Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mizan’ul-Hikmet (hikmetin ölçüsü) benim, Ali de onun dilidir.” (İhkak’ul-Hak, 6/46)
Mizan’ul
Hikmet
8. Cilt
Muhammed Muhammedi REYŞEHRİ
Çeviri
Kadri ÇELİK
Tatbik
Nuri DÖNMEZ
E-Kitap: http://kitab.nur-az.com/tr - http://gadir.free.fr
İçindekiler
241. Konu
el-İ’tizar
Özür Dilemek
F
Vesail’uş-Şia, 8/553, 125. bölüm; İstihbabi
Kabul’ul-Uzr
F
Kenz’ul-Ummal, 3/378, Kabul’ul-Me’zeret
bak.
F
3234. bölüm
Kur’an:
“Özürlerini
sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi sini çok iyi bilmektir.” [1]
12099. Misbah’uş-Şeria’da yer aldığı üzere
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Özür
dileyeceğin işten sakın. Şüphesiz özür dileyeceğin işte gizli şirk vardır.”[2]
12100. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Özür
dileyeceğin işten sakın. Şüphesiz hayırlı işten dolayı özür dilenmez.”[3]
12101. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Özür
dileyeceğin işten sakın. Şüphesiz mümin kötülük etmez ve özür dilemez. Münafık
ise her gün kötülük eder ve özür diler.”[4]
12102. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Özür dileyeceğin işten sakın.”[5]
12103. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin
kendisini zelil kılması doğru değildir.” Ben (ravi) şöyle arzettim: “Mümin
kendini nasıl zelil kılar? ” İmam şöyle buyurdu: “Özür dileyeceği bir işe
girişir.”[6]
12104. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Özür
dilemekten müstağni olmak, doğru bir özürden daha değerlidir.”[7]
12105. İmam Ali (a.s) Haris-i Hemdani’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Sorulduğunda
sahibinin inkar edeceği veya özür dileyeceği işi yapmaktan sakın. Haysiyetini,
halkın kınayıcı sözlerine hedef etme.”[8]
12106. İmam Ali (a.s) Mekke’deki valisi Kusem
b. Abbas’a yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Özür
dileyeceğin işi yapmaktan sakın. Nimetlere gark olunca azma, belalara uğrayınca
kendini dağıtma. Ve’s-Selam.”[9]
12107. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşin senden
ayrılınca ona bağlan, yüz çevirince lütuf ve yakınlık göster, cimrilik edince
cömert davran, uzaklaşınca yaklaş... suç işleyince özrünü kabul et. Öyle ki
sanki sen onun kölesisin, o ise senin nimet sahibindir.”[10]
12108. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinin
özrünü kabul et. Eğer bir özrü yoksa da sen kendisi için özür uydur.”[11]
12109. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar yalan söylediğini bilsen
de senden özür dileyen kimsenin özrünü kabul et.”[12]
12110. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birisi sağ tarafından sana kötü laf
söyler de sol tarafına geçip senden özür dilerse özrünü kabul et.”[13]
12111. İmam Ali (a.s), Muhammed b. Hanefiyye’ye
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Sadece
bir şek ve şüphe yüzünden kardeşinle ilişkini kesme ve kendisinden senin
hoşnutluğunu elde etmesini istemeden onunla ilişkisini kesme. Belki de onun bir
özrü vardır ve sen (sebepsiz yere) onu kınamaktasın. İster yalan söylesin ister
doğru, özür dileyen kimsenin özrünü kabul et ki şefaate nail olasın.”[14]
12112. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
özrünü kabul et ki kardeşliklerinden nasiplenesin ve onları güler bir yüzle
karşıla ki kinlerini öldüresin.”[15]
12113. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı, onların özrünü en çok kabul eden kimsedir.”[16]
bak. Vesail’uş Şia, 8/553, 125. Bölüm
12114. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kardeşi yanına gelip makbul olsun veya olmasın kendisinden özür dilerse
özrünü kabul etmelidir. Eğer özrünü kabul etmezse havuzun (kevserin) başında
yanıma gelemez.”[17]
12115. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kardeşi kendisinden özür diler de özrünü kabul etmezse haraç yiyen kimse
gibi bir günaha girmiş olur.”[18]
12116. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisine karşı suç işlemiş olan ve kendisinden özür dileyen kardeşinin
özrünü kabul etmezse yarın kıyamet günü havuzun (kevserin) başında benim yanıma
gelemez.”[19]
12117. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Özrü
makbul olsun veya olmasın birinin özrünü kabul etmeyen kimse havuzun başında
yanıma gelemez.”[20]
12118. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) yaptığı
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Her kim özür dileyen
birinin özrünü makbul olsun veya olmasın kabul etmezse şefaatime nail olamaz.”[21]
12119. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
aklı en nakıs olan kimse, elinin altındakilere zulmeden ve kendisinden özür
dileyen kimseyi bağışlamayan kimsedir.”[22]
12120. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
büyük günah özrü kabul etmekten sakınmaktır.”[23]
12121. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s), bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Huzurumda zulmedildiği halde
benim kendisine yardım edemediğim mazlumdan ve bana kötülük edip özür dilediği
halde özrünü kabul etmediğim kimseden dolayı senden özür dilerim...”[24]
Kur’an:
“Onlardan birine ölüm gelince: “Rabbim! Beni geri çevir,
belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim” der. Hayır; bu söylediği
sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye
dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.”[25]
“Suçluları Rablerinin huzurunda, başları öne eğilmiş
olarak: “Rabbimiz! Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş
işleyelim; doğrusu kesin olarak inandık” derlerken bir görsen! ”[26]
“O gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez. Lanet
onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.”[27]
12122. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En
kötü özür; ölüm geldiği an dilenilen özürdür.”[28]
12123. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Özür dilemeleri için kendileri izin verilmez”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’, kul
özür dilediği halde kendisine özür dileme iznini vermemekten çok daha yüce,
büyük ve adildir. Allah aksine çok aradığı halde (bu kimseye) bir özür bulamamıştır.”[29]
12124. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gözlerin
korkudan dikildiği, her tarafın karardığı... şefaat edecek bir şefaatçinin,
faydası dokunacak, himaye edecek bir dostun ve kabul edilebilecek bir özrün
olmadığı bir günden sakın.”[30]
12125. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden
öncekiler, ancak uzun emellere kapılmaları ve ecellerinden gafil olmaları
yüzünden helak oldular. Böylece özrün kabul edilmeyeceği, tövbenin kaldırıldığı
ve çetin azap ve ceza gününün kendilerini kuşattığı o vaat edilmiş gün gelip
çattı.”[31]
bak. 113. Konu, el-Hasret, 510ç bölüm en-Nedum
Kur’an:
“Savaştan döndüğünüzde size özür beyan ederler. Onlara de
ki: “Özür beyan etmeyin, size inanmayacağız, Allah haberlerinizi bize
bildirmiştir. Allah da, peygamberi de işleyeceklerinizi görmektedirler.
Sonunda, görülmeyeni ve görüneni bilen Allah'a geri çevrileceksiniz. O,
işlediklerinizi size haber verecektir.”[32]
“Özür beyan etmeyin, inandıktan sonra küfrettiniz. İçinizden bir
topluluğu affetsek bile, suçlarından ötürü bir topluluğa da azâb ederiz.” [33]
12126. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç
şey hususunda hiç kimsenin özrü kabul edilmez: İyi ve kötü herkesin emanetini eda
etmek ve, iyi ve kötü herkesin ahdine vefa göstermekte, iyi ve kötü valideyne
(anne babaya) iyilik etmekte.”[34]
12127. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç
şey hususunda insan mazur değildir:
Hayır dileyen kimse ile meşveret etmek, haset eden kimselerle geçinmek ve
insanlarla dostluk kurmak.”[35]
12128. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tanımamakta
mazur olmadığınız kimseye (Allah’a) itaat edin.”[36]
12129. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İkrar
etmek (günahtan dolayı) özür dilemektir. İnkar (ve günahı itiraf etmemek) günah
hususunda ısrarda bulunmaktır.”[37]
12130. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
suç, itiraf edildiği taktirde (insanı) özür dilemekten müstağni kılar.”[38]
bak. et-Tevbe, 458. Bölüm
12131. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisiyle
münezzeh olan Allah’a itaat ettiğin hususlarda özür dileme. Zira o iş senin
için büyük bir kıvançtır.”[39]
12132. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin
için bir özür bulmayı sevmeyen kimseden özür dileme.”[40]
12133. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir günah işlemeden özür dilerse, kendisine günahı sabit kılmış olur.”[41]
12134. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
bahanecilere her türlü özür kapısını kapatmıştır.”[42]
12135. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
ilim talipleri için özür yolunu kapamıştır.”[43]
12136. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret
azalınca özür ve bahaneye sarılmak da çoğalır.”[44]
12137. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Özür
aklın delilidir.”[45]
12138. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Suçu
hemen cezalandırmaya kalkışma. İkisinin arasında özür dilemesi için bir yol
bırak.”[46]
12139. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
günah, kendisinden dolayı özür dilenilmesinden daha iyidir.”[47]
12140. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yeniden
özür dilemek günahı hatırlatmaktır.”[48]
12141. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eskiden ilahi
bir kardeşim vardı... Benzerinde özür bulduğu bir işte, özrünü dinleyinceye
kadar hiç kimseyi kınamazdı.”[49]
242. Konu
el-Arabiyye
Arapça
Kur’an:
“Apaçık Arap diliyle...”[50]
12142. İmam Bakır (a.s) veya İmam Sadık (a.s),
Allah-u Teala’nın, “Apaçık Arap diliyle...” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani diğer dilleri
beyan eder, ama diğer diller onu beyan edemez.”[51]
12143. Resulullah (s.a.a), kendisine, “Neden
sizin diliniz hepimizden daha fasihtir ve beyanınız hepimizden daha açıktır? ”
diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Arapça dili
pörsümüştür. Cebrail onu bana İsmail’in (a.s) dili üzerinde cari olduğu
şekliyle, taptaze ve yepyeni bir şekilde getirdi.”[52]
12144. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dili
apaçık bir Arapça’yla açılan ilk kimse İsmail idi. O henüz on yaşındaydı.”[53]
12145. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dili
Arapça’yla açılan (Arapça konuşan) ilk kimse henüz on üç yaşında olan
İbrahim’in oğlu İsmail (a.s) idi. O (daha önce) babası ve kardeşinin diline
sahipti. O dili Arapça’ya açılan ilk kimsedir ve o (İsmail) zebihtir (kurbanlıktı).”[54]
12146. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bütün
Araplar İbrahim’in oğlu İsmail’in soyundandır.”[55]
12147. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu
Arapça dili bir şekilde İsmail’e ilham olmuştur.”[56]
243. Konu
el-Mi’rac
Mirac
F
Bihar, 18/282, 3. bölüm; İsbat’ul-Mi’rac
F
Bihar, 77/21-31, Hadis’ul-Mi’rac
Kur’an:
“Kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan, kendisine
bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i
Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.” [57]
bak. Necm, 5-18
12148. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe
götürüldüğüm gece cennete girdim. Orada çöller gördüm. Bu çöllerde melekler
altın ve gümüşten tuğla örüyorlardı ve bazen de bu işten el çekiyorlardı.
Onlara, “Neden bazen işten el çekiyorsunuz? ” diye sordum. Şöyle dediler: “Ta
ki, harcı gelsin.” Ben, “Sizin harcınız nedir? ” diye sorunca şöyle dediler:
“Müminin şu sözüdür: “Suphanallah-i ve’l hamdu lillahi vela ilahe illallahu
vellahu Ekber” (Allah münezzehtir, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilah
yoktur ve Allah vasıflandırılan şeylerden daha büyüktür). Mümin bu sözleri
söyleyince biz bina ediyoruz ve sustuğu müddetçe biz bu işten el çekiyoruz.”[58]
12149. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe
götürüldüğümde aziz ve celil olan
Rabbimin sözünden daha tatlı bir şey işitmedim.”[59]
12150. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) miraca götürüldüğü gece Beyt’ül Ma’mur’a götürüldü ve namaz
vakti geldiğinde Cebrail ezan söyledi ve kamet getirdi. Allah Resulü (s.a.a)
imamlığa geçti. Melekler ve Peygamberler ise Muhammed’in (s.a.a) arkasında
sıraya dizildiler.”[60]
12151. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah
(s.a.a) miraca götürülünce Cebrail (a.s) onu bir yere kadar götürdü ve kendisi
onunla birlikte gitmedi. Resulullah (s.a.a), “Ey Cebrail! Bu durumda beni
yalnız mı bırakıyorsun?” diye buyurdu. Cebrail şöyle dedi: “Git! Allah’a yemin
olsun ki sen hiçbir insanın ayak basmadığı ve senden önce hiçbir beşerin oraya
varmadığı bir yere ayak bastın.”[61]
12152. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Gece miraca götürüldüğüm zaman Cebrail beni,
kendisinin asla ayak basmadığı o yere kadar götürdü. Sonra Allah Resulü için
perdeler kenara çekildi ve Allah kendisine göstermeyi sevdiği kadar azamet
nurundan ona gösterdi.”[62]
12153. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben
ve Fatıma Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna vardık ve şöyle arz ettik: “Babam
ve annem sana feda olsun ey Allah’ın Resulü! Neden ağlıyorsun? ” O şöyle
buyurdu: “Ey Ali! Göğe götürüldüğüm gece ümmetimin kadınlarını çok şiddetli bir
azap içinde gördüm.”[63]
bak. el-İnsan, 311. Bölüm, 1549. Hadis
12154. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüz
suyu dökülünce toplanması (telafi edilmesi) çok zordur.”[64]
12155. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bağışlamak
haysiyetlerin koruyucusudur.”[65]
12156. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi
malı hususunda insanların en cimrisi olan kimse, yüzsuyunu dökme hususunda
insanların en cömerdidir.”[66]
12157. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüzsuyunu
malınla koru ki yücelesin, ihsanda bulun ki hizmet edilesin ve yumuşak huylu ol
ki öne geçirilesin.”[67]
12158. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün servet kendisiyle yüzsuyunun korunduğu servettir.”[68]
12159. İmam Ali (a.s), Haris-i Hemdani’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Yüzsuyunu
ve haysiyetini (insanların) söz okuna hedef kılma.”[69]
12160. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim yüzsuyu ve haysiyetini seviyorsa, tartışmaktan uzak durmalıdır.”[70]
12161. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim
Müslümanların kanlarından ve mallarından eli temiz ve haysiyetlerini
lekelemekten dili salim olarak yüce Allah’a ulaşabilirse, bunu yapsın.”[71]
12162. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Müslümanların yüzsuyunu
dökmekten sakınırsa, aziz ve celil olan Allah kıyamet günü onun sürçmelerini
bağışlar.”[72]
12163. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kardeşinin haysiyetini savunursa bu iş kendisiyle ateş arasında bir örtü
(engel) olur.”[73]
12164. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Müslüman kardeşinin yüzsuyunu savunursa elbette kendisine cennet farz
olur.”[74]
12165. Resulullah (s.a.a), birisi başka
birisini kötüleyip de orada bulunan birisi de o şahsa cevap verince, şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşinin haysiyetini
savunursa, bu iş kendisiyle ateş arasında örtü (engel) olur.”[75]
bak. el-Gıybet, 3140. Bölüm
245. Konu
el-Ma’rifet
Marifet (1)
bak.
F
367. konu, el-İlm; el-Hadis, 719. bölüm; el-İlm,
2836. bölüm
12166. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
ilk kılavuz, marifet (Allah’ı tanıma) ise son noktadır.”[76]
12167. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifet
hayrettir ve marifetten mahrumiyet ise dar görüşlülüktür.”[77]
12168. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifet
kalbin nurudur.”[78]
12169. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifet
üstünlüğün delilidir.”[79]
12170. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifet
kutsiyete nail olmaktır.”[80]
12171. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman,
kalp ile tanımaktır.”[81]
12172. İmam Bakır (a.s), Allah-u Teala’nın, “Her kime hikmet verilirse şüphesiz ona çok şey
verilmiştir” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Hikmetten
maksat marifettir.”[82]
bak. el-İlm, 2830. Bölüm
12173. Masum (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlerden
bazınız, diğer bazınızdan daha çok namaz kılıyor, bazılarınız diğer
bazılarından daha çok hacca gidiyor, bazılarınız diğer bazılarından daha çok
sadaka veriyor, bazılarınız diğer bazılarından daha çok oruç tutuyor. Ama sizin
en üstününüz marifeti en üstün olanınızdır.”[83]
12174. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İman
açısından en üstün olanınız, marifet hususunda en üstün olanınızdır.”[84]
12175. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
müminlerin bazısı bazısından üstündür, bazısı diğer bazısından daha çok namaz
kılar, bazısı diğer bazısından daha çok basiret sahibidir. Bunlar (imani)
derecelerdir.[85]
bak. el-İman, 273. Bölüm; el-Fazilet, 3217.
Bölüm
12176. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
marifet amel olmaksızın ve hiçbir amel marifet olmaksızın kabul olmaz. Her kim
marifet elde ederse, bu marifet onu amele sevk eder. Her kimin de marifeti
olmazsa ameli olmaz.”[86]
12177. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
hiçbir ameli marifet olmaksızın ve hiçbir marifeti amel olmaksızın kabul etmez.
O halde her kim marifet elde ederse, marifeti onu amele sevk eder ve her kim
amel etmezse, onun marifeti yoktur.”[87]
12178. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
sizler marifet sahibi olmadıkça salih olamazsınız, tasdik etmedikçe marifet
elde edemezsiniz ve dört kapıya teslim olmadıkça da tasdik edemezsiniz.”[88]
bak. el-İlm, 2888; el-İstikamet, 3429; 369.
