصَبَغَهُمْ
فِي
رَحْمَتِهِ
وَأَخَذَ
مِيثَاقَهُمْ
لَنَا
بِالْوَلَايَةِ
عَلَى مَعْرِفَتِهِ
يَوْمَ
عَرَّفَهُمْ
نَفْسَهُ
فَالْمُؤْمِنُ
أَخُو
الْمُؤْمِنِ
لِأَبِيهِ وَأُمِّهِ
أَبُوهُ
النُّورُ
وَأُمُّهُ
الرَّحْمَةُ
فَإِنَّمَا
يَنْظُرُ
بِذَلِكَ النُّورِ
الَّذِي
خُلِقَ
مِنْهُ.
326- Muaviye
ibni Ammar şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım! Bu hadisi senden işittim.
Onun tefsiri nedir? Dedi ki: O hangi hadis? Dedim ki: Muhakkak ki mumin
Allahın nuruyla bakar. Dedi ki: Ey İbni Ammar! Muhakkak ki Allah
muminleri kendi nurundan yarattı ve onları rahmetinde boyadı ve
kendisini tanıtma üstüne bizim velayetimiz için onlardan misak aldı,
bu kendisini onlara tanıttığı günde oldu. Babasından
ve annesinden dolayı mumin muminin kardeşidir. Babası nurdur ve
annesi rahmettir. Sadece o nurla bakar, çünkü
ondan yaratıldı.
327- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
جَعَلَ لَنَا
شِيعَةً
فَخَلَقَهُمْ
مِنْ نُورِهِ
وَصَبَغَهُمْ
فِي رَحْمَتِهِ
وَأَخَذَ
مِيثَاقَهُمْ
لَنَا بِالْوَلَايَةِ
عَلَى
مَعْرِفَتِهِ
يَوْمَ عَرَّفَهُمْ
نَفْسَهُ
فَهُوَ
الْمُتَقَبِّلُ
مِنْ
مُحْسِنِهِمْ
الْمُتَجَاوَزُ
عَنْ
مُسِيئِهِمْ
مَنْ لَمْ يَلْقَ
اللَّهَ
بِمَا هُوَ
عَلَيْهِ
لَمْ يَتَقَبَّلْ
مِنْهُ
حَسَنَةً
وَلَمْ
يَتَجَاوَزْ
عَنْهُ
سَيِّئَةً.
327- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allah bizim için Şia karar kıldı ve
onları kendi nurundan yarattı. Onları rahmetinde boyadı ve
kendisini tanıtma üstüne bizim velayetimiz için onlardan misak aldı.
Bu kendisini onlara tanıttığı günde oldu. O onların
ihsan sahibi olanlarının hayırlarını kabul edendir ve
kabahatli olanların kabahatlerinden geçendir. Kim Allahla üzerinde
bulunduğu şey üzere karşılaşmazsa, ondan bir
hayır kabul etmez ve onun kabahatinden de geçmez.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
328- عَنْ
عُقْبَةَ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
الْخَلْقَ
فَخَلَقَ مَنْ
أَحَبَّ
مِمَّا
أَحَبَّ
وَكَانَ مَا
أَحَبَّ أَنْ
يَخْلُقَهُ
مِنْ طِينَةِ
الْجَنَّةِ
وَخَلَقَ
مَنْ
أَبْغَضَ
مِمَّا أَبْغَضَ
وَكَانَ مَا
أَبْغَضَ
أَنْ يَخْلُقَهُ
مِنْ طِينَةِ
النَّارِ
ثُمَّ بَعَثَهُمْ
فِي
الظِّلَالِ
قَالَ:
قُلْتُ:
وَأَيُّ شَيْءٍ
الظِّلَالُ؟
قَالَ: أَ
لَمْ تَرَ
ظِلَّكَ فِي
الشَّمْسِ
شَيْءٌ
وَلَيْسَ
بِشَيْءٍ
ثُمَّ بَعَثَ
فِيهِمُ
النَّبِيِّينَ
يَدْعُونَهُمْ
إِلَى
الْإِقْرَارِ
بِاللَّهِ
وَهُوَ
قَوْلُهُ: (وَ
لَئِنْ
سَأَلْتَهُمْ
مَنْ
خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ
اللَّهُ) ثُمَّ
دَعَاهُمْ
إِلَى
الْإِقْرَارِ
بِالنَّبِيِّينَ
فَأَقَرَّ
بَعْضُهُمْ
وَأَنْكَرَ
بَعْضُهُمْ
ثُمَّ دَعَاهُمْ
إِلَى
وَلَايَتِنَا
فَأَقَرَّ وَاللَّهِ
بِهَا مَنْ
أَحَبَّ
وَأَنْكَرَهَا
مَنْ
أَبْغَضَ
وَهُوَ
قَوْلُهُ: (فَما
كانُوا
لِيُؤْمِنُوا
بِما
كَذَّبُوا
بِهِ مِنْ
قَبْلُ) ثُمَّ
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
كَانَ
التَّكْذِيبُ
ثَمَّةَ.
328- Ukbe Ebu Adullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki Allah
yaratıkları yarattı ve sevdiğini sevdiği şeyden
yarattı ve sevdiği onu cennetin çamurundan yaratmasıydı.
Buğz ettiğini buğz ettiği şeyden yarattı ve onun
buğzu onu cehennemin çamurundan yaratmasıydı. Sonra onları
gölgelerin içine gönderdi. Dedim ki: Gölgeler nedir? Dedi ki: Güneşte
gölgeni görmüyor musun? Bir şeydir ve bir şey değildir. Sonra
onlara nebileri gönderdi. Onları, Allahı ikrar etmeye
çağırdılar ve onun delili Allahın şu ayetidir: (Gerçekten
de onlara kendilerini kim yarattı diye sorsan kesinlikle Allah derler.
Zuhruf 87) Sonra onları, nebileri ikrar
etmeye çağırdı. Bazıları ikrar etti bazıları
da inkâr etti. Sonra onları bizim velayetimize çağırdı. Vallahi
velayetimizi onun sevdiği ikrar etti ve onun buğz ettiği de
inkâr etti. Onun delili Allahın şu ayetidir: (Önceden
de yalanladıkları şeye iman etmediler. Yusuf 74) Ebu Cafer aleyhisselam sonra dedi ki: Yalanlama
oradaydı.
329- عَنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ نُعَيْمٍ
الصَّحَّافِ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ وَتَعَالَى: (فَمِنْكُمْ
كافِرٌ
وَمِنْكُمْ
مُؤْمِنٌ) فَقَالَ:
عَرَفَ
اللَّهُ
وَاللَّهِ
إِيمَانَهُمْ
بِوَلَايَتِنَا
وَكُفْرَهُمْ
بِهَا يَوْمَ
أَخَذَ اللَّهُ
عَلَيْهِمُ
الْمِيثَاقَ
فِي صُلْبِ
آدَمَ وَهُمْ
ذَرٌّ.
329- Huseyn
ibni Naim şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama Allah Tebareke ve Tealanın (Sizden
bir kısmı kafirdir ve sizden bir kısmı da mumin.
Teğabun 2) ayetini sordum. Dedi ki: Vallahi,
Allah onların imanlarını ve küfürlerini bizim velayetimizle
tanıdı. Bu, Âdemin sülbünde onlardan misak aldığı
zaman oldu ve onlar zerreydiler.
332- عَنْ
أَبِي
يُوسُفَ
الْبَزَّازِ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: تَلَا
عَلَيْنَا
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ هَذِهِ
الْآيَة:َ (فَاذْكُرُوا
آلاءَ
اللَّهِ) قَالَ:
أَ تَدْرِي
مَا آلَاءُ
اللَّهِ؟ قُلْتُ:
لَا قَالَ:
هِيَ
أَعْظَمُ
نِعَمِ
اللَّهِ
عَلَى
خَلْقِهِ
وَهِيَ
وَلَايَتُنَا.
332- Ebu Yusuf Bezzaz şöyle
rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam bize bu ayeti
okudu: (Allahın
nimetlerini hatırlayın. Araf 69) Ve şöyle dedi: Bilir misin
nedir Allahın nimetleri? Hayır dedim. Dedi ki: O Allahın
yarattıklarına olan en büyük nimetidir ve o bizim velayetimizdir.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
333- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ
كَذلِكَ
جَعَلْناكُمْ
أُمَّةً
وَسَطاً
لِتَكُونُوا
شُهَداءَ عَلَى
النَّاسِ) قَالَ:
نَحْنُ
الشُّهَدَاءُ
عَلَى النَّاسِ
بِمَا
عِنْدَهُمْ
مِنَ
الْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ
وَمَا
ضَيَّعُوا
مِنْهُ.
333- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah
Tebareke ve Tealanın (Böylece, insanlara şahit olmanız
için sizi orta bir ümmet olarak karar kıldık. Bakara 143) ayeti hakkında şöyle dedi: Yanlarında olan
helal, haram ve onlardan zayi ettikleri şey hususunda biz insanların
üstüne şahitleriz.
335- بُرَيْدِ
بْنِ
مُعَاوِيَةَ
قَالَ:
قُلْتُ لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
كَذلِكَ
جَعَلْناكُمْ
أُمَّةً
وَسَطاً
لِتَكُونُوا
شُهَداءَ
عَلَى
النَّاسِ) قَالَ:
نَحْنُ
الْأُمَّةُ
الْوَسَطُ
وَنَحْنُ
شُهَدَاءُ
اللَّهِ
عَلَى
خَلْقِهِ وَحُجَّتُهُ
فِي أَرْضِهِ.
335- Bureyd şöyle
rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Allahu
Tealanın (Böylece, insanlara şahit olmanız için
sizi orta bir ümmet olarak karar kıldık. Bakara 143) ayetini sordum. Dedi ki: Biziz orta ümmet ve biziz
Allahın yarattıklarının şahitleri ve onun
arzındaki hucceti.
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
339- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قال: إِنَّ
رَسُولَ
اللهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
مَثَّلَ لِي
أُمَّتِي فِي الطِّينِ
وَعَلَّمَنِي
أَسْمَاءَهُمْ
كُلَّهَا
كَمَا عَلَّمَ
آدَمَ
الْأَسْماءَ
كُلَّها فَمَرَّ
بِي
أَصْحَابُ
الرَّايَاتِ
فَاسْتَغْفَرْتُ
لِعَلِيٍّ
وَشِيعَتِهِ
إِنَّ رَبِّي
وَعَدَنِي
فِي شِيعَةِ
عَلِيٍّ خَصْلَةً
قِيلَ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
وَمَا هِيَ؟
قَالَ: الْمَغْفِرَةُ
مِنْهُمْ
لِمَنْ آمَنَ
وَاتَّقَى
لَا
يُغَادِرُ
مِنْهُمْ
صَغِيرَةً وَلَا
كَبِيرَةً
وَلَهُمْ
تُبَدَّلُ
السَّيِّئَاتُ
حَسَنَاتٍ.
339- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti:
Muhahhak ki Allah bana ümmetimi çamurun içindeyken gösterdi. Âdeme isimlerin
hepsini öğrettiği gibi bana da onların isimlerinin hepsini
öğretti. Sancakların ashabı bana uğradı, ben de Ali ve
onun Şiaları için bağışlanma diledim. Muhakkak ki
Rabbim bana Alinin Şiaları hakkında özellik vadetti. Denildi
ki: Ya Rasûlullah! O nedir? Dedi ki: Onlardan kim iman edip küçük veya büyük
hiçbir şeyi göz ardı etmeden takvalı olursa, onun için
bağışlanma vardır ve onların kabahatleri iyiliklerle
değiştirilir.
340- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ بَعْضَ
قُرَيْشٍ
قَالَ لِرَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: بِأَيِّ
شَيْءٍ
سَبَقْتَ
الْأَنْبِيَاءَ
وَأَنْتَ بُعِثْتَ
آخِرَهُمْ
وَخَاتَمَهُمْ؟
قَالَ: إِنِّي
كُنْتُ
أَوَّلَ مَنْ
أَقَرَّ
بِرَبِّي وَأَوَّلَ
مَنْ أَجَابَ
حَيْثُ
أَخَذَ اللَّهُ
مِيثَاقَ
النَّبِيِّينَ
وَأَشْهَدَهُمْ
عَلَى
أَنْفُسِهِمْ
أَ لَسْتُ
بِرَبِّكُمْ؟
قالُوا: بَلى
فَكُنْتُ
أَنَا
أَوَّلَ
نَبِيٍّ
قَالَ: بَلَى
فَسَبَقْتُهُمْ
بِالْإِقْرَارِ
بِاللَّهِ.
340- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Kureyşten
bazıları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye dediler ki: Hangi
şeyle nebilerin önüne geçtin ve onların sonuncusu ve
tamamlayıcısı olarak gönderildin? Dedi ki: Rabbimi ilk ben
ikrar ettim, ilk ben icabet ettim nebilerden misak aldığında.
Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: (Ben
sizin Rabbiniz değil miyim? Tabiki dediler. Araf 172) Ben tabii ki diyen ilk nebiydim. Allahı ikrar etmede
onların önüne geçtim.
341- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: إِنَّ
أُمَّتِي
عُرِضَتْ
عَلَيَّ
عِنْدَ
الْمِيثَاقِ
فَكَانَ
أَوَّلَ مَنْ
آمَنَ بِي
وَصَدَّقَنِي
عَلِيٌّ
وَكَانَ
أَوَّلَ مَنْ
آمَنَ بِي
وَصَدَّقَنِي
حِيْنَ
بُعِثْتُ
فَهُوَ
الصَّدِيقُ
الْأَكْبَرُ.
341- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki misak zamanı ümmetim
bana sunuldu ve bana ilk iman eden ve beni doğrulayan Aliydi. Ve
gönderildiğimde bana ilk iman eden ve beni doğrulayan oydu. O
Sıddıkul Ekberdir.
342- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: ذَاتَ
يَوْمٍ
وَعِنْدَهُ
جَمَاعَةٌ مِنْ
أَصْحَابِهِ:
اللَّهُمَّ
لَقِّنِي إِخْوَانِي
مَرَّتَيْنِ
قَالَ:
فَقَالَ مَنْ
حَوْلَهُ
مِنْ
أَصْحَابِهِ:
أَ مَا نَحْنُ
إِخْوَانُكَ
يَا رَسُولَ
اللَّهِ؟ فَقَالَ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: لَا
إِنَّكُمْ
أَصْحَابِي
وَإِخْوَانِي
قَوْمٌ فِي
آخِرِ
الزَّمَانِ
آمَنُوا بِي
وَلَمْ
يَرَوْنِي
لَقَدْ عَرَّفَنِيهِمُ
اللَّهُ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ
مِنْ قَبْلِ
أَنْ يُخْرِجَهُمْ
مِنْ
أَصْلَابِ
آبَائِهِمْ وَأَرْحَامِ
أُمَّهَاتِهِمْ
لَأَحَدُهُمْ
أَشَدُّ
عَلَى
تَقِيَّةِ
دِينِهِ مِنْ
خَرْطِ
الْقَتَادِ
فِي اللَّيْلَةِ
الظَّلْمَاءِ
أَوْ
كَالْقَابِضِ
عَلَى جَمْرِ
الْغَضَا
أُولَئِكَ
مَصَابِيحُ
الدُّجَى
يُنْجِيهِمُ
اللَّهُ مِنْ
كُلِّ
فِتْنَةٍ
غَبْرَاءَ
مُظْلِمَةٍ.
342- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Bir gün Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihinin yanında ashabından bir cemaat varken
şöyle dedi: Allahım beni kardeşlerimle
karşılaştır! Allahım beni kardeşlerimle
karşılaştır! Ashabından etrafında bulunanlar
dediler ki: Ya Rasûlullah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?
Sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Hayır. Muhakkak ki siz benim
ashabımsınız, kardeşlerim ahir zamandan bir kavimdir. Onlar
bana, beni görmeden iman ettiler. Allah onları bana babalarının
sulblerinden ve annelerinin rahimlerinden çıkmadan önce kendi isimleriyle
ve babalarının isimleriyle tanıttı. Onlardan birisinin
dinindeki takiyyesi gecenin karanlığında dikenli bir
ağacın dikenlerini soyandan ve tahammül edilemeyecek bir durumda
olandan daha şiddetlidir. Onlar karanlıkların
lambalarıdır. Allah onları tozu dumana katan her karanlık
fitnelerden kurtarmıştır.
343- عَنْ
جَعْفَرٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ جَدِّهِ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه: يَا
عَلِيُّ
لَقَدْ
مُثِّلَتْ
لِي أُمَّتِي
فِي الطِّينِ
حَتَّى
رَأَيْتُ
صَغِيرَهُمْ وَكَبِيرَهُمْ
أَرْوَاحاً
قَبْلَ أَنْ
يخلق
[تُخْلَقَ الْأَجْسَادُ
وَإِنِّي
مَرَرْتُ
بِكَ وَبِشِيعَتِكَ
فَاسْتَغْفَرْتُ
لَكُمْ
فَقَالَ عَلِيٌّ:
يَا نَبِيَّ
اللَّهِ
زِدْنِي فِيهِمْ
قَالَ: نَعَمْ
يَا عَلِيُّ
تَخْرُجُ أَنْتَ
وَشِيعَتُكَ
مِنْ
قُبُورِكُمْ
وَوُجُوهُكُمْ
كَالْقَمَرِ
لَيْلَةَ
الْبَدْرِ
وَقَدْ
فُرِّجَتْ
عَنْكُمُ
الشَّدَائِدُ
وَذَهَبَتْ
عَنْكُمُ
الْأَحْزَانُ
تَسْتَظِلُّونَ
تَحْتَ
الْعَرْشِ
يَخَافُ
النَّاسُ
وَلَا تَخَافُونَ
وَيَحْزَنُ
النَّاسُ
وَلَا تَحْزَنُونَ
وَتُوضَعُ
لَكُمْ
مَائِدَةٌ
وَالنَّاسُ
فِي
الْحِسَابِ.
343- Cafer
es-Sâdık aleyhisselam babasından o da dedesinden Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Ya Ali!
Ümmetim çamurun içindeyken bana gösterildi. Ben onların küçüklerini ve
büyüklerini cesetler yaratılmadan önce ruhlar olarak gördüm. Ben sana ve
senin Şialarına uğradım ve sizin için
bağışlanma diledim. Ali dedi ki: Ya Nebiyyullah! Bana onlar
hakkındaki sözünü biraz daha arttır. Dedi ki: Evet ya Ali! Sen ve
senin Şiaların kabirlerinizden çıkarsınız ve
yüzleriniz ayın on dördüncü gecedeki hali gibidir. Zorluklar sizden
uzaklaşır, hüzünler sizi terk eder, Arşın altında
gölgelenirsiniz. İnsanlar korkarken siz korkmazsınız, insanlar
hüzünlenirken siz hüzünlenmezsiniz ve insanlar hesaptayken sizin için bir sofra
kurulur.
344- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
مَعْمَرٍ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ وَتَعَالَى: (هذا
نَذِيرٌ مِنَ
النُّذُرِ
الْأُولى) قَالَ:
يَعْنِي بِهِ
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه
حَيْثُ
دَعَاهُمْ
بِالْإِقْرَارِ
إِلَى
اللَّهِ فِي
الذَّرِّ الْأَوَّلِ.
344- Ali ibni Muammer babasından şöyle rivayet
etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allah Tebareke ve
Tealanın: (Bu diğer uyarılardan bir
uyarıcıdır. Necm 56) ayetini sordum. Dedi ki: Onunla Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihiyi kastediyor. Zira birinci zerde onları,
Allahı ikrar etmeye çağırmıştı.
345- قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه:
مُثِّلَ لِي
أُمَّتِي فِي
الطِّينِ
وَعُلِّمْتُ
الْأَسْمَاءَ
كَمَا عَلَّمَ
آدَمَ
الْأَسْماءَ
كُلَّها
وَرَأَيْتُ
أَصْحَابَ
الرَّايَاتِ
فَكُلَّمَا
مَرَرْتُ
بِكَ يَا
عَلِيُّ
وَبِشِيعَتِكَ
اسْتَغْفَرْتُ
لَكُمْ.
345-
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Ümmetim çamurun
içindeyken bana gösterildi. Âdeme isimlerin hepsini öğretmesi gibi bana
da isimler öğretildi. Ve sancaklar ashabını gördüm. Ya Ali! Sana
ve senin Şialarına her uğradığımda sizin için
istiğfar ettim.
346- عَنْ
مُقَاتِلِ
بْنِ
مُقَاتِلٍ
عَنْ أَبِي الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِه
مُثِّلَتْ لَهُ
أُمَّتُهُ
فِي الطِّينِ
فَعَرَفَهُمْ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ
وَأَخْلَاقِهِمْ
وَحَلَّاهُمْ
قَالَ: قُلْنَا
لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
جَمِيعُ الْأُمَّةِ
مِنْ
أَوَّلِهَا
إِلَى
آخِرِهَا؟
قَالَ:
هَكَذَا
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
346- Mukatil ibni Mukatil Ebul Hasan Rıza
aleyhisselamdan Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye
ümmeti çamurun içindeyken gösterildi. Onları kendi isimleriyle ve
babalarının isimleriyle, ahlaklarıyla ve güzellikleriyle
tanıdı. Dedik ki: Sana feda olayım. İlkinden sonuna bütün
ümmet mi? Dedi ki: Ebu Cafer aleyhisselam böyle dedi.
(Bu babda konuyla alakalı on beş
tane rivayet vardı.)
354- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
رَجُلًا
جَاءَ إِلَى
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَهُوَ مَعَ
أَصْحَابِهِ
فَسَلَّمَ عَلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ:
أَنَا
وَاللَّهِ
أُحِبُّكَ
وَأَتَوَلَّاكَ
فَقَالَ لَهُ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ:
كَذِبْتَ
قَالَ: بَلَى وَاللهِ
إِنِّي
لَأُحِبُّكَ
وَأَتَوَلَّاكَ
قَالَ لَهُ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ:
كَذِبْتَ مَا
أَنْتَ كَمَا
قُلْتَ
وَيْلَكَ إِنَّ
اللَّهَ خَلَقَ
الْأَرْوَاحَ
قَبْلَ
الْأَبْدَانِ
بِأَلْفَيْ
عَامٍ ثُمَّ
عَرَضَ
عَلَيْنَا الْمُحِبَّ
لَنَا فَوَ
اللَّهِ مَا
رَأَيْتُ
رُوحَكَ
فِيمَنْ
عَرَضَ
عَلَيْنَا
فَأَيْنَ
كُنْتَ قَالَ:
فَسَكَتَ
الرَّجُلُ
عِنْدَ
ذَلِكَ
وَلَمْ
يُرَاجِعْهُ.
354- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Emîr'ül Müminîn aleyhisselam ashabıyla beraberken bir
adam yanına geldi, ona selam verdi ve dedi ki: Vallahi seni seviyorum ve
seni veli ediniyorum. Emîr'ül Müminîn aleyhisselam ona dedi ki: Yalan söyledin!
Dedi ki: Hayır! Vallahi, kesinlikle seni seviyorum ve seni veli
ediniyorum. Emîr'ül Müminîn aleyhisselam ona dedi ki: Yalan söyledin! Sen
dediğin gibi biri değilsin. Veyl olsun sana Allah ruhları
bedenleri yaratmadan iki bin sene önce yarattı ve bizi sevenleri bize
gösterdi. Vallahi senin ruhunu bize gösterdikleri arasında görmedim. Sen
neredeydin? O sözden sonra adam sustu ve bir daha geri cevap vermedi.
355- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَجُلٌ
لِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
يَا أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
أَنَا
وَاللَّهِ
أُحِبُّكَ
قَالَ:
فَقَالَ لَهُ:
كَذَبْتَ
قَالَ: بَلَى
وَاللَّهِ
إِنِّي
أُحِبُّكَ
وَأَتَوَلَّاكَ
فَقَالَ لَهُ أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ:
كَذَبْتَ
قَالَ: سُبْحَانَ
اللَّهِ! يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
أَحْلِفُ
بِاللَّهِ
أَنِّي
أُحِبُّكَ
فَتَقُولُ كَذَبْتَ!
قَالَ: وَمَا
عَلِمْتَ
أَنَّ اللَّهَ
خَلَقَ
الْأَرْوَاحَ
قَبْلَ
الْأَبْدَانِ
بِأَلْفَيْ
عَامٍ
فَأَسْكَنَهَا
الْهَوَاءَ
ثُمَّ
عَرَضَهَا
عَلَيْنَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
فَوَ اللَّهِ
مَا مِنْهَا
رُوحٌ إِلَّا
وَقَدْ عَرَفْنَا
بَدَنَهُ
فَوَ اللَّهِ
مَا رَأَيْتُكَ
فِيهَا
فَأَيْنَ
كُنْتَ؟
قَالَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
كَانَ فِي
النَّارِ.
355-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Bir adam
Emîr'ül Müminîn Ali ibni Ebu Talib aleyhisselama dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn!
Vallahi seni seviyorum. Ona dedi ki: Yalan konuştun. Dedi ki: Hayır!
Vallahi kesinlikle seni seviyorum ve seni veli ediniyorum. Emîr'ül Müminîn ona
dedi ki: Yalan konuştun. Dedi ki: Subhanellah! Ya Emîr'ül Müminîn! Ben
seni seviyorum diye Allaha yemin ediyorum, sen yalan söyledin diyorsun. Dedi
ki: Bilmiyor musun muhakkak ki Allah ruhları bedenlerden iki bin yıl
önce yarattı ve onları havada oturttu, sonra onları biz Ehli
Beyte gösterdi. Vallahi o ruhlardan her bir ruhu bedeniyle tanıdık.
Seni onların arasında görmedim. Sen neredeydin? Ebu Abdullah
aleyhisselam dedi ki: Cehennemdeydi.
356- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: جَاءَ
رَجُلٌ إِلَى
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ:
وَاللَّهِ
يَا أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
إِنِّي
لَأُحِبُّكَ
فَقَالَ:
كَذَبْتَ
فَقَالَ
الرَّجُلُ: سُبْحَانَ
اللَّهِ!
كَأَنَّكَ
تَعْرِفُ مَا
فِي قَلْبِي
فَقَالَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
الْأَرْوَاحَ
قَبْلَ الْأَبْدَانِ
بِأَلْفَيْ
عَامٍ ثُمَّ
عَرَضَهُمْ
عَلَيْنَا
فَأَيْنَ
كُنْتَ لَمْ
أَرَكَ؟
356- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Bir adam Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın yanına geldi
ve dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn! Vallahi ben seni seviyorum. Dedi ki: Yalan
söyledin! Adam dedi ki: Subhanellah! Sanki kalbimde ne olduğunu biliyor.
Ali aleyhissselam dedi ki: Muhakkak ki Allah ruhları bedenlerden iki bin
sene önce yarattı, sonra onları bize gösterdi. Sen neredeydin seni
görmedim?
357- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: بَيْنَا
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
فِي مَسْجِدِ
الْكُوفَةِ
إِذْ أَتَاهُ
رَجُلٌ
فَقَالَ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَاللَّهِ إِنِّي
لَأُحِبُّكَ
قَالَ: مَا
تَفْعَلُ؟
قَالَ:
وَاللَّهِ
إِنِّي
لَأُحِبُّكَ
قَالَ: مَا
تَفْعَلُ قَالَ:
بَلَى
وَاللَّهِ
الَّذِي لَا
إِلَهَ إِلَّا
هُوَ قَالَ:
وَاللَّهِ
الَّذِي لَا
إِلَهَ
إِلَّا هُوَ
مَا
تُحِبُّنِي
فَقَالَ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
سُبْحَانَ
اللهِ! إِنِّي
أَحْلِفُ
بِاللَّهِ
أَنِّي أُحِبُّكَ
وَأَنْتَ
تَحْلِفُ
بِاللَّهِ
مَا أُحِبُّكَ؟!
وَاللَّهِ
كَأَنَّكَ
تُخْبِرُنِي
أَنَّكَ
أَعْلَمُ
بِمَا فِي
نَفْسِي
قَالَ: فَغَضِبَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَإِنَّمَا
كَانَ
الْحَدِيثُ
الْعَظِيمُ
يَخْرُجُ
مِنْهُ
عِنْدَ
الْغَضَبِ قَالَ:
فَرَفَعَ
يَدَهُ إِلَى
السَّمَاءِ وَقَالَ:
كَيْفَ يَكُونُ
ذَلِكَ
وَهُوَ
رَبُّنَا
تَبَارَكَ وَتَعَالَى
خَلَقَ
الْأَرْوَاحَ
قَبْلَ الْأَبْدَانِ
بِأَلْفَيْ
عَامٍ ثُمَّ
عَرَضَ
عَلَيْنَا
الْمُحِبَّ
مِنَ
الْمُبْغِضِ فَوَ
اللَّهِ مَا
رَأَيْتُكَ
فِيمَنْ أَحَبَّنَا
فَأَيْنَ
كُنْتَ؟
357-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Emîr'ül
Müminîn Kufenin mescidindeyken bir adam geldi ve dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn!
Vallahi ben seni seviyorum. Dedi ki: Sevmiyorsun. Dedi ki: Vallahi ben seni
seviyorum. Dedi ki: Sevmiyorsun. Dedi ki: Hayır. Ondan başka
İlah olmayan Allaha and olsun seviyorum. Dedi ki: Ondan başka
İlah olmayan Allaha and olsun beni sevmiyorsun. Dedi ki: Subhanellah! Ya
Emîr'ül Müminîn! Ben seni seviyorum diye Allaha yemin ediyorum sen, seni
sevmiyorum diye Allaha yemin ediyorsun. Vallahi sen öyle şey diyorsun ki
sanki sen benim nefsimde ne olduğunu daha iyi biliyorsun. Bunun üstüne
Emîr'ül Müminîn aleyhisselam gazaplandı ve gazabının
şiddeti dışarıya yansıdı. Elini göğe
kaldırdı ve şöyle dedi: O nasıl bir söz? Rabbimiz olan
Tebareke ve Teala ruhları bedenlerden iki bin yıl önce yarattı.
Sonra bize buğz edenlerin arasından bizi sevenleri bize gösterdi.
Vallahi bizi sevenlerin içinde seni görmedim. Sen neredeydin?
358- عَنْ
عُمَارَةَ
قَالَ:
كُنْتُ
جَالِساً
عِنْدَ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِذْ
أَقْبَلَ
رَجُلٌ فَسَلَّمَ
عَلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ:
يَا أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَاللَّهِ
إِنِّي
لَأُحِبُّكَ
فَسَأَلَهُ
ثُمَّ قَالَ
لَهُ: إِنَّ
الْأَرْوَاحَ
خُلِقَتْ
قَبْلَ
الْأَبْدَانِ
بِأَلْفَيْ
عَامٍ ثُمَّ
أُسْكِنَتِ
الْهَوَاءَ
فَمَا تَعَارَفَ
مِنْهَا
ثُمَّ
ايْتَلَفَ
هَاهُنَا وَمَا
تَنَاكَرَ
مِنْهَا
ثُمَّ
اخْتَلَفَ هَاهُنَا
وَإِنَّ
رُوحِي
أَنْكَرَ
رُوحَكَ.
358- Umare şöyle rivayet etti: Emîr'ül Müminîn
aleyhisselamın yanında oturuyordum. Bir adam geldi, selam verdi ve
dedi ki: Vallahi ya Emîr'ül Müminîn! Ben seni seviyorum. Bunun üstüne onu
sorguladı ve şöyle dedi: Muhakkak ki ruhlar bedenlerden iki bin sene
önce yaratıldı. Sonra havada oturtuldu. Onlardan kim kiminle
tanımış ve aşina olmuşsa sonra burada
karşılaşıp buluşur ve onlardan kim kimden
hoşlanmamışsa, sonra burada ihtilaf eder. Muhakkak ki benim
ruhum senin ruhundan hoşlanmıyor.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz
tane rivayet vardı.)
362- قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ
أَخَذَ
مِيثَاقَ
شِيعَتِنَا
بِالْوَلَايَةِ
لَنَا وَهُمْ
ذَرٌّ يَوْمَ
أَخَذَ
الْمِيثَاقَ
عَلَى
الذَّرِّ
وَبِالْإِقْرَارِ
لَهُ
بِالرُّبُوبِيَّةِ
وَلِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِالنُّبُوَّةِ
وَعَرَضَ
اللَّهُ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
أُمَّتَهُ فِي
الطِّينِ
وَهُمْ
أَظِلَّةٌ
وَخَلَقَهُمْ
مِنَ
الطِّينَةِ
الَّتِي
خُلِقَ مِنْهَا
آدَمُ
وَخَلَقَ
اللَّهُ
أَرْوَاحَ
شِيعَتِنَا
قَبْلَ
أَبْدَانِهِمْ
بِأَلْفَيْ عَامٍ
وَعَرَضَهُمْ
عَلَيْهِ
وَعَرَّفَهُمْ
رَسُولَ
اللَّهِ وَعَرَّفَهُمْ
عَلِيّاً
وَنَحْنُ
نَعْرِفُهُمْ فِي
لَحْنِ
الْقَوْلِ.
362- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allah zerde kendisine Rabbliği için ve
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye nubuvveti için misak
aldığı günde, Şialarımızdan bizim velayetimize de
misak aldı ve onlar zerreciktiler. Allah Muhammede, ümmetini çamurun
içinde gösterdi ve onlar gölgeler halindeydiler ve onları Âdemi yarattığı
o çamurdan yarattı. Allah Şialarımızın
ruhlarını bedenlerinden iki bin sene önce yarattı ve onları
Rasûlullaha sundu, ona ve Aliye tanıttı. Biz de onları
konuşma tarzlarından tanıyoruz.
363- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (يُوفُونَ
بِالنَّذْرِ) الَّذِي
أَخَذَ
عَلَيْهِمُ
الْمِيثَاقَ
مِنْ وَلَايَتِنَا.
363- Ebul
Hasan Rıza aleyhisselam Allahu Tealanın: (Nezirlerini
yerine getirirler. İnsan 7) ayeti hakkında şöyle
dedi: Onlardan bizim velayetimize misak alındı.
364- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
أَخَذَ
مِيثَاقَ
شِيعَتِنَا
مِنْ صُلْبِ
آدَمَ
فَنَعْرِفُ
بِذَلِكَ في
ذَاكَ حُبَّ
الْمُحِبِّ
وَإِنْ
أَظْهَرَ خِلَافَ
ذَلِكَ
بِلِسَانِهِ
وَنَعْرِفُ بُغْضَ
الْمُبْغِضِ
وَإِنْ
أَظْهَرَ
حُبَّنَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ.
364- Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Şialarımız Âdemin
sulbündeyken Allah onlardan söz aldı ve bizi sevenin sevgisini onunla
tanıyoruz, eğer o verdiği sözün aksine diliyle bir şey söylese
bile. Ve bizden nefret edeni nefretinden tanıyoruz, eğer biz Ehli
Beyti sevdiğini izhar etse bile.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
365- عَنْ
مِسْمَعٍ
كِرْدِينٍ
قَالَ:
قُلْتُ لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنِّي
اعْتَلَلْتُ
فَكُنْتُ
إِذَا أَكَلْتُ
عِنْدَ
الرَّجُلِ
تَأَذَّيْتُ
بِهِ وَإِنِّي
أَكَلْتُ
مِنْ
طَعَامِكَ
وَلَمْ أَتَأَذَّ
بِهِ قَالَ:
إِنَّكَ
لَتَأْكُلُ طَعَامَ
قَوْمٍ
تُصَافِحُهُمُ
الْمَلَائِكَةُ
عَلَى فُرُشِهِمْ
قَالَ:
قُلْتُ:
وَيَظْهَرُونَ
لَكُمْ؟ قَالَ:
هُمْ
أَلْطَفُ
بِصِبْيَانِنَا
مِنَّا.
365-
Misma Kerdin şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Ben birinin yanında yemek yediğimde hasta
oluyorum ve eziyet çekiyorum, senin yemeğini yediğimde ondan eziyet
çekmiyorum. Dedi ki: Sen öyle bir kavmin yemeğini yiyorsun ki, melekler
onlarla, onların sergileri üstünde tokalaşırlar. Dedim ki: Onlar
size görünüyorlar mı? Dedi ki: Onlar bizim küçük çocuklarımıza
şefkatle yaklaşırlar.
367- عَنْ
الْيَسَعِ
قَالَ:
دَخَلَ
حُمْرَانُ
بْنُ
أَعْيَنَ
عَلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَقَالَ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
يَبْلُغُنَا
أَنَّ الْمَلَائِكَةَ
تَنْزِلُ
عَلَيْكُمْ
فَقَالَ:
إِنَّ
الْمَلَائِكَةَ
وَاللَّهِ
لَتَنْزِلُ
عَلَيْنَا
تَطَأُ فَرَشْنَا
أَ مَا
تَقْرَأُ
كِتَابَ
اللَّهِ تَعَالَى: (إِنَّ
الَّذِينَ
قالُوا
رَبُّنَا
اللَّهُ
ثُمَّ
اسْتَقامُوا
تَتَنَزَّلُ
عَلَيْهِمُ
الْمَلائِكَةُ
أَلَّا
تَخافُوا
وَلا تَحْزَنُوا
وَأَبْشِرُوا
بِالْجَنَّةِ
الَّتِي
كُنْتُمْ
تُوعَدُونَ).
367- Ebu Yesa
şöyle rivayet etti: Humran ibni Ayan Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın huzuruna vardı ve dedi ki: Sana feda olayım! Bize
diyorlar ki melekler gruplar halinde size iniyorlarmış? Dedi ki:
Vallahi melekler gruplar halinde bize inerler, sergimize ayak basarlar. Allahu
Tealanın kitabını okumuyor musun? (Şüphesiz
bizim Rabbimiz Allahtır deyip sonra dosdoğru bir istikamet
tutturanlar, onların üzerine melekler iner ve der ki: Korkmayın ve
hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Fussilet 30)
370- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ
فَاحْتُبِسْتُ
فِي الدَّارِ
سَاعَةً
ثُمَّ
دَخَلْتُ
عَلَيْهِ
الْبَيْتَ
وَهُوَ
يَلْتَقِطُ
شَيْئاً وَأَدْخَلَ
يَدَهُ فِي
وَرَاءِ
السِّتْرِ فَنَاوَلَهُ
مَنْ كَانَ
فِي
الْبَيْتِ
فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
هَذَا
الَّذِي
أَرَاكَ
تَلْتَقِطُ
أَيُّ شَيْءٍ
هُوَ؟
فَقَالَ:
فَضْلَةٌ
مِنْ زَغَبِ
الْمَلَائِكَةِ
نَجْمَعُهُ
إِذَا
جَاءُونَا نَجْعَلُهُ
سِخَاباً
لِأَوْلَادِنَا
قَالَ: قُلْتُ
لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
وَإِنَّهُمْ
لَيَأْتُونَكُمْ؟
قَالَ: يَا
أَبَا
حَمْزَةَ
إِنَّهُمْ
لَيُزَاحِمُونَّا
عَلَى
تُكَأَتِنَا.
370- Ebu Hamza
Sumali şöyle rivayet etti: Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin)
aleyhisselamın yanına gittim, evinde biraz bekledim,
sonra huzuruna vardım. Bir şey topluyordu ve elini örtünün
arkasına sokup orada kim varsa ona veriyordu. Dedim ki: Sana feda
olayım topladığını gördüğüm bu şey nedir?
Dedi ki: Meleklerin küçük yumuşak tüylerinin artıkları. Bize
geldiklerinde onu toplarız ve çocuklarımızın
kullanımına veririz. Dedim ki: Onlar size mi geliyorlar? Dedi ki: Ya
Ebu Hamza! Onlar yaslandığımız yerde, üstümüze
üşüşürler.
371- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
نَحْنُ
الَّذِينَ
إِلَيْنَا
تَخْتَلِفُ
الْمَلَائِكَةُ.
371- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Biz o kimseleriz
ki melekler bize doğru gelip giderler.
377- عَنِ
الْمُفَضَّلِ
بْنِ عُمَرَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَبَيْنَا
أَنَا
جَالِسٌ عِنْدَهُ
إِذْ
أَقْبَلَ
مُوسَى
ابْنُهُ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَفِي رَقَبَتِهِ
قِلَادَةٌ
فِيهَا رِيشٌ
غِلَاظٌ
فَدَعَوْتُ
بِهِ
فَقَبَّلْتُهُ
وَضَمَمْتُهُ
إِلَيَّ
ثُمَّ قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
جُعِلْتُ فِدَاكَ
أَيُّ شَيْءٍ
هَذَا
الَّذِي فِي
رَقَبَةِ
مُوسَى؟ فَقَالَ:
هَذَا مِنْ
أَجْنِحَةِ
الْمَلَائِكَةِ
قَالَ:
فَقُلْتُ:
وَإِنَّهَا
لَتَأْتِيَنَّكُمْ؟
قَالَ: نَعَمْ
إِنَّهَا
لَتَأْتِيَنَّا
وَتَتَعَفَّرُ
فِي
فُرُشِنَا وَإِنَّ
هَذَا
الَّذِي فِي
رَقَبَةِ
مُوسَى مِنْ
أَجْنِحَتِهَا.
377- Mufaddal ibni Ömer şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Onun
yanına oturduğumda Musa aleyhisselam geldi. Boynunda tüyden,
kalın bir kolye vardı. Onu çağırdım ve öptüm ve
bağrıma bastım. Sonra Ebu Abdullah aleyhisselama dedim ki: Sana
feda olayım! Musa aleyhisselamın boynundaki şey de nedir? Dedi
ki: Bu meleklerin kanatlarındandır. Dedim ki: Onlar size geliyorlar
mı? Dedi ki: Evet, onlar bize gelirler ve sergimizle sarılırlar
ve Musanın boynundaki şey de onların kanatlarından kalan şeydir.
(Bu babda konuyla alakalı yirmi
iki tane rivayet vardı.)
387- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ: قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
بَعْدَ
قَتْلِ
عُمَرٌ حِينَ
نَاشَدَ
الْقَوْمَ:
نَشَدْتُكُمُ
اللَّهَ هَلْ
فِيكُمْ
أَحَدٌ
سَلَّمَ
عَلَيْهِ
جَبْرَئِيلُ
وَمِيكَائِيلُ
وَإِسْرَافِيلُ
فِي ثَلَاثَةِ
آلَافٍ مِنَ
الْمَلَائِكَةِ
يَوْمَ بَدْرٍ
غَيْرِي؟
قَالُوا:
اللَّهُمَّ
لَا.
387- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Ömer öldürüldükten sonra kavim onu arkasından
çağırıp seslendiğinde, Emîr'ül Müminîn aleyhisselam dedi
ki: Size Allahı hatırlatıyorum! Sizin içinizde Bedir günü
Cebrail, Mikail ve İsrafilin üç bin meleğin içinde benden başka
selam verdiği birisi var mı? Dediler ki: Allahım, hayır.
(Bu babda konuyla
alakalı bir tane rivayet vardı.)
390- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ
أَسْتَأْذِنُ
عَلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقِيلَ لِي:
عِنْدَهُ
قَوْمٌ
اثْبُتْ
قَلِيلًا
حَتَّى
يَخْرُجُوا
فَخَرَجَ
قَوْمٌ أَنْكَرْتُهُمْ
وَلَمْ
أَعْرِفْهُمْ
ثُمَّ أَذِنَ
لِي
فَدَخَلْتُ
عَلَيْهِ
فَقُلْتُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
هَذَا
زَمَانُ
بَنِي أُمَيَّةَ
وَسَيْفُهُمْ
يَقْطُرُ
دَماً فَقَالَ
لِي: يَا
أَبَا
حَمْزَةَ
هَؤُلَاءِ
وَفْدُ
شِيعَتِنَا
مِنَ
الْجِنِّ
جَاءُوا
يَسْأَلُونَنَا
عَنْ
مَعَالِمِ
دِينِهِمْ.
390- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet eder: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın huzuruna varmak için izin istedim.
Bana: Yanında bir kavim var, onlar çıkana kadar biraz bekle denildi.
Onlar çıktılar ve onları tanımadım. Bana izin verildi,
ben de huzuruna vardım ve dedim ki: Sana feda olayım! Bu
Ümeyyeoğullarının zamanı, kılıçlarından kan
damlıyor. Bana dedi ki: Ya Ebu Hamza! Bunlar cinlerden olan
Şialarımızın elçileridir. Geldiler, dinlerinin
esaslarını sordular.
392- عَنْ
سَعْدٍ
الْإِسْكَافِ
قَالَ:
أَتَيْتُ
بَابَ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
مَعَ
أَصْحَابٍ
لَنَا
لِنَدْخُلَ
عَلَيْهِ
فَإِذَا
ثَمَانِيَةُ
نَفَرٍ كَأَنَّهُمْ
مِنْ أَبٍ
وَأُمٍّ
عَلَيْهِمْ ثِيَابٌ
زَرَابِيُّ
وَأَقْبِيَةٌ
طَاقَ طَاقَ
وَعَمَائِمُ
صُفْرٌ دَخَلُوا
فَمَا
احْتَبَسُوا
حَتَّى خَرَجُوا
قَالَ لِي:
يَا سَعْدُ
رَأَيْتَهُمْ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: أُولَئِكَ
إِخْوَانُكُمْ
مِنَ
الْجِنِّ
أَتَوْنَا
يَسْتَفْتُونَنَا
فِي
حَلَالِهِمْ
وَحَرَامِهِمْ
كَمَا
تَأْتُونَّا
وَتَسْتَفْتُونَنَا
فِي حَلَالِكُمْ
وَحَرَامِكُمْ.
392- Saad
İskaf şöyle rivayet etti: Arkadaşlarımla beraber Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın huzuruna varmak için
kapısına geldim. Sekiz kişi belirdi. Sanki bir anne ve babadan
olmuşlardı. Üzerlerinde kilimci elbisesi, kemerli aba, sarı
emmame vardı. İçeri girdiler ve oyalanmadan çıktılar. Bana
dedi ki: Ya Ebu Saad! Onları gördün mü? Dedim ki: Sana feda olayım!
Evet. Dedi ki: Onlar cinlerden olan kardeşlerinizdir. Bize geldiler, sizin
helalleriniz ve haramlarınızla ilgili fetva sormanız gibi
helalleriyle ve haramlarıyla ilgili bizden fetva sordular.
394- عَنْ
جَابِرٍ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
بَيْنَا
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَلَى
الْمِنْبَرِ
إِذَا أَقْبَلَ
ثُعْبَانٌ
مِنْ
نَاحِيَةِ بَابٍ
مِنْ
أَبْوَابِ
الْمَسْجِدِ
فَهَمَّ
النَّاسُ
أَنْ
يَقْتُلُوهُ
فَأَرْسَلَ أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِلَيْهِمْ
أَنْ كُفُّوا
فَكَفُّوا وَأَقْبَلَ
الثُّعْبَانُ
يَنْسَابُ
حَتَّى انْتَهَى
إِلَى
الْمِنْبَرِ
فَتَطَاوَلَ وَسَلَّمَ
عَلَى أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فَأَشَارَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
بِيَدِهِ
فَنَظَرَ
النَّاسُ
وَالثُّعْبَانُ
فِي أَصْلِ
الْمِنْبَرِ
حَتَّى
فَرَغَ
عَلِيٌّ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مِنْ
خُطْبَتِهِ
ثُمَّ
أَقْبَلَ عَلَيْهِ
فَقَالَ لَهُ:
مَنْ أَنْتَ؟
قَالَ: أَنَا
عَمْرُو بْنُ
عُثْمَانَ
خَلِيفَتُكَ
عَلَى
الْجِنِّ
وَإِنَّ
أَبِي مَاتَ
وَأَوْصَانِي
أَنْ آتِيَكَ
فَأَسْتَطْلِعَ
رَأْيَكَ
فَقَدْ
أَتَيْتُكَ
يَا أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
فَمَا تَأْمُرُنِي
بِهِ وَمَا
تَرَى؟
فَقَالَ لَهُ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أُوصِيكَ
بِتَقْوَى
اللَّهِ
وَأَنْ
تَنْصَرِفَ
فَتَقُومَ
مَقَامَ
أَبِيكَ فِي
الْجِنِّ
فَإِنَّكَ
خَلِيفَتِي
عَلَيْهِمْ
قَالَ
فَوَدَّعَ أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَانْصَرَفَ
فَهُوَ
خَلِيفَتُهُ
عَلَى
الْجِنِّ
قَالَ: فَقُلْتُ
لَهُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ
فَيَأْتِيكَ
عَمْرٌو؟
قَالَ: نَعَمْ
وَذَلِكَ
الْوَاجِبُ
عَلَيْهِ.
394- Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Emîr'ül Müminîn
aleyhisselam minberdeyken, mescidin kapılarının olduğu
taraftaki bir kapıdan bir yılan belirdi. İnsanlar onu öldürmeye
kalkıştı. Emîr'ül Müminîn aleyhisselam durmalarını
söyledi onlarda durdular. Yılan minbere ulaşıncaya kadar
ilerledi, boynunu uzattı ve Emîr'ül Müminîn aleyhisselama selam verdi.
Emîr'ül Müminîn eliyle insanlara bakmalarını işaret etti.
Emîr'ül Müminîn Ali aleyhisselam hutbesini bitirinceye kadar yılan
minberin dibinde bekledi. Sonra yılana yöneldi ve dedi ki: Sen kimsin?
Dedi ki: Ben cinlere halifen olan Amr ibni Osmanım. Babam öldü ve sana
gelmemi ve görüşünü öğrenmemi vasiyet etti. Bende geldim ya Emîr'ül
Müminîn! Bana ne emrediyorsun? Görüşün nedir? Emîr'ül Müminîn aleyhisselam
ona dedi ki: Sana Allaha karşı takvalı olmayı ve cinlerin
arasına dönüp babanın makamında durmanı vasiyet ediyorum ve
sen benim onlara olan halifemsin. O da Emîr'ül Müminîne veda etti ve
ayrıldı ve o cinlere olan halifesidir. Dedim ki: Sana feda
olayım! Amr sana geliyor mu? Dedi ki: Evet. Bana gelmesi ona vaciptir.
395- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: بَيْنَا
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
ذَاتَ يَوْمٍ
جَالِسٌ إِذْ
أَتَاهُ
رَجُلٌ طَوِيلٌ
كَأَنَّهُ
نَخْلَةٌ
فَسَلَّمَ
عَلَيْهِ
فَرَدَّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: تُشْبِهُ
الْجِنَّ
وَكَلَامَهُمْ
فَمَنْ أَنْتَ
يَا عَبْدَ
اللَّهِ؟
فَقَالَ:
أَنَا الْهَامُ
بْنُ هِيمِ
بْنِ
لَاقِيسَ
بْنِ
إِبْلِيسَ.
فَقَالَ
لَهُ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَا
بَيْنَكَ
وَبَيْنَ
إِبْلِيسَ
إِلَّا
أَبَوَيْنِ؟
فَقَالَ:
نَعَمْ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ قَالَ:
فَكَمْ أَتَى
لَكَ؟ قَالَ
أَكَلْتُ
عُمُرَ
الدُّنْيَا
إِلَّا
أَقَلَّهُ
أَنَا
أَيَّامَ
قَتْلِ
قَابِيلَ
هَابِيلَ غُلَامٌ
أَفْهَمُ
الْكَلَامَ
وَأَنْهَى عَنْ
الإِعْتِصَامِ
وَأَطُوفُ
الْآجَامَ وَآمُرُ
بِقَطِيعَةِ
الْأَرْحَامِ
وَأُفْسِدُ
الطَّعَامَ
فَقَالَ لَهُ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
بِئْسَ
سِيرَةُ
الشَّيْخِ
الْمُتَأَمِّلِ
وَالْغُلَامِ
الْمُقْبِلِ.
فَقَالَ
الْهَامُ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ إِنِّي
تَائِبٌ
قَالَ:
وَعَلَى يَدِ
مَنْ جَرَتْ
تَوْبَتُكَ
مِنَ
الْأَنْبِيَاءِ؟
قَالَ: عَلَى
يَدَيْ نُوحٍ
وَكُنْتُ
مَعَهُ فِي سَفِينَتِهِ
وَعَاتَبْتُهُ
عَلَى
دُعَائِهِ
عَلَى قَوْمِهِ
حَتَّى بَكَى
وَأَبْكَانِي
وَقَالَ: لَا
جَرَمَ
إِنِّي عَلَى
ذَلِكَ مِنَ
النَّادِمِينَ
وَأَعُوذُ
بِاللَّهِ
أَنْ أَكُونَ
مِنَ
الْجَاهِلِينَ
ثُمَّ كُنْتُ
مَعَ هُودٍ
فِي
مَسْجِدِهِ
مَعَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
مَعَهُ
فَعَاتَبْتُهُ
عَلَى
دُعَائِهِ
عَلَى
قَوْمِهِ
حَتَّى بَكَى
وَأَبْكَانِي
وَقَالَ: لَا
جَرَمَ
إِنِّي عَلَى
ذَلِكَ مِنْ
النَّادِمِينَ
وَأَعُوذُ
بِاللَّهِ
أَنْ أَكُونَ
مِنَ
الْجَاهِلِينَ
ثُمَّ كُنْتُ
مَعَ إِبْرَاهِيمَ
حِينَ
كَادَهُ
قَوْمُهُ
فَأَلْقَوْهُ
فِي النَّارِ
وَجَعَلَهَا
اللَّهُ عَلَيْهِ
بَرْداً وَسَلَاماً
ثُمَّ كُنْتُ
مَعَ يُوسُفَ
حِينَ
حَسَدَهُ
إِخْوَتُهُ
فَأَلْقَوْهُ
فِي الْجُبِّ
فَبَادَرْتُهُ
إِلَى قَعْرِ
الْجُبِّ
فَوَضَعْتُهُ
وَضْعاً
رَفِيقاً ثُمَّ
كُنْتُ
مَعَهُ فِي
السِّجْنِ
أُؤْنِسُهُ
فِيهِ حَتَّى
أَخْرَجَهُ
اللَّهُ
مِنْهُ ثُمَّ
كُنْتُ مَعَ
مُوسَى
وَعَلَّمَنِي
سِفْراً مِنَ
التَّوْرَاةِ
وَقَالَ: إِنْ
أَدْرَكْتَ
عِيسَى فَأَقْرِئْهُ
مِنِّي
السَّلَامَ
فَلَقِيتُهُ
وَأَقْرَأْتُهُ
مِنْ مُوسَى
السَّلَامَ
وَعَلَّمَنِي
سِفْراً مِنَ
الْإِنْجِيلِ
وَقَالَ: إِنْ
أَدْرَكْتَ
مُحَمَّداً
فَأَقْرِئْهُ
مِنِّي السَّلَامَ
فَعِيسَى يَا
رَسُولَ
اللَّهِ يَقْرَأُ
عَلَيْكَ
السَّلَامَ.
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
وَعَلَى
عِيسَى رُوحِ
اللَّهِ وَكَلِمَتِهِ
وَجَمِيعِ
أَنْبِيَاءِ
اللَّهِ
وَرُسُلِهِ
مَا دَامَتِ
السَّمَاوَاتُ
وَالْأَرْضُ
السَّلَامُ
وَعَلَيْكَ
يَا هَامُ
بِمَا
بَلَّغْتَ
السَّلَامُ
فَارْفَعْ
إِلَيْنَا
حَوَائِجَكَ
قَالَ:
حَاجَتِي
أَنْ
يُبْقِيَكَ
اللَّهُ
لِأُمَّتِكَ
وَيُصْلِحَهُمْ
لَكَ
وَيَرْزُقَهُمُ
الِاسْتِقَامَةَ
لِوَصِيِّكَ
مِنْ بَعْدِكَ
فَإِنَّ
الْأُمَمَ
السَّالِفَةَ
إِنَّمَا
هَلَكَتْ بِعِصْيَانِ
الْأَوْصِيَاءِ
وَحَاجَتِي
يَا رَسُولَ
اللَّهِ أَنْ
تُعَلِّمَنِي
سُوَراً مِنَ
الْقُرْآنِ
أُصَلِّي
بِهَا فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِعَلِيٍّ: يَا
عَلِيُّ
عَلِّمِ
الْهَامَ
وَارْفُقْ بِهِ
فَقَالَ
هَامُ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ مَنْ
هَذَا
الَّذِي
ضَمَمْتَنِي
إِلَيْهِ فَإِنَّا
مَعَاشِرَ
الْجِنِ
قَدْ
أُمِرْنَا
أَنْ لَا
نُكَلِّمَ
إِلَّا نَبِيّاً
أَوْ وَصِيَّ
نَبِيٍّ.
فَقَالَ
لَهُ رَسُولُ
اللَّهِ: يَا
هَامُ مَنْ
وَجَدْتُمْ
فِي
الْكِتَابِ
وَصِيَّ آدَمَ؟
قَالَ: شَيْثُ
بْنُ آدَمَ
قَالَ: فَمَنْ
وَجَدْتُمْ
وَصِيَّ
نُوحٍ؟ قَالَ:
سَامُ بْنُ
نُوحٍ قَالَ:
فَمَنْ كَانَ
وَصِيَّ
هُودٍ؟ قَالَ:
يُوحَنَّا
بْنُ
حَنَّانَ ابْنُ
عَمِّ هُودٍ
قَالَ: فَمَنْ
كَانَ وَصِيَّ
إِبْرَاهِيمَ؟
قَالَ:
إِسْحَاقُ
بْنُ إِبْرَاهِيمَ
قَالَ: فَمَنْ
كَانَ
وَصِيُّ مُوسَى؟
قَالَ:
يُوشَعُ بْنُ
نُونٍ قَالَ:
فَمَنْ كَانَ
وَصِيُّ
عِيسَى؟
قَالَ:
شَمْعُونُ
بْنُ حَمُّونَ
الصَّفَا
ابْنُ عَمِّ
مَرْيَمَ قَالَ:
فَمَنْ
وَجَدْتُمْ
فِي
الْكِتَابِ
وَصِيَّ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ؟
قَالَ: هُوَ
فِي
التَّوْرَاةِ
آلِيَا قَالَ
لَهُ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ:
هَذَا آلِيَا
هُوَ عَلِيٌّ
وَصِيِّي
قَالَ
الْهَامُ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ فَلَهُ
اسْمٌ غَيْرُ
هَذَا؟ قَالَ:
نَعَمْ هُوَ حَيْدَرَةُ
فَلِمَ
تَسْأَلُنِي
عَنْ ذَلِكَ؟
قَالَ: إِنَّا
وَجَدْنَا
فِي كِتَابِ
الْأَنْبِيَاءِ
أَنَّهُ فِي
الْإِنْجِيلِ
هَيْدَارَا
قَالَ: هُوَ
حَيْدَرَةُ
قَالَ:
فَعَلَّمَهُ
عَلِيٌّ
سُوَراً مِنَ
الْقُرْآنِ
فَقَالَ
هَامُ: يَا
عَلِيُّ يَا
وَصِيَّ
مُحَمَّدٍ أَكْتَفِي
بِمَا
عَلَّمْتَنِي
مِنَ الْقُرْآنِ؟
قَالَ: نَعَمْ
يَا هَامُ
قَلِيلٌ مِنَ
الْقُرْآنِ
كَثِيرٌ
ثُمَّ قَامَ
هَامٌ إِلَى
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَوَدَّعَهُ
فَلَمْ
يَعُدْ إِلَى
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
حَتَّى
قُبِضَ عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
395-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi bir gün oturmuştu. O esnada hurma ağacı gibi
uzun bir adam geldi. Selam verdi, o da selamın cevabını verdi ve
dedi ki: Cinlere benziyorsun ve konuşman da onlarınki gibi. Ey
Allahın kulu! Sen kimsin? Dedi ki: Ben Ham ibni Him ibni Lakis ibni
İblisim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ona dedi ki: Seninle
İblis arasında iki baba mı var? Dedi ki: Evet ya Rasûlullah!
Dedi ki: Kaç yaşındasın? Dedi ki: Dünyanın ömründen biraz
yedim. Ben Kabilin Habili öldürdüğü günlerde konuşmaları
anlayan bir çocuktum. Takvadan nehyediyordum, kasırları
dolaşıyordum, yakınlarla ilişkiyi kesmeyi emrediyordum,
yemeği bozuyordum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Kötü
düşünceli ihtiyarın çok kötü siyresi ve onu kabul eden genç. Ham dedi
ki: Ya Rasûlullah! Ben tevbe ettim. dedi ki: Tevben nebilerden kimin eliyle
gerçekleşti?
Dedi ki: Nuhun eliyle oldu.
Gemisinde onunla beraberdim. Kavmine beddua ettiğinde onu
kınadım, sonunda ağladı ve beni de ağlattı.
Kesinlikle o yaptığımdan ötürü pişmanlık duyuyorum ve
cahillerden olmaktan Allaha sığınıyorum. Sonra Hudla
beraber mescidindeyim. Ona iman edenler de vardı. Kavmine beddua
ettiğinde onu kınadım, sonunda ağladı ve beni de
ağlattı. Kesinlikle o yaptığımdan dolayı
pişmanlık duyuyorum ve cahillerden olmaktan Allaha
sığınıyorum. Sonra kavmi İbrahimle
savaştığında ve onu ateşe attığında
onunla beraberdim ve Allah ateşi ona serin ve selametli karar
kıldı. Sonra kardeşleri Yusufa haset ettiklerinde ve onu kuyuya
attıklarında onunla beraberdim. Kuyunun içinde hızlıca ona
yetiştim ve onu yumuşak bir yere koydum. Sonra Allah onu hapisten
çıkarana kadar onunla hapiste beraberdim, ona arkadaşlık ettim.
Sonra Musayla beraberdim. Bana Tevrattan bir cüz öğretti ve dedi ki:
Eğer İsaya ulaşırsan benden ona selam söyle. Onunla
karşılaştım ve Musanın selamını ona
söyledim ve bana İncilden bir cüz öğretti ve dedi ki: Eğer
Muhammede ulaşırsan benden ona selam söyle ya Rasûlullah! İsa
sana selam söylüyor. Nebi sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Allahın
Ruhu ve Kelimesi İsaya, Allahın bütün nebilerine ve resullerine
gökler ve arz var oldukça selam olsun! Ya Ham! Ulaştırmandan
dolayı sana da selam olsun. Bizden isteklerin nedir?
Dedi ki: İsteğim
Allahın seni ümmetine bırakması ve onları da senin için
salih kılması ve senden sonra da vasine doğru istikametle
onları rızıklandırması. Gerçekten de geçmiş
ümmetler vasilere isyan etmekle helak oldular. Senden isteğim ya
Rasûlullah! Bana kendisiyle salat kılabileceğim, Kurandan bir ayet
öğretmeni istiyorum.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi Aliye dedi ki: Ya Ali! Hama öğret ve arkadaşlık et! Ham
dedi ki: Ya Rasûlullah! Beni yanına kattığın bu kimdir? Biz
cinler topluluğu nebi ve nebinin vasisi dışında kimseyle
konuşmamakla emrolunduk. Rasûlullah ona dedi ki: Ya Ham! Kitapta Âdemin
vasisi olarak kimi buldunuz? Dedi ki: Şeys ibni Âdem. Dedi ki: Nuhun
vasisi olarak kimi buldunuz? Dedi ki: Sam ibni Nuh. Dedi ki: Hudun vasisi
kimdi? Dedi ki: Hudun amcasının oğlu Yuhanna ibni Hizan. Dedi
ki: İbrahimin vasisi kimdi? Dedi ki: İshak ibni İbrahim. Dedi
ki: Musanın vasisi kimdi? Dedi ki: Yuşa ibni Nun. Dedi ki:
İsanın vasisi kimdi? Dedi ki: Meryemin amcasının
oğlu Şemun ibni Hamun es Safa. Dedi ki: Kitapta Muhammed sallallahu
aleyhi ve alihinin vasisi olarak kimi buldunuz? Dedi ki: O Tevratta
Âliyadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ona dedi ki: Bu
bahsettiğin Âliya, o vasim Alidir. Dedi ki: Ya Rasûlullah! Onun bundan
başka ismi var mı? Dedi ki: Evet, Heyderadır. Onu neden
soruyorsun? Dedi ki: Biz nebilerin kitaplarında onu bulduk. İncilde
Heydaradır. Dedi ki: O Heyderadir.
Dedi ki: Ali ona Kurandan sure
öğretti. Ham dedi ki: Ya Ali! Ey Muhammedin vasisi! Kurandan
öğrettiğin bana yeterli midir? Dedi ki: Evet ya Ham! Kurandan az
bir şey çok sayılır. Sonra Ham nebi sallallahu aleyhi ve alihiye
doğru kalktı ve ona veda etti ve nebi sallallahu aleyhi ve alihi
vefat edene kadar yanına dönmedi.
(Bu babda konuyla
alakalı on beş tane rivayet vardı.)
403- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
وَاللَّهِ
إِنَّا
لَخُزَّانُ
اللَّهِ فِي
سَمَائِهِ
وَأَرْضِهِ
لَا عَلَى
ذَهَبٍ وَلَا
عَلَى
فِضَّةٍ
إِلَّا عَلَى
عِلْمِهِ إِنَّ
مِنَّا
لَحَمَلَةُ
الْعَرْشِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ.
403- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Vallahi biz Allahın semasındaki ve arzındaki
hazinedarlarıyız ama altına ve gümüşe değil sadece
onun ilmine. Muhakkak ki kıyametin günü Arşı taşıyan
bizdendir.
408- عَنْ
سَدِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ مَا
أَنْتُمْ؟ قَالَ:
نَحْنُ
خُزَّانُ
اللَّهِ
عَلَى عِلْمِ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
تَرَاجِمَةُ
وَحْيِ اللَّهِ
نَحْنُ
الْحُجَّةُ
الْبَالِغَةُ
عَلَى مَنْ
دُونَ
السَّمَاءِ
وَفَوْقَ
الْأَرْضِ.
408- Sedir
şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim
ki: Sana feda olayım! Siz nesiniz? Dedi ki: Biz Allahın ilmine
Allahın hazinedarlarıyız, Allahın vahyinin
tercümanlarıyız, semanın altında ve arzın üstünde
olanlara ulaşan huccetleriz.
410- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
نَحْنُ
وُلَاةُ
أَمْرِ
اللَّهِ
وَخَزَنَةُ
عِلْمِ
اللَّهِ
وَعَيْبَةُ
وَحْيِ اللَّهِ.
410-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Biz
Allahın işinin valileriyiz, Allahın ilminin
hazinedarıyız ve Allahın vahyinin heybesiyiz.
413- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: نَحْنُ
خُزَّانُ
اللَّهِ فِي
الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةِ
وَشِيعَتُنَا
خُزَّانُنَا
وَلَوْلَانَا
مَا عُرِفَ
اللَّهُ.
413-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Biz
Allahın dünyadaki ve ahiretteki hazinedarlarıyız ve
Şialarımız da bizim hazinedarlarımızdır.
Eğer biz olmasaydık Allah tanınmazdı.
(Bu babda konuyla alakalı on
altı tane rivayet vardı.)
419- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
هَذِهِ
الْآيَة:ِ (وَ
كَذلِكَ
نُرِي
إِبْراهِيمَ
مَلَكُوتَ السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ
وَلِيَكُونَ
مِنَ
الْمُوقِنِينَ) قَالَ:
كُشِطَ اللهُ
لَهُ عَنِ
الْأَرْضِ
حَتَّى رَآهَا
وَمَنْ
فِيهَا
وَعَنِ
السَّمَاءِ حَتَّى
رَآهَا
وَمَنْ
فِيهَا
وَالْمَلَكُ
الَّذِي
يَحْمِلُهَا
وَالْعَرْشُ
وَمَنْ عَلَيْهِ
وَكَذَلِكَ
أُرِيَ
صَاحِبُكُمْ.
419- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam bu
ayet hakkında şöyle dedi: (Böylece, biz İbrahime yakin edenlerden
olması için semaların ve arzın melekutunu gösterdik. Enam 75) Arzı görene kadar Allah onun görüş gücünü
açtı. Arzı ve içinde olanı gördü. Semayı ve semada
olanı görene kadar onun görüş gücünü açtı, Arşı
taşıyan meleği ve onun üstünde olanı gördü. Aynı
şekilde sizin sahibinize de (kendisini kastediyor) gösterildi.
423- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَحَدِهِمَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ: (وَ
كَذلِكَ
نُرِي
إِبْراهِيمَ
مَلَكُوتَ السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ) قَالَ:
كُشِفَتْ
لَهُ
السَّمَاوَاتُ
وَالْأَرْضُ
حَتَّى رَآهَا
وَرَأَى مَا
فِيهَا
وَالْعَرْشَ
وَمَنْ
عَلَيْهِ
قَالَ: قُلْتُ
لَهُ:
فَأُوتِيَ مُحَمَّدٌ
مِثْلَ مَا
أُوتِيَ
إِبْرَاهِيمُ؟
قَالَ: نَعَمْ
وَصَاحِبُكُمْ
هَذَا أَيْضاً.
423-
Ebu Basir ikisinden birinden aleyhimasselam şöyle rivayet etti: Ona dedim
ki: (Böylece, biz İbrahime semaların ve arzın
melekutunu gösterdik. Enam 75)? Dedi ki: Semaları,
arzı ve onlarda olanları, Arşı ve onun üstünde olanı
görene kadar onun göz perdeleri açıldı. Dedim ki: İbrahim
aleyhisselama ne verildiyse Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye de
aynısı verildi mi? Dedi ki: Evet! Ve sizin bu sahibiniz de aynıdır.
(Bu babda konuyla alakalı on üç
tane rivayet vardı.)
432- عَنْ
سَدِيرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
لِلَّهِ
عِلْماً
عَامّاً
وَعِلْماً خَاصّاً
فَأَمَّا
الْخَاصُّ
فَالَّذِي لَمْ
يَطَّلِعْ
عَلَيْهِ
مَلَكٌ
مُقَرَّبٌ وَلَا
نَبِيٌّ
مُرْسَلٌ
وَأَمَّا
عِلْمُهُ الْعَامُّ
الَّذِي
اطلعت
أَطْلَعَ
عَلَيْهِ
الْمَلَائِكَةَ
الْمُقَرَّبُونَ
وَالْأَنْبِيَاءَ
الْمُرْسَلُونَ
قَدْ وَقَعَ
ذَلِكَ كُلُّهُ
إِلَيْنَا
ثُمَّ قَالَ:
أَ مَا
تَقْرَأُ: (عِنْدَهُ
عِلْمُ
السَّاعَةِ
وَيُنَزِّلُ
الْغَيْثَ
وَيَعْلَمُ
ما فِي
الْأَرْحامِ
وَما تَدْرِي
نَفْسٌ ما ذا
تَكْسِبُ
غَداً وَما
تَدْرِي نَفْسٌ
بِأَيِّ
أَرْضٍ
تَمُوتُ).
432- Sedir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki
Allahın bir genel bir de has ilmi vardır. Has olan ilmine gelince;
ne mukarreb melek ne de mursel nebi ona ulaşamaz. Onun genel ilmi ise; ona
mukarreb melekler ve mursel nebiler ulaşabilir ve o ilmin hepsi bize
ulaşır. Okumuyor musun: (Saatin ilmi onun yanındadır, bereket
yağmurunu yağdırır. Rahimlerde olanı bilir. Nefs
yarın ne kazanacağını bilmez, arzın neresinde
öleceğini bilmez. Lokman 34)
433- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
لِلَّهِ
عِلْمَيْنِ
عِلْمٌ
مَكْنُونٌ
مَخْزُونٌ
لَا
يَعْلَمُهُ
إِلَّا هُوَ مِنْ
ذَلِكَ
يَكُونُ
الْبَدَاءُ
وَعِلْمٌ عَلَّمَهُ
مَلَائِكَتَهُ
وَرُسُلَهُ
وَأَنْبِيَاءَهُ
وَنَحْنُ نَعْلَمُهُ.
433-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Allahın iki çeşit ilmi vardır. Saklanmış ve
gizlenmiş ilim; o ilmi ondan başkası bilmez ve beda o ilimden
olur. Ve diğer ilm; onu meleklerine, resullerine ve nebilerine
öğretti ve biz o ilmi biliyoruz.
434- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
لِلَّهِ
عِلْمَيْنِ
عِلْمٌ
مَبْذُولٌ
وَعِلْمٌ
مَكْفُوفٌ
فَأَمَّا
الْمَبْذُولُ
فَإِنَّهُ
لَيْسَ مِنْ
شَيْءٍ
يَعْلَمُهُ
الْمَلَائِكَةُ
وَالرُّسُلُ
إِلَّا
وَنَحْنُ
نَعْلَمُهُ
وَأَمَّا
الْمَكْفُوفُ
فَهُوَ
الَّذِي
عِنْدَهُ فِي
أُمِّ الْكِتَابِ
إِذَا خَرَجَ
نَفَذَ.
434-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Allahın iki çeşit ilmi vardır. Sunulmuş ilim ve
tutulmuş ilim. Sunulmuş ilime gelince; melekler ve resuller ondan ne
biliyorsa mutlaka biz de onu biliriz. Tutulmuş ilim ise; o ilim onun
yanındaki Ummul Kitaptadır. Oradan çıktığında
nüfuz eder.
(Bu babda konuyla
alakalı on sekiz tane rivayet vardı.)
450- عَنْ
سَدِيرٍ
قَالَ:
سَمِعْتُ
حُمْرَانَ
بْنَ
أَعْيَنَ
يَسْأَلُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (بَدِيعُ
السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ) قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ
ابْتَدَعَ
الْأَشْيَاءَ
كُلَّهَا
عَلَى غَيْرِ
مِثَالٍ
كَانَ قَبْلَهُ
وَابْتَدَعَ
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرَضِينَ
وَلَمْ
يَكُنْ
قَبْلَهُنَّ
سَمَاوَاتٌ
وَلَا
أَرَضُونَ أَ
مَا تَسْمَعُ
لِقَوْلِهِ
تَعَالَى: (وَ
كانَ
عَرْشُهُ
عَلَى
الْماءِ)؟ فَقَالَ
لَهُ
حُمْرَانُ
بْنُ
أَعْيَنَ: أَ
رَأَيْتَ قَوْلَهُ: (عالِمُ
الْغَيْبِ
فَلا
يُظْهِرُ
عَلى
غَيْبِهِ
أَحَداً) فَقَالَ
لَهُ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
(إِلَّا
مَنِ ارْتَضى
مِنْ رَسُولٍ
فَإِنَّهُ
يَسْلُكُ
مِنْ بَيْنِ
يَدَيْهِ
وَمِنْ
خَلْفِهِ
رَصَداً)
وَكَانَ
مُحَمَّدٌ
وَاللَّهِ
مِمَّنْ ارْتَضَاهُ
وَأَمَّا
قَوْلُهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (عالِمُ
الْغَيْبِ) فَإِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى عَالِمٌ
بِمَا غَابَ
عَنْ
خَلْقِهِ
بِمَا يُقَدِّرُ
مِنْ شَيْءٍ
وَيَقْضِيهِ
فِي عِلْمِهِ
قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَهُ
وَقَبْلَ
أَنْ
يَقْبِضَهُ
إِلَى
الْمَلَائِكَةِ
فَذَلِكَ يَا
حُمْرَانُ
عِلْمٌ مَوْقُوفٌ
عِنْدَهُ
غَيْرُ
مَقْضَيٍّ
لَا يَعْلَمُهُ
غَيْرُهُ
إِلَيْهِ
فِيهِ الْمَشِيَّةُ
فَيَقْضِيهِ
إِذَا
أَرَادَ
وَيَبْدُو
لَهُ فِيهِ
فَلَا
يُمْضِيهِ
فَأَمَّا الْعِلْمُ
الَّذِي يُقَدِّرُهُ
اللَّهُ
وَيَقْضِيهِ
وَيُمْضِيهِ
فَهُوَ
الْعِلْمُ
الَّذِي
انْتَهَى إِلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
ثُمَّ
إِلَيْنَا.
450- Sedir şöyle rivayet etti: Humran ibni Ayan Ebu
Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Allah Tebareke ve Tealanın (Semaları
ve yeryüzünü örneksiz yarattı. Bakara 117) ayetini sordu. Ebu Cafer aleyhisselam dedi ki: Muhakkak ki
Allah, şeylerin hepsini örneksiz, öncesinde bir benzeri olmadan
yarattı. Semaları ve yeryüzünü de örneksiz yarattı. Onların
öncesinde semalar ve yeryüzü yoktu. AllahuTealanın (Onun
arşı suyun üstündeydi. Hud 7) ayetini
işitmedin mi? Humran ibni Ayan dedi ki: (O,
gaybı bilendir. Kendi gaybını kimseye açmaz. Cin 26) ayetini görmedin mi? Ebu Cafer aleyhisselam dedi ki: (Sadece
Resullerden razı olduğu hariç ve o onun önünden ve arkasından
gözetleyici gönderir. Cin 27) Ve Muhammed vallahi onun
razı olduklarındandı. Ama Tebareke ve Talanın (Gaybı
bilir. Cin 26) ayeti. Muhakkak ki Allah
Tebareke ve Teala yaratıklarından gaib olan şeyde alimdir. O
şeyi yaratmadan ve meleklere sunmadan önce takdir eder ve ilminde onaylar.
Ya Humran! O durdurulan ilim onun yanındadır,
onaylanmamıştır ve onu, onun dışında kimse
bilmez. O ilim hakkında onun dilemesi söz konusudur. İsterse onaylar,
ilmin içinde onu zahir ettirir ama imzalamaz. Ama Allahın takdir
ettiği, sunduğu ve imzaladığı o ilim; o, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihide son bulur, sonra da bizde.
(Bu babda konuyla alakalı iki
tane rivayet vardı.)
452-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْعِلْمَ
الَّذِي
هَبَطَ مَعَ
آدَمَ لَمْ
يُرْفَعْ
وَإِنَّ
الْعِلْمَ
يُتَوَارَثُ
وَمَا
يَمُوتُ
مِنَّا
عَالِمٌ
حَتَّى
يُخْلِفَهُ
مِنْ
أَهْلِهِ
مَنْ يَعْلَمُ
عِلْمَهُ
أَوْ مَا
شَاءَ
اللَّهُ.
452- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki ilim Âdemle beraber indi ve geri gitmedi.
Muhakkak ki ilimi miras alınır. Bizden bir alim kendi ehlinden, kendi
ilmi kadarını veya Allahın dilediği kadarını
bilen birini halife bırakana kadar ölmez.
453- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
كَانَتْ فِي
عَلِيٍّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
سُنَّةُ
أَلْفِ
نَبِيٍّ
وَقَالَ:
إِنَّ الْعِلْمَ
الَّذِي
نَزَلَ مَعَ
آدَمَ لَمْ يُرْفَعْ
وَمَا مَاتَ
عَالِمٌ
فَذَهَبَ
عِلْمُهُ
وَإِنَّ الْعِلْمَ
لَيُتَوَارَثُ
إِنَّ
الْأَرْضَ
لَا تَبْقَى
بِغَيْرِ
عَالِمٍ.
453- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Alide sallallahu
aleyhi bin nebinin sünneti vardır. Muhakkak ki ilim Âdemle beraber indi
ve geri gitmedi. Alim ölmez ki onun ölümüyle ilmi de gitsin. Muhakkak ki ilimi
miras alınır ve arz alimsiz kalmaz.
463-عَنْ
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
أَبُو جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَمُصُّونَ الثِّمَادَ
وَيَدَعُونَ
النَّهَرَ
الْعَظِيمَ
قِيلَ لَهُ:
وَمَا
النَّهَرُ
الْعَظِيمُ؟
قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَإِنَّهُ
وَالْعِلْمُ
الَّذِي
آتَاهُ
اللَّهُ
إِنَّ
اللَّهَ جَمَعَ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
سُنَنَ
النَّبِيِّينَ
مِنْ آدَمَ
هَلُمَّ
جَرّاً إِلَى
مُحَمَّدٍ
قِيلَ لَهُ:
وَمَا تِلْكَ
السُّنَنُ؟
قَالَ: عِلْمُ
النَّبِيِّينَ
بِأَسْرِهِ
إِنَّ
اللَّهَ
جَمَعَ
لِمُحَمَّدٍ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عِلْمَ النَّبِيِّينَ
بِأَسْرِهِ
وَإِنَّ
رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ صَيَّرَ
ذَلِكَ كُلَّهُ
عِنْدَ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ
الرَّجُلُ: يَا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ
فَأَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
أَعْلَمُ
أَوْ بَعْضُ
النَّبِيِّينَ؟
فَقَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
اسْمَعُوا
مَا نَقُولُ
إِنَّ اللَّهَ
يَفْتَحُ مَسَامِعَ
مَنْ يَشَاءُ
إِنِّي
حَدَّثْتُ أَنَّ
اللَّهَ
جَمَعَ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عِلْمَ
النَّبِيِّينَ
وَأَنَّهُ
جَعَلَ
ذَلِكَ
كُلَّهُ عِنْدَ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
وَهُوَ
يَسْأَلُنِي
هُوَ
أَعْلَمُ
أَمْ بَعْضُ
النَّبِيِّينَ.
463- Cafer (es-Sadık) aleyhisselam şöyle rivayet
etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam dedi ki: Yerde
birikmiş azıcık suyu emiyorlar azim nehri
bırakıyorlar. Denildi ki: Azim nehir kimdir? Dedi ki: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi ve Allahın ona verdiği ilimdir. Muhakkak
ki Allah Âdemden Muhammede kadar olan bütün nebilerin sünnetini Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihide topladı. Denildi ki: O sünnetler nelerdir?
Dedi ki: Nebilerin ilminin tamamı. Allah nebilerin ilminin tamamını
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihide topladı ve Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi de onun hepsini Emîr'ül Müminîn aleyhisselama
bıraktı. Birisi dedi ki: Ey Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
oğlu! Emîr'ül Müminîn aleyhisselam mı daha alimdir yoksa bazı
nebiler mi? Dedi ki: Ne dediğimizi iyi dinleyin. Allah dilediğinin
kulaklarını açar. Ben, muhakkak ki Allah nebilerin ilmini Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihide topladı, o da hepsini Emîr'ül Müminîn
aleyhisselama bıraktı diyorum. O bana; o mu daha alimdir yoksa bazı
nebiler mi? Diye soruyor.
(Bu babda konuyla alakalı on dört
tane rivayet vardı.)
466- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
الْعِلْمَ
يُتَوَارَثُ
وَلَا يَمُوتُ
عَالِمٌ
إِلَّا
تَرَكَ مَنْ
يَعْلَمُ
مِثْلَ
عِلْمِهِ
أَوْ مَا
شَاءَ
اللَّهُ.
466- Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki ilim miras
alınır. Alim kendi ilmini veya Allahın dilediği
kadarını bilen birini bırakmadan ölmez.
467- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَانَ
عَالِماً
وَإِنَّ
الْعِلْمَ
يُتَوَارَثُ
وَلَنْ
يَهْلِكَ
عَالِمٌ
إِلَّا
بَقِيَ مِنْ
بَعْدِهِ
مَنْ
يَعْلَمُ
مِثْلَ
عِلْمِهِ
أَوْ مَا
شَاءَ
اللَّهُ.
467-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Ali aleyhisselam alimdi. İlim miras alınır. Alim kendinden sonra
kendi ilmini veya Allahın dilediği kadarını bilen birini
bırakmadan asla ölmez.
(Bu babda konuyla alakalı dört
tane rivayet vardı.)
470- قَالَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّ
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كَانَ
أَمِينَ
اللَّهِ فِي
أَرْضِهِ فَلَمَّا
قُبِضَ
مُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كُنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
وَرَثَتَهُ
وَنَحْنُ
أُمَنَاءُ
اللَّهِ فِي أَرْضِهِ
عِنْدَنَا
عِلْمُ
الْبَلَايَا
وَالْمَنَايَا
وَأَنْسَابُ
الْعَرَبِ
وَمَوْلِدُ
الْإِسْلَامِ
وَإِنَّا
لَنَعْرِفُ
الرَّجُلَ
إِذَا رَأَيْنَاهُ
بِحَقِيقَةِ
الْإِيمَانِ
وَحَقِيقَةِ
النِّفَاقِ
وَإِنَّ
شِيعَتَنَا لَمَكْتُوبُونَ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ
أَخَذَ
اللَّهُ
عَلَيْنَا وَعَلَيْهِمُ
الْمِيثَاقَ
يَرِدُونَ
مَوْرِدَنَا
وَيَدْخُلُونَ
مَدْخَلَنَا
نَحْنُ
النُّجَبَاءُ
وَأَفْرَاطُنَا
أَفْرَاطُ
الْأَنْبِيَاءِ
وَنَحْنُ
أَبْنَاءُ
الْأَوْصِيَاءِ.
وَ
نَحْنُ
الْمَخْصُوصُونَ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
أَوْلَى
النَّاسِ
بِاللَّهِ
وَنَحْنُ
أَوْلَى
النَّاسِ
بِكِتَابِ اللَّهِ
وَنَحْنُ
أَوْلَى
النَّاسِ
بِدِينِ
اللَّهِ
وَنَحْنُ
الَّذِينَ شَرَعَ
لَنَا
دِينَهُ
فَقَالَ فِي
كِتَابِهِ: (شَرَعَ
لَكُمْ) يَا
آلَ
مُحَمَّدٍ (مِنَ
الدِّينِ ما
وَصَّى بِهِ
نُوحاً) فَقَدْ
وَصَّانَا
بِمَا
أَوْصَى بِهِ
نُوحاً (وَ
الَّذِي
أَوْحَيْنا
إِلَيْكَ) يَا
مُحَمَّدُ (وَ ما وَصَّيْنا
بِهِ
إِبْراهِيمَ
وَمُوسى
وَعِيسى)
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ
فَقَدْ
عَلَّمَنَا
وَبَلَّغَنَا
مَا
عَلِمْنَا
وَاسْتَوْدَعَنَا
عِلْمَهُمْ
نَحْنُ
وَرَثَةُ
الْأَنْبِيَاءِ
وَنَحْنُ
وَرَثَةُ
أُولِي الْعَزْمِ
مِنَ
الرُّسُلِ (أَنْ
أَقِيمُوا الدِّينَ) يَا
آلَ
مُحَمَّدٍ (وَ لا
تَتَفَرَّقُوا
فِيهِ)
وَكُونُوا
عَلَى
جَمَاعَةٍ (كَبُرَ
عَلَى
الْمُشْرِكِينَ) مَنْ
أَشْرَكَ
بِوَلَايَةِ
عَلِيٍ (ما
تَدْعُوهُمْ
إِلَيْهِ) مِنْ
وَلَايَةِ
عَلِيٍّ
إِنَّ
اللَّهَ يَا
مُحَمَّدُ (يَهْدِي
إِلَيْهِ
مَنْ يُنِيبُ) مَنْ
يُجِيبُكَ
إِلَى
وَلَايَةِ
عَلِيٍّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
470- Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi Allahın
arzındaki eminiydi. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi şehid
edildiğinde biz Ehli Beyt onun varisleriydik. Biz Allahın
arzındaki eminleriyiz. Belaların ve ölümlerin, Arabın nesebi ve
İslam üzerine doğanın ilmi bizim yanımızdadır.
Biz bir adamı gördüğümüzde onu imanının ve
nifakının hakikatiyle tanırız. Muhakkak ki
Şialarımız kendi isimleriyle ve babalarının
isimleriyle yazılıdır. Allah bizden ve onlardan misak aldı.
Bizim ulaştığımız yere ulaşırlar ve bizim
girdiğimiz yere girerler. Biz soylularız. Çocuklarımız
nebilerin çocuklarıdır, biz de vasilerin oğullarıyız.
Biz Allahın kitabındaki özel olanlarız.
İnsanların Allaha en layık olanları biziz. Allahın
kitabına insanların en layık olanları biziz. Allahın
dinine insanların en layık olanları biziz. Allah dinini bize
şeriat kıldı ve kitabında dedi ki: (Size
şeriat kıldı. Şura 13) Ey Â-li Muhammed! (Dinden Nuha vasiyet ettiği
şeyi. Şura 13) Nuha ne vasiyet ettiyse bize de
vasiyet etti. (Onu sana biz vahyetttik. Şura 13) Ya Muhammed! (İbrahime, Musaya, İsaya vasiyet
ettiğimiz şeyi. Şura 13) İsmaile, İshaka
ve Yakuba. Biz nebilerin ve resullerden Ulul Azimlerin varisleriyiz. (Dini
ikame etmeniz için. Şura 13) Ya Â-li Muhammed! (Onda
ayrılığa düşmeyin. Şura 13) Bir topluluk olun! (Muşriklere büyük geldi. Şura
13) Alinin velayetine şirk koşana. (Onları
davet ettiğin şeyde. Şura 13) Alinin velayetine. Muhakkak ki Allah, ya Muhammed! (Yöneleni
ona hidayet eder. Şura. 13) Kim Ali aleyhisselamın
velayetinde sana icabet ederse.
(Bu babda konuyla
alakalı dört tane rivayet vardı.)
474- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
إِنَّ
أَوَّلَ
وَصِيٍّ كَانَ
عَلَى وَجْهِ
الْأَرْضِ
هِبَةُ اللَّهِ
بْنُ آدَمَ
وَمَا مِنْ
نَبِيٍّ
مَضَى إِلَّا
وَلَهُ
وَصِيٌّ
وَكَانَ
عَدَدُ
جَمِيعِ
الْأَنْبِيَاءِ
مِائَةَ
أَلْفِ
نَبِيٍّ
وَأَرْبَعَةً
وَعِشْرِينَ
أَلْفَ
نَبِيٍّ
خَمْسَةٌ
مِنْهُمْ
أُولُو
الْعَزْمِ:
نُوحٌ وَإِبْرَاهِيمُ
وَمُوسَى
وَعِيسَى
وَمُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَإِنَّ عَلِيَّ
بْنَ أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَانَ هِبَةُ
اللَّهِ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَرِثَ
عِلْمَ
الْأَوْصِيَاءِ
وَعِلْمَ
مَنْ كَانَ
قَبْلَهُ
أَمَا إِنَّ مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَرِثَ
عِلْمَ مَنْ
كَانَ
قَبْلَهُ
مِنَ الْأَنْبِيَاءِ
وَالْمُرْسَلِينَ
وَعَلَى
قَائِمَةِ
الْعَرْشِ
مَكْتُوبٌ:
حَمْزَةُ
أَسَدُ
اللَّهِ وَأَسَدُ
رَسُولِهِ
وَسَيِّدُ
الشُّهَدَاءِ
وَفِي
زَوَايَا
الْعَرْشِ
مَكْتُوبٌ عَنْ
يَمِينِ
رَبِّهَا
وَكِلْتَا
يَدَيْهِ يَمِينٌ:
عَلِيٌّ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَهَذِهِ
حُجَّتُنَا عَلَى
مَنْ أَنْكَرَ
حَقَّنَا
وَجَحَدَنَا
مِيرَاثَنَا
وَمَا
مَنَعَنَا
مِنْ كَلَامٍ
وَأَمَامَنَا
الْيَقِينُ
فَأَيُّ
حُجَّةٍ
تَكُونُ
أَبْلَغَ
مِنْ هَذَا؟!
474- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini rivayet etti:
Arzdaki ilk vasi Hibetullah ibni Âdemdi. Geçip giden her nebinin mutlaka bir
vasisi vardır. Nebilerin sayısı yüz yirmi dört bindir. Onlardan
beş tanesi Ulul Azimdir: Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihi. Ali ibni Ebu Talib aleyhisselam Muhammed sallallahu
aleyhi ve alihinin Hibetullahıdır, vasilerin ve kendinden öncekilerin
ilminin mirasçısıdır. Şüphesiz Muhammed sallallahu aleyhi
ve alihi de kendinden önceki nebilerin ve mursellerin ilminin mirasçısıdır.
Arşın direğinin üstünde şöyle yazılıdır:
Hamza Allahın aslanıdır, resulünün aslanıdır ve
şehitlerin seyyididir. Arşın köşelerinde Rabbin sağ
eliyle şöyle yazılmıştır ve onun iki eli de sağdır:
Ali Emîr'ül Müminîn aleyhisselamdır. Bu bizim hakkımızı
inkâr edene ve mirasımızı tanımayana karşı
huccetimizdir. Ne bizi kelamdan meneder ve önümüzde hangi delil bundan daha
beliğ olur?
475- قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
خَتَمَ
مِائَةَ أَلْفِ
نَبِيٍّ
وَأَرْبَعَةً
وَعِشْرِينَ
أَلْفَ
نَبِيٍّ
وَخَتَمْتُ
أَنَا مِائَةَ
أَلْفِ
وَصِيٍّ
وَأَرْبَعَةً
وَعِشْرِينَ
أَلْفَ
وَصِيٍّ
وَكُلِّفْتُ
وَمَا تَكَلَّفَ
الْأَوْصِيَاءُ
قَبْلِي
وَاللَّهُ
الْمُسْتَعانُ فَإِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ فِي
مَرَضِهِ:
لَسْتُ أَخَافُ
عَلَيْكَ
أَنْ تَضِلَّ
بَعْدَ الْهُدَى
وَلَكِنْ
أَخَافُ
عَلَيْكَ
فُسَّاقَ
قُرَيْشٍ
وَعَادِيَتَهُمْ حَسْبُنَا
اللَّهُ
وَنِعْمَ
الْوَكِيلُ عَلَى
أَنَّ
ثُلُثَيِ
الْقُرْآنِ
فِينَا وَفِي
شِيعَتِنَا
فَمَا كَانَ
مِنْ خَيْرٍ فَلَنَا
وَلِشِيعَتِنَا
وَالثُلُثَ
الْبَاقِي
أَشْرَكْنَا
فِيهِ
النَّاسَ
فَمَا كَانَ
فِيهِ مِنْ
شَرٍّ
فَلِعَدُوِّنَا
ثُمَّ قَالَ: (قُلْ هَلْ
يَسْتَوِي
الَّذِينَ
يَعْلَمُونَ
وَالَّذِينَ
لا
يَعْلَمُونَ) إِلَى
آخِرِ
الْآيَةِ
فَنَحْنُ
أَهْلَ الْبَيْتِ
وَشِيعَتُنَا
أُولُو
الْأَلْبَابِ وَالَّذِينَ
لا
يَعْلَمُونَ عَدُوُّنَا
وَشِيعَتُنَا
هُمُ
الْمُهْتَدُونَ.
475- Emîr'ül Müminîn (Ali)
aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
yüz yirmi dört bin nebiyi tamamlamıştır ve ben de yüz yirmi dört
bin vasiyi tamamladım ve benden
önceki vasilerin üstlendiğini üstlendim. Allah yardım istenecek
olandır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi hastalığında
şöyle dedi: Hidayetten sonra sapıtacağından korkmuyorum;
velakin senin için Kureyşin fasıklarından ve
düşmanlıklarından korkuyorum. Allah bize yeter ve o en güzel
vekildir. Muhakkak ki Kuranın üçte ikisi biz ve
Şialarımız hakkındadır ve kalan üçte birlik
kısmına da insanlarla ortağız. Kuranda şerle
alakalı ne varsa o düşmanımız hakkındadır. (De
ki bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Sadece akıl sahipleri düşünüp
öğüt alır. Zumer 9) Biz Ehli Beyt ve Şialarımız
akıl sahipleriyiz ve o bilmeyenler ise düşmanımızdır.
Şialarımız; onlar hidayet olanlardır.
(Bu babda konuyla
alakalı iki tane rivayet vardı.)
476- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
أَحْكَمُ
وَأَكْرَمُ
وَأَجَلُّ
وَأَعْلَمُ
مِنْ أَنْ
يَكُونَ
احْتَجَّ
عَلَى
عِبَادِهِ
بِحُجَّةٍ
ثُمَّ يُغَيِّبُ
عَنْهُمْ
شَيْئاً مِنْ
أَمْرِهِمْ.
476- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allah kullarına bir huccet karar
kılıp sonra da onların işlerini onlardan saklamaktan daha
hekim, daha kerim, daha yüce ve daha alimdir.
477- عَنْ
عَبْدِ
الْعَزِيزِ
الصَّائِغِ
قَالَ: قَالَ
لِي أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَ تَرَى
أَنَّ
اللَّهَ
اسْتَرْعَى
رَاعِياً
عَلَى
عِبَادِهِ
وَاسْتَخْلَفَ
خَلِيفَةً
عَلَيْهِمْ
يَحْجُبُ
عَنْهُ
شَيْئاً مِنْ
أُمُورِهِمْ؟!
477- Abdulaziz
Saiğ şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselam bana dedi ki: Görüyor musun Allah kullarının
başına bir güden getirir, onların başına bir halife
bırakır ve onların işlerinde bir şeyi ondan gizler?
(Bu babda konuyla alakalı dört
tane rivayet vardı.)
481- عَنْ
سَعْدِ بْنِ
أَبِي
الْأَصْبَغِ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جَالِساً
إِذْ دَخَلَ
عَلَيْهِ
الْحَسَنُ
بْنُ
السَّرِيِّ
الْكَرْخِيُّ
فَسَأَلَ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ شَيْءٍ
فَأَجَابَهُ
أَبُو عَبْدِ
اللهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ:
لَيْسَ
كَذَلِكَ! فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
هُوَ
كَذَلِكَ
وَرَدَّهَا
عَلَيْهِ
مِرَاراً
كُلُّ ذَلِكَ
يَقُولُ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
هُوَ كَذَلِكَ
وَيَقُولُ
هُوَ لَا
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَ تَرَى مَنْ
جَعَلَهُ
اللَّهُ
حُجَّةً
عَلَى
خَلْقِهِ
يَخْفَى
عَلَيْهِ
شَيْءٌ مِنْ
أُمُورِهِمْ؟!
481- Said ibni Ebu Esbağ şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanında oturuyordum. O
esnada huzuruna Hasan ibni Serra Kerhi geldi ve Ebu Abdullah aleyhisselama bir
şey sordu ve o da cevabını verdi. Dedi ki: Öyle değil. Ebu
Abdullah aleyhisselam dedi ki: O öyle. Ebu Abdullah aleyhisselam her o öyle dediğinde
o da defalarca reddetti ve hayır dedi. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki:
Öyle mi görüyorsun? Allah birisini yaratıklarına huccet karar
kılıp sonra da onların işlerini ondan mı gizliyor?
483- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَنْ زَعَمَ
أَنَّ
اللَّهَ يَحْتَجُّ
بِعَبْدِهِ
فِي
بِلَادِهِ
ثُمَّ يَسْتُرُ
عَنْهُ
جَمِيعَ مَا
يَحْتَاجُ
إِلَيْهِ
فَقَدِ
افْتَرَى
عَلَى
اللَّهِ.
483- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Kim Allahın
şehirlerinde, kullarına huccet karar kılıp sonra ihtiyaç
duydukları şeyi ondan gizlediğini iddia ederse Allaha iftira
atmıştır.
(Bu babda konuyla alakalı dört
tane rivayet vardı.)
484- عَنْ
سَمَاعَةَ
بْنِ سَعْدٍ
الْخَثْعَمِيِ
أَنَّهُ كَانَ
مَعَ
الْمُفَضَّلِ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ
الْمُفَضَّلُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! يَفْرِضُ
اللَّهُ
طَاعَةَ
عَبْدٍ عَلَى
الْعِبَادِ
ثُمَّ
يَحْجُبُ
عَنْهُ
خَبَرَ
السَّمَاءِ؟
قَالَ: لَا
اللَّهُ
أَرْحَمُ
وَأَكْرَمُ
وَأَرْأَفُ
بِعِبَادِهِ
مِنْ أَنْ
يَفْرِضْ
عَلَيْهِمْ
طَاعَةَ
عَبْدٍ
يَحْجُبُ
عَنْهُ
خَبَرَ السَّمَاءِ
صَبَاحاً
أَوْ مَسَاءً.
484- Semae ibni Saad şöyle rivayet etti: Mufaddal ile
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım.
Mufaddal dedi ki: Sana feda olayım! Allah birisinin itaatini kullara farz
edip sonra semanın haberini ondan gizler mi? Dedi ki: Hayır! Allah
kullarına birisinin itaatini farz edip sonra da sabah olsun, akşam
olsun semanın haberini ondan gizlemekten daha rahim daha kerim ve daha
şefkatlidir.
485- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: لَا وَاللَّهِ
لَا يَكُونُ
عَالِمٌ
جَاهِلًا أَبَداً
عَالِمٌ
بِشَيْءٍ
جَاهِلٌ
بِشَيْءٍ
ثُمَّ قَالَ:
اللَّهُ
أَجَلُّ
وَأَعَزُّ وَأَعْظَمُ
وَأَكْرَمُ
مِنْ أَنْ
يَفْرِضَ
طَاعَةَ
عَبْدٍ
يَحْجُبُ
عَنْهُ
عِلْمَ
سَمَائِهِ
وَأَرْضِهِ
ثُمَّ قَالَ:
لَا يَحْجُبُ
ذَلِكَ
عَنْهُ.
485- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Vallahi alim
ebeden cahil olmaz! Alim bir şeydir, cahil bir şeydir. Allah
birisinin itaatini farz edip sonra da ondan semasının ve
arzının ilmini gizlemekten daha yüce, daha aziz, daha azim, daha
kerimdir. Onlar ondan gizlemez.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz
tane rivayet vardı.)
493- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
سُئِلَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ عِلْمِ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
فَقَالَ:
عَلِمَ
النَّبِيُّ
عِلْمَ
جَمِيعِ
النَّبِيِّينَ
وَعِلْمَ مَا
كَانَ
وَعِلْمَ مَا
هُوَ كَائِنٌ
إِلَى
قِيَامِ
السَّاعَةِ
ثُمَّ قَالَ:
وَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ
إِنِّي
لَأَعْلَمُ
عِلْمَ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَعِلْمَ مَا
كَانَ
وَعِلْمَ مَا
هُوَ كَائِنٌ
فِيمَا
بَيْنِي
وَبَيْنَ قِيَامِ
السَّاعَةِ.
493- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Ali aleyhisselama nebi sallallahu aleyhi ve alihinin ilmi
soruldu. Dedi ki: Nebinin ilmi bütün nebilerin ilmidir ve olmuş
şeylerin ve kıyamet saatine kadar olacak şeylerin ilmidir. Sonra
dedi ki: Nefsim elinde olana and olsun! Ben de nebi sallallahu aleyhi ve
alihinin ilmini, olmuş şeylerin ve benimle saatin kıyamı
arasında olacak şeylerin ilmini biliyorum.
495- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
إِنِّي
لَأَعْلَمُ
مَا فِي
السَّمَاءِ
وَأَعْلَمُ
مَا فِي
الْأَرْضِ وَأَعْلَمُ
مَا فِي
الْجَنَّةِ
وَأَعْلَمُ
مَا فِي
النَّارِ
وَأَعْلَمُ
مَا كَانَ وَأَعْلَمُ
مَا يَكُونُ
عَلِمْتُ
ذَلِكَ مِنْ
كِتَابِ
اللَّهِ
إِنَّ
اللَّهَ
تَعَالَى تَعَالَى
يَقُولُ:
(فِيهِ
تِبْيَانُ
كُلِّ شَيْءٍ).
495-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Ben semada ve
arzda ne olduğunu biliyorum. Cennette ve cehennemde ne olduğunu
biliyorum. Olmuş şeyleri ve olacak şeyleri biliyorum.
Onların hepsini Allahın kitabından öğrendim. Allah şöyle
diyor: (Onda her şeyin açıklaması
vardır.)
497- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
بَشِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
إِنِّي
لَأَعْلَمُ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَأَعْلَمُ
مَا فِي
الْأَرَضِينَ
وَأَعْلَمُ
مَا فِي
الْجَنَّةِ
وَأَعْلَمُ
مَا فِي النَّارِ
وَأَعْلَمُ
مَا كَانَ
وَمَا يَكُونُ
قَالَ: ثُمَّ
مَكَثَ
هُنَيْئَةً
فَرَأَى
أَنَّ ذَلِكَ
كَبُرَ عَلَى
مَنْ
سَمِعَهُ
فَقَالَ: عَلِمْتُ
مِنْ كِتَابِ
اللَّهِ
إِنَّ اللَّهَ
يَقُولُ:
(فِيهِ
تِبْيَانُ
كُلِّ شَيْءٍ).
497-
Abdullah ibni Beşir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Ben semalarda ve arzda ne olduğunu
biliyorum. Cennette ve cehennemde ne olduğunu biliyorum. Olmuş ve
olacak şeyleri biliyorum. Sonra rahat bir şekilde bir müddet bekledi.
Gördü ki o dediği dinleyenlere büyük ve ağır geldi dedi ki:
Allahın kitabından öğrendim. Allah diyor ki: (Onda
her şeyin açıklaması vardır.)
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
499- عَنْ
سَيْفٍ
التَّمَّارِ
قَالَ:
كُنَّا مَعَ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جَمَاعَةً مِنَ
الشِّيعَةِ
فِي
الْحِجْرِ
فَقَالَ: عَلَيْنَا
عَيْنٌ؟
فَالْتَفَتْنَا
يَمْنَةً
وَيَسْرَةً
فَلَمْ نَرَ
أَحَداً
فَقُلْنَا:
لَيْسَ
عَلَيْنَا
عَيْنٌ
فَقَالَ:
وَرَبِّ
الْكَعْبَةِ
وَرَبِّ
الْبَيْتِ
ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ
لَوْ كُنْتُ
بَيْنَ
مُوسَى
وَالْخَضِرِ
لَأَخْبَرْتُهُمَا
أَنِّي
أَعْلَمُ
مِنْهُمَا وَلَأَنْبَأْتُهُمَا
بِمَا لَيْسَ
فِي أَيْدِيهِمَا
لِأَنَّ
مُوسَى
وَالْخَضِرَ
أُعْطِيَا
عِلْمَ مَا
كَانَ وَلَمْ
يُعْطَيَا
عِلْمَ مَا
هُوَ كَائِنٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
وَإِنَّ رَسُولَ
اللَّهِ
أُعْطِيَ
عِلْمَ مَا
كَانَ وَمَا
هُوَ كَائِنٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
فَوَرِثْنَاهُ
مِنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وِرَاثَةً.
499- Seyf Temmar şöyle rivayet etti: Şialardan
bir cemaatle Hicirde Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
yanındaydık. Dedi ki: Bizi gözetleyen var mı? Sağa sola göz
attık, kimseyi göremedik ve aramızda casus yok dedik. Dedi ki:
Kabenin Rabbine and olsun! Kabenin Rabbine and olsun! Kabenin Rabbine and
olsun! Musayla Hızırın arasında olsaydım, o
ikisinden daha alim olduğumu, o ikisine söylerdim ve o ikisinin elinde
olmayan şeyleri, o ikisine haber verirdim. Çünkü Musaya ve
Hızıra olmuş şeylerin ilmi verildi ama kıyamet gününe
kadar olacak şeylerin ilmi verilmedi. Rasûlullaha olmuş ve
kıyamete kadar olacak şeylerin ilmi verildi ve biz o ilmi Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihiden miras olarak aldık.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
502- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِهِ:
(هَذَا ذِكْرُ
مَنْ مَعِيَ
وَذِكْرُ
مَنْ قَبْلِي) فَقَالَ: ذِكْرُ
مَنْ مَعِيَ مَا
هُوَ كَائِنٌ وَذِكْرُ
مَنْ قَبْلِي مَا
قَدْ كَانَ.
502- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
Allahın: (Bu benimle beraber olanın ve benden
öncekilerin zikridir. Enbiya 24) ayeti hakkında
şöyle dedi: Bu benimle beraber olanların zikri: Olacak olan
şeydir. Benden öncekilerin zikri: Olmuş olan şeydir.
(Bu babda konuyla
alakalı bir tane rivayet vardı.)
508- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
وَاللَّهِ
إِنَّ
أَرْوَاحَنَا
وَأَرْوَاحَ
النَّبِيِّينَ
لَتُوَافي
الْعَرْشَ
كُلُّ لَيْلَةِ
جُمُعَةٍ
فَمَا
تُرَدُّ فِي
أَبْدَانِنَا
إِلَّا
بِجَمِّ
الْغَفِيرِ
مِنَ الْعِلْمِ.
508- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Vallahi her Cuma gecesi bizim ruhlarımız ve
nebilerin ruhları Arşa gelirler ve ilimden çokça bir miktar almadan
bedenlerine geri dönmezler.
(Bu babda konuyla
alakalı yedi tane rivayet vardı.)
510- قَالَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَوْ ثُنِيَتْ
لِيَ
وِسَادَةٌ
لَحَكَمْتُ
بَيْنَ
أَهْلِ
الْقُرْآنِ
بِالْقُرْآنِ
حَتَّى يَزْهَرَ
إِلَى
اللَّهِ
وَلَحَكَمْتُ
بَيْنَ
أَهْلِ
التَّوْرَاةِ
بِالتَّوْرَاةِ
حَتَّى
يَزْهَرَ
إِلَى اللَّهِ
وَلَحَكَمْتُ
بَيْنَ
أَهْلِ الْإِنْجِيلِ
بِالْإِنْجِيلِ
حَتَّى
يَزْهَرَ
إِلَى
اللَّهِ
وَلَحَكَمْتُ
بَيْنَ أَهْلِ
الزَّبُورِ
بِالزَّبُورِ
حَتَّى يَزْهَرَ
إِلَى
اللَّهِ
وَلَوْ لَا
آيَةٌ فِي كِتَابِ
اللَّهِ
لَأَنْبَأْتُكُمْ
بِمَا
يَكُونُ
حَتَّى
تَقُومَ
السَّاعَةُ.
510- Ali (Zeynul Âbidin) aleyhisselam şöyle dedi:
Benim için iki kat minder kurulsaydı, Kuranın ehli arasında o
Allaha doğru ışıldayıncaya kadar Kuranla
hükmederdim. Tevratın ehli arasında o Allaha doğru
ışıldayıncaya kadar Tevratla hükmederdim. İncilin
ehli arasında o Allaha doğru ışıldayıncaya kadar
İncille hükmederdim. Zeburun ehli arasında o Allaha doğru
ışıldayıncaya kadar Zeburla hükmederdim. Allahın
kitabında bir ayet olmasaydı bile saat ()
ayağa kalkana kadar olacak şeyleri size haber verirdim.
514- عَنْ
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ عَلِيِّ
بْنِ أَبِي
طَالِبٍ صَلَوَاتُ
اللهِ
وَسَلَامُهُ
عَلَيْهِ
أَنَّهُ
قَالَ: لَوْ
وُضِعَتْ لِي
وِسَادَةٌ
ثُمَّ اتَّكَأْتُ
عَلَيْهَا
لَقَضَيْتُ
بَيْنَ
أَهْلِ
التَّوْرَاةِ
بِالتَّوْرَاةِ
حَتَّى
تَزْهَرَ
إِلَى رَبِّهَا
وَلَوْ
وُضِعَتْ لِي
وِسَادَةٌ
ثُمَّ
اتَّكَأْتُ
عَلَيْهَا
لَقَضَيْتُ
بَيْنَ
أَهْلِ
الْإِنْجِيلِ
بِالْإِنْجِيلِ
حَتَّى
يَزْهَرَ
إِلَى
رَبِّهِ
وَلَوْ وُضِعَتْ
لِي
وِسَادَةٌ ثُمَّ
اتَّكَأْتُ
عَلَيْهَا
لَقَضَيْتُ
بَيْنَ
أَهْلِ
الزَّبُورِ
بِالزَّبُورِ
حَتَّى
يَزْهَرَ
إِلَى
رَبِّهِ
وَلَوْ
وُضِعَتْ لِي
وِسَادَةٌ
ثُمَّ
اتَّكَيْتُ
عَلَيْهَا
لَقَضَيْتُ
بَيْنَ
أَهْلِ
الْقُرْآنِ بِالْقُرْآنِ
حَتَّى
يَزْهَرَ
إِلَى رَبِّهِ.
514-
Cafer (Sadık) aleyhisselam babasından Ali ibni Ebu Talib
salevatullahi ve selamuhu aleyhinin şöyle dediğini rivayet etti:
Benim için bir minder koyulsaydı sonra ben de ona yaslansaydım,
Tevratın ehli arasında o Rabbine doğru
ışıldayıncaya kadar Tevratla hükmederdim. Benim için bir
minder koyulsaydı sonra ben de ona yaslansaydım, İncilin ehli
arasında o Rabbine doğru ışıldayıncaya kadar
İncille hükmederdim. Benim için bir minder koyulsaydı, sonra ben de
ona yaslansaydım, Zeburun ehli arasında o Rabbine doğru ışıldayıncaya
kadar Zeburla hükmederdim. Benim için bir minder koyulsaydı sonra ben de
ona yaslansaydım, Kuranın ehli arasında o Rabbine doğru
ışıldayıncaya kadar Kuranla hükmederdim.
515- قَالَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَوْ اسْتَقَامَتْ
لِيَ الْأُمَّةُ
وَثُنِيَتْ
لِيَ
الْوِسَادَةُ
لَحَكَمْتُ
فِي
التَّوْرَاةِ
بِمَا
أَنْزَلَ
اللَّهُ فِي
التَّوْرَاةِ
وَلَحَكَمْتُ
فِي
الْإِنْجِيلِ
بِمَا
أَنْزَلَ
اللَّهُ فِي
الْإِنْجِيلِ
وَلَحَكَمْتُ
فِي الزَّبُورِ
بِمَا
أَنْزَلَ
اللَّهُ فِي
الزَّبُورِ
حَتَّى
يَزْهَرَ
إِلَى
اللَّهِ
وَإِنِّي
قَدْ
حَكَمْتُ فِي الْقُرْآنِ
بِمَا
أَنْزَلَ
اللَّهُ.
515- Ali aleyhisselam şöyle dedi: Ümmet bana dürüst
olsaydı ve benim için iki kat minder koyulsaydı, Allah Tevratta ne
indirmişse onunla Tevratta hükmederdim. Allah İncilde ne indirmişse,
onunla İncilde hükmederdim. Allah Zeburda ne indirmişse, onunla
Allaha doğru ışıldayıncaya kadar Zeburda
hükmederdim. Ben Allahın indirdiği şeyle Kuranda hükmettim.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz
tane rivayet vardı.)
524- عَنِ
النَّضْرِ
بْنِ
سُوَيْدٍ
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ
بْنِ سِنَانٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
سَأَلَهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
لَقَدْ
كَتَبْنا فِي
الزَّبُورِ
مِنْ بَعْدِ
الذِّكْرِ) مَا
الذِّكْرُ
وَمَا
الزَّبُورُ؟
قَالَ: الذِّكْرُ
عِنْدَ
اللَّهِ
وَالزَّبُورُ
الَّذِي
نَزَلَ عَلَى
دَاوُدَ
وَكُلُّ
كِتَابٍ
نَزَلَ
فَهُوَ
عِنْدَ
الْعَالِمِ.
524- Nedr ibni Suveyd Abdullah ibni Sinandan şöyle
rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allahu
Tealanın (Biz Zikirden sonra Zebura da yazdık. Enbiya
105) ayetini sordu. Zikir nedir ve Zebur nedir? Dedi ki:
Zikir Allahın yanındadır. Zebur ise Davuda indi. İnen her
kitap alimin yanındadır.
531- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
عِنْدَنَا
صُحُفُ
إِبْرَاهِيمَ
وَمُوسَى
وَوَرِثْنَا
مِنْ رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ.
531- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: İbrahimin ve
Musanın sahifeleri bizim yanımızdadır ve biz onu
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiden miras aldık.
533- عَنْ
الْمُفَضَّلِ
قَالَ: قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: وَرِثَ
سُلَيْمانُ
داوُدَ
وَإِنَّ
مُحَمَّداً
وَرِثَ
سُلَيْمَانَ
وَإِنَّا
وَرِثْنَا
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَإنا
عِنْدَنَا
عِلْمَ التَّوْرَاةِ
وَالْإِنْجِيلِ
وَالزَّبُورِ
وَتِبْيَانَ
مَا فِي
الْأَلْوَاحِ
قَالَ:
قُلْتُ: إِنَّ
هَذَا لَهُوَ
الْعِلْمُ
قَالَ: لَيْسَ
هَذَا
الْعِلْمَ
إِنَّمَا
الْعِلْمُ
مَا يَحْدُثُ
يَوْماً
بِيَوْمٍ
وَسَاعَةً
بَعْدَ سَاعَةٍ.
533- Mufaddal Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Süleyman Davuda
mirasçı oldu ve muhakkak ki Muhammed de Süleymana mirasçı oldu ve
biz de Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye mirasçı olduk.
Tevratın, İncilin ve Zeburun ilmi ve levhalarda olanların
açıklaması bizim yanımızdadır. Dedim ki: Bu ilim
midir? Dedi ki: Bu ilim değildir ilim sadece gün be gün saatten saate olan
şeydir.
(Bu babda konuyla alakalı on
beş tane rivayet vardı.)
536- عَنْ
مَنْصُورِ
بْنِ حَازِمٍ
عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ: إِنَّ
النَّاسَ
يَذْكُرُونَ
أَنَّ عِنْدَكُمْ
صَحِيفَةً
طُولُهَا
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً
فِيهَا مَا
يَحْتَاجُ
إِلَيْهِ
النَّاسُ
وَأَنَّ هَذَا
هُوَ
الْعِلْمُ
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَيْسَ هَذَا هُوَ
الْعِلْمُ
إِنَّمَا
هُوَ أَثَرٌ
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ
إِنَّ
الْعِلْمَ
الَّذِي يَحْدُثُ
فِي كُلِّ
يَوْمٍ
وَلَيْلَةٍ.
536- Mensur ibni Hazm şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedi ki: İnsanlar sizin
yanınızda uzunluğu yetmiş zira olan ve içinde
insanların kendisine ihtiyaç duyduğu şeyler bulunan bir sahifenin
olduğunu konuşuyor. Bu ilim midir? Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki:
Bu ilim değildir. Sadece Rasûlullahdan bir eserdir. Muhakkak ki ilim her
gün ve her gece olan şeydir.
537- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ فِي
الْجَفْرِ
أَنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
لَمَّا
أَنْزَلَ
أَلْوَاحَ
مُوسَى
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنْزَلَهَا
عَلَيْهِ
وَفِيهَا
تِبْيَانُ
كُلِّ شَيْءٍ
وَهُوَ
كَائِنٌ
إِلَى أَنْ
تَقُومَ السَّاعَةُ.
فَلَمَّا
انْقَضَتْ
أَيَّامُ
مُوسَى أَوْحَى
اللَّهُ
إِلَيْهِ
أَنِ
اسْتَوْدِعِ
الْأَلْوَاحَ
وَهِيَ
زَبَرْجَدَةٌ
مِنَ
الْجَنَّةِ الْجَبَلَ
فَأَتَى
مُوسَى
الْجَبَلَ
فَانْشَقَّ
لَهُ
الْجَبَلُ
فَجَعَلَ
فِيهِ الْأَلْوَاحَ
مَلْفُوفَةً
فَلَمَّا
جَعَلَهَا
فِيهِ
انْطَبَقَ
الْجَبَلُ
عَلَيْهَا فَلَمْ
تَزَلْ فِي
الْجَبَلِ
حَتَّى
بَعَثَ اللَّهُ
نَبِيَّهُ مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ فَأَقْبَلَ
رَكْبٌ مِنَ
الْيَمَنِ
يُرِيدُونَ
النَّبِيَّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
انْتَهَوْا
إِلَى
الْجَبَلِ
انْفَرَجَ
الْجَبَلُ
وَخَرَجَتِ
الْأَلْوَاحُ
مَلْفُوفَةً
كَمَا
وَضَعَهَا
مُوسَى فَأَخَذَهَا
الْقَوْمُ
فَلَمَّا
وَقَعَتْ فِي
أَيْدِيهِمْ
أُلْقِيَ فِي
قُلُوبِهِمْ
أَنْ لَا
يَنْظُرُوا
إِلَيْهَا
وَهَابُوهَا
حَتَّى
يَأْتُوا
بِهَا رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَأَنْزَلَ
اللَّهُ
جَبْرَئِيلَ
عَلَى
نَبِيِّهِ
فَأَخْبَرَهُ
بِأَمْرِ
الْقَوْمِ
وَبِالَّذِي أَصَابُوا.
فَلَمَّا
قَدِمُوا
عَلَى
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
ابْتَدَأَهُمُ
النَّبِيُّ
فَسَأَلَهُمْ
عَمَّا
وَجَدُوا
فَقَالُوا:
وَمَا
عِلْمُكَ
بِمَا
وَجَدْنَا؟
فَقَالَ:
أَخْبَرَنِي
بِهِ رَبِّي
وَهِيَ
الْأَلْوَاحُ
قَالُوا:
نَشْهَدُ
أَنَّكَ رَسُولُ
اللَّهِ
فَأَخْرَجُوهَا
وَدَفَعُوهَا
إِلَيْهِ
فَنَظَرَ
إِلَيْهَا
وَقَرَأَهَا
وَكِتَابُهَا
بِالْعِبْرَانِيِّ
ثُمَّ دَعَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ:
دُونَكَ
هَذِهِ فَفِيهَا
عِلْمُ
الْأَوَّلِينَ
وَعِلْمُ الْآخِرِينَ
وَهِيَ أَلْوَاحُ
مُوسَى
وَقَدْ
أَمَرَنِي
رَبِّي أَنْ
أَدْفَعَهَا
إِلَيْكَ
قَالَ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
لَسْتُ
أُحْسِنُ
قِرَاءَتَهَا
قَالَ إِنَّ
جَبْرَئِيلَ
أَمَرَنِي
أَنْ آمُرَكَ
أَنْ
تَضَعَهَا
تَحْتَ
رَأْسِكَ لَيْلَتَكَ
هَذِهِ
فَإِنَّكَ
تُصْبِحُ
وَقَدْ
عُلِّمْتَ
قِرَاءَتَهَا.
قَالَ:
فَجَعَلَهَا
تَحْتَ
رَأْسِهِ
فَأَصْبَحَ
وَقَدْ
عَلَّمَهُ
اللَّهُ
كُلَّ شَيْءٍ
فِيهَا
فَأَمَرَهُ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ أَنْ
يَنْسَخَهَا
فَنَسَخَهَا
فِي جِلْدِ
شَاةٍ وَهُوَ
الْجَفْرُ
وَفِيهِ
عِلْمُ
الْأَوَّلِينَ
وَالْآخِرِينَ
وَهُوَ
عِنْدَنَا
وَالْأَلْوَاحُ
وَعَصَا
مُوسَى
عِنْدَنَا
وَنَحْنُ وَرِثْنَا
النَّبِيَّ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ.
537- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Cifir
hakkında: Allahu Tebareke ve Teala Musa aleyhisselamın levhalarını
indirdiğinde onun içinde her şeyin açıklaması vardı ve
o, saat kalkıp gelene kadar olacak şeylerdir.
Musanın günleri sona erdiğinde, Allah ona
levhaları -ki o levhalar cennetten zeberced taşındandı-
dağa bırakmasını vahyetti. Musa dağa geldi ve dağ
onun için yarıldı. O da levhaları
dürülmüş bir halde dağın içine yerleştirdi. Onu
yerleştirdiğinde dağ levhaları örttü ve Allah nebisi
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiyi gönderene kadar da hiçbir zarar görmedi.
Yemenden bir grup geldi ve onlar nebi aleyhisselamı görmek
istiyorlardı. Dağa vardıklarında dağ açıldı
ve levhalar Musanın dürülü bir şekilde koyduğu gibi
açığa çıktı. Kavim levhaları aldı. Ellerindeyken
onların kalplerine levhalara bakmamaları ilham edildi. Onlar da
levhaları Resululullah sallallahu aleyhi ve alihiye getirinceye kadar bu
işten çekindiler. Allah nebisine Cebraili indirdi ve o kavmin
başından geçenleri ona bildirdi.
Nebi sallallahu aleyhi ve alihiye
ulaştıklarında nebi onlardan önce söze başladı ve
onlardan buldukları şeyi istedi. Dediler ki: Ne bulduğumuzu sen
nereden biliyorsun? Dedi ki: Rabbim onunla ilgili bana haber verdi. O,
levhalardır. Şehadet ediyoruz ki sen Rasûlullahsın! Dediler ve
levhaları çıkarıp ona verdiler. Ona baktı ve onu okudu.
Yazısı İbraniceydi. Sonra Emîr'ül Müminîn aleyhisselamı
çağırdı ve ona dedi ki: Bu senindir. İçinde öncekilerin ve
sonrakilerin ilmi var. Ve bu Musanın levhalarıdır. Rabbim sana
vermemi emretti. Ali dedi ki: Ya Rasûlullah! Onu okumayı bilmiyorum.
Rasûlullah dedi ki: Cebrail bu gece onu başının altına
koymanı sana söylememi dedi. Sabahladığında onun
okunuşu sana öğretilmiş olacaksın.
O da onu başının altına koydu ve
sabahladı ve Allah da onun içinde olan her şeyi ona öğretti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi onu kopyalamasını söyledi. O da
onu bir koyun derisine kopyaladı ve o Cifirdir. Onun içinde öncekilerin
ve sonrakilerin ilmi vardır ve o bizim yanımızda. Levhalar ve
Musanın asası bizim yanımızda. Ve biz Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihinin mirasçılarıyız.
540- عَنْ
شُعَيْبِ
بْنِ
غَزْوَانَ
عَنْ رَجُلٍ
عَنْ أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
دَخَلَ
عَلَيْهِ
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ بَلْخٍ
فَقَالَ لَهُ:
يَا
خُرَاسَانِيُّ
تَعْرِفُ
وَادِي كَذَا
وَكَذَا؟
قَالَ: نَعَمْ
قَالَ لَهُ:
تَعْرِفُ
صَدْعاً فِي
الْوَادِي
مِنْ
صِفَتِهِ كَذَا
وَكَذَا؟
قَالَ: نَعَمْ
مِنْ ذَلِكَ
الصَّدْعِ
يَخْرُجُ
الدَّجَّالُ
قَالَ: ثُمَّ دَخَلَ
عَلَيْهِ
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ الْيَمَنِ
فَقَالَ لَهُ:
يَا
يَمَانِيُّ
أَ تَعْرِفُ
شِعْبَ كَذَا
وَكَذَا؟
قَالَ لَهُ:
نَعَمْ قَالَ
لَهُ:
تَعْرِفُ
شَجَرَةً فِي
الشِّعْبِ مِنْ
صِفَتِهَا
كَذَا
وَكَذَا؟
قَالَ لَهُ: نَعَمْ
قَالَ لَهُ:
تَعْرِفُ
صَخْرَةً
تَحْتَ
الشَّجَرَةِ؟
قَالَ لَهُ:
نَعَمْ قَالَ:
فَتِلْكَ
الصَّخْرَةُ
الَّتِي
حَفِظَتْ أَلْوَاحَ
مُوسَى عَلَى
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ.
540- Şuayb ibni Gazvan birisinden şöyle rivayet
eder: Belhli birisi Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın
huzuruna geldi ve İmam aleyhisselam ona dedi ki: Ya Horasanlı!
Şu şu özellikte bir vadi var biliyor musun? Dedi ki: Evet. Ona dedi
ki: O vadide şu şu özellikte bir yarık var biliyor musun? Dedi
ki: Evet. Ona dedi ki: Deccal oradan çıkacak. Sonra Yemenin ehlinden
birisi imam aleyhisselamın huzuruna geldi. İmam aleyhisselam ona dedi
ki: Ey Yemenli! Şu şu özellikte bir patika yol var biliyor musun? Dedi
ki: Evet. Ona dedi ki: O yolda şu şu özellikte bir ağaç var
biliyor musun? Dedi ki: Evet. Dedi ki: O ağacın altında bir kaya
var biliyor musun? Dedi ki: Evet. Ona dedi ki: O kaya Musanın
levhalarını Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi için koruyan
kayadır.
(Bu babda konuyla alakalı
yedi tane rivayet vardı.)
541- عَنْ
بَكْرِ بْنِ
كَرِبٍ قَالَ:
كُنَّا
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَسَمِعْنَاهُ
يَقُولُ: أَمَا
وَاللَّهِ إِنَّ
عِنْدَنَا
مَا لَا
نَحْتَاجُ
إِلَى النَّاسِ
وَإِنَّ
النَّاسَ
لَيَحْتَاجُونَ
إِلَيْنَا
إِنَّ
عِنْدَنَا
الصَّحِيفَةَ
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً
بِخَطِّ
عَلِيٍّ
وَإِمْلَاءِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَعَلَى
أَوْلَادِهِمَا
فِيهَا مِنْ
كُلِّ
حَلَالٍ
وَحَرَامٍ
وَإِنَّكُمْ
لَتَأْتُونَنَا
فَتَدْخُلُونَ
عَلَيْنَا
فَنَعْرِفُ
خِيَارَكُمْ
مِنْ شِرَارِكُمْ.
541-
Bekir ibni Kerb şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın yanındaydık şöyle dedi: Vallahi bizim
yanımızda olanlardan dolayı insanlara ihtiyaç duymayız.
Muhakkak ki insanlar bize muhtaçtırlar. Bizim yanımızda bir
sahife var. Yetmiş zira ()
uzunluğundadır. Alinin hattıyla Rasûlullah sallallahu aleyhima
ve alihima yazdırdı. İçinde bütün helaller ve haramlar var. Siz
bize gelip huzurumuza vardığınızda,
hayırlılarınızla şerlilerinizi tanırız.
543- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
عِنْدَنَا
لَصَحِيفَةً
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً
أَمْلَى
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَخَطُّهُ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِيَدِهِ مَا
مِنْ حَلَالٍ
وَلَا
حَرَامٍ
إِلَّا
وَهُوَ فِيهَا
حَتَّى
أَرْشُ
الْخَدْشِ.
543-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Bizim
yanımızda bir sahife var. Yetmiş zira uzunluğundadır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alih yazdırdı. Ali aleyhisselam da
yazdı. Haramdan ve helalden hiçbir şey yoktur ki onun içinde
olmasın hatta tırmalamanın cezası bile var.
545- عَنْ
حُمْرَانَ
بْنِ
أَعْيَنَ
عَنْ أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
أَشَارَ
إِلَى بَيْتٍ
كَبِيرٍ
وَقَالَ: يَا
حُمْرَانُ
إِنَّ فِي هَذَا
الْبَيْتِ
صَحِيفَةً
طُولُهَا
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً
بِخَطِّ
عَلِيٍّ
وَإِمْلَاءِ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِمَا
وَلَوْ
وَلِينَا
النَّاسَ
لَحَكَمْنَا
بَيْنَهُمْ
بِمَا
أَنْزَلَ
اللَّهُ لَمْ
نَعْدُ مَا
فِي هَذِهِ
الصَّحِيفَةِ.
545-
Humran ibni Ayan şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselam büyük odasını işaret ederek şöyle dedi: Ya
Humran! Muhakkak ki bu odada bir sahife var, uzunluğu yetmiş
ziradır. Alinin hattı ile Rasûlullah yazdırmıştır
sallallahu aleyhima. İnsanlar bizi veli edinseydiler o sahifede olana rücu
etmeden, Allahın indirdiğiyle onların arasında
hükmederdik.
548-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
عِنْدَنَا
لَصَحِيفَةً
يُقَالُ
لَهَا
الْجَامِعَةُ
مَا مِنْ
حَلَالٍ
وَلَا
حَرَامٍ
إِلَّا
وَهُوَ فِيهَا
حَتَّى
أَرْشُ
الْخَدْشِ.
548-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Bizim
yanımızda bir sahife var ona Camia denir. Helalden ve haramdan hiçbir
şey yoktur ki onun içinde olmasın. Hatta onun içinde
tırmalamanın cezası bile var.
551- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ عَبْدِ
الْمَلِكِ
قَالَ:
كُنَّا
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
نَحْواً مِنْ
سِتِّينَ رَجُلًا
قَالَ:
فَسَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
عِنْدَنَا
وَاللَّهِ
صَحِيفَةٌ
طُولُهَا
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً مَا
خَلَقَ
اللَّهُ مِنْ
حَلَالٍ أَوْ
حَرَامٍ
إِلَّا
وَهُوَ
فِيهَا
حَتَّى إِنَّ
فِيهَا
أَرْشَ
الْخَدْشِ.
551-
Muhammed ibni Abdulmelik şöyle rivayet etti: Yaklaşık
altmış kişi Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın yanındaydık şöyle dedi: Vallahi bizim
yanımızda bir sahife var, uzunluğu yetmiş ziradır.
Allah helal ve haramla ilgili ne yaratmışsa, o mutlaka onun
içindedir. Hatta onun içinde tırmalamanın cezası bile var.
562- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
وَذُكِرَ
ابْنُ
شُبْرُمَةَ
فِي فُتْيَا
أَفْتَى
بِهَا أَيْنَ
هُوَ مِنْ
الْجَامِعَةِ
إِمْلَاءِ
رَسُولِ
اللَّهِ
وَخَطَّهُ عَلِيٌّ
بِيَدِهِ
فِيهَا
الْحَلَالُ
وَالْحَرَامُ
حَتَّى
أَرْشُ
الْخَدْشِ؟
562-
Ebu Basir Abu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: -İbni Şubrumenin fetvaları
zikredildi- dedi ki: O Camianın neresinde? Rasûlullah yazdırdı
ve Ali kendi hattıyla yazdı. İçinde bütün helal ve haramlar var
hatta tırmalamanın cezası bile var.
563- عَنْ
أَبِي عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: ضَلَّ عِلْمُ
ابْنِ
شُبْرُمَةَ
عِنْدَ
الْجَامِعَةِ
إِنَّ
الْجَامِعَةَ
لَمْ تَدَعْ
لِأَحَدٍ
كَلَاماً
فِيهَا
عِلْمُ
الْحَلَالِ وَالْحَرَامِ
إِنَّ
أَصْحَابَ
الْقِيَاسِ طَلَبُوا
الْعِلْمَ
بِالْقِيَاسِ
فَلَمْ يَزِدْهُمْ
مِنَ الْحَقِّ
إِلَّا
بُعْداً
وَإِنَّ
دِينَ اللَّهِ
لَا يُصَابُ
بِالْقِيَاسِ.
563- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: İbni Şibrimenin ilmi Camianın yanında
sapıttı. Muhakkak ki Camia hiç kimseye söz bırakmadı.
İçinde helalin ve haramın ilmi var. Muhakkak ki kıyas
ashabı, ilmi kıyasla talep ettiler ve onlar için haktan
uzaklaşmaktan başka bir şeyi arttırmadı. Muhakkak ki
Allahın dini kıyasla öğrenilmez.
(Bu babda konuyla alakalı yirmi
dört tane rivayet vardı.)
567- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
إِنَّمَا
هَلَكَ مَنْ
كَانَ
قَبْلَكُمْ
بِالْقِيَاسِ
وَإِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ وَتَعَالَى
لَمْ
يَقْبِضْ
نَبِيَّهُ
حَتَّى أَكْمَلَ
لَهُ جَمِيعَ
دِينِهِ فِي
حَلَالِهِ
وَحَرَامِهِ
فَجَاءَكُمْ
بِمَا
تَحْتَاجُونَ
إِلَيْهِ فِي
حَيَاتِهِ وَتَسْتَعِينُونَ
بِهِ
وَبِأَهْلِ
بَيْتِهِ
بَعْدَ
مَوْتِهِ
وَإِنَّهَا
مُخَيِّبَةٌ
عِنْدَ
أَهْلِ
بَيْتِهِ
حَتَّى أَنَّ
فِيهِ
لَأَرْشَ
خَدْشِ
الْكَفِّ
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّ أَبَا
حَنِيفَةَ
لَعَنَهُ
اللَّهُ مِمَّنْ
يَقُولُ: قَالَ
عَلِيٌّ
وَأَنَا
قُلْتُ.
567- Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam
şöyle dedi: Kesinlikle sizden öncekiler kıyas yüzünden helak oldular.
Muhakkak ki Allah Tebareke ve Teala, nebisiyle dininin helalini ve
haramını tamamlamadan onu yanına almadı. Kendi hayatında ihtiyaç
duyduğunuz şeyleri size getirdi. Onunla ve ölümünden sonra da Ehli
Beytiyle yardım bulursunuz. O (sahifeler) Ehli Beytinin
korumasındadır. Hatta onun içinde eli tırmalamanın
cezası bile vardır. Muhakkak ki Ebu Hanife Allah ona lanet etsin Ali
şöyle diyor, ben de böyle diyorum diyenlerdendi.
571- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: مَا
خَلَقَ
اللَّهُ
حَلَالًا وَلَا
حَرَاماً
إِلَّا
وَلَهُ حَدٌّ
كَحَدِّ
الدُّورِ
وَإِنَّ
حَلَالَ
مُحَمَّدٍ
حَلَالٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
وَحَرَامَهُ
حَرَامٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
وَلِأَنَّ
عِنْدَنَا
صَحِيفَةً طُولُهَا
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً
وَمَا خَلَقَ
اللَّهُ
حَلَالًا
وَلَا
حَرَاماً
إِلَّا فِيهَا
فَمَا كَانَ
مِنَ
الطَّرِيقِ
فَهُوَ مِنَ
الطَّرِيقِ
وَمَا كَانَ
مِنَ
الدُّورِ فَهُوَ
مِنَ الدُّورِ
حَتَّى
أَرْشُ
الْخَدْشِ
وَمَا سِوَاهَا
وَالْجَلْدَةِ
وَنِصْفِ
الْجَلْدَةِ.
571-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allah helal ve
haram olarak ne yaratmışsa, onun mutlaka evin sınırı
gibi bir sınırı vardır. Muhakkak ki Muhammedin helali
kıyametin gününe kadar helal ve onun haramı kıyametin gününe
kadar haramdır. Çünkü bizim yanımızda bir sahife var,
uzunluğu yetmiş ziradır. Allah helal ve haram olarak ne
yaratmışsa, mutlaka onun içindedir. Yolla alakalı ne varsa
yoldandır ve sınırla alakalı ne varsa o da
sınırdandır hatta eli tırmalamak ve onun
dışında bir kırbaç ve yarım kırbaç.
581- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
جَبْرَئِيلَ
أَتَى رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِصَحِيفَةٍ
مَخْتُومَةٍ
بِسَبْعِ
خَوَاتِيمَ
مِنْ ذَهَبٍ
وَأَمَرَهُ إِذَا
حَضَرَهُ
أَجَلُهُ
أَنْ
يَدْفَعَهَا
إِلَى
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَيَعْمَلَ
بِمَا فِيهَا
وَلَا
يَجُوزُهُ
إِلَى
غَيْرِهِ.
581- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Cebrail Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye yedi
altın mühürle mühürlenmiş bir sahife getirdi. Eceli geldiğinde
onu Ali ibni Ebu Talib aleyhisselama vermesini ve içinde yazan şeyle amel
etmesini dedi. Onun dışında bir başkasına caiz olmaz.
(Bu babda konuyla alakalı on
sekiz tane rivayet vardı.)
583- عَنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ أَبِي
الْعَلَاءِ قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
عِنْدِي
الْجَفْرُ
الْأَبْيَضُ
قَالَ: قُلْنَا:
وَأَيُّ شَيْءٍ
فِيهِ؟ قَالَ:
فَقَالَ لِي:
زَبُورُ
دَاوُدَ
وَتَوْرَاةُ
مُوسَى
وَإِنْجِيلُ
عِيسَى
وَصُحُفُ
إِبْرَاهِيمَ
وَالْحَلَالُ
وَالْحَرَامُ
وَمُصْحَفُ
فَاطِمَةَ
مَا أَزْعُمُ
أَنَّ فِيهِ
قُرْآناً
وَفِيهِ مَا
يَحْتَاجُ
النَّاسُ
إِلَيْنَا
وَلَا نَحْتَاجُ
إِلَى أَحَدٍ
شَيْءٍ
حَتَّى إِنَّ
فِيهِ الْجَلْدَةَ
وَنِصْفَ
الْجَلْدَةِ
وَثُلُثَ
الْجَلْدَةِ
وَرُبُعَ
الْجَلْدَةِ
وَأَرْشَ
الْخَدْشِ
وَعِنْدِي
الْجَفْرُ الْأَحْمَرُ
وَمَا
يُدْرِيهِمْ
مَا الْجَفْرُ؟
قَالَ:
قُلْنَا:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
وَأَيُّ شَيْءٍ
فِي الْجَفْرِ
الْأَحْمَرِ؟
قَالَ:
السِّلَاحُ وَذَلِكَ
أَنَّهَا
تُفْتَحُ
لِلدَّمِ
يَفْتَحُهَا
صَاحِبُ
السَّيْفِ
لِلْقَتْلِ
فَقَالَ لَهُ
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
أَبِي يَعْفُورٍ:
أَصْلَحَكَ
اللَّهُ!
فَيَعْرِفُ
هَذَا بَنُو
الْحَسَنِ؟
قَالَ: إِي
وَاللَّهِ كَمَا
يَعْرِفُ اللَّيْلَ
أَنَّهُ
لَيْلٌ
وَالنَّهَارَ
أَنَّهُ
نَهَارٌ
وَلَكِنْ
يَحْمِلُهُمُ
الْحَسَدُ
وَطَلَبُ
الدُّنْيَا
وَلَوْ طَلَبُوا
الْحَقَ بِالْحَقِّ
لَكانَ
خَيْراً
لَهُمْ.