Konu, el-Amel
12179. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmini Allah (kitap ve sünnet) yoluyla elde etmezse kalbi, gördüğü ve
gerçeğini kalbinde bulduğu sabit bir marifete bağlanmaz.”[89]
12180. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim sabit bir gerçeğe bağlı olursa son noktayı bilecek ve meydana gelen şeylerde
varis adına konuşmayı talep edecek bir şekilde batıl ve çürümüş bir şüpheye
dayanmaz. (Biliniz ki), eğer mümin iseniz zalimlerin velayeti ve hükümeti
hakkında, inkar ettiğiniz şeyler sebebiyle resmen tanımıyor ve basiret sahibi
olduğunuz (adil ve alim imamın velayeti hakkındaki) şeyleri ise tanıyorsunuz.”[90]
bak. el-Huccet, 710. Bölüm
12181. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
marifet saptırmakla sonuçlanır.”[91]
12182. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
ilim seni saptırmayla sonuçlanır.”[92]
bak. el-İlm, 2880, 2881, 2883, 889, 2890, 2906,
2907, 2909, 2910, 2917. Bölümler
12183. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
marifetin aşısıdır.”[93]
12184. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
tahsil etmek marifetin aşısıdır.”[94]
12185. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifetin
aşısı ilim tahsil etmek ve ilmin aşısı ise tasavvur (betimleme) ve anlayıştır.”[95]
bak. 158. Konu, ed-Deraset, el-İlm, 2856. Bölüm
12186. İmam Sadık (a.s) ile Ebu Şakir Beysani
arasında geçen tartışmada şöyle yer almıştır: Ebu Şakir şöyle dedi.”Bildiğiniz
gibi biz sadece gözlerimizle gördüğümüz veya kulaklarımızla işittiğimiz veya
ellerimizle hissettiğimiz veya burunlarımızla kokladığımız veya ağızlarımızla
tattığımız veya kalbimizle apaçık bir şekilde tasavvur ettiğimiz
(betimlediğimiz) veya nakil ve kesin/yakini rivayetler yoluyla elde ettiğiniz
şeye inanırız.” İmam şöyle buyurdu: “Zikrettiğin
bu beş duyu organına gelince... bu duyu organları kılavuz yani (akıl) olmaksızın
hiçbir fayda vermez. Nitekim ışık olmaksızın karanlığı kat etmekte mümkün
değildir.”[96]
12187. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünmek,
gözlerle görmek gibi değildir; zira bazen gözler sahibine yalan söyler ama akıl
kendisinden öğüt isteyene ihanet etmez.”[97]
12188. İmam Sadık (a.s) Tabib el-Hindi ile
yaptığı tartışmasında şöyle buyurmuştur: “Sen
bilmeden konuşuyor ve eşyanın sadece duyu organlarıyla derk edildiğini
sanıyorsun. Ben de sana diyorum ki duyu organları kalp, (akıl ve ruh) yoluyla
olmaksızın eşyayı anlayamaz ve onları tanıyamaz. Duyuların kılavuzu olan
kalptir ve eşya kalp ile tanınır. Senin iddiada bulunduğun eşyayı kalp de duyu
organları olmaksızın tanıyamaz.”[98]
12189. İmam Rıza (a.s) kendisine, Memun’un
huzurunda, “Göz birleşik nur mudur yoksa ruh eşyayı onun penceresinde mi
görmektedir? diye soran İmran Sabi’ye şöyle buyurmuştur: “Göz
bir parça beyaz ve siyah yağdır; asıl gören ise ruhtur. Delili ise şudur ki sen
göze bakıyor ve kendi resmini ortasında görüyorsun. İnsan kendi resmini sadece
suda, aynada ve benzeri şeylerde görebilir.”[99]
12190. İmam Ali (a.s) tevhid hakkında şöyle
buyurmuştur: “Zihinler, O’na ulaşamaz ki onu takdir
etsin. Zekalar, onu kavrayamazlar ki tasavvur edebilsin (betimleyebilsin).
Duyular, O’nu derk edemez ki hissedebilsin. O’na el değemez ki dokunulabilsin.”[100]
bak. Tefsir’ul Mizan, 1/47, 12/272
12191. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O’nu
terk edenleri tanımadıkça olgunluğu tanıyamazsınız. Kitabın ahdini bozanları
tanımadıkça ahdine yapışmazsınız. Onu atanları tanımadıkça, sımsıkı
tutunamazsınız.”[101]
12192. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Duyu
organlarını yaratmakla, duyu organına sahip olmadığı bilinmiştir. Eşya arasında
zıtlık var etmesiyle zıddının, eşyalar arasında benzerlikler var etmesiyle de
eşi ve benzerinin olmadığı kavranmıştır.”[102]
12193. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: ““Hamd,
yaratıklarını mevcudiyetine, onların yaratılmalarını ezeliyetine, birbirine
benzemelerini benzersizliğine delil kılan Allah’a mahsustur.”[103]
12194. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Duyu
organlarının derk edemediği... mahlukatı yaratmayı ezeliyetine ve varlığına,
mahlukatın benzerliğini ise hiç bir şeye benzemediğine delil kılan Allah’a
hamd olsun.”[104]
12195. İmam Ali (a.s) şahadetinden önce yaptığı
bir konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Yarın bu
günlerimi görüp düşüneceksiniz, size sırlarım açılacak. Benim yerime bir
başkası geçtikten sonra tanıyacaksınız beni.”[105]
Kur’an:
“Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde
çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler
vermiştir.” [106]
12196. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben
vahiy ve risalet nurunu görüyorum. Nübüvvetin kokusunu alıyorum. Ve ben vahiy
Allah Resulü’ne (s.a.a) nazil olunca şeytanın sesini işittim.”[107]
bak. el-Kalb, 3390, 3391. Bölümler
Kur’an:
“Ey iman edenler! Allah'tan sakının, peygamberine iman edin
ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık
var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır.”[108]
“Ey Kitab ehli! Kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size
açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size
Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir.”[109]
bak. Nisa, 174, Nur, 40, Hadid, 12, 13; Enfal, 29; Bakara, 2. ayet; Ankebut, 69
bak. el-Hidayet, 4002. Bölüm; 526. Konu, Nur
Kur’an:
“Heva ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduğu halde
Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği
kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? (Ey
insanlar!) Anlamaz mısınız? [110]
“Hayır! Bilakis, onların kazandıkları kalplerini paslandırıp
körletmiştir.”[111]
“Sonra onlara: “Allah'ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar
nerededir?” denir. “Bizden uzaklaştılar. Hayır; biz zaten önceleri hiç bir şeye
kulluk etmiyorduk” derler. İşte Allah küfredenleri böyle saptırır.”[112]
“And olsun ki, Yusuf da, daha önce, size belgelerle
gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yusuf
ölünce, “Allah onun ardından hiçbir peygamber göndermeyecek” demiştiniz. Allah,
aşırı şüpheciyi işte böylece saptırır.” [113]
“Onunla saptırdığı yalnız fâsıklardır.” [114]
“Allah iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sağlam
bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.” [115]
12197. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Açlık,
hikmetin nuru, tokluk Allah’tan uzaklaşma sebebi, fakirleri sevmek ve onlara
yakınlaşmak ise Allah’a yakınlaşmak sebebidir. Karınlarınızı doyurmayın. Aksi
taktirde bu tokluk kalbinizdeki marifet nurunu söndürür.”[116]
bak. el-Mehebbet (1), 653. Bölüm; el-Aşk, 274.
Bölüm; 537, el-Heva; 461. Konu, el-Kufr; 314. konu, ez-Zelalet; 532. konu,
el-Hidayet; 419. konu, el-Fısk; 329. konu, ez-Zulm
246. Konu
el-Marifet
Marifet (2)
Kendini Tanımak
F
Bihar, 61/245, 46. bölüm; Kuv’n- Nefs ve Meşairuha
min el- havas’iz-Zahire ve’l-Batıne
bak.
F
2526. bölüm, el-Ucb
12198. İmam Bakır (a.s), Cabir el-Cu’fi’ye
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
tanıma senin kendini tanıman gibi değildir.”[117]
12199. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini
tanımak iki tanımadan en faydalı olanıdır.”[118]
12200. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün tanıma insanın kendi kendini tanımasıdır.”[119]
12201. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün hikmet, insanın nefsini tanıması ve ölçüsünü bilmesidir.”[120]
12202. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tanımanın
nihayeti insanın kendisini tanımasıdır.”[121]
12203. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini
tanımak, tanımaların en faydalı olanıdır.”[122]
12204. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün akıl, insanın kendi nefsini tanımasıdır. Kendi nefsini tanıyan akıllı olur
ve kendi nefsini tanımayan kimse ise sapar.”[123]
12205. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün akıl, insanın kendi nefsini tanımasıdır.”[124]
12206. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanıma zaferine ulaşan kimse, en büyük zafere ulaşmıştır.”[125]
12207. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsana
kendisini tanıması tanıma olarak yeterlidir.”[126]
12208. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanımada cahil olan kimse başkasını tanımada daha cahildir.”[127]
12209. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi
nefsini tanımayan kimse başkasını nasıl tanısın?!”[128]
12210. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi
nefsine karşı cahil olma. Zira kendi nefsine cahil olan kimse her şeye karşı
cahil olur.”[129]
12211. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaybettiğini
arayan, ama kendisini kaybettiği halde onu aramayan kimseye şaşarım.”[130]
12212. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kendi nefsini tanımaması, kendisine cehalet olarak yeter.”[131]
12213. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanımayan kimse, kurtuluş yolundan uzaklaşmış, cehalet ve dalalet yoluna ayak
basmış olur.”[132]
12214. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
büyük cehalet, insanın kendisi hakkında cahil olmasıdır.”[133]
12215. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisini başka şeylerle meşgul ederse, karanlıklarda şaşkınlığa düşer ve
helak uçurumuna yuvarlanır.”[134]
12216. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanıyan kimse, başkasını daha iyi tanır.”[135]
12217. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi
değerini bilen kimse, kendisini fani işlerle hor kılmaz.”[136]
12218. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisini tanırsa, makamı yücelir.”[137]
12219. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim nefsini tanırsa, onunla cihat eder. Her kim de nefsini tanımazsa, onu kendi
haline bırakır.”[138]
12220. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisini tanırsa, her marifet ve ilmin nihayetine ermiştir.”[139]
12221. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı tanırsa, yalnız kalır. Her kim kendisini tanırsa tek başına kalır.
Her kim dünyayı tanırsa, ondan yüz çevirir. Her kim de insanları tanırsa, yalnızlığı
tercih eder.”[140]
12222. İmam Seccad (a.s), bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Bizleri kendilerini tanıyanlardan,
karar kılındığı yerlere yakin edenlerden ve bu yüzden ömürlerini sana itaat
yolunda geçirenlerden kıl.”[141]
12223. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanıyan kimse şüphesiz Rabbini tanır.”[142]
12224. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanıması en çok olan kimse, Rabbinden en çok korkan kimsedir.”[143]
12225. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanımayan kimsenin, Rabbini nasıl tanıyacağına şaşarım.”[144]
12226. İdris’in suhufunda şöyle yer almıştır: “Her
kim yaratığı tanırsa, yaratıcıyı da tanır. Her kim rızkı tanırsa, rızık vereni
de tanır ve her kim kendini tanırsa, Rabbini de tanır.”[145]
12227. Mucaşi’ adında birisi Allah Resulü’nün (s.a.a)
huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Ey Allah’ın
Resulü! Hakkı tanımanın yolu nedir?” Peygamber (s.a.a), “Kendini tanımaktır”
diye buyurdu. O şöyle arzetti: “En Allah’ın Resulü! Hakla uyuşmanın yolu nedir?”
Peygamber, “Nefisle muhalefet içinde olmaktır” diye buyurdu. O, “Ey Allah’ın
Resulü! Hakkın hoşnutluğunu elde etmenin yolu nedir?” diye sorunca Peygamber,
“Nefsi hoşnutsuz kılmaktır” diye buyurdu. O şöyle arz etti: “Ey Allah’ın
Resulü! O halde hakka ulaşmanın yolu nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Nefsi
terk etmektir.” O şöyle arz etti: “Ey Allah’ın Resulü! Hakka itaate erişmenin
yolu nasıldır?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Nefse isyan etmektir.” O, “Ey
Allah’ın Resulü! Hakkı hatırlamanın yolu nedir?” diye sorunca, Peygamber şöyle
buyurdu: “Nefsi atmaktır.” O, Ey Allah’ın Resulü! “Hakka yaklaşmanın yolu
nedir?” diye sorunca, Peygamber şöyle buyurdu: “Nefisten uzaklaşmaktır.” O, “Ey
Allah’ın Resulü! Hakla kaynaşmanın yolu nedir?” diye sorunca, Peygamber şöyle
buyurdu: “Nefisten ürkmektir.” O, “Ey Allah’ın Resulü! Nefisten ürkmenin yolu nedir?”
diye sorunca, Peygamber şöyle buyurdu: “Nefis karşısında haktan yardım
almaktır.”[146]
12228. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanıyan kimseye kanaat ve iffetten ayrılmaması yakışır.”[147]
12229. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanıyan kimseye hüzün ve ihtiyattan ayrılmaması yakışır.”[148]
12230. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
tanıyan kimseye, ayağının sürçeceği korkusuyla ihtiyat ve pişmanlıktan
ayrılmaması yakışır.”[149]
12231. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsinin
şerafetini bilen kimseye, onu dünyanın aşağılığından münezzeh kılması yakışır.”[150]
12232. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kendini tanıması kendisini dört tabiat, dört sütun ve dört erkanla tanımasıdır.
Dört tabiat; kan, safra, hava ve balgamdır. Sütunları ise akıldır; anlayış ve
hafıza ise akıldan kaynaklanır. Erkanı ise, nur, ateş, ruh ve sudur.”[151]
Allame Tabatabai el-Mizan tefsirinde İmam’ın
(a.s), “Her kim nefsini tanırsa, Rabbini tanır.” Hadisini zikrettikten sonra
şöyle demiştir: “Bu hadis her iki mezhep kanallarınca Peygamber’den (s.a.a) de
nakledilmiştir. Bu, meşhur bir hadistir. Bazı alimler, bu sözde muhale talik
(işi imkansıza endeksleme) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yani Allah’ı bilgi
kapsamına almak imkansız olduğu için nefsi tanımak da imkansızdır. Bu iddiayı
önce Peygamberimizin (s.a.a) başka bir rivayetteki, “Nefsini (kendini) en iyi
tanıyanınız, Rabbini en iyi tanıyanınızdır” sözü çürütür. İddianın
asılsızlığını kanıtlayan ikinci delil ise, bu hadisin “Allah’ı unuttukları için kendilerine kendilerini
unutturduğu kimseler gibi olmayın”[152]
ayetinin tersine çevrilmiş karşıt anlamını
taşıyor olmasıdır.
Yine aynı konuda Hz. Ali’den (a.s), “Zeki
insan, nefsini tanıyan ve amellerini ihlasla yapan kimsedir” buyurduğu rivayet
edilir.
Ben diyorum ki: Yukarıda nefsi tanımak ile
ihlas arasındaki sıkı bağlılık ve hatta ihlasın onun uzantısı olduğu meselesi
açıklanmıştı.
Yine aynı konuda Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Nefsi tanımak, iki tanımanın en faydalı olanıdır.”
Ben derim ki: İki tanıma türünden maksat,
insanın iç alemindeki ilahi ayetler ile dış dünyadaki ilahi ayetleri tanımaktır.
Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: “Biz dış dünyadaki ve insanın iç dünyasındaki ayetlerimizi onlara
göstereceğiz. Böylece O’nun hak olduğunu kesinlikle anlasınlar. Rabbinin her
şeye şahid olması, onlar için yeterli değil mi? ”[153]
“Kesin inananlar için yeryüzünde ve kendi
nefsinizde bir çok ayetler vardır. Görmüyor musunuz? ”[154]
İnsanın iç dünyasına dönük yolculuğunun dış
dünyaya yönelik yolculuktan daha faydalı olmasının sebebi, herhalde iç alemle
ilgili bilginin nefsin sıfatlarını ve amellerini düzeltmekten ayrılmaz
olmasıdır. Oysa dış dünya ile ilgili bilgide bu ayrılmazlık yoktur. Bunu şöyle
açıklayabiliriz: Ayetleri tanımanın faydalı olması, bu ayetlerin Allah’ı O’nun
isimlerini, sıfatlarını ve fiillerini tanımaya ulaştırıcı olmalarından
dolayıdır. Mesela Allah diridir, O’na hiç ölüm arız olmaz. Kadirdir, acizliğin
gölgesi üzerine düşmez. Alimdir, ilmine cehaletin kırıntısı karışmaz. O her
şeyin yaratıcısıdır. Her şeyin mülkü, egemenliği O’nun elindedir. Herkesin
yaptıkları onun gözetimi ve denetimi altındadır. Yaratıklarını yaratması onlara
ihtiyacı olduğu için değil, onlara layık oldukları nimetleri bağışlamak
içindir. Sonra onları geleceği şüphesiz olan gün bir araya getirecektir.
Maksadı kötü işler yapanları cezalandırmak ve iyi işler yapanları ödüllendirmektir.
Bunlar ve benzerleri, gerçek marifetlerdir.
İnsan bu marifetleri edinip iyice kavrayınca hayatının özünün bilincine varır.
O zaman anlar ki, bu hayat sürekli mutluluk olan sonsuz bir hayattır veya
bitmez tükenmez bedbahtlık içerir. Şu gelip geçici heveslerden, oyunlardan ve
eğlencelerden ibaret değildir. Bu, ilmi bir bakış açısıdır. İnsanı dünyada ve
ahirette Rabbine ve hemcinslerine karşı yükümlülüklere ve görevlere iletir. Biz
bu bilince, bu bakış açısına din diyoruz. İnsanın hayatında mutlaka bağlı
olduğu bir yol, bir sistem vardır. Çölde yaşayan Bedeviler ve ilkel kabileler
de dahil olmak üzere bu ilke bütün insanlar için geçerlidir. İnsan kendisi için
bir yaşama biçimi belirlediği için böyle bir yolu ortaya koyup benimser veya
alıp benimser; bu yaşama biçimi nasıl olursa olsun, fark etmez. Sonra bu hayatı
mutlu kılmak için beğendiği yola, sisteme göre işler yapar. Bu, açık bir
gerçektir.
İnsanın kendisi için belirlediği hayat tarzı, o
hayat tarzına uygun ihtiyaçları ortaya koyar. O zaman benimsenen sistem veya
din, bu ihtiyaçların normal olarak karşılanmasını sağlayacak davranışlara
iletir. Buna göre insan, davranışlarını o sisteme, o dine uygun biçimde
gerçekleştirir.
Söylediklerimizin özeti şudur: İnsanın iç
alemindeki ve dış dünyadaki ayetleri irdelemesi ve bu ayetler aracılığı ile
yüce Allah’ı tanıması, onu hak dine ve ilahi şeriata sarılmaya sevk eder. Çünkü
söz konusu marifet insanın zihninde sonsuz bir hayatı somutlaştırır ve bu
hayatı tevhitle, ahiretle ve Peygamberlikle sıkı biçimde ilişkili kılar.
Bu süreç, imana ve takvaya iletme sürecidir. Bu
sürece hem dış alemdeki ayetleri ve hem de iç alemdeki ayetleri irdelemenin
katkısı vardır. Her iki irdeleme biçimi de faydalıdır. Ama iç alemdeki ayetleri
irdelemek daha faydalıdır. Çünkü bu irdeleme, nefsin güçlerini, psikolojik ve
organik araçlarını, nefse arız olan itidal, azgınlık ve sönüklük gibi halleri,
onun beğenilmiş ve rezil melekelerini, ona eşlik eden iyi ve kötü hallerini
bilmeyi beraberinde getirir.
İnsanın bu konuları öğrenmeye uğraşması ve bu
konuların ayrılmaz uzantıları olan güveni, tehlikeyi, mutluluğu ve bedbahtlığı
kavraması mutlaka ona derdi ve devayı yakından tanıtır. Neticede bozuklukları
düzeltmeğe ve doğrulara sarılmaya gayret eder. Ama dış dünyadaki ayetleri
irdelemek böyle değildir. Gerçi bu irdeleme de nefsi ıslah etmeye, onu
pisliklerden ve rezilliklerden arındırıp ruhi faziletlerle donatmaya çağırır.
Fakat onun bu çağrısının sesi uzaktan gelir. Bu da açıktır.
Bu rivayetin daha ince ve gerçek psikolojik
araştırmalardan çıkarılan bir başka anlamı daha vardır ki, o da şudur: Dış
dünyadaki ayetleri irdelemek ve bu irdelemeden elde edilen bilgi, fikri bir
birikim ve husuli bir bilgidir. Ama nefsi, onun güçlerini, aşamalarını
irdelemek ve bu irdelemeden elde edilen bilgi böyle değildir. Bu bilgi, gözleme
dayalı bir irdelemenin sonucu ve huzuri (sezgisel) bir bilgidir. Fikri bir
husus üzerinde yargıda bulunmak için kıyas (tasım) önermeleri sıralamak ve
burhan kullanmak gerekir. Bu tasdik, bu önermelerin insanın bilincinde canlı
olduğu, onlardan gafil olmadığı ve başka konular ile meşgul olmadığı sürece
varır. Bu yüzden bu tür bilgi, delilinin dikkatten kaçırılması ile kaybolur ve
o konuda şüpheler çoğalır ve görüş ayrılıkları baş gösterir.
Fakat nefisle, onun güçleri ile ve onun varlık
aşamaları ile ilgili huzuri (sezgisel) bilgi böyle değildir. O apaçık bir bilgi
türüdür. İnsan, nefsinin barındırdığı ayetleri irdelemeye uğraşınca ve nefsinin
bütün varlık aşamalarında rabbine muhtaç olduğunu müşahede edince, garip bir
durumla karşılaşır. Nefsinin yücelikle ve ululukla bağlantılı olduğunu,
varlığında, hayatında, ilminde, gücünde, işitmesinde görmesinde, iradesinde,
sevgisinde, diğer sıfatlarında ve fiillerinde; sonsuz derecede değerli, yüce,
güzel, heybetli ve varlık, hayat, ilim, kudret ve diğer bütün kemaller
açısından mükemmel bir varlıkla bağlantılı olduğunu görür.
Şimdiye kadar söylediklerimizin şahidi şu ki,
insanın işi sadece kendi varlığı üzerindedir. Kendi dışına çıkması söz konusu
değildir. Kendi yolunda zorunlu ilerlemesinden başka bir meşgalesi, bir işi
yoktur. Birlikte olduğunu, bir arada yaşadığını sandığı her şeyden kopuk ve
ayrıdır. Yalnız batınını, zahirini ve kendi dışındaki her şeyi kuşatan Rabbi
ile bağlantılıdır. Bunu görünce, insan kalabalık içinde bulunsa bile aslında
yalnız başına Allah ile baş başa olduğunu fark eder. O zaman her şeyden yüz
çevirerek Rabbine yönelir. Her şeyi unutarak Rabbini hatırlar. Hiçbir perde,
hiçbir örtü Allah ile arasına giremez. İşte bu, insan için mümkün olabilen
gerçek marifettir.
Bu marifeti, Allah’ın Allah ile bilinmesi
şeklinde tanımlamak en doğru tanımdır. Dış dünyanın ayetlerini irdeleyerek elde
edilen fikri marifete gelince; bu ister kıyasla, ister sezgi ile, isterse başka
bir yolla elde edilmiş olsun, zihni bir suret aracılığı ile zihni bir surete
yönelik bir marifettir. Oysa yüce Allah’ı hiçbir zihin kuşatamaz, herhangi bir
mahlukunun kavramı O’na denk olamaz. O bundan münezzehtir.”Onlar O’nu ilimleri ile kuşatamazlar.”
Bihar’ul-Envar adlı eserde verilen bilgiye göre
el-İrşad ve el-İhticac adlı eserde Şa’bi’ye dayanılarak Hz. Ali’nin (a.s) bir
konuşmasında şöyle dediği nakledilir: “Yüce Allah, herhangi bir şeyden
saklanmaktan veya herhangi bir şeyin kendisinden saklamasından yüce ve
münezzehtir.”[155]
Ve “Et-Tevhid” adlı eserde İmam Musa Kazım’dan (a.s) şöyle rivayet edilir: İmam
bir konuşmasında şunları da ekledi: “Allah ile yaratıkları arasında O’nun yaratıklarından
başka bir perde yoktur. Eğer Allah perdelenmiş ise, bu görünür bir perde ile
değildir. Eğer Allah örtülü ise bu, somut bir örtü ile değildir. O’ndan başka
ilah yoktur. O büyük ve yücedir.
Yine et-Tevhid adlı eserde rivayet zincirine
yer vererek Abdulala’dan o da İmam Sadık’tan (a.s) bir konuşmasında şöyle
rivayet eder.”Kim Allah’ı bir perde veya bir kavram veya bir örnek aracılığı
ile bildiğini iddia ediyorsa, o müşriktir. Çünkü perde, kavram ve örnek O’nun
dışında şeylerdir, (O’nun kendisi değildirler) O birdir ve birliği
perçinlenmiştir. O’nun birliğini O’nun dışındaki şeyler ile ifade eden kimse,
O’nun birliğini nasıl ifade etmiş sayılabilir? Allah’ı ancak Allah ile bilen,
O’nu bilmiş olur. Allah’ı Allah ile bilmeyen kişi, O’nu bilmiş olmaz, O’nun
dışında bir şey bilmiş olur...” Açıkladığımız anlamda Ehl-i Beyt İmamlarından
gelen rivayetlerin sayısı çoktur. İnşallah bunları A’raf suresinin tefsiri
sırasında ele alıp açıklamaya Allah bizi muvaffak eder.
Ortaya çıktı ki, iç dünyanın ayetlerini
irdelemek en değerli ve eşsiz bir çabadır. Gerçek marifet ancak bu yolla
kazanılır. Hz. Ali’nin (a.s) bu yolu, iki yoldan daha faydalı olarak sayması,
sadece onu kesin bir marifet yolu olarak ilan etmemesi, halk kitlelerinin bu
marifet türüne ermekte yetersiz olmalarındandır.
Gerek Kur’an’ın ve sünnetin hükmü, gerek
Peygamberin (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamlarının (hepsine selam olsun) tutumu, dış
dünyadaki ayetleri irdeleyerek elde edilen imanın kabul edilmesi şeklindedir.
Bu irdeleme yolu müminler arasında aygındır. Dolayısıyla her iki yol da
faydalıdır. Fakat insanın iç dünyasının ayetlerini irdelemesi yolu daha mükemmel
ve daha verimlidir.
Gurer’ul-Hikem ve Durer’ul-Kelim adlı eserde
Hz. Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilir: “Arif, nefsini bilip onu azat eden ve
Allah’tan uzaklaştırıcı şeylerden arındıran kimsedir.”
Ben diyorum ki: Hadiste geçen “onu azat eden”
ifadesi, nefsi tutukluların esaretinden ve aşırı arzuların köleliğinden azat
eden, anlamındadır.
Yine aynı eserde nakledildiğine göre hz. Ali
(a.s) şöyle buyurmuştur: “En büyük cahillik, insanın nefsini tanımamasıdır.”
Yine aynı eserde nakledildiğine göre Hz. Ali
(a.s) şöyle buyurmuştur: “En büyük hikmet, insanın nefsini tanımasıdır.”
Yine aynı eserde nakledildiğine göre Hz. Ali
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini en çok tanıyan kimseler, Rablerinden en çok
korkanlar olurlar.”
Ben diyorum ki: Çünkü nefsini en çok tanıyan
kimseler, Rablerini en iyi tanıyan, kimselerdir. Nitekim yüce Allah, “Allah’tan ancak onun alim kulları haşyet duyarlar.”[156]
buyuruyor.
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “En üstün akıl, kişinin kendini tanımasıdır. Kendini tanıyan akıllı
olur, kendini tanımayan sapıtır.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Kaybettiği bir şeyi ona buna soran, fakat kendini kaybettiği
halde aramayan kimseye şaşarım.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle rivayet
edilir: “Kendini tanımayan kimseye şaşarım. Böyle biri Rabbini nasıl tanıyabilir?
”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet eder: “Marifetin en kamil merhalesi, kişinin kendini (nefsini)
tanımasıdır.”
Ben diyorum ki: Bu marifetin niçin en ileri
derecede bilgi olduğu yukarıda açıklanmıştı. Çünkü bu gerçek marifettir.
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Kendini (nefsini) tanımayan kişi başkasını nasıl tanıyabilir?
”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Kişinin kendini (nefsini) tanıması, onun için yeterli bir tanımadır.
Buna karşılık kişinin kendini bilmemesi, onun için yeterli bir cehalettir.
Yine aynı esere göre Hz. Ali (a.s) şöyle
buyurdu: “Kendini tanıyan kimse başka şeylerle ilgisini keser.”
Ben diyorum ki: “Yani dünya ile ilişkilerini
keser veya insanlardan ayrılarak onlarla ilişkilerini keser ya da her şeyden
ilişkisini keserek sırf Allah’a yönelir.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Nefsini tanıyan kimse, onunla mücadele eder. Nefsini tanımayan
kimse onu başı boş bırakır.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Nefsini tanıyan kimsenin önemi artar, konumu yüce olur.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet eder: “Kendini tanıyan kimse başkalarını daha iyi tanır. Kendini
tanımayan kimsenin başkalarına yönelik cehaleti daha büyük oranda olur.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Kendini tanıyan kimse şüphesiz her marifetin ve ilmin doruğuna
ulaşır.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Kendini (nefsini) tanımayan kimse, kurtuluş yolundan
uzaklaşır, sapıklık ve cehaletler içinde bocalamaya mahkum olur.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Nefsi tanımak marifetlerin en faydalısıdır.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Kendini (nefsini) tanımayı başaran kimse, en büyük kurtuluşa
ermiştir.”
Yine aynı eserde Hz. Ali’den (a.s) şöyle
rivayet edilir: “Nefsinin (kendinin) cahili olma. Çünkü nefisle ilgili marifete
cahil olan kimse her şeyin cahilidir, hiçbir şeyi bilmez.”
Tuhef’ul Ukul adlı eserde, İmam Sadık’ın (a.s),
bir konuşmasında şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Allah’ı kalbi tevehhümler
aracılığı ile tanıdığını zanneden kimse müşriktir. Allah’ı mana ile değil de
sadece isimle tanıdığını zanneden kimse, Allah’a yanlış isnatta bulunduğunu
itiraf etmiş olur. Çünkü isimler hadistir; sonradan meydana gelmiştir.
(Allah’ın künhü ise, kadimdir.) İsme ve manaya kulluk ettiğini zanneden kimse, Allah’a
ortak karar kılmıştır. Allah’a sıfatla ibadet edildiğini (idrakle değil)
zanneden kimse yaptığı kulluğu gaip olan bir şeye havale etmiş olur. (Çünkü
gayıp olan bir şeyi tanımak istediklerinde onu sıfatı vasıtasıyla tanırlar,
idrak vasıtasıyla değil.) Mevsufu sıfata izafe ettiğini sanan kimse, büyük
olanı küçültmüş olur.” “VeAllah’ı
hakkı ile taktir edememişlerdir”
Sözlerinin burasında dinleyenlerden biri İmama,
“Peki tevhide ulaşmanın yolu nasıldır? ” diye sordu. İmam bu soruya, “Araştırma
kapısı açıktır ve çıkış yolunu aramak da mümkündür. Hazır olan varlığı tanımak,
onun sıfatlarından önce olur. Ama gaip olanın sıfatlarını tanımak, zatından
önce olur” cevabını verdi.
İmam’a, “Hazır olan varlık sıfatlarından önce
nasıl tanınabilir? ” diye soruldu. İmam bu soruya şu karşılığı verdi: “Onu
tanır ve bilgisini edinirsin. Nefsini onun aracılığı ile tanırsın. Kendini
kendinle ve kendi vücudunla tanıyamazsın. Bilirsin ki, nefsinde ne varsa O’nun
içindir ve O’nun aracılığı iledir. Tıpkı kardeşlerinin Hz. Yusuf’a (a.s), “Sen
Yusuf olmalısın” demeleri gibi, Hz. Yusuf (a.s) da onlara, “Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşimdir”[157]
karşılığını verdi. Görülüyor ki, kardeşleri
Yusuf Peygamberi başkası aracılığı ile değil, kendisi aracılığı ile tanıdılar.
Ayrıca onu kalplerinin vehimlerine dayanarak ispat etmeye de kalkışmadılar...”
Ben diyorum ki: Hz. Ali’nin (a.s) “Nefsi
tanımak, iki marifetin en faydalısıdır.” Sözü (bu bölümdeki ikinci rivayet)
üzerine şu açıklamayı yapmıştık: İnsan, nefsindeki ayetlerle meşgul olduğu,
dikkatini sırf bunlar üzerine yoğunlaştırdığı zaman, her şeyle ilişkisini
keserek sadece Rabbine yönelir. Bu yoğunlaşmanın ardından, Rabbini aracısız
olarak tanımak ve hiçbir sebebe dayanmayan bir ilim gelir. Çünkü sırf Allah’a
yönelme gerçekleşince, aradaki bütün engeller ortadan kalkar. O zaman insan
Allah’ın azametini ve yüceliğini müşahede ettiği için nefsini unutur. Bu
marifeti, Allah’ın Allah aracılığı ile tanınması diye tanımlamak son derece
uygun olur.
Bu aşamaya gelen kişi, nefsinin gerçek
mahiyetinin farkına varır. Onun Allah’a muhtaç olduğunun, bu mülkiyeti dışına
çıkmasının mümkün olmadığının ve kendinden hiçbir şeyi olmadığının bilincine
varır. İşte İmam Sadık (a.s) “Nefsini O’nun aracılığı ile tanırsın. Kendini
kendinle ve kendi vücudunla tanıyamazsın. Bilirsin ki, nefsinde ne varsa O’nun
içindir ve O’nun aracılığı iledir” sözleri ile bunu demek istemiştir.
Mes’udi’nin İsbat’ul Vasiyyet adlı eserinde Hz.
Ali’nin (a.s) bu hutbesinden nakledilen şu sözleri de bu anlama gelir:
“Allah’ım! Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin. Her şeyi doldurmuşsun ve her
şeyden ayrılmışsın. Hiçbir şey senden boş değildir. Sen istediğini kesinlikle
yaparsın. Yücesin, ey her idrak edilen varlık O’nun yaratığı ve her sınırlı şey
O’nun eseri olan!..”
“Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin. Hangi
göz, senin nurunun aydınlığı karşısında dayanabilir ve senin gücünün ışığının
parıltısına yükselebilir? ! Hangi zihin, o nurun yanında olanı kavrayabilir?!