583- Huseyn ibni Ebul Ala Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Beyaz
Cifir benim yanımdadır. Dedik ki: İçinde ne var? Bana dedi ki:
Davudun Zeburu, Musanın Tevratı, İsanın İncili,
İbrahimin Suhufu, helaller, haramlar ve Fatimenin mushafı. Kuranın
onun içinde olduğunu iddia etmiyorum. İçinde insanların bize
ihtiyaç duyduğu şeyler var ama bizim kimseye ihtiyacımız
yok. Hatta içinde bir kırbaç cezası, yarım kırbaç, üçte bir
kırbaç, dörtte bir kırbaç ve tırmalamanın cezası var.
Ve Kırmızı Cifirde benim yanımda kim onlara bildirecek ki
Cifir nedir? Dedik ki: Sana feda olayım! Kırmızı Cifirin
içinde ne var? Dedi ki: Silah; muhakkak ki o kan için açılır.
Kılıcın sahibi onu öldürmek için açar. Abdullah ibni Ebu Yafur
dedi ki: Allah seni salih kılsın! Hasanoğulları bunu
biliyor mu? Dedi ki: Evet vallahi, gecenin gece ve gündüzün gündüz
olduğunu bildiği gibi biliyor. Velakin haset onları
bürümüş, dünyayı talep ediyorlar. Hakkı hak olarak talep
etselerdi onlar için daha hayırlıydı.
585- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقُلْتُ
لَهُ: إِنِّي
أَسْأَلُكَ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ عَنْ
مَسْأَلَةٍ
لَيْسَ
هَاهُنَا
أَحَدٌ
يَسْمَعُ
كَلَامِي؟
قَالَ:
فَرَفَعَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
سِتْراً
بَيْنِي
وَبَيْنَ بَيْتٍ
آخَرَ
فَاطَّلَعَ
فِيهِ ثُمَّ
قَالَ: يَا
أَبَا مُحَمَّدٍ
سَلْ عَمَّا
بَدَا لَكَ.
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
إِنَّ الشِّيعَةِ
يَتَحَدَّثُونَ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عَلَّمَ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ السَّلَامُ
بَاباً
يُفْتَحُ
مِنْهُ
أَلْفُ بَابٍ
قَالَ:
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ عَلَّمَ
وَاللَّهِ
رَسُولُ
اللَّهِ
عَلِيّاً
أَلْفَ بَابٍ
يُفْتَحُ
لَهُ مِنْ
كُلِّ بَابٍ
أَلْفُ بَابٍ
قَالَ: قُلْتُ
لَهُ: هَذَا
وَاللَّهِ
الْعِلْمُ
قَالَ:
فَنَكَتَ سَاعَةً
فِي
الْأَرْضِ
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّهُ لَعِلْمٌ
وَمَا هُوَ
بِذَلِكَ.
قَالَ:
ثُمَّ قَالَ:
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
وَإِنَّ
عِنْدَنَا
الْجَامِعَةَ
وَمَا يُدْرِيهِمْ
مَا
الْجَامِعَةُ؟
قَالَ:
قُلْتُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
وَمَا
الْجَامِعَةُ؟
قَالَ:
صَحِيفَةٌ
طُولُهَا
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً بِذِرَاعِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَمْلَاهُ
مِنْ فَلْقِ
فِيهِ
وَخَطَّهُ
عَلِيٌّ
بِيَمِينِهِ
فِيهَا كُلُّ
حَلَالٍ
وَحَرَامٍ
وَكُلُّ شَيْءٍ
يَحْتَاجُ
النَّاسُ
إِلَيْهِ
حَتَّى الْأَرْشُ
فِي
الْخَدْشِ
وَضَرَبَ
بِيَدِهِ إِلَيَّ
فَقَالَ:
تَأْذَنُ لِي
يَا أَبَا مُحَمَّدٍ؟
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
إِنَّمَا
أَنَا لَكَ
اصْنَعْ مَا
شِئْتَ قَالَ:
فَغَمَزَنِي
بِيَدِهِ
فَقَالَ:
حَتَّى
أَرْشُ هَذَا
كَأَنَّهُ
مُغْضَبٌ.
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
هَذَا وَاللَّهِ
الْعِلْمُ
قَالَ:
إِنَّهُ
لَعِلْمٌ وَلَيْسَ
بِذَلِكَ ثُمَّ
سَكَتَ
سَاعَةً
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّ عِنْدَنَا
الْجَفْرَ
وَمَا
يُدْرِيهِمْ
مَا الْجَفْرُ؟
مِسْكُ شَاةٍ
أَوْ جِلْدُ
بَعِيرٍ
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! مَا
الْجَفْرُ؟
قَالَ:
وِعَاءٌ
أَحْمَرُ
أَوْ أَدَمُ أَحْمَرُ
فِيهِ عِلْمُ
النَّبِيِّينَ
وَالْوَصِيِّينَ
وَعِلْمُ
الْعَلَمَاءِ
الَّذِينَ
مَضَوْا مِنْ
بَنِي
إِسْرَائِيلِ.
قُلْتُ:
هَذَا
وَاللَّهِ
هُوَ
الْعِلْمُ قَالَ:
إِنَّهُ
لَعِلْمٌ
وَمَا هُوَ
بِذَلِكَ ثُمَّ
سَكَتَ
سَاعَةً
ثُمَّ قَالَ:
وَإِنَّ عِنْدَنَا
لَمُصْحَفَ
فَاطِمَةَ
عَلَيْهَا
السَّلَامُ
وَمَا يُدْرِيهِمْ
مَا مُصْحَفُ
فَاطِمَةَ؟
قَالَ: قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
وَمَا
مُصْحَفُ فَاطِمَةَ؟
قَالَ:
مُصْحَفٌ
فِيهِ مِثْلُ
قُرْآنِكُمْ
هَذَا
ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ
وَاللَّهِ
مَا فِيهِ
مِنْ
قُرْآنِكُمْ
حَرْفٌ وَاحِدٌ
إِنَّمَا
هُوَ شَيْءٌ
أَمْلَاهُ
اللَّهُ
عَلَيْهَا
وَأَوْحَى
إِلَيْهَا
قَالَ:
قُلْتُ: هَذَا
وَاللَّهِ
هُوَ
الْعِلْمُ
قَالَ:
إِنَّهُ لَعِلْمٌ
وَلَيْسَ
بِذَاكَ
قَالَ: ثُمَّ
سَكَتَ
سَاعَةً
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّ
عِنْدَنَا لَعِلْمٌ
مَا كَانَ
وَمَا هُوَ
كَائِنٌ
إِلَى أَنْ
تَقُومَ
السَّاعَةُ.
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
هَذَا
وَاللَّهِ
هُوَ
الْعِلْمُ قَالَ:
إِنَّهُ
لَعِلْمٌ
وَمَا هُوَ
بِذَاكَ
قَالَ قُلْتُ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
فَأَيُّ شَيْءٍ
هُوَ
الْعِلْمُ؟
قَالَ: مَا
يَحْدُثُ بِاللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
الْأَمْرُ
بَعْدَ الْأَمْرِ
وَالشَّيْءُ
بَعْدَ
الشَّيْءِ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ.
585-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzuruna vardım ve dedim ki: Sana feda olayım!
Sana bir mesele soracağım. Burada sözümü işitecek başka
birisi var mı? Ebu Abdullah aleyhisselam benimle diğer oda
arasındaki örtüyü kaldırdı ve odaya baktı ve sonra dedi ki:
Ya Ebu Muhammed! Aklına geleni sor.
Dedim ki: Sana feda olayım! Şialarınız
diyorlar ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi, Ali aleyhisselama bir
kapı öğretti ve o kapıdan bin kapı açılır. Ebu
Abdullah aleyhisselam dedi ki: Ya Ebu Muhammed! Vallahi Rasûlullah Aliye bin
kapı öğretti ve her bir kapıdan onun için bin kapı
açılır. Dedim ki: Vallahi bu ilimdir. Bir müddet yere bir şeyler
çizdikten sonra dedi ki: Muhakkak ki o ilimdir ve o tamamı değildir.
Sonra şöyle dedi: Ya Ebu Muhammed! Muhakkak ki Camia
bizim yanımızdadır. Kim bildirecek ki onlara Camia nedir? Dedim
ki: Sana feda olayım! Camia nedir? Dedi ki: Sahifedir Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihinin zirasıyla yetmiş ziradır. Kendisi
yazdırdı ve Ali sağ eliyle yazdı. Bütün helal ve haram onun
içindedir ve insanların kendisine ihtiyaç duyduğu şeyler ve
hatta tırmalamanın cezası bile. Eliyle bana dokundu ve dedi ki:
Bana izin verir misin, Ya Ebu Muhammed! Dedim ki: Sana feda olayım! Kesinlikle
ben senin içinim, ne istersen yap. Öfkeli bir şekilde bedenime biraz
bastırdı ve hatta bunun bile cezası var dedi.
Dedim ki: Sana feda olayım! Vallahi bu ilimdir. Dedi
ki: Muhakkak ki o ilimdir ve o tamamı değildir. Sonra bir müddet
sustu ve dedi ki: Muhakkak ki Cifir bizim yanımızdadır. Kim
bildirecek ki onlara Cifir nedir? Koyun
derisi mi yoksa deve cildi mi? Dedim ki: Cifir nedir? Dedi ki: Kırmızı bir kap veya kırmızı
bir cilt. İçinde nebilerin, vasilerin ilmi ve
İsrailoğullarından geçmiş alimlerin ilmi var.
Dedim ki: Vallahi bu ilimdir. Dedi ki: Muhakkak ki o
ilimdir ve o tamamı değildir. Sonra bir müddet sustu ve dedi ki:
Muhakkak ki Fatimenin aleyhasselamın mushafı bizim
yanımızdadır. Kim bildirecek ki onlara Fatimenin mushafı
nedir? Dedim ki: Sana feda olayım! Fatime aleyhasselamın mushafı
nedir? Dedi ki: Mushaftır. Sizin bu Kuranınızın üç
katı ilim var. Vallahi içinde sizin Kuranınızdan bir harf bile
yoktur. Kesinlikle o bir şeydir ve onu Allah yazdırdı. Dedim ki:
Vallahi bu ilimdir. Dedi ki: Muhakkak ki o ilimdir ve o tamamı
değildir. Sonra bir müddet sustu ve sonra dedi ki: Muhakkak ki saat
ayağa kalkana kadar olmuş ve olacak şeylerin ilmi bizim
yanımızdadır.
Dedim ki: Sana feda olayım! Vallahi bu ilimdir. Dedi
ki: Muhakkak ki o ilimdir ve o tamamı değildir. Dedim ki: Sana feda
olayım! İlim nedir? Dedi ki: İlim,
kıyametin gününe kadar gece ve gündüz, bir işten sonra başka bir
iş ve bir şeyden sonra başka
bir şeyle ilgili vuku bulan hadisedir.
586- عَنْ
رُفَيْدٍ
مَوْلَى
أَبِي
هُبَيْرَةَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ يَا
ابْنَ رَسُولِ
اللَّهِ!
يَسِيرُ
الْقَائِمُ
بِسِيرَةِ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ فِي
أَهْلِ
السَّوَادِ؟
فَقَالَ: لَا
يَا رُفَيْدُ
إِنَّ
عَلِيَّ بْنَ
أَبِي
طَالِبٍ سَارَ
فِي أَهْلِ
السَّوَادِ
بِمَا فِي
الْجَفْرِ الْأَبْيَضِ
وَإِنَّ
الْقَائِمَ
يَسِيرُ فِي
الْعَرَبِ
بِمَا فِي
الْجَفْرِ
الْأَحْمَرِ.
قَالَ:
فَقُلْتُ
لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! وَمَا
الْجَفْرُ
الْأَحْمَرُ؟
قَالَ:
فَأَمَرَّ
إِصْبَعَهُ
إِلَى
حَلْقِهِ
فَقَالَ: هَكَذَا
يَعْنِي
الذَّبْحَ
ثُمَّ قَالَ:
يَا رُفَيْدُ
إِنَّ
لِكُلِّ
أَهْلِ
بَيْتٍ
نَجِيباً
شَاهِداً
عَلَيْهِمْ
شَافِعاً
لِأَمْثَالِهِمْ.
586-
Rufeyd şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım ey Rasûlullahın oğlu!
Kaim aleyhisselam, Ali ibni Ebu Talib aleyhisselamın Sevadın ehline
karşı ettiği hareketle mi hareket edecek? Dedi ki: Hayır ya
Rufeyd! Ali ibni Ebu Talib Sevadın ehlinin içinde Beyaz Cifirde
yazılı olan şeye göre hareket etti ama Kaim Arabın içinde
Kırmızı Cifirde yazılı olan şeye göre hareket
edecek.
Dedim ki: Sana feda olayım! Kırmızı
Cifir nedir? Parmağını boğazında gezdirerek:
İşte böyle! Yani boğazlamak. Sonra dedi ki: Ya Rufeyd! Muhakkak
ki Ehli Beytin her biri için onlara icabet eden, şahit olan ve
emsallerine şefaat eden biri vardır.
588- عَنْ
أَبِي
عُبَيْدَةَ
قَالَ:
سَأَلَ أَبَا
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
بَعْضُ
أَصْحَابِنَا
عَنِ الْجَفْرِ
فَقَالَ: هُوَ
جِلْدُ
ثَوْرٍ رَثٍّ
مَمْلُوٍّ
عِلْماً
فَقَالَ لَهُ:
فَالْجَامِعَةُ؟
قَالَ: تِلْكَ
صَحِيفَةٌ
طُولُهَا
سَبْعُونَ
ذِرَاعاً فِي
عَرْضِ
الْأَدِيمِ
مِثْلُ
فَخِذِ
الْفَالِجِ
فِيهَا
كُلَّمَا
يَحْتَاجُ
النَّاسُ إِلَيْهِ
وَلَيْسَ
مِنْ
قَضِيَّةٍ
إِلَّا وَهِيَ
فِيهَا
أَرْشُ
الْخَدْشِ.
قَالَ
لَهُ:
فَمُصْحَفُ
فَاطِمَةَ؟
فَسَكَتَ
طَوِيلًا
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّكُمْ
لَتَبْحَثُونَ
عَمَّا
تُرِيدُونَ وَعَمَّا
لَا
تُرِيدُونَ
إِنَّ
فَاطِمَةَ مَكَثَتْ
بَعْدَ
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
خَمْسَةً
وَسَبْعِينَ يَوْماً
وَقَدْ كَانَ
دَخَلَهَا
حُزْنٌ شَدِيدٌ
عَلَى
أَبِيهَا
وَكَانَ
جَبْرَئِيلُ
يَأْتِيهَا فَيُحْسِنُ
عَزَاهَا
عَلَى
أَبِيهَا
وَيُطَيِّبُ
نَفْسَهَا
وَيُخْبِرُهَا
عَنْ أَبِيهَا
وَمَكَانِهِ
وَيُخْبِرُهَا
بِمَا يَكُونُ
بَعْدَهَا
فِي
ذُرِّيَّتِهَا
وَكَانَ
عَلِيٌّ
يَكْتُبُ
ذَلِكَ
فَهَذَا مُصْحَفُ
فَاطِمَةَ.
588- Ebu Ubeyde şöyle rivayet etti: Arkadaşlarımızdan
birisi Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Cifiri sordu. Bunun
üzerine dedi ki: O ilimle dolu, yıpranmış bir
sığır derisidir. Camia nedir diye sordu? Dedi ki: O,
uzunluğu yetmiş zira olan geniş bir deri içindeki bir sahifedir.
Aynı iri bir devenin bacağının genişliği gibi
içinde insanların her zaman ihtiyaç duyduğu her şey vardır.
Hiçbir olay yoktur ki o onun içinde olmasın. Hatta tırmalamanın
cezası bile vardır.
Fatime aleyhasselamın
mushafı? diye sordu. Uzun bir müddet sustuktan sonra dedi ki: Sizler
istediğinizi ve istemediğinizi de sorup
araştırıyorsunuz. Fatime Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihiden sonra yetmiş beş gün kaldı. Babasından dolayı
şiddetli bir hüzün içindeydi. Cebrail geliyor, babasının
hüznünden dolayı ona teselli veriyor, onu hoş tutuyordu.
Babasının ve onun mekânı hakkında ve kendisinden sonra
zürriyetinin karşılaşacağı şeyleri ona haber
veriyordu ve Ali de onu yazıyordu. İşte bu Fatimenin mushafıdır.
590- عَنْ
عَبْدٍ
صَالِحٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
عِنْدِي مُصْحَفُ
فَاطِمَةَ
لَيْسَ فِيهِ
شَيْءٌ مِنَ
الْقُرْآنِ.
590- Musa el-Kâzım aleyhisselam şöyle dedi:
Fatimenin mushafı benim yanımdadır ve onda Kurandan hiçbir
şey yoktur.
595- عَنْ
رُفَيْدٍ
مَوْلَى
أَبِي
هُبَيْرَةَ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
لِي: يَا
رُفَيْدُ
كَيْفَ
أَنْتَ إِذَا
رَأَيْتَ
أَصْحَابَ
الْقَائِمِ
قَدْ ضَرَبُوا
فَسَاطِيطَهُمْ
فِي مَسْجِدِ
الْكُوفَةِ
ثُمَّ
أَخْرَجَ
الْمِثَالَ
الْجَدِيدَ
عَلَى
الْعَرَبِ
الشَّدِيدِ؟
قَالَ: قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! مَا
هُوَ؟ قَالَ: الذَّبْحُ
قَال:َ
قُلْتُ:
بِأَيِّ شَيْءٍ
يَسِيرُ
فِيهِمْ؟
بِمَا سَارَ
عَلِيُّ بْنُ
أَبِي
طَالِبٍ فِي
أَهْلِ
السَّوَادِ؟ قَالَ:
لَا يَا
رُفَيْدُ
إِنَّ
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
سَارَ بِمَا
فِي الْجَفْرِ
الْأَبْيَضِ
وَهُوَ
الْكَفُّ
وَهُوَ يَعْلَمُ
أَنَّهُ
سَيَظْهَرُ
عَلَى
شِيعَتِهِ
مِنْ بَعْدِهِ
وَأَنَّ
الْقَائِمَ
يَسِيرُ
بِمَا فِي الْجَفْرِ
الْأَحْمَرِ
وَهُوَ
الذَّبْحُ وَهُوَ
يَعْلَمُ
أَنَّهُ لَا
يَظْهَرُ
عَلَى شِيعَتِهِ.
595-
Rufeyd Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Ya Rufeyd! Kaimin ashabını, Kufenin
mescidinde çadırlarını kurmuş oldukları halde
gördüğünde nasıl olurdun? Sonra Arabın şiddetlilerine yeni
şeyler getirir. Dedim ki: Sana feda olayım! O nedir? Dedi ki: Kesmek.
Dedim ki: Hangi şeyle hareket edecek? Ali ibni Ebu Talib
aleyhisselamın Sevadın ehlinin içinde hareket ettiği şeyle
mi hareket edecek? Dedi ki: Hayır ya Rufeyd! Ali aleyhisselam Beyaz
Cifirde bildirilene göre hareket etti ve oda geri durmaktı. Çünkü O,
kendisinden sonra Şialarına arka çıkılacağını
biliyordu. Kaim Kırmızı Cifirde bildirilene göre hareket edecek
ve onda bildirilen kesmektir. Çünkü o biliyor ki Şialarına arka
çıkılmaz.
612- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
سَعِيدٍ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ
مُحَمَّدُ
بْنُ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَلِيٍّ: الْعَجَبُ
لِعَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الْحَسَنِ يَهْزَأُ
وَيَقُولُ:
هَذَا فِي
جَفْرِكُمُ الذَّيِ
تَدَّعُونَ
فَغَضِبَ
أَبُو عَبْدِ اللَّهِ
فَقَالَ:
الْعَجَبُ
لِعَبْدِ
اللَّهِ
يَقُولُ
لَيْسَ
فِينَا
إِمَامُ
صِدْقٍ وَلَيْسَ
هُوَ
بِإِمَامٍ
وَمَا كَانَ
أَبُوهُ
بِإِمَامٍ
يَزْعُمُ
أَنَّ
عَلِيَّ بْنَ
أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لَمْ يَكُنْ
إِمَاماً
وَكَذَبَ
وَأَمَّا
قَوْلُهُ فِي
الْجَفْرِ
فَإِنَّهُ
جِلْدُ
ثَوْرٍ
مَدْبُوغٌ كَالْجِرَابِ
فِيهِ كُتُبٌ
وَعِلْمُ مَا
يَحْتَاجُ
النَّاسُ
إِلَيْهِ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
مِنْ حَلَالٍ
وَحَرَامٍ
إِمْلَاءُ
رَسُولِ اللَّهِ
بِخَطِّ
عَلِيٍّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِمَا
وَفِيهِ
مُصْحَفُ
فَاطِمَةَ
عَلَيْهَا
السَّلَامُ
مَا فِيهِ
آيَةٌ مِنَ
الْقُرْآنِ
وَإِنَّ
عِنْدِي
لَخَاتَمَ
رَسُولِ
اللَّهِ
وَدِرْعَهُ
وَسَيْفَهُ
وَلِوَاهُ
وَعِنْدِي
الْجَفْرُ
عَلَى رَغْمِ
أَنْفِ مَنْ
زَعَمَ.
612- Ali ibni Said şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım Muhammed ibni
Abdullah ibni Ali dedi ki: Abdullah ibni Hasana şaşıyorum. Alay
ediyor ve diyor ki: Bu sizin iddia ettiğiniz Cifirinizdedir. Ebu Abdullah
aleyhisselam bunun üstüne gazaplandı ve dedi ki: Şaşıyorum
Abdullaha! Diyor ki: Doğruluk imamı bizde değil. O imam
değildir, babası da imam değildi. İddia ediyor ki; Ali ibni
Ebu Talib imam olmadı. Yalan konuştu. Ama onun Cifir hakkındaki
sözü ise: Cifir aynı çanta gibi tabaklanmış sığır
derisidir. İçinde kitaplar ve insanların kıyamete kadar
kendisine ihtiyaç duyduğu helalden ve haramdan ilim var. Rasûlullah
Alinin hattıyla yazdırdı sallallahu aleyhima. Ve onun içinde
Fatime aleyhasselamın mushafı var. Onda Kurandan hiçbir şey
yoktur. Rasûlullahın yüzüğü, zırhı, kılıcı
ve sancağı benim yanımda. Ve Cifir de benim yanımdadır.
İnkâr edenin burnu yere sürtse bile.
615- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
حَمْزَةَ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
وَعَلَى
آبَائِهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قِيلَ لَهُ:
إِنَّ عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
الْحَسَنِ
يَزْعُمُ
أَنَّهُ
لَيْسَ
عِنْدَهُ مِنَ
الْعِلْمِ
إِلَّا مَا
عِنْدَ
النَّاسِ فَقَالَ:
صَدَقَ
وَاللَّهِ
عَبْدُاللهِ
مَا عِنْدَهُ
مِنَ
الْعِلْمِ
إِلَّا مَا
عِنْدَ النَّاسِ
وَلَكِنْ
عِنْدَنَا
وَاللَّهِ
الْجَامِعَةُ
فِيهَا
الْحَلَالُ
وَالْحَرَامُ
وَعِنْدَنَا
الْجَفْرُ أَ
فَيَدْرِي عَبْدُ
اللَّهِ مَا
الْجِفْرِ؟
أَ مِسْكُ بَعِيرٍ
أَوْ مِسْكُ
شَاةٍ؟
وَعِنْدَنَا
مُصْحَفُ
فَاطِمَةَ أَمَا
وَاللَّهِ
مَا فِيهِ
حَرْفٌ مِنَ
الْقُرْآنِ
وَلَكِنَّهُ
إِمْلَاءُ
رَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَخَطُّ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَيْفَ يَصْنَعُ
عَبْدُ
اللَّهِ
إِذَا
جَاءَهُ النَّاسُ
مِنْ كُلِّ
فَنٍّ
يَسْأَلُونَهُ
أَ مَا
تَرْضَوْنَ
أَنْ
تَكُونُوا
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
آخِذِينَ
بِحُجْزَتِنَا
وَنَحْنُ
آخِذُونَ
بِحُجْزَةِ
نَبِيِّنَا
وَنَبِيُّنَا
آخِذٌ بِحُجْزَةِ
رَبِّهِ؟
615-
Ali ibni Ebu Hamza Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Ona denildi ki: Abdullah ibni Sinan
iddia ediyor ki, kendisinin insanların yanında olan ilimden
başka bir ilmi yokmuş. Bunun üzerine dedi ki: Vallahi Abdullah
doğru söyledi. İnsanların yanında olan ilimden başka
bir ilmi yok. Lakin Câmia bizim yanımızdadır. İçinde helal
ve haramlar var. Ve Cifir de bizim yanımızdadır. Abdullah
Cifirin ne olduğunu biliyor mu? Deve cildi mi yoksa koyun cildi mi?
Fatimenin mushafı da bizim yanımızdadır vallahi onun
içinde Kurandan bir harf dahi yoktur velakin onu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Ali
aleyhisselamın hattıyla yazdırdı. Her fenden soru sormak
için insanlar ona geldiğinde Abdullah ne yapacak. Kıyametin günü
bizim kuşağımızdan tutanlardan olmaya razı olmaz
mısınız? Bizde nebimizin kuşağından
tutanlarız nebimizde Rabbinin kuşağından tuttu.
(Bu babda konuyla
alakalı otuz dört tane rivayet vardı.)
617- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْكُتُبَ
كَانَتْ
عِنْدَ
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
فَلَمَّا سَارَ
إِلَى
الْعِرَاقِ
اسْتَوْدَعَ
الْكُتُبَ
أُمَّ
سَلَمَةَ
فَلَمَّا
مَضَى
عَلِيٌّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَانَتْ
عِنْدَ الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
مَضَى
الْحَسَنُ
كَانَتْ
عِنْدَ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
مَضَى
الْحُسَيْنُ
كَانَتْ عِنْدَ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
ثُمَّ
كَانَتْ
عِنْدَ أَبِي.
617- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Kitaplar Emîr'ül Müminîn sallallahu aleyhinin
yanındaydı. Iraka hareket ettiğinde Ummu Selemeye emanet
bıraktı. Ali aleyhisselam geçip gittiğinde Hasan aleyhisselama
geçti. Hasan geçip gittiğinde Huseyn aleyhisselama geçti. Huseyn geçip
gittiğinde Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselama geçti. Sonra da
babama geçti.
622- أَبُو
الْجَارُودِ
قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
لَمَّا
حَضَرَ مِنَ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
مَا حَضَرَ
دَعَا
فَاطِمَةَ بِنْتَهُ
فَدَفَعَ
إِلَيْهَا
كِتَاباً
مَلْفُوفاً
وَوَصِيَّةً
ظَاهِرَةً
فَقَالَ: يَا
بِنْتِي
ضَعِي هَذَا فِي
أَكَابِرِ
وُلْدِي
فَلَمَّا
رَجَعَ عَلِيُّ
بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
دَفَعَتْهُ
إِلَيْهِ
وَهُوَ
عِنْدَنَا قُلْتُ:
مَا ذَاكَ
الْكِتَابُ؟
قَالَ: مَا يَحْتَاجُ
إِلَيْهِ
وُلْدُ آدَمَ
مُنْذُ كَانَتِ
الدُّنْيَا
حَتَّى
تَفْنَى.
622- Ebu Carud Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Huseyn aleyhisselam
için vuku bulacak olan hazır olduğunda, kızı Fatimeyi
çağırdı ve ona dürülmüş bir kitap ve zahiri vasiyetini
verdi ve dedi ki: Ey kızım! Bunu evlatlarımın en
büyüklerine bırak. Ali ibni Huseyn (Zeyul Âbidin) aleyhisselam
döndüğünde ona verdi ve o şimdi bizim yanımızda. Dedim ki:
O kitap nedir? Dedi ki: Dünyanın oluşundan fani oluşuna kadar
Âdemoğullarının kendisine ihtiyaç duyduğu şey.
638- عَنْ
أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
اكْتُبْ مَا
أُمْلِي عَلَيْكَ
قَالَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا نَبِيَّ
اللَّهِ
وَتَخَافُ
عَلَيَّ النِّسْيَانَ؟
قَالَ: لَسْتُ
أَخَافُ
عَلَيْكَ
النِّسْيَانَ
وَقَدْ
دَعَوْتُ
اللَّهَ لَكَ
أَنْ
يَحْفَظَكَ
فَلَا
يَنْسَاكَ
لَكِنِ
اكْتُبْ
لِشُرَكَائِكَ
قَالَ:
قُلْتُ:
وَمَنْ
شُرَكَائِي يَا
نَبِيَّ
اللَّهِ؟
قَالَ:
الْأَئِمَّةُ
مِنْ
وُلْدِكَ
بِهِمْ
تُسْقَى
أُمَّتِي الْغَيْثَ
وَبِهِمْ
يُسْتَجَابُ
دُعَاؤُهُمْ
وَبِهِمْ يُصْرَفُ
الْبَلَاءُ
عَنْهُمْ
وَبِهِمْ
تَنْزِلُ
الرَّحْمَةُ
مِنَ
السَّمَاءِ
وَهَذَا
أَوَّلُهُمْ
أَوْمَأَ
بِيَدِهِ
إِلَى الْحَسَنِ
ثُمَّ
أَوْمَأَ
بِيَدِهِ
إِلَى الْحُسَيْنِ
ثُمَّ قَالَ:
الْأَئِمَّةُ
مِنْ وُلْدِكَ.
638- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle
dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi, Emîr'ül Müminîn aleyhisselama dedi
ki: Sana söylediklerimi yaz! Ali aleyhisselam da dedi ki: Ya Nebiyyullah!
Unutmamdan mı korkuyorsun? Dedi ki: Senin unutmandan korkmuyorum. Senin
ezberlemen ve unutmaman için Allaha dua ettim. Lakin ortakların için yaz.
Dedi ki: Ortaklarım kimdir? Ya Nebiyullah! Dedi ki: Senin
evlatlarından olan imamlardır. Ümmetim rahmet yağmurunu onlar
sayesinde içer. Dualarına onların sayesinde icabet edilir.
Onların sayesinde belalar onlardan uzaklaşır. Onların
sayesinde gökten rahmet iner. Bu onların ilkidir eliyle Hasanı
işaret etti. Sonra eliyle Huseyni işaret etti ve sonra dedi ki:
İmamlar senin evlatlarındandır.
(Bu babda konuyla alakalı yirmi
dört tane rivayet vardı.)
641- عَنِ
الْمُعَلَّى
بْنِ
خُنَيْسٍ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِذْ
أَقْبَلَ
مُحَمَّدُ بْنُ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الْحَسَنِ
فَسَلَّمَ
ثُمَّ ذَهَبَ
وَرَقَّ لَهُ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
وَدَمَعَتْ
عَيْنُهُ فَقُلْتُ
لَهُ: لَقَدْ
رَأَيْتُكَ
صَنَعْتَ بِهِ
مَا لَمْ
تَكُنْ
تَصْنَعُ؟
قَالَ: رَقَقْتُ
لَهُ
لِأَنَّهُ
يُنْسَبُ فِي
أَمْرٍ لَيْسَ
لَهُ لَمْ
أَجِدْهُ فِي
كِتَابِ
عَلِيٍّ مِنْ
خُلَفَاءِ
هَذِهِ
الْأُمَّةِ
وَلَا
مُلُوكِهَا.
641- Mualla ibni Huneys şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım. O
sırada Muhammed ibni Abdullah ibni Hasan uğradı, selam verdi ve
gitti. Ebu Abdullah aleyhisselam ona üzüldü ve gözünden yaş geldi. Dedim
ki: Seni onun için önceden yapmadığın bir şey
yaptığını gördüm. Dedi ki: Acıdım ona çünkü onun
hakkı olmayan bir işte anılıyor. Onu Alinin kitabında,
bu ümmetin ne halifelerinin ne de krallarının arasında görmedim.
643- عَنْ
فُضَيْلٍ
سُكَّرَةَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: يَا
فُضَيْلُ أَ تَدْرِي
فِي أَيِّ
شَيْءٍ
كُنْتُ
أَنْظُرُ
فِيهِ
قَبِيلُ؟
قَالَ: قُلْتُ:
لَا قَالَ:
كُنْتُ
أَنْظُرُ فِي
كِتَابِ
فَاطِمَةَ
عَلَيْهَا
السَّلَامُ
فَلَيْسَ
مَلِكٌ
يَمْلِكُ
إِلَّا
وَهُوَ فِيهِ
مَكْتُوبٌ
بِاسْمِهِ
وَاسْمِ
أَبِيهِ
فَمَا وَجَدْتُ
لِوُلْدِ
الْحَسَنِ
فِيهِ شَيْئاً.
643-
Fuzeyl Sukkere şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzuruna vardım. Bana dedi ki: Ya Fuzeyl! Biliyor
musun sen gelmeden önce neye bakıyordum? Dedim ki: Hayır. Dedi ki:
Fatime aleyhasselamın kitabına bakıyordum. Krallık yapan
hiçbir kral yoktur ki onda adı ve babasının adı geçmesin.
Hasanoğulları için onda bir şey bulamadım.
644- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَا مِنْ
نَبِيٍّ
وَلَا
وَصِيٍّ وَلَا
مَلِكٍ
إِلَّا فِي
كِتَابٍ
عِنْدِي لَا وَاللَّهِ
مَا
لِمُحَمَّدِ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الْحَسَنِ
فِيهِ اسْمٌ.
644- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dedi: Benim yanımdaki kitapta mevcut olmayan hiçbir nebi, vasi ve kral
yoktur. Vallahi Muhammed ibni Abdullah ibni Hasanın ismi onda yoktur.
647- عَنِ
الْوَلِيدِ
بْنِ صَبِيحٍ
قَالَ: قَالَ
لِي أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
يَا وَلِيدُ
إِنِّي
نَظَرْتُ فِي
مُصْحَفِ
فَاطِمَةَ
عَلَيْهَا
السَّلَامُ
فَلَمْ
أَجِدْ
لِبَنِي فُلَانٍ
فِيهِ إِلَّا
كَغُبَارِ
النَّعْلِ.
647-
Velid ibni Sabih şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselam bana dedi ki: Ya Velid! Fatimenin mushafına baktım ve
onda Falanoğulları için terliğin tozundan başka bir
şey bulamadım.
(Bu babda konuyla alakalı yedi
tane rivayet vardı.)
648- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَطَاءٍ
التَّمِيمِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ مَعَ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
فِي الْمَسْجِدِ
فَمَرَّ
عُمَرُ بْنُ
عَبْدِ الْعَزِيزِ
عَلَيْهِ
شِرَاكَا
فِضَّةٍ
وَكَانَ مِنْ
أَمْجَنِ
النَّاسِ
وَهُوَ
شَابٌّ قَالَ:
فَنَظَرَ
إِلَيْهِ
عَلِيُّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
فَقَالَ: يَا
عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
عَطَاءٍ أَ
تَرَى هَذَا
الْمُتْرِفَ
إِنَّهُ لَنْ
يَمُوتَ حَتَّى
يَلِيَ
النَّاسَ
قَالَ:
قُلْتُ: لَهُ هَذَا
الْفَاسِقُ؟
قَالَ: نَعَمْ
لَا يَلْبَثُ
فِيهِمْ
إِلَّا
يَسِيراً
حَتَّى يَمُوتَ
فَإِذَا هُوَ
مَاتَ
لَعَنَهُ
أَهْلُ السَّمَاءِ
وَاسْتَغْفَرَتْ
لَهُ أَهْلُ
الْأَرْضِ.
648- Abdullah ibni Ata Temimi şöyle rivayet etti: Ali
ibni Huseynle (Zeynul Âbidin) beraber mesciddeydim. Ömer ibni Abdulaziz geçti.
Üzerinde gümüşten bir kolye vardı. Henüz gençti ve insanların en
hayasızıydı. Ali ibni Huseyn ona baktı ve dedi ki: Ya
Abdullah ibni Ata! Bu şımarığı görüyorsun değil
mi? O insanların başına gelmeden ölmez. Dedim ki: Bu fasık
mı? Dedi ki: Evet. Ölene kadar çok kolay bir şekilde hükmeder.
Öldüğünde gök ehli ona lanet okurken, arzın ehli rahmet okur.
(Bu babda konuyla alakalı bir
tane rivayet vardı.)
649- عَنْ
حَبَابَةَ
الْوَالِبِيَّةِ
قَالَتْ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّ لِيَ
ابْنَ أَخٍ
وَهُوَ يَعْرِفُ
فَضْلَكُمْ
وَإِنِّي
أُحِبُّ أَنْ تُعْلِمَنِي
أَ مِنْ
شِيعَتِكُمْ؟
قَالَ: وَمَا
اسْمُهُ؟
قَالَتْ:
قُلْتُ:
فُلَانُ بْنُ
فُلَانٍ
قَالَتْ: فَقَالَ:
يَا
فُلَانَةُ
هَاتِ
النَّامُوسَ
فَجَاءَتْ
بِصَحِيفَةٍ
تَحْمِلُهَا
كَبِيرَةٍ
فَنَشَرَهَا
ثُمَّ نَظَرَ
فِيهَا فَقَالَ:
نَعَمْ هُوَ
ذَا اسْمُهُ
وَاسْمُ
أَبِيهِ
هَاهُنَا.
649- Hebabe Valibiyye şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Kardeşimin bir oğlu
var. O sizin faziletinizi tanıyor. Bana bildirmenizi istiyorum, o sizin
Şialarınızdan mıdır? Dedi ki: İsmi nedir? Dedim
ki: Falan ibni Falan. Dedi ki: Ya fulane! Namusu getir. O da büyük bir sahife
getirdi. Onu yaydı ve içine baktı. Sonra dedi ki: Evet onun ismi ve
babasının ismi; işte burada!
650- عَنْ
أَبِي بَكْرٍ
الْحَضْرَمِيِّ
عَنْ رَجُلٍ
مِنْ بَنِي
حَنِيفَةَ
قَالَ:
كُنْتُ مَعَ
عَمِّي
فَدَخَلَ
عَلَى
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ فَرَأَى
بَيْنَ
يَدَيْهِ
صَحَائِفَ
يَنْظُرُ
فِيهَا
فَقَالَ لَهُ:
أَيُّ شَيْءٍ
هَذِهِ
الصُّحُفُ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ؟ قَالَ:
هَذَا
دِيوَانُ
شِيعَتِنَا
قَالَ: أَ فَتَأْذَنُ
أَطْلُبُ
اسْمِي
فِيهِ؟ قَالَ:
نَعَمْ
فَقَالَ: فَإِنِّي
لَسْتُ
أَقْرَأُ
وَابْنُ
أَخِي مَعِي
عَلَى
الْبَابِ
فَتَأْذَنُ
لَهُ فَيَدْخُلُ
حَتَّى
يَقْرَأَ؟
قَالَ: نَعَمْ
فَأَدْخَلَنِي
عَمِّي
فَنَظَرْتُ
فِي الْكِتَابِ
فَأَوَّلُ
شَيْءٍ
هَجَمْتُ
عَلَيْهِ
اسْمِي
فَقُلْتُ اسْمِي
وَرَبِّ
الْكَعْبَةِ
قَالَ:
وَيْحَكَ!
فَأَيْنَ
أَنَا؟
فَجُزْتُ
بِخَمْسَةِ
أَسْمَاءَ
أَوْ سِتَّةٍ
ثُمَّ
وَجَدْتُ
اسْمَ عَمِّي.
فَقَالَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَخَذَ
اللَّهُ مِيثَاقَهُمْ
مَعَنَا
عَلَى
وَلَايَتِنَا
لَا يَزِيدُونَ
وَلَا
يَنْقُصُونَ
إِنَّ اللَّهَ
خَلَقَنَا
مِنْ أَعْلَى
عِلِّيِّينَ
وَخَلَقَ
شِيعَتَنَا
مِنْ
طِينَتِنَا
أَسْفَلَ
مِنْ ذَلِكَ
وَخَلَقَ
عَدُوَّنَا
مِنْ
سِجِّينٍ وَخَلَقَ
أَوْلِيَاءَهُمْ
مِنْهُمْ
أَسْفَلَ
مِنْ ذَلِكَ.
650- Ebu Bekir Hazremi, Hanifeoğullarından bir adamdan
şöyle rivayet etti: Amcamla beraberdim. Ali ibni Huseynin (Zeynul Âbidin)
huzuruna geçti ve onun önünde sahifeler gördü, ona bakıyordu. Dedi ki:
Sana feda olayım! Bu sahifeler de nedir? Dedi ki: Bu
Şialarımızın divanıdır. Dedi ki: Bana izin verir
misin içinde ismimi arıyım? Dedi ki: Evet. Dedi ki: Ben
okuyamıyorum. Kardeşimin oğlu benimle, kapıda bekliyor. Ona
izin ver ki gelsin okusun. Dedi ki: tamam. Bunun üzerine amcam beni içeri
soktu, kitaba baktım ve ilk hücum ettiğim şey kendi ismim oldu.
Dedim ki: Kabenin Rabbine and olsun! İşte ismim. Amcam dedi ki: Vay
olsun sana! Ben neredeyim? Beş altı isim geçtim ki amcamın
ismini buldum.
Ali ibni Huseyn aleyhisselam dedi
ki: Allah onların misakını bizimle, bizim velayetimiz üstüne
aldı. Ne artarlar ne de eksilirler. Allah bizi İlliyyinin en üstünden
yarattı ve Şialarımızı da bizim çamurumuzun daha alt
kısmından yarattı. Düşmanlarımızı da
Siccinden yarattı. Onların dostlarını da onların daha
aşağısından yarattı.
653- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
قَالَ:
خَرَجْتُ
بِأَبِي
بَصِيرٍ
أَقُودُهُ
إِلَى بَابِ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
فَقَالَ لِي:
لَا
تَتَكَلَّمْ
وَلَا تَقُلْ
شَيْئاً
فَانْتَهَيْتُ
بِهِ إِلَى
الْبَابِ
فَتَنَحْنَحَ
فَسَمِعْتُ أَبَا
عَبْدَ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فَقَالَ:
يَا
فُلَانَةُ
افْتَحِي
لِأَبِي مُحَمَّدٍ
الْبَابَ
قَالَ:
فَدَخَلْنَا
وَالسِّرَاجُ
بَيْنَ
يَدَيْهِ
فَإِذَا
سَفَطٌ
بَيْنَ يَدَيْهِ
مَفْتُوحٌ
قَالَ:
فَوَقَعَتْ
عَلَيَّ الرِّعْدَةُ
فَجَعَلْتُ
أَرْتَعِدُ
فَرَفَعَ
رَأْسَهُ
إِلَيَّ
فَقَالَ: أَ
بَزَّازٌ أَنْتَ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ
جَعَلَنِيَ
اللَّهُ
فِدَاكَ
قَالَ:
فَرَمَى
إِلَيَّ
بِمُلَاةٍ
قُوهِيَّةٍ
كَانَتْ
عَلَى
الْمِرْفَقَةِ
فَقَالَ:
اطْوِ هَذِهِ
فَطَوَيْتُهَا
ثُمَّ قَالَ:
أَ بَزَّازٌ
أَنْتَ
وَهُوَ
يَنْظُرُ فِي
الصَّحِيفَةِ؟
قَالَ:
فَازْدَدْتُ
رِعْدَةً.
قَالَ:
فَلَمَّا
خَرَجْنَا
قُلْتُ: يَا
أَبَا
مُحَمَّدٍ
مَا رَأَيْتُ
كَمَا مَرَّ
بِي
اللَّيْلَةَ
إِنِّي
وَجَدْتُ
بَيْنَ
يَدَيْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
سَفَطاً قَدْ أَخْرَجَ
مِنْهُ
صَحِيفَةً
فَنَظَرَ
فِيهَا
فَكُلَّمَا
نَظَرَ
فِيهَا
أَخَذَتْنِي الرِّعْدَةُ
قَالَ:
فَضَرَبَ
أَبُو بَصِيرٍ
يَدَهُ عَلَى
جَبْهَتِهِ
ثُمَّ قَالَ:
وَيْحَكَ! أَ
لَا أَخْبَرْتَنِي؟
فَتِلْكَ
وَاللَّهِ
الصَّحِيفَةُ
الَّتِي
فِيهَا
أَسَامِي
الشِّيعَةِ
وَلَوْ
أَخْبَرْتَنِي
لَسَأَلْتُهُ
أَنْ
يُرِيَكَ
اسَمَكَ
فِيهَا.
653- İbni Ebu Hamza şöyle rivayet etti: Ebu
Basirle dışarı çıktım ve onu Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın kapısına götürdüm. Bana dedi ki:
Konuşma ve bir şey deme. Onu kapıya ulaştırdım.
Ulaştığında kısa kısa öksürdü. Ebu Abdullah aleyhisselamı
işittim. Cariyesine dedi ki: Ya fulane! Ebu Muhammede kapıyı
aç! Biz de içeri girdik. Önünde lamba vardı ve bir de açık bir sepet
vardı. İçime bir telaş düştü ve korkuya kapıldım.
Başını bana doğru kaldırdı ve dedi ki: Sen Bezzaz
mısın? Dedim ki: Evet, Allah beni sana feda etsin! Dirseğinin
üstündeki dolu bir kumaşı bana uzattı ve dedi ki: Bunu katla!
Bende katladım. Sonra dedi ki: Sen Bezzaz mısın? (Ve o esnada
sahifelere bakıyordu.) Bunun üstüne telaşım arttı.
Oradan çıktığımızda dedim ki: Ya
Ebu Muhammed! Bu gece karşılaştığım olay gibi bir
şey görmedim. Ebu Abdullah aleyhisselamın önünde bir sepet
vardı. Ondan bir sahife çıkarttı ve ona baktı ve ona her
bakışında beni bir telaş aldı. Bunun üstüne Ebu Basir
elini alnına vurdu ve şöyle dedi: Vay olsun! Neden bana haber
vermedin? O Vallahi Şiaların isimlerinin bulunduğu sahifeydi.
Bana haber verseydin. Ondan, o sahifede sana ismini göstermesini isterdim.
655- عَنْ
دَاوُدَ
الرَّقِّيِّ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
الْحَسَنِ
الْمَاضِي
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
اسْمِي
عِنْدَكُمْ
فِي السَّفَطِ
الَّتِي
فِيهَا
أَسْمَاءُ
شِيعَتِكُمْ؟
فَقَالَ: إِي
وَاللَّهِ
فِي
النَّامُوسِ.
655- Davud Reggi şöyle rivayet etti: Ebul Hasan (Musa
el-Kâzım) aleyhisselama dedim ki: Sizin yanınızda, içinde
Şialarınızın isimleri bulunan bir sepet var. Benim ismimde
o sepette mi? Dedi ki: Evet vallahi Namustadır.
657- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
جُنْدَبٍ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
كَتَبَ
إِلَيْهِ فِي
رِسَالَةٍ
أَنَّ
شِيعَتَنَا لَمَكْتُوبُونَ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ
أَخَذَ
اللَّهُ
عَلَيْنَا وَعَلَيْهِمُ
الْمِيثَاقَ
يَرِدُونَ
مَوْرِدَنَا
وَيَدْخُلُونَ
مَدْخَلَنَا لَيْسَ
عَلَى
مِلَّةِ
الْإِسْلَامِ
غَيْرُنَا
وَغَيْرُهُمْ.
657- Abdullah ibni Cundeb şöyle rivayet etti: Ebul
Hasan Rıza aleyhisselam bana bir mektup yazarak şöyle dedi: Muhakkak
ki Şialarımızın isimleri babalarının isimleriyle
beraber yazılıdır. Allah bizim ve onların üstüne misak
aldı. Bizim ulaştığımız yere ulaşırlar
ve girdiğimiz yere girerler. Bizden ve onlardan başka kimse
İslamın milleti üzerine değildir.
(Bu babda konuyla alakalı on tane
rivayet vardı.)
659- عَنْ
سُلَيْمَانَ
بْنِ
هَارُونَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّ
الْعِجْلِيَّةَ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
الْحَسَنِ
يَدَّعِي
أَنَّ سَيْفَ
رَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عِنْدَهُ
فَقَالَ:
وَاللَّهِ
لَقَدْ
كَذَبَ فَوَ اللَّهِ
مَا هُوَ
عِنْدَهُ
وَمَا رَآهُ
بِوَاحِدَةٍ
مِنْ
عَيْنَيْهِ
قَطُّ وَلَا
رَآهُ
أَبُوهُ إِلَّا
أَنْ يَكُونَ
رَآهُ عِنْدَ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
وَإِنَّ
صَاحِبَهُ
لَمَحْفُوظٌ
وَمَحْفُوظٌ
لَهُ وَلَا
تَذْهَبَنَّ
يَمِيناً
وَلَا
شِمَالًا
فَإِنَّ
الْأَمْرَ
وَاللهِ
وَاضِحٌ
وَاللَّهِ
لَوْ أَنَّ أَهْلَ
الْأَرْضِ
اجْتَمَعُوا
عَلَى أَنْ يُحَوِّلُوا
هَذَا
الْأمْرَ
مِنْ
مَوْضِعِهِ
الَّذِي
وَضَعَهُ
اللَّهُ مَا
اسْتَطَاعُوا
وَلَوْ أَنَّ
خَلْقَ
اللَّهِ
كُلَّهُمْ
جَمِيعاً
كَفَرُوا
حَتَّى لَا
يَبْقَى
أَحَدٌ
لَجَاءَ اللَّهُ
لِهَذَا
الْأَمْرِ
بِأَهْلٍ
يَكُونُونَ
هُمْ
أَهْلَهُ.
659- Süleyman ibni Harun şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: İcliyye (Zeydiyye
mezhebinden bir grup) diyor ki: Abdullah ibni Hasan iddia ediyormuş ki
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin kılıcı onun
yanındaymış. Dedi ki: Vallahi yalan konuşmuş! Vallahi
onun yanında değil! Kesinlikle iki gözünden biriyle bile görmedi.
Babası da görmedi. Sadece Ali ibni Huseynin yanında görmüş
olabilir. Kılıcın sahibi korunmaktadır ve kılıç
da sahibi için korunmaktadır. Sağa sola gitmesine gerek yok, iş
çok açık. Vallahi arzın ehli Allahın bu yere koyduğu bu
işi kendi yerinden başka bir yere götürmek için toplansa
başaramazlar. Allahın yarattıklarının hepsi topluca
kafir olsalar ve bir kimse dahi kalmasa bile Allah bu iş için bu işin
ehlini getirir.
663- عَنْ
أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
السِّلَاحَ
فِينَا
كَمَثَلِ
التَّابُوتِ
فِي بَنِي
إِسْرَائِيلَ
كَانَ حَيْثُ
مَا دَارَ
التَّابُوتُ
فَثَمَّ
الْمُلْكُ
وَحَيْثُ مَا
دَارَ
السِّلَاحُ
فَثَمَّ
الْعِلْمُ.
663-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
silahın bizdeki konumu, tabutun İsrailoğullarındaki konumu
gibidir. Tabut nereye dönerse, krallık oradadır. Silah da nereye
dönerse ilim oradadır.
666- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
لَمَّا
قُبِضَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَرِثَ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عِلْمَهُ وَسِلَاحَهُ
وَمَا
هُنَالِكَ
ثُمَّ صَارَ
إِلَى
الْحَسَنِ
وَالْحُسَيْنِ
ثُمَّ صَارَ إِلَى
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِمُ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ.
666- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi vefat ettiğinde Ali
aleyhisselam ilmine, silahına ve orada ne varsa onlara mirasçı oldu.
Sonra Hasana sonra Huseyne geçti. Sonra da Ali ibni Huseyne (Zeynul Âbidin)
geçti aleyhimussalatu vesselam.
670- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
عِنْدِي
لَخَاتَمَ
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَدِرْعَهُ
وَسَيْفَهُ
وَلِوَاهُ.
670-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin yüzüğü benim
yanımdadır. Zırhı, kılıcı ve
sancağı da.
678- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
السِّلَاحُ
فِينَا
بِمَنْزِلَةِ
التَّابُوتِ
إِذَا وُضِعَ
التَّابُوتُ
عَلَى بَابِ
رَجُلٍ مِنْ
بَنِي
إِسْرَائِيلَ
وَعَلِمَ
بَنُو
إِسْرَائِيلِ
أَنَّهُ وَقَدْ
أُوتِيَ
الْمُلْكَ
وَكَذَلِكَ
السِّلَاحُ
حَيْثُ مَا
دَارَتْ
دَارَتِ
الْإِمَامَةُ.
678- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Silah bizde tabut konumundadır. Tabut İsrailoğullarından
bir adamın kapısına konulduğunda,
İsrailoğulları ona krallık verildiğini bilirdi.
Aynı öyle. Silah nereye dönerse imamet de oraya döner.
680- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
الْإِمَامُ
يُعْرَفُ
بِثَلَاثِ
خِصَالٍ إِنَّهُ
أَوْلَى
النَّاسِ
بِالَّذِي
كَانَ
قَبْلَهُ وَعِنْدَهُ
سِلَاحُ
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَعِنْدَهُ
الْوَصِيَّةُ
وَهُوَ
الَّذِي
قَالَ
اللَّهُ تَعَالَى: (إِنَّ
اللَّهَ
يَأْمُرُكُمْ
أَنْ
تُؤَدُّوا
الْأَماناتِ
إِلى
أَهْلِها)
وَقَالَ:
السِّلَاحُ
فِينَا
بِمَنْزِلَةِ
التَّابُوتِ
فِي بَنِي
إِسْرَائِيلَ
يَدُورُ
الْمُلْكُ حَيْثُ
دَارَ
السِّلَاحُ
كَمَا كَانَ
يَدُورُ
حَيْثُ دَارَ
التَّابُوتُ.
680- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dedi: İmam üç özellikle tanınır: O, kendisinden önceki imama
insanların en evlasıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin silahı ve vasiyyet onun yanındadır. Onun hakkında
Allahu Teala dedi ki: (Muhakkak
ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. Nisa 58)
Silah bizde İsrailoğullarındaki tabut konumundadır.
Krallık silahın döndüğü yere döner, aynı tabutun
döndüğü gibi.
694- عَنْ
سُلَيْمَانَ
بْنِ خَالِدٍ
قَالَ:
قُلْتُ: إِنَّ
الْعِجْلِيَّةَ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ
سِلَاحَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عِنْدَ
وُلْدِ الْحَسَنِ؟
قَالَ:
كَذَبُوا
وَاللَّهِ
قَدْ كَانَ
لِرَسُولِ
اللَّهِ
سَيْفَانِ
وَفِي
أَحَدِهِمَا
عَلَامَةٌ
فِي
مَيْمَنَتِهِ
فَلْيُخْبِرُوا
بِعَلَامَتِهِمَا
وَأَسْمَائِهِمَا
إِنْ كَانُوا
صَادِقِينَ
وَلَكِنْ لَا
أُزْرِي
ابْنَ عَمِّي
قَالَ:
قُلْتُ: وَمَا
اسْمُهَا؟
فَقَالَ:
اسْمُ
أَحَدَهُمَا
الرَّسُومُ
وَالْآخَرُ
مِخْذَمٌ.
694- Süleyman ibni Halit şöyle rivayet etti: Dedim ki:
İcliyye Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin silahının
Hasanoğullarında olduğunu iddia ediyor. Dedi ki: Vallahi yalan
söylüyorlar! Rasûlullahın iki tane kılıcı vardı.
Birinin sağ tarafında da alamet vardı. Eğer doğru
söylüyorlarsa, alametini ve o ikisinin ismini söylesinler. Velakin amcamın
oğlunu küçük düşürmek istemiyorum. Dedim ki: O iki
kılıcın ismi nedir? Dedi ki: Birinin ismi Resum diğerinin
ki Mihzem.
709- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
خَرَجَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
ذَاتَ
لَيْلَةٍ
عَلَى
أَصْحَابِهِ
بَعْدَ
عَتَمَةٍ
وَهُمْ فِي
الرَّحْبَةِ
وَهُوَ
يَقُولُ:
هَمْهَمَةٌ
هَمْهَمَةٌ
فِي لَيْلَةٍ
مُظْلِمَةٍ
خَرَجَ
عَلَيْكُمُ
الْإِمَامُ
وَعَلَيْهِ
قَمِيصُ
آدَمَ وَفِي
يَدِهِ
خَاتَمُ
سُلَيْمَانَ
وَعَصَى
مُوسَى
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
709-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Emîr'ül
Müminîn aleyhisselam bir gece yatsı vaktinden sonra ashabının
yanına çıktı. Onlar açık bir alandaydılar. Şöyle
diyordu: Mırıldanma! Mırıldanma! Gecenin
karanlığında imam size doğru çıktı, üstünde
Âdemin gömleği, elinde de Süleymanın yüzüğü ve Musa
aleyhisselamın asası var.
715- عَنِ
الْمُفَضَّلِ
الْجُعْفِيِّ
أَظُنُّهُ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ: أَ
تَدْرِي مَا
كَانَ
قَمِيصُ
يُوسُفَ؟ قَالَ:
قُلْتُ: لَا
قَالَ: إِنَّ
إِبْرَاهِيمَ
لَمَّا
أُوقِدَ لَهُ
النَّارُ
أَتَاهُ جَبْرَئِيلُ
بِثَوْبٍ
مِنْ ثِيَابِ
الْجَنَّةِ
فَأَلْبَسَهُ
إِيَّاهُ فَلَمْ
يَضُرَّهُ
مَعَهُ حَرٌّ
وَلَا بَرْدٌ
فَلَمَّا
حَضَرَ
إِبْرَاهِيمَ
الْوَفَاةُ
جَعَلَهُ
فِي
تَمِيمَةٍ
وَعَلَّقَهَا
عَلَى إِسْحَاقَ
وَعَلَّقَهَا
إِسْحَاقُ
عَلَى يَعْقُوبَ
فَلَمَّا
وُلِدَ
يُوسُفُ
عَلَّقَهَا عَلَيْهِ
وَكَانَ فِي
عَضُدِهِ
حَتَّى كَانَ
مِنْ
أَمْرِهِ مَا
كَانَ
فَلَمَّا
أَخْرَجَ يُوسُفُ
بِمِصْرَ
الْقَمِيصَ
مِنَ
التَّمِيمَةِ
وَجَدَ
يَعْقُوبُ
رِيحَهُ
فَهُوَ قَوْلُهُ: (إِنِّي
لَأَجِدُ
رِيحَ
يُوسُفَ لَوْ
لا أَنْ
تُفَنِّدُونِ) فَهُوَ
ذَلِكَ
الْقَمِيصُ
الَّذِي
أُنْزِلَ
بِهِ مِنَ
الْجَنَّةِ
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
فَإِلَى مَنْ
صَارَ ذَلِكَ
الْقَمِيصُ؟
فَقَالَ:
إِلَى
أَهْلِهِ ثُمَّ
قَالَ: كُلُّ
نَبِيٍّ
وَرَّثَ
عِلْماً أَوْ
غَيْرَهُ
فَقَدِ
انْتَهَى
إِلَى مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَهْلِ
بَيْتِهِ.
715-
Mufaddal Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Biliyor musun Yusufun gömleği neydi? Dedim
ki: Hayır. Dedi ki: İbrahim için ateş
yakıldığında, Cebrail ona cennet giysilerinden bir giysi
getirdi. Onu, ona giydirdi ve o giysiyle ne sıcak ne de soğuk ona zarar
vermezdi. İbrahim ölüme hazırlandığında, onu muska
içine yerleştirdi ve İshakın üzerine astı. İshak da
onu Yakubun üzerine astı. Yusuf doğduğunda, O da onun üzerine
astı. Onun pazusundaydı. Ta ki o iş olana kadar onun
pazusundaydı. Yusuf onu Mısırda muskadan
çıkardığında, Yakup onun kokusunu hissetti. Onun delili
şu sözüdür: (Bana bunamış demezseniz ben Yusufun
kokusunu hissediyorum. Nisa 94) O gömlek cennetten
indirilen gömlektir. Dedim ki: Sana feda olayım! O gömlek kime
ulaştı? Dedi ki: Ehline ulaştı her nebinin miras
bıraktığı ilmi ve onun dışındakiler,
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye ve Ehli Beytine ulaştı.
(Bu babda konuyla alakalı elli
yedi tane rivayet vardı.)
717- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
حَدَّثَنِي
أَبِي
عَمَّنْ
ذَكَرَهُ
قَالَ: خَرَجَ
عَلَيْنَا
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَفِي يَدِهِ
الْيُمْنَى
كِتَابٌ
وَفِي يَدِهِ
الْيُسْرَى
كِتَابٌ
فَنَشَرَ
الْكِتَابَ
الَّذِي فِي
يَدِهِ
الْيُمْنَى
فَقَرَأَ: بِسْمِ
اللَّهِ
الرَّحْمَنِ
الرَّحِيمِ كِتَابٌ
لِأَهْلِ
الْجَنَّةِ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ
وَقَبَائِلِهِمْ
لَا يُزَادُ
فِيهِمْ
وَاحِدٌ
وَلَا يَنْقُصُ
مِنْهُمْ
وَاحِدٌ
قَالَ: ثُمَّ
نَشَرَ
الَّذِي
بِيَدِهِ الْيُسْرَى
فَقَرَأَ
كِتَابٌ مِنَ
اللَّهِ الرَّحْمَنِ
الرَّحِيمِ
لِأَهْلِ
النَّارِ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ
وَقَبَائِلِهِمْ
لَا يُزَادُ
فِيهِمْ وَاحِدٌ
وَلَا
يَنْقُصُ
مِنْهُمْ
وَاحِدٌ.
717-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Babam
adını zikrettiği birisinden şöyle nakletti: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi bize doğru geldi. Sağ ve sol elinde kitap
vardı. Sağ elindeki kitabı açtı ve okudu: Bismillahir
Rahmanir Rahim. Cennetin ehlinin, babalarının ve kabilelerinin
isimlerinin yazılı olduğu kitaptır. Onlardan ne bir
kişi artar ne de bir kişi eksilir. Sonra sol elindeki kitabı
açtı ve okudu: Bismillahir Rahmanir Rahim. Cehennemin ehlinin,
babalarının ve kabilelerinin isimlerinin yazılı olduğu
kitaptır. Onlardan ne bir kişi artar ne de bir kişi eksilir.
718- عَنِ
الْأَعْمَشِ
قَالَ: قَالَ
الْكَلْبِيُّ:
يَا أَعْمَشُ
أَيُّ شَيْءٍ
أَشَدُّ مَا
سَمِعْتَ
مِنْ
مَنَاقِبِ عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قَالَ: فَقَالَ:
حَدَّثَنِي
مُوسَى بْنُ
طَرِيفٍ عَنْ
عَبَايَةَ
قَالَ:
سَمِعْتُ
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَهُوَ
يَقُولُ:
أَنَا
قَسِيمُ
النَّارِ
فَمَنْ
تَبِعَنِي فَهُوَ
مِنِّي
وَمَنْ
عَصَانِي
فَهُوَ مِنْ
أَهْلِ
النَّارِ
فَقَالَ
الْكَلْبِيُّ:
عِنْدِي
أَعْظَمُ
مِمَّا
عِنْدَكَ
أَعْطَى رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كِتَاباً
فِيهِ
أَسْمَاءُ
أَهْلِ
الْجَنَّةِ
وَأَسْمَاءِ
أَهْلِ النَّارِ
فَوَضَعَهُ
عِنْدَ أُمِّ
سَلَمَةَ
فَلَمَّا
وَلَّى أَبُو
بَكْرٍ
طَلَبَهُ فَقَالَتْ:
لَيْسَ لَكَ
فَلَمَّا
وَلَّى عُمَرُ
طَلَبَهُ
فَقَالَتْ:
لَيْسَ لَكَ
فَلَمَّا
وَلَّى عُثْمَانُ
طَلَبَهُ
فَقَالَتْ:
لَيْسَ لَكَ
فَلَمَّا
وَلَّى
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
دَفَعَتْهُ
إِلَيْهِ.
718-
Ameş şöyle rivayet etti: Kelbi dedi ki: Ya Ameş! Ali
aleyhisselamın menakiblerinden işittiğin en şiddetli
olanı hangisidir? Ameş: Musa ibni Zarif Abayeden işittim.
Dediki: Ali aleyhisselamdan şöyle işittim: Cenhennemin bölücüsü
benim. Kim bana tabi olursa o bendendir ve kim de bana asi olursa o da
ateşin ehlindendir. Kelbi dedi ki: Sen de olandan daha azimini biliyorum.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselama bir kitap verdi.
İçinde cennetin ehlinin ve ateşin ehlinin isimleri vardı. Onu
Ummu Selemenin yanına bıraktı. Ebu Bekir işin
başına geçtiğinde, Ummu Seleme ona dedi ki: Bu senin değil.
Ömer işin başına geçtiğinde onu istedi ona da senin
değil dedi. Osman işin başına geçtiğinde onu istedi,
ona da senin değil dedi. Ali aleyhisselam işin başına
geçtiğinde onu, ona verdi.
719- جَعْفَرُ
بْنُ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: خَطَبَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
النَّاسَ
ثُمَّ رَفَعَ
يَدَهُ
الْيُمْنَى
قَابِضاً
عَلَى
كَفِّهِ قَالَ:
أَ تَدْرُونَ
مَا فِي
كَفِّي؟
قَالُوا: اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
أَعْلَمُ
فَقَالَ: فِيهَا
أَسْمَاءُ
أَهْلِ
الْجَنَّةِ
وَأَسْمَاءُ
آبَائِهِمْ
وَقَبَائِلِهِمْ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
ثُمَّ رَفَعَ
يَدَهُ
الْيُسْرَى
فَقَالَ:
أَيُّهَا
النَّاسُ أَ
تَدْرُونَ
مَا فِي
يَدِي؟
قَالُوا:
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
أَعْلَمُ
فَقَالَ:
فِيهَا
أَسْمَاءُ
أَهْلِ النَّارِ
وَأَسْمَاءُ
آبَائِهِمْ
وَقَبَائِلِهِمْ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
ثُمَّ قَالَ:
حَكَمَ
اللَّهُ
وَعَدَلَ
وَحَكَمَ
اللَّهُ
وَعَدَلَ
وَحَكَمَ
اللَّهُ
وَعَدَلَ فَرِيقٌ
فِي
الْجَنَّةِ
وَفَرِيقٌ
فِي السَّعِيرِ.
719- Cafer ibni Muhammed (es-Sadık) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi insanlara hitap etti ve
sonra avucu kapalı bir şekilde sağ elini kaldırıp
şöyle dedi: Biliyor musunuz avucumda ne var? Dediler ki: Allah ve onun
resulü daha iyi bilir. Dedi ki: İçinde kıyametin gününe kadar olan
cennetin ehlinin, babalarının ve kabilelerinin isimleri var. Sonra
sol elini kaldırdı ve şöyle dedi: Ey insanlar! Elimde ne
olduğunu biliyor musunuz? Dediler ki: Allah ve onun resulu daha iyi bilir.
Dedi ki: İçinde kıyametin gününe kadar olan ateşin ehlinin,
babalarının ve kabilelerinin isimleri var. Sonra şöyle dedi:
Allah hükmetti ve adil davrandı! Allah hükmetti ve adil davrandı!
Allah hükmetti ve adil davrandı! Bir grup cennettedir, bir grup da
cehennemdedir.
721- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
انْتَهَى
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
إِلَى
السَّمَاءِ
السَّابِعَةِ
وَانْتَهَى
إِلَى
سِدْرَةِ
الْمُنْتَهَى
قَالَ:
فَقَالَتِ
السِّدْرَةُ:
مَا جَازَنِي
مَخْلُوقٌ
قَبْلَكَ (ثُمَّ
دَنا
فَتَدَلَّى
فَكانَ قابَ
قَوْسَيْنِ
أَوْ أَدْنى
فَأَوْحى إِلَىٰ
عَبْدِهِۦ
مَآ أَوْحَىٰ)
قَالَ:
فَدَفَعَ
إِلَيْهِ
كِتَابَ
أَصْحَابِ
الْيَمِينِ
وَكِتَابَ
أَصْحَابِ
الشِّمَالِ فَأَخَذَ
كِتَابَ
أَصْحَابِ
الْيَمِينِ
بِيَمِينِهِ
وَفَتَحَهُ
وَنَظَرَ
فِيهِ فَإِذَا
فِيهِ
أَسْمَاءُ
أَهْلِ
الْجَنَّةِ وَأَسْمَاءُ
آبَائِهِمْ
وَقَبَائِلِهِمْ
قَالَ:
وَفَتَحَ
كِتَابَ
أَصْحَابِ
الشِّمَالِ
وَنَظَرَ
فِيهِ فَإِذَا
فِيهِ
أَسْمَاءُ
أَهْلِ
النَّارِ وَأَسْمَاءُ
آبَائِهِمْ
وَقَبَائِلِهِمْ
ثُمَّ نَزَلَ
وَمَعَهُ
الصَّحِيفَتَانِ
فَدَفَعَهُمَا
إِلَى
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
721- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve alihi yedinci semaya
ulaştı ve Sidretul Muntehaya ulaştı. Sidretul Munteha dedi
ki: Senden önce hiçbir mahluk beni geçmedi. (Sonra
yaklaştı, derken sarkı verdi* Böylece iki yay kadar veya daha
yakınlaştı *Böylece Allah kuluna vahyettiğini vahyetti.
Necim 8- 10) Ona sağın
ashabının ve solun ashabının kitabı verildi.
Sağın ashabının kitabını sağ eliyle
aldı. Onu açtı ve baktı ve içinde cennetin ehlinin,
babalarının ve kabilelerinin isimlerini buldu. Solun
ashabının kitabını açtı. İçine baktı ve içinde
ateşin ehlinin, babalarının ve kabilelerinin isimlerini buldu.
Sonra o iki sahifeyle indi ve o ikisini Ali ibni Ebu Talib aleyhisselama verdi.
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
722- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ أَنَّهُ
قَالَ: مَا
يَسْتَطِيعُ
أَحَدٌ أَنْ
يَدَّعِيَ أَنَّهُ
جَمَعَ
الْقُرْآنَ
كُلَّهُ
ظَاهِرَهُ
وَبَاطِنَهُ
غَيْرُ
الْأَوْصِيَاءِ.
722- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Vasilerden başka kimse Kuranın hepsini, zahirini
ve batınını topladığını iddia edemez.
723- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
مَا ادَّعَى
أَحَدٌ مِنَ
النَّاسِ يَقُولُ
أَنَّهُ
جَمَعَ
الْقُرْآنَ
كُلَّهُ كَمَا
أَنْزَلَ
اللَّهُ
إِلَّا
كَذَّابٌ وَمَا
جَمَعَهُ
وَمَا
حَفِظَهُ
كَمَا أَنْزَلَ
اللَّهُ
إِلَّا
عَلِيُّ بْنُ
أَبِي طَالِبٍ
وَالْأَئِمَّةُ
مِنْ بَعْدِه.
723-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi:
İnsanlardan birisi: Kuranın hepsini Allahın indirdiği
gibi topladım derse çok yalancıdır. Allahın indirdiği
gibi Ali ibni Ebu Talib ve ondan sonra da imamlardan başkası onu
toplamadı ve korumadı.
724- عَنْ
سَالِمِ بْنِ
أَبِي سملة
قَالَ:
قَرَأَ
رَجُلٌ عَلَى
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَأَنَا
أَسْمَعُ حُرُوفاً
مِنَ الْقُرْآنِ
لَيْسَ عَلَى
مَا
يَقْرَؤُهَا
النَّاسُ
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَهْ مَهْ
كُفَّ عَنْ
هَذِهِ
الْقِرَاءَةِ
اقْرَأْ
كَمَا
يَقْرَأُ النَّاسُ
حَتَّى
يَقُومَ
الْقَائِمُ
فَإِذَا
قَامَ قَرَأَ
كِتَابَ
اللَّهِ
عَلَى حَدِّهِ
وَأَخْرَجَ
الْمُصْحَفَ
الَّذِي
كَتَبَهُ
عَلِيٌّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَقَالَ:
أَخْرَجَهُ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِلَى النَّاسِ
حَيْثُ
فَرَغَ
مِنْهُ
وَكَتَبَهُ
فَقَالَ
لَهُمْ: هَذَا
كِتَابُ
اللَّهِ
كَمَا أَنْزَلَ
اللَّهُ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَقَدْ جَمَعْتُهُ
بَيْنَ اللَّوْحَيْنِ
قَالُوا: هُوَ
ذَا عِنْدَنَا
مُصْحَفٌ
جَامِعٌ
فِيهِ
الْقُرْآنُ
لَا حَاجَةَ
لَنَا فِيهِ
قَالَ: أَمَا
وَاللَّهِ لَا
تَرَوْنَهُ
بَعْدَ
يَوْمِكُمْ
هَذَا أَبَداً
إِنَّمَا
كَانَ
عَلَيَّ أَنْ
أُخْبِرَكُمْ
بِهِ حِينَ
جَمَعْتُهُ
لِتَقْرَؤُوهُ.
724-
Salim ibni Ebu Seleme şöyle rivayet etti: Adamın birisi Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Kurandan ayetler okudu ve ben
dinliyordum. Ama insanların okuduğu gibi okumadı. Ebu Abdullah
aleyhisselam dedi ki: Bırak! Bırak! Bu okuyuşu terk et! Kaim
kıyam edene kadar insanların okuduğu gibi oku! Kıyam
ettiğinde Allahın kitabını kendi haddinde okuyacak. Bir
mushaf çıkartacak ki onu Ali aleyhisselam yazmıştır. Ali
aleyhisselam yazıp bitirdikten sonra onu insanlara sundu ve şöyle
dedi: Bu Allahın kitabıdır. Muhammede indirdiği gibi. Onu
iki cilt arasında topladım. Dediler ki: Bizde içinde Kuran olan bir
mushaf var. Senin getirdiğine ihtiyacımız yok. Dedi ki: Onu
topladığımda okuyasınız diye size haber vermem
gerekiyordu. Vallahi bu gününüzden sonra onu ebediyyen göremeyeceksiniz.
728- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
وَاللَّهِ
إِنِّي
لَأَعْلَمُ
كِتَابَ
اللَّهِ مِنْ
أَوَّلِهِ
إِلَى
آخِرِهِ كَأَنَّهُ
فِي كَفِّي
فِيهِ خَبَرُ
السَّمَاءِ
وَخَبَرُ
الْأَرْضِ
وَخَبَرُ مَا
يَكُونُ
وَخَبَرُ مَا هُوَ
كَائِنٌ
قَالَ
اللَّهُ: (فِيهِ
تِبْيَانُ
كُلِّ شَيْءٍ).
728-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Vallahi ben
Allahın kitabını sanki avucumun içindeymiş gibi
başından sonuna kadar biliyorum. Onun içinde semanın haberi ve yeryüzünün
haberi vardır. Olan şeylerin haberi ve olacak şeylerin haberi
vardır. Allah şöyle buyurdu: (Onun içinde her şeyin
açıklaması vardır.)
(Bu babda konuyla alakalı yedi
tane rivayet vardı.)
729- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
مِنْ عِلْمِ
مَا
أُوتِينَا تَفْسِيرَ
الْقُرْآنِ
وَأَحْكَامَهُ
وَعِلْمَ
تَغْيِيرِ
الزَّمَانِ
وَحَدَثَانِهِ
وَإِذَا
أَرَادَ
اللَّهُ
بِقَوْمٍ
خَيْراً
أَسْمَعَهُمْ
وَلَوْ
أَسْمَعَ
مَنْ لَمْ يَسْمَعْ
لَوَلَّى
مُعْرِضاً
كَأَنْ لَمْ يَسْمَعْ
ثُمَّ
أَمْسَكَ
هُنَيْئَةً
ثُمَّ قَالَ:
لَوْ
وَجَدْنَا
وِعَاءً أَوْ
مُسْتَرَاحاً
لَقُلْنَا وَاللَّهُ
الْمُسْتَعانُ.
729- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Bize
verilen ilimler arasında, Kuranın tefsiri ve hükümleri ile
zamanın ve olayların değişmesinin ilmi vardır. Allah,
bir topluluğa hayır dilerse, onlara işittirir. Dinlemeyenlere işittirse bile, onlar hiç
dinlememişler gibi dönüp yüz çevirirler. Sonra bir müddet
sustu ve sonra şöyle dedi: Eğer
sır tutan veya güvenebileceğimiz kimseleri bulsaydı derdik. Yardım,
Allahtan dilenir.
731- قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِعَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا عَلِيُّ
أَنْتَ
تُعَلِّمُ
النَّاسَ تَأْوِيلَ
الْقُرْآنِ
بِمَا لَا
يَعْلَمُونَ
فَقَالَ
عَلَيٌ: مَا
أُبَلِّغُ
رِسَالَتَكَ
بَعْدَكَ يَا
رَسُولَ اللَّهِ؟
قَالَ:
تُخْبِرُ
النَّاسَ
بِمَا أَشْكَلَ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
تَأْوِيلِ
الْقُرْآنِ.
731-
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Ya Ali! İnsanlara
bilmedikleri konularda Kuranın tevilini sen öğretirsin. Dedi ki: Ya
Rasûlullah! Senden sonra senin risaletini tebliğ ederim değil mi?
Dedi ki: Kuranı tevilinden insanlara anlaşılmaz gelenleri
onlara haber verirsin.
733-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
لِلْقُرْآنِ
تَأْوِيلًا
فَمِنْهُ مَا
قَدْ جَاءَ
وَمِنْهُ مَا
لَمْ يَجِئْ فَإِذَا
وَقَعَ
التَّأْوِيلُ
فِي زَمَانِ إِمَامٍ
مِنَ
الْأَئِمَّةِ
عَرَفَهُ
إِمَامُ
ذَلِكَ
الزَّمَانِ.
733-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Kuranın
tevili vardır. Ondan bazısı vuku buldu ve bazısı da
vuku bulmadı. Tevil imamlardan bir imamın hakimiyetinde vuku bulursa
o zamanın imamı onu tanır.
735- عَنْ
فُضَيْلِ
بْنِ يَسَارٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ هَذِهِ
الرِّوَايَةِ:
(مَا مِنَ
الْقُرْآنِ
آيَةٌ إِلَّا
وَلَهَا
ظَهْرٌ
وَبَطْنٌ)؟
فَقَالَ: ظَهْرُهُ
تَنْزِيلُهُ
وَبَطْنُهُ
تَأْوِيلُهُ
مِنْهُ مَا
قَدْ مَضَى
وَمِنْهُ مَا
لَمْ يَكُنْ
يَجْرِي
كَمَا
يَجْرِي
الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ
كَمَا جَاءَ
تَأْوِيلُ
شَيْءٍ
مِنْهُ يَكُونُ
عَلَى
الْأَمْوَاتِ
كَمَا
يَكُونُ عَلَى
الْأَحْيَاءِ
قَالَ
اللَّهُ: (وَ
ما يَعْلَمُ
تَأْوِيلَهُ
إِلَّا اللَّهُ
وَالرَّاسِخُونَ
فِي
الْعِلْمِ) نَحْنُ
نَعْلَمُهُ.
735- Fuzeyl ibni Yesar şöyle rivayet eder: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama bu rivayeti sordum: Kuranda hiçbir
ayet yoktur ki onun bir zahiri ve bir batını olmasın. Dedi ki:
Zahiri tenzilidir batını ise tevilidir. Ondan bir kısmı
geçmiştir bir kısmı da olmamıştır. Güneşin
ve Ayın akması gibi akar. Onun tevilinden gelen bir şeyin
ölüler hakkındaki geçerliliği, diriler hakkındaki
geçerliliği gibidir. Allahu Tealanın dediği gibi: (Onun
tevilini ancak Allah ve ilimde derinleşenler bilir)(Â-li İmran 7). Biz onu biliyoruz.
738-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: كِتَابُ
اللَّهِ
فِيهِ نَبَأُ
مَا
قَبْلَكُمْ وَخَبَرُ
مَا
بَعْدَكُمْ
وَفَصْلُ مَا
بَيْنَكُمْ
وَنَحْنُ
نَعْلَمُهُ.
738- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Allahın kitabı, onda sizden öncekilerin ve sizden
sonrakilerin haberi ve aranızdaki ayrım vardır. Biz onu
biliyoruz.
(Bu babda konuyla alakalı on tane
rivayet vardı.)
740- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَدْ
وَلَّدَنِي
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَنَا
أَعْلَمُ
كِتَابَ اللَّهِ
وَفِيهِ
بَدْءُ
الْخَلْقِ
وَمَا هُوَ
كَائِنٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
وَفِيهِ
خَبَرُ
السَّمَاءِ
وَخَبَرُ
الْأَرْضِ
وَخَبَرُ
الْجَنَّةِ
وَخَبَرُ
النَّارِ
وَخَبَرُ مَا
كَانَ
وَخَبَرُ مَا
هُوَ كَائِنٌ
أَعْلَمُ ذَلِكَ
كَأَنَّمَا
أَنْظُرُ
إِلَى كَفِّي
إِنَّ
اللَّهَ
يَقُولُ: (فِيهِ
تِبْيَانُ
كُلِّ شَيْءٍ).
740- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Beni Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi büyüttü ve ben Allahın
kitabını biliyorum. İçinde yaratılışın
başlangıcı ve kıyametin gününe kadar olacak şeyler
var. İçinde semanın ve arzın haberi var. Cennetin ve cehennemin
haberi var. İçinde olan ve olacak şeylerin haberi var. Onları
sanki avucumun içine bakıyormuş gibi biliyorum. Muhakkak ki Allah
diyor ki: (Onda her şeyin açıklaması var.)
741- عَنْ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ:
كُنْتُ إِذَا
سَأَلْتُ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
أَجَابَنِي وَإِنْ
فَنِيَتْ
مَسَائِلِي
ابْتَدَأَنِي
فَمَا
نَزَلَتْ
عَلَيْهِ
آيَةٌ فِي
لَيْلٍ وَلَا
نَهَارٍ
وَلَا
سَمَاءٍ
وَلَا أَرْضٍ
وَلَا
دُنْيَا
وَلَا
آخِرَةٍ
وَلَا
جَنَّةٍ وَلَا
نَارٍ وَلَا
سَهْلٍ وَلَا
جَبَلٍ وَلَا
ضِيَاءٍ
وَلَا
ظُلْمَةٍ
إِلَّا
أَقْرَأَنِيهَا
وَأَمْلَاهَا
عَلَيَّ
وَكَتَبْتُهَا
بِيَدِي وَعَلَّمَنِي
تَأْوِيلَهَا
وَتَفْسِيرَهَا
وَمُحْكَمَهَا
وَمُتَشَابِهَهَا
وَخَاصَّهَا
وَعَامَّهَا
وَكَيْفَ
نَزَلَتْ وَأَيْنَ
نَزَلَتْ
وَفِيمَنْ
أُنْزِلَتْ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
وَدَعَا
اللَّهَ لِي
أَنْ
يُعْطِيَنِي
فَهْماً
وَحِفْظاً فَمَا
نَسِيتُ
آيَةً مِنْ
كِتَابِ
اللَّهِ
وَلَا عَلَى
مَنْ أُنْزِلَتْ
إِلَّا
أَمْلَاهُ
عَلَيَّ.
741-
Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihiye soru sorduğumda cevap verirdi. Eğer sorularım
son bulsa ona inen hiçbir ayet yoktur ki ister gece ister gündüz, ister semada
ister arzda, ister dünya hakkında ister ahiret hakkında, ister cennet
ister ateş hakkında, ister düzlükte ister dağlıkta, ister
aydınlıkta ister karanlıkta mutlaka onu bana okur ve
yazdırırdı, ben de elimle yazardım. Bana kıyametin
gününe kadar tevilini ve tefsirini, muhkemini ve muteşabihini, has
olanını ve genel olanını, nasıl indi, nerede indi,
kimin hakkında indirildiğini öğretti. Bana algılama ve
hafıza vermesi için Allaha dua etti. Allahın kitabından bir
ayet bile kimin hakkında indiğini unutmadım ve mutlaka onu
yazdırdı.
742- عَنْ يَعْقُوبُ
بْنِ
جَعْفَرٍ
قَالَ:
كُنْتُ مَعَ
أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
بِمَكَّةَ
فَقَالَ لَهُ
رَجُلٌ: إِنَّكَ
لَتُفَسِّرُ
مِنْ كِتَابِ
اللَّهِ مَا
لَمْ
تَسْمَعْ
بِهِ فَقَالَ
أَبُو الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
عَلَيْنَا
نَزَلَ
قَبْلَ
النَّاسِ
وَلَنَا
فُسِّرَ قَبْلَ
أَنْ
يَفْشُوا فِي
النَّاسِ
فَنَحْنُ
نَعْرِفُ
حَلَالَهُ
وَحَرَامَهُ
وَنَاسِخَهُ
وَمَنْسُوخَهُ
وَسَفَرِيَّهُ
وَحَضَرِيَّهُ
وَفِي أَيِّ
لَيْلَةٍ
نَزَلَتْ
كَمْ مِنْ
آيَةٍ وَفِيمَنْ
نَزَلَتْ
وَفِيمَا
نَزَلَتْ
فَنَحْنُ
حُكَمَاءُ
اللَّهِ فِي
أَرْضِهِ
وَشُهَدَاؤُهُ
عَلَى
خَلْقِهِ
وَهُوَ
قَوْلُ اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (سَتُكْتَبُ
شَهادَتُهُمْ
وَيُسْئَلُونَ) فَالشَّهَادَةُ
لَنَا
وَالْمَسْأَلَةُ
لِلْمَشْهُودِ
عَلَيْهِ
فَهَذَا
عِلْمُ مَا
قَدْ
أَنْهَيْتُهُ
إِلَيْكَ وَأَدَّيْتُهُ
إِلَيْكَ مَا
لَزِمَنِي
فَإِنْ
قَبِلْتَ
فَاشْكُرْ
وَإِنْ
تَرَكَتْ فَاسْتُرْ فَإِنَّ
اللَّهَ عَلى
كُلِّ شَيْءٍ
شَهِيدٌ.
742- Yakup ibni Cafer şöyle rivayet etti: Ebul Hasan
(Musa el-Kâzım) aleyhisselamla Mekkede beraberdim. Bir adam dedi ki: Sen
Allahın kitabından duymadığın şeyi tefsir
ediyorsun. Ebul Hasan aleyhisselam dedi ki: İnsanlardan önce bize indi ve
insanların içinde yaymadan önce bize tefsir edildi. Helalini ve
haramını, nasihini ve mensuhunu, seferi ve seferi
olmayanını biz biliyoruz. Hangi gecede indi, kaç tanesi kimin
hakkında indi, ne hakkında indi. Biz Allahın arzındaki
hekimleriyiz ve yaratıklarına olan şahitleriyiz. Allahu Tebareke
ve Tealanın şu ayeti delildir: (Onların
şehadetleri yazılacak ve sorulacaklar)(Zuhruf 19). Şehadet ve kendisine şehadet isteme meselesi
bizedir. Bu sana ulaştırdığım ve eda ettiğim bir
ilimdi ki bunu yapmam gerekliydi. Eğer kabul edersen şükret, terk
edersen üzerini ört. Muhakkak ki Allah her şeye şahittir.
(Bu babda konuyla
alakalı dört tane rivayet vardı.)
743- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
فَضْلُ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
مَا جَاءَ
أُخِذَ بِهِ
وَمَا نَهَى
عَنْهُ
انْتُهِي
عَنْهُ وَجَرَى
لَهُ مِنَ
الطَّاعَةِ
بَعْدَ
رَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ مِثْلَ
الَّذِي
جَرَى
لِرَسُولِ
اللَّهِ وَالْفَضْلُ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
الْمُتَقَدِّمُ
بَيْنَ يَدَيْهِ
كَالْمُتَقَدِّمِ
بَيْنَ
يَدَيِ
اللَّهِ
وَرَسُولِهِ
وَالْمُتَفَضِّلُ
عَلَيْهِ
كَالْمُتَفَضِّلِ
عَلَى
اللَّهِ
وَعَلَى
رَسُولِهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَالْمُتَفَضِّلُ
عَلَيْهِ فِي
صَغِيرَةٍ
أَوْ
كَبِيرَةٍ
عَلَى حَدِّ
الشِّرْكِ
بِاللَّهِ
فَإِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بَابُ اللَّهِ
الَّذِي لَا
يُؤْتَى
إِلَّا
مِنْهُ وَسَبِيلُهُ
الَّذِي مَنْ
سَلَكَهُ
وَصَلَ إِلَى
اللَّهِ
وَكَذَلِكَ
كَانَ
أَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مِنْ بَعْدِهِ
وَجَرَى فِي
الْأَئِمَّةِ
وَاحِداً بَعْدَ
وَاحِدٍ جَعَلَهُمُ
اللَّهُ
أَرْكَانَ
الْأَرْضِ أَنْ
تَمِيدَ
بِأَهْلِهَا
وَعُمَدَ
الْإِسْلَامِ
وَرَابِطَةً
عَلَى
سَبِيلِ
هُدَاهُ
وَلَا
يَهْتَدِي
هَادٍ إِلَّا
بِهُدَاهُمْ
وَلَا
يَضِلُّ
خَارِجٌ مِنْ
هُدًى إِلَّا
بِتَقْصِيرٍ
عَنْ
حَقِّهِمْ
لِأَنَّهُمْ
أُمَنَاءُ
اللَّهِ
عَلَى مَا
هَبَطَ مِنْ
عِلْمٍ أَوْ
عُذْرٍ أَوْ
نُذْرٍ
وَالْحُجَّةُ
الْبَالِغَةُ
عَلَى مَا فِي
الْأَرْضِ
يَجْرِي
لِآخِرِهِمْ
مِنَ اللَّهِ
مِثْلُ
الَّذِي
جَرَى لِأَوَّلِهِمْ
وَلَا يَصِلُ
أَحَدٌ إِلَى
شَيْءٍ مِنْ
ذَلِكَ
إِلَّا
بِعَوْنِ
اللَّهِ.
وَ
قَالَ أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ أَنَا
قَسِيمُ
اللهِ بَيْنَ
الْجَنَّةِ
وَالنَّارِ
لَا
يَدْخُلُهَا
دَاخِلٌ
إِلَّا عَلَى
أَحَدِ
قِسْمَيْنِ
وَأَنَا
الْفَارُوقُ
الْأَكْبَرُ
وَأَنَا
الْإِمَامُ
لِمَنْ
بَعْدِي
وَالْمُؤَدِّي
عَمَّنْ
كَانَ قَبْلِي
وَلَا يَتَقَدَّمُنِي
أَحَدٌ
إِلَّا
أَحْمَدُ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَإِنِّي
وَإِيَّاهُ
لَعَلَى
سَبِيلٍ
وَاحِدٍ
إِلَّا أَنَّهُ
هُوَ
الْمَدْعُوُّ
بِاسْمِهِ
وَلَقَدْ أُعْطِيتُ
السِّتَّ:
عِلْمَ
الْمَنَايَا
وَالْبَلَايَا
وَالْوَصَايَا
وَالْأَنْسَابَ
وَفَصْلَ
الْخِطَابِ
وَإِنِّي
لَصَاحِبُ
الْكَرَّاتِ
وَدَوْلَةِ
الدُّوَلِ
وَإِنِّي
صَاحِبُ الْعَصَا
وَالْمِيسَمِ
وَالدَّابَّةُ
الَّتِي
تُكَلِّمُ
النَّاسَ.
743- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın üstünlüğü: O ne
getirse alınır ve neden nehyederse ondan nehy olunur. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihiden sonra Rasûlullah için geçerli olan itaat
aynı şekilde onun için de geçerlidir. Üstünlük Muhammed sallallahu
aleyhi ve alihinindir. Onun önüne geçen aynı Allahın önüne geçen
gibidir ve ona üstünlük kuran aynı Allaha üstünlük kuran gibidir. Küçük
veya büyük bir şeyde ona üstünlük kuran Allaha şirk üstündedir.
Muhakkak ki Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi Allahın kapısıdır ki Allaha ondan
başka bir yerden ulaşılmaz. Ve onun yoludur ki kim o yolu
giderse Allaha ulaşır. Ondan sonra da Emîr'ül Müminîn aynı
şekildedir ve imamlarda da bir imamdan sonra diğer bir imam aynı
şekildedir. Arzın ehli sarsılır diye Allah onları
arzın rükunları, İslamın direkleri ve hidayet yolunun
rabıtası karar kıldı. Hiçbir hidayetçi onların
hidayeti olmadan hidayet edemez. Hidayetten çıkıp sapıtan hiçbir
kimse yoktur ki onların hakkında kusur etmemiş olsun. Çünkü
onlar ilimden, delilden ve uyarılardan inen şeylere Allahın
eminleridir ve arzda kim varsa onlara ulaşan huccettir. Allahtan
sonuncuları için geçerli olan şerler birincileri için geçerli
olması gibidir. Allahın yardımı olmaksızın kimse
o şeylere ulaşamaz.
Emîr'ül Müminîn aleyhisselam
şöyle dedi: Ben Allahın cennetle cehennemin arasının
bölücüsüyüm. Kişi mutlaka bu iki kısımdan birisine girecektir.
Ben Farukul Ekberim. Ben benden sonrakilerin imamıyım ve benden
öncekilerin işlerinin sürdürücüsüyüm. Ahmed sallallahu aleyhi ve alihiden
başka kimse benim önüme geçmedi. Ben ve o bir yoldayız sadece yol
onun adıyla bilinir. Bana altı şey verildi: Ölümlerin ilmi,
belaların ilmi, vasiyetlerin ilmi, neseblerin ilmi, faslul hitap. Ben
defalarca tekrar gelişlerin sahibiyim ve devletlerin devletiyim. Ben
asanın, güzel alametlerin ve insanlarla konuşan dabbenin sahibiyim.
744- عَنْ
أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
الْفَضْلُ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَهُوَ
الْمُقَدَّمُ
عَلَى
الْخَلْقِ
جَمِيعاً لَا
يَتَقَدَّمُهُ
أَحَدٌ
وَعَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
الْمُتَقَدِّمُ
مِنْ بَعْدِهِ
وَالْمُتَقَدِّمُ
بَيْنَ يَدَيْ
عَلِيٍّ
كَالْمُتَقَدِّمِ
بَيْنَ يَدَيْ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَكَذَلِكَ
يَجْرِي
لِلْأَئِمَّةِ
مِنْ
بَعْدِهِ
وَاحِداً
بَعْدَ
وَاحِدٍ جَعَلَهُمُ
اللَّهُ
أَرْكَانَ
الْأَرْضِ أَنْ
تَمِيدَ
بِأَهْلِهَا
وَرَابِطِيهِ
عَلَى
سَبِيلِ
هُدَاهُ لَا
يَهْتَدِي
هَادٍ مِنْ
ضَلَالَةٍ
إِلَّا بِهِمْ
وَلَا
يَضِلُّ
خَارِجٌ مِنْ
هُدًى إِلَّا
بِتَقْصِيرٍ
عَنْ
حَقِّهِمْ
وَأُمَنَاءَ
اللَّهِ
عَلَى مَا
أَهْبَطَ
اللَّهُ مِنْ
عِلْمٍ أَوْ
عُذْرٍ أَوْ
نُذْرٍ وَشُهَدَاؤُهُ
عَلَى
خَلْقِهِ
وَالْحُجَّةَ
الْبَالِغَةَ
عَلَى مَنْ
فِي
الْأَرْضِ
جَرَى
لِآخِرِهِمْ مِنَ
اللَّهِ
مِثْلُ
الَّذِي
جَرَى لِأَوَّلِهِمْ
فَمَنِ
اهْتَدَى
بِسَبِيلِهِمْ
وَسَلَّمَ
لِأَمْرِهِمْ
فَقَدِ
اسْتَمْسَكَ
بِحَبْلِ
اللَّهِ
الْمَتِينِ
وَعُرْوَةِ
اللَّهِ
الْوُثْقَى
وَلَا يَصِلُ
إِلَى شَيْءٍ
مِنْ ذَلِكَ
إِلَّا
بِعَوْنِ
اللَّهِ.
وَ
إِنَّ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
قَالَ: أَنَا
قَسِيمُ
بَيْنِ
الْجَنَّةِ
وَالنَّارِ
لَا
يَدْخُلُهَا
أَحَدٌ
إِلَّا عَلَى
أَحَدِ
قِسْمَيَّ
وَإِنِّي
الْفَارُوقُ
الْأَكْبَرُ
وَقَرْنٌ
مِنْ حَدِيدٍ وَبَابُ
الْإِيمَانِ
وَإِنِّي
لَصَاحِبُ الْعَصَا
وَالْمِيسَمِ
لَا
يَتَقَدَّمُنِي
أَحَدٌ
إِلَّا
أَحْمَدُ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَإِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لَيُدْعَى فَيُكْسَى
ثُمَّ
أُدْعَى
فَأُكْسَى
ثُمَّ يُدْعَى
فَيُسْتَنْطَقُ
فَيَنْطِقُ
ثُمَّ
أُدْعَى
فَأَنْطِقُ عَلَى
حَدِّ
مَنْطِقِهِ
وَلَقَدْ
أَقَرَّتْ
لِي جَمِيعُ
الْأَوْصِيَاءِ
وَالْأَنْبِيَاءِ
بِمِثْلِ مَا
أَقَرَّتْ
بِهِ لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَلَقَدْ
أُعْطِيتُ
السَّبْعَ
الَّتِي لَمْ يَسْبِقَنِي
إِلَيْهَا
أَحَدٌ
عُلِّمْتُ
الْأَسْمَاءَ
وَالْحُكُومَةَ
بَيْنَ
الْعِبَادِ
وَتَفْسِيرَ
الْكِتَابِ
وَقِسْمَةَ
الْحَقِّ
مِنَ الْمَغَانِمِ
بَيْنَ بَنِي
آدَمَ فَمَا
شَذَّ عَنِّي
مِنَ
الْعِلْمِ
شَيْءٌ
إِلَّا
وَقَدْ
عَلَّمَنِيهِ
الْمُبَارَكُ
وَلَقَدْ
أُعْطِيتُ
حَرْفاً يَفْتَحُ
أَلْفَ
حَرْفٍ
وَلَقَدْ
أُعْطِيَتْ
زَوْجَتِي
مُصْحَفاً
فِيهِ مِنَ
الْعِلْمِ
مَا لَمْ
يَسْبِقْهَا
إِلَيْهِ
أَحَدٌ
خَاصَّةً
مِنَ اللَّهِ
وَرَسُولِهِ.
744- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Üstünlük Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinindir ve o bütün
yaratıklardan öndedir. Hiç kimse onun önüne geçemez. Ondan sonra da önder
Ali aleyhisselamdır. Alinin huzurunda öne geçen Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihinin huzurunda öne geçen gibidir. Aynı şekilde ondan
sonra da imamlar için tek tek geçerlidir. Allah onları
sarsılmasın diye arzın rükunları ve hidayet yolunun
rabıtası karar kıldı. Hiçbir hidayetçi onlar olmadan
sapıklıktan kurtaramaz. Hidayetten çıkıp sapıtan
hiçbir kimse yoktur ki onların hakkında kusur etmemiş olsun.
Çünkü onlar Allahın ilimden, delilden ve uyarılardan indirdiği
şeylere Allahın eminleridir ve yaratıklarına
şahitleridir. Ve arzda kim varsa onlara ulaşan huccettir. Allahtan
birincileri için geçerli olan şerler sonuncuları için de geçerlidir.
Kim onların yoluna hidayet olursa ve emirlerine teslim olursa o zaman
sağlam ipine, en güvenilir kulpuna tutunmuştur. Ve onlara
Allahın yardımı olmadan asla ulaşılmaz.
Emîr'ül Müminîn dedi ki: Ben cennet
ve cehennemin bölücüsüyüm! Kişi mutlaka ikisinden birine girecektir. Ben
Farukul Ekberim! Ben demirden kaleyim, imanın kapısıyım!
Ben asanın ve güzel alametlerin sahibiyim! Ahmed sallallahu aleyhi ve
alihiden başka kimse benim önüme geçemez. Muhakkak ki Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi davet edildi ve giydirildi. Sonra ben davet edildim
ve giydirildim. Sonra davet edildi ve konuşturuldu. O da konuştu.
Sonra ben davet edildim ve onun konuştuğu şey üstüne
konuştum. Bütün vasiler ve nebiler Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi
için ikrar ettikleri gibi benim içinde ikrar ettiler. Bana yedi şey
verildi ki benden önce kimse onlara ulaşamadı: Bana isimler, kullar
arasında hükümet etmek, kitabın tefsiri ve Âdemoğulları
arasında ganimetleri hak üstüne taksim etmek öğretildi. İlim
adına benden ne çıkmışsa mutlaka onu bana Mubarek
öğretmiştir. Bana bir harf verildi, ondan bin harf açılır.
Eşime Allahtan ve onun resulünden has olarak içinde ilim olan bir mushaf
verildi ki hiç kimse onun önüne geçemez.
745- عَنْ
أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: فَضْلُ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مَا جَاءَ
بِهِ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
آخُذُ بِهِ
وَمَا نَهَى
عَنْهُ
انْتَهِي
عَنْهُ جَرَى
لَهُ مِنَ
الْفَضْلِ
مِثْلُ مَا
جَرَى لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَلِمُحَمَّدٍ
الْفَضْلُ
عَلَى
جَمِيعِ مَنْ
خَلَقَ اللَّهُ
الْمُتَعَقِّبُ
عَلَيْهِ فِي
شَيْءٍ مِنْ
أَحْكَامِهِ
كَالْمُتَعَقِّبِ
عَلَى
اللَّهِ
وَعَلَى
رَسُولِهِ
وَالرَّادُّ
عَلَيْهِ فِي
صَغِيرَةٍ
أَوْ
كَبِيرَةٍ عَلَى
حَدِّ
الشِّرْكِ
بِاللَّهِ
كَانَ أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
بَابَ
اللَّهِ
الَّذِي لَا
يُؤْتَى إِلَّا
مِنْهُ
وَسَبِيلَهُ
الَّذِي مَنْ
سَلَكَ
بِغَيْرِهِ
هَلَكَ
وَكَذَلِكَ
جَرَى لِأَئِمَّةِ
الْهُدَى
وَاحِداً
بَعْدَ وَاحِدٍ
جَعَلَهُمُ
اللَّهُ
أَرْكَانَ
الْأَرْضِ
أَنْ تَمِيدَ
بِأَهْلِهَا
وَالْحُجَّةَ
الْبَالِغَةَ
عَلَى مِنْ
فَوْقِ
الْأَرْضِ
وَمِنْ
تَحْتِ الثَّرَى.
وَ
قَالَ: كَانَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَثِيراً مَا
يَقُولُ: أَنَا
قَسِيمُ
اللَّهِ
بَيْنَ
الْجَنَّةِ وَالنَّارِ
وَأَنَا
الْفَارُوقُ
الْأَكْبَرُ
وَأَنَا
صَاحِبُ
الْعَصَا
وَالْمِيسَمِ
وَلَقَدْ
أَقَرَّتْ
لِي جَمِيعُ
الْمَلَائِكَةِ
وَالرُّوحُ
وَالرُّسُلُ
بِمِثْلِ مَا
أَقَرُّوا
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَلَقَدْ
حُمِلْتُ
عَلَى مِثْلِ
حَمُولَتِهِ
وَهِيَ
حَمُولَةُ
الرَّبِّ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
وَإِنَّ
رَسُولَ اللَّهِ
يُدْعَى فَيُكْسَى
وَيُسْتَنْطَقُ
فَيَنْطِقُ
ثُمَّ أُدْعَى
فَأُكْسَى
فَأُسْتَنْطَقُ
فَأَنْطِقُ
عَلَى حَدِّ
مَنْطِقِهِ
وَلَقَدْ أُعْطِيتُ
خِصَالًا مَا
سَبَقَنِي
إِلَيْهَا أَحَدٌ
قَبْلِي
عِلْمَ
الْمَنَايَا
وَالْبَلَايَا
وَالْأَنْسَابِ
وَفَصْلَ
الْخِطَابِ
فَلَمْ
يَفُتْنِي
مَا
سَبَقَنِي
وَلَمْ
يَعْزُبْ
عَنِّي مَا غَابَ
عَنِّي أنشر
[أُبَشِّرُ
بِإِذْنِ اللَّهِ
وَأُؤَدِّي
عَنْهُ كُلُّ
ذَلِكَ مَنّاً
مِنَ اللَّهِ
مَكَّنَنِي
فِيهِ
بِعِلْمِهِ.
745-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Emîr'ül
Müminîn aleyhisselamın üstünlüğü. Nebi sallallahu aleyhi ve alihi ne
getirdiyse alınır ve neden nehyettiyse ondan nehyolunur. Muhammed
sallallah aleyhi ve alihi için geçerli olan üstünlük onun için de geçerlidir.
Ve Muhammedin üstünlüğü Allahın bütün yaratıklarına
karşıdır. Onun ahkamında olan bir şeyde kusur arayan
Allahta ve onun resulünde kusur arayan gibidir. Küçük veya büyük bir
şeyde ona itiraz etmek Allaha şirk koşmaktır. Emîr'ül
Müminîn Allahın kapısıdır ki ona ondan başka bir
yolla ulaşılmaz ve onun yoludur ki kim onun dışında
bir gidişat tutturursa helak olur. Aynı şekilde hidayet
imamları için de bir bir geçerlidir. Allah onları
sarsılmasın diye arzın rükunları ve arzın üstünde ve
seranın/toprağın ()
altında kim varsa onlara ulaşan huccetler kıldı.
Emirul Mumin aleyhisselam çokça derdi ki: Ben Allahın
cennetle cehennemin arasını bölücüsüyüm. Ben Farukul Ekberim. Ben
asanın ve güzel alametlerin sahibiyim. Bütün melekler, Ruh, Resuller
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiyi ikrar ettikleri gibi aynı
şekilde beni de ikrar ettiler. Onun yükünün aynısı bana da
yüklendi ki bu Rab Tebareke ve Tealanın yüküdür. Muhakkak ki Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi davet edildi ve giydirildi, konuşturuldu ve o
da konuştu. Sonra ben davet edildim ve giydirildim, konuşturuldum ve
onun konuştuğu şey üstüne konuştum. Bana bazı
özellikler verildi ki benden önce hiç kimse o özellikleri kazanmada benim önüme
geçemedi: Ölümlerin belaların ve neseblerin ilmi ve faslul hitap. Benden
önceki şeyler benden kaçamadı. Benden gaip olanlar benden
uzaklaşamadı. Allahın izniyle yayarım ve onun adına
eda ederim. Onların hepsi Allahtan bir minnettir. Allah ilmiyle
onları benim hizmetime sundu.
746- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
وَاللَّهِ
لَقَدْ
أَعْطَانِي
اللَّهُ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
تِسْعَةَ
أَشْيَاءَ لَمْ
يُعْطِهَا
أَحَداً
قَبْلِي
خَلَا مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ لَقَدْ
فُتِحَتْ
لِيَ
السُّبُلُ
وَعُلِّمْتُ
الْأَنْسَابَ
وَأُجْرِيَ
لِيَ
السَّحَابُ وَعُلِّمْتُ
الْمَنَايَا
وَالْبَلَايَا
وَفَصْلَ الْخِطَابِ
وَلَقَدْ
نَظَرْتُ فِي
الْمَلَكُوتِ
بِإِذْنِ
رَبِّي فَمَا
غَابَ عَنِّي
مَا كَانَ
قَبْلِي
وَلَا
فَاتَنِي مَا
يَكُونُ مِنْ
بَعْدِي
وَإِنَّ
بِوَلَايَتِي
أَكْمَلَ
اللَّهُ
لِهَذِهِ
الْأُمَّةِ
دِينَهُمْ
وَأَتَمَّ
عَلَيْهِمُ
النِّعَمَ
وَرَضِيَ
لَهُمُ
إِسْلَامَهُمْ
إِذْ يَقُولُ
يَوْمَ
الْوَلَايَةِ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ يَا
مُحَمَّدُ
أَخْبِرْهُمْ
أَنِّي الْيَوْمَ
أَكْمَلْتُ
لَهُمْ
دِينَهُمْ
وَأَتْمَمْتُ
عَلَيْهِمْ
نِعْمَتِي
وَرَضِيتُ
لَهُمُ
الْإِسْلَامَ
دِيناً
وَكُلُّ
ذَلِكَ
مَنّاً مِنَ
اللَّهِ
مَنَّ بِهِ
عَلَيَّ
فَلَهُ
الْحَمْدُ.
746- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Vallahi Allah Tebareke ve Teala bana dokuz şey
verdi ki benden önce Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi hariç onu kimseye
vermedi. Benim için yollar açıldı, bana nesebler öğretildi ve
benim için bulutlar hareket ettirildi. Bana ölümler, belalar ve faslul hitap
öğretildi. Rabbimin izniyle melekuta baktım. Benden önce olanlar
benden gaib değildi ve benden sonra olacak olanlarda benden kaçmadı.
Muhakkak ki Allah bu ümmetin dinini benim velayetimle kemale erdirdi ve onlara
olan nimetini tamamladı ve onlar için İslama razı oldu. Velayet
günü Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye şöyle dedi: Ya Muhammed! Onlara
haber ver! Ben bugün onların dinlerini kemale erdirdim, onlara olan
nimetimi tamamladım ve onlar için din olarak İslama razı oldum.
Onların hepsi Allahtan bir minnettir. Onunla bana minnet etti ve hamd
onadır.
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
749- عَنْ
أَبِي
الصَّبَّاحِ
الْكِنَانِيِّ
قَالَ: قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
يَا أَبَا
الصَّبَّاحِ
نَحْنُ قَوْمٌ
فَرَضَ اللَّهُ
طَاعَتَنَا
لَنَا
الْأَنْفَالُ
وَلَنَا
صَفْوُ
الْمَالِ
وَنَحْنُ
الرَّاسِخُونَ
فِي
الْعِلْمِ
وَنَحْنُ
الْمَحْسُودُونَ
الَّذِينَ
قَالَ
اللَّهُ: (أَمْ
يَحْسُدُونَ
النَّاسَ
عَلى ما
آتاهُمُ
اللَّهُ مِنْ
فَضْلِهِ).
749- Ebu Sabbah Kenani Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Ebu Sabbah! Biz
Allahın itaatini farz ettiği kavimiz. Ganimetler ve malın
temizi bizimdir. Biz ilimde derinleşenleriz ve biz hased edilenleriz ki
Allah şöyle dedi: (Yoksa onlar, Allahın lütfundan
verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? Nisa 54)
750- عَنِ
الْفُضَيْلِ
بْنِ يَسَارٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ هَذِهِ
الرِّوَايَةِ:
(مَا مِنْ آيَةٍ
إِلَّا
وَلَهَا
ظَهْرٌ
وَبَطْنٌ
وَمَا فِيهِ
حَرْفٌ
إِلَّا
وَلَهُ حَدٌّ
وَمَطْلَعُ)
مَا يَعْنِي
بِقَوْلِهِ (لَهَا
ظَهْرٌ
وَبَطْنٌ)؟
قَالَ: ظَهْرٌ
وَبَطْنٌ
هُوَ
تَأْوِيلُهَا
مِنْهُ مَا
قَدْ مَضَى
وَمِنْهُ مَا
لَمْ يَجِئْ
يَجْرِي
كَمَا تَجْرِي
الشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ
كُلَّمَا جَاءَ
فِيهِ
تَأْوِيلُ
شَيْءٍ
مِنْهُ
يَكُونُ
عَلَى
الْأَمْوَاتِ
كَمَا
يَكُونُ
عَلَى الْأَحْيَاءِ
كَمَا قَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ ما
يَعْلَمُ
تَأْوِيلَهُ
إِلَّا اللَّهُ
وَالرَّاسِخُونَ
فِي
الْعِلْمِ)
وَنَحْنُ
نَعْلَمُهُ.
750- Fuzeyl ibni Yesar şöyle rivayet eder: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama bu rivayeti sordum: Hiçbir ayet yoktur
ki onun bir zahiri ve bir batını olmasın. Onda ne harf varsa
onun bir sınırı ve çıkışı vardır. Onun
bir zahiri ve bir batını vardır. Sözüyle neyi kastediyor? Dedi
ki: Zahiri ve batını onun tevilidir. Ondan bir kısmı gelip
geçmiştir ve bir kısmı da daha gelmemiştir. Güneşin
ve Ayın akması gibi akar. Onun tevilinden gelen bir şeyin
ölüler hakkındaki geçerliliği, diriler hakkındaki geçerliliği
gibidir. Allahu Tealanın dediği gibi: (Onun tevilini Allahtan ve ilimde
derinleşenlerden başka kimse bilmez. Â-li İmran 7) Ve biz onu biliyoruz.
751- عَنْ
أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْقُرْآنَ
فِيهِ
مُحْكَمٌ وَمُتَشَابِهٌ
فَأَمَّا
الْمُحْكَمُ
فَنُؤْمِنُ
بِهِ
فَنَعْمَلُ
بِهِ
وَنَدِينُ بِهِ
وَأَمَّا
الْمُتَشَابِهُ
فَنُؤْمِنُ
بِهِ وَلَا
نَعْمَلُ
بِهِ وَهُوَ
قَوْلُ اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (فَأَمَّا
الَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
زَيْغٌ
فَيَتَّبِعُونَ
ما تَشابَهَ
مِنْهُ ابْتِغاءَ
الْفِتْنَةِ
وَابْتِغاءَ
تَأْوِيلِهِ
وَما
يَعْلَمُ
تَأْوِيلَهُ
إِلَّا
اللَّهُ
وَالرَّاسِخُونَ
فِي الْعِلْمِ).
751- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Kuranda muhkem ve muteşabih vardır.
Muhkem: Ona iman ederiz, amel ederiz ve onunla dindar oluruz. Muteşabih
ise: Ona iman ederiz ama onunla amel etmeyiz. Allah Tebareke ve Tealanın
şu ayeti: (Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne
çıkarmak ve onu açıklamak için ondaki müteşabih ayetlerin
peşine düşerler. Onun tevilini Allahtan ve ilimde
derinleşenlerden başka kimse bilmez. Â-li İmran 7)
752- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
ما يَعْلَمُ
تَأْوِيلَهُ
إِلَّا اللَّهُ
وَالرَّاسِخُونَ
فِي
الْعِلْمِ) قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
أَفْضَلُ
الرَّاسِخِينَ
قَدْ
عَلَّمَهُ
اللَّهُ
جَمِيعَ مَا أَنْزَلَ
اللَّهُ
إِلَيْهِ
مِنَ
التَّنْزِيلِ
وَالتَّأْوِيلِ
وَمَا كَانَ
اللَّهُ لِيُنْزِلَ
عَلَيْهِ
شَيْئاً لَمْ
يُعَلِّمْهُ
تَأْوِيلَهُ
وَأَوْصِيَاؤُهُ
مِنْ بَعْدِهِ
يَعْلَمُونَهُ
كُلَّهُ
قَالَ: وَالَّذِينَ
لَا
يَعْلَمُونَ
تَأْوِيلَهُ
إِذَا قَالَ
الْعَالِمُ
فِيهِ
بِعِلْمٍ
فَأَجَابَهُمُ
اللَّهُ بِقَوْلِهِ:
(يَقُولُونَ آمَنَّا
بِهِ كُلٌّ
مِنْ عِنْدِ
رَبِّنا)
وَالْقُرْآنُ
لَهُ خَاصٌّ
وَعَامٌّ
وَمُحْكَمٌ
وَمُتَشَابِهٌ
وَنَاسِخٌ
وَمَنْسُوخٌ.
752- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allahu
Tealanın (Onun tevilini Allahtan ve ilimde
derinleşenlerden başka kimse bilmez. Â-li İmran 7) ayeti hakkında şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi ilimde derinleşenlerin en üstünüdür. Allah tenzil ve
tevilden ne indirmişse hepsini ona öğretmiştir. Allahın bir
şey indirip de ona ve ondan sonra da onun vasilerine tevilini
öğretmediği olmadı, onun hepsini bilirler. Alim o hususta bir
şey dediğinde Allah tevilini bilmeyenlere icabet edip onlar
hakkında şöyle dedi: (Derler ki ona iman ettik hepsi Rabbimizin katındandır.
Â-li İmran 7) Kuranın özeli ve
geneli, muhkemi ve muteşabihi, nasihi ve mensuhu vardır.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz
tane rivayet vardı.)
757- عَنْ
بُرَيْدِ
بْنِ مُعَاوِيَةَ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ
قَوْلُ
اللَّهِ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى:
(بَلْ هُوَ
آياتٌ بَيِّناتٌ
فِي صُدُورِ
الَّذِينَ
أُوتُوا الْعِلْمَ) قَالَ:
إِيَّانَا
عَنَى.
757- Bureyd ibni Muaviye şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Allah Tebareke ve Tealanın: (Hayır O, ilim verilenlerin sinelerinde beyan
olunan ayetlerdir. Ankebut 49)
ayetini sordum. Dedi ki: Sadece bizi kastediyor.
758- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: تَلَا
هَذِهِ
الْآيَةَ: (بَلْ
هُوَ آياتٌ
بَيِّناتٌ
فِي صُدُورِ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ) قُلْتُ:
أَنْتُمْ
هُمْ؟ قَالَ
أَبُو جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَنْ عَسَى
أَنْ يَكُونُوا؟!
758-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselam bu ayeti okudu: (Hayır
O, ilim verilenlerin sinelerinde beyan olunan ayetlerdir. Ankebut 49) Dedim ki: Onlar siz misiniz? Ebu Cafer aleyhisselam dedi:
Başkaları olabilir mi?!
761- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: (بَلْ
هُوَ آياتٌ
بَيِّناتٌ
فِي صُدُورِ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ) قَالَ:
هِيَ
لِلْأَئِمَّةِ
خَاصَّةً.
761-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: (Hayır
O, ilim verilenlerin sinelerinde beyan olunan ayetlerdir. Ankebut 49) O ayet has olarak imamlar hakkındadır.
(Bu babda konuyla alakalı on yedi
tane rivayet vardı.)
774- عَنْ
سَدِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (بَلْ هُوَ
آياتٌ
بَيِّناتٌ
فِي صُدُورِ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ) قَالَ:
هُمُ
الْأَئِمَّةُ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
وَقَوْلُهُ
تَعَالَى: (قُلْ هُوَ
نَبَأٌ
عَظِيمٌ
أَنْتُمْ
عَنْهُ
مُعْرِضُونَ) قَالَ: الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ الْأَئِمَّةُ
وَالنَّبَأُ
الْإِمَامَةُ.
774- Sedir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama Allah Tebareke ve Tealanın: (Hayır
O, ilim verilenlerin sinelerinde beyan olunan ayetlerdir. Ankebut 49) ayetini sordum dedi ki: Onlar imamlar
aleyhimusselamdır. Ve Allahın şu ayeti: (De ki o
azim haberdir* Siz ondan yüz çevirenlersiniz. Sad 67- 68) O ilim verilenler imamlardır, haber ise imamettir.
(Bu babda konuyla alakalı bir
tane rivayet vardı.)
775- عَنْ
أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اسْمَ
اللَّهِ
الْأَعْظَمَ
عَلَى ثَلَاثَةٍ
وَسَبْعِينَ
حَرْفاً
وَإِنَّمَا كَانَ
عِنْدَ آصَفَ
مِنْهَا
حَرْفٌ
وَاحِدٌ
فَتَكَلَّمَ
بِهِ
فَخُسِفَ
بِالْأَرْضِ مَا
بَيْنَهُ
وَبَيْنَ
سَرِيرِ
بِلْقِيسَ ثُمَّ
تَنَاوَلَ
السَّرِيرَ
بِيَدِهِ
ثُمَّ
عَادَتِ
الْأَرْضُ
كَمَا
كَانَتْ
أَسْرَعَ
مِنْ
طَرْفَةِ
عَيْنٍ وَعِنْدَنَا
نَحْنُ مِنْ
الِاسْمِ
اثْنَانِ
وَسَبْعُونَ
حَرْفاً
وَحَرْفٌ
عِنْدَ اللَّهِ
اسْتَأْثَرَ
بِهِ فِي
عِلْمِ الْغَيْبِ
عِنْدَهُ
وَلَا حَوْلَ
وَلَا
قُوَّةَ إِلَّا
بِاللَّهِ
الْعَلِيِّ
الْعَظِيمِ.
775- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allahın ismi azamı yetmiş iki harf
üstünedir. Asıfın yanında ondan sadece bir harf vardı. Onu
konuştu ve kendisiyle Belkısın tahtının
arasını göçertti. Sonra tahtı eliyle aldı, sonra arz bir
göz kırpmadan daha hızlı bir şekilde eski haline döndü.
Bizim yanımızda o isimden yetmiş iki harf var. Bir harfi
Allahın yanındadır, onu gaybın ilmi hakkında
kendisine has kıldı. La Havle Velâ Kuvvete İllâ Billâhil Aliyyil
Azîm.
776- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
عِيسَى ابْنَ
مَرْيَمَ
أُعْطِيَ حَرْفَيْنِ
وَكَانَ
يَعْمَلُ
بِهِمَا
وَأُعْطِيَ
مُوسَى بْنُ
عِمْرَانَ
أَرْبَعَةَ
أَحْرُفٍ
وَأُعْطِيَ
إِبْرَاهِيمُ
ثَمَانِيَةَ
أَحْرُفٍ
وَأُعْطِيَ
نُوحٌ خَمْسَةَ
عَشَرَ
حَرْفاً
وَأُعْطِيَ
آدَمُ
خَمْسَةً
وَعِشْرِينَ
حَرْفاً
وَإِنَّ اللَّهَ
جَمَعَ
ذَلِكَ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَهْلِ
بَيْتِهِ
وَإِنَّ
اسْمَ
اللَّهِ
الْأَعْظَمَ
ثَلَاثَةٌ
وَسَبْعُونَ
حَرْفاً
أَعْطَى
اللَّهُ
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
اثْنَيْنِ
وَسَبْعِينَ
حَرْفاً
وَحَجَبَ
عَنْهُ
حَرْفاً وَاحِداً.
776-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: İsa ibni
Meryeme iki harf verildi ve o iki harfle iş yapıyordu. Musa ibni
İmrana dört harf verildi. İbrahime sekiz harf verildi. Nuha on
beş harf verildi. Âdeme yirmi beş harf verildi. Allah o harflerin
hepsini Muhammed sallallahu aleyhi ve alihide ve onun Ehli Beytinde
topladı. Muhakkak ki Allah'ın İsmi Azamı yetmiş üç
harftir. Allah Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye yetmiş ki tanesini
verdi ve ondan bir harfi gizledi.
777- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
عَزَّ
وَجَلَّ
جَعَلَ اسْمَهُ
الْأَعْظَمَ
عَلَى
ثَلَاثَةٍ
وَسَبْعِينَ
حَرْفاً:
فَأَعْطَى
آدَمَ
مِنْهَا خَمْسَةً
وَعِشْرِينَ
حَرْفاً
وَأَعْطَى
نُوحاً مِنْهَا
خَمْسَةَ
عَشْرِينَ
حَرْفاً
وَأَعْطَى
مِنْهَا
إِبْرَاهِيمَ
ثَمَانِيَةَ
أَحْرُفٍ
وَأَعْطَى
مُوسَى
مِنْهَا
أَرْبَعَةَ
أَحْرُفٍ
وَأَعْطَى
عِيسَى
مِنْهَا حَرْفَيْنِ
وَكَانَ
يُحْيِي
بِهِمَا
الْمَوْتَى
وَيُبْرِئُ
بِهِمَا
الْأَكْمَهَ
وَالْأَبْرَصَ
وَأَعْطَى
مُحَمَّداً
اثْنَيْنِ
وَسَبْعِينَ
حَرْفاً
وَاحْتَجَبَ بِحَرْفٍ
لِئَلَّا
يَعْلَمْ
أَحَدٌ مَا فِي
نَفْسِهِ
وَيَعْلَمْ
مَا فِي
أَنَفْسِ الْعِبَادِ.
777-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Allah
Azze ve Celle İsmi Azamını yetmiş üç harf üstüne karar
kıldı. Âdeme o isimden yirmi beş tane verdi, Nuha on beş
tane verdi, İbrahime sekiz tane verdi, Musaya dört tane verdi ve
İsaya da iki harf verdi. O iki harfle ölüleri diriltiyor, anadan doğma
körleri ve beres hastalığını iyileştiriyordu.
Muhammede yetmiş iki harf verdi ve bir harfi hiç kimse kendi nefsinde
olanı ve kulların nefislerinde olanı bilmesin diye gizledi.
780- عَنْ
جَابِرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
قَوْلُ
الْعَالِمِ: (أَنَا
آتِيكَ بِهِ
قَبْلَ أَنْ
يَرْتَدَّ إِلَيْكَ
طَرْفُكَ) قَالَ:
فَقَالَ: يَا
جَابِرُ
إِنَّ
اللَّهَ جَعَلَ
اسْمَهُ
الْأَعْظَمَ
عَلَى ثَلَاثَةٍ
وَسَبْعِينَ
حَرْفاً
فَكَانَ
عِنْدَ الْعَالِمِ
مِنْهَا
حَرْفٌ
وَاحِدٌ فَانْخَسَفَ
الْأَرْضُ
مَا بَيْنَهُ
وَبَيْنَ
السَّرِيرِ
حَتَّى
الْتَقَتِ
الْقِطْعَتَانِ
وَحَوَّلَ
مِنْ هَذِهِ
عَلَى هَذِهِ
وَعِنْدَنَا
مِنِ اسْمِ
اللَّهِ
الْأَعْظَمِ
اثْنَانِ
وَسَبْعُونَ
حَرْفاً وَحَرْفٌ
فِي عِلْمِ
الْغَيْبِ
الْمَكْنُونِ
عِنْدَهُ.
780- Cabir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım! Alimin: (Ben
onu, sen gözünü açıp kapamadan önce sana getiririm. Neml 40) sözü? Dedi ki: Ya Cabir! Muhakkak ki Allah İsmi
Azamını yetmiş üç harf üstüne karar kıldı. Alimin
yanında o harften bir tane vardı ve kendisiyle taht arasındaki
yeri göçürttü. O iki kısım birleşti ve bundan buna geçirdi.
Bizim yanımızda Allahın İsmi Azamından yetmiş
iki tane harf var ve bir harf gaybın ilmi hakkında onun yanında
gizlidir.
783- َعَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
إِنَّ اسْمَ
اللَّهِ
الْأَعْظَمَ
عَلَى اثْنَيْنِ
وَسَبْعِينَ
حَرْفاً
وَإِنَّمَا كَانَ
عِنْدَ آصَفَ
كَاتِبِ
سُلَيْمَانَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَكَانَ
يُوحَى إِلَيْهِ
حَرْفٌ
وَاحِدٌ
(أَلِفٌ) أَوْ
(وَاوٌ)
فَتَكَلَّمَ
فَانْخَرَقَتْ
لَهُ الْأَرْضُ
حَتَّى
الْتَفَتَ
فَتَنَاوَلَ
السَّرِيرَ
وَإِنَّ
عِنْدَنَا
مِنَ
الِاسْمِ
أَحَداً
وَسَبْعِينَ
حَرْفاً
وَحَرْفٌ
عِنْدَ اللَّهِ
فِي غَيْبِهِ.
783- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allahın İsmi Azamı yetmiş iki
harf üstünedir. Süleyman aleyhisselamın kâtibi Asıfa sadece bir harf
elif veya vav harfi vahyolundu. Onu konuştu ve onun için arz
yarıldı ve tahta kavuşup onu aldı. Allahın İsmi
Azamından bizim yanımızda yetmiş bir harf var ve bir harf
ise gaybı hakkında Allahın yanındadır.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz
tane rivayet vardı.)
784- عَنْ
بَعْضِ
أَصْحَابِنَا
عَنْ عُمَرَ
بْنِ
حَنْظَلَةَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنِّي
أَظُنُّ أَنَّ
لِي عِنْدَكَ
مَنْزِلَةً؟!
قَالَ: أَجَلْ
قَالَ:
قُلْتُ:
فَإِنَّ لِي
إِلَيْكَ
حَاجَةً
قَالَ: وَمَا
هِيَ؟ قَالَ:
قُلْتُ:
تُعَلِّمُنِي
الِاسْمَ
الْأَعْظَمَ
قَالَ: وَتُطِيقُهُ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ قَالَ:
فَادْخُلِ الْبَيْتَ
قَالَ:
فَدَخَلَ
الْبَيْتَ
فَوَضَعَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَدَهُ عَلَى
الْأَرْضِ
فَأَظْلَمَ
الْبَيْتُ فَأَرْعَدَتْ
فَرَائِصُ
عُمَرَ
فَقَالَ: مَا تَقُولُ؟
أُعَلِّمُكَ؟
فَقَالَ: لَا
قَالَ: فَرَفَعَ
يَدَهُ
فَرَجَعَ
الْبَيْتُ
كَمَا كَانَ.
784- Ashabımızdan birisi Ömer ibni
Hanzalanın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: Benim senin yanında bir menzilem
olduğunu zannediyorum. Dedi ki: Evet. Dedim ki: Senden bir isteğim
var. Dedi ki: Nedir? Dedim ki: Bana İsmi Azamı öğret. Dedi ki:
Ona takat getirebilir misin? Dedim ki: Evet. Dedi ki: Odaya gir o da odaya
girdi. Ebu Cafer aleyhisselam elini yere koydu ve oda karardı. İbni
Hanzalanın göğsü şiddetle titredi. Dedi ki: Ne diyorsun
öğreteyim mi? Dedi ki: Hayır. Bunun üstüne elini kaldırdı
ve oda eski haline döndü.
786- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
الْعَسْكَرِيِّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: اسْمُ
اللَّهِ الْأَعْظَمُ
ثَلَاثَةٌ
وَسَبْعُونَ
حَرْفاً وَإِنَّمَا
كَانَ عِنْدَ
آصَفَ مِنْهُ
حَرْفٌ
وَاحِدٌ
فَتَكَلَّمَ
فَانْخَرَقَتْ
لَهُ
الْأَرْضُ
فِيمَا
بَيْنَهُ وَبَيْنَ
سَبَإٍ
فَتَنَاوَلَ
عَرْشَ
بِلْقِيسَ
حَتَّى
صَيَّرَهُ
إِلَى
سُلَيْمَانَ
ثُمَّ
انْبَسَطَتِ
الْأَرْضُ
فِي أَقَلَّ
مِنْ
طَرْفَةِ
عَيْنٍ
وَعِنْدَنَا
مِنْهُ اثْنَانِ
وَسَبْعُونَ
حَرْفاً
وَحَرْفٌ عِنْدَ
اللَّهِ
اسْتَأْثَرَ
بِهِ فِي
عِلْمِ الْغَيْبِ.
786- Ebul
Hasan Askeri (Ali Nâki) aleyhisselam şöyle dedi: Allahın İsmi
Azamı yetmiş üç harftir. Asıfın yanında ondan sadece
bir harf vardı, onu konuştu ve yer kendisiyle Sebe arasındaki
mesafe onun için yarıldı. Belkısın arşını
aldı ve Süleymana getirdi. Sonra yer bir göz açıp kapamadan daha
hızlı bir sürede geri yayıldı. Bizim yanımızda o
harften yetmiş iki tanesi var ve bir harf Allahın yanında onu
gaybın ilmi hakkında kendisine has kıldı.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane
rivayet vardı.)
787- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
بُكَيْرٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَهُ
فَذَكَرُوا
سُلَيْمَانَ وَمَا
أُعْطِيَ
مِنَ
الْعِلْمِ
وَمَا أُوتِيَ
مِنَ
الْمُلْكِ
قَالَ: فَقَالَ
لِي: وَمَا
أُعْطِيَ
سُلَيْمَانُ
بْنُ
دَاوُدَ؟!
إِنَّمَا
كَانَ
عِنْدَهُ
حَرْفٌ
وَاحِدٌ مِنَ
الِاسْمِ
الْأَعْظَمِ
وَصَاحِبُكُمُ
الَّذِي
قَالَ
اللَّهُ: (قُلْ
كَفى
بِاللَّهِ
شَهِيداً
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ)
وَكَانَ
وَاللَّهِ
عِنْدَ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ عِلْمُ
الْكِتَابِ
فَقُلْتُ:
صَدَقْتَ وَاللَّهِ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ.
787- Abdullah ibni Bukeyr şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım.
Cemaat Süleymanı, ona ilimden ve mülkten verilen şeyleri
zikrettiler. Bana dedi ki: Süleyman ibni Davuda ne verilmiş ki? Onun
yanında İsmi Azamdan sadece bir harf var. Sahibiniz hakkında
Allah şöyle diyor: (De ki benimle sizin aranızda şahit
olarak Allah ve yanında kitabın ilmi olan yeter. Rad 43) Vallahi kitabın ilmi Ali aleyhisselamın
yanındadır. Dedim ki: Vallahi doğru konuştun! Sana feda
olayım!
788- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: (قالَ
الَّذِي
عِنْدَهُ
عِلْمٌ مِنَ
الْكِتابِ
أَنَا آتِيكَ
بِهِ قَبْلَ
أَنْ
يَرْتَدَّ
إِلَيْكَ
طَرْفُكَ) قَالَ:
فَفَرَّجَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بَيْنَ
أَصَابِعِهِ
فَوَضَعَهَا
عَلَى
صَدْرِهِ
ثُمَ قَالَ:
وَاللَّهِ
عِنْدَنَا
عِلْمُ
الْكِتَابِ
كُلُّهُ.
788-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Kendi
yanında kitaptan ilmi olan dedi ki: (Ben onu, sen gözünü
açıp kapamadan önce sana getiririm. Neml 40) Ebu Abdullah aleyhisselam iki elinin
parmaklarını birbirinden ayırdı ve sinesine koydu ve
şöyle dedi: Vallahi kitabın ilminin hepsi bizim yanımızdadır.
790- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي هَذِهِ
الْآيَةِ: (قُلْ
كَفى
بِاللَّهِ
شَهِيداً
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ) قَالَ:
هُوَ عَلِيُّ
بْنُ أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
790- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam bu
ayet hakkında şöyle dedi: (De ki benimle sizin aranızda şahit
olarak Allah ve yanında kitabın ilmi olan yeter. Rad 43) O Ali ibni Ebu Talib aleyhisselamdır.
796- عَنْ
مُثَنًّى
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ مَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ) قَالَ:
نَزَلَتْ فِي
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
بَعْدَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَفِي
الْأَئِمَّةِ
بَعْدَهُ.
796- Musenna şöyle rivayet etti: Allah Azze ve
Cellenin: (Yanında kitabın ilmi olan. Rad 43) ayetini sordum dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihiden sonra Ali aleyhisselam hakkında indi. Ondan sonra da imamlar
hakkındadır.
798- عَنْ
بُرَيْدِ
بْنِ
مُعَاوِيَةَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: (قُلْ كَفى
بِاللَّهِ
شَهِيداً
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ) قَالَ:
إِيَّانَا
عَنَى
وَعَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَوَّلُنَا
وَعَلِيٌّ
أَفْضَلُنَا
وَخَيْرُنَا
بَعْدَ
النَّبِيِّ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ.
798- Bureyd şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: (De ki benimle sizin
aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitabın ilmi olan
yeter. Rad 43) Dedi ki: Sadece bizi
kastetti ve Ali aleyhisselam ilkimizdir ve Ali, nebi sallallahu aleyhi ve
alihiden sonra en üstünümüz ve en hayırlımızdır.
801- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (قُلْ كَفى
بِاللَّهِ
شَهِيداً
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ)أَ قُلْتُ:
هُوَ عَلِيُّ
بْنُ أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قَالَ: فَمَنْ
عَسَى أَنْ
يَكُونَ
غَيْرَهُ؟!
801-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin (De ki benimle sizin
aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitabın ilmi olan
yeter. Rad 43) ayetini sordum dedim ki: O
Ali ibni Ebu Talib aleyhisselam mıdır? Dedi ki: Ondan başka kim
olabilir ki?!
806- عَنْ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (قُلْ كَفى
بِاللَّهِ
شَهِيداً
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ) فَقَالَ:
أَنَا هُوَ
الَّذِي
عِنْدَهُ عِلْمُ
الْكِتَابِ
وَقَدْ
صَدَّقَهُ
اللَّهُ وَأَعْطَاهُ
الْوَسِيلَةَ
فِي
الْوَصِيَّةِ
إِذْ لَا
يُخَلِّي أُمَّتَهُ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ مِنْ
وَسِيلَةٍ
إِلَيْهِ
وَإِلَى
اللَّهِ قَالَ: (يا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا اللَّهَ
وَابْتَغُوا
إِلَيْهِ
الْوَسِيلَةَ).
806- Emîr'ül Müminîn
aleyhisselamın Allah Azze ve Cellenin (De ki benimle sizin aranızda şahit olarak
Allah ve yanında kitabın ilmi olan yeter. Rad 43) ayeti hakkında şöyle
dedi: O yanında kitabın ilmi olan benim. Sallallahu aleyhi ve alihi
ümmetini kendisine ve Allaha vesilesiz bırakmadan Allah onu
doğruladı ve ona vasiyyet hakkında vesile verdi ve dedi ki: (Ey iman edenler! Allaha karşı takva sahibi
olun ve Ona ulaştıracak vesile isteyin. Maide 35)
(Bu babda konuyla alakalı yirmi
tane rivayet vardı.)
810- قَالَ
جُوَيْرِيَةُ
بْنُ
مُسَهِّرٍ:
قَطَعْنَاَ
مَعَ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جِسْرَ
الصُّرَاةِ
فِي وَقْتِ
الْعَصْرِ فَقَالَ:
إِنَّ هَذِهِ
الْأَرْضَ
مُعَذَّبَةٌ
لَا
يَنْبَغِي
لِنَبِيٍّ
وَلَا لِوَصِيِّ
نَبِيٍّ أَنْ
يُصَلِّيَ
فِيهَا
فَمَنْ
أَرَادَ مِنْكُمْ
أَنْ
يُصَلِّيَ
فَلْيُصَلِّ
قَالَ: فَتَفَرَّقَ
النَّاسُ
يَمْنَةً
وَيَسْرَةً
يُصَلُّونَ
قَالَ:
قُلْتُ: أَنَا
وَاللَّهِ
لَأُقَلِّدَنَّ
هَذَا
الرَّجُلَ
صَلَاتِيَ
الْيَوْمَ
وَلَا
أُصَلِّي
حَتَّى يُصَلِّيَ
قَالَ: فَسِرْنَا
وَجَعَلَتِ
الشَّمْسُ
تَسْفُلُ قَالَ:
وَجَعَلَ
يَدْخُلُنِي
مِنْ ذَلِكَ أَمْرٌ
عَظِيمٌ
قَالَ: حَتَّى
وَجَبَ
الشَّمْسُ
وَقَطَعْنَا
الْأَرْضَ
قَالَ:
فَقَالَ: يَا
جُوَيْرِيَةُ
أَذِّنْ
فَقُلْتُ
تَقُولُ لِي
أَذِّنْ
وَقَدْ
غَابَتِ
الشَّمْسُ قَالَ:
أَذِّنْ
فَأَذَّنْتُ
ثُمَّ قَالَ
لِي: أَقِمْ
فَأَقَمْتُ
فَلَمَّا
قُلْتُ قَدْ
قَامَتِ
الصَّلَاةُ
رَأَيْتُ
شَفَتَيْهِ
يَتَحَرَّكَانِ
وَسَمِعْتُ
كَلَاماً
كَأَنَّهُ
كَلَامُ
الْعِبْرَانِيَّةِ
قَالَ:
فَارْتَفَعَتِ
الشَّمْسُ
حَتَّى
صَارَتْ فِي
مِثْلِ وَقْتِهَا
فِي الْعَصْرِ
فَصَلَّى
فَلَمَّا
انْصَرَفَ
هَوَتْ إِلَى
مَكَانِهَا
وَاشْتَبَكَتِ
النُّجُومُ
قَالَ:
فَقُلْتُ:
إِنِّي
أَشْهَدُ
أَنَّكَ
وَصِيُّ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ:
فَقَالَ لِي:
يَا جُوَيْرِيَةُ
أَ مَا
سَمِعْتَ
اللَّهَ
يَقُولُ: (فَسَبِّحْ
بِاسْمِ
رَبِّكَ
الْعَظِيمِ)؟ فَقُلْتُ:
بَلَى قَالَ:
فَإِنِّي
سَأَلْتُ اللهَ
رَبِّي
بِاسْمِهِ
الْعَظِيمِ
فَرَدَّهَا
اللَّهُ
عَلَيَّ.