Hangi anlayış bundan ötesini anlayabilir? Bunu ancak perdelerini kaldırdığın ve
körlük engelini giderdiğin gözler başarabilir. O zaman bu gözlerin ruhları,
ruhların kanatları çevresine yükselerek senin rükünlerinde seninle münacata
girişirler ve senin aydınlığının nurlarına gömülürler. Toprak seviyesinde senin
yüceliğinin seviyesine bakarlar. Bu yüzden melekut ehli onları ziyaretçiler
diye adlandırırken, ceberut ehli onları ummar (ilahi şiarları edenler) diye
çağırırlar.” (İsbat’ul Vasiyye, s. 105)
Bihar’ul Envar adlı eserde –iki senet silsilesi
zikrederek- İrşad-i Deylemi’den nakledilen bir kutsi hadiste şöyle deniyor:
“... Kim benim rızama uygun ameller yaparsa, şu üç hasleti onun ayrılmaz
özellikleri kılarım: Ona içine cehaletin karışmadığı bir şükür, unutkanlıkla
karışık olmayan bir zikir ve yaratıklarımın sevgisini benim sevgime tercih
etmeyeceği bir sevgi öğretirim.
O beni sevince, ben de onu severim. Kalbinin
gözünü celalime açarım. Seçkin kullarımı ondan saklamam. Gecenin zifiri
karanlıklarında ve gündüzün aydınlığında onunla fısıldaşırım. Böylece
yaratıklarla konuşmaz ve insanlarla düşüp kalkmaz olur. Benim ve meleklerimin
konuşmalarını işitmesini sağlarım. Yaratıklarımdan gizlediğim sırlarımı ona
açarım. Ona haya elbisesi giydiririm de bütün yaratıklar kendisinden haya eder.
Yeryüzünde affedilmiş olarak gezer. Kalbini geniş ve basiretli kılarım.
Cennetin ve cehennemin hiçbir yanını ondan saklamam. Kıyamet günü insanların
karşılaşacakları şiddet ve dehşet hakkında, cahilleri, alimleri, zenginleri ve
fakirleri nelerden hesaba çekeceğim konusunda ona marifet veririm. Onu
mezarında uyuttuktan sonra kendisini sorguya çekecek olan Münker ve Nekir adlı
melekleri yanına indiririm. O ölüm acısını, kabir ve lahit karanlığını ve matla
korkusunu (yeniden dirilme) görmez ve yaşamaz. Sonra terazisini kurar,
defterini açıp inceler ve amel defterini sağ yanından veririm, o da onu açılmış
bir şekilde okur. Sonra onunla arama tercüman koymam. İşte beni sevenlerin
sıfatları bunlardır. Ey Ahmed! Çaban bir olsun (düşünce konun tek olsun)
Dilinin, konuştuklarının konusu tek olsun. Bedenini canlı tut, hiç gaflete
düşmesin. Kim benden gafil olursa, onun hangi vadide helak olduğunu umursamam.”
Bu son üç rivayet her ne kadar elimizdeki
konuyla direkt olarak ilgili değillerse de biz onlara şu yüzden yer verdik.
Daha önce değindiğimiz ilkeyi, basiretli ve irdeleyici okuyucularımızın
onaylamasını istedik. O ilke şuydu: Gerçek marifet, fikri bilgi aracılığı ile
tam olarak elde edilemez. Bu rivayetlerde yüce Allah’ın dostlarına mahsus öyle
bağışlardan söz ediliyor ki, bunlar fikri çabalarla kesinlikle kazanılmaz.
Bunlar doğru ve sahih rivayetlerdir. Bunların doğruluğuna ileride A’raf
suresinin tefsiri sırasında geniş bir şekilde açıklayacağımız üzere ilahi kitap
şahittir.”[158]
247. Konu
el-Marifet
Marifet (3)
Allah’ı Tanımak
F
Bihar, 3/1, 1. bölüm; Sevab’ul Muvahhidin
ve’l-Arifin, ve beyan-u Vucubi Marifet ve İlletihi
F
Bihar, 4/212, 4. bölüm; Cevami’ut Tevhid
F
Bihar, 4/62, Ebvab-u Sifatihi
F
Bihar, 6/49, 21. bölüm, Nefyi ma yucebu Neksu
minhu Teala
bak.
F
247. konu, Esmaullah; 147. konu, el-Hilket; 148.
konu, el-Halık; 282. konu, el-Meşiyyet; 18. konu, Allah; el-İlm- 2916 ve 2920.
bölümler; el-İmamet, 144. bölüm
12233. İmam Rıza (a.s) “Allah’a, O’nun
peygamberlerine ve Allah nezdinden gelen şeylere iman etmenin farz oluşunun
sebebi hususunda şöyle buyurmuştur: “Bunun bir çok
illetleri vardır: Bunlardan biri şudur: Her kim aziz ve celil olan Allah’ın
varlığını itiraf etmez, Allah’a isyan etmekten sakınmaz, büyük günahları
işlemekten kaçınmayz; nefsani isteklerine uymaktan, fesattan ve zulümden lezzet
alırsa, bu işlere bulaşır, herkes hiç kimseden korkmaksızın ve sakınmaksızın
heva ve hevesleri peşisıra gidecek olursa şüphesiz bütün insanlar fesada
sürüklenir, birbirinin canına, namus ve malına tecavüz eder... Diğer bir delili
de şudur: “Biz insanların gizlice ve halkın gözünden uzak bir halde fesat ve
suça bulaştığını müşahede etmekteyiz. Dolayısıyla Allah’ın varlığını ikrar ve
gayb aleminden korku olmasaydı hiç kimse halvet ve yalnızlık durumunda nefsani
heva ve hevesleriyle karşı karşıya kalınca hiç kimseden korkmaz ve günahı asla
terk etmezdi.”[159]
12234. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı tanırsa marifeti kemale erer.”[160]
12235. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’ı tanımak marifetlerin en üstünüdür.”[161]
12236. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Büyüyüp
aziz ve celil olan Rabbimi tanımak yerine küçük yaşta ölüp cennete gitmek beni sevindirmez.”[162]
12237. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
insanlar aziz ve celil olan Allah’ı tanımanın değerini bilmiş olsalardı dünya
hayatının cazibelerine kapılmaz, Allah’ın düşmanlarının bile nasiplendirdiği
nimetlerine göz dikmezdi. Dünyaları kendi gözlerinde ayaklarının altındaki
topraktan daha aşağı olurdu. Allah’ı tanıma nimetine erişir ve sürekli olarak
cennet bahçelerinde olan Allah’ın veli ve dostlarıyla birlikte bulunan kimse
gibi bundan lezzet alırlardı. Şüphesiz Allah’ı tanıma her yalnızlığın ünsiyeti,
her kimsesizin sahibi, her karanlığın nuru, her zayıflığın gücü ve her
hastalığın şifasıdır.”[163]
12238. İmam Ali (a.s) meleklerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “İmanın hakikatleri,
kendileriyle Hak marifeti arasında bir bağ kurmuştur. Allah’a yakinleri onları
her şeyden kesip koparmış, O’na yöneltmiştir. O’ndakileri isteyişleri,
başkasındakileri isteyişlerine engel olmuştur. O’nu tanımanın tadını almışlar,
sevgisini kana kana içmişlerdir.”[164]
12239. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
meyvesi Allah’ı tanımadır.”[165]
12240. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
kendisini tanıyanın dostu ve sözde Allah’ı tanıdığını iddia edenin düşmanıdır.”[166]
bak. el-Bihar, 3/1, 1. Bölüm
12241. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
hakkında ilim sahibi olmak iki ilmin en üstünüdür.”[167]
12242. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İşlerin
en üstünü Allah hakkında ilim sahibi olmaktır; (zira) ilim ve marifet olduğu
taktirde –az veya çok- amelin sana faydası olur. Ama cehalet olduğu zaman
(Allah hakkında) ne amelin azlığı sana fayda verir ne de çokluğu.”[168]
12243. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin kalbinde Allah-u Teala hakkında ilim yer ederse onda Allah’ın
yaratıklarından ihtiyaçsızlık yer eder.”[169]
bak. el-İlm, 2920, 2916. Bölümler
12244. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifetin
azlığı (bile) dünyadan yüz çevirmeye neden olur.”[170]
12245. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin marifeti doğru olursa ruhu ve iradesi bu fani dünyadan yüz çevirir.”[171]
12246. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı tanırsa Allah’tan korkar ve her kim Allah’tan korkarsa dünyayı terk
eder.”[172]
12247. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifetin
meyvesi fani dünyadan yüz çevirmektir.”[173]
12248. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “(Allahım!) bizleri senin zikrinle
meşgul olup şehvetlerden yüz çeviren ve marifetinin nurları sebebiyle kudret
talebi etkenlerine muhalefet eden kimselerden kıl.”[174]
12249. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rabbini
tanıdığı halde ebedi yurt için çalışmayan kimseye şaşarım.”[175]
12250. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşini
düşünmüş ve nefsini tanımış isen dünyadan yüz çevir, dünyada züht içinde yaşa.
Şüphesiz dünya mutsuzların yurdudur, mutluların yurdu değil. Dünyanın sevinci
yalan, süsü aldatıcı, bulutları dağınık ve bağışları geri döndürücüdür.”[176]
12251. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini
tanıdığı halde fani dünya ile ünsiyet kuran kimseye şaşarım.”[177]
12252. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim münezzeh olan Allah’ı tanırsa asla mutsuz olmaz.”[178]
12253. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı tanırsa yalnız kalır.”[179]
12254. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı tanırsa sakınır.”[180]
12255. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratıklarından,
Allah’ın kaza ve kaderi karşısında en çok teslim olması gereken kimse aziz ve
celil olan Allah’ı tanıyan kimsedir.”[181]
12256. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı tanır, azametini anlarsa; ağzını (yanlış) konuşmaktan, midesini (fazla
ve haram) yiyecekten korur gece namazla ve gündüz (oruçla) nefsini sıkıntıya
düşürür.”[182]
12257. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yüceliğini, azametini bilenlerin büyüklük taslamamaları gerekir. O’nun
büyüklüğünü tanıyanların yücelmeleri, ancak ona karşı tevazu göstermeleriyle
mümkün olur.”[183]
12258. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer
Allah’ı hakkıyla tanıyacak olsanız şüphesiz dualarınızla dağlar yerlerinden
sökülür.”[184]
12259. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer
Allah’ı hakkıyla tanıyacak olsanız şüphesiz denizlerin üzerinde yol yürürdünüz
ve dualarınızla dağlar yerlerinden sökülürdü.”[185]
bak. Eş-Şia, 2155. Bölüm; 9969. Hadis; 564.
Konu, el-Yakin, 2513. Bölüm
12260. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’ı tanıyan kimsenin kalbinin Allah’a korku ve ümitten boş olmaması
yakışır.”[186]
12261. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’ı tanıyan kimseye, nezdinde olan şeylere yönelmesi yakışır.”[187]
12262. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı
tanıdığı halde korkusu şiddetli olmayan kimseye şaşarım.”[188]
12263. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifetin
nihayeti haşyettir. (Allah’tan korkudur)”[189]
12264. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
nihayeti, münezzeh olan Allah’tan korkmaktır.”[190]
12265. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
nefsini en çok tanıyanı Rabbinden en çok korkandır.”[191]
12266. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı daha çok tanırsa, Allah’tan daha çok korkar.”[192]
bak. el-Hevf, 1135. Bölüm,; el-İlm, 2883. Bölüm
12267. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
Allah’ı en çok bilen kimse, şüphesiz aziz ve celil olan Allah’ın kaza ve
kaderinden en çok hoşnut olan kimsedir.”[193]
12268. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
Allah’ı en çok bilen kimse, Allah’tan en çok niyazda bulunandır.”[194]
12269. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
Allah’ı en çok tanıyan kimse, insanların özrünü –her ne kadar kendilerinde bir
özür bulunmasa da- en çok kabul eden kimsedir.”[195]
12270. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arif
kimse, nefsini tanıyıp onu özgür kılan
ve kendisini Allah’tan uzaklaştırıp helak eden her şeyden münezzeh kılan
kimsedir.”[196]
12271. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arifin
yüzü, sevinçli ve güleçtir. Kalbi ise korkulu ve hüzünlüdür.”[197]
12272. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
güven ki arif olasın.”[198]
12273. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
arif insan dünyayı hoş görmez.”[199]
12274. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
akıllı insan gamlı ve her arif insan hüzünlüdür.”[200]
12275. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arif
bir akıl ve (dünyadan) yüz çeviren bir nefis dışında münezzeh olan Allah
nezdinde hiçbir şey temiz değildir.”[201]
12276. Misbah’uş Şeria’da yer aldığı üzere İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arif kimsenin cismi
insanlar arasındadır. Kalbi ise Allah-u Teala iledir. Eğer göz açıp kapatıncaya
kadar da olsa kalbi Allah’tan gaflet edecek olursa, Allah’a duyduğu iştiyaktan
can verir.”[202]
12277. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İştiyak,
ariflerin halis dostudur.”[203]
12278. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Korku
ariflerin gömleğidir.”[204]
12279. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
uzak düşmenin korkusuyla ağlamak, ariflerin ibadetidir.”[205]
12280. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
şeyin bir madeni vardır. Takvanın madeni ise ariflerin kalpleridir.”[206]
12281. Resulullah (s.a.a), bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Ey irade edenlerin irade ettiği şeyin
nihayeti! Ey ariflerin himmetinin nihayeti!”[207]
12282. Resulullah (s.a.a), hakeza bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey ariflerin kalbinden uzak olmayan
kimse! ”[208]
12283. İmam Kazım (a.s), marifetin en düşük
mertebesi sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kendisinden
başka ilah olmadığını, O’nun bir benzeri ve dengi olmadığını, Allah’ın kadim,
sabit (değişmez), mevcut, yok olmayan ve şüphesiz kendisi gibi bir şey
bulunmayan bir varlık olduğunu itiraf etmektir.”[209]
12284. İmam Kazım (a.s), kendisinden daha
azıyla yaratıcıyı tanımanın mümkün olmadığı şey sorulunca şöyle yazmıştır: “Hiçbir
şey onun gibi değildir, o sürekli duyan, bilen ve görendir. O, irade ettiği
şeyi yapandır.”[210]
12285. İmam Bakır (a.s), kendisinden daha
azıyla yaratıcıyı tanımanın mümkün olmadığı şey sorulunca şöyle buyurmuştur: “O’nun
gibi bir şey olmadığına, O’nun bir benzeri bulunmadığına, sürekli bilen, gören
ve duyan olduğuna inanmaktır.”[211]
bak. el-Bihar, 3/267, 10. Bölüm; el-İman, 283.
Bölüm
12286. İmam Sadık (a.s), kendisine “Resulullah
(s.a.a), Rabbini bir şekilde gördü ve müminler de Rabbini cennette bir şekilde
görecektir” rivayetini soran Muaviye b. Veheb’e tebessüm ederek şöyle
buyurmuştur: “Ey Muaviye! Yetmiş veya seksen yıl
Allah’ın mülkünde yaşadığı ve nimetlerinden istifade ettiği halde, Allah’ı
hakkıyla tanımaması bir insan için ne
kadar da çirkindir.”[212]
12287. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adamın
biri Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna geldi ve şöyle arzetti: “İlmin başı
nedir?” “Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ı layık olduğu şekliyle tanımaktır.” O
şahıs şöyle arz etti: “O’nu hakkıyla tanımak nedir? ” Allah Resulü şöyle
buyurdu: “O’nu eşsiz ve benzersiz bilmen, O’nu tek yaratıcı, güçlü, ilk, son,
aşikar ve gizli bir ilah olarak bilmen ve onun bir dengi ve benzeri olmadığını
kabul etmendir. Allah’ı hakkıyla tanımak işte budur.”[213]
12288. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Bedevi
birisi, Allah Resulü’ne (s.a.a) gelerek şöyle arz etti: “Ey Allah’ın Resulü!
Bana ilmin ilginçliklerinden öğret” Allah Resulü şöyle buyurdu: “İlmin başına
ne yaptın ki ilmin ilginçliklerini soruyorsun.” O şahıs şöyle arz etti: “İlmin
başı nedir ey Allah’ın Resulü!” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Allah’ı hakkıyla
tanımaktır.” O şahıs şöyle arz etti: “Allah’ı hakkıyla tanımak da nedir?” Allah
Resulü şöyle buyurdu: “O’nu eşsiz, benzersiz ve denksiz bilmen, tek, bir,
zahir, batın, ilk ve son ilah bilmen, eşi ve benzeri bulunmadığını ikrar
etmendir. O’nu hakkıyla tanımak budur.”[214]
12289. İmam Zeyn’ül Abidin (a.s), tevhid
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah, ahir zamanda derin düşünceli kimselerin olacağını
biliyordu. Bu yüzden “Kul huvallahu ahed, Allah’us samed” (İhlas) suresi ve
Hadid suresinin (ilk) ayetlerinden, “Ve huve alimun bizatihi’s sudur” (O
göğüslerde olanları bilir) ayetine kadar nazil buyurdu. O halde her kim
bunlardan daha fazlasını arıyorsa, şüphesiz helak olur.”[215]
12290. İmam Seccad (a.s) bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Seni seninle tanıdım. Sen beni kendine
kılavuzluk ettin ve kendine doğru çağırdın. Eğer sen olmasaydın ben senin ne
olduğunu bilemezdim.”[216]
İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir rivayette
ise şöyle yer almıştır: “Biliniz ki Allah
kendisi hakkında size verdiği marifetle sizlere delil ve hüccet ikame
etmiştir.”[217]
12291. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı bir hicapla veya bir suretle veya bir misal ve heykelle tanıdığını
sanıyorsa müşriktir. Zira hicap/perde misal ve suret ondan gayridir. O tek ve
yeganedir. O halde O’nu O’ndan başkasıyla tanıdığını söyleyen kimse nasıl
Allah’ı birlemiş (tek olarak kabul etmiş) olabilir? Allah’ı bizzat Allah’la
tanıyan kimse Allah’ı tanımıştır. O halde Allah’ı Allah ile tanımayan kimse onu
tanımamıştır. Aksine ondan başka bir varlığı tanımıştır... Her yaratık sadece
Allah ile bir şeyi derkeder ve Allah’ı tanımanın derki sadece Allah ile
mümkündür.”[218]
12292. İmam Ali (a.s) kendisine, “Rabbini nasıl
tanıdın? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “O’nun
bana kendisini tanıtmasıyla tanıdım.” Kendisine, “Nasıl kendisini sana
tanıtmıştır? ” diye sorulunca da şöyle buyurmuştur: “O’nun gibi hiçbir suret
yoktur. O duyu organlarıyla tanınamaz ve insanlarla kıyas edilemez.”[219]
12293. Mensur bin Hazim şöyle diyor: “İmam
Sadık’a (a.s) şöyle arz ettim: “Ben bir grupla tartıştım ve onlara şöyle dedim:
“Azameti yüce olan Allah yaratıklarıyla tanınmaktan daha yüce, aziz ve ulvidir.
Aksine yaratıkları O’nunla tanınır.” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Allah’ın
rahmeti senin üzerine olsun.”[220]
12294. İmam Ali (a.s) kendisine, “Allah’ı
Muhammed’le mi tanıdın? Yoksa Muhammed’i aziz ve celil olan Allah’la mı
tanıdın?” diye soran Caselik’e şöyle buyurmuştur: “Ben
Allah’ı Muhammed (s.a.a) ile tanımadım. Aksine Muhammed’i aziz ve celil olan
Allah’la tanıdım. Zira Allah onu yaratmış ve onda uzunluk ve genişlik gibi bir
takım sınırlar belirlemiştir. O halde O’nun müdebbir olan birinin eliyle
yaratıldığını bildim ve bu bilgi Allah’ın kılavuzluğu, ilhamı ve isteğiyle
gerçekleşti. Aynı şekilde kendi itaatini de meleklere ilham etmiş ve kendini
onlara benzersiz ve niteliksiz olarak tanıtmıştır.”[221]
12295. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı
Allah ile, Resulü risaletiyle, emir sahibini iyilikleri emredişi, adaleti ve
ihsanıyla tanıyınız.”[222]
Kuleyni bu hadisi naklettikten sonra şöyle
buyurmuştur: “İmam Ali’nin, “Allah’ı Allah’la
tanıyın” sözünün anlamı şudur: Allah şahısları, nurları, cevherleri (tözleri)
ve a’yanı (bedenler) yaratmıştır. A’yan bedenlerden ibarettir. Cevherler
(tözler) ise ruhlardan ibarettir. Aziz ve celil olan Allah ne bir cisme benzer
ne de ruhlardan herhangi biriyle benzerliği vardır. Hiç kimsenin hassas ve derk
edici ruhları yaratmada bir işi ve sebebi (müdahalesi) yoktur O tek başına
ruhları ve cisimleri yaratmıştır. O halde her kim bu iki benzerliği, yani
Allah’ın bedenlere ve cismani varlıklara benzemesi ile ruhlara benzerliğini
nefyederse (reddederse) Allah’ı Allah’la tanımış olur. Ama onu ruha veya cimse
veya nura teşbih ederse Allah’ı Allah’la tanımamıştır.”[223]
Saduk (r. a) ise, “Aziz ve celil olan Allah
ancak kendisiyle tanınabilir” babındaki hadisleri naklettikten sonra şöyle
yazmaktadır: “Bu konuda doğru söz şöyle denmesidir: “Biz
Allah’ı Allah’la tanımış bulunmaktayız. Zira eğer O’nu akıllarımızla tanımış
olursak bu akılların bizzat kendisi Allah’ın bağışladığı bir şeydir. Eğer
peygamberleri melekleri ve hüccetleri vasıtasıyla tanıyacak olursak onları
uyandıran, gönderen ve hüccetleri olarak seçen bizzat aziz ve celil olan
Allah’ın kendisidir. Ama eğer Allah’ı nefislerimiz ile tanıyacak olursak nefislerimiz
de Allah’ın yaratıklarıdır. O halde (her haliyle) biz Allah’ı Allah’la tanımış
bulunmaktayız.”[224]
bak. el-Bihar, 3/273-275
bak. 2600. Bölüm, el-Huccet, 710. Bölüm
12296. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
şey hakkında düşününüz ama Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz.”[225]
12297. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yaratışı hakkında düşününüz ama Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz ki helak
olursunuz.”[226]
12298. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yaratıklarını düşününüz yaratıcıyı düşünmeyiniz. Zira sizler Allah’ın azametini
ve kadrini taktir edemezsiniz.”[227]
12299. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
zatı hakkında düşünmekten sakınınız. Zira Allah’ı düşünmek sadece şaşkınlığı ve
sapmayı artırır. Aziz ve celil olan Allah’ı şüphesiz ne gözler derk edebilir ve
ne de Allah miktarla (nicelikle) nitelendirilebilir.”[228]
12300. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ın keyfiyeti (niteliği) hakkında düşünürse helak olur.”[229]
12301. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Süleyman! Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz her şeyin nihayeti Rabbindir.”
O halde söz Allah’a dayanınca sakının.”[230]
12302. Bir gün Allah Resulü (s.a.a) tartışan
bir grubun yanından geçti ve onlara, “Ne hakkında tartışıyorsunuz? ” diye
buyurdu. Onlar, “Aziz ve celil olan Allah’ın yaratışı hakkında düşünüp
tartışıyoruz” deyince o hazret (Resulullah) şöyle buyurmuştur: “Bu
işi yalnızca Allah’ın yaratıkları hakkında düşününüz ama Allah’ın zatı hakkında
sakın düşünmeyiniz.”[231]
12303. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ın zatı hakkında düşünürse ilhada ve inkara düşer.”[232]
12304. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ın zatı hakkında düşünürse zındık/kafir olur.”[233]
12305. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllar
onun idrakinin dev dalgaları karşısında delalete düşmüştür.”[234]
12306. İmam Ali (a.s) Allah’ı övme hakkında
şöyle buyurmuştur: “Tedbirinin ilginçlikleri sebebiyle O
gören kimseler için aşikardır. İzzetinin azameti sebebiyle de vehme
kapılanların düşüncesinden gizlidir.”[235]
Bak. El-Bihar, 3/257, 9. Bölüm, Kenz’ul Ummal,
1/237, el-Fikr; 3256. Bölüm
12307. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) ne zaman “Eğer
Allah’ın nimetlerini sayarsanız tümüyle sayamazsınız”
ayetini okuyunca şöyle buyururdu: “Nimetlerini
tanımaktan aciz olduklarını bilecek miktar dışında nimetlerini tanımanın gücünü
hiç kimseye vermeyen Allah münezzehtir. Nitekim Allah’ı derk edemeyeceğini
bilecek miktar dışında idrakinin marifetini de hiç kimseye vermemiştir.
Dolayısıyla aziz ve celil olan Allah’ı tanımaktan aciz olduğunu bilen
kimselerden bu miktarda marifeti kabul buyurdu. Ve onların kendisini tanımaktan
aciz oluşlarını onlar için bir şükür kıldı. Nitekim onu idrak edemedikleri
hususundaki alimlerin ilmini de iman karar kıldı.”[236]
12308. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bil
ki ilimde derinleşenler; örtülüp gizlenmişleri tefsir etme hususunda bütün
bilgisizliklerini ikrar edişlerinin, kendilerini büyük gayb kapılarına
girmekten müstağni kıldığı kimselerdir. İlimleriyle kuşatıp-kavramadıkları
şeylerdeki acizliklerini itiraf etmeleri sebebiyle Allah da onları övmüştür.
Allah, onların künhünden bahsetmekle mükellef kılınmadıkları şeylerde
derinleşmemelerini, “ilimde derinleşme” olarak isimlendirir.”[237]
12309. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Akıllar senin cemalinin künhüne
(hakikatine) ermekten aciz kaldı. Gözler veçhinin azametini ve nurunu görmeye
tahammül edemedi. Sen yaratıkların için marifetinden acizlik dışında kendi
marifetine bir yol kılmadın.”[238]
12310. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çünkü
biz senin azametinin künhünü hakkıyla bilemeyiz. Ancak biz, Hayy ve Kayyum
olduğunu, uyku ve uyuklamanın seni tutmadığını biliyoruz. Sana hiç bir bakış
ulaşamaz. Hiç bir göz seni idrak edemez.”[239]
12311. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
künhü kendisiyle yaratıklarının arasını ayırandır.”[240]
12312. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Saltanatının
eserlerini, yüceliğinin celalini açıklayan, gücünün harikalığı ile yarattığı
şeylerde akılları hayrete düşüren ve sıfatının künhünü kavramak için uğraş verenlerin
çabalarını alıkoyan Allah’a hamdolsun.”[241]
12313. İmam Ali (a.s) meleklerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar senin
katındaki yerlerindedir, yerleri senin yanındadır. İstekleri sende toplanır. İtaatlerinin
hepsi sanadır. Emrinden gafletleri azdır. O halde kendilerine gizli olan
hakikatinin künhüne de erseler, amellerini hiçe sayıp kendilerini kınarlar,
kendilerinin sana gereği gibi ibadet ve itaat etmediklerini anlarlar.”[242]
12314. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
rububiyetinin kalp veya göz ihatasıyla sabit kılınmasından çok daha yücedir.”[243]
12315. İmam Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın Gözler
onu derk edemez” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Buradaki ihatadan maksat vehmin
ihatasıdır.”[244]
12316. İmam Cevad (a.s) hakeza bu ayet hakkında
şöyle buyurmuştur: “Kalplerin evhamı gözlerin bakışlarından
daha incedir. Bazen sen vehim gücünle Sind, Hind ve görmediğin ve gitmediğin
ülkeleri derk edersin. Oysa gözlerinle O’nu görmüyorsun ve derk etmiyorsun. O
halde bırakın gözlerin bakışlarıyla gönüllerin vehimleriyle bile Allah derk edilemez.”[245]
12317. İmam Rıza (a.s) münezzeh olan Allah-u
Teala’nın sıfatları hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah
gözün kendisini derk etmesinden, vehmin kendisini ihata etmesinden ve aklın
kendisini elde etmesinden daha yücedir.”[246]
12318. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
sıfatlarının hakikatine erişilmesinden daha büyük, daha yüce ve daha üstündür.
O halde onu kendisini nitelendirdiği gibi nitelendirin ve bunun dışındaki
şeylerden sakının.”[247]
12319. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisi
gibi bir yaratığı nitelendirmekten aciz olan kimse kendi ilahını nasıl
nitelendirebilir? ”[248]
12320. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eşi
olmakla nitelendirilemez. Tecrübe ve alıştırmayla yaratmaz, duygularla idrak
edilmez...Ey Rabbini anlatma zahmetini üstlenen kimse! Eğer doğru isen;
Cebrail’i, Mikail’i ve O’na yakın kılınmış mukaddes mekanlarda güzel
yaratıcılarının vasfıyla, O’nun heybetinden kendinden geçmiş olarak hayretler
içinde duran melekler ordusunu anlat. Ancak şekilleri ve uzuvları olanlar,
zamanlarını bittiğinde yokluğa erişenler sıfatlarla derk edilebilirler.”[249]
12321. İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratıcı
kendisinin nitelendirdiği şeklin dışında nitelendirilemez. Duyu organlarının
derk edemediği, vehimlerin kendisine ulaşamadığı, düşüncelerin tanımlamaktan
aciz kaldığı ve gözlerin kendisini ihata etmediği bir yaratıcı nasıl
nitelendirilebilsin ki? Allah nitelendirenlerin nitelendirdiklerinden yücedir
ve kendisini övenlerin övgülerinden ulvidir.”[250]
12322. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vehimler
O’nun sıfatlarından birini derk edemez ve kalpler O’nun niteliklerinden birini
anlayamaz.”[251]
12323. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim
vasıflandırırsa sınırlar, sınırlayan saymış olur, sayan ise O’nun ezeli
olduğunu inkar etmiş olur. “Nasıl? ” diyen onu vasıflandırmaya kalkmış;
“nerede” diyen mekanda sanmıştır.”[252]
12324. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce
himmetler O’nu derk edemez, akıl-zeka denizine dalanlar O’na erişemez. O’nun
sıfatlarının belli bir sınırı yoktur... O’nu tanımayan O’na işaret eder. O’na
işaret eden O’nu sınırlamış, mahdut kılmış olur. O’nu mahdut kılan O’nu saymış
olur. “Neyin içindedir? ” diyen O’nu bir şeyde sanır. (O’na mekan isnat eder. )
“Neyin üstündedir? ” diyen yerleri O’ndan boş bilmiş olur.”[253]
12325. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akılları
sıfatlarının sınırlarından/nihayetinden haberdar kılmamış (ve buna rağmen)
akılları farz miktarınca marifetinden alıkoymamıştır.”[254]
12326. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllar
O’nun için bir sınır koyamaz ki bir şeye benzetilmiş olsun ve vehimler
kendisine bir ölçü tayin edemez ki kendisi için bir benzer düşünülsün.”[255]
12327. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd,
vehimleri varlığı[256]
dışında hakikatini derkten aciz bırakan ve akılları eşi ve benzeri olmadığından
dolayı hayal etmekten alıkoyan Allah’a mahsustur. ”[257]
12328. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce
himmetlerin kendisine erişemediği ve zeki insanların tahminle ulaşamadığı Allah
temiz ve yücedir.”[258]
12329. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zihinler
O'nu duyu organları olmaksızın kavrar, yaratıkları huzurda görmeden O'na
tanıklık eder. Vehimler onu kuşatmaz. O, vehimlere/düşüncelere azametiyle tecelli
etmiştir.”[259]
12330. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Tevhid
dinin yarısıdır.”[260]
12331. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevhid
nefsin/ruhun hayatıdır.”[261]
12332. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
tevhid hususunda üç grupturlar: Tevhide inananlar, tevhidi reddedenler ve Allah
için bir eş ve benzer koşanlar. İnkar edenler batıldır (kafirdir), ispat
edenler mümindir, eş ve benzer kılanlar ise müşriktir.”[262]
12333. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
insanlar için tevhit hususunda üç mezhep vardır: Tevhidi bir benzetme yoluyla
ispat eden mezhep, tevhidi inkar eden mezhep ve tevhidi (yaratıklarına)
benzetmeden ispat eden mezhep. Tevhidi ispat eden mezhep doğru değildir.