810- Cuveyriyye ibni Musehhir şöyle rivayet eder:
Emîr'ül Müminîn Ali ibni Ebu Talib aleyhisselamla birlikte ikindi vakti Surat
köprüsünü aştık. Dedi ki: Bu yer azap görmüştür. Bir nebi veya
nebinin vasisi için orada salat kılması doğru olmaz. Sizden kim
salat kılmak isterse kılsın. İnsanlar sağa sola
dağılıp salat kıldılar. Dedim ki: Vallahi bugün
salatımızda bu adamı taklit edeceğim. O salat kılana
kadar kılmayacağım ve yürüdük. Güneş inmeye
başladı ve içimi büyük bir endişe kapladı. Nihayetinde
Güneş battı ve biz o yeri aştık. Dedi ki: Ya Cuveyriyye! Ezan
oku. Dedim ki: Sen bana ezan oku diyorsun ama Güneş battı. Dedi ki: Ezan
oku. Ben de ezan okudum. Sonra bana dedi ki: İkame oku. Bende ikame
okudum. 'Kad kâmet'is salât' dediğimde gördüm ki dudakları hareket
etmeye başladı. Bir kelam işittim sanki İbraniceydi. Bunun
üzerine Güneş yükseldi. Hatta ikindi vaktindeki olduğu yere geldi.
Salat kıldı, salattan ayrıldığında Güneş
kendi yerine düştü ve yıldızlara karıştı. Dedim
ki: Şehadet ediyorum ki sen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve aihinin
vasisisin. Dedi ki: Ya Cuveyriyye! Allahı işitmedin mi? Diyor ki: (Öyleyse
Rabbini ismi azamıyla tesbih et. Vakia 97) Dedim ki: Evet. Dedi ki: Rabbim
Allahtan ismi azamıyla istedim. Bunun üzerine Allah Güneşi geri
çevirdi.
(Bu babda konuyla
alakalı dört tane rivayet vardı.)
811- عَنِ
ابْنِ
بُكَيْرٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
لَيْلَةَ
الْقَدْرِ
يُكْتَبُ مَا
يَكُونُ
مِنْهَا فِي
السَّنَةِ
إِلَى مِثْلِهَا
مِنْ خَيْرٍ
أَوْ شَرٍّ
أَوْ مَوْتٍ
أَوْ حَيَاةٍ
أَوْ مَطَرٍ
وَيُكْتَبُ
فِيهَا
وَفْدُ
الْحَاجِّ
ثُمَّ
يُفْضَى
ذَلِكَ إِلَى
أَهْلِ
الْأَرْضِ فَقُلْتُ:
إِلَى مَنْ
مِنْ أَهْلِ
الْأَرْضِ؟
فَقَالَ:
إِلَى مَنْ
تَرَى؟
811- İbni Bukeyr Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Kadirin gecesi ()
bir sene içerisinde ondan diğer bir geceye kadar hayırdan,
şerden, ölümden, hayattan, yağmurdan olacak şeyler ve hac
ziyaretçisi o gecede yazılır. Sonra o arzın ehline
ulaşır. Dedim ki: Arzın ehlinden kime ulaşır? Dedi ki:
Kime bakıyorsun?
812- عَنْ
دَاوُدَ بْنِ
فَرْقَدٍ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (إِنَّا
أَنْزَلْناهُ
فِي لَيْلَةِ
الْقَدْرِ
وَما
أَدْراكَ ما
لَيْلَةُ
الْقَدْرِ) قَالَ:
نَزَلَ
فِيهَا مَا
يَكُونُ مِنَ
السَّنَةِ
إِلَى
السَّنَةِ
مِنْ مَوْتٍ
أَوْ
مَوْلُودٍ
قُلْتُ لَهُ:
إِلَى مَنْ؟
فَقَالَ:
إِلَى مَنْ
عَسَى أَنْ
يَكُونَ؟
إِنَّ
النَّاسَ فِي
تِلْكَ
اللَّيْلَةِ
فِي صَلَاةٍ
وَدُعَاءٍ
وَمَسْأَلَةٍ
وَصَاحِبَ
هَذَا
الْأَمْرِ
فِي شُغُلٍ تَنَزَّلُ
الْمَلائِكَةُ إِلَيْهِ
بِأُمُورِ
السَّنَةِ
مِنْ غُرُوبِ
الشَّمْسِ
إِلَى
طُلُوعِهَا مِنْ
كُلِّ أَمْرٍ
سَلامٌ
سَلامٌ هِيَ لَهُ
إِلَى أَنْ
يَطْلُعَ
الْفَجْرُ.
812- Davut ibni Ferkad şöyle rivayet etti: Allah Azze
ve Cellenin (Biz onu Kadirin gecesinde indirdik* Kadirin
gecesinin ne olduğunu kim sana bildirdi. Kadir 1- 2) ayetini sordum dedi ki: Bir seneden diğer seneye
kadar ölümden ve doğumdan olan şeyler o gecede iner. Dedim ki: Kime
iner? Dedi ki: Kime olabilir? Muhakkak ki insanlar o gece salattalar, duadalar,
istek içindeler ve bu işin sahibi bir iştedir. Melekler selamın
her işinden Güneşin doğuşundan batışına
kadar bir senenin işleriyle alakalı ona iner. O gece fecir
doğana kadar ona selamettir, selamettir.
814- عَنْ
هِشَامٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَوْلُ اللَّهِ
تَعَالَى فِي
كِتَابِهِ: (فِيها
يُفْرَقُ
كُلُّ أَمْرٍ
حَكِيمٍ) قَالَ:
تِلْكَ
لَيْلَةُ
الْقَدْرِ
يُكْتَبُ
فِيهَا
وَفْدُ
الْحَاجِّ
وَمَا
يَكُونُ فِيهَا
مِنْ طَاعَةٍ
أَوْ
مَعْصِيَةٍ
أَوْ مَوْتٍ
أَوْ حَيَاةٍ
وَيُحْدِثُ
اللَّهُ فِي
اللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
مَا يَشَاءُ
ثُمَّ
يُلْقِيهِ
إِلَى
صَاحِبِ الْأَرْضِ
قَالَ
الْحَرْثُ
بْنُ
الْمُغِيرَةِ
الْبَصْرِيُّ
قُلْتُ:
وَمَنْ
صَاحِبُ الْأَرْضِ؟
قَالَ:
صَاحِبُكُمْ.
814- Hişam şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin (Hikmetli
her iş onda ayrılır taksim edilir. Duhan 4) ayetini sordum dedi ki: O Kadirin gecesidir. Hac
ziyaretçisi, itaatten, isyandan, ölümden ve hayattan olacak şeyler onda
yazılır. Allah gece ve gündüz istediği şeyi oluşturup
başlatır. Sonra da onu arzın sahibine atar. Haris ibni
Muğiyre ve ben dedik ki: Arzın sahibi kim? Dedi ki: Sizin sahibiniz.
816- عَنْ
دَاوُدَ بْنِ
فَرْقَدٍ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ
لَيْلَةِ
الْقَدْرِ
الَّتِي
تَنَزَّلُ
فِيهَا
الْمَلَائِكَةُ
فَقَالَ: (تَنَزَّلُ
الْمَلائِكَةُ
وَالرُّوحُ
فِيها
بِإِذْنِ
رَبِّهِمْ
مِنْ كُلِّ
أَمْرٍ
سَلامٌ هِيَ
حَتَّى
مَطْلَعِ
الْفَجْرِ) قَالَ:
ثُمَّ قَالَ
لِي أَبُو
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مِمَّنْ؟
وَإِلَى مَنْ؟
وَمَا
تَنْزِلُ؟
816- Davut ibni Ferkad şöyle rivayet etti: Ona
meleklerin onda indiği o Kadirin gecesini sordum dedi ki: (Melekler
ve Ruh o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O
gece, fecrin doğuşuna kadar esenliktir. Kadir 4- 5) Sonra Ebu Abdullah aleyhisselam bana dedi ki: Kimden?
Kime? Ne iner?
818- عَنْ
مُعَلَّى
بْنِ
خُنَيْسٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِذَا
كَانَ
لَيْلَةُ
الْقَدْرِ
كَتَبَ اللَّهُ
فِيهَا مَا
يَكُونُ
قَالَ: ثُمَّ
يَرْمِي بِهِ
قَالَ:
قُلْتُ: إِلَى
مَنْ؟ قَالَ:
إِلَى مَنْ
تَرَى يَا
أَحْمَقُ.
818- Mualla ibni Huneys Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Kadirin gecesi
olduğunda Allah olacak olan şeyleri o gecede yazar ve onu atar. Dedim
ki: Kime atar? Dedi ki: Kime bakıyorsun ey ahmak?
821- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
حُمْرَانَ
عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
إِنَّ
النَّاسَ
يَقُولُونَ
إِنَّ
لَيْلَةَ
النِّصْفِ
مِنْ
شَعْبَانَ تُكْتَبُ
فِيهِ
الْآجَالُ
وَتُقْسَمُ
فِيهِ الْأَرْزَاقُ
وَتُخْرَجُ
صِكَاكُ
الْحَاجِّ
فَقَالَ: مَا
عِنْدَنَا
فِي هَذَا
شَيْءٌ
وَلَكِنْ
إِذَا
كَانَتْ
لَيْلَةُ
تِسْعَ
عَشْرَةَ
مِنْ شَهْرِ
رَمَضَانَ
يُكْتَبُ
فِيهَا
الْآجَالُ
وَيُقَسَّمُ
فِيهَا
الْأَرْزَاقُ
وَيُخْرَجُ
صِكَاكُ
الْحَاجِّ
وَيَطَّلِعُ
اللَّهُ
عَلَى
خَلْقِهِ
فَلَا
يَبْقَى
مُؤْمِنٌ
إِلَّا
غُفِرَ لَهُ
إِلَّا
شَارِبَ مُسْكِرٍ
فَإِذَا كَانَتْ
لَيْلَةُ
ثَلَاثٍ
وَعِشْرِينَ فِيها
يُفْرَقُ
كُلُّ أَمْرٍ
حَكِيمٍ أَمْضَاهُ
ثُمَّ
أَنْهَاهُ
قَالَ:
قُلْتُ: إِلَى
مَنْ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ؟ فَقَالَ:
إِلَى
صَاحِبِكُمْ
وَلَوْ لَا
ذَلِكَ لَمْ
يُعْلَمْ مَا
يَكُونُ فِي
تِلْكَ السَّنَةِ.
821- Muhammed ibni Humran şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: İnsanlar diyorlar
ki Şabanın ayının ortasında, o zaman eceller
yazılır, erzaklar taksim edilir, hac izni çıkar. Şöyle
dedi: Bizim yanımızda bu şeylerle alakalı bir şey yok.
Velakin Ramazanın ayının on dokuzuncu gecesi olduğunda
ecelleri o gecede yazar, erzakları o gecede taksim eder ve hac iznini
çıkarır. Allah yaratıklarına bakar ve içki içen hariç
bağışlamadığı hiçbir mümin kalmaz. Yirmi üçüncü
gece olduğunda, hikmetli her iş onda ayrılır, taksim edilir
ve onu imzalar. Sonra da onu ulaştırır. Dedim ki: Sana feda
olayım kime? Dedi ki: Sahibinize. Eğer o olmazsa o sene ne
olacağı bilinmez.
824- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
سُلَيْمَانَ
الدَّيْلَمِيِّ
عَنْ أَبِيهِ
سُلَيْمَانَ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
نُطْفَةَ
الْإِمَامِ
مِنَ
الْجَنَّةِ
وَإِذَا
وَقَعَ مِنْ
بَطْنِ
أُمِّهِ إِلَى
الْأَرْضِ
وَقَعَ
وَهُوَ
وَاضِعٌ
يَدَهُ عَلَى
الْأَرْضِ
رَافِعٌ
رَأْسَهُ
إِلَى السَّمَاءِ
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ وَلِمَ
ذَاكَ؟ قَالَ:
لِأَنَّ
مُنَادِياً
يُنَادِيهِ
مِنْ جَوِّ
السَّمَاءِ
مِنْ بُطْنَانِ
الْعَرْشِ
مِنَ
الْأُفُقِ
الْأَعْلَى:
يَا فُلَانَ
بْنَ فُلَانٍ
اثْبُتْ
فَإِنَّكَ
صَفْوَتِي
مِنْ خَلْقِي
وَعَيْبَةُ
عِلْمِي لَكَ
وَلِمَنْ
تَوَلَّاكَ
أَوْجَبْتُ
رَحْمَتِي وَمَنَحْتُ
جِنَانِي
وَأُحِلُّتْ
جِوَارِي ثُمَّ
وَعِزَّتِي
وَجَلَالِي
لَأَصْلِيَنَّ
مَنْ
عَادَاكَ
أَشَدَّ
عَذَابِي
وَإِنْ
أَوْسَعْتُ
عَلَيْهِمْ
فِي
دُنْيَايَ مِنْ
سَعَةِ
رِزْقِي
قَالَ:
فَإِذَا
انْقَضَى صَوْتُ
الْمُنَادِي
أَجَابَهُ
هُو:َ (شَهِدَ
اللَّهُ
أَنَّهُ لا
إِلهَ إِلَّا
هُوَ
وَالْمَلائِكَةُ
وَأُولُوا
الْعِلْمِ
قائِماً
بِالْقِسْطِ)
لا إِلهَ
إِلَّا هُوَ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ فَإِذَا
قَالَهَا
أَعْطَاهُ
الْعِلْمَ الْأَوَّلَ
وَالْعِلْمَ
الْآخِرَ
وَاسْتَحَقَّ
زِيَادَةَ
الرُّوحِ فِي
لَيْلَةِ الْقَدْرِ.
824- Süleyman ibni Deylemi Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti:
Muhakkak ki imamın nutfesi cennettendir. Annesinin karnından arza
düştüğünde ellerini yere koymuş ve başını semaya
kaldırmış bir vaziyettedir. Dedim ki: Sana feda olayım niye
öyle? Dedi ki: Çünkü bir munadi semanın içinden, Arşın
ortasından, en yüce ufuktan ona nida eder: Ey falan oğlu falan!
İkrar et! Muhakkak ki sen yaratıklarımın safısın
ve ilmimin heybesisin. Rahmetimi sana ve seni veli edinene vacip ettim. Cennetlerimi
has kıldım ve civarımı helal kıldım.
İzzetime ve Celalime and olsun; Kim sana düşmanlık ederse onu en
şiddetli azabıma götüreceğim. Dünyamda onları geniş
rızkımla rızıklandırmış olsam bile.
Munadinin sesi kesildiğinde ona cevap verir: (Allah,
melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilah olmadığına
adaletle şahitlik ettiler. Â-li İmran 18) O ayeti dediğinde ilk ilmi ve son ilmi ona verir.
Daha fazla gerekirse, Ruh Kadirin gecesindedir.
(Bu babda konuyla
alakalı on yedi tane rivayet vardı.)
828- عَنْ
جَعْفَرِ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
الصُّوفِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
مُحَمَّدَ
بْنَ عَلِيٍّ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَقُلْتُ
لَهُ: يَا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ لِمَ سُمِّيَ
النَّبِيُّ
الْأُمِّيَّ؟
قَالَ: مَا
يَقُولُ
النَّاسُ؟
قَالَ: قُلْتُ
لَهُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
يَزْعُمُونَ
إِنَّمَا
سُمِّيَ
النَّبِيُّ
الْأُمِّيَّ
لِأَنَّهُ لَمْ
يَكْتُبْ
فَقَالَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: كَذَبُوا
عَلَيْهِمْ
لَعْنَةُ
اللَّهِ أَنَّى
يَكُونُ
ذَلِكَ
وَاللَّهُ
تَبَارَكَ وَتَعَالَى
يَقُولُ فِي
مُحْكَمِ
كِتَابِهِ: (هُوَ
الَّذِي
بَعَثَ فِي
الْأُمِّيِّينَ
رَسُولًا
مِنْهُمْ
يَتْلُوا
عَلَيْهِمْ آياتِهِ
وَيُزَكِّيهِمْ
وَيُعَلِّمُهُمُ
الْكِتابَ
وَالْحِكْمَةَ) فَكَيْفَ
كَانَ
يُعَلِّمَهُمْ
مَا لَا يُحْسِنُ
وَاللَّهِ
لَقَدْ كَانَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَقْرَأُ وَيَكْتُبُ
بِاثْنَيْنِ
وَسَبْعِينَ
أَوْ
بِثَلَاثَةٍ
وَسَبْعِينَ
لِسَاناً
وَإِنَّمَا
سُمِّيَ
الْأُمِّيَّ
لِأَنَّهُ كَانَ
مِنْ أَهْلِ
مَكَّةَ
وَمَكَّةُ
مِنْ أُمَّهَاتِ
الْقُرَى
وَذَلِكَ
قَوْلُ اللَّهِ
تَعَالَى فِي
كِتَابِهِ: (لِتُنْذِرَ
أُمَّ
الْقُرى
وَمَنْ
حَوْلَها).
828-
Cafer ibni Muhammed Sufi şöyle rivayet etti: Ebu Cafer Muhammed ibni Ali
Rıza (Tâki) aleyhisselama dedim ki: Ey Rasûlullahın oğlu! Nebi
sallallahu aleyhi ve alihi neden ummi olarak isimlendi? Dedi ki: İnsanlar
ne diyorlar? Dedim ki: Sana feda olayım! İddia ediyorlar ki nebi
sallallahu aleyhi ve alihi ummi olarak isimlendi çünkü o yazmadı. Bunun
üzerine dedi ki: Yalan söylediler Allahın laneti onların üzerine
olsun. Nasıl öyle olabilir? Allah Tebareke ve Teala muhkem kitabında
diyor ki: (O, ummiler içinde, onlardan, kendilerine
ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti
öğreten bir resul gönderendir. Cuma 2) Sahip olmadığı şeyi onlara nasıl
öğretiyor? Vallahi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi yetmiş iki
veya yetmiş üç lisan okuyup yazıyordu. Ummi olarak
isimlendirilmesinin sebebi sadece Mekkenin ehlinden olmasıdır. Ve
Mekke şehirlerin analarındandır. Allahu Tealanın
kitabındaki şu ayeti: (Şehirlerin anasını ve
etrafında kim varsa uyarman için. Şura 7)
829- عَنْ
يَحْيَى بْنِ
عُمَرَانَ
عَنْ أَبِيهِ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَنَّهُ
سُئِلَ عَنْ
قَوْلِ
اللَّهِ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ
أُوحِيَ
إِلَيَّ هذَا
الْقُرْآنُ
لِأُنْذِرَكُمْ
بِهِ وَمَنْ
بَلَغَ) قَالَ:
بِكُلِّ
لِسَانٍ.
829- Yahya ibni Ömer babasından şöyle rivayet etti:
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allahu Tebareke ve
Tealanın (Bu Kuran onunla sizi ve ulaştığı herkesi
uyarayım diye bana vahyolundu. Enam 19) ayeti soruldu. Dedi ki: Her bir lisanla.
830-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (اجْعَلْنِي
عَلى
خَزائِنِ
الْأَرْضِ
إِنِّي
حَفِيظٌ
عَلِيمٌ) قَالَ:
حَفِيظٌ
بِمَا تَحْتَ
يَدَيَّ عَلِيمٌ
بِكُلِّ
لِسَانٍ.
830- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah Azze
ve Cellenin (Beni arzın
hazineleri üzerine sorumlu kıl! Muhakkak ki; ben iyi korurum, iyi bilirim.
Yusuf 55)
ayeti hakkında şöyle dedi: Elinin altında bulunan şeyleri
çok iyi koruyandır ve bütün dilleri çok iyi bilendir.
831- عَنْ عَلِيِّ
بْنِ
أَسْبَاطٍ
أَوْ
غَيْرِهِ قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
النَّاسَ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ لَمْ
يَكُنْ
يَكْتُبُ
وَلَا
يَقْرَأُ؟! فَقَالَ:
كَذَبُوا
لَعَنَهُمُ
اللَّهُ
أَنَّى ذَلِكَ
وَقَدْ قَالَ
اللَّهُ: (هُوَ
الَّذِي
بَعَثَ فِي
الْأُمِّيِّينَ
رَسُولًا
مِنْهُمْ
يَتْلُوا
عَلَيْهِمْ
آياتِهِ
وَيُزَكِّيهِمْ
وَيُعَلِّمُهُمُ
الْكِتابَ
وَالْحِكْمَةَ
وَإِنْ
كانُوا مِنْ
قَبْلُ لَفِي
ضَلالٍ
مُبِينٍ) فَيَكُونُ
أَنْ
يُعَلِّمَهُمُ
الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ
وَلَيْسَ
يُحْسِنُ
أَنْ يَقْرَأَ
وَيُكْتُبَ؟
قَالَ:
قُلْتُ:
فَلِمَ سُمِّيَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
أُمِّيّاً؟
قَالَ: نُسِبَ
إِلَى مَكَّةَ
وَذَلِكَ
قَوْلُ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (لِتُنْذِرَ
أُمَّ
الْقُرى
وَمَنْ
حَوْلَها) فَأُمُّ
الْقُرَى
مَكَّةُ
فَقِيلَ
أُمِّيٌّ
لِذَلِكَ.
831- Ali ibni Esbat şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: İnsanlar iddia ediyorlar ki
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi okuma yazması yoktu. Bunun üzerine
dedi ki: Allah onlara lanet etsin yalan söylüyorlar. Nasıl olabilir? Allah
diyor ki: (O,
ummiler içinde, onlardan, kendilerine ayetlerini okuyan, onları
temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir Resul gönderendir. Onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık
içindeydiler. Cuma 2) Onlara kitabı ve
hikmeti öğretecek ama kendisi okuma yazma bilmeyecek? Dedim ki: Nebi
sallallahu aleyhi ve alihi neden ummi olarak isimlendi? Dedi ki: Mekkeye
nisbet edildi. Onun delili Allah Azze ve Cellenin şu ayetidir: (Şehirlerin
anasını ve etrafında kim varsa uyarman için. Şura 7) Şehirlerin anası Mekkedir onun için ummi dendi.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
833- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الْوَلِيدِ قَالَ:
قَالَ لِي
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
أَيُّ شَيْءٍ
يَقُولُ
الشِّيعَةُ
فِي عِيسَى
وَمُوسَى
وَأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيٍّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قَالَ:
قُلْتُ:
يَقُولُونَ:
إِنَّ عِيسَى
وَمُوسَى
أَفْضَلُ
مِنْ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
فَقَالَ أَ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَدْ عَلِمَ
مَا عَلِمَ
رَسُولُ
اللَّهِ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ
وَلَكِنْ لَا يُقَدِّمُونَ
عَلَى أُولِي
الْعَزْمِ
مِنَ
الرُّسُلِ
أَحَداً
قَالَ أَبُو
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
فَخَاصِمْهُمْ
بِكِتَابِ اللَّهِ
قَالَ:
قُلْتُ: وَفِي
أَيِّ
مَوْضِعٍ مِنْهُ
أُخَاصِمُهُمْ؟
قَالَ: قَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
تَعَالَى
لِمُوسَى: (كَتَبْنا
لَهُ فِي
الْأَلْواحِ
مِنْ كُلِّ
شَيْءٍ) عَلِمْنَا
أَنَّهُ لَمْ
يَكْتُبْ
لِمُوسَى
كُلَّ شَيْءٍ
وَقَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى لِعِيسَى: (وَ
لِأُبَيِّنَ
لَكُمْ
بَعْضَ
الَّذِي تَخْتَلِفُونَ
فِيهِ)
وَقَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: (وَ
جِئْنا بِكَ
عَلى
هؤُلاءِ
شَهِيداً)
(نَزَّلْنا
عَلَيْكَ الْكِتابَ
تِبْياناً
لِكُلِّ شَيْءٍ).
833- Abdullah ibni Velid Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti:
Şialarımız Musa, İsa ve Emîr'ül Müminîn Ali aleyhisselam
hakkında ne diyor? Dedim ki: Diyorlar ki Musa ve İsa Emîr'ül Müminîn
aleyhisselamdan daha üstündür. Dedi ki: Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın
Rasûlullahın bildiği her şeyi bildiğini iddia etmiyorlar
mı? Dedim ki: Evet, velakin resullerden Ulul Azimlerin önüne kimseyi
geçirmiyorlar. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: Allahın
kitabını kullanarak onlarla mücadele et. Dedim ki: Kitabın hangi
yeriyle onlarla mücadele edeyim? Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala Musaya
şöyle dedi: (Onun için levhalara her şeyden
yazdık. Araf 145) Bildik ki O Musaya her
şeyi yazmadı. Allah Tebareke ve Teala İsaya şöyle dedi: (Hakkında ayrılığa
düştüğünüz şeylerden bir kısmını size
açıklamak için. Zuhruf 63) Allah Tebareke ve Teala Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye
şöyle dedi: (Seni de
onların üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman. Nisa 41) (Biz sana her şeyin
açıklayıcısı olarak kitabı indirdik. Nahl 89)
837- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
أُولِي
الْعَزْمِ مِنَ
الرُّسُلِ
وَفَضَّلَهُمْ
بِالْعِلْمِ وَوَرِثْنَا
عِلْمَهُمْ
وَفَضَّلَنَا
عَلَيْهِمْ
فِي عِلْمِهِمْ
وَعَلَّمَ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ مَا
لَمْ يَعْلَمُوا
وَعَلَّمَنَا
عِلْمَ
الرَّسُولِ
وَعِلْمَهُمْ
وَأُمَنَاءُ
شِيعَتِنَا
أَفْضَلُهُمْ
أَيْنَ مَا
كُنَّا
فَشِيعَتُنَا
مَعَنَا.
837-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Allah Resullerden Ulul Azimleri yarattı ve onları ilimle üstün
kıldı. Bizi de onların ilmine mirasçı kıldı ve
onların ilimleri hakkında bizi onlara üstün kıldı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye onların bilmediklerini
öğretti. Bize resulün ve onların ilmini öğretti.
Şialarımızın eminleri onların en üstünleridir biz
nerede olursak Şialarımız da bizimledir.
838- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الْوَلِيدِ
قَالَ: قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَا يَقُولُ
أَصْحَابُكَ
فِي أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
وَعِيسَى
وَمُوسَى عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
أَيُّهُمْ
أَعْلَمُ؟
قَالَ:
قُلْتُ: مَا
يُقَدِّمُونَ
عَلَى أُولِي
الْعَزْمِ
أَحَداً
قَالَ: أَمَا
إِنَّكَ لَوْ
حَاجَجْتَهُمْ
بِكِتَابِ
اللَّهِ
لَحَجَجْتَهُمْ
قَالَ:
قُلْتُ:
وَأَيْنَ هَذَا
فِي كِتَابِ
اللَّهِ؟
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
قَالَ فِي مُوسَى: (وَ
كَتَبْنا
لَهُ فِي
الْأَلْواحِ
مِنْ كُلِّ
شَيْءٍ
مَوْعِظَةً)
وَلَمْ
يَقُلْ كُلَّ
شَيْءٍ
وَقَالَ فِي
عِيسَى: (وَ
لِأُبَيِّنَ
لَكُمْ
بَعْضَ
الَّذِي تَخْتَلِفُونَ
فِيهِ)
وَلَمْ
يَقُلْ كُلَّ
شَيْءٍ وَقَالَ
فِي
صَاحِبِكُمْ: (كَفى
بِاللَّهِ
شَهِيداً
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ).
838-
Abdullah ibni Velid Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Ashabın Emîr'ül Müminîn, Musa ve
İsa aleyhimusselam hakkında ne diyor? Onların hangisi daha alim?
Dedim ki: Ulul Azimlerin önüne hiç kimseyi geçirmiyorlar. Dedi ki: Sen onlarla
Allahın kitabı üstünden tartışsaydın onlara delil
getirirdin. Dedim ki: Bu Allahın kitabında nerede? Dedi ki: Allah
Musa hakkında dedi ki: (Biz Musa için levhalarda her şeyden vaaz
olarak yazdık. Araf 145) Her şey demedi. Ve
İsa hakkında dedi ki: (Hakkında
ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir
kısmını size açıklamak için. Zuhruf 63) Her şey demedi. Ve sahibiniz
hakkında dedi ki: (De ki
benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında
kitabın ilmi olan yeter. Rad 43)
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
839- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَقَدْ
سَأَلَ مُوسَى
الْعَالِمَ
مَسْأَلَةً
لَمْ يَكُنْ
عِنْدَهُ
جَوَابُهَا
وَلَقَدْ
سَأَلَ الْعَالِمُ
مُوسَى
مَسْأَلَةً
لَمْ يَكُنْ عِنْدَهُ
جَوَابُهَا
وَلَوْ
كُنْتُ
عِنْدَهُمَا
لَأَخْبَرْتُ
كُلَّ
وَاحِدٍ
مِنْهُمَا
بِجَوَابِ
مَسْأَلَتِهِ
وَلَسَأَلْتُهُمَا
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
لَا يَكُونُ
عِنْدَهُمَا
جَوَابُهَا.
839- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Musa alime bir mesele sordu. Alim cevabı bilmiyordu. Ve
alim Musaya bir mesele sordu. Musa cevabı bilmiyordu. O ikisinin
yanında olsaydım her birine kendi sorusunun cevabını
verirdim. Ve o ikisine soru sorardım. O soruya cevapları
olmazdı.
840- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
لَمَّا
لَقِيَ
مُوسَى
الْعَالِمَ
كَلَّمَهُ
وَسَاءَلَهُ
نَظَرَ إِلَى
خُطَّافٍ يَصْفِرُ
وَيَرْتَفِعُ
فِي
السَّمَاءِ
وَيَتَسَفَّلُ
فِي
الْبَحْرِ
فَقَالَ
الْعَالِمُ لِمُوسَى:
أَ تَدْرِي
مَا يَقُولُ
هَذَا الْخُطَّافُ؟
قَالَ: وَمَا
يَقُولُ؟
قَالَ: يَقُولُ
وَرَبِّ
السَّمَاءِ
وَرَبِّ
الْأَرْضِ
وَرَبِّ
الْبَحْرِ
مَا
عِلْمُكُمَا
فِي عِلْمِ
رَبِّكُمَا
إِلَّا
مِثْلَ مَا
أَخَذْتُ
بِمِنْقَارِي
مِنْ هَذَا
الْبَحْرِ
قَالَ:
فَقَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَمَا لَوْ
كُنْتُ
عِنْدَهُمَا
لَسَأَلْتُهُمَا
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
لَا يَكُونُ
عِنْدَهُمَا
فِيهَا
عِلْمٌ.
840- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Musa alimle karşılaştığında
onunla konuştu ve sohbet etti. Bir tane kırlangıca baktı.
Ötüyor, semada yükseliyor, denize iniyor. Alim Musaya dedi ki: Bu
kırlangıcın ne dediğini biliyor musun? Musa dedi ki: Ne
diyor? Alim dedi ki: Diyor ki: Semanın Rabbine and olsun! Arzın
Rabbine and olsun! Denizin Rabbine and olsun! Rabbinizin ilmine göre siz
ikinizin ilmi nedir ki? Sadece gagamla bu denizden aldığım
kadardır. Ebu Abdullah aleyhisselam şöyle dedi: O ikisinin
yanında olsaydım o ikisine hakkında ilimleri olmayan bir soru
sorardım.
842- عَنْ
سَيْفٍ
التَّمَّارِ
قَالَ:
كُنَّا مَعَ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جَمَاعَةٌ
مِنْ
أَصْحَابِنَا
فِي
الْحِجْرِ
فَأَقْبَلَ
عَلَيْنَا
فَقَالَ:
عَلَيْنَا
عَيْنٌ؟
فَالْتَفَتْنَا
يَمْنَةً
وَيَسْرَةً
وَقُلْنَا:
لَيْسَ عَلَيْنَا
عَيْنٌ
فَقَالَ:
وَرَبِّ
هَذِهِ
الْكَعْبَةِ
ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ
أَنَّ لَوْ
كُنْتُ بَيْنَ
مُوسَى
وَالْخَضِرِ
لَأَخْبَرْتُهُمَا
أَنِّي
أَعْلَمُ
مِنْهُمَا
وَلَأَنْبَأْتُهُمَا
بِمَا لَيْسَ
فِي
أَيْدِيهِمَ.
842- Seyf Temmar şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselamla birlikte hicirdeydik dedi ki: Bizi
gözetleyen var mı? Sağa sola bakındık ve dedik ki: Bizi
gözetleyen yok. Şöyle dedi: Kabenin Rabbine and olsun! Kabenin Rabbine
and olsun! Kabenin Rabbine and olsun! Musayla Hızırın
yanında olsaydım, o ikisine haber verirdim ki ben o ikisinden daha
çok biliyorum ve o ikisine ellerinde olmayan şeyleri bildirirdim.
843- عَنْ
سَدِيرٍ
قَالَ:
كُنْتُ أَنَا
وَأَبُو
بَصِيرٍ
وَيَحْيَى الْبَزَّازُ
وَدَاوُدُ
بْنُ كَثِيرٍ
الرَّقِّيُّ
فِي مَجْلِسِ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِذْ خَرَجَ
إِلَيْنَا
وَهُوَ
مُغْضَبٌ
فَلَمَّا
أَخَذَ
مَجْلِسَهُ
قَالَ: يَا
عَجَبَاهْ لِأَقْوَامٍ
يَزْعُمُونَ
أَنَّا
نَعْلَمُ
الْغَيْبَ
مَا يَعْلَمُ
الْغَيْبَ
إِلَّا
اللَّهُ
لَقَدْ
هَمَمْتُ
بِضَرْبِ
جَارِيَتِي
فُلَانَةَ فَهَرَبَتْ
مِنِّي فَمَا
عَلِمْتُ فِي
أَيِّ
بُيُوتِ
الدَّارِ
هِيَ.
قَالَ
سَدِيرٌ:
فَلَمَّا
أَنْ قَامَ
مِنْ مَجْلِسِهِ
صَارَ فِي
مَنْزِلِهِ
وَأَعْلَمْتُ
دَخَلْتُ
أَنَا
وَأَبُو
بَصِيرٍ
وَمُيَسِّرٌ
وَقُلْنَا
لَهُ:
جَعَلَنَا
اللَّهُ فِدَاكَ!
سَمِعْنَاكَ
وَأَنْتَ
تَقُولُ
كَذَا
وَكَذَا فِي
أَمْرِ
خَادِمَتِكَ
وَنَحْنُ
نَزْعُمُ
أَنَّكَ
تَعْلَمُ
عِلْماً
كَثِيراً
وَلَا
نَنْسُبُكَ
إِلَى عِلْمِ
الْغَيْبِ.
قَالَ:
فَقَالَ لِي:
يَا سَدِيرُ
أَ لَمْ تَقْرَأِ
الْقُرْآنَ؟
قَالَ:
قُلْتُ: بَلَى
قَالَ: فَهَلْ
وَجَدْتَ
فِيمَا قَرَأْتَ
مِنْ كِتَابِ
اللَّهِ: (قالَ
الَّذِي
عِنْدَهُ
عِلْمٌ مِنَ
الْكِتابِ
أَنَا آتِيكَ
بِهِ قَبْلَ
أَنْ يَرْتَدَّ
إِلَيْكَ
طَرْفُكَ)؟ قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ قَدْ
قَرَأْتُ
قَالَ: فَهَلْ
عَرَفْتَ
الرَّجُلَ؟
وَهَلْ
عَلِمْتَ مَا
كَانَ
عِنْدَهُ
عِلْمٌ مِنَ
الْكِتَابِ؟
قَالَ:
قُلْتُ:
فَأَخْبِرْنِي
أَفْهَمْ
قَالَ: قَدْرُ
قَطْرَةِ
الثَّلْجِ
فِي
الْبَحْرِ
الْأَخْضَرِ
فَمَا يَكُونُ
ذَلِكَ مِنْ
عِلْمِ
الْكِتَابِ؟
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! مَا
أَقَلَّ هَذَا!
قَالَ:
فَقَالَ لِي:
يَا سَدِيرُ
مَا أَكْثَرَ هذا
لِمَنْ
يَنْسُبُهُ
اللَّهُ
إِلَى الْعِلْمِ
الَّذِي
أُخْبِرُكَ
بِهِ.
يَا
سَدِيرُ
فَهَلْ
وَجَدْتَ
فِيمَا قَرَأْتَ
مِنْ كِتَابِ
اللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ: (قُلْ
كَفى
بِاللَّهِ
شَهِيداً
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتابِ)؟ قَالَ:
قُلْتُ: قَدْ
قَرَأْتُهُ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: فَمَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمٌ مِنَ
الْكِتَابِ
أَفْهَمُ
أَمْ مَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتَابِ
كُلُّهُ؟
قَالَ: لَا
بَلْ مَنْ
عِنْدَهُ عِلْمُ
الْكِتَابِ
كُلُّهُ
قَالَ:
فَأَوْمَى بِيَدِهِ
إِلَى
صَدْرِهِ
وَقَالَ:
وَعِلْمُ
الْكِتَابِ
وَاللَّهِ
كُلُّهُ
عِنْدَنَا
عِلْمُ الْكِتَابِ
وَاللَّهِ
كُلُّهُ
عِنْدَنَا.
843-
Sedir şöyle rivayet etti: Ben, Ebu Basir, Yahya Bezzaz ve Davut ibni Kesir
Reggiyle beraber Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
meclisindeydim ki bize doğru sinirli bir şekilde çıkageldi.
Kendi yerine oturduğunda şöyle dedi: Millet ne kadar acayip. Bizim
gaybı bildiğimizi iddia ediyorlar. Gaybı Allahtan başka
kimse bilmez. Cariyem fulaneye vurmakla üzüldüm. Benden kaçtı. O evin
hangi odalarında bilmiyorum. Sedir dedi ki: Meclisinden
kalktığında evine geçti. Ben Ebu Basir ve Meyser içeri girdik ve
dedik ki: Allah bizi sana feda etsin senden işittik ki hizmetçinin
hakkında şöyle şöyle diyordun. Biz senin çok ilim bildiğini
iddia ediyoruz ama seni gayb ilmine nisbet etmiyoruz.
Bana dedi ki: Ya Sedir! Kuran okumuyor musun? Dedim ki:
Okuyorum. Dedi ki: Allahın kitabından okuduklarının
arasında (Kendi yanında kitaptan ilmi olan dedi ki:
Ben onu, sen gözünü açıp kapamadan önce sana getiririm. Neml 40) ayetini buldun mu? Dedim ki: Sana feda olayım!
Okudum. Dedi ki: O adamı tanıdın mı? Ve onun yanında
kitaptan olan ilimin ne olduğunu bildin mi? Dedim ki: Öğret ki
anlayayım. Dedi ki: Yeşil denizde bir katre kar miktarı. O
miktar kitabın ilmi yanında ne ifade eder? Dedim ki: Sana feda
olayım! Bu ne kadar da azdır. Dedi ki: Ya Sedir! Allahın ilme
nisbet verdiği o kişi için bu çok değil. O ilim ki hakkında
sana haber verdim.
Ya Sedir! Allah Azze ve Cellenin kitabından
okuduklarının arasında: (De ki benimle sizin aranızda şahit
olarak Allah ve yanında kitabın ilmi olan yeter. Rad 43) ayetini buldun mu? Dedim ki: Sana feda olayım! Onu
okudum. Dedi ki: Yanında kitaptan bir ilmi olan mı daha iyi anlar
yoksa kitabın ilminin hepsi olan mı? Hayır. Aksine yanında
kitabın ilminin hepsi olan daha iyi anlar. Eliyle göğsünü işaret
ederek şöyle dedi: Vallahi kitabın ilminin hepsi bizim
yanımızda! Vallahi kitabın ilminin hepsi bizim
yanımızda!
(Bu babda konuyla
alakalı beş tane rivayet vardı.)
844- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
إِنَّ مِنَّا
لَمَنْ
يُعَايِنُ
مُعَايَنَةً
وَإِنَّ
مِنَّا
لَمَنْ
يَنْقُرُ فِي
قَلْبِهِ
كَيْتَ وَكَيْتَ
وَإِنَّ
مِنَّا
لَمَنْ
يَسْمَعُ كَمَا
تَقَعُ
السِّلْسِلَةُ
فِي
الطَّسْتِ قَالَ:
قُلْتُ:
فَالَّذِينَ
تُعَايِنُونَ
مَا هُمْ؟
قَالَ: خَلْقٌ
أَعْظَمُ
مِنْ جَبْرَئِيلَ
وَمِيكَائِيلَ.
844- Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki bizden
bazısı görme suretiyle keşfeder. Ve bizden bazısı
şöyle şöyle kalbine yazılır. Ve bizden bazısı
zincirin leğene düşmesi gibi ses işitir. Dedim ki: O
gördüğünüz şeyler onlar kim? Dedi ki: Cebrail ve Mikailden daha azam
bir yaratıktır.
847- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
مِنَّا
لَمَنْ
يُنْكَتُ فِي
أُذُنِهِ
وَإِنَّ
مِنَّا
لَمَنْ
يُؤْتَى فِي
مَنَامِهِ
وَإِنَّ
مِنَّا
لَمَنْ
يَسْمَعُ
الصَّوْتَ
مِثْلَ
صَوْتِ
السِّلْسِلَةِ
تَقَعُ عَلَى
الطَّسْتِ
وَإِنَّ
مِنَّا
لَمَنْ
يَأْتِيهِ
صُورَةٌ أَعْظَمُ
مِنْ
جَبْرَئِيلَ
وَمِيكَائِيلَ.
847-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
bizden bazısının kulağına söylenir. Ve bizden
bazısına rüyasında gelinir. Ve bizden bazısı
leğene düşen zincirin sesi gibi ses işitir. Ve bizden
bazısına Cebrail ve Mikailden daha azam bir şekil gelir.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz
tane rivayet vardı.)
852-
عَنْ
مُعَتَّبٍ
قَالَ:
كُنْتُ مَعَ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِالْعَرِيضِ
فَجَاءَ
يَمْشِي
حَتَّى
دَخَلَ مَسْجِداً
كَانَ
يَتَعَبَّدُ
فِيهِ
أَبُوهُ وَهُوَ
يُصَلِّي فِي
مَوْضِعٍ
مِنَ
الْمَسْجِدِ
فَلَمَّا
انْصَرَفَ
قَالَ: يَا
مُعَتَّبُ أَ
تَرَى هَذَا
الْمَوْضِعَ؟
قَالَ: قُلْتُ:
نَعَمْ جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ:
بَيْنَا
أَبِي قَائِمٌ
يُصَلِّي فِي
هَذَا
الْمَكَانِ
إِذْ جَاءَهُ
شَيْخٌ
يَمْشِي
حَسَنَ
السَّمْتِ
فَجَلَسَ
وَبَيْنَا
هُوَ جَالِسٌ
إِذْ جَاءَ رَجُلٌ
آدَمُ حَسَنُ
الْوَجْهِ
وَالسِّيمَةِ
فَقَالَ
لِلشَّيْخِ:
مَا
يُجْلِسُكَ؟
فَلَيْسَ
بِهَذَا
أُمِرْتَ
فَقَامَا
يَتَسَاوَقَانِ
وَانْطَلَقَا
وَيَوَارَيَا
عَنِّي
فَلَمْ أَرَ شَيْئاً
فَقَالَ
أَبِي: يَا
بُنَيَّ هَلْ
رَأَيْتَ
الشَّيْخَ
وَصَاحِبَهُ؟
قُلْتُ: نَعَمْ
فَمَنِ
الشَّيْخُ
وَمَنْ
صَاحِبُهُ؟ فَقَالَ:
الشَّيْخُ
مَلَكُ
الْمَوْتِ
وَالَّذِي
جَاءَ جَبْرَئِيلُ.
852- Muattab şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamla beraber arizdeydim. Babasının ibadet
ettiği mescide girene kadar yürüdü. Mescidin bir yerinde salata
başladı salattan ayrıldığında dedi ki: Ya
Muattab! Bu yeri görüyor musun? Dedim ki: Sana feda olayım! Evet. Dedi ki:
Babam bu mekânda salata durduğunda görünümü güzel bir ihtiyar geldi ve
oturdu. O oturduğunda güzel yüzlü zarif biri geldi. İhtiyara
şöyle dedi: Seni oturtan nedir buna emrolunmadın? Bunun üstüne ikisi
de kalktı peş peşe çıktılar ve benim gözümden
kayboldular hiçbir şey görmedim. Babam dedi ki: Ey oğlum!
İhtiyarı ve arkadaşını gördün mü? Dedim ki: Evet
ihtiyar ve arkadaşı kimdi? Dedi ki: İhtiyar ölüm meleğiydi,
o gelen de Cebraildi.
(Bu babda konuyla alakalı
üç tane rivayet vardı.)
856- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
كَانَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَعْمَلُ
بِكِتَابِ
اللَّهِ
وَسُنَّةِ
نَبِيِّهِ
فَإِذَا وَرَدَ
عَلَيْهِ
شَيْءٌ
وَالْحَادِثُ
الَّذِي
لَيْسَ فِي
الْكِتَابِ
وَلَا فِي
السُّنَّةِ
أَلْهَمَهُ
اللَّهُ
تَعَالَى
الْحَقَّ
فِيهِ
إِلْهَاماً
وَذَلِكَ
وَاللَّهِ
مِنَ
الْمُعْضِلَاتِ.
856- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle
dedi: Ali aleyhisselam Allahın kitabı ve onun nebisinin sünnetiyle
amel ediyordu. Kitapta ve sünnette olmayan bir hadiseyle
karşılaştığında Allah Teala ona hakkı ilham
eder. Vallahi o (ilham) çözülmesi güç şeylerdendir.
(Bu babda konuyla
alakalı üç tane rivayet vardı.)
859- عَنْ عُمَرَ
بْنِ يَزِيدَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَهُوَ
مُضْطَجِعٌ
وَوَجْهُهُ
إِلَى
الْحَائِطِ
فَقَالَ لِي
حِينَ
دَخَلْتُ
عَلَيْهِ: يَا
عُمَرُ اغْمِزْ
رِجْلِي
فَقَعَدْتُ
أَغْمِزُ
رِجْلَهُ
فَقُلْتُ فِي
نَفْسِي:
السَّاعَةَ
أَسْأَلُهُ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ
وَعَنْ
مُوسَى أَيُّهُمَا
الْإِمَامُ
قَالَ:
فَحَوَّلَ
وَجْهَهُ
إِلَيَّ
وَقَالَ:
إِذَنْ
وَاللَّهِ لَا
أُجِيبُكَ.
859- Ömer ibni Yezid şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Yüzü duvara
dönük yatıyordu. Bana dedi ki: Ya Ömer! Ayağımı ov.
Oturdum, ayağını ovuyordum. İçimden şöyle geçirdim:
Şimdi, bu saatte Abdullah ve Musa aleyhisselamı sorayım hangisi
imamdır? Yüzünü bana döndü ve dedi ki: Öyleyse vallahi sana cevap
vermeyeceğim.
860- عَنْ
شِهَابِ بْنِ
عَبْدِ
رَبِّهِ
قَالَ
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَأَنَا
أُرِيدُ أَنْ
أَسْأَلَهُ
عَنِ الْجُنُبِ
يَغْرِفُ
الْمَاءَ
مِنَ
الْحُبِّ
فَلَمَّا
صِرْتُ
عِنْدَهُ
أُنْسِيْتُ
الْمَسْأَلَةَ
فَنَظَرَ
إِلَيَّ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: يَا
شِهَابُ لَا
بَأْسَ
بِأَنْ
يَغْرِفَ
الْجُنُبُ
مِنَ
الْحُبِّ.
860-
Şihab ibni Abdurabbihi şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Ona cünübün eliyle
küpten su almasını sormak istiyordum. Yanına
ulaştığımda unuttum. Ebu Abdullah aleyhisselam bana baktı
ve dedi ki: Ya Şihab! Cünübün eliyle küpten su almasında sorun yok.
864- عَنْ
عُمَرَ بْنِ
يَزِيدَ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
الْحَسَنِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَذُكِرَ
مُحَمَّدٌ فَقَالَ:
إِنِّي
جَعَلْتُ
عَلَى
نَفْسِي أَنْ
لَا
يُظِلَّنِي
وَإِيَّاهُ
سَقْفُ بَيْتٍ
فَقُلْتُ فِي
نَفْسِي:
هَذَا
يَأْمُرُ
بِالْبِرِّ وَالصِّلَةِ
وَيَقُولُ
هَذَا
لِعَمِّهِ قَالَ:
فَنَظَرَ
إِلَيَّ
فَقَالَ:
هَذَا مِنَ الْبِرِّ
وَالصِّلَةِ
إِنَّهُ
مَتَى مَا يَأْتِينِي
وَيَدْخُلُ
عَلَيَّ
فَيَقُولُ وَيُصَدِّقُهُ
النَّاسُ
وَإِذَا لَمْ
يَدْخُلْ
عَلَيَّ لَمْ
يُقْبَلْ
قَوْلُهُ
إِذَا قَالَ.
864- Ömer
ibni Yezid şöyle rivayet etti: Ebul Hasan (Rıza) aleyhisselamın
yanındaydım. Muhammed zikredildi. Dedi ki: Ben kendi nefsimde onunla
bir evin çatısı altında gölgelenmeme kararı aldım.
Kendi içimden şöyle geçirdim: Bu iyiliği ve sılai rahimi
emrediyor ve amcası için bunu söylüyor. Bana baktı ve şöyle
dedi: Bu iyilik ve sılai rahimdir. O ne zaman bana gelip bir şey
derse insanlar onu doğrularlar. Eğer yanıma gelmezse o
dediğinde sözü kabul edilmez.
865- عَنْ
هِشَامِ بْنِ
أَحْمَرَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَأَنَا
أُرِيدُ أَنْ
أَسْأَلَهُ
عَنِ الْمُفَضَّلِ
بْنِ عُمَرَ
وَهُوَ فِي
مَصْنَعَةٍ
لَهُ فِي
يَوْمٍ
شَدِيدِ
الْحَرِّ
وَالْعَرَقُ
يَسِيلُ
عَلَى
خَدِّهِ
فَيَجْرِي عَلَى
صَدْرِهِ
فَابْتَدَأَنِي
فَقَالَ: نِعْمَ
وَاللَّهِ الرَّجُلُ
الْمُفَضَّلُ
بْنُ عُمَرَ
نِعْمَ
وَاللهِ
الَّذِي لَا
إِلَهَ
إِلَّا هُوَ الرَّجُلُ
الْمُفَضَّلُ
بْنُ عُمَرَ
الْجُعْفِيُّ
حَتَّى
أَحْصَيْتُ
بِضْعاً
وَثَلَاثِينَ
مَرَّةً
يَقُولُهَا
وَيُكَرِّرُهَا
وَقَالَ:
إِنَّمَا
هُوَ وَالِدٌ
بَعْدَ وَالِدٍ.
865- Hişam ibni Ahmer şöyle etti: Şiddetli
sıcak bir günde Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
huzuruna vardım kendi bahçesindeydi, yanaklarına ve sinesine kadar
ter akıyordu. Ona Mufaddal ibni Ömeri soracaktım ben bir şey
sormadan söze başladı ve şöyle dedi: Vallahi çok güzel bir adam
Mufaddal ibni Ömer, ondan başka ilah olmayan Allaha and olsun, çok güzel
bir adam Mufaddal ibni Ömer El-Cufi. Hatta saydım otuz kere söyledi ve
tekrarladı ve şöyle dedi: Gerçekten de o babasından sonra
başka bir babadır.
869- زِيَادُ
بْنُ أَبِي
الْحَلَّالِ
قَالَ:
اخْتَلَفَ
النَّاسُ فِي
جَابِرِ بْنِ
يَزِيدَ
وَأَحَادِيثِهِ
وَأَعَاجِيبِهِ
قَالَ:
فَدَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَأَنَا
أُرِيدُ أَنْ أَسْأَلَهُ
عَنْهُ
فَابْتَدَأَنِي
مِنْ غَيْرِ
أَنْ أَسْأَلَهُ
فَقَالَ:
رَحِمَ
اللَّهُ
جَابِرَ بْنَ
يَزِيدَ
الْجُعْفِيَّ
كَانَ
يُصَدِّقُ
عَلَيْنَا
وَلَعَنَ
اللَّهُ
الْمُغِيرَةَ
بْنَ سَعِيدَ
كَانَ
يَكْذِبُ
عَلَيْنَا.
869-
Ziyad ibni Ebul Hellal şöyle rivayet etti: İnsanlar Cabir El-Cufi
hakkında, hadisleri ve acaiblikleri hakkında ihtilafa düştüler.
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım.
Ona Cabiri sormak istiyordum. Ben sormadan önce söze başlayıp
şöyle dedi: Allah Cabir El-Cufiye rahmet etsin. O bizi tasdik ederdi.
Allah Muğiyre ibni Saide lanet etsin. O da bizi yalanlardı.
870- عَنْ
شِهَابِ بْنِ
عَبْدِ
رَبِّهِ
قَالَ:
أَتَيْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
أَسْأَلُهُ
فَابْتَدَأَنِي
فَقَالَ: إِنْ
شِئْتَ
فَاسْأَلْ
يَا شِهَابُ وَإِنْ
شِئْتَ
أَخْبَرْنَاكَ
بِمَا جِئْتَ لَهُ
قُلْتُ:
أَخْبِرْنِي
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: جِئْتَ
لِتَسْأَلَنِي
عَنِ
الْجُنُبِ
يَغْرِفُ
الْمَاءَ
مِنَ
الْحُبِّ
بِالْكُوزِ فَيُصِيبُ
يَدُهُ
الْمَاءَ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ قَالَ:
لَيْسَ بِهِ
بَأْسٌ.
قَالَ:
وَإِنْ
شِئْتَ سَلْ
وَإِنْ
شِئْتَ أَخْبَرْتُكَ؟
قَالَ: قُلْتُ:
أَخْبِرْنِي
قَالَ: جِئْتَ
تَسْأَلُ
عَنِ الْجُنُبِ
يَسْهُو
فَيَغْمُزُ
يَدَهُ فِي الْمَاءِ
قَبْلَ أَنْ
يَغْسِلَهَا؟
قَالَ: قُلْتُ:
وَذَاكَ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: إِذَا
لَمْ يَكُنْ
أَصَابَ
يَدَهُ شَيْءٌ
فَلَا بَأْسَ
بِذَاكَ.
سَلْ
وَإِنْ
شِئْتَ
أَخْبَرْتُكَ
قَالَ:
قُلْتُ:
أَخْبِرْنِي
قَالَ: جِئْتَ
لِتَسْأَلَنِي
عَنِ
الْجُنُبِ
يَغْتَسِلُ
فَيَقْطُرُ
الْمَاءُ
مِنْ
جِسْمِهِ فِي
الْإِنَاءِ
أَوْ
يَنْضَحُ
الْمَاءُ
مِنَ الْأَرْضِ
فَيَقَعُ فِي
الْإِنَاءِ؟
قُلْتُ: نَعَمْ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: لَيْسَ
بِهَذَا
بَأْسٌ
كُلِّهِ.
فَسَلْ
وَإِنْ
شِئْتَ
أَخْبَرْتُكَ
قُلْتُ
أَخْبِرْنِي
قَالَ: جِئْتَ
لِتَسْأَلَنِي
عَنِ
الْغَدِيرِ
يَكُونُ فِي
جَانِبِهِ الْجِيفَةُ
أَتَوَضَّأُ
مِنْهُ أَوْ
لَا؟ قُلْتُ:
نَعَمْ قَالَ:
فَتَوَضَّأْ
مِنَ الْجَانِبِ
الْآخَرِ
إِلَّا أَنْ
يَغْلِبَ عَلَى
الْمَاءِ
الرِّيحُ
فَيَنْتِنُ
وَجِئْتَ لِتَسْأَلَ
عَنِ
الْمَاءِ
الرَّاكِدِ
مِنَ الْبِئْرِ
قَالَ: فَمَا
لَمْ يَكُنْ
فِيهِ تَغْيِيرٌ
أَوْ رِيحٌ
غَالِبَةٌ
قُلْتُ: فَمَا
التَّغْيِيرُ؟
قَالَ:
الصُّفْرَةُ
فَتَوَضَّأْ
مِنْهُ
وَكُلَّمَا
غَلَبَ
عَلَيْهِ
كَثْرَةُ
الْمَاءِ
فَهُوَ
طَاهِرٌ.
870-
Şihab ibni Abdurabbihi şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın yanına soru sormaya gittim, benden önce
söze başladı ve şöyle dedi. Ya Şihab! Eğer istersen
sen sor, eğer istersen sorularını biz sana haber verelim. Dedim
ki: Sana feda olayım! Sen haber ver. Dedi ki: Cünübün elini suya sokarak
tasla küpten su almasını sormaya geldin. Dedim ki: Evet. Dedi ki:
Onun bir sakıncası yoktur.
Dedi ki: İstersen sen, istersen ben sana haber
vereyim. Dedim ki: Sen bana haber ver. Dedi ki: Cünübün elini yıkamadan
önce elini yanlışlıkla suya sokmasını sormak için
geldin. Dedim ki: Evet o sana feda olayım! Dedi ki: Eğer elinde bir
şey yoksa onun bir sakıncası yoktur.
Sor, eğer istersen ben sana haber vereyim. Dedim ki:
Sen bana haber ver. Dedi ki: Cünüb banyo yapar ve cisminden kovanın içine
su damlar veya su yerden sıçrar kovanın içine düşer. Bunu
sormaya geldin. Dedim ki: Evet sana feda olayım. Dedi ki: Hiçbirinde sorun
yok.
Sor, istersen ben sana haber vereyim. Dedim ki: Sen bana
haber ver. Dedi ki: Bir su birikintisi yanında bir leş var. O sudan
abdest alabilir misin yoksa alamaz mısın? Dedim ki: Evet. Dedi ki:
Diğer taraftan alabilirsin; kokunun suya galebe etmesi ve
yayılması başka. Ve kuyunun içindeki durgun suyu sormak için
geldin. O suda değişim olmadığı ve koku ona galebe
etmediği müddetçe. Dedim ki: Değişim nedir? Dedi ki:
Bulanıklık. Suyun çokluğu her galip olduğunda ondan abdest
alabilirsin ve o temizdir.
873- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ
قَالَ:
كُنْتُ عِنْدَ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَأَصَابَنِي
عَطَشٌ
شَدِيدٌ
فَكَرِهْتُ
أَنْ أَسْتَسْقِيَ
فِي
مَجْلِسِهِ
وَدَعَا بِمَاءِ
بَارِدٍ
فَذَاقَهُ
وَنَاوَلَنِي
فَقَالَ: يَا
مُحَمَّدُ
اشْرَبْ
فَإِنَّهُ
بَارِدٌ
فَشَرِبْتُ.
873- Muhammed ibni Abdullah şöyle rivayet eder:
Rıza aleyhisselamın yanındaydım şiddetli bir
şekilde susadım ve onun meclisinde su istemekten çekindim. Soğuk
su istedi, tadına baktı ve bana verdi ve şöyle dedi: Ya
Muhammed! İç! Soğuktur. Ben de içtim.
874- عَنْ
جَمِيلِ بْنِ
دَرَّاجٍ
عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنِ
الْقَضَاءِ
وَالْقَدَرِ فَقَالَ:
هُمَا
خَلْقَانِ
مِنْ خَلْقِ
اللَّهِ
وَاللَّهُ يَزِيدُ
فِي
الْخَلْقِ ما
يَشاءُ
وَأَرَدْتُ
أَنْ
أَسْأَلَهُ
فِي الْمَشِيَّةِ
فَنَظَرَ
إِلَيَّ
فَقَالَ: يَا
جَمِيلُ لَا
أُجِيبُكَ
فِي
الْمَشِيَّةِ.
874- Cemil ibni Derrac şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama kaza ve kaderi sordum. Dedi ki: O
ikisi Allahın yaratıklarından iki yaratıktır. Allah
yaratıkları içinde ne dilerse onu arttırır. Ona meşiyyeti
(dilemeyi) sormak istedim. Bana baktı ve şöyle dedi: Ya Cemil!
Meşiyyet hakkında sana cevap vermeyeceğim.
875- عَنْ
مَالِكٍ
الْجُهَنِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ
بَيْنَ
يَدَيْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَوَضَعْتُ
يَدِي عَلَى
خَدِّي
وَقُلْتُ: لَقَدْ
عَظَّمَكَ
اللَّهُ
وَشَرَّفَكَ
فَقَالَ: يَا
مَالِكُ
الْأَمْرُ
أَعْظَمُ مِمَّا
تَذْهَبُ
إِلَيْهِ.
875-
Malik Cehni şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın yanındaydım. Elimi yanağıma koydum ve
dedim ki: Allah seni azametlendirmiş ve şereflendirmiş. Dedi ki:
Ya Malik! İş senin düşünce tarzından daha azimdir.
880- عَنْ
بَكْرِ بْنِ
مُحَمَّدٍ
قَالَ:
خَرَجْنَا
مِنَ
الْمَدِينَةِ
نُرِيدُ مَنْزِلَ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَحِقَنَا
أَبُو
بَصِيرٍ
خَارِجاً
مِنْ زُقَاقٍ
وَهُوَ
جُنُبٌ
وَنَحْنُ لَا
نَعْلَمُ
حَتَّى
دَخَلْنَا
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
فَرَفَعَ
رَأْسَهُ
إِلَى أَبِي
بَصِيرٍ
فَقَالَ: يَا
أَبَا مُحَمَّدٍ
أَ مَا
تَعْلَمُ
أَنَّهُ لَا
يَنْبَغِي
لِجُنُبٍ
أَنْ
يَدْخُلَ
بُيُوتَ الْأَنْبِيَاءِ
وَالْأَوْصِيَاءِ؟!
قَالَ:
فَرَجَعَ أَبُو
بَصِيرٍ
وَدَخَلْنَا.
880- Bekir ibni Muhammed şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın evine gitmek için Medineden
çıktık. Ebu Basir sokaktan çıkarak bize katıldı ve o
cünüpmüş. Ebu Abdullah aleyhisselamın huzuruna varana kadar
bilmiyorduk. Başını Ebu Basire doğru kaldırıp
şöyle dedi: Ya Ebu Muhammed! Cünübün nebilerin ve vasilerin evlerine
giremeyeceğini bilmiyor musun?! Bunun üzerine Ebu Basir döndü, biz girdik.
884- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ عَلِيِّ
بْنِ الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
الْأَئِمَّةُ
يَعْلَمُونَ
مَا
يُضْمَرُ؟ فَقَالَ:
عَلِمْتُ
وَاللَّهِ
مَا عَلِمَتِ الْأَنْبِيَاءُ
وَالرُّسُلُ
ثُمَّ قَالَ: أَزِيدُكَ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ قَالَ:
وَتُزَادُ
مَا لَمْ
تُزَدِ
الْأَنْبِيَاءُ.
884- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ali ibni
Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım!
İmamlar gizlenen şeyleri biliyorlar mı? Şöyle dedi: Vallahi
nebiler ve resuller ne biliyorlarsa ben de biliyorum. Sana daha
fazlasını söyleyeyim mi? Dedim ki: Evet. Şöyle dedi: Nebilerde
artmayan bizim için arttırılır.
(Bu babda konuyla alakalı yirmi
yedi tane rivayet vardı.)
885- عَنْ
أَبِي
كَهْمَشٍ
قَالَ:
كُنْتُ
نَازِلًا
بِالْمَدِينَةِ
فِي دَارٍ
فِيهَا
وَصِيفَةٌ
كَانَتْ
تُعْجِبُنِي
فَانْصَرَفْتُ
لَيْلًا
مُمْسِياً
فَاسْتَفْتَحْتُ
الْبَابَ
فَفَتَحَتْ
لِي فَمَدَدْتُ
يَدِي
فَقَبَضْتُ
عَلَى
ثَدْيِهَا فَلَمَّا
كَانَ مِنَ
الْغَدِ
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فَقَالَ:
يَا أَبَا
كَهْمَشٍ
تُبْ إِلَى
اللَّهِ
مِمَّا
صَنَعْتَ
الْبَارِحَةَ.
885- Ebu Kehmeş şöyle rivayet etti: Medinede bir
eve misafir oldum ve o evde bir genç kız vardı. Beni çok
heyecanlandırdı. Geceleyin dinlenmek için iyi akşamlar dileyerek
ayrıldım ve ondan kapıyı açık
bırakmasını istedim. O da benim için kapıyı açtı.
Elimi uzattım ve göğüslerini elledim. Ertesi gün olduğunda Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Bana
dedi ki: Ey Ebu Kehmeş! Dün yaptığın şeyden ötürü
Allaha tevbe et.
887- عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ
مِهْزَمٍ
قَالَ:
خَرَجْتُ
مِنْ عِنْدِ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لَيْلَةً
مُمْسِياً
فَأَتَيْتُ
مَنْزِلِي
بِالْمَدِينَةِ
وَكَانَتْ
أُمِّي مَعِي
فَوَقَعَ
بَيْنِي وَبَيْنَهَا
كَلَامٌ
فَأَغْلَظْتُ
لَهَا فَلَمَّا
أَنْ كَانَ
مِنَ الْغَدِ
صَلَّيْتُ الْغَدَاةَ
وَأَتَيْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
دَخَلْتُ
عَلَيْهِ
فَقَالَ لِي
مُبْتَدِئاً:
يَابْنَ
مِهْزَمٍ مَا
لَكَ
وَلِلْوَالِدَةِ
أَغْلَظْتَ
فِي كَلَامِهَا
الْبَارِحَةَ؟
أَ مَا
عَلِمْتَ أَنَّ
بَطْنَهَا
مَنْزِلٌ
قَدْ
سَكَنْتَهُ؟
وَأَنَّ
حِجْرَهَا
مَهْدٌ قَدْ
غَمَرْتَهُ؟
وَثَدْيَهَا
وِعَاءٌ قَدْ
شَرِبْتَهُ؟
قَالَ: قُلْتُ
بَلَى: قَالَ:
فَلَا
تُغْلِظْ لَهَا.
887- İbrahim ibni Mihzem şöyle rivayet etti: Geceleyin
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanından iyi
akşamlar dileyerek çıktım. Medinedeki evime geldim ve annem de
benimleydi. Benimle annem arasında konuşma başladı ve ben
ona kaba davrandım. Sabah olduğunda sabah salatını
kıldım ve Ebu Abdullah aleyhisselamın yanına geldim.
Huzuruna vardığımda benden önce söze başlayarak şöyle
dedi: Ya Ebu Mihzem! Sana ne oluyor? Dün annene sözünden dolayı
sertleştin. Bimiyor musun onun karnı güzel bir mekandır ki orada
oturdun? Kucağı bir beşiktir ona sarıldın? Memesi
gıda kabıdır onu içtin? Dedim ki: Tabii ki. Dedi ki: Asla ona
kaba davranma.
889- عَنِ
الْحَارِثِ
بْنِ
حَصِيرَةَ
الْأَزْدِيِّ
قَالَ:
قَدِمَ
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ
الْكُوفَةِ
إِلَى
خُرَاسَانَ
فَدَعَا
النَّاسَ
إِلَى وَلَايَةِ
جَعْفَرِ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
فَفِرْقَةٌ
أَطَاعَتْهُ
وَأَجَابَتْ
وَفِرْقَةٌ
جَحَدَتْ
وَأَنْكَرَتْ
وَفِرْقَةٌ
وَرَعَتْ وَوَقَفَتْ
قَالَ:
فَخَرَجَ
مِنْ كُلِّ
فِرْقَةٍ
رَجُلٌ
فَدَخَلُوا
عَلَى أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: فَكَانَ
الْمُتَكَلِّمُ
مِنْهُمْ
الَّذِي
وَرَعَ
وَوَقَفَ
وَقَدْ كَانَ
مَعَ بَعْضِ
الْقَوْمِ
جَارِيَةٌ فَخَلَا
بِهَا
الرَّجُلُ
وَوَقَعَ
عَلَيْهَا
فَلَمَّا
دَخَلْنَا
عَلَى أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَكَانَ هُوَ
الْمُتَكَلِّمُ
فَقَالَ لَهُ:
أَصْلَحَكَ
اللَّهُ!
قَدِمَ
عَلَيْنَا
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ
الْكُوفَةِ
فَدَعَا
النَّاسَ
إِلَى
طَاعَتِكَ
وَوَلَايَتِكَ
فَأَجَابَ
قَوْمٌ
وَأَنْكَرَ
قَوْمٌ
وَوَرَعَ
قَوْمٌ
وَوَقَفُوا
قَالَ: فَمِنْ
أَيِّ
الثَّلَاثِ
أَنْتَ؟
قَالَ: أَنَا
مِنَ
الْفِرْقَةِ
الَّتِي
وَرَعَتْ
وَوَقَفَتْ
قَالَ: فَأَيْنَ
كَانَ
وَرَعُكَ
لَيْلَةَ
كَذَا وَكَذَا
مَعَ
الجَارِيَةِ؟
قَالَ:
فَارْتَابَ
الرَّجُلُ.
889- Haris ibni Hasire şöyle rivayet etti: Kufenin
ehlinden birisi Horasana geldi ve insanları Cafer ibni Muhammed
(Sadık) aleyhisselamın velayetine çağırdı. Bir
fırka itaat edip icabet etti. Bir fırka kabul etmedi inkâr etti. Bir
fırka veralı oldu (sakındı) durdu. Her fırkadan biri
çıkıp Ebu Abdullah aleyhisselamın huzuruna geldi. -Onların
konuşmacısı veralı ve duran, o kavimlerden birisinin
cariyesi vardı. Onunla yalnız kalıp zina etti-. Ebu Abdullah
aleyhisselamın huzuruna girdiğimizde o konuşmacıydı.
Dedi ki: Allah işlerini yoluna koysun. Bize Kufenin ehlinden birisi geldi
ve insanları senin itaatine ve velayetine çağırdı. Bir
kavim icabet etti, bir kavim inkâr etti ve bir kavim de veralı oldu
durdular. Dedi ki: Sen bu üçün hangisindensin? Dedi ki: Ben veralı ve
duran fırkadanım. Dedi ki: Şu şu gece cariyeyle veran
neredeydi? Bunun üstüne adam şekketti şaşırdı.
(Bu babda konuyla
alakalı on altı tane rivayet vardı.)
902- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
قَدِمَ
عَلَيْنَا
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ الشَّامِ
فَعَرَضْتُ
عَلَيْهِ
هَذَا
الْأَمْرَ
فَقَبِلَهُ
فَدَخَلْتُ
عَلَيْهِ
وَهُوَ فِي
سَكَرَاتِ
الْمَوْتِ
فَقَالَ لِي:
يَا أَبَا
بَصِيرٍ قَدْ
قَبِلْتُ مَا
قُلْتَ لِي
فَكَيْفَ لِي
بِالْجَنَّةِ
فَقُلْتُ: أَنَا
ضَامِنٌ لَكَ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِالْجَنَّةِ
فَمَاتَ
فَدَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَابْتَدَأَنِي
وَقَالَ لِي:
قَدْ وُفِيَ
لِصَاحِبِكَ
بِالْجَنَّةِ.
902- Ebu Basir şöyle rivayet
etti: Şamın ehlinden birisi bize geldi ve ben ona bu işi
(velayet) sundum, o da kabul etti. Ölüm sarhoşluğunda onun yanına
gittim. Bana dedi ki: Ya Ebu Basir! Ne dedinse kabul ettim. Ben cennetlik
miyim? Dedim ki: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam adına
senin cennetine güvence veriyorum. O öldü, bende Ebu Abdullah
alehisselamın huzuruna vardım. Ben bir şey demeden söze
başladı ve şöyle dedi: Arkadaşının cennetine vefa
edildi.
904- عَنْ
هِشَامِ بْنِ
سَالِمٍ
قَالَ:
لَمَّا
دَخَلْتُ
عَلَى عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
فَسَأَلْتُهُ
فَلَمْ أَرَ
عِنْدَهُ
شَيْئاً
فَدَخَلَنِي
مِنْ ذَلِكَ
مَا اللَّهُ
بِهِ عَلِيمٌ وَخِفْتُ
أَنْ لَا
يَكُونَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
تَرَكَ
خَلَفاً
فَأَتَيْتُ
قَبْرَ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَجَلَسْتُ
عِنْدَ رَأْسِهِ
أَدْعُو
اللَّهَ
وَأَسْتَغِيثُ
بِهِ ثُمَّ
فَكَّرْتُ
فَقُلْتُ:
أَصِيرُ إِلَى
قَوْلِ
الزَّنَادِقَةِ
ثُمَّ
فَكَّرْتُ
فِيمَا
يَدْخُلُ
عَلَيْهِمْ
وَرَأَيْتُ
قَوْلَهُمْ
يَفْسُدُ
ثُمَّ قُلْتُ:
لَا بَلْ
قَوْلِ
الْخَوَارِجِ
فَآمُرُ
بِالْمَعْرُوفِ
وَأَنْهَى عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَأَضْرِبُ
بِسَيْفِي حَتَّى
أَمُوتَ
ثُمَّ
فَكَّرْتُ
فِي قَوْلِهِمْ
وَمَا
يَدْخُلُ
عَلَيْهِمْ
فَوَجَدْتُهُ
يَفْسُدُ
ثُمَّ قُلْتُ:
أَصْبِرُ
إِلَى
الْمُرْجِئَةِ
ثُمَّ
فَكَّرْتُ
فِيمَا
يَدْخُلُ
عَلَيْهِمْ
فَإِذَا
قَوْلُهُمْ
يَفْسُدُ
فَبَيْنَا أَنَا
أُفَكِّرُ
فِي نَفْسِي
وَأَبْكِي إِذْ
مَرَّ بِي
بَعْضُ
مَوَالِي
أَبِي عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لِي:
أَ تُحِبُّ
أَنْ أَسْتَأْذِنَ
لَكَ عَلَى
أَبِي
الْحَسَنِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
فَقُلْتُ:
نَعَمْ فَذَهَبَ
فَلَمْ
يَلْبَثْ
أَنْ عَادَ
إِلَيَّ فَقَالَ:
قُمْ
وَادْخُلْ
عَلَيْهِ
فَلَمَّا
نَظَرَ
إِلَيَّ
أَبُو
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لِي
مُبْتَدِئاً:
يَا هِشَامُ
لَا إِلَى
الزَّنَادِقَةِ
وَلَا إِلَى
الْخَوَارِجِ
وَلَا إِلَى
الْمُرْجِئَةِ
وَلَا إِلَى
الْقَدَرِيَّةِ
وَلَكِنْ
إِلَيْنَا قُلْتُ:
أَنْتَ
صَاحِبِي
ثُمَّ
سَأَلْتُهُ فَأَجَابَنِي
عَمَّا
أَرَدْتُ.
904-
Hişam ibni Salim şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın oğlu Abdullahın yanına
gittiğimde ona soru sordum ve onun yanından cevap olarak bir şey
bulamadım. İçime bir kuşku girdi ki Allah onu daha iyi biliyor.
Ebu Abdullah aleyhisselamın halifesini bırakmamasından
dolayı korktum. Nebi sallallahu aleyhi ve alihinin kabrine geldim ve
baş tarafında oturdum. Allaha dua ettim ve ondan yardım
istedim. Sonra kendi kendime düşündüm ve dedim ki:
Zındıkların sözü üzerine olayım. Sonra onların içine
giren şeyleri düşündüm ve sözlerinin bozulmuş olduğunu
gördüm. Sonra dedim ki: Hayır. Haricilerin sözü üzerine hareket ederim.
Marufu emrederim, munkerden sakındırırım ve ölene kadar
kılıcımla savaşırım. Sonra onların
sözlerini, içlerine giren şeyleri düşündüm, onları da
bozulmuş buldum. Sonra dedim ki: Murcienin üzerine olayım. Sonra
içlerine giren şeyleri düşündüm. Onların sözlerini de
bozulmuş buldum. Kendi içimde düşünüp ağlıyorken Ebu
Abdullah aleyhisselamın bir dostu geldi ve bana dedi ki: Senin Ebul Hasan
(Musa el-Kâzım) aleyhisselam huzuruna varman için izin istememi ister
misin? Dedim ki: Evet. Bunun üzerine gitti ve oyalanmadan bana geri döndü. Dedi
ki: Kalk ve huzuruna geç! Ebul Hasan aleyhisselam bana
baktığında ben bir şey sormadan söze başladı ve
şöyle dedi: Ya Hişam! Zındıklara doğru değil,
Haricilere doğru da değil, Murcieye doğru da değil,
Kaderiyyeye doğru da değil velakin bize doğru. Dedim ki: Sen
benim sahibimsin. Sonra istediğim şeyleri ona sordum o da cevap
verdi.
905- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ الْفُضَيْلِ
الصَّيْرَفِيِّ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَسَأَلْتُهُ
عَنْ أَشْيَاءَ
وَأَرَدْتُ
أَنْ
أَسْأَلَهُ
عَنِ
السِّلَاحِ
فَأَغْفَلْتُهُ
فَخَرَجْتُ وَدَخَلْتُ
إِلَى
مَنْزِلِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ بَشِيرٍ
فَإِذَا
غُلَامُهُ
وَمَعَهُ
رُقْعَتُهُ
وَفِيهَا بِسْمِ
اللَّهِ
الرَّحْمَنِ
الرَّحِيمِ أَنَا
بِمَنْزِلَةِ
أَبِي
وَوَارِثُهُ
وَعِنْدِي
مَا كَانَ
عِنْدَهُ.
905- Muhammed ibni Fuzeyl Sayrefi şöyle rivayet etti:
Ebul Hasan Rıza aleyhisselamın huzuruna vardım ve ona bazı
şeyler sordum. Ona silahı sormak istiyordum. Sorumdan vazgeçtim.
Çıktım ve Huseyn ibni Beşirin evine girdim. O esnada hizmetçisi
geldi ve elinde bir parça vardı ve içinde şöyle yazıyordu:
Bismillahir Rahmanir Rahim. Ben babamın konumundayım ve onun
varisiyim. Onun yanında olan şeyler şimdi benim
yanımdadır.
907- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَطَا
الْمَكِّيِّ
قَالَ:
اشْتَقْتُ
إِلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
وَأَنَا
بِمَكَّةَ
فَقَدِمْتُ
الْمَدِينَةَ
وَمَا
قَدِمْتُهَا
إِلَّا شَوْقاً
إِلَيْهِ
فَأَصَابَنِي
تِلْكَ
اللَّيْلَةَ
مَطَرٌ
وَبَرْدٌ
شَدِيدٌ فَانْتَهَيْتُ
إِلَى
بَابِهِ
نِصْفَ اللَّيْلِ
فَقُلْتُ مَا
أَطْرَقُهُ
هَذِهِ السَّاعَةَ
وَأَنْتَظِرُ
حَتَّى
أُصْبِحَ وَإِنِّي
لَأُفَكِّرُ
فِي ذَلِكَ
إِذْ سَمِعْتُهُ
يَقُولُ: يَا
جَارِيَةُ
افْتَحِي
الْبَابَ
لِابْنِ عَطَا
فَقَدْ
أَصَابَهُ
فِي هَذِهِ
اللَّيْلَةِ
بَرْدٌ
وَأَذًى
قَالَ
فَجَاءَتْ
فَفَتَحَتِ
الْبَابَ
فَدَخَلْتُ
عَلَيْهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
907-
Abdullah ibni Ata Mekki şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselamı özledim ve ben Mekkedeydim. Medineye
doğru hareket ettim ve hareketim ona olan özlemimden başka bir
şey için değildi. O gece yağmura ve şiddetli
soğuğa yakalandım. Gece yarısı kapısına
ulaştım. Dedim ki: Bu saatte kapıyı çalmayacağım.
Sabah olana kadar bekleyeceğim. Ben öyle düşünürken ona şöyle
dediğini işittim: Ya cariye! İbni Ataya kapıyı aç! Bu
gece ona soğuk değmiş ve eza çekmiş. Cariye geldi
kapıyı açtı. Ben de huzuruna vardım aleyhisselam.
(Bu babda konuyla alakalı yedi
tane rivayet vardı.)
908- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
مِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِالْكَلَامِ
وَمِنْهُمْ
مَنْ لَا
يُؤْمِنُ
إِلَّا
بِالنَّظَرِ
إِنَّ
رَجُلًا
أَتَى النَّبِيَّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
فَقَالَ لَهُ:
أَرِنِي
آيَةً
فَقَالَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
لِشَجَرَتَيْنِ:
اجْتَمِعَا
فَاجْتَمَعَتَا
ثُمَّ قَالَ:
تَفَرَّقَا
فَافْتَرَقَا
وَرَجَعَ
كُلُّ
وَاحِدَةٍ
مِنْهُمَا إِلَى
مَكَانِهِمَا
قَالَ:
فَآمَنَ
الرَّجُلُ.
908- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki insanlardan bazıları kelamla iman
ediyor, bazıları da sadece görmekle iman ediyor. Bir adam nebi
sallallahu aleyhi ve alihinin yanına geldi ve dedi ki: Bana ayet göster!
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi iki tane ağaca dedi ki: Bir araya
gelin! Onlar da bir araya geldi. Sonra dedi ki: Ayrılın! Onlar da
ayrıldılar ve her biri kendi yerine döndü. Bunun üzerine adam iman
etti.
909- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
نَزَلَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِوَادٍ فَضَرَبَ
خِبَاءً
ثُمَّ خَرَجَ
أَبُو جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِشَيْءٍ
حَتَّى
انْتَهَى
إِلَى
النَّخْلَةِ
فَحَمِدَ
اللَّهَ
عِنْدَهَا
بِمَحَامِدَ
لَمْ
أَسْمَعْ
بِمِثْلِهَا
ثُمَّ قَالَ:
أَيَّتُهَا
النَّخْلَةُ
أَطْعِمِينَا
مِمَّا
جَعَلَ
اللَّهُ
فِيكِ قَالَ: فَتَسَاقَطَ
رُطَبٌ
أَحْمَرُ
وَأَصْفَرُ فَأَكَلَ
وَمَعَهُ
أَبُو
أُمَيَّةَ
الْأَنْصَارِيُّ
فَأَكَلَ
مِنْهُ
وَقَالَ هَذِهِ
الْآيَةُ
فِينَا
كَالْآيَةِ
فِي مَرْيَمَ
إِذْ هَزَّتْ
إِلَيْهَا
بِجِذْعِ
النَّخْلَةِ
فَتَسَاقَطَ
عَلَيْهَا رُطَباً
جَنِيًّا.
909-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam bir vadiye indi ve hibasını ()
kurdu. Sonra Ebu Cafer aleyhisselam bir şey çıkardı ve hurma
ağacına gitti. Ağacın yanında duymadığım
medhiyelerle Allaha hamd etti. Sonra dedi ki: Ey hurma ağacı!
Allahın sende karar kıldığı şeylerden bizi
doyur. Bunun üzerine kırmızı ve sarı hurma düşmeye başladı.
O da yedi ve yanında Ebu Umeyye Ensaride vardı o da ondan yedi ve
şöyle dedi: Bizdeki bu ayet aynı Meryemdeki ayet gibidir. Hurma
ağacının gövdesini salladığında üzerine hurma
döküldü.
910- عَنِ
الْحَارِثِ
قَالَ:
خَرَجْنَا
مَعَ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
حَتَّى
انْتَهَيْنَا
إِلَى
الْعَاقُولِ
فَإِذَا هُوَ
بِأَصْلِ شَجَرَةٍ
قَدْ وَقَعَ
لِحَاؤُهَا
وَبَقِيَ
عَمُودُهَا
فَضَرَبَهَا
بِيَدِهِ
ثُمَّ قَالَ:
ارْجِعِي
بِإِذْنِ
اللَّهِ
خَضْرَاءَ
مُثْمِرَةً
فَإِذَا هِيَ
تَهْتَزُّ
بِأَغْصَانِهَا
حَمْلَهَا
الْكُمَّثْرَى
فَقَطَعْنَا
وَأَكَلْنَا
وَحَمَلْنَا
مَعَنَا
فَلَمَّا
كَانَ مِنَ
الْغَدِ
غَدَوْنَا
فَإِذَا
نَحْنُ بِهَا
خَضْرَاءَ
فِيهَا
الْكُمَّثْرَى.
910- Haris şöyle rivayet etti: Emîr'ül Müminîn
aleyhisselam ile çıktık ve agul bitkilerine kadar gittik. Kabuğu
düşmüş, gövdesi kalmış bir ağacın dibinde durdu
ve eliyle o ağaca vurdu. Sonra dedi ki: Allahın izniyle yeşil
ve ürünlenmiş olarak dön. O anda ağaç dallarıyla beraber hareket
etti ve armut belirdi. Kopardık yedik ve yanımızda da
taşıdık. Ertesi gün olduğunda yine yeşildi ve armut
vardı.
912- عَنْ
سُلَيْمَانَ
بْنِ خَالِدٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: كَانَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
الْبَلْخِيُّ
مَعَهُ
فَانْتَهَى
إِلَى
نَخْلَةٍ
خَاوِيَةٍ
فَقَالَ:
أَيَّتُهَا
النَّخْلَةُ
السَّامِعَةُ
الْمُطِيعَةُ
لِرَبِّهَا
أَطْعِمِينَا
فِيمَا
جَعَلَ
اللَّهُ
فِيكِ قَالَ:
فَتَسَاقَطَ
عَلَيْنَا
رُطَبٌ
مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ
فَأَكَلْنَا
حَتَّى
تَضَلَّعْنَا
فَقَالَ
الْبَلْخِيٌّ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
سُنَّةٌ
فِيكُمْ
كَسُنَّةِ
مَرْيَمَ.
912-
Süleyman ibni Halid şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselam Belhliyle beraber meyvesiz bir hurma ağacının
yanına gitti ve şöyle dedi: Ey Rabbini işiten ve itaat eden
hurma ağacı! Allahın sende karar kıldığı
şeylerden bizi doyur. Bunun üstüne üzerimize çeşitli hurma düştü
doyana kadar yedik. Belhli dedi ki: Sana feda olayım! Sizdeki bu sünnet
aynı Meryemin sünneti gibi.
913- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ فُلَانٍ
الرَّافِعِيِّ
قَالَ: كَانَ
لِيَ ابْنُ
عَمٍّ
يُقَالُ لَهُ
الْحَسَنُ
بْنُ عَبْدِ
اللَّهِ
وَكَانَ
زَاهِداً
وَكَانَ مِنْ
أَعْبَدِ
أَهْلِ
زَمَانِهِ وَكَانَ
يَلْقَاهُ
السُّلْطَانُ
وَرُبَّمَا
اسْتَقْبَلَ
السُّلْطَانَ
بِالْكَلَامِ
الصَّعْبِ
يَعِظُهُ
وَيَأْمُرُ
بِالْمَعْرُوفِ
وَكَانَ
السُّلْطَانُ
يَحْتَمِلُ
لَهُ ذَلِكَ
لِصَلَاحِهِ
فَلَمْ
يَزَلْ
هَذِهِ
حَالُهُ
حَتَّى كَانَ
يَوْماً
دَخَلَ أَبُو
الْحَسَنِ
مُوسَى عَلَيْهِ
السَّلَامُ
الْمَسْجِدَ
فَرَآهُ
فَأَوْمَأَ
إِلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ
لَهُ: يَا
أَبَا
عَلِيٍّ! مَا
أَحَبَّ
إِلَيَّ مَا
أَنْتَ فِيهِ
وَأَسَرَّنِي
بِكَ إِلَّا
أَنَّهُ
لَيْسَتْ
لَكَ مَعْرِفَةٌ
فَاذْهَبْ
فَاطْلُبِ
الْمَعْرِفَةَ
قَالَ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
وَمَا
الْمَعْرِفَةُ؟
فَقَالَ لَهُ:
اذْهَبْ
وَتَفَقَّهْ
وَاطْلُبِ
الْحَدِيثَ
قَالَ:
عَمَّنْ؟
قَالَ: عَنْ
أَنَسِ بْنِ
مَالِكٍ
وَعَنْ
فُقَهَاءِ
أَهْلِ الْمَدِينَةِ
ثُمَّ
اعْرِضِ
الْحَدِيثَ
عَلَيَّ.
قَالَ:
فَذَهَبَ
وَتَكَلَّمَ
مَعَهُمْ ثُمَّ
جَاءَهُ
فَقَرَأَهُ
عَلَيْهِ
فَأَسْقَطَهُ
كُلَّهُ
ثُمَّ قَالَ
لَهُ: اذْهَبْ
وَاطْلُبِ
الْمَعْرِفَةَ
وَكَانَ
الرَّجُلُ
مَعْنِيّاً بِدِينِهِ
فَلَمْ
يَزَلْ
يَتَرَصِّدُ
أَبَا
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
حَتَّى خَرَجَ
إِلَى
ضَيْعَةٍ
لَهُ
فَتَبِعَهُ
وَلَحِقَهُ
فِي
الطَّرِيقِ
فَقَالَ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! إِنِّي
أَحْتَجُّ
عَلَيْكَ
بَيْنَ
يَدَيِ اللَّهِ
فَدُلَّنِي
عَلَى
الْمَعْرِفَةِ
قَالَ:
فَأَخْبَرَهُ
بِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
وَقَالَ لَهُ:
كَانَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
بَعْدَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِمَا
وَأَخْبَرَهُ
بِأَمْرِ أَبِي
بَكْرٍ
وَعُمَرَ
فَتَقَبَّلَ
مِنْهُ ثُمَّ
قَالَ: فَمَنْ
كَانَ بَعْدَ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قَالَ:
الْحَسَنُ
ثُمَّ الْحُسَيْنُ
حَتَّى
انْتَهَى
إِلَى نَفْسِهِ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
ثُمَّ سَكَتَ
قَالَ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
فَمَنْ هُوَ
الْيَوْمَ؟
قَالَ: إِنْ
أَخْبَرْتُكَ
تَقْبَلُ؟
قَالَ: بَلَى
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: أَنَا
هُوَ قَالَ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
فَشَيْءٌ
أَسْتَدِلُّ
بِهِ قَالَ:
اذْهَبْ
إِلَى تِلْكَ
الشَّجَرَةِ
وَأَشَارَ
إِلَى أُمِّ غَيْلَانَ
فَقُلْ لَهَا
يَقُولُ لَكِ
مُوسَى بْنُ
جَعْفَرٍ
أَقْبِلِي قَالَ:
فَأَتَيْتُهَا
قَالَ:
فَرَأَيْتُهَا
وَاللَّهِ
تَجُبُّ
الْأَرْضَ
جُبُوباً حَتَّى
وَقَفَتْ
بَيْنَ
يَدَيْهِ
ثُمَّ أَشَارَ
إِلَيْهَا
فَرَجَعَتْ
قَالَ:
فَأَقَرَّ
بِهِ ثُمَّ
لَزِمَ
السُّكُوتَ
فَكَانَ لَا
يَرَاهُ
أَحَدٌ
يَتَكَلَّمُ
بَعْدَ ذَلِكَ
وَكَانَ مِنْ
قَبْلِ
ذَلِكَ يَرَى
الرُّؤْيَا
الْحَسَنَةَ
وَتُرَى لَهُ
ثُمَّ
انْقَطَعَتْ
عَنْهُ
الرُّؤْيَا
فَرَأَى
لَيْلَةً
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِيمَا يَرَى
النَّائِمُ
فَشَكَا
إِلَيْهِ
انْقِطَاعَ
الرُّؤْيَا
فَقَالَ لَهُ:
لَا تَغْتَمَّ
فَإِنَّ
الْمُؤْمِنَ
إِذَا رَسَخَ
فِي
الْإِيمَانِ
رُفِعَ
عَنْهُ
الرُّؤْيَا.
913- Muhammed ibni Fulan Rafii şöyle rivayet etti: Hasan ibni Abdullah adında bir amcamın oğlu
vardı. Zahit ve zamanının en çok ibadet edenlerinden
biriydi. Sultanla karşılaştığında sultana sert sözler söyler, ona öğüt verir,
marufu emreder ve munkerden de sakındırırdı. Sultan da onun
salih bir insan oluşundan
dolayı ona tahammül ederdi. Bu durum, uzun süre böyle devam etti.
Bir gün mesciddeyken, Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam geldi. Onu
orada gördü, işaret ederek yanına gelmesini istedi, o da geldi. Ona
dedi ki: Ya Ebu Ali! Senin bu halin ne kadar da hoşuma gidiyor, beni sevindiriyor. Sadece marifetten yoksunsun git ve
marifet taleb et. Dedi ki: Sana feda olayım marifet nedir? Ona şöyle
dedi: Git dinde derin kavrayış sahibi ol ve hadis
öğren. Dedi ki: Kimden? Dedi ki:
Enes ibni Malikten ve Medinenin ehlinin fakihlerinden. Sonra o hadisi bana
göster. Bunun üzerine gitti onlarla konuştu ve gelip öğrendiklerini
ona okudu o da hepsini geçersiz saydı. Sonra dedi ki: Git ve marifet talep
et. O adam, dininde çok
çalışkandı ve bir gün karşılaşma umuduyla Ebul Hasan
aleyhisselamı gözetlerdi. Bir gün, Ebul Hasan aleyhisselama tarlasına
giderken yolda takip edip onunla buluştu ve dedi ki:
Sana
feda olayım ben, Allahın huzurunda sana özür getiriyorum. Bana
marifeti göster. Bunun üzerine ona Emîr'ül Müminînin işini
anlattı ve ona dedi ki: Rasûlullahtan sonra Emîr'ül Müminîndi
sallallahu aleyhima. Sonra ona Ebu Bekirin ve Ömerin işini anlattı.
O da anlatılan her şeyi kabul etti. Sonra dedi ki: Emîr'ül Müminîn
aleyhisselamdan sonra kimdi? İmam aleyhisselam dedi ki: Hasan sonra Huseyn
kendisine gelene kadar saydı aleyhimusselam ve sustu. Dedi ki: Sana feda
olayım. Bugün kimdir? Dedi ki: Eğer söylesem kabul eder misin? Dedi
ki: Sana feda olayım tabii ki. Dedi ki: O benim. Dedi ki: Sana feda
olayım delil edinebileceğim bir şey var mı? Dedi ki:
Şu ağacın yanına git. eliyle ummu gaylan ağacını
gösterdi- Ona de ki: Musa ibni Cafer gelmeni söylüyor. Adam dedi ki:
Ağacın yanına geldim. Gördüm ki: Toprağı yara yara
gidip onun önünde durdu, sonra eliyle ona dönmesini işaret etti ve o da
yerine geri döndü. Sonra onun imamlığını kabul etti. O günden
itibaren sessizliğe büründü ve bir daha konuştuğunu gören
olmadı. Ondan önce güzel rüya görürdü, sonra rüya kesildi bir gece uyurken
Ebu Abdullah aleyhisselamı gördü ve ona rüyanın kesilmesini
şikâyet etti. Ona dedi ki: Üzülme mumin imanda derinleşince rüya
ondan kesilir.
(Bu babda konuyla
alakalı on bir tane rivayet vardı.)
921- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَطَا قَالَ:
دَخَلْتُ
إِلَى
مَكَّةَ فِي
اللَّيْلِ
فَفَرَغْتُ
مِنْ
طَوَافِي
وَسَعْيِي
وَبَقِيَ
عَلَيَّ
لَيْلٌ
فَقُلْتُ
أَمْضِي
إِلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَأَتَحَدَّثُ
عِنْدَهُ
بَقِيَّةَ
لَيْلِي
فَجِئْتُ
إِلَى
الْبَابِ فَقَرَعْتُهُ
فَسَمِعْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ: إِنْ
كَانَ عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
عَطَا
فَأَدْخِلْهُ
قَالَ: مَنْ
هَذَا؟
قُلْتُ:
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
عَطَا قَالَ:
ادْخُلْ.
921- Abdullah ibni Ata şöyle
rivayet etti: Geceleyin Mekkeye girdim. Tavafımı ve amellerimi
bitirip boşa çıktım ve vaktim çoktu. Dedim ki: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama gideyim, gecenin kalan kısmını
onunla konuşayım. Kapıya geldim ve çaldım. Ebu Cafer
aleyhisselamı işittim şöyle dedi: Abdullah ibni Ataysa içeri
al. Dedi ki: Kimsin? Dedim ki: Abdullah ibni Ata. Dedi ki: İçeri gir.
(Bu babda konuyla
alakalı üç tane rivayet vardı.)
924- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِذَا
قَامَ
قَائِمُ آلِ
مُحَمَّدٍ
حَكَمَ بِحُكْمِ
دَاوُدَ
وَسُلَيْمَانَ
لَا يَسْأَلُ
النَّاسَ
بَيِّنَةً.
924-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Â-li
Muhammedin Kaimi kıyam ettiğinde Davudun ve Süleymanın
hükmüyle hükmedecek insanlardan delil istemeyecek.
925- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: لَنْ
تَذْهَبَ
الدُّنْيَا
حَتَّى
يَخْرُجَ
رَجُلٌ مِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
يَحْكُمُ
بِحُكْمِ دَاوُدَ
وَلَا
يَسْأَلُ
النَّاسَ
بَيِّنَةً.
925-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Biz Ehli
Beytten bir adam çıkana kadar bu dünya asla yok olup gitmez. Davudun ve
Â-li Davudun hükmüyle hükmedecek, insanlardan delil istemeyecek.
926- عَنْ
أَبِي
عُبَيْدَةَ
الْحَذَّاءِ
قَالَ:
كُنَّا
زَمَانَ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
حِينَ قُبِضَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
نَتَرَدَّدُ
كَالْغَنَمِ
لَا رَاعِيَ لَهَا
فَلَقِينَا
سَالِمَ بْنَ
أَبِي
حَفْصَةَ
فَقَالَ: يَا
أَبَا
عُبَيْدَةَ
مَنْ
إِمَامُكَ؟
قُلْتُ:
أَئِمَّتِي
مِنْ آلِ
مُحَمَّدٍ
فَقَالَ: هَلَكْتَ
وَأَهْلَكْتَ
أَ مَا
سَمِعْتَ أَنَا
وَأَنْتَ
مَعِي أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَهُوَ
يَقُولُ: مَنْ
مَاتَ وَلَيْسَ
عَلَيْهِ
إِمَامٌ
مَاتَ
مِيتَةً
جَاهِلِيَّةً
أَ مَا
تَعْرِفُ
أَنَّهُ قَدْ
خَلَّفَ وَلَدَهُ
جَعْفَراً
إِمَاماً
عَلَى
الْأُمَّةِ؟
قُلْتُ: بَلَى
لَعَمْرِي
قَدْ رَزَقَنِي
اللَّهُ
الْمَعْرِفَةَ
قَالَ:
فَقُلْتُ لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بَعْدَ مَا لَقِيتُهُ:
إِنَّ
سَالِمَ بْنَ
أَبِي حَفْصَةَ
قَالَ لِي
كَذَا
وَكَذَا
قَالَ لِي:
يَا أَبَا
عُبَيْدَةَ
أَ مَا
عَلِمْتَ
أَنَّهُ لَمْ
يَمُتْ
مِنَّا
مَيِّتٌ
حَتَّى
يُخَلِّفَ
مِنْ
بَعْدِهِ
مَنْ
يَعْمَلُ
مِثْلَ عَمَلِهِ
وَيَسِيرُ
بِمِثْلِ
سِيرَتِهِ
وَيَدْعُو
إِلَى مِثْلِ
الَّذِي
دَعَا
إِلَيْهِ؟
يَا أَبَا
عُبَيْدَةَ
إِنَّهُ لَمْ
يُمْنَعْ مَا
أُعْطِيَ
دَاوُدَ أَنْ
أُعْطِيَ
سُلَيْمَانَ
قَالَ: ثُمَّ
قَالَ: يَا
أَبَا
عُبَيْدَةَ إِنَّهُ
إِذَا قَامَ
قَائِمُ آلِ
مُحَمَّدٍ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
حَكَمَ بِحُكْمِ
آلِ دَاوُدَ
وَكَانَ
سُلَيْمَانُ
لَا يَسْأَلُ
النَّاسَ
بَيِّنَةً.
926-
Ebu Ubeyde Hezzai şöyle rivayet tti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın zamanındaydık. Aleyhisselam vefat ettiğinde
çobanı olmayan sürü gibi sağa sola gidip geliyorduk. Salim ibni Ebu
Hafsayla karşılaştık. Dedi ki: Ya Ebu Ubeyde!
İmamın kim? Dedim ki: İmamlarım Â-li Muhammed sallallahu
aleyhi ve alihidendir. Dedi ki: Helak oldun ve helak ettin. Ebu Cafer
aleyhisselamı işitmedin mi? Sen benimle beraberdin. Dedi ki: Kim
imamı olmadan ölürse cahiliyye ölümüyle ölmüştür. Bilmiyor musun O
oğlu Cafer aleyhisselamı ümmete imam olarak bıraktı? Dedim
ki: Tabii ki. Ömrüme and olsun Allah beni marifetle
rızıklandırdı. Sonra Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamla karşılaştığımda dedim ki: Salim
ibni Ebu Hafsa bana şöyle şöyle dedi. Bana dedi ki: Ya Ebu Ubeyde!
Bilmiyor musun bizden biri kendisinden sonra bir halife bırakmadan ölmez.
Halife onun ameliyle amel eder ve onun siyretinde gider ve onun davet
ettiği şeye davet eder? Ya Ebu Ubeyde! Davuda verdiği şeyi
Süleymana da vermesine engel yoktur. Sonra dedi ki: Ya Ebu Ubeyde! Â-li
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin Kaimi kıyam ettiğinde Davud ve
Süleymanın hükmüyle hükmedecek ve insanlardan delil istemeyecek.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
927- عَنْ
رُمَيْلَةَ
قَالَ:
وُعِكْتُ
وَعَكاً
شَدِيداً فِي
زَمَانِ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَوَجَدْتُ
مِنْ نَفْسِي
خِفَّةً فِي يَوْمِ
الْجُمُعَةِ
وَقُلْتُ لَا
أَعْرِفُ
شَيْئاً أَفْضَلَ
مِنْ أَنْ
أُفِيضَ
عَلَى
نَفْسِي مِنَ
الْمَاءِ
وَأُصَلِّيَ
خَلْفَ
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَفَعَلْتُ
ثُمَّ جِئْتُ
إِلَى
الْمَسْجِدِ
فَلَمَّا
صَعِدَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
الْمِنْبَرَ
عَادَ
عَلَيَّ
ذَلِكَ
الْوَعْكُ
فَلَمَّا
انْصَرَفَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَدَخَلَ الْقَصْرَ
دَخَلْتُ
مَعَهُ
فَقَالَ: يَا
رُمَيْلَةُ
رَأَيْتُكَ
وَأَنْتَ
مُتَشَبِّكٌ
بَعْضُكَ فِي
بَعْضٍ؟
فَقُلْتُ:
نَعَمْ
وَقَصَصْتُ
عَلَيْهِ الْقِصَّةَ
الَّتِي
كُنْتُ
فِيهَا
وَالَّذِي
حَمَلَنِي
عَلَى
الرَّغْبَةِ
فِي الصَّلَاةِ
خَلْفَهُ
فَقَالَ: يَا
رُمَيْلَةُ
لَيْسَ مِنْ
مُؤْمِنٍ
يَمْرَضُ
إِلَّا مَرِضْنَا
بِمَرَضِهِ
وَلَا
يَحْزُنُ
إِلَّا حَزِنَّا
بِحُزْنِهِ
وَلَا
يَدْعُو
إِلَّا أَمَّنَّا
لِدُعَائِهِ
وَلَا
يَسْكُتُ
إِلَّا
دَعَوْنَا
لَهُ
فَقُلْتُ
لَهُ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
جَعَلَنِي
اللَّهُ
فِدَاكَ
هَذَا لِمَنْ
مَعَكَ فِي
الْقَصْرِ أَ
رَأَيْتَ
مَنْ كَانَ
فِي
أَطْرَافِ
الْأَرْضِ؟!
قَالَ: يَا رُمَيْلَةُ
لَيْسَ
يَغِيبُ
عَنَّا
مُؤْمِنٌ فِي
شَرْقِ
الْأَرْضِ
وَلَا فِي
غَرْبِهَا.
927- Rumeyle şöyle rivayet etti: Emîr'ül Müminîn (Ali)
aleyhisselam zamanında şiddetli bir şekilde
rahatsızlandım. Cumanın günü kendimde bir hafifleme gördüm ve
dedim ki: Üstüme su döküp Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın arkasında
salat kılmaktan daha üstün bir şey bilmiyorum ve yaptım. Sonra
mescide geldim ve Emîr'ül Müminîn aleyhisselam minbere çıktı. O
rahatsızlık tekrar geri geldi. Emîr'ül Müminîn aleyhisselam minberden
ayrılıp geniş odaya girdi. Ben de onunla girdim. Dedi ki: Ya
Rumeyle! Seni görüyorum ki üstün başın birbirine
karışmış. Dedim ki: Evet ve kıssamı ve onun
arkasında salat kılmaya olan rağbetimi anlattım. Dedi ki:
Ya Rumeyle! Hiçbir mumin yoktur ki biz onun hastalığıyla
hastalanmayalım ve onun hüznüyle hüzünlenmeyelim ve o dua ettiğinde
duasına âmin demeyelim, sustuğunda ona dua etmeyelim. Dedim ki: Ya
Emîr'ül Müminîn! Allah beni sana feda etsin! Bu seninle kasırda olan için
midir yoksa yeryüzünün etrafında kim varsa görüyor musun? Dedi ki: Ya Rumeyle! Yeryüzünün
doğusunda ve batısında hiçbir mümin bizden gaib olmaz.
928- عَنْ
أَبِي
الرَّبِيعِ
الشَّامِيِّ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
بَلَغَنِي
عَنْ عَمْرِو
بْنِ الْحَمْقِ
حَدِيثٌ
فَقَالَ:
أَعْرِضْهُ
قُلْتُ:
دَخَلَ عَلَى
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَرَأَى صُفْرَةً
فِي وَجْهِهِ
فَقَالَ: مَا
هَذِهِ الصُّفْرَةُ؟
فَذَكَرَ
وَجَعاً بِهِ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّا
لَنَفْرَحُ
لِفَرَحِكُمْ
وَنَحْزَنُ لِحُزْنِكُمْ
وَنَمْرَضُ
لِمَرَضِكُمْ
وَنَدْعُو
لَكُمْ فَتَدْعُونَ
فَنُؤَمِّنُ
قَالَ
عَمْرٌو: قَدْ
عَرَفْتُ مَا
قُلْتَ
وَلَكِنْ
كَيْفَ نَدْعُو
فَتُؤَمِّنُ؟
فَقَالَ:
إِنَّا
سَوَاءٌ عَلَيْنَا
الْبَادِي
وَالْحَاضِرُ
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
صَدَقَ
عَمْرٌو.
928-
Ebu Rebii Şami şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Amr ibni Hamgdan bana bir hadis ulaştı. Dedi
ki: Onu göster. Dedim ki: Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın huzuruna
varmış, onun yüzünü sararmış görmüş ve demiş ki:
Bu sarılık nedir? Ağrısını zikretmiş. Ali
aleyhisselam demiş ki: Biz sizin sevincinizle seviniyoruz ve hüznünüzle
hüzünleniyoruz ve hastalığınızla hastalanıyoruz. Sizin
için dua ediyoruz, siz dua ettiğinizde âmin diyoruz. Amr dedi ki:
Dediğini anladım velakin biz dua ettiğimizde nasıl âmin diyorsunuz?
Dedi ki: Bizim için dışarıda olanla huzurda olan
aynıdır. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: Amr doğru
demiş.
(Bu babda konuyla alakalı iki
tane rivayet vardı.)
929- عَنِ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
مِنْ أَيْنَ
أَصَابَ
أَصْحَابَ عَلِيٍّ
مَا
أَصَابَهُمْ
مِنْ
عِلْمِهِمْ بِمَنَايَاهُمْ
وَبَلَايَاهُمْ؟
قَالَ:
فَأَجَابَنِي
شِبْهَ
الْمُغْضَبِ
مِمَّ ذَلِكَ
إِلَّا
مِنْهُمْ
قَالَ: قُلْتُ:
فَمَا
يَمْنَعُكَ
جَعَلَنِي
اللَّهُ فِدَاكَ؟
قَالَ: ذَلِكَ
بَابٌ
أُغْلِقَ إِلَّا
أَنَّ
الْحُسَيْنَ
بْنَ عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَتَحَ
مِنْهُ
شَيْئاً يَسِيراً
ثُمَّ قَالَ:
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
إِنَّ
أُولَئِكَ
كَانَتْ
عَلَى
أَفْوَاهِهِمْ
أَوْكِيَةٌ.
929-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Ali aleyhisselamın ashabının
başına gelen musibetler nereden geldi? Ölümlerinin ve başlarına
gelen belaların bilgisini de biliyorlardı. Kızgın bir halde
şöyle cevap verdi: Kendilerinden başka kimden olacak? Dedim ki: Bu
konuyla ilgili bize bir şeyler demenizden sizi engelleyen nedir? Dedi ki:
O kapatılmış bir kapıdır. Sadece Huseyn ibni Ali
aleyhimasselam o kapıyı birazcık açtı. Sonra dedi ki: Ya
Ebu Muhammed! Muhakkak ki onların ağızlarında düğüm
vardı.
933- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ: قُلْتُ
لِأَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَا لَنَا
مَنْ
يُحَدِّثُنَا
بِمَا
يَكُونُ كَمَا
كَانَ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يُحَدِّثُ أَصْحَابَهُ؟
قَالَ: بَلَى
وَاللَّهِ
وَإِنَّ
ذَاكَ لَكُمْ
وَلَكِنْ
هَاتِ
حَدِيثاً وَاحِداً
حَدَّثْتُكَ
بِهِ
فَكَتَمْتَهُ!
فَسَكَتُّ
فَوَ اللَّهِ
مَا
حَدَّثَنِي
بِحَدِيثٍ
إِلَّا
وَقَدْ
وَجَدْتُهُ
حَدَّثْتُ
بِهِ.
933- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Ali aleyhisselamın ashabına
anlattığı gibi olacak şeyler bize niçin
anlatılmıyor? Şöyle dedi: Evet. Vallahi o sizin hakkınızdır.
Velakin sen bana bir hadis getir, ben onu sana anlatayım ve sen onu
açığa vurmamış ol! Bunun üstüne sustum. Vallahi bir hadis
bulamadım. O bana desin ve ben de onu açmamış olayım.
(Bu babda konuyla alakalı
beş tane rivayet vardı.)
934- عَنْ
سَعْدِ بْنِ
طَرِيفٍ عَنِ
الْأَصْبَغِ
بْنِ
نُبَاتَةَ
قَالَ: كَانَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
إِذَا وَقَفَ
الرَّجُلُ
بَيْنَ
يَدَيْهِ
قَالَ: يَا
فُلَانُ
اسْتَعِدَّ وَأَعِدَّ
لِنَفْسِكَ
مَا تُرِيدُ
فَإِنَّكَ
تَمْرَضُ فِي
يَوْمِ كَذَا
وَكَذَا فِي
سَاعَةِ
كَذَا
وَكَذَا
وَسَبَبُ
مَرَضِكَ كَذَا
وَكَذَا
وَتَمُوتُ
فِي شَهْرِ
كَذَا وَكَذَا
فِي يَوْمِ
كَذَا
وَكَذَا فِي
سَاعَةِ
كَذَا
وَكَذَا
فَيَكُونُ
كَمَا قَالَ
فَقَالَ
سَعْدٌ:
فَقُلْتُ
هَذَا
الْكَلَامَ
لِأَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: قَدْ
كَانَ ذَاكَ
فَقُلْتُ
لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! فَلِمَ
لَا
تُخْبِرُنَا
أَنْتَ
أَيْضاً بِهَذَا
فَنَسْتَعِدَّ
لَهُ؟ قَالَ:
هَذَا بَابٌ
أَغْلَقَ
الْجَوَابَ
فِيهِ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
حَتَّى
يَقُومَ قَائِمُنَا.
934- Saad ibni Tarif Esbağ ibni Nubateden şöyle
rivayet etti: Adamın birisi Emîr'ül Müminîn sallallahu aleyhinin önünde
durdu dedi ki: Ya Falan! İstediğin şeye hazır ol ve nefsini
hazırla çünkü sen şöyle şöyle bir günde ve şöyle şöyle
bir saatte hastalanacaksın ve hastalık sebebin de şöyle
şöyledir. Şöyle şöyle bir ayda ve şöyle şöyle bir
günde ve şu şu saatte öleceksin. Ve dediği gibi de oldu. Saad
dedi ki: Bu sözü Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama sordum. Dedi
ki: Öyle oldu. Dedim ki: Sana feda olayım sen neden bize böyle
şeyleri haber vermiyorsun ki ona hazırlanalım? Dedi ki: Bu bir
kapıdır ki Ali ibnil Huseyn aleyhisselam Kaimimiz kıyam edene
kadar onun hakkında cevap vermeyi kapattı.
937- عَنْ
هِشَامٍ
قَالَ:
أَرَدْتُ شِرَى
جَارِيَةٍ
بِثَمَنٍ
وَكَتَبْتُ
إِلَى أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَسْتَشِيرُهُ
فِي ذَلِكَ
فَأَمْسَكَ
فَلَمْ يُجِبْنِي
فَإنِّي مِنَ
الْغَدِ
عِنْدَ مَوْلَى
الْجَارِيَةِ
إِذْ مَرَّ
بِي وَهِيَ جَالِسَةٌ
عِنْدَ
جَوَارٍ
فَصِرْتُ
بِتَجْرِبَةِ
الْجَارِيَةِ
فَنَظَرَ
إِلَيْهَا
قَالَ: ثُمَّ
رَجَعَ إِلَى
مَنْزِلِهِ
فَكَتَبَ
إِلَيَّ لَا بَأْسَ
إِنْ لَمْ
يَكُنْ فِي
عُمُرِهَا
قِلَّةٌ
قَالَ:
فَأَمْسَكْتُ
عَنْ
شِرَائِهَا فَلَمْ
أَخْرُجْ
مِنْ مَكَّةَ
حَتَّى مَاتَتْ.
937- Hişam şöyle rivayet etti:
Bir fiyata bir cariye almak istedim ve konuyla alakalı istişare etmek
için Ebul Hasan aleyhisselama mektup yazdım. O gün bana bir cevap vermedi,
ertesi gün olduğunda cariyenin efendisinin yanındaydım o esnada
bana uğradı, cariye de diğer cariyelerin yanında
oturuyordu. Cariyeyi tecrübe etmeye başladım ona baktı. Sonra
evine döndü ve bana bir mektup yazdı: Ömrü az olmasaydı sorun yoktu.
Ben de onu almaktan çekindim. Mekkeden çıkmamıştım ki
cariye öldü.
940- عَنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ مُوسَى
قَالَ:
اشْتَكَى
عَمِّي
مُحَمَّدُ
بْنُ
جَعْفَرٍ
حَتَّى
أَشْرَفَ
عَلَى
الْمَوْتِ
قَالَ:
فَكُنَّا
مُجْتَمِعِينَ
عِنْدَهُ
فَدَخَلَ
أَبُو
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَعَدَ فِي
نَاحِيَةٍ
وَإِسْحَاقُ
عَمِّي
عِنْدَ
رَأْسِهِ
يَبْكِي
فَقَعَدَ
قَلِيلًا
ثُمَّ قَامَ
فَتَبِعْتُهُ
فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ فِدَاكَ!
يَلُومُكَ
إِخْوَتُكَ
وَأَهْلُ بَيْتِكَ
يَقُولُونَ
دَخَلْتَ
عَلَى عَمِّكَ
وَهُوَ فِي
الْمَوْتِ
ثُمَّ
خَرَجْتَ قَالَ
فَقَالَ: أَيْ
أَخِي أَ
رَأَيْتَ
هَذَا الْبَاكِيَ
سَيَمُوتُ
وَيَبْكِي
ذَاكَ عَلَيْهِ؟!
قَالَ:
فَبَرَأَ
مُحَمَّدُ
بْنُ جَعْفَرٍ
وَاشْتَكَى
إِسْحَاقُ
فَمَاتَ
وَبَكَى
مُحَمَّدٌ عَلَيْهِ.
940- Huseyn ibni Musa şöyle rivayet eder: Amcam
Muhammed ibni Cafer ölüm anına kadar şikâyet etti. Onun yanında
toplanmıştık. Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam geldi
ve bir köşede oturdu. Amcam İshak da onun başındaydı,
ağlıyordu. Birazcık oturdu ve sonra kalktı. Ben de onu
takip ettim. Dedim ki: Sana feda olayım kardeşlerin ve ev halkın
seni kınıyor ve diyorlar ki: Amcanın yanına geldin ve o
ölüm halindeydi sonra çıktın. Dedi ki: Evet kardeşim, bu ağlayanı
görüyor musun o ölecek ve diğeri ona ağlayacak. Muhammed ibni Cafer
iyileşti ve şikâyet eden İshak öldü ve Muhammed ona
ağladı.
941- عَنْ
أَبِي
أُسَامَةَ
قَالَ: قَالَ
لِي أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
يَا زَيْدُ
كَمْ أَتَى
عَلَيْكَ مِنْ
سَنَةٍ؟
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
كَذَا سَنَةً
قَالَ: يَا
أَبَا
أُسَامَةَ!
جَدِّدْ عِبَادَةَ
رَبِّكَ
وَأَحْدِثْ
تَوْبَةً فَبَكَيْتُ
فَقَالَ لِي:
مَا
يُبْكِيكَ
يَا زَيْدُ؟
قُلْتُ:
نَعَيْتَ
إِلَيَّ
نَفْسِي قَالَ:
يَا زَيْدُ
أَبْشِرْ
فَإِنَّكَ
مِنْ شِيعَتِنَا
وَأَنْتَ فِي
الْجَنَّةِ.
941-
Ebu Usame şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselam bana dedi ki: Ya Zeyd! Ömründen kaç sene geçti? Dedim ki: Sana
feda olayım şu kadar sene. Dedi ki: Ya Ebu Usame! Rabbine olan
ibadetini yenile ve tevbeye başla. Bunun üstüne ağladım. Dedi
ki: Ya Zeyd! Seni ağlatan şey ne? Dedim ki: Nefsim bana ölümümü haber
verdi. Dedi ki: Ya Zeyd! Sevin muhakkak ki sen bizim
Şialarımızdansın ve sen cennettesin.
942-
عَنْ
إِسْحَاقَ
بْنِ
عَمَّارِ قَالَ:
سَمِعْتُ
الْعَبْدَ
الصَّالِحَ
أَبَا
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
يَنْعَى
إِلَى رَجُلٍ
نَفْسَهُ
فَقُلْتُ فِي
نَفْسِي:
وَإِنَّهُ
لَيَعْلَمُ
مَتَى
يَمُوتُ
الرَّجُلُ
مِنْ شِيعَتِهِ
فَقَالَ
شِبْهَ
الْمُغْضَبِ:
يَا إِسْحَاقُ
قَدْ كَانَ
رُشَيْدٌ
الْهَجَرِيُّ
يَعْلَمُ
عِلْمَ الْمَنَايَا
وَالْبَلَايَا
فَالْإِمَامُ
أَوْلَى
بِذَلِكَ.
942-
İshak ibni Ammar şöyle rivayet eder: Salih kul Ebul Hasan (Musa
el-Kâzım) aleyhisselamı bir adama ne zaman öleceğinin haberini
verirken işittim. Kendi kendime dedim ki: O Şialarından olan bir
adamın ne zaman öleceğini biliyor! Sinirli bir halde şöyle dedi:
Ya İshak! Reşid Hucri ölümlerin ve belaların ilmini biliyordu.
İmam o ilmi bilmeye daha evladır.
(Bu
babda konuyla alakalı on altı tane rivayet vardı.)
961- قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّا
أَهْلُ
بَيْتٍ
عُلِّمْنَا
عِلْمَ
الْمَنَايَا
وَالْبَلَايَا
وَالْأَنْسَابِ
وَاللَّهِ
لَوْ أَنَّ
رَجُلًا
مِنَّا قَامَ
عَلَى جِسْرٍ
ثُمَّ
عُرِضَتْ
عَلَيْهِ
هَذِهِ
الْأُمَّةُ
لَحَدَّثَهُمْ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَنْسَابِهِمْ.
961-
Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam şöyle dedi: Biz Ehli Beyt ölümlerin,
belaların ve neseplerin ilmini öğrendik. Vallahi bizden bir adam bir
köprünün üzerinde ayağa kalksa ve bu ümmet ona gösterilse onlara
isimlerini ve neseplerini anlatırdı.
963- عَنْ
عَبَايَةَ
قَالَ:
سَمِعْتُ
عَلِياً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
سَلُونِي
قَبْلَ أَنْ
تَفْقِدُونِي
أَ لَا
تَسْأَلُونَ
مَنْ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْمَنَايَا
وَالْبَلَايَا
وَالْأَنْسَابِ؟!
963- Abaye Ali aleyhisselamın şöyle dediğini
rivayet etti: Sorun benden beni kaybetmeden! Kendisinde ölümlerin,
belaların ve neseplerin ilminin olduğu kimseden sormaz
mısınız?
964- عَنْ
جَابِرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
إِنَّا
أَهْلُ
بَيْتٍ
عُلِّمْنَا
الْمَنَايَا
وَالْبَلَايَا
وَالْأَنْسَابَ
فَاعْتَبِرُوا
بِنَا
وَبِعَدُوِّنَا
وَبِهُدَانَا
وَبِهَدْيِهِمْ
وَبِقَضَائِنَا
وَبِقَضَائِهِمْ
وَبِحُكْمِنَا
وَبِحُكْمِهِمْ
وَمِيتَتِنَا
وَمِيتَتِهِمْ
يَمُوتُونَ
بِالْقَرْحَةِ
وَالدُّبَيْلَةِ
وَنَمُوتُ
بِمَا شَاءَ
اللَّهُ.
964-
Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Biz Ehli Beyt ölümleri, belaları ve nesepleri
öğrendik. Bizden ve düşmanlarımızdan hidayetimizden ve
gidişatlarından, bizim yerine getirişimizden ve onların
yerine getirişinden, bizim hükmümüzden ve onların hükmünden bizim
ölümümüzden ve onların ölümünden ibret alın. Onlar çıbanlı
ve belalı bir şekilde ölürler biz ise Allahın istediği
şekilde.
(Bu
babda konuyla alakalı on altı tane rivayet vardı.)
966- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقُلْتُ:
أَنْتُمْ
وَرَثَةُ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ؟
قَالَ: نَعَمْ
قُلْتُ:
فَرَسُولُ
اللَّهِ
وَارِثُ الْأَنْبِيَاءِ
عَلِمَ
كُلَّمَا
عَلِمُوا؟ فَقَالَ
لِي: نَعَمْ
فَقُلْتُ:
أَنْتُمْ
تَقْدِرُونَ
عَلَى أَنْ
تُحْيُوا
الْمَوْتَى وَتُبْرِءُوا
الْأَكْمَهَ
وَالْأَبْرَصَ؟
فَقَالَ لِي: نَعَمْ
بِإِذْنِ
اللَّهِ
ثُمَّ قَالَ:
ادْنُ مِنِّي
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
فَمَسَحَ يَدَهُ
عَلَى
عَيْنِي
وَوَجْهِي
وَأَبْصَرْتُ
الشَّمْسَ
وَالسَّمَاءَ
وَالْأَرْضَ
وَالْبُيُوتَ
وَكُلَّ شَيْءٍ
فِي الدَّارِ
قَالَ
فَقَالَ: أَ
تُحِبُّ أَنْ
تَكُونَ
هَكَذَا
وَلَكَ مَا
لِلنَّاسِ
وَعَلَيْكَ
مَا
عَلَيْهِمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
أَوْ تَعُودَ
كَمَا كُنْتَ
وَلَكَ
الْجَنَّةُ
خَالِصاً؟
قُلْتُ أَعُودُ
كَمَا كُنْتُ
قَالَ:
فَمَسَحَ
عَلَى عَيْنَيَّ
فَعُدْتُ
كَمَا كُنْتُ
قَالَ عَلِيٌّ:
فَحَدَّثْتُ
بِهِ ابْنَ
أَبِي عُمَيْرٍ
فَقَالَ: أَشْهَدُ
أَنَّ هَذَا
حَقٌّ كَمَا
أَنَّ النَّهَارَ
حَقٌّ.
966-
Ali ibni Hekim Musenna Hennattan Ebu Basirin şöyle dediğini rivayet
etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın huzuruna
vardım ve dedim ki: Siz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin varisleri
misiniz? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
nebilerin varisidir ve onlar ne biliyorlarsa o da biliyor? Bana dedi ki: Evet.
Dedim ki: Siz ölüleri diriltebilir, anadan doğma körü ve beres
hastasını iyileştirebilir misiniz? Dedi ki: Evet Allahın
izniyle. Sonra dedi ki: Bana yaklaş ya Ebu Muhammed! Elini gözlerimin
üzerine ve yüzüme sürdü. Güneşi gördüm, semayı gördüm, arzı,
evleri ve evin içinde olan her şeyi gördüm. Dedi ki: Böyle olmayı ve
insanlar için olanların senin için de olmasını, kıyamet
günü onların başına gelecek olan şeylerin senin de
başına gelmesini mi istersin? Veya eski olduğun haline dönmeyi
ve halis olarak cennetin senin olmasını mı? Dedim ki: Eski
olduğum halime döneyim. Ve elini gözlerimin üzerine sürdü eski
olduğum halime döndüm. Ali dedi ki: O olayı ibni Ebu Umeyre
anlattım dedi ki: Şehadet ederim ki gündüzün hak olduğu gibi bu
da haktır.
967- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ عَلِيِّ
بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
أَسْأَلُكَ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ عَنْ
ثَلَاثِ خِصَالٍ
أَنْفِي
عَنِّي فِيهِ
التَّقِيَّةَ
قَالَ:
فَقَالَ:
ذَلِكَ لَكَ
قُلْتُ:
أَسْأَلُكَ
عَنْ فُلَانٍ
وَفُلَانٍ
قَالَ: فَعَلَيْهِمَا
لَعْنَةُ
اللَّهِ
بِلَعَنَاتِهِ
كُلِّهَا
مَاتَا
وَاللَّهِ
وَهُمَا
كَافِرَانِ
مُشْرِكَانِ
بِاللَّهِ
الْعَظِيمِ.
ثُمَّ
قُلْتُ:
الْأَئِمَّةُ
يُحْيُونَ
الْمَوْتَى
وَيُبْرِءُونَ
الْأَكْمَهَ
وَالْأَبْرَصَ
وَيَمْشُونَ
عَلَى
الْمَاءِ؟ قَالَ:
مَا أَعْطَى
اللَّهُ
نَبِيّاً
شَيْئاً
قَطُّ إِلَّا
وَقَدْ
أَعْطَاهُ
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَعْطَاهُ
مَا لَمْ
يَكُنْ
عِنْدَهُمْ.
قُلْتُ:
وَكُلُّ مَا
كَانَ عِنْدَ
رَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ فَقَدْ
أَعْطَاهُ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قَالَ: نَعَمْ
ثُمَّ الْحَسَنَ
وَالْحُسَيْنَ
عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ
بَعْدُ ثُمَّ
كُلُّ
إِمَامٍ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
مَعَ
الزِّيَادَةِ
الَّتِي
تَحْدُثُ فِي
كُلِّ سَنَةٍ
وَفِي كُلِّ
شَهْرٍ إِي وَاللَّهِ
فِي كُلِّ
سَاعَةٍ.
967- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ali ibni Huseyn
(Zeynul Âbidin) aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım! Sana üç şey
soracağım onlarda bana takiyye olmasın. Dedi ki: Sor. Dedim ki:
Falanı ve Falanı soruyorum. Dedi ki: Allahın laneti ve
lanetlerinin tamamı o ikisinin üzerine olsun. Vallahi o ikisi kafir olarak
ve Azim Allaha muşrik olarak öldüler.
Dedim ki: İmamlar ölüleri
diriltiyorlar, anadan doğma körleri ve beres
hastalığını iyileştiriyorlar ve suyun üzerinde
yürüyorlar? Dedi ki: Allah bir nebiye ne vermişse onu mutlaka Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihiye de verdi. Ve ona onların yanında olmayanları
da verdi.
Dedim ki: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihinin yanında olan her ne varsa Emîr'ül Müminîn aleyhisselama
da verdi mi? Dedi ki: Evet, sonra Hasan ve Huseyn aleyhimasselam. Sonra da
kıyametin gününe kadar her imamdan sonra bir imam fazladan her sene ve her
ay bahsettiği şey evet vallahi her saat.
969- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
حَجَجْتُ
مَعَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
كُنَّا فِي
الطَّوَافِ
قُلْتُ لَهُ:
جُعِلْتُ فِدَاكَ
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ
يَغْفِرُ اللَّهُ
لِهَذَا
الْخَلْقِ؟
فَقَالَ: يَا
أَبَا
بَصِيرٍ
إِنَّ
أَكْثَرَ
مَنْ تَرَى قِرَدَةٌ
وَخَنَازِيرُ
قَالَ: قُلْتُ
لَهُ: أَرِنِيهِمْ
قَالَ:
فَتَكَلَّمَ
بِكَلِمَاتٍ
ثُمَّ
أَمَرَّ
يَدَهُ عَلَى
بَصَرِي فَرَأَيْتُهُمْ
قِرَدَةً
وَخَنَازِيرَ
فَهَالَنِي
ذَلِكَ ثُمَّ
أَمَرَّ
يَدَهُ عَلَى
بَصَرِي فَرَأَيْتُهُمْ
كَمَا
كَانُوا فِي
الْمَرَّةِ الْأُولَى
ثُمَّ قَالَ:
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
أَنْتُمْ فِي
الْجَنَّةِ
تُحْبَرُونَ
وَبَيْنَ
أَطْبَاقِ
النَّارِ
تُطْلَبُونَ
فَلَا
تُوجَدُونَ وَاللَّهِ
لَا
يَجْتَمِعُ
فِي النَّارِ
مِنْكُمْ
ثَلَاثَةٌ
لَا
وَاللَّهِ
وَلَا اثْنَانِ
لَا
وَاللَّهِ
وَلَا
وَاحِدٌ.
969- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamla beraber hac yaptım tavaftayken dedim ki:
Sana feda olayım ey Rasûlullahın oğlu! Allah bu
yaratıkları bağışlar mı? Dedi ki: Ya Ebu Basir!
Muhakkak ki gördüklerinin çoğu maymundur ve domuzdur. Dedim ki:
Onları bana göster. Bazı kelimeler konuştu, sonra elini gözümün
üstünde gezdirdi. Bundan sonra maymunları, domuzları gördüm.
Gördüğüm o manzara beni dehşete düşürdü. Sonra elini gözümün
üstünde gezdirdi. Bunun üstüne onları önceki oldukları halde gördüm.
Dedi ki: Ya Ebu Muhammed! Siz sevinç ve nimetler içinde cennettesiniz.
Cehennemin tabakaları arasında ise aranırsınız ama
bulunmazsınız. Vallahi sizden üç kişi bile cehennemde bir araya
getirilmez hayır vallahi iki kişi bile değil hayır vallahi
bir kişi bile değil.
972- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقُلْتُ
لَهُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ مَا
فَضْلُنَا
عَلَى مَنْ
خَالَفَنَا؟!
فَوَ اللَّهِ
إِنِّي
لَأَرَى الرَّجُلَ
مِنْهُمْ
مَنْ هُوَ
أَرْخَى
بَالًا وَأَنْعَمُ
رِيَاشاً
وَأَحْسَنُ
حَالًا و أَطْمَعُ
فِي
الْجَنَّةِ
قَالَ:
فَسَكَتَ عَنِّي
حَتَّى إِذَا
كُنَّا
بِالْأَبْطَحِ
أَبْطَحِ مَكَّةَ
وَرَأَيْنَا
النَّاسَ
يَضِجُّونَ
إِلَى
اللَّهِ
فَقَالَ: يَا
أَبَا
مُحَمَّدٍ هَلْ
تَسْمَعُ مَا
أَسْمَعُ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ النَّاسَ
يَضِجُّونَ
إِلَى
اللَّهِ
فَقَالَ: يَا
أَبَا
مُحَمَّدٍ
مَا أَكْثَرَ
الضَّجِيجَ
وَالْعَجِيجَ
وَأَقَلَّ
الْحَجِيجَ
وَالَّذِي بَعَثَ
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
بِالنُّبُوَّةِ
وَعَجَّلَ
بِرُوحِهِ
إِلَى
الْجَنَّةِ
مَا
يَتَقَبَّلُ
اللَّهُ
إِلَّا
مِنْكَ
وَمِنْ
أَشْبَاهِكَ
خَاصَّةً
وَمَسَحَ
يَدَهُ عَلَى
وَجْهِي وَقَالَ:
يَا أَبَا
بَصِيرٍ
انْظُرْ
قَالَ: فَإِذَا
أَنَا بِالْخَلْقِ
كَلْبٌ
وَخِنْزِيرٌ
وَحِمَارٌ
إِلَّا
رَجُلٌ
بَعْدَ
رَجُلٍ.
972- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım ve dedim ki: Sana feda
olayım bizim bize muhalif olanlara karşı üstünlüğümüz
nedir? Vallahi ben onlardan birini aklı çok rahat, geçimi çok geniş,
hali çok iyi olarak görüyorum ve ben de cennete rağbet ediyorum. Mekkenin
ebtahına ()
varana kadar bana cevap vermedi ve Allaha doğru haykıran
insanları gördük. Dedi ki: Ya Ebu Muhammed! Duyduğum şeyi duyuyor
musun? Dedim ki: Evet insanlar Allaha doğru haykırıyor. Bunun
üzerine dedi ki: Ne kadar çok gürültü ve böğürme var ve ne kadar da az
hacı var. Muhammed sallallahu aleyhi ve ahihiyi nubuvvetle gönderip onun
ruhunu acilen cennete götürene and olsun Allah sadece has olarak senden ve sana
benzeyenlerden kabul eder. Ve elini yüzüme sürdü. Dedi ki: Ya Ebu Basir! Bak.
Bir baktım ki köpekten, domuzdan ve eşekten yaratıklarla
baş başa kaldım. Sadece birkaç adam vardı.
973- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
تَجَسَّسْتُ
جَسَدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
وَمَنَاكِبَهُ
قَالَ:
فَقَالَ: يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
تُحِبُّ أَنْ
تَرَانِي؟ فَقُلْتُ:
نَعَمْ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ: فَمَسَحَ
يَدَهُ عَلَى
عَيْنِي
فَإِذَا أَنَا
أَنْظُرُ
إِلَيْهِ
قَالَ:
فَقَالَ: يَا
أَبَا مُحَمَّدٍ
لَوْ لَا
شُهْرَةُ
النَّاسِ
لَتَرَكْتُكَ
بَصِيراً
عَلَى
حَالِكَ
وَلَكِنْ لَا
تَسْتَقِيمُ
قَالَ: ثُمَّ
مَسَحَ يَدَهُ
عَلَى
عَيْنِي
فَإِذَا
أَنَا كَمَا
كُنْتُ.
973- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın bedenine ve omuzlarına dokundum. Dedi
ki: Ya Ebu Muhammed! Beni görmek hoşuna gider mi? Dedim ki: Evet sana feda
olayım. Bunun üstüne elini gözlerimin üzerine sürdü. O anda onu gördüm.
Dedi ki: Ya Ebu Muhammed! İnsanların şöhreti olmasaydı seni
gören olarak haline bırakırdım velakin sen dosdoğru
duramazsın. Sonra elini gözlerimin üzerine sürdü. O anda eski olduğum
halime döndüm.
974- عَنْ
أَبِي عَوْفٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَيْهِ
فَأَلْطَفَنِي
وَقَالَ:
إِنَّ رَجُلًا
مَكْفُوفَ
الْبَصَرِ
أَتَى
النَّبِيَّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَقَالَ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
ادْعُ
اللَّهَ أَنْ
يَرُدَّ
عَلَيَّ
بَصَرِي
قَالَ:
فَدَعَا
اللَّهَ لَهُ
فَرَدَّ
عَلَيْهِ
بَصَرَهُ
ثُمَّ أَتَاهُ
آخَرُ
فَقَالَ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ ادْعُ
اللَّهَ لِي
أَنْ يَرُدَّ
عَلَيَّ
بَصَرِي قَالَ:
فَقَالَ:
الْجَنَّةُ
أَحَبُّ
إِلَيْكَ أَوْ
يَرُدُّ
عَلَيْكَ
بَصَرُكَ؟
قَالَ: يَا رَسُولَ
اللَّهِ
وَإِنَّ
ثَوَابَهَا
الْجَنَّةُ؟
فَقَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
أَكْرَمُ مِنْ
أَنْ
يَبْتَلِيَ
عَبْدَهُ
الْمُؤْمِنَ بِذَهَابِ
بَصَرِهِ
ثُمَّ لَا
يُثِيبُهُ
الْجَنَّةَ.
975-
Ebu Avf şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzuruna vardım. Bana lütufta bulundu ve dedi ki:
Gözleri kör bir adam nebi sallallahu aleyhi ve alihinin yanına geldi ve
dedi ki: Ya Rasûlullah! Allaha gözlerimi bana geri vermesi için dua et. Bunun
üstüne Allaha dua etti ve gözleri geri verildi. Sonra başkası geldi
ve dedi ki: Ya Rasûlullah! Allaha gözlerimi bana geri vermesi için dua et.
Dedi ki: Cennet mi sana daha sevgilidir yoksa gözlerinin geri verilmesi mi?
Dedi ki: Ya Rasûlullah! Gözlerimin sevabı cennet midir? Dedi ki: Allah
mumin kulunu gözlerinin gidişiyle imtihan edip sonra onu cennetle
sevaplandırmamaktan daha kerimdir.
(Bu
babda konuyla alakalı dokuz tane rivayet vardı.)
975- عَنْ
جَمِيلِ بْنِ
دَرَّاجٍ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَدَخَلَتْ
عَلَيْهِ
امْرَأَةٌ
فَذَكَرَتْ
أَنَّهَا
تَرَكَتِ
ابْنَهَا
بِالْمِلْحَفَةِ
عَلَى
وَجْهِهِ مَيِّتاً
قَالَ لَهَا:
لَعَلَّهُ
لَمْ يَمُتْ
فَقُومِي فَاذْهَبِي
إِلَى
بَيْتِكِ
وَاغْتَسِلِي
وَصَلِّي
رَكْعَتَيْنِ
وَادْعِي
وَقُولِي يَا
مَنْ
وَهَبَهُ لِي
وَلَمْ يَكُ
شَيْئاً
جَدِّدْ لِي
هِبَتَهُ
ثُمَّ
حَرِّكِيهِ وَلَا
تُخْبِرِي
بِذَلِكَ
أَحَداً
قَالَ: فَفَعَلَتْ
فَجَاءَتْ
فَحَرَّكَتْهُ
فَإِذَا هُوَ
قَدْ بَكَى.
975- Cemil ibni Derrac şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım
huzuruna bir kadın geldi ve oğlunu yüzü üstüne çarşafın
üstünde ölü olarak bıraktığından bahsetti. Ona dedi ki:
Belki de o ölmedi. Kalk ve evine git banyo yap ve iki rekât salat kıl ve
dua et ve deki: Ya men vehebehu li ve lem yek şeyen ceddide li
hebtuhu sonra onu sars. Sakın onunla alakalı kimseye bir şey
anlatma. O da gelmiş ve yapmış. O anda çocuk
ağlamış.
976- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
الْمُغِيرَةِ
قَالَ: مَرَّ
الْعَبْدُ
الصَّالِحُ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
بِامْرَأَةٍ
بِمِنًى
وَهِيَ تَبْكِي
وَصِبْيَانُهَا
حَوْلَهَا
يَبْكُونَ وَقَدْ
مَاتَتْ
بَقَرَةٌ
لَهَا
فَدَنَا مِنْهَا
ثُمَّ قَالَ
لَهَا: مَا
يُبْكِيكِ
يَا أَمَةَ
اللَّهِ؟
قَالَتْ: يَا
عَبْدَ
اللَّهِ
إِنَّ لِي
صِبْيَاناً
أَيْتَاماً
فَكَانَتْ
لِي بَقَرَةٌ
مَعِيشَتِي
وَمَعِيشَةُ
صِبْيَانِي
كَانَ
مِنْهَا فَقَدْ
مَاتَتْ
وَبَقِيتُ
مُنْقَطِعَةً
بِي وَبِوُلْدِي
وَلَا
حِيلَةَ
لَنَا.
فَقَالَ
لَهَا: يَا
أَمَةَ
اللَّهِ هَلْ
لَكِ أَنْ
أُحْيِيَهَا
لَكِ؟! قَالَ:
فَأُلْهِمَتْ
أَنْ قَالَتْ
نَعَمْ يَا
عَبْدَ
اللَّهِ قَالَ:
فَتَنَحَّى
نَاحِيَةً
فَصَلَّى رَكْعَتَيْنِ
ثُمَّ رَفَعَ
يَدَيْهِ
يَمْنَةً
وَحَرَّكَ
شَفَتَيْهِ
ثُمَّ قَامَ
فَمَرَّ
بِالْبَقَرَةِ
فَنَخَسَهَا
نَخْساً أَوْ
ضَرَبَهَا بِرِجْلِهِ
فَاسْتَوَتْ
عَلَى
الْأَرْضِ قَائِمَةً
فَلَمَّا
نَظَرْتِ
الْمَرْأَةُ إِلَى
الْبَقَرَةِ
قَدْ قَامَتْ
صَاحَتْ عِيسَى
ابْنُ
مَرْيَمَ
وَرَبِّ
الْكَعْبَةِ
قَالَ:
فَخَالَطَ
النَّاسَ
وَصَارَ
بَيْنَهُمْ
وَمَضَى
بَيْنَهُمْ
صَلَّى اللّٰهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ آبَائِهِ
الطَّاهِرِينَ.