Tevhidi inkar eden mezhep de doğru değildir. Doğru olan yol üçüncü yoldur, yani
tevhidi benzetmeksizin ispat eden mezheptir.”[263]
12334. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
ibadetin evveli Allah’ı tanımak, adı yüce Allah’ı tanımanın aslı Allah’ın bir
olduğuna inanmak, Allah’ın bir olduğuna inanmanın düzeni Allah’ı
sınırlandırmayı reddetmektir. Zira tüm akıllar her sınırlı varlığın yaratık
olduğuna tanıklık etmektedir.”[264]
12335. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah’a ibadetin evveli O’nu tanımak, O’nu tanımanın aslı O’nu birlemek, O’nu birlemenin
düzeni O’ndan sıfatları reddetmektir. Zira akıllar her sıfat ve mevsufun
(nitelik ve nitelendirilenin yaratık olduğuna) ve her yaratığın bir yaratıcısı
olduğuna tanıklık etmektedir.”[265]
12336. İmam Sadık (a.s) birisine şöyle
buyurmuştur: “Ama tevhide gelince; kendin için uygun
gördüğün şeyleri Allah hakkında uygun görmemendir. Adalete gelince; şüphesiz
adalet yaratıcının seni kınadığı bir şeyi isnat etmemendir.”[266]
12337. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevhid
O’nu vehimle tanımaya çalışmamandır.”[267]
12338. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Tevhidin
zahiri, batınında batını ise zahirindedir. Zahiri görünmeyen mevsuf, batını ise
gizli olmayan varlıktır. Her yerde talep edilir. Göz açıp kapayıncaya kadar
hiçbir yer ondan boş olmaz, hiçbir sınırlandırmaya maruz kalmaksızın hazırdır
ve asla kaybolmaksızın gaiptir.”[268]
bak. el-Bihar, 3/198, 6. Bölüm
Kur’an:
“Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: “Benden başka
ilah yoktur, bana kulluk edin” diye vahyetmişizdir.”[269]
12339. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En
hayırlı ibadet “la ilahe illallah” sözüdür.”[270]
12340. Resulullah (s. a. ) şöyle buyurmuştur: “Ne
ben ve ne de benden öncekiler “la ilahe illallah” gibi bir söz söylemiş
değiliz.”[271]
12341. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç
bir şeyin sevabı “la ilahe illallah”a tanıklık etmenin sevabından daha büyük
değildir. Zira hiçbir şey aziz ve celil olan Allah’a denk değildir. Ve hiçbir
şey işlerinde O’na ortak olamaz.”[272]
12342. Resulullah (s.a.a) tesbihat-i erbaa’nın
(Subhanallahi ve’l hamdu lillahi vela ilahe illallahu vellahu ekber) zikrinin
anlamı hakkında şöyle buyurmuştur: “La ilahe
illallah cümlesinden maksat Allah’ın vahdaniyeti ve birliğidir. Allah amelleri
sadece vahdaniyeti vasıtasıyla kabul eder. “la ilahe illallah” takva
kelimesidir. Allah kıyamet günü (kulların amellerinin tartıldığı) terazileri
onunla ağırlaştırır.”[273]
bak. el-İman, 265. Bölüm; el-Cennet, 548 ve 549
bölümler
12343. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka ilah olmadığına tanıklık etmek imanın zaruri inancıdır ve ihsanın
anahtarıdır.”[274]
12344. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka ilah olmadığına şehadette bulunurum... zira bu tanıklık imanın zaruri bir
inancı, ihsanın anahtarı, Rahmanın hoşnutluğu ve şeytanın uzaklaştırılmasıdır
(helak oluşudur.)”[275]
12345. İmam Ali (a.s) meleklerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Kuşku kıvılcımları
dal budaklarıyla, azimli imanlarını hedef almamıştır. Zanlar, yakinlerinin
köklerine nüfuz etmemiştir.”[276]
Kur’an:
“Allah'la
berâber, varlığına hiçbir delili olmadığı halde başka ilaha tapanın hesabını
Rabbi görecektir. Küfredenler elbette kurtulamazlar.”[277]
12346. İmam Rıza’ya (a.s) Seneviyye mezhebinden
(Allah’ın iki ilah olduğuna inanan) birisi şöyle arzetti: “Ben
Şöyle diyorum: Alemi vücuda getiren iki ilahtır. O’nun bir ilah olduğu
hususundaki delil nedir? ” İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: “Senin O’nun iki ilah
olduğunu söylemen O’nun bir ilah olduğunun delilidir. Zira senin ikinci ilah
olduğunu iddia etmen bir ilahın varlığını sabit kılmandan sonradır. O halde bir
ilahın varlığı hususunda ittifak vardır. Birden fazlası hususunda ihtilaf
edilmiştir.”[278]
12347. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
sonuca varmak için kafanı yorarsan, karıncaları yaratının, hurma ağaçlarının
yaratıcısından başkası olmadığına erişirsin. Çünkü o (bütün farklılıklarına
rağmen) her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş ve her canlıyı farklı
özelliklerde yaratmıştır. Kalın-ince, ağır-hafif, güçlü-zayıf yaratılışta hepsi
birdir.”[279]
12348. İmam Sadık (a.s), bir zındıkla yaptığı
tartışmasında şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah’ın
iki tane olduğunu söylersen bu da iki halden dışarı değildir: Ya her ikisi de
her yönden aynıdır, yada tüm yönlerden farklıdır. Biz yaratılışın düzenli
olduğunu, feleğin (semavi cisimlerin) belli bir yörüngede hareket ettiğini,
gece ve gündüzün birbiri ardınca gelidiğini, güneş ve ayın düzenini
görmekteyiz. İşlerin uyumu, tedbiri ve işin doğruluğu, müdebbirin bir tek
olduğuna delalet etmektedir. Ama eğer Allah’ın iki tane olduğunu iddia edersen
ikisi arasında, onların iki tane olması için aralarında bir mesafenin olması
gerekir. Bu taktirde o mesafe de onların kadim oluşuyla kıdemlilik (ezeliyet) elde
eden üçüncü bir ilah olacaktır ve neticede üçüncü bir ilahın varlığını da kabul
etmek gerekir. Eğer üç ilahın olduğunu iddia edersen, iki ilaha inanma
hususunda söylediğimiz şey burada da gerekli olur. Yani onlar arasında da bir
mesafenin olması lazımdır. Bu durumda da beş ilahın varlığı zorunlu olur. Bu
esas üzere ilahların varlığı sonsuza dek uzar. (Dolayısıyla teselsül batıl
olduğu için birden başka ilah yoktur.)”[280]
12349. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Allah’ın
bir olduğunun delili nedir? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Yaratıkların
ihtiyacı.”[281]
bak. Tefsir’ul Mizan, 7/85, 12/275,288
Kur’an:
“Allah evlat edinmemiştir; O’nunla birlikte hiçbir ilah
yoktur, olsaydı, her ilah kendi yarattığı ile berâber gider ve birbirinden
üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.”[282]
12350. Ali b. İbrahim’in tefsirinde şöyle yer
almıştır: “Daha sonra aziz ve celil olan Allah iki
ilahın varlığına inanan Seneviyecileri
reddetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah evlat edinmemiştir ve onunla
beraber bir ilah da yoktur.” Yani şöyle demiştir: “Eğer sizin sandığınız
gibi iki ilah olursa onlardan her biri diğerine üstün olmak ister. Eğer
onlardan biri bir insan yaratmak ister ve diğeri de onun aksine bir hayvan
yaratmak isterse, her birinin irade ve isteğinin diğeriyle farklı olması
sebebiyle bir anda hem insan ve hem de hayvan yaratılmış olur. Bu da en büyük
imkansızlıklardan biridir. Bu varsayım batıl olduğu için ve aralarında da
ihtilaf olmadığı için iki ilahın varsayımı batıldır ve birden fazla ilah
yoktur. Bu tedbir, varlıkların her birinin diğerine dayanması ve bağlılıkları yaratıcının
bir olduğunun delilidir. Aziz ve celil olan Allah’ın, “Evlat edinmemiştir”
sözünün anlamı da budur. Hakeza şu ayet de aynı anlamı ifade etmektedir: “Eğer
yer ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, şüphesiz her ikisi de (düzen
açısından) bozulurdu.”[283]
El-Mizan tefsirinde Allah-u Teala’nın, “O
zaman her ilah yarattığıyla bir tarafa giderdi” ayeti
hakkında şöyle yer almıştır: “Bu ayet mümkün olmadığının beyanı yoluyla birden
fazla ilahın olamayacağının delilidir. Zira birden fazla ilahın varlığı sadece
aralarında uluhiyet ve rububiyetleri anlamında birlik olmayacağı şeklinde bir
tür ayrılığın varlığıyla mümkündür. Allah’ın, varlığın bir bölümünde ve
türlerin bir türündeki rububiyetinin anlamı, işinde tümüyle bağımsız
olabileceği ve kendi rububiyet alanında hiçbir şeye hatta varlığın o bölümünün
idaresini kendisine bırakan kimseye bile muhtaç olmayacağı bir şekilde o
varlığın o bölümünün veya türünün tedbir işini o ilaha bırakmasıdır. Açıkça
bilindiği gibi birbirinden ayrı ve farklı iki işten sadece farklı ve ayrı iş
ortaya çıkar.
Bu varsayımın gereği olarak her ilah kendi
tedbir işinde bağımsız olmalı ve varlık aleminde geçerli olan tedbir türleri
arasında birlik ve bağlılık ilişkisi birbirinden kopmuş olmalıdır. Örneğin
insani dünyaya hakim olan düzen; hayvan, bitki, kara, deniz, çöl, dağ, zemin,
gök ve diğer şeylerde geçerli olan düzenlerden ayrı ve kopuk olmalıdır. Ve
bunların her birisi de diğerinden ayrı ve kopuk olmalıdır. Bu da elbette
göklerin, yerin ve varlıkların arasındaki düzenin kopup dağılmasına sebep olur.
Oysa varlık düzeninin bütünselliği, parçalarının onun birbiriyle olan uyumu ve
üzerlerine hakim olan tedbirin birbirlerine bağlılığı bunun tam aksini
söylemektedir.
Dolayısıyla, “O
zaman her ilah yaratıklarıyla bir tarafa giderdi” ayetinin
manası da budur. Yani ilahlar her birinin ortaya koyduğu tedbir sebebiyle
birbirinden ayrılırlardı.
“...bazısı bazısından üstün olmaya çalışırdı” cümlesi
de birden fazla ilahın varlığından ortaya çıkan bir başka sakıncadır ve birden
fazla ilahın varlığını reddeden bir başka delildir. Bunun açıklaması şöyledir:
Varlık alemine hakim olan kanun ve tedbirler birbirinden farklıdır. Bazı
tedbirler birbirinin enine olan tedbirlerdir. Kara ve denizde cari olan
kanunlarla su ve ateşte cari olan tedbirler gibi. Bazı tedbirler ise boyuna yer
alan tedbirlerdir ve bu da kendiliğinden iki türe ayrılmaktadır: Umumi (tümel)
ve hakim kanun ve tedbirler ile özel (tikel) ve mahkum olan kanun ve tedbirler.
Tıpkı toprak aleminde, içindeki mevcut bitkiler üzerinde, gök alemi üzerinde
yıldızlar üzerinde ve madde alemi ve maddi türlerden her biri üzerinde cari
olan tedbirler gibi.
O halde bu tedbir ve kanunların bir bölümü,
yani genel ve tümel tedbirler diğer bazı tedbirler üzerinde hakimiyet ve
üstünlük sahibidir. Başka bir tabirle bu tedbir ve kanunlar, hakimiyeti
altındaki şeylerden ayrıldığı ve ilişkisini kopardığı taktirde tümünün ortadan
kalkacağı bir şekildedir. Çünkü bunların tümü kendisine hakim olan tedbire
bağlıdır. Nitekim eğer toprak alemi veya üzerinde hakim veya cari olan tedbir
olmasaydı ne insani alem olurdu ve ne de özel olarak bu aleme hakim olan kanun
ve tedbirler varolurdu.
Bunun da gereği tedbirin üstün türünün mercisi
olan ilahın kendisine daha düşüğü, özeli ve aşağı türü bırakılan ilahtan üstün
olmasıdır. Oysa bir ilahın başka bir ilaha üstünlüğü imkansızdır. Elbette bu,
bazı müfessirlerin de belirttiği gibi söz konusu üstünlüğün mağlup olan ilahın
başka bir ilah olması, kudretinin nakıs olması, onu kemale erdirmek için başka
birine ihtiyaç duyması, sınırlı olması ve sınırlılığın kendisinde bir tür
terkibin (bileşimin) varlığını gerektirmesi anlamında da değildir. Zira bütün
bu işler Allah’ın vacib’ul vücud olmasına aykırı olan, imkanın (olabilirliğin)
gereklerindendir. Neticede başta farzedilenin tersi ortaya çıkmaktadır. Zira
putperestler bile Allah’tan başka diğer ilahların vacib’ul vücud olmadığını
kabul etmektedirler. Onlara göre bu ilahlar mümkün (olabilir) varlıklardır ve
sadece üstün oldukları için, kendi ellerinin altındaki varlıkların idare ve
tedbirleri kendilerine bırakılmıştır. Onlara göre bu ilahlar münezzeh olan
Allah’ın kuludur. Ve kendi elinin altındaki varlıkların ilahıdır. Münezzeh olan
Allah ise rablerin rabbidir, ilahların ilahıdır ve bizzat vacib’ul vücud olan
sadece O’dur. Dolayısıyla söylediğimiz bütün bu deliller esasınca bir ilahın
başka bir ilahtan üstünlüğü imkansızdır. Zira tedbir ve etkileme hususunda
düşük mertebede yer alması, bir ilahın kendisinden üstün olan bir ilahtan
bağımsız olmasını imkansız kılmaktadır. Zira tedbir açısından başkasına
bağlılık ve muhtaç olma durumu, bağımsızlıkla bir arada düşünülemez. (Oysa bu
görüşe göre) alt derecede bir ilah etki yaratma hususunda kendisinden üst
derecede bulunan ilahtan yardım almakta ve ona muhtaç bulunmaktadır. O halde o
da etkileme hususunda üst makamdaki ilahtan bağımsız değildir ve elinin
altındaki varlıkları tedbir ve idare etmek için vesile olan sebeplerden
biridir. O halde bir ilah olarak var sayılan şey, bir ilah değildir, aksine
işleri tedbir ve idare için bir vesile konumundadır ve bu da (birden fazla
ilahın varlığıyla) bir çelişki teşkil etmektedir.”[284]
Kur’an:
“Eğer yerle gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de
bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.”[285]
12351. İmam Sadık (a.s) kendisine, “Allah’ın
birliği hususundaki delil nedir? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Tedbirin
birbirine bağlılığı ve varlık aleminin kamil oluşudur. nitekim aziz ve celil
olan Allah da şöyle buyurmuştur: “Eğer yer ve göklerde Allah’tan başka ilah
bulunsaydı her ikisi de bozulurdu.”[286]
12352. İmam Sadık (a.s) Ehlilece risalesinde
şöyle buyurmuştur: “O halde kalp aklıyla bildi ki eğer
Allah ile birlikte bir ortak olsaydı Allah zayıf ve nakıs olurdu. Allah nakıs
olduğu taktirde ise insanı yaratamazdı. Tedbirler çeşitlenmez ve türlü türlü
olmazdı. Yegane ve bağımsız rabler ile ortakları arasındaki bu noksanlığın varlığı
sayesinde işlerinde de noksanlık veya eksiklik ortaya çıkardı.”[287]
“El-Mizan tefsirinde, “Eğer
yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı her ikisi de bozulurdu. O
halde Arşın Rabbi olan Allah kendisi hakkında vasıflandırdıklarından münezzehtir”
ayetinin tefsirinde şöyle yazmıştır: “Hud suresinin
tefsirinde ve ondan sonra da çeşitli yerlerde açıkça işaret ettiğimiz gibi
putperestler ile muvahhidler arasındaki Allah’ın birliği veya birden fazla
ilahın varlığı tartışması, bizzat var olan ve diğer varlıkları da var eden
vacib’ul vücud anlamında değildir. Zira her iki grup arasında da Allah’ın bir
olduğu ve ortağı bulunmadığı hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Aksine ihtilaf
mabut olan Rabbin anlamı hususundadır. Putperestler alemin idare ve tedbirinin çeşitli
parçalarıyla, Allah nezdinde yakın ve şerafet sahibi varlıklara havale
edildiğine inanmaktalar. Dolayısıyla onlara göre bu varlıklara ibadet
edilmelidir ki Allah-u Teala nezdinde kendisine ibadet edenlere ve tapanlara
şefaat ve aracılık etsinler. Ve onları Allah’ın dergahına yakınlaştırsınlar.
Tıpkı gök tanrıları, yer tanrıları ve insan tanrıları gibi. Bunlar kendi elinin
altındaki varlıkların ilahları ve mabutlarıdırlar. Münezzeh olan Allah ise
ilahların ilahı ve herkesin ve her şeyin yaratıcıdır. Bu ayet de işte onların
bu inancını ifade etmektedir. “Kendilerine, “Onları kim yarattı?” diye
soracak olursan “Allah” derler” ayeti ile, “Onlara, “gökleri ve yeri kim
yarattı?” diye soracak olursan, “Şüphesiz onları alim ve aziz olan Allah yarattı”
derler”[288]
ayeti de bu gerçeği ifade etmektedir. Söz konusu ayeti kerimede göklerde ve
yerde hiç kimsenin birden fazla olduğuna inanmadığı, varlık aleminin yaratıcısı
bir ilahın Allah’tan başka bir ilah olmadığını ifade etmektedir. Gök ve yerde
ilahın varlığından maksat ise uluhiyetinin gök ve yere ait olmasıdır; onlarda
sakin olması anlamında değildir. Şu ayette bunu ifade etmektedir: “Gökte
ilah da yerde ilah da O’dur.”[289]
Bu ayetin istidlalinin açıklanması şöyledir:
Eğer alem için birden fazla ilahın var olduğunu farz edecek olursak bu
ilahların çeşitli zatlara, farklı ve birbirinden ayrı gerçeklere sahip olması
gerekir. Onların hakikatinin farklılığı ise tedbirlerinin ayrılığı ve
farklılığını gerektirmektedir. Böylece tedbirler sürtüşür, gök ve yerdeki düzen
altüst olur. Ama biz gördüğümüz gibi varlık alemine hakim olan düzen tek parça
bir düzendir ve bunun parçaları uyumlu hedeflere doğru hareket halindedir.
Dolayısıyla alemde bir tek ilahtan başka ilah yoktur ve bu da bizim ifade etmek
istediğimiz şeyin bizzat kendisidir”[290]
Eğer şöyle dersen: “Alemde gördüğümüz
sebeplerin izdihamı ve çekişmesi varlık aleminin uyumsuzluğunun yeterli bir
delilidir. Zira nedenlerin maddeler üzerindeki etkileme sürtüşmesi birinin
etkisinin diğeri vesilesiyle bozulması anlamındadır.
Şöyle derim: Şüphesiz iki müdebbirin (tedbir
edicinin) tedbiri altındaki iki nedenin bozuşmasıyla bir müdebbirin tedbiri
altındaki iki nedenin bozuşması, o nedenlerden birinin, diğerinin tesirini
sınırlandırması ve bir sonucun meydana gelmesi arasında büyük fark vardır.
Varlık alemindeki nedenlerin izdihamı bu türdendir. Zira bu tümel düzeni teşkil
eden sebepler, sahip oldukları ihtilaf, engelleme ve izdihama rağmen
birbirlerinin etkisini ortadan kaldırmamaktadırlar. Aksine varlık alemine hakim
olan bazı tümel kanunlar, diğer bazı kanunlar vasıtasıyla ortadan kaldırılmış
olsun ve neticede tüm şartların varlığı ve engellerin olmamasıyla birlikte kendi hususlarından
sapsın ve gerekli etkileşimi vücuda getirmesin. Bir müdebbirin işinin başka bir
müdebbir tarafından etkisiz hale getirmesinden maksat budur. Varlık alemindeki
farklı iki sebebinin çekişmesi, bir terazinin iki kefesinin ağırlık ve
hafiflikteki çekişmesi gibidir. Terazinin iki kefesi bir biriyle farklılık ve
uyumsuzluk içinde olduğu halde, terazi sahibinin isteğini temin hususunda uyum
ve birlik içindedirler ve hedefe ulaşma noktasında, yani ölçüyü, terazinin dili
yoluyla eşitlemek için yardımcı olmaktadırlar.