976-
Ali ibni Mugiyre şöyle rivayet etti: Salih kul (Musa el-Kâzım)
aleyhisselam Minada ağlayan bir kadına rastgeldi. Etrafında da
çocukları vardı. Onlar da ağlıyorlardı. Onun bir
ineği varmış ve ölmüş. Ona yaklaştı ve dedi ki:
Ey Allahın cariyesi! Seni ağlatan nedir? Dedi ki: Ey Allahın
kulu! Benim yetim çocuklarım var ve bir de ineğim vardı. Benim
ve çocuklarımın geçimi o inektendi, o da öldü, geçimsiz kaldım.
Benim ve çocuklarımın başka bir yolu yok. Ona dedi ki: Ey
Allahın cariyesi! Onu senin için diriltmemi ister misin? Ona evet ey
Allahın kulu! Demesi ilham edildi. Bir kenara çekildi ve iki rekât salat
kıldı. Ellerini öne doğru kaldırdı ve
dudaklarını hareket ettirdi. Sonra kalktı ve ineğin
yanına gitti ve ineği dürttü veya ayağıyla vurdu. Bunun
üzerine inek ayağa kalktı ve dümdüz bir şekilde durdu.
Kadın ineğe baktığında ayağa kalktı ve
çığlık attı: Kabenin Rabbine and olsun İsa ibni Meryem!
Bunun üzerine sallallahu aleyhi ve alihi insanların arasına
karıştı ve aralarında kayboldu.
977- عَنْ
عِيسَى بْنِ
شَلَقَانَ
قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
إِنَّ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَانَتْ لَهُ
خُؤُولَةٌ
فِي بَنِي
مَخْزُومٍ
وَإِنَّ
شَابّاً مِنْهُمْ
أَتَاهُ
فَقَالَ: يَا خَالِي
إِنَّ أَخِي
وَابْنِ
أَبِي مَاتَ
وَقَدْ
حَزِنْتُ
عَلَيْهِ
حُزْناً
شَدِيداً قَالَ:
فَتَشْتَهِي
أَنْ
تَرَاهُ؟
قَالَ: نَعَمْ
قَالَ:
فَأَرِنِي
قَبْرَهُ
فَخَرَجَ وَمَعَهُ
بُرْدُ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
الْمُسْتَجَابُ
فَلَمَّا
انْتَهَى
إِلَى
الْقَبْرِ
تَمَلْمَلَتْ
شَفَتَاهُ
ثُمَّ
رَكَضَهُ
بِرِجْلِهِ
فَخَرَجَ مِنْ
قَبْرِهِ
وَهُوَ
يَقُولُ
رميكا
بِلِسَانِ
الْفُرْسِ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَ لَمْ
تَمُتْ
وَأَنْتَ
رَجُلٌ مِنَ
الْعَرَبِ؟!
قَالَ: بَلَى
وَلَكِنَّا
مِتْنَا عَلَى
سُنَّةِ
فُلَانٍ
وَفُلَانٍ
فَانْقَلَبَتْ
أَلْسِنَتُنَا.
977-
İsa ibni Şalgan Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Emîr'ül Müminîn Ali
aleyhisselamın Beni Mahzum içinde dayıları vardı, onlardan
bir tane genç geldi ve dedi ki: Ey dayıcığım! Kardeşim
öldü ve ona çok şiddetli bir şekilde hüzünlendim. Dedi ki: Onu
görmeyi arzuluyor musun? Dedi ki: Evet. Dedi ki: Bana onun kabrini göster. Ve
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin hırkasıyla
sarılmış bir halde kabre taraf gitti. Kabre
vardığında dudaklarını birbiriyle birleştirdi ve
sonra ayağıyla kabre vurdu ve o da kabrinden çıktı ve o
Farsça konuşuyordu. Ali aleyhisselam dedi ki: Sen Arab bir adam olarak
ölmedin mi? Dedi ki: Kesinlikle öyle ve lakin biz falanın ve falanın
sünneti üstüne öldük. Bundan ötürü dillerimiz değişti.
978- عَنْ
كَرِيمٍ
قَالَ:
سَمِعْتُ
مَنْ يَرْوِيهِ
قَالَ: إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كَانَ
قَاعِداً
فَذَكَرَ
اللَّحْمَ
وَقَرَمَهُ
إِلَيْهِ
فَقَامَ
رَجُلٌ مِنَ
الْأَنْصَارِ
وَلَهُ
عَنَاقٌ
فَانْتَهَى
إِلَى
امْرَأَتِهِ فَقَالَ:
هَلْ لَكَ فِي
غَنِيمَةٍ؟
قَالَتْ: وَمَا
ذَاكَ؟ قَالَ:
إِنِّي
سَمِعْتُ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ يَشْتَهِي
اللَّحْمَ
قَالَتْ:
خُذْهَا وَلَمْ
يَكُنْ
لَهُمْ
غَيْرُهَا
وَكَانَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَعْرِفُهَا
فَلَمَّا
جَاءَ بِهَا
ذُبِحَتْ
وَشُوِيَتْ
ثُمَّ
وَضَعَهَا
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَقَالَ
لَهُمْ: كُلُوا
وَلَا
تَكْسِرُوا
عَظْماً
قَالَ: فَرَجَعَ
الْأَنْصَارِيُّ
وَإِذَا هِيَ
تَلْعَبُ عَلَى
بَابِهِ.
978- Kerim kendisine anlatan birinden şöyle rivayet
etti: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi oturuyordu. Canının çok
et çektiğinden bahsetti. Ensardan bir adam kalktı. Onun bir
oğlağı varmış. Hanımının yanına
gitti ve ona ganimetler arasında bir şeyin var mı diye sordu. O
da dedi ki: Ne istiyorsun? Dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiyi
işittim, canı çok et çekmiş. Oğlağı al dedi
onların oğlaktan başka bir şeyleri yoktu- adam oğlağı
getirdi. Oğlak kesildi ve pişirildi. Nebi sallallahu aleyhi ve alihi
onu sofraya koydu ve yiyin ama kemiklerini kırmayın dedi. Ensardan
olan adam döndüğünde baktı ki oğlak kapısının
önünde oynuyor.
979- عَنْ
دَاوُدَ بْنِ
كَثِيرٍ
الرَّقِّيِّ
قَالَ: حَجَّ
رَجُلٌ مِنْ
أَصْحَابِنَا
فَدَخَلَ عَلَى
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ:
فِدَاكَ
أَبِي
وَأُمِّي!
إِنَّ
أَهْلِي قَدْ
تُوُفِّيَتْ
وَبَقِيتُ
وَحِيداً
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَ فَكُنْتَ
تُحِبُّهَا؟
قَالَ: نَعَمْ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ:
ارْجِعْ
إِلَى
مَنْزِلِكَ فَإِنَّكَ
سَتَرْجِعُ
إِلَى
الْمَنْزِلِ
وَهِيَ تَأْكُلُ
شَيْئاً
قَالَ:
فَلَمَّا
رَجَعْتُ مِنْ
حَجَّتِي
وَدَخَلْتُ
مَنْزِلِي
رَأَيْتُهَا
قَاعِدَةً
وَهِيَ
تَأْكُلُ.
979- Davut ibni Kesir Reggi şöyle rivayet etti:
Ashabımızdan birisi hac yaptı ve Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzuruna vardı ve dedi ki: Babam ve anam sana feda
olsun. Eşim vefat etti ve tek kaldım. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi
ki: Onu seviyor muydun? Dedi ki: Evet, sana feda olayım! Dedi ki: Evine
dön. Muhakkak ki evine döndüğünde onu bir şey yerken bulacaksın.
Dedi ki: Haccımdan döndüğümde evime girdim ve eşimi oturmuş
bir şey yerken gördüm.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
980- عَنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ عَلِيٍّ
الْوَشَّاءِ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
لِي
بِخُرَاسَانَ:
رَأَيْتُ
رَسُولَ اللَّهِ
هَاهُنَا
وَالْتَزَمْتُهُ.
980- Huseyn ibni Ali Veşşa Ebul Hasan Rıza
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Horasanda bana dedi
ki: İşte tam burada Rasûlullahı gördüm ve ona sıkıca
tutundum.
981- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لَقِيَ أَبَا
بَكْرٍ فَاحْتَجَّ
عَلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ
لَهُ: أَ مَا
تَرْضَى
بِرَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ بَيْنِي
وَبَيْنَكَ؟ قَالَ:
فَكَيْفَ لِي
بِهِ؟
فَأَخَذَ
بِيَدِهِ
وَأَتَى بِهِ
مَسْجِدَ
قُبَا
فَإِذَا رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فِيهِ
حَاضِرٌ
فَقَضَى
عَلَى أَبِي
بَكْرٍ
فَرَجَعَ
أَبُو بَكْرٍ
مَذْعُوراً فَلَقِيَ
عُمَرَ
فَأَخْبَرَهُ
فَقَالَ: تَبَّاً
لَكَ أَ مَا
عَلِمْتَ
سِحْرَ بَنِي
هَاشِمٍ.
981-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Emîr'ül
Müminîn Ali aleyhisselam Ebu Bekirle karşılaştı ve ona
delil getirdi. Ve sonra dedi ki: Benimle senin aranda Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihinin hükmetmesine razı olmaz mısın? Dedi ki:
Nasıl hükmedecek? Bunun üzerine elini tuttu ve Kuba mescidine getirdi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi mescidde hazırdı ve Ebu
Bekirin aleyhine hükmetti. Ebu Bekir dehşete düşmüş ve
korkmuş bir halde döndü. Yolda Ömerle karşılaştı ve
ona meseleyi anlattı. Ömer dedi ki: Yazıklar olsun sana! Sen
Haşimoğullarının sihrini bilmiyor musun?
982- عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ أَبِي
الْبِلَادِ قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
حَدَّثَنِي
عَبْدُ
الْكَرِيمِ
بْنُ
حَسَّانَ
عَنْ عُبَيْدَةَ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
بَشِيرٍ
الْخَثْعَمِيِّ
عَنْ أَبِيكَ
أَنَّهُ قَالَ:
كُنْتُ
رَدِفَ أَبِي
وَهُوَ
يُرِيدُ الْعُرَيْضَ
قَالَ:
فَلَقِيَهُ
شَيْخٌ أَبْيَضُ
الرَّأْسِ
وَاللِّحْيَةِ
يَمْشِي
قَالَ:
فَنَزَلَ إِلَيْهِ
أَبِي
فَقَبَّلَ
بَيْنَ
عَيْنَيْهِ
فَقَالَ
إِبْرَاهِيمُ:
وَلَا
أَعْلَمُهُ
إِلَّا
أَنَّهُ
قَبَّلَ
يَدَهُ ثُمَّ
جَعَلَ
يَقُولُ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
وَالشَّيْخُ
يُوصِيهِ
فَكَانَ فِي
آخِرِ مَا
قَالَ لَهُ:
انْظُرِ
الْأَرْبَعَ
رَكَعَاتٍ
فَلَا
تَدَعْهَا
قَالَ:
وَقَامَ
أَبِي حَتَّى
تَوَارَى الشَّيْخُ
ثُمَّ رَكِبَ
فَقُلْتُ يَا
أَبَةْ مَنْ
هَذَا
الَّذِي
صَنَعْتَ
بِهِ مَا لَمْ
أَرَكَ
صَنَعْتَهُ
بِأَحَدٍ؟
قَالَ: هَذَا أَبِي
يَا بُنَيَّ.
982-
İbrahim ibni Bilad şöyle rivayet etti: Ebul Hasan Rıza
aleyhisselama dedim ki: Abdulkerim ibni Hassan Ubeyde ibni Abdullahın
babandan şöyle rivayet ettiğini dedi: Babam Ureyze gidiyordu. Ben de
atının arkasındaydım. Başı ve sakalı beyaz
yürüyen bir ihtiyarla karşılaştı. Onun için atından
indi ve alnından öptü. İbrahim dedi ki: Elini öptüğünü
bilmiyorum sonra dedi ki: Sana feda olayım! İhtiyar da ona tavsiyede
bulunuyordu. İhtiyarın en son sözleri: Dört rekâta bak dikkat et
sakın onu bırakma. Babam kalktı ve ihtiyar gözden kayboldu,
babam da ata bindi. Dedim ki: Ey baba! Bu kimdi ki sen ona daha önce herhangi
birisine yapmadığın bir şey yaptın? Babam dedi ki: Bu
babamdı ey oğlum!
983- عَنْ
سَمَاعَةَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَأَنَا
أُحَدِّثُ نَفْسِي
فَرَآنِي
فَقَالَ: مَا
لَكَ
تُحَدِّثُ نَفْسَكَ؟
تَشْتَهِي
أَنْ تَرَى
أَبَا جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قُلْتُ: نَعَمْ
قَالَ: قُمْ
فَادْخُلِ
الْبَيْتَ
فَدَخَلْتُ
فَإِذَا هُوَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ.
وَ
قَالَ: أَتَى
قَوْمٌ مِنَ
الشِّيعَةِ الْحَسَنَ
بْنَ عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بَعْدَ
قَتْلِ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَسَأَلُوهُ
فَقَالَ:
تَعْرِفُونَ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِذَا
رَأَيْتُمُوهُ؟
قَالُوا:
نَعَمْ قَالَ:
فَارْفَعُوا
السِّتْرَ
فَرَفَعُوهُ
فَإِذَا هُمْ
بِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لَا
يُنْكِرُونَهُ
وَقَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَمُوتُ مَنْ
مَاتَ مِنَّا
وَلَيْسَ
بِمَيِّتٍ
وَيَبْقَى
مَنْ بَقِيَ
مِنَّا حُجَّةً
عَلَيْكُمْ.
983-
Semae şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzuruna vardım ve ben kendi kendime
konuşuyordum. Beni gördü ve dedi ki: Neyin var kendi kendine
konuşuyorsun Ebu Cafer aleyhisselamı görmeyi mi özledin? Dedim ki:
Evet. Dedi ki: Kalk ve odaya gir. Girdim ve Ebu Cafer aleyhisselam
odadaydı.
Dedi ki: Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam öldürüldükten
sonra Şialardan bir grup Hasan ibni Ali aleyhisselamın yanına
geldi ve onu sordu. Hasan aleyhisselam dedi ki: Emîr'ül Müminîn
aleyhisselamı gördüğünüzde tanır mısınız? Dediler
ki: Evet. Dedi ki: Perdeyi kaldırın. Onlarda perdeyi
kaldırdı o anda Emîr'ül Müminîn aleyhisselamı gördüler ve onu
inkâr etmediler. Emîr'ül Müminîn aleyhisselam dedi ki: Bizden ölen birisi
öldüğünde o ölü değildir. Bizden kalan kişi de sizin üzerinize huccettir.
984- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
لَمَّا
أُخْرِجَ
بِعَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مُلَبَّباً
وَقَفَ
عِنْدَ
قَبْرِ النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَقَالَ:
يَا ابْنَ
أُمَّ إِنَّ
الْقَوْمَ
اسْتَضْعَفُونِي
وَكادُوا يَقْتُلُونَنِي قَالَ:
فَخَرَجَتْ
يَدٌ مِنْ
قَبْرِ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ يَعْرِفُونَ
أَنَّهَا
يَدُهُ
وَصَوْتٌ يَعْرِفُونَ
أَنَّهُ
صَوْتُهُ
نَحْوَ أَبِي بَكْرٍ: يَا
هَذَا أَ
كَفَرْتَ
بِالَّذِي
خَلَقَكَ
مِنْ تُرابٍ
ثُمَّ مِنْ
نُطْفَةٍ
ثُمَّ
سَوَّاكَ
رَجُلًا؟!
984-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Ali
aleyhisselam elbiseleri göğsüne doğru dürülüp toplamış bir
şekilde çıkartıldığında nebi sallallahu aleyhi ve
alihinin kabrinin yanında durdu ve dedi ki: (Ey anam
oğlu! Muhakkak ki o kavim beni güçsüz buldu, az kalsın beni
öldürüyorlardı Araf 150) Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihinin kabrinden bir el çıktı. Onlar biliyorlardı ki
o el onun eliydi ve bir ses. O ses de onun sesiydi. Ebu Bekire doğru:
Seni topraktan, sonra da meniden yaratan, sonra da seni bir adam şeklinde
düzenleyen Allahı inkâr mı ediyorsun?
985- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
لَمَّا
اسْتُخْلِفَ
أَبُو بَكْرٍ
أَقْبَلَ
عُمَرُ عَلَى
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: أَ
مَا عَلِمْتَ
أَنَّ أَبَا
بَكْرٍ قَدْ
اسْتُخْلِفَ؟
قَالَ:
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَمَنْ
جَعَلَهُ
كَذَلِكَ؟
قَالَ:
الْمُسْلِمُونَ
رَضُوا
بِذَلِكَ
فَقَالَ
عَلِيٌّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
وَاللَّهِ
لَأَسْرَعَ مَا
خَالَفُوا
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَنَقَضُوا
عَهْدَهُ
وَلَقَدْ
سَمَّوْهُ
بِغَيْرِ
اسْمِهِ
وَاللَّهِ
مَا اسْتَخْلَفَهُ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَقَالَ
عُمَرُ:
كَذَبْتَ فَعَلَ
اللَّهُ بِكَ
وَفَعَلَ
فَقَالَ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنْ شِئْتَ
أَنْ أُرِيَكَ
بُرْهَاناً
عَلَى ذَلِكَ
فَعَلْتُ
فَقَالَ لَهُ عُمَرُ:
مَا تَزَالُ
تَكْذِبُ
عَلَى رَسُولِ
اللَّهِ فِي
حَيَاتِهِ
وَبَعْدَ
مَوْتِهِ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
انْطَلِقْ
بِنَا
لِنَعْلَمَ
أَيُّنَا الْكَذَّابُ
عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ فِي
حَيَاتِهِ
وَبَعْدَ
مَوْتِهِ.
فَانْطَلَقَ
مَعَهُ
حَتَّى أَتَى
إِلَى الْقَبْرِ
فَإِذَا
كَفٌّ
فِيهَا مَكْتُوبٌ:
أَ
كَفَرْتَ
بِالَّذِي
خَلَقَكَ
مِنْ تُرابٍ
ثُمَّ مِنْ
نُطْفَةٍ
ثُمَّ
سَوَّاكَ رَجُلًا؟! فَقَالَ
لَهُ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَ رَضِيتَ؟
وَاللَّهِ
لَقَدْ
جَحَدْتَ
اللَّهَ فِي
حَيَاتِهِ
وَبَعْدَ
وَفَاتِهِ.
985- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Ebu Bekir halife seçildiğinde Ömer Ali
aleyhisselamın yanına geldi ve dedi ki: Ebu Bekirin halife
seçildiğini bilmiyor musun? Ali aleyhisselam dedi ki: Onu kim halife
yaptı? Dedi ki: Müslümanlar onun halifeliğine razı oldular. Ali
aleyhisselam dedi ki: Vallahi ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye
muhalif oldukları şeyde daha öncüydüm. Onun ahdini kırdılar
ve onu başka bir isimle isimlendirdiler. Vallahi Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi onu halife seçmedi. Ömer dedi ki: Yalan konuştun bunu sana
Allah yaptı. Ali aleyhisselam dedi ki: Eğer istersen onun delilini
sana göstereyim. Ömer dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiyi
hayatında da yalanlıyordun ölümünden sonra da yalanlıyorsun. Ali
aleyhisselam dedi ki: Gidelim de öğrenelim hangimiz Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihiyi hayatında ve ölümünden sonra da yalanlıyordu.
Onunla kabre kadar gitti ve kabirde bir el ve içinde
şöyle yazıyordu: Seni topraktan, sonra da meniden yaratan, sonra da
seni bir adam şeklinde düzenleyen Allahı inkâr mı ediyorsun?
Ali aleyhisselam ona dedi ki: Razı oldun mu? Vallahi onun hayatında
da ölümünden sonra da Allahı inkâr ettin.
988- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
أَتَى أَبَا
بَكْرٍ
فَقَالَ لَهُ:
أَ مَا
أَمَرَكَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ أَنْ
تُطِيعَنِي؟
فَقَالَ: لَا!
وَلَوْ
أَمَرَنِي
لَفَعَلْتُ
قَالَ:
فَانْطَلِقْ
بِنَا إِلَى
مَسْجِدِ
قُبَا
فَإِذَا رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يُصَلِّي
فَلَمَّا
انْصَرَفَ
قَالَ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
إِنِّي
قُلْتُ
لِأَبِي
بَكْرٍ
أَمَرَكَ
اللَّهُ وَرَسُولُهُ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ أَنْ
تُطِيعَنِي
فَقَالَ: لَا
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: قَدْ
أَمَرْتُكَ
فَأَطِعْهُ.
قَالَ:
فَخَرَجَ
فَلَقِيَ
عُمَرَ
وَهُوَ ذَعِرٌ
فَقَالَ لَهُ:
مَا لَكَ؟
فَقَالَ:
قَالَ لِي
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كَذَا وَكَذَا
فَقَالَ:
تَبّاً
لِأُمَّةٍ
وَلَّوْكَ أَمْرَهُمْ
أَ مَا
تَعْرِفُ
سِحْرَ بَنِي
هَاشِمٍ!
988-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Emîr'ül
Müminîn aleyhisselam Ebu Bekirin yanına geldi ve dedi ki: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi bana itaat etmeni emretmedi mi? Dedi ki: Hayır,
emretmiş olsaydı itaat ederdim. Dedi ki: Beraber Kuba mescidine
gidelim. Vardıklarında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi salat
kılıyordu. Salattan ayrıldığında Ali aleyhisselam
dedi ki: Ya Rasûlullah! Ben Ebu Bekire dedim ki Allah ve Resulü sallallahu
aleyhi ve alihi bana itaat etmeni emretti. Rasûlullah dedi ki: Sana bunu
emrettim ve ona itaat et.
Bunun üzerine mescitten çıktı ve Ömerle
karşılaştı dehşete düşmüş ve korkmuştu.
Ömer dedi ki: Neyin var? Dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
şöyle şöyle dedi. Ömer dedi ki: Yazıklar olsun bu ümmete ki
işlerini üstlendin sen Haşimoğullarının sihrini
bilmiyor musun?
994- عَنِ
الْحَسَنِ
بْنِ
عَبَّاسِ
بْنِ حَرِيشٍ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلَ أَبَا
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ
بَيْتِهِ
عَنْ سُورَةِ
(إِنَّا
أَنْزَلْنَاهُ
فِي لَيْلَةِ
الْقَدْرِ)
فَقَالَ:
وَيْلَكَ!
سَأَلْتَ عَنْ
عَظِيمٍ
إِيَّاكَ
وَالسُّؤَالَ
عَنْ مِثْلِ هَذَا
فَقَامَ
الرَّجُلُ
قَالَ:
فَأَتَيْتُهُ
يَوْماً
فَأَقْبَلْتُ
عَلَيْهِ
فَسَأَلْتُهُ
فَقَالَ: إِنَّا
أَنْزَلْناهُ نُورٌ
عِنْدَ
الْأَنْبِيَاءِ
وَالْأَوْصِيَاءِ
لَا
يُرِيدُونَ
حَاجَةً مِنَ
السَّمَاءِ
وَلَا مِنَ
الْأَرْضِ
إِلَّا
ذَكَرُوهَا
لِذَلِكَ
النُّورِ
فَأَتَاهُمْ
بِهَا
فَإِنَّ
مِمَّا ذَكَرَ
عَلِيُّ بْنُ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
مِنَ
الْحَوَائِجِ
أَنَّهُ قَالَ
لِأَبِي
بَكْرٍ
يَوْماً: (وَ
لا
تَحْسَبَنَّ
الَّذِينَ
قُتِلُوا فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
أَمْواتاً
بَلْ أَحْياءٌ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ) فَأَشْهَدُ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
مَاتَ
شَهِيداً
فَإِيَّاكَ أَنْ
تَقُولَ
إِنَّهُ
مَيِّتٌ
وَاللَّهِ لَيَأْتِيَنَّكَ
فَاتَّقِ
اللَّهَ
إِذَا جَاءَكَ
الشَّيْطَانُ
غَيْرَ
مُتَمَثِّلٍ
بِهِ
فَعَبَثَ
بِهِ أَبُو
بَكْرٍ
وَقَالَ: إِنْ
جَاءَنِي وَاللَّهِ
أَطَعْتُهُ
وَخَرَجْتُ
مِمَّا أَنَا
فِيهِ.
قَالَ:
فَذَكَرَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لِذَلِكَ
النُّورِ فَعَرَجَ
إِلَى
أَرْوَاحَ
النَّبِيِّينَ
فَإِذَا
مُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
قَدْ
أُلْبِسَ
وَجْهَهُ
ذَلِكَ النُّورُ
وَأَتَى
وَهُوَ
يَقُولُ: يَا
أَبَا بَكْرٍ
آمِنْ بِعَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَبِأَحَدَ
عَشَرَ مِنْ
وُلْدِهِ
إِنَّهُمْ
مِثْلِي
إِلَّا
النُّبُوَّةَ
وَتُبْ إِلَى
اللَّهِ
بِرَدِّ مَا
فِي يَدَيْكَ
إِلَيْهِمْ
فَإِنَّهُ
لَا حَقَّ
لَكَ فِيهِ
قَالَ: ثُمَّ
ذَهَبَ فَلَمْ
يُرَ.
فَقَالَ
أَبُو بَكْرٍ:
أَجْمَعُ
النَّاسَ فَأَخْطُبُهُمْ
بِمَا
رَأَيْتُ
وَأَبْرَأُ
إِلَى
اللَّهِ
مِمَّا أَنَا
فِيهِ إِلَيْكَ
يَا عَلِيُّ
عَلَى أَنْ
تُؤْمِنَنِي
قَالَ: مَا
أَنْتَ
بِفَاعِلٍ
وَلَوْ لَا
أَنَّكَ
تَنْسَى مَا
رَأَيْتَ
لَفَعَلْتُ
قَالَ: فَانْطَلَقَ
أَبُو بَكْرٍ
إِلَى عُمَرَ
وَرَجَعَ
نُورُ إِنَّا
أَنْزَلْناهُ إِلَى
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ:
قَدِ
اجْتَمَعَ
أَبُو بَكْرٍ
مَعَ عُمَرَ.
فَقُلْتُ:
أَ وَعَلِمَ
النُّورُ؟
قَالَ: إِنَّ
لَهُ
لِسَاناً
نَاطِقاً
وَبَصَراً
نَافِذاً
يَتَجَسَّسُ
الْأَخْبَارَ
لِلْأَوْصِيَاءِ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
وَيَسْتَمِعُ
الْأَسْرَارَ
وَيَأْتِيهِمْ
بِتَفْسِيرِ
كُلِّ أَمْرٍ
يَكْتَتِمُ
بِهِ
أَعْدَاؤُهُمْ
فَلَمَّا
أَخْبَرَ
أَبُو بَكْرٍ
الْخَبَرَ
عُمَرَ قَالَ:
سَحَرَكَ
وَإِنَّهَا
لَفِي بَنِي هَاشِمٍ
لَقَدِيمَةٌ
قَالَ: ثُمَّ
قَامَا
يُخْبِرَانِ
النَّاسَ فَمَا
دَرَيَا مَا
يَقُولَانِ
قُلْتُ: لِمَاذَا؟
قَالَ:
لِأَنَّهُمَا
قَدْ
نَسِيَاهُ وَجَاءَ
النُّورُ
فَأَخْبَرَ
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
خَبَرَهُمَا
فَقَالَ: بُعْداً
لَهُمَا كَما
بَعِدَتْ
ثَمُودُ.
994-
Hasan ibni Abbas ibni Heriş Ebu Cafer (Muhammed Tâki) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama ev halkından birisi (Onu biz indirdik. Kadir 1) suresini sordu dedi ki: Vay olsun sana azim bir şey
sordun. Bir daha asla böyle bir soru sorma! Ve adam da kalktı. Bir gün
yanına geldim ve huzuruna vardım ve aynı soruyu sordum. Dedi ki:
Onu
biz indirdik Nebilerin ve Vasilerin
yanında bir nurdur. Semadan veya arzdan bir ihtiyaçları
olduğunda mutlaka o ihtiyacı onunla zikreder ve o da onu onlara
verir. O nur Ali ibni Ebu Talib aleyhisselamın ihtiyaçları için
zikrettiklerindendir bir gün Ebu Bekire dedi ki: (Allah
yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rablerinin
yanında diridirler. Â-li İmran 169) Şehadet ediyorum ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi şehit olarak öldü. O ölüdür demekten sakın! Vallahi o sana
gelecek, geldiğinde Allaha karşı takvalı ol Şeytan
onun şeklinde görünemez. Ebu Bekir onu abes gördü ve dedi ki: Vallah
eğer bana gelirse ona itaat edeceğim ve içinde bulunduğum
şeyden (hilafet) çıkacağım.
Emîr'ül Müminîn aleyhisselam o nuru zikretti ve nebilerin
ruhlarına yükseldi o nur Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin yüzüne
giydirilmişti. Geldi ve Ebu Bekire dedi ki: Ya Ebu Bekir! Ali aleyhisselama
iman et ve onun evlatlarından on bir kişiye de. Muhakkak ki nubuvvet
hariç onlar benim gibidirler. Elinde bulunanı onlara geri vermek konusunda
Allaha karşı takvalı ol. Senin onda bir hakkın yok. Sonra
gitti ve görünmedi.
Bunun üzerine Ebu Bekir dedi ki: İnsanları
toplayıp gördüğüm şey hakkında hutbe vereceğim ve
içinde bulunduğum şeyden dolayı Allaha yöneleceğim. Ya
Ali! Bana güvence vermen gerekiyor. Dedi ki: Sen bunu yapacak değilsin. Gördüğün
şeyi unutmayacak olsaydın yapardım. Ebu Bekir Ömerin
yanına gitti, Onu biz indirdikin nuru da Ali aleyhisselamın yanına döndü ve Ebu
Bekirle Ömerin buluştuğunu haber verdi.
Dedim ki: Nur nasıl bildi? Dedi ki: Çünkü onun
konuşan bir dili ve hakikati gören bir gözü var. Vasiler aleyhimusselam
için haberler toplar ve sırları dinler ve
düşmanlarının gizlediği her işi tefsiriyle vasilere
gelip bildirir. Ebu Bekir Ömere haber verdiğinde Ömer dedi ki: Seni
sihirlemiş, sihir Haşimoğulları içinde eskidir. Sonra o
ikisi kalktı ve insanlara haber verdiler ama ne dediklerini derk
etmediler. Dedim ki: Neden? Dedi ki: Çünkü o ikisi unuttu ve nur da Ali
aleyhisselamın yanına döndü ve o ikisinin haberini verdi. O da dedi
ki: Semudun uzak olduğu gibi o ikisi de uzak olsun.
998- عَنْ
عَبَايَةَ
الْأَسَدِيِّ
قَالَ: دَخَلْتُ
عَلَى
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَعِنْدَهُ
رَجُلٌ رَثُّ الْهَيْئَةِ
وَأَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مُقْبِلٌ
عَلَيْهِ يُكَلِّمُةُ
قَالَ:
فَلَمَّا
قَامَ
الرَّجُلُ
قُلْتُ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
مَنْ هَذَا
الَّذِي أَشْغَلَكَ
عَنَّا؟
قَالَ: هَذَا
وَصِيُّ
مُوسَى
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
998- Ebaye Esedi şöyle rivayet etti: Emîr'ül Müminîn
(Ali) aleyhisselamın huzuruna vardım ve yanında kötü görünümlü
bir adam vardı Emîr'ül Müminîn aleyhisselam ona dönmüş konuşuyordu.
Adam kalktığında dedim ki: Ya Emîr'ül Müminîn! Bizden ayrı
seni meşgul eden bu adam kim? Dedi ki: Bu Musa aleyhisselamın
vasisidir.
(Bu babda konuyla alakalı on dokuz tane rivayet
vardı.)
1005- عَنْ
سُلَيْمَانَ
الْجُعْفِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِذَا أَنَا
مِتُّ
فَغَسِّلْنِي
وَحَنِّطْنِي
وَكَفِّنِّي
وَأَقْعِدْنِي
وَمَا
أُمْلِي عَلَيْكَ
فَاكْتُبْ
قَالَ:
قُلْتُ:
فَفَعَلَ
قَالَ:
نَعَمْ.
1005- Süleyman El-Cufi Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet
etti: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Emîr'ül Müminîn aleyhisselama dedi
ki: Ben öldüğümde bana gusül ver, hunutla, kefenle ve beni oturt sana
dediklerimi yaz. Dedim ki: Yaptı mı? Dedi ki: Evet.
1007- عَنْ
فُضَيْلٍ
سُكَّرَةَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ هَلْ
لِلْمَاءِ
حَدٌّ
مَحْدُودٌ؟
قَالَ: إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ لِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِذَا أَنَا
مِتُّ
فَاسْتَقِ لِي
سِتَّ قِرَبٍ
مِنْ مَاءِ
بِئْرِ
غَرْسٍ فَغَسِّلْنِي
وَكَفِّنِّي
وَحَنِّطْنِي
فَإِذَا
فَرَغْتَ
مِنْ غُسْلِي
فَخُذْ
بِمَجَامِعِ
كَفَنِي
وَأَجْلِسْنِي
ثُمَّ
سَلْنِي
عَمَّا شِئْتَ
فَوَ اللَّهِ
لَا
تَسْأَلُنِي
عَنْ شَيْءٍ
إِلَّا
أَجَبْتُكَ.
1007-
Fuzeyl Sukkere şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Suyun çizilmiş bir sınırı var
mı? Dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Emîr'ül Müminîn Ali
aleyhisselama dedi ki: Öldüğümde benim için Ğars kuyusundan altı
tulum su getir. Bana gusül ver, kefenle ve hunutla. Guslümü bitirdikten sonra
kefenimden tut ve beni oturt sonra istediğin şeyi sor. Vallahi
sorduğun her soruya mutlaka cevap veririm.
1008- عَنْ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
أَوْصَانِي
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
إِذَا أَنَا
مِتُّ
فَغَسِّلْنِي
بِسِتِّ
قِرَبٍ مِنْ
بِئْرِ
غَرْسٍ
فَإِذَا فَرَغْتَ
مِنْ غُسْلِي
فَأَدْرِجْنِي
فِي أَكْفَانِي
ثُمَّ ضَعْ
فَاكَ عَلَى
فَمِي قَالَ عَلِيٌّ:
فَفَعَلْتُ
وَأَنْبَأَنِي
بِمَا هُوَ
كَائِنٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ.
1008-
Ali aleyhisselam şöyle dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve alihi bana
şöyle vasiyet etti: Öldüğümde Ğars kuyusundan altı tulum
suyla bana gusül ver. Guslüm bittikten sonra beni kefenlerime sar sonra
ağzını ağzımın üzerine koy. Bunun üzerine ben de
aynısı yaptım bana kıyamet gününe kadar olacak şeyleri
haber verdi.
(Bu babda konuyla alakalı on tane rivayet vardı.)
1011- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
الْمُغِيرَةِ
قَالَ:
نَزَلَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِوَادِي
ضَجْنَانَ
فَقَالَ
ثَلَاثَ مَرَّاتٍ:
لَا غَفَرَ اللَّهُ
لَكَ ثُمَّ
قَالَ
لِأَصْحَابِهِ:
أَ تَدْرُونَ
لِمَ قُلْتُ
مَا قُلْتُ؟
قَالُوا: لِمَ
قُلْتَ
جَعَلَنَا
اللَّهُ
فِدَاكَ؟
قَالَ: مَرَّ
بِي
مُعَاوِيَةُ
بْن أَبِي سُفْيَانَ
يَجُرُّ
سِلْسِلَةً
قَدْ أَدْلَعُ
لِسَانَهُ
يَسْأَلُنِي
أَنْ
أَسْتَغْفِرَ
لَهُ وَإِنَّهُ
لَيُقَالُ:
الْضَجْنَانُ
وَادِي مِنْ
أَوْدِيَةِ
جَهَنَّمَ.
1011-
Ali ibni Muğiyre şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam Decnan vadisine indi ve üç defa dedi ki: Allah seni
bağışlamasın sonra ashabına dedi ki: Dediğim
şeyi niye dedim biliyor musunuz? Dediler ki: Allah bizi sana feda etsin
neden dedin? Dedi ki: Muaviye ibni Ebu Sufyan uğradı zincir çekiyordu
dilini dışarı çıkartmıştı benden onun için
istiğfar etmemi istedi. Buraya Decnan derler cehennem vadilerinden bir
vadidir.
1012- عَنْ
بَشِيرٍ
النَّبَّالِ
قَالَ: قَالَ
أَبُو
عَبْدِاللهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
كُنْتُ مَعَ
أَبِي
بِوَادِي
عُسْفَانَ
أَوْ ضَجْنَانَ
قَالَ:
فَنَفَرَتْ
بَغْلَتُهُ
فَإِذَا
رَجُلٌ فِي
عُنُقِهِ
سِلْسِلَةٌ
وَطَرَفُهَا
فِي يَدِ
آخَرَ
يَجُرُّهُ
قَالَ: فَقَالَ:
اسْقِنِي
قَالَ:
فَقَالَ
الرَّجُلُ:
لَا تَسْقِهِ
لَا سَقَاهُ
اللَّهُ
فَقُلْتُ
لِأَبِي: مَنْ
هَذَا؟ قَالَ:
مُعَاوِيَةُ.
1012-
Beşir Nebal Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dediğini rivayet etti: Usfan veya Decnan vadisinde Babamla beraberdim babamın
katırı ürktü o esnada
boynunda zincir olan bir adam belirdi. Zincirin bir ucu da başka bir
adamın elindeydi onu çekiyordu. Dedi ki: Bana su ver. Adam dedi ki: Ona su
verme. Allah ona su vermesin. Babama dedim ki: Bu kim? Dedi ki: Muaviye.
1013- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
كُنْتُ
أَسِيرُ مَعَ
أَبِي فِي
طَرِيقِ مَكَّةَ
وَنَحْنُ
عَلَى
نَاقَتَيْنِ
فَلَمَّا
صِرْنَا
بِوَادِي
ضَجْنَانَ
خَرَجَ رَجُلٌ
فِي عُنُقِهِ
سِلْسِلَةٌ
يَجُرُّهَا
فَقَالَ: يَا
أَبَا
جَعْفَرٍ
اسْقِنِي
سَقَاكَ اللَّهُ
فَتَبِعَهُ
رَجُلٌ آخَرُ
فَاجْتَذَبَ
السِّلْسِلَةَ
وَقَالَ: يَا
ابْنَ
رَسُولِ اللَّهِ
لَا تَسْقِهِ
لَا سَقَاهُ
اللَّهُ قَالَ:
ثُمَّ
الْتَفَتَ
إِلَي أَبِي
فَقَالَ: يَا
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَرَفْتَ
هَذَا؟ هَذَا
مُعَاوِيَةُ.
1013-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Babamla
beraber Mekke yolunda gidiyordum biz iki deve üzerindeydik. Decnan vadisine
vardığımızda bir adam çıktı boynunda zincir
vardı onu çekiyordu dedi ki: Ya Ebu Cafer! Bana su ver Allah da sana su
versin. Bir adam da onun peşindeydi zinciri çekiyordu dedi ki: Ey
Rasûlullahın oğlu! Ona su verme, Allah ona su vermesin! Babam bana
yöneldi ve dedi ki: Ya Ebu Cafer! Bunu tanıdın mı? Bu Muaviye.
1014- عَنْ
يَحْيَى
ابْنِ أُمِّ
طَوِيلٍ
قَالَ:
صَحِبْتُ
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مِنَ
الْمَدِينَةِ
إِلَى مَكَّةَ
وَهُوَ عَلَى
بَغْلَةٍ
وَأَنَا
عَلَى رَاحِلَةٍ
فَجُزْنَا
وَادِي
ضَجْنَانَ فَإِذَا
نَحْنُ
بِرَجُلٍ
أَسْوَدَ فِي
رَقَبَتِهِ
سِلْسِلَةٌ
قَالَ: وَهُوَ
يَقُولُ: يَا
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْنِ
اسْقِنِي
سَقَاكَ
اللَّهُ فَوَضَعَ
صَدْرَهُ
عَلَى
سَرْجِهِ
ثُمَّ حَرَّكَ
دَابَّتَهُ
قَالَ:
فَالْتَفَتُّ
فَإِذَا
رَجُلٌ
يَجْذِبُهُ
وَهُوَ
يَقُولُ: لَا تَسْقِهِ
لَا سَقَاهُ
اللَّهُ
قَالَ: فَحَرَّكْتُ
بِرَاحِلَتِي
فَلَحِقْتُ
بِعَلِيِّ
بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
فَقَالَ لِي:
أَيُّ شَيْءٍ
رَأَيْتَ؟
فَأَخْبَرْتُهُ
كَمَا رَأَيْتُ
فَقَالَ:
ذَاكَ
مُعَاوِيَةُ
لَعَنَهُ اللهُ.
1014- Yahya ibni Ummu Tavil şöyle rivayet eder: Ali
ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselama Medineden Mekkeye giderken
yoldaşlık ettim o katırının üstündeydi ben de devemin.
Decnan vadisini geçtik ki siyah bir adam belirdi ve dedi ki: Ya Ali ibni
Huseyn! Bana su ver Allah da sana su versin göğsünü eğerinin üzerine
koydu. Sonra bineğini sürdü. Dikkat ettim bir adam da onu çekiştiriyordu
ve şöyle dedi: Ona su verme Allah ona su vermesin. Ben de devemi sürdüm ve
Ali ibni Huseyn aleyhisselama yetiştim. Bana dedi ki: Gördüğün
şey neydi? Ben de gördüğüm gibi anlattım. Dedi ki: O Muaviyeydi
Allah ona lanet etsin.
1016- عَنْ
أَبِي
الصَّخْرَةِ
قَالَ:
حَدَّثَنِي الْحَسَنُ
بْنُ عَلِيٍّ
قَالَ:
دَخَلْتُ
أَنَا
وَرَجُلٌ
مِنْ
أَصْحَابِي عَلَى
عَلِيِّ بْنِ
عِيسَى بْنِ
عَبْدِ اللَّهِ
بْنِ أَبِي
طَاهِرٍ
الْعَلَوِيِّ
قَالَ أَبُو
الصَّخْرِ:
فَأَظُنُّهُ
مِنْ وُلْدِ
عُمَرَ بْنِ
عَلِيٍّ
قَالَ:
وَكَانَ أَبُو
طَاهِرٍ فِي
دَارِ الصَّيْدِيِّينَ
نَازِلًا
قَالَ:
فَدَخَلْنَا
عَلَيْهِ
عِنْدَ
الْعَصْرِ
وَبَيْنَ يَدَيْهِ
رَكْوَةٌ
مِنْ مَاءٍ
وَهُوَ يَتَمَسَّحُ
فَسَلَّمْتُ
عَلَيْهِ
فَرَدَّ عَلَيْنَا
السَّلَامَ
ثُمَّ
ابْتَدَأَنَا
فَقَالَ:
مَعَكُمْ
أَحَدٌ؟
فَقُلْنَا:
لَا ثُمَّ
الْتَفَتَ
يَمِيناً
وَشِمَالًا
هَلْ يَرَى
أَحَداً
ثُمَّ قَالَ:
أَخْبَرَنِي
أَبِي عَنْ
جَدِّي أَنَّهُ
كَانَ مَعَ
أَبِي
جَعْفَرٍ
مُحَمَّدِ بْنِ
عَلِيٍّ
بِمِنًى
وَهُوَ
يَرْمِي
الْجَمَرَاتِ
وَإِنَّ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
رَمَى
الْجَمَرَاتِ
قَالَ: فَاسْتَتَمَّهَا
ثُمَّ بَقِيَ
فِي يَدِهِ
بَعْدُ
فَرَاغِهِ خَمْسُ
حَصَيَاتٍ
فَرَمَى
اثْنَتَيْنِ
فِي
نَاحِيَةٍ
وَثَلَاثَةً
فِي
نَاحِيَةٍ فَقَالَ
لَهُ جَدِّي:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
لَقَدْ
رَأَيْتُكَ
صَنَعْتَ
شَيْئاً مَا
صَنَعَهُ
أَحَدٌ قَطُّ
رَأَيْتُكَ
رَمَيْتَ
الْجَمَرَاتِ
ثُمَّ
رَمَيْتَ
بِخَمْسَةٍ
بَعْدَ
ذَلِكَ ثَلَاثَةً
فِي
نَاحِيَةٍ
وَاثْنَتَيْنِ
فِي نَاحِيَةٍ؟!
قَالَ: نَعَمْ
إِنَّهُ
إِذَا كَانَ كُلُّ
مَوْسِمٍ
أُخْرِجَا
الْفَاسِقَيْنِ
الْغَاصِبَيْنِ
ثُمَّ
يُفَرِّقُ
بَيْنَهُمَا
هَاهُنَا لَا
يَرَاهُمَا
إِلَّا إِمَامٌ
عَدْلٌ فَرَمَيْتُ
الْأَوَّلَ
اثْنَتَيْنِ
وَالْآخَرَ
ثَلَاثَةً
لِأَنَّ
الْآخَرَ
أَخْبَثُ مِنَ
الْأَوَّلِ.
1016- Ebu Sehre şöyle rivayet etti: Bana Hasan ibni
Ali anlattı: Ben, arkadaşlarımdan birisi ile Ali ibni İsa
ibni Abdullah ibni Ebu Tahir Alevinin yanına gittim. Ebu Sehre dedi ki:
Zannediyorum ki o Ömer ibni Alinin çocuklarındandır. Ebu Tahir
avcıların evindeydi. İkindi vakti yanına girdik, önünde
deriden yapılmış su dolu bir kap vardı. Abdest
alıyordu. Selam verdim, selamımıza cevap verdi. Sonra söze
başladı ve dedi ki: Sizinle başka kimse var mı? Yok dedik.
Acaba birisini görür mü diye sonra sağa ve sola baktı sonra dedi ki:
Babam dedemden anlattı: O, Ebu Cafer Muhammed ibni Ali (Bâkır)
aleyhisselamla beraber Minadaymış. Şeytan
taşlamış, Ebu Cafer aleyhisselam da Şeytan
taşlamış. Şeytan taşlamayı tamamladıktan
sonra elinde beş tane taş kalmış. İki tane bir tarafa
atmış, üç tane bir tarafa atmış. Dedem demiş ki: Sana
feda olayım! Seni gördüm bir şey yaptın ki senden önce öyle
yapan olmadı. Seni gördüm ki şeytan taşladıktan sonra
beş tane taş attın. Üçünü bir tarafa ikisini bir tarafa? Dedi
ki: Evet, her mevsim o iki fasık, o iki gasıp
çıkartılır, sonra burada ayrılırlar. O ikisini adil
imamdan başkası görmez. Birinciye iki tane attım, diğerine
de üç tane. Çünkü diğeri birinciden daha habisti.
1017- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
لَمَّا
مَاتَتْ
فَاطِمَةُ
بِنْتُ
أَسَدٍ أُمُّ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
جَاءَ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِلَى
النَّبِيِّ فَقَالَ
لَهُ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: يَا
أَبَا
الْحَسَنِ
مَا لَكَ؟
قَالَ: أُمِّي
مَاتَتْ
قَالَ:
فَقَالَ النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: وَأُمِّي
وَاللَّهِ
ثُمَّ بَكَى
وَقَالَ: وَا
أُمَّاهْ
ثُمَّ قَالَ
لِعَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
هَذَا
قَمِيصِي
فَكَفِّنْهَا
فِيهِ وَهَذَا
رِدَائِي
فَكَفِّنْهَا
فِيهِ وَإِذَا
فَرَغْتُمْ
فَأْذِنُونِي.
فَلَمَّا
أُخْرِجَتْ
صَلَّى
عَلَيْهَا النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ صَلَاةً
لَمْ يُصَلِّ
قَبْلَهَا
وَلَا بَعْدَهَا
عَلَى أَحَدٍ
مِثْلَهَا
ثُمَّ نَزَلَ
عَلَى
قَبْرِهَا
فَاضْطَجَعَ
فِيهِ ثُمَّ
قَالَ لَهَا:
يَا
فَاطِمَةُ
قَالَتْ:
لَبَّيْكَ
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
فَقَالَ:
فَهَلْ
وَجَدْتِ مَا
وَعَدَ
رَبُّكِ حَقّاً؟
قَالَتْ:
نَعَمْ
فَجَزَاكَ
اللَّهِ خَيْرَ
جَزَاءٍ
وَطَالَتْ
مُنَاجَاتُهُ
فِي الْقَبْرِ
فَلَمَّا
خَرَجَ قِيلَ:
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
لَقَدْ
صَنَعْتَ
بِهَا
شَيْئاً فِي
تَكْفِينِكَ
إِيَّاهَا
ثِيَابَكَ
وَدُخُولِكَ
فِي
قَبْرِهَا
وَطُولِ
مُنَاجَاتِكَ
وَطُولِ
صَلَاتِكَ
عَلَيْهَا
مَا
رَأَيْنَاكَ
صَنَعْتَهُ
بِأَحَدٍ
قَبْلَهَا؟!
قَالَ:
أَمَّا
تَكْفِيَنِي
إِيَّاهَا
فَإِنِّي
لَمَّا
قُلْتُ لَهَا
يُعْرَضُ
النَّاسُ
يَوْمَ
يُحْشَرُونَ
مِنْ
قُبُورِهِمْ
فَصَاحَتْ
فَقَالَتْ:
وَا سَوْأَتَاهْ!
فَلَبَّسْتُهَا
ثِيَابِي وَسَأَلْتُ
اللَّهَ فِي
صَلَاتِي
عَلَيْهَا أَنْ
لَا يُبْلِيَ
أَكْفَانَهَا
حَتَّى تَدْخُلَ
الْجَنَّةَ
فَأَجَابَنِي
إِلَى ذَلِكَ
وَأَمَّا دُخُولِي
فِي
قَبْرِهَا
فَإِنِّي
قُلْتُ لَهَا
يَوْماً
إِنَّ
الْمَيِّتَ
إِذَا دَخَلَ
قَبْرَهُ
وَانْصَرَفَ
النَّاسُ
عَنْهُ دَخَلَ
عَلَيْهِ
مَلَكَانِ
مُنْكَرٌ
وَنَكِيرٌ
فَيَسْأَلَانِهِ
فَقَالَتْ:
وَا غَوْثَاهْ
بِاللَّهِ
فَمَا زِلْتُ
أَسْأَلُ
رَبِّي فِي
قَبْرِهَا حَتَّى
فُتِحَ لَهَا
بَابٌ مِنْ
قَبْرِهَا إِلَى
الْجَنَّةِ
فَصَارَ
رَوْضَةً
مِنْ رِيَاضِ
الْجَنَّةِ.
1017-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Emîr'ül
Müminîn annesi Fatime binti Esed vefat ettiğinde Ali aleyhisselam Nebinin
yanına geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ona şöyle
buyurdu: Ya Ebul Hasan! Neyin var? Dedi ki: Annem öldü. Nebi sallallahu aleyhi
ve alihi dedi ki: Vallahi benim de annemdi ve ağladı. Vah annem!
Sonra Ali aleyhisselama dedi ki: Bu gömleğimi al onu bununla kefenle, bu
abamı da al bununla da kefenle, bitirdikten sonra beni
çağırın.
Bitip çıkartıldığında nebi
sallallahu aleyhi ve alihi ona bir salat kıldı ki ondan önce ve ondan
sonra kimseye öyle bir salat kılmadı. Sonra kabrine indi ve içinde
uzandı sonra ona şöyle dedi: Ya Fatime! Dedi ki: Lebbeyk ya
Rasûlullah! Dedi ki: Rabbinin sana vadettiğini hak olarak buldun mu? Dedi
ki: Evet, Allah sana en hayırlı mükafatla mükafat versin. Ve
kabirdeki munacatı uzadı. Kabirden çıktığında
dediler ki: Ya Rasûlullah! Ona bir şey yaptın ki onu kendi elbisenle
kefenledin, kabrine yatışın ve uzunca munacatın ve ona
uzunca salat kılışın daha önce kimseye böyle bir şey
yaptığını görmedik.
Dedi ki: Onu kefenleyişim ona kabirlerinden
haşredildiklerinde dediğimde vay olsun diye haykırdı. Bunun
üzerine ona kendi elbisemi giydirdim. Ve ona kıldığım salat
ta Allahtan cennete girinceye kadar onun kefenlerini
çıkartmamasını istedim o da icabet etti.
Kabrine girişim ona bir gün
dedim ki: Ölü kabre girdiğinde ve insanlar ondan
ayrıldığında yanına iki melek girer. Munker ve Nekir
ve onu sorgularlar. Dedi ki: Allaha sığınıyorum. Kabrinde
Rabbimden oradan cennete bir kapı açılana kadar bekledim ve cennet
bahçelerinden bir bahçe oldu.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz tane rivayet
vardı.)
1020- قَالَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّا
لَنَعْرِفُ
الرَّجُلَ إِذَا
رَأَيْنَاهُ
بِحَقِيقَةِ
الْإِيمَانِ
وَحَقِيقَةِ
النِّفَاقِ
وَإِنَّ شِيعَتَنَا
لَمَكْتُوبُونَ
بِأَسْمَائِهِمْ
وَأَسْمَاءِ
آبَائِهِمْ.
1020-
İmam Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselam şöyle dedi: Biz bir
adamı gördüğümüzde onu imanının ve nifakının
hakikatiyle tanırız. Şialarımızın isimleri
babalarının isimleriyle yazılıdır.
1022- عَنْ
دَاوُدَ بْنِ
الْقَاسِمِ
قَالَ
كُنْتُ
مَعَهُ
فَرَأَى
مُحَمَّداً
وَعَلِيّاً
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا أَبَا
هَاشِمٍ
هَذَانِ الرَّجُلَانِ
مِنْ
إِخْوَانِكَ؟
قُلْتُ: نَعَمْ
فَبَيْنَا
نَحْنُ
نَسِيرُ
إِذَا اسْتَقْبَلَنَا
رَجُلٌ مِنْ
وُلْدِ إِسْحَاقَ
بْنِ
عَمَّارٍ
فَقَالَ: يَا
أَبَا هَاشِمٍ
هَذَا
وَاحِدٌ
لَيْسَ مِنْ
إِخْوَانِكَ.
1022- Davut ibni Kasım şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam ile beraberdim Muhammedle Aliyi
gördüğünde dedi ki: Ya Ebu Haşim! Bu iki adam senin
kardeşlerindendir. Evet dedim. Yürürken karşımıza
İshak ibni Ammarın çocuklarından bir adam çıktı dedi
ki: Ya Ebu Haşim! Bu adam senin kardeşlerinden değildir.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1024-
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
أَخَذَ
مِيثَاقَ
شِيعَتِنَا
فِينَا مِنْ
صُلْبِ آدَمَ
فَنَعْرِفُ
بِذَلِكَ
حُبَّ
الْمُحِبِّ
وَإِنْ
أَظْهَرَ
خِلَافَ
ذَلِكَ
بِلِسَانِهِ
وَنَعْرِفُ بُغْضَ
الْمُبْغِضِ
وَإِنْ
أَظْهَرَ
حُبَّنَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ.
1024-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Allah Âdemin
sülbünde Şialarımızdan bizim hakkımızda misak
aldı. Bizi sevenin sevgisini onunla tanıyoruz eğer o
verdiği sözün aksine diliyle bir şey söylese bile. Ve bizden nefret
edeni nefretinden tanıyoruz eğer biz Ehli Beyti sevdiğini izhar
etse bile.
1025- عَنْ
زُرَارَةَ
قَالَ:
كُنْتُ أَنَا
وَعَبْدُ
الْوَاحِدِ
بْنُ الْمُخْتَارِ
وَسَعِيدُ بْنُ
لُقْمَانَ
وَمَعَنَا
عُمَرُ بْنُ
شَجَرَةَ
الْكِنْدِيُّ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَامَ
عُمَرُ
فَخَرَجَ
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَنْ هَذَا؟
فَقَالا لَهُ:
عُمَرُ بْنُ
شَجَرَةَ
وَأَثْنَيْنَا
عَلَيْهِ
وَذَكَرْنَا
مِنْ حَالِهِ
وَوَرَعِهِ
وَحُبِّهِ لِإِخْوَانِهِ
وَبَذْلِهِ
وَصَنِيعِهِ
إِلَيْهِمْ
قَالَ:
فَقَالَ
لَهُمَا
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَا أَرَى
لَكُمَا
عِلْماً
بِالنَّاسِ
إِنِّي لَأَكْتَفِي
مِنَ
الرَّجُلِ
بِاللَّحْظَةِ
إِنَّ ذَا
مِنْ أَخْبَثِ
النَّاسِ
أَوْ قَالَ:
مِنْ شَرِّ
النَّاسِ
قَالَ:
فَكَانَ
عُمَرُ
بَعْدُ مَا
نَزَعَ مِنْ
مُحَرَّمِ
للَّهِ
إِلَّا
رَكِبَهُ.
1025-
Zurare şöyle rivayet etti: Ben, Abdulvahid ibni Muhtar ve Said ibni Neffan
ve Ömer ibni Şecere de bizimleydi Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın yanındaydık. Ömer kalktı ve çıktı.
Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: Bu kimdir? O ikisi: Ömer ibni Şecere
dedi ve onu övdüler bize halinden bahsettiler, verasından,
kardeşlerine sevgisinden, malını harcamasından ve onlara
yaptıklarından. Ebu Abdullah aleyhisselam o ikisine dedi ki: Siz
ikiniz de insanları tanıma ilmi görmüyorum. Adamları
tanımak için bana bir lahza yeterlidir ve bu insanların en habisi
veya en şerlisidir. Ömerin uzak durduğu Allahın
haramlarından mürtekib olmadığı kalmadı.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1031- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: كَانَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَعْلَمُ
كُلَّ مَا
يَعْلَمُ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَلَمْ يُعَلِّمِ
اللَّهُ
رَسُولَهُ
شَيْئاً
إِلَّا وَقَدْ
عَلَّمَهُ
رَسُولُ
اللَّهِ
أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
1031- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Ali aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
bildiği her şeyi biliyordu. Allahın resulüne
öğrettiği bir şey yoktur ki mutlaka Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve alihi de onu Emîr'ül Müminîn aleyhisselama öğretmemiş olsun.
1032- عَنْ
حُمْرَانَ
بْنِ
أَعْيَنَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
بَلَغَنِي أَنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
تَعَالَى
قَدْ نَاجَى
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قَالَ: أَجَلْ
قَدْ كَانَ بَيْنَهُمَا
مُنَاجَاتٌ
بِالطَّائِفِ
وَنَزَلَ
بَيْنَهُمَا
جَبْرَئِيلُ
وَقَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
عَلَّمَ
رَسُولَهُ
الْحَلَالَ
وَالْحَرَامَ
وَالتَّأْوِيلَ
فَعَلَّمَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عِلْمَهُ
كُلَّهُ.
1032- Humran
ibni Ayan şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım bana bir haber ulaştı
ki Allah Tebareke ve Teala Ali aleyhisselama gizli sır verdi. Dedi ki:
Evet Taifte aralarında munacat vardı Cebrail ikisinin arasında
indi. Allah resulüne helali, haramı ve tevili öğretti Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi de ilminin hepsini Ali aleyhisselama öğretti.
(Bu
babda konuyla alakalı on iki tane rivayet vardı.)
1039- عَنْ
حُمْرَانَ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
جَبْرَئِيلَ
أَتَى
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِرُمَّانَتَيْنِ
فَأَكَلَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
إِحْدَاهُمَا
وَكَسَرَ
الْأُخْرَى
بِنِصْفَيْنِ
فَأَكَلَ
نِصْفَهَا
وَأَطْعَمَ عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
نِصْفَهَا ثُمَّ
قَالَ لَهُ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: يَا
أَخِي هَلْ
تَدْرِي مَا
هَاتَيْنِ
الرُّمَّانَتَيْنِ؟
قَالَ: لَا
قَالَ: أَمَّا
الْأُولَى
فَالنُّبُوَّةُ
لَيْسَ لَكَ
فِيهَا
نَصِيبٌ
وَأَمَّا
الْأُخْرَى
فَالْعِلْمُ
أَنْتَ
شَرِيكِي
فِيهِ
فَقُلْتُ:
أَصْلَحَكَ
اللَّهُ!
كَيْفَ
يَكُونُ شَرِيكَهُ
فِيهِ؟ قَالَ:
لَمْ
يُعَلِّمُ
اللَّهُ
مُحَمَّداً
عِلْماً
إِلَّا
وَأَمَرَهُ أَنْ
يُعَلِّمَ عَلِيّاً.
1039- Humran Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Cebrail Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihiye iki tane nar getirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve alihi birisini yedi ve diğerini ikiye böldü yarısını
yedi ve yarısını Ali aleyhisselama yedirdi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi sonra dedi ki: Ey kardeşim! Bu iki narın
ne olduğunu biliyor musun? Dedi ki: Hayır. Dedi ki: İlkine
gelince; o nubüvvetti onda senin bir nasibin yoktu ama diğeri ilimdi sen
onda benim ortağımsın. Dedim ki: Allah seni salih
kılsın. Nasıl ilimde onun ortağı olur? Dedi ki: Allah
Muhammede hiçbir ilim öğretmedi ki mutlaka onu Aliye öğretmesini
emretmemiş olsun.
1044- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
وَرِثَ
عَلِيٌّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عِلْمَ
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَوَرِثَتْ فَاطِمَةُ
تَرِكَتَهُ.
1044-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Ali
aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin ilmine varis oldu ve
Fatime de bıraktıklarına varis oldu.
1045- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَنَّ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَرِثَ
عِلْمَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَفَاطِمَةَ
أَحْرَزَتِ
الْمِيرَاثَ.
1045-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Ali Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin ilmine varis oldu Fatime de
mirası elde etti.
1046- عَنْ
جَابِرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (اللَّهُ
نُورُ
السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ
مَثَلُ نُورِهِ) فَهُوَ
مُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
(فِيها
مِصْباحٌ)
وَهُوَ
الْعِلْمُ (الْمِصْباحُ
فِي زُجاجَةٍ) فَزَعَمَ
أَنَّ
الزُّجَاجَةَ
أَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ
وَعِلْمَ
نَبِيِّ
اللَّهِ عِنْدَهُ.
1046-
Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın Tebareke ve
Tealanın ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etti: (Allah
semaların ve arzın nurudur. O nurun misali. Nur 35) O Muhammed sallallahu aleyhi ve alihidir. (Onda
lamba vardır. 35) O ilimdir. (Lamba
bir camın içindedir. Nur 35) İddia etti ki lamba
Emîr'ül Müminîndir ve Nebiyullahın ilmi de onun yanındadır.
1047- عَنْ يَزِيدَ
بْنِ
شَرَاحِيلٍ:
أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
قَالَ
لِعَلِيِّ
بْنِ أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
هَذَا
أَفْضَلُكُمْ
حِلْماً
وَأَعْلَمُكُمْ
عِلْماً
وَأَقْدَمُكُمْ
سِلْماً قَالَ
ابْنُ
مَسْعُودٍ:
يَا رَسُولَ
اللَّهِ فُضِّلْنَا
بِالْخَيْرِ
كُلِّهِ؟
فَقَالَ النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَا
عُلِّمْتُ
شَيْئاً
إِلَّا
وَقَدْ عَلَّمْتُهُ
وَمَا
أُعْطِيتُ
شَيْئاً
إِلَّا وَقَدْ
أَعْطَيْتُهُ
وَلَا
اسْتُودِعْتُ
شَيْئاً
إِلَّا وَقَدِ
اسْتَوْدَعْتُهُ
قَالُوا:
فَأَمْرُ نِسَائِكَ
إِلَيْهِ؟
قَالَ: نَعَمْ
قَالُوا: فِي
حَيَاتِكَ؟
قَالَ: نَعَمْ
مَنْ عَصَاهُ
فَقَدْ
عَصَانِي
وَمَنْ
أَطَاعَهُ
فَقَدْ
أَطَاعَنِي
فَإِنْ
دَعَاكُمْ
فَاشْهَدُوا.
1047-
Yezid ibni Şerahil şöyle rivayet etti: Nebi sallallahu aleyhi ve
alihi Ali ibni Ebu Talib aleyhisselam dedi ki: Bu hilim olarak sizin en
üstününüz ilim olarak en aliminiz ve teslim olarak en öncünüzdür. İbni
Mesud dedi ki: Ya Rasûlullah! Hayrın hepsiyle mi ayrıştık?
Nebi sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Bana ne öğretildiyse mutlaka ben
de ona öğrettim. Bana ne verildiyse mutlaka bende ona verdim. Bana ne
emanet edildiyse mutlaka ben de ona emanet ettim. Dediler ki: Eşlerinin işi
de mi? Dedi ki: Evet. Dediler ki: Hatta hayatında? Dedi ki: Kim ona isyan
ederse bana isyan etmiştir ve kim de ona itaat ederse bana itaat
etmiştir. Eğer sizi çağırırsa şehadet edin.
(Bu babda konuyla alakalı on tane rivayet vardı.)
1051- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
مُسْلِمٍ
قَالَ: سَمِعْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ يَقُولُ:
نَزَلَ
جَبْرَئِيلُ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِرُمَّانَتَيْنِ
مِنَ
الْجَنَّةِ
فَلَقِيَهُ
عَلِيٌّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ:
مَا هَاتَانِ
الرُّمَّانَتَانِ
فِي يَدَيْكَ قَالَ:
أَمَّا
هَذِهِ
فَالنُّبُوَّةُ
لَيْسَ لَكَ
فِيهَا
نَصِيبٌ
وَأَمَّا
هَذِهِ فَالْعِلْمُ
ثُمَّ
فَلَقَهَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَأَعْطَاهُ
نِصْفَهَا
وَأَخَذَ
نِصْفَهَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
ثُمَّ قَالَ:
أَنْتَ
شَرِيكِي
فِيهِ
وَأَنَا
شَرِيكُكَ
فِيهِ قَالَ:
فَلَمْ
يَعْلَمْ
وَاللَّهِ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ حَرْفاً
مِمَّا
عَلَّمَهُ
اللَّهُ
إِلَّا عَلَّمَهُ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
ثُمَّ
انْتَهَى ذَلِكَ
الْعِلْمُ
إِلَيْنَا
ثُمَّ وَضَعَ يَدَهُ
عَلَى
صَدْرِهِ.
1051- Muhammed ibni Muslim Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti:
Cebrail Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye cennetten iki tane nar indirdi. Ali
aleyhisselam onunla karşılaştığında dedi ki: Bu
elindeki iki nar da nedir? Dedi ki: Bu nubüvvettir. Bunda senin bir nasibin
yok. Bu da ilimdir. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi narı böldü
yarısını ona verdi ve yarısını kendi aldı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi sonra dedi ki: Sen bunda benim
ortağımsın ben de senin ortağınım. Dedi ki:
Vallahi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Allahın öğrettiği
bir harf dahi bilmiyor ki onu Ali aleyhisselama öğretmemiş olsun.
Sonra o ilim bize ulaştı. Sonra elini göğsüne koydu.
1052- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ يَتَوَارَثُ
أَصَاغِرُنَا
عَنْ
أَكَابِرِنَا
حَذْوُ
الْقُذَّةِ
بِالْقُذَّةِ.
1052-
Ebul Hasan Rıza aleyhisselam şöyle dedi: Biz Ehli Beyt küçüklerimiz büyüklerimizden
tıpatıp aynı şeyi miras alır.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1055- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَا
مِنْ أَرْضٍ
مُخْصِبَةٍ
وَلَا
مُجْدِبَةٍ
وَلَا فِئَةٍ
تُضِلُّ
مِائَةً
وَتَهْدِي
مِائَةً إِلَّا
أَنَا
أَعْلَمُهَا
وَقَدْ
عَلَّمْتُهَا
أَهْلَ
بَيْتِي
يُعَلِّمُ
كَبِيرُهُمْ
صَغِيرَهُمْ
إِلَى أَنْ
تَقُومَ
السَّاعَةُ.
1055-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Bereketli veya çorak bir
toprak, yüzlercesini saptıran veya hidayet eden grup. Mutlaka ben hepsini
biliyorum ve Ehli Beytime de öğrettim. Saat ayağa kalkana kadar
onların büyükleri de küçüklerine öğretir.
1056-
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
قَالَ:
إِنَّمَا
مَثَلُ
أَهْلِ بَيْتِي
فِيكُمْ
مَثَلُ
سَفِينَةِ
نُوحٍ مَنْ رَكِبَ
فِيهَا نَجَا
وَمَنْ
تَخَلَّفَ
عَنْهَا
غَرِقَ
إِنَّمَا مَثَلُ
أَهْلِ
بَيْتِي
فِيكُمْ
مَثَلُ بَابِ حِطَّةٍ
مَنْ
دَخَلَهُ
غُفِرَ لَهُ
وَمَنْ لَمْ
يَدْخُلْهُ
لَمْ
يُغْفَرْ
لَهُ فَإِنَّهَا
لَيْسَتْ
مِنْ فِئَةٍ
تَبْلُغُ
مِائَةً
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
إِلَّا أَنَا
أَعْرِفُ نَاعِقَهَا
وَسَائِقَهَا
وَعِلْمُ
ذَلِكَ عِنْدَ
أَهْلِ
بَيْتِي
يُعَلِّمُهُ
كَبِيرُهُمْ
صَغِيرَهُمْ.
1056-
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi şöyle dedi: Ehli Beytimin sizin
içinizdeki misali Nuhun gemisi gibidir kim ona binerse kurtulur, kim de ondan
ayrı düşerse boğulur. Ehli Beytimin sizin içinizdeki misali
hitte kapısı gibidir kim ondan girerse
bağışlanır, kim de girmezse bağışlanmaz.
Kıyametin gününe kadar hiçbir gurup yoktur ki sayıları yüze
ulaşsın ben onun hainini ve çekip götürenini bilmemiş olayım.
Ve onun ilmi Ehli Beytimin yanındadır büyükleri küçüklerine
öğretir.
1058- قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيُّ بْنُ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ:
سَلُونِي
قَبْلَ أَنْ
تَفْقِدُونِي
فَوَ اللَّهِ
لَا
تَسْأَلُونِي
عَنْ فِئَةٍ
تَهْدِي ثَلَاثَمِائَةً
وَلَا
تُضِلُّ
ثَلَاثَمِائَةً
إِلَّا
أَخْبَرْتُكُمْ
بِسَائِقِهَا
وَنَاعِقِهَا
حَتَّى
يَخْرُجَ
الدَّجَّالُ.
1058-
Emîr'ül Müminîn Ali ibni Ebu Talib aleyhisselatu vesselam şöyle dedi: Beni
kaybetmeden sorun benden. Vallahi soracağınız hiçbir gurup
yoktur ki deccal çıkana kadar üç yüz kişiyi hidayet eder ve üç yüz
kişiyi saptırmaz, çekip götüreniyle ve hainiyle birlikte o grubun
haberini size vermeyecek olayım.
1063- عَنْ
سُوَيْدِ
بْنِ
غَفْلَةَ
قَالَ: أَنَا
عِنْدَ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِذْ أَتَاهُ
رَجُلٌ
فَقَالَ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
جِئْتُكَ
مِنْ وَادِي
الْقُرَى
وَقَدْ مَاتَ
خَالِدُ بْنُ
عَرْفَطَةَ
فَقَالَ لَهُ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّهُ لَمْ
يَمُتْ
فَأَعَادَهَا
عَلَيْهِ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَمْ يَمُتْ
وَأَعْرَضَ
عَنْهُ
وَجْهَهُ
فَأَعَادَهَا
عَلَيْهِ
الثَّالِثَةَ
فَقَالَ:
سُبْحَانَ
اللَّهِ!
أُخْبِرُكَ
أَنَّهُ قَدْ
مَاتَ
وَتَقُولُ
لَمْ يَمُتْ؟!
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَمْ يَمُتْ
وَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ لَا
يَمُوتُ
حَتَّى
يَقُودَ
جَيْشَ
ضَلَالَةٍ
يَحْمِلُ
رَايَتَهُ
حَبِيبُ بْنُ
جُمَّازٍ
قَالَ:
فَسَمِعَ
بِذَلِكَ
حَبِيبٌ فَأَتَى
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
فَقَالَ لَهُ:
أُنَاشِدُكَ
اللهَ فِيَّ
وَأَنَا لَكَ
شِيعَةٌ
وَقَدْ
ذَكَرْتَنِي
بِأَمْرٍ لَا
وَاللَّهِ
مَا أَعْرِفُهُ
مِنْ نَفْسِي
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
وَمَنْ
أَنْتَ؟ قَالَ:
أَنَا
حَبِيبُ بْنُ
جُمَّازٍ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنْ كُنْتَ
حَبِيبَ بْنَ
جَمَّازٍ
فَتَحْمِلُهَا
فَوَلَّى
حَبِيبُ بْنُ
جَمَّازٍ
وَقَالَ: إِنْ
كُنْتَ
حَبِيبَ بْنَ
جَمَّازٍ
لَتَحْمِلَنَّهَا
قَالَ: أَبُو
حَمْزَةَ:
فَوَ اللَّهِ
مَا مَاتَ
حَتَّى
بُعِثَ
عُمَرُ بْنُ
سَعْدٍ إِلَى الْحُسَيْنِ
بْنِ عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَجُعِلَ
خَالِدُ بْنُ
عَرْفَطَةَ عَلَى
مُقَدِّمَتِهِ
وَحَبِيبٌ
صَاحِبَ رَايَتِهِ.
1063- Suveyd ibni Gafle şöyle rivayet etti: Emîr'ül
Müminîn (Ali) aleyhisselamın yanındaydım. Ona bir adam geldi
dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn! Guranın vadisinden sana geldim. Halid ibni
Urfete öldü. Emîr'ül Müminîn aleyhisselam ona dedi ki: O kesinlikle ölmedi.
Adam tekrar etti. Ali aleyhisselam ona dedi ki: O ölmedi ve yüzünü ondan
çevirdi. Adam üçüncü kez tekrarladı ve dedi ki: Subhanellah! Sana onun
öldüğünü haber veriyorum sen onun ölmediğini söylüyorsun. Ali
aleyhisselam ona dedi ki: O ölmedi, nefsimi elinde bulundurana and olsun
sapıklık ordusuna komutanlık edene kadar ölmez ve onun
sancağını da Habib ibni Cummaz taşır. Habib onu
işitti ve Emîr'ül Müminînin yanına geldi ve dedi ki: Kendim
hakkın da sana Allaha yemin ediyorum ve ben senin Şianım beni
bir işle zikrettin ki ben kendimde böyle bir şeyi bilmiyorum. Ali
aleyhisselam ona dedi ki: Sen kimsin? Dedi ki: Ben Habib ibni Cummazım.
Ali aleyhisselam ona dedi ki: Eğer Habib ibni Cummazsan o
sancağı taşıyacaksın. Habib ibni Cummaz yüzünü çevirip
arkasını döndü. Dedi ki: Eğer Habib ibni Cummazsan o
sancağı kesinlikle taşıyacaksın. Ebu Hamza dedi ki:
Vallahi Ömer ibni Saad Huseyn ibni Ali aleyhisselama gönderilene kadar ölmedi,
Halid ibni Urfete onun önünde karar kılınmıştı ve
Habib de onun sancağını taşıyordu.
(Bu babda konuyla alakalı on üç tane rivayet
vardı.)
1066- عَنْ
جَابِرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: يَا
جَابِرُ
إِنَّا لَوْ
كُنَّا
نُحَدِّثُكُمْ
بِرَأْيِنَا
وَهَوَانَا
لَكُنَّا
مِنَ
الْهَالِكِينَ
وَلَكِنَّا
نُحَدِّثُكُمْ
بِأَحَادِيثَ
نَكْنِزُهَا
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كَمَا
يَكْنِزُ هَؤُلَاءِ
ذَهَبُهُمْ
وَفِضَّتُهُمْ.
1066- Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Cabir! Biz size
kendi görüşümüze ve hevamıza göre bahsetsek helak olanlardan olurduk.
Velakin biz size hadisler anlatıyoruz ki o hazineyi Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihiden edindik. Aynı bunların altınlarını
ve gümüşlerini edindikleri gibi.
1067- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ أَنَّهُ
قَالَ: لَوْ
أَنَّا
حَدَّثْنَا
بِرَأْيِنَا
ضَلَلْنَا
كَمَا ضَلَّ
مَنْ كَانَ
قَبْلَنَا وَلَكِنَّا
حَدَّثْنَا
بِبَيِّنَةٍ
مِنْ رَبِّنَا
بَيَّنَهَا
لِنَبِيِّهِ
فَبَيَّنَهَا
لَنَا.
1067-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Kendi
görüşümüze göre anlatsaydık biz de öncekilerin sapıtması
gibi sapıtırdık. Velakin biz Rabbimizden bir beyyine üzerine
anlatıyoruz ki onu nebisine açıkladı ve o da bize
açıkladı.
1069- عَنْ
جَابِرٍ
قَالَ: قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا جَابِرُ
لَوْ كُنَّا
نُفْتِي
النَّاسَ
بِرَأْيِنَا
وَهَوَانَا
لَكُنَّا
مِنَ
الْهَالِكِينَ
وَلَكِنَّا
نُفْتِيهِمْ
بِآثَارٍ
مِنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَأُصُولِ
عِلْمٍ
عِنْدَنَا
نَتَوَارَثُهَا
كَابِراً
عَنْ كَابِرٍ
نَكْنِزُهَا
كَمَا
يَكْنِزُ
هَؤُلَاءِ
ذَهَبَهُمْ
وَفِضَّتَهُمْ.
1069-
Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Ya Cabir! İnsanlara kendi nefsimize ve
hevamıza göre fetva verseydik helak olanlardan olurduk. Velakin biz
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiden bir eser üzerine ve
yanımızda bulunan ilim esasları üzerine onlara fetva veriyoruz.
Onu bir büyükten diğer büyüğe miras aldık, hazine edindik,
tıpkı bunların altınlarını ve gümüşlerini
hazine edinmesi gibi.
1070- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
وَاللَّهِ
لَوْ لَا
أَنَّ
اللَّهَ
فَرَضَ وَلَايَتَنَا
وَمَوَدَّتَنَا
وَقَرَابَتَنَا
مَا
أَدْخَلْنَاكُمْ
بُيُوتَنَا
وَلَا
أَوْقَفْنَاكُمْ
عَلَى
أَبْوَابِنَا
وَاللَّهِ
مَا نَقُولُ بِأَهْوَائِنَا
وَلَا
نَقُولُ
بِرَأْيِنَا
وَلَا
نَقُولُ
إِلَّا مَا
قَالَ
رَبُّنَا.
1070- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Vallahi Allah velayetimizi, sevgimizi ve
yakınlığımızı farz etmeseydi sizi evlerimize
sokmazdık ve kapılarımızda da tutmazdık. Vallahi
hevamıza göre ve görüşümüze göre konuşmuyoruz. Sadece
Rabb'imizin dediğinden başka bir şey konuşmuyoruz.
1074- عَنْ
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ قَالَ:
إِنَّا عَلَى
بَيِّنَةٍ
مِنْ
رَبِّنَا بَيَّنَهَا
لِنَبِيِّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَبَيَّنَهَا
نَبِيُّهُ
لَنَا فَلَوْ
لَا ذَلِكَ
كُنَّا
كَهَؤُلَاءِ
النَّاسِ.
1074-
Cafer (Sadık) aleyisselam şöyle dedi: Biz Rabbimizden bir beyyine
üzerineyiz ki onu nebisi sallallahu aleyhi ve alihiye açıkladı,
nebisi de bize açıkladı öyle olmasaydı bu insanlar gibi olurduk.
(Bu
babda konuyla alakalı on tane rivayet vardı.)
1076- عَنْ
سَمَاعَةَ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
كُلُّ شَيْءٍ
تَقُولُ بِهِ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ
وَسُنَّتِهِ
أَوْ
تَقُولُونَ
فِيهِ
بِرَأْيِكُمْ؟
قَالَ: بَلْ
كُلُّ شَيْءٍ
نَقُولُهُ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ
وَسُنَّةِ
نَبِيِّهِ.
1076- Semae şöyle rivayet
etti: Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselama dedim ki: Söylediğiniz
her şey Allahın kitabında ve sünnetinde var mı yoksa o
mesele hakkında kendi görüşünüze göre mi söylüyorsunuz? Dedi ki: Tam
aksine söylediğimi her şey Allahın kitabında ve nebisinin
sünnetinde vardır.
1077- عَنْ
سَعِيدٍ
الْأَعْرَجِ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّ مَنْ
عِنْدَنَا
مِمَّنْ يَتَفَقَّهُ
يَقُولُونَ:
يَرِدُ عَلَيْنَا
مَا لَا
نَعْرِفُهُ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ
وَلَا فِي
السُّنَّةِ
نَقُولُ
فِيهِ
بِرَأْيِنَا
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
كَذَبُوا
لَيْسَ شَيْءٌ
إِلَّا جَاءَ
فِي
الْكِتَابِ
وَجَاءَتْ فِيهِ
السُّنَّةُ.
1077-
Said Arec şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Yanımızda dinde derin kavrayış
sahibi olmuş kimseler var. Onlar diyorlar ki: Bize Allahın
kitabında veya sünnette bilmediğimiz şeyler geliyor. Biz de onun
hakkında kendi görüşümüzü söylüyoruz. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi
ki: Yalan söylüyorlar. Kitapta gelmeyen bir şey yoktur ve onun
hakkında sünnet de gelmiştir.
1079- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
حُكَيْمٍ
عَنْ أَبِي الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
تَفَقَّهْنَا
فِي الدِّينِ
وَرُوِّينَا
وَرُبَّمَا
وَرَدَ
عَلَيْنَا
رَجُلٌ قَدِ ابْتُلِيَ
بِشَيْءٍ
صَغِيرٍ
الَّذِي مَا
عِنْدَنَا
فِيهِ بِعَيْنِهِ
شَيْءٌ
وَعِنْدَنَا
مَا هُوَ
يُشْبِهُ
مِثْلَهُ أَ
فَنُقِيسُهُ
بِمَا
يُشْبِهُهُ؟
قَالَ: لَا
وَمَا لَكُمْ
وَالْقِيَاسَ
فِي ذَلِكَ هَلَكَ
مَنْ هَلَكَ بِالْقِيَاسِ
قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
أَتَى
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِمَا
يَكْتَفُونَ
بِهِ؟ قَالَ:
أَتَى
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِمَا
اسْتَغْنُوْا
بِهِ فِي
عَهْدِهِ
وَبِمَا
يَكْتَفُونَ
بِهِ مِنْ
بَعْدِهِ إِلَى
يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
قَالَ:
قُلْتُ: ضَاعَ
مِنْهُ شَيْءٌ؟
قَالَ: لَا
هُوَ عِنْدَ
أَهْلِهِ.
1079-
Muhammed ibni Hekim şöyle rivayet etti: Ebul Hasan (Musa el-Kâzım)
aleyhisselama dedim ki: Dinde derin kavrayış sahibi olduk ve rivayet
edildik, bazen bize bir adam geliyor küçük bir şeye iptila olmuş.
Yanımızda o şeyin kendisiyle alakalı bir şey olmuyor
ama benzeri bir şey oluyor ona benzeri şeyle fetva versek olur mu?
Dedi ki: Hayır kıyasla ne işiniz var, helak olan kıyas
yüzünden helak oldu. Dedim ki: Sana feda olayım Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi onlara kifayet edecekleri şeyle geldi. Dedi ki: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi zamanında kendisiyle ihtiyaçsız
olacakları ondan sonra da kıyamete kadar kifayet edecekleri
şeyle geldi. Dedim ki: Ondan bir şey zayi oldu mu? Dedi ki:
Hayır o ehlinin yanındadır.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1080- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
عَلَّمَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَلْفَ بَابٍ
فَفُتِحَ
لَهُ مِنْ
كُلِّ بَابٍ
أَلْفُ بَابٍ.
1080- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselama bin
kapı öğretti ve bin kapıdan ona bin kapı açıldı.
1081- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِعَائِشَةَ
وَحَفْصَةَ
فِي مَرَضِهِ
الَّذِي
تُوُفِّيَ
فِيهِ:
ادْعِيَا لِي
خَلِيلِي
فَأَرْسَلَتَا
إِلَى
أَبَوَيْهِمَا
مَرَّتَيْنِ
فَلَمَّا رَآهُمَا
أَعْرَضَ
بِوَجْهِهِ
عَنْهُمَا ثُمَّ
قَالَ:
ادْعِيَا لِي
خَلِيلِي
فَأَرْسَلَتَا
إِلَى
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
فَلَمَّا
جَاءَ
أَكَبَّ
عَلَيْهِ فَلَمْ
يَزَلْ
يُحَدِّثُهُ
قَالَ:
فَلَمَّا خَرَجَ
مِنْ عِنْدِهِ
لَقِيَاهُ
فَقَالا لَهُ:
مَا حَدَّثَكَ؟
قَالَ:
حَدَّثَنِي
بَاباً
يَفْتَحُ
أَلْفَ بَابٍ
كُلُّ بَابٍ
يَفْتَحُ
أَلْفَ بَابٍ.
1081-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi vefat ettiği hastalığında
Ayşeye ve Hafsaya dedi ki: Bana halilimi çağırın.
İkisi de iki defa babalarına haber gönderdi, o ikisini
gördüğünde yüzünü o ikisinden çevirdi. Sonra dedi ki: Bana halilimi
çağırın. Bunun üzerine Ali aleyhisselama haber gönderdiler.
Geldiğinde üzerine atıldı ve uzunca ona anlattı.
Yanından çıktığında o ikisiyle
karşılaştı ve dediler ki: Sana ne anlattı? Dedi ki:
Bana bir kapı anlattı bin kapı açar her kapı da bin
kapı açar.
1086- عَنْ
عُمَرَ بْنِ
يَزِيدَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
بَلَغَنَا
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عَلَّمَ
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَلْفَ بَابٍ
كُلُّ بَابٍ
فَتَحَ
أَلْفَ بَابٍ
قَالَ:
فَقَالَ لِي:
بَلْ
عَلَّمَهُ
بَاباً
وَاحِداً
فَتَحَ ذَلِكَ
الْبَابُ
أَلْفَ بَابٍ
فَتَحَ كُلُّ بَابٍ
أَلْفَ بَابٍ.
1086- Ömer ibni Yezid şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Bize bir hadis ulaştı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselama bin kapı
öğreti ve her kapı da bin kapı açtı? Dedi ki: Tam aksine
ona bir kapı öğretti o kapı bin kapı açtı ve her
kapı da bin kapı açtı.
1090- عَنِ
الْأَصْبَغِ
بْنِ
نُبَاتَةَ
عَنْ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عَلَّمَنِي
أَلْفَ بَابٍ
مِنَ
الْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ
وَمِمَّا
كَانَ وَمَا
هُوَ كَائِنٌ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
كُلُّ يَوْمٍ
يَفْتَحُ أَلْفَ
بَابٍ
فَذَلِكَ
أَلْفُ
أَلْفِ بَابٍ
حَتَّى
عَلِمْتُ
الْمَنَايَا
وَالْوَصَايَا
وَفَصْلَ
الْخِطابِ.
1090- Esbağ ibni Nubate Emîr'ül Müminîn Ali
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi bana helalden haramdan olmuş ve kıyamete
kadar olacak şeylerden bin kapı öğretti. Her kapı bin
kapı açar ve o bir milyon kapıdır. Hatta ölümleri, vasiyetleri
ve faslul hitabı öğrendim.
1091- عَنْ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
فِي صَدْرِي
هَذَا
لَعِلْماً
جَمّاً عَلَّمَنِيهِ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ لَوْ
أَجِدُ لَهُ
حَفَظَةً
يَرْعَوْنَهُ
حَقَّ
رِعَايَتِهِ
وَيَرْوُونَهُ
عَنِّي كَمَا يَسْمَعُونَهُ
مِنِّي إِذاً
أَوْدَعْتُهُمْ
بَعْضَهُ
فَعَلَّمَ
بِهِ
كَثِيراً مِنَ
الْعِلْمِ
إِنَّ
الْعِلْمَ
مِفْتَاحُ كُلِّ
بَابٍ
وَكُلُّ
بَابٍ
يَفْتَحُ
أَلْفَ بَابٍ.
1091- Ali aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki bu
göğsümde çok ilim var. Onu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
öğretti. Onu koruyacak, hakkını gözetecek ve işittiği
gibi benden rivayet edecek bulsaydım bazılarını emanet
ederdim ki onunla çokça ilim öğrenmiş olurdu. Gerçekten de ilim her
kapının anahtarıdır ve her kapı da bin kapı açar.
1094- عَنِ
الْأَصْبَغِ
بْنِ
نُبَاتَةَ
قَالَ:
أَمَرَنَا
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِالْمَسِيرِ
إِلَى الْمَدَائِنِ
مِنَ
الْكُوفَةِ
فَسِرْنَا
يَوْمَ
الْأَحَدِ
وَتَخَلَّفَ
عَمْرُو بْنُ
حُرَيْثٍ فِي
سَبْعَةِ
نَفَرٍ
فَخَرَجُوا
إِلَى
مَكَانٍ
بِالْحِيرَةِ
تُسَمَّى
الْخَوَرْنَقَ
فَقَالُوا: نَتَنَزَّهُ
فَإِذَا
كَانَ يَوْمُ
الْأَرْبِعَاءِ
لَحِقْنَا
عَلِيّاً
قَبْلَ أَنْ يُجَمِّعَ
فَبَيْنَا
هُمْ
يَتَغَذَّوْنَ
إِذْ خَرَجَ
عَلَيْهِمْ
ضَبٌّ
فَصَادُوهُ فَأَخَذَهُ
عَمْرُو بْنُ
حُرَيْثٍ
فَبَسَطَ
كَفّهُ
فَقَالَ: بَايِعُوهُ
هَذَا
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ!!
فَبَايَعَهُ
السَّبْعَةُ
وَعَمْرٌو
ثَامِنُهُمْ
وَارْتَحَلُوا
لَيْلَةَ
الْأَرْبِعَاءِ
فَقَدِمُوا
الْمَدَائِنَ
يَوْمَ الْجُمُعَةِ
وَأَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَى
الْمِنْبَرِ
يَخْطُبُ
وَلَمْ
يُفَارِقْ
بَعْضُهُمْ
بَعْضاً وَكَانُوا
جَمِيعاً
حَتَّى
نَزَلُوا
عَلَى بَابِ
الْمَسْجِدِ
فَلَمَّا
دَخَلُوا نَظَرَ
إِلَيْهِمْ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
فَقَالَ: يَا
أَيُّهَا
النَّاسُ
إِنَّ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
أَسَرَّ
إِلَيَّ
أَلْفَ
حَدِيثٍ فِي
كُلِّ
حَدِيثٍ
أَلْفُ بَابٍ
لِكُلِّ
بَابٍ
مِفْتَاحٌ
وَإِنِّي سَمِعْتُ
اللَّهَ
يَقُولُ: (يَوْمَ
نَدْعُوا
كُلَّ أُناسٍ
بِإِمامِهِمْ)
وَإِنِّي
أُقْسِمُ
لَكُمْ
بِاللَّهِ
لَتُبْعَثَنَّ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
ثَمَانِيَةُ
نَفَرٍ
إِمَامُهُمُ
الضَّبُّ
وَلَوْ شِئْتُ
أَنْ
أُسَمِّيَهُمْ
فَعَلْتُ
قَالَ: فَلَوْ
رَأَيْتَ
عَمْرَو بْنَ حُرَيْثٍ
يَنْتَقِضُ
كَمَا
يَنْتَقِضُ
السَّعَفَةُ
حَيَاءً
وَلَوْماً.
1094- Esbağ ibni Nubate şöyle rivayet etti:
Emîr'ül Müminîn aleyhisselam bize Kufeden Medaine ilerlememizi emretti.
Pazarın günü ulaştık. Amr ibni Haris yedi kişiyle
ayrıldı ve Hiyredeki Hevernegu denen bir yere çıktılar.
Dediler ki: Geziniyoruz. Çarşambanın günü olduğunda toplanmadan
önce Ali aleyhisselama katıldık. Onlar yemek yerken onlara doğru
bir tane çöl kertenkelesi çıktı onu avladılar, Amr ibni Haris
onu aldı ve elini uzatıp dedi ki: Bu Emîr'ül Müminîndir biat edin.
Yedi kişi biat etti. Sekizincileri de Amr oldu. Çarşambanın
günü hareket ettiler Cumanın günü Medaine ulaştılar ve Emîr'ül
Müminîn aleyhisselam minberde hutbe veriyordu. Mescidin kapısına
ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmadılar. İçeri
girdiklerinde Emîr'ül Müminîn aleyhisselam onlara baktı ve dedi ki: Ey
insanlar! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi bana bin hadis sır verdi
ve her hadisin bin kapısı vardır ve her kapının da
anahtarı vardır. Allahtan işittim diyor ki: (Her
insanı kendi imamıyla çağırdığımız gün.
İsra 71) Size Allaha yemin ederim
ki kıyametin günü sekiz kişi imamları çöl kertenkelesi olarak
gönderilecek istersem onların isimlerini size sayardım. Esbağ
dedi ki: Amr ibni Harisi göreydin hurma dalının
kırılması gibi utanma ve kınanmayla kırıldı.
(Bu
babda konuyla alakalı on yedi tane rivayet vardı.)
1097- عَنْ
أَبَانِ بْنِ
تَغْلِبَ
قَالَ:
حَدَّثَنِي
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
كَانَ فِي
ذُؤَابَةِ
سَيْفِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
صَحِيفَةٌ
صَغِيرَةٌ
وَإِنَّ عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
دَعَا ابْنَهُ
الْحَسَنَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَدَفَعَهَا
إِلَيْهِ
وَدَفَعَ
إِلَيْهِ
سِكِّيناً
وَقَالَ لَهُ:
افْتَحْهَا
فَلَمْ
يَسْتَطِعْ
أَنْ يَفْتَحَهَا
فَفَتَحَهَا
لَهُ ثُمَّ
قَالَ لَهُ:
اقْرَأْ
فَقَرَأَ
الْحَسَنُ
الْأَلْفَ
وَالْبَاءَ
وَالسِّينَ
وَاللَّامَ
وَحَرْفاً بَعْدَ
حَرْفٍ ثُمَّ
طَوَاهَا
فَدَفَعَهَا
إِلَى
ابْنِهِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَلَمْ يَقْدِرْ
عَلَى أَنْ
يَفْتَحَهَا
فَفَتَحَهَا
لَهُ ثُمَّ
قَالَ لَهُ:
اقْرَأْ يَا
بُنَيَّ
فَقَرَأَهَا
كَمَا قَرَأَ
الْحَسَنُ
ثُمَّ
طَوَاهَا
فَدَفَعَهَا
إِلَى
ابْنِهِ ابْنِ
الْحَنَفِيَّةِ
فَلَمْ
يَقْدِرْ
عَلَى أَنْ
يَفْتَحَهَا
فَفَتَحَهَا
لَهُ فَقَالَ
لَهُ: اقْرَأْ
فَلَمْ
يَسْتَخْرِجْ
مِنْهَا
شَيْئاً فَأَخَذَهَا
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ وَطَوَاهَا
ثُمَّ
عَلَّقَهَا
مِنْ ذُؤَابَةِ
السَّيْفِ.
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَيُّ شَيْءٍ
كَانَ فِي
تِلْكَ
الصَّحِيفَةِ؟
قَالَ: هِيَ
الْأَحْرُفُ
الَّتِي
يَفْتَحُ
كُلُّ حَرْفٍ
أَلْفَ حَرْفٍ
قَالَ أَبُو
بَصِيرٍ:
قَالَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
فَمَا خَرَجَ
مِنْهَا
إِلَّا
حَرْفَانِ
إِلَى السَّاعَةِ.
1097-
Eban ibni Tağleb Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Ali aleyhisselamın
kılıcının bağında küçük bir sahife vardı.
Ali aleyhisselam oğlu Hasan aleyhisselamı çağırdı ve o
kâğıdı verdi ve bir de bıçak verdi ve ona dedi ki:
Kâğıdı aç. O kâğıdı açamadı. Onun yerine
açtı ve oku dedi. Hasan okudu: Elif, ba, sin, lam ve harften sonra bir
harf. Sonra onu dürdü ve oğlu Huseyn aleyhisselama verdi, o da
açamadı. Onun yerine kâğıdı açtı sonra ona ey
oğulcuğum oku dedi. O da Hasan gibi okudu, sonra onu dürdü ve oğlu
ibni Hanefiyyeye verdi. O da açamadı. Onun yerine açtı ve oku dedi
ama o ondan bir şey çıkaramadı. Sonra Ali aleyhisselam onu
aldı, dürdü ve kılıcının bağına astı.
Ebu Abdullah aleyhisselama dedim ki: O sahifede ne
vardı? Dedi ki: Onlar harflerdir ki o her harf bin harf açar. Ebu Basir
dedi ki: Ebu Abdullah aleyhisselam şöyle dedi: O harflerden şu saate
kadar iki harften başka açığa çıkmadı.
1101- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عَلَّمَ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ السَّلَامُ
أَلْفَ
حَرْفٍ كُلُّ
حَرْفٍ
يَفْتَحُ
أَلْفَ
حَرْفٍ
وَالْأَلْفُ
الْحَرْفُ
يَفْتَحُ
كُلُّ حَرْفٍ
مِنْهَا
أَلْفَ
حَرْفٍ.
1101- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselama bin
harf öğretti ve her harf bin harf açar ve bin harfin her birinden de bin
harf açılır.
(Bu
babda konuyla alakalı altı tane rivayet vardı.)
1103- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ:
عَلَّمَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَلِمَةً
يَفْتَحُ
أَلْفَ كَلِمَةٍ
أَلْفُ
كَلِمَةٍ
يَفْتَحُ
كُلُّ كَلِمَةٍ
أَلْفَيْ
كَلِمَةٍ.
1103- Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselam şöyle
dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselama bir kelime
öğretti. O kelime bin kelime açar ve o her kelime de iki bin kelime açar.
1105- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ:
عَلَّمَ
رَسُولُ
اللَّهِ
عَلِيّاً
عَلَيْهِمَا
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
أَلْفَ كَلِمَةٍ
كُلُّ
كَلِمَةٍ
تَفْتَحُ
أَلْفَ كَلِمَةٍ
وَالْأَلْفُ
كَلِمَةٍ
يَفْتَحُ كُلُّ
كَلِمَةٍ
أَلْفَ
كَلِمَةٍ.
1105-
Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah Aliye
aleyhimasselatu vesselam bin kelime öğretti ve her kelime bin kelime açar
ve bin kelimenin her biri bin kelime açar.
1107- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ
جَاءَ رَجُلٌ
إِلَى
عَلِيٍّ
صَلَوَاتُ
اللهِ
عَلَيْهِ
وَهُوَ عَلَى
مِنْبَرِهِ
فَقَالَ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
ائْذَنْ لِي
أَتَكَلَّمْ
بِمَا
سَمِعْتُ عَنْ
عَمَّارِ
بْنِ يَاسِرٍ
يَرْوِيهِ
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ:
اتَّقُوا
اللَّهَ
وَلَا
تَكْذِبُوا
عَلَى
عَمَّارٍ
فَلَمَّا
قَالَ الرَّجُلُ
ذَلِكَ
ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ
قَالَ لَهُ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
تَكَلَّمْ
قَالَ:
سَمِعْتُ عَمَّاراً
يَقُولُ:
سَمِعْتُ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَقُولُ: أَنَا
أُقَاتِلُ
عَلَى
التَّنْزِيلِ
وَعَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يُقَاتِلُ
عَلَى
التَّأْوِيلِ
قَالَ: صَدَقَ
وَرَبِّ الْكَعْبَةِ
إِنَّ هَذِهِ
عِنْدِي
لَفِي
الْأَلْفِ
الْكَلِمَةِ
تَتْبَعُ
كُلُّ
كَلِمَةٍ
أَلْفَ كَلِمَةٍ
آخَرٍ.
1107- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Ali aleyhisselam minberindeyken bir adam geldi ve dedi ki: Ya
Emîr'ül Müminîn! Bana izin ver Ammar ibni Yasirden duyduğum Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihiden rivayet ettiği şeyi söyleyeyim. Dedi
ki: Allaha takvalı ol, Ammar hakkında yalan konuşma. Adam üç
defa tekrarlayınca Ali aleyhisselam ona konuş dedi: dedi ki:
Ammardan işittim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Ben
tenzil üzerine savaşıyorum ve Ali aleyhisselam tevil üzerine
savaşacak. Dedi ki: Kabenin Rabbine and olsun, doğru konuştu.
Bu yanımdaki bin kelimede vardı ve o kelimenin her biri de başka
bin kelimeyi izler.
1113- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
سَيَأْتِي
مِنْ
مَسْجِدِكُمْ
هَذَا يَعْنِي
مَكَّةَ
ثَلَاثُمِائَةٍ
وَثَلَاثَةَ
عَشَرَ
رَجُلًا
يَعْلَمُ
أَهْلُ
مَكَّةَ أَنَّهُ
لَمْ
يَلِدْهُمْ
آبَاؤُهُمْ
وَلَا
أَجْدَادُهُمْ
عَلَيْهِمُ
السُّيُوفُ مَكْتُوبٌ
عَلَى كُلِّ
سَيْفٍ
كَلِمَةً
يَفْتَحُ
أَلْفَ كَلِمَةٍ
تَبْعَثُ
الرِّيحُ
فَتُنَادِي
بِكُلِّ
وَادٍ هَذَا
الْمَهْدِيُّ
هَذَا
الْمَهْدِيُّ
يَقْضِي
بِقَضَاءِ
آلِ دَاوُدَ
وَلَا
يَسْأَلُ
عَلَيْهِ
بَيِّنَةً.
1113- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Sizin bu mescidinizden Mekkeyi kastediyor- üç yüz on üç adam
gelecek. Mekkenin ehli bilecek ki onları babaları veya dedeleri
doğurtmamıştır. Onların üzerlerinde kılıçlar
vardır ve her kılıcın üzerinde kelime
yazılıdır ve o da bin kelime açar. Rüzgâr eser ve her vadide
şöyle nida eder: Bu Mehdidir, bu Mehdidir Â-li Davudun hükmüyle
hükmeder ve bir delil istemez.
1114- عَنْ
سَعْدٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَال:َ
نَحْنُ
عِنْدَهُ
ثَمَانِيَةُ
رِجَالٍ فَذَكَرْنَا
رَمَضَانَ
فَقَالَ: لَا
تَقُولُوا هَذَا
رَمَضَانُ
وَلَا ذَهَبَ
رَمَضَانُ وَلَا
جَاءَ
رَمَضَانُ
فَإِنَّ
رَمَضَانَ اسْمٌ
مِنْ
أَسْمَاءِ
اللَّهِ لَا
يَجِيءُ
وَلَا
يَذْهَبُ
وَإِنَّمَا
يَجِيءُ
وَيَذْهَبُ
الزَّائِلُ
وَلَكِنْ
قُولُوا شَهْرُ
رَمَضانَ فَالشَّهْرُ
الْمُضَافُ
إِلَى
الِاسْمِ وَالِاسْمُ
اسْمُ
اللَّهِ
وَهُوَ
الشَّهْرُ الَّذِي
أُنْزِلَ
فِيهِ
الْقُرْآنُ جَعَلَهُ
اللَّهُ
مَثَلاً
وَعِيداً
أَلَا وَمَنْ
خَرَجَ فِي
شَهْرِ
رَمَضَانَ
مِنْ بَيْتِهِ
فِي سَبِيلِ
اللَّهِ
وَنَحْنُ سَبِيلُ
اللَّهِ
الَّذِي
دَخَلَ
عَلَيْهِ فَلَمَّا
طَافَ
بِالْحِصْنِ
وَالْحِصْنُ
هُوَ
الْإِمَامُ
فَكَبَّرَ عِنْدَ
رُؤْيَتِهِ
كَانَتْ لَهُ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
صَخْرَةٌ
أَثْقَلُ فِي
مِيزَانِهِ
مِنَ
السَّمَاوَاتِ
السَّبْعِ
وَالْأَرَضِينَ
السَّبْعِ
وَمَا
فِيهِنَّ
وَمَا بَيْنَهُنَّ
وَمَا
تَحْتَهُنَّ.
قُلْتُ:
يَا بَا
جَعْفَرٍ
وَمَا
الْمِيزَانُ؟
فَقَالَ:
إِنَّكَ قَدِ
ازْدَدْتَ
قُوَّةً
وَنَظَراً
يَا سَعْدُ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ الصَّخْرَةُ
وَنَحْنُ
الْمِيزَانُ
وَذَلِكَ
قَوْلُ
اللَّهِ فِي
الْإِمَامِ: (لِيَقُومَ
النَّاسُ
بِالْقِسْطِ) قَالَ:
وَمَنْ
كَبَّرَ
بَيْنَ
يَدَيِ
الْإِمَامِ
وَقَالَ: (لَا
إِلَهَ إِلَّا
اللَّهُ
وَحْدَهُ لَا
شَرِيكَ لَهُ)
كَتَبَ
اللَّهُ لَهُ
رِضْوَانَهُ
الْأَكْبَرَ
وَمَنْ
يَكْتُبُ
اللَّهُ لَهُ
رِضْوَانَهُ
الْأَكْبَرَ
يَجْمَعُ
بَيْنَهُ
وَبَيْنَ
إِبْرَاهِيمَ
وَمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَالْمُرْسَلِينَ
فِي دَارِ
الْجَلَالِ.
فَقُلْتُ
لَهُ: وَمَا
دَارُ
الْجَلَالِ؟
قَالَ: نَحْنُ
الدَّارُ
وَذَلِكَ
قَوْلُ اللَّهِ: (تِلْكَ
الدَّارُ
الْآخِرَةُ
نَجْعَلُها لِلَّذِينَ
لا
يُرِيدُونَ
عُلُوًّا فِي
الْأَرْضِ
وَلا فَساداً
وَالْعاقِبَةُ
لِلْمُتَّقِينَ) فَنَحْنُ
الْعَاقِبَةُ
يَا سَعْدُ
وَأَمَّا
مَوَدَّتُنَا
لِلْمُتَّقِينَ
فَيَقُولُ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (تَبارَكَ
اسْمُ
رَبِّكَ ذِي
الْجَلالِ
وَالْإِكْرامِ) فَنَحْنُ
جَلَالُ
اللَّهِ
وَكَرَامَتُهُ
الَّتِي
أَكْرَمَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
الْعِبَادَ
بِطَاعَتِنَا.
1114- Saad şöyle rivayet eti: Biz sekiz kişi Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın yanındaydık.
Ramazanı zikrettik. Dedi ki: Bu Ramazandır demeyin Ramazan gitti
Ramazan geldi de demeyin. Ramazan Allahın isimlerinden bir isimdir gitmez
ve gelmez. Sadece zail olan gider ve gelir. Velakin Ramazanın ayı
deyin. Ay isme izafedir ve isim Allahın ismidir ve o Kuranın
kendisinde indirildiği aydır ve o ayı misal ve bayram karar
kıldı. Kim Ramazanın ayında Allah yolunda evinden
çıkarsa girdiği o Allahın yolu biziz. Kaleyi tavaf
ettiğinde ve o kale İmamdır ve onu gördüğü zaman tekbir
getirir o onun için bir kayadır. Kıyametin günü mizanında yedi
sema ve yedi arzdan onlarda olanlardan onların arasında olanlardan ve
onların altında olanlardan daha ağırdır.
Dedim ki: Ya Ebu Cafer! Mizan
nedir? Dedi ki: Ya Saad! Kuvvetini ve nazarını
arttırmışsın. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
kayadır ve bizde mizanız. Allahın İmam hakkındaki
sözü: (İnsanlar adaleti ayakta
tutsunlar diye. Hadid 25)
Dedi ki: Kim İmamın önünde
tekbir getirir ve şöyle derse: Eşhedu en la ilahe illallah vahdehu
la şerikeleh Allah ona en büyük Rızvanını yazar ve Allah
kime en büyük Rızvanını yazarsa Celalin yurdunda onunla
İbrahimi Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiyi ve murselleri
buluşturur.
Dedim ki: Celalin yurdu nedir? Dedi ki:
Yurt biziz Allahın onun hakkındaki sözü: (İşte ahiret yurdu; biz onu, arzda
büyüklenmek ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere karar kılarız.
Akıbet muttakilerindir. Kasas 83) Ve biz akıbetiz ya Saad! İşte
muttakilere olan sevgimiz. Allah Tebareke ve Teala diyor ki: (Celal ve ikram sahibi Rabbinin ismi yücedir.
Rahman 78)
Allah Tebareke ve Tealanın kullarına bizim itaatimizle ikramda
bulunduğu Allahın celali ve kerameti biziz.
(Bu babda konuyla alakalı on iki tane rivayet
vardı.)
1115- عَنْ
أُمِّ
سَلَمَةَ
زَوْجَةِ
النَّبِيِّ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَتْ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ فِي
مَرَضِهِ
الَّذِي
تُوُفِّيَ
فِيهِ: ادْعُوا
لِي خَلِيلِي
فَأَرْسَلَتْ
عَائِشَةُ
إِلَى
أَبِيهَا
فَلَمَّا
جَاءَ غَطَّى
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَجْهَهُ
وَقَالَ:
ادْعُوا لِي
خَلِيلِي
فَرَجَعَ
مُتَحَيِّراً
وَأَرْسَلَتْ
حَفْصَةُ
إِلَى أَبِيهَا
فَلَمَّا
جَاءَ غَطَّى
وَجْهَهُ وَقَالَ:
ادْعُوا لِي
خَلِيلِي
فَرَجَعَ
عُمَرُ
مُتَحَيِّراً
وَأَرْسَلَتْ
فَاطِمَةُ عَلَيْهَا
السَّلَامُ
إِلَى
عَلِيٍّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
جَاءَ قَامَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَدَخَلَ
ثُمَّ
جَلَّلَ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِثَوْبِهِ
قَالَتْ:
قَالَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
حَدَّثَنِي
بِأَلْفِ
حَدِيثٍ يَفْتَحُ
كُلُّ
حَدِيثٍ
أَلْفَ
حَدِيثٍ حَتَّى
عَرِقْتُ
وَعَرِقَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَسَالَ عَلَيَّ
عَرَقُهُ وَسَالَ
عَلَيْهِ
عَرَقِي.
1115- Nebi sallallahu aleyhi ve alihinin zevcesi Ummu
Seleme şöyle rivayet etti: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi vefat
ettiği hastalığında dedi ki: Bana halilimi
çağırın. Bunun üzerine Aişe babasına haber gönderdi. O
geldiğinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi yüzünü örttü ve dedi ki:
Bana halilimi çağırın. Bunun üzerine şaşkın bir
şekilde geri döndü. Hafsa babasına haber gönderdi. O geldiğinde
yüzünü örttü ve dedi ki: Bana halilimi çağırın. Bunun üzerine
Ömer de şaşkın bir şekilde geri döndü. Fatime aleyhasselam
Ali aleyhisselama haber gönderdi. O geldiğinde Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi ayağa kalktı o da içeri girdi sonra elbisesiyle Ali
aleyhisselamın üzerini örttü. Ali aleyhisselam dedi ki: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi ve ben terleyene kadar bana bin hadis anlattı
ve her hadis bin kapı açar. Onun teri benim üzerime aktı ve benim
terim de onun üzerine aktı.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1120- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
الْعَالِمُ
إِذَا شَاءَ
أَنْ يَعْلَمَ
عَلِمَ.
1120- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dedi: Alim bir şeyi bilmek istediğinde onu bilir.
1123- عَنْ
عَمَّارٍ
السَّابَاطِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنِ
الْإِمَامِ
أَ يَعْلَمُ
الْغَيْبَ؟
قَالَ: لَا
وَلَكِنْ
إِذَا أَرَادَ
أَنْ
يَعْلَمَ
الشَّيْءَ
أَعْلَمَهُ
اللَّهُ
ذَلِكَ.
1123-
Ammar Sabati şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: İmam gaybı bilir mi? Dedi ki: Hayır
velakin bir şeyi bilmek istediğinde Allah ona onu öğretir.
1124- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِذَا
أَرَادَ
الْإِمَامُ
أَنْ
يَعْلَمَ شَيْئاً
عَلَّمَهُ
اللَّهُ
ذَلِكَ.
1124- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: İmam bir şeyi bilmek istediğinde Allah onu ona
öğretir.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1126- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
الَّذِي يُسْأَلُ
الْإِمَامُ
عَنْهُ
وَلَيْسَ عِنْدَهُ
فِيهِ شَيْءٌ
مِنْ أَيْنَ
يَعْلَمُهُ؟
قَالَ:
يُنْكَتُ فِي
الْقَلْبِ
نَكْتاً أَوْ
يُنْقَرُ فِي الْأُذُنِ
نَقْراً.
1126- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: İmama sorulur ve soru
hakkında yanında bir şey olmaz, sonra onu nereden bilir? Dedi
ki: Bir atışla kalbine atılır veya bir seslenişle
kulağına seslenilir.
1127- عَنْ
عِيسَى بْنِ
حَمْزَةَ
الثَّقَفِيِّ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّا
نَسْأَلُكَ
أَحْيَاناً
فَتُسْرِعُ
فِي الْجَوَابِ
وَأَحْيَاناً
تَطْرُقُ
ثُمَّ تُجِيبُنَا
قَالَ: نَعَمْ
إِنَّهُ
يُنْقَرُ
وَيُنْكَتُ
فِي
آذَانِنَا
وَقُلُوبِنَا
فَإِذَا
نُكِتَ أَوْ
نُقِرَ
نَطَقْنَا
وَإِذَا
أُمْسِكَ عَنَّا
أَمْسَكْنَا.
1127-
İsa ibni Hamza Sakafi şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Biz sana soru soruyoruz bazen cevap
vermede çok seri oluyorsun bazen de başını aşağı
eğip susuyorsun sonra cevap veriyorsun. Dedi ki: Evet o
kulaklarımıza seslenilir ve kalplerimize atılır.
Seslenildiğinde ve atıldığında konuşuruz ve bize
cevap verilmediğinde biz de vermeyiz.
1129- عَنِ
الْحَسَنِ
بْنِ يَحْيَى
الْمَدَائِنِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
أَخْبِرْنِي
عَنِ
الْإِمَامِ
إِذَا سُئِلَ
كَيْفَ
يُجِيبُ؟
فَقَالَ:
إِلْهَامٌ
وَسَمَاعٌ
وَرُبَّمَا
كَانَا
جَمِيعاً.
1129- Hasan ibni Yahya şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Bana imamdan haber ver,
bir şey sorulduğunda nasıl cevap verir? Dedi ki: İlhamla ve
işitmeyle bazen de ikisi beraber olur.
1134- عَنِ
الْحَرْثِ
بْنِ
الْمُغِيرَةِ
النَّضْرِيِّ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
مَا عِلْمُ
عَالِمِكُمْ
جُمْلَةٌ
يُقْذَفُ فِي
قَلْبِهِ
وَيُنْكَتُ فِي
أُذُنِهِ؟
قَالَ:
فَقَالَ:
وَحْيٌ كَوَحْيِ
أُمِّ مُوسَى.
1134-
Haris ibni Muğiyre Nedri şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Sizin aliminizin ilmi kalbe atılan
veya kulağına söylenen bir cümle midir? Dedi ki: Musanın
annesine vahyedilen gibi bir vahiydir.
(Bu
babda konuyla alakalı on üç tane rivayet vardı.)
1138- عَلِيٍّ
السَّائِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
الصَّادِقَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ
مَبْلَغِ
عِلْمِهِمْ
فَقَالَ: مَبْلَغُ
عِلْمِنَا
ثَلَاثَةُ
وُجُوهٍ مَاضٍ
وَغَابِرٌ
وَحَادِثٌ
فَأَمَّا
الْمَاضِي
فَمُفَسَّرٌ
وَأَمَّا
الْغَابِرُ
فَمَزْبُورٌ
وَأَمَّا
الْحَادِثُ
فَقَذْفٌ فِي
الْقُلُوبِ
وَنَقْرٌ فِي
الْأَسْمَاعِ
وَهُوَ
أَفْضَلُ
عِلْمِنَا
وَلَا
نَبِيَّ بَعْدَ
نَبِيِّنَا.
1138-
Ali Sai şöyle rivayet etti: Sadık aleyhisselama ilimlerinin
ulaştığı miktarı sordum dedi ki: İlmimizin üç
yönü vardır geçmiş yönü, gelecek yönü ve vuku bulan yönü. Geçmiş
olan tefsir edilmiştir, gelecek olan yazılmıştır ve
vuku bulan kalbe atılış ve kulağa sesleniştir ve o
bizim ilmimizin en üstünüdür ve nebimizden sonra bir nebi yoktur.
1140- عَنْ زُرَارَةٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ:
كَيْفَ
يَعْلَمُ
أَنَّهُ
كَانَ مِنَ
الْمَلَكِ
وَلَا
يَخَافُ أَنْ
يَكُونَ مِنَ
الشَّيْطَانِ
إِذَا كَانَ
لَا يَرَى
الشَّخْصَ؟ قَالَ:
إِنَّهُ
يُلْقَى
عَلَيْهِ
السَّكِينَةُ
فَيَعْلَمُ
أَنَّهُ مِنَ
الْمَلَكِ
وَلَوْ كَانَ
مِنَ
الشَّيْطَانِ
اعْتَرَاهُ
فَزَعٌ
وَإِنْ كَانَ
الشَّيْطَانُ
يَا
زُرَارَةُ
لَا
يَتَعَرَّضُ
لِصَاحِبِ
هَذَا
الْأَمْرِ.
1140-
Zurare şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: İmam kendisine gelen şeyin melekten
olduğunu nasıl bilir, bir şahıs görmediği halde
Şeytandan olduğu konusunda korkulmaz mı? Dedi ki: Onun üzerine
bir sukunet bürünür ve onun melekten olduğunu bilir. Eğer
Şeytandan olsa korku onu arındırır, eğer Şeytan
olsa ya Zurare! Şeytan bu işin sahibine taarruz edemez.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1142- عن أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
الْأَئِمَّةُ
عُلَمَاءُ
صَادِقُونَ
مُفَهَّمُونَ
مُحَدَّثُونَ.
1142-
Ebul Hasan aleyhisselam şöyle dedi: İmamlar alimlerdir,
sadıklardır, mufehhemlerdir ()
ve muhaddeslerdir.
1144- عَنِ
الْحَكَمِ
بْنِ
عُيَيْنَةَ
قَالَ
دَخَلْتُ
عَلَى
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَوْماً
فَقَالَ لِي: يَا
حَكَمُ هَلْ
تَدْرِي مَا
الْآيَةُ
الَّتِي
كَانَ
عَلِيُّ بْنُ
أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَعْرِفُ
بِهَا
صَاحِبَ قَتْلِهِ
وَيَعْلَمُ
بِهَا
الْأُمُورَ
الْعِظَامَ
الَّتِي
كَانَ
يُحَدِّثُ
بِهَا
النَّاسَ؟
قَالَ
الْحَكَمُ:
فَقُلْتُ فِي
نَفْسِي قَدْ
وَقَعْتُ
عَلَى عِلْمٍ
مِنْ عِلْمِ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
أَعْلَمُ
بِذَلِكَ تِلْكَ
الْأُمُورَ
الْعِظَامَ
قَالَ: فَقُلْتُ:
لَا
وَاللَّهِ
لَا أَعْلَمُ
الْآيَةَ أَخْبِرْنِي
بِهَا يَا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ
قَالَ: هُوَ
وَاللَّهِ
قَوْلُ
اللَّهِ: (وَ
مَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ رَسُولٍ
وَلَا
نَبِيٍّ
وَلَا
مُحَدَّثٍ)
فَقُلْتُ:
وَكَانَ
عَلِيُّ بْنُ
أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مُحَدَّثاً؟
قَالَ: نَعَمْ
وَكُلُّ
إِمَامٍ
مِنَّا
أَهْلَ الْبَيْتِ
فَهُوَ
مُحَدَّثٌ.
1144-
Hakem ibni Uyeyne şöyle rivayet etti: Bir gün Ali ibni Huseyn (Zeynul
Âbidin) aleyhisselamın huzuruna vardım bana dedi ki: Ya Hakem!
Biliyor musun Ali ibni Ebu Talibin katilini ve azim işleri kendisiyle
bildiği ve insanlara kendisiyle bahsettiği ayet neydi?
Hakem: Kendi kendime dedim ki: Ali ibni Huseynin ilmimden
bir kısmına konacağım bazı büyük işleri
bileceğim. Dedim ki: Hayır vallahi onu bilmiyorum Ey
Rasûlullahın oğlu! O ayeti bana haber ver. Dedi ki: (Senden
önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi ve muhaddes yoktur ki. Hac 52) Dedim ki: Ali ibni Ebu Talib aleyhisselam muhaddes miydi?
Dedi ki: Evet, biz Ehli Beytten olan her imam muhaddestir.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz tane rivayet
vardı.)
1151- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أَبِي
يَعْفُورٍ قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
إِنَّا
نَقُولُ
إِنَّ
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لَيُنْكَتُ
فِي قَلْبِهِ
أَوْ
يُنْقَرُ فِي
صَدْرِهِ وَأُذُنِهِ
قَالَ:
إِنَّ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَانَ
مُحَدَّثاً
قَالَ:
فَلَمَّا
أَكْثَرْتُ عَلَيْهِ
قَالَ: إِنَّ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ السَّلَامُ
كَانَ يَوْمَ
بَنِي
قُرَيْظَةَ وَبَنِي
النَّضِيرِ
كَانَ
جَبْرَئِيلُ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ
يَمِينِهِ
وَمِيكَائِيلُ
عَنْ
يَسَارِهِ
يُحَدِّثَانِهِ.
1151- Abdullah ibni Ebi Yafur şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Biz diyoruz ki Ali
aleyhisselamın kalbine atılıyor, göğsüne ve
kulağına ağırlık geliyor? Dedi ki: Ali aleyhisselam
muhaddesti. Meseleyi daha fazla konuştuğunda dedi ki: Ali
aleyhisselam Gureyzeoğulları ve Neziroğulları günü Cebrail
aleyhisselam sağındaydı ve Mikail de solunda onunla
konuşuyorlardı.
1153- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: كَانَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مُحَدَّثاً
وَكَانَ
سُلَيْمَانُ
مُحَدَّثاً
قَالَ:
قُلْتُ: فَمَا
آيَةُ
الْمُحَدَّثِ؟
قَالَ:
يَأْتِيهِ
مَلَكٌ
فَيَنْكُتُ
فِي قَلْبِهِ
كَيْتَ
وَكَيْتَ.
1153-
Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediği rivayet etti: Ali aleyhisselam muhaddesti ve Süleyman da
muhaddesti. Dedim ki: Muhaddesin alameti nedi? Dedi ki: Ona bir melek gelir ve
şöyle şöyle kalbine atar.
1154- عَنْ
زُرَارَةَ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
كُنْتُ
بِالْمَدِينَةِ
فَلَمَّا
شَدُّوا عَلَى
دَوَابِّهِمْ
وَقَعَ فِي
نَفْسِي شَيْءٌ
مِنْ أَمْرِ
الْمُحَدَّثِ
فَأَتَيْتُ أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَاسْتَأْذَنْتُ
فَقَالَ: مَنْ
هَذَا؟
قُلْتُ: زُرَارَةُ
قَالَ:
ادْخُلْ ثُمَّ
قَالَ: كَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يُمْلِي
عَلَى
عَلِيٍّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَنَامَ
نَوْمَةً وَنَعَسَ
نَعْسَةً
فَلَمَّا
رَجَعَ
نَظَرَ إِلَى
الْكِتَابِ
فَمَدَّ
يَدَهُ قَالَ:
مَنْ أَمْلَى
هَذَا
عَلَيْكَ؟
قَالَ: أَنْتَ
قَالَ: لَا بَلْ
جَبْرَئِيلُ.
1154-
Zurare şöyle rivayet etti: Medinedeydim dostlarım bineklerini
hazırladıklarında içime mehaddesle alakalı bir şey
düştü. Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama gittim ve izin istedim.
Dedi ki: Sen kimsin? Dedim ki: Zurare. Dedi ki: İçeri gir sonra dedi ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselama yazı
yazdırıyordu. Bunun üzerine o da bir uyuma bir uyuklama
yaşadı. Kendine geldiğinde kitaba baktı ve elini kitaba uzattı.
Rasûlullah dedi ki: Bunu kim yazdırdı? Dedi ki: Sen
yazdırdın. Dedi ki: Hayır aksine Cebrail.
1161- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ أَنَا
وَالْمُغِيرَةُ
بْنُ سَعِيدٍ
جَالِسَيْنِ
فِي
الْمَسْجِدِ
فَأَتَانَا
الْحَكَمُ
بْنُ
عُيَيْنَةَ فَقَالَ:
لَقَدْ
سَمِعْتُ
مِنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
حَدِيثاً مَا
سَمِعَهُ
أَحَدٌ قَطُّ
فَسَأَلْنَاهُ
فَأَبَى أَنْ
يُخْبِرَنَا
بِهِ
فَدَخَلْنَا
عَلَيْهِ
فَقُلْنَا
إِنَّ
الْحَكَمَ
بْنَ عُيَيْنَةَ
أَخْبَرَنَا
أَنَّهُ
سَمِعَ
مِنْكَ مَا
لَمْ يَسْمَعْهُ
مِنْكَ
أَحَدٌ قَطُّ
فَأَبَى أَنْ
يُخْبِرَنَا
بِهِ فَقَالَ:
نَعَمْ
وَجَدْنَا عِلْمَ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي آيَةٍ
مِنْ كِتَابِ
اللَّهِ: (وَ
مَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
مِنْ رَسُولٍ
وَلَا نَبِيٍّ
وَلَا
مُحَدَّثٍ)
فَقُلْنَا:
لَيْسَتْ هَكَذَا
هِيَ فَقَالَ:
فِي كِتَابِ
عَلِيٍّ: (وَ
مَا أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
مِنْ رَسُولٍ
وَلَا نَبِيٍّ
وَلَا
مُحَدَّثٍ
إِلَّا إِذَا
تَمَنَّى
أَلْقَى
الشَّيْطَانُ
فِي أُمْنِيَّتِهِ)
فَقُلْتُ:
وَأَيُّ شَيْءٍ
الْمُحَدَّثُ؟
فَقَالَ:
يُنْكَتُ فِي
أُذُنِهِ
فَيَسْمَعُ
طَنِيناً
كَطَنِينِ
الطَّسْتِ
أَوْ
يُقْرَعُ عَلَى
قَلْبِهِ
فَيَسْمَعُ
وَقْعاً
كَوَقْعِ
السِّلْسِلَةِ
عَلَى
الطَّسْتِ
فَقُلْتُ
إِنَّهُ
نَبِيٌّ؟
قَالَ: لَا
مِثْلُ الْخَضِرِ
وَمِثْلُ ذِي
الْقَرْنَيْنِ.
1161- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ben ve
Muğiyre ibni Said mescitte oturuyorduk, yanımıza Hakem ibni
Uyeyne geldi ve dedi ki: Ebu Cafer aleyhisselamdan bir söz işittim,
kesinlikle onu başka kimse işitmedi. Ona ne olduğunu sorduk bize
haber vermekten yüz çevirdi. Biz de onun huzuruna vardık ve dedik ki: Hakem
ibni Uyeyne bize dedi ki senden bir şey işitmiş onu başka
kimse senden işitmemiş? Dedi ki: Evet Allahın kitabındaki
ayette Ali aleyhisselamın ilmini bulduk: (Senden
önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi ve muhaddes yoktur ki. Hac 52) dedik ki: O ayet böyle değil. Dedi ki: Alinin
kitabında: (Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve
nebi ve muhaddes yoktur bir şey dilediği zaman Şeytan, onun
dileğine bir fitne katmaya uğraşmasın. Hac 52) Dedim ki: Muhaddes nedir? Dedi ki: Kulağına
seslenilir aynı leğenin çınlaması gibi veya kalbine vurulur
ve zincirin leğene düşmesi gibi bir düşme sesi işitir.
Dedim ki: O nebi midir? Dedi ki: Hayır aynı Hızır gibi
aynı Zulkarneyn gibi.
(Bu
babda konuyla alakalı on iki tane rivayet vardı.)
1164- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
أَيُّ شَيْءٍ
هُوَ
الْعِلْمُ
عِنْدَكُمْ؟
قَالَ: مَا يَحْدُثُ
بِاللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَالْأَمْرُ
بَعْدَ
الْأَمْرِ
وَالشَّيْءُ
بَعْدَ
الشَّيْءِ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ.
1164-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım sizin yanınızdaki ilim
nedir? Dedi ki: Kıyametin gününe kadar gece gündüz vuku bulan bir
işten sonraki bir iş bir şeyden sonraki bir şeydir.
1165- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
إِنَّ
عِنْدَنَا
الصُّحُفَ
الْأُولَى
صُحُفَ
إِبْرَاهِيمَ
وَمُوسَى
فَقَالَ لَهُ
ضُرَيْسٌ: أَ
لَيْسَتْ
هِيَ
الْأَلْوَاحُ؟
فَقَالَ:
بَلَى قَالَ
ضُرَيْسٌ:
إِنَّ هَذَا
لَهُوَ
الْعِلْمُ
فَقَالَ:
لَيْسَ هَذَا
الْعِلْمَ
إِنَّمَا
هَذِهِ
الْأَثَرَةُ
إِنَّمَا
الْعِلْمُ
مَا يَحْدُثُ
بِاللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
يَوْمٌ
بِيَوْمٍ وَسَاعَةٌ
بِسَاعَةٍ.
1165- Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: İlk suhuflar
İbrahim ve Musanın suhufları bizim yanımızdadır.
Dureys dedi ki: Onlar levhalar değil mi? Dedi ki: Tabii ki. Dureys dedi
ki: İşte bu ilimdir. Dedi ki: Bu ilim değildir bu sadece
eseridir. İlim sadece gece ve gündüz, gün be gün, saat be saat vuku bulan
şeydir.
1166- عَنْ
مَنْصُورِ
بْنِ حَازِمٍ
قَالَ: سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
إِنَّ
عِنْدَنَا
صَحِيفَةٌ
فِيهِ أَرْشُ
الْخَدْشِ
قَالَ:
قُلْتُ: هَذَا
هُوَ الْعِلْمُ
قَالَ: إِنَّ
هَذَا لَيْسَ
بِالْعِلْمِ
إِنَّمَا
هُوَ
الْأَثَرَةُ
إِنَّمَا
الْعِلْمُ
الَّذِي
يَحْدُثُ فِي
كُلِّ يَوْمٍ
وَلَيْلَةٍ
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ
وَعَنْ عَلِيِّ
بْنِ أَبِي
طَالِبٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِمَا
وَعَلَى
أَوْلَادِهِمَا.
1166- Mensur ibni Hazim Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Bizim
yanımızda bir sahife var. İçinde tırmalamanın bile
karşılığı var. Dedim ki: İşte bu ilimdir.
Dedi ki: Muhakkak ki bu ilim değil bu sadece eseridir. İlim sadece
gece ve gündüz vuku bulan Rasûlullah ve Ali ibni Ebu Talibten gelen
şeydir sallallahu aleyhima ve ala evladihima.
(Bu babda konuyla alakalı yedi tane rivayet
vardı.)
1169- عَنِ
الْحَرْثِ
بْنِ
الْمُغِيرَةِ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْأَرْضَ
لَا تُتْرَكُ
بِغَيْرِ عَالِمٍ
قُلْتُ:
الَّذِي
يَعْلَمُهُ
عَالِمُكُمْ
مَا هُوَ؟
قَالَ:
وِرَاثَةٌ
مِنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَمِنْ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ عِلْمٌ
يَسْتَغْنِي
بِهِ عَنِ
النَّاسِ وَلَا
يَسْتَغْنِي
النَّاسُ
عَنْهُ
قُلْتُ: وَحِكْمَةٌ
تُقْذَفُ فِي
صَدْرِهِ
أَوْ تُنْكَتُ
فِي
أُذُنِهِ؟
فَقَالَ:
ذَاكَ
وَذَاكَ.
1169- Haris ibni Muğiyre şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam dedi ki: Arz alimsiz
bırakılmaz. Dedim ki: Aliminizin bildiği şey nedir? Dedi
ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ve Ali ibni Ebu Talib
aleyhisselamın verasetidir. İlimdir, o ilimle insanlara
ihtiyaçları yoktur, insanların o ilme ihtiyaçları vardır.
Dedim ki: Göğsüne atılan veya kulağına seslenilen bir
hikmet midir? Dedi ki: Her ikisi de.
(Bu
babda konuyla alakalı dokuz tane rivayet vardı.)
1179- عَنْ
عَبْدِ
الْأَعْلَى
بْنِ
أَعْيَنَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
أَنَا
وَعَلِيُّ
بْنُ
حَنْظَلَةَ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَسَأَلَهُ
عَلِيُّ بْنُ
حَنْظَلَةَ
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
فَأَجَابَ
فِيهَا فَقَالَ
لَهُ عَلِيٌّ:
فَإِنْ كَانَ
كَذَا وَكَذَا؟
فَأَجَابَهُ
فِيهَا
بِوَجْهٍ آخَرَ
فَقَالَ لَهُ:
فَإِنْ كَانَ
كَذَا وَكَذَا
فَأَجَابَهُ
بِوَجْهٍ
آخَرَ حَتَّى
أَجَابَهُ
فِيهَا
بِأَرْبَعَةِ
وُجُوهٍ فَالْتَفَتَ
إِلَيَّ
عَلِيُّ بْنُ
حَنْظَلَةَ فَقَالَ:
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
قَدْ أَحْكَمْنَاهُ
فَسَمِعَهُ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ فَقَالَ
لَهُ: لَا
تَقُلْ
هَكَذَا يَا
أَبَا
الْحَسَنِ
فَإِنَّكَ
رَجُلٌ
وَرِعٌ إِنَّ
مِنَ
الْأَشْيَاءِ
أَشْيَاءَ
ضَيِّقَةً
وَلَيْسَ
تَجْرِي
إِلَّا عَلَى
وَجْهٍ
وَاحِدٍ
مِنْهَا وَقْتُ
الْجُمُعَةِ
لَيْسَ
لِوَقْتِهَا
إِلَّا
وَقْتٌ
وَاحِدٌ
حِينَ
تَزُولُ
الشَّمْسُ
وَمِنَ
الْأَشْيَاءِ
أَشْيَاءُ
مُوَسَّعَةٌ
تَجْرِي عَلَى
وُجُوهٍ
كَثِيرَةٍ
وَهَذَا
مِنْهَا وَاللَّهِ
إِنَّ لَهُ
عِنْدِي
سَبْعِينَ
وَجْهاً.
1179- Abdulala ibni Ayan şöyle
rivayet etti: Ben ve Ali ibni Hanzala Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzuruna vardık. Ali ibni Hanzala ona bir soru sordu o
da cevap verdi. Ali ona dedi ki: Eğer şöyle şöyle olsa? Ona
başka bir cevap verdi. Dedi ki: Eğer şöyle şöyle olsa? Ona
başka bir cevap verdi. Hatta ona dört farklı cevap verdi. Ali ibni
Hanzala bana yönelip dedi ki: Ya Ebu Muhammed! Ona hükmettik. Ebu Abdullah
aleyhisselam onu işitti ve dedi ki: Ya Ebul Hasan! Böyle konuşma, sen
veralı birisin. Şeylerden dar şeyler vardır o sadece bir
yönde cereyan eder. O şeylerden Cumanın vakti Güneş zevaldeyken
olan vardır ve onun ondan başka vakti yoktur. Ve şeylerden
geniş şeyler vardır çok yönde cereyan olur bu ondandır.
Vallahi benim yanımda onun yetmiş yönü var.
1180- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
حَمْزَةَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
أَنَا
وَأَبُو
بَصِيرٍ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَبَيْنَا
نَحْنُ
قُعُودٌ إِذْ تَكَلَّمَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
بِحَرْفٍ
فَقُلْتُ
أَنَا فِي نَفْسِي:
هَذَا مِمَّا
أَحْمِلُهُ
إِلَى الشِّيعَةِ
هَذَا
وَاللَّهِ
حَدِيثٌ لَمْ
أَسْمَعْ
مِثْلَهُ
قَطُّ قَالَ:
فَنَظَرَ فِي
وَجْهِي
ثُمَّ قَالَ:
إِنِّي
لَأَتَكَلَّمُ
بِالْحَرْفِ الْوَاحِدِ
لِي فِيهِ
سَبْعُونَ
وَجْهاً إِنْ
شِئْتُ
أَخَذْتُ
كَذَا وَإِنْ
شِئْتُ أَخَذْتُ
كَذَا.
1180-
Ali ibni Ebu Hamza şöyle rivayet etti: Ben ve Ebu Basir Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardık. Biz oturuyorken
Ebu Abdullah aleyhisselam bir harf konuştu. Kendi kendime dedim ki bu
Şiaya taşıyacaklarımdan. Vallahi böyle bir hadisi hiç
duymamıştım. Yüzüme baktı ve dedi ki: Ben bir harf konuşurum,
o harfin benim için yetmiş yönü vardır. Dilersem şöyle
alırım, dilersem böyle alırım.
1183- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
أَنْتُمْ
أَفْقَهُ
النَّاسِ مَا
عَرَفْتُمْ
مَعَانِيَ
كَلَامِنَا
إِنَّ
كَلَامَنَا
لَيَنْصَرِفُ
عَلَى
سَبْعِينَ
وَجْهاً.
1183-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Siz bizim
sözümüzün manalarını anladığınızda
insanların dinde en derin kavrayış sahibisiniz. Muhakkak ki
bizim sözümüz yetmiş yöne ayrılır.
(Bu
babda konuyla alakalı on dört tane rivayet vardı.)
1192- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ لَمْ
يَدَعِ
الْأَرْضَ
إِلَّا
وَفِيهَا
عَالِمٌ
يَعْلَمُ
الزِّيَادَةَ
وَالنُّقْصَانَ
فِي
الْأَرْضِ
فَإِذَا زَادَ
الْمُؤْمِنُونَ
شَيْئاً
رَدَّهُمْ وَإِذَا
نَقَصُوا
أَكْمَلَهُ
لَهُمْ فَقَالَ:
خُذُوهُ
كَامِلًا
وَلَوْ لَا
ذَلِكَ لَالْتَبَسَ
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
أَمْرُهُمْ
وَلَمْ
يُفَرِّقُوا
بَيْنَ
الْحَقِّ وَالْبَاطِلِ.
1192- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Allah arzı alimsiz bırakmaz, o alim arzdaki
artışı ve noksanlığı bilir. Muminler bir şey
artırsalar onları reddeder, bir şey de eksiltseler o
eksikliği onlar için tamamlar. Bunu böyle bilin, öyle olmasaydı
muminlerin işleri kendilerine karışırdı ve hakla
batılın arasını ayırt edemezlerdi.
1195- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَنْ تَبْقَى
الْأَرْضُ
إِلَّا وَفِيهَا
رَجُلٌ
مِنَّا
يَعْرِفُ
الْحَقَّ فَإِذَا
زَادَ
النَّاسُ
فِيهِ قَالَ
قَدْ زَادُوا
وَإِذَا
نَقَصُوا
مِنْهُ قَالَ
قَدْ نَقَصُوا
وَإِذَا
جَاءُوا بِهِ
صَدَّقَهُمْ
وَلَوْ لَمْ
يَكُنْ
كَذَلِكَ
لَمْ يُعْرَفِ
الْحَقُّ
مِنَ
الْبَاطِلِ.
1195-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Arz bizden
hakkı bilen bir adam olmadan asla baki kalmaz. İnsanlar hakta bir
şey artırsalar der ki: Artırdılar. Ondan da bir şey
eksiltseler der ki: Eksilttiler. Onlar bu bilgiyle geldiklerinde onları
tasdikle. Eğer öyle olmasaydı hak batıldan ayırt edilmez,
tanınmazdı.
(Bu babda konuyla alakalı on tane rivayet vardı.)
1202- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
مَهْزِيَارَ
عَنِ
الطَّيِّبِ
الْهَادِي
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَيْهِ
فَابْتَدَأَنِي
وَكَلَّمَنِي
بِالْفَارِسِيَّةِ.
1202- Ali ibni Mehziyar şöyle rivayet eder: Tayyib
Hadi aleyhisselamın huzuruna vardım, ben bir şey demeden söze başladı
ve benimle Farsça konuştu.
1207- عَنْ
إِسْمَاعِيلَ
بْنِ
مِهْرَانَ
عَنْ رَجُلٍ
مِنْ أَهْلِ
بَيْرَمَا
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَوَدَّعْتُهُ
وَخَرَجْتُ
حَتَّى
بَلَغْتُ
الْأَعْوَصَ
ثُمَّ ذَكَرْتُ
حَاجَةً لِي
فَرَجَعْتُ
إِلَيْهِ
وَالْبَيْتُ
غَاصٌّ
بِأَهْلِهِ
وَكُنْتُ
أَرَدْتُ
أَنْ
أَسْأَلَهُ
عَنْ بُيُوضِ
دُيُوكِ
الْمَاءِ
فَقَالَ لِي:
(يا تب)
يَعْنِي
الْبَيْضَ
(دعا نامينا)
يَعْنِي
دُيُوكَ
الْمَاءِ (بنا
حل) يَعْنِي
لَا تَأْكُلْ.
1207-
İsmail ibni Mihran Birma ehlinden bir adamdan şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın huzurundaydım, ona veda
ettim ve çıktım hatta Avasa vardım. Sonra aklıma bir soru
geldi, geri yanına döndüm evi ehliyle tıka basa doluydu. Ona su
horozlarının yumurtalarını sormak istiyordum dedi ki:
(Yatub) yani yumurta, (Deanamiyna) yani su horozları, (Binahil) yani yeme.
1208- عَنْ
أَحْمَدَ
بْنِ
مُحَمَّدِ
بْنِ أَبِي نَصْرٍ
قَالَ
حَدَّثَنِي
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ
جِسْرِ
بَابِلَ
قَالَ: كَانَ
فِي
الْقَرْيَةِ
رَجُلٌ
يُؤْذِينِي وَيَقُولُ
لِي: يَا
رَافِضِيُّ
وَيَشْتِمُنِي
وَكَانَ
يُلَقَّبُ
بِقِرْدِ
الْقَرْيَةِ
قَالَ: فَحَجَجْتُ
سَنَةً
فَدَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لِي
ابْتِدَئاً:
قوفه ما نامت
قَالَ: فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
مَتَى؟ قَالَ
لِي: فِي السَّاعَةِ
فَكَتَبْتُ
الْيَوْمَ
وَالسَّاعَةَ
فَلَمَّا
قَدِمْتُ
الْكُوفَةَ
تَلَقَّانِي
أَخِي
فَسَأَلْتُهُ
عَمَّنْ
بَقِيَ وَعَمَّنْ
مَاتَ
فَقَالَ لِي:
قوفه ما نامت
وَهِيَ
بِالنَّبَطِيَّةِ:
قِرْدُ
الْقَرْيَةِ
مَاتَ
فَقُلْتُ
لَهُ: مَتَى؟
فَقَالَ لِي: يَوْمَ
كَذَا وَكَذَا
فِي وَقْتٍ
كَذَا
فَكَانَ فِي
الْوَقْتِ
الَّذِي
أَخْبَرَنِي
بِهِ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
1208- Ahmed ibni Muhammed ibni Ebu Nasr şöyle rivayet etti:
Babil Köprüsünün ehlinden birisi bana şöyle anlattı: Köyde bir adam
vardı. Bana eziyet ediyor ya Rafizi diyor sövüyordu. Onun lakabı
köyün maymunuydu. Hacca gittim, hac zamanı Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Ben bir şey
demeden dedi ki: Gufuh ma namet. Dedim ki: Sana feda olayım ne zaman? Dedi
ki: Şu saatte. O günü ve saati yazdım. Kufeye
ulaştığımda beni kardeşim karşıladı.
Ona kalanları ve ölenleri sordum. Bana dedi ki: Gufuh ma namet. O
Nebatiyyecede köyün maymunu öldü demek. Dedim ki: Ne zaman öldü? Dedi ki:
Şu gün ve şu vakitte. O gün Ebu Abdullah aleyhisselamın bana
onun haberini verdiği gündü.
1215- عَنْ
أَحْمَدَ
بْنِ
قَابُوسِ
عَنْ أَبِيهِ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
دَخَلَتْ
عَلَيْهِ
قَوْمٌ مِنْ
أَهْلِ خُرَاسَانَ
فَقَالَ
ابْتِدَاءً
مِنْ غَيْرِ مَسْأَلَةٍ:
مَنْ جَمَعَ
مَالاً مِنْ
مَهَاوِشَ
أَذْهَبَهُ
اللَّهُ فِي
نَهَابِرَ
فَقَالُوا
لَهُ: جُعِلْنَا
فِدَاكَ! لَا
نَفْهَمُ
هَذَا
الْكَلَامَ
فَقَالَ: هر
مال كه از باد
آيد بدم شود.
1215- Ahmed ibni Gabus babasından Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti:
Horasan ehlinden bir kavim onun huzuruna vardı ve bir şey sorulmadan
söze başlayıp dedi ki: Kim gasb yoluyla bir mal toplarsa Allah onu
soygun, yağma yoluyla telef eder. Dediler ki: Sana feda olalım bu
sözü anlamıyoruz. Dedi ki: Her mal ki ez bad ayed bidem şod.
(Bu
babda konuyla alakalı on beş tane rivayet vardı.)
1222- عَنِ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَرْفَعُ
الْحَدِيثَ
إِلَى
الْحَسَنِ بْنِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
قَالَ: إِنَّ
لِلَّهِ
مَدِينَتَيْنِ
إِحْدَاهُمَا
بِالْمَشْرِقِ
وَالْأُخْرَى
بِالْمَغْرِبِ
عَلَيْهِمَا
سُورَانِ
مِنْ حَدِيدٍ وَعَلَى
كُلِّ
مَدِينَةٍ
أَلْفُ
أَلْفِ مِصْرَاعٍ
مِنْ ذَهَبٍ
وَفِيهَا
سَبْعُونَ أَلْفَ
أَلْفِ
لُغَةٍ
يَتَكَلَّمُ
كُلٌّ لُغَةً
بِخِلَافِ
لُغَةِ
صَاحِبِهِ
وَأَنَا
أَعْرِفُ
جَمِيعَ
اللُّغَاتِ
وَمَا فِيهَا
وَمَا بَيْنَهُمَا
وَمَا
عَلَيْهِمَا
حُجَّةٌ غَيْرِي
وَغَيْرُ
الْحُسَيْنِ
أَخِي.
1222- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
Hasan ibni Ali aleyhisselamdan şöyle rivayet etti: Muhakkak ki
Allahın iki tane şehri vardır, birisi batıda diğeri
doğudadır. O iki şehrin surları demirdendir. Her bir
şehrin altından bir milyon kapısı vardır. Orada
yetmiş milyon lugat vardır ve her bir kimse
arkadaşının lugatının hilafına konuşur. Ve
ben o iki şehirde olan ve ikisinin arasında olan bütün lugatları
biliyorum. Ve onlara benden ve kardeşim Huseynden başka huccet
yoktur.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz tane rivayet
vardı.)
1225- عَنْ
سَمَاعَةَ
عَنْ شَيْخٍ
مِنْ
أَصْحَابِنَا
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
جِئْنَا
نُرِيدُ
الدُّخُولَ
عَلَيْهِ فَلَمَّا
صِرْنَا
بِالدِّهْلِيزِ
سَمِعْنَا قِرَاءَةً
بِالسُّرْيَانِيَّةِ
بِصَوْتٍ
حَسَنٍ
يَقْرَأُ
وَيَبْكِي
حَتَّى
أَبْكَى
بَعْضَنَا.
1225- Semae ashabımızdan bir ihtiyardan
şöyle rivayet eder: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın
huzuruna varmak için geldik. Dehlize vardığımızda çok güzel
bir sesle Süryanice bir okuyuş duyduk. Okuyor ve ağlıyordu hatta
ashabımızdan bazısını da ağlattı.
1226- عَنْ
هِشَامِ بْنِ
الْحَكَمِ
فِي حَدِيثِ
بُرَيْهَةَ
النَّصْرَانِيِّ
أَنَّهُ
جَاءَ مَعَ
هِشَامٍ
حَتَّى
لَقِيَ مُوسَى
بْنَ
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: يَا
بُرَيْهَةُ
كَيْفَ عِلْمُكَ
بِكِتَابِكَ؟
قَالَ: أَنَا
بِهِ عَالِمٌ
قَالَ: كَيْفَ
ثِقَتُكَ
بِتَأْوِيلِهِ؟
قَالَ: مَا
أَوْثَقَنِي
بِعِلْمِي
فِيهِ قَالَ:
فَابْتَدَأَنِي
مُوسَى
بِقِرَاءَةِ
الْإِنْجِيلِ
فَقَالَ
بُرَيْهَةُ:
وَالْمَسِيحِ
لَقَدْ كَانَ
يَقْرَؤُهَا
هَكَذَا
وَمَا قَرَأَ
هَذِهِ
الْقِرَاءَةَ
إِلَّا
الْمَسِيحُ ثُمَّ
قَالَ
بُرَيْهَةُ:
إِنِّي لَكَ
كُنْتُ أَطْلُبُ
مُنْذُ
خَمْسِينَ
سَنَةً
فَأَسْلَمَ
عَلَى
يَدَيْهِ.
1226-
Hişam ibni Hakem Bureyhe Nasraniyyenin olayı hakkında
şöyle rivayet etti: Bureyhe Hişamla beraber Musa ibni Cafer
(Kazım) aleyhisselamla karşılaştı. Dedi ki: Ya
Bureyhe! Kitabına olan ilmin nasıldır? Dedi ki: Onu biliyorum.
Dedi ki: Onun teviline ilmin nasıl? Dedi ki: Onun teviline ilmim çok
değil. Musa aleyhisselam bana İncil okumaya başladı.
Bureyhe dedi ki: Mesihe and olsun o böyle okuyordu. Bu okuyuşla sadece
Mesih okur. Sonra Bureyhe dedi ki: Seni elli senedir arıyordum ve onun
eliyle Müslüman oldu.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1229- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ مَعَ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي دَارِهِ
وَفِيهَا شَجَرَةٌ
فِيهَا
عَصَافِيرٌ
فَانْتَشَرَتِ
الْعَصَافِيرُ
وَصَوَّتَتْ
فَقَالَ: يَا
بَا حَمْزَةَ
أَ تَدْرِي
مَا تَقُولُ؟
قال: قُلْتُ:
لَا قَالَ: تُقَدِّسُ
رَبَّهَا
وَتَسْأَلُ
قُوتَ يَوْمِهَا
قَالَ: ثُمَّ
قَالَ: يَا
بَا حَمْزَةَ
(عُلِّمْنَا
مَنْطِقَ
الطَّيْرِ
وَأُوتِينَا
مِنْ كُلِّ
شَيْءٍ).
1229-
Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin)
aleyhisselamla beraber evindeydim ve evinde bir ağaç vardı ve
ağaçta da serçeler vardı. Serçeler uçuştular ve ötüştüler.
Dedi ki: Ya Ebu Hamza! Biliyor musun ne diyorlar? Dedim ki: Hayır. Dedi
ki: Rabblerini takdis ediyorlar ve günün rızkını istiyorlar.
Sonra dedi ki: Ya Ebu Hamza! (Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden verildi.
Neml 16)
1230- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ خَلَفٍ
عَنْ بَعْضِ
رِجَالِهِ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: تَلَا
رَجُلٌ
عِنْدَهُ
هَذِهِ
الْآيَةَ: (عُلِّمْنا
مَنْطِقَ
الطَّيْرِ
وَأُوتِينا
مِنْ كُلِّ
شَيْءٍ) فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
لَيْسَ
فِيهَا (مِنْ)
إِنَّمَا هِيَ
(وَ أُوتِينَا
كُلَّ شَيْءٍ).
1230-
Muhammed ibni Halid bazı adamlarından Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Bir
adam onun yanında (Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden verildi.
Neml 16) ayetini okudu Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: O ayette
min (den-dan) yok o ayet sadece (Bize
her şey verildi. Neml 16)
1231- عَنْ
فُضَيْلِ
بْنِ يَسَارٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَهُ
إِذْ
نَظَرْتُ
إِلَى زَوْجِ
حَمَامٍ
عِنْدَهُ
فَهَدَرَ
الذَّكَرُ عَلَى
الْأُنْثَى
فَقَالَ لِي:
أَ تَدْرِي مَا
يَقُولُ؟
قُلْتُ: لَا
قَالَ:
يَقُولُ يَا
سَكَنِي
وَعِرْسِي
مَا خُلِقَ
أَحَبُّ
إِلَيَّ
مِنْكِ
إِلَّا أَنْ
يَكُونَ مَوْلَايَ
جَعْفَرَ
بْنَ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ.
1231- Fuzeyl ibni Yesar şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım.
Güvercin çiftine baktığında erkek dişisine
cıvıldadı. Bana dedi ki: Biliyor musun ne diyor? Dedim ki:
Hayır. Dedi ki: Diyor ki: Ey benim eşim ve gelinim bana senden daha
sevgili kimse yaratılmadı, mevlam Cafer ibni Muhammed aleyhimasselam
hariç.
1233- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
أَحْمَدَ عَنْ
بَعْضِ
أَصْحَابِنَا
قَالَ:
أُهْدِيَ
إِلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَاخِتَةٌ
وَوَرَشَانٌ
وَطَيْرٌ
رَاعِبِيٌّ
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَمَّا الْفَاخِتَةُ
فَتَقُولُ:
فَقَدْتُكُمْ
فَقَدْتُكُمْ
فَافْقِدُوهَا
قَبْلَ أَنْ
تَفْقِدَكُمْ
فَأَمَرَ
بِهَا
فَذُبِحَتْ
وَأَمَّا
الْوَرَشَانُ
فَيَقُولُ:
قُدِّسْتُمْ
قُدِّسْتُمْ
فَوَهَبَهُ
لِبَعْضِ
أَصْحَابِهِ
وَالطَّيْرُ
الرَّاعِبِيُّ
يَكُونُ
عِنْدِي
أُسَرُّ بِهِ.
1233- Ali ibni Ahmed ashabımızın
bazısından şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama kumru, yaboz ve korkutucu kuş hediye edildi
bunun üzerine dedi ki: Kumruya gelince o der ki: Sizi kaybedeceğim! Sizi
kaybedeceğim! O sizi kaybetmeden önce siz onu kaybedin. Onun hakkında
emretti ve kumru kesildi. Yaboza gelince o der ki: Takdis oldunuz! Takdis
oldunuz! Ve onu ashabımızdan birisine hediye etti. Korkutucu
kuş, o benim yanımda kalsın ki onunla sevineyim.
1235- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
قَالَ
كُنْتُ
عِنْدَ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَعَصَافِيرُ
عَلَى الْحَائِطِ
قُبَالَتَهُ
يَصِحْنَ
فَقَالَ: يَا
بَا حَمْزَةَ
أَ تَدْرِي
مَا يَقُلْنَ؟ قَالَ:
يَتَحَدَّثْنَ
أَنَّ
لَهُنَّ
وَقْتٌ
يَسْأَلْنَ
فِيهِ
قُوتَهُنَّ
يَا أَبَا حَمْزَةَ
لَا
تَنَامَنَّ
قَبْلَ
طُلُوعِ الشَّمْسِ
فَإِنِّي
أَكْرَهُهَا
لَكَ إِنَّ اللَّهَ
يُقَسِّمُ
فِي ذَلِكَ
الْوَقْتِ أَرْزَاقَ
الْعِبَادِ
وَعَلَى أَيْدِينَا
يُجْرِيهَا.
1235-
Ebu Hamza şöyle rivayet etti: Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin)
aleyhisselamın yanındaydım. Duvarın üzerinde serçeler
vardı, onu karşıladılar ve öttüler. Bunun üzerine dedi ki:
Ya Ebu Hamza! Biliyor musun ne diyorlar? Konuşuyorlar, onların bir
vakti var o vakitte rızıklarını istiyorlar. Ya Ebu Hamza!
Sakın güneşin doğuşundan önce uyuma. Ben senin için bundan
hoşlanmıyorum. Muhakkak ki Allah o vakitte kulların rızıklarını
taksim eder ve bizim ellerimizle onu akıtır.
1241- عَنْ
حَفْصِ بْنِ
الْبَخْتَرِيِّ
عَنْ بَعْضِ
أَصْحَابِنَا
قَالَ:
سَمِعْتُ
فَاخِتَةً
تَصِيحُ مِنْ
دَارِ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فَقَالَ:
أَ تَدْرُونَ
مَا تَقُولُ
هَذِهِ الْفَاخِتَةُ؟
قَالَ:
قُلْتُ: لَا
قَالَ: تَقُولُ
فَقَدْتُكُمْ
أَمَا إِنَّا
لَنَفْقِدَنَّهَا
قَبْلَ أَنْ
تَفْقِدَنَا
قَالَ: فَأَمَرَ
بِهَا
فَذُبِحَتْ.
1241- Hafs ibni Buhteri ashabımızın
birisinden şöyle rivayet etti: Kumru işittim, Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın evinden taraf ötüyordu. Dedi ki: Biliyor
musunuz bu kumru ne diyor? Dedim ki: Hayır. Dedi ki: Diyor ki: Sizi
kaybedeceğim, ama o bizi kaybetmeden önce kesinlikle biz onu
kaybedeceğiz. Onun hakkında ölüm emri verdi ve kumru kesildi.
1248- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
فَرْقَدٍ
قَالَ:
خَرَجْنَا
مَعَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مُتَوَجِّهِينَ
إِلَى مَكَّةَ
حَتَّى إِذَا
كُنَّا
بِسَرَفٍ اسْتَقْبَلَهُ
غُرَابٌ
يَنْعِقُ فِي
وَجْهِهِ
فَقَالَ: مُتْ
جُوعاً مَا
تَعْلَمُ
شَيْئاً
إِلَّا
وَنَحْنُ
نَعْلَمُهُ
إِلَّا أَنَا
أَعْلَمُ
بِاللَّهِ
مِنْكَ
فَقُلْنَا: هَلْ
كَانَ فِي وَجْهِهِ
شَيْءٌ؟
قَالَ: نَعَمْ
سَقَطَتْ
نَاقَةٌ
بِعَرَفَاتٍ.
1248- Abdullah ibni Fergad şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamla beraber Mekkeye doğru yola
çıktık. Serefe vardığımızda bir karga onu
karşıladı. Yüzüne gaklıyordu. Bunun üzerine dedi ki:
Açlıktan öl. Senin bildiğin hiçbir şey yok ki biz onu
bilmemiş olalım. Ben Allahı senden daha iyi biliyorum. Dedim
ki: Onun yüzünde bir şey mi vardı? Dedi ki: Evet, Arafatta dişi
bir deve düştü.
1249- عَنْ
عُمَرَ بْنِ
مُحَمَّدٍ
الْأَصْبَهَانِيِّ
قَالَ:
أُهْدِيَتْ
لِإِسْمَاعِيلَ
بْنِ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
صُلْصُلًا
فَدَخَلَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
رَآهُ قَالَ:
مَا هَذَا
الطَّيْرُ
الْمَشُومُ
أَخْرِجُوهُ
فَإِنَّهُ
يَقُولُ:
فَقَدْتُكُمْ
فَقَدْتُكُمْ
فَافْقِدُوهُ
قَبْلَ أَنْ
يَفْقِدَكُمْ.
1249-
Ömer ibni Muhammed İsfehani şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın oğlu İsmaile üveyik (bir cins
kumru) hediye edildi. Ebu Abdullah aleyhisselam içeri girdi. Onu
gördüğünde dedi ki: Bu uğursuz kuş da ne! Çıkarın onu.
O der ki: Sizi kaybedeceğim! Sizi kaybedeceğim! O sizi kaybetmeden
önce siz onu kaybedin.
(Bu
babda konuyla alakalı yirmi beş tane rivayet vardı.)
1253- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
نَاضِحاً
كَانَ
لِرَجُلٍ
مِنَ النَّاسِ
فَلَمَّا
أَسَنَّ
قَالَ بَعْضُ
أَصْحَابِهِ:
لَوْ
نَحَرْتُمُوهُ
فَجَاءَ
الْبَعِيرُ
إِلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَجَعَلَ
يَرْغُو فَأَرْسَلَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَجَعَلَ
يَرْغُو
إِلَى صَاحِبِهِ
فَلَمَّا
جَاءَ قَالَ
لَهُ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
إِنَّ هَذَا
يَزْعُمُ
أَنَّهُ
كَانَ لَكُمْ
شَابّاً
حَتَّى هَرِمَ
وَأَنَّهُ
قَدْ
نَفَعَكُمْ
وَأَنَّكُمْ أَرَدْتُمْ
نَحْرَهُ
قَالَ:
فَقَالَ:
صَدَقَ
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: لَا
تَنْحَرُوهُ
وَدَعُوهُ
قَالَ:
فَتَرَكُوهُ.
1253- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: İnsanlardan birisinin su taşımada
kullandığı bir hayvanı vardı,
yaşlandığında ashabından bazısına dedi ki:
Onu bir kesseydiniz. Deve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye geldi ve
şikâyette bulundu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi birisini sahibine
gönderdi, adam geldiğinde nebi sallallahu aleyhi ve alihi ona dedi ki: Bu
iddia ediyor ki: Yaşlanana kadar sizin elinizde gençmiş, size fayda
vermiş siz de onu kesmeyi istemişsiniz. Dedi ki: Doğru dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: Onu kesmeyin ve onu salın.
Bunun üzerine onu bıraktılar.
1262- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
بَيْنَا
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مَعَ
أَصْحَابِهِ
إِذْ أَقْبَلَتْ
ظَبْيَةٌ
مِنَ
الصَّحْرَاءِ
حَتَّى
قَامَتْ
حِذَاهُ
وَصَوَّتَتْ
فَقَالَ بَعْضُ
الْقَوْمِ:
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ مَا تَقُولُ
هَذِهِ
الظَّبْيَةُ؟
قَالَ: تَزْعُمُ
أَنَّ
فُلَاناً
الْقُرَشِيَّ
أَخَذَ خِشْفَهَا
بِالْأَمْسِ
وَأَنَّهَا
لَمْ تُرْضِعْهُ
مِنْ أَمْسِ
شَيْئاً
فَبَعَثَ إِلَيْهِ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَرْسِلْ
إِلَيَّ
بِالْخِشَفَةِ
فَلَمَّا رَأَتْهُ
صَوَّتَتْ
وَضَرَبَتْ
بِيَدَيْهَا
ثُمَّ
أَرْضَعَتْهُ
قَالَ:
فَوَهَبَهُ عَلِيُّ
بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لَهَا
وَكَلَّمَهَا
بِكَلَامٍ
نَحْواً مِنْ
كَلَامِهَا
فَصَوَّتَتْ
وَضَرَبَتْ
بِيَدَيْهَا
وَانْطَلَقَتْ
وَالْخِشْفُ
مَعَهَا
فَقَالُوا: يَا
ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ مَا
الَّذِي قَالَتْ؟
قَالَ: دَعَتِ
اللَّهَ
لَكُمْ
وَجَزَّتْكُمْ
بِخَيْرٍ.
1262-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Ali ibni
Huseyn (Zeynul Âbidin) aleyhisselam ashabıyla beraberken sahradan bir
geyik geldi karşısında durdu ve seslendi. Kavmin
bazıları dediler ki: Ey Rasûlullahın oğlu! Bu geyik ne
diyor? Dedi ki: İddia ediyor Kureyşli falan dün onun yavrusunu
almış ve dünden bu yana bir şey emzirmemiş. Ali ibni Huseyn
aleyhisselam yavruyu kendisine göndermesi için ona birisini gönderdi. Anne
yavruyu gördüğünde seslendi ve ellerini yere vurdu, sonra onu emzirdi. Ali
ibni Huseyn aleyhisselam yavruyu ona hediye etti ve anneyle konuştu,
aynı anneyle yavrunun konuşması gibi. Bunun üzerine anne
seslendi ve ellerini yere vurdu, oradan ayrıldı ve yavrusu da onunla
beraberdi. Dediler ki: Ey Rasûlullahın oğlu! Ne dedi? Dedi ki: Sizin
için Allaha dua etti ve hayırlı mükafat istedi.
1264- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
مُسْلِمٍ
قَالَ:
كُنْتُ مَعَ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بَيْنَ
مَكَّةَ
وَالْمَدِينَةِ
وَأَنَا أَسِيرُ
عَلَى
حِمَارٍ لِي
وَهُوَ عَلَى
بَغْلَتِهِ
إِذْ
أَقْبَلَ
ذِئْبٌ مِنْ
رَأْسِ الْجَبَلِ
حَتَّى
انْتَهَى
إِلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَحَبَس
الْبَغْلَةَ
وَدَنَا الذِّئْبُ
حَتَّى
وَضَعَ
يَدَهُ عَلَى
قَرَبُوسِ
السَّرْجِ
وَمَدَّ
عُنُقَهُ
إِلَى أُذُنِهِ
وَأَدْنَى
أَبُو
جَعْفَرٍ
أُذُنَهُ مِنْهُ
سَاعَةً
ثُمَّ قَالَ
لَهُ: امْضِ
فَقَدْ
فَعَلْتُ
فَرَجَعَ
مُهَرْوِلًا
قَالَ: قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
لَقَدْ
رَأَيْتُ عَجَباً
قَالَ:
وَتَدْرِي
مَا قَالَ؟
قَالَ:
قُلْتُ: اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
وَابْنُ
رَسُولِهِ
أَعْلَمُ
قَالَ:
إِنَّهُ
قَالَ لِي:
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ
إِنَّ
زَوْجَتِي
فِي ذَلِكَ الْجَبَلِ
وَقَدْ
تَعَسَّرَ
عَلَيْهَا
وِلَادَتُهَا
فَادْعُ
اللَّهَ أَنْ
يُخَلِّصَهَا
وَلَا يُسَلِّطَ
أَحَداً مِنْ
نَسْلِي
عَلَى أَحَدٍ
مِنْ
شِيعَتِكُمْ
قُلْتُ:
فَقَدْ فَعَلْتُ.
1264-
Muhammed ibni Muslim şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselamla Mekkeyle Medine arasında bir yerdeydim. Ben
eşeğimin üzerindeydim o da katırının üzerindeydi.
Aniden bir kurt dağın başından aşağı indi,
Ebu Cafer aleyhisselama kadar geldi o da katırını tuttu. Kurt
yaklaştı ve elini eyerin üstüne koydu ve boynunu kulağına
uzattı. Ebu Cafer aleyhisselam da bir müddet kulağını ona
yaklaştırdı. Sonra ona dedi ki: Tamam git hallettim. O kurt
koşarak geri döndü. Dedim ki: Sana feda olayım çok acayip bir
şey gördüm? Bunun üzerine dedi ki: Biliyor musun ne dedi? Dedim ki: Allah,
onun resulü ve resulünün oğlu daha iyi bilir. Dedi ki: Bana dedi ki: Ey
Rasûlullahın oğlu! Eşim şu dağda, doğumu
zorlaştı onu kurtarması için ve neslimden kimsenin
Şialarınızdan birine dahi musallat olmaması için Allaha
dua et. Dedim ki: Tamam hallettim.
(Bu
babda konuyla alakalı on iki tane rivayet vardı.)
1269- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
طَلْحَةَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنِ
الْوَزَغِ
فَقَالَ: هُوَ
رِجْسٌ
وَهُوَ
مَسْخٌ
فَإِذَا
قَتَلْتَهُ
فَاغْتَسِلْ
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّ أَبِي
كَانَ قَاعِداً
فِي الْحِجْرِ
وَمَعَهُ
رَجُلٌ
يُحَدِّثُهُ
فَإِذَا بِوَزَغٍ
يُوَلْوِلُ
بِلِسَانِهِ
فَقَالَ
أَبِي
لِلرَّجُلِ:
أَ تَدْرِي
مَا يَقُولُ هَذَا
الْوَزَغُ؟
فَقَالَ
الرَّجُلُ:
لَا عِلْمَ
لِي بِمَا
يَقُولُ
قَالَ:
إِنَّهُ يَقُولُ:
وَاللَّهِ
لَئِنْ
ذَكَرْتَ
عُثْمَاناً
لَأَسُبَّنَّ
عَلِيّاً
أَبَداً
حَتَّى
تَقُومَ
مِنْ
هَاهُنَا.
1269- Abdullah ibni Talha şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama kertenkeleyi sordum. Dedi ki: O
pisliktir ve mesh olmuştur. Onu öldürdüğünde gusül al. Babam Hicirde
oturuyordu. Yanında da bir adam vardı, ona bir şeyler
anlatıyordu. Bir tane kertenkele diliyle ses çıkarıyordu. Babam
adama dedi ki: Biliyor musun bu kertenkele ne diyor? Dedi ki: Hayır dediği
şeyle ilgili bir bilgim yok. Dedi ki: Diyor ki: Vallahi eğer
Osmanı zikredersen kesinlikle ebeden sen buradan kalkana kadar Aliye
söverim.
(Bu
babda konuyla alakalı iki tane rivayet vardı.)
1271- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
لَيْسَ
مَخْلُوقٌ
إِلَّا
وَبَيْنَ
عَيْنَيْهِ
مَكْتُوبٌ
أَنَّهُ
مُؤْمِنٌ
أَوْ كَافِرٌ
وَذَلِكَ
مَحْجُوبٌ
عَنْكُمْ
وَلَيْسَ
بِمَحْجُوبٍ
عَنِ
الْأَئِمَّةِ
مِنْ آلِ
مُحَمَّدٍ
عَلَيْهِ
وَعَلَيْهِمُ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
لَيْسَ
يَدْخُلُ عَلَيْهِمْ
أَحَدٌ
إِلَّا
عَرَفُوهُ أَ
هُوَ
مُؤْمِنٌ
أَوْ كَافِرٌ
ثُمَّ تَلَا
هَذِهِ
الْآيَةَ: (إِنَّ
فِي ذلِكَ
لَآياتٍ
لِلْمُتَوَسِّمِينَ) فَهُمُ
الْمُتَوَسِّمُونَ.
1271- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: İki gözünün arasında mumin veya kafir yazmayan
mahluk yoktur. O yazı sizden gizlenmiştir ama Â-li Muhammedden olan
imamlardan gizlenmemiştir aleyhi ve aleyhimusselatu vesselam. Birisi
yanlarına geldiğinde onun mumin mi kafir mi olduğunu bilirler.
Sonra bu ayeti okudu: (Şüphe yok ki bunda bakıp görenler
için ayetler var. Hicir 75)
1274- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (إِنَّ فِي
ذلِكَ
لَآياتٍ
لِلْمُتَوَسِّمِينَ) قَالَ:
هُمُ
الْأَئِمَّةُ
قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
اتَّقُوا
فِرَاسَةَ
الْمُؤْمِنِ
فَإِنَّهُ
يَنْظُرُ
بِنُورِ
اللَّهِ فِي
قَوْلِهِ: (إِنَّ فِي
ذلِكَ
لَآياتٍ
لِلْمُتَوَسِّمِينَ).
1274- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allah
Azze ve Cellenin: (Şüphe yok ki bunda bakıp görenler
için ayetler var. Hicir 75) ayeti hakkında
şöyle dedi: Onlar imamlardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
dedi ki: Muminin ileri görüşünden sakının, çünkü o Allahın
nuruyla bakar. Allah şöyle dedi: (Şüphe yok ki bunda
bakıp görenler için ayetler var. Hicir 75)
1278- عَنْ
مُعَاوِيَةَ
الدُّهْنِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (يُعْرَفُ
الْمُجْرِمُونَ
بِسِيماهُمْ
فَيُؤْخَذُ
بِالنَّواصِي
وَالْأَقْدامِ) فَقَالَ:
يَا
مُعَاوِيَةُ
مَا يَقُولُونَ
فِي هَذَا؟
قَالَ:
قُلْتُ:
يَزْعُمُونَ
أَنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
يَعْرِفُ
الْمُجْرِمُونَ
بِسِيمَاهُمْ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
فَيَأْمُرُ
بِهِمْ
فَيُؤْخَذُ
بِنَوَاصِيهِمْ
وَأَقْدَامِهِمْ
وَيُلْقَوْنَ
فِي النَّارِ
قَالَ:
فَقَالَ لِي: وَكَيْفَ
يَحْتَاجُ
الْجَبَّارُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
إِلَى
مَعْرِفَةِ
خَلْقٍ
بِشَامَةٍ
وَهُوَ خَلَقَهُمْ؟!
قَالَ:
فَقُلْتُ:
فَمَا ذَاكَ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ؟
قَالَ: ذَلِكَ
لَوْ قَدْ قَامَ
قَائِمُنَا
أَعْطَاهُ
اللَّهُ
السِّيمَاءَ
فَيَأْمُرُ
بِالْكَافِرِ
فَيُوخَذُ بِنَوَاصِيهِمْ
وَأَقْدَامِهِمْ
ثُمَّ
يَخْبِطُ
بِالسَّيْفِ
خَبْطاً.
1278-
Muaviye ibni Dehni Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın Allah
Azze ve Cellenin (Suçlular, simalarından
tanınırlar da perçemlerinden ve ayaklarından tutulurlar. Rahman
41) ayeti hakkında şöyle dediğini
rivayet etti: Ya Muaviye! Bunun hakkında ne diyorlar? Dedim ki: İddia
ediyorlar ki Allah Tebareke ve Teala kıyametin günü mucrimleri
simalarından tanır ve perçemlerinden ve ayaklarından tutularak
cehenneme atılmalarını emreder. Bana dedi ki: Nasıl Cabbar
Tebareke ve Teala yaratıklarındaki alameti tanımaya ihtiyaç
duyar? Onları o yarattı! Dedim ki: Sana feda olayım o nedir?
Bunun üzerine dedi ki: Kaimimiz kıyam ettiğinde Allah ona alamet
verir. Kafir için emreder. Onlar perçemlerinden ve ayaklarından tutulur
sonra şiddetli bir kılıç darbesiyle bir darbe indirir.
1285- عَنْ
عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
بْنِ كَثِيرٍ
قَالَ:
حَجَجْتُ
مَعَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
صِرْنَا فِي
بَعْضِ
الطَّرِيقِ
صَعِدَ عَلَى
جَبَلٍ
فَأَشْرَفَ
فَنَظَرَ إِلَى
النَّاسِ
فَقَالَ: مَا
أَكْثَرَ
الضَّجِيجَ
وَأَقَلَّ
الْحَجِيجَ!
فَقَالَ لَهُ
دَاوُدُ
الرَّقِّيُّ:
يَا ابْنَ
رَسُولِ
اللَّهِ هَلْ
يَسْتَجِيبُ
اللَّهُ
دُعَاءَ
هَذَا
الْجَمْعِ
الَّذِي
أَرَى؟ قَالَ:
وَيْحَكَ يَا
أَبَا
سُلَيْمَانَ!
إِنَّ
اللَّهَ لَا
يَغْفِرُ
أَنْ
يُشْرَكَ
بِهِ إِنَّ
الْجَاحِدَ
لِوَلَايَةِ
عَلِيٍّ
كَعَابِدِ
وَثَنٍ قَالَ:
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! هَلْ
تَعْرِفُونَ
مُحِبَّكُمْ
وَمُبْغِضَكُمْ؟
قَالَ: وَيْحَكَ
يَا بَا
سُلَيْمَانَ!
إِنَّهُ
لَيْسَ مِنْ
عَبْدٍ
يُولَدُ
إِلَّا
كُتِبَ
بَيْنَ عَيْنَيْهِ
مُؤْمِنٌ
أَوْ كَافِرٌ
إِنَّ
الرَّجُلَ لَيَدْخُلُ
إِلَيْنَا
بِوَلَايَتِنَا
وَبِالْبَرَاءَةِ
مِنْ
أَعْدَائِنَا
فَنَرَى مَكْتُوباً
بَيْنَ
عَيْنَيْهِ
مُؤْمِنٌ أَوْ
كَافِرٌ
وَقَالَ
اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَ: (إِنَّ فِي
ذلِكَ
لَآياتٍ
لِلْمُتَوَسِّمِينَ) نَعْرِفُ
عَدُوَّنَا
مِنْ
وَلِيِّنَا.
1285- Abdurrahman ibni Kesir şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamla beraber hac yaptım.
Bazı yollara ulaştığımızda bir dağa
çıktı ve insanlara baktı ve dedi ki: Ne kadar çok gürültü var ve
ne kadar az hacı var. Davut Reggi dedi ki: Ey Rasûlullahın
oğlu! Allah gördüğüm bu topluluğun duasına icabet eder mi?
Bunun üzerine dedi ki: Vay olsun sana ya Ebu Süleyman! Allah kendisine
şirk koşulmasını bağışlamaz. Alinin
velayetini inkâr eden puta tapan gibidir. Dedim ki: Sana feda olayım sizi
sevenleri ve size buğz edenleri tanıyor musunuz? Dedik ki: Vay olsun
sana ya Ebu Süleyman! Doğan her kuldan alnında mumin veya kafir
yazılmayan yoktur. Muhakkak ki bir adam bizim velayetimizi kabul eden ve
düşmanlarımızdan beraat eder bir halde yanımıza
geldiğinde alnında mumin veya kafir yazısını görürüz.
Allah Azze ve Celle şöyle diyor: (Şüphe yok ki bunda
bakıp görenler için ayetler var. Hicir 75) Düşmanımızı dostumuzdan seçip
tanırız.
(Bu
babda konuyla alakalı on yedi tane rivayet vardı.)
1288- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
سُلَيْمَانَ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلَتُهُ
عَنِ
الْإِمَامِ
هَلْ فَوَّضَ اللَّهُ
إِلَيْهِ
كَمَا
فَوَّضَ
إِلَى سُلَيْمَانَ؟
فَقَالَ:
نَعَمْ
وَذَلِكَ أَنَّ
رَجُلاً
سَأَلَهُ
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
فَأَجَابَهُ
فِيهَا
وَسَأَلَهُ
رَجُلٌ آخَرُ
عَنْ تِلْكَ
الْمَسْأَلَةِ
فَأَجَابَهُ بِغَيْرِ
جَوَابِ
الْأَوَّلِ
ثُمَّ سَأَلَهُ
آخَرُ
عَنْهَا
فَأَجَابَهُ
بِغَيْرِ جَوَابِ
الْأَوَّلَيْنِ
ثُمَّ قَالَ:
(هَذَا عَطَاؤُنَا
فَامْنُنْ
أَوْ أَعْطِ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ)
هَكَذَا فِي
قِرَاءَةِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
قَالَ:
قُلْتُ:
أَصْلَحَكَ
اللَّهُ!
فَحِينَ أَجَابَهُمْ
بِهَذَا
الْجَوَابِ
يَعْرِفُهُمُ
الْإِمَامُ؟
قَالَ:
سُبْحَانَ
اللَّهِ! أَ
مَا تَسْمَعُ
قَوْلَ
اللَّهِ
تَعَالَى فِي
كِتَابِهِ: (إِنَّ فِي
ذلِكَ
لَآياتٍ
لِلْمُتَوَسِّمِينَ)
وَهُمُ
الْأَئِمَّةُ (وَ
إِنَّها
لَبِسَبِيلٍ
مُقِيمٍ) لَا
يَخْرُجُ
مِنْهَا
أَبَداً
ثُمَّ قَالَ
لِي: نَعَمْ
إِنَّ
الْإِمَامَ
إِذَا نَظَرَ
إِلَى رَجُلٍ
عَرَفَهُ
وَعَرَفَ
لَوْنَهُ
وَإِنْ
سَمِعَ
كَلَامَهُ
مِنْ خَلْفِ
حَائِطٍ
عَرَفَهُ
وَعَرَفَ مَا
هُوَ لِأَنَّ
اللَّهَ
يَقُولُ: (وَ
مِنْ آياتِهِ
خَلْقُ
السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ
وَاخْتِلافُ
أَلْسِنَتِكُمْ
وَأَلْوانِكُمْ
إِنَّ فِي
ذلِكَ
لَآياتٍ لِلْعالِمِينَ) فَهُمُ
الْعُلَمَاءُ
وَلَيْسَ
يَسْمَعُ شَيْئاً
مِنَ الْإِنْسِ
يَنْطِقُ
إِلَّا
عَرَفَهُ
نَاجٍ أَوْ
هَالِكٌ
فَلِذَلِكَ
يُجِيبُهُمْ
بِالَّذِي
يُجِيبُهُمْ
بِهِ.
1288- Abdullah
ibni Süleyman şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama İmamı sordum. Allah Süleymana yetki verdiği gibi
imama da yetki verdi mi? Dedi ki: Evet, onunla alakalı; bir adam soru
sorar onun hakkında ona bir cevap verir. Başka bir adam o sorunun
aynısını sorar ona birinciye verdiği cevaptan başka
bir cevap verir. Sonra başka bir adam aynı soruyu sorar ona önceki
ikisine verdiği cevaptan başka bir cevap verir. Sonra şöyle
dedi: (Bu sana olan ihsanımızdır
ister hibe et ister hesapsızca ver. Sad 39) Ali aleyhisselamın
kıraatinde böyleydi.
Dedim ki: Allah işlerini
yoluna koysun onlara böyle cevap verdiğinde imam onları tanır mı?
Bunun üzerine dedi ki: Subhanellah! Allahın kitabındaki ayetini
işitmedin mi? (Şüphe
yok ki bunda bakıp görenler için ayetler var. Hicir 75) Onlar imamlardır. (Ve şüphe yok
ki o, hala yol üzerinde durmaktadır. Hicr 76) Oradan asla çıkmadı.
Sonra bana dedi ki: Evet imam bir adama baktığında onu ve
rengini tanır, duvarın arkasından sözünü işittiğinde
onu tanır ve ne olduğunu bilir. Çünkü Allah diyor ki: (Göklerin ve yerin yaratılması ile
dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir.
Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. Rum 22) Onlar alimlerdir. İnsandan bir şey duymasın
kurtuluş ehli mi yoksa helak ehli mi hemen onu tanır onlara
verdiği cevapları öyle verir.
(Bu
babda konuyla alakalı bir tane rivayet vardı.)
1289- عَنْ
ضُرَيْسٍ
الْكُنَاسِيِّ
قَالَ:
كُنَّا
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مَعَ
جَمَاعَةٍ
مِنْ أَصْحَابِنَا
إِذْ دَخَلَ
عَلَيْهِ
رَجُلٌ أَعْرِفُهُ
فَذَكَرَ
رَجُلًا مِنْ
أَصْحَابِنَا
وَلَمَزَهُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَلَمْ
يُجِبْهُ
بِشَيْءٍ
فَظَنَّ
الرَّجُلُ
أَنَّ أَبَا
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
لَمْ يَسْمَعْ
فَأَعَادَ
عَلَيْهِ
أَيْضاً
فَلَمْ يَلْتَفِتْ
إِلَيْهِ
فَظَنَّ
الرَّجُلُ
أَنَّهُ لَمْ
يَسْمَعْ
فَأَعَادَ
الثَّالِثَةَ
فَرَدَّ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَدَهُ إِلَى
لِحْيَةِ
الرَّجُلِ
فَقَبَضَ
عَلَيْهَا
فَهَزَّهَا
ثَلَاثاً
حَتَّى
ظَنَنْتُ
أَنَّ
لِحْيَتَهُ
قَدْ صَارَتْ
فِي يَدِهِ
وَقَالَ لَهُ:
إِنْ كُنْتُ
لَا أَعْرِفُ
الرَّجُلَ
إِلَّا بِمَا
أُبْلَغُ
عَنْهُمْ
فَبِئْسَ
النَّسَبُ
نَسَبِي
ثُمَّ
أَرْسَلَ
لِحْيَتَهُ مِنْ
يَدِهِ
وَنَفَخَ مَا
بَقِيَ مِنَ
الشَّعْرِ
فِي كَفِّهِ.
1289- Dureys Kunasi şöyle rivayet etti: Ashaptan bir
grupla Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
yanındaydık. Yanına bir adam girdi. Ben onu tanıyordum. Ebu
Abdullah aleyhisselamın yanında ashabımızdan bir adamı
zikretti ve onun ayıbını söyledi. Ona hiçbir cevap vermedi. Adam
zannetti ki Ebu Abdullah aleyhisselam onu işitmedi ve aynı
şekilde tekrarladı ona yönelmedi. Adam zannetti ki işitmedi ve
üçüncü kez tekrarladı. Bunun üzerine Ebu Abdullah aleyhisselam elini
adamın sakalına uzattı ve tutup üç defa çekiştirip
salladı. Zannettim ki adamın sakalı elinde kaldı. Ona dedi
ki: Bir adamı onlardan ulaşan şeyler dışında
tanıyamıyorsam o halde benim nesebim çok pis bir neseptir. Sonra
adamın sakalını elinden salıverdi ve avucunda kalan
kılları üfledi.
1291- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قال: إِنَّا
أَهْلَ
بَيْتٍ إِذَا
عَلِمْنَا
مِنْ أَحَدٍ
خَيْراً لَمْ
تُزِلْ
ذَلِكَ
عَنْهُ
مِنَّا
أَقَاوِيلُ
الرِّجَالِ.
1291-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Biz Ehli Beyt
bir adamı hayırlı bilirsek başka adamların sözü bu
durumu değiştirmez.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1293- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ أَنَالَ
فِي النَّاسِ
وَأَنَالَ
وَأَنَالَ
وَإِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
مَعَاقِلُ
الْعِلْمِ
وَأَبْوَابُ
الْحِكَمِ
وَضِيَاءُ
الْأَمْرِ.
1293- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi insanlara çokça ilim
verdi ve verdi de verdi. Biz Ehli Beyt ilmin kaleleriyiz, hikmetlerin
kapılarıyız ve işin ışığıyız.
1297- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
أَنَالَ فِي
النَّاسِ
وَأَنَالَ
وَعِنْدَنَا
عُرَى
الْأَمْرِ
وَأَبْوَابُ
الحِكْمَةِ
وَمَعَاقِلُ
الْعِلْمِ
وَضِيَاءُ
الْأَمْرِ
وَأَوَاخِيهِ
فَمَنْ
عَرَفَنَا
نَفَعَتْهُ
مَعْرِفَتُهُ
وَقُبِلَ
مِنْهُ
عَمَلُهُ
وَمَنْ لَمْ
يَعْرِفْنَا
لَمْ
تَنْفَعْهُ
مَعْرِفَتُهُ
وَلَمْ
يُقْبَلْ
مِنْهُ
عَمَلُهُ.
1297-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi insanlara çokça ilim verdi ve verdi. Bizim
yanımızdadır işin kulpları, hikmetin
kapıları, ilmin kaleleri, işin ışığı ve
düğümü. Kim bizi tanırsa tanıması ona fayda verir ve ameli
ondan kabul edilir. Kim de bizi tanımazsa, başka şeyleri
tanıması ona fayda vermez ve ameli ondan kabul edilmez.
1301- عَنِ
الْقَاسِمِ
بْنِ
عُرْوَةَ
عَنْ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
صَعِدَ عَلَى
مِنْبَرِ
الْكُوفَةِ
فَحَمِدَ
اللَّهَ
وَأَثْنَى
عَلَيْهِ
وَشَهِدَ بِشَهَادَةِ
الْحَقِّ
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّ اللَّهَ
بَعَثَ
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
بِالرِّسَالَةِ
وَاخْتَصَّهُ
بِالنُّبُوَّةِ
وَأَنْبَأَهُ
بِالْوَحْيِ
وَأَنَالَ
النَّاسَ
وَأَنَالَ
وَفِينَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
مَعَاقِلُ
الْعِلْمِ
وَأَبْوَابُ
الْحِكَمِ
وَضِيَاءُ
الْأَمْرِ
فَمَنْ
يُحِبُّنَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
يَنْفَعُهُ
إِيمَانُهُ
وَيُقْبَلُ
مِنْهُ
عَمَلُهُ
وَمَنْ لَا
يُحِبُّنَا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
فَلَا يَنْفَعُهُ
إِيمَانُهُ
وَلَا
يُقْبَلُ
مِنْهُ عَمَلُهُ
وَلَوْ صَامَ
النَّهَارَ
وَقَامَ
اللَّيْلَ.
1301- Gasım
ibni Urve şöyle rivayet etti: Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam Kufenin
minberine çıktı. Allaha hamd etti onu övdü ve hak şehadetle
şehadet getirdi ve dedi ki: Allah Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiyi
risaletle gönderdi ve onu nubüvvetle ayrı tuttu ve vahiyle haberdar etti.
O da insanlara çokça ilim yaydı ve yaydı. İlmin kaleleri biz
Ehli Beyttedir ve hikmetlerin kapıları, işin
ışığı. Kim biz Ehli Beyti severse imanı ona
fayda verir ve onun ameli kabul edilir, kim de biz Ehli Beyti sevmezse imanı
ona fayda vermez ve ondan ameli de kabul edilmez, gündüz oruç tutup geceyi
ayakta geçirse bile.
(Bu babda konuyla alakalı on dört tane rivayet
vardı.)
1309- عَنْ
بُرَيْدِ
بْنِ
مُعَاوِيَةَ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
وَأَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
جَمِيعاً عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
مَا
مَنْزِلُكُمْ؟
وَبِمَنْ تُشْبِهُونَ
مِمَّنْ
مَضَى؟
فَقَالَ:
كَصَاحِبِ
مُوسَى وَذِي
الْقَرْنَيْنِ
كَانَا عَالِمَيْنِ
وَلَمْ
يَكُونَا
نَبِيَّيْنِ.
1309- Bureyd ibni Muaviye şöyle rivayet etti: Ebu
Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam ve Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Sizden önce geçenlere
benzerliğinizde sizin menziliniz nedir? Dedi ki: Musanın yoldaşı
ve Zulkarneyn gibi. İkisi de alim idi ama ikisi de nebi değildi.
1312- عَنْ
حُمْرَانَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَ لَسْتَ
أَخْبَرْتَنِي
أَنَّ عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
كَانَ
مُحَدَّثاً؟
قَالَ: بَلَى
قُلْتُ: مَنْ
يُحَدِّثُهُ؟
قَالَ: مَلَكٌ
يُحَدِّثُهُ
قُلْتُ:
أَقُولُ
إِنَّهُ
نَبِيٌّ أَوْ
رَسُولٌ؟ قَالَ:
لَا بَلْ
مَثَلُهُ
مَثَلُ
صَاحِبِ سُلَيْمَانَ
وَمَثَلُ
صَاحِبِ
مُوسَى
وَمَثَلُ ذِي
الْقَرْنَيْنِ
أَ مَا
بَلَغَكَ
أَنَّ عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
سُئِلَ عَنْ
ذِي
الْقَرْنَيْنِ
فَقَالُوا:
كَانَ
نَبِيّاً؟
قَالَ: لَا
بَلْ كَانَ
عَبْداً
أَحَبَّ
اللَّهَ فَأَحَبَّهُ
وَنَاصَحَ
اللَّهَ
فَنَاصَحَهُ
فَهَذَا
مَثَلُهُ.
1312-
Humran şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama dedim ki: Bana Ali aleyhisselamın muhaddes olduğunu
söylemedin mi? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Ona kim konuşuyordu? Dedi ki:
Melek konuşuyordu. Dedim ki: Nebi veya resuldür diyeyim mi? Dedi ki:
Hayır aksine onun misali Süleymanın yoldaşının misali
gibi, Musanın yoldaşının misali gibi, Zulkarneyn gibi. Bu
haber sana ulaşmadı mı? Ali aleyhisselama Zulkarneyn
hakkında soruldu. Dediler ki: O nebi miydi? Dedi ki: Hayır aksine bir
kuldu Allahı severdi, o da onu severdi. Allah için nasihat ederdi o da
ona nasihat ederdi. İşte bu onun misalidir.
(Bu
babda konuyla alakalı yedi tane rivayet vardı.)
1314- عَنْ
بُرَيْدٍ
الْعِجْلِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنِ
الرَّسُولِ
وَالنَّبِيِّ
وَالْمُحَدَّثِ؟
قَالَ: الرَّسُولُ
الَّذِي
تَأْتِيهِ
الْمَلَائِكَةُ
وَيُعَايِنُهُمْ
وَتَبْلُغُهُ
عَنِ اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
وَالنَّبِيُّ
الَّذِي
يَرَى فِي
مَنَامِهِ
فَمَا رَأَى
فَهُوَ كَمَا
رَأَى
وَالْمُحَدَّثُ
الَّذِي
يَسْمَعُ
كَلَامَ
الْمَلَائِكَةِ
وَيُنْقَرُ
فِي أُذُنِهِ
وَيُنْكَتُ
فِي قَلْبِهِ.
1314- Bureyd İcli şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama resulü, nebiyi ve muhaddesi
sordum. Dedi ki: Resul; ona melekler gelir gözüyle onları görür ve ona
Allah Tebareke ve Teala tarafından tebliğ eder. Nebi; o uykusunda
görür ne gördüyse gördüğü gibidir. Muhaddes; o meleklerin sesini
işitir ve kulağına seslenilir ve kalbine atılır.
1319- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
الْأَنْبِيَاءُ
عَلَى
خَمْسَةِ
أَنْوَاعٍ:
مِنْهُمْ
مَنْ
يَسْمَعُ
الصَّوْتَ
مِثْلَ
صَوْتِ
السِّلْسِلَةِ
فَيَعْلَمُ
مَا عُنِيَ
بِهِ
وَمِنْهُمْ
مَنْ يُنَبَّأُ
فِي
مَنَامِهِ
مِثْلَ
يُوسُفَ
وَإِبْرَاهِيمَ
عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يُعَايِنُ
وَمِنْهُمْ
مَنْ يُنْكَتُ
فِي قَلْبِهِ
وَيُوقَرُ
فِي أُذُنِهِ.
1319-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Nebiler
beş kısım üzerinedir. Onlardan bir kısmı zincirin sesi
gibi bir ses işitir ve onunla ne kastedildiğini anlar. Onlardan bir
kısmı uykusunda haberdar edilir aynı Yusuf ve İbrahim
aleyhimasselam gibi. Onlardan bir kısmı meleği görür ve onlardan
bir kısmı da kalbine atılır ve kulağına
seslenilir.
1321- عَنْ
زُرَارَةَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ كانَ
رَسُولًا
نَبِيًّا) مَنِ
الرَّسُولُ؟
مَنِ
النَّبِيُّ؟
قَالَ: هُوَ
الَّذِي
يَرَى فِي مَنَامِهِ
وَيُعَايِنُ
الْمَلَكَ
قُلْتُ: فَيَكُونُ
نَبِيٌّ
غَيْرَ
رَسُولٍ؟
قَالَ: نَعَمْ
هُوَ الَّذِي
يَرَى فِي
مَنَامِهِ وَيَسْمَعُ
الصَّوْتَ
وَلَا
يُعَايِنُ
قُلْتُ:
فَالْإِمَامُ
مَا
مَنْزِلَتُهُ؟
قَالَ:
يَسْمَعُ الصَّوْتَ
وَلَا يَرَى
وَلَا
يُعَايِنُ ثُمَّ
تَلَا: (وَ مَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ قَبْلِكَ
مِنْ رَسُولٍ
وَلَا
نَبِيٍّ
وَلَا مُحَدَّثٍ).
1321- Zurare şöyle
rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) alehisselama dedim ki: (Resul
ve nebiydi. Meryem 51) Resul kimdir? Nebi kimdir? Dedi ki: O uykusunda
görür ve meleği ayırt eder. Dedim ki: Resul olmadan da nebi olur mu?
Dedi ki: Evet o uykusunda görür, sesi işitir ama meleği ayırt
etmez. Dedim ki: İmamın menzili nedir? Dedi ki: Ses işitir
görmez ve meleği de ayırt etmez. Sonra şunu okudu: (Senden
önce gönderdiğimiz hiç bir resul ve nebi ve muhaddes yoktur ki. Hac 52)
1323- عَنْ
زُرَارَةَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مَنِ
الرَّسُولُ؟
مَنِ
النَّبِيُّ؟
مَنِ
الْمُحَدَّثُ؟
فَقَالَ:
الرَّسُولُ
الَّذِي
يَأْتِيهِ
جَبْرَئِيلُ
فَيُكَلِّمُهُ
قُبُلًا
فَيَرَاهُ
كَمَا يَرَى
أَحَدُكُمْ صَاحِبَهُ
الَّذِي
يُكَلِّمُهُ
فَهَذَا
الرَّسُولُ وَالنَّبِيُّ
الَّذِي
يُؤْتَى فِي
النَّوْمِ
نَحْوَ
رُؤْيَا
إِبْرَاهِيمَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَنَحْوَ مَا
كَانَ
يَأْخُذُ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ مِنَ السُّبَاتِ
إِذَا
أَتَاهُ
جَبْرَئِيلُ
فِي
النَّوْمِ
فَهَكَذَا
النَّبِيُّ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
تُجْمَعُ
لَهُ
الرِّسَالَةُ
وَالنُّبُوَّةُ
فَكَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
رَسُولًا
وَنَبِيّاً
يَأْتِيهِ جَبْرَئِيلُ
قُبُلًا
فَيُكَلِّمُهُ
وَيَرَاهُ
وَيَأْتِيهِ
فِي
النَّوْمِ
وَأَمَّا الْمُحَدَّثُ
فَهُوَ
الَّذِي
يَسْمَعُ كَلَامَ
الْمَلَكِ
فَيُحَدِّثُهُ
مِنْ غَيْرِ
أَنْ يَرَاهُ
وَمِنْ
غَيْرِ أَنْ
يَأْتِيَهُ
فِي
النَّوْمِ.
1323-
Zurare şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama dedim ki: Resul kimdir? Nebi kimdir? Muhaddes kimdir? Dedi ki:
Resul; Cebrail ona gelir ve önünden onunla konuşur, o da onu görür
aynı sizden birisinin kendisine konuşan arkadaşını görmesi
gibi. İşte resul böyledir. Nebi; ona uykuda gelinir İbrahim
aleyhisselamın rüyası gibi aynı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi istirahat ettiğinde Cebrail uykuda ona gelmesi gibi. Nebi de
işte böyledir. Onlardan bazıları için risalet ve nubuvvet
birleşmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi Resuldü, Cebrail
ona ön tarafından geliyordu ve onunla konuşuyordu ve onu görüyordu ve
ona uykuda da geliyordu. Muhaddes; o meleğin sesini işitir, uykuda
ona gelmeden onu görmeden onunla konuşur.
1326- عَنْ
زُرَارَةَ
بْنِ
أَعْيَنَ
قَالَ: سَأَلْتُهُ
عَنْ
قَوْلِهِ
تَعَالَى: (وَ
مَا أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
مِنْ رَسُولٍ
وَلَا
نَبِيٍّ
وَلَا
مُحَدَّثٍ)
قَالَ: الرَّسُولُ
الَّذِي
يَأْتِيهِ
جَبْرَئِيلُ
قُبُلًا
فَيُكَلِّمُهُ
وَيَرَاهُ
كَمَا يَرَى أَحَدُكُمْ
صَاحِبَهُ
وَأَمَّا
النَّبِيُّ
فَهُوَ الَّذِي
يُؤْتَى فِي
مَنَامِهِ
مِثْلَ
رُؤْيَا إِبْرَاهِيمَ
وَنَحْوَ مَا
كَانَ
يَأْتِي مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
تُجْمَعُ
لَهُ
الرِّسَالَةُ
وَالنُّبُوَّةُ
وَكَانَ
مُحَمَّدٌ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
مِمَّنْ جُمِعَتْ
لَهُ النُّبُوَّةُ
وَالرِّسَالَةُ
وَأَمَّا
الْمُحَدَّثُ
فَهُوَ
الَّذِي
يَسْمَعُ
كَلَامَ الْمَلَكِ
وَلَا يَرَى
وَلَا
يَأْتِيهِ
فِي الْمَنَامِ.
1326- Zurare ibni Ayan şöyle rivayet etti: Ona Teala nın: (Senden
önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi ve muhaddes yoktur ki. Hac 52) ayetini sordum dedi ki: Resul; ona Cebrail gelir, ön
tarafından onunla konuşur ve onu görür, sizden birisinin
arkadaşını görmesi gibi. Nebi ise melek ona rüyasında gelir
aynı İbrahimin rüyası gibi. Muhammed sallallahu aleyhi ve
alihiye taraf gelmesi gibi. Onlardan bazıları için risalet ve
nubuvvet birleştirilmiştir. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi
nubuvvet ve risalet kendisi için birleştirilenlerdendir. Muhaddes; o
meleğin sesini işitir ama onu görmez ve uykuda da gelmez.
1327- عَنْ
أَبِي الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
كَانَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مُحَدَّثاً.
1327-
Ebul Hasan Rıza aleyhisselam şöyle dedi: Ebu Cafer (Muhammed Tâki)
aleyhisselam muhaddesti.
1328- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
كَانَ
الْحَسَنُ
وَالْحُسَيْنُ
عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ
مُحَدَّثَيْنِ.
1328- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dedi: Hasan ve Huseyn aleyhimasselam iki muhaddestiler.
1329- عَنْ
سُلَيْمِ
بْنِ قَيْسٍ
الشَّامِيِّ
أَنَّهُ
سَمِعَ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ
إِنِّي
وَأَوْصِيَائِي
مِنْ وُلْدِي
مُهْتَدُونَ
كُلُّنَا
أَئِمَّةٌ
مُحَدَّثُونَ
فَقُلْتُ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
مَنْ هُمْ؟
قَالَ:
الْحَسَنُ
وَالْحُسَيْنُ
ثُمَّ ابْنِي
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِمُ
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
قَالَ: وَعَلِيٌّ
يَوْمَئِذٍ
رَضِيعٌ
ثُمَّ ثَمَانِيَةٌ
مِنْ
بَعْدِهِ
وَاحِداً
بَعْدَ وَاحِدٍ
وَهُمُ
الَّذِينَ
أَقْسَمَ
اللَّهُ بِهِمْ
فَقَالَ: (وَ والِدٍ
وَما وَلَدَ) أَمَّا
الْوَالِدُ
فَرَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَما وَلَدَ يَعْنِي
هَؤُلَاءِ الْأَوْصِيَاءَ.
قُلْتُ:
يَا أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
أَ يَجْتَمِعُ
إِمَامَانِ؟
قَالَ: لَا
إِلَّا وَأَحَدُهُمَا
مُصْمَتٌ لَا
يَنْطِقُ
حَتَّى يَمْضِيَ
الْأَوَّلُ
قَالَ
سُلَيْمٌ
الشَّامِيُّ:
سَأَلْتُ
مُحَمَّدَ
بْنَ أَبِي بَكْرٍ
قُلْتُ: كَانَ
عَلِيٌّ
عَلَيِهَ
السَّلَامُ
مُحَدَّثاً؟
قَالَ: نَعَمْ
قُلْتُ: وَهَلْ
يُحَدِّثُ
الْمَلَائِكَةُ
إِلَّا الْأَنْبِيَاءَ؟
قَالَ: أَ مَا
تَقْرَأُ: (وَ
مَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
مِنْ رَسُولٍ
وَلَا
نَبِيٍّ
وَلَا
مُحَدَّثٍ)؟
قُلْتُ: فَأَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مُحَدَّثٌ؟
قَالَ: نَعَمْ
وَفَاطِمَةُ
كَانَتْ مُحَدَّثَةً
وَلَمْ
تَكُنْ
نَبِيَّةً.
1329- Suleym ibni Kays Şami Ali aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Ben ve evlatlarımdan olan vasiler
hidayet olmuş imamlarız ve hepimiz muhaddesiz. Dedim ki: Ya Emîr'ül Müminîn!
Onlar kimdir? Dedi ki: Hasan ve Huseyn sonra da oğlum Ali ibni Huseyn
aleyhimusselatu vesselam -Ali aleyhisselam o zaman süt emme
yaşındaydı- sonra onun ardınca sekiz tanesi bir bir. Onlar
Allahın kendilerine yemin ettiği kimselerdir. (And
olsun babaya ve doğan çocuğa. Beled 3) Baba Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihidir çocuk ise
vasilerdir.
Dedim ki: Ya Emîr'ül Müminîn! İki imam bir araya gelir
mi? Dedi ki: Hayır! İlki geçip gidene kadar diğeri susar,
konuşmaz. Muhammed ibni Ebu Bekire sordum: Ali aleyhisselam muhaddes
miydi? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Melek nebilerden başkasına
konuşur mu? Dedi ki: Okumuyor musun: (Senden
önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi ve muhaddes yoktur ki. Hac 52) Dedim ki: O zaman Emîr'ül Müminîn aleyhisselam muhaddestir.
Dedi ki: Evet. Fatime de muhaddesti ama nebi değildi.
1330- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ: سَمِعْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ: (وَ
مَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ قَبْلِكَ
مِنْ رَسُولٍ
وَلَا
نَبِيٍّ
وَلَا
مُحَدَّثٍ
إِلَّا إِذَا
تَمَنَّى
أَلْقَى
الشَّيْطَانُ
فِي
أُمْنِيَّتِهِ)
فَقُلْتُ:
وَأَيُّ شَيْءٍ
الْمُحَدَّثُ؟
قَالَ:
يُنْكَتُ فِي
أُذُنِهِ
فَيَسْمَعُ
طَنِيناً
كَطَنِينِ
الطَّسْتِ
أَوْ
يُقْرَعُ
عَلَى
قَلْبِهِ
فَيَسْمَعُ
وَقْعاً كَوَقْعِ
السِّلْسِلَةِ
عَلَى
الطَّسْتِ فَقُلْتُ:
نَبِيٌّ؟
فَقَالَ: لَا
مِثْلَ الْخَضِرِ
وَمِثْلَ ذِي
الْقَرْنَيْنِ.
1330-
Ebu Hamza Sumali Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: (Senden önce
gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi ve muhaddes yoktur ki bir şey
temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese
vermiş olmasın. Hac 52) Dedim ki: Muhaddes de nedir?
Dedi ki: Kulağına seslenilir, leğenin çınlaması gibi
bir çınlama işitir veya kalbine atılır ve düşme sesi
duyar, zincirin leğene düşmesi gibi. Dedim ki: Nebi midir? Dedi ki:
Hayır aynı Hızır gibi aynı Zulkarneyn gibi.
1331- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
عِلْمُ
النُّبُوَّةِ
مُدْرَجٌ فِي
جَوَارِحِ
الْإِمَامِ.
1331- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Nubuvvet ilmi imamın azalarına
işlenmiştir.
1333-
عَنْ
دُرُسْتَ
بْنِ أَبِي
مَنْصُورٍ
الْوَاسِطِيِّ
عَنْهُمَا
عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ قَالَا:
الْأَنْبِيَاءُ
وَالْمُرْسَلُونَ
عَلَى أَرْبَعِ
طَبَقَاتٍ:
فَنَبِيٌّ
مُنَبَّأٌ فِي
نَفْسِهِ لَا
يَعْدُو
غَيْرَهَا.
وَ
نَبِيٌّ
يَرَى فِي
النَّوْمِ
وَيَسْمَعُ
الصَّوْتَ
وَلَا
يُعَايِنُ
فِي الْيَقَظَةِ
وَلَمْ
يُبْعَثْ
إِلَى أَحَدٍ
وَعَلَيْهِ
إِمَامٌ
مِثْلُ مَا
كَانَ
إِبْرَاهِيمُ
عَلَى لُوطٍ.
وَ
نَبِيٌّ
يَرَى فِي
مَنَامِهِ
وَيَسْمَعُ
الصَّوْتَ وَيُعَايِنُ
الْمَلَكَ
وَقَدْ
أُرْسِلَ إِلَى
طَائِفَةٍ
قَلُّوا أَوْ
كَثُرُوا كَمَا
قَالَ
اللَّهُ
لِيُونُسَ: (وَ
أَرْسَلْناهُ
إِلى
مِائَةِ
أَلْفٍ أَوْ
يَزِيدُونَ) قَالَ:
يَزِيدُونَ
ثَلَاثِينَ
أَلْفاً.
وَ
نَبِيٌّ
يَرَى فِي
نَوْمِهِ
وَيَسْمَعُ الصَّوْتَ
وَيُعَايِنُ
فِي
الْيَقَظَةِ
وَهُوَ
إِمَامٌ مِثْلُ
أُولِي
الْعَزْمِ
وَقَدْ كَانَ
إِبْرَاهِيمُ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
نَبِيّاً وَلَيْسَ
بِإِمَامٍ
حَتَّى قَالَ
اللَّهُ تَعَالَى: (إِنِّي
جاعِلُكَ
لِلنَّاسِ
إِماماً قالَ
وَمِنْ
ذُرِّيَّتِي) بِأَنَّهُ
يَكُونُ فِي
وُلْدِهِ
كُلِّهِمْ فَقالَ اللهُ:
(قَالَ لا
يَنالُ
عَهْدِي
الظَّالِمِينَ) أَيْ
مَنْ عَبَدَ
صَنَماً أَوْ
وَثَناً.
1333- Derest ibni Mansur Vasiti ikisinin şöyle
dediğini rivayet etti: Nebiler ve murseller dört tabaka üzerinedir. Bie
kısım nebi kendi nefsine nebidir, bir başkasına
gönderilmemiştir.
Bir kısım nebi
rüyasında meleği görür, sesini işitir. Uyanıkken
meleği görmez, birisine gönderilmiştir ve onun bir imamı
vardır. Aynı İbrahimin Luta imam olması gibi.
Bir kısım nebi
rüyasında görür, sesi duyar ve meleği görür, az veya çok bir taifeye
gönderilmiştir. Allahın Yunusa dediği gibi: (Biz onu yüz bin veya daha da artan bir topluluğa
gönderdik. Saffat 147)
artmaları otuz bindir.
Bir kısım nebi uykusunda
görür, sesi işitir, uyanıkken meleği görür ve o imamdır
aynı ulul azimler gibi. İbrahim aleyhisselam nebiydi ama imam
değildi Allahu Teala şöyle diyene kadar: (Seni insanlar için imam karar kıldım dedi
ki: zurriyetimden de. Bakara 124) O
evlatlarının hepsinin olmasını istiyordu. Bunun üzerine
Allah da dedi ki: (Ahdim zalimlere
erişmez. Bakara 124)
yani kim oyulmuş puta veya bir şeye ibadet ederse.
(Bu
babda konuyla alakalı yirmi tane rivayet vardı.)
1334- عَنْ
يُونُسَ بْنِ
ظَبْيَانَ
وَالْمُفَضَّلِ
بْنِ عُمَرَ وَأَبِي
سَلَمَةَ
السَّرَّاجِ
وَالْحُسَيْنِ
بْنِ
ثُوَيْرِ
بْنِ أَبِي
فَاخِتَةَ قَالُوا:
كُنَّا
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ:
لَنَا خَزَائِنُ
الْأَرْضِ
وَمَفَاتِيحُهَا
وَلَوْ أَشَاءُ
أَنْ أَقُولَ
بِإِحْدَى
رِجْلَيَّ
أَخْرِجِي
مَا فِيكِ
مِنَ
الذَّهَبِ
لَأَخْرَجَتْ
قَالَ: فَقَالَ
بِإِحْدَى
رِجْلَيْهِ
فَخَطَّهَا فِي
الْأَرْضِ
خَطّاً
فَانْفَجَرَتِ
الْأَرْضُ
ثُمَّ قَالَ
بِيَدِهِ
فَأَخْرَجَ
سَبِيكَةَ
ذَهَبٍ
قَدْرَ
شِبْرٍ
فَتَنَاوَلَهَا
فَقَالَ:
انْظُرُوا
فِيهَا
حَسَناً حَسَناً
لَا تَشُكُّون
ثُمَّ قَالَ:
انْظُرُوا
فِي
الْأَرْضِ فَإِذَا
سَبَائِكُ
فِي
الْأَرْضِ
كَثِيرَةٌ بَعْضُهَا
عَلَى بَعْضٍ
يَتَلَأْلَأُ
فَقَالَ لَهُ
بَعْضُنَا:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! أُعْطِيتُمْ
مَا
أُعْطِيتُمْ
وَشِيعَتُكُمْ
مُحْتَاجُونَ!
فَقَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ سَيَجْمَعُ
لَنَا وَلِشِيعَتِنَا
الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةَ
يُدْخِلُهُمْ
جَنَّاتِ
النَّعِيمِ
وَيُدْخِلُ
عَدُوَّنَا
الْجَحِيمَ.
1334- Yunus ibni Zibyan, Mufaddal ibni Ömer, Ebi Seleme
Serrac ve Huseyn ibni Suveyr ibni Ebu Fahite şöyle rivayet ettiler: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydık. Dedi
ki: Arzın hazineleri ve anahtarları bizimdir. İki
ayağımdan birisiyle arzın içinde altından ne varsa
çıkart demek istersem kesinlikle çıkartırdı. Ve iki
ayağından biriyle dedi ve arza bir hat çizdi bunun üzerine arz yarıldı.
Sonra eliyle işaret etti ve bir karış boyunda altın külçesi
çıktı. Onu aldı ve dedi ki: İyice bakın iyice,
şek duymayın. Sonra dedi ki: Arza bakın o esnada birbiri üzerine
yığılmış parlayan külçeler belirdi. İçimizden
birisi dedi ki: Sana feda olayım! Size verilen verilmiş
Şialarınız muhtaçlar? Bunun üzerine dedi ki: Muhakkak ki Allah
dünyayı ve ahireti bizim ve Şialarımız için bir araya
getirecek ve onları Naim cennetlerine koyacak, düşmanlarımızı
da cehenneme koyacak.
1335- عَنْ إِبْرَاهِيمَ
بْنِ مُوسَى
قَالَ:
أَلْحَحْتُ
عَلَى أَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي شَيْءٍ
أَطْلُبُهُ
مِنْهُ
وَكَانَ
يَعِدُنِي فَخَرَجَ
ذَاتَ يَوْمٍ
يَسْتَقْبِلُ
وَالِيَ
الْمَدِينَةِ
وَكُنْتُ
مَعَهُ
فَجَاءَ إِلَى
قُرْبِ
قَصْرِ
فُلَانٍ
فَنَزَلَ فِي مَوْضِعٍ
تَحْتَ
شَجَرَاتٍ
وَنَزَلْتُ
مَعَهُ أَنَا وَلَيْسَ
مَعَنَا
ثَالِثٌ
فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
هَذَا
الْعِيدُ
قَدْ
أَظَلَّنَا
وَلَا
وَاللَّهِ
مَا أَمْلِكُ
دِرْهَماً
فَمَا
سِوَاهُ
فَحَكَّ
بِسَوْطِهِ
الْأَرْضَ
حَكّاً
شَدِيداً
ثُمَّ ضَرَبَ
بِيَدِهِ
فَتَنَاوَلَ
مِنْهُ
سَبِيكَةَ
ذَهَبٍ
فَقَالَ:
انْتَفِعْ
بِهَا
وَاكْتُمْ
مَا رَأَيْتَ.
1335-
İbrahim ibni Musa şöyle rivayet etti: Ebul Hasan Rıza
aleyhisselamdan istediğim bir ihtiyacım için ısrarcı oldum
o da yerine getireceğini vadetti. Bir gün Medine valisini
karşılamak için yola çıktı, ben de onunla beraberdim,
falancanın sarayının yakınına geldiğinde
ağaçların altında bir yere indi, ben de onunla indim,
yanımızda üçüncü bir kişi yoktu. Dedim ki: Sana feda
olayım, bayrama gireceğiz vallahi ne bir dirhemim ne de başka
bir şeyim var. Bunun üzerine kırbacıyla arzı sert bir
şekilde kazıdı ve eliyle arza vurup bir altın külçesi
aldı ve dedi ki: Al bunu kullan ama bu gördüğünü kimseye açma.
1336- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ بَعْضِ
مَنْ
حَدَّثَهُ
عَنْ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
كَانَ مَعَ بَعْضِ
أَصْحَابِهِ
فِي مَسْجِدِ
الْكُوفَةِ
فَقَالَ لَهُ
رَجُلٌ:
بِأَبِي
أَنْتَ وَأُمِّي!
إِنِّي
لَأَتَعَجَّبُ
مِنْ هَذِهِ الدُّنْيَا
الَّتِي فِي
أَيْدِي
هَؤُلَاءِ الْقَوْمِ
وَلَيْسَتْ
عِنْدَكُمْ
فَقَالَ: يَا
فُلَانُ أَ
تَرَى أَنَّا
نُرِيدُ
الدُّنْيَا
فَلَا
نُعْطَاهَا؟!
ثُمَّ قَبَضَ
قَبْضَةً
مِنَ
الْحَصَى
فَإِذَا هِيَ
جَوَاهِرُ فَقَالَ:
مَا هَذَا؟
فَقُلْتُ:
هَذَا مِنْ
أَجْوَدِ
الْجَوَاهِرِ
فَقَالَ: لَوْ
أَرَدْنَاهُ
لَكَانَ
وَلَكِنْ لَا
نُرِيدُهُ
ثُمَّ رَمَى
بِالْحَصَى
فَعَادَتْ
كَمَا
كَانَتْ.
1336- Ali ibni Numan kendisine anlatan birinden şöyle
rivayet etti: Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam Kufenin mescidinde
ashabıyla beraber oturuyordu adamın birisi dedi ki: Babam ve anam
sana feda olsun bu dünyaya çok şaşırıyorum ki bu kavmin
elindedir sizin değil. Bunun üzerine dedi ki: Ey falan! Biz dünyayı
istiyoruz ve dünya da bize verilmiyor mu zannediyorsun? Sonra eliyle bir tutam
taş aldı ve mücevher oldu. Dedi ki: Bu nedir? Dedim ki: Mücevherlerin
en değerlisi. Dedi ki: İsteseydik olurdu velakin biz onu istemiyoruz.
Sonra elindeki taşı attı ve eski halini aldı.
1338- عَنْ
جَابِرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَيْهِ
فَشَكَوْتُ
إِلَيْهِ الْحَاجَةَ
قَالَ:
فَقَالَ: يَا
جَابِرُ مَا عِنْدَنَا
دِرْهَمٌ
قَالَ: فَلَمْ
أَلْبَثْ
أَنْ دَخَلَ
عَلَيْهِ
الْكُمَيْتُ
فَقَالَ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ إِنْ
رَأَيْتَ
أَنْ تَأْذَنَ
لِي حَتَّى
أُنْشِدَكَ
قَصِيدَةً؟
قَالَ:
فَقَالَ:
أَنْشِدْ
فَأَنْشَدَهُ
قَصِيدَةً
فَقَالَ: يَا
غُلَامُ
أَخْرِجْ
مِنْ ذَلِكَ
الْبَيْتِ
بَدْرَةً
فَادْفَعْهَا
إِلَى
الْكُمَيْتِ
قَالَ:
فَقَالَ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! إِنْ
رَأَيْتَ
أَنْ
تَأْذَنَ لِي
أُنْشِدُكَ
قَصِيدَةً
أُخْرَى؟
قَالَ:
أَنْشِدْ فَأَنْشَدَهُ
أُخْرَى
فَقَالَ: يَا
غُلَامُ أَخْرِجْ
مِنْ ذَلِكَ
الْبَيْتِ
بَدْرَةً فَادْفَعْهَا
إِلَى
الْكُمَيْتِ
قَالَ:
فَأَخْرَجَ
بَدْرَةً
فَدَفَعَهَا
إِلَيْهِ
قَالَ:
فَقَالَ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! إِنْ
رَأَيْتَ
أَنْ تَأْذَنَ
لِي أَنْ
أُنْشِدُكَ
ثَالِثَةً؟ قَالَ
لَهُ:
أَنْشِدْ
فَأَنْشَدَهُ
فَقَالَ: يَا
غُلَامُ
أَخْرِجْ
مِنْ ذَلِكَ
الْبَيْتِ
بَدْرَةً
فَادْفَعْهَا
إِلَيْهِ
قَالَ:
فَأَخْرَجَ
بَدْرَةً
فَدَفَعَهَا
إِلَيْهِ
فَقَالَ
الْكُمَيْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
وَاللَّهِ
مَا
مَدَحْتُكُمْ
طَلَباً
لِعَرْضِ
الدُّنْيَا
وَمَا
أَرَدْتُ
بِذَلِكَ
إِلَّا صِلَةَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَمَا
أَوْجَبَ
اللَّهُ
عَلَيَّ مِنَ
الْحَقِّ قَالَ:
فَدَعَا لَهُ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
ثُمَّ قَالَ:
يَا غُلَامُ
رُدَّهَا
مَكَانَهَا.
قَالَ:
فَوَجَدْتُ
فِي نَفْسِي
وَقُلْتُ: قَالَ
لَيْسَ
عِنْدِي
دِرْهَمٌ
وَأَمَرَ لِلْكُمَيْتِ
بِثَلَاثِينَ
أَلْفَ دِرْهَمٍ
قَالَ:
فَقَامَ
الْكُمَيْتُ
وَخَرَجَ
قُلْتُ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
قُلْتَ لَيْسَ
عِنْدِي
دَرَاهِمُ
وَأَمَرْتَ
لِلْكُمَيْتِ
بِثَلَاثِينَ
أَلْفَ
دِرْهَمٍ؟! قَالَ:
فَقَالَ لِي:
يَا جَابِرُ
قُمْ
وَادْخُلِ
الْبَيْتَ
قَالَ:
فَقُمْتُ
وَدَخَلْتُ
الْبَيْتَ فَلَمْ
أَجِدْ
مِنْهُ
شَيْئاً
قَالَ:
فَخَرَجْتُ
إِلَيْهِ
فَقَالَ لِي:
يَا جَابِرُ
مَا سَتَرْنَا
عَنْكُمْ
أَكْثَرُ
مِمَّا أَظْهَرْنَا
لَكُمْ
فَقَامَ
فَأَخَذَ
بِيَدِي وَأَدْخَلَنِي
الْبَيْتَ
قَالَ:
وَضَرَبَ بِرِجْلِهِ
الْأَرْضَ
فَإِذَا
شَبِيهٌ بِعُنُقِ
الْبَعِيرِ
قَدْ
خَرَجَتْ
مِنْ ذَهَبٍ
ثُمَّ قَالَ لِي:
يَا جَابِرُ
انْظُرْ
إِلَى هَذَا
وَلَا تُخْبِرْ
بِهِ أَحَداً
إِلَّا مَنْ
تَثِقُ بِهِ
مِنْ
إِخْوَانِكَ
إِنَّ
اللَّهَ
أَقْدَرَنَا
عَلَى مَا
نُرِيدُ
وَلَوْ
شِئْنَا أَنْ
نَسُوقَ
الْأَرْضَ
بِأَزِمَّتِهَا
لَسُقْنَاهَا.
1338-
Cabir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın huzuruna vardım ve bir ihtiyacım için
sızlandım. Bunun üzerine dedi ki: Ya Cabir! Yanımızda bir
dirhem dahi yok. Fazla durmamıştım ki huzuruna Kumeyt vardı
ve dedi ki: Sana feda olayım! Eğer bana izin vermeyi uygun görürsen
sana bir kaside okuyacağım. Dedi ki: Oku. O da ona kaside okudu. Dedi
ki: Ey hizmetçi! O odadan bir kese çıkar ve onu Kumeyte ver. Dedi ki:
Sana feda olayım! Eğer bana izin vermeyi uygun görürsen sana
başka bir kaside okuyacağım. Dedi ki: Oku. O da ona başka
kaside okudu. Dedi ki: Ey hizmetçi! O odadan bir kese çıkar ve onu
Kumeyte ver. Hizmetçi bir kese çıkardı ve onu ona verdi. Dedi ki:
Sana feda olayım! Eğer bana izin vermeyi uygun görürsen sana üçüncü
bir kaside okuyacağım. Dedi ki: Oku. O da okudu. Dedi ki: Ey
hizmetçi! O odadan bir kese çıkar ve onu ona ver. O da bir kese
çıkardı ve onu ona verdi. Kumeyt dedi ki: Sana feda olayım!
Vallahi sizi dünyayı kazanmak için methetmedim. Kasideyle sadece
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye yakınlık kurmak ve
Allahın bana vacip ettiği hakkı yerine getirmek istedim. Ebu
Cafer aleyhisselam ona dua etti ve hizmetçiye keseleri yerine
koymasını emretti.
Nefsimde bir şey hissettim ve dedim ki: Bir dirhemim
yok diyor ama Kumeyte otuz bin dirhem verilmesini emretti. Kumeyt kalktı
ve çıktı. Dedim ki: Sana feda olayım! Dirhemlerim yok dedin ama
Kumeyte otuz bin dinar verilmesi için emrettin. Bana dedi ki: Ya Cabir! Kalk
ve odaya gir. Ben de kalktım odaya girdim ve dirhem adına bir
şey bulamadım odadan çıktım. Bana dedi ki: Ya Cabir! Size
gizlediğimiz sizin için açığa
çıkardığımızdan fazla değil. Kalktı ve
elimden tutup beni odaya soktu ayağıyla arza vurdu devenin boynuna
benzeyen altın çıktı. Sonra bana dedi ki: Ya Cabir! Buna bak,
bunu kardeşlerinden güvendiklerin dışında kimseye haber
verme. Muhakkak ki Allah bizi istediğimiz şeyi yapmaya muktedir etti.
Eğer arzı yularlarından tutup çekmek isteseydik çekerdik.
(Bu babda konuyla alakalı beş tane rivayet
vardı.)
1339- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
دَعَا
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي
الْمَرَضِ
الَّذِي
تُوُفِّيَ
فِيهِ فَقَالَ:
يَا عَلِيُّ
ادْنُ مِنِّي
حَتَّى
أُسِرَّ
إِلَيْكَ مَا
أَسَرَّ
اللَّهُ
إِلَيَّ وَأَئْتَمِنَكَ
عَلَى مَا
ائْتَمَنَنِيَ
اللَّهُ
عَلَيْهِ
فَفَعَلَ
ذَلِكَ
رَسُولُ اللَّهِ
بِعَلِيٍّ
عَلَيْهِمَا
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
وَفَعَلَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ بِالْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَفَعَلَهُ
الْحَسَنُ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِالْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَفَعَلَهُ
الْحُسَيْنُ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِأَبِي
وَفَعَلَهُ
أَبِي
عَلَيْهِ
السَّلَامُ بِي
صَلَوَاتُ
اللهِ عَلَيْهِمْ
أَجْمَعِينَ.
1339- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi vefat ettiği
hastalığı sırasında Ali aleyhisselamı
çağırdı ve dedi ki: Ya Ali! Bana yaklaş ki Allahın
bana verdiği sırrı sana veriyim ve Allahın bana itimat
ettiği şeyde ben de sana itimat edeyim. Rasûlullah Aliye
sırrını verdi ve ona itimat etti aleyhimasselatu vesselam. Ali
aleyhisselam onun aynısını Hasan aleyhisselama yaptı ve
Hasan aleyhisselam da aynısını Huseyn aleyhisselama yaptı,
Huseyn aleyhisselam da aynısını babama yaptı. Babam da
aleyhisselam aynısını bana yaptı. Salevatullahi aleyhim
ecmain.
(Bu
babda konuyla alakalı altı tane rivayet vardı.)
1346-
قَالَ أَبُو
عَبْدِ اللهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ وَأَبَو
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ
فَوَّضَ
إِلَى
نَبِيِّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
أَمْرَ
خَلْقِهِ
لِيَنْظُرَ
كَيْفَ
طَاعَتُهُمْ
ثُمَّ تَلَا
هَذِهِ
الْآيَةَ: (مَا
آتاكُمُ
الرَّسُولُ
فَخُذُوهُ
وَما نَهاكُمْ
عَنْهُ
فَانْتَهُوا).
1346-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam ve Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki Allah
yaratıklarının işlerini nasıl itaat edeceklerine
bakmak için nebisi sallalahu aleyhi ve alihiye bıraktı sonra şu
ayeti okudu: (Resul size ne verirse onu alın ve neden
de sakındırırsa ondan sakının. Haşr 7)
1349- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
أَدَّبَ
نَبِيَّهُ
حَتَّى إِذَا
أَقَامَهُ
عَلَى مَا
أَرَادَ
قَالَ لَهُ: (خُذِ
الْعَفْوَ وَأْمُرْ
بِالْمَعْرُفِ
وَأَعْرِضْ
عَنِ
الْجاهِلِينَ) فَلَمَّا
فَعَلَ
ذَلِكَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
زَكَّاهُ اللَّهُ
فَقَالَ: (إِنَّكَ
لَعَلى
خُلُقٍ
عَظِيمٍ) فَلَمَّا
زَكَّاهُ
فَوَّضَ
إِلَيْهِ دِينَهُ
فَقَالَ: (مَا
آتاكُمُ
الرَّسُولُ
فَخُذُوهُ وَما
نَهاكُمْ
عَنْهُ
فَانْتَهُوا) فَحَرَّمَ
اللَّهُ
الْخَمْرَ
وَحَرَّمَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
كُلَّ
مُسْكِرٍ
فَأَجَازَ
اللَّهُ ذَلِكَ
كُلَّهُ
وَإِنَّ
اللَّهَ
أَنْزَلَ الصَّلَاةَ
وَإِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَقَّتَ
أَوْقَاتِهَا
فَأَجَازَ
اللَّهُ ذَلِكَ
لَهُ.
1349-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allah nebisini
edeplendirdi ve onu istediği konuma
ulaştırdığında ona şöyle dedi: (Affı
benimse marufu emret ve cahillerden de yüz çevir. Araf 199) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi onu
yaptığında Allah onun salahiyetini teyit etti ve dedi ki: (Kesinlikle
sen çok yüce bir ahlak üzerinesin. Kalem 4) Onun salahiyetini teyit ettiğinde dinini ona
bıraktı ve dedi ki: (Resul size ne verirse onu alın ve neden
de sakındırırsa ondan sakının. Haşr 7) Allah şarabı haram etti Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi de bütün sarhoş edici şeyleri haram etti. Allah da
onun o kararını onayladı. Allah salatı indirdi, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi de vakitlerini tayin etti, Allah da onun o
kararını onayladı.
1356- عَنْ
فُضَيْلِ
بْنِ يَسَارٍ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
كَيْفَ كَانَ
يَصْنَعُ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
بِشَارِبِ
الْخَمْرِ؟ قَالَ:
كَانَ
يَحُدُّهُ
قُلْتُ:
فَإِنْ
عَادَ؟ قَالَ:
كَانَ
يَحُدُّهُ
قُلْتُ:
فَإِنْ عَادَ؟
قَالَ: كَانَ
يَحُدُّهُ
ثَلَاثَ مَرَّاتٍ
فَإِنْ عَادَ
كَانَ
يَقْتُلُهُ.
قُلْتُ:
كَيْفَ كَانَ
يَصْنَعُ
بِشَارِبِ الْمُسْكِرِ؟
قَالَ: مِثْلَ
ذَلِكَ
قُلْتُ: فَمَنْ
شَرِبَ
شَرْبَةَ
مُسْكِرٍ
كَمَنْ شَرِبَ
شَرْبَةَ
خَمْرٍ؟
قَالَ:
سَوَاءٌ فَاسْتَعْظَمْتُ
ذَلِكَ
فَقَالَ لِي:
يَا فُضَيْلُ
لَا تَسْتَعْظِمْ
ذَلِكَ
فَإِنَّ
اللَّهَ
إِنَّمَا بَعَثَ
مُحَمَّداً صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ رَحْمَةً
لِلْعالَمِينَ
وَاللَّهُ
أَدَّبَ
نَبِيَّهُ
فَأَحْسَنَ تَأْدِيبَهُ
فَلَمَّا
انْتَدَبَ
فَوَّضَ إِلَيْهِ
فَحَرَّمَ
اللَّهُ
الْخَمْرَ
وَحَرَّمَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كُلَّ مُسْكِرٍ
فَأَجَازَ
اللَّهُ
ذَلِكَ لَهُ
وَحَرَّمَ
اللَّهُ
مَكَّةَ
وَحَرَّمَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
الْمَدِينَةَ
فَأَجَازَ
اللَّهُ
ذَلِكَ
كُلَّهُ لَهُ
وَفَرَضَ اللَّهُ
الْفَرَائِضَ
مِنَ
الصُّلْبِ
فَأَطْعَمَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
الْجَدَّ
فَأَجَازَ
ذَلِكَ كُلَّهُ
لَهُ ثُمَّ
قَالَ: يَا
فُضَيْلُ
حُرِّفَ
وَمَا
حُرِّفَ: (مَنْ
يُطِعِ
الرَّسُولَ
فَقَدْ
أَطاعَ اللَّهَ).
1356- Fuzeyl ibni Yesar şöyle
rivayet etti: Dedim ki: Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam şarap içine ne
yapıyordu? Dedi ki: Ona had uyguluyordu. Dedim ki: Eğer tekrar
içerse. Dedi ki: Ona had uyguluyordu. Dedim ki: Eğer tekrar içerse. Dedi
ki: Ona had uyguluyordu, üç sefer eğer tekrar içerse onu öldürüyordu.
Dedim ki: Sarhoş edici
şey içenlere ne yapıyordu? Dedi ki: Aynısını
yapıyordu. Dedim ki: Sarhoş edici şey içen şarap içen gibi
midir? Dedi ki: Birdir. O cevabı bana çok büyük geldi. Bunun üzerine dedi
ki: Ya Fuzeyl! O sana büyük gelmesin. Muhakkak ki Allah Muhammed sallallahu
aleyhi ve alihiyi alemlere rahmet olarak gönderdi. Allah nebisini edeplendirdi
ve onun edeplendirmesi en güzel şekildedir. Edeplendiğinde
işleri ona bıraktı. Allah şarabı haram etti,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi de bütün sarhoş edici şeyleri
haram etti, Allah da onun o kararını onayladı. Allah Mekkeyi
haram etti (yüceltti, dokunulmaz kıldı) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi de Medineyi haram etti, Allah
da onun o kararını onayladı. Allah sulblerle alakalı
farzları farz ettiğinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedeye
de bir pay verdi. Allah da onun o kararını onayladı. Ya Fuzeyl!
Tahrif edilen tahrif edildi. (Kim resule itaat ederse Allaha itaat
etmiştir. Nisa 80)
1358- عَنْ
زُرَارَةَ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
وَضَعَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
دِيَةَ
الْعَيْنِ
وَدِيَةَ النَّفْسِ
وَدِيَةَ
الْأَنْفِ
وَحَرَّمَ النَّبِيذَ
وَكُلَّ
مُسْكِرٍ
فَقَالَ لَهُ رَجُلٌ:
فَوَضَعَ
هَذَا
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ مِنْ
غَيْرِ أَنْ
يَكُونَ
جَاءَ فِيهِ
شَيْءٌ؟
قَالَ: نَعَمْ
لِيَعْلَمَ
مَنْ يَطِعُ الرَّسُولَ
مِمَّنْ
يَعْصِيهِ.
1358-
Zurare Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi gözün
diyetini, nefsin diyetini ve burnun diyetini belirledi şarabı ve
bütün sarhoş edici şeyleri de haram etti. Adamın birisi dedi ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi bunu mesele hakkında bir şey
gelmeden mi yaptı? Dedi ki: Evet kim resule itaat edeni ona isyan
edecekten ayırıp bilmesi için.
1359- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ:
قَرَأْتُ
هَذِهِ
الْآيَةَ
إِلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
(لَيْسَ لَكَ
مِنَ
الْأَمْرِ
شَيْءٌ)
قَوْلُ
اللَّهِ
تَعَالَى
لِنَبِيِّهِ
وَأَنَا
أُرِيدُ أَنْ
أَسْأَلَهُ
عَنْهَا
فَقَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
بَلْ وَشَيْءٌ
شَيْءٌ
مَرَّتَيْنِ
وَكَيْفَ لَا
يَكُونُ لَهُ مِنَ
الْأَمْرِ
شَيْءٌ
فَقَدْ
فَوَّضَ
اللَّهُ
إِلَيْهِ
دِينَهُ
فَقَالَ: (ما
آتاكُمُ
الرَّسُولُ
فَخُذُوهُ
وَما نَهاكُمْ
عَنْهُ
فَانْتَهُوا) فَمَا
أَحَلَّ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَهُوَ
حَلَالٌ وَمَا
حَرَّمَ
فَهُوَ
حَرَامٌ.
1359-
Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama şu ayeti okudum: (Senin yapacağın bir şey yoktur.
Â-li İmran 128) Allahu Tealanın
nebisine sözü ona o ayeti sormak istiyordum. Ebu Cafer aleyhisselam dedi ki:
Tam aksine şey ve şey iki defa- nasıl olur onun
yapacağı bir şey olmaz. Allah dinini ona bıraktı ve
dedi ki: (Resul size ne verirse onu alın ve neden de
sakındırırsa ondan sakının. Haşr 7) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi neyi helal
etmişse o helaldir ve neyi de haram etmişse o da haramdır.
(Bu
babda konuyla alakalı on dokuz tane rivayet vardı.)
1364- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
أَدَّبَ
رَسُولَهُ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
حَتَّى قَوَّمَهُ
عَلَى مَا
أَرَادَ
ثُمَّ فَوَّضَ
إِلَيْهِ
فَقَالَ: (ما آتاكُمُ
الرَّسُولُ
فَخُذُوهُ
وَما نَهاكُمْ
عَنْهُ
فَانْتَهُوا) فَمَا
فَوَّضَ
اللَّهُ
إِلَى
رَسُولِهِ فَقَدْ
فَوَّضَهُ
إِلَيْنَا.
1364- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
alihiyi edeplendirdi ve istediği düzeye gelinceye kadar güçlendirdi, sonra
işi ona bıraktı ve dedi ki: (Resul size ne verirse onu alın ve neden de
sakındırırsa ondan sakının. Haşr 7) Allah resulüne ne
bıraktıysa onu bize de bıraktı.
1365- عَنْ
مُوسَى بْنِ
أَشْيَمَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَسَأَلْتُهُ
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
فَأَجَابَنِي
فَبَيْنَا أَنَا
جَالِسٌ إِذْ
جَائَهُ
رَجُلٌ
فَسَأَلَهُ
عَنْهَا
بِعَيْنِهَا
فَأَجَابَهُ
بِخِلَافِ
مَا
أَجَابَنِي
ثُمَّ جَاءَ
آخَرُ فَسَأَلَهُ
عَنْهَا
بِعَيْنِهَا
فَأَجَابَهُ
بِخِلَافِ
مَا
أَجَابَنِي
وَأَجَابَ صَاحِبِي
فَفَزِعْتُ مِنْ
ذَلِكَ
وَعَظُمَ
عَلَيَّ
فَلَمَّا خَرَجَ
الْقَوْمُ
نَظَرَ
إِلَيَّ
فَقَالَ: يَا
ابْنَ
أَشْيَمَ
كَأَنَّكَ
جَزِعْتَ؟
قُلْتُ:
جَعَلَنِيَ اللَّهُ
فِدَاكَ!
إِنَّمَا
جَزِعْتُ
مِنْ ثَلَاثِ
أَقَاوِيلَ
فِي
مَسْأَلَةٍ
وَاحِدَةٍ
فَقَالَ: يَا
ابْنَ
أَشْيَمَ
إِنَّ اللَّهَ
فَوَّضَ
إِلَى
دَاوُدَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
أَمْرَ
مُلْكِهِ
فَقَالَ: (هذا
عَطاؤُنا
فَامْنُنْ
أَوْ
أَمْسِكْ بِغَيْرِ
حِسابٍ)
وَفَوَّضَ
إِلَى
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
أَمْرَ
دِينِهِ
فَقَالَ: (ما
آتاكُمُ
الرَّسُولُ
فَخُذُوهُ
وَما نَهاكُمْ
عَنْهُ
فَانْتَهُوا) فَإِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى فَوَّضَ
إِلَى
الْأَئِمَّةِ
مِنَّا
وَإِلَيْنَا
مَا فَوَّضَ
إِلَى
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَلَا
تَجْزَعْ.
1365-
Musa ibni Eşyem şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım ve ona bir mesele
sordum, o da bana cevap verdi. Oturduğum sırada onun yanına bir
adam geldi ve aynı soruyu sordu ve bana verdiği cevabın aksine
bir cevap verdi. Sonra başka birisi geldi ve aynı soruyu sordu, ona
bana ve diğer arkadaşa verdiği cevabın aksine bir cevap
verdi. Olaydan ürktüm ve bana çok büyük geldi. Kavim
çıktığında bana baktı ve dedi ki: Ey Eşyemin
oğlu! Telaşlı gibisin? Dedim ki: Allah beni sana feda etsin. Tek
bir soru hakkındaki üç cevaptan telaşlandım. Dedi ki: Ey
Eşyemin oğlu! Allah Davud aleyhisselama mülkünün işini
bıraktı ve dedi ki: (Bu sana
bağışımızdır ister ver ister tut hesapsızca.
Sad 39) Dininin işini de
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye bıraktı ve dedi ki: (Resul
size ne verirse onu alın ve neden de sakındırırsa ondan
sakının. Haşr 7) Muhakkak ki Allah işi
bizden olan imamlara bıraktı. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye
ne bıraktıysa bizedir. Telaşlanma.
1367- عَنْ
أَبِي
إِسْحَاقَ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَسَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
إِنَّ
اللَّهَ
أَدَّبَ
نَبِيَّهُ
عَلَى مَحَبَّتِهِ
فَقَالَ: (إِنَّكَ
لَعَلى
خُلُقٍ
عَظِيمٍ)
ثُمَّ
فَوَّضَ
إِلَيْهِ
فَقَالَ: (ما
آتاكُمُ
الرَّسُولُ
فَخُذُوهُ
وَما نَهاكُمْ
عَنْهُ
فَانْتَهُوا)
وَقَالَ: (مَنْ
يُطِعِ
الرَّسُولَ
فَقَدْ
أَطاعَ
اللَّهَ).
ثُمَّ
قَالَ:
وَإِنَّ
نَبِيَّ
اللَّهِ فَوَّضَ
إِلَى
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَائْتَمَنَهُ
فَسَلَّمْتُمْ
وَجَحَدَ النَّاسُ
وَاللَّهِ
لَحَسْبُكُمْ
أَنْ تَقُولُوا
إِذَا
قُلْنَا
وَتَصْمُتُوا
إِذَا صَمَتْنَا
وَنَحْنُ
فِيمَا
بَيْنَكُمْ
وَبَيْنَ
اللَّهِ
فَمَا جَعَلَ
اللَّهُ
لِأَحَدٍ
خَيْراً فِي
خِلَافِ
أَمْرِنَا.
1367-
Ebu İshak şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın huzuruna vardım şöyle dediğini işittim:
Allah nebisini kendi muhabbeti üzerine edeplendirdi ve dedi ki: Kesinlikle
sen çok yüce bir ahlak üzerinesin. Kalem 4) Sonra işlerini ona bıraktı ve dedi ki: (Resul
size ne verirse onu alın ve neden de sakındırırsa ondan
sakının. Haşr 7) Ve dedi ki: (Kim
resule itaat ederse Allaha itaat etmiştir. Nisa 80)
Sonra bana dedi ki: Nebiyyullah
işleri Ali aleyhisselama bıraktı ve ona itimat etti. Siz teslim
oldunuz, insanlar inkâr ettiler. Vallahi söylediğimizde söylemeniz ve
sustuğumuzda susmanız sizin için yeterlidir. Allahla sizin aranızda
olan biziz, bizim işimize hilaf olan bir kimse için Allah hayır
kılmadı.
1373- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِذَا
رَأَيْتَ
الْقَائِمَ
أَعْطَى
رَجُلًا
مِائَةَ
أَلْفٍ
وَأَعْطَى
آخَرَ دِرْهَماً
فَلَا
يَكْبُرُ فِي
صَدْرِكَ فَإِنَّ
الْأَمْرَ
مُفَوَّضٌ
إِلَيْهِ.
1373-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Kaimi bir
adama yüz bin diğerine bir dirhem verdiğini görürsen göğsüne
büyük gelmesin. Çünkü işler ona bırakılmıştır.
(Bu babda konuyla alakalı on üç tane rivayet
vardı.)
1377- عَنْ
سَوْرَةَ
بْنِ
كُلَيْبٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
بِأَيِّ شَيْءٍ
يُفْتِي
الْإِمَامُ؟
قَالَ:
بِالْكِتَابِ
قَالَ:
قُلْتُ: فَمَا
لَمْ يَكُنْ
فِي
الْكِتَابِ؟
قَالَ:
بِالسُّنَّةِ
قُلْتُ: فَمَا
لَمْ يَكُنْ
فِي الْكِتَابِ
وَالسُّنَّةِ؟
قَالَ: لَيْسَ
شَيْءٌ
إِلَّا فِي
الْكِتَابِ
وَالسُّنَّةِ
قَالَ:
فَكَرَّرْتُ
مَرَّةً أَوِ
اثْنَتَيْنِ
قَالَ:
يُسَدَّدُ
وَيُوَفَّقُ
فَأَمَّا مَا
تَظُنُّ
فَلَا.
1377- Suret ibni Kuleyb şöyle rivayet eder: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: İmam ne ile fetva
verir? Dedi ki: Kitapla. Dedim ki: Kitapta yoksa? Dedi ki: Sünnetle. Dedim ki: Kitapta
ve sünnette de yoksa? Dedi ki: Kitapta ve sünnette olmayan bir şey yoktur.
Bir iki kere daha tekrar ettim dedi ki: Hidayet edilir ve muvaffak edilir ama
zannettiğin şey asla değil.
1378- عَنْ
خَيْثَمٍ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
يَكُونُ شَيْءٌ
لَا يَكُونُ
فِي
الْكِتَابِ
وَالسُّنَّةِ؟
قَالَ: لَا
قَالَ:
قُلْتُ:
فَإِنْ جَاءَ
شَيْءٌ؟
قَالَ: لَا
حَتَّى
أَعَدْتُ
عَلَيْهِ مِرَاراً
فَقَالَ: لَا
يَجِيءُ
ثُمَّ قَالَ
بِإِصْبَعِهِ:
بِتَوْفِيقٍ وَتَسْدِيدٍ
لَيْسَ
حَيْثُ تَذْهَبُ
لَيْسَ
حَيْثُ
تَذْهَبُ.
1378-
Heysem şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Kitapta ve sünnette olmayan bir şey var
mıdır? Dedi ki: Hayır. Dedim ki: Eğer bir şey gelse?
Dedi ki: Hayır. Defalarca tekrar ettim. Dedi ki: Gelmez. Sonra
parmaklarıyla göstererek dedi ki: Hidayetle ve muvaffakiyetle. Senin
gidiş tarzınla değil, senin gidiş tarzınla değil.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1382- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
كَانَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِذَا وَرَدَ
عَلَيْهِ
أَمْرٌ لَمْ
يَنْزُلْ بِهِ
كِتَابٌ
وَلَا
سُنَّةٌ
قَالَ
بِرَجْمٍ فَأَصَابَ
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ: وَهِيَ
الْمُعْضِلَاتُ.
1382-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Ali
aleyhisselam kitapta ve sünnette olmayan bir şeyle
karşılaştığında görüş bildirirdi ve isabet
ederdi. Ebu Cafer aleyhisselam dedi ki: Onlar karmaşık zor
şeylerdir.
(Bu babda konuyla alakalı sekiz tane rivayet
vardı.)
1390- عَنِ
الْأَصْبَغِ
بْنِ
نُبَاتَةَ
أَنَّ أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
صَعِدَ
الْمِنْبَرَ
فَحَمِدَ
اللَّهَ
وَأَثْنَى
عَلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ:
يَا أَيُّهَا
النَّاسُ
إِنَّ
شِيعَتَنَا
خُلِقُوا مِنْ
طِينَةٍ
مَخْزُونَةٍ
قَبْلَ أَنْ
يُخْلَقَ
آدَمُ
بِأَلْفَيْ
سَنَةٍ لَا
يَشِذُّ مِنْهَا
شَاذٌّ وَلَا
يَدْخُلُ
فِيهَا دَاخِلٌ
وَإِنِّي
لَأَعْرِفُهُمْ
حِينَمَا أَنْظُرُ
إِلَيْهِمْ
لِأَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لَمَّا
تَفَلَ فِي
عَيْنِي
وَأَنَا
أَرْمَدُ
قَالَ:
اللَّهُمَّ
أَذْهِبْ
عَنْهُ
الْحَرَّ
وَالْبَرْدَ
وَبَصِّرْهُ
صَدِيقَهُ
مِنْ
عَدُوِّهِ
فَلَمْ يُصِبْنِي
رَمَدٌ
بَعْدُ وَلَا
حَرٌّ وَلَا
بَرْدٌ
وَإِنِّي
لَأَعْرِفُ
صَدِيقِي
مِنْ
عَدُوِّي.
فَقَامَ
رَجُلٌ مِنَ
الْمَلَإِ
فَسَلَّمَ ثُمَّ
قَالَ:
وَاللَّهِ
يَا أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
إِنِّي
لَأَدِينُ
اللَّهَ
بِوَلَايَتِكَ
وَإِنِّي
لَأُحِبُّكَ
فِي السِّرِّ
كَمَا
أُظْهِرُ
لَكَ فِي
الْعَلَانِيَةِ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
كَذَبْتَ
فَوَ اللَّهِ
مَا أَعْرِفُ
اسْمَكَ فِي
الْأَسْمَاءِ
وَلَا
وَجْهَكَ فِي
الْوُجُوهِ
وَإِنَّ
طِينَتَكَ
لَمِنْ
غَيْرِ
تِلْكَ الطِّينَةِ
قَالَ:
فَجَلَسَ
الرَّجُلُ
قَدْ فَضَحَهُ
اللَّهُ
وَأَظْهَرَ
عَلَيْهِ.
ثُمَّ
قَامَ آخَرُ
فَقَالَ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
إِنِّي لَأَدِينُ
اللَّهَ
بِوَلَايَتِكَ
وَإِنِّي
لَأُحِبُّكَ
فِي السِّرِّ
كَمَا أُحِبُّكَ
فِي
الْعَلَانِيَةِ
فَقَالَ لَهُ:
صَدَقْتَ
طِينَتُكَ
مِنْ تِلْكَ
الطِّينَةِ
وَعَلَى
وَلَايَتِنَا
أُخِذَ
مِيثَاقُكَ
وَإِنَّ
رُوحَكَ مِنْ
أَرْوَاحِ
الْمُؤْمِنِينَ
فَاتَّخِذْ لِلْفَقْرِ
جِلْبَاباً
فَوَ الَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ
لَقَدْ
سَمِعْتُ
رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَقُولُ:
إِنَّ
الْفَقْرَ
أَسْرَعُ
إِلَى
مُحِبِّينَا
مِنَ
السَّيْلِ
مِنْ أَعْلَى
الْوَادِي
إِلَى
أَسْفَلِهِ.
1390-
Esbağ ibni Nubate şöyle rivayet etti: Emîr'ül Müminîn (Ali)
aleyhisselam minbere çıktı, Allaha hamd edip onu övdükten sonra dedi
ki: Ey insanlar! Şialarımız Âdem yaratılmadan iki bin sene
önce saklanmış bir çamurdan yaratıldılar. O çamurdan kimse
dışarı çıkmaz ve o çamura da kimse girmez. Ben onlara her
baktığımda onları tanırım. Çünkü Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi tükürüğünü gözüme sürdüğünde ben göz
ağrısı çekiyordum. Dedi ki: Allahım ondan
sıcağı ve soğuğu gider ve ona dostlarını
düşmanlarından ayıracak basiret ver. Ondan sonra bana göz
ağrısı isabet etmedi ne soğuk ne de sıcak
değmedi. Ve ben kesinlikle dostlarımı
düşmanlarımın arasından ayırt edip tanırım.
Topluluğun içinden birisi kalkıp selam verdi ve dedi
ki: Vallahi ya Emîr'ül Müminîn! Senin velayetinle Allaha dindar oluyorum. Sana
sevgimi aleni zahir ettiğim gibi kesinlikle seni gizlide de seviyorum.
Bunun üzerine Ali aleyhisselam ona dedi ki: Yalan konuştun. Vallahi ismini
isimler arasında yüzünü de yüzler arasında tanımıyorum.
Kesinlikle senin çamurun o çamurdan değil. Bunun üzerine adam oturdu,
Allah onu rezil etti ve yüzüne çarptı. Sonra başkası kalktı
ve dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn! Senin velayetinle Allaha dindar oluyorum. Seni
aleni sevdiğim gibi kesinlikle seni gizlide de seviyorum. Bunun üzerine
ona dedi ki: Doğru söyledin. Senin çamurun o çamurdan. Senin misakın
bizim velayetimiz üzerine alındı, kesinlikle ruhun muminlerim
ruhundandır. Bundan dolayı fakirliği gömlek edin, nefsim elinde
olana and olsun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle
dediğini işittim: Muhakkak ki fakirlik bizim sevenlerimize doğru
selin vadinin en üstünden en aşağısına
akışından daha hızlıdır.
1392- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
بَيْنَا
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ يَوْماً
جَالِسٌ فِي
الْمَسْجِدِ
وَأَصْحَابُهُ
حَوْلَهُ
فَأَتَاهُ
رَجُلٌ مِنْ
شِيعَتِهِ
فَقَالَ يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ
إِنَّ
اللَّهَ
يَعْلَمُ
أَنِّي
أَدِينُهُ
بِحُبِّكَ
فِي السِّرِّ
كَمَا
أَدِينُهُ
بِحُبِّكَ
فِي الْعَلَانِيَةِ
وَأَتَوَلَّاكَ
فِي السِّرِّ
كَمَا
أَتَوَلَّاكَ
فِي
الْعَلَانِيَةِ
فَقَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
صَدَقْتَ
أَمَا
فَاتَّخِذْ لِلْفَقْرِ
جِلْبَاباً
فَإِنَّ
الْفَقْرَ أَسْرَعُ
إِلَى
شِيعَتِنَا
مِنَ
السَّيْلِ
إِلَى
قَرَارِ
الْوَادِي
قَالَ:
فَوَلَّى
الرَّجُلُ
وَهُوَ يَبْكِي
فَرَحاً
لِقَوْلِ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
(صَدَقْتَ)
قَالَ:
وَرَجُلٌ
مِنَ
الْخَوَارِجِ
يُحَدِّثُ صَاحِباً
لَهُ
قَرِيباً
مِنْ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
فَقَالَ
أَحَدُهُمَا
لِصَاحِبِهِ
تَاللَّهِ إِنْ
رَأَيْتُ
كَالْيَوْمِ
قَطُّ
إِنَّهُ أَتَاهُ
رَجُلٌ
فَقَالَ لَهُ:
إِنِّي
لَأُحِبُّكَ
فَقَالَ لَهُ
(صَدَقْتَ)
فَقَالَ لَهُ
الْآخَرُ:
أَنَا مَا
أَنْكَرْتُ
مِنْ ذَلِكَ لَمْ
يَجِدْ
بُدّاً مِنْ
أَنْ إِذَا
قِيلَ لَهُ
أُحِبُّكَ
أَنْ يَقُولَ
لَهُ
صَدَقْتَ
تَعْلَمُ
أَنِّي أَنَا
أُحِبُّهُ؟
قَالَ: لَا
قَالَ:
فَأَنَا
أَقُومُ
فَأَقُولُ
لَهُ مِثْلَ مَقَالَةِ
الرَّجُلِ
فَيَرُدُّ
عَلَيَّ مِثْلَ
مَا رَدَّ
عَلَيْهِ
قَالَ: نَعَمْ
قَالَ:
فَقَامَ
الرَّجُلُ
فَقَالَ لَهُ
مِثْلَ مَقَالَةِ
الْأَوَّلِ
فَنَظَرَ
إِلَيْهِ مَلِيّاً
ثُمَّ قَالَ
لَهُ:
كَذَبْتَ لَا
وَاللَّهِ
مَا تُحِبُّنِي
وَلَا
أُحِبُّكَ
قَالَ: فَبَكَى
الْخَارِجِيُّ
فَقَالَ: يَا
أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ
لَتَسْتَقْبِلُنِي
بِهَذَا وَقَدْ
عَلِمَ
اللَّهُ
خِلَافَهُ
ابْسُطْ يَدَيْكَ
أُبَايِعْكَ
قَالَ: عَلَى
مَاذَا؟ قَالَ:
عَلَى مَا
عَمِلَ بِهِ
أَبُو بَكْرٍ
وَعُمَرٌ قَالَ:
فَمَدَّ
يَدَهُ
وَقَالَ لَهُ:
اصْفِقْ لَعَنَ
اللَّهُ
الِاثْنَيْنِ
وَاللَّهِ
لَكَأَنِّي
بِكَ قَدْ
قُتِلْتَ
عَلَى
ضَلَالٍ وَوَطِئَتْ
وَجْهَكَ
دَوَابُّ
الْعِرَاقِ
فَلَا
يَعْرِفُكَ
قَوْمُكَ
قَالَ: فَلَمْ
يَلْبَثْ أَنْ
خَرَجَ
عَلَيْهِ
أَهْلُ
النَّهْرَوَانِ
وَخَرَجَ
الرَّجُلُ
مَعَهُمْ
فَقُتِلَ.
1392- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Emîr'ül Müminîn aleyhisselam mescitte oturduğu bir gün ve
etrafında da ashabı vardı. Şiasından bir adam geldi ve
dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn! Muhakkak ki Allah da biliyor aynı alenide
senin sevginle ona dindar olduğum gibi gizlide de seni sevmemle ona dindar
oluyorum. Alenide seni veli edindiğim gibi gizlide de seni veli
ediniyorum. Emîr'ül Müminîn aleyhisselam dedi ki: Doğru söyledin
artık fakirliği gömlek edin. Muhakkak ki fakirlik
şialarımıza doğru vadinin aşağısına
doğru akan selden daha hızlıdır. Bunun üzerine adam Emîr'ül
Müminîn aleyhisselamın doğru söyledin sözüne sevinerek,
ağlayarak ayrıldı.
Haricilerden bir adam arkadaşıyla
konuşuyordu, Emîr'ül Müminîne yakındı dedi ki: Tallahi
kesinlikle bugünkü gibi bir gün görmedim. Birisi ona geliyor ve kesinlikle seni
seviyorum diyor o da ona doğru söyledin diyor. Diğeri diyor ki: O
olayı inkâr etmedim. Ona kesinlikle seni seviyorum dense o da ona
doğru söyledin demesinden başka bir şey aşikâr olmaz. Sen
biliyorsun ben onu seviyor muyum? Hayır dedi. Dedi ki: Ben şimdi
kalkıyorum ve ona o adamın sözlerini diyeceğim o da bana ona
verdiği cevabı verecek. Evet dedi. Adam kalktı ve ona öncekinin
sözlerini tekrarladı, o da ona uzunca baktı ve dedi ki: Yalan
konuştun. Hayır vallahi beni sevmiyorsun, ben de seni sevmiyorum.
Harici ağladı ve dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn! Beni böyle mi
karşılıyorsun? Allah biliyor ki dediğinin tersidir. Uzat
ellerini sana biat edeyim. Dedi ki: Ne üzerine? Dedi ki: Ebu Bekirin ve
Ömerin ameli üzerine. Elini uzattı ve ona dedi ki: Uzaklaş! Allah o
ikisine lanet etsin. Vallahi sanki seni sapıklık üzere öldürülmüş
olarak görüyor gibiyim. Irakın binekleri de yüzünü çiğneyecek ve
kavmin seni tanımayacak. Çok geçmeden Nehrevan ehli ona karşı
savaşa kalktı, o adam da onlarla beraber oldu ve öldürüldü.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1394- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
لَيْسَ شَيْءٌ
يَخْرُجُ
مِنَ اللَّهِ
حَتَّى
يُبْدَأَ بِرَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
ثُمَّ
بِأَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
ثُمَّ
وَاحِداً
بَعْدَ
وَاحِدٍ لِكَيْ
لَا يَكُونَ
آخِرُنَا
أَعْلَمَ
مِنْ أَوَّلِنَا.
1394-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allahtan
çıkan bir şey yoktur ki önce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye
sonra Emîr'ül Müminîne sonra da birinden diğer birine aşikâr olmasın.
Bu sonuncumuzun birincimizden daha alim olmaması içindir.
1397- عَنْ
سُلَيْمَانَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
سَمِعْتُكَ
وَأَنْتَ تَقُولُ
غَيْرَ
مَرَّةٍ: لَوْ
لَا أَنَّا
نُزَادُ
لَأَنْفَدْنَا
قَالَ: أَمَّا
الْحَلَالُ
وَالْحَرَامُ
فَقَدْ
وَاللَّهِ
أَنْزَلَهُ
اللَّهُ
عَلَى نَبِيِّهِ
بِكَمَالِهِ
وَمَا
يُزَادُ
الْإِمَامُ
فِي حَلَالٍ
وَلَا
حَرَامٍ
قَالَ: فَقُلْتُ:
فَمَا هَذِهِ
الزِّيَادَةُ؟
قَالَ: فِي
سَائِرِ
الْأَشْيَاءِ
سِوَى
الْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ.
قَالَ:
قُلْتُ:
فَتُزَادُونَ
شَيْئاً
يَخْفَى
عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَلاَ
يَعْلَمُهُ؟
فَقَالَ: لَا
إِنَّمَا
يَخْرُجُ
الْأَمْرُ
مِنْ عِنْدِ
اللَّهِ
فَيَأْتِيهِ
بِهِ
الْمَلَكُ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
فَيَقُولُ:
يَا
مُحَمَّدُ
رَبُّكَ
يَأْمُرُكَ
بِكَذَا
وَكَذَا
فَيَقُولُ:
انْطَلِقْ
بِهِ إِلَى
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَيَأْتِي
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَيَقُولُ:
انْطَلِقْ
بِهِ إِلَى
الْحَسَنِ
فَيَقُولُ:
انْطَلِقْ
بِهِ إِلَى
الْحُسَيْنِ
فَلَمْ
يَزَلْ هَذَا
يَنْطَلِقُ
إِلَى
وَاحِدٍ
بَعْدَ وَاحِدٍ
حَتَّى
يَخْرُجَ
إِلَيْنَا
قُلْتُ: فَتُزَادُونَ
شَيْئاً لَا
يَعْلَمُهُ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ فَقَالَ:
وَيْحَكَ
كَيْفَ
يَجُوزُ أَنْ
يَعْلَمَ
الْإِمَامُ
شَيْئاً لَمْ
يَعْلَمْهُ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَالْإِمَامُ
مِنْ
قِبَلِهِ.
1397-
Süleyman şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: San feda olayım! Senden işittim demiştin
ki: Bizim ilmimizde artış olmasa tüketiriz. Dedi ki: Vallahi Allah
helal ve haramı nebisine kâmil indirdi, helal ve haram konusunda
imamın ilminde artış olmaz. Dedim ki: Bu artış nedir?
Dedi ki: Helal ve haram dışındaki şeyler
hakkındadır.
Dedim ki: Sizde artış olur ve bu Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihiye gizli kalır onu bilmez? Dedi ki: Hayır.
İş Allah katından çıkar, melek onu Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihiye getirir ve sunar: Ya Muhammed! Rabbin sana şöyle
şöyle emrediyor. O da der ki: Onu Ali aleyhisselama götür. Ali
aleyhisselama gelir o da Hasana götür der. O da Huseyne götür der. Bu bize
ulaşana kadar bir bir imamları gezer. Dedim ki: Sizde bir şey
artar ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi onu bilmez? Dedi ki: Vay olsun
sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ve kendisinden önceki bilmeden imamın
bir şey bilmemesi nasıl caiz olur?
(Bu babda konuyla alakalı on bir tane rivayet
vardı.)
1408- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
إِنَّا
لَنُزَادُ فِي
اللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَلَوْ لَمْ نُزَدْ
لَنَفِدَ مَا
عِنْدَنَا.
1408- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Gece ve gündüz bizim ilmimiz artar, ilmimizde artış
olmasa yanımızda olan tükenir.
1411-
عَنْ بِشْرُ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
كُنْتُ
جَالِساً
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِذْ جَاءَهُ
رَجُلٌ
فَسَأَلَهُ
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
فَقَالَ: مَا
عِنْدِي
فِيهَا شَيْءٌ
فَقَالَ
الرَّجُلُ: إِنَّا
لِلَّهِ
وَإِنَّا
إِلَيْهِ
راجِعُونَ هَذَا
الْإِمَامُ
الْمُفْتَرَضُ
الطَّاعَةُ
سَأَلْتُهُ
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
فَزَعَمَ أَنَّهُ
لَيْسَ
عِنْدَهُ
فِيهَا شَيْءٌ
فَأَصْغَى
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أُذُنَهُ
إِلَى
الْحَائِطِ كَانَ
إِنْسَاناً
يُكَلِّمُهُ
فَقَالَ: أَيْنَ
السَّائِلُ
عَنْ
مَسْأَلَةٍ
كَذَا
وَكَذَا؟
وَكَانَ الرَّجُلُ
قَدْ جَاوَزَ
أُسْكُفَّةَ
الْبَابِ
قَالَ: هَا
أَنَا ذَا
فَقَالَ:
الْقَوْلُ فِيهَا
هَكَذَا
ثُمَّ
الْتَفَتَ
إِلَيَّ فَقَالَ:
لَوْ لَا
نُزَادُ
لَنَفِدَ مَا
عِنْدَنَا.
1411-
Beşir ibni İbrahim şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın yanında oturuyordum. Ona bir adam geldi
ve bir mesele hakkında sordu. Ona dedi ki: Onun hakkında bir şey
bilmiyorum. Adam dedi ki: İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Bu itati farz
edilen imamdır. Ona bir mesele hakkında sordum. O onun hakkında
bir şey bilmiyorum diye iddia ediyor. Ebu Abdullah aleyhisselam sanki bir
insan onunla konuşuyormuş gibi kulağını duvara verdi
ve dedi ki: Şöyle şöyle soru soran nerede? Adam kapının
eşiğini geçmişti, o benim diye seslendi. Dedi ki: O mesele
hakkındaki cevap böyledir. Sonra bana döndü ve dedi ki: Bizim ilmimizde
artış olmasa yanımızda olan tükenir.
(Bu babda konuyla alakalı dokuz tane rivayet
vardı.)
1413- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
اتَّقُوا
الْكَلَامَ
فَإِنَّا
نُؤْتَى بِهِ.
1413- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Kelama takvalı olun. Çünkü o kelam bize getirildi.
1414-
عَنْ الْحَرْثِ
بْنِ
الْمُغِيرَةِ
وَأَبِي بَكْرٍ
الْحَضْرَمِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَا: قَالَ:
مَا
يَحْدُثُ
قَبَلَكُمْ
حَدَثٌ
إِلَّا عُلِّمْنَا
بِهِ قُلْتُ:
وَكَيْفَ
ذَاكَ؟ قَالَ:
يَأْتِينَا
بِهِ رَاكِبٌ
يَضْرِبُ.
1414-
Hers ibni Muğiyre ve Ebu Bekir Hazremi Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Sizin önünüzde
gerçekleşen her olay mutlaka bize bildirilmiştir. Dedim ki:
Nasıl? Dedi ki: Bir tane binici onu bize getirir ve gösterir.
1417- عَنْ
عُرْوَةَ
بْنِ مُوسَى
الْجُعْفِيِّ
قَالَ: قَالَ
لَنَا أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَوْماً
وَنَحْنُ
نَتَحَدَّثُ
عِنْدَهُ: فُقِئَتْ
عَيْنُ
هِشَامٍ فِي
قَبْرِهِ قُلْنَا:
وَمَتَى
مَاتَ؟ قَالَ:
ثَلَاثَةُ
أَيَّامٍ
فَحَسِبْنَا
وَسَأَلْنَا
عَنْ ذَلِكَ
فَكَانَ
كَذَلِكَ.
1417-
Urve ibni Musa El-Cufi şöyle rivayet etti: Bir gün Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydık, konuşuyorduk.
Dedi ki: Hişamın gözleri kabrinde oyuldu. Dedik ki: Ne zaman öldü?
Dedi ki: Üç gün oldu. Hesap ettik ve onu sorduk, dediği gibiydi.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1419- عَنْ
جَابِرٍ
قَالَ
كُنْتُ
يَوْماً
عِنْدَ أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جَالِساً
فَالْتَفَتَ
إِلَيَّ
فَقَالَ لِي:
يَا جَابِرُ
أَ لَكَ الْحِمَارُ
فَيَقْطَعُ
مَا بَيْنَ
الْمَشْرِقِ
وَالْمَغْرِبِ
فِي لَيْلَةٍ؟
فَقُلْتُ
لَهُ: لَا
جُعِلْتُ
فِدَاكَ فَقَالَ:
إِنِّي
لَأَعْرِفُ
رَجُلًا
بِالْمَدِينَةِ
لَهُ حِمَارٌ
يَرْكَبُهُ
فَيَأْتِي
الْمَشْرِقَ
وَالْمَغْرِبَ
فِي لَيْلَةٍ.
1419-
Cabir şöyle rivayet etti: Bir gün Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın yanında oturuyordum. Bana yöneldi ve dedi ki: Ya
Cabir! Bir gece içinde doğuyla batı arasını katedebilecek
bir eşeğin var mı? Dedim ki: Hayır sana feda olayım.
Dedi ki: Ben Medinede bir adam tanıyorum. Onun bir eşeği var.
Ona binip bir gece içinde doğuya da geliyor batıya da.
1431- عَنْ عَبْدِ
الصَّمَدِ
بْنِ عَلِيٍّ
قَالَ:
دَخَلَ
رَجُلٌ عَلَى
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَنْ أَنْتَ؟
قَالَ: أَنَا
مُنَجِّمٌ
قَالَ:
فَأَنْتَ
عَرَّافٌ؟
قَالَ:
فَنَظَرَ
إِلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ:
هَلْ
أَدُلُّكَ
عَلَى رَجُلٍ
قَدْ مَرَّ
مُذْ دَخَلْتَ
عَلَيْنَا
فِي
أَرْبَعَةَ
عَشَرَ عَالَماً
كُلُّ
عَالَمٍ
أَكْبَرُ
مِنَ الدُّنْيَا
ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ
لَمْ
يَتَحَرَّكْ
مِنْ
مَكَانِهِ؟
قَالَ: مَنْ
هُوَ؟ قَالَ:
أَنَا وَإِنْ
شِئْتَ
أَنْبَأْتُكَ
بِمَا
أَكَلْتَ
وَمَا ادَّخَرْتَ
فِي بَيْتِكَ.
1431-
Abdussamed ibni Ali şöyle rivayet etti: Bir adam Ali ibni Huseyn (Zeynul
Âbidin) aleyhisselamın huzuruna vardı. Ali ibni Huseyn aleyhisselam
ona dedi ki: Sen kimsin? Dedi ki: Ben muneccimim. Dedi ki: Öyleyse sen
kahinsin? Ona baktı ve sonra dedi ki: Huzurumuza vardığın
andan beri, yerinden hareket etmeden bu dünyadan üç kat daha büyük on dört
alemi dolaşan birini tanıtayım mı sana? Dedi ki: Kim o?
Dedi ki: Benim. Eğer istersen ne yediğini ve evinde ne
biriktirdiğini de haber veririm.
1433- عَنْ
أَبَانِ بْنِ
تَغْلِبَ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَدَخَلَ
عَلَيْهِ
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ الْيَمَنِ
فَقَالَ لَهُ:
يَا أَخَا
أَهْلِ
الْيَمَنِ
عِنْدَكُمْ
عُلَمَاءُ؟ قَالَ:
نَعَمْ قَالَ:
فَمَا
بَبْلُغُ
مِنْ عِلْمِ
عَالِمِكُمْ؟
قَالَ:
يَسِيرُ فِي
لَيْلَةٍ
مَسِيرَةَ
شَهْرَيْنِ
يَزْجُرُ
الطَّيْرَ
وَيَقْفُو
الْأَثَرَ
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
عَالِمُ
الْمَدِينَةِ
أَعْلَمُ
مِنْ
عَالِمِكُمْ
قَالَ: فَمَا
بَلَغَ مِنْ
عِلْمِ
عَالِمِ
الْمَدِينَةِ؟
قَالَ:
يَسِيرُ فِي
سَاعَةٍ مِنَ
النَّهَارِ
مَسِيرَةَ
الشَّمْسِ
سَنَةً
حَتَّى يَقْطَعَ
اثْنَيْ
عَشَرَ
أَلْفَ
عَالَمٍ مِثْلَ
عَالَمِكُمْ
هَذَا مَا
يَعْلَمُونَ
أَنَّ
اللَّهَ خَلَقَ
آدَمَ وَلَا
إِبْلِيسَ
قَالَ: فَيَعْرِفُونَكُمْ؟
قَالَ: نَعَمْ
مَا
افْتَرَضَ عَلَيْهِمْ
إِلَّا
وَلَايَتَنَا
وَالْبَرَاءَةَ
مِنْ
عَدُوِّنَا.
1433-
Eban ibni Tağleb şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım. Yemen halkından
bir adam geldi ona dedi ki: Ey Yemenli kardeş! Sizin orada alimler var
mı? Dedi ki: Evet. Dedi ki: Aliminizinin ilminden ne ulaştı?
Dedi ki: Bir gecede iki aylık yol gidiyor, kuşlar ona yetişemez,
izleri takip eder. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: Medinenin alimi sizin
aliminizden daha alim. Dedi ki: Medinenin aliminin ilminden ne
ulaştı? Dedi ki: Gündüzün bir saatinde güneş yılıyla
bir senelik yol gidiyor hatta sizin aleminiz gibi on iki bin alemi kat ediyor
ve onlar Allahın Âdemle İblisi yarattığını
bilmiyorlar. Dedi ki: Sizi tanıyorlar mı? Dedi ki: Evet, Allah onlara
bizim velayetimiz ve düşmanlarımızın beraatinden başka
bir şey farz etmedi.
(Bu
babda konuyla alakalı on altı tane rivayet vardı.)
1434- مُحَمَّدُ
بْنُ
حَسَّانَ
عَنْ عَلِيِّ
بْنِ خَالِدٍ
وَكَانَ
زَيْدِيّاً
قَالَ:
كُنْتُ فِي
الْعَسْكَرِ
فَبَلَغَنِي
أَنَّ
هُنَاكَ
رَجُلٌ
مَحْبُوسٌ
أُتِيَ بِهِ
مِنْ
نَاحِيَةِ
الشَّامِ
مَكْبُولًا
وَقَالُوا:
إِنَّهُ تَنَبَّأَ.
قَالَ
عَلِيٌّ:
فَدَارَيْتُ
الْبَوَّابِينَ
وَالْحَجَبَ
حَتَّى
وَصَلْتُ
إِلَيْهِ فَإِذَا
رَجُلٌ لَهُ
فَهْمٌ
فَقُلْتُ
لَهُ: يَا
هَذَا مَا
قِصَّتُكَ؟
وَمَا
أَمْرُكَ؟ فَقَالَ
لِي: كُنْتُ
رَجُلًا
بِالشَّامِ
أَعْبُدُ
اللَّهَ
عِنْدَ
رَأْسِ
الْحُسَيْنِ بْنِ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِمَا
السَّلَامُ فَبَيْنَا
أَنَا فِي
عِبَادَتِي
إِذْ أَتَانِي
شَخْصٌ
فَقَالَ لِي:
قُمْ بِنَا
قَالَ: فَقُمْتُ
مَعَهُ قَالَ:
فَبَيْنَا
أَنَا مَعَهُ
فِي مَسْجِدِ
الْكُوفَةِ
فَقَالَ لِي:
تَعْرِفُ
هَذَا
الْمَسْجِدَ؟
قُلْتُ: نَعَمْ
هَذَا
مَسْجِدُ
الْكُوفَةِ
قَالَ: فَصَلَّى
وَصَلَّيْتُ
مَعَهُ
فَبَيْنَا
أَنَا مَعَهُ
إِذَا أَنَا
فِي مَسْجِدِ
الْمَدِينَةِ
قَالَ:
فَصَلَّى
وَصَلَّيْتُ
وَصَلَّى
عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَدَعَا لَهُ
فَبَيْنَا
أَنَا مَعَهُ
إِذَا أَنَا
بِمَكَّةَ
قَالَ: فَلَمْ
أَزَلْ مَعَهُ
حَتَّى قَضَى
مَنَاسِكَهُ
وَقَضَيْتُ
مَنَاسِكِي
مَعَهُ قَالَ:
فَبَيْنَا
أَنَا مَعَهُ
إِذَا أَنَا
بِمَوْضِعِي
الَّذِي
كُنْتُ
أَعْبُدُ
اللَّهَ
فِيهِ
بِالشَّامِ
قَالَ: وَمَضَى
الرَّجُلُ.
قَالَ:
فَلَمَّا
كَانَ عَامُ
قَابِلٍ فِي
أَيَّامِ
الْمَوْسِمِ
إِذَا أَنَا
بِهِ صَلَوَاتُ
اللهِ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَفَعَلَ بِي
مِثْلَ
فِعْلَتِهِ
الْأُولَى
فَلَمَّا فَرَغْنَا
مِنْ
مَنَاسِكِنَا
وَرَدَّنِي إِلَى
الشَّامِ
وَهَمَّ
بِمُفَارَقَتِي
قُلْتُ لَهُ:
سَأَلْتُكَ
بِحَقِّ
الَّذِي أَقْدَرَكَ
عَلَى مَا
رَأَيْتُ
إِلَّا
أَخْبَرْتَنِي
مَنْ أَنْتَ؟
قَالَ:
فَأَطْرَقَ
طَوِيلًا
ثُمَّ نَظَرَ
إِلَيَّ
فَقَالَ: أَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ عَلِيِّ
بْنِ مُوسَى
قَالَ:
فَتَرَاقَى
الْخَبَرُ
حَتَّى
انْتَهَى الْخَبَرُ
إِلَى
مُحَمَّدِ
بْنِ عَبْدِ
الْمَلِكِ
الزَّيَّاتِ
قَالَ:
فَبَعَثَ
إِلَيَّ
فَأَخَذَنِي
وَكَبَّلَنِي
فِي
الْحَدِيدِ
وَحَمَلَنِي
إِلَى
الْعِرَاقِ
وَحَبَسَنِي
كَمَا تَرَى.
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
ارْفَعِ
الْقِصَّتُكَ
إِلَى
مُحَمَّدِ
بْنِ عَبْدِ
الْمَلِكِ؟
فَقَالَ: وَمَنْ
لِي
يَأْتِيهِ
بِالْقِصَّةِ؟
قَالَ: فَأَتَيْتُهُ
بِقِرْطَاسٍ
وَدَوَاتٍ
فَكَتَبَ
قِصَّتَهُ
إِلَى
مُحَمَّدِ
بْنِ عَبْدِ
الْمَلِكِ
فَذَكَرَ فِي
قِصَّتِهِ
مَا كَانَ
قَالَ:
فَوَقَّعَ
فِي
الْقِصَّةِ:
قُلْ
لِلَّذِي
أَخْرَجَكَ
فِي لَيْلَةٍ
مِنَ الشَّامِ
إِلَى
الْكُوفَةِ
وَمِنَ
الْكُوفَةِ
إِلَى الْمَدِينَةِ
وَمِنَ
الْمَدِينَةِ
إِلَى مَكَّةٍ
وَرَدَّكَ
مِنْ مَكَّةٍ
إِلَى
الشَّامِ
أَنْ
يُخْرِجَكَ
مِنْ
حَبْسِكَ.
قَالَ
عَلِيٌّ:
فَغَمَّنِي
أَمْرُهُ
وَرَقَقْتُ
لَهُ
وَأَمَرْتُهُ
بِالْعَزَاءِ
و الصَّبْرِ
قَالَ: ثُمَّ
بَكَّرْتُ
عَلَيْهِ
يَوْماً
فَإِذَا
الْجُنْدُ
وَصَاحِبُ
الْحَرَسِ
وَصَاحِبُ
السِّجْنِ
وَخَلْقٌ
عَظِيمٌ
يَتَفَحَّصُونَ
حَالَهُ
لَتَفْقُّدُهُمْ
لَهُ فِي
الْحَبْسِ
قَالَ:
فَقُلْتُ: مَا
هَذَا؟
قَالُوا: الْمَحْمُولُ
مِنَ
الشَّامِ
الَّذِي
تَنَبَّأَ
افْتُقِدَ
الْبَارِحَةَ
لَا نَدْرِي
خَسَفَ بِهِ
الْأَرْضُ
أَوِ
اخْتَطَفَهُ
الطَّيْرُ
فِي الْهَوَاءِ
وَكَانَ
عَلِيُّ بْنُ
خَالِدٍ
هَذَا زَيْدِيّاً
فَقَالَ
بِالْإِمَامَةِ
بَعْدَ ذَلِكَ
وَحَسُنَ
اعْتِقَادُهُ.
1434-
Muhammed ibni Hussan, Ali ibni Halidin (Zeydiye mezhebindendi) şöyle
dediğini rivayet etti: Askerdeydim, (Semerra) bana Şamdan
prangalı bir mahpusun getirildiği haberi ulaştı. Dediler
ki: O nubuvvet iddiasında bulunmuş. Kapıcılarla ve
nöbetçilerle nazikçe konuşarak o adama kadar ulaştım.