Eğer şöyle dersen: “Varlık alemine hakim olan
düzende bir ilim ve bilinç göze çarpmaktadır. Bu da alemi idare eden Allah’ın
herşeyi ilim ve bilinç üzere hareket ettirdiğini göstermektedir. Buna rağmen
alemi akıl üzere idare ve tedbir eden ve birbiriyle uyuşan birden fazla ilahın
varlığının ne gibi bir sakıncası var? Hatta bu ilahlar kendi tedbir işlerinde
maslahatı korumak için birbirleriyle ihtilaf etmemek ve birbirlerine engel
olmamak üzere anlaşmış da olabilirler.
Şöyle derim: “Böyle bir varsayım makul
değildir. Zira biz insanlar nezdinde akıllıca bir tedbir, işlediğimiz fiilleri
fiilin oluşmasını sağlayan ve hedefine doğru hareketinin koruyucusu olan akli
kanunların gereklerini mutabık ve uyumlu kılmamız anlamındadır. Bu akli
kanunlar, dış alemdeki gerçeklerden ve aleme hakim olan düzenden esinlenerek
ortaya konmuştur. O halde bizim akıllıca işlerimiz akli kanunlara tabidir ve bu
kanunlar ise dış alemdeki düzene tabidir. Ama varlık aleminin müdebbiri olan
Allah böyle değildir. Zira Allah’ın fiili akli kanunların tabi olduğu dış
alemin bizzat kendisidir. Dolayısıyla metbu’ (tabi olunan) konumunda bulunan
Allah’ın fiillerinin, akli kanunlara tabi olması imkansızdır. Buna dikkat
ediniz.
Ayetin (Allah’ın birliğine delalet eden)
delilinin izahı ve beyanı buydu. Bu delil yakini olan ön şartlardan vücuda
gelen bürhani (istidlali) bir delildir ve bu varlık aleminde cari olan genel
tedbirin zımnında mevcut olan bütün özel tedbirlerle beraber bir tek kaynaktan
tek parça halinde kaynaklandığına delalet etmektedir. Ama müfessirler bu delili
birden fazla ilahın imkansızlığı delili saymışlardır ve bu açıklamanın tarzında
da farklı metotlar ortaya koymuşlardır. Onlardan bazısı ayetin ifadesi dışında
kalan bir takım ön bilgiler ilave etmişlerdir ve bu konuda şöyle diyecek kadar
ileri gitmişlerdir. “Bu ayet iknaî (ikna etmeye çalışan) bir delildir; bürhani
(istidlali) bir delil değildir. Yani insanların genelini ikna ve susturmak için
ortaya konmuştur.” [291]
Kur’an:
“De ki: “Eğer dedikleri gibi Allah'la berâber ilahlar bulunsaydı,
o takdirde hepsi Arş’ın sahibiyle savaşmaya bir yol ararlardı. O, onların
söylediklerinden münezzehtir, yücedir, uludur.” [292]
12353. İmam Ali (a.s), Oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Bil ki, eğer Rabbi’nin ortağı olsaydı, sana onun da elçileri gelirdi;
onun mülkünün ve saltanatının izlerini görür, yaptıklarını, sıfatlarını
tanırdın. Fakat O, kendini vakfettiği gibi, tek bir ilahtır. Hiç kimse O’na mülkünde
karşı çıkamaz. Ebediyen zeval bulmaz ve sürekli olacaktır.”[293]
12354. Tefsir-i Kumi’de Allah-u Teala’nın “Onların
dediği gibi Allahla birlikte ilahlar bulunsaydı” ayeti
hakkında şöyle yer almıştır: “Eğer sandıkları gibi
putlar da ilah olsaydı, Arş’a doğru yükselirlerdi.”[294]
El-Mizan tefsirinde Tefsir-i Kumi’de yer alan
konular nakledildikten sonra bu konuda şöyle denilmiştir: “Arşa doğru
yükselmekten maksat Allah-u Teala’nın saltanatına galip gelmeleri ve işlerin
idare dizginlerini ellerine almalarıdır. Kur’an’da Arş’ın, yönleri sınırlı bir
felek veya bazılarının dediği gibi cismani alemin ufuklarındaki büyük nurani
bir cisim olduğu hususunda bir delil mevcut değildir. Bu anlamın sabit olduğu
varsayımıyla rububiyet ile bu cismin üzerinde karar kılma arasında bir
gereklilik mevcut değildir.”
Daha sonra Allame Tabatabai mezkur ayetin
tefsirinde şöyle demektedir: “Bu ayetin hüccet ve delilinin özeti şudur: Eğer
dedikleri gibi Allah’ın yanında başka bir takım ilahlar da olsaydı ve Allah’ın
feyyaz zatının gereklerinden olan saltanat ve mülkünden bir şey elde etmiş
bulunsalardı, şüphesiz o ilahlar da her varlıkta mülk ve saltanat sevgisi
olduğu için onun mülkünü tümüyle almaya kalkışır ve onu saltanatından azleder,
kendi hakimiyet ve saltanatına eklerlerdi. Zira ilahlar zaruret gereği böyle
bir şeyi severler. Oysa hiç kimse yüce Allah’ın mülküne ve saltanatına el
uzatamaz.”[295]
[296]
12355. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
birdir, ama sayı ile değil; Allah daimidir ama zamanla değil ve Allah kaimdir
(ayakta durandır) ama sütun ve dayanaklarla değil.”[297]
12356. Mikdam b. Şureyh b. Hani babasından
şöyle nakletmektedir: “Cemel savaşında bir
Bedevi Mümininlerin Emiri’ne (a.s) şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah
bir midir? ” Oradakiler o bedeviye saldırıya geçerek şöyle dediler: “Ey Bedevi!
Sen Müminlerin Emiri’nin (a.s) ne durumda olduğunu görmüyor musun? ” Müminlerin
Emiri (a.s) şöyle buyurdu: “Onu bırakın! Bu Bedevi’nin istediği şey bizim bu
topluluktan (Cemel ashabından) istediğimiz şeydir.” Daha sonra şöyle buyurdu:
“Ey Bedevi! “Allah birdir” sözünün dört şekli vardır, iki şekli aziz ve celil
olan Allah hakkında doğru değildir, iki şekli ise Allah hakkında doğrudur.
Allah hakkında söylenmesi doğru olmayan iki şekil
birisinin, “Allah birdir” dediği halde sayısal birlik kastetmesidir ve bu Allah
hakkında caiz değildir. Zira ikisi olmayan bir şey sayıdan sayılmaz. “Allah
üçün üçüncüsüdür” (teslis) diyen kimsenin bu inancı sebebiyle küfre düştüğünü
görmüyor musun? Allah hakkında söylenmesi doğru olmayan sözün ikinci şekli ise
birisinin, “O insanlardan biridir” demesi ve maksadının cinsten bir tür
olmasıdır. Bu da Allah hakkında doğru değildir. Zira bu da teşbihtir. Rabbimiz
ise benzerinin olmasından yüce ve üstündür.
Allah hakkında caiz olan iki şekil birisinin,
“O birdir” demesi ve bununla Allah’ın şeyler arasında hiçbir eşinin ve
benzerinin olmadığını kastetmesidir. İşte Rabbimiz böyledir. (Allah hakkında
söylenmesi doğru olan iki sözden) birisi de şöyle denmesidir: “Aziz ve celil
olan Allah, yegane (yalın) bir manaya sahiptir.” Yani ne dış alemde bölüştürülenebilir
ve ne de akıl ve vehimde! Aziz ve celil olan Rabbimiz işte böyledir.”[298]
12357. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
birdir, tektir ve tekliğinde münhasırdır. Ahat ve vahit (bir ve tek) bir anlama
gelmektedir. Yani eşi olmayan yegane ve kendine münhasır bir varlıktır. Tevhit
Allah’ın bir olduğunu ikrar etmektir ve o da tek ve fert olması anlamındadır.
Vahit ve tek ise ne bir şeyden kaynaklanan ve ne de bir şeyle birleşen farklı
şeydir. Bu yüzden şöyle demişlerdir: “Sayılar bir sayısından kaynaklanmıştır.
Ama birin kendisi sayı değildir. Çünkü sayılar bir sayısına tahakkuk etmez, iki
sayısına tahakkuk eder. Yani Allah birdir sözü, yaratıkların, onu derkten ve
nasıl olduğunu anlamaktan hayrete ve aciz kaldığı mabud anlamındadır. Allah
mabudiyetinde yegane ve kendine özgüdür. Yaratıklarının sıfatlarına sahip
olmaktan yüce ve ulvidir.”[299]
12358. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
birdir, ama sayısal anlamda değil.”[300]
12359. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
birdir, ama sayı kategorisinden değil.”[301]
12360. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O
belirli bir sınırla sınırlandırılamaz, bir sayıyla sayılamaz; çünkü, sadece
eşyalar birbirlerini sınırlandırabilir, ancak aletler, birbirlerine benzeyip,
birbirini çağrıştırabilir.”[302]
12361. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yarattığı
zaman eşyayı sınırladı ki O’na benzemesinler. Sınırlar, hareketler, aletler ve
uzuvlarla vehimler onu takdir edemez... Allah, sınırlayanların miktar, boyut,
bir mesken tutma ve bir mekanda bulunma nitelendirmelerinden münezzehtir.
Sınır, yaratıklarına aittir, gayrisine mensuptur.”[303]
12362. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
vehimle derk edilemez ve anlayışla taktir edilemez... ve mekanla
sınırlandırılamaz.”[304]
12363. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce
himmetler O’nu derk edemez, akıl-zeka denizine dalanlar O’na erişemez. O’nun
sıfatlarının belli bir sınırı yoktur. Bir vasfı mevcut değildir. Sayılı bir vakti,
uzatılmış bir süresi yoktur.”[305]
12364. İmam Sadık (a.s), “İlminin nihayetince
Allah’a hamd olsun” diyen Ebu Ali Kassab’a şöyle buyurmuştur: “Böyle
deme. Şüphesiz Allah’ın ilminin nihayeti yoktur.”[306]
12365. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
akıllara sığmayan, dolayısıyla da düşünce esintileriyle nitelendirilemeyen
Allah sensin. Hatırlara gelen düşüncelere sığmazsın, bu yüzden varlığına
sınır konamaz, akıllar tasarrufta bulunamaz.”[307]
12366. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
Allah’a sonra diye bir had çizilirse, önce diye de bir had çizilir. Eğer
kendisi için bir tamamlık/bütünlük istenirse, noksanlık lazım gelir.”[308]
12367. İmam Rıza (a.s), “Neden Allah’ın bir
haddi yoktur?” diyen zındık birine şöyle buyurmuştur: “Zira
her sınırlı varlığın bir nihayeti vardır, bir şey sınırlandırılınca da artışı
olur. Bir şeyin artışı olursa, eksikliği de olur. O halde onun ne bir haddi, ne
bir nihayeti, ne bir artışı ve ne de bir eksikliği vardır. Ne bir parçası
vardır, ne de vehimle derk edilebilir.”[309]
12368. İmam Sadık (a.s), “Allah daha büyüktür”
diyen birine şöyle buyurmuştur: “Allah hangi şeyden
daha büyüktür?” O şahıs, “Allah her şeyden daha büyüktür” diye arzedince İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “(Böyle demekle) O’nu sınırlandırdın.” O şahıs, “O
halde nasıl diyeyim?” diye arzedince İmam şöyle buyurdu: “De ki: Allah
nitelendirilmekten daha büyüktür.”[310]
Kur’an:
“Göklerin ve yerin yaratanı, size içinizden eşler, çift
çift hayvanlar var etmiştir. Bu suretle, çoğalmanızı sağlamıştır. O’nun benzeri
hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” [311]
12369. İmam Rıza (a.s), Allah’ın eşi olmadığını
ikrar etmenin gereğini beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Bunun
birkaç delili vardır, bu delillerden biri şudur: Eğer insanların Allah’ın
benzeri olmadığını bilmeleri gerekli olmasaydı, şüphesiz yaratıklara isnat
edilen acizlik, cahillik, değişkenlik, zail olmak, yokluk, yalan ve tacavüzde
bulunma gibi sıfatları onun hakkında kullanmaları da doğru olurdu. Bu sıfatları
varlığında barındıran kimse fani olmaya maruzdur; onun adaletine güvenilmez;
sözü, emri, nehyi, vaadi, tehdidi, mükafatı ve ceza verişi tahakkuk etmez. Bu
da yaratılışın bozulmasına ve rububiyetin iptaline sebep olurdu.”[312]
12370. İmam Kazım (a.s), (Allah’ın) cisim ve
suret sahibi olması hususunda sorulan bir soruya şöyle yazmıştır: “Bir
benzeri olmayan Allah bundan münezzehtir; Allah ne cisimdir ve ne de suret.”[313]
12371. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
sürekli konuşurlar ve sonunda Allah hakkında da bir takım sözler ederler.
İnsanların bu konuda konuştuğunu işitince şöyle deyiniz: “Allah’tan başka ilah
yoktur, o tektir ve benzeri yoktur.”[314]
12372. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim münezzeh olan Allah’ı bir bilirse, onu yaratıklarına benzetmez.”[315]
Bak. Et-Tevhid, 97. Bölüm, O’nun cismi ve
sureti yoktur.
12373. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çünkü
kendisinin cari ettiği şeyler (sükunet ve hareket), nasıl kendisine cari
edilebilir? Kendisinin ortaya çıkardığı şeyler, nasıl kendisine dönebilir
(yarattığı onu yaratamaz?) Ve kendisinin vücuda getirdiği şeyler, nasıl onda
vücuda gelebilir? ! Böyle olsaydı zatı değişir, künhü parçalanmış olur ve ezeli
olamazdı. Ve şüphesiz onun için bir “ön” söz konusu olurdu, “ard”ı da olur,
böylece zatına bir noksanlık lazım gelirdi ve tamamlanmaya ihtiyaç duyardı. Bu
durumda onda yaratık nişanesi ortaya çıkar, başkaları kendisine delil olduğu
halde, kendisi delil olur (halbuki bütün yaratıkları O'nun delili ve göstergesidir),
başkasına tesir eden şeyin kendisine de tesir etmesine engel olan şey saltanatından
çıkar giderdi.”[316]
12374. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah Tebarek ve Teala ne bir zamanla, ne bir mekanla, ne bir hareketle, ne bir
intikal ile ve ne de bir sükun ile nitelendirilebilir. Zira Allah zaman, mekan,
hareket ve sükunu yaratandır.”[317]
12375. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz,
Allah Tebarek ve Teala (dünya semasına) iner” diyenlerin bu sözüne gelince... Bu
sözü Allah’a bir artış veya eksiklik isnat eden kimseler söyler. Her hareket
eden şey, kendisini harekete geçiren veya kendisi vesilesiyle harekete geçen
bir şeye muhtaçtır.”[318]
12376. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
doğurulmamıştır ki neticede izzetinde ortak olsun ve doğurmamıştır ki neticede
ölsün ve bir velisi olsun.”[319]
12377. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
doğurmamıştır ki varisi olsun ve doğurulmamıştır ki kendisine ortak olunsun.”[320]
12378. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
doğurmamıştır ki doğurulmuş olsun ve doğurulmamıştır ki sınırlandırılmış
olsun.”[321]
12379. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
doğurmamıştır. Zira çocuk babasına benzer ve Allah doğurulmamıştır ki
kendisinden öncekine benzesin. Yaratıklarından hiçbirisi ona denk olamaz. Allah
kendisi dışındakilerin sıfatından yüce ve büyüktür.”[322]
12380. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çok
yakında insanlar, sürekli soracak ve hatta şöyle diyeceklerdir: “Allah alemi
yaratmıştır. Ama Allah’ı kim yaratmıştır.” Eğer böyle sorarlarsa siz şöyle
deyin: “Allah birdir, Allah müstağnidir, doğmamıştır, doğurmamıştır ve O’nun hiçbir
dengi yoktur.”[323]
12381. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
sürekli herşeyi sorar ve sonunda şöyle derler: “Allah her şeyden önce vardı ama
Allah’tan önce ne vardı.” Eğer size böyle sorarlarsa şöyle deyin: “O
varlıkların ilkidir; her şeyden önce vardır, varlıkların sonuncusudur ve ondan
sonra hiçbir şey yoktur. O her aşikar şeyden daha aşikar ve her gizli şeyden
daha gizlidir.”[324]
12382. İmam Hüseyin (a.s), Allah-u Teala’nın, “Doğurmamıştır”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Ne çocuk gibi
yoğun (cismani) bir şey ve yaratıklardan ortaya çıkan diğer yoğun (cismani) şeylerden
bir şey çıkmamıştır ve ondan nefis gibi latif ve ruhani bir şey ve uyuklama ve
uyuma gibi bir halet de ondan meydana gelmemiştir...”ve doğurulmamıştır” Hiçbir
şey O’ndan doğmamıştır ve hiçbir şey yoğun (cismani) şeylerin unsurlarından
meydana geldiği gibi ondan meydana gelmemiştir... Latif şeylerin,
merkezlerinden meydana geldiği, -örneğin görmenin gözden kaynaklandığı şey-
gibi de değildir.”[325]
bak. 2652. Bölüm; el-Bihar, 3/254, 8. Bölüm;
Tefsir’ul Mizan, 1/261
12383. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
şeyden ayrıdır ama mekansal bir ayrılık anlamında değil ve her şeydedir ama
onlara karışarak değil.”[326]
12384. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eşya,
O’nu içine almaz, O’nu aşağıya ve yukarıya götürmez, O’nu yüklenmez ve neticede
kendisiyle eğri ve doğru yapamaz. Ne şeylerin içindedir ve ne de onların
dışındadır.”[327]
12385. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O’nun
eşyaya yakınlığı, yapışma şeklinde değil ve onlardan uzaklığı da ayrılma
şeklinde değil.”[328]
12386. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eşyaya
girmiş değildir ki neticede, “O şeylerde mevcuttu” densin ve onlardan uzak
düşmemiştir ki, “O onlardan ayrıdır” densin.”[329]
12387. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O,
her şeyden üstünlüğü ile ve kudretiyle
ayrıdır ve her şey de ona boyun eğmekle ve O’na dönmekle ayrıdır.”[330]
Kur’an:
“Gözler O’nu görmez, O bütün gözleri görür. O latiftir,
haberdardır.” [331]
“Kitab ehli, senin kendilerine gökten bir kitab indirmeni
isterler. Mûsa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve “Bize Allah'ı apaçık
göster” demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı. Belgeler
kendilerine geldikten sonra da, buzağıyı ilah olarak benimsediler, fakat
bunları affettik ve Mûsa'ya apaçık bir hüccet verdik.” [332]
“Tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca Mûsa:
“Rabbim! Bana kendini göster, sana bakayım” dedi. Allah: “Sen beni göremezsin
ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni göreceksin” buyurdu. Rabbi
dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Mûsa da baygın düştü. Ayılınca: “Ya
Rabbi! Münezzehsin, sana tövbe ettim. Ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.”[333]
12388. İmam Rıza (a.s), Allah-u Teala’nın, “Gözler
onu derk edemez” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Kalplerin
vehimleri onu derk edemez, nerede kaldı ki gözlerin bakışı onu derkedebilsin.”[334]
12389. İmam Sadık (a.s), hakeza bu ayetin
tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Ayetteki derkten
maksat, vehmin ihatasıdır.”[335]
12390. İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Görmek,
gören kimseyle, görülebilecek şey arasında bakışın içinden geçebileceği bir
hava olduğu taktirde mümkündür. O halde, bir hava ve nur olmaksızın görmek
mümkün değildir. Gören ve görülebilen şey arasında bir irtibatın olması için (o
ikisi arasında) bir benzerlik olmalıdır. Allah-u Teala ise görücü kimseyle, arasında
bir benzerlik olmasından münezzehtir. O halde münezzeh olan Allah’ı gözle
görebilmenin mümkün olmadığı ispatlanmış oldu. Zira sebep ve sonuç arasında bir
irtibat ve benzerlik olmasıdır.”[336]
12391. İmam Sadık (a.s), Allah’ın ahirette
müşahede edilmesini hakkındaki sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah
münezzehtir ve bundan çok daha yüzedir. Ey İbn-i Fazl! Gözler sadece bir rengi
ve niteliği olan bir şeyi görebilir. Oysa Allah renkleri ve nitelikleri
yaratandır.”[337]
12392. Resulullah (s.a.a), münezzeh olan
Allah’ın vasfı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah
görülmeksizin yaratıklarına tecelli etmiştir. Allah en yüce görüş yerindedir
(görülmekten yücedir.)”[338]
12393. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
aşikardır, ama görülmekten doğan bir aşikarlıkla değil.”[339]
bak. el-Bihar, 4/26, 5. Bölüm
12394. İmam Ali (a.s), kendisinden, Rabbini
görüp görmediği sorulunca şöyle buyurmuştur: “Ben
görmediğim ilaha tapacak biri değilim.” Daha sonra şöyle buyurmuştur: “Gözler,
göz bakışıyla onu görmemişlerdir, ancak gayba iman, kalpleri ona bağlamıştır.”[340]
12395. İmam Ali (a.s), “Acaba Rabbini gördüm
mü? ” diye soran Za’leb’e şöyle buyurmuştur: “Ey
Za’leb! Eyvahlar olsun sana! Ben görmediğim rabbe ibadet etmem! ” O şöyle
arzetti: “O’nu nasıl gördün, benim için izah et.” İmam şöyle buyurdu: “Eyvahlar
olsun sana! Gözler onu bakmakla görmemiştir, aksine kalpler, iman hakikatleri
yoluyla (akli kabuller veya imandan kaynaklanan aklın nurlarıyla) onu müşahede
etmişlerdir.”[341]
12396. İmam Bakır (a.s), kendisine, “Allah’ı gördün
mü?” diye soran Harici birisine şöyle buyurmuştur: “Gözler,
zahiri bakışla onu görmemiştir. Aksine kalpler imanın hakikatleri yoluyla onu
müşahede etmişlerdir.”[342]
12397. İmam Sadık (a.s), “İbadet ettiğinde
Allah’ı gördün mü?” diye soran birine şöyle buyurmuştur: “Ben
görmediğim şeye ibadet etmem.” O şahıs, “O’nu nasıl gördün?” diye sorunca da
şöyle buyurmuştur: “Gözler, onu bakış müşahedesiyle görmemiştir. Aksine
kalpler, imanın hakikatleri yoluyla O’nu müşahede etmişlerdir. O duyu
organlarıyla derk edilmez, insanlarla değerlendirilmez. Eşyalara ve bir şeye
teşbih edilmeksizin tanınmıştır.”[343]
12398. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Müminler
kıyamet günü Allah’ı görecekler mi? ” diye soran Ebu Basir’e şöyle buyurmuştur:
“Evet! Kıyametten önce de onu görmüşlerdir.”
Ebu Basir, “Ne zaman? ” diye sorunca şöyle buyurmuştur: “Onlara şöyle buyurduğu
zaman: “Acaba ben Rabbiniz değil miyim? ” Onlar, “Evet” dediler.” İmam
Sadık (a.s) bir müddet sustuktan sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz müminler
Allah’ı kıyametten önce görürler, şimdi sen de onu görmüyor musun?” Ebu Basir
şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Kurbanın olayım! Senin bu sözünü (başkalarına
da) nakledeyim mi?” İmam şöyle buyurdu: “Hayır! Zira eğer onu nakledersen
sözünün anlamını bilmeyen kimse onu inkar eder ve bunun bir teşbih olduğunu
sanarak (inkarından dolayı) küfre düşer. Kalple görmek, gözle görmekten
farklıdır. Allah teşbih edenlerin ve inkarcıların kendisi hakkında
dediklerinden çok daha yüce ve münezzehtir.”[344]
12399. Mirac hadisinde şöyle yer almıştır: “Ebedi
hayat insanın dünyanın gözünde küçük göreceği ve ahiretin gözünde büyük olacağı
bir şekilde çalıştığı hayattır... İnsan böyle yaptığı taktirde onun kalbine
öyle bir muhabbet ve sevgi yerleştiririm ki kalbini benim için karar kılar,
dinlenmesini, çalışmasını, himmetini ve sözünü, benim yaratıklarımdan
muhabbetimin ehli olan kimselere verdiğim nimetlerden biri kılar. Böylece kalp
gözünü ve kulağını açarım. Böylece kalbiyle duyar ve kalbiyle celalime ve
azametime bakar.”[345]
Kur’an:
“Gördüğünü gönlü yalanlamadı.” [346]
12400. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe
götürüldüğüm gece, Cebrail beni asla ayak basmadığı bir yere ulaştırdı. Sonra benim
için perdeler kenara çekildi ve aziz ve celil olan Allah istediği kadar bana azametinin
nurunu gösterdi.”[347]
12401. İmam Kazım’dan (a.s), “Peygamber (s.a.a)
rabbini gördü mü? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Evet,
O’nu kalbiyle gördü. Aziz ve celil olan Allah’ın şöyle buyurduğunu işitmedin
mi: “Kalp, gördüğünü yalanlamadı.” Yani Allah’ı gözle görmedi, aksine
kalbiyle gördü. [348]
12402. İmam Sadık (a.s), hakeza bu sorunun
cevabına şöyle buyurmuştur: “Evet, onu kalp
gözüyle gördü. Zira azameti yüce olan Rabbimizi görenlerin göz bebekleri derk
edemez, duyanların kulağı ihata edemez.”[349]
12403. İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala, Resulü’nün kalbine istediği kadar azametinin nurunu
gösterdi.”[350]
12404. Resulullah (s.a.a), “Rabbini gördün mü?
” diye soran Ebu Zer’e şöyle buyurmuştur: “Benim
gördüğüm bir nurdur.”[351]
12405. Abdullah b. Şakik şöyle diyor: “Ebu
Zer’e şöyle dedim: “Keşke Allah Resulü’nü (s.a.a) görseydim de ona bir soru
sorsaydım.” Ebu Zer şöyle dedi: “Ona neyi sormak istedin? ” O şöyle dedi: “Şunu
sorardım: “Rabbini gördün mü? ” Ebu Zer şöyle dedi: “Ben onu sordum ve bana
şöyle buyurdu: “Bir nur gördüm.”[352]
12406. İmam Ali (a.s), Nevf’e öğrettiği
duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Görenlerin
gözleri kalplerin sırları vesilesiyle sana ulaşmıştır. Sana kulak verenlerin
kulağı, göğüslerdeki fısıldaşmalarından haberdar olmuştur. Hiçbir şey onların
ulaşmasını istedikleri şeyi görmelerine engel olamadı. Seninle onlar arasındaki
perde yırtıldı ve senin nuruna yerleştiler ve senin ruhundan teneffüs ettiler.”[353]
12407. İmam Ali (a.s), hakeza aynı duada şöyle
buyurmuştur: “Senden, özel dostlarına aşikar olduğun
ve neticede bir olduğunu anlayıp seni tanıdıkları isminle diliyorum. Onlar
böylece layık olduğu şekliyle sana ibadet ettiler. Senden kendini bana
tanıtmanı diliyorum ki rububiyetini gerçek bir imanla itiraf edeyim. Allah’ım!
Beni, manasız isme ibadet edenlerden kılma. Bana göz ucuyla bir bak ki bu
sebeple kalbim seni ve dostlarını tanımakla aydınlansın. Şüphesiz sen her şeye
kadirsin.”[354]
12408. İmam Ali (a.s), Şabaniyye duasında şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Bana senden başka her şeyden kamil
kopmayı nasip et. Kalp gözlerimizi sana bakmanın yoluyla aydınlat ta ki kalp
gözlerimiz nurdan örtüleri yırtarak, azamet madenine ulaşsın. Ruhlarımız
kudsünün izzetine asılsın... Allah’ım! Bana izzetinin nurlu aydınlığını hediye
et ki, seni tanıyayım, senden başka her şeyden yüz çevireyim, sadece senden
korkan ve endişe eden olayım. Ey celal ve kerem sahibi! ”[355]
12409. İmam Hüseyin (a.s), bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Dostlarının kalbini, seni tanısınlar ve
seni tek bilsinler diye nurlarla aydınlatan sensin.”[356]
12410. İmam Hüseyin (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Her şeyde bana kendini tanıtan sensin.
Bu sebeple seni her şeyde açıkça gördüm. Şüphesiz herşeyi aşikar kılan da
sensin.”[357]
12411. İmam Hüseyin (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Nişaneler ve eserlerde
düştüğüm şaşkınlık, ziyaretgahtan (Allah’ı görmemden) uzak düşmeme sebep
olmuştur. O halde, tüm gücümle beni sana ulaştıracak işe yönlendir. Varlığında
sana muhtaç olan bir şey nasıl senin delilin ve kılavuzun olabilir? Senden
başkası zahir ve aşikar mıdır? Senden başkası zahir ve aşikardır da sen aşikar
değilsin ve onlar seni aşikar kılandır, öyle mi? Ne zaman gaip oldun ki
başkalarının senin yerine kılavuzluk etmesine ihtiyaç duyasın... Senin
vasıtanla sana doğru yol buldum. O halde kendi nurunla beni kendine doğru
hidayet et.”[358]
12412. İmam Seccad (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Biliyorum ki sana doğru göçen birinin
yolculuğu yakındır. Yaratıklarından örtülü kalan sen değilsin. Seninle onlar
arasına örtü geren, onların çirkin işleridir.”[359]
12413. Resulullah (s.a.a), hakeza bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey ariflerin kalbinden uzak olmayan!”[360]
12414. İmam Seccad (a.s), bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Muhammed’e ve Âl-i Muhammed’e
selavat gönder, bizleri hikmetinin tedbirine ve aydınlatıcı tanık hüccetlerine baksınlar
diye, kapağı andıran perdelerinin büyük kapalılığını açtığın kimselerden kıl.
Onlar kalplerinin uyanıklığı sebebiyle, kalp perdeleri arasında gizli olan seni
tanıdılar. Şüphesiz sen münezzehsin. Hangi göz senin nurunu görmeye tahammül
edebilir veya mukaddes nurunun aydınlığına doğru yükselebilir?! Hangi anlayış
bundan daha azını derk edebilir? Elbette sadece karşılarındaki körlük
perdelerini kenara çektiğin ve bu sebeple ruhları meleklerin kanatlarına
binerek yükselen ve melekut alemindekilerin onları ziyaretçi olarak
adlandırdığı kimseler. Onlar her istek ve meyil esnasında Rableriyle gizlice
raz-u niyazda bulundular. Böylece kalpleri nur perdelerini yaktı ve kalp
gözleriyle melekut azametinde celal izzetine baktılar.”[361]
12415. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), yaptığı bir
münacaatında şöyle buyurmuştur: “Zatının nurları ve
kudsünün ışıkları hakkı için senden diliyorum ve birbiri ardınca inen rahmetin
ve iyilik lütuflarının hakkı için senden istiyorum ki sana yakın olmak,
dergahına yakınlaşmak ve sana bakmaktan nasiplenmek hususundaki, çok keremine
ve güzel nimetine erişmeye olan ümidimi gerçekleştir.”[362]
12416. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), hakeza bir münacaatında şöyle buyurmuştur: “Seni
görmek, gözlerimin aydınlığıdır ve sana kavuşmak, ruhumun arzusudur. Sana
iştiyak duyuyorum ve muhabbetine aşığım. Başımda senin aşkın var ve senin
hoşnutluğunu diliyorum ve ihtiyacım seni görmektir.”[363]
12417. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), hakeza bir
münacaatında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Bizleri
sana yakınlaşmak ve dostun olması için seçtiğin dostluğun ve muhabbetin için
halis kıldığın, ruhuna seni görmenin şevkini kattığın, kendisini hükmünden
hoşnut kıldığın, sana bakmakla nasiplendirdiğin kimselerden kıl. Bana seni
görme nimetini bağışta bulun.”[364]
12418. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), hakeza bir münacaatında
şöyle buyurmuştur: “İçimdeki yangını seni görmekten başka
bir şey söndüremez. Sana olan iştiyak derdimi seni görmekten başka hiçbir şey
dindiremez.”[365]
12419. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), hakeza bir münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Bizleri göğüs bağlarında şevk
ağaçları yetiştiren, kalplerinin derinliğini muhabbetinin kapladığı ve bu
yüzden fikirler (zikirler) yuvasına sığınan, yakınlık ve mükaşefe (keşif)
bostanlarında beslenen kimselerden karar kıl. Onların gözlerinden perdeler
kenara çekilmiştir. Göğüsleri marifet hakikatiyle genişlemiştir. Gözleri
sevgililerini görmekle aydınlanmıştır.”[366]
12420. İmam Rıza (a.s), Allah’ın neden perdeler
arkasında gizli olduğunu soran bir zındıka şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kullarına perdeli kalması, kullarının günahlarının çokluğu sebebiyledir.”[367]
12421. İmam Seccad (a.s), bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Sen kendini yaratıklarından örtmedin.
Onların kendi çirkin işleri, seninle onlar arasında perde oldu.”[368]
12422. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Allah
neden kendisini insanlardan sakladı ve buna rağmen insanlara Peygamberlerini
gönderdi?” diye soran İbn-i Ebi’l-Evca’ya şöyle buyurmuştur: “Eyvahlar
olsun sana! Kudretini varlığında gösteren kimse, kendisini senden nasıl gizleyebilir?
Yok olan seni yaratmış, küçük olduğun halde seni büyütmüş, zayıf olduğun halde
seni güçlü kılmıştır...” İbn-i Ebi’l-Evca şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s)
sürekli olarak vücudumdaki inkar edemediğim Allah’ın kudret göstergelerini
benim için saydı ta ki çok geçmeden benimle onun arasında Allah’ın zahir
olacağını sandım.”[369]
12423. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Duyu
organları onu kapsayamaz ve perdeler onu örtemez. O yaratıklarından örtülüdür,
zira onlar için mümkün olan şey kendisi için mümkün değildir. Allah için mümkün
olmayan şey, yaratıklarının zatı için mümkündür. Hakeza yapıcı ile yapılan, rab
ile terbiye edilen, sınırlandırıcı ile sınırlandırılan şey arasındaki
farklılıklar ve ayrılıklar sebebiyledir.”[370]
12424. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
perdesi olmaksızın perdelidir ve hiçbir örtüsü olmadığı halde örtülüdür.”[371]
12425. İmam Ali (a.s) bir hadisinde şöyle
buyurmuştur: “Şeyleri birbirinden örtülü kılmıştır ki
bu yolla kendisiyle yaratıkları arasında hiçbir perdenin olmadığı yaratıklarına
bildirsin”[372]
12426. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “O
ve yaratıkları arasında kendileri (yaratıkları) dışında hiçbir örtü yoktur. O
hiçbir perde olmaksızın perdeli ve hiçbir örtü olmaksızın örtülüdür.”[373]
Abk. el-Kalb, 3399. Bölüm
12427. İmam Seccad (a.s), Allah-u Teala’nın, “Sonra
yakınlaştı, asıldı, sonra iki yay kadar yakınlaştı