Baktım ki aklı başında birisi. Dedim ki: Senin kıssan
nedir, durumun nedir? Dedi ki: Şamda Huseyn ibni Ali ibni Ebu Talib
aleyhisselamın başının kabri yanında Allaha ibadet
ediyordum. İbadetimle meşgulken bir adam geldi ve bana kalk gidiyoruz
dedi. Ben de kalktım. Bir baktım ki onunla Kufenin mescidindeyim.
Dedi ki: Bu mescidi tanıyor musun? Dedim ki: Evet burası Kufenin
mescididir. Salat kıldı, ben de onunla salat kıldım. Onunla
beraberken bir baktım ki Medinenin mescidindeyim. Salat kıldı
ben de salat kıldım ve Rasûlullah sallallahu leyhi ve alihiye salevat
getirdi ve ona dua etti. Onunla beraberken bir baktım ki Mekkedeyim. O
hac amellerini yaptı, ben de hac amellerimi yapana kadar ondan
ayrılmadım. Onunla beraberdim ki bir baktım Şamda Allaha
ibadet ettiğim yerimdeyim ve adam geçip gitti. Gelen sene aynı hac
günlerinde de sallallahu aleyhi ve alihi bana ilk sene
yaptığının aynısını yaptı. Hac
amellerini bitirdiğimizde beni Şama geri getirdi ve ayrılışım
beni üzdü. Dedim ki: Bu gördüğüm şeyi yapmaya seni muktedir edenin hakkı
için soruyorum sen kimsin? Uzunca bir müddet sessizce yere baktıktan sonra
ben Muhammed ibni Ali ibni Musayım dedi. Bu haber Muhammed ibni
Abdulmelik Zeyyata kadar çıktı. Bana birisini gönderdi, beni
alıp zincirle bağladı ve beni Iraka getirdi ve gördüğün
gibi hapsetti.
Dedim ki: Kıssanı Muhammed ibni Abdulmelike
ulaştır? Dedi ki: Benim kimim var ki kıssamı ona
ulaştırsın? Ona kâğıt ve mürekkep getirdim,
kıssasını Muhammed ibni Abdulmelike yazdı ve
kıssasında olanları zikretti. Muhammed ibni Abdulmelik mühürlü
cevap gönderdi: Seni bir gece Şamdan çıkarıp Kufeye, Kufeden
Medineye, Medineden Mekkeye, Mekkeden geri Şama döndürene seni
hapisten çıkarmasını söyle. Ali dedi ki: Onun işi beni
kederlendirdi, yüreğim sızladı. Ona güçlü ve sabırlı
olmasını söyledim. Ertesi gün erkenden onun yanına gittim.
Nöbetçibaşı, zindancıbaşı ve büyük bir kalabalık
ona ne olduğunu araştırıyorlardı. Onu hapiste
kaybetmişlerdi. Dedim ki: Ne oluyor? Dediler ki: Şamdan getirilen
nubuvvet iddiasında bulunan dün gece ortadan kaybolmuş, yer onu içine
mi çekti yoksa havadaki kuş mu kaptı bilmiyoruz. Ondan sonra bu
Zeydi, Ali ibni Halid imameti kabul etti ve inancını düzeltti.
1435- عَنْ
حَفْصٍ
الْأَبْيَضِ
التَّمَّارِ
قَالَ:
دَخَلْتُ عَلَى
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَيَّامَ
صَلْبِ
الْمُعَلَّى
بْنِ خُنَيْسٍ
رَحِمَهُ
الله قَالَ:
فَقَالَ لِي:
يَا حَفْصٍ
إِنِّي
أَمَرْتُ
الْمُعَلَّى
بْنَ
خُنَيْسٍ
بِأَمْرٍ
فَخَالَفَنِي
فَابْتُلِيَ
بِالْحَدِيدِ
إِنِّي
نَظَرْتُ إِلَيْهِ
يَوْماً وَهُوَ
كَئِيبٌ
حَزِينٌ
فَقُلْتُ
لَهُ: مَا لَكَ
يَا مُعَلَّى
كَأَنَّكَ
ذَكَرْتَ
أَهْلَكَ
وَمَالَكَ
وَوُلْدَكَ
وَعِيَالَكَ؟
قَالَ: أَجَلْ
قُلْتُ: ادْنُ
مِنِّي
فَدَنَا مِنِّي
فَمَسَحْتُ
وَجْهَهُ
فَقُلْتُ أَيْنَ
تَرَاكَ
قَالَ:
أَرَانِي فِي
بَيْتِي هَذِهِ
زَوْجَتِي
وَهَذَا
وَلَدِي
فَتَرَكْتُهُ
حَتَّى تَمَلَّأَ
مِنْهُمْ
وَاسْتَتَرْتُ
مِنْهُمْ
حَتَّى نَالَ
مِنْهَا مَا
يَنَالُ الرَّجُلُ
مِنْ
أَهْلِهِ
ثُمَّ قُلْتُ
لَهُ: ادْنُ
مِنِّي
فَدَنَا
مِنِّي
فَمَسَحْتُ
وَجْهَهُ
فَقُلْتُ:
أَيْنَ
تَرَاكَ؟
فَقَالَ: أَرَانِي
مَعَكَ فِي
الْمَدِينَةِ
هَذَا
بَيْتُكَ.
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
يَا مُعَلَّى
إِنَّ لَنَا
حَدِيثاً
مَنْ حَفِظَ
عَلَيْنَا
حَفِظَ اللَّهُ
عَلَيْهِ
دِينَهُ
وَدُنْيَاهُ
يَا مُعَلَّى
لَا
تَكُونُوا
أَسْرَى فِي
أَيْدِي
النَّاسِ
بِحَدِيثِنَا
إِنْ شَاءُوا
مَنُّوا
عَلَيْكُمْ وَإِنْ
شَاءُوا
قَتَلُوكُمْ
يَا مُعَلَّى
إِنَّهُ مَنْ
كَتَمَ
الصَّعْبَ
مِنْ حَدِيثِنَا
جَعَلَهُ
اللَّهُ
نُوراً
بَيْنَ عَيْنَيْهِ
وَرَزَقَهُ
اللَّهُ
الْعِزَّةَ
فِي النَّاسِ
وَمَنْ
أَذَاعَ
الصَّعْبَ
مِنْ حَدِيثِنَا
لَمْ يَمُتْ
حَتَّى
يَعَضَّهُ السِّلَاحُ
أَوْ يَمُوتَ
كَبْلًا يَا
مُعَلَّى
بْنَ خُنَيْسٍ
وَأَنْتَ
مَقْتُولٌ
فَاسْتَعِدَّ.
1435-
Hafs Ebyaz Temmar şöyle rivayet etti: Mualla ibni Huneys rahmetullah
aleyhin asıldığı günlerde Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Bana dedi ki: Ya Ebu
Hafs! Ben Mualla ibni Huneyse bir şey emrettim, o emrimi dinlemedi ve
demire iptila oldu. Bir gün ona baktım yüzü düşmüş, hüzünlüydü.
dedim ki: Neyin var ya Mualla! Sanki ehlini, malını, çocuğunu ve
aileni hatırladın? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Yaklaş bana, o da
yaklaştı. Yüzüne meshettim ve dedim ki: Kendini nerede görüyorsun?
Dedi ki: Kendimi evimde görüyorum. Bu hanımım bu çocuğum. Bunun
üzerine onlarla ilgilensin diye onu bıraktım. Bir adam ehline
nasıl yaklaşıyorsa hanımına öyle yaklaşması
için onların gözünden kayboldum. Sonra dedim ki: Yaklaş bana, o da
yaklaştı. Yüzünü meshettim. Sonra dedim ki: Kendini nerede
görüyorsun? Dedi ki: Kendimi seninle Medinede görüyorum, bu senin evin.
Dedim ki: Ya Mualla! Bizim hadisimiz var. Kim bize koruyucu
olursa Allah da ona, dinine ve dünyasına koruyucu olur. Ya Mualla!
Hadisimizi insanlara ulaştırmada aceleci olmayın. Dilerlerse
sizi bağışlarlar ve dilerlerse sizi öldürürler. Ya Mualla! Kim
bizim hadisimizden zor olanı saklarsa Allah o hadisi onun alnına nur
olarak karar kılar ve Allah onu insanlar arasında izzetle
rızıklandırır. Kim de hadisimizden zor olanı ilan
ederse silah onu kesene kadar ölmez veya zincirlenmiş bir şekilde
ölür. Ya Mualla ibni Huneys! Sen öldürüleceksin bunun için hazırlan.
1436- عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
سِنَانٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنِ
الْحَوْضِ
فَقَالَ لِي:
هُوَ حَوْضٌ
مَا بَيْنَ
بُصْرَى
إِلَى
صَنْعَاءَ أَ
تُحِبُّ أَنْ
تَرَاهُ؟
قُلْتُ:
نَعَمْ جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ:
فَأَخَذَ
بِيَدِي وَأَخْرَجَنِي
إِلَى ظَهْرِ
الْمَدِينَةِ
ثُمَ ضَرَبَ
بِرِجْلِهِ
فَنَظَرْتُ
إِلَى نَهَرِ
يَجْرِي لَا
يُدْرَكُ
حَافَتَيْهِ
إِلَّا
الْمَوْضِعَ
الَّذِي
أَنَا فِيهِ
قَائِمٌ
فَإِنَّهُ
شَبِيهٌ
بِالْجَزِيرَةِ
فَكُنْتُ
أَنَا وَهُوَ
وُقُوفاً
فَنَظَرْتُ إِلَى
نَهَرٍ
يَجْرِي مِنْ
جَانِبِهِ
هَذَا مَاءٌ
أَبْيَضُ
مِنَ
الثَّلْجِ
وَمِنْ
جَانِبِهِ
هَذَا لَبَنٌ
أَبْيَضُ مِنَ
الثَّلْجِ
وَفِي
وَسَطِهِ
خَمْرٌ أَحْسَنُ
مِنَ
الْيَاقُوتِ
فَمَا
رَأَيْتُ شَيْئاً
أَحْسَنَ
مِنْ تِلْكَ
الْخَمْرِ
بَيْنَ
اللَّبَنِ
وَالْمَاءِ
فَقُلْتُ
لَهُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ! مِنْ
أَيْنَ
مُخْرِجٌ
هَذَا وَمِنْ
أَيْنَ
مَجْرَاهُ؟
فَقَالَ:
هَذِهِ
الْعُيُونُ الَّتِي
ذَكَرَهَا
اللَّهُ فِي
كِتَابِهِ إِنْهَارٌ
فِي
الْجَنَّةِ
عَيْنٌ مِنْ
مَاءٍ
وَعَيْنٌ
مِنْ لَبَنٍ
وَعَيْنٌ
مِنْ خَمْرٍ
تَجْرِي فِي
هَذَا
النَّهَرِ
وَرَأَيْتُ
حَافَتَيْهِ
عَلَيْهِمَا
شَجَرٌ
فِيهِنَّ
جَوَارٌ مُعَلَّقَاتٌ
بِرُءُوسِهِنَّ
شَعْرٌ مَا رَأَيْتُ
شَيْئاً
أَحْسَنَ
مِنْهُنَّ
وَبِأَيْدِيهِنَّ
آنِيَةٌ مَا
رَأَيْتُ
آنِيَةً
أَحْسَنَ
مِنْهَا
لَيْسَتْ
مِنْ آنِيَةِ الدُّنْيَا
فَدَنَا مِنْ
إِحْدَاهُنَّ
فَأَوْمَأَ
إِلَيْهَا بِيَدِهِ
تَسْقِيهِ
فَنَظَرْتُ
إِلَيْهَا
وَقَدْ
مَالَتْ
لِتَغْرِفَ
مِنَ النَّهَرِ
فَمَالَتِ
الشَّجَرَةُ
مَعَهَا
فَاغْتَرَفَتْ
ثُمَّ
نَاوَلَتْهُ
فَشَرِبَ
ثُمَّ
نَاوَلَهَا
وَأَوْمَأَ
إِلَيْهَا
فَمَالَتْ
لِتَغْرِفَ
فَمَالَتِ
الشَّجَرَةُ
مَعَهَا
فَاغْتَرَفَتْ
ثُمَّ
نَاوَلْتُهُ
فَنَاوَلَنِي
فَشَرِبْتُ
فَمَا
رَأَيْتُ
شَرَاباً
كَانَ
أَلْيَنَ
مِنْهُ وَلَا
أَلَذَّ
مِنْهُ
وَكَانَتْ رَائِحَتُهُ
رَائِحَةَ
الْمِسْكِ
فَنَظَرْتُ
فِي
الْكَأْسِ
فَإِذَا
فِيهِ
ثَلَاثَةُ
أَلْوَانٍ
مِنَ
الشَّرَابِ
فَقُلْتُ لَهُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! مَا
رَأَيْتُ
كَالْيَوْمِ
قَطُّ وَلَا
كُنْتُ أَرَى
أَنَّ
الْأَمْرَ
هَكَذَا
فَقَالَ لِي:
هَذَا مِنْ
أَقَلِّ مَا
أَعَدَّهُ
اللَّهُ
لِشِيعَتِنَا
إِنَّ
الْمُؤْمِنَ
إِذَا
تُوُفِّيَ
صَارَتْ
رُوحُهُ
إِلَى هَذَا النَّهَرِ
فَرَعَتْ فِي
رِيَاضِهِ
وَشَرِبَتْ
مِنْ شَرَابِهِ
وَإِنَّ
عَدُوَّنَا
إِذَا تُوُفِّيَ
صَارَتْ
رُوحُهُ
إِلَى وَادِي
بَرَهُوتَ
فَأُدْخِلَتْ
فِي
عَذَابِهِ
وَأُطْعِمَتْ
مِنْ
زَقُّومِهِ
وَأُسْقِيَتْ
مِنْ حَمِيمِهِ
فَاسْتَعِيذُوا
بِاللَّهِ
مِنْ ذَلِكَ
الْوَادِي.
1436-
Abdullah ibni Sinan şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama havuzu sordum. Dedi ki: O bir havuz ki Busra ile Sena arası
kadardır. Onu görmek ister misin? Dedim ki: Evet sana feda olayım.
Elimden tuttu ve beni Medinenin arkasına doğru çıkardı.
Sonra ayağıyla vurdu ve akan bir nehir gördüm, durduğum yer
dışındaki adaya benziyordu. Nehrin iki kıyısı da
idrak edilmiyordu, ben ve o duruyorduk. Baktım ki bu nehrin bir
tarafı kardan daha beyaz su akıyor ve diğer tarafı kardan
daha beyaz süt akıyor ve ortası rengi yakuttan daha güzel şarap
akıyor. Sütle suyun arasındaki şaraptan daha güzel bir şey
görmedim. Dedim ki: Sana feda olayım bu nereden çıkıyor nereye
doğru akıyor? Dedi ki: Allahın kitabında zikrettiği
bu kaynaklar cennettedir. Su kaynağı, süt kaynağı ve
şarap kaynağı bu nehirde akar. Nehrin iki
kıyısında da ağaçlar olduğunu gördüm ve ağaçlarda
da bakire saçları açık kızlar vardı. Onlardan daha güzel
bir şey görmedim. Ellerinde kâse vardı, o kaselerden daha güzel bir
kâse görmedim. Dünya kasesinden değildi. Onlardan birisine
yaklaştı ve ona su vermesi için eliyle işaret etti. Ben de ona
baktım. Nehirden doldurmak için eğildi, onunla ağaç da
eğildi. Kâseyi doldurdu ve ona verdi o da içti. Sonra ona geri verdi ve
tekrar doldurması için işaret etti, o da eğildi onunla ağaç
da eğildi. Kâseyi doldurup ona verdi, o da bana verdi. Ben de içtim. Ondan
daha yumuşak daha leziz bir içecek içmedim. Kokusu misk kokusuydu. Kâsenin
içine baktım içeceğin üç rengi de vardı. Dedim ki: Sana feda
olayım kesinlikle böyle bir gün görmedim ve işin böyle olduğunu
bilmiyordum. Bana dedi ki: Bu Allahın şialarımız için
hazırladığı şeyin birazıdır. Mumin vefat
ettiğinde ruhu bu nehre gelir ve cennet bahçelerinde gezinir ve içeceklerinden
içer. Düşmanlarımız öldüğünde ruhu Berahuta gelir ve
azabına sokulur ve zakkumundan yedirilir ve kaynar suyundan içirilir. O
vadiden Allaha sığının.
1437- عَنْ
جَابِرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَّ: (وَ كَذلِكَ
نُرِي
إِبْراهِيمَ
مَلَكُوتَ السَّماواتِ
وَالْأَرْضِ) قَالَ:
فَكُنْتُ
مُطْرِقاً
إِلَى
الْأَرْضِ
فَرَفَعَ
يَدَهُ إِلَى
فَوْقَ ثُمَّ
قَالَ لِيَ:
ارْفَعْ
رَأْسَكَ
فَرَفَعْتُ
رَأْسِي
فَنَظَرْتُ
إِلَى
السَّقْفِ
قَدِ
انْفَرَجَ
حَتَّى خَلَصَ
بَصَرِي
إِلَى نُورٍ
سَاطِعٍ
حَارَ بَصَرِي
دُونَهُ.
قَالَ:
ثُمَّ قَالَ
لِي: رَأَى
إِبْرَاهِيمُ
مَلَكُوتَ
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضِ
هَكَذَا ثُمَّ
قَالَ لِي:
أَطْرِقْ
أَطْرِقْ
فَأَطْرَقْتُ
ثُمَّ قَالَ
لِيَ: ارْفَعْ
رَأْسَكَ فَرَفَعْتُ
رَأْسِي
قَالَ:
فَإِذَا
السَّقْفُ
عَلَى
حَالِهِ
قَالَ: ثُمَّ
أَخَذَ بِيَدِي
وَقَامَ
وَأَخْرَجَنِي
مِنَ
الْبَيْتِ
الَّذِي كُنْتُ
فِيهِ
وَأَدْخَلَنِي
بَيْتاً آخَرَ
فَخَلَعَ
ثِيَابَهُ
الَّتِي
كَانَتْ عَلَيْهِ
وَلَبِسَ
ثِيَاباً
غَيْرَهَا
ثُمَّ قَالَ
لِي: غُضَّ
بَصَرَكَ
فَغَضَضْتُ
بَصَرِي
وَقَالَ لِي:
لَا تَفْتَحْ
عَيْنَكَ فَلَبِثْتُ
سَاعَةً
ثُمَّ قَالَ
لِي: أَ
تَدْرِي
أَيْنَ
أَنْتَ؟
قُلْتُ: لَا
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
فَقَالَ لِي: أَنْتَ
فِي
الظُّلْمَةِ
الَّتِي
سَلَكَهَا
ذُو
الْقَرْنَيْنِ
فَقُلْتُ
لَهُ: جُعِلْتُ
فِدَاكَ! أَ
تَأْذَنُ لِي
أَنْ
أَفْتَحَ عَيْنِي
فَقَالَ لِي:
افْتَحْ
فَإِنَّكَ
لَا تَرَى
شَيْئاً
فَفَتَحْتُ
عَيْنِي
فَإِذَا أَنَا
فِي ظُلْمَةٍ
لَا أُبْصِرُ
فِيهَا مَوْضِعَ
قَدَمَيَّ.
ثُمَّ
سَارَ
قَلِيلًا
وَوَقَفَ
فَقَالَ لِي:
هَلْ تَدْرِي
أَيْنَ
أَنْتَ؟
قُلْتُ: لَا قَالَ:
أَنْتَ
وَاقِفٌ
عَلَى عَيْنِ
الْحَيَاةِ
الَّتِي
شَرِبَ
عَنْهَا
الْخَضِرُ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَخَرَجْنَا
مِنْ ذَلِكَ
الْعَالَمِ
إِلَى
عَالَمٍ
آخَرَ فَسَلَكْنَا
فِيهِ
فَرَأَيْنَا
كَهَيْئَةِ عَالَمِنَا
هَذَا فِي
بِنَائِهِ
وَمَسَاكِنِهِ
وَأَهْلِهِ
ثُمَّ
خَرَجْنَا
إِلَى عَالَمٍ
ثَالِثٍ
كَهَيْئَةِ
الْأَوَّلِ
وَالثَّانِي
حَتَّى وَرَدْنَا
خَمْسَةَ
عَوَالِمَ
قَالَ: ثُمَّ
قَالَ لِي:
هَذِهِ
مَلَكُوتُ
الْأَرْضِ
وَلَمْ
يَرَهَا
إِبْرَاهِيمُ
وَإِنَّمَا
رَأَى مَلَكُوتَ
السَّمَاوَاتِ
وَهِيَ
اثْنَا عَشَرَ
عَالَماً
كُلُّ
عَالَمٍ
كَهَيْئَةِ مَا
رَأَيْتَ
كُلَّمَا
مَضَى مِنَّا
إِمَامٌ
سَكَنَ أَحَدٌ
هَذِهِ
الْعَوَالِمَ
حَتَّى
يَكُونَ آخِرُهُمُ
الْقَائِمَ
فِي
عَالَمِنَا
الَّذِي
نَحْنُ
سَاكِنُوهُ
قَالَ: ثُمَّ
قَالَ لِي: غُضَّ
بَصَرَكَ
فَغَضَضْتُ
بَصَرِي
ثُمَّ أَخَذَ
بِيَدِي
فَإِذَا
نَحْنُ فِي
الْبَيْتِ
الَّذِي
خَرَجْنَا
مِنْهُ
فَنَزَعَ تِلْكَ
الثِّيَابَ
وَلَبِسَ
الثِّيَابَ
الَّتِي
كَانَتْ عَلَيْهِ
وَعُدْنَا
إِلَى
مَجْلِسِنَا
فَقُلْتُ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! كَمْ
مَضَى مِنَ النَّهَارِ
سَاعَةٌ؟
قَالَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
ثَلَاثُ
سَاعَاتٍ.
1437-
Cabir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama
Allah Azze ve Cellenin (İşte öyle biz İbrahime
semaların ve arzın melekutunu gösteririz. Enam 75) ayetini sordum ve başımı eğmiş
yere bakıyordum. Elini havaya kaldırdı sonra bana dedi ki:
Başını kaldır. Ben de başımı
kaldırdım ve tavana baktım, açılmıştı.
Parıldayan bir nur gördüm ki gözüm kamaştı. Bana dedi ki:
İbrahim semaların ve arzın melekutunu işte böyle gördü.
Sonra bana dedi ki: Başını eğ başını
eğ, ben de başımı eğdim. Sonra bana dedi ki:
Başını kaldır ben de başımı
kaldırdım, baktım ki tavan eski halini almıştı.
Sonra elimden tuttu ve ayağa kalktı, beni içinde bulunduğumuz
odadan çıkardı başka odaya soktu, üzerinde bulunan elbiseleri
çıkarıp başka elbiseler giydi. Sonra bana dedi ki: Gözünü kapat
ben de gözümü kapattım. Sonra dedi ki: Gözünü açma. Bir müddet bekledim.
Sonra bana dedi ki: Şimdi neredesin biliyor musun? Dedim ki: Hayır
sana feda olayım. Bana dedi ki: Sen Zulkarneynin içinden geçip
gittiği karanlıktasın. Dedim ki: Sana feda olayım gözümü
açmam için izin verir misin? Bana dedi ki: Aç ama bir şey göremezsin.
Gözümü açtım, bir karanlığın içindeydim.
Ayağımı bastığım yeri dahi göremedim. Sonra biraz
yürüdü ve durdu. Bana dedi ki: Nerede olduğunu biliyor musun? Dedim ki: Hayır.
Dedi ki: Hızır aleyhisselamın içtiği hayat
kaynağının üzerinde duruyorsun. O alemden başka aleme
doğru çıktık. O alemde hareket ettik o alemi
yapılarında, evlerinde ve ehlinde bizim bu alemimizin şekli gibi
gördük. Üçüncü aleme doğru çıktık. Onun da şekli birinci ve
ikinci alem gibiydi. Nihayet beş aleme daha ulaştık. Sonra bana
dedi ki: Bu arzın melekutudur. İbrahim o melekutu görmedi sadece
semaların melekutunu gördü, o da on iki alemdir. Bütün alemlerin
şekli gördüğün gibidir. Bizden bir imam geçip gittiğinde bu
alemlerin birinde sakin olur, bu sakini olduğumuz alemlerimizde
onların sonuncuları kaim olur. Sonra bana dedi ki: Gözünü kapat, ben
de gözümü kapattım. Elimi tuttu, bir baktım ki kendisinden
çıktığımız odadayız. O elbiselerini
çıkardı ve önceden üzerinde olan elbiseleri giydi. Sonra
oturduğumuz yere döndük. Dedim ki: Sana feda olayım bugünden kaç saat
geçti? Aleyhisselam dedi ki: Üç saat.
1438- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَرَكَضَ
بِرِجْلِهِ
الْأَرْضَ
فَإِذَا
بَحْرٌ فِيهِ
سُفُنٌ مِنْ
فِضَّةٍ
فَرَكِبَ
وَرَكِبْتُ
مَعَهُ
حَتَّى
انْتَهَى
إِلَى مَوْضِعٍ
فِيهِ
خِيَامٌ مِنْ
فِضَّةٍ فَدَخَلَهَا
ثُمَّ خَرَجَ
فَقَالَ:
رَأَيْتَ الْخَيْمَةَ
الَّتِي
دَخَلْتُهَا
أَوَّلًا؟
فَقُلْتُ:
نَعَمْ قَالَ:
تِلْكَ
خَيْمَةُ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَالْأُخْرَى
خَيْمَةُ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَالثَّالِثَةُ
خَيْمَةُ فَاطِمَةَ
وَالرَّابِعَةُ
خَيْمَةُ
خَدِيجَةَ
وَالْخَامِسَةُ
خَيْمَةُ
الْحَسَنِ وَالسَّادِسَةُ
خَيْمَةُ
الْحُسَيْنِ
وَالسَّابِعَةُ
خَيْمَةُ
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
وَالثَّامِنَةُ
خَيْمَةُ
أَبِي
وَالتَّاسِعَةُ
خَيْمَتِي
وَلَيْسَ
أَحَدٌ
مِنَّا
يَمُوتُ إِلَّا
وَلَهُ
خَيْمَةٌ
يَسْكُنُ
فِيهَا.
1438-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın yanındaydım. Ayağını arza vurdu,
bir deniz belirdi, gümüşten gemiler vardı. Gemiye bindi, ben de
onunla bindim. Bir yere vardık ki orada gümüşten çadırlar
vardı. Birisine girdi ve
çıktı. Sonra dedi ki: O girdiğim çadırı gördün mü
yoksa görmedin mi? Dedim ki: Evet. Dedi ki: O Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin çadırıydı, diğeri Emîr'ül Müminîn
aleyhisselamın çadırı. Üçüncü Fatimenin çadırı,
dördüncü Haticenin çadırı, beşinci Hasanın
çadırı, altıncı Huseynin çadırı, yedinci Ali
ibni Huseynin çadırı, sekizinci babamın çadırı ve
dokuzuncu da benim çadırım. Bizden ölen bir kimsenin mutlaka içinde
sakin olacağı bir çadırı vardır.
1439- عَنْ
إِسْحَاقَ
الْجَلَّابِ
قَالَ:
اشْتَرَيْتُ
لِأَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
غَنَماً
كَثِيرَةً
فَدَعَانِي
فَأَدْخَلَنِي
مِنْ
إِصْطَبْلِ
دَارِهِ إِلَى
مَوْضِعٍ
وَاسِعٍ لَا
أَعْرِفُهُ
فَجَعَلْتُ
أُفَرِّقُ
تِلْكَ الْغَنَمَ
فِيمَنْ
أَمَرَنِي
بِهِ ثُمَّ اسْتَأْذَنْتُهُ
فِي
الِانْصِرَافِ
إِلَى بَغْدَادَ
إِلَى
وَالِدَتِي
وَكَانَ ذَلِكَ
يَوْمَ
التَّرْوِيَةِ
فَكَتَبَ
إِلَيَّ
تُقِيمُ
غَداً
عِنْدَنَا
ثُمَّ
تَنْصَرِفُ
قَالَ:
فَأَقَمْتُ
فَلَمَّا
كَانَ يَوْمُ
عَرَفَةَ
أَقَمْتُ
عِنْدَهُ
وَبِتُّ
لَيْلَةَ
الْأَضْحَى فِي
رِوَاقٍ لَهُ
فَلَمَّا
كَانَ فِي
السَّحَرِ
أَتَانِي
فَقَالَ لِي:
يَا
إِسْحَاقُ قُمْ
فَقُمْتُ
فَفَتَحْتُ
عَيْنِي
فَإِذَا أَنَا
عَلَى بَابِي
بِبَغْدَادَ
فَدَخَلْتُ
عَلَى وَالِدَتِي
وَأَتَانِي
أَصْحَابِي
فَقُلْتُ لَهُمْ:
عَرَّفْتُ
بِالْعَسْكَرِ
وَخَرَجْتُ إِلَى
الْعِيدِ
بِبَغْدَادَ.
1439-
İshak Cellab şöyle rivayet etti: Ebul Hasan (Ali Nâki) aleyhisselam
için çokça koyun satın aldım, beni çağırdı ve evinin
ahırından içeri çok geniş bir yere soktu. Orayı
bilmiyordum. O koyunları bana emrettiği kişiler için
ayırmaya başladım, sonra Bağdata annemin ziyaretine gitmek
için izin istedim. O gün terviye (Zulhiccenin sekizi) günüydü. Bana yarın
yanımızda kal sonra ayrılırsın diye yazı yazdı.
Bunun üzerine kaldım, arefe günü olduğunda onun yanındaydım
ve bayram gecesini onun ruvakında ()
geçirdim. Seher vakti olduğunda bana geldi ve ey İshak! Kalk dedi,
ben de kalktım. Gözümü açtım baktım ki Bağdatta
kapımın önündeydim. Annemin yanına girdim ve
arkadaşlarım geldi. Onlara dedim ki: Arefeyi Askerde (Semerra)
geçirdim, bayrama Bağdatta geçtim.
1440- عَنْ
صَالِحِ بْنِ
سَعِيدٍ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! فِي
كُلِّ
الْأُمُورِ
أَرَادُوا
إِطْفَاءَ
نُورِكَ
وَالتَّقْصِيرَ
بِكَ حَتَّى
أَنْزَلُوكَ
هَذَا
الْخَانَ
الْأَشْنَعَ
خَانَ
الصَّعَالِيكِ
فَقَالَ: هَاهُنَا
أَنْتَ يَا
ابْنَ
سَعِيدٍ؟
ثُمَّ أَوْمَأَ
بِيَدِهِ
وَقَالَ:
انْظُرْ
فَنَظَرْتُ
فَإِذَا
أَنَا
بِرَوْضَاتٍ
آنِقَاتٍ وَرَوْضَاتٍ
نَاضِرَاتٍ
فِيهِنَّ
خَيْرَاتٌ
عَطِرَاتٌ
وَوِلْدَانٌ
كَأَنَّهُنَّ
اللُّؤْلُؤُ
الْمَكْنُونُ
وَأَطْيَارٌ
وَظِبَاءٌ
وَأَنْهَارٌ
تَفُورُ
فَحَارَ
بَصَرِي
وَالْتَمَعَ
وَحَسَرَتْ
عَيْنِي
فَقَالَ:
حَيْثُ
كُنَّا فَهَذَا
لَنَا
عَتِيدٌ
وَلَسْنَا
فِي خَانِ
الصَّعَالِيكِ.
1440- Salih ibni Said şöyle rivayet etti: Ebul Hasan
(Ali Nâki) aleyhisselamın huzuruna vardım ve dedim ki: Sana feda
olayım bütün işlerde senin nurunu söndürmek ve seni zayıflatmak
istediler. Hatta seni bu kötü hana, fakir hana yerleştirdiler. Bana dedi
ki: Sen de mi buradasın ey Saidin oğlu? Sonra eliyle işaret
etti ve bak dedi. Bir de baktım şaşırtıcı
manzarası olan parıldayan bahçelerdeyim. İçinde nimetler, güzel
kokulu çiçekler, genç kızlar vardı. Sanki saklanmış inci
gibiydiler. Kuşlar, ceylanlar ve çağlayan nehirler vardı. Gözüm
kamaştı ve parıldadı, gözlerim donakaldı. Bana dedi
ki: Nerede olursak olalım bu bizim için
hazırlanmıştır. Biz fakir handa değiliz.
1441- عَنِ
الْمُعَلَّى
بْنِ
خُنَيْسٍ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي بَعْضِ
حَوَائِجِي
قَالَ: فَقَالَ
لِي: مَا لِي
أَرَاكَ
كَئِيباً
حَزِيناً؟ قَالَ:
فَقُلْتُ: مَا
بَلَغَنِي
عَنِ الْعِرَاقِ
مِنْ هَذَا
الْوَبَاءِ
أَذْكُرُ
عِيَالِي
قَالَ:
فَيَسُرُّكَ
أَنَّكَ
تَرَاهُمْ؟
قُلْتُ:
وَدَدْتُ
وَاللهِ
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
قَالَ:
فَاصْرِفْ
وَجْهَكَ
فَصَرَفْتُ
وَجْهِي
قَالَ: ثُمَّ
قَالَ: أَقْبِلْ
وَجْهَكَ
فَأَقْبَلْتُ
بِوَجْهِي فَإِذَا
دَارِي
مُمَثِّلَةٌ
نَصْبَ
عَيْنِي
قَالَ: ثُمَّ
قَالَ:
ادْخُلْ
دَارَكَ
قَالَ:
فَدَخَلْتُ
فَإِذَا
أَنَا لَا
أَفْقِدُ مِنْ
عِيَالِي
صَغِيراً
وَلَا كَبِيراً
إِلَّا
وَهُوَ فِي
دَارِي بِمَا
فِيهَا قَالَ:
ثُمَّ
خَرَجْتُ
فَقَالَ لِي:
اصْرِفْ
وَجْهَكَ
فَصَرَفْتُهُ
فَنَظَرْتُ
فَلَمْ أَرَ
شَيْئاً.
1441-
Muala ibni Huneys şöyle rivayet etti: Bir ihtiyacım için Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım. Bana dedi ki:
Seni yüzü düşmüş hüzünlü görüyorum? Dedim ki: Bu vebayla ilgili
Iraktan bir haber ulaşmadı, ailemi düşünüyorum. Bana dedi ki:
Onları görsen sevinir misin? Dedim ki: Sevinirim vallahi sana feda olayım.
Dedi ki: Yüzünü çevir. Ben de yüzümü çevirdim. Sonra dedi ki: Yüzünü dön. Ben
de yüzümü döndüm, evim gözümün önünde duruyordu. Dedi ki: Evine gir. Ben de
girdim, baktım ki ailemden küçük büyük kimseyi kaybetmemişim.
Olduğu gibi duruyordu. Sonra çıktım. Bana dedi ki: Yüzünü çevir.
Ben de yüzümü çevirdim, baktım hiçbir şey görmedim.
(Bu babda konuyla alakalı on bir tane rivayet
vardı.)
1445- عَنْ إِدْرِيسَ
عَنِ
الصَّادِقِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ
إِنَّ مِنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
لَمَنِ الدُّنْيَا
عِنْدَهُ
بِمِثْلِ
هَذِهِ وَعَقَدَ
بِيَدِهِ
عَشَرَةً.
1445-
İdris Sadık aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet
etti: Biz Ehli Beytten olan kimse için dünya aynı bunun gibidir
parmaklarıyla tesbih çekti-.
1447- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
الدُّنْيَا
لَتُمَثَّلُ
لِلْإِمَامِ
فِي مِثْلِ
فِلْقَةِ
الْجَوْزِ
فَمَا
يَعْرِضُ
لِشَيْءٍ
مِنْهَا
وَإِنَّهُ
لَيَتَنَاوَلُهَا
مِنْ
أَطْرَافِهَا
كَمَا
يَتَنَاوَلُ
أَحَدُكُمْ
مِنْ فَوْقِ
مَائِدَتِهِ
مَا يَشَاءُ
فَلَا
يَعْزُبُ
عَنْهُ
مِنْهَا شَيْءٌ.
1447-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
dünya imama yarım cevizin içi gibi görünür. Cevizin içinden sunulan her
şeyi tasarruf edip alır, aynı sizden birisinin sofranın
başında dilediği şeyden alması gibi. Hiçbir şey
ondan uzaklaşamaz.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1449- عَنْ
عَبْدِ
الرَّحِيمِ
أَنَّهُ
قَالَ:
ابْتَدَأَنِي
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: أَمَا
إِنَّ ذَا
الْقَرْنَيْنِ
قَدْ خُيِّرَ
السَّحَابَيْنِ
فَاخْتَارَ
الذَّلُولَ
وَذَخَرَ
لِصَاحِبِكُمُ
الصَّعْبَ
قَالَ:
قُلْتُ: وَمَا
الصَّعْبُ؟
قَالَ: مَا
كَانَ مِنْ
سَحَابٍ
فِيهِ رَعْدٌ
أَوْ
صَاعِقَةٌ أَوْ
بَرْقٌ
فَصَاحِبُكُمْ
يَرْكَبُهُ
أَمَا
إِنَّهُ سَيَرْكَبُ
السَّحَابَ
وَيَرْقَى
فِي الْأَسْبَابِ
أَسْبَابِ
السَّمَاوَاتِ
السَّبْعِ
وَالْأَرَضِينَ
السَّبْعِ
خَمْسَ عَوَامِرُ
وَاثْنَتَانِ
خَرَابَانِ.
1449-
Abdurrahim şöyle rivayet etti: Ben bir şey demeden Ebu Cafer
(Muhammed Bakır) aleyhisselam dedi ki: Zulkarneynden iki bulut
arasında seçim yapması istendi. O kolayı seçti, zoru sahibinize
sakladı. Dedim ki: Zor olan nedir? Dedi ki: İçinde gök gürültüsü veya
yıldırım veya şimşek olan buluttur ve sahibiniz ona
biner. Muhakkak ki o buluta binecek yollarda yükselecek. Yedi semanın
yollarında ve yedi arzın yollarında beşi mamurdur, ikisi
harap.
1450- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ أَنَّهُ
قَالَ: إِنَّ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مَلَكَ مَا
فَوْقَ
الْأَرْضِ
وَمَا فِي
تَحْتِهَا
فَعُرِضَتْ
لَهُ
السَّحَابَانِ:
الصَّعْبُ
وَالذَّلُولُ
فَاخْتَارَ
الصَّعْبَ
وَكَانَ فِي
الصَّعْبِ
مُلْكُ مَا
تَحْتَ
الْأَرْضِ
وَفِي
الذَّلُولِ
مُلْكُ مَا
فَوْقَ
الْأَرْضِ
وَاخْتَارَ
الصَّعْبَ
عَلَى
الذَّلُولِ
فَدَارَتْ
بِهِ سَبْعُ
أَرَضِينَ
فَوَجَدَ
ثَلَاثاً
خَرْبَةً
وَأَرْبَعاً
عَوَامِرَ.
1450-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
Ali aleyhisselam arzın üstünde ve altında ne varsa meliki oldu,
kuşattı. Ona iki bulut sunuldu; kolay ve zor. O zoru seçti. Zorda
arzın altında olanların mülkü var, kolayda arzın üstünde
olanların mülkü var. Zoru kolaya tercih etti. Onu yedi arzda
dolaştırdı ve üçünü harap, dördünü mamur buldu.
1452- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ
خَيَّرَ ذَا
الْقَرْنَيْنِ
السَّحَابَيْنِ:
الذَّلُولَ
وَالصَّعْبَ
فَاخْتَارَ
الذَّلُولَ
وَهُوَ مَا
لَيْسَ فِيهِ
بَرْقٌ وَلَا
رَعْدٌ
وَلَوِ
اخْتَارَ
الصَّعْبَ
لَمْ يَكُنْ
لَهُ ذَلِكَ
لِأَنَّ
اللَّهَ
ادَّخَرَهُ
لِلْقَائِمِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
1452-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allah
Zulkarneyni iki bulut arasında bıraktı; kolay ve zor. Ve o da
kolayı seçti. Kolay içinde gök gürültüsü ve şimşek
olmayandır. Eğer zoru seçseydi o onun olmazdı. Çünkü Allah onu
Kaim için ayırdı.
(Bu babda konuyla alakalı dört tane rivayet
vardı.)
1453- عَنْ
حُمْرَانَ
بْنِ
أَعْيَنَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
بَلَغَنِي أَنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
قَدْ نَاجَى
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ؟
قَالَ: أَجَلْ
قَدْ كَانَتْ
بَيْنَهُمَا
مُنَاجَاتٌ بِالطَّائِفِ
نَزَلَ
بَيْنَهُمَا
جَبْرَئِيلُ.
1453- Humran ibni Ayan şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım bana
Allah Tebareke ve Tealanın Ali aleyhisselamla munacat ()
ettiği haberi ulaştı? Dedi ki: Doğru ikisinin arasında
Taifde munacatlar oldu. İkisinin arasında Cebrail indi.
1456- عَنْ
جَابِرِ بْنِ
عَبْدِ
اللَّهِ
قَالَ:
لَمَّا كَانَ
يَوْمُ
الطَّائِفِ نَاجَى
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ
أَبُو بَكْرٍ
وَعُمَرُ:
انْتَجَيْتَهُ
دُونَنَا؟
فَقَالَ: مَا
انْتَجَيْتُهُ
بَلِ اللَّهُ
نَاجَاهُ.
1456-
Cabir ibni Abdullah şöyle rivayet etti: Taif günü olduğunda Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselamla munacat etti. Ebu Bekir ve Ömer
dedi ki: Onunla bizsiz munacat ettin? Dedi ki: Onunla ben munacat etmedim,
aksine onunla Allah munacat etti.
1460- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِأَهْلِ
الطَّائِفِ:
لَأَبْعَثَنَّ
إِلَيْكُمْ
رَجُلًا
كَنَفْسِي
يَفْتَحُ
اللَّهُ بِهِ
الْخَيْبَرَ
سَوْطُهُ سَيْفُهُ
فَيُشْرِفُ
النَّاسُ
لَهُ فَلَمَّا
أَصْبَحَ
وَدَعَا
عَلِيّاً
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقَالَ: اذْهَبْ
إِلَى
الطَّائِفِ
ثُمَّ أَمَرَ
اللَّهُ
النَّبِيَّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
أَنْ
يَرْحَلَ
إِلَيْهَا
بَعْدَ رِحْلَةُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَلَمَّا
صَارَ
إِلَيْهَا
كَانَ
عَلِيٌّ
عَلَى رَأْسِ
الْجَبَلِ
فَقَالَ لَهُ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
اثْبُتْ
فَثَبَتَ
فَسَمِعْنَا
مِثْلَ
صَرِيرَ
الزَّجَلِ
فَقِيلَ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ مَا
هَذَا؟ قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
يُنَاجِي
عَلِيّاً
عَلَيْهِ السَّلَامُ.
1460- Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi Taif ehline dedi ki: Kesinlikle size bir adam göndereceğim ki benim
kendim gibidir. Allah Hayberi onunla feth edecek. Onun kırbacı
kılıcıdır. Bunun üzerine insanlar onu gözetlediler, sabah
olduğunda Ali aleyhisselamı çağırdı ve dedi ki: Taife
git. Ali aleyhisselamın gidişinden sonra Allah nebi sallallahu aleyhi
ve alihiye Taife gitmesini emretti. Taife vardığında Ali
dağın başındaydı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi ona dedi ki: Dur. O da durdu. Otun hışırtısı
gibi bir şey işittik. Denildi ki: Ya Rasûlullah bu nedir? Dedi ki:
Allah Ali aleyhisselamla munacat ediyor.
(Bu
babda konuyla alakalı on tane rivayet vardı.)
1464- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: مَضَى
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَخَلَّفَ
فِي
أُمَّتِهِ
كِتَابَ
اللَّهِ
وَوَصِيَّهُ
عَلِيَّ بْنَ
أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ
وَإِمَامَ
الْمُتَّقِينَ
وَحَبْلَ
اللَّهِ
الْمَتِينَ
وَعُرْوَتَهُ
الْوُثْقَى
الَّتِي لَا
انْفِصامَ
لَها
وَعَهْدَهُ
الْمُؤَكَّدَ
صَاحِبَانِ
مُؤْتَلِفَانِ
يَشْهَدُ
كُلُّ
وَاحِدٍ
لِصَاحِبِهِ
بِالتَّصْدِيقِ
يَنْطِقُ
الْإِمَامُ
عَنِ اللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ فِي
الْكِتَابِ
بِمَا
أَوْجَبَ
اللَّهُ
فِيهِ عَلَى
الْعِبَادِ
مِنْ طَاعَةِ
اللَّهِ وَطَاعَةِ
الْإِمَامِ
وَوَلَايَتِهِ
وَأَوْجَبَ
حَقَّهُ
الَّذِي
أَرَاهُ
اللَّهُ عَزَّ
وَجَلَّ مِنِ
اسْتِكْمَالِ
دِينِهِ وَإِظْهَارِ
أَمْرِهِ
وَالِاحْتِجَاجَ
بِحُجَّتِهِ
وَالْإِسْتِضَاءَ
بِنُورِهِ
فِي مَعَادِنِ
أَهْلِ صَفْوَتِهِ
وَمُصْطَفَى
أَهْلِ
خِيَرَتِهِ.
فَأَوْضَحَ
اللَّهُ
بِأَئِمَّةِ
الْهُدَى
مِنْ أَهْلِ
بَيْتِ
نَبِيِّنَا
عَنْ دِينِهِ
وَأَبْلَجَ
بِهِمْ عَنْ
سَبِيلِ
مَنَاهِجِهِ
وَمَيَّحَ
بِهِمْ عَنْ
بَاطِنِ يَنَابِيعِ
عِلْمِهِ
فَمَنْ
عَرَفَ مِنْ
أُمَّةِ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَاجَبَ
حَقِّ إِمَامِهِ
وَجَدَ
طَعْمَ
حَلَاوَةِ
إِيمَانِهِ
وَعَلِمَ
فَضْلَ
طَلَاوَةِ
إِسْلَامِهِ
لِأَنَّ
اللَّهَ
نَصَبَ
الْإِمَامَ
عَلَماً
لِخَلْقِهِ
وَحُجَّةً
عَلَى أَهْلِ
عَالَمِهِ
أَلْبَسَهُ
اللَّهُ
تَاجَ الْوَقَارِ
وَغَشَّاهُ مِنْ
نُورِ
الْجَبَّارِ
يَمُدُّ
بِسَبَبٍ إِلَى
السَّمَاءِ
لَا
يَنْقَطِعُ
عَنْهُ مَوَادَّهُ
وَلَا
يُنَالُ مَا
عِنْدَ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
إِلَّا
بِجِهَةِ أَسْبَابِ
سَبِيلِهِ
وَلَا
يَقْبَلُ
اللَّهُ
أَعْمَالَ
الْعِبَادِ
إِلَّا
بِمَعْرِفَتِهِ
فَهُوَ عَالِمٌ
بِمَا يَرِدُ
عَلَيْهِ
مِنْ
مُلْتَبِسَاتِ
الْوَحْيِ
وَمُعَمِّيَاتِ
السُّنَنِ
وَمُشْتَبِهَاتِ
الْفِتَنِ
وَلَمْ يَكُنِ اللَّهُ
لِيُضِلَّ
قَوْماً
بَعْدَ إِذْ
هَداهُمْ
حَتَّى
يُبَيِّنَ
لَهُمْ ما
يَتَّقُونَ
وَتَكُونُ
الْحُجَّةُ
مِنَ اللَّهِ
عَلَى الْعِبَادِ
بَالِغَةً.
1464- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi geçip gitti ve ümmetine
Allahın kitabını ve vasisi Ali ibni Ebu Talibi
aleyhisselamı bıraktı. Emîr'ül Müminîn, İmamul Muttakin,
Allahın sağlam ipi, onda kopukluk olmayan en güvenilir kulpu ve
tekid edilmiş ahdi. Birleşmiş iki yoldaş her biri
diğer yoldaşı için doğruluğuna şehadet eder.
İmam Allahın kitabında kullarına Allahın itaatinden
imamın itaati ve velayetinden vacip ettiği şekliyle Allah Azze
ve Celle adına anlatır. Onun hakkını vacip etmiştir ki
Allah Azze ve Celle onu dininin tamamlanışını, emrinin
izharını, huccetleriyle delil getirişini, nuruyla
aydınlanmayı saf olanının ehlinin madenlerinde ve onun
seçilmiş olan seçkin ehlinde gösterdi.
Allah dinini nebimizin Ehli Beytinden olan hidayetin
imamlarıyla anlaşılır kıldı. Gidişat yöntem
yolunu onlarla aşikâr etti. İlminin pınarlarının
batınından onlarla su verdi. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin
ümmetinden kim imamının vacip hakkını tanırsa
imanının tadına ulaşır ve islamının
güzelliğinin üstünlüğünü bilir. Çünkü Allah imamı mahluku için
bayrak, âleminin ehline huccet olarak dikti. Allah ona vakar tacını
giydirdi ve ona Cabbarın nurundan örttü. Bir sebeple yolla semaya
doğru uzanır, vesileler ondan alıkonulmaz. Allah Tebareke ve
Tealanın yanında olan şeye onun yolunun sebepleri olmadan
ulaşılmaz. Allah onu tanımayan kullarının amellerini
kabul etmez. O kendisine ulaşan belirsiz derin vahyi, muamma sünneti ve
anlaşılmayan fitneyi bilir. Allah bir kavmi hidayet ettikten sonra
Allahtan kullarına ulaşan huccete karşı takvalı
olacakları şeyi açıklayana kadar yoldan çıkarmaz.
1465- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
دَعَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
النَّاسَ
بِمِنًى
فَقَالَ: يَا
أَيُّهَا
النَّاسُ
إِنِّي تَارِكٌ
فِيكُمُ
الثَّقَلَيْنِ
أَمَا إِنْ
تَمَسَّكْتُمْ
بِهِمَا لَنْ
تَضِلُّوا: كِتَابَ
اللَّهِ
وَعِتْرَتِي
أَهْلَ بَيْتِي
فَإِنَّهُمَا
لَنْ
يَفْتَرِقَا
حَتَّى يَرِدَا
عَلَيَّ
الْحَوْضَ
ثُمَّ قَالَ:
يَا أَيُّهَا
النَّاسُ
إِنِّي
تَارِكٌ
فِيكُمْ
حُرُمَاتِ اللَّهِ:
كِتَابَ
اللَّهِ
وَعِتْرَتِي
وَالْكَعْبَةَ
الْبَيْتَ
الْحَرَامَ
ثُمَّ قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: أَمَّا
كِتَابَ
اللَّهِ
فَحَرَّفُوا
وَأَمَّا
الْكَعْبَةَ
فَهَدَمُوا
وَأَمَّا الْعِتْرَةَ
فَقَتَلُوا
وَكُلَّ
وَدَائِعِ
اللَّهِ
فَقَدْ تَبَّرُوا.
1465- Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi Minada insanları çağırdı ve
dedi ki: Ey insanlar! Ben sizin aranızda iki ağırlık
bırakıyorum, o ikisine tutunduğunuz sürece asla
sapıtmazsınız. Allahın kitabı ve itretim Ehli
Beytim. Muhakkak ki o ikisi havuzun başında bana
ulaşıncaya kadar asla ayrılmazlar. Ey insanlar! Ben sizin
aranızda Allahın hürmetlerini bırakıyorum. Allahın
kitabı, itretim ve Kâbe Beytul Haram. Ebu Cafer aleyhisselam dedi ki:
Allahın kitabına gelince onu tahrif ettiler, Kabeye gelince onu
yıktılar, itrete gelince onu öldürdüler. Allahın bütün
emanetlerini kırdılar, helak ettiler.
(Bu
babda konuyla alakalı altı tane rivayet vardı.)
1469- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِذَا كَانَ
يَوْمُ
الْقِيَامَةِ
وُضِعَ
مِنْبَرٌ
يَرَاهُ
جَمِيعُ
الْخَلَائِقِ
فَيَصْعَدُ
عَلَيْهِ
رَجُلٌ يَقُومُ
مَلَكٌ عَنْ
يَمِينِهِ
وَمَلَكٌ
عَنْ شِمَالِهِ
يُنَادِي
الَّذِي عَنْ
يَمِينِهِ:
يَا مَعْشَرَ
الْخَلَائِقِ
هَذَا عَلِيُّ
بْنُ أَبِي
طَالِبٍ
يُدْخِلُ
الْجَنَّةَ مَنْ
يَشَاءُ
وَيُنَادِي
الَّذِي عَنْ
يَسَارِهِ:
يَا مَعْشَرَ
الْخَلَائِقِ
هَذَا عَلِيُّ
بْنُ أَبِي
طَالِبٍ
صَاحِبُ
النَّارِ
يُدْخِلُهَا
مَنْ يَشَاءُ.
1469- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Kıyamet günü olduğunda bir minber koyulur ve bütün
yaratılmışlar o minberi görür. Bir adam onun üzerine çıkar.
Sağında bir melek, solunda bir melek durur. Sağında duran
nida eder: Ey yaratılmışlar topluluğu! Bu Ali ibni Ebu
Talibtir. Kimi isterse cennete koyar. Solunda duran şöyle nida eder: Ey
yaratılmışlar topluluğu! Bu Ali ibni Ebu Talibtir.
Cehennemin sahibidir kimi isterse cehenneme koyar.
1470- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: قَالَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَنَا قَسِيمُ
الْجَنَّةِ
وَالنَّارِ
أُدْخِلُ أَوْلِيَائِيَ
الْجَنَّةَ
وَأُدْخِلُ
أَعْدَائِيَ
النَّارَ.
1470-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Ali aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Cennetle cehennemin payını
taksim eden benim. Dostlarımı cennete koyarım,
düşmanlarımı cehenneme koyarım.
1473- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: يَا
أَبَا
حَمْزَةَ لَا
تَضَعُوا
عَلِيّاً عَلَيْهِ
السَّلَامُ
دُونَ مَا
وَضَعَهُ اللَّهُ
وَلَا
تَرْفَعُوهُ
فَوْقَ مَا
رَفَعَهُ
اللَّهُ
كَفَى
لِعَلِيٍّ
أَنْ يُقَاتِلَ
أَهْلَ
الْكَرَّةِ
وَأَنْ
يُزَوِّجَ أَهْلَ
الْجَنَّةِ.
1473- Ebu Hamza Sumali Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Ebu Hamza! Ali
aleyhisselamı Allahın onu koyduğu yerin
aşağısına koymayın ve Allahın onu
çıkarttığı yerin yukarısına da
çıkarmayın. Recatın ehlini öldürmesi ve cennetin ehlini
evlendirmesi Ali için yeter.
1479- عَنْ
أَبِي
سَعِيدٍ
الْخُدْرِيِّ
قَالَ: كَانَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
يَقُولُ:
إِذَا
سَأَلْتُمُ
اللَّهَ
فَسَلُوهُ
الْوَسِيلَةَ
لِي قَالَ:
فَسَأَلْنَا
النَّبِيَّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ عَنِ
الْوَسِيلَةِ
فَقَالَ: هِيَ
دَرَجَتِي
فِي
الْجَنَّةِ
وَهِيَ أَلْفُ
مِرْقَاةٍ
مَا بَيْنَ
مِرْقَاةٍ
إِلَى مِرْقَاةٍ
جَوْهَرَةٌ
إِلَى
مِرْقَاةِ زَبَرْجَدَةٍ
إِلَى
مِرْقَاةِ
يَاقُوتَةٍ إِلَى
مِرْقَاةِ
اللُّؤْلُؤَةِ
إِلَى مِرْقَاةِ
ذَهَبَةٍ
إِلَى
مِرْقَاةِ
فِضَّةٍ فَيُؤْتَى
بِهَا يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
حَتَّى
تُنْصَبَ
مَعَ دَرَجَةِ
النَّبِيِّينَ
فَهِيَ فِي
دَرَجَةِ
النَّبِيِّينَ
كَالْقَمَرِ
بَيْنَ الْكَوَاكِبِ
فَلَا
يَبْقَى
يَوْمَئِذٍ
نَبِيٌّ
وَلَا
صِدِّيقٌ
وَلَا
شَهِيدٌ
إِلَّا قَالَ:
طُوبَى
لِمَنْ
هَذِهِ
الدَّرَجَةُ
دَرَجَتُهُ
فَيَأْتِي
النِّدَاءُ
مِنْ عِنْدِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
يَسْمَعُ
النَّبِيُّونَ
وَالشُّهَدَاءُ
وَالصِّدِّيقُونَ
وَالْمُؤْمِنُونَ:
هَذِهِ
دَرَجَةُ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَعَلَى
أَهْلِ
بَيْتِهِ
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: أُقْبِلُ
أَنَا
يَوْمَئِذٍ
مُتَّزِراً
بِرَيْطَةٍ
مِنْ نُورٍ
عَلَيَّ
تَاجُ
الْمُلْكِ
وَإِكْلِيلُ
الْكَرَامَةِ
وَعَلِيُّ بْنُ
أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَمَامِي
بِيَدِهِ
لِوَائِي
وَهُوَ
لِوَاءُ الْحَمْدِ
مَكْتُوبٌ
عَلَيْهِ:
(لَا إِلَهَ إِلَّا
اللَّهُ الْمُفْلِحُونَ
هُمُ
الْفَائِزُونَ
بِاللَّهِ)
فَإِذَا
مَرَرْنَا
بِالنَّبِيِّينَ
قَالُوا:
هَذَانِ
مَلَكَانِ
مُقَرَّبَانِ
وَإِذَا
مَرَرْنَا
بِالْمَلَائِكَةِ
قَالُوا:
هَذَانِ
مَلَكَانِ
لَمْ
نَعْرِفْهُمَا
وَلَمْ
نَرَهُمَا
وَإِذَا
مَرَرْنَا
بِالْمُؤْمِنِينَ
قَالُوا:
هَذَانِ
نَبِيَّانِ
مُرْسَلَانِ
حَتَّى أَعْلُوَ
تِلْكَ
الدَّرَجَةَ
وَعَلِيٌّ يَتْبَعُنِي
حَتَّى إِذَا
صِرْتُ فِي
أَعْلَى
الدَّرَجَةِ
مِنْهَا
وَعَلِيٌّ
أَسْفَلَ
مِنِّي
بِدَرَجَةٍ
وَبِيَدِهِ
لِوَائِي
فَلَا
يَبْقَى
يَوْمَئِذٍ
مَلَكٌ وَلَا
نَبِيٌّ
وَلَا صِدِّيقٌ
وَلَا
شَهِيدٌ
وَلَا
مُؤْمِنٌ
إِلَّا رَفَعُوا
رُؤُوسَهُمْ
إِلَيْنَا
وَيَقُولُونَ:
طُوبَى
لِهَذَيْنِ
الْعَبْدَيْنِ
مَا
أَكْرَمَهُمَا
عَلَى
اللَّهِ
فَيَأْتِي
النِّدَاءُ
مِنْ عِنْدِ
اللَّهِ
يُسْمِعُ
النَّبِيِّينَ
وَالْخَلَائِقَ:
هَذَا مُحَمَّدٌ
حَبِيبِي وَهَذَا
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَلِيِّي
طُوبَى
لِمَنْ
أَحَبَّهُ
وَوَيْلٌ لِمَنْ
أَبْغَضَهُ
وَكَذَبَ
عَلَيْهِ.
ثُمَّ
قَالَ
النَّبِيُّ
لِعَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا عَلِيُّ
فَلَا
يَبْقَى يَوْمَئِذٍ
فِي مَشْهَدِ
الْقِيَامَةِ
أَحَدٌ
مِمَّنْ
كَانَ يُحِبُّكَ
وَيَتَوَلَّاكَ
إِلَّا
شَرَحَ لِهَذَا
الْكَلَامِ
صَدْرَهُ
وَابْيَضَّ
وَجْهَهُ
وَفَرِحَ
قَلْبَهُ
وَلَا
يَبْقَى أَحَدٌ
مِمَّنْ
نَصَبَ لَكَ
حَرْباً أَوْ
أَبْغَضَكَ
أَوْ
عَادَاكَ
أَوْ جَحَدَ
لَكَ حَقّاً
إِلَّا
اسْوَدَّ
وَجْهُهُ
وَاضْطَرَبَتْ
قَدَمَاهُ.
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
فَبَيْنَا
أَنَا
كَذَلِكَ إِذَا
مَلَكَانِ
قَدْ
أَقْبَلَا
عَلَيَّ أَمَّا
أَحَدُهُمَا
فَرِضْوَانُ
خَازِنُ الْجَنَّةِ
وَأَمَّا
الْآخَرُ
فَمَالِكٌ
خَازِنُ
جَهَنَّمَ
وَيَدْنُو
رِضْوَانُ
يُسَلِّمُ
وَيَقُولُ: السَّلَامُ
عَلَيْكَ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ قَالَ:
فَأَرُدُّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَأَقُولُ
لَهُ:
أَيُّهَا
الْمَلَكُ
الطَّيِّبُ
الرِّيحُ
الْحَسَنُ
الْوَجْهُ
الْكَرِيمُ
عَلَى
رَبِّهِ مَنْ
أَنْتَ؟
فَيَقُولُ: أَنَا
رِضْوَانُ
خَازِنُ
الْجَنَّةِ
أَمَرَنِي
رَبُّ الْعِزَّةِ
أَنْ آتِيَكَ
بِمَفَاتِيحِ
الْجَنَّةِ
فَأَدْفَعُهَا
إِلَيْكَ
فَخُذْهَا
يَا أَحْمَدُ
فَأَقُولُ:
قَدْ
قَبِلْتُ
ذَلِكَ مِنْ
رَبِّي
فَلَهُ
الْحَمْدُ
عَلَى مَا أَنْعَمَ
بِهِ عَلَيَّ
ادْفَعْهَا
إِلَى أَخِي
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
فَيَدْفَعُهَا
إِلَى عَلِيٍّ
فَيَرْجَعُ
رِضْوَانُ
ثُمَّ
يَدْنُو الْمَالِكُ
الآخَرُ
فَيَقُولُ:
السَّلَامُ عَلَيْكَ
يَا حَبِيبَ
اللهِ
فَأَقُولُ:
عَلَيْكَ
السَّلَامُ
مَا أَقْبَحَ
رُؤْيَتَكَ أَيُّهَا
الْمَلَكُ
وَأَنْتَنَ
رِيحَكَ فَمَنْ
أَنْتَ؟
فَيَقُولُ:
أَنَا
مَالِكٌ خَازِنُ
جَهَنَّمَ
أَمَرَنِي
رَبُّ
الْعِزَّةِ
أَنْ آتِيَكَ بِمَفَاتِيحِ
النَّارِ
فَخُذْهَا
يَا أَحْمَدُ
فَأَقُولُ:
قَدْ
قَبِلْتُ
ذَلِكَ مِنْ
رَبِّي
فَلَهُ
الْحَمْدُ
عَلَى مَا
أَنْعَمَ
بِهِ عَلَيَّ
ادْفَعْهَا
إِلَى أَخِي عَلِيِّ
بْنِ أَبِي
طَالِبٍ
فَيَدْفَعُهَا
إِلَيْهِ
ثُمَّ
يَرْجِعُ
مَالِكٌ
خَازِنُ
النَّارِ
فَيُقْبِلُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَبِيَدِهِ
مَفَاتِيحُ
الْجَنَّةِ
وَمَقَالِيدُ
النَّارِ
حَتَّى
يَقِفُ عَلَى
عِجْزَةِ
جَهَنَّمَ
فَيَأْخُذُ
زِمَامَهَا
بِيَدِهِ وَقَدْ عَلَا
زَفِيرُهَا
وَاشْتَدَّ
حَرُّهَا وَتَطَايَرَ
شَرَرُهَا
فَتَقُولُ
جَهَنَّمُ:
جُزْنِي يَا
عَلِيُّ
فَقَدْ
أَطْفَأَ
نُورُكَ
لَهَبِي
فَيَقُولُ
لَهَا
عَلِيٌّ:
قِرِّي يَا
جَهَنَّمُ
خُذِي هَذَا
وَاتْرُكِي
هَذَا خُذِي
هَذَا
عَدُوِّي
وَاتْرُكِي
هَذَا وَلِيِّي
قَالَ:
فَلَجَهَنَّمُ
يَوْمَئِذٍ
أَشَدُّ
مُطَاوَعَةً
لِعَلِيِّ
بْنِ أَبِي
طَالِبٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
مِنْ غُلَامِ
أَحَدِكُمْ
فَإِنْ شَاءَ
ذَهَبَ بِهَا
يَمْنَةً
وَإِنْ شَاءَ ذَهَبَ
بِهَا
يَسْرَةً
وَلَجَهَنَّمُ
يَوْمَئِذٍ
أَطْوَعُ
لِعَلِيِّ
بْنِ أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مِنْ جَمِيعِ
الْخَلَائِقِ.
1479-
Ebu Said Hudri Nebi sallallahu aleyhi ve alihinin şöyle dediğini
rivayet etti: Allahtan bir şey istediğinizde ondan benim vesilemi
isteyin. Nebi sallallahu aleyhi ve alihiye vesileyi sorduk dedi ki: O benim
cennetteki derecemdir. Ve o bin basamaktır. Bir basamaktan diğer
basamak arası elmastır, ondan diğer basamağa kadar
zebercettir, ondan diğer basamağa kadar yakuttur, ondan diğer
basamağa kadar incidir, ondan diğer basamağa kadar altındır,
ondan diğer basamağa kadar gümüştür. Kıyametin günü
getirilir ve nebilerin dereceleriyle beraber dikilir. O nebilerin derecelerinin
içinde gezegenler arasındaki Ay gibidir. O gün ne bir nebi veya
sıddık veya şehid kalmaz mutlaka şunu söyler: Tuba,
derecesi bu derece olanındır. Allah Tebareke ve Teala katından
bir nida gelir. Nebiler, şehitler, sıddıklar ve muminler
işitirler: Bu Muhammedin derecesidir sallallahu aleyhi ve ala ehli beyti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi dedi ki: O gün ben nurdan bir
çarşafa sarılmış halde gelirim, mülk ve keramet
tacıyla. Ali ibi Ebu Talib aleyhisselam elinde benim sancağımla
önümdedir ve o hamd sancağıdır. Üzerinde Allahtan başka
ilah yoktur. Kurtulanlar, Allahla kazananlardır
yazılıdır. Nebilerin yanına geldiğimizde derler ki:
Bunlar iki mukarreb melektir. Meleklerin yanına geldiğimizde derler
ki: Bu iki meleği tanımıyoruz, daha önce görmedik. Muminlerin
yanına geldiğimizde derler ki: Bunlar iki mursel nebidir. Sonunda o
dereceye çıkarım ve Ali de beni takip eder. O derecelerin en üstüne
ulaşırım, Ali de elinde sancağımla bir derece
altımdadır. O gün ne bir nebi veya sıddık veya şehit
veya mumin kalmaz mutlaka başlarını bize doğru
kaldırıp şöyle söylerler: Tuba bu iki kulun olsun. Allaha ne
kadar da kerimdirler. Allah katından bir nida gelir ve nebiler ve
yaratılmışlar işitirler: Bu habibim Muhammeddir, bu da
benim velim Alidir aleyhisselam. Tuba onu sevenindir ve veyl de ondan nefret
edene ve onu yalanlayanadır.
Sonra nebi sallallahu aleyhi ve alihi Ali aleyhisselama der
ki: Ya Ali! Kıyametin sahnesinde seni seven ve seni veli edinen muminden
kimse kalmaz mutlaka bu söz onun göğsünü açar ve yüzünü ağartır
ve kalbini ferahlatır. Senin önüne savaşa çıkan, sana buğz
eden, sana düşmanlık eden ve hakkını inkâr edenlerden kimse
kalmaz mutlaka onun da yüzünü karartır ve ayaklarını
dolandırır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihi dedi ki: Ben o haldeyken bana iki melek gelir. Onlardan birisi
Rızvandır. Cennetin koruyucusu. Diğeri ise Malik. Cehennemin
koruyucusu. Rızvan yaklaşır, selam verir ve der ki: Esselamu aleyke
ya Rasûlullah! Ben de onun selamına cevap veririm ve ona derim ki: Ey
temiz kokulu güzel yüzlü Rabbine kerim olan melek sen kimsin? Der ki: Ben
Rızvanım. Cennetin koruyucusu. İzzetin Rabbi cennetin
anahtarlarını sana getirmemi ve sana vermemi emretti. Al onu ya Ahmed!
Derim ki: Rabbimden onu kabul ediyorum ve beni nimetlendirdiği
şeyden dolayı hamd onadır. Onu kardeşim Ali ibni Ebu
Talibe ver. O da onu Aliye verir ve Rızvan döner. Sonra diğer melek
yaklaşır ve der ki: Esselamu aleyke ya Habibullah! Ben de derim ki:
Aleykesselam ey melek! Görünüşün ne kadar da çirkindir, kokun ne kadarda
pistir. Sen kimsin? Derki: Ben Malikim. Cehennemin koruyucusu. İzzetin
Rabbi cehennemin anahtarlarını sana getirmemi emretti. Al onu ya
Ahmed! Derim ki: Rabbimden onu kabul ediyorum ve beni nimetlendirdiği
şeyden dolayı hamd onadır. Onu kardeşim Ali ibni Ebu
Talibe ver. O da onu ona verir. Sonra cehennemin koruyucusu Malik döner. Ali
aleyhisselam gelir. Cennetin anahtarları ve cehennemin hükmü elindedir.
Cehennemin üzerinde durur ve yularını eline alır. Cehennemin
nefes alışverişi artar ve sıcaklığı
şiddetlenir, kıvılcımları uçuşur. Cehennem der
ki: Benden geç ya Ali! Nurun alevimi söndürecek. Ali ona der ki: Gözün
aydınlansın ey cehennem! Bunu al ve bunu bana bırak. Al bu
düşmanımı bu dostumu bana bırak. Cehennem o gün Ali ibni
Ebu Talib aleyhisselama sizden birisinin hizmetçisinden daha şiddetli
itaatkardır. İsterse onu sağa götürür isterse sola götürür. O
gün cehennem Ali ibni Ebu Talib aleyhisselama bütün
yaratılmışlardan daha fazla itaat eder.
(Bu babda konuyla alakalı on bir tane rivayet
vardı.)
1481- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
أُهْدِيَ
إِلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
حَبُّ
وَطِيرٌ
مَشْوِيٌّ
مِنَ
الْيَمَنِ
فَوَضَعَهُ
بَيْنَ
يَدَيْهِ
فَقَالَ: يَا
عَلِيُّ مَا
هَذِهِ وَمَا
هَذِهِ؟
فَأَخَذَ
عَلِيٌّ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يُجِيبُهُ
عَنْ شَيْءٍ
شَيْءٍ
فَقَالَ:
إِنَّ
جَبْرَئِيلَ
أَخْبَرَنِي
أَنَّ
اللَّهَ
عَلَّمَكَ
الْأَسْمَاءَ
كُلَّهَا
كَمَا
عَلَّمَ
آدَمَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ.
1481- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye Yemenden hububat ve
kızartılmış kuş hediye edildi hediyeyi önüne koydu ve
dedi ki: Ya Ali! Bu nedir bu nedir? Ali aleyhisselam onu aldı ve bir bir
cevap verdi. Dedi ki: Cebrail bana Allahın Âdem aleyhisselama
öğrettiği gibi isimlerin hepsini sana da öğrettiğini haber
verdi.
1482- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ قَالَ:
لَنَا
أَعْيُنٌ لَا
تُشْبِهُ
أَعْيُنَ
النَّاسِ
وَفِيهَا
نُورٌ
وَلَيْسَ
لِلشَّيْطَانِ
فِيهِ شِرْكٌ.
1482- Ebul Hasan Rıza aleyhisselam şöyle dedi:
Bizim gözlerimiz insanların gözlerine benzemez. Onda nur vardır, Şeytanın
bir ortaklığı yoktur.
1485- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ:
أَقِيمُوا
صُفُوفَكُمْ
فَإِنِّي
أَرَاكُمْ
مِنْ خَلْفِي
كَمَا
أَرَاكُمْ
مِنْ بَيْنَ
يَدَيَّ
وَلَا
تَخْتَلِفُوا
فَيُخَالِفَ
اللَّهُ
بَيْنَ
قُلُوبِكُمْ.
1485-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Saflarınızı
sıklaştırın. Ben sizi önümdeyken gördüğüm gibi
arkamdayken de görüyorum. Ayrılığa düşmeyin yoksa Allah
kalpleriniz arasında ayrılık koyar.
1490- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
إِنَّا
مَعَاشِرَ
الْأَنْبِيَاءِ
تَنَامُ
عُيُونُنَا
وَلَا تَنَامُ
قُلُوبُنَا
وَنَرَى مِنْ
خَلْفِنَا
كَمَا نَرَى
مِنْ بَيْنِ
أَيْدِينَا.
1490-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Biz nebiler topluluğu
gözlerimiz uyur ama kalplerimiz uyumaz, önümüzde olanı gördüğümüz
gibi arkamız da olanı da görürüz.
1493- قَالَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
لِلْحَارِثِ
الْأَعْوَرِ
وَهُوَ
عِنْدَهُ:
هَلْ تَرَى
مَا أَرَى؟
فَقَالَ: كَيْفَ
أَرَى مَا
تَرَى وَقَدْ
نَوَّرَ اللَّهُ
لَكَ
وَأَعْطَاكَ
مَا لَمْ
يُعْطِ أَحَداً؟
قَالَ: هَذَا
فُلَانٌ
الْأَوَّلُ
عَلَى
تُرْعَةٍ
مِنْ تُرَعِ
النَّارِ
يَقُولُ: يَا
أَبَا
الْحَسَنِ
اسْتَغْفِرْ
لِي لَا
غَفَرَ
اللَّهُ لَهُ.
قَالَ:
فَمَكَثَ
هُنَيْئَةً
ثُمَّ قَالَ:
يَا حَارِثُ
هَلْ تَرَى
مَا أَرَى؟
فَقَالَ: وَكَيْفَ
أَرَى مَا
تَرَى وَقَدْ
نَوَّرَ اللَّهُ
لَكَ
وَأَعْطَاكَ
مَا لَمْ
يُعْطِ
أَحَداً قَالَ:
هَذَا
فُلَانٌ
الثَّانِي
عَلَى تُرْعَةٍ
مِنْ تُرَعِ
النَّارِ
يَقُولُ: يَا
أَبَا
الْحَسَنِ
اسْتَغْفِرْ
لِي لَا
غَفَرَ اللَّهُ
لَهُ.
1493-
Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselam Haris Avere şöyle dedi: Benim gördüğümü
görüyor musun? Dedi ki: Senin gördüğünü nasıl göreyim? Allah seni
nurlandırdı, kimseye vermediğini sana verdi. Dedi ki: Bu birinci
falan cehennemin büyük kapılarından bir kapı üstündedir. Diyor
ki: Ya Ebul Hasan! Bana bağışlanma dile. Allah onu
bağışlamasın.
Sessizce biraz bekledi. Sonra dedi ki: Ya Haris? Benim
gördüğümü görüyor musun? Dedi ki: Senin gördüğünü nasıl göreyim?
Allah seni nurlandırdı, kimseye vermediğini sana verdi. Dedi ki:
Bu ikinci falandır. Cehennemin büyük kapılarından bir kapı
üstündedir. Diyor ki: Ya Ebul Hasan! Bana bağışlanma dile. Allah
onu bağışlamasın.
1494- قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
الْإِمَامُ
مِنَّا
يُبْصِرُ
مِنْ خَلْفِهِ
كَمَا
يُبْصِرُ
مِنْ
قُدَّامِهِ.
1494-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Bizden olan
imam önünde olanı gördüğü gibi arkasında olanı da görür.
(Bu
babda konuyla alakalı on yedi tane rivayet vardı.)
1497- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: لَوْ
كَانَ
لِأَلْسِنَتِكُمْ
أَوْكِيَةٌ لَحَدَّثْتُ
كُلَّ
امْرِئٍ
بِمَا لَهُ
وَعَلَيْهِ.
1497-
Ebu Cafer (Muhammed Bakır) aleyhisselam şöyle dedi: Eğer
dilinizin bağı olsaydı her adama lehine ve aleyhine
olacakları anlatırdım.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1500- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
لَيْسَ مِنْ
إِمَامٍ
يَمْضِي
إِلَّا وَأُوتِيَ
الَّذِي مِنْ
بَعْدِهِ
مِثْلَ مَا
أُوتِيَ
الْأَوَّلَ
وَزِيَادَةَ
خَمْسَةِ
أَجْزَاءٍ.
1500-
Ebu Abdullah Cafer es-Sâdık aleyhisselam şöyle dedi: Her bir imam
geçip gittiğinde kendisinden sonraki imama ilkine ne verilmişse
aynısı verilir ve fazladan beş cüz.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1504- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سُئِلَ عَنْ
قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (اعْمَلُوا
فَسَيَرَى
اللَّهُ
عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ) قَالَ:
إِنَّ
أَعْمَالَ
الْعِبَادِ
تُعْرَضُ
عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كُلَّ
صَبَاحٍ
أَبْرَارَهَا
وَفُجَّارَهَا
فَاحْذَرُوا.
1504-
Ahmed ibni Umeyr şöyle rivayet etti: Ebul Hasan aleyhisselama Allah Azze
ve Cellenin: (Yapın yapacağınızı,
yaptıklarınızı Allah da, resulü de, muminler de görecek.
Tevbe 105) ayeti soruldu. Dedi ki:
Muhakkak ki hayırlısıyla, faciriyle kulların amelleri her
sabah Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye sunulur, dikkatli olun.
1507- عَنْ
أَبِي جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
الْأَعْمَالُ
تُعْرَضُ
كُلَّ
خَمِيسٍ عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
وَعَلَى
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
صَلَوَاتُ
اللهِ
عَلَيْهِمَا.
1507-
Ebu Cafer (Muhammed Bakır) aleyhisselam şöyle dedi: Ameller her
Perşembe Rasûlullah ve Emîr'ül Müminîn Aliye sunulur salevatullahi
aleyhima.
1513- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
أَعْمَالَ
أُمَّةِ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
تُعْرَضُ
عَلَى رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
فِي كُلِّ
خَمِيسٍ
فَلْيَسْتَحْيِي
أَحَدُكُمْ
مِنْ رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ أَنْ
يَعْرُضَ
عَلَيْهِ
الْقَبِيحُ.
1513- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin ümmetinin
amelleri her Perşembe Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye sunulur.
Sizden birisi ona çirkin şey sunulmasından Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihiden haya etsin.
1516- عَنْ
سُلَيْمَانَ
بْنِ خَالِدٍ
عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
قَالَ
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
إِنَّ أَعْمَالَ
الْعِبَادِ
تُعْرَضُ
كُلَّ
خَمِيسٍ عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
حَتَّى إِذَا
كَانَ يَوْمُ
عَرَفَةَ
أَحْبَطَ
الرَّبُّ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
الْأَعْمَالَ
وَهُوَ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ
قَدِمْنا
إِلى ما
عَمِلُوا مِنْ
عَمَلٍ
فَجَعَلْناهُ
هَباءً
مَنْثُوراً) فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
أَعْمَالُ مَنْ
هَذِهِ؟
قَالَ:
أَعْمَالُ
مُبْغِضِينَا
وَمُبْغِضِي
شِيعَتِنَا.
1516- Süleyman ibni Halid Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti:
Muhakkak ki kulların amelleri her Perşembe Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihiye sunulur. Arefe günü olduğunda Rab Tebareke ve Teala o
amelleri düşürür. Delil Allah Tebareke ve Tealanın şu sözü: (Onların
yaptıkları her amelin önüne geçtik, böylece o ameli savrulmuş
toz zerreleri kıldık. Furkan 23) dedim ki: Sana feda olayım bu kimin amelleridir? Dedi
ki: Bize ve şialarımıza buğz edenlerin amelleri.
1518- عَنْ
سَمَاعَةَ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ: مَا
لَكُمْ
تُسُوؤُونَ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ؟
فَقَالَ لَهُ
رَجُلٌ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
وَكَيْفَ
نَسُوؤُهُ؟
فَقَالَ: أَ
مَا
تَعْلَمُونَ
أَنَّ أَعْمَالَكُمْ
تُعْرَضُ
عَلَيْهِ
فَإِذَا رَأَى
فِيهَا
مَعْصِيَةَ
اللَّهِ
سَاءَهُ ذَلِكَ
فَلَا
تَسُوؤا
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَسُرُّوهُ.
1518-
Semae Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Size ne oluyor da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihiye fenalık yapıyorsunuz? Bir adam ona dedi ki: Sana feda
olayım nasıl ona fenalık yaparız? Bunun üzerine dedi ki:
Amellerinizin ona sunulduğunu bilmiyor musunuz? Sizin amellerinizde
Allaha isyan görünce o ona fenalık olur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihiye fenalık etmeyin, onu sevindirin.
(Bu
babda konuyla alakalı on altı tane rivayet vardı.)
1519- عَنْ
بُرَيْدٍ
الْعِجْلِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَسَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِهِ
تَعَالَى: (اعْمَلُوا
فَسَيَرَى
اللَّهُ
عَمَلَكُمْ
وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ) قَالَ:
إِيَّانَا
عَنَى.
1519- Bureyd İcli şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım. Ona
Tealanın (Yapın yapacağınızı,
yaptıklarınızı Allah da, resulü de, muminler de görecek.
Tevbe 105) ayetini sordum. Dedi ki:
Sadece bizi kastetti.
1520- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (اعْمَلُوا
فَسَيَرَى
اللَّهُ
عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ) قَالَ:
هُوَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَالْأَئِمَّةُ
تُعْرَضُ
عَلَيْهِمْ
أَعْمَالُ
الْعِبَادِ
كُلَّ
خَمِيسٍ.
1520- Ebu Abdulah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah
Tebareke ve Tealanın: (Yapın yapacağınızı,
yaptıklarınızı Allah da, resulü de, muminler de görecek.
Tevbe 105) ayeti hakkında
şöyle dedi: O Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ve imamlardır.
Kulların amelleri her Perşembe onlara sunulur.
1522- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَوْلِهِ: (قُلِ
اعْمَلُوا
فَسَيَرَى
اللَّهُ
عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ) قَالَ:
هُمُ
الْأَئِمَّةُ
تُعْرَضُ
عَلَيْهِمْ
أَعْمَالُ
الْعِبَادِ
كُلَّ يَوْمٍ إِلَى
يَوْمِ
الْقِيَامَةِ.
1522- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
Allahın: (De ki yapın
yapacağınızı, yaptıklarınızı Allah da,
resulü de, muminler de görecek. Tevbe 105) ayeti hakkında şöyle dedi: Onlar
İmamlardır. Kulların amelleri kıyametin gününe kadar her
gün onlara sunulur.
(Bu
babda konuyla alakalı on bir tane rivayet vardı.)
1530- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَعَالَى: (اعْمَلُوا
فَسَيَرَى
اللَّهُ
عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ) قُلْتُ:
مَنِ
الْمُؤْمِنُونَ؟
قَالَ مَنْ عَسَى
أَنْ يَكُونَ
إِلَّا صَاحِبُكَ.
1530- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allahu Tealanın: (Yapın
yapacağınızı, yaptıklarınızı Allah da,
resulü de, muminler de görecek. Tevbe 105) ayetini sordum. Dedim ki: Muminler kimdir? Dedi ki: Senin sahibinden
başka kim olabilir.
1531- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أَبَانٍ
الزَّيَّاتِ
وَكَانَ
مَكِيناً
عَنْدَ
الرِّضَا عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ
لِلرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
ادْعُ
اللَّهَ لِي
وَلِأَهْلِ
بَيْتِي
قَالَ: أَ
وَلَسْتُ
أَفْعَلُ؟
وَاللَّهِ
إِنَّ
أَعْمَالَكُمْ
لَتُعْرَضُ
عَلَيَّ فِي
كُلِّ يَوْمٍ
وَلَيْلَةٍ
قَالَ: فَاسْتَعْظَمْتُ
ذَلِكَ
فَقَالَ لِي:
أَ مَا تَقْرَأُ
كِتَابَ
اللَّهِ: (قُلِ
اعْمَلُوا
فَسَيَرَى
اللَّهُ
عَمَلَكُمْ
وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ).
1531-
Abdullah ibni Eban Zeyyat Rıza aleyhisselamın yanında makam
sahibiydi- şöyle rivayet etti: Rıza aleyhisselama dedim ki: Benim ve
ev halkım için Allaha dua et. Dedi ki: Etmiyor muyum? Sizin amelleriniz
her gün ve gece bana sunulur. O sözü bana çok büyük geldi. Dedi ki:
Allahın kitabını okumuyor musun: (De ki
yapın yapacağınızı, yaptıklarınızı
Allah da, resulü de, muminler de görecek. Tevbe 105)
(Bu
babda konuyla alakalı on bir tane rivayet vardı.)
1544- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِذَا
أَرَادَ
اللَّهُ أَنْ
يَقْبِضَ
رُوحَ
إِمَامٍ
وَيَخْلُقَ
مِنْ
بَعْدِهِ
إِمَاماً
أَنْزَلَ
قَطْرَةٍ
مِنْ مَاءٍ مِنْ تَحْتَ
الْعَرْشِ
إِلَى
الْأَرْضِ
فَيُلْقِيهَا
عَلَى
ثَمَرَةٍ
أَوْ عَلَى
بَقْلَةٍ
فَيَأْكُلُ
تِلْكَ
الثَّمَرَةَ
أَوْ تِلْكَ
الْبَقْلَةَ
الْإِمَامُ
الَّذِي
يَخْلُقُ
اللَّهُ
مِنْهُ
نُطْفَةَ
الْإِمَامِ
الَّذِي يَقُومُ
مِنْ
بَعْدِهِ
قَالَ:
فَيَخْلُقُ
اللَّهُ مِنْ
تِلْكَ
الْقَطْرَةِ
نُطْفَةً فِي الصُّلْبِ
ثُمَّ
يَصِيرُ
إِلَى
الرَّحِمِ فَيَمْكُثُ
فِيهَا
أَرْبَعِينَ
لَيْلَةً
فَإِذَا
مَضَى لَهُ
أَرْبَعُونَ
لَيْلَةً
سَمِعَ
الصَّوْتَ
فَإِذَا
مَضَى لَهُ
أَرْبَعَةُ
أَشْهُرٍ كُتِبَ
عَلَى
عَضُدِهِ
الْأَيْمَنِ: (وَ تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ
وَهُوَ السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ) فَإِذَا
خَرَجَ إِلَى
الْأَرْضِ
أُوتِيَ الْحِكْمَةَ
وَزُيِّنَ
بِالْعِلْمِ
وَالْوَقَارِ
وَأُلْبِسَ
الْهَيْبَةَ
وَجُعِلَ
لَهُ
مِصْبَاحٌ
مِنْ نُورٍ
يَعْرِفُ بِهِ
الضَّمِيرَ
وَيَرَى بِهِ
أَعْمَالَ
الْعِبَادِ.
1544- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle
dedi: Allah bir imamın ruhunu alıp bir diğer imamı yaratmak
istediğinde Arşın altındaki sudan bir damlayı
yeryüzüne indirir ve o damlayı meyvenin veya baklanın üzerine
düşürür. O meyveyi veya o baklayı o imam yer ve Allah ondan
kendisinden sonraki imamın nutfesini yaratır. Allah o damladan sülbte
bir nutfe yaratır sonra o rahme geçer. Rahimde kırk gece bekler,
üzerinden kırk gece geçtikten sonra ses işitir. Üzerinden dört ay
geçtikten sonra sağ pazusuna: (Rabbinin kelimesi
doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Onun kelimelerini
değiştirebilecek yoktur. O çok işiten ve çok bilendir. Enam 115)
yazılır. Arza
çıktığında hikmet verilir, ilimle, vakarla süslendirilir ve
heybet giydirilir. Onun için nurdan bir lamba konur, onunla kalplerde
olanı bilir, onunla kulların amellerini görür.
1549- عَنْ
إِسْحَاقَ
بْنِ
عَمَّارٍ
قَالَ:
دَخَلْتُ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أُوَدِّعُهُ
فَقَالَ: اجْلِسْ
شِبْهَ
الْمُغْضَبِ
ثُمَّ قَالَ:
يَا إِسْحَاقُ
كَأَنَّكَ
تَرَى أَنَا
مِنْ هَذَا
الْخَلْقِ؟
أَ مَا
عَلِمْتَ
أَنَّ
الْإِمَامَ
مِنَّا بَعْدَ
الْإِمَامِ
يَسْمَعُ فِي
بَطْنِ
أُمِّهِ
فَإِذَا
وَضَعَتْهُ
أُمُّهُ
كَتَبَ اللَّهُ
عَلَى
عَضُدِهِ
الْأَيْمَنِ: (وَ تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ
وَهُوَ السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ) فَإِذَا
شَبَّ
وَتَرَعْرَعَ
نُصِبَ لَهُ عَمُودٌ
مِنَ
السَّمَاءِ
إِلَى
الْأَرْضِ يَنْظُرُ
بِهِ إِلَى
أَعْمَالِ
الْعِبَادِ.
1549-
İshak ibni Ammar şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın huzuruna vardım. Veda etmek istiyordum.
Sinirli bir şekilde bana dedi ki: Otur. Sonra dedi ki: Ya İshak!
Sanki sen bizi bu yaratıklardan gibi görüyorsun? Bilmiyor musun bizden
olan imamdan sonraki diğer imam annesinin karnında işitir.
Annesi onu duğurduğunda Allah onun sağ pazusuna: (Rabbinin
kelimesi doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Onun
kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O çok işiten ve çok
bilendir. Enam 115) yazar. Yetişkin genç
olduğunda onun için semadan arza bir direk dikilir, onunla kulların
amellerine bakar.
1551- عَنْ
خَالِدٍ الْجَوَّانِ
عَنْ
أَحَدِهِمَا
عَلَيْهِما السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْإِمَامَ
لَيَسْمَعُ
الصَّوْتَ فِي
بَطْنِ
أُمِّهِ
فَإِذَا
فُصِلَ مِنْ
أُمِّهِ
كُتِبَ عَلَى
عَضُدِهِ
الْأَيْمَنِ: (وَ تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ
وَهُوَ
السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ) فَإِذَا
أُفْضِيَتْ
إِلَيْهِ
الْأُمُورُ
رُفِعَ لَهُ
عَمُودٌ مِنْ
نُورٍ يَرَى
بِهِ أَعْمَالَ
الْخَلَائِقِ.
1551- Halid Cevvan ikisinden birinin şöyle
dediğini rivayet etti: İmam annesinin karnında ses işitmeye
başlar. Annesinden ayrıldığında sağ pazusuna: (Rabbinin
kelimesi doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Onun
kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O çok işiten ve çok
bilendir. Enam 115) yazılır.
İşler ona geçtiğinde onun için nurdan bir direk yükseltilir,
yaratılmışların amellerini onla görür.
(Bu
babda konuyla alakalı on bir tane rivayet vardı.)
1552- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْإِمَامَ
يَسْمَعُ
الصَّوْتَ
فِي بَطْنِ
أُمِّهِ فَإِذَا
بَلَغَ
أَرْبَعَةَ
أَشْهُرٍ
كُتِبَ عَلَى
عَضُدِهِ
الْأَيْمَنِ: (وَ تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ)
فَإِذَا
وَضَعَتْهُ
سَطَعَ لَهُ
نُورٌ مَا
بَيْنَ
السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ
فَإِذَا
دَرَجَ
رُفِعَ لَهُ
عَمُودٌ مِنْ
نُورٍ يَرَى
بِهِ مَا
بَيْنَ
الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ.
1552- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki imam annesinin karnında ses duyar, dört aya
ulaştığında sağ pazusuna: (Rabbinin
kelimesi doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Onun
kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Enam 115) yazılır. Annesi onu doğurduğunda
semayla arz arasında onun için bir nur yayılır. Hareketlenmeye
başladığında onun için nurdan bir direk yükseltilir, onunla
doğuyla batı arasını görür.
(Bu babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1556- عَنْ
يُونُسَ بْنِ
ظَبْيَانَ
عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْإِمَامَ
يَسْمَعُ
الصَّوْتَ
فِي بَطْنِ
أُمِّهِ
فَإِذَا
وُلِدَ خُطَّ
عَلَى
مَنْكِبَيْهِ
خَطٌّ ثُمَّ
قَالَ
هَكَذَا بِيَدِهِ
فَذَلِكَ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ)
وَجُعِلَ
لَهُ فِي
كُلِّ
قَرْيَةٍ
عَمُودٌ مِنْ
نُورٍ يَرَى
بِهِ مَا
يَعْمَلُ
أَهْلُهَا
فِيهَا.
1556- Yunus ibni Zebyan Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki imam
annesinin karnında duyar. Doğduğunda iki omuzunda bir hat
vardır. -Eliyle gösterdi- O Allahu Tealanın şu ayetidir: (Rabbinin
kelimesi doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Onun
kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Enam 115) Onun için her şehirde nurdan bir direk
dikilmiştir, o şehrin ehlinin ne yaptığını onunla
görür.
(Bu
babda konuyla alakalı yedi tane rivayet vardı.)
1564- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
الْإِمَامَ
إِذَا شَبَّ
رَفَعَ
اللَّهُ لَهُ
فِي كُلِّ
قَرْيَةٍ
عَمُوداً
مِنْ نُورٍ
يَعْلَمُ مَا
يُعْمَلُ فِي
الْقَرْيَةِ
الْأُخْرَى.
1564- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki imam yetişkin olduğunda Allah her
şehirde onun için nurdan bir direk yükseltir, başka şehirde
yapılan ameli bilir.
(Bu babda
konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1567- عَنْ
يُونُسَ بْنِ
ظَبْيَانَ
قَالَ: قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: (وَ تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ
وَهُوَ السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ) ثُمَّ
قَالَ: هَذَا
حَرْفٌ فِي
الْأَئِمَّةِ
خَاصَّةً
ثُمَّ قَالَ:
يَا يُونُسُ
إِنَّ الْإِمَامَ
يَخْلُقُهُ
اللَّهُ
بِيَدِهِ لَا
يَلِيهِ
أَحَدٌ
غَيْرُهُ
وَهُوَ جَعَلَهُ
يَسْمَعُ
وَيَرَى فِي
بَطْنِ أُمِّهِ
حَتَّى إِذَا
صَارَ إِلَى
الْأَرْضِ خُطَّ
بَيْنَ
كَتِفَيْهِ: (وَ تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ
وَهُوَ السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ).
1567- Yunus ibni Zebyan Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: (Rabbinin
kelimesi doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Onun
kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O çok işiten ve çok
bilendir. Enam 115) bu has olarak imamlar
hakkında olan bir sözdür. Ey Yunus! Allah imamı kendi eliyle
yaratır. Allaha onun dışında kimse yaklaşamaz. Allah
onu annesinin karnında duyan ve gören kıldı. Arza
geldiğinde iki omuzunun arasına hat yazar: (Rabbinin
kelimesi doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Onun
kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O çok işiten ve çok bilendir.
Enam 115)
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1570- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
لِلَّهِ
عَمُوداً
مِنْ نُورٍ
حَجَبَهُ
اللَّهُ عَنْ
جَمِيعِ
الْخَلَائِقِ
طَرَفُهُ
عِنْدَ
اللَّهِ
وَطَرَفُهُ
الْآخَرُ فِي
أُذُنِ الْإِمَامِ
فَإِذَا
أَرَادَ
اللَّهُ شَيْئاً
أَوْحَاهُ
فِي أُذُنِ
الْإِمَامِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ.
1570- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allahın nurdan bir direği vardır,
bütün yaratılmışlardan gizlemiştir. O nurun bir tarafı
Allahın yanındadır diğer tarafı da imamın
kulağındadır. Allah bir şey istediğinde onu
kulağına vahyeder sallallahu aleyh.
1573- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
كُنْتُ مَعَ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
السَّنَةِ
الَّتِي
وُلِدَ
فِيهَا ابْنُهُ
مُوسَى
فَلَمَّا
نَزَلْنَا
الْأَبْوَاءَ
وَضَعَ لَنَا
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
الْغَدَاءَ
وَلِأَصْحَابِهِ
وَأَكْثَرَهُ
وَأَطَابَهُ
فَبَيْنَا
نَحْنُ
نَتَغَدَّى إِذْ
أَتَاهُ
رَسُولُ
حَمِيدَةَ
أَنَّ الطَّلْقَ
قَدْ
ضَرَبَنِي
وَقَدْ
أَمَرَتْنِي
أَنْ لَا
أَسْبِقَكَ
بِابْنِكَ
هَذَا.
فَقَامَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَرِحاً
مَسْرُوراً
فَلَمْ يَلْبَثْ
أَنْ عَادَ
إِلَيْنَا
حَاسِراً
عَنْ ذِرَاعَيْهِ
ضَاحِكاً
سِنُّهُ
فَقُلْنَا:
أَضْحَكُ
اللَّهُ سِنَّكَ
وَأَقَرَّ
عَيْنَكَ مَا
صَنَعَتْ حَمِيدَةُ؟
فَقَالَ:
وَهَبَ
اللَّهُ لِي
غُلَاماً
وَهُوَ
خَيْرُ مَنْ
بَرَأَ
اللَّهُ وَلَقَدْ
خَبَّرَتْنِي
عَنْهُ
بِأَمْرٍ
كُنْتُ
أَعْلَمَ
بِهِ مِنْهَا
قُلْتُ:
جُعِلْتُ فِدَاكَ!
وَمَا
خَبَّرَتْكَ
عَنْهُ
حَمِيدَةُ؟
قَالَ:
ذَكَرَتْ
أَنَّهُ
لَمَّا
وَقَعَ مِنْ
بَطْنِهَا
وَقَعَ
وَاضِعاً يَدَيْهِ
عَلَى
الْأَرْضِ
رَافِعاً
رَأْسَهُ
إِلَى
السَّمَاءِ
فَأَخْبَرْتُهَا
أَنَّ تِلْكَ
أَمَارَةُ
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَأَمَارَةُ
الْإِمَامِ
مِنْ
بَعْدِهِ.
فَقُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
وَمَا تِلْكَ
مِنْ
عَلَامَةِ
الْإِمَامِ؟
فَقَالَ:
إِنَّهُ
لَمَّا كَانَ
فِي
اللَّيْلَةِ
الَّتِي عُلِقَ
بِجَدِّي
فِيهَا أَتَى
آتٍ جَدَّ أَبِي
وَهُوَ
رَاقِدٌ
فَأَتَاهُ
بِكَأْسٍ فِيهَا
شَرْبَةٌ
أَرَقُّ مِنَ
الْمَاءِ
وَأَبْيَضُ
مِنَ
اللَّبَنِ وَأَلْيَنُ
مِنَ
الزُّبْدِ
وَأَحْلَى
مِنَ الشَّهْدِ
وَأَبْرَدُ
مِنَ
الثَّلْجِ
فَسَقَاهُ
إِيَّاهُ
وَأَمَرَهُ
بِالْجِمَاعِ
فَقَامَ
فَرِحاً
مَسْرُوراً
فَجَامَعَ فَعُلِقَ
فِيهَا
بِجَدِّي.
وَ
لَمَّا كَانَ
فِي
اللَّيْلَةِ
الَّتِي
عُلِقَ
فِيهَا
بِأَبِي
أَتَى آتٍ جَدِّي
فَسَقَاهُ
كَمَا سَقَى
جَدَّ أَبِي
وَأَمَرَهُ
بِالْجِمَاعِ
فَقَامَ
فَرَحاً مَسْرُوراً
فَجَامَعَ
فَعُلِقَ
بِأَبِي.
وَ
لَمَّا كَانَ
فِي
اللَّيْلَةِ
الَّتِي عَلَّقَ
بِي فِيهَا
أَتَى آتٍ
أَبِي
فَسَقَاهُ
وَأَمَرَهُ كَمَا
أَمَرَهُمْ
فَقَامَ
فَرِحاً
مَسْرُوراً
فَجَامَعَ
فَعُلِقَ بِي.
وَ
لَمَّا كَانَ
فِي
اللَّيْلَةِ
الَّتِي عُلِقَ
فِيهَا
بِابْنِي
هَذَا
أَتَانِي آتٍ كَمَا
أَتَى جَدَّ
أَبِي
وَجَدِّي
وَأَبِي فَسَقَانِي
كَمَا
سَقَاهُمْ
وَأَمَرَنِي كَمَا
أَمَرَهُمْ
فَقُمْتُ فَرِحاً
مَسْرُوراً
بِعِلْمِ
اللَّهِ بِعِلْمِي
بِمَا وَهَبَ
لِي
فَجَامَعْتُ
فَعُلِقَ
بِابْنِي
وَإِنَّ
نُطْفَةَ
الْإِمَامِ
مِمَّا
أَخْبَرْتُكَ
فَإِذَا
اسْتَقَرَّتْ
فِي
الرَّحِمِ
أَرْبَعِينَ
لَيْلَةً نَصَبَ
اللَّهُ لَهُ
عَمُوداً
مِنْ نُورٍ فِي
بَطْنِ
أُمِّهِ يَنْظُرُ
مِنْهُ مَدَّ
بَصَرِهِ
فَإِذَا تَمَّتْ
لَهُ فِي
بَطْنِ
أُمِّهِ
أَرْبَعَةُ أَشْهُرٍ
أَتَاهُ
مَلَكٌ
يُقَالُ لَهُ:
حَيَوَانُ
وَكَتَبَ
عَلَى
عَضُدِهِ
الْأَيْمَنِ: (وَ تَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقاً وَعَدْلًا
لا مُبَدِّلَ
لِكَلِماتِهِ
وَهُوَ السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ).
فَإِذَا
وَقَعَ مِنْ
بَطْنِ
أُمِّهِ
وَقَعَ
وَاضِعاً
يَدَهُ عَلَى
الْأَرْضِ
رَافِعاً
رَأْسَهُ
إِلَى
السَّمَاءِ
فَإِذَا وَضَعَ
يَدَهُ إِلَى
الْأَرْضِ
فَإِنَّهُ
يَقْبِضُ
كُلَّ عِلْمٍ
أَنْزَلَهُ
اللَّهُ مِنَ
السَّمَاءِ
إِلَى
الْأَرْضِ
وَأَمَّا رَفْعُهُ
رَأْسَهُ
إِلَى
السَّمَاءِ
فَإِنَّ
مُنَادِياً
يُنَادِي
مِنْ
بُطْنَانِ
الْعَرْشِ
مِنْ قِبَلِ
رَبِّ
الْعِزَّةِ
مِنَ الْأُفُقِ
الْأَعْلَى
بِاسْمِهِ
وَاسْمِ أَبِيهِ
يَقُولُ: يَا
فُلَانُ
اثْبُتْ ثَبَّتَكَ
اللَّهُ
فَلِعَظِيمٍ
مَّا
خَلْقُكَ أَنْتَ
صَفْوَتِي
مِنْ خَلْقِي
وَمَوْضِعُ
سِرِّي
وَعَيْبَةُ
عِلْمِي لَكَ
وَلِمَنْ
تَوَلَّاكَ
أَوْجَبْتُ
رَحْمَتِي
وَأَسْكَنْتُ
جَنَّتِي وَأَحْلَلْتُ
جِوَارِي
ثُمَّ
وَعِزَّتِي لَأُصْلِيَنَ
مَنْ
عَادَاكَ
أَشَدَّ
عَذَابِي
وَإِنْ أَوْسَعْتُ
عَلَيْهِمْ
مِنْ سَعَةِ
رِزْقِي.
فَإِذَا
انْقَضَى
صَوْتُ
الْمُنَادِي
أَجَابَهُ
الْوَصِيُ: (شَهِدَ
اللَّهُ
أَنَّهُ لا
إِلهَ إِلَّا
هُوَ
وَالْمَلائِكَةُ) إِلَى
آخِرِهَا
فَإِذَا
قَالَهَا
أَعْطَاهُ
اللَّهُ
عِلْمَ
الْأَوَّلِ
وَعِلْمَ الْآخِرِ
وَاسْتَوْجَبَ
زِيَادَةَ
الرُّوحِ فِي
لَيْلَةِ
الْقَدْرِ
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
لَيْسَ
الرُّوحُ
جَبْرَئِيلَ؟
فَقَالَ:
جَبْرَئِيلُ
مِنَ الْمَلَائِكَةِ
وَالرُّوحُ
خَلْقٌ أَعْظَمُ
مِنَ
الْمَلَائِكَةِ
أَ لَيْسَ
اللَّهُ
يَقُولُ: (تَنَزَّلُ
الْمَلائِكَةُ
وَالرُّوحُ).
1573-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamla beraberdim. O sene oğlu Musa aleyhisselam
doğmuştu. Ebvaya ()
indiğimizde Ebu Abdullah aleyhisselam bizim ve ashabı için çokça ve
en güzeliyle sofra kurdu. Biz yemek yerken Doğum sancım geldi.
Doğum zamanı geldiğinde senden önce kimseye söylememem konusunda
bana emrettin diye Hamidenin elçisi geldi. Ebu Abdullah aleyhisselam
neşeli ve sevinmiş olarak kalktı, çok geçmeden kolları
sıvanmış yüzü gülerek geri döndü. Dedik ki: Allah yüzünü
güldürsün, gözünü aydınlatsın. Hamide ne yapmış? Dedi ki:
Allah bana bir erkek çocuk bahşetti. Allahın var ettiklerinden daha
hayırlıdır. Bana onun bir şeyini haber verdi. Ben onu ondan
daha iyi biliyorum. Dedim ki: Sana feda olayım Hamide onunla ilgili sana
ne haber verdi? Dedi ki: Karnından düştüğünde ellerini arza
koyarak ve başını semaya kaldırarak düştü. Ben de ona
haber verdim ki o Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin ve ondan sonra da
imamların göstergesidir.
Dedim ki: İmamın o
alameti nedir? Dedi ki: Dedemin rahme asıldığı gece
babamın dedesine, uyuduğu sırada birisi geldi. İçinde sudan
daha berrak, sütten daha beyaz, yağdan daha yumuşak, baldan daha
tatlı, buzdan daha serin şerbet olan bir kâse getirdi. Ona içirdi ve
birleşmesini söyledi. O da sevinçli ve mutlu bir şekilde kalkıp
birleşti ve o gece dedem rahme asıldı. Babamın rahme
asıldığı gece birisi dedeme geldi ve babamın dedesine
içirdiği gibi ona da içirdi ve ona birleşmesini söyledi. O da
sevinçli ve mutlu bir şekilde kalkıp birleşti ve babam rahme
asıldı. Benim bu oğlumun rahme asıldığı gece
aynı babamın dedesine, dedeme ve babama geldiği gibi bana da
geldi ve onlara içirdiği gibi bana da içirdi ve onlara dediğini bana
da dedi, ben de Allahın ilmiyle ve bana bahşettiği ilmiyle
sevinçli ve mutlu bir şekilde kalktım, birleştim ve oğlum
rahme asıldı. Muhakkak ki imamın nutfesi sana haber
verdiğim gibidir. Rahimde kırk gün kaldığında Allah
annesinin rahminde onun için nurdan bir direk diker ve gözünün alabildiğince
onunla bakar. Annesinin karnında dört ayı tamamladığında
ona Heyavan adında bir melek gelir ve onun sağ koluna: (Rabbinin kelimesi doğruluk ve adalet
bakımından tamamlandı. Onun kelimelerini
değiştirebilecek yoktur. O çok işiten ve çok bilendir. Enam 115) yazar.
Annesinin karnından düştüğünde ellerini arza
koyarak ve başını semaya kaldırarak düşer. Ellerini
yere koyduğunda o Allahın semadan arza indirdiği bütün ilimleri
tutmasıdır. Başını semaya kaldırması ise
Arşın içlerinden izzetin Rabbi tarafından yüce ufuktan birisi
onun ve babasının adıyla nida eder ve der ki: Ey falan! Sabit
ol. Allah seni sabit etsin. Tabiatın çok azimdir. Sen
yarattıklarım içinden seçtiğimsin, sırrımın
konduğu yersin, ilmimin heybesisin. Senin için ve seni veli edinen için
rahmetimi vacip ettim ve onu cennetimde oturturum, civarıma
yerleştiririm. Sonra izzetime and olsun en şiddetli azabımı
sana düşmanlık edene göndereceğim, rahmetim onları çok
geniş bir şekilde kapsamış olsa bile. Nida edenin sesi
kesildiğinde vasi ona şöyle cevap verir: (Allah,
melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilah olmadığına
adaletle şahitlik ettiler. Ondan başka ilah yoktur. O, mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Â-li İmran 18) O ayeti dediğinde Allah ilklerin ve sonların
ilmini ona verir. Ve fazladan Kadirin gecesinde Ruhu gerekli kılar. Dedim
ki: Sana feda olayım Ruh Cebrail değil mi? Dedi ki: Cebrail
meleklerdendir, Ruh meleklerden daha azam bir yaratıktır. Allah
demiyor mu: (Melekler ve Ruh inerler. Kadir 4)
1574- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
قَالَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ: (إِنَّا
أَنْزَلْناهُ) نُورٌ
كَهَيْئَةِ
الْعَيْنِ
عَلَى رَأْسِ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَالْأَوْصِيَاءِ
لَا يُرِيدُ
أَحَدٌ مِنَّا
عِلْمَ
أَمْرٍ مِنْ
أَمْرِ
الْأَرْضِ
أَوْ أَمْرٍ
مِنْ أَمْرِ
السَّمَاءِ
إِلَى
الْحُجُبِ الَّتِي
بَيْنَ
اللَّهِ
وَبَيْنَ
الْعَرْشِ
إِلَّا
رَفَعَ
طَرْفَهُ
إِلَى ذَلِكَ
النُّورِ
فَرَأَى
تَفْسِيرَ
الَّذِي
أَرَادَ فِيهِ
مَكْتُوباً.
1574- Ebu Cafer aleyhisselam Ebu Abdullah
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Biz
onu indirdik nebi sallallahu aleyhi ve
alihi ve vasilerin başındaki gözün şekli gibidir. Bizden birisi
arzın işinin bilgisi veya semanın işinin bilgisiyle
alakalı bir şey isterse Allahla Arşın arasındaki
hicaplara, o nura bir göz atar ve istediği şeyin tefsirini orada
yazılı olarak görür.
(Bu
babda konuyla alakalı dokuz tane rivayet vardı.)
1579- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
يَوْماً
لِأَصْحَابِهِ:
حَيَاتِي خَيْرٌ
لَكُمْ
وَمَمَاتِي
خَيْرٌ
لَكُمْ قَالَ:
فَقَالُوا:
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
هَذَا حَيَاتُكَ
نَعَمْ
قَالُوا:
فَكَيْفَ
مَمَاتُكَ؟!
فَقَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
حَرَّمَ
لُحُومَنَا
عَلَى الْأَرْضِ
أَنْ
يُطْعَمَ
مِنْهَا
شَيْئاً.
1579- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve alihi bir gün ashabına dedi ki:
Hayatım sizin için hayırlıdır ve ölümüm de sizin için
hayırlıdır. Dediler ki: Bu hayatın evet peki ölümün
nasıl? Dedi ki: Allah bizim etlerimizden bir şey tatmasını
arza haram etti.
1580- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ:
حَيَاتِي
خَيْرٌ
لَكُمْ
وَمَمَاتِي خَيْرٌ
لَكُمْ
فَأَمَّا
حَيَاتِي
فَإِنَّ
اللَّهَ هَدَاكُمْ
بِي مِنَ
الضَّلَالَةِ
وَأَنْقَذَكُمْ
مِنْ شَفا
حُفْرَةٍ
مِنَ
النَّارِ
وَأَمَّا
مَمَاتِي
فَإِنَّ
أَعْمَالَكُمْ
تُعْرَضُ
عَلَيَّ
فَمَا كَانَ
مِنْ حَسَنٍ
اسْتَزَدْتُ
اللَّهَ
لَكُمْ وَمَا
كَانَ مِنْ
قَبِيحٍ
اسْتَغْفَرْتُ
اللَّهَ
لَكُمْ
فَقَالَ لَهُ
رَجُلٌ مِنَ
الْمُنَافِقِينَ:
وَكَيْفَ
ذَاكَ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
وَقَدْ
رَمْتَ
يَعْنِي صِرْتَ
رَمِيماً؟
فَقَالَ لَهُ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
كَلَّا إِنَّ
اللَّهَ
حَرَّمَ
لُحُومَنَا
عَلَى الْأَرْضِ
فَلَا
تَطْعَمُ
مِنْهَا
شَيْئاً.
1580-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Hayatım sizin için
hayırlıdır ve ölümüm de sizin için hayırlıdır.
Hayatıma gelince muhakkak ki Allah sizi sapıklıktan benimle
hidayet etti ve cehennem kuyusunun ağzından kurtardı. Ölümüme
gelince muhakkak ki amelleriniz bana sunulur, güzel bir şey olduğunda
Allahtan sizin için arttırmasını isterim. Kötü bir şey
olduğunda da Allahtan sizin için bağışlanma dilerim.
Münafıklardan birisi dedi ki: Ya Rasûlullah! O nasıl oluyor sen
çürüyeceksin? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ona dedi ki: Asla! Muhakkak
ki Allah arza etlerimizi haram etti, asla ondan bir şey tadamaz.
1584- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِأَصْحَابِهِ:
حَيَاتِي
خَيْرٌ
لَكُمْ
وَمَمَاتِي
خَيْرٌ
لَكُمْ قَالُوا:
أَمَّا
حَيَاتُكَ
يَا رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَقَدْ عَرَفْنَا
فَمَا فِي
وَفَاتِكَ؟
قَالَ: أَمَّا
حَيَاتِي
فَإِنَّ
اللَّهَ
يَقُولُ: (وَ ما كانَ
اللَّهُ
لِيُعَذِّبَهُمْ
وَأَنْتَ
فِيهِمْ وَما
كانَ اللَّهُ
مُعَذِّبَهُمْ
وَهُمْ
يَسْتَغْفِرُونَ)
وَأَمَّا
وَفَاتِي
فَتُعْرَضُ
عَلَيَّ أَعْمَالُكُمْ
فَأَسْتَغْفِرُ
لَكُمْ.
1584- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin ashabına şöyle dediğini
rivayet etti: Hayatım sizin için hayırlıdır ve ölümüm de
sizin için hayırlıdır. Dediler ki: Hayatına gelince Ya
Rasûlullah! Onu anladık, vefatındaki hayır nedir? Dedi ki: Hayatıma
gelince Allah diyor ki: (Oysa sen onların içinde iken, Allah
onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah
onlara azap edecek değildir. Enfal 33) Vefatıma gelince amelleriniz bana sunulur, ben de
sizin için bağışlanma dilerim.
1586- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: مَا
مِنْ نَبِيٍّ
وَلَا
وَصِيٍّ
تَبْقَى فِي
الْأَرْضِ
أَكْثَرَ
مِنْ
ثَلَاثَةِ
أَيَّامٍ
حَتَّى
يُرْفَعَ
بِرُوحِهِ
وَعَظْمِهِ
وَلَحْمِهِ
إِلَى
السَّمَاءِ
وَإِنَّمَا
يُؤْتَى
مَوْضِعَ
آثَارِهِمْ
وَيُبَلَّغُونَهُمْ
مِنْ بَعِيدٍ
السَّلَامُ
وَيُسْمِعُونَهُمْ
فِي مَوْضِعِ
آثَارِهِمْ
مِنْ قَرِيبٍ.
1586-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Nebi veya vasi
ruhu, kemiği ve eti semaya yükselene kadar arzda üç günden fazla kalmaz.
Eserlerinin yerine gelinir, sadece ziyaret edilir. Selam uzaktan onlara
ulaşır ve eserlerinin yerinde yakından işitirler.
(Bu
babda konuyla alakalı sekiz tane rivayet vardı.)
1587- عَنْ
جَابِرٍ
الْجُعْفِيِّ
قَالَ: قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: يَا
جَابِرُ
إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
النَّاسَ ثَلَاثَةَ
أَصْنَافٍ
وَهُوَ قَوْلُ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
كُنْتُمْ
أَزْواجاً
ثَلاثَةً
فَأَصْحابُ
الْمَيْمَنَةِ
ما أَصْحابُ
الْمَيْمَنَةِ
وَأَصْحابُ
الْمَشْئَمَةِ
ما أَصْحابُ
الْمَشْئَمَةِ
وَالسَّابِقُونَ
السَّابِقُونَ
أُولئِكَ
الْمُقَرَّبُونَ)
فَالسَّابِقُونَ
هُوَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَخَاصَّةُ
اللَّهِ مِنْ
خَلْقِهِ
جَعَلَ
فِيهِمْ
خَمْسَةَ أَرْوَاحٍ
أَيَّدَهُمْ
بِرُوحِ
الْقُدُسِ
فَبِهِ
بُعِثُوا
أَنْبِيَاءَ
وَأَيَّدَهُمْ
بِرُوحِ
الْإِيمَانِ
فَبِهِ
خَافُوا اللَّهَ
وَأَيَّدَهُمْ
بِرُوحِ
الْقُوَّةِ
فَبِهِ
قَوُوا عَلَى
طَاعَةِ
اللَّهِ
وَأَيَّدَهُمْ
بِرُوحِ
الشَّهْوَةِ
فَبِهِ
اشْتَهَوْا
طَاعَةَ اللَّهِ
وَكَرِهُوا
مَعْصِيَتَهُ
وَجَعَلَ
فِيهِمْ
رُوحَ
الْمَدْرَجِ
الَّذِي يَذْهَبُ
بِهِ
النَّاسُ
وَيَجِيئُونَ
وَجَعَلَ فِي
الْمُؤْمِنِينَ
أَصْحَابَ
الْمَيْمَنَةِ
رُوحَ
الْإِيمَانِ
فَبِهِ
خَافُوا
اللَّهَ
وَجَعَلَ
فِيهِمْ
رُوحَ
الْقُوَّةِ
فَبِهِ
قَوُوا عَلَى الطَّاعَةِ
مِنَ اللَّهِ
وَجَعَلَ
فِيهِمْ
رُوحَ
الشَّهْوَةِ
فَبِهِ
اشْتَهَوْا
طَاعَةَ
اللَّهِ
وَجَعَلَ
فِيهِمْ
رُوحَ الْمَدْرَجِ
الَّتِي
يَذْهَبُ
النَّاسُ
بِهِ وَيَجِيئُونَ.
1587- Cabir El-Cufi Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Cabir! Muhakkak
ki Allah insanları üç sınıf yarattı, bunun delili
Allahın şu ayetidir: (Siz üç sınıftınız*
Uğurlunun ashabı, ama ne uğurlunun ashabı* Uğursuzun
ashabı ama ne uğursuzun ashabı* İleri geçenler ileri
geçenler* Onlardır yakınlaştırılmış olanlar.
Vakia 7-11) İleri geçenler; o
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihidir, yaratıklarının içinden
Allahın hası, özelidir. Allah onlarda beş tane ruh karar
kıldı. Onları Ruhul Kudusla destekledi ve nebiler onunla
gönderildiler. Onları iman ruhuyla destekledi, onunla Allahtan korkarlar.
Onları kuvvet ruhuyla destekledi, onunla Allahın itaatine güç
yetirirler. Onları şehvet ruhuyla destekledi, onunla Allahın itaatine
şiddetle rağbet ederler ve ona isyandan hoşlanmazlar. Onlarda
hareket ruhu vardır, insanlar onunla gider ve gelirler. Muminler de
sağ ashabında iman ruhunu karar kıldı, onunla Allahtan
korkarlar. Onlarda kuvvet ruhunu karar kıldı, onunla Allahın itaatine
güç yetirirler. Onlarda şehvet ruhunu karar kıldı, onunla
Allahın itaatine rağbet ederler. Onlarda hareket ruhunu karar
kıldı, insanlar onunla gider ve gelirler.
1591- عَنْ
جَابِرٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنِ الرُّوحِ
قَالَ: يَا
جَابِرُ
إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
الْخَلْقَ
عَلَى
ثَلَاثِ
طَبَقَاتٍ
وَأَنْزَلَهُمْ
ثَلَاثَ
مَنَازِلَ
وَبَيَّنَ
ذَلِكَ فِي
كِتَابِهِ
حَيْثُ قَالَ: (فَأَصْحابُ
الْمَيْمَنَةِ
ما أَصْحابُ
الْمَيْمَنَةِ
وَأَصْحابُ
الْمَشْئَمَةِ
ما أَصْحابُ
الْمَشْئَمَةِ
وَالسَّابِقُونَ
السَّابِقُونَ
أُولئِكَ
الْمُقَرَّبُونَ) فَأَمَّا
مَا ذَكَرَ
مِنَ
السَّابِقِينَ
فَهُمْ
أَنْبِيَاءُ
مُرْسَلُونَ
وَغَيْرُ
مُرْسَلِينَ
جَعَلَ
اللَّهُ
فِيهِمْ خَمْسَةَ
أَرْوَاحٍ:
رُوحَ
الْقُدُسِ
وَرُوحَ الْإِيمَانِ
وَرُوحَ
الْقُوَّةِ
وَرُوحَ
الشَّهْوَةِ
وَرُوحَ
الْبَدَنِ
وَبَيَّنَ
ذَلِكَ فِي
كِتَابِهِ
حَيْثُ قَالَ: (تِلْكَ
الرُّسُلُ
فَضَّلْنا
بَعْضَهُمْ عَلى
بَعْضٍ
مِنْهُمْ
مَنْ كَلَّمَ
اللَّهُ وَرَفَعَ
بَعْضَهُمْ
دَرَجاتٍ
وَآتَيْنا
عِيسَى ابْنَ
مَرْيَمَ
الْبَيِّناتِ
وَأَيَّدْناهُ
بِرُوحِ
الْقُدُسِ) ثُمَّ
قَالَ فِي
جَمِيعِهِمْ:
(وَ
أَيَّدَهُمْ
بِرُوحٍ
مِنْهُ) فَبِرُوحِ
الْقُدُسِ
بُعِثُوا
أَنْبِيَاءَ
مُرْسَلِينَ
وَغَيْرَ
مُرْسَلِينَ
وَبِرُوحِ
الْقُدُسِ
عَلِمُوا
جَمِيعَ
الْأَشْيَاءِ
وَبِرُوحِ
الْإِيمَانِ
عَبَدُوا اللَّهَ
وَلَمْ
يُشْرِكُوا بِهِ
شَيْئاً
وَبِرُوحِ
الْقُوَّةِ
جَاهَدُوا
عَدُوَّهُمْ
وَعَالَجُوا
مَعَايِشَهُمْ
وَبِرُوحِ
الشَّهْوَةِ
أَصَابُوا لَذَّةَ
الطَّعَامِ
وَنَكَحُوا
الْحَلَالَ مِنَ
النِّسَاءِ
وَبِرُوحِ
الْبَدَنِ
يَدِبُّ
وَيَدْرُجُ.
وَ
أَمَّا مَا
ذَكَرْتَ
مِنْ
أَصْحَابِ
الْمَيْمَنَةِ
فَهُمُ
الْمُؤْمِنُونَ
حَقّاً جَعَلَ
فِيهِمْ
أَرْبَعَةَ
أَرْوَاحٍ
رُوحَ الْإِيمَانِ
وَرُوحَ
الْقُوَّةِ
وَرُوحَ الشَّهْوَةِ
وَرُوحَ
الْبَدَنِ
وَلَا يَزَالُ
الْعَبْدُ
مُسْتَكْمِلًا
بِهَذِهِ الْأَرْوَاحِ
الْأَرْبَعَةِ
حَتَّى
يَهُمَّ
بِالْخَطِيئَةِ
فَإِذَا
هَمَّ
بِالْخَطِيئَةِ
زَيَّنَ لَهُ
رُوحُ
الشَّهْوَةِ
وَشَجَّعَهُ
رُوحُ الْقُوَّةِ
وَقَادَهُ
رُوحُ
الْبَدَنِ
حَتَّى يُوقِعَهُ
فِي تِلْكَ
الْخَطِيئَةِ
فَإِذَا لَامَسَ
الْخَطِيئَةَ
انْتَقَصَ
مِنَ الْإِيمَانِ
وَانْتَقَصَ
الْإِيمَانُ
مِنْهُ
فَإِنْ تَابَ
تَابَ
اللَّهُ
عَلَيْهِ.
وَ
قَدْ يَأْتِي
عَلَى
الْعَبْدِ
تَارَاتٌ يَنْتَقِصُ
مِنْهُ
بَعْضُ
هَذِهِ
الْأَرْبَعَةِ
وَذَلِكَ
قَوْلُ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ
مِنْكُمْ
مَنْ يُرَدُّ
إِلى
أَرْذَلِ
الْعُمُرِ
لِكَيْ لا
يَعْلَمَ بَعْدَ
عِلْمٍ
شَيْئاً) فَتَنْقِصُ
رُوحُ الْقُوَّةِ
وَلَا
يَسْتَطِيعُ
مُجَاهَدَةَ
الْعَدُوِّ
وَلَا
مُعَالَجَةَ
الْمَعِيشَةِ
وَتَنْتَقِصُ
مِنْهُ رُوحُ
الشَّهْوَةِ
فَلَوْ
مَرَّتْ بِهِ
أَحْسَنُ
بَنَاتِ آدَمَ
لَمْ يَحِنَّ
إِلَيْهَا
وَتَبْقَى
فِيهِ رُوحُ
الْإِيمَانِ
وَرُوحُ
الْبَدَنِ
فَبِرُوحِ
الْإِيمَانِ يَعْبُدُ
اللَّهَ
وَبِرُوحِ
الْبَدَنِ يَدِبُّ
وَيَدْرُجُ
حَتَّى
يَأْتِيَهُ
مَلَكُ
الْمَوْتِ.
وَ
أَمَّا مَا
ذَكَرْتَ
مِنْ
أَصْحَابِ
الْمَشْئَمَةِ
فَهُمْ
أَهْلُ
الْكِتَابِ
قَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (الَّذِينَ
آتَيْناهُمُ
الْكِتابَ
يَعْرِفُونَهُ
كَما
يَعْرِفُونَ
أَبْناءَهُمْ
وَإِنَّ فَرِيقاً
مِنْهُمْ
لَيَكْتُمُونَ
الْحَقَّ وَهُمْ
يَعْلَمُونَ
الْحَقُّ
مِنْ رَبِّكَ
فَلا
تَكُونَنَّ
مِنَ
الْمُمْتَرِينَ) عَرَفُوا
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَالْوَصِيَّ
مِنْ
بَعْدِهِ
وَكَتَمُوا
مَا عَرَفُوا
مِنَ
الْحَقِّ
بَغْياً
وَحَسَداً
فَسَلَبَهُمْ
اللهُ رُوحَ
الْإِيمَانِ
وَجَعَلَ
لَهُمْ
ثَلَاثَةَ
أَرْوَاحٍ
رُوحَ الْقُوَّةِ
وَرُوحَ
الشَّهْوَةِ
وَرُوحَ الْبَدَنِ
ثُمَّ
أَضَافَهُمْ
إِلَى
الْأَنْعَامِ
فَقَالَ: (إِنْ
هُمْ إِلَّا
كَالْأَنْعامِ
بَلْ هُمْ أَضَلُّ
سَبِيلًا) لِأَنَّ
الدَّابَّةَ
يَا جَابِرُ
إِنَّمَا
تَحْمِلُ
بِرُوحِ
الْقُوَّةِ
وَتَعْتَلِفُ
بِرُوحِ
الشَّهْوَةِ
وَتَسِيرُ
بِرُوحِ
الْبَدَنِ.
1591- Cabir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselama Ruhu sordum. Dedi ki: Ya Cabir! Allah
yaratıkları üç tabaka üzerine yarattı ve onları üç konuma
yerleştirdi ve onu kitabında şu ayeti dediğinde beyan etti:
(Uğurlunun ashabı, ama ne uğurlunun
ashabı* Uğursuzun ashabı ama ne uğursuzun ashabı*
İleri geçenler ileri geçenler* Onlardır yakınlaştırılmış
olanlar. Vakia 7-11) İleri
geçenleri zikrettiğinde onlar mursel olan ve mursel olmayan nebilerdir,
Allah onlarda beş tane ruh karar kıldı: Ruhul Kudus, iman ruhu,
kuvvet ruhu, şehvet ruhu ve beden ruhu. Şu ayeti kitabında
dediğinde onu beyan etti: (O resullerden
bazısını bazısına üstün ettik. Onlardan Allah'la
konuşan var, bazılarının da derecelerini yüceltmiştir.
İsa ibni Meryeme apaçık deliller verdik, onu, Ruhul Kudusla
destekledik. Bakara 253)
Sonra onların hepsi hakkında şöyle buyurdu: (Onları kendinden bir Ruh ile destekledi.
Mücadele 22)
Mursel olan ve mursel olmayan nebiler Ruhul Kudusla gönderildiler ve Ruhul
Kudusla her şeyi öğrendiler. İman ruhuyla Allaha ibadet
ettiler ve ona bir şeyi şirk koşmadılar. Kuvvet ruhuyla
düşmanlarıyla cihat ettiler ve yaşantılarını
düzenlediler. Şehvet ruhuyla yemeklerin lezzetini aldılar ve
kadınlardan helal olanlarıyla nikah kıydılar. Beden ruhuyla
yürürler ve hareket ederler.
Zikrettiğin uğurlunun
ashabı ise onlar hak olarak muminlerdir, onlarda dört ruhu karar
kıldı: İman ruhu, kuvvet ruhu, şehvet ruhu ve beden ruhu.
Bu ruhlar tas tamam olarak bir hataya azmedene kadar kulu bırakmazlar. Bir
hataya azmettiğinde onu o hataya düşürene kadar şehvet ruhu ona
süsler, kuvvet ruhu onu cesaretlendirir ve beden ruhu da onu sürükler. Hataya
değdiğinde imandan eksilir ve iman da ondan eksilir, tevbe ederse
Allah da tevbesini kabul eder.
Kulun bazı zamanları olur
ki bu dört tanesi ondan eksilir. Onun delili Allahu Tealanın şu
ayeti: (İçinizden kimi de
bilgiden sonra bir şey bilmesin diye hayatın en rezil haline
döndürülür. Nahl 70)
Kuvvet ruhu eksilir ve düşmanla cihat edemez,
yaşantısını da düzenleyemez. Ondan şehvet ruhu da
eksilir. Âdemin en güzel kızları da ona uğrasa onlara
meyledemez. Onda iman ruhu ve beden ruhu kalır. Ölüm meleği ona
gelene kadar iman ruhuyla Allaha ibadet eder ve beden ruhuyla yürür ve hareket
eder.
Zikrettiğin uğursuzun
ashabı ise onlar kitap ehlidir. Allah Tebareke ve Teala şöyle dedi: (Kendilerine kitap verdiklerimiz onu
oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle
iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler* Hak
Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!
Bakara 146- 147)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiyi ve ondan sonraki vasiyi
tanıdılar. Hak olarak tanıdıklarını
düşmanlık ve haset ederek gizlediler. Allah da onlardan iman ruhunu
aldı ve onlarda üç ruhu karar kıldı: Kuvvet ruhu, şehvet
ruhu ve beden ruhu. Sonra onları hayvanlara izafe etti ve şöyle dedi:
(Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha
da sapıktırlar. Furkan 44)
Çünkü hayvan ya Cabir! Kuvvet ruhunu taşır ve şehvet ruhuyla
otlanır ve beden ruhuyla da hareket eder.
(Bu babda konuyla alakalı
altı tane rivayet vardı.)
1594- عَنْ
جُعَيْدٍ
الْهَمْدَانِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
بِأَيِّ
حُكْمٍ
تَحْكُمُونَ؟
قَالَ:
نَحْكُمَ
بِحُكْمِ آلِ
دَاوُدَ فَإِنْ
عَيِينَا
شَيْئاً
تَلَقَّانَا
بِهِ رُوحُ الْقُدُسِ.
1594-
Cueyd Hemdani şöyle rivayet etti: Ali ibni Huseyne (Zeynul Âbidin)
aleyhisselama dedim ki: Neyle hükmediyorsunuz? Dedi ki: Â-li Davudun hükmüyle
hükmediyoruz. Eğer bir şey bizden gaip olursa onu Ruhul Kudustan
alırız.
1598- عَنْ
عَمَّارٍ
أَوْ
غَيْرِهِ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
فَبِمَا
تَحْكُمُونَ
إِذَا حَكَمْتُمْ؟
فَقَالَ:
بِحُكْمِ
اللَّهِ
وَحُكْمِ
دَاوُدَ
وَحُكْمِ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَإِذَا
وَرَدَ عَلَيْنَا
مَا لَيْسَ
فِي كِتَابِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
تَلَقَّانَا
بِهِ رُوحُ
الْقُدُسِ
أَوْ
أَلْهَمَنَا
اللَّهُ
إِلْهَاماً.
1598-
Ammar şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama
dedim ki: Hükmettiğinizde ne ile hükmediyorsunuz? Dedi ki: Allahın
hükmüyle, Davudun hükmüyle, Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin hükmüyle.
Bize Ali aleyhisselamın kitabında olmayan bir şey
ulaşırsa onu Ruhul Kudustan alırız veya Allah onu bir
ilhamla bize ilham eder.
1600- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
عَبْدِ
الْعَزِيزِ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ: قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
إِنَّ
النَّاسَ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
وَجَّهَ
عَلِيّاً
عَلَيْهِمَا
الصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ
إِلَى
الْيَمَنِ
لِيَقْضِيَ
بَيْنَهُمْ
فَقَالَ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
فَمَا وَرَدَتْ
عَلَيَّ
قَضِيَّةٌ
إِلَّا
حَكَمْتُ فِيهَا
بِحُكْمِ
اللَّهِ
وَحُكْمِ
رَسُولِهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَقَالَ: صَدَقُوا
قُلْتُ:
وَكَيْفَ
ذَاكَ وَلَمْ
يَكُنْ
أُنْزِلَ
الْقُرْآنُ
كُلُّهُ
وَقَدْ كَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ غَائِباً
عَنْهُ؟!
فَقَالَ:
يَتَلَقَّاهُ
بِهِ رُوحُ
الْقُدُسِ.
1600-
Ali ibni Abdulaziz babasından şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım insanlar iddia
ediyorlar ki: Rasûlullah Aliyi aleyhimassalatu vesselam aralarında
hükmetmesi için Yemene gönderdi ve Ali aleyhisselam da dedi ki: Bana gelen
hiçbir olay yok ki onda Allahın ve resulunun sallallahu aleyhi ve alihi
hükmüyle hükmetmemiş olayım. Dedi ki: Doğru söylüyorlar. Dedim
ki: Nasıl olur Kuranın tamamı inmemişti ve Rasûlullah
sallallau aleyhi ve alihi de ondan gaipti? Dedi ki: Onu Ruhul Kudustan
alır.
1604- عَنْ
جَابِرٍ
قَالَ: قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
الْأَنْبِيَاءَ
وَالْأَئِمَّةَ
عَلَى خَمْسَةِ
أَرْوَاحٍ:
رُوحِ الْإِيمَانِ
وَرُوحِ
الْحَيَاةِ
وَرُوحِ الْقُوَّةِ
وَرُوحِ
الشَّهْوَةِ
وَرُوحِ الْقُدُسِ
فَرُوحُ
الْقُدُسِ
مِنَ اللَّهِ
وَسَائِرُ
هَذِهِ
الْأَرْوَاحِ
يُصِيبُهَا الْحَدَثَانِ
فَرُوحُ
الْقُدُسِ
لَا يَلْهُو
وَلَا
يَتَغَيَّرُ
وَلَا
يَلْعَبُ وَبِرُوحِ
الْقُدُسِ
عَلِمُوا يَا
جَابِرُ مَا
دُونَ
الْعَرْشِ
إِلَى مَا
تَحْتَ
الثَّرَى.
1604- Cabir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak ki Allah
nebileri ve imamları beş ruh üzerine yarattı: İman ruhu,
hayat ruhu, kuvvet ruhu, şehvet ruhu ve Ruhul Kudus. Ruhul Kudus
Allahtandır ve geriye kalan ruhlara hadiseler isabet eder. Ruhul Kudus
boş şeyle gafil olmaz, değişmez ve oynamaz. Ya Cabir! Ruhul
Kudusla Arştan toprağın altına kadar olanı bilirler.
1605- عَنِ
الْمُفَضَّلِ
بْنِ عُمَرَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
سَأَلْتُهُ
عَنْ عِلْمِ
الْإِمَامِ
بِمَا فِي
أَقْطَارِ
الْأَرْضِ
وَهُوَ فِي
بَيْتِهِ
مُرْخًى
عَلَيْهِ
سِتْرُهُ فَقَالَ:
يَا
مُفَضَّلُ
إِنَّ
اللَّهَ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
جَعَلَ
لِلنَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
خَمْسَةَ
أَرْوَاحٍ
رُوحَ
الْحَيَاةِ
فَبِهِ دَبَّ
وَدَرَجَ وَرُوحَ
الْقُوَّةِ
فَبِهِ
نَهَضَ
وَجَاهَدَ
وَرُوحَ
الشَّهْوَةِ
فَبِهِ
أَكَلَ وَشَرِبَ
وَأَتَى
النِّسَاءَ
مِنَ
الْحَلَالِ
وَرُوحَ
الْإِيمَانِ
فَبِهِ
أَمَرَ وَعَدَلَ
وَرُوحَ الْقُدُسِ
فَبِهِ
حَمَلَ
النُّبُوَّةَ
فَإِذَا
قُبِضَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
انْتَقَلَ
رُوحُ
الْقُدُسِ
فَصَارَ فِي
الْإِمَامِ
وَرُوحُ
الْقُدُسِ
لَا يَنَامُ
وَلَا
يَغْفُلُ
وَلَا
يَلْهُو وَلَا
يَسْهُو
وَالْأَرْبَعَةُ
الْأَرْوَاحُ
تَنَامُ
وَتَلْهُو
وَتَغْفُلُ
وَتَسْهُوَ
وَرُوحُ
الْقُدُسِ
ثَابِتٌ
يَرَى بِهِ
مَا فِي
شَرْقِ الْأَرْضِ
وَغَرْبِهَا
وَبَرِّهَا
وَبَحْرِهَا
قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ!
يَتَنَاوَلُ
الْإِمَامُ
مَا
بِبَغْدَادَ بِيَدِهِ؟
قَالَ: نَعَمْ
وَمَا دُونَ
الْعَرْشِ.
1605- Mufaddal ibni Ömer şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama imamın ilmini sordum. O
evinde rahat ve üzerinde örtüsü arzın etrafında nasıldır?
Dedi ki: Ya Mufaddal! Muhakkak ki Allah Tebareke ve Teala nebi sallallahu
aleyhi ve alihi için beş tane ruh karar kıldı: Hayat ruhu onunla
yürüdü ve hareket etti. Kuvvet ruhu onunla ayağa kalktı ve cihat
etti. Şehvet ruhu onunla yedi içti ve helal olan kadınlara
yaklaştı. İman ruhu onunla emretti ve adaletli oldu. Ruhul Kudus
onunla nubuvveti yüklendi. Nebi sallallahu aleyhi ve alihi vefat ettiğinde
Ruhul Kudus intikal etti ve imama geçti. Ruhul Kudus uyumaz, gafil olmaz,
boş işle uğraşmaz, yanlışlık yapmaz. Dört
ruh uyur, gaflet eder, boş işle uğraşır ve
yanlışlık yapar. Ruhul Kudus sabittir, arzın doğusunda
ve batısında, karasında ve denizinde ne varsa onunla görür.
Dedim ki: Sana feda olayım İmam Bağdadta olan bir şeyi
eliyle alabilir mi? Dedi ki: Evet ve Arşın altında ne varsa.
(Bu
babda konuyla alakalı on üç tane rivayet vardı.)
1607- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (وَ كَذلِكَ
أَوْحَيْنا
إِلَيْكَ
رُوحاً مِنْ
أَمْرِنا ما
كُنْتَ
تَدْرِي مَا
الْكِتابُ
وَلَا
الْإِيمانُ) قَالَ:
خَلْقٌ مِنْ
خَلْقِ
اللَّهِ
أَعْظَمُ
مِنْ
جَبْرَئِيلَ
وَمِيكَائِيلَ
كَانَ مَعَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ يُخْبِرُهُ
وَيُسَدِّدُهُ
وَهُوَ مَعَ
الْأَئِمَّةِ
مِنْ
بَعْدَهُ.
1607-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama Allah Tebareke ve Tealanın: (İşte
öyle sana emrimizden bir ruh vahyettik, sen iman nedir kitap nedir bilmezdin.
Şura 52) ayetini sordum. Dedi ki:
Allahın yaratıklarından bir yaratıktır, Cebrailden
ve Mikailden daha azamdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiyle
beraberdi, onu haberdar ederdi ve yönlendirirdi, ondan sonra da imamlarla
beraberdir.
(Bu
babda konuyla alakalı on beş tane rivayet vardı.)
1621- عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
طَلْحَةَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
أَخْبِرْنِي
يَا ابْنَ
رَسُولِ اللَّهِ
عَنِ
الْعِلْمِ
الَّذِي
تُحَدِّثُونَّا
بِهِ أَ مِنْ
صُحُفٍ
عِنْدِكُمْ
أَمْ مِنْ
رِوَايَةٍ
يَرْوِيهَا
بَعْضُكُمْ عَنْ
بَعْضٍ أَوْ
كَيْفَ حَالُ
الْعِلْمِ
عِنْدَكُمْ؟s
قَالَ:
يَا عَبْدَ
اللَّهِ
الْأَمْرُ
أَعْظَمُ
مِنْ ذَلِكَ
وَأَجَلُّ أَ
مَا تَقْرَأُ كِتَابَ
اللَّهِ؟
قُلْتُ: بَلَى
قَالَ: أَ مَا
تَقْرَأُ: (وَ كَذلِكَ
أَوْحَيْنا
إِلَيْكَ
رُوحاً مِنْ
أَمْرِنا ما
كُنْتَ
تَدْرِي مَا الْكِتابُ
وَلَا
الْإِيمانُ)؟ أَ
فَتَرَوْنَ
أَنَّهُ
كَانَ فِي
حَالٍ لَا
يَدْرِي مَا
الْكِتَابُ
وَلَا
الْإِيمَانُ؟
قَالَ:
قُلْتُ:
هَكَذَا
نَقْرَؤُهَا.
قَالَ:
نَعَمْ قَدْ
كَانَ فِي
حَالٍ لَا
يَدْرِي مَا
الْكِتَابُ
وَلَا
الْإِيمَانُ
حَتَّى
بَعَثَ اللَّهُ
تِلْكَ
الرُّوحَ
فَعَلَّمَهُ
بِهَا
الْعِلْمَ وَالْفَهْمَ
وَكَذَلِكَ
تَجْرِي
تِلْكَ الرُّوحُ
إِذَا
بَعَثَهَا
اللَّهُ
إِلَى عَبْدٍ
عَلَّمَهُ
بِهَا
الْعِلْمَ
وَالْفَهْمَ.
1621-
Abdullah ibni Talha şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Ey Rasûlullahın oğlu! Bana haber ver! Bize
anlattığınız ilim sizin yanınızdaki sayfalardan
mıdır, yoksa bazınızın bazınızdan
naklettiği rivayetlerden midir? Sizin yanınızdaki ilmin hali
nedir?
Dedi ki: Ya Abdullah! İş ondan daha azim ve daha
yücedir. Allahın kitabını okumuyor musun? Dedim ki: Tabii ki.
Dedi ki: Şu ayeti okumuyor musun: (İşte öyle sana
emrimizden bir ruh vahyettik, sen iman nedir kitap nedir bilmezdin. Şura
52) Öyle görüyorsunuz ki o bir haldeydi ki iman
nedir, kitap nedir bilmiyordu? Dedim ki: Öyle okuyoruz o ayeti.
Dedi ki: Evet öyle bir haldeydi ki kitap nedir, iman nedir
bilmezdi ta ki Allah o ruhu gönderene kadar. O ruhla ilimi ve anlamayı
öğretti. İşte o ruhun öyle bir işlevi vardır, Allah
onu bir kula gönderirse ona onunla ilimi ve anlamayı öğretir.
1624- عَنْ
زِيَادِ بْنِ
أَبِي
الْحَلَّالِ
قَالَ:
كُنْتُ
سَمِعْتُ
مِنْ جَابِرٍ
أَحَادِيثَ فَاضْطَرَبَ
فِيهَا
فُؤَادِي
وَضِقْتُ
فِيهَا
ضَيْقاً
شَدِيداً
فَقُلْتُ
وَاللَّهِ
إِنَّ
الْمُسْتَرَاحَ
لَقَرِيبٌ
وَإِنِّي
عَلَيْهِ
لَقَوِيٌّ
فَابْتَعْتُ
بَعِيراً
وَخَرَجْتُ
إِلَى
الْمَدِينَةِ
وَطَلَبْتُ
الْإِذْنَ
عَلَى أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَأَذِنَ لِي
فَلَمَّا
نَظَرَ
إِلَيَّ قَالَ:
رَحِمَ
اللَّهُ
جَابِراً
كَانَ يَصْدُقُ
عَلَيْنَا
وَلَعَنَ
اللَّهُ
الْمُغِيرَةَ
فَإِنَّهُ كَانَ
يَكْذِبُ
عَلَيْنَا
قَالَ ثُمَّ
قَالَ فِينَا
رُوحُ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ.
1624- Ziyad ibni Ebu Hellal şöyle rivayet etti:
Cabirden hadisler işitmiştim ondan gönlüm bir tuhaf oldu
şiddetli bir şekilde daraldım. Dedim ki: Nefsimi rahatlatmam
yakındır ve buna da gücüm var. Deveyle Medineye doğru yola
çıktım. Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamdan huzuruna
varmam için izin istedim, bana izin verdi, bana baktığında dedi
ki: Allah Cabire rahmet etsin, o bizi tasdik ederdi ve Allah Muğiyreye
lanet etsin, o bizi yalanlardı. Sonra dedi ki: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihinin ruhu bizdedir.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1626- عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ: (يَسْئَلُونَكَ
عَنِ
الرُّوحِ
قُلِ الرُّوحُ
مِنْ أَمْرِ
رَبِّي) قَالَ:
خَلْقٌ
أَعْظَمُ
مِنْ جَبْرَئِيلَ
وَمِيكَائِيلَ
لَمْ يَكُنْ
مَعَ أَحَدٍ
مِمَّنْ
مَضَى غَيْرِ
مُحَمَّدٍ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَهُوَ مَعَ
الْأَئِمَّةِ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
يُوَفِّقُهُمْ
وَيُسَدِّدُهُمْ
وَلَيْسَ كُلَّمَا
طُلِبَ
وُجِدَ.
1626-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: (Sana
Ruhu soruyorlar de ki: Ruh Rabbimin emrindendir. İsra 85) Cebrail ve Mikailden daha azam bir yaratıktır,
gelip geçenlerden Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiden başkasıyla
beraber olmadı ve o şimdi imamlarladır aleyhimusselam.
Onları başarıya ulaştırır ve yönlendirir, her
isteyenin yanında olmaz.
1636- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ فِي
هَذِهِ
الْآيَةِ:
(يَسْئَلُونَكَ
عَنِ
الرُّوحِ
قُلِ الرُّوحُ
مِنْ أَمْرِ
رَبِّي) قَالَ:
مَلَكٌ
أَعْظَمُ
مِنْ
جَبْرَئِيلَ وَمِيكَائِيلَ
لَمْ يَكُنْ
مَعَ أَحَدٍ
مِمَّنْ
مَضَى غَيْرِ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَهُوَ مَعَ
الْأَئِمَّةِ
وَلَيْسَ
كَمَا
ظَنَنْتَ.
1636-
Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın bu ayet
hakkında: (Sana Ruhu soruyorlar de ki: Ruh Rabbimin
emrindendir. İsra 85) şöyle dediğini
rivayet etti: Cebrailden ve Mikailden daha azam bir melektir, gelip
geçenlerden Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiden başkasıyla beraber
olmadı ve o şimdi imamlarladır, zannettiğin gibi değil.
1637- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِهِ
عَزَّ وَجَلَ: (يَسْئَلُونَكَ
عَنِ
الرُّوحِ
قُلِ الرُّوحُ
مِنْ أَمْرِ
رَبِّي) قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
أَحَدٌ
صَمَدٌ
وَالصَّمَدُ
الشَّيْءُ
الَّذِي
لَيْسَ لَهُ
جَوْفٌ
وَإِنَّمَا الرُّوحُ
خَلْقٌ مِنْ
خَلْقِهِ
لَهُ بَصَرٌ وَقُوَّةٌ
وَتَأْيِيدٌ
يَجْعَلُهُ
اللَّهُ فِي
قُلُوبِ
الرُّسُلِ
وَالْمُؤْمِنِينَ.
1637-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allah Azze ve Cellenin: (Sana
ruhu soruyorlar de ki: Ruh Rabbimin emrindendir. İsra 85) ayeti hakkında şöyle dedi: Muhakak ki Allah
Tebareke ve Teala Eheddir, Sameddir. Samed içi batını olmayan
şeydir. Ruh sadece Allahın yarattıklarında bir
yaratıktır, onun gözü, kuvveti ve yardımı vardır,
Allah onu resullerin ve muminlerin kalbinde karar kılar.
1638- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
مَثَلُ
الْمُؤْمِنِ
وَبَدَنِهِ
كَجَوْهَرَةٍ
فِي
صُنْدُوقٍ
إِذَا
خَرَجَتِ
الْجَوْهَرَةُ
مِنْهُ
طُرِحَ
الصُّنْدُوقُ
وَلَمْ
يُعْبَأْ
بِهِ قَالَ:
إِنَّ
الْأَرْوَاحَ
لَا
تُمَازِجُ
الْبَدَنَ
وَلَا
تُدَاخِلُهُ
إِنَّمَا
هِيَ كَالْكِلَلِ
لِلْبَدَنِ
مُحِيطَةٌ
بِهِ.
1638-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muminin ve
ruhunun misali sandığın içindeki elmas gibidir. Elmas
sandıktan çıktığında sandık atılır ve
umursanmaz. Muhakkak ki ruhlar bedenle karışmaz ve onun içine de
girmez. O sadece bedeni kuşatan cibinlik gibidir.
(Bu
babda konuyla alakalı on üç tane rivayet vardı.)
1639- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (يُنَزِّلُ
الْمَلائِكَةَ
بِالرُّوحِ
مِنْ
أَمْرِهِ
عَلى مَنْ
يَشاءُ مِنْ
عِبادِهِ) فَقَالَ:
جَبْرَئِيلُ
الَّذِي
نَزَلَ عَلَى
الْأَنْبِيَاءِ
وَالرُّوحُ
تَكُونُ
مَعَهُمْ
وَمَعَ الْأَوْصِيَاءِ
لَا
تُفَارِقُهُمْ
تُفَقِّهُهُمْ
وَتُسَدِّدُهُمْ
مِنْ عِنْدِ
اللَّهِ وَأَنَّهُ
لَا إِلَهَ
إِلَّا
اللَّهُ مُحَمَّدٌ
رَسُولُ
اللَّهِ
وَبِهِمَا
عُبِدَ اللَّهُ
وَاسْتَعْبَدَ
الْخَلْقُ
وَعَلَى
هَذَا
الْجِنُّ
وَالْإِنْسُ
وَالْمَلَائِكَةُ
وَلَمْ
يَعْبُدِ
اللَّهَ
مَلَكٌ وَلَا
نَبِيٌّ
وَلَا إِنْسَانٌ
وَلَا جَانٌّ
إِلَّا
بِشَهَادَةِ
أَنْ لَا
إِلَهَ
إِلَّا
اللَّهُ
وَأَنَّ مُحَمَّداً
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَمَا
خَلَقَ
اللَّهُ
خَلْقاً
إِلَّا
لِلْعِبَادَةِ.
1639-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin: (Melekleri emrinden bir Ruh
ile kullarından dilediğine indirir. Nahl 2) ayetini sordum. Dedi ki: Cebrail nebilere indi, ruhta
onlarla ve vasilerle beraberdir, onlardan ayrılmaz. Allah katından
onları dinde derinleştirir ve yönlendirir ve o yönlendirme: La
İlahe İllallah Muhammedun Rasûlullahtır. O ikisiyle Allaha
ibadet edilir ve yaratılmışları bu cini, insanı ve
melekleri kendisinin kulluğunda tutar. Melek, nebi, insan ve cin En la
İlahe İllallah Muhammeden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi
şehadeti olmadan ibadet etmedi. Allah yaratıkları ibadetten
başka bir şey için yaratmadı.
1641- عَنْ
سَعْدٍ الْإِسْكَافِ
قَالَ أَتَى
رَجُلٌ
عَلِيَّ بْنَ
أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَسْأَلُهُ
عَنِ الرُّوحِ
أَ لَيْسَ
هُوَ
جَبْرَئِيلَ؟
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
جَبْرَئِيلُ
مِنَ
الْمَلَائِكَةِ
وَالرُّوحُ
غَيْرُ
جَبْرَئِيلَ
وَكَرَّرَ
ذَلِكَ عَلَى
الرَّجُلِ
فَقَالَ لَهُ:
لَقَدْ
قُلْتَ عَظِيماً
مِنَ
الْقَوْلِ
مَا أَحَدٌ
يَزْعُمُ أَنَّ
الرُّوحَ
غَيْرُ
جَبْرَئِيلَ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّكَ
ضَالٌّ
تَرْوِي عَنْ
أَهْلِ
الضَّلَالِ
يَقُولُ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى لِنَبِيِّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
(أَتى أَمْرُ
اللَّهِ فَلا
تَسْتَعْجِلُوهُ
سُبْحانَهُ
وَتَعالى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ
يُنَزِّلُ
الْمَلائِكَةَ
بِالرُّوحِ)
وَالرُّوحُ
غَيْرُ
الْمَلَائِكَةِ.
1641- Said İskaf şöyle rivayet etti: Adamın
birisi Ali ibni Ebu Talib aleyhisselamın yanına geldi. Ona Ruhu
sordu: Ruh Cebrail değil mi? Ali aleyhisselam ona dedi ki: Cebrail
meleklerdendir. Ruh Cebrail değildir. Ve sözünü adama tekrar etti. Adam
dedi ki: Çok büyük bir söz söyledin, hiç kimse Ruh Cebrail değildir diye
iddia etmiyor. Ali aleyhisselam dedi ki: Kesinlikle sen
sapıtmışsın ve sapıtmışlardan rivayet
ediyorsun. Allah Tebareke ve Teala nebisi sallallahu aleyhi ve alihiye dedi ki:
(Allahın emri gelecektir. Artık onun acele
gelmesini istemeyin. Allah, onların ortak koştukları
şeylerden münezzehtir* Melekleri Ruhla indirir. Nahl 1-2) Ruh meleklerden değildir.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1644- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
الْإِمَامُ
إِذَا مَاتَ
يَعْلَمُ
الَّذِي
بَعْدَهُ فِي
تِلْكَ
السَّاعَةِ
مِثْلَ
عِلْمِهِ؟
قَالَ:
يُورَثُ
كُتُباً وَيُزَادُ
فِي كُلِّ
يَوْمٍ
وَلَيْلَةٍ
وَلَا
يُوكَلُ
إِلَى
نَفْسِهِ.
1644- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: İmam öldüğünde ondan
sonraki onun ilminin aynısını o saat bilir mi? Dedi ki: Kitaplar
miras alır, her gün ve gece ilmi artar, kendi başına
bırakılmaz.
(Bu
babda konuyla alakalı dokuz tane rivayet vardı.)
1652- عَنْ
صَفْوَانَ
بْنِ يَحْيَى
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَخْبِرْنِي
عَنِ الْإِمَامِ
مَتَى
يَعْلَمُ
أَنَّهُ
إِمَامٌ
حِينَ يَبْلُغُهُ
أَنَّ
صَاحِبَهُ قَدْ
مَضَى أَوْ
حِينَ
يَمْضِي
مِثْلُ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قُبِضَ بِبَغْدَادَ
وَأَنْتَ
هَاهُنَا؟
قَالَ: يَعْلَمُ
ذَلِكَ حِينَ
يَمْضِي
صَاحِبُهُ
قُلْتُ:
بِأَيِّ شَيْءٍ
يَعْلَمُ؟
قَالَ:
يُلْهِمُهُ
اللَّهُ ذَلِكَ.
1652- Safvan ibni Yahya şöyle
rivayet etti: Ebul Hasan Rıza aleyhisselama dedim ki: Bana imamdan haber
ver. İmam olduğunu ne zaman bilir? Sahibinin göçüp gittiği
haberinin ulaştığı zaman mı yoksa sahibi göçerken mi?
Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam Bağdatta vefat
ettiğinde senin burada olman gibi mi? Dedi ki: Onu sahibi göçüp giderken
bilir. Dedim ki: Nasıl? Dedi ki: Allah onu ona ilham eder.
1654- عَنْ
هَارُونَ
بْنِ
الْفَضْلِ
قَالَ:
رَأَيْتُ
أَبَا
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي
الْيَوْمِ
الَّذِي
تُوُفِّيَ فِيهِ
أَبُو جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: إِنَّا
لِلَّهِ
وَإِنَّا
إِلَيْهِ
راجِعُونَ مَضَى
أَبُو
جَعْفَرٍ
فَقِيلَ لَهُ
وَكَيْفَ
عَرَفْتَ
ذَلِكَ؟
قَالَ:
دَاخَلَتْنِي
ذِلَّةٌ
لِلَّهِ لَمْ
أَكُنْ
أَعْرِفُهَا.
1654- Harun ibni Fazl şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
Tâki) aleyhisselamın vefat ettiği gün Ebul Hasan (Ali Nâki)
aleyhisselamı gördüm. Dedi ki: İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Ebu
Cafer göçüp gitti. Ona denildi ki: Onu nasıl bildin? Dedi ki: Daha önceden
bilmediğim, Allaha boyun eğiş hali hissettim.
(Bu
babda konuyla alakalı altı tane rivayet vardı.)
1660- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
فَلَمَّا
قَضَى مُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
نُبُوَّتَهُ
وَاسْتُكْمِلَتْ
أَيَّامُهُ
أَوْحَى
اللَّهُ
إِلَيْهِ: يَا
مُحَمَّدُ
قَدْ قَضَيْتَ
نُبُوَّتَكَ
وَاسْتَكْمَلْتَ
أَيَّامَكَ
فَاجْعَلِ
الْعِلْمَ
الَّذِي عِنْدَكَ
وَالْإِيمَانَ
وَالِاسْمَ
الْأَكْبَرَ
وَمِيرَاثَ
الْعِلْمِ
وَآثَارَ
عِلْمِ
النُّبُوَّةِ
فِي أَهْلِ
بَيْتِكَ
عِنْدَ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَإِنِّي لَمْ
أَقْطَعْ
الْعِلْمَ
وَالْإِيمَانَ
وَالِاسْمَ
الْأَكْبَرَ
وَمِيرَاثَ
الْعِلْمِ
وَآثَارَ
عِلْمِ
النُّبُوَّةِ
مِنَ الْعَقِبِ
مِنْ
ذُرِّيَّتِكَ
كَمَا لَمْ
أَقْطَعْهَا
مِنْ بُيُوتَاتِ
الْأَنْبِيَاءِ.
1660- Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) alehisselam
şöyle dedi: Muhammed sallalahu aleyhi ve alihi nubuvvetini yerine
getirdiğinde ve günlerini tamamladığında Allah ona
vahyetti: Ya Muhammed! Nubuvvetini yerine getirdin ve günlerini
tamamladın, yanındaki ilmi, imanı, İsmul Ekberi, ilmin
mirasını, nubuvvet ilminin eserlerini Ehli Beytinin içinde Ali ibni
Ebu Talib aleyhisselama bırak. Çünkü ben ilmi, imanı, İsmul
Ekberi, ilmin mirasını ve nubuvvet ilminin eserlerini senin
zurriyetinden koparmadım, aynı onları nebilerin evlerinden
koparmadığım gibi.
1661- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
أَوْصَى
مُوسَى إِلَى
يُوشَعَ بْنِ
نُونٍ وَأَوْصَى
يُوشَعُ بْنُ
نُونٍ إِلَى
وَلَدِ هَارُونَ
وَلَمْ يُوصِ
إِلَى وَلَدِ
مُوسَى
لِأَنَّ
اللَّهَ لَهُ
الْخِيَرَةُ
يَخْتَارُ
مَنْ يَشَاءُ
مِمَّنْ
يَشَاءُ
وَبَشَّرَ
مُوسَى يُوشَعَ
بْنَ نُونٍ
بِالْمَسِيحِ
فَلَمَّا أَنْ
بَعَثَ
اللَّهُ
الْمَسِيحَ
قَالَ لَهُمْ:
إِنَّهُ
سَيَأْتِي
رَسُولٌ مِنْ
بَعْدِي اسْمُهُ
أَحْمَدُ
مِنْ وُلْدِ
إِسْمَاعِيلَ
يُصَدِّقُنِي
وَيُصَدِّقُكُمْ
وَيُحَذِّرُنِي
وَيُحَذِّرُكُمْ
وَجَرَتْ
بَيْنَ
الْحَوَارِيِّينَ
فِي
الْمُسْتَحْفَظِينَ
وَإِنَّمَا
سَمَّاهُمُ
اللَّهُ
الْمُسْتَحْفَظِينَ
لِأَنَّهُمُ
اسْتُحْفِظُوا
الِاسْمَ الْأَكْبَرَ
وَهُوَ
الْكِتَابُ
الَّذِي
يُعْلَمُ
بِهِ كُلُّ
شَيْءٍ
الَّذِي
كَانَ مَعَ
الْأَنْبِيَاءِ
يَقُولُ
اللَّهُ
تَعَالَى: (لَقَدْ
أَرْسَلْنا
رُسُلَنا
بِالْبَيِّناتِ
وَأَنْزَلْنا
مَعَهُمُ
الْكِتابَ
وَالْمِيزانَ) الْكِتَابُ
الِاسْمُ
الْأَكْبَرُ
وَإِنَّمَا
عُرِفَ
مِمَّا
يُدْعَى الْعِلْمَ
التَّوْرَاةُ
وَالْإِنْجِيلُ
وَالْفُرْقَانُ
فَمَا
كِتَابُ
نُوحٍ وَمَا
كِتَابُ
صَالِحٍ
وَشُعَيْبٍ
وَإِبْرَاهِيمَ
وَقَدْ
أَخْبَرَ
اللَّهُ: (إِنَّ
هذا لَفِي
الصُّحُفِ
الْأُولى
صُحُفِ
إِبْراهِيمَ
وَمُوسى) فَأَيْنَ
صُحُفُ
إِبْرَاهِيمَ؟
إِنَّمَا صُحُفُ
إِبْرَاهِيمَ
فَالاسْمُ
الْأَكْبَرُ
وَصُحُفُ
مُوسَى
الِاسْمُ
الْأَكْبَرُ
فَلَمْ تَزَلِ
الْوَصِيَّةُ
يُوصِيهَا
عَالِمٌ بَعْدَ
عَالِمٍ
حَتَّى
دَفَعُوهَا
إِلَى مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ ثُمَّ
أَتَاهُ
جَبْرَئِيلُ
فَقَالَ لَهُ:
إِنَّكَ قَدْ
قَضَيْتَ
نُبُوَّتَكَ
وَاسْتَكْمَلْتَ
أَيَّامَكَ
فَاجْعَلِ
الِاسْمَ
الْأَكْبَرَ
وَمِيرَاثَ
الْعِلْمِ
وَآثَارَ
النُّبُوَّةِ
عِنْدَ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَإِنِّي لَا
أَتْرُكُ
الْأَرْضَ
إِلَّا وَلِي
فِيهَا
عَالِمٌ
تُعْرَفُ
بِهِ
طَاعَتِي
وَتُعْرَفُ
بِهِ
وَلَايَتِي
فَيَكُونُ
حُجَّةً
لِمَنْ
وُلِدَ
بَيْنَ قَبْضِ
نَبِيٍّ
إِلَى
خُرُوجِ
نَبِيٍّ آخَرَ
فَأَوْصَى
بِالاسْمِ
الْأَكْبَرِ
وَمِيرَاثِ
الْعِلْمِ
وَآثَارِ
عِلْمِ
النُّبُوَّةِ
إِلَى
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
1661-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Musa Yuşa
ibni Nuna vasiyet etti, Yuşa ibni Nun da Harunun oğluna vasiyet
etti. Musanın oğluna vasiyet etmedi, çünkü seçim
Allahındır ve o istediklerinin arasından istediğini seçer.
Musa Yuşa ibni Nunu Mesihle müjdeledi. Allah Mesihi gönderdiğinde o
onlara dedi ki: Benden sonra İsmailoğullarından bir resul
gelecek, ismi Ahmeddir. Beni ve sizi tasdik eder, beni ve sizi uyarır.
Sonra koruyuculuk Havarilere geçti. Allah da onları koruyucular olarak
isimlendirdi, çünkü onlar İsmul Ekberi korudular ve o her şeyin
kendisiyle bilindiği kitaptır, nebilerle beraberdir. Allahu Teala
dedi ki: (Resullerimizi açık delillerle gönderdik
ve onlarla kitabı ve mizanı indirdik. Hadid 25) Kitap İsmul Ekberdir. Tevrat, İncil ve Furkan
ilmi de öyledir. Nuhun kitabı, Salihin, Şuaybın ve
İbrahimin kitabı da öyledir. Allah diyor ki: (Şüphesiz
bu, önceki sahifelerde vardır* İbrahim ve Musanın
sahifelerinde. Ala 18-19) İbrahimin sahifeleri
nerede? İbrahimin sahifeleri İsmul Ekberdir, Musanın sahifeleri
İsmul Ekberdir. Vasiyetin bir alimden diğer alime geçmesi Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihiye kadar sürmüştür. Sonra Cebrail ona geldi ve
dedi ki: Nubuvvetini yerine getirdin ve günlerini tamamladın. İsmul
Ekberi, ilmin mirasını ve nubuvvetin eserlerini Ali aleyhisselama
bırak. Çünkü ben arzı bana ait olan alimsiz bırakmam. O alimle
itaatim ve velayetim tanınır ve o bir nebinin ölümüyle diğer
nebinin çıkışı arasında doğan kimseye huccetim
olur. O da İsmul Ekberi, ilmin mirasını ve nubuvvetin eserlerini
Ali ibni Ebu Talib aleyhisselama vasiyet etti.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1662- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
أَ تَرَوْنَ
الْمُوصِيَ
مِنَّا يُوصِي
إِلَى مَنْ
يُرِيدُ؟ لَا
وَاللَّهِ
وَلَكِنَّهُ
عَهْدٌ مِنْ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
رَجُلٌ
فَرَجُلٌ حَتَّى
يَنْتَهِيَ
الْأَمْرُ
إِلَى صَاحِبِهِ.
1662- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Öyle görüyorsunuz ki bizden vasiyet eden istediği
kişiye vasiyet ediyor? Hayır vallahi. O Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve alihiden ahittir, o iş sahibine ulaşana kadar bir adamdan bir
adama.
1673- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْإِمَامَةَ
عَهْدٌ مِنَ
اللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ
مَعْهُودٌ
لِرَجُلٍ مُسَمِّينَ
لَيْسَ
لِلْإِمَامِ
أَنْ يَزْوِيَهَا
عَمَّنْ
يَكُونُ مِنْ
بَعْدِهِ.
1673-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: İmamet
Allah Azze ve Celleden bir ahittir. İsimleri belli adamlar
görevlendirilmiştir. İmamın kendisinden sonra olacak
kişiden imameti gizlemesi söz konusu olmaz.
1675- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَذَكَرُوا
الْأَوْصِيَاءَ
وَذَكَرْتُ إِسْمَاعِيلَ
فَقَالَ: لَا
وَاللَّهِ
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
مَا ذَاكَ
إِلَيْنَا
وَمَا هُوَ
إِلَّا إِلَى
اللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ يُنْزِلُ
وَاحِداً
بَعْدَ
وَاحِدٍ.
1675-
Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın yanındaydım. Vasileri zikrettiler. Ben de
İsmaili zikrettim. Dedi ki: Hayır vallahi ya Ebu Muhammed! O bize
ait değil. Sadece Allah Azze ve Celleye aittir, birbiri ardınca o
konuma getirir.
(Bu
babda konuyla alakalı on dört tane rivayet vardı.)
1676-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: مَا
مَاتَ مِنَّا
عَالِمٌ حَتَّى
يُعْلِمَهُ
اللَّهُ
إِلَى مَنْ
يُوصِي.
1676- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Bizden bir alim Allah ona kendisinden sonra kime vasiyet
edeceğini öğretmeden ölmez.
(Bu
babda konuyla alakalı dört tane rivayet vardı.)
1681- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
الْإِمَامَ
يَعْرِفُ
الْإِمَامَ
الَّذِي مِنْ
بَعْدِهِ
فَيُوصِي
إِلَيْهِ.
1681- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki imam kendinden sonraki imamı tanır ve
ona vasiyet eder.
(Bu
babda konuyla alakalı yedi tane rivayet vardı.)
1690- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (إِنَّ
اللَّهَ
يَأْمُرُكُمْ
أَنْ تُؤَدُّوا
الْأَماناتِ
إِلى
أَهْلِها
وَإِذا حَكَمْتُمْ
بَيْنَ
النَّاسِ
أَنْ
تَحْكُمُوا
بِالْعَدْلِ
إِنَّ
اللَّهَ
نِعِمَّا يَعِظُكُمْ
بِهِ) قَالَ:
إِيَّانَا
عَنَى أَنْ
يُؤَدِّيَ الْأَوَّلُ
مِنَّا إِلَى
الْإِمَامِ
الَّذِي
يَكُونُ مِنْ
بَعْدِهِ
الْكُتُبَ
وَالسِّلَاحَ (وَ إِذا
حَكَمْتُمْ
بَيْنَ
النَّاسِ
أَنْ
تَحْكُمُوا
بِالْعَدْلِ) إِذَا
ظَهَرْتُمْ
أَنْ
تَحْكُمُوا
بِالْعَدْلِ
الَّذِي فِي
أَيْدِيكُمْ.
1690-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam Allahu Tealanın (Allah
size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu
Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Nisa 58) ayeti hakkında şöyle dedi: Bizi kastetti. Bizden
birinci imamın kendisinden sonra olacak imama kitapları ve
silahı vermesidir. (İnsanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmedin. Nisa 58) Elinizde bir şikâyet
olduğunda adaletle hükmedin.
1692- عَنْ
مُعَلَّى
بْنِ
خُنَيْسٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (إِنَّ
اللَّهَ
يَأْمُرُكُمْ
أَنْ تُؤَدُّوا
الْأَماناتِ
إِلى
أَهْلِها) قَالَ:
أَمَرَ
اللَّهُ
الْإِمَامَ
الْأَوَّلَ
أَنْ
يَدْفَعَ
إِلَى
الْإِمَامِ
بَعْدَهُ
كُلَّ شَيْءٍ
عِنْدَهُ.
1692-
Muallah ibni Huneys şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama (Allah size emaneti ehline vermenizi emrediyor.
Nisa 58) ayetini sordum. Dedi ki:
Allah ilk imama yanındaki her şeyi kendisinden sonraki imama
vermesini emretti.
(Bu
babda konuyla alakalı on üç tane rivayet vardı.)
1702- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
أَسْبَاطٍ
عَنْ بَعْضِ
أَصْحَابِهِ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ:
الْإِمَامُ
مَتَى
يَعْرِفُ
إِمَامَتَهُ
وَيَنْتَهِي
الْأَمْرُ
إِلَيْهِ؟ قَالَ:
فِي آخِرِ
دَقِيقَةٍ
مِنْ حَيَاةِ
الْأَوَّلِ.
1702- Ali ibni Esbat arkadaşlarının
birisinden Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Dedim ki: İmam imametini ne zaman bilir ve
iş ona geçer? Dedi ki: Öncekinin hayatının son dakikasında.
(Bu
babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1703- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
أَبِي نِعْمَ
الْأَبُ
رَحْمَةُ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
كَانَ
يَقُولُ: لَوْ
أَجِدُ
ثَلَاثَةَ
رَهْطٍ
أَسْتَوْدِعُهُمُ
الْعِلْمَ
وَهُمْ
أَهْلٌ
لِذَلِكَ
لَحَدَّثْتُ
بِمَا لَا
يُحْتَاجُ
فِيهِ إِلَى
نَظَرٍ فِي
حَلَالٍ
وَلَا
حَرَامٍ
وَلَا مَا
يَكُونُ
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
إِنَّ حَدِيثَنَا
صَعْبٌ
مُسْتَصْعَبٌ
لَا يُؤْمِنُ بِهِ
إِلَّا عَبْدٌ
امْتَحَنَ
اللَّهُ
قَلْبَهُ
لِلْإِيمَانِ.
1703- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Gerçekten de babam ne güzel babaydı. Allahın
rahmeti onun üzerine olsun. Derdi ki: Onlara ilim emanet edilebilecek üç tane
adam bulsaydım ve onlar ilim ehli olsunlar. Helal ve haram konusunda bir
nazara ihtiyaç duymayacağı ve kıyamete kadar olacak şeyi
ona bahsederdim. Muhakkak ki bizim hadisimiz zordur, zor görülür, ona
Allahın kalbini imanla imtihan ettiği kuldan başkası iman
etmez.
1704- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: لَوْ
لَا أَنْ
يَقَعَ
عِنْدَ
غَيْرِكُمْ
كَمَا قَدْ
وَقَعَ
غَيْرُهُ
لَأَعْطَيْتُكُمْ
كِتَاباً لَا
تَحْتَاجُونَ
إِلَى أَحَدٍ
حَتَّى
يَقُومَ
الْقَائِمُ.
1704-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Sizin
dışınızdakilerin eline düşme durumu olmasaydı
onun dışındakinin düşmesi gibi kesinlikle size bir kitap
verirdim. Kaim ayağa kalkana kadar kimseye ihtiyaç duymazdınız.
1706- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
عِنْدَنَا
مِنْ حَلَالِ
اللَّهِ
وَحَرَامِهِ
مَا
يَسَعُنَا كِتْمَانُهُ
مَا
نَسْتَطِيعُ
يَعْنِي أَنْ
نُخْبِرَ
بِهِ أَحَداً.
1706-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Bizim
yanımızda Allahın helalinden ve haramından şeyler
var. Gizlemesi bize güç geliyor, kimseye de onu haber veremiyoruz.
1707-
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: مَا
أَجِدُ مَنْ
أُحَدِّثُهُ وَلَأَنِّي
لَأُحَدِّثُ
رَجُلًا
مِنْكُمْ
بِالْحَدِيثِ
فَمَا
يَخْرُجُ
مِنَ الْمَدِينَةِ
حَتَّى
أُوتِي
بِعَيْنِهِ
فَأَقُولُ
لَمْ
أَقُلْهُ.
1707-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Kendisine
anlatabileceğim kimse bulamıyorum. Sizden bir adama hadis
anlatıyorum, Medineden çıkar çıkmaz sözün kendisi bana
getiriliyor ben de diyorum ki ben onu demedim.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1708- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ
قَالَ: قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا أَبَا
مُحَمَّدٍ
كُلُّنَا
نَجْرِي فِي
الطَّاعَةِ
وَالْأَمْرِ
مَجْرَى
وَاحِدٍ
وَبَعْضُنَا
أَعْلَمُ
مِنْ بَعْضٍ.
1708- Ebu Basir Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Ebu Muhammed!
Hepimiz itaatte ve emirde bir mecrada hareket ediyoruz, bazımız
bazımızdan daha alimdir.
1710- عَنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ زِيَادٍ
عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْنَا:
الْأَئِمَّةُ
بَعْضُهُمْ
أَعْلَمُ
مِنْ بَعْضٍ؟ قَالَ:
نَعَمْ
وَعِلْمُهُمْ
بِالْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ
وَتَفْسِيرِ
الْقُرْآنِ
وَاحِدٌ.
1710-
Huseyn ibni Ziyad şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedik ki: İmamların bazısı
bazısından daha mı alimdir? Dedi ki: Evet; helalde, haramda ve
Kuran tefsirinde ilimleri birdir.
(Bu
babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1711- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: (الَّذِينَ
آمَنُوا
وَاتَّبَعَتْهُمْ
ذُرِّيَّتُهُمْ
بِإِيمانٍ
أَلْحَقْنا
بِهِمْ
ذُرِّيَّتَهُمْ
وَما
أَلَتْناهُمْ
مِنْ عَمَلِهِمْ
مِنْ شَيْءٍ) قَالَ:
(الَّذِينَ
آمَنُوا)
النَّبِيُّ
وَأَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالذُّرِّيَّةُ
و
الْأَئِمَّةُ
الْأَوْصِيَاءُ
أَلْحَقْنَا
بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ
وَلَمْ
تَنْقُصْ
ذُرِّيَّتُهُمْ
مِنَ الْحُجَّةِ
الَّتِي
جَاءَ بِهَا
مُحَمَّدٌ صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ فِي
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَحُجَّتُهُمْ
وَاحِدَةٌ
وَطَاعَتُهُمْ
وَاحِدَةٌ.
1711- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: (O iman edenler zurriyetleri de imanda onlara
tabi oldular, zurriyetlerini onlarla birleştirdik, onların
amellerinden de hiçbir şeyi eksiltmedik. Tur 21) İman edenler Rasûlullah ve Emîr'ül Müminîndir.
Zurriyet vasi olan imamlardır. Onları birleştirdik ve
zurriyetlerini huccetlikten eksiltmedik. O huccet ki Muhammed sallallahu aleyhi
ve alihi onu Ali hakkında getirdi. Huccetleri ve itaatleri birdir.
1712- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَنَحْنُ فِي
الْأَمْرِ
وَالنَّهْيِ
وَالْحَلَالِ
وَالْحَرَامِ
نَجْرِي مَجْرَى
وَاحِدٍ
فَأَمَّا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ وَعَلِيٌّ
فَلَهُمَا
فَضْلُهُمَا.
1712-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi ve biz emirde ve nehiyde, helalde ve haramda bir
mecrada hareket ediyoruz. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin ve Alinin
üstünlüğü vardır.
1713- عَنْ
أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
نَحْنُ فِي
الْعِلْمِ
وَالشَّجَاعَةِ
سَوَاءٌ
وَفِي
الْعَطَايَا
عَلَى قَدْرِ
مَا نُؤْمَرُ.
1713-
Ebul Hasan aleyhisselam şöyle dedi: Biz ilimde ve cesarette eşitiz,
bağışta ise emredildiğimiz miktarıncadır.
(Bu
babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1715- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
أَبِي مَرِضَ
مَرَضاً شَدِيداً
حَتَّى
خِفْنَا
عَلَيْهِ
فَبَكَا بَعْضُ
أَهْلِهِ
عِنْدَ
رَأْسِهِ
فَنَظَرَ إِلَيْهِ
فَقَالَ:
إِنِّي
لَسْتُ
بِمَيِّتٍ مِنْ
وَجَعِي
هَذَا
إِنَّهُ
أَتَانِي
آتِيَانِ
فَأَخْبَرَانِي
أَنِّي
لَسْتُ
بِمَيِّتٍ
مِنْ وَجَعِي
هَذَا قَالَ:
فَبَرَأَ
وَمَكَثَ مَا
شَاءَ
اللَّهُ أَنْ
يَمْكُثَ
فَبَيْنَا
هُوَ صَحِيحٌ
لَيْسَ بِهِ
بَأْسٌ قَالَ:
يَا بُنَيَّ
إِنَّ
اللَّذَيْنِ
أَتَيَانِي
فِي وَجَعِي
ذَلِكَ
أَتَيَانِي
فَأَخْبَرَانِي
أَنِّي
مَيِّتٌ
يَوْمَ كَذَا
وَكَذَا
قَالَ: فَمَاتَ
فِي ذَلِكَ
الْيَوْمِ.
1715- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Babam şiddetli bir şekilde hastalandı, hatta
öyle ki onun için korktuk. Ehlinden birisi başucunda ağladı. Ona
baktı ve dedi ki: Bu ağrımdan ölecek değilim, iki kişi
geldi ve bana bu ağrımdan ölmeyeceğimi haber verdi. Babam
iyileşti, Allahın dilediği kadar sorunsuz sağlam bir
şekilde aramızda kaldı. Dedi ki: Ey oğulcuğum! O
hastalığımda iki kişi bana geldi ve şu gün
öleceğimi haber verdi. Ve o gün öldü.
1716- عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ أَبِي
مَحْمُودٍ
عَنْ بَعْضِ
أَصْحَابِنَا
قَالَ:
قُلْتُ
لِلرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
الْإِمَامُ
يَعْلَمُ
إِذَا مَاتَ؟
قَالَ: نَعَمْ
يَعْلَمُ
بِالتَّعْلِيمِ
حَتَّى يَتَقَدَّمَ
فِي
الْأَمْرِ
قُلْتُ:
عَلِمَ أَبُو
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
بِالرُّطَبِ
وَالرَّيْحَانِ
الْمَسْمُومَيْنِ
اللَّذَيْنِ
بَعَثَ
إِلَيْهِ
يَحْيَى بْنُ
خَالِدٍ؟
قَالَ: نَعَمْ
قُلْتُ:
فَأَكَلَهُ
وَهُوَ
يَعْلَمُ؟
قَالَ:
أَنْسَاهُ
لِيُنْفِذَ
فِيهِ
الْحُكْمَ.
1716-
İbrahim ibni Ebu Mahmud ashabımızın birinden şöyle
rivayet etti: Rıza aleyhisselama dedim ki: İmam öldüğünde bilir
mi? Dedi ki: Evet ölüme adım atana kadar öğrenmeyle bilir. Dedim ki:
Ebul Hasan (Musa el-Kâzım) aleyhisselam Yahya ibni Halidin kendisine
gönderdiği zehirli hurmayı ve reyhanı biliyordu? Dedi ki: Evet.
Dedim ki: Öyleyse bilerek yedi? Dedi ki: Hüküm onda işlesin diye ona
unutturdu.
1717- عَنْ
أَبِي
مُسَافِرٍ
قَالَ: قَالَ
لِي أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي
الْعَشِيَّةِ
الَّتِي
اعْتَلَّ فِيهَا
مِنْ
لَيْلَتِهَا
الْعِلَّةَ
الَّتِي
تُوُفِّيَ
فِيهَا: يَا
عَبْدَ
اللَّهِ مَا
أَرْسَلَ
اللَّهُ
نَبِيّاً
مِنْ
أَنْبِيَائِهِ
إِلَى أَحَدٍ
حَتَّى
يَأْخُذَ
عَلَيْهِ
ثَلَاثَةَ
أَشْيَاءَ قُلْتُ:
وَأَيُّ شَيْءٍ
هُوَ يَا
سَيِّدِي؟
قَالَ:
الْإِقْرَارُ
لِلَّهِ
بِالْعُبُودِيَّةِ
وَالْوَحْدَانِيَّةِ
وَأَنَّ
اللَّهَ
يُقَدِّمُ مَا
يَشَاءُ
وَيُؤَخِّرُ
مَا يَشَاءُ
وَنَحْنُ
قَوْمٌ أَوْ
نَحْنُ
مَعْشَرٌ
إِذَا لَمْ
يَرْضَ
اللَّهُ
لِأَحَدِنَا
الدُّنْيَا نَقَلَنَا
إِلَيْهِ.
1717-
Ebu Musafir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed Tâki) aleyhisselam
hastalandığı ve vefat ettiği hastalığının
gecesinde bana dedi ki: Ya Abdullah! Allah nebilerinden bir nebiyi üç şey
hakkında söz almadan kimseye göndermedi. Dedim ki: Nedir o şey ey
seyyidim? Dedi ki: Allahın ubudiyetine ve vahdaniyetine ikrar. Allah kimi
isterse öne geçirir kimi isterse geriye bırakır. Biz bir
topluluğuz ki Allah bizden birisi için dünyaya razı olmazsa bizi
kendisine nakleder.
1718- عَنْ
حَمْزَةَ
بْنِ
حُمْرَانَ
عَنْ أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
ذَكَرْنَا
خُرُوجَ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
وَتَخَلُّفَ
ابْنِ
الْحَنَفِيَّةِ
عَنْهُ قَالَ:
قَالَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا حَمْزَةُ
إِنِّي
سَأُحَدِّثُكَ
فِي هَذَا
الْحَدِيثِ
وَلَا
تَسْأَلْ
عَنْهُ بَعْدَ
مَجْلِسِنَا
هَذَا إِنَّ
الْحُسَيْنَ
لَمَّا
فَصَلَ
مُتَوَجِّهاً
دَعَا بِقِرْطَاسٍ
وَكَتَبَ: بِسْمِ
اللَّهِ
الرَّحْمَنِ
الرَّحِيمِ مِنَ
الْحُسَيْنِ
بْنِ عَلِيٍّ
إِلَى بَنِي
هَاشِمٍ
أَمَّا
بَعْدُ
فَإِنَّهُ
مَنْ لَحِقَ
بِي مِنْكُمْ
اسْتُشْهِدَ
مَعِي وَمَنْ
تَخَلَّفَ
لَمْ
يَبْلُغِ
الْفَتْحَ وَالسَّلَامُ.
1718-
Hamza ibni Humran Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Huseyn aleyhisselamın
çıkışını ve İbni Hanefiyyenin ondan geri
düştüğünü zikrettik. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: Ya Hamza! Sana
bu olay hakkında bir hadis diyeceğim, bu meclisimizden sonra bir daha
onu sorma. Huseyn hedefine yönelip ayrıldığında
kâğıt istedi ve şöyle yazdı: Bismillahir Rahmanir Rahim
Huseyn ibni Aliden Haşimoğularına. Ve sonra sizden kim bana
katılırsa benimle şehid edilir kim de benden ayrı
düşerse fetihe ulaşamaz. Vesselam.
1719- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
أَنَّهُ
قَالَ: كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
فِي الْيَوْمِ
الَّذِي
قُبِضَ فِيهِ
أَبِي مُحَمَّدُ
بْنُ عَلِيٍّ
فَأَوْصَانِي
بِأَشْيَاءَ
فِي غُسْلِهِ
وَفِي
كَفَنِهِ
وَفِي دُخُولِهِ
قَبْرَهُ
قَالَ:
قُلْتُ: يَا
أَبَتَاهْ
وَاللَّهِ
مَا رَأَيْتُ
مُنْذُ
اشْتَكَيْتَ
أَحْسَنَ
هَيْئَةً
مِنْكَ الْيَوْمَ
وَمَا
رَأَيْتُ
عَلَيْكَ
أَثَرَ الْمَوْتِ
قَالَ: يَا
بُنَيَّ أَ
مَا سَمِعْتَ
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْنِ
نَادَانِيَ مِنْ
وَرَاءِ
الْجُدْرَانِ:
يَا
مُحَمَّدُ تَعَالَ
عَجِّلْ.
1719- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Vefat ettiği gün babamın yanındaydım.
Babam Muhammed ibni Ali guslü, kefeni ve kabre girişiyle alakalı
şeylerde bana vasiyette bulundu. Dedim ki: Ey baba! Vallahi
şikayetlendiğin günden beri bugünden daha iyi görmedim, sen de ölüm
eseri görmüyorum. Dedi ki: Ey oğlum! Ali ibni Huseyni duymadın
mı? Duvarların arkasından bana seslendi: Ya Muhammed! Çabuk
gel.
1725- عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ أَبِي
مَحْمُودٍ قَالَ:
قُلْتُ:
الْإِمَامُ
يَعْلَمُ
مَتَى يَمُوتُ؟
قَالَ: نَعَمْ
فَقُلْتُ
حَيْثُ مَا
بَعَثَ
إِلَيْهِ
يَحْيَى بْنُ
خَالِدٍ بِرُطَبٍ
وَرَيْحَانٍ
مَسْمُومَيْنِ
عَلِمَ بِهِ؟
قَالَ: نَعَمْ
قُلْتُ
فَأَكَلَهُ
وَهُوَ
يَعْلَمُ
فَيَكُونُ
مُعِيناً
عَلَى نَفْسِهِ؟!
فَقَالَ: لَا
يَعْلَمُ
قَبْلَ
ذَلِكَ
لِيَتَقَدَّمَ
فِيمَا
يَحْتَاجُ
إِلَيْهِ
فَإِذَا
جَاءَ
الْوَقْتُ
أَلْقَى
اللَّهُ
عَلَى قَلْبِهِ
النِّسْيَانَ
لِيَقْضِيَ
فِيهِ الْحُكْمَ.
1725- İbrahim ibni Mahmud şöyle rivayet etti:
Dedim ki: İmam ne zaman öleceğini bilir mi? Dedi ki: Evet. Dedim ki:
Yahya ibni Halid ona zehirli hurmayı ve reyhanı gönderdiği zaman
da biliyor muydu? Dedi ki: Evet. Dedim ki: Bilirken onu yedi kendi. Nefsine
zarar vermek olmuyor mu? Bunun üzerine dedi ki: Hayır ondan önce bilir
ihtiyaç duyduğu şey konusunda adım atarken vakit geldiğinde
hüküm onda vuku bulsun diye Allah onun kalbine unutkanlık atar.
1726- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَيُّ
إِمَامٍ لَا
يَعْلَمُ مَا
يُصِيبُهُ
وَإِلَى مَا
يَصِيرُ
فَلَيْسَ
ذَلِكَ
بِحُجَّةِ
اللَّهِ
عَلَى
خَلْقِهِ.
1726- Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Hangi imam
kendisine ne isabet edecek, kendisi nerede olacak bilmiyorsa o Allahın
yaratıklarına hucceti değildir.
(Bu
babda konuyla alakalı on dört tane rivayet vardı.)
1728- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: مَا
زَالَتِ
الْأَرْضُ
إِلَّا
وَلِلَّهِ الْحُجَّةُ
يَعْرِفُ
الْحَلَالَ
وَالْحَرَامَ
وَيَدْعُو
إِلَى
سَبِيلِ
اللَّهِ وَلَا
تَنْقَطِعُ
الْحُجَّةُ
مِنَ
الْأَرْضِ إِلَّا
أَرْبَعِينَ
يَوْماً
قَبْلَ يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
فَإِذَا
رُفِعَتِ
الْحُجَّةُ
أُغْلِقَ
بَابُ
التَّوْبَةِ
وَلا
يَنْفَعُ
نَفْساً
إِيمانُها
لَمْ تَكُنْ
آمَنَتْ مِنْ
قَبْلِ أَنْ
تُرْفَعَ
الْحُجَّةُ
أُولَئِكَ
شِرَارٌ مِنْ
خَلْقِ
اللَّهِ وَهُمُ
الَّذِينَ عَلَيْهِمْ
تَقُومُ
الْقِيَامَةُ.
1728- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Arz yok olup gitmez. Mutlaka Allah için helali haramı
bilen, Allahın yoluna çağıran bir huccet vardır.
Kıyametin gününden kırk gün öncesi hariç huccet arzdan kopmaz. Huccet
kaldırıldığında tevbe kapısı kapanır.
Huccetin kaldırılışından önce iman etmemişse
hiçbir nefse imanı fayda vermez. Onlar Allahın
yaratıklarının en şerlileridir, kıyamet onların
üzerine kalkar.
1729- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
الْأَرْضُ
لَا تَكُونُ
إِلَّا وَفِيهَا
عَالِمٌ لَا
يُصْلِحُ
النَّاسَ
إِلَّا ذَاكَ.
1729-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Arz hiçbir
zaman alimsiz olmaz, insanları sadece o ıslah eder.
1730- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
جَلَّ وَعَزَّ
أَجَلُّ
وَأَعْظَمُ
مِنْ أَنْ
يَتْرُكَ
الْأَرْضَ
بِغَيْرِ
إِمَامٍ.
1730- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Muhakkak ki Allah Celle ve Azze arzı imamsız
bırakmaktan çok yüce ve çok büyüktür.
1743- عَنْ
يَعْقُوبَ
السَّرَّاجِ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
تَخْلُو
الْأَرْضُ
مِنْ عَالِمٍ
مِنْكُمْ
حَيٍّ
ظَاهِرٍ
يَفْزَعُ
إِلَيْهِ
النَّاسُ فِي
حَلَالِهِمْ
وَحَرَامِهِمْ
فَقَالَ: يَا
أَبَا
يُوسُفَ لَا
إِنَّ ذَلِكَ
لَبَيِّنٌ فِي
كِتَابِ
اللَّهِ
تَعَالَى
فَقَالَ: (يا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اصْبِرُوا وَصابِرُوا وَرَابِطُوا۟
وَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ) اصْبِرُوا
عَلَى
دِينِكُمْ
وَصابِرُوا عَدُوَّكُمْ
مِمَّنْ
يُخَالِفُكُمْ
وَرابِطُوا إِمَامَكُمْ
وَاتَّقُوا
اللَّهَ فِيمَا
يَأْمُرُكُمْ
وَفَرَضَ
عَلَيْكُمْ.
1743-
Yakup Serrac şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Arz sizden yaşayan zahir insanların
helallerinde ve haramlarında kendisine
sığındıkları alimden boş kalmaz? Dedi ki: Ya Ebu
Yusuf! Hayır kalmaz, o Allahu Tealanın kitabında şöyle
beyan edilmiştir: (Ey iman edenler sabredin ve sabırda
yarışın, bağlı oğlun Allaha karşı
takvalı olun belki kurtuluşa erersiniz. Â-li İmran 200) Dininizde sabredin size muhalefet eden düşmanlarınıza
karşı sabırda yarışın, imamınıza
bağlı olun, size emrettiği ve farz ettiği şeylerde
Allaha karşı takvalı olun.
(Bu
babda konuyla alakalı on yedi tane rivayet vardı.)
1745- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
الْحُجَّةُ
قَبْلَ
الْخَلْقِ
وَمَعَ
الْخَلْقِ
وَبَعْدَ
الْخَلْقِ.
1745- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: Yaratılıştan önce yaratılışla
beraber ve yaratılıştan sonra bir huccet vardır.
1746- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَوْ لَمْ
يَكُنْ فِي
الدُّنْيَا
إِلَّا
اثْنَانِ
لَكَانَ
الْإِمَامُ
أَحَدَهُمَا.
1746-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Eğer
dünyada iki kişiden başkası kalmasaydı mutlaka ikisinden
birisi imam olurdu.
1747- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
لَوْ لَمْ
يَبْقَ فِي
الْأَرْضِ
إِلَّا
اثْنَانِ
لَكَانَ
أَحَدُهُمَا
الْحُجَّةَ
عَلَى
صَاحِبِهِ.
1747-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Eğer
arzda iki kişiden başkası kalmasaydı mutlaka ikisinden
birisi arkadaşına huccet olurdu.
(Bu
babda konuyla alakalı altı tane rivayet vardı.)
1752- عَنْ
أَبِي
حَمْزَةَ
الثُّمَالِيِّ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
تَبْقَى
الْأَرْضُ
بِغَيْرِ إِمَامٍ؟
قَالَ: لَوْ
بَقِيَتِ
الْأَرْضُ
بِغَيْرِ
إِمَامٍ
لَسَاخَتْ.
1752- Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Arz imam olmadan
kalır mı? Dedi ki: Eğer arz imam olmadan kalsaydı mutlaka
çamura batardı.
1753- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
لَوْ أَنَّ
الْإِمَامَ
رُفِعَ مِنَ
الْأَرْضِ
سَاعَةً
لَمَاجَتْ
بِأَهْلِهَا
كَمَا يَمُوجُ
الْبَحْرُ
بِأَهْلِهِ.
1753-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Eğer imam
arzdan bir müddet kaldırılsaydı denizin ehlini çalkalaması
gibi arz mutlaka ehlini çalkalardı.
1757- عَنْ
سُلَيْمَانَ
الْجَعْفَرِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قُلْتُ:
تَخْلُو
الْأَرْضُ
مِنْ حُجَّةِ اللَّهِ؟
قَالَ: لَوْ
خَلَتِ
الْأَرْضُ
طَرْفَةَ
عَيْنٍ مِنْ
حُجَّةٍ
لَسَاخَتْ
بِأَهْلِهَا.
1757-
Süleyman Caferi şöyle rivayet etti: Ebul Hasan Rıza aleyhisselama
dedim ki: Arz Allahın huccetinden boş kalır mı? Dedi ki:
Eğer arz bir göz kırpışı huccetten boş kalsa arz
mutlaka ehlini batırır içine çeker.
(Bu
babda konuyla alakalı yedi tane rivayet vardı.)
1758- عَنْ
أَبِي
الْجَارُودِ
قَالَ:
قُلْتُ لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
إِذَا مَضَى
عَالِمُكُمْ
أَهْلَ
الْبَيْتِ
بِأَيِّ شَيْءٍ
يُعْرَفُ
الَّذِي
يَجِيءُ
مِنْ
بَعْدِهِ؟
قَالَ:
بِالْهُدَاةِ
وَالْإِطْرَاقِ
وَإِقْرَارِ
آلِ
مُحَمَّدٍ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ لَهُ
بِالْفَضْلِ
وَلَا
يُسْأَلُ
عَنْ شَيْءٍ
مِمَّا
بَيْنَ
دَفَّتَيْهَا
إِلَّا أَجَابَ
مِنْهُ.
1758- Ebu Carud şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım siz Ehli
Beytin alimi göçüp giderse ondan sonra gelen nasıl tanınır?
Dedi ki: Hidayetle, başını salıp yere
bakışıyla ve Â-li Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin onun
üstünlüğünü ikrar etmesiyle. İki cilt arasındaki bir şeyden
soru sorulmasın mutlaka onun içinden cevap verir.
1759- عَنِ
الْحَرْثِ
بْنِ
الْمُغِيرَةِ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
بِمَ
يُعْرَفُ
صَاحِبُ
هَذَا الْأَمْرِ؟
قَالَ:
بِالسَّكِينَةِ
وَالْوَقَارِ
وَالْعِلْمِ
وَالْوَصِيَّةِ.
1759-
Haris ibni Muğiyre şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) alehisselama dedim ki: Bu işin sahibi ne ile
tanınır? Dedi ki: Sukunutle, vakarla, ilimle ve vasiyetle.
(Bu
babda konuyla alakalı iki tane rivayet vardı.)
1760- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ عَلِيِّ
بْنِ الْحُسَيْنِ
عَنْ أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
صَلَوَاتُ
اللهِ
عَلَيْهِمْ
قَالَ: إِنَّ
لِلَّهِ
بَلْدَةً
خَلْفَ
الْمَغْرِبِ
يُقَالُ
لَهَا
جَابَلْقَا
وَفِي جَابَلْقَا
سَبْعُونَ
أَلْفَ
أُمَّةٍ
لَيْسَ
مِنْهَا
أُمَّةٌ
إِلَّا
مِثْلَ هَذِهِ
الْأُمَّةِ
فَمَا
عَصَوُا
اللَّهَ طَرْفَةَ
عَيْنٍ فَمَا
يَعْمَلُونَ
عَمَلًا وَلَا
يَقُولُونَ
قَوْلًا
إِلَّا
الدُّعَاءَ
عَلَى
الْأَوَّلَيْنِ
وَالْبَرَاءَةَ
مِنْهُمَا
وَالْوَلَايَةَ
لِأَهْلِ بَيْتِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَعَلَيْهِمْ.
1760- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
babasından o Ali ibni Huseyn (Zeynul Âbidin) den o Emîr'ül Müminîn
(Ali)den salevatullahi aleyhim şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak
ki Allahın batının arkasında bir şehri var. Ona
Cabelga denir. Cabelgada yetmiş bin ümmet vardır. O ümmetler de
aynı bu ümmet gibidir. Allaha bir göz kırpması müddetince isyan
etmezler ve herhangi bir amel de bilmezler. İlk ikisine lanet okumaktan, o
ikisinden beraatten ve Rasûlullahın Ehli Beytinin sallallahu aleyhi ve
aleyhim velayetinden başka bir söz de söylemezler.
1761- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
مِنْ وَرَاءِ
أَرْضِكُمْ
هَذِهِ
أَرْضاً
بَيْضَاءَ
ضَوْؤُهَا
مِنْهَا
فِيهَا
خَلْقٌ
يَعْبُدُونَ
اللَّهَ لَا
يُشْرِكُونَ
بِهِ شَيْئاً
يَتَبَرَّءُونَ
مِنْ فُلَانٍ
وَفُلَانٍ.
1761-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
sizin bu arzınızın arkasında bir arz var
ışığı kendisindendir. Ve orada yaratıklar
vardır Allaha ibadet ederler ve ona bir şeyi şirk
koşmazlar, falandan ve falandan beraat ederler.
1762- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
مِنْ وَرَاءِ
عَيْنِ شَمْسِكُمْ
هَذِهِ
أَرْبَعِينَ
عَيْنَ شَمْسٍ
فِيهَا
خَلْقٌ
كَثِيرٌ
وَإِنَّ مِنْ
وَرَاءِ
قَمَرِكُمْ
أَرْبَعِينَ
قَمَراً
فِيهَا
خَلْقٌ
كَثِيرٌ لَا يَدْرُونَ
أَنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ آدَمَ
أَمْ لَمْ
يَخْلُقْهُ
أُلْهِمُوا
إِلْهَاماً لَعْنَةَ
فُلَانٍ
وَفُلَانٍ.
1762-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
sizin bu Güneşinizin arkasında kırk tane daha güneş var ve
o güneşlerde çok sayıda yaratık var. Muhakkak ki sizin bu
Ayınızın arkasında kırk tane ay var ve o aylarda çok
sayıda yaratık var. Allah Âdemi yarattı mı yoksa
yaratmadı mı bilmiyorlar, onlara falan ve falanın laneti ilham
edilir.
1763- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
لِلَّهِ
مَدِينَةً
خَلْفَ
الْبَحْرِ
سَعَتُهَا
مَسِيرَةَ
أَرْبَعِينَ
يَوْماً
لِلشَّمْسِ
فِيهَا
قَوْمٌ لَمْ
يَعْصُوا
اللَّهَ
قَطُّ وَلَا
يَعْرِفُونَ
إِبْلِيسَ
وَلَا
يَعْلَمُونَ
خَلْقَ إِبْلِيسَ
نَلْقَاهُمْ
فِي كُلِّ
حِينٍ فَيَسْأَلُونَّا
عَمَّا
يَحْتَاجُونَ
إِلَيْهِ وَيَسْأَلُونَّا
الدُّعَاءَ
فَنُعَلِّمُهُمْ
وَيَسْأَلُونَّا
عَنْ
قَائِمِنَا
مَتَى
يَظْهَرُ
وَفِيهِمْ
عِبَادَةٌ
وَاجْتِهَادٌ
شَدِيدٌ.
وَ
لِمَدِينَتِهِمْ
أَبْوَابٌ
مَا بَيْنَ الْمِصْرَاعِ
إِلَى
الْمِصْرَاعِ
مِائَةُ فَرْسَخٍ
لَهُمْ
تَقْدِيسٌ
وَاجْتِهَادٌ
شَدِيدٌ لَوْ
رَأَيْتُمُوهُمْ
لَاحْتَقَرْتُمْ
عَمَلَكُمْ
يُصَلِّي
الرَّجُلُ
مِنْهُمْ
شَهْراً لَا
يَرْفَعُ
رَأْسَهُ
مِنْ سُجُودِهِ
طَعَامُهُمُ
التَّسْبِيحُ
وَلِبَاسُهُمُ
الْوَرَقُ
وَوُجُوهُهُمْ
مُشْرِقَةٌ
بِالنُّورِ
إِذَا رَأَوْا
مِنَّا
وَاحِداً
لَجَسُّوهُ
وَاجْتَمَعُوا
إِلَيْهِ
وَأَخَذُوا
مِنْ أَثَرِهِ
مِنَ
الْأَرْضِ
يَتَبَرَّكُونَ
بِهِ لَهُمْ
دَوِيٌّ
إِذَا
صَلُّوا
أَشَدَّ مِنْ دَوِيِّ
الرِّيحِ
الْعَاصِفِ
فِيهِمْ جَمَاعَةٌ
لَمْ يَضَعُوا
السِّلَاحَ
مُنْذُ
كَانُوا
يَنْتَظِرُونَ
قَائِمَنَا
يَدْعُونَ
اللهَ أَنْ
يُرِيَهُمْ
إِيَّاهُ
وَعُمُرُ
أَحَدِهِمْ
أَلْفُ
سَنَةٍ إِذَا
رَأَيْتَهُمْ
رَأَيْتَ الْخُشُوعَ
وَالِاسْتِكَانَةَ
وَطَلَبَ مَا
يُقَرِّبُهُمْ
إِلَيْهِ.
إِذَا
احْتَبَسْنَا
ظَنُّوا
أَنَّ ذَلِكَ
مِنْ سَخَطٍ
يَتَعَاهَدُونَ
أَوْقَاتَنَا
الَّتِي
نَأْتِيهِمْ
فِيهَا لا
يَسْأَمُونَ
وَلا
يَفْتُرُونَ يَتْلُونَ
كِتَابَ
اللَّهِ
كَمَا عَلَّمْنَاهُمْ
وَإِنَّ
فِيمَا
نُعَلِّمُهُمْ
مَا لَوْ
تُلِيَ عَلَى
النَّاسِ
لَكَفَرُوا بِهِ
وَلَأَنْكَرُوهُ
يَسْأَلُونَنَا
عَنِ الشَّيْءِ
إِذَا وَرَدَ
عَلَيْهِمْ
مِنَ
الْقُرْآنِ
وَلَا
يَعْرِفُونَهُ
فَإِذَا
أَخْبَرْنَاهُمْ
بِهِ
انْشَرَحَتْ
صُدُورُهُمْ
لِمَا
يَسْمَعُونَ
مِنَّا
وَيَسْأَلُوا
اللَّهَ
طُولَ
الْبَقَاءِ
وَأَنْ لَا
يَفْقِدُونَا
وَيَعْلَمُونَ
أَنَّ
الْمِنَّةَ
مِنَ اللَّهِ
عَلَيْهِمْ
فِيمَا
نُعَلِّمُهُمِّ
عَظِيمَةٌ.
وَ
لَهُمْ
خَرْجَةٌ
مَعَ
الْإِمَامِ
إِذَا قَامُوا
يَسْبِقُونَ
فِيهَا
أَصْحَابَ السِّلَاحِ
مِنْهُمْ
وَيَدْعُونَ
اللَّهَ أَنْ
يَجْعَلَهُمْ
مِمَّنْ
يَنْتَصِرُ
بِهِ
لِدِينِهِ
فِيهِمْ
كُهُولٌ
وَشَبَّانٌ وَإِذَا
رَأَى شَابٌّ
مِنْهُمُ
الْكَهْلَ
جَلَسَ بَيْنَ
يَدَيْهِ
جِلْسَةَ
الْعَبْدِ
لَا يَقُومُ
حَتَّى
يَأْمُرَهُ
لَهُمْ
طَرِيقٌ هُمْ
أَعْلَمُ
بِهِ مِنَ
الْخَلْقِ
إِلَى حَيْثُ
يُرِيدُ
الْإِمَامُ
فَإِذَا
أَمَرَهُمُ
الْإِمَامُ
بِأَمْرٍ
قَامُوا
عَلَيْهِ
أَبَداً
حَتَّى
يَكُونَ هُوَ
الَّذِي
يَأْمُرُهُمْ
بِغَيْرِهِ
لَوْ
أَنَّهُمْ
وَرَدُوا
عَلَى مَا بَيْنَ
الْمَشْرِقِ
وَالْمَغْرِبِ
مِنَ الْخَلْقِ
لَأَفْنَوْهُمْ
فِي سَاعَةٍ
وَاحِدَةٍ
لَا
يَخْتَلُّ
الْحَدِيدُ
فِيهِمْ.
وَ
لَهُمْ
سُيُوفٌ مِنْ
حَدِيدٍ
غَيْرِ هَذَا
الْحَدِيدِ لَوْ
ضَرَبَ
أَحَدُهُمْ
بِسَيْفِهِ
جَبَلًا
لَقَدَّهُ
حَتَّى
يَفْصِلَهُ
يَغْزُو بِهِمُ
الْإِمَامُ
الْهِنْدَ
وَالدَّيْلَمَ
وَالْكُرْكَ
وَالتُّرْكَ
وَالرُّومَ
وَبَرْبَرَ
وَمَا بَيْنَ
جَابَرْسَا
إِلَى جَابَلْقَا
وَهُمَا
مَدِينَتَانِ
وَاحِدَةٌ
بِالْمَشْرِقِ
وَأُخْرَى
بِالْمَغْرِبِ
لَا
يَأْتُونَ
عَلَى أَهْلِ
دِينٍ إِلَّا
دَعَوْهُمْ
إِلَى اللَّهِ
وَإِلَى
الْإِسْلَامِ
وَإِلَى
الْإِقْرَارِ
بِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَمَنْ لَمْ
يَقُرَّ
بِالْإِسْلَامِ
وَلَمْ
يُسْلِمْ
قَتَلُوهُ
حَتَّى لَا
يَبْقَى
بَيْنَ الْمَشْرِقِ
وَالْمَغْرِبِ
وَمَا دُونَ
الْجَبَلِ
أَحَدٌ
إِلَّا
أَقَرَّ.
1763-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
denizin arkasında Allahın bir şehri var genişliği
kırk güneş günü yürüyüşündedir. Onda bir kavim var Allaha hiç
isyan etmezler. İblisi tanımazlar, İblisin
yaratılışını da bilmezler. Her zaman onlarla
karşılaşırız ve bize kendisine ihtiyaç duydukları
şeyleri sorarlar. Bize dua sorarlar biz de öğretiriz. Bize
Kaimimizin ne zaman zuhur edeceğini sorarlar, onlar da ibadetlerinde
şiddetli çalışma vardır.
Şehirlerinin kapıları vardır.
Kapının bir kanadıyla diğer kanadının arası
yüz fersahtır ()
onların takdislerinde şiddetli çalışmaları
vardır. Onları görseydiniz kendi amellerinizi hakir görür,
küçümserdiniz. Onlardan birisi salatını bir ay eda eder ve
başını secdelerinden kaldırmaz. Yemekleri tesbihtir,
giysileri yapraktır. Yüzleri nurla ışıldar. Bizden birisini
gördüklerinde onu gözetlerler, onun başına toplanırlar, yere
bıraktığı eserleri alır teberrük ederler. Onların
gürültüleri vardır; salatı eda ettiğinde
fırtınanın esintisinden daha şiddetlidir. Onlarda bir
topluluk vardır; var olduklarından beri silahlarını
bırakmadılar, Kaimimizi bekliyorlar. Onu göstermesi için Allaha dua
ederler. Onlardan birisinin ömrü bin senedir, onları gördüğünde
huşu ve alçakgönüllülük ve kendilerini ona yaklaştıracak
şey isterken görürsün.
Kendimizi uzak tuttuğumuzda
onun kızgınlıktan olduğunu zannederler. Onlara
geldiğimiz zamanlarımıza iltizam gösterirler. Bıkmazlar,
usanmazlar, onlara öğrettiğimiz gibi Allahın Kitabını
okurlar. Onlara öğrettiğimiz şeylerden insanlara okusalar onu
kafir sayarlar, inkâr ederler. Onlara Kurandan bilmedikleri bir şey
ulaşsa onu bizden sorarlar. O sorduklarını onlara haber versek
bizden işittikleri anda göğüsleri genişler. Var oldukları
müddetçe Allahtan bizi kaybetmemeyi isterler, bilirler ki Allahın onlara
en büyük nimeti onlara azim şeyler öğretmemizdir. Ayağa
kalktıklarında imamla bir çıkışları vardır
ve o çıkışta onların içindeki silah ashabı öne
geçerler. Allaha dua ederler ki onları Allahın dinine yardım
ettiği kimselerden kılsın. Onların içinde yaşlı
ve genç vardır; onlardan bir genç bir yaşlı görse onun önünde
kul oturuşuyla oturur ve ona emredene kadar kalkmaz. Onların yolu
vardır; onlar onu imamın istemesi yönünden yaratıklardan daha
iyi bilirler. İmam onlara bir şey emretse sonsuza dek itaat etmek
için kalkarlar ve hatta o emredilen bir başkasına emreder.
Doğuyla batı arasında bir grup yaratığa
uğrarlarsa onları bir saatte yok ederler. Demir onlarda
zayıflık yapmaz.
Onların demirden
kılıçları vardır ama bu demirden değil. Onlardan
birisi kılıcıyla bir dağa vursa dağı baştan
aşağı ikiye böler. İmam Hindistana, Deyleme (),
Kurke, Türke, Ruma, Berbere ve Cabirisayla Cabiliga arasında olanlara
karşı onlarla savaşacak. O ikisi şehirdir; biri doğuda
diğeri batıdadır. Bir din ehline uğradıklarında
mutlaka onu Allaha, İslama ve Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiyi
ikrara çağırırlar. Kim İslamı ikrar etmezse ve
Müslüman olmazsa doğuyla batı arasında kalmayacak şekilde
onu öldürürler. Dağdan önce kim varsa mutlaka ikrar eder.
1765- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
خَلَقَ
جَبَلًا
مُحِيطاً بِالدُّنْيَا
مِنْ
زَبَرْجَدٍ
خَضِرٍ وَإِنَّمَا
خُضْرَةُ
السَّمَاءِ
مِنْ خُضْرَةِ
ذَلِكَ
الْجَبَلِ
وَخَلَقَ
خَلْقاً
وَلَمْ
يَفْرِضْ
عَلَيْهِمْ
شَيْئاً مِمَّا
افْتَرَضَ
عَلَى
خَلْقِهِ
مِنْ صَلَاةٍ
وَزَكَاةٍ
وَكُلُّهُمْ
يَلْعَنُ
رَجُلَيْنِ
مِنْ هَذِهِ
الْأُمَّةِ
وَسَمَّاهُمَا.
1765-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Allah
yeşil zebercedden dünyayı kuşatan bir dağ yarattı,
semanın yeşilliği o dağdandır. Bir yaratık
yarattı yaratıklarına farz ettiği salat ve zekatla
alakalı bir şeyi onlara farz etmedi. Onların hepsi bu ümmetten
iki adama lanet ederler. O ikisinin ismini söyledi.
1766- عَنْ
عُبَيْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَبْدِ
اللَّهِ
الدِّهْقَانِ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
إِنَّ
اللَّهَ
خَلْفَ هَذَا
النِّطَاقِ
زَبَرْجَدَةً
خَضْرَاءَ
فَمِنْ
خُضْرَتِهَا
اخْضَرَّتِ
السَّمَاءُ
قَالَ: قُلْتُ:
وَمَا
النِّطَاقُ؟
قَالَ:
الْحِجَابُ
وَلِلَّهِ
وَرَاءَ
ذَلِكَ
سَبْعُونَ
أَلْفَ
عَالَمٍ
أَكْثَرَ
مِنْ عَدَدِ
الْجِنِّ
وَالْإِنْسِ
وَكُلُّهُمْ
يَلْعَنُ
فُلَاناً
وَفُلَاناً.
1766- Ubeydullah ibni Abdullah Dehgan Ebul Hasan (Musa
el-Kâzım) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti:
Allahın bu nitak arkasında yeşil zebercedi vardır. Sema
onun yeşilliğinden yeşillenir. Dedim ki: Nitak nedir? Dedi ki:
Hicaptır. Muhakkak ki onun arkasında Allahın yetmiş bin
alemi vardır. Oradakilerin adedi cinlerin ve insanların adedinden
daha fazladır ve hepsi falana ve falana lanet eder.
1767- عَنْ
عَجْلَانَ
أَبِي
صَالِحٍ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
عَنْ قُبَّةِ
آدَمَ
فَقُلْتُ لَهُ:
هَذِهِ
قُبَّةُ
آدَمَ؟
فَقَالَ:
نَعَمْ وَلِلَّهِ
قِبَابٌ كَثِيرَةٌ
أَمَا إِنَّ
خَلْفَ
مَغْرِبِكُمْ
هَذَا
تِسْعَةً
وَثَلَاثِينَ
مَغْرِباً أَرْضاً
بَيْضَاءَ
وَمَمْلُوَّةٌ
خَلْقاً يَسْتَضِيئُونَ
بِنُورِنَا
لَمْ
يَعْصُوا اللَّهَ
طَرْفَةَ
عَيْنٍ لَا
يَدْرُونَ أَ خَلَقَ
اللَّهُ
آدَمَ أَمْ
لَمْ
يَخْلُقْهُ
يَتَبَرَّؤُونَ
مِنْ فُلَانٍ
وَفُلَانٍ.
قِيلَ
لَهُ: كَيْفَ
هَذَا؟!
يَتَبَرَّؤُونَ
مِنْ فُلَانٍ
وَفُلَانٍ
وَهُمْ لَا
يَدْرُونَ أَ
خَلَقَ
اللَّهُ
آدَمَ أَمْ
لَمْ يَخْلُقْهُ؟
فَقَالَ
لِلسَّائِلِ:
أَ تَعْرِفُ إِبْلِيسَ؟
قَالَ: لَا
إِلَّا
بِالْخَبَرِ قَالَ:
فَأُمِرْتَ
بِاللَّعْنَةِ
وَالْبَرَاءَةِ
مِنْهُ؟
قَالَ: نَعَمْ
قَالَ:
فَكَذَلِكَ
أُمِرَ
هَؤُلَاءِ.
1767-
İclan Ebu Salih şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselama Âdemin kubbesini sordum. Dedim ki: Bu Ademinin
kubbesi mi? Dedi ki: Evet ve Allahın bir sürü kubbesi var. Sizin bu
batınızın arkasında otuz dokuz tane batı var,
arzı beyazdır, yaratıklarla doludur ve bizim nurumuzla
aydınlanırlar. Allaha bir göz kırpması isyan etmezler.
Allah Ademi yarattı mı yaratmadı mı bilmiyorlar. Falandan
ve falandan beraat ederler.
Denildi ki: Bu nasıl? Falandan ve falandan beraat
ediyorlar, Allah Âdemi yarattı mı yaratmadı mı
bilmiyorlar? Soru sorana dedi ki: İblisi tanıyor musun? Dedi ki:
Hayır sadece haberi var. Dedi ki: Öyleyse lanet ve ondan beraatle emredildin?
Dedi ki: Evet. Dedi ki: İşte onun gibi bunlarda emredildiler.
1768- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ:
إِنَّ مِنْ
وَرَاءِ
شَمْسِكُمْ
هَذِهِ أَرْبَعِينَ
عَيْنَ
شَمْسٍ مَا
بَيْنَ
شَمْسٍ إِلَى
شَمْسٍ
أَرْبَعُونَ
عَاماً
فِيهَا خَلْقٌ
كَثِيرٌ مَا
يَعْلَمُونَ
أَنَّ
اللَّهَ خَلَقَ
آدَمَ أَوْ
لَمْ
يَخْلُقْهُ
وَإِنَّ مِنْ
وَرَاءِ
قَمَرِكُمْ
هَذَا
أَرْبَعِينَ
قَمَراً مَا
بَيْنَ
قَمَرٍ إِلَى
قَمَرٍ مَسِيرَةَ
أَرْبَعِينَ
يَوْماً
فِيهَا خَلْقٌ
كَثِيرٌ مَا
يَعْلَمُونَ
أَنَّ اللَّهَ
خَلَقَ آدَمَ أَوْ
لَمْ
يَخْلُقْهُ
قَدْ
أُلْهِمُوا
كَمَا
أُلْهِمَتِ
النَّحْلُ
لَعْنَةَ
الْأَوَّلِ
وَالثَّانِي
فِي كُلِّ
وَقْتٍ مِنَ
الْأَوْقَاتِ
وَقَدْ
وُكِّلَ
بِهِمْ
مَلَائِكَةٌ
مَتَى مَا
لَمْ
يَلْعَنُوهُمَا
عُذِّبُوا.
1768-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Muhakkak ki
sizin bu Güneşinizin arkasında kırk tane daha güneş var.
Bir güneşle diğer güneşin arası kırk yıldır.
O güneşlerde bir sürü yaratık vardır; Allah Âdemi yarattı
mı yaratmadı mı bilmiyorlar. Muhakkak ki sizin bu
Ayınızın arkasında kırk tane daha ay var, bir ayla
diğer ay arası kırk gün yürüyüş mesafesindedir. O aylarda
bir sürü yaratık vardır; Allah Âdemi yarattı mı
yaratmadı mı bilmiyorlar. Her vakit birinciye ve ikinciye lanet
okunmasının arıya ilham edilmesi gibi ilham edilirler. Onlara
melekler vekil edilmiştir, ne zaman o ikisine lanet okumazlarsa azab
görürler.
1770- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
رَفَعَ
الْحَدِيثَ
إِلَى
الْحَسَنِ بْنِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
قَالَ: إِنَّ
لِلَّهِ
مَدِينَتَيْنِ
إِحْدَاهُمَا
بِالْمَشْرِقِ
وَالْأُخْرَى
بِالْمَغْرِبِ
عَلَيْهِمَا
سُورَانٌ
مِنْ حَدِيدٍ
وَعَلَى
كُلِّ
مَدِينَةٍ
مِنْهُمَا
سَبْعُونَ
أَلْفَ
أَلْفِ
مِصْرَاعٍ
مِنْ ذَهَبٍ
وَفِيهَا
سَبْعُونَ
أَلْفَ أَلْفِ
لُغَةٍ
يَتَكَلَّمُ
كُلٌّ لُغَةً
بِخِلَافِ
لُغَةِ
صَاحِبِهِ
وَأَنَا
أَعْرِفُ
جَمِيعَ
اللُّغَاتِ
وَمَا
فِيهِمَا
وَمَا
بَيْنَهُمَا
وَمَا عَلَيْهِمَا
حُجَّةٌ
غَيْرِي
وَغَيْرُ
الْحُسَيْنِ
أَخِي.
1770- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Hasan
ibni Ali aleyhimasselamın şöyle dediğini rivayet etti: Muhakkak
ki Allahın iki tane şehri vardır, birisi doğuda
diğeri batıda. O ikisinin demirden surları vardır ve her
bir surda yetmiş milyon altından kapı vardır. O
şehirde yetmiş milyon lugat vardır, her lugat diğer
arkadaşının konuştuğu lugatın hilafına
(ortak kelime olmadan) konuşulur ve ben bütün lugatları biliyorum. O
iki şehirde o ikisinin arasından o ikisine benden ve kardeşim
Huseynden başka huccet yoktur.
(Bu
babda konuyla alakalı on iki tane rivayet vardı.)
1772- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
مُيَسِّرٍ
قَالَ:
لَمَّا
قَدِمَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
أَقَامَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
مَوْلًى لَهُ
عَلَى رَأْسِهِ
وَقَالَ لَهُ:
إِذَا دَخَلَ
عَلَيَّ
فَاضْرِبْ
عُنُقَهُ
فَلَمَّا
أُدْخِلَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ نَظَرَ
إِلَى أَبِي
جَعْفَرٍ
وَأَسَرَّ شَيْئاً
بَيْنَهُ
وَبَيْنَ
نَفْسِهِ لَا
يُدْرَى مَا
هُوَ ثُمَّ
أَظْهَرَ:
(يَا مَنْ
يَكْفِي
خَلْقَهُ
كُلَّهُمْ
وَلَا
يَكْفِيهِ أَحَدٌ
اكْفِنِي
شَرَّ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَلِيٍّ) فَصَارَ
أَبُو
جَعْفَرٍ لَا
يُبْصِرُ
مَوْلَاهُ
وَلَا
يُبْصِرُهُ.
قَالَ:
فَقَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ: يَا
جَعْفَرَ
بْنِ
مُحَمَّدٍ
لَقَدْ
أَتْعَبْتُكَ
فِي هَذَا
الْحَرِّ
فَانْصَرِفْ
فَخَرَجَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مِنْ
عِنْدِهِ
فَقَالَ
أَبُو جَعْفَرٍ
لِمَوْلَاهُ:
مَا مَنَعَكَ
أَنْ تَفْعَلَ
مَا
أَمَرْتُكَ
بِهِ؟ قَالَ:
فَقَالَ: لَا
وَاللَّهِ
مَا
أَبْصَرْتُهُ
وَلَقَدْ
جَاءَ شَيْءٌ
حَالَ
بَيْنِي
وَبَيْنَهُ
فَقَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ:
وَاللَّهِ
لَئِنْ
حَدَّثْتَ بِهَذَا
الْحَدِيثِ
لَأَقْتُلَنَّكَ.
1772-
Ali ibni Muyesser şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselam Ebu Caferin yanına geldiğinde Ebu Cafer hizmetçisini
kendi başucuna dikti ve dedi ki: Ebu Abdullah aleyhisselam yanıma
geldiğinde boynunu vur. Ebu Abdullah aleyhisselam içeri girdiğinde
Ebu Cafere baktı ve onunla kendi arasında anlaşılmayan bir
şey söyledi, sonra anlaşılır bir şekilde: Ey
yarattıklarının hepsine kâfi olan kendisine kâfi olmayan
Abdullah ibni Alinin şerrinden bana kâfi ol dedi. Ebu Cafer hizmetçisini
göremez oldu o da onu göremez oldu.
Ebu Cafer dedi ki: Ya Cafer ibni Muhammed! Seni bu
sıcakta yordum gidebilirsin. Ebu Abdullah aleyhisselam da onun
yanından çıktı. Ebu Cafer hizmetçisine dedi ki: Emrettiğim
şeyi yapmaktan seni ne engelledi? Dedi ki: Vallahi onu görmedim. Benimle
onun arasına perde geldi. Ebu Cafer dedi ki: Vallahi bu olayı
birisine anlatırsan seni öldürürüm.
(Bu
babda konuyla alakalı üç tane rivayet vardı.)
1779- عَنْ
بُرَيْدٍ
الْعِجْلِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ: (وَ
عَلَى
الْأَعْرافِ
رِجالٌ
يَعْرِفُونَ كُلًّا
بِسِيماهُمْ) قَالَ:
أُنْزِلَتْ
فِي هَذِهِ
الْأُمَّةِ وَالرِّجَالُ
هُمُ
الْأَئِمَّةُ
مِنْ آلِ
مُحَمَّدٍ قُلْتُ:
فَمَا
الْأَعْرَافُ؟
قَالَ: صِرَاطٌ
بَيْنَ
الْجَنَّةِ
وَالنَّارِ
فَمَنْ شَفَعَ
لَهُ
الْأَئِمَّةُ
مِنَّا مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
الْمُذْنِبِينَ
نَجَا وَمَنْ
لَمْ
يَشْفَعُوا
لَهُ هَوَى.
1779-
Bureyd İcli şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama Allahın (Arafın üzerinde adamlar vardır
herkesi simalarından tanırlar. Araf 46) ayetini sordum. Dedi ki: Bu ümmet hakkında indirildi.
Adamlar; onlar Â-li Muhammedden olan imamlardır. Dedim ki: Araf nedir?
Dedi ki: Cennetle cehennem arasındaki sırattır. Bizden olan
imamlar hangi günahkâr muminlere şefaat ederse o kurtulur, kime de
şefaat etmezlerse onun için aşağılanma vardır.
1780- عَنِ
الْأَصْبَغِ
بْنِ
نُبَاتَةَ
قَالَ:
كُنْتُ عِنْدَ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
جَالِساً
فَجَاءَهُ
رَجُلٌ
فَقَالَ لَهُ:
يَا أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ:
(وَ عَلَى الْأَعْرافُ
رِجالٌ
يَعْرِفُونَ
كُلًّا بِسِيماهُمْ) فَقَالَ
لَهُ عَلِيٌّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
نَحْنُ
الْأَعْرَافُ
نَحْنُ
نَعْرِفُ أَنْصَارَنَا
بِسِيمَاهُمْ
وَنَحْنُ
الْأَعْرَافُ
الَّذِينَ
لَا يُعْرَفُ
اللَّهُ إِلَّا
بِسَبِيلِ
مَعْرِفَتِنَا
وَنَحْنُ الْأَعْرَافُ
نُوقَفُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
بَيْنَ
الْجَنَّةِ
وَالنَّارِ
فَلَا يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ
إِلَّا مَنْ
عَرَفَنَا وَعَرَفْنَاهُ
وَلَا يَدْخُلُ
النَّارَ
إِلَّا مَنْ
أَنْكَرَنَا وَأَنْكَرْنَاهُ
وَذَلِكَ
بِأَنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
لَوْ شَاءَ
لَعَرَّفَ
النَّاسَ
نَفْسَهُ
حَتَّى
يَعْرِفُوهُ
وَيُوَحِّدُوهُ
وَيَأْتُوهُ
مِنْ بَابِهِ
وَلَكِنْ
جَعَلَنَا
أَبْوَابَهُ
وَصِرَاطَهُ
وَسَبِيلَهُ
وَبَابَهُ
الَّذِي
يُؤْتَى
مِنْهُ.
1780- Esbağ ibni Nubate şöyle rivayet etti:
Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselamın yanında oturuyordum. Bir adam
geldi ve ona dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn! (Arafın
üzerinde adamlar vardır herkesi simalarından tanırlar. Araf 46)? Ali aleyhisselam ona dedi ki: Araf biziz,
yardımcılarımızı simalarından tanırız.
Ve Araf biziz ki Allah bizim marifetimizin yolunun dışında
tanınmaz. Ve Araf biziz, kıyametin günü cennetle cehennem
arasında dururuz ve cennete sadece bizi tanıyan ve bizim de onu
tanıdığımız kimse girer. Cehenneme de bizi inkâr eden
ve bizim de onu inkâr ettiğimiz kimse girer. Onunla ilgili Allah Tebareke
ve Teala dileseydi insanlara onu tanıyana, birleyene kapısından
ona ulaşılana kadar kendisini tanıtırdı. Velakin bizi
kapıları, sıratı ve sebili kıldı, o kapı ki
ondan ona ulaşılır.
1782- عَنْ
مُقَرِّنٍ
قَالَ:
سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
جَاءَ ابْنُ
الْكَوَّاءِ
إِلَى
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: يَا
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ (وَ عَلَى
الْأَعْرافِ
رِجالٌ
يَعْرِفُونَ كُلًّا
بِسِيماهُمْ) فَقَالَ:
نَحْنُ
الْأَعْرَافُ
نَعْرِفُ أَنْصَارَنَا
بِسِيمَاهُمْ
وَنَحْنُ
الْأَعْرَافُ
الَّذِينَ
لَا يُعْرَفُ
اللَّهُ عَزَّ
وَجَلَّ
إِلَّا
بِسَبِيلِ
مَعْرِفَتِنَا
وَنَحْنُ
الْأَعْرَافُ
يُعَرِّفُنَا
اللهُ عَزَّ
وَجَلَّ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
عَلَى
الصِّرَاطِ
فَلَا
يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ
إِلَّا مَنْ
عَرَفْنَاهُ
وَلَا
يَدْخُلُ
النَّارَ
إِلَّا مَنْ
أَنْكَرَنَا
وَأَنْكَرْنَاهُ
إِنَّ
اللَّهَ لَوْ شَاءَ
لَعَرَّفَ
الْعِبَادَ
نَفْسَهُ وَلَكِنْ
جَعَلَنَا أَبْوَابَهُ
وَصِرَاطَهُ
وَسَبِيلَهُ
وَالْوَجْهَ
الَّذِي
يُؤْتَى
مِنْهُ
فَمَنْ عَدَلَ
عَنْ
وَلَايَتِنَا
أَوْ فَضَّلَ
عَلَيْنَا
غَيْرَنَا
فَإِنَّهُمْ عَنِ
الصِّراطِ
لَناكِبُونَ
وَلَا
سَوَاءٌ مَنِ
اعْتَصَمَ
النَّاسُ بِهِ
وَلَا
سَوَاءٌ مَنْ
ذَهَبَ
حَيْثُ ذَهَبَ
النَّاسُ
ذَهَبَ
النَّاسُ
إِلَى
عُيُونٍ كَدِرَةٍ
يُفْرَغُ
بَعْضُهَا
فِي بَعْضٍ وَذَهَبَ
مَنْ ذَهَبَ
إِلَيْنَا
إِلَى عَيْنٍ
صَافِيَةٍ
تَجْرِي
بِأُمُورٍ
لَا نَفَادَ
لَهَا وَلَا
انْقِطَاعَ.
1782-
Mukrin Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini
rivayet etti: İbni Kevva Emîr'ül Müminîn (Ali) aleyhisselamın
yanına geldi ve dedi ki: Ya Emîr'ül Müminîn! (Arafın
üzerinde adamlar vardır herkesi simalarından tanırlar. Araf 46)? Dedi ki: Araf biziz,
yardımcılarımızı simalarından tanırız.
Ve Araf biziz ki Allah Azze ve Celle bizim marifetimizin yolunun
dışında tanınmaz. Ve Araf biziz, Allah Azze ve Celle
kıyametin günü sırat üzerinde bizi tanıtır. Cennete sadece
bizi tanıyan ve bizim de onu tanıdığımız kimse
girer. Cehenneme de bizi inkâr eden ve bizim de onu inkâr ettiğimiz kimse
girer. Allah dileseydi kendisini kullara tanıtırdı velakin bizi
kapıları, sıratı, sebili ve kendisine ulaşılan
vechi karar kıldı. Kim bizim velayetimizden dönerse ve bizim
dışımızdakileri bize üstün tutarsa muhakkak ki onlar
sırattan sapanlardır. İnsanın sırata
sığınmasıyla insanların gittiği yere giden bir
olmaz. İnsanlar pis kaynaklara giderler ve bazısı
bazısına doldurur. Bize doğru giden saf kaynağa
gitmiştir. O kaynak işleriyle akar, ona bir tükenme ve bitiş
yoktur.
1783- عَنْ
رَزِّ بْنِ
حُبَيْشٍ
قَالَ:
سَمِعْتُ عَلِيّاً
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ:
إِنَّ
الْعَبْدَ
إِذَا
أُدْخِلَ
حُفْرَتَهُ
أَتَاهُ
مَلَكَانِ
اسْمُهُمَا
مُنْكَرٌ
وَنَكِيرٌ
فَأَوَّلُ
مَنْ
يَسْأَلَانِهِ
عَنْ رَبِّهِ
ثُمَّ عَنْ
نَبِيِّهِ
ثُمَّ عَنْ
وَلِيِّهِ
فَإِنْ
أَجَابَ
نَجَا وَإِنْ
عَجَزَ عَذَّبَاهُ
فَقَالَ لَهُ
رَجُلٌ: مَا
لِمَنْ عَرَفَ
رَبَّهُ
وَنَبِيَّهُ
وَلَمْ
يَعْرِفْ
وَلِيَّهُ؟
فَقَالَ:
مُذَبْذَبٌ لا إِلى
هؤُلاءِ وَلا
إِلى
هؤُلاءِ
وَمَنْ
يُضْلِلِ
اللَّهُ
فَلَنْ تَجِدَ
لَهُ
سَبِيلًا ذَلِكَ
لَا سَبِيلَ
لَهُ وَقَدْ
قِيلَ
لِلنَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ: مَنِ
الْوَلِيُّ
يَا نَبِيَّ
اللَّهِ؟
قَالَ:
وَلِيُّكُمْ
فِي هَذَا
الزَّمَانِ
عَلِيٌّ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
وَمِنْ
بَعْدِهِ
وَصِيُّهُ
وَلِكُلِّ
زَمَانٍ
عَالِمٌ
يَحْتَجُّ
اللَّهُ بِهِ
لِئَلَّا
يَكُونَ
كَمَا قَالَ
الضُّلَّالُ
قَبْلَهُمْ
حِينَ
فَارَقَتْهُمْ
أَنْبِيَاؤُهُمْ: (رَبَّنا
لَوْ لا
أَرْسَلْتَ
إِلَيْنا
رَسُولًا
فَنَتَّبِعَ
آياتِكَ مِنْ
قَبْلِ أَنْ
نَذِلَّ
وَنَخْزى) تَمَامُ
ضَلَالَتِهِمْ
جَهَالَتُهُمْ
بِالْآيَاتِ
وَهُمُ
الْأَوْصِيَاءُ
فَأَجَابَهُمُ
اللَّهُ: (فَتَرَبَّصُوا
فَسَتَعْلَمُونَ
مَنْ أَصْحابُ
الصِّراطِ
السَّوِيِّ
وَمَنِ اهْتَدى) فَإِنَّمَا
كَانَ
تَرَبُّصُهُمْ
أَنْ قَالُوا:
نَحْنُ فِي
سَعَةٍ عَنْ
مَعْرِفَةِ الْأَوْصِيَاءِ
حَتَّى
نَعْرِفَ
إِمَاماً فَعَيَّرَهُمُ
اللَّهُ
بِذَلِكَ وَالْأَوْصِيَاءُ
أَصْحَابُ
الصِّرَاطِ
وُقُوفٌ
عَلَيْهِ لَا
يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ
إِلَّا مَنْ
عَرَفَهُمْ
وَعَرَفُوهُ
وَلَا يَدْخُلُ
النَّارَ
إِلَّا مَنْ
أَنْكَرَهُمْ
وَأَنْكَرُوهُ
لِأَنَّهُمْ
عُرَفَاءُ اللَّهِ
عَرَّفَهُمْ
عَلَيْهِمْ
عِنْدَ أَخْذِ
الْمَوَاثِيقِ
عَلَيْهِمْ
وَوَصَفَهُمْ
فِي
كِتَابِهِ فَقَالَ
جَلَّ
وَعَزَّ: (وَ
عَلَى
الْأَعْرافِ
رِجالٌ
يَعْرِفُونَ كُلًّا
بِسِيماهُمْ) هُمُ
الشُّهَدَاءُ
عَلَى
أَوْلِيَائِهِمْ
وَالنَّبِيُّ
الشَّهِيدُ
عَلَيْهِمْ
أَخَذَ
لَهُمْ
مَوَاثِيقَ
الْعِبَادِ
بِالطَّاعَةِ
وَأَخَذَ النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ عَلَيْهِمُ
الْمَوَاثِيقَ
بِالطَّاعَةِ
فَجَرَتْ
نُبُوَّتُهُ
عَلَيْهِمْ
وَذَلِكَ
قَوْلُ
اللَّهِ: (فَكَيْفَ
إِذا جِئْنا
مِنْ كُلِّ
أُمَّةٍ بِشَهِيدٍ
وَجِئْنا
بِكَ عَلى
هؤُلاءِ
شَهِيداً
يَوْمَئِذٍ
يَوَدُّ الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَعَصَوُا
الرَّسُولَ
لَوْ
تُسَوَّى بِهِمُ
الْأَرْضُ
وَلا
يَكْتُمُونَ
اللَّهَ
حَدِيثاً).
1783- Zer ibni Hubeyş Ali
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Kul kabrine
koyulduğunda ona iki tane melek gelir isimleri Munker ve Nekirdir. O
ikisi ilk önce Rabbini, nebisini ve velisini sorarlar. Eğer cevap verirse
kurtulur eğer aciz olursa o ikisi onu azaplandırır. Adamın
birisi ona dedi ki: Rabbini, nebisini tanıyıp velisini
tanımayan için ne var? Ali aleyhisselam dedi ki: (Bocalayandır ne bunlara ne de şunlara
bağlanırlar. Allah, kimi saptırırsa sen ona asla bir yol
bulamazsın. Nisa 143) O
bir yolu olmayandır. Nebi sallallahu aleyhi ve alihiye denildi ki: Ey
Nebiyyullah! Veli kimdir? Sizin veliniz bu zamanda Ali aleyhiselamdır
ondan sonra da vasisidir. Her zamanda bir alim vardır. Allah onunla delil
getirir ki ondan önceki ayağı kayıp yoldan çıkanların
nebileri onlardan ayrıldıklarında dedikleri gibi olmasın
diye: (Rabbimiz! Keşke bize bir resul
gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık. Taha
34) Yoldan
çıkışlarının tamamı ayetlerdeki cahillikleridir
ve ayetler vasilerdir. Allah onlara şöyle cevap verdi: (De ki: Herkes gözetlemektedir. Siz de gözetleyin.
Düzgün yolda gidenlerin kimler olduklarını ve hidayete erenlerin
kimler olduklarını yakında bileceksiniz. (Taha 35) Onların gözetlemeleri
şunu demek içindi: Biz vasileri tanıma konusunda kudret sahibiyiz,
bir imam tanırız. Ondan dolayı Allah onları
kınadı. Vasiler sıratın ashabıdır, duruş
onun üzerinedir. Cennete sadece onları tanıyan ve onların da
tanıdığı girer. Cehenneme de sadece onları inkâr eden
ve onların da inkâr ettiği girer. Çünkü onlar Allahın
arifleridir, onlardan misak aldığı zamanı onları
onlara tanıttı ve kitabında onları
vasıflandırdı ve Celle ve Azze şöyle dedi: (Arafın üzerinde adamlar vardır herkesi
simalarından tanırlar. Araf 46) Onlar kendi velilerine şahitlerdir ve nebi de onlara
şahittir. Kullardan onlara itaat için misaklar aldı. Nebi sallallahu
aleyhi ve alihi de onlardan itaat için misaklar aldı ve nubuvveti
onların üzerine icra oldu. Allahın şu ayeti: (Her ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve
seni de bunların üzerine şahit kıldığımızda
durum ne olacak* O gün, inkâr etmiş ve resule isyan etmiş
olanlar yerle bir edilmelerini arzularlar. Allah'tan hiçbir söz de
saklayamazlar. Nisa 41-42)
1785- عَنْ
سَعْدٍ
الْإِسْكَافِ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَوْلُهُ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ عَلَى
الْأَعْرافِ
رِجالٌ
يَعْرِفُونَ كُلًّا
بِسِيماهُمْ) فَقَالَ:
يَا سَعْدُ
إِنَّهَا
أَعْرَافٌ
لَا يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ
إِلَّا مَنْ
عَرَفَهُمْ
وَعَرَفُوهُ
وَأَعْرَافٌ
لَا يَدْخُلُ
النَّارَ
إِلَّا مَنْ
أَنْكَرَهُمْ
وَأَنْكَرُوهُ
وَأَعْرَافٌ
لَا يُعْرَفُ
اللَّهُ إِلَّا
بِسَبِيلِ
مَعْرِفَتِهِمْ
فَلَا سَوَاءٌ
مَا
اعْتَصَمَتْ
بِهِ
الْمُعْتَصِمَةُ
وَمَنْ
ذَهَبَ مَذْهَبَ
النَّاسِ
ذَهَبَ
النَّاسُ
إِلَى عَيْنٍ
كَدِرَةٍ
يُفْرَغُ
بَعْضُهَا
فِي بَعْضٍ
وَمَنْ أَتَى
آلَ
مُحَمَّدٍ
أَتَى عَيْناً
صَافِيَةً
تَجْرِي
بِعِلْمِ
اللَّهِ لَيْسَ
لَهَا
نَفَادٌ
وَلَا
انْقِطَاعَ
ذَلِكَ
بِأَنَّ
اللَّهَ لَوْ
شَاءَ
لَأَرَاهُمْ
شَخْصَهُ
حَتَّى
يَأْتُوهُ
مِنْ بَابِهِ
لَكِنْ
جَعَلَ اللَّهُ
مُحَمَّداً
وَآلَ
مُحَمَّدٍ
الْأَبْوَابَ
الَّتِي
تُؤْتَى
مِنْهَا
وَذَلِكَ قَوْلُهُ: (وَ لَيْسَ
الْبِرُّ
بِأَنْ
تَأْتُوا
الْبُيُوتَ
مِنْ
ظُهُورِها
وَلكِنَّ
الْبِرَّ مَنِ
اتَّقى
وَأْتُوا
الْبُيُوتَ
مِنْ
أَبْوابِها).
1785- Saad İskaf şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselama Azze ve Cellenin (Arafın
üzerinde adamlar vardır herkesi simalarından tanırlar. Araf 46) ayetini sordum. Dedi ki: Ya Saad! Araf: Cennete sadece
onları tanıyan ve onların da tanıdığı
girecek. Araf; cehenneme de sadece onları inkâr eden ve onların da
inkâr ettiği girecek. Araf; onların marifetinin yolu olmadan Allah
tanınmaz. Ona sığınan sığınmacının
eşi olmaz. Kim insanların gidişatıyla giderse ve insanlar
pis kaynağa gider bazısı bazısına doldurur. Kim Â-li
Muhammede gelirse saf kaynağa gelir, Allahın ilmiyle akar. Ona bir
tükenme ve bitiş yoktur. Allah dileseydi şahsını onlara
gösterirdi. Onlar da onun kapısından ona ulaşırlardı. Lakin
Allah Muhammed ve Â-li Muhammedi kendisinden ulaşılan
kapıları kıldı. Onun delili Allahın şu ayeti: (İyilik
evlere arkalarından gelmeniz değildir, iyilik kişinin
takvalı olmasıdır, evlere kapılarından gelin. Bakara
189)
1789- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
سَأَلْتُهُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ: (وَ
عَلَى
الْأَعْرافِ
رِجالٌ
يَعْرِفُونَ كُلًّا
بِسِيماهُمْ) قَالَ:
نَحْنُ
أَصْحَابُ
الْأَعْرَافِ
فَمَنْ
عَرَفَنَا
كَانَ مِنَّا
وَمَنْ كَانَ مِنَّا
كَانَ فِي
الْجَنَّةِ
وَمَنْ
أَنْكَرَنَا
كَانَ فِي
النَّارِ.
1789- Ebu Basir şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allahın (Arafın
üzerinde adamlar vardır herkesi simalarından tanırlar. Araf 46) ayetini sordum. Dedi ki: Araf ashabı biziz. Kim bizi
tanırsa bizdendir ve kim de bizdense cennettedir, kim de bizi inkâr ederse
o da cehennemdedir.
(Bu babda konuyla alakalı on dokuz tane rivayet
vardı.)
1794- عَنْ
عَبْدِ
الْأَعْلَى
مَوْلَى آلِ
سَامٍ عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: أَتَى
يَهُودِيٌّ
يُقَالُ لَهُ
سُبُّخْتُ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
فَقَالَ: يَا
مُحَمَّدُ
جِئْتُكَ أن أَسْأَلُكَ
عَنْ رَبِّكَ
فَإِنْ
أَجَبْتَنِي
عَمَّا
أَسْأَلُكَ
عَنْهُ
وَإِلَّا رَجَعْتُ
قَالَ: سَلْ
عَمَّا
شِئْتَ قَالَ:
أَيْنَ رَبُّكَ؟
قَالَ: هُوَ
فِي كُلِّ
مَكَانٍ
وَلَيْسَ فِي
شَيْءٍ مِنَ
الْمَكَانِ
مَحْدُودٌ.
قَالَ:
فَكَيْفَ
هُوَ؟ قَالَ:
كَيْفَ
أَصِفُ رَبِّي
بِالْكَيْفِ
وَالْكَيْفُ
مَخْلُوقُ
اللَّهِ
وَاللهُ لَا
يُوصَفُ
بِخَلْقِهِ
قَالَ: فَمَنْ
يَعْلَمُ
أَنَّكَ
نَبِيٌّ؟
قَالَ: فَمَا
بَقِيَ
حَوْلَهُ
حَجَرٌ وَلَا
غَيْرُ ذَلِكَ
إِلَّا
تَكَلَّمَ بِلِسانٍ
عَرَبِيٍّ
مُبِينٍ يَا
سُبُّخْتُ
إِنَّهُ
رَسُولُ
اللَّهِ فَقَالَ
سُبُّخْتُ:
بِاللَّهِ
مَا رَأَيْتُ كَالْيَوْمِ
أَبْيَنَ
ثُمَّ قَالَ:
أَشْهَدُ
أَنْ لَا
إِلَهَ
إِلَّا
اللَّهُ
وَأَنَّ مُحَمَّداً
رَسُولُ
اللَّهِ.
1794- Abdulala Ebu Abdullah (Cafer
es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Bir
tane Yahudi ona Subbuhtu derler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihiye gedi ve
dedi ki: Ya Muhammed! Sana Rabbin hakkında sormaya geldim. Eğer sana
soracağım şey hakkında cevap verirsen verirsin yoksa döner
giderim. Dedi ki: Dilediğin şey hakkında sor. Dedi ki: Rabbin
nerede? Dedi ki: O her yerdedir, sınırlı bir yerde
değildir.
Dedi ki: O nasıldır? Dedi
ki: Nasıl Rabbimi nasıllıkla vasfedeyim. Nasıl
Allahın bir yaratığıdır ve Allah
yarattığı ile vasıflanmaz. Dedi ki: Senin nebi
olduğunu kim biliyor? Etrafında ne varsa taş ve başka
şeyler açık bir Arapçayla konuşmayan kalmadı: Ya Subbuhtu!
Muhakkak ki Rasûlullahtır. Subbuhtu dedi ki: Billahi bugün gibi çok
açık bir şey görmedim. Sonra dedi ki: Şehadet ederim ki
Allahtan başka İlah yoktur ve Muhammed Rasûlullahtır.
1795- عَنْ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي طَالِبٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
دَعَانِي
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَوَجَّهَنِي
إِلَى الْيَمَنِ
لَأُصْلِحَ
بَيْنَهُمْ
فَقُلْتُ لَهُ:
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
إِنَّهُمْ
قَوْمٌ كَثِيرٌ
وَأَنَا
شَابٌّ
حَدَثٌ
فَقَالَ لِي:
يَا عَلِيُّ
إِذَا صِرْتَ
بِأَعْلَى
عَقَبَةِ
فِيقَ
فَنَادِ
بِأَعْلَى
صَوْتِكَ يَا
شَجَرُ يَا
مَدَرُ يَا
ثَرَى
مُحَمَّدٌ
رَسُولُ
اللَّهِ
يُقْرِئُكُمُ
السَّلَامَ.
قَالَ:
فَذَهَبْتُ
فَلَمَّا
صِرْتُ
بِأَعْلَى
عَقَبَةِ
فِيقَ
أَشْرَفْتُ
عَلَى الْيَمَنِ
فَإِذَا هُمْ
بِأَسْرِهِمْ
مُقْبِلُونَ
نَحْوِي
مُشْرِعُونَ
أَسِنَّتَهُمْ
مُتَنَكِّبُونَ
قِسِيَّهُمْ
شَاهِرُونَ سِلَاحَهُمْ
فَنَادَيْتُ
بِأَعْلَى
صَوْتِي: يَا
شَجَرُ يَا
مَدَرُ يَا
ثَرَى
مُحَمَّدٌ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يُقْرِئُكُمُ
السَّلَامَ
قَالَ: فَلَمْ
تَبْقَ شَجَرَةٌ
وَلَا مَدَرَةٌ
وَلَا ثَرًى
إِلَّا
ارْتَجَّتْ
بِصَوْتٍ
وَاحِدٍ:
وَعَلَى
مُحَمَّدٍ
رَسُولِ اللَّهِ
وَعَلَيْكَ
السَّلَامُ
فَاضْطَرَبَتْ
قَوَائِمُ
الْقَوْمِ
وَارْتَعَدَتْ
رُكَبُهُمْ
وَوَقَعَ
السِّلَاحُ
مِنْ أَيْدِيهِمْ
وَأَقْبَلُوا
مُسْرِعِينَ
فَأَصْلَحْتُ
بَيْنَهُمْ
وَانْصَرَفْتُ.
1795- Emîr'ül Müminîn Ali ibni Ebu Talib aleyhisselam
şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi beni
çağırdı ve aralarını bulmam için beni Yemene
gönderdi. Dedim ki: Ya Rasûlullah! Onlar sayıları çok olan bir
kavimdir ve ben de çok gencim. Bana dedi ki: Ya Ali! Fiyg geçidinin en yüksek
yerine ulaştığında en yüksek sesinle ey ağaç, ey
kurumuş çamur, ey toprak Muhammed Rasûlullah size selam söylüyor diye
seslen.
Ben de gittim Fiyg geçidinin en yüksek yerine
geldiğimde Yemene baktım, hepsi topluca süngülerini
doğrultmuş, abalarını omuzlarına atmış,
silahlarını çekmiş bana doğru geliyorlardı. Bunun
üzerine en yüksek sesimle ey ağaç, ey kurumuş çamur, ey toprak
Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi size selam söylüyor diye seslendim. Ne
ağaç kaldı ne kurumuş çamur ne toprak, tek bir sesle cevap
verdiler ve Rasûlullah Muhammede ve sana selam olsun. Bunun üzerine kavmin
güçlüleri çaresizliğe düştü, dizleri titredi, silah ellerinden
düştü. Hızlıca geldiler, aralarını düzelttim ve
ayrıldım.
1796- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ قَالَ: لَمَّا
قُتِلَ
الْحُسَيْنُ
أَرْسَلَ
مُحَمَّدُ
بْنُ
الْحَنَفِيَّةِ
إِلَى
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَخَلَا بِهِ
ثُمَّ قَالَ
لَهُ: يَا
ابْنَ أَخِي
قَدْ عَلِمْتُ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كَانَ قَدْ
جَعَلَ الْوَصِيَّةَ
وَالْإِمَامَةَ
مِنْ بَعْدِهِ
إِلَى
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ
ثُمَّ إِلَى
الْحَسَنِ
ثُمَّ إِلَى
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِمُ
السَّلَامُ
وَقَدْ
قُتِلَ أَبُوكَ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَلَمْ يُوصِ
وَأَنَا
عَمُّكَ وَصِنْوُ
أَبِيكَ
وَوِلَادَتِي
مِنْ عَلِيٍّ
وَأَنَا فِي
سِنِّي
وَقَدِيمِي
أَحَقُّ بِهَا
مِنْكَ فِي
حَدَاثَتِكَ
فَلَا تُنَازِعْنِي
الْوَصِيَّةَ
وَالْإِمَامَةَ
وَلَا
تُجَانِبْنِي.
فَقَالَ
لَهُ عَلِيُّ
بْنُ
الْحُسَيْنِ:
يَا عَمِّ
اتَّقِ
اللَّهَ
وَلَا
تَدَّعِ مَا لَيْسَ
لَكَ بِحَقٍ إِنِّي
أَعِظُكَ
أَنْ تَكُونَ
مِنَ الْجاهِلِينَ يَا
عَمِّ إِنَّ
أَبِي
صَلَوَاتُ
اللهُ عَلَيْهِ
أَوْصَى
إِلَيَّ
قَبْلَ أَنْ
يَتَوَجَّهَ
إِلَى
الْعِرَاقِ
وَعَهِدَ
إِلَيَّ فِي
ذَلِكَ
قَبْلَ أَنْ
يُسْتَشْهَدَ
بِسَاعَةٍ
وَهَذَا
سِلَاحُ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
عِنْدِي
فَلَا
تَتَعَرَّضْ
لِهَذَا فَإِنِّي
أَخَافُ
عَلَيْكَ
نَقْصَ
الْعُمُرِ وَتَشَتُّتَ
الْحَالِ
تَعَالَ
حَتَّى نَتَحَاكَمَ
إِلَى
الْحَجَرِ
الْأَسْوَدِ
وَنَسْأَلَهُ
عَنْ ذَلِكَ.
قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
وَكَانَ
الْكَلَامُ
بَيْنَهُمَا
بِمَكَّةَ
فَانْطَلَقَا
حَتَّى إِذَا
أَتَيَا الْحَجَرَ
فَقَالَ
عَلِيٌّ
لِمُحَمَّدٍ:
ابْدَأْ
وَابْتَهِلْ
إِلَى
اللَّهِ
وَسَلْهُ أَنْ
يُنْطِقَ
لَكَ
فَسَأَلَهُ
مُحَمَّدٌ وَابْتَهَلَ
فِي
الدُّعَاءِ
وَسَأَلَ
اللَّهَ
ثُمَّ دَعَا
الْحَجَرَ
فَلَمْ
يُجِبْهُ
فَقَالَ لَهُ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
أَمَا
إِنَّكَ يَا
عَمِّ لَوْ
كُنْتَ
وَصِيّاً
وَإِمَاماً
لَأَجَابَكَ
فَقَالَ لَهُ
مُحَمَّدٌ
فَادْعُ
أَنْتَ يَا
ابْنَ أَخِي
وَسَلْهُ
فَدَعَا
اللَّهَ
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
بِمَا
أَرَادَ
ثُمَّ قَالَ:
أَسْأَلُكَ
بِالَّذِي
جَعَلَ فِيكَ
مِيثَاقَ
الْأَنْبِيَاءِ
وَمِيثَاقَ
الْأَوْصِيَاءِ
وَمِيثَاقَ
النَّاسِ
أَجْمَعِينَ
لَمَّا أَخْبَرْتَنَا
مَنِ
الْوَصِيُّ
وَالْإِمَامُ
بَعْدَ
الْحُسَيْنِ
بْنِ عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَتَحَرَّكَ
الْحَجَرُ
حَتَّى كَادَ
أَنْ يَزُولَ
عَنْ
مَوْضِعِهِ
ثُمَّ
أَنْطَقَهُ
اللَّهُ
بِلِسَانٍ
عَرَبِيٍّ
مُبِينٍ
فَقَالَ: اللَّهُمَّ
إِنَّ
الْوَصِيَّةَ
وَالْإِمَامَةَ
بَعْدَ
الْحُسَيْنِ
بْنِ عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
إِلَى
عَلِيِّ بْنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ عَلِيٍّ
بْنِ
فَاطِمَةَ
بِنْتِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَوَاتُ
اللَّهِ
عَلَيْهِم
فَانْصَرَفَ
مُحَمَّدُ
بْنُ
الْحَنَفِيَّةِ
وَهُوَ يَتَوَلَّى
عَلِيَّ بْنَ
الْحُسَيْنِ.
1796-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Huseyn
aleyhisselam öldürüldüğünde Muhammed ibni Hanefiyye Ali ibni Huseyn
(Zeynul Âbidin) aleyhisselama haber gönderdi ve onunla yalnız kaldı
ve dedi ki: Ey kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi vasiyeti ve imameti kendisinden sonra Ali ibni Ebu
Talibe karar kıldı. Sonra Hasana, sonra Huseyne aleyhimusselam.
Baban öldürüldü sallallahu aleyh ve vasiyet etmedi ve ben senin amcanım ve
babanın benzeriyim. Aynı kökten geliyoruz, Alinin çocuğuyum.
Yaşımla ve tecrübemle ona senin gençliğine göre senden daha
müstehakım, vasiyet ve imamet hususunda benimle çekişme ve beni
kenara itme.
Ali ibni Huseyn ona dedi ki: Ey amca! Allaha
karşı takvalı ol, senin olmayan şeyde iddia etme.
Cahillerden olman hususunda sana nasihat ediyorum. Ey amca! Babam salevatullahi
aleyh Iraka hareketinden önce bana vasiyet etti ve şehid olmadan bir saat
önce onun hakkında bana ahid verdi. İşte bu Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihinin silahı benim yanımda, sakın bu
işe kalkışma. Senin ömrünün kısalmasından, halinin
perişan olmasından korkuyorum. Gel Hacerul Esvedin hakemliğine
gidelim ve ondan soralım.
İkisinin arasındaki konuşma Mekkedeydi.
Çıktılar ve Hacere geldiler. Ali Muhammede dedi ki: Sen başla,
Allaha yalvar ve ondan Haceri senin için konuşturmasını iste.
Muhammed duasında yalvardı, Allahtan istedi sonra Haceri
çağırdı ama ona karşılık vermedi. Al ibni Huseyn
aleyhisselam ona dedi ki: Ey amca gerçekten de sen vasi ve imam olsaydın
sana karşılık verirdi. Muhammed dedi ki: Sen dua et ey
kardeşimin oğlu konuşturmasını iste. Ali ibni Huseyn
istediği şeyde Allaha dua etti. Sonra dedi ki: Nebilerin, vasilerin
ve bütün insanlarının misakını sende kılanın
hürmetine istiyorum, Huseyn ibni Aliden sonra vasi ve imam kimdir bize haber
ver. Bunun üzerine Hacer hareket etti, az daha yerinden çıkacaktı.
Sonra Allah onu açık bir Arapça konuşturdu. Dedi ki: Allahım
vasiyet ve imamet Huseyn ibni Ali aleyhisselamdan sonra Ali ibni Huseyn ibni
Ali ibni Fatime binti Rasûlullaha geçti salevatullahi aleyhim. Bunun üzerine
Muhammed ibni Hanefiyye oradan ayrıldı ve o Ali ibni Huseyni veli
ediniyor.
1798- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: سُمَّ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَوْمَ
خَيْبَرَ
فَتَكَلَّمَ اللَّحْمُ
فَقَالَ: يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
إِنِّي مَسْمُومٌ
قَالَ:
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
عِنْدَ
مَوْتِهِ
الْيَوْمَ
قَطَّعَتْ
مَطَايَايَ
الْأُكْلَةُ الَّتِي
أَكَلْتُ
بِخَيْبَرَ
وَمَا مِنْ نَبِيٍّ
وَلَا
وَصِيٍّ
إِلَّا
شَهِيدٌ.
1798-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi Hayber günü zehirlendi. Et konuştu ve dedi ki:
Ya Rasûlullah! Ben zehirlendim. Nebi sallallahu aleyhi ve alihi ölüm
anında dedi ki: Hayber günü yediğim o yemek bugün gücümü
kırdı. Hiçbir nebi ve vasi yoktur ki mutlaka şehit olmasın.
1801- عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ عَبْدِ
الْأَكْرَمِ
الْأَنْصَارِيِّ
ثُمَّ
النَّجَّارِيِ:
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
دَخَلَ هُوَ
وَسَهْلُ
بْنُ حُنَيْفٍ
وَخَالِدُ
بْنُ أَيُّوبَ
الْأَنْصَارِيُّ
حَائِطاً
مِنْ حِيطَانِ
بَنِي
نَجَّارٍ
فَلَمَّا
دَخَلَ
نَادَاهُ
حَجَرٌ عَلَى
رَأْسِ
بِئْرٍ
لَهُمْ عَلَيْهَا
السَّوَانِي
يَصِيحُ:
عَلَيْكَ
السَّلَامُ
يَا
مُحَمَّدُ
اشْفَعْ لِي
إِلَى رَبِّكَ
أَنْ لَا
يَجْعَلَنِي
مِنْ
حِجَارَةِ
جَهَنَّمَ
الَّتِي
يُعَذَّبُ
بِهَا
الْكَفَرَةُ
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَرَفَعَ
يَدَيْهِ:
اللَّهُمَّ
لَا تَجْعَلْ
هَذَا
الْحَجَرَ
مِنْ
أَحْجَارِ
جَهَنَّمَ
ثُمَّ
نَادَاهُ
الرَّمْلُ:
السَّلَامُ
عَلَيْكَ يَا
مُحَمَّدُ
وَرَحْمَةُ
اللَّهِ
وَبَرَكَاتُهُ
ادْعُ
اللَّهَ
رَبَّكَ أَنْ
لَا يَجْعَلَنِي
مِنْ
كِبْرِيتِ
جَهَنَّمَ
فَرَفَعَ النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ يَدَيْهِ
وَقَالَ:
اللَّهُمَّ
لَا تَجْعَلْ
هَذَا
الرَّمْلَ
مِنْ
كِبْرِيتِ
جَهَنَّمَ.
فَلَمَّا
دَنَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
إِلَى
النَّخْلِ
تَدَلَّتِ
الْعَرَاجِينُ
فَأَخَذَ
مِنْهَا
رَسُولُ اللَّهِ
فَأَكَلَ
وَأَطْعَمَ
ثُمَّ دَنَا
مِنَ الْعَجْوَةِ
فَلَمَّا
أَحَسَّتْهُ
سَجَدَتْ
فَبَارَكَ
عَلَيْهَا
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
قَالَ: اللَّهُمَّ
بَارِكْ عَلَيْهَا
وَانْفَعْ
بِهَا فَمِنْ
ثَمَّ رَوَتِ
الْعَامَّةُ
أَنَّ
الْكَمْأَةَ
مِنَ الْمَنِّ
وَثِمَارَهَا
شِفَاءٌ
لِلْعَيْنِ
وَالْعَجْوَةَ
مِنَ
الْجَنَّةِ.
1801-
İbrahim ibni Abdulkerim Ensari şöyle rivayet etti: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve alihi, Sehil ibni Hanif ve Halid ibni Eyüp Ensari
Neccaroğullarının bostanlarından bir bostana girdiler.
Girdiğinde kuyunun başındaki taş nida etti. Onların
onun başında kovaları vardı: Aleykesselam ya Muhammed!
Rabbinin beni cehennem taşlarından bir taş yapmaması için
ki o taşla kafirlere azap eder bana şefaat et. Nebi sallallahu aleyhi
ve alihi ellerini kaldırdı ve dedi ki: Allahım bu
taşı cehennem taşlarından bir taş yapma. Sonra kum ona
nida etti: Esselamu aleyke ya Muhammed ve rahmetullahi ve berakatuh! Beni
cehennemin kibriti yapmaması için Rabbin Allaha dua et. Nebi sallallahu
aleyhi ve alihi elini kaldırdı ve dua etti: Allahım bu kumu
cehennem kibriti yapma.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi hurma
ağacına yaklaştığında salkımlarını
sarkıttı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi ondan aldı yedi
ve yedirdi. Sonra acveye hurmasına yaklaştı. Acve onu
hissettiğinde secde etti. Bunun üzerine Resullullah sallallahu aleyhi ve alihi
onu bereketlendirdi ve dua etti: Allah'ım onu bereketlendir ve ona fayda
ver. Ondan sonra çoğunluk rivayet etti: Kozası nimettendir ve meyvesi
de göz için şifadır ve acve cennettendir.
(Bu
babda konuyla alakalı sekiz tane rivayet vardı.)
1804- عَنْ
نَصْرِ بْنِ
قَابُوسَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْكَ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ: (وَ ظِلٍّ
مَمْدُودٍ
وَماءٍ
مَسْكُوبٍ
وَفاكِهَةٍ
كَثِيرَةٍ لا
مَقْطُوعَةٍ
وَلا مَمْنُوعَةٍ) قَالَ:
يَا نَصْرُ
إِنَّهُ وَاللهِ
لَيْسَ
حَيْثُ
تَذْهَبُ
النَّاسُ
إِنَّمَا
هُوَ
الْعَالِمُ
وَمَا
يَخْرُجُ
مِنْهُ.
1804- Nasr ibni Gabus şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah
(Cafer es-Sâdık) aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin (Uzatılmış
bir gölge* Dökülmüş bir su* Bolca meyveler* Kesintisiz ve yasaksız.
Vakia 30-33) ayetini sordum. Dedi ki: Ya
Nasr! Vallahi o insanların anladığı gibi değil o
sadece alimdir ve ondan çıkan şeydir.
1805- عَنْ
نَصْرِ بْنِ
قَابُوسَ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْكَ السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَ:
(وَ بِئْرٍ
مُعَطَّلَةٍ
وَقَصْرٍ
مَشِيدٍ) قَالَ:
الْبِئْرُ
الْمُعَطَّلَةُ
الْإِمَامُ
الصَّامِتُ
وَالْقَصْرُ
الْمَشِيدُ الْإِمَامُ
النَّاطِقُ.
1805-
Nasr ibni Gabus şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama Allah Azze ve Cellenin (Tatil olmuş bir kuyu ve
yükseltilmiş bir saray. Hac 45) ayetini sordum dedi ki:
Tatil olmuş bir kuyu susan imamdır, yükseltilmiş bir saray
konuşan imamdır.
1806- عَنِ
الْحُسَيْنِ
بْنِ خَالِدٍ
عَنْ أَبِي الْحَسَنِ
الرِّضَا
عَلَيْكَ
السَّلَامُ قَالَ:
سَأَلْتُهُ
فَقُلْتُ
قَوْلُهُ: (الرَّحْمنُ
عَلَّمَ
الْقُرْآنَ) قَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ
عَلَّمَ
الْقُرْآنَ
قَالَ:
قُلْتُ: (خَلَقَ
الْإِنْسانَ
عَلَّمَهُ
الْبَيانَ) قَالَ:
ذَاكَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَّمَهُ
بَيَانَ
كُلِّ شَيْءٍ
مِمَّا
يَحْتَاجُ
النَّاسُ
إِلَيْهِ.
1806- Hasan ibni Halit şöyle rivayet etti: Ebul Hasan
Rıza aleyhisselama Allahın (Rahman*
Kuranı öğretti. Rahman 1-2) ayetini sordum. Dedi ki: Allah Kuranı öğretti.
Dedim ki: (İnsanı
yarattı* Ona beyanı öğretti. Rahman 3-4) dedi ki: O Emîr'ül Müminîndir,
ona insanların kendisine ihtiyaç duyacağı her şeyin
açıklamasını öğretti.
1809- عَنْ
كَامِلٍ
التَّمَّارِ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْكَ
السَّلَامُ
ذَاتَ يَوْمٍ
فَقَالَ لِي:
يَا كَامِلُ
اجْعَلُوا
لَنَا رَباً
نَؤُبُّ
إِلَيْهِمْ
وَقُولُوا
فِينَا مَا
شِئْتُمْ
قَالَ:
قُلْتُ:
نَجْعَلُ
لَكُمْ
رَبّاً تَؤُوبُّونَ
إِلَيْهِ
وَنَقُولُ
فِيكُمْ مَا شِئْنَا؟!
قَالَ:
فَاسْتَوَى
جَالِساً
ثُمَّ قَالَ:
وَمَا عَسَى
أَنْ نَقُولَ:
وَاللهِ مَا
خَرَجَ
إِلَيْكُمْ
مِنْ
عِلْمِنَا
إِلَّا أَلْفاً
غَيْرَ
مَعْطُوفَةٍ.
1809- Kâmil Temmar şöyle rivayet etti: Bir gün Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın yanındaydım. Bana
dedi ki: Ya Kâmil! Bize kendisine yöneldiğimiz bir Rab karar
kılın ve hakkımızda ne isterseniz deyin. Dedim ki: Size
kendisine yöneldiğiniz bir Rab kılalım ve hakkınızda
ne istersek diyelim mi? Oturduğu yerde doğruldu ve dedi ki: Ne
diyebilirim. Vallahi ilmimizden size yarım eliften başka bir şey
çıkmadı.
1810- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ مُسْلِمٍ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْكَ السَّلَامُ
قَالَ: جَاءَ
أَعْرَابِيٌّ
حَتَّى قَامَ
عَلَى بَابِ
الْمَسْجِدِ
فَتَوَسَّمَ
فَرَأَى أَبَا
جَعْفَرٍ
فَعَقَلَ
نَاقَتَهُ
وَدَخَلَ وَجَثَى
عَلَى
رُكْبَتَيْهِ
وَعَلَيْهِ شَمْلَةٌ
لَهُ.
فَقَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ عَلَيْكَ
السَّلَامُ:
مِنْ أَيْنَ
جِئْتَ يَا أَعْرَابِيُّ؟
قَالَ: جِئْتُ
مِنْ أَقْصَى
الْبُلْدَانِ
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْكَ
السَّلَامُ:
الْبُلْدَانُ
أَوْسَعُ مِنْ
ذَاكَ فَمِنْ
أَيْنَ
جِئْتَ؟
قَالَ: جِئْتُ
مِنْ
الْأَحْقَافِ
أَحْقَافِ
عَادٍ.
قَالَ:
نَعَمْ فَرَأَيْتَ
ثَمَّةَ
سِدْرَةً
إِذَا مَرَّ التُّجَّارُ
بِهَا
اسْتَظَلُّوا
بِفَيْئِهَا؟
قَالَ:
وَمَا
عِلْمُكَ
جَعَلَنِيَ
اللَّهُ
فِدَاكَ؟
قَالَ: هُوَ
عِنْدَنَا
فِي كِتَابٍ
وَأَيَّ شَيْءٍ
رَأَيْتَ
أَيْضاً؟
قَالَ:
رَأَيْتُ
وَادِياً
مُظْلِماً
فِيهِ
الْهَامُّ
وَالْبُومُ
لَا يُبْصَرُ
قَعْرُهُ.
قَالَ:
وَتَدْرِي
مَا ذَاكَ
الْوَادِي؟
قَالَ: لَا
وَاللَّهِ
مَا أَدْرِي
قَالَ: ذَاكَ
بَرَهُوتُ
فِيهِ
نَسَمَةُ
كُلِّ
كَافِرٍ ثُمَّ
قَالَ: أَيْنَ
بَلَغْتَ؟
قَالَ:
فَقُطِعَ
بِالْأَعْرَابِيِّ
فَقَالَ:
بَلَغْتَ قَوْماً
جُلُوساً فِي
مَجَالِسِهِمْ
لَيْسَ
لَهُمْ
طَعَامٌ وَلَا
شَرَابٌ
إِلَّا
أَلْبَانَ
أَغْنَامِهِمْ
فَهِيَ
طَعَامُهُمْ
وَشَرَابُهُمْ
ثُمَّ نَظَرَ
إِلَى
السَّمَاءِ
فَقَالَ: اللَّهُمَّ
الْعَنْهُ.
فَقَالَ
لَهُ
جُلَسَاؤُهُ:
مَنْ هُوَ
جُعِلْنَا
فِدَاكَ؟
قَالَ: هُوَ
قَابِيلُ يُعَذَّبُ
بِحَرِّ
الشَّمْسِ
وَزَمْهَرِيرِ
الْبَرْدِ
ثُمَّ
جَاءَهُ
رَجُلٌ آخَرُ
فَقَالَ لَهُ:
رَأَيْتَ
جَعْفَراً؟
فَقَالَ الْأَعْرَابِيُّ:
وَمَنْ
جَعْفَرٌ
هَذَا الَّذِي
يَسْأَلُ
عَنْهُ؟
قَالُوا:
ابْنُهُ قَالَ:
سُبْحَانَ
اللَّهِ!
وَمَا
أَعْجَبَ هَذَا
الرَّجُلَ يُخْبِرُنَا
مِنْ خَبَرِ
السَّمَاءِ
وَلَا
يَدْرِي
أَيْنَ
ابْنُهُ!
1810-
Muhammed ibni Muslim Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Bir çöl arabı geldi ve mescidin
kapısında durdu ve içeriye bakındı. Ebu Cafer aleyhisselamı
gördüğünde devesini bağladı ve içeri girdi, dizlerinin üzerine
çöktü, üzerinde örtüsü vardı.
Ebu Cafer aleyhisselam dedi ki: Ey çöl arabı nereden
geldin? Dedi ki: Ülkenin en uzağından geldim. Ebu Cafer aleyhisselam
dedi ki: Ülke o dediğinden daha geniş. Nereden geldin? Dedi ki:
Ahkaftan ()
Ad kavminin ahkafından geldim.
Dedi ki: Evet, oradaki sidre ağacını gördün
mü? Tacirler oradan geçerken onun altında gölgelenirler? Dedi ki: Allah
beni sana feda etsin nereden biliyorsun? Dedi ki: O bizim yanımızdaki
bir kitapta yazılıdır. Başka ne gördün? Dedi ki:
Karanlık bir vadi gördüm. Vadide ham kuşu ()
ve baykuş vardı. Çukuru görünmüyordu.
Dedi ki: O vadinin ne olduğunu biliyor musun? Dedi ki:
Hayır vallahi bilmiyorum. Dedi ki: O Berahuttur. Bütün kafirlerin
ruhları oradadır. Nereye ulaştın? Çöl arabı
konuşmadı. Dedi ki: Bir kavme ulaştın, kendi meclislerinde
oturuyorlardı. Koyunlarının sütünden başka yiyecekleri ve
içecekleri yoktu. Yiyecekleri ve içecekleri oydu. Sonra semaya bakıp dedi
ki: Allahım ona lanet et.
Beraber oturdukları dedi ki: Sana feda olalım o
kim? Dedi ki: O Kabil Güneşin sıcaklığıyla ve
soğuğun zemherisiyle azaplanır. Sonra başka bir adam geldi
ona dedi ki: Caferi gördün mü? Çöl arabı dedi ki: Bu sorulan Cafer kim?
Dediler ki: Onun oğlu. Dedi ki: Subhanellah! Bu adam ne kadar acaip, bize
semadan haberler veriyor ama oğlunun nerede olduğunu bilmiyor.
1811- عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ
مُسْلِمٍ
قَالَ:
دَخَلْتُ
أَنَا
وَأَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مَسْجِدَ
الرَّسُولِ
فَإِذَا
بِطَاوُسٍ
الْيَمَانِيِّ
يَقُولُ
لِأَصْحَابِهِ:
تَدْرُونَ مَتَى
قُتِلَ
نِصْفُ
النَّاسِ؟
فَسَمِعَهُ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
يَقُولُ
نِصْفُ
النَّاسِ
قَالَ:
إِنَّمَا
هُوَ رُبُعُ
النَّاسِ
إِنَّمَا
هُوَ آدَمُ
وَحَوَّاءُ
وَقَابِيلُ
وَهَابِيلُ
قَالَ: صَدَقْتَ
يَا ابْنَ رَسُولِ
اللَّهِ.
قَالَ
مُحَمَّدُ
بْنُ
مُسْلِمٍ:
قُلْتُ فِي نَفْسِي:
هَذِهِ
وَاللَّهِ
مَسْأَلَةٌ
قَالَ:
فَغَدَوْتُ
إِلَيْهِ فِي
مَنْزِلِهِ
فَلَبِسَ
ثِيَابَهُ
وَأُسْرِجَ
لَهُ قَالَ: فَبَدَأَنِي
بِالْحَدِيثِ
قَبْلَ أَنْ
أَسْأَلَهُ
فَقَالَ: يَا
مُحَمَّدَ
بْنَ
مُسْلِمٍ
إِنَّ
بِالْهِنْدِ
أَوْ بِتِلْقَاءِ
الْهِنْدِ
رَجُلٌ
مُلْبَسٌ
الْمُسُوحَ
مَغْلُولَةً
يَدُهُ إِلَى
عُنُقِهِ مُوَكّلٌ
بِهِ
عَشَرَةُ
رَهْطٍ
يَفْنَى
النَّاسُ
وَلَا
يَفْنُونَ
كُلَّمَا
ذَهَبَ وَاحِدٌ
جُعِلَ
مَكَانَهُ
آخَرُ
يَدُورُ مَعَ
الشَّمْسِ
حَيْثُ مَا
دَارَتْ
يُعَذَّبُ
بِحَرِّ
الشَّمْسِ وَزَمْهَرِيرِ
الْبَرْدِ
حَتَّى
تَقُومَ السَّاعَةُ
قَالَ:
قُلْتُ:
وَمَنْ ذَا
جَعَلَنِيَ
اللَّهُ
فِدَاكَ؟
قَالَ: ذَاكَ
قَابِيلُ.
1811-
Muhammed ibni Muslim şöyle rivayet etti: Ben ve Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselam resulün mescidine girdik. O esnada Tavus Yemani
arkadaşlarına şöyle diyordu: İnsanların
yarısı ne zaman öldürüldü biliyor musunuz? Ebu Cafer onun
insanların yarısı sözünü işitti ve dedi ki: Sadece
insanların çeyreği. Âdem, Havva, Kabil ve Habil. Dedi ki: Doğru
dedin ey Rasûlullahın oğlu!
Muhammed ibni Muslim dedi ki: Kendi kendime dedim ki:
Vallahi bu bir meseledir. Sabah erkenden evine gittim. Elbiselerini giydi,
bineği eyerlendi. Ben ona sormadan o söze başladı ve dedi ki: Ya
Muhammed ibni Muslim! Hindistanda veya Hindistanın
karşısında bir adam var; ruhban kıyafetleri
giydirilmiş, elleri boynuna bağlanmış. Ona on kişilik
bir tim vekil edilmiştir. İnsanlar tükenir, onlar tükenmez. Onlardan
birisi giderse yerine başkası getirilir. Güneş nereye dönerse o
da oraya doğru döner. Saatin gelişine kadar güneşin
sıcaklığıyla ve soğuğun zemherisiyle
azaplanır. Dedim ki: Allah beni sana feda etsin kim bu? Dedi ki: O Kabil.
1822-
قَالَ أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
كُلَّمَا
لَمْ
يَخْرُجْ
مِنْ هَذَا الْبَيْتِ
فَهُوَ
بَاطِلٌ.
1822-
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselam şöyle dedi: Her zaman bu
evden çıkmayan şey o batıldır.
1826- عَنْ
عَبْدِ
الْمُؤْمِنِ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
لِمَ سُمِّيَ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَمِيرَ
الْمُؤْمِنِينَ؟
فَقَالَ لِي:
لِأَنَّ
مِيرَةَ
الْمُؤْمِنِينَ
مِنْهُ هُوَ
كَانَ
يَمِيرُهُمُ
الْعِلْمَ.
1826-
Abdul Mumin Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Ona dedim ki: Emîr'ül Müminîn aleyhisselam neden
Emîr'ül Müminîn olarak isimlendi? Dedi ki: Çünkü muminlerin rızkı
ondandır. Onlara ilim rızkı hazırlardı.
1827- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ (هذا صِراطٌ
عَلَيَّ
مُسْتَقِيمٌ) قَالَ:
هُوَ
وَاللَّهِ
عَلِيٌّ هُوَ
وَاللَّهِ
الْمِيزَانُ
وَالصِّرَاطُ.
1827- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
şöyle dedi: (Dedi ki: İşte bu bana doğru
gelen sırattır. Hicr 21) Vallahi o Alidir, vallahi
o mizandır ve sırattır.
1828- عَنِ
الْكَلْبِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: قَالَ
لِي: كَمْ
لِمُحَمَّدٍ
اسْمٌ فِي
الْقُرْآنِ
قَالَ:
قُلْتُ:
اسْمَانِ
أَوْ ثَلَاثٌ
فَقَالَ: يَا
كَلْبِيُّ
لَهُ
عَشَرَةُ أَسْمَاءَ: (وَ ما
مُحَمَّدٌ
إِلَّا
رَسُولٌ قَدْ
خَلَتْ مِنْ
قَبْلِهِ الرُّسُلُ)
وَ(مُبَشِّراً
بِرَسُولٍ
يَأْتِي مِنْ
بَعْدِي
اسْمُهُ
أَحْمَدُ) وَ(لَمَّا
قامَ عَبْدُ
اللَّهِ
يَدْعُوهُ
كادُوا
يَكُونُونَ
عَلَيْهِ
لِبَداً) وَ(طه ما
أَنْزَلْنا
عَلَيْكَ
الْقُرْآنَ
لِتَشْقى)
وَ(يس
وَالْقُرْآنِ
الْحَكِيمِ
إِنَّكَ لَمِنَ
الْمُرْسَلِينَ
عَلى صِراطٍ
مُسْتَقِيمٍ)
وَ(ن
وَالْقَلَمِ
وَما
يَسْطُرُونَ)
وَ(ما
أَنْتَ
بِنِعْمَةِ
رَبِّكَ
بِمَجْنُونٍ)
وَ(يا
أَيُّهَا
الْمُزَّمِّلُ)
وَ(يا
أَيُّهَا
الْمُدَّثِّرُ)
وَ(قَدْ
أَنْزَلَ
اللَّهُ
إِلَيْكُمْ
ذِكْراً
رَسُولًا) فَالذِّكْرُ
اسْمٌ مِنْ
أَسْمَاءِ
مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَنَحْنُ
أَهْلُ
الذِّكْرِ
فَاسْأَلْ يَا
كَلْبِيُّ
عَمَّا بَدَا
لَكَ قَالَ:
فَأُنْسِيتُ
وَاللَّهِ
الْقُرْآنَ
كُلَّهُ فَمَا
حَفِظْتُ
مِنْهُ
حَرْفاً
أَسْأَلُهُ
عَنْهُ.
1828- Kelbi Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Kuranda Muhammedin kaç tane ismi var?
Dedim ki: İki ya da üç isim. Dedi ki: Ya Kelbi! Onun on tane ismi var: (Muhammed,
ancak bir resuldür. Ondan önce nice resuller geldi geçti. Â-li İmran 144) ve (Benden sonra ismi Ahmed olan müjdeleyici bir
resul gelecek. Saff 6) ve (Allahın
kulu ona duaya kalktığında onun üzerine neredeyse
keçeleşecek kadar üşüşüyorlardı. Cin 19) ve (Taha* Kuranı sana
sıkıntı çekmen için indirmedik. Taha 1-2) ve (Yasin* Hekim olan Kurana and olsun* Muhakkak
ki sen mursellerdensin* Sıratı mustekim üzerinesin. Yasin 1-4) ve (Nun* Kaleme and olsun ve
yazdıklarına* Sen Rabbinin nimetiyle mecnun olmadın. Kalem 1-2) ve (Ey giysisine sarınıp örtünen.
Müzzemmil 1) ve (Ey
toprağa sarınıp örtünen. Müddessir 1) ve (Biz sana zikri indirdik* resulü. Talak 10-11) Zikir Muhammed sallallahu aleyhi ve alihinin isimlerinden
bir isimdir. Biz de Zikirin ehliyiz. Ya Kelbi! Aklına geleni sor. Vallahi
Kuranın hepsini unuttum. Ona soracağım bir harf dahi
aklımda kalmadı.
1829- عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
جَعْفَرٍ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ سَمِعَهُ
يَقُولُ:
لَوْ
أُؤْذَنُ
لَأَخْبَرْنَا
بِفَضْلِنَا
قَالَ: قُلْتُ
لَهُ:
الْعِلْمُ
مِنْهُ؟ قَالَ:
فَقَالَ لِي:
الْعِلْمُ
أَيْسَرُ مِنْ
ذَلِكَ.
1829- Ali ibni Cafer Ebul Hasan (Musa el-Kâzım)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Eğer bize izin
verilseydi kesinlikle üstünlüğümüzü haber verirdik. Dedim ki: İlimde
onlardan mıdır? Dedi ki: İlim onların en basitidir.
1837- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
تَعَالَى
قَالَ
لِنَبِيِّهِ:
(شَرَعَ لَكُم
مِّنَ ٱلدِّينِ
مَا وَصَّىٰ
بِهِۦ نُوحًا
وَٱلَّذِىٓ
أَوْحَيْنَآ
إِلَيْكَ
وَمَا
وَصَّيْنَا
بِهِۦٓ
إِبْرَٰهِيمَ
وَمُوسَىٰ
وَعِيسَىٰٓ)
مِنْ
قَبْلِكَ (أَنْ
أَقِيمُوا
الدِّينَ
وَلا
تَتَفَرَّقُوا
فِيهِ) إِنَّمَا
يَعْنِي
الْوَلَايَةَ (كَبُرَ
عَلَى
الْمُشْرِكِينَ
ما تَدْعُوهُمْ
إِلَيْهِ) يَعْنِي
كَبُرَ عَلَى
قَوْمِكَ يَا
مُحَمَّدُ
مَا
تَدْعُوهُمْ
إِلَيْهِ
مِنْ تَوْلِيَةِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَقَالَ:
إِنَّ
اللَّهَ قَدْ أَخَذَ
مِيثَاقَ
كُلِّ
نَبِيٍّ
وَكُلِّ مُؤْمِنٍ
لَيُؤْمِنَنَّ
بِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَعَلِيٍّ
وَبِكُلِّ
نَبِيٍّ
وَبِالْوَلَايَةِ
ثُمَّ قَالَ
لِمُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ:
(أُولئِكَ
الَّذِينَ
هَدَى
اللَّهُ
فَبِهُداهُمُ
اقْتَدِهْ) يَعْنِي
آدَمَ
وَنُوحاً
وَكُلَّ
نَبِيٍّ بَعْدَهُ.
1837-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allahu Teala
nebisine dedi ki: (Dinden Nuh'a farzettiğini, sana
vahyettiğimizi ve İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya
farzettiğimizi sizin için de bir şeriat kıldı. Şura
13) Senden önce (Dini
dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye.
Şura 13) Sadece velayeti kastediyor (Muşrikleri
kendisine çağırdığın şey onlara ağır
geldi. Şura 13) Yani ya Muhammed! Ali
aleyhisselamın valiliğine onları davet edişin senin kavmine
ağır geldi. Muhakkak ki Allah bütün nebilerin ve muminlerin
misakını Muhammed sallallahu aleyhi ve alihiye ve Aliye mutlaka iman
etmeleri konusunda aldı. Ve her nebiye de velayet konusunda. Sonra Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihiye dedi ki: (İşte onlar,
Allahın hidayete erdirdiği kimselerdir. Öyleyse onların
hidayetine tabi ol. Enam 90) Yani Âdem, Nuh ve ondan
sonraki bütün nebiler.
1838- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ:
لَقَدْ
أَسْرَى بِي
رَبِّي فَأَوْحَى
إِلَيَّ مِنْ
وَرَاءِ
الْحِجَابِ
مَا أَوْحَى
وَكَلَّمَنِي
فَكَانَ
مِمَّا
كَلَّمَنِي
أَنْ قَالَ:
يَا
مُحَمَّدُ
عَلِيٌّ
الْأَوَّلُ
وَعَلِيٌّ
الْآخِرُ
وَالظَّاهِرُ
وَالْبَاطِنُ
وَهُوَ
بِكُلِّ شَيْءٍ
عَلِيمٌ فَقَالَ:
يَا رَبِّ أَ
لَيْسَ
ذَلِكَ
أَنْتَ؟ أَ
لَسْتَ
ذَلِكَ
أَنْتَ؟
قَالَ:
فَقَالَ: يَا
مُحَمَّدُ
أَنَا
اللَّهُ لَا
إِلَهَ إِلَّا
أَنَا عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
الرَّحْمَنُ
الرَّحِيمُ
إِنِّي أَنَا اللهُ
لَا إِلَهَ
إِلَّا أَنَا الْمَلِكُ
الْقُدُّوسُ
السَّلامُ
الْمُؤْمِنُ
الْمُهَيْمِنُ
الْعَزِيزُ
الْجَبَّارُ
الْمُتَكَبِّرُ
سُبْحانَ
اللَّهِ
عَمَّا
يُشْرِكُونَ إِنِّي
أَنَا
اللَّهُ لَا
إِلَهَ
إِلَّا أَنَا الْخالِقُ
الْبارِئُ
الْمُصَوِّرُ
لِي مَنْ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرَضِينَ
وَأَنَا
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ
يَا
مُحَمَّدُ
أَنَا
اللَّهُ لَا
إِلَهَ
إِلَّا أَنَا
الْأَوَّلُ
وَلَا شَيْءَ
قَبْلِي
وَأَنَا
الْآخَرُ
فَلَا شَيْءَ
بَعْدِي
وَأَنَا
الظَّاهِرُ
فَلَا شَيْءَ
فَوْقِي
وَأَنَا
الْبَاطِنُ
فَلَا شَيْءَ
تَحْتِي
وَأَنَا
اللَّهُ لَا
إِلَهَ إِلَّا
أَنَا بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ يَا
مُحَمَّدُ
عَلِيٌّ
الْأَوَّلُ
أَوَّلُ مَنْ
أُخِذَ
مِيثَاقُهُ
مِنَ
الْأَئِمَّةِ
يَا
مُحَمَّدُ
عَلِيٌّ
الْآخِرُ
آخِرُ مَنْ
أَقْبِضُ
رُوحَهُ مِنَ
الْأَئِمَّةِ
وَهِيَ
الدَّابَّةُ
الَّتِي
تُكَلِّمُهُمْ
يَا
مُحَمَّدُ
عَلِيٌّ
الظَّاهِرُ أُظْهِرُ
عَلَيْهِ
جَمِيعَ مَا
أَوْحَيْتُهُ
إِلَيْكَ
لَيْسَ لَكَ
أَنْ
تَكْتُمَ مِنْهُ
شَيْئاً يَا
مُحَمَّدُ
عَلِيٌّ
الْبَاطِنُ
أُبْطِنُهُ
سِرِّي
الَّذِي
أَسْرَرْتُهُ
إِلَيْكَ
وَلَيْسَ
فِيمَا
بَيْنِي وَبَيْنَكَ
سِرٌّ
أَزْوِيهِ
يَا
مُحَمَّدُ عَنْ
عَلِيٍّ مَا خَلَقْتُ
مِنْ حَلَالٍ
أَوْ حَرَامٍ
عَلِيٌّ
عَلِيمٌ بِهِ.
1838-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
alihinin şöyle dediğini rivayet etti: Rabbim beni semaya götürdü ve
hicabın arkasından vahyettiğini vahyetti. Bana konuştu.
Şu bana konuştuğu şeylerdendi: Ya Muhammed! Ali evveldir,
Ali ahirdir, zahirdir ve batındır ve o her şeyi çok iyi
bilendir. Dedi ki: Ya Rabbi! O sen değil misin? O sen değil misin?
Dedi ki: Ya Muhammed! Ben Allahım. Benden başka ilah yoktur.
Gaybı ve görüneni bilirim. Rahman Rahimim. Ben Allahım. Benden
başka ilah yoktur. Melikim, Kuddusum, Selamım, Muminim,
Muheyminim, Azizim, Cabbarım, Mutekebbirim. Allah onların
şirk koştukları şeylerden münezzehtir. Ben Allahım.
Benden başka ilah yoktur. Yaratanım, yoktan var edenim, Şekil
verenim, en güzel isimler benimdir. Semalarda ve arzlarda ne varsa beni tesbih
ederler ve ben Aziz ve Hekimim. Ya Muhammed! Ben Allahım. Benden
başka ilah yoktur. Ben Evvelim, benden önce bir şey yoktur ve ben
Ahirim, benden sonra bir şey yoktur. Ben Zahirim, benim üstümde bir
şey yoktur. Ben Batınım, benim altımda bir şey
yoktur. Ben Allahım, benden başka ilah yoktur. Ben her şeyi çok
iyi bilirim.
Ya Muhammed! Ali evveldir,
imamlardan evvel ona misak alındı. Ya Muhammed! Ali ahirdir,
imamlardan en son onun ruhunu tutarım ve o onlara konuşan dabbedir.
Ya Muhammed! Ali zahirdir, sana vahyettiğim her şey onda zahir olur.
Sen ondan bir şey gizleyemezsin. Ya Muhammed! Ali batındır, sana
verdiğim sırrımı onun batınına yerleştirdim.
Ya Muhammed! Seninle benim aramda olan sırrımı Aliden
gizleyemezsin. Helalden ve haramdan ne yarattıysam Ali onu çok iyi bilir.
1839- قَالَ
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
أَبَانٍ
الزَّيَّاتُ:
قُلْتُ
لِلرِّضَا
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّ
قَوْماً مِنْ مَوَالِيكَ
سَأَلُونِي
أَنْ
تَدْعُوَ اللَّهَ
لَهُمْ قَالَ:
فَقَالَ:
وَاللَّهِ
إِنِّي
لَأَعْرِضُ
أَعْمَالَهُمْ
عَلَى اللَّهِ
فِي كُلِّ
يَوْمٍ.
1839- Abdullah ibni Eban Zeyyat şöyle rivayet etti:
Rıza aleyhisselama dedim ki: Dostlarından bir kavim benden senin
onlar için Allaha dua etmeni istediler. Bunun üzerine dedi ki: Vallahi
onların amellerini her gün Allaha ben sunuyorum.
1843- عَنْ
بُرَيْدٍ
الْعِجْلِيِّ
قَالَ:
سَأَلْتُ
أَبَا
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
عَنْ قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (صُحُفاً
مُطَهَّرَةً
فِيها كُتُبٌ
قَيِّمَةٌ) قَالَ:
هُوَ
حَدِيثُنَا
فِي صُحُفٍ
مُطَهَّرَةٍ
مِنَ
الْكَذِبِ.
1843-
Bureyd İcli şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama Allahu Tealanın: (Tertemiz sahifeler*
Onların içinde dosdoğru yazılmış hükümler vardır.
Beyyine. 2-3)? Dedi ki: O sahifelerdeki
bizim hadisimizdir, yalandan tertemizdir.
(Bu
babda konuyla alakalı elli üç tane rivayet vardı.)
1855- عَنْ
زُرَارَةَ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَقَالَ لِي
رَجُلٌ مِنْ
أَهْلِ الْكُوفَةِ:
سَلْهُ عَنْ
قَوْلِ
أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ (سَلُونِي
عَمَّا
شِئْتُمْ
وَلَا تَسْأَلُونَنِي
عَنْ شَيْءٍ
إِلَّا
أَنْبَأْتُكُمْ
بِهِ) قَالَ:
فَسَأَلْتُهُ
فَقَالَ:
إِنَّهُ
لَيْسَ
أَحَدٌ عِنْدَهُ
عِلْمُ شَيْءٍ
إِلَّا
شَيْءٌ
خَرَجَ
عِلْمُهُ
مِنْ عِنْدِ
أَمِيرِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
فَلْيَذْهَبِ
النَّاسُ
حَيْثُ شَاءُوا
فَوَ اللَّهِ
لَيَأْتِيَنَّ
الْأَمْرُ مِنْ هَاهُنَا
وَأَشَارَ
بِيَدِهِ
إِلَى صَدْرِهِ.
1855- Zurare şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselamın yanındaydım. Kufenin ehlinden bir
adam bana dedi ki: Ona Emîr'ül Müminîn aleyhisselamın
İstediğiniz şeyden bana sorun sormadığınız
bir şey olmaz ki size onun haberini vermemiş olayım sözünü
sor. Ben de sordum. Dedi ki: Hiç kimse yok ki yanında bir ilim olsun, o
Emîr'ül Müminîn aleyhisselamdan çıkmamış olsun. İnsanlar
diledikleri yere gitsinler, vallahi kesinlikle emir buradan gelir ve eliyle
göğsünü işaret etti-.
1857- عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ:
أَمَا
إِنَّهُ
لَيْسَ
عِنْدَ
أَحَدٍ عِلْمٌ
وَلَا حَقٌّ
وَلَا
فُتْيَا
إِلَّا شَيْءٌ
أُخِذَ عَنْ
عَلِيِّ بْنِ
أَبِي
طَالِبٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَعَنَّا
أَهْلَ
الْبَيْتِ
وَمَا مِنْ
قَضَاءٍ
يُقْضَى بِهِ
بِحَقٍّ
وَثَوَابٍ
إِلَّا
بَدْءُ
ذَلِكَ
وَمِفْتَاحُهُ
وَسَبَبُهُ
وَعِلْمُهُ
مِنْ عَلِيٍّ
وَمِنَّا
فَإِذَا
اخْتَلَفَ
عَلَيْهِمْ
أَمْرُهُمْ
قَاسُوا
وَعَمِلُوا
بِالرَّأْيِ
وَكَانَ
الْخَطَاءُ
مِنْ
قِبَلِهِمْ
إِذَا
قَاسُوا
وَكَانَ
الصَّوَابُ
إِذَا
اتَّبِعُوا
الْآثَارَ
مِنْ قِبَلِ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ.
1857-
Muhammed ibni Müslim Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Mutlaka hiç kimse yoktur ki yanında
bir ilim olsun veya hak olsun veya fetva olsun o Ali ibni Ebu Talib
aleyhisselamdan ve biz Ehli Beytten alınmamış olsun. Hiçbir
hüküm yok ki hakka ve isabete hükmedilsin ve onun başlangıcı,
anahtarı, sebebi ve ilmi Ali aleyhisselamdan ve bizden olmamış
olsun. İşler onlara karışık geldiğinde kıyas
ederler ve görüşlerine göre amel ederler ve kıyas ettiklerinde hata
onların tarafındandır. İsabet ise Ali aleyhisselamın
tarafından gelen eserlere tabi olduklarındadır.
(Bu babda konuyla alakalı dört tane rivayet
vardı.)
1859- عَنْ
كَامِلٍ
التَّمَّارِ
قَالَ: قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا كَامِلُ
تَدْرِي مَا
قَوْلُ
اللَّهِ: (قَدْ
أَفْلَحَ
الْمُؤْمِنُونَ)؟ قُلْتُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ! أَفْلَحُوا
وَفَازُوا
وَأُدْخِلُوا
الْجَنَّةَ
قَالَ: قَدْ
أَفْلَحَ
الْمُسَلِّمُونَ
إِنَّ
الْمُسَلِّمِينَ
هُمُ
النُّجَبَاءُ.
1859- Kâmil Temmar Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Kâmil!
Allahın (Muminler kurtuldular. Muminin 1) ayetini biliyor musun? Dedim ki: Sana feda olayım
kurtuldular, kazandılar, cennete koyuldular. Dedi ki: Musellimler ()
kurtuldular, muhakkak ki Musellimler; onlar soylulardır.
1861- عَنِ
الْكَاهِلِيِّ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
تَلَا هَذِهِ
الْآيَةَ: (فَلا
وَرَبِّكَ لا
يُؤْمِنُونَ
حَتَّى يُحَكِّمُوكَ
فِيما شَجَرَ
بَيْنَهُمْ
ثُمَّ لا
يَجِدُوا فِي
أَنْفُسِهِمْ
حَرَجاً مِمَّا
قَضَيْتَ
وَيُسَلِّمُوا
تَسْلِيماً) فَقَالَ:
لَوْ أَنَّ
قَوْماً
عَبَدُوا اللَّهَ
وَوَحَّدُوهُ
ثُمَّ
قَالُوا
لِشَيْءٍ
صَنَعَهُ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَآلِهِ لَوْ
صَنَعَ كَذَا
كَذَا خِلَافَ
الَّذِي
صَنَعَ
لَكَانُوا
بِذَلِكَ
مُشْرِكِينَ
ثُمَّ قَالَ:
لَوْ أَنَّ
قَوْماً
عَبَدُوا
اللهَ ثُمَّ
قَالُوا
لِشَيْءٍ
الَّذِي
صَنَعَهُ
رَسُولُ
اللهِ: لَوْ
صَنَعَ كَذَا
وَكَذَا أَوْ
وَجَدُوا ذَلِكَ
فِي
أَنْفُسِهِمْ
كَانُوا
بِذَلِكَ مُشْرِكِينَ
ثُمَّ قَالَ: (فَلا
وَرَبِّكَ لا
يُؤْمِنُونَ
حَتَّى يُحَكِّمُوكَ
فِيما شَجَرَ
بَيْنَهُمْ
ثُمَّ لا
يَجِدُوا فِي
أَنْفُسِهِمْ
حَرَجاً مِمَّا
قَضَيْتَ
وَيُسَلِّمُوا
تَسْلِيماً).
1861-
Kahili şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhiselam
bu ayeti okudu: (Hayır! Rabbine and olsun ki onlar,
aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp,
sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman
etmiş olmazlar. Nisa 65) Sonra dedi ki: Eğer
bir kavim Allaha ibadet etseler ve onu birleseler ve sonra Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihinin yaptığı bir şeyde deseler ki:
Şöyle şöyle yapsaydı onun yaptığının
hilafına ondan dolayı muşrik olurlar. Sonra dedi ki: Eğer
bir kavim Allaha ibadet etse sonra Rasûlullahın yaptığı
bir şey hakkında deseler ki: Şöyle şöyle yapsaydı veya
nefislerinde bulsalar onunla müşrik olurlar. Sonra dedi ki: (Hayır!
Rabbine and olsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli
işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde
hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun
eğmedikçe iman etmiş olmazlar. (Nisa 65)
1863- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
يَهْلِكُ
أَصْحَابُ
الْكَلَامِ
وَيَنْجُو
الْمُسَلِّمُونَ
إِنَّ
الْمُسَلِّمِينَ
هُمُ
النُّجَبَاءُ.
1863-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi:
Kelamcılar helak olurlar, Musellimler kurtulurlar. Muhakkak ki
Musellimler; onlar soylulardır.
1865- عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ فِي
قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (وَ مَنْ
يَقْتَرِفْ
حَسَنَةً
نَزِدْ لَهُ فِيها
حُسْناً) قَالَ:
فَقَالَ:
الِاقْتَرَافُ
التَّسْلِيمُ
لَنَا
وَالصِّدْقُ
عَلَيْنَا
وَأَنْ لَا
يَكْذِبُ
عَلَيْنَا.
1865- Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam
Allahu Tealanın (Kim güzel bir amel işlerse, onun
iyiliğini artırırız. Şura 23) ayeti hakkında şöyle dedi: Güzel amel
işlemek bize teslim olmak, bizi doğrulamak ve bizi
yalanlamamaktır.
1867- عَنْ
سَعِيدِ بْنِ
غَزْوَانَ
قَالَ: سَمِعْتُ
أَبَا عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
يَقُولُ:
وَاللَّهِ
لَوْ آمَنُوا
بِاللَّهِ
وَحْدَهُ
وَأَقَامُوا
الصَّلَاةَ
وَآتَوُا
الزَّكَاةَ
ثُمَّ لَمْ
يُسَلِّمُوا
لَكَانُوا بِذَلِكَ
مُشْرِكِينَ
ثُمَّ تَلَا
هَذِهِ الْآيَةَ: (فَلا
وَرَبِّكَ لا
يُؤْمِنُونَ
حَتَّى
يُحَكِّمُوكَ
فِيما شَجَرَ
بَيْنَهُمْ
ثُمَّ لا
يَجِدُوا فِي
أَنْفُسِهِمْ
حَرَجاً
مِمَّا
قَضَيْتَ
وَيُسَلِّمُوا
تَسْلِيماً).
1867-
Said ibni Gezvan Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın
şöyle dediğini rivayet etti: Vallahi eğer Allahın
birliğine iman etseler, salatı eda etseler, zekâtı verseler
sonra da Musellim olmasalar o yüzden müşrik olurlar. Sonra bu ayeti okudu:
(Hayır!
Rabbine and olsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli
işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun
eğmedikçe iman etmiş olmazlar. Nisa 65)
1871- عَنْ
كَامِلٍ
التَّمَّارِ
قَالَ: قَالَ
أَبُو
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا كَامِلُ قَدْ
أَفْلَحَ
الْمُؤْمِنُونَ
الْمُسَلِّمُونَ
يَا كَامِلُ
إِنَّ الْمُسَلِّمِينَ
هُمُ
النُّجَبَاءُ
يَا كَامِلُ إِنَّ
النَّاسَ
أَشْبَاهُ
الْغَنَمِ
إِلَّا
قَلِيلًا
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنُ
قَلِيلٌ.
1871- Kâmil Temmar Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Ya Kâmil! Musellim
Muminler kurtuldular. Ya Kâmil! Müsellimler; onlar soylulardır. Ya Kâmil!
Muhakkak ki muminlerden az bir kısım hariç insanlar koyuna benzerler
ve mumin azdır.
1872- عَنْ
كَامِلٍ
التَّمَّارِ
قَالَ: كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ وَحْدِي
فَنَكَسَ
رَأْسَهُ
إِلَى
الْأَرْضِ
فَقَالَ: قَدْ
أَفْلَحَ
الْمُسَلِّمُونَ
إِنَّ
الْمُسَلِّمِينَ
هُمُ
النُّجَبَاءُ
يَا كَامِلُ
النَّاسُ
كُلُّهُمْ
بَهَائِمُ
إِلَّا
قَلِيلٌ مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنُ
غَرِيبٌ.
1872- Kâmil Temmar şöyle rivayet etti: Ebu Cafer
(Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın yanındaydım.
Başını yere eğdi ve dedi ki: Musellimler kurtuldular,
muhakkak ki Musellimler; onlar soylulardır. Ya Kâmil! Muminlerden az bir
kısım hariç insanların hepsi ahır hayvanı,
davardır ve mumin gariptir.
1874- عَنِ
الْمُفَضَّلِ
بْنِ عَمْرٍو
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
بِأَيِّ شَيْءٍ
عَلِمَتِ
الرُّسُلُ
أَنَّهَا
رُسُلٌ؟ قَالَ:
قَدْ كُشِفَ
لَهَا عَنِ
الْغِطَاءَ
قَالَ:
قُلْتُ:
بِأَيِّ شَيْءٍ
عُلِمَ
الْمُؤْمِنُ
أَنَّهُ
مُؤْمِنٌ؟ قَالَ:
بِالتَّسْلِيمِ
لِلَّهِ فِي
كُلِّ مَا
وَرَدَ
عَلَيْهِ.
1874- Mufaddal ibni Ömer şöyle rivayet etti: Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama dedim ki: Resuller resul
olduklarını nasıl bilirler? Dedi ki: Örtülü olanın üstü
onlar için açılır. Dedim ki: Mumin, mumin olduğunu nasıl
bilir? Dedi ki: Kendisine ulaşan her şeyde Allaha teslim olmakla.
1879- عَنْ
سَدِيرٍ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
تَرَكْتُ
مَوَالِيَكَ
مُخْتَلِفِينَ
يَتَبَرَّأُ
بَعْضُهُمْ
مِنْ بَعْضٍ
قَالَ: وَمَا
أَنْتَ
وَذَاكَ؟ إِنَّمَا
كَلَّفَ
اللَّهُ
النَّاسَ
ثَلَاثَةً
مَعْرِفَةَ
الْأَئِمَّةِ
وَالتَّسْلِيمَ
لَهُمْ
فِيمَا
يَرِدُ
عَلَيْهِمْ
وَالرَّدَّ
إِلَيْهِمْ
فِيمَا
اخْتَلَفُوا
فِيهِ.
1879- Sedir şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed
el-Bâkır) aleyhisselama dedim ki: Dostlarını ihtilaf eder bir
halde bıraktım ki onların bazısı bazısından
teberri ediyordu. Bunun üzerine dedi ki: Seninle ne alakası var? Allah
insanları sadece üç şeyle mükellef tuttu: İmamları tanımak,
kendilerine ulaşan şeyde onlara teslim olmak ve ihtilaf ettikleri
şeyde de onlara havale etmek.
1880- عَنْ
عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
بْنِ سَالِمٍ
الْأَشَلِّ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ: قَالَ
أَبُو جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا سَالِمُ إِنَّ
الْإِمَامَ
هَادٍ
مَهْدِيٌّ
لَا يُدْخِلُهُ
اللَّهُ فِي
عَمَاءٍ
وَلَا
يُخْرِجُهُ
عَنْ سُنَّتِهِ
لَيْسَ
لِلنَّاسِ
النَّظَرُ
فِي أَمْرِهِ
وَلَا
التَّخَيُّرُ
عَلَيْهِ
وَإِنَّمَا
أُمِرُوا
بِالتَّسْلِيمِ.
1880- Abdurrahman ibni Salim Eşelli babasından
Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın şöyle dediğini
rivayet etti: Ya Salim! Muhakkak ki imam hadi ve mehdidir. Allah onu
körlüğe sokmaz ve onu sünnetinden de çıkarmaz. İnsanların
onun emrinde görüş ve seçme hakkı yoktur, sadece teslim olmakla
emrolundular.
1881- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
تَعَالَى: (إِنَّ
الَّذِينَ
قالُوا
رَبُّنَا
اللَّهُ ثُمَّ
اسْتَقامُوا
تَتَنَزَّلُ
عَلَيْهِمُ
الْمَلائِكَةُ
أَلَّا
تَخافُوا
وَلا تَحْزَنُوا) قَالَ:
هُمُ
الْأَئِمَّةُ
وَيَجْرِي
فِيمَنِ
اسْتَقَامَ
مِنْ
شِيعَتِنَا
وَسَلَّمَ
لِأَمْرِنَا
وَكَتَمَ
حَدِيثَنَا
عِنْدَ
عَدُوِّنَا
فَتَسْتَقْبِلُهُمُ
الْمَلَائِكَةُ
بِالْبُشْرَى
مِنَ اللَّهِ
بِالْجَنَّةِ
وَقَدْ وَاللَّهِ
مَضَى
أَقْوَامٌ
كَانُوا
عَلَى مِثْلِ
مَا أَنْتُمْ
عَلَيْهِ
مِنَ
الدِّينِ فَاسْتَقَامُوا
وَسَلَّمُوا
لِأَمْرِنَا
وَكَتَمُوا
حَدِيثَنَا
وَلَمْ
يُذِيعُوهُ
عِنْدَ
عَدُوِّنَا
وَلَمْ
يَشُكُّوا
كَمَا
شَكَكْتُمْ
فَاسْتَقْبَلَتْهُمُ
الْمَلَائِكَةُ
بِالْبُشْرَى
مِنَ اللَّهِ
بِالْجَنَّةِ.
1881-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam Allahu Tealanın (Gerçekten
de Rabbimiz Allah'tır dediler ve sonra da dosdoğru durdular
olanların üzerine melekler inerler. Korkmayın, üzülmeyin. Fussilet
30) ayeti hakkında şöyle dedi: Onlar
imamlardır ve şialarımızdan dosdoğru duran, emrimize
teslim olup hadisimizi düşmanlarımızın yanında
saklayan kimse için de geçerlidir. Onları melekler Allahtan cennetle
müjdeleyip karşılayacaklar. Vallahi aynı sizin dinde üzerinde
olduğunuz gibi bir kavim geçip gitti dosdoğru durdular ve emrimize
teslim oldular, hadisimizi sakladılar ve düşmanlarımızın
yanında yaymadılar. Sizin şek duyduğunuz gibi onlar
şek duymadılar ve melekler onları Allahtan cennetle müjdeleyip
karşıladılar.
1884- عَنْ
أَبِي
الصَّبَّاحِ
الْكِنَانِيِّ
قَالَ:
كُنْتُ
عِنْدَ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَقَالَ: يَا
أَبَا
الصَّبَّاحِ
(قَدْ أَفْلَحَ
الْمُؤْمِنُونَ)
قُلْتُ قَدْ
أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ؟
قَالَ أَبُو
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
قَدْ
أَفْلَحَ الْمُسَلِّمُونَ
قَالَهَا
ثَلَاثاً
وَقُلْتُهَا
ثَلَاثاً
ثُمَّ قَالَ:
إِنَّ
الْمُسَلِّمِينَ
هُمُ
الْمُنْتَجَبُونَ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
هُمْ أَصْحَابُ
الْحَدِيثِ.
1884-
Ebu Sabbah Kineni şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselamın yanındaydım. Dedi ki: Ya Ebu Sabbah! (Muminler
kurtuldular. Muminin 1) Dedim ki: Muminler
kurtuldular mı? Bunun üzerine dedi ki: Musellimler kurtuldular ve üç defa
tekrarladı, ben de üç defa aynı sözümü tekrar ettim. Dedi ki:
Muhakkak ki Musellimler onlar; kıyamet gününün seçkinleridir, onlar hadis
ashabıdır.
1885- عَنْ مُحَمَّدِ
بْنِ عِيسَى
قَالَ:
أَقْرَأَنِي دَاوُدُ
بْنُ
فَرْقَدٍ
الْفَارِسِيُّ
كِتَابَهُ
إِلَى أَبِي
الْحَسَنِ
الثَّالِثِ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَجَوَابَهُ
بِخَطِّهِ
فَقَالَ:
نَسْأَلُكَ
عَنِ
الْعِلْمِ
الْمَنْقُولِ
إِلَيْنَا
عَنْ
آبَائِكَ
وَأَجْدَادِكَ
قَدِ
اخْتَلَفُوا
عَلَيْنَا
فِيهِ كَيْفَ
الْعَمَلُ
بِهِ عَلَى
اخْتِلَافِهِ
أَوِ الرُدُّ إِلَيْكَ
فَقَدْ
اخْتُلِفَ
فِيهِ؟
فَكَتَبَ
وَقَرَأْتُهُ:
مَا
عَلِمْتُمْ
أَنَّهُ قَوْلُنَا
فَالْزَمُوهُ
وَمَا لَمْ
تَعْلَمُوا
بِهِ
فَرُدُّوهُ
إِلَيْنَا.
1885-
Muhammed ibni İsa şöyle rivayet etti: Davut ibni Fergad Farisi
İmam 3. Ebul Hasan (Ali Nâki) aleyhisselama yazdığı mektubu
ve kendi hattıyla yazdığı cevabını bana okuttu:
Senden babalarından ve dedelerinden bize naklolan ilmi soruyoruz. Onlar
bize ihtilaflı geldi. İhtilafına rağmen onlara nasıl
amel edelim veya nasıl sana havale edelim? Cevabında şunu okudum:
Bizim sözümüz olduğunu bildiklerinize sıkıca tutunun,
bilmediklerinizi ise bize havale edin.
1886- عَنْ
عُمَرَ بْنِ
يَزِيدَ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
يَخْتَلِفُ
أَصْحَابُنَا
فَأَقُولُ
قَوْلِي
هَذَا قَوْلُ
جَعْفَرِ بْنِ
مُحَمَّدٍ
قَالَ: بِهَا
نَزَلَ
جَبْرَئِيلُ.
1886-
Ömer ibni Yezid şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Arkadaşlarımız ihtilaf ediyor ve ben de
diyorum ki benim bundaki sözüm Cafer ibni Muhammedin sözüdür. Dedi ki: Onu
(senin o cevabını) Cebrail indirdi.
1887- عَنْ
زَيْدٍ
الشَّحَّامِ
عَنْ أَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ:
قُلْتُ لَهُ:
إِنَّ
عِنْدَنَا
رَجُلًا يُسَمَّى
كُلَيْباً
فَلَا
يَجِيءُ
عَنْكُمْ شَيْءٌ
إِلَّا قَالَ:
أَنَا
أُسَلِّمُ
فَسَمَّيْنَاهُ
كُلَيْبَ
التَّسْلِيمِ
قَالَ:
فَتَرَحَّمَ
عَلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ:
أَ تَدْرُونَ
مَا التَّسْلِيمُ؟
فَسَكَتْنَا
فَقَالَ: هُوَ
اللَّهِ
الْإِخْبَاتُ
قَوْلُ
اللَّهِ: (الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحاتِ
وَأَخْبَتُوا
إِلى
رَبِّهِمْ).
1887-
Zeyd Şehham şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Bizim yanımızda bir adam var, ona Kuleyb
denir. Sizden bir şey ulaştığında sadece şunu
diyor: Ben teslim oluyorum. Biz de ona Kuleyb teslim adını koyduk.
Ona rahmet okudu, sonra dedi ki: Teslimin ne olduğunu biliyor musunuz? Biz
sustuk. Dedi ki: Vallahi o gönülden boyun eğmedir. Allahın ayeti: (Onlar
iman ederler, salih amel işlerler ve Rablerine gönülden boyun
eğerler. Hud 23)
1889- عَنْ
أَبِي بَكْرٍ
الْحَضْرَمِيِّ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
إِنَّا
نَتَحَدَّثُ
عَنْكَ
بِالْحَدِيثِ
فَيَقُولُ
بَعْضُنَا
قَوْلُنَا
قَوْلُهُمْ
قَالَ: فَمَا
تُرِيدُ؟ أَ
تُرِيدُ أَنْ
تَكُونَ
أَمَاناً
يُقْتَدَى
بِكَ مَنْ
رَدَّ
الْقَوْلَ
إِلَيْنَا فَقَدْ
سَلَّمَ.
1889-
Ebu Bekir Hazremi şöyle rivayet etti: Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselama dedim ki: Biz senden hadis naklediyoruz.
Bazılarımız diyor ki: Bizim sözümüz onların sözüdür. Dedi
ki: Ne istiyorsun? Takip edilecek bir imam olmayı mı istiyorsun? Kim
sözü bize havale ederse o teslim olmuştur.
(Bu babda konuyla alakalı otuz üç tane rivayet
vardı.)
1892- عَنْ
صَبَّاحٍ
الْمَدَائِنِيِّ
عَنِ الْمُفَضَّلِ
بْنِ
عُمَرَ أَنَّ
الْمُفَضَّلَ
كَتَبَ إِلَى
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
فَجَاءَهُ
هَذَا
الْجَوَابُ
مِنْ أَبِي
عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
أَمَّا
بَعْدُ فَإِنِّي
أُوصِيكَ
وَنَفْسِي
بِتَقْوَى اللَّهِ
وَطَاعَتِهِ
فَإِنَّ مِنَ
التَّقْوَى
الطَّاعَةَ
وَالْوَرَعَ
وَالتَّوَاضُعَ
لِلَّهِ
وَالطُّمَأْنِينَةَ
وَالِاجْتِهَادَ
لَهُ
وَالْأَخْذَ
بِأَمْرِهِ وَالنَّصِيحَةَ
لِرُسُلِهِ
وَالْمُسَارَعَةَ
فِي
مَرْضَاتِهِ
وَاجْتِنَابَ
مَا نَهَى
عَنْهُ
فَإِنَّهُ
مَنْ يَتَّقِ
فَقَدْ
أَحْرَزَ
نَفْسَهُ
مِنَ النَّارِ
بِإِذْنِ
اللَّهِ
وَأَصَابَ
الْخَيْرَ
كُلَّهُ فِي
الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةِ
وَمَنْ
أَمَرَ
بِالتَّقْوَى
فَقَدْ أَبْلَغَ
الْمَوْعِظَةَ
جَعَلَنَا
اللَّهُ مِنَ
الْمُتَّقِينَ
بِرَحْمَتِهِ.
جَاءَنِي
كِتَابُكَ
فَقَرَأْتُهُ
وَفَهِمْتُ
الَّذِي
فِيهِ
فَحَمِدْتُ
اللَّهَ
عَلَى
سَلَامَتِكَ
وَعَافِيَةِ اللَّهِ
إِيَّاكَ
أَلْبَسَنَا
اللَّهُ وَإِيَّاكَ
عَافِيَتَهُ
فِي
الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةِ.
كَتَبْتَ
تَذْكُرُ
أَنَّ
قَوْماً
أَنَا أَعْرِفُهُمْ
كَانَ
أَعْجَبَكَ
نَحْوُهُمْ وَشَأْنُهُمْ
وَأَنَّكَ
أُبْلِغْتَ
عَنْهُمْ
أُمُوراً
تُرْوَى
عَنْهُمْ
كَرِهْتَهَا
لَهُمْ وَلَمْ
تَرَ بِهِمْ
إِلَّا
طَرِيقاً
حَسَناً
وَوَرَعاً
وَتَخَشُّعاً.
وَ
بَلَغَكَ
أَنَّهُمْ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ الدِّينَ
إِنَّمَا
هُوَ
مَعْرِفَةُ
الرِّجَالِ
ثُمَّ بَعْدَ
ذَلِكَ إِذَا
عَرَفْتَهُمْ
فَاعْمَلْ
مَا شِئْتَ.
وَ
ذَكَرْتَ
أَنَّكَ قَدْ
عَرَفْتَ
أَنْ أَصْلَ
الدِّينِ
مَعْرِفَةُ
الرِّجَالِ
فَوَفَّقَكَ
اللَّهُ.
وَ
ذَكَرتَ
أَنَّهُ
بَلَغَكَ
أَنَّهُمْ يَزْعُمُونَ
أَنَّ
الصَّلَاةَ
وَالزَّكَاةَ
وَصَوْمَ
شَهْرِ
رَمَضَانَ
وَالْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ
وَالْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
وَالْبَيْتَ
الْحَرَامَ
وَالْمَشْعَرَ
الْحَرَامَ
وَالشَّهْرَ
الْحَرَامَ
هُوَ رَجُلٌ
وَأَنَّ
الطُّهْرَ
وَالِاغْتِسَالَ
مِنَ الْجَنَابَةِ
هُوَ رَجُلٌ
وَكُلُّ
فَرِيضَةٍ افْتَرَضَهَا
اللَّهُ
عَلَى
عِبَادِهِ
هُوَ رَجُلٌ
وَأَنَّهُمْ
ذَكَرُوا
ذَلِكَ
بِزَعْمِهِمْ
أَنَّ مَنْ
عَرَفَ
ذَلِكَ
الرَّجُلَ
فَقَدِ اكْتَفَى
بِعِلْمِهِ
بِهِ مِنْ
غَيْرِ
عَمَلٍ وَقَدْ
صَلَّى
وَآتَى
الزَّكَاةَ
وَصَامَ وَحَجَّ
وَاعْتَمَرَ
وَاغْتَسَلَ
مِنَ الْجَنَابَةِ
وَتَطَهَّرَ
وَعَظَّمَ
حُرُمَاتِ
اللَّهِ
وَالشَّهْرَ
الْحَرَامَ
وَالْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
وَالْبَيْتَ
الْحَرَامَ أَنَّهُمْ
ذَكَرُوا
أَنَّ مَنْ
عَرَفَ هَذَا
بِعَيْنِهِ
وَبِحَدِّهِ
وَثَبَتَ فِي
قَلْبِهِ
جَازَ لَهُ
أَنْ
يَتَهَاوَنَ
فَلَيْسَ
عَلَيْهِ
أَنْ
يَجْتَهِدَ
فِي الْعَمَلِ
وَزَعَمُوا
أَنَّهُمْ
إِذَا عَرَفُوا
ذَلِكَ
الرَّجُلَ
فَقَدْ
قُبِلَتْ
مِنْهُمْ
هَذِهِ
الْحُدُودُ
لِوَقْتِهَا
وَإِنْ هُمْ
لَمْ
يَعْمَلُوا
بِهَا.
وَ
أَنَّهُ
بَلَغَكَ
أَنَّهُمْ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ
الْفَوَاحِشَ
الَّتِي
نَهَى اللَّهُ
عَنْهَا:
الْخَمْرَ
وَالْمَيْسَرُ
وَالرِّبَا
وَالدَّمَ
وَالْمَيْتَةَ
وَلَحْمَ
الْخِنْزِيرِ
هُوَ رَجُلٌ
وَذَكَرُوا
أَنَّ مَا
حَرَّمَ
اللَّهُ مِنْ
نِكَاحِ
الْأُمَّهَاتِ
وَالْبَنَاتِ
وَالْعَمَّاتِ
وَالْخَالاتِ
وَبَنَاتِ
الْأَخِ
وَبَنَاتِ
الْأُخْتِ
وَمَا حَرَّمَ
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
مِنَ
النِّسَاءِ
مِمَّا
حَرَّمَ اللَّهُ
إِنَّمَا
عَنَى
بِذَلِكَ
نِكَاحَ نِسَاءِ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَمَا سِوَى
ذَلِكَ
مُبَاحٌ
كُلُّهُ.
وَ
ذَكَرْتَ
أَنَّهُ
بَلَغَكَ
أَنَّهُمْ يَتَرَادَفُونَ
الْمَرْأَةَ
الْوَاحِدَةَ
وَيَشْهَدُونَ
بَعْضُهُمْ
لِبَعْضٍ
بِالزُّورِ
وَيَزْعُمُونَ
أَنَّ
لِهَذَا
ظَهْراً
وَبَطْناً
يَعْرِفُونَهُ
فَالظَّاهِرُ
يَتَنَاهَوْنَ
عَنْهُ
يَأْخُذُونَ
بِهِ
مُدَافَعَةً
عَنْهُمْ
وَالْبَاطِنُ
هُوَ الَّذِي
يَطْلُبُونَ
وَبِهِ
أُمِرُوا
وَبِزَعْمِهِمْ
كَتَبْتَ
تَذْكُرُ
الَّذِي
عَظُمَ مِنْ
ذَلِكَ عَلَيْكَ
حِينَ بَلَغَكَ
وَكَتَبْتَ
تَسْأَلُنِي
عَنْ قَوْلِهِمْ
فِي ذَلِكَ أَ
حَلَالٌ هُوَ
أَمْ حَرَامٌ؟
وَكَتَبْتَ
تَسْأَلُنِي
عَنْ
تَفْسِيرِ
ذَلِكَ
وَأَنَا
أُبَيِّنُهُ
حَتَّى لَا تَكُونَ
مِنْ ذَلِكَ
فِي عَمًى
وَلَا شُبْهَةٍ
وَقَدْ
كَتَبْتُ
إِلَيْكَ فِي
كِتَابِي هَذَا
تَفْسِيرَ
مَا سَأَلْتَ
عَنْهُ
فَاحْفَظْهُ
كُلَّهُ
كَمَا قَالَ
اللَّهُ فِي
كِتَابِهِ: (وَ
تَعِيَها
أُذُنٌ
واعِيَةٌ)
وَأَصِفُهُ
لَكَ
بِحَلَالِهِ
وَأَنْفِي عَنْكَ
حَرَامَهُ
إِنْ شَاءَ
اللَّهُ
كَمَا وَصَفْتَ
وَمُعَرِّفُكَهُ
حَتَّى
تَعْرِفَهُ
إِنْ شَاءَ
اللَّهُ
فَلَا
تُنْكِرْهُ
إِنْ شَاءَ
اللَّهُ وَلا قُوَّةَ
إِلَّا
بِاللَّهِ
وَالْقُوَّةُ لِلَّهِ
جَمِيعاً.
أُخْبِرُكَ
أَنَّهُ مَنْ
كَانَ
يَدِينُ بِهَذِهِ
الصِّفَةِ
الَّتِي
كَتَبْتَ
تَسْأَلُنِي
عَنْهَا
فَهُوَ
عِنْدِي
مُشْرِكٌ بِاللَّهِ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
بَيِّنُ الشِّرْكِ
لَا شَكَّ
فِيهِ.
وَ
أُخْبِرُكَ
أَنَّ هَذَا
الْقَوْلَ
كَانَ مِنْ
قَوْمٍ
سَمِعُوا مَا
لَمْ
يَعْقِلُوهُ
عَنْ
أَهْلِهِ
وَلَمْ
يُعْطَوْا
فَهْمَ ذَلِكَ
وَلَمْ
يَعْرِفُوا
حُدُودَ مَا
سَمِعُوا
فَوَضَعُوا
حُدُودَ
تِلْكَ
الْأَشْيَاءَ
مُقَايَسَةً
بِرَأْيِهِمْ
وَمُنْتَهَى
عُقُولِهِمْ
وَلَمْ
يَضَعُوهَا عَلَى
حُدُودِ مَا
أُمِرُوا
كَذِباً
وَافْتِرَاءً
عَلَى
اللَّهِ
وَرَسُولِهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَجُرْأَةً
عَلَى
الْمَعَاصِي
فَكَفَى
بِهَذَا
لَهُمْ جَهْلًا
وَلَوْ
أَنَّهُمْ
وَضَعُوهَا
عَلَى حُدُودِهَا
الَّتِي حُدَّتْ
لَهُمْ
وَقَبِلُوهَا
لَمْ يَكُنْ بِهِ
بَأْسٌ
وَلَكِنَّهُمْ
حَرَّفُوهَا
وَتَعَدَّوْا
وَكَذَبُوا
وَتَهَاوَنُوا
بِأَمْرِ
اللَّهِ
وَطَاعَتِهِ.
وَ
لَكِنِّي
أُخْبِرُكَ
أَنَّ
اللَّهَ حَدَّهَا
بِحُدُودِهَا
لِئَلَّا
يَتَعَدَّى حُدُودَهُ
أَحَدٌ
وَلَوْ كَانَ
الْأَمْرُ
كَمَا
ذَكَرُوا
لَعُذِرَ
النَّاسُ
بِجَهْلِهِمْ
مَا لَمْ
يَعْرِفوُا
حَدَّ مَا
حُدَّ لَهُمْ
وَلَكَانَ
الْمُقَصِّرُ
وَالْمُتَعَدِّي
حُدُودَ
اللَّهِ
مَعْذُوراً
وَلَكِنْ
جَعَلَهَا
حُدُوداً
مَحْدُودَةً
لَا
يَتَعَدَّاهَا
إِلَّا
مُشْرِكٌ
كَافِرٌ
ثُمَّ قَالَ: (تِلْكَ
حُدُودُ
اللَّهِ فَلا
تَعْتَدُوها وَمَنْ
يَتَعَدَّ
حُدُودَ
اللَّهِ
فَأُولئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ).
فَأُخْبِرُكَ
حَقّاً
يَقِيناً:
إِنَّ اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
اخْتَارَ
الْإِسْلَامَ
لِنَفْسِهِ
دِيناً
وَرَضِيَ
مِنْ خَلْقِهِ
فَلَمْ
يَقْبَلْ مِنْ
أَحَدٍ
إِلَّا بِهِ
وَبِهِ
بَعَثَ
أَنْبِيَاءَهُ
وَرُسُلَهُ
ثُمَّ قَالَ: (وَ
بِالْحَقِّ
أَنْزَلْناهُ
وَبِالْحَقِّ
نَزَلَ) فَعَلَيْهِ
وَبِهِ
بَعَثَ
أَنْبِيَاءَهُ
وَرُسُلَهُ
وَنَبِيَّهُ
مُحَمَّداً
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَأُصْلُ
الدِّينَ
مَعْرِفَةُ الرَّسُولِ
وَوَلَايَتَهُمْ.
فَأُخْبِرُكَ
أَنَّ اللهَ
تَعَالَى
أَحَلَّ
حَلَالاً
وَحَرَّمَ
حَرَاماً
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
فَمَعْرِفَةُ
الرُّسُلِ
وَوَلَايَتُهُمْ
وَطَاعَتُهُمْ
هُوَ
الْحَلَالُ
فَالْمُحَلَّلُ
مَا
أَحَلُّوا
وَالْمُحَرَّمُ
مَا حَرَّمُوا
وَهُمْ
أَصْلُهُ
وَمِنْهُمُ
الْفُرُوعُ
الْحَلَالُ
وَذَلِكَ
سَعْيُهُمْ
وَمِنْ
فُرُوعِهِمْ
أَمْرُهُمْ
شِيعَتُهُمْ
وَأَهْلُ وَلَايَتِهِمْ
بالْحَلَالِ
مِنْ إِقَامِ
الصَّلَاةِ
وَإِيتَاءِ
الزَّكَاةِ
وَصَوْمِ شَهْرِ
رَمَضَانَ
وَحِجِّ
الْبَيْتِ
وَالْعُمْرِهِ
وَتَعْظِيمِ حُرُمَاتِ
اللَّهِ
وَشَعَائِرِهِ
وَمَشَاعِرِهِ
وَتَعْظِيمِ
الْبَيْتِ
الْحَرَامِ
وَالْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
وَالشَّهْرِ
الْحَرَامِ
وَالطَّهُورِ
وَالِاغْتِسَالِ
مِنَ
الْجَنَابَةِ
وَمَكَارِمِ
الْأَخْلَاقِ
وَمَحَاسِنِهَا
وَجَمِيعِ
الْبِرِّ
ثُمَّ ذَكَرَ
بَعْدَ ذَلِكَ
فَقَالَ فِي
كِتَابِهِ: (إِنَّ
اللَّهَ
يَأْمُرُ
بِالْعَدْلِ
وَالْإِحْسانِ
وَإِيتاءِ
ذِي
الْقُرْبى
وَيَنْهى
عَنِ
الْفَحْشاءِ
وَالْمُنْكَرِ
وَالْبَغْيِ
يَعِظُكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ) فَعَدُوُّهُمْ
هُمُ
الْحَرَامُ
الْمُحَرَّمُ
وَأَوْلِيَاؤُهُمْ
الدَّاخِلُونَ
فِي
أَمْرِهِمْ
إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ
فَهُمُ
الْفَوَاحِشُ ما ظَهَرَ
مِنْها وَما
بَطَنَ
وَالْخَمْرُ
وَالْمَيْسِرُ
وَالزِّنَا وَالرِّبَا
وَالدَّمُ
وَالْمِيتَةُ
وَلَحْمُ
الْخِنْزِيرِ.
فَهُمُ
الْحَرَامُ
الْمُحَرَّمُ
وَأَصْلُ
كُلِّ
حَرَامٍ وَهُمُ
الشَّرُّ
وَأَصْلُ
كُلِّ شَرٍّ
وَمِنْهُمْ
فُرُوعُ
الشَّرِّ
كُلِّهِ
وَمِنْ ذَلِكَ
الْفُرُوعُ
الْحَرَامُ
وَاسْتِحْلَالُهُمْ
إِيَّاهَا
وَمِنْ
فُرُوعِهِمْ
تَكْذِيبُ
الْأَنْبِيَاءِ
وَجُحُودُ
الْأَوْصِيَاءِ
وَرُكُوبُ
الْفَوَاحِشِ:
الزِّنَا
وَالسَّرِقَةِ
وَشُرْبِ
الْخَمْرِ
وَالْمُسْكِرِ
وَأَكْلِ مَالِ
الْيَتِيمِ
وَأَكْلِ
الرِّبَا
وَالْخُدْعَةِ
وَالْخِيَانَةِ
وَرُكُوبِ
الْحَرَامِ
كُلِّهَا
وَانْتِهَاكِ
الْمَعَاصِي وَإِنَّمَا
يأْمُرُ
اللَّهُ بِالْعَدْلِ
وَالْإِحْسانِ
وَإِيتاءِ ذِي
الْقُرْبى
وَالْأَنْبِيَاءُ
وَأَوْصِيَاؤُهُمْ
الْعَدْلُ و
الْإِحْسَانُ
وَإِيتاءِ
ذِي
الْقُرْبى
يَعْنِي
مَوَدَّةَ
ذِي
الْقُرْبَى
وَابْتِغَاءَ
طَاعَتِهِمْ
وَيَنْهى
عَنِ
الْفَحْشاءِ
وَالْمُنْكَرِ
وَالْبَغْيِ
وَهُمْ
أَعْدَاءُ
الْأَنْبِيَاءِ
وَأَوْصِيَاءِ
الْأَنْبِيَاءِ
وَهُمُ
الْمَنْهِيُّ
مِنْ
مَوَدَّتِهِمْ
وَطَاعَتِهِمْ يَعِظُكُمْ بِهَذِهِ لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ.
وَ
أُخْبِرُكَ
أَنِّي لَوْ
قُلْتُ لَكَ
إِنَّ
الْفَاحِشَةَ
وَالْخَمْرَ
وَالْمَيْسِرَ
وَالزِّنَا
وَالْمَيْتَةَ
وَالدَّمَ وَلَحْمَ
الْخِنْزِيرِ
هُوَ رَجُلٌ
وَأَنَا
أَعْلَمُ
أَنَّ
اللَّهَ قَدْ
حَرَّمَ
هَذَا
الْأَصْلَ
وَحَرَّمَ
فَرْعَهُ
وَنَهَى
عَنْهُ
وَجَعَلَ وَلَايَتَهُ
كَمَنْ
عَبَدَ مِنْ
دُونِ اللَّهِ
وَثَناً
وَشُرَكَاءَ
وَمَنْ دَعَا
إِلَى
عِبَادَةِ
نَفْسِهِ
فَهُوَ
كَفِرْعَوْنَ
إِذْ قَالَ: (أَنَا
رَبُّكُمُ
الْأَعْلى) فَهَذَا
كُلُّهُ
عَلَى وَجْهٍ
إِنْ شِئْتُ
قُلْتُ هُوَ رَجُلٌ
وَهُوَ إِلَى
جَهَنَّمَ
وَمَنْ شَايَعَهُ
عَلَى ذَلِكَ
فَإِنَّهُمْ
مِثْلُ قَوْلِ
اللَّهِ: (إِنَّما
حَرَّمَ
عَلَيْكُمُ
الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ
وَلَحْمَ
الْخِنْزِيرِ) لَصَدَقْتُ
ثُمَّ لَوْ
أَنِّي
قُلْتُ: إِنَّهُ
فُلَانٌ
ذَلِكَ
كُلُّهُ
لَصَدَقْتُ
إِنَّ فُلَاناً
هُوَ
الْمَعْبُودُ
الْمُتَعَدِّي
حُدُودَ
اللَّهِ
الَّتِي
نَهَى
عَنْهَا أَنْ
تَتَعَدَّى.
ثُمَّ
إِنِّي
أُخْبِرُكَ
أَنَّ
الدِّينِ وَأَصْلَ
الدِّينِ
هُوَ رَجُلٌ
وَذَلِكَ الرَّجُلُ
هُوَ
الْيَقِينُ
وَهُوَ
الْإِيمَانُ
وَهُوَ
إِمَامُ
أُمَّتِهِ
وَأَهْلِ
زَمَانِهِ
فَمَنْ
عَرَفَهُ
عَرَفَ
اللَّهَ وَدِينَهُ
وَمَنْ
أَنْكَرَهُ
أَنْكَرَ
اللَّهَ
وَدِينَهُ
وَمَنْ
جَهِلَهُ
جَهِلَ اللَّهَ
وَدِينَهُ
وَلَا
يُعْرَفُ
اللهُ وَدِينُهُ
وَحُدُودُهُ
وَشَرَائِعُهُ
بِغَيْرِ ذَلِكَ
الْإِمَامِ كَذَلِكَ
جَرَى
بِأَنَّ
مَعْرِفَةَ
الرِّجَالِ
دِينُ
اللَّهِ.
وَ
الْمَعْرِفَةُ
عَلَى
وَجْهَيْنِ:
مَعْرِفَةٌ
ثَابِتَةٌ
عَلَى
بَصِيرَةٍ
يُعْرَفُ
بِهَا دِينُ
اللَّهِ
وَيُوصَلُ
بِهَا إِلَى
مَعْرِفَةِ
اللَّهِ
فَهَذِهِ
الْمَعْرِفَةُ
الْبَاطِنَةُ
الثَّابِتَةُ
بِعَيْنِهَا
الْمُوجِبَةُ
حَقَّهَا
الْمُسْتَوْجِبُ
أَهْلَهَا
عَلَيْهَا
الشُّكْرَ لِلَّهِ
الَّتِي
مَنَّ
عَلَيْهِمْ
بِهَا مَنٌّ
مِنَّ
اللَّهِ
يَمُنُّ بِهِ
عَلَى مَنْ يَشَاءُ
مَعَ
الْمَعْرِفَةِ
الظَّاهِرَةِ
وَمَعْرِفَةٌ
فِي
الظَّاهِرِ
فَأَهْلُ الْمَعْرِفَةِ
فِي الظَّاهِرِ
الَّذِينَ
عَلِمُوا
أَمْرَنَا بِالْحَقِّ
عَلَى غَيْرِ
عِلْمٍ لَا
تَلْحَقُ
بِأَهْلِ
الْمَعْرِفَةِ
فِي
الْبَاطِنِ عَلَى
بَصِيرَتِهِمْ
وَلَا
يَصِلُوا
بِتِلْكَ
الْمَعْرِفَةِ
الْمُقَصِّرَةِ
إِلَى حَقِّ
مَعْرِفَةِ
اللَّهِ
كَمَا قَالَ
اللهُ فِي
كِتَابِهِ: (وَ لا
يَمْلِكُ
الَّذِينَ
يَدْعُونَ
مِنْ دُونِهِ
الشَّفاعَةَ
إِلَّا مَنْ
شَهِدَ بِالْحَقِّ
وَهُمْ
يَعْلَمُونَ) فَمَنْ
شَهِدَ
شَهَادَةَ
الْحَقِّ لَا
يَعْقِدُ عَلَيْهِ
قَلْبَهُ
وَلَا
يُبْصِرُ مَا
تَكَلَّمَ
بِهِ لَا
يُثَابُ
عَلَيْهِ
مِثْلُ ثَوَابٍ
مَنْ عَقَدَ
عَلَيْهِ
قَلْبَهُ
عَلَى
بَصِيرَةٍ
بِهِ كَذَلِكَ
مَنْ
تَكَلَّمَ
بِجَوْرٍ لَا
يَعْقِدُ
عَلَيْهِ
قَلْبَهُ لَا
يُعَاقَبُ عَلَيْهِ
عُقُوبَةَ
مَنْ عَقَدَ
عَلَيْهِ قَلْبَهُ
وَثَبَتَ
عَلَى
بَصِيرَةٍ.
فَقَدْ
عَرَفْتَ
كَيْفَ كَانَ
حَالُ رِجَالِ
أَهْلِ
الْمَعْرِفَةِ
فِي
الظَّاهِرِ
وَالْإِقْرَارِ
بِالْحَقِّ
عَلَى غَيْرِ
عِلْمٍ فِي
قَدِيمِ
الدَّهْرِ
وَحَدِيثِهِ
إِلَى أَنِ
انْتَهَى الْأَمْرُ
إِلَى
نَبِيِّ
اللَّهِ
وَبَعْدَهُ إِلَى
مَنْ صَارُوا
وَإِلَى مَنِ
انْتَهَتْ
إِلَيْهِ
مَعْرِفَتُهُمْ
وَإِنَّمَا
عُرِفُوا
بِمَعْرِفَةِ
أَعْمَالِهِمْ
وَدِينِهِمُ
الَّذِي دَانَ
اللَّهَ بِهِ
الْمُحْسِنُ
بِإِحْسَانِهِ
وَالْمُسِيءُ
بِإِسَاءَتِهِ
وَقَدْ
يُقَالُ
إِنَّهُ مَنْ
دَخَلَ فِي
هَذَا
الْأَمْرِ
بِغَيْرِ يَقِينٍ
وَلَا
بَصِيرَةٍ
خَرَجَ
مِنْهُ كَمَا
دَخَلَ فِيهِ
رَزَقَنَا
اللَّهُ
وَإِيَّاكَ
مَعْرِفَةً
ثَابِتَةً
عَلَى
بَصِيرَةٍ.
وَ
أُخْبِرُكَ
أَنِّي لَوْ
قُلْتُ إِنَّ
الصَّلَاةَ
وَالزَّكَاةَ
وَصَوْمَ
شَهْرِ رَمَضَانَ
وَالْحَجَّ
وَالْعُمْرَةَ
وَالْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
وَالْبَيْتَ
الْحَرَامَ
وَالْمَشْعَرَ
الْحَرَامَ
وَالطَّهُورَ
وَالِاغْتِسَالَ
مِنَ
الْجَنَابَةِ
وَكُلَّ
فَرِيضَةٍ كَانَ
ذَلِكَ هُوَ
النَّبِيَّ
الَّذِي
جَاءَ بِهِ
عِنْدَ
رَبِّهِ
لَصَدَقْتُ
لِأَنَّ ذَلِكَ
كُلَّهُ
إِنَّمَا
يُعْرَفُ
بِالنَّبِيِّ
وَلَوْ لَا
مَعْرِفَةُ
ذَلِكَ النَّبِيِّ
وَالْإِيمَانُ
بِهِ
وَالتَّسْلِيمُ
لَهُ مَا
عُرِفَ ذَلِكَ
فَذَلِكَ
مَنٌّ مَنَّ
اللَّهُ عَلَى
مَنْ يَمُنُّ
عَلَيْهِ
وَلَوْ لَا
ذَلِكَ لَمْ
يَعْرِفْ
شَيْئاً مِنْ
هَذَا
فَهَذَا كُلُّهُ
ذَلِكَ
النَّبِيُّ
وَأَصْلُهُ
وَهُوَ
فَرْعُهُ
وَهُوَ
دَعَانِي
إِلَيْهِ وَدَلَّنِي
عَلَيْهِ
وَعَرَّفَنِيهِ
وَأَمَرَنِي
بِهِ وَأَوْجَبَ
عَلَيَّ لَهُ
الطَّاعَةَ
فِيمَا أَمَرَنِي
بِهِ لَا
يَسَعُنِي
جَهْلُهُ وَكَيْفَ
يَسَعُنِي
جَهْلُ مَنْ
هُوَ فِيمَا بَيْنِي
وَبَيْنَ
اللَّهِ؟
وَكَيْفَ
تَسْتَقِيمُ
لِي لَوْ لَا
أَنِّي
أَصِفُ أَنَّ
دِينِي هُوَ
الَّذِي
أَتَانِي
بِهِ ذَلِكَ
النَّبِيُّ
أَنْ أَصِفَ
أَنَّ
الدِّينَ
غَيْرُهُ؟
وَكَيْفَ لَا
يَكُونُ
ذَلِكَ
مَعْرِفَةَ
الرَّجُلِ
وَإِنَّمَا
هُوَ الَّذِي
جَاءَ بِهِ
عَنِ اللَّهِ؟
وَإِنَّمَا
أَنْكَرَ
الدِّينَ مَنْ
أَنْكَرَهُ
بِأَنْ
قَالُوا: (أَ
بَعَثَ
اللَّهُ
بَشَراً
رَسُولًا) ثُمَّ
قَالُوا: (أَ
بَشَرٌ يَهْدُونَنا) فَكَفَرُوا
بِذَلِكَ
الرَّجُلِ
وَكَذَّبُوا
بِهِ
وَقَالُوا:
(لَوْ لَا
أُنْزِلَ
عَلَيْكَ
مَلَكٌ)
فَقَالَ اللهُ:
(قُلْ مَنْ
أَنْزَلَ
الْكِتابَ
الَّذِي جاءَ
بِهِ مُوسى
نُوراً
وَهُدىً
لِلنَّاسِ) ثُمَّ
قَالَ فِي
آيَةٍ
أُخْرَى: (وَ
لَوْ
أَنْزَلْنا مَلَكاً
لَقُضِيَ
الْأَمْرُ
ثُمَّ لا
يُنْظَرُونَ
وَلَوْ
جَعَلْناهُ
مَلَكاً
لَجَعَلْناهُ
رَجُلًا) إِنَّ
اللهَ
تَبَارَكَ
تَعَالَى
إِنَّمَا
أَحَبَّ أَنْ
يُعْرَفَ
بِالرِّجَالِ
وَأَنْ
يُطَاعَ
بِطَاعَتِهِمْ
فَجَعَلَهُمْ
سَبِيلَهُ
وَوَجْهَهُ
الَّذِي
يُؤْتَى مِنْهُ
لَا يَقْبَلُ
اللَّهُ مِنَ
الْعِبَادِ
غَيْرَ
ذَلِكَ (لا
يُسْئَلُ
عَمَّا
يَفْعَلُ
وَهُمْ يُسْئَلُونَ) فَقَالَ
فِيمَنْ
أَوْجَبَ
مِنْ
مَحَبَّتِهِ
لِذَلِكَ: (مَنْ
يُطِعِ
الرَّسُولَ
فَقَدْ
أَطاعَ اللَّهَ
وَمَنْ
تَوَلَّى
فَما
أَرْسَلْناكَ
عَلَيْهِمْ
حَفِيظاً).
فَمَنْ
قَالَ لَكَ
إِنَّ هَذِهِ
الْفَرِيضَةَ
كُلَّهَا
إِنَّمَا
هِيَ رَجُلٌ
وَهُوَ يَعْرِفُ
حَدَّ مَا
يَتَكَلَّمُ
بِهِ فَقَدْ صَدَقَ
وَمَنْ قَالَ
عَلَى
الصِّفَةِ
الَّتِي
ذَكَرْتَ
بِغَيْرِ
الطَّاعَةِ
فَلَا يَنْبَغِي
التَّمَسُّكُ
فِي
الْأَصْلِ
بِتَرْكِ
الْفُرُوعِ
لَا تُغْنِي
شَهَادَةُ
أَنْ لَا
إِلَهَ إِلَّا
وَبِتَرْكِ
شَهَادَةِ
أَنَّ
مُحَمَّداً
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَآلِهِ
وَلَمْ
يَبْعَثِ
اللَّهُ
نَبِيّاً
قَطُّ إِلَّا
بِالْبِرِّ
وَالْعَدْلِ
وَالْمَكَارِمِ
وَمَحَاسِنِ
الْأَعْمَالِ
وَالنَّهْيِ
عَنِ الْفَوَاحِشِ ما ظَهَرَ
مِنْها وَما
بَطَنَ فَالْبَاطِنُ
مِنْهُ
وَلَايَةُ
أَهْلِ الْبَاطِنِ
وَالظَّاهِرُ
مِنْهُ
فُرُوعُهُمْ
وَلَمْ
يَبْعَثِ
اللَّهُ
نَبِيّاً قَطُّ
يَدْعُو
إِلَى
مَعْرِفَةٍ
لَيْسَ مَعَهَا
طَاعَةٌ فِي
أَمْرٍ
وَنَهْيٍ
فَإِنَّمَا
يَقْبَلُ
اللَّهُ مِنَ
الْعِبَادِ
الْعَمَلَ
بِالْفَرَائِضِ
الَّتِي
افْتَرَضَهَا
اللَّهُ
عَلَى حُدُودِهَا
مَعَ
مَعْرِفَةِ
مَنْ جَاءَهُمْ
بِهِ مِنْ
عِنْدِهِ
وَدَعَاهُمْ
إِلَيْهِ
فَأَوَّلُ
مِنْ ذَلِكَ
مَعْرِفَةُ
مَنْ دَعَا
إِلَيْهِ
ثُمَّ
طَاعَتُهُ
فِيمَا يُقَرِّبُهُ
بِمَنِ الطَّاعَةُ
لَهُ
وَأَنَّهُ
مَنْ عَرَفَ
أَطَاعَ
حَرَّمَ
الْحَرَامَ
ظَاهِرَهُ
وَبَاطِنَهُ
وَلَا
يَكُونُ
تَحْرِيمُ
الْبَاطِنِ
وَاسْتِحْلَالُ
الظَّاهِرُ
إِنَّمَا حَرَّمَ
الظَّاهِرَ
بَالْبَاطِنِ
وَالْبَاطِنَ
بِالظَّاهِرِ
مَعاً
جَمِيعاً
وَلَا
يَكُونُ
الْأَصْلُ وَالْفُرُوعُ
وَبَاطِنُ
الْحَرَامِ
حَرَامٌ
وَظَاهِرُهُ
حَلَالٌ
وَلَا
يُحَرِّمُ الْبَاطِنَ
وَيَسْتَحِلُّ
الظَّاهِرَ.
وَ
كَذَلِكَ لَا
يَسْتَقِيمُ
أَلَّا يَعْرِفَ
صَلَاةَ
الْبَاطِنِ
وَلَا
يَعْرِفَ صَلَاةَ
الظَّاهِرِ
وَلَا
الزَّكَاةَ
وَلَا الصَّوْمَ
وَلَا
الْحَجَّ
وَلَا
الْعُمْرَةَ
وَلَا
الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
وَجَمِيعَ
حُرُمَاتِ
اللَّهِ وَشَعَائِرَهُ
وَأَنْ
تُتْرَكَ
لِمَعْرِفَةِ
الْبَاطِنِ
لِأَنَّ
بَطْنَهُ
ظَهْرُهُ وَلَا
يَسْتَقِيمُ
أَنْ
تُتْرَكَ
وَاحِدَةً
مِنْهَا
إِذَا كَانَ
الْبَاطِنُ
حَرَاماً
خَبِيثاً
فَالظَّاهِرُ
مِنْهُ
إِنَّمَا
يُشْبِهُ
الْبَاطِنَ
بِالظَّاهِرِ
فَمَنْ
زَعَمَ لَكَ
أَنَّ ذَلِكَ
إِنَّمَا
هِيَ
الْمَعْرِفَةُ
وَأَنَّهُ
إِذَا عَرَفَ
اكْتَفَى
بِغَيْرِ
طَاعَةٍ
فَقَدْ
كَذَبَ
وَأَشْرَكَ
ذَاكَ لَمْ يَعْرِفْ
وَلَمْ
يُطِعْ
وَإِنَّمَا
قِيلَ: اعْرِفْ
وَاعْمَلْ
مَا شِئْتَ
مِنَ
الْخَيْرِ
فَإِنَّهُ
لَا يُقْبَلُ
ذَلِكَ
مِنْكَ
بِغَيْرِ
مَعْرِفَةٍ
فَإِذَا
عَرَفْتَ
فَاعْمَلْ
لِنَفْسِكَ
مَا شِئْتَ
مِنَ
الطَّاعَةِ
قَلَّ أَوْ كَثُرَ
فَإِنَّهُ
مَقْبُولٌ
مِنْكَ.
أُخْبِرُكَ
أَنَّ مَنْ
عَرَفَ
أَطَاعَ إِذَا
عَرَفَ
وَصَلَّى وَصَامَ
وَاعْتَمَرَ
وَعَظَّمَ
حُرُمَاتِ اللَّهِ
كُلَّهَا
وَلَمْ
يَدَعْ
مِنْهَا شَيْئاً
وَعَمِلَ
بِالْبِرِّ
كُلِّهِ وَمَكَارِمِ
الْأَخْلَاقِ
كُلِّهَا
وَتَجَنَّبَ
سَيِّئَهَا
وَكُلُّ
ذَلِكَ هُوَ
النَّبِيُّ
وَالنَّبِيُّ
أَصْلُهُ
وَهُوَ أَصْلُ
هَذَا
كُلِّهِ لِأَنَّهُ
جَاءَ بِهِ
وَدَلَّ
عَلَيْهِ
وَأَمَرَ
بِهِ وَلَا
يَقْبَلُ
مِنْ أَحَدٍ
شَيْئاً
مِنْهُ
إِلَّا بِهِ.
وَ
مَنْ عَرَفَ
اجْتَنَبَ
الْكَبَائِرَ
وَحَرَّمَ الْفَواحِشَ
ما ظَهَرَ
مِنْها وَما
بَطَنَ
وَحَرَّمَ
الْمَحَارِمَ
كُلَّهَا
لِأَنَّ
بِمَعْرِفَةِ
النَّبِيِّ
وَبِطَاعَتِهِ
دَخَلَ
فِيمَا
دَخَلَ فِيهِ
النَّبِيُّ
وَخَرَجَ
مِمَّا
خَرَجَ مِنْهُ
النَّبِيُّ.
مَنْ
زَعَمَ
أَنَّهُ
يُحَلِّلُ
الْحَلَالَ
وَيُحَرِّمُ
الْحَرَامَ
بِغَيْرِ
مَعْرِفَةِ
النَّبِيِّ
لَمْ
يُحَلِّلْ
لِلَّهِ حَلَالاً
وَلَمْ
يُحَرِّمْ
لَهُ
حَرَاماً وَأَنَّهُ
مَنْ صَلَّى
وَزَكَّى
وَحَجَّ وَاعْتَمَرَ
فَعَلَ
ذَلِكَ
كُلَّهُ
بِغَيْرِ مَعْرِفَةِ
مَنِ
افْتَرَضَ
اللَّهُ
عَلَيْهِ
طَاعَتَهُ
لَمْ
يَقْبَلْ
مِنْهُ شَيْئاً
مِنْ ذَلِكَ
وَلَمْ
يُصَلِّ
وَلَمْ يَصُمْ
وَلَمْ
يُزَكِّ
وَلَمْ
يَحُجَّ
وَلَمْ يَعْتَمِرْ
وَلَمْ
يَغْتَسِلْ
مِنَ
الْجَنَابَةِ
وَلَمْ يَتَطَهَّرْ
وَلَمْ
يُحَرِّمْ
لِلَّهِ حَرَاماً
وَلَمْ
يُحَلِّلْ
لِلَّهِ
حَلَالًا لَيْسَ
لَهُ صَلَاةٌ
وَإِنْ
رَكَعَ
وَسَجَدَ
وَلَا لَهُ
زَكَاةٌ
وَإِنْ
أَخْرَجَ
لِكُلِّ
أَرْبَعِينَ
دِرْهَماً
دِرْهَماً
وَمَنْ
عَرَفَهُ
وَأَخَذَ
عَنْهُ
أَطَاعَ
اللَّهَ.
وَ
أَمَّا مَا
ذَكَرْتَ
أَنَّهُمْ
يَسْتَحِلُّونَ
نِكَاحَ
ذَوَاتِ
الْأَرْحَامِ
الَّتِي
حَرَّمَ
اللَّهُ فِي
كِتَابِهِ
فَإِنَّهُمْ
زَعَمُوا
أَنَّهُ
إِنَّمَا
حُرِّمَ
عَلَيْنَا
بِذَلِكَ
نِكَاحُ
نِسَاءِ النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَإِنَّ
أَحَقَّ مَا
بَدَأَ بِهِ تَعْظِيمُ
حَقِّ
اللَّهِ
وَكَرَامَتِهِ
وَكَرَامَةِ
رَسُولِهِ
وَتَعْظِيمُ
شَأْنِهِ
وَمَا
حَرَّمَ
اللَّهُ
عَلَى
تَابِعِيهِ
وَنِكَاحُ
نِسَائِهِ
مِنْ بَعْدِ
قَوْلِهِ: (وَ ما كانَ
لَكُمْ أَنْ
تُؤْذُوا
رَسُولَ اللَّهِ
وَلا أَنْ
تَنْكِحُوا
أَزْواجَهُ
مِنْ بَعْدِهِ
أَبَداً
إِنَّ
ذلِكُمْ كانَ
عِنْدَ اللَّهِ
عَظِيماً)
وَقَالَ
اللَّهُ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى: (النَّبِيُّ
أَوْلى
بِالْمُؤْمِنِينَ
مِنْ
أَنْفُسِهِمْ
وَأَزْواجُهُ
أُمَّهاتُهُمْ)
وَهُوَ أَبٌ
لَهُمْ ثُمَّ
قَالَ: (وَ
لا تَنْكِحُوا
ما نَكَحَ
آباؤُكُمْ
مِنَ النِّساءِ
إِلَّا ما
قَدْ سَلَفَ
إِنَّهُ كانَ
فاحِشَةً
وَمَقْتاً
وَساءَ
سَبِيلًا) فَمَنْ
حَرَّمَ
نِسَاءَ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
لِتَحْرِيمِ
اللَّهِ
ذَلِكَ
فَقَدْ
حَرَّمَ مَا
حَرَّمَ اللَّهُ
فِي
كِتَابِهِ
مِنَ
الْأُمِّهَاتِ
وَالْبَنَاتِ
وَالْأَخَوَاتِ
وَالْعَمَّاتِ
وَالْخَالاتِ
وَبَنَاتِ
الْأَخِ
وَبَنَاتِ
الْأُخْتِ
وَمَا
حَرَّمَ
اللَّهُ مِنَ
الرَّضَاعَةِ
لِأَنَّ
تَحْرِيمَ
ذَلِكَ
كَتَحْرِيمِ
نِسَاءِ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
فَمَنْ
حَرَّمَ مَا
حَرَّمَ
اللَّهُ مِنَ
الْأُمَّهَاتِ
وَالْبَنَاتِ
وَالْأَخَوَاتِ
وَالْعَمَّاتِ
مِنْ نِكَاحِ
نِسَاءِ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
وَاسْتَحَلَّ
مَا حَرَّمَ
اللَّهُ مِنْ
نِكَاحِ
سَائِرِ مَا حَرَّمَ
اللهُ فَقَدْ
أَشْرَكَ
إِذَا اتَّخَذَ
ذَلِكَ دِيناً.
وَ
أَمَّا مَا
ذَكَرْتَ
أَنْ
الشِّيعَةَ
يَتَرَادَفُونَ
الْمَرْأَةَ
الْوَاحِدَةَ
فَأَعُوذُ
بِاللَّهِ
أَنْ يَكُونَ
ذَلِكَ مِنْ
دِينِ
اللَّهِ
وَرَسُولِهِ
إِنَّمَا دِينُهُ
أَنْ يُحَلَّ
مَا أَحَلَّ
اللَّهُ وَيُحَرَّمَ
مَا حَرَّمَ
اللَّهُ
وَإِنَّ مِمَّا
أَحَلَّ
اللَّهُ
الْمُتْعَةَ
مِنَ
النِّسَاءِ
فِي
كِتَابِهِ
وَالْمُتْعَةَ
فِي الْحَجِّ
أَحَلَّهُمَا
ثُمَّ لَمْ
يُحَرِّمْهُمَا
فَإِذَا
أَرَادَ
الرَّجُلُ
الْمُسْلِمُ
أَنْ
يَتَمَتَّعَ
مِنَ
الْمَرْأَةِ
فَعَلَى كِتَابِ
اللَّهِ
وَسُنَّتِهِ
نِكَاحٍ غَيْرِ
سِفَاحٍ
تَرَاضَيَا
عَلَى مَا
أَحَبَّا
مِنَ
الْأَجْرِ
وَالْأَجَلِ
كَمَا قَالَ
اللَّهُ: (فَمَا
اسْتَمْتَعْتُمْ
بِهِ
مِنْهُنَّ فَآتُوهُنَّ
أُجُورَهُنَّ
فَرِيضَةً
وَلا جُناحَ
عَلَيْكُمْ
فِيما
تَراضَيْتُمْ
بِهِ مِنْ
بَعْدِ
الْفَرِيضَةِ) إِنْ
هُمَا
أَحَبَّا
أَنْ
يَمُدَّا فِي
الْأَجَلِ
عَلَى ذَلِكَ
الْأَجْرِ
فَآخِرُ يَوْمٍ
مِنْ
أَجَلِهِمَا
قَبْلَ أَنْ
يَنْقَضِيَ
الْأَجَلُ
قَبْلَ
غُرُوبِ
الشَّمْسِ
مَدَّا فِيهِ
وَزَادَا فِي
الْأَجَلِ مَا
أَحَبَّا
فَإِنْ مَضَى
آخِرُ يَوْمٍ
مِنْهُ لَمْ
يَصْلُحْ
إِلَّا
بِأَمْرٍ
مُسْتَقْبِلٍ
وَلَيْسَ بَيْنَهُمَا
عِدَّةٌ
إِلَّا مِنْ
سِوَاهُ فَإِنْ
أَرَادَتْ
سِوَاهُ
اعْتَدَّتْ
خَمْسَةً
وَأَرْبَعِينَ
يَوْماً
وَلَيْسَ بَيْنَهُمَا
مِيرَاثٌ
ثُمَّ إِنْ
شَاءَتْ تَمَتَّعَتْ
مِنْ آخَرَ
فَهَذَا
حَلَالٌ لَهُمَا
إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
إِنْ هِيَ شَاءَتْ
مِنْ سَبْعَةٍ
وَإِنْ هِيَ
شَاءَتْ مِنْ
عِشْرِينَ مَا
بَقِيَتْ فِي
الدُّنْيَا
كُلُّ هَذَا
حَلَالٌ
لَهُمَا
عَلَى
حُدُودِ
اللَّهِ وَمَنْ
يَتَعَدَّ
حُدُودَ
اللَّهِ
فَقَدْ ظَلَمَ
نَفْسَهُ.
وَ
إِذَا
أَرَدْتَ
الْمُتْعَةَ
فِي الْحَجِّ
فَأَحْرِمْ
مِنَ
الْعَقِيقِ
وَاجْعَلْهَا
مُتْعَةً
فَمَتَى مَا
قَدِمْتَ
طُفْتَ بِالْبَيْتِ
وَاسْتَلَمْتَ
الْحَجَرَ الْأَسْوَدَ
وَفَتَحْتَ
بِهِ
وَخَتَمْتَ
سَبْعَةَ
أَشْوَاطٍ
ثُمَّ
تُصَلِّي
رَكْعَتَيْنِ
عِنْدَ
مَقَامِ
إِبْرَاهِيمَ
ثُمَّ اخْرُجْ
مِنَ
الْبَيْتِ
فَاسْعَ
بَيْنَ الصَّفَا
وَالْمَرْوَةِ
سَبْعَةَ
أَشْوَاطٍ
تَفْتَحُ
بِالصَّفَا
وَتَخْتِمُ
بِالْمَرْوَةِ
فَإِذَا فَعَلْتَ
ذَلِكَ
قَصَّرْتَ
حَتَّى إِذَا
كَانَ يَوْمُ
التَّرْوِيَةِ
صَنَعْتَ مَا
صَنَعْتَ
بِالْعَقِيقِ
ثُمَّ
أَحْرِمَ
بَيْنَ الرُّكْنِ
وَالْمَقَامِ
بِالْحَجِّ
فَلَمْ
تَزَلْ
مُحْرِماً حَتَّى
تَقِفَ
بِالْمَوْقِفِ
ثُمَّ تَرْمِي
الْجَمَرَاتِ
وَتَذْبَحُ
تُحْلِقُ
وَتُحِلُّ
وَتَغْتَسِلُ
ثُمَّ
تَزُورُ
الْبَيْتَ
فَإِذَا
أَنْتَ
فَعَلْتَ
ذَلِكَ فَقَدْ
أَحْلَلْتَ
وَهُوَ
قَوْلُ
اللَّهِ: (فَمَنْ
تَمَتَّعَ
بِالْعُمْرَةِ
إِلَى الْحَجِّ
فَمَا
اسْتَيْسَرَ
مِنَ
الْهَدْيِ) أَنْ
تَذْبَحَ.
وَ
أَمَّا مَا
ذَكَرْتَ
أَنَّهُمْ
يَسْتَحِلُّونَ
الشَّهَادَاتِ
بَعْضُهُمْ
لِبَعْضٍ
عَلَى
غَيْرِهِمْ
فَإِنَّ
ذَلِكَ لَيْسَ
هُوَ إِلَّا
قَوْلَ
اللَّهِ: (يا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
شَهادَةُ بَيْنِكُمْ
إِذا حَضَرَ
أَحَدَكُمُ
الْمَوْتُ
حِينَ
الْوَصِيَّةِ
اثْنانِ ذَوا
عَدْلٍ
مِنْكُمْ
أَوْ آخَرانِ
مِنْ غَيْرِكُمْ
إِنْ
أَنْتُمْ
ضَرَبْتُمْ
فِي الْأَرْضِ
فَأَصابَتْكُمْ
مُصِيبَةُ
الْمَوْتِ) إِذَا
كَانَ
مُسَافِراً
وَحَضَرَهُ
الْمَوْتُ
اثْنَانِ
ذَوَا عَدْلٍ
مِنْ دِينِهِ فَإِنْ
لَمْ يَجِدُوا
فَآخَرَانِ
مِمَّنْ
يَقْرَأُ الْقُرْآنَ
مِنْ غَيْرِ
أَهْلِ
وَلَايَتِهِ (تَحْبِسُونَهُما
مِنْ بَعْدِ
الصَّلاةِ فَيُقْسِمانِ
بِاللَّهِ
إِنِ
ارْتَبْتُمْ لا
نَشْتَرِي
بِهِ ثَمَناً) قَلِيلًا
وَلَوْ كَانَ
بِهِ ثَمَناً
قَلِيلًا (وَ
لَوْ كانَ ذا
قُرْبى وَلا
نَكْتُمُ
شَهادَةَ
اللَّهِ
إِنَّا إِذاً لَمِنَ
الْآثِمِينَ
فَإِنْ
عُثِرَ عَلى
أَنَّهُمَا
اسْتَحَقَّا
إِثْماً
فَآخَرانِ
يَقُومانِ
مَقامَهُما
مِنَ
الَّذِينَ اسْتَحَقَّ
عَلَيْهِمُ
الْأَوْلَيانِ) مِنْ
أَهْلِ
وَلَايَتِهِ (فَيُقْسِمانِ
بِاللَّهِ
لَشَهادَتُنا
أَحَقُّ مِنْ
شَهادَتِهِما
وَمَا
اعْتَدَيْنا
إِنَّا إِذاً
لَمِنَ
الظَّالِمِينَ
ذلِكَ أَدْنى
أَنْ
يَأْتُوا
بِالشَّهادَةِ
عَلى
وَجْهِها
أَوْ
يَخافُوا
أَنْ تُرَدَّ
أَيْمانٌ
بَعْدَ
أَيْمانِهِمْ
وَاتَّقُوا
اللَّهَ
وَاسْمَعُوا).
وَ
كَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَقْضِي
بِشَهَادَةِ
رَجُلٍ
وَاحِدٍ مَعَ
يَمِينِ
الْمُدَّعِي
وَلَا
يُبْطِلُ
حَقَّ
مُسْلِمٍ
وَلَا يَرُدُّ
شَهَادَةَ
مُؤْمِنٍ
فَإِذَا
أَخَذَ
يَمِينَ
الْمُدَّعِي
وَشَهَادَةَ
الرَّجُلِ
قَضَى لَهُ
بِحَقِّهِ
وَلَيْسَ
يَعْمَلُ
بِهَذَا
فَإِذَا
كَانَ
لِرَجُلٍ
مُسْلِمٍ
قِبَلَ آخَرَ
حَقٌّ
يَجْحَدُهُ
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
شَاهِدٌ
غَيْرُ
وَاحِدٍ
فَإِنَّهُ
إِذَا
رَفَعَهُ
إِلَى
وُلَاةِ
الْجَوْرِ
أَبْطَلُوا
حَقَّهُ
وَلَمْ
يَقْضُوا
فِيهَا
بِقَضَاءِ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
كَانَ الْحَقُّ
فِي
الْجَوْرِ
أَنْ لَا
يُبْطِلَ
حَقَّ رَجُلٍ
مُسْلِمٍ
فَيَسْتَخْرِجُ
اللَّهُ عَلَى
يَدَيْهِ
حَقَّ رَجُلٍ
مُسْلِمٍ وَيَأْجُرُهُ
اللَّهُ
وَيَجِيءُ
عَدْلًا
كَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ
وَآلِهِ
يَعْمَلُ
بِهِ.
وَ
أَمَّا مَا
ذَكَرْتَ فِي
آخِرِ
كِتَابِكَ
أَنَّهُمْ
يَزْعُمُونَ
أَنَّ اللَّهَ
رَبَّ
الْعَالَمِينَ
هُوَ النَّبِيُّ
وَأَنَّكَ
شَبَّهْتَ
قَوْلَهُمْ
بِقَوْلِ
الَّذِينَ
قَالُوا فِي
عِيسَى مَا قَالُوا
فَقَدْ
عَرَفْتَ
أَنْ
السُّنَنَ
وَالْأَمْثَالَ
كَائِنَةٌ
لَمْ يَكُنْ
شَيْءٌ
فِيمَا مَضَى
إِلَّا
سَيَكُونُ
مِثْلَهُ
حَتَّى لَوْ
كَانَتْ
شَاةٌ
بِرَشَاءِ
كَانَ
هَاهُنَا
مِثْلَهُ
وَاعْلَمْ
أَنَّهُ
سَيَضِلُّ
قَوْمٌ بِضَلَالَةِ
مَنْ كَانَ
قَبْلَهُمْ
كَتَبْتَ
فَتَسْأَلُنِي
عَنْ مِثْلِ
ذَلِكَ مَا هُوَ
وَمَا
أَرَادُوا
بِهِ.
وَ
أُخْبِرُكَ
أَنَّ
اللَّهَ تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
هُوَ خَلَقَ
الْخَلْقَ لا شَرِيكَ
لَهُ لَهُ
الْخَلْقُ
وَالْأَمْرُ
وَالدُّنْيَا
وَالْآخِرَةُ
وَهُوَ رَبُّ كُلِّ
شَيْءٍ
وَخَالِقُهُ
خَلَقَ
الْخَلْقَ
وَأَحَبَّ
أَنْ
يَعْرِفُوهُ
بِأَنْبِيَائِهِ
وَاحْتَجَّ
عَلَيْهِمْ
بِهِمْ
فَالنَّبِيُّ
هُوَ
الدَّلِيلُ
عَلَى
اللَّهِ
عَبْدٌ
مَخْلُوقٌ
مَرْبُوبٌ
اصْطَفَاهُ
لِنَفْسِهِ
بِرِسَالَتِهِ
وَأَكْرَمَهُ
بِهَا
فَجَعَلَهُ
خَلِيفَتَهُ
فِي خَلْقِهِ
وَلِسَانَهُ فِيهِمْ
وَأَمِينَهُ
عَلَيْهِمْ
وَخَازِنَهُ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرَضِينَ
قَوْلُهُ
قَوْلُ
اللَّهِ لَا
يَقُولُ
عَلَى
اللَّهِ
إِلَّا
الْحَقَّ
مَنْ
أَطَاعَهُ
أَطَاعَ
اللَّهَ
وَمَنْ عَصَاهُ
عَصَى
اللَّهَ
وَهُوَ
مَوْلَى مَنْ كَانَ
اللَّهُ
رَبَّهُ
وَوَلِيَّهُ
مَنْ أَبَى
أَنْ يُقِرَّ
لَهُ
بِالطَّاعَةِ
فَقَدْ أَبَى
أَنْ يُقِرَّ
لِرَبِّهِ
بِالطَّاعَةِ
وَبِالْعُبُودِيَّةِ
وَمَنْ
أَقَرَّ
بِطَاعَتِهِ أَطَاعَ
اللَّهَ
وَهَدَاهُ
فَالنَّبِيُّ
مَوْلَى
الْخَلْقِ
جَمِيعاً
عَرَفُوا ذَلِكَ
أوْ
أَنْكَرُوهُ
وَهُوَ
الْوَالِدُ
الْمَبْرُورُ
فَمَنْ
أَحَبَّهُ
وَأَطَاعَهُ
وَهُوَ
الْوَالِدُ
الْبَارُّ
وَمُجَانِبُ
لِلْكَبَائِرِ.
قَدْ
كَتَبْتُ
لَكَ مَا
سَأَلْتَنِي
عَنْهُ وَقَدْ
عَلِمْتَ
أَنَّ
قَوْماً
سَمِعُوا
صِفَتَنَا
هَذِهِ
فَلَمْ
يَعْقُولُوهَا
بَلْ حَرَّفُوهَا
وَوَضَعُوهَا
عَلَى غَيْرِ
حُدُودِهَا
عَلَى نَحْوِ
مَا قَدْ
بَلَغَكَ وَقَدْ
بَرَىءَ
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
مِنْ قَوْمٍ
يَسْتَحِلُّونَ
بِنَا
أَعْمَالَهُمُ
الْخَبِيثَةَ
وَقَدْ
رَمَانَا
النَّاسُ
بِهَا
وَاللَّهُ
يَحْكُمُ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَهُمْ
فَإِنَّهُ
يَقُولُ: (الَّذِينَ
يَرْمُونَ
الْمُحْصَناتِ
الْغافِلاتِ
الْمُؤْمِناتِ
لُعِنُوا فِي
الدُّنْيا
وَالْآخِرَةِ
وَلَهُمْ
عَذابٌ عَظِيمٌ
يَوْمَ
تَشْهَدُ
عَلَيْهِمْ
أَلْسِنَتُهُمْ
وَأَيْدِيهِمْ
وَأَرْجُلُهُمْ
بِما كانُوا
يَعْمَلُونَ
يَوْمَئِذٍ
يُوَفِّيهِمُ
اللَّهُ) أَعْمَالَهُمُ
السَّيِّئَةَ (وَ
يَعْلَمُونَ
أَنَّ
اللَّهَ هُوَ
الْحَقُّ
الْمُبِينُ).
وَ
أَمَّا مَا
كَتَبْتَ
بِهِ
وَنَحْوَهُ
وَتَخَوَّفْتَ
أَنْ يَكُونَ
صِفَتُهُمْ
مِنْ صِفَتِهِ
فَقَدْ
أَكْرَمَهُ
اللَّهُ عَنْ
ذَلِكَ تَعَالَى
رَبُّنَا
عَمَّا
يَقُولُونَ
عُلُوّاً
كَبِيراً
صِفَتِي
هَذِهِ
صِفَةُ صَاحِبِنَا
الَّتِي
وَصَفْنَا
لَهُ
وَعَنْهُ أخَذْنَاهُ
فَجَزَاهُ
اللَّهُ
عَنَّا أَفْضَلَ
الْجَزَاءِ فَإِنَّ
جَزَاءَهُ
عَلَى
اللَّهِ
فَتَفَهَّمْ
كِتَابِي
هَذَا
وَالْقُوَّةُ
لِلَّهِ.
1892- Sabah Medaini şöyle rivayet eder: Mufaddal ibni Ömer
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselama mektup yazdı ve Ebu
Abdullah aleyhisselamdan ona şu cevap geldi: Ve sonra; sana ve kendime
Allaha takvalı olmayı ve ona itaati vasiyet ediyorum. Muhakkak ki
itaat, vera, Allaha tevazulu olmak, itminan, onun için çok çaba sarf etmek,
onun emrini almak, resulü için nasihat etmek, onun rızasında süratli
olmak ve onun nehyettiği şeyden çekinmek takvadandır. Kim
Allaha takvalı olursa Allahın izniyle nefsini ateşten
korumuş olur ve dünyada ve ahirette hayrın hepsine ulaşır.
Kim takvayı emrederse öğüt vermiş olur. Allah kendi rahmetiyle
bizi takvalılardan karar kılsın.
Mektubun geldi, onu okudum ve
içinde olanı anladım. Senin selametin için ve Allahın sana
afiyeti için Allaha hamd ettim. Allah afiyetini dünyada ve ahirette bize ve
sana giydirsin. Yazmışsın, zikrediyorsun: Bir kavim, ben onları
tanıyorum onların gidişatları ve işleri seni
şaşırtmış. Onların işlerinden haberdar
olmuşsun ki sen onların hallerini beğenmiyorsun ve sen onlarda
güzel bir yol, vera ve tevazulu olmalarından başka bir şey
görmemiştin.
Sana şu
ulaşmış; onlar iddia ediyorlar ki: Muhakkak ki din sadece adamları
tanımaktır, onları tanıdıktan sonra istediğini
yapabilirsin. Zikrediyorsun: Sen de öyle biliyordun ki dinin kökü adamları
tanımaktır, Allah seni bu konuda başarıya
ulaştırsın.
Sana şu
ulaşmış; onlar iddia ediyorlar ki: Salat, zekât, oruç,
Ramazanın ayı, hac, umre, Mescidul Haram, (Mekke) Beytul Haram
(Kâbe), Meşarul Haram (hac ameli) ve Şehrul Haram (Muharremin
ayı) o bir adamdır. Temizlik ve cenabet guslü; o bir adamdır.
Allahın kullarına farz ettiği bütün farzlar; o bir
adamdır. Onlar iddialarını dile getiriyorlar: Kim o adamı
tanırsa. Salatsız, zekatsız, oruçsuz, hacsız, umresiz,
cenabet guslü almadan, temizlenmeden. Allahın haramlarını,
Şehrul Haramı, Mescidul Haramı, Beytul Haramı,
azametlendirmeden kendi ameli ona yeterlidir. Diyorlar ki kim bunu, özünü ve
haddini tanırsa ve kalbinde sabit ederse ona (ibadetleri) ihmal etmek caiz
olur, amelinde çok çaba sarf etmesi gerekmez. Onlar iddia ettiler: O adamı
tanıdıklarında bu hudutlar kendi vaktinde ondan kabul edilir,
hatta onu yapmasalar bile.
Sana şu
ulaşmış; onlar iddia ediyorlar ki: Allahın kendisinden
nehyettiği bu fahişelikler: Şarap, kumar, faiz, kan, murdar ve
domuz eti; o bir adamdır. Dediler ki: Allahın haram ettiği
annelerle, kızlarla, halalarla, teyzelerle, kardeşin
kızlarıyla, bacının kızlarıyla nikah kıymak.
Ne kadar muminlere haram ettiği kadınların nikahı varsa
onunla kastettiği nebi sallallahu aleyhi ve alihinin eşlerinin
nikahıdır, onun dışında olanların hepsi
mübahtır.
Sana şu haberin
ulaştığını zikrediyorsun: Onlar peş peşe bir
kadınla beraber oluyorlar; bazısı, bazısı için
yalancı şahitlik yapıyor ve iddia ediyorlar ki bunun zahiri ve
batını var ve onu biliyorlar. Birbirlerini zahirden nehyediyorlar ve
onu kendilerini müdafaa için alıyorlar ve batının
peşindeler iddiaları onunla emredildikleridir.
Yazmışsın, bu
haberler sana ulaştığında sana çok ağır
gelmiş. Benden onların sözlerini soruyorsun, helal mi haram mı?
Yazmışsın, benden onun tefsirini soruyorsun. Ben de onun hakkında
körlükte ve şüphede kalmayana kadar beyan edeceğim. Bu sana
gönderdiğim mektubumda sorduğun sorunun tefsiri var, hepsini
hıfzet Allahın kitabında dediği gibi: (Belleyen kulak onu bellesin diye. Hakka 12) Onu sana yüceliğiyle
vasfediyorum ve senin vasfettiğin gibi inşaallah onun
haramını senden uzaklaştırıyorum. İnşaallah
tanıyana kadar onu sana tanıtacağım. İnşaallah
onu inkâr etme. Vela kuvvete illa billah kuvvetin hepsi Allahındır.
Sana haber veriyorum; bana
yazdığın ve sorduğun haliyle kim bu sıfat üzerine
dindar olursa o benim yanımda Allah Tebareke ve Tealaya muşriktir.
Şirki beyan etmiştir ve onda şek yoktur.
Sana haber veriyorum; bu söz bir
kavme aittir işitiyorlar ama ehlinden öğrenip akletmiyorlar, onun
fehmini (anlanması gereken) almıyorlar ve işittikleri şeyin
hududunu tanımıyorlar. Ve o şeylerin hudutlarını
görüşlerinin kıyasıyla, akıllarının bittiği
yere koyuyarlar. Allaha ve resulüne sallallahu aleyhi ve alihi yalan isnat
ederek ve iftira atarak isyana cüret ederek o şeylerin
hudutlarını emredildikleri yere koymadılar. Bu cehalet olarak
onlara yeter. Onlar o şeyleri kendi hudutlarına koysaydılar ki o
hudutlar onlar için koyuldu, onları kabul etseydiler onlar için bir sorun
olmazdı. Lakin onlar o şeyleri tahrif ettiler ve aştılar ve
yalan söylediler, Allahın emrini ve itaatini küçümsediler.
Velakin ben sana haber veriyorum,
Allah o şeyleri kendi hadleriyle sınırlandırıp
belirledi ki kimse onun sınırlarını aşmasın.
İş onların zikrettikleri gibi olsaydı onlar için koyulan
hadleri bilmediklerinde insanlar özür getirirlerdi, kusurlu ve Allahın
hududunu aşan mazur olurdu. Velakin Allah o şeylere hadler
kıldı, o hadleri muşrik ve kafirden başkası
aşmaz. Sonra şöyle buyurdu: (Onlar
Allahın hudutlarıdır, onları aşmayın kim
Allahın hudutlarını aşarsa onlar zalim olanlardır.
Bakara 229)
Sana haber veriyorum, hak olarak
yakinen: Muhakkak ki Allah Tebareke ve Teala kendisine din olarak
İslamı seçti ve yarattığına razı oldu. O olmadan
hiç kimseden bir şey kabul etmez. Resullerini ve nebilerini onunla gönderdi
sonra dedi ki: (Biz onu hak olarak
indirdik ve o hak ile indi. İsra 105) Nebilerini ve nebisi Muhammed
sallallahu aleyhi ve alihiyi onun üzerine ve onunla gönderdi. Bu yüzden dinin
aslı resullerin marifeti ve onların velayetidir.
Sana haber veriyorum, muhakkak ki
Allahu Teala kıyametin gününe kadar helali helal, haramı haram etti.
Resullerin marifeti velayetleri ve itaatleri helaldir. Helal edilen
onların helal ettiğidir ve haram edilen onların haram
ettiğidir, onlar onun aslıdır helal furuu onlardandır o
onların işleyişidir. Onların furuularından,
işleri, Şiaları, velayetlerinin ehilleri helaldir. Salatın
kılınışı, zekâtın verilişi, Ramazanın
ayının orucu, evin haccı ve umresi, Allahın hürmetlerinin
tazimi, alametleri ve amel yerleri, Beytul Haramın, Mescidul
Haramın, Şehrul Haramın tazimi, temizlik, cenabet guslü,
ahlakın güzelliği ve hoşluğu ve bütün iyilikler...
Kitabında dedi ki: (Şüphesiz Allah
adaleti, ihsanı ve yakınlara yardım etmeyi emreder;
fahişelikten, kötülükten ve zorbalıktan da nehyeder. Olur ki
öğüt alırsınız diye size öğüt veriyor. Nahl 90) ve onların
düşmanları ise haram edilen haramlardır, onların
dostları ise kıyametin gününe kadar onların işlerine
dahildirler. Onlar zahiriyle ve batınıyla fahişeliklerdir ve
şarap, kumar, zina, faiz, kan, murdar ve domuz etidirler. Onlar haram
edilen haramlardır ve bütün haramların aslıdır. Onlar
şerdir ve bütün şerlerin aslıdır ve şerrin bütün furuu
onlardandır. Haram furuuları helal edişleri ondan
dolayıdır. Onların furuundan nebileri yalanlamak, vasileri inkâr
etmek ve fahişeliklere düşmek: Zina, hırsızlık,
şarap ve sarhoş edici şey içmek, yetimin malını yemek,
faiz yemek, aldatma, hiyanet ve bütün haramlara düşmek
sınırı aşmaktır. Allah sadece adaleti, ihsanı ve
yakınlara yardım etmeyi emreder. Nebiler ve onların vasileri
adalet ve ihsandır, yakınlara yardım etmek ise yakınlara
sevgi beslemektir ve onların itaatlerinin peşine düşmektir. Ve
fahişelikten, kötülükten ve zorbalıktan nehyeder, onlar nebilerin ve
vasilerinin düşmanlarıdır. Onlar sevgilerinden ve itaatlerinden
nehyedilenlerdir; olur ki öğüt alırsınız diye size
öğüt veriyor.
Sana haber veriyorum; sana desem ki fahişe,
şarap, kumar, zina, murdar, kan, domuz eti o bir adamdır ve ben
(dediğimi) daha iyi biliyorum. Muhakkak ki Allah bu aslı ve onun
furuunu haram etti ve ondan nehyetti ve onun velayetini Allahın
dışında bir şeye ve ortaklarına tapan gibi karar
kıldı. Kim kendisine ibadete çağırırsa o Firavun
gibidir. Dedi ki: (Ben sizin en yüce Rabbinizim. Naziat 23) bunun hepsinin yönleri vardır. Eğer o bir
adamdır ve cehenneme doğru gitmektedir, kim de ona eşlik ederse
onlar aynı Allahın (Sadece murdarı kanı ve domuz etini
haram etti. Bakara 173) ayeti gibidir demek
istediğimde kesinlikle doğrudur. Sonra deseydim onun hepsi
falandır kesinlikle doğrudur. Muhakkak ki falan Allahın
aşılmasını nehyettiği hudutlarını aşan
mabuddur.
Sonra sana haber veriyorum; muhakkak ki din ve dinin
aslı; o bir adamdır, o adam yakindir ve imandır, o ümmetinin ve
zamanının ehlinin imamıdır. Bu sebeple kim onu tanırsa
Allahı ve dinini tanır, kim de onu inkâr ederse Allahı ve
dinini inkâr eder. Kim ona cahil olursa Allaha ve dinine cahil olur. O imam
olmadan Allah ve Allahın dini, hudutları ve şeriatları
tanınmaz. Adamları tanımanın Allahın dini oluşu
işte öyle cari olur.
Marifetin iki yönü vardır: Basiret üzerine olan sabit
marifet; Allahın dini o basiretle tanınır ve onunla
Allahın marifetine ulaşılır. Ve bu sabit batıni
marifettir, o marifetin hakkı ehline lütfu müstehak kılar. O marifet
üzerinde olmak Allaha şükrü gerektirir. O Allahtan bir lütuftur. Allah
onunla dilediğine zahiri marifetle beraber lütufta bulunur. Zahiri
marifet: Marifet ehli zahirde emrimize ilim olmadan hak bilerek amel ederler,
basiretleri üzere olan batında marifet ehli olanlara ilhak olamazlar. Ve o
kusurlu marifetle Allahın marifetinin hakkına ulaşamazlar.
Allahın kitabında dediği gibi: (O'ndan
başka taptıkları şefaat yetkisine sahip değildirler.
Ancak bilerek hakka şahitlik edenler müstesna. Zuhruf 86) Kim hak şehadete şehadet ederse ve kalbini ona
bağlamazsa, konuştuğu şeye basireti olmazsa o basireti olan
ve kalbini bağlayanın sevabıyla sevaplanmaz. Aynı
şekilde kim zulümle konuşursa ve kalbini ona bağlamazsa, kalbini
ona bağlayanın basiret üzere sabit olanın cezasıyla
cezalanmaz.
Marifet ehli adamların kadim
zamanda ve sonrasında iş Nebiyullaha ve ondan sonra da kendisine
ulaştıkları ve marifetlerinin kendisinde son bulduğu
kimseye ulaştığında, zahirdeki halinin nasıl
olduğunu ve hakka ilimsiz ikrar edeni tanıdın. Sadece
amellerinin ve dinlerinin öyleki Allah onu din seçti, marifetiyle
tanınırlar muhsin ihsanıyla, kötü kötülüğüyle
tanınır. Denir ki kim bu işe yakinsiz ve basiretsiz girerse
girdiği gibi de çıkar. Allah bizi ve seni basiret üzerine sabit
marifetle rızıklandırsın.
Sana haber veriyorum; desem ki salat,
zekât, Ramazanın ayının orucu, hac, umre, Mescidul Haram,
Beytul Haram, Meşarul Haram, temizlik ve cenabet guslü ve bütün farzlar
nebidir, o onları Rabbinin katından getirdi, kesinlikle doğru
demişimdir. Çünkü onların hepsi sadece nebiyle tanınır. O nebinin
marifeti, ona iman ve ona teslim olmasaydı onlar tanınmazdı. O
Allahın kendisine lütufta bulunduğu kimseye bir lütuftur, o
olmasaydı bundan bir şey tanınmazdı. Bunun hepsi ve
aslı o nebidir ve onun furuudur. Beni ona o çağırdı, onu
gösterdi ve onu tanıttı ve onu emretti ve bana vacip etti. Bana
emrettiği şeyde itaat onadır. Ona cahil olma imkânım yok.
Allahla benim aramda olana nasıl cahil olma imkânım olabilir?
Muhakkak ki dinim odur onu o nebi getirdi demezsem, din ondan
başkasıdır demem nasıl dürüstlük olur benim için? O
nasıl adamların marifeti olmaz, mutlak olarak onu Allahın
katından o getirdi? Dini inkâr eden sadece onu inkâr etmiştir.
Dediler ki: (Allah beşer bir
resul mü gönderdi? İsra 94)
Sonra dediler ki: (Bir beşer mi bizi
hidayet edecek. Tağebun 6) O
adama kafir oldular ve onu yalanladılar. Dediler ki: (Ona bir melek indirilseydi olmaz mıydı?
Enam 8)
Bunun üzerine Allah şöyle dedi: (De
ki: Musanın getirdiği insanlar için nur ve hidayetçi olan o
kitabı kim indirdi? Enam 91) Sonra
başka bir ayette şöyle dedi: (Bir
melek indirseydik iş biterdi ve onlara mühlette verilmezdi* Onu bir melek
kılsaydık onu adam olarak kılardık. Enam 8-9) Muhakkak ki Allah Tebareke ve
Teala sadece adamlarla tanınmayı ve onlara itaatle itaat edilmeyi
sever. Bu yüzden onları sebili ve kendisine ulaşılan vechi karar
kıldı. Allah kullarından onun dışında bir
şeyi kabul etmez. (O
yaptığından sorgulanmaz, onlar sorgulanırlar. Enbiya 23) Sevgisini vacip ettiği
kişi hakkında şöyle buyurdu: (Kim resule itaat ederse Allaha itaat etmiştir,
kim de yüz çevirirse biz seni onlara koruyucu olarak göndermedik. (Nisa 80)
Kim sana derse ki bu farzların
hepsi sadece bir adamdır ve o adam konuştuğu şeyin haddini
bilir, doğru demiştir. Kim zikrettiğim bu özellik üzerine itaat
olmadan konuşursa, furuu terk ederek usule tutunmak fayda vermez.
Aynı en la ilahe illallah şehadetinin enne Muhammeden Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi şehadetinin terkiyle fayda vermeyeceği
gibi. Allah hiçbir nebiyi iyilik, adalet, güzellik, amellerin güzelliği ve
fahişelikten zahiriyle ve batınıyla nehyetmesi olmadan
göndermedi. Onun batını batın ehlinin velayetidir, onun zahiri
de onların furuularıdır. Allah marifete çağırmayan ve
o marifetle beraber emirde ve nehiyde itaat edilmeyen hiçbir nebiyi göndermedi.
Allah sadece kullarına, hudutlarıyla farz ettiği farzlara
amellerini, onlara kendi katından getirenin ve onları ona
çağıranın marifetiyle kabul eder. Onların ilki ona
çağıranın marifeti sonra onun itaatidir. Kendisine itaat edilen
onu yakınlaştırır. Kim tanırsa itaat eder, kim itaat
ederse haramı zahiriyle ve batınıyla haram bilir.
Batını haram bilip zahiri helal kılmak olmaz. Zahiri
batınla batını zahirle topluca haram etti. Asıl ve furuu,
haramın batını haram ve zahiri helal olmaz. Batını
haram edip zahiri helal kılmaz.
Aynı şekilde zahiri
salatı tanımak batıni salatı tanımamak ve zekâtı,
orucu, haccı, umreyi, Mescidul Haramı, Allahın bütün
hürmetlerini ve şeairlerini doğru olmaz. Batının marifeti
terk edilmemeli çünkü onun batıni zahiridir. Batın haram ve habisse
ondan bir şeyi terk etmek doğru olmaz; onun zahiri, batın
mutlaka zahire benzer. Kim sana iddia etse ki o sadece marifettir,
tanıdığında itaat etmeden de yeterlidir, yalan
demiştir ve şirk koşmuştur. O tanımamış ve
itaat etmemiştir. Sadece şöyle denir: Tanı ve hayırdan
dilediğine amel et çünkü marifet olmadan o senden kabul edilmez,
tanıdığında kendin için dilediği kadar itaat et az
veya çok o senden kabul edilir.
Sana haber veriyorum; muhakkak ki
kim tanırsa itaat eder, itaat ederse salatı kılar, oruç tutar,
umre yapar, Allahın hürmetlerini hepsini azametlendirir ondan hiçbir
şeyi bırakmaz. İyiliğin hepsine amel eder, güzel
ahlakın hepsine amel eder, kötü ahlaktan çekinir. Onların hepsi
nebidir, nebi onun aslıdır, o bunların hepsinin aslıdır.
Çünkü o getirdi ve gösterdi ve emretti, o olmadan kimseden bir şey kabul
edilmez. Kim tanırsa büyük günahlardan çekinir, fahişelikleri
zahiriyle batınıyla haram bilir, haram edilenlerin hepsini haram
bilir. Çünkü nebinin marifetiyle ve ona itaatle nebinin girdiği yere girer
ve onun çıktığı yerden çıkar.
Kim iddia ederse nebinin marifeti
olmadan helalleri helal haramları haram biliyor, Allahın helalini
helal ve haramını da haram olarak bilmemiştir. Kim salatı
kılsa, zekât verse, hac yapsa, umre yapsa ve bunların hepsini
Allahın itaatini farz ettiği kimsenin marifeti olmadan yapsa ondan
hiçbir şey kabul edilmez. Salatı kılmamıştır,
orucu tutmamıştır, zekâtı vermemiştir, hac yapmamıştır,
umre yapmamıştır, cenabet guslü almamıştır,
temizlenmemiştir, Allahın haramını haram helalini de helal
olarak bilmemiştir. Ruku ve secde yapsa bile salatı salat
değildir. Her kırktan dirhem dirhem çıksa bile zakatı zekât
değildir. Kim onu tanır ve ondan alırsa Allaha itaat eder.
Ama zikrettiğin Allahın
kitabında haram ettiği, onların helal saydıkları
akrabaların nikahları. İddia ediyorlar ki bize sadece nebi
sallallahu aleyhi ve alihinin eşlerinin nikahını haram etti.
Allahın hakkının ve kerametinin tazimi, resulünün kerameti ve
şanının tazimi, o başladıkları şey daha haktır.
Allah nebisinin tabilerine ne haram ettiyse ve eşlerinin
nikahını şu ayetinden sonra haram etti: (Sizin Rasûlullaha eziyet etmeniz doğru
olmadığı gibi ondan sonra eşlerini nikahlamanız da
ebediyen doğru olmaz. Şüphesiz bu Allah katında pek büyüktür.
Ahzab 53) ve
Allah Tebareke ve Teala şöyle dedi: (Nebi,
muminlere kendi nefislerinden daha önce gelir. Onun eşleri de muminlerin
analarıdır. Ahzab 6) ve o da onların
babasıdır. Sonra şöyle dedi: (Geçmişte olanlar hariç, artık
babalarınızın nikahlandığı kadınlarla
nikahlanmayın. Çünkü bu bir hayasızlık, iğrençliktir ne
kötü bir yoldur. Nisa 22) Kim
Allahın haram edişiyle nebi sallallahu aleyhi ve alihinin
eşlerini haram bilirse, Allahın kitabında haram ettiği
anaları, kızları, bacıları, halaları, teyzeleri,
kardeşin kızlarını, bacının
kızlarını ve Allahın haram ettiği süt emen
çocuğu da haram bilir. Çünkü onların haramlığı nebi
sallallahu aleyhi ve alinin eşlerinin haram oluşu gibidir. Kim
Allahın haram ettiği annelerin, kızların,
bacıların, halaların, nebi sallallahu aleyhi ve alihinin
eşlerinin nikahını haram bilir ve Allahın haram
ettiği diğer nikahları helal bilir ve onu da din edinirse o
şirk koşmuştur.
Ama zikrettiğin şia bir
kadınla peş peşe beraber oluyorlar, onun Allahın ve
resulünün dini olmasından Allaha sığınırım.
Resulünün dini Allahın helal ettiğini helal etmek ve haram
ettiğini haram etmektir. Ve kadınlarla muta ve hacdaki muta
Allahın kitabında helal ettiklerindendir. O ikisini helal etti ve
sonra da haram etmedi. Müslüman birisi Allahın kitabına ve sünnetine
göre bir kadınla muta yapmak isterse zina olmadan ikisinin razı
olduğu ücret ve süre üstüne nikah kıyar. Allahın buyurduğu
gibi: (Onlarla muta
yaptığınızda farz olarak ücretlerini verin, bu ücretten
sonra karşılıklı anlaştığınızda
size bir günah yoktur. Nisa 24) O
ikisi o süre içinde o ücret üzerine süreyi uzatmak isterlerse son gün süre
bitmeden Güneş batmadan önce süreyi istedikleri kadar uzatabilirler. Son
gün geçerse nikahı yenilemeden doğru olmaz ve onun
dışında birisi hariç ikisi arasında idde yoktur, kadın
ondan başka biriyle olmak isterse kırk beş gün idde tutar.
Aralarında miras yoktur, sonra kadın başka biriyle muta yapmak
isterse kıyamete kadar her ikisine helaldir. Eğer kadın isterse
dünyada kaldığı müddetçe yedisiyle isterse yirmisiyle olur.
Bunun hepsi Allahın hudutları üzerinde kaldıkları müddetçe
ikisine de helaldir. Kim Allahın hududunu aşarsa kendisine
zulmetmiştir.
Hacda muta yapmak istersen akik
vadisinde ihrama gir ve onu muta kıl, ne zaman ulaşırsan tavaf
et Hacerul Esvede dokun. Onunla başla ve yedi turla tamamla. Sonra
Makamı İbrahimde iki rekât salat kıl, sonra Kabeden çık,
sonra Safayla Merve arasında yedi tur say yap, Safayla başla
Merveyle tamamla. Öyle yaptığında
kısaltmışsındır. Terviye günü olana kadar akikte
yaptığını yap, makamla rükun arasında hacca ihrama
gir, mevgifte durana kadar ihramlı ol, sonra şeytan taşla,
kurban kes ve tıraş ol. İhramdan çık gusül al ve Kabeyi
ziyaret et, öyle yaptığında ihramdan
çıkmışsındır. Allahın şu ayeti: (Kim hacca kadar umreyle faydalanırsa
kolayına gelen bir kurbanı. Bakara 196) Keser.
Ama zikrettiğin
bazılarının bazıları için başkasına
karşı şahitlik etmeleri, o sadece Allahın ayetindeki
gibidir: (Ey iman edenler!
Sizden birine ölüm hali gelirse vasiyet esnasında içinizden iki adil
kişiyi yahut yolculuk sırasında başınıza ölüm
musibeti gelirse sizden olmayan iki kişiyi şahit tutun. Maide 106) Yolcuyken ölüm gelirse kendi
dininden iki adil kişi, eğer bulamazlarsa velayetinin ehli olmayan
Kuran okuyanlardan diğer iki kişi. (Eğer bu kişilerden şüphelenirseniz
kendilerini salattan sonra tutarsınız ve onlar da hiçbir değere
değiştirmeyeceğiz diye yemin ederler. Maide 106) Az bir değer olsa bile (Akraba bile olsa Allah'ın şahitliğini
gizlemeyeceğiz. Böyle yaparsak günahkarlardan oluruz diye Allah'a yemin
ederler. Eğer o ikisinin bir günah işledikleri
anlaşılırsa, o zaman haksızlığa
uğrayanların arasından, ölüye daha yakın iki kişi
onların yerine geçer. Maide 106) Kendi velayetinin ehlinden (Bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha
doğrudur ve biz haddi aşmadık. Aksi takdirde mutlaka zalimlerden
oluruz diye yemin ederler. O, şahitliği gereği gibi
yapmaları ve yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmemesinden korkmaları
açısından daha uygundur. Allah'a karşı gelmekten
sakının ve duyun. Maide 106-108)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihi iddiacının
yeminiyle beraber bir adamın şahitliğiyle hüküm veriyordu.
Müslümanın hakkını iptal etmiyordu, muminin
şahitliğini geri çevirmiyordu. İddiacının yeminini ve
bir adamın şahitliğini aldığında onun
hakkını ona veriyordu. Şöyle yapmıyordu: Müslüman bir
adamın başka biri önünde hakkı olur ve o da onu inkâr eder ve
onun da müslüman olmayandan başka bir şahidi yoktur, onun
hakkını iptal ederlerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve alihinin
hükmüyle hükmetmezlerdi. Gerçek Müslüman olmayandaysa, müslüman adamın
hakkı iptal edilmemeli, Allah müslüman adamın hakkını onun
eliyle verir, Allah müslümanı ödüllendirir ve adaleti getirir. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve alihi onu yapardı.
Ama mektubunun sonunda
zikrettiğin, onlar iddia ediyorlar alemlerin Rabbi olan Allah o nebidir.
Onların sözlerini İsa hakkında dedikleri söze benzetmişsin.
Biliyorsun ki sünnetler ve misaller var olucudur. Geçmişte olan bir şey
yok ki illa onun aynısı olacak olmasın. Hatta koyun alacalı
olsa burada da aynı olacaktır. Bil ki sapıtan kavim kendinden
öncekilerin sapıklığıyla sapıtır. Bana
yazmışsın ve onu soruyorsun, o nedir ve ne istiyorlar? Sana
haber veriyorum; muhakkak ki Allah Tebareke ve Teala yaratıkları
yaratan odur, onun bir ortağı yoktur. Yaratma ve emir, dünya ve
ahiret onundur. O her şeyin Rabbi ve yaratıcısıdır.
Yaratıkları yarattı ve onu nebilerle tanımalarını
istedi ve onlara nebilerle huccet oldu. Nebinin kendisi Allaha delil oldu ki o
kuldur, mahluktur, Rabbi olandır. Onu risaletle kendisi için seçti ve
onunla kerametlendirdi ve onu yaratıkları arasındaki halifesi,
onların içindeki dili, onlara olan emini, göklerde ve yerlerdeki
hazinedarı kıldı. Onun sözü Allahın sözüdür, Allah
adına haktan başka bir şey demez. Kim ona itaat ederse Allaha
itaat eder ve kim de ona isyan ederse Allaha isyan eder. Allah kimin Rabbi ve
velisiyse o da onun mevlasıdır. Kim ona itaati ikrar etmekten yüz
çevirirse Rabbine itaati ve kulluğunu ikrar etmekten yüz çevirmiştir.
Kim ona itaati ikrar ederse Allaha ve hidayetine itaat eder. Nebi bütün
yaratıkların mevlasıdır ister onu tanısınlar
ister inkâr etsinler. O kabul görmüş bir babadır, kim onu severse ve
itaat ederse o iyi bir babadır ve büyük günahlardan uzaktır.
Bana sorduğun şeyleri
sana açıkladım; öğrendin ki bir kavim bizim bu
sıfatımızı işittiler ve akletmediler, aksine onu
tahrif ettiler ve sana ulaştığı gibi onu hududunun
dışında bir yere koydular. Allah ve resulü habis amellerini
bizimle helal sayan kavimden beridir. İnsanlar onu bize iftira
attılar. Allah bizimle onlar arasında hükmedecek, o şöyle diyor:
(Namuslu, bir şeyden habersiz, mumine
hanımlara (zina suçu) atanlar dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir.
Onlar için büyük bir azap vardır* Dilleri, elleri ve ayakları
yaptıkları hakkında aleyhlerine şahitlik ettiği gün*
Allah o gün onlara vefa eder.) Kötü
amelleri sebebiyle. (Muhakkak ki Allah
apaçık olan haktır. Nur 23-25) O yazdığın şey ve benzeri ve
sıfatlarının onun sıfatı olmasından korktun.
Allah onu kerametlendirdi, Rabbimiz onların dediklerinden yücedir, son
derece yüksek ve büyüktür. Benim bu sıfatım sahibimizin onu
sıfatlandırdığımız sıfatıdır ki o
sıfatı ondan aldık. Allah onu bizden taraf en üstün mükafatla
mükafatlandırsın, onun mükafatı Allahadır. Bu mektubumu
anlat (algılat), kuvvet Allahındır.
1893- عَنْ
حَفْصٍ
الْمُؤَذِّنِ
قَالَ:
كَتَبَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ
إِلَى أَبِي
الْخَطَّابِ:
بَلَغَنِي
أَنَّكَ
تَزْعُمُ
أَنَّ
الْخَمْرَ
رَجُلٌ
وَأَنَّ
الزِّنَا
رَجُلٌ
وَأَنَّ الصَّلَاةَ
رَجُلٌ
وَأَنَّ
الصَّوْمَ
رَجُلٌ
وَلَيْسَ
كَمَا
تَقُولُ
نَحْنُ
أَصْلُ الْخَيْرِ
وَفُرُوعُهُ
طَاعَةُ
اللَّهِ وَعَدُوُّنَا
أَصْلُ
الشَّرِّ
وَفُرُوعُهُ
مَعْصِيَةُ
اللَّهِ
ثُمَّ كَتَبَ
كَيْفَ يُطَاعُ
مَنْ لَا
يُعْرَفُ؟
وَكَيْفَ
يُعْرَفُ
مَنْ لَا يُطَاعُ؟
1893- Hafs Muezzin şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah
Caferi Sadık aleyhisselam Ebul Hattaba mektup yazdı: Bana haberi
ulaştı, sen iddia ediyorsun ki: Muhakkak ki şarap bir
adamdır, zina bir adamdır, salat bir adamdır ve oruç bir
adamdır. Senin dediğin gibi değil. Biz hayrın
aslıyız, onun furuu da Allaha itaattir ve düşmanımız
da şerrin aslıdır, onun furuu da Allaha isyanıdır.
Sonra şöyle yazdı: Tanınmayan nasıl itaat edilir, itaat
edilmeyen nasıl tanınır?
1894- قَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
لَا
تَقُولُوا
لِكُلِّ
آيَةٍ هَذِهِ
رَجُلٌ
وَهَذِهِ
رَجُلٌ مِنَ
الْقُرْآنِ
حَلَالٌ
وَمِنْهُ
حَرَامٌ
وَمِنْهُ نَبَأُ
مَا
قَبْلَكُمْ
وَحُكْمُ مَا
بَيْنَكُمْ
وَخَبَرُ مَا
بَعْدَكُمْ
فَهَكَذَا هُوَ.
1894-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Her ayet için
bu bir adamdır, bu bir adamdır demeyin. Kurandan helal olan var ve
haram olan var, sizden öncekilerin haberi var ve aranızda olanların
hükmü var ve sizden sonrakilerin haberi var, o bu şekildedir.
1895- عَنْ
حَبِيبٍ
الْخَثْعَمِيِّ
قَالَ:
ذَكَرْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
مَا يَقُولُ
أَبُو
الْخَطَّابِ
فَقَالَ:
اذْكُرْ لِي
بَعْضَ مَا
يَقُولُ قُلْتُ:
فِي قَوْلِ
اللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَ: (وَ
إِذا ذُكِرَ
اللَّهُ
وَحْدَهُ
اشْمَأَزَّتْ) إِلَى
آخِرِ
الْآيَةِ
يَقُولُ:
إِذَا ذُكِرَ
اللَّهُ
وَحْدَهُ
أَمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
وَ(إِذَا ذُكِرَ
الَّذِينَ
مِنْ دُونِهِ)
فُلَانٌ
وَفُلَانٌ.
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
مَنْ قَالَ
هَذَا فَهُوَ
مُشْرِكٌ
ثَلَاثاً
أَنَا إِلَى
اللَّهِ
مِنْهُ بَرِيءٌ
ثَلَاثاً
بَلْ عَنَى
اللَّهُ
بِذَلِكَ
نَفْسَهُ
بَلْ عَنَى
اللَّهُ
بِذَلِكَ
نَفْسَهُ وَأَخْبَرْتُهُ
بِالْآيَةِ
فِي حم: (ذلِكُمْ
بِأَنَّهُ
إِذا دُعِيَ
اللَّهُ وَحْدَهُ
كَفَرْتُمْ)
قَالَ:
قُلْتُ:
يَعْنِي
بِذَلِكَ
أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ أَبُو
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
مَنْ قَالَ
هَذَا فَهُوَ
مُشْرِكٌ
ثَلَاثاً
أَنَا إِلَى
اللَّهِ
مِنْهُ بَرِيءٌ
ثَلَاثاً
بَلْ عَنَى
بِذَلِكَ
نَفْسَهُ بَلْ
عَنَى
بِذَلِكَ
نَفْسَهُ.
1895-
Habib Hasami şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama Ebul Hattabın dediği şeyi zikrettim. Dedi ki:
Bana onun dediği bir şeyi zikret. Dedim ki: Allah Azze ve Cellenin
ayeti hakkında (Bir olan Allah zikredildiğinde tiksinir.
Ve onun dışındaki zikredildiğinde sevinir. Zumer 45) Diyor ki: (Bir olan Allah zikredildiğinde. Zumer 45) Emirul Muninin aleyhisselamdır (Ve onun
dışındaki zikredildiğinde. Zumer 45) Falan ve falandır.
Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: Kim bunu derse o
muşriktir üç defa, ben ondan Allaha doğru beriyim üç defa. Tam aksine
Allah o ayetle kendisini kastetti, tam aksine Allah o ayetle kendisini
kastetti. Ha, Mim deki ayetini dedim (Çünkü siz bir olan Allah'a
çağırıldığınız zaman inkâr ettiniz. Mumin
12) O ayetle Emîr'ül Müminîn (Ali)
aleyhisselamı kastediyor. Ebu Abdullah aleyhisselam dedi ki: Kim bunu
derse o muşriktir üç defa, ben ondan Allaha doğru beriyim üç defa.
Tam aksine Allah o ayetle kendisini kastetti, tam aksine Allah o ayetle
kendisini kastetti.
1896- عَنِ
الْهَيْثَمِ
التَّمِيمِيِّ
قَالَ: قَالَ
أَبُو عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
يَا هَيْثَمُ
التَّمِيمِيُّ
إِنَّ
قَوْماً
آمَنُوا بِالظَّاهِرِ
وَكَفَرُوا
بِالْبَاطِنِ
فَلَمْ
يَنْفَعْهُمْ
شَيْءٌ
وَجَاءَ
قَوْمٌ مِنْ
بَعْدِهِمْ
فَآمَنُوا
بِالْبَاطِنِ
وَكَفَرُوا
بِالظَّاهِرِ
فَلَمْ
يَنْفَعْهُمْ
ذَلِكَ
شَيْئاً وَلَا
إِيمَانَ
بِظَاهِرٍ
إِلَّا
بِبَاطِنٍ
وَلَا
بِبَاطِنٍ
إِلَّا
بِظَاهِرٍ.
1896-
Heysem Temimi Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle
dediğini rivayet etti: Ya Heysem Temimi! Bir kavim zahire iman ettiler,
batını inkâr ettiler hiçbir şey onlara fayda vermedi. Onlardan
sonra başka bir kavim geldi, batına iman ettiler ve zahiri inkâr
ettiler ve o onlara hiçbir fayda vermedi. Zahire batınsız ve
batına da zahirsiz iman olmaz.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)
1897- عَنْ
أَبِي
عُبَيْدَةَ
الْحَذَّاءِ
عَنْ أَبِي
جَعْفَرٍ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
أَمَا
وَاللَّهِ
إِنَّ
أَحَبَّ
أَصْحَابِي
إِلَيَّ
أَوْرَعُهُمْ
وَأَفْقَهُهُمْ
وَأَكْتَمُهُمْ
لِحَدِيثِنَا
وَإِنَّ أَسْوَأَهُمْ
عِنْدِي
حَالًا
وَأَمْقَتَهُمْ
إِلَيَّ
الَّذِي
إِذَا سَمِعَ
الْحَدِيثَ
يُنْسَبُ
إِلَيْنَا
وَيُرْوَى
عَنَّا
فَلَمْ
يَعْقِلْهُ
وَلَمْ
يَقْبَلْهُ
قَلْبُهُ
اشْمَأَزَّ مِنْهُ
وَجَحَدَهُ
وَكَفَرَ
بِمَنْ دَانَ بِهِ
وَهُوَ لَا
يَدْرِي
لَعَلَّ
الْحَدِيثَ
مِنْ
عِنْدِنَا خَرَجَ
وَإِلَيْنَا
أُسْنِدَ
فَيَكُونَ بِذَلِكَ
خَارِجاً
مِنْ
وَلَايَتِنَا.
1897- Ebu Ubeyde Huzzai Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır)
aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti: Vallahi
ashabımın bana en sevgili olanı onların en takvalı
olanı, en fakih olanı ve hadisimizi en çok gizleyenidir. Benim
yanımda onların hali en kötü olanı ve bana en iğrenç geleni
o bize nisbet edilen ve bizden rivayet edilen bir hadis işittiğinde
onu akletmez, kalbi onu kabul etmez ve ondan tiksinir ve onu inkâr eder ve onu
benimseyeni kafir sayar. O derk etmiyor, belki o hadis bizim
yanımızdan çıktı, bize isnad edildi. Böylece o durumuyla
velayetimizden çıkar.
1898- عَنْ
أَبِي عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى
حَصَّنَ
عِبَادَهُ
بِآيَتَيْنِ
مِنْ
كِتَابِهِ
أَلَّا
يَقُولُوا
حَتَّى يَعْلَمُوا
وَلَا
يَرُدُّوا
مَا لَمْ
يَعْلَمُوا
إِنَّ
اللَّهَ
تَبَارَكَ
وَتَعَالَى يَقُولُ: (أَ لَمْ
يُؤْخَذْ
عَلَيْهِمْ
مِيثاقُ الْكِتابِ
أَنْ لا
يَقُولُوا
عَلَى
اللَّهِ إِلَّا
الْحَقَ)
وَقَالَ: (بَلْ
كَذَّبُوا
بِما لَمْ
يُحِيطُوا
بِعِلْمِهِ
وَلَمَّا
يَأْتِهِمْ
تَأْوِيلُهُ).
1898-
Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselam şöyle dedi: Allah Tebareke
ve Teala kullarını kitabından iki ayetle kuşattı.
Bilene kadar konuşmasınlar ve bilmediklerini inkâr etmesinler. (Allaha
karşı hakkı söyleyeceklerine dair onlardan kitabın
misakı alınmadı mı? Araf 169) ve dedi ki: (Hayır, onlar ilmini
kavrayamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş şeyi
yalanladılar. Yunus 39)
1899- عَنْ
سُفْيَانَ
بْنِ
السِّمْطِ
قَالَ:
قُلْتُ
لِأَبِي
عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ:
جُعِلْتُ
فِدَاكَ
إِنَّ
الرَّجُلَ
لَيَأْتِينَا
مِنْ
قِبَلِكَ
فَيُخْبِرُنَا
عَنْكَ بِالْعَظِيمِ
مِنَ
الْأَمْرِ
فَيَضِيقُ
بِذَلِكَ
صُدُورُنَا
حَتَّى
نُكَذِّبَهُ
قَالَ:
فَقَالَ
أَبُو عَبْدِ
اللَّهِ
عَلَيْهِ السَّلَامُ:
أَ لَيْسَ
عَنِّي
يُحَدِّثُكُمْ؟
قَالَ: قُلْتُ:
بَلَى قَالَ:
فَيَقُولُ
لِلَّيْلِ
إِنَّهُ
نَهَارٌ أوْ
لِلنَّهَارِ
أَنَّهُ
لَيْلٌ؟ قَالَ:
فَقُلْتُ
لَهُ: لَا
قَالَ:
فَقَالَ: رُدَّهُ
إِلَيْنَا
فَإِنَّكَ
إِنْ
كَذَّبْتَ
فَإِنَّمَا
تُكَذِّبُنَا.
1899-
Sufyan ibni Seyyat şöyle rivayet etti: Ebu Abdullah (Cafer es-Sâdık)
aleyhisselama dedim ki: Sana feda olayım senin tarafından bir adam
geliyor ve bize senden bir işle alakalı azim bir haber veriyor, ondan
göğüslerimiz daralıyor ve onu inkâr ediyoruz. Ebu Abdullah aleyhisselam
dedi ki: Size benden hadis nakletmiyor mu? Dedim ki: Tabii ki. Dedi ki: Gece
için gündüzdür, gündüz için de gecedir mi diyor? Dedim ki: Hayır. Bunun
üzerine dedi ki: O hadisi bize havale et, onu yalanladığında
sadece bizi yalanlarsın.
1900- عَنْ عَلِيٍّ
السِّنَانِيِّ
عَنْ أَبِي
الْحَسَنِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَنَّهُ
كَتَبَ إِلَيْهِ
فِي
رِسَالَةٍ:
وَلَا تَقُلْ
لِمَا بَلَغَكَ
عَنَّا أَوْ
نُسِبَ
إِلَيْنَا:
هَذَا
بَاطِلٌ
وَإِنْ
كُنْتَ
تَعْرِفُ
خِلَافَهُ
فَإِنَّكَ
لَا تَدْرِي
لِمَ قُلْنَا
وَعَلَى
أَيِّ وَجْهٍ
وَصِفَةٍ.
1900-
Ali Sai Ebul Hasan aleyhisselamın kendisine yazdığı bir
mektupta şöyle dediğini rivayet etti: Bizden sana bir şey
ulaştığında veya bize nisbet edildiğinde bu
batıldır deme, onun aksini bilsen dahi. Kesinlikle sen bilmezsin
neden dedik, hangi yön ve hangi sıfat üzerinedir.
1901- عَنْ
أَبِي
بَصِيرٍ عَنْ
أَبِي
جَعْفَرٍ عَلَيْهِ
السَّلَامُ
أَوْ عَنْ
أَبِي عَبْدِ اللَّهِ
عَلَيْهِ
السَّلَامُ
قَالَ: لَا
تُكَذِّبُوا
بِحَدِيثٍ
أَتَاكُمْ
أَحَدٌ
فَإِنَّكُمْ
لَا
تَدْرُونَ
لَعَلَّهُ مِنَ
الْحَقِّ
فَتُكَذِّبُوا
اللَّهَ
فَوْقَ
عَرْشِهِ.
1901-
Ebu Basir Ebu Cafer (Muhammed el-Bâkır) aleyhisselamın veya Ebu
Abdullah (Cafer es-Sâdık) aleyhisselamın şöyle dediğini
rivayet etti: Birisinin size getirdiği hadisi inkâr etmeyin, siz
bilmiyorsunuz belki de o haktır, böylece Allahı
Arşının üzerinde yalanlamış olursunuz.
(Bu
babda konuyla alakalı beş tane rivayet vardı.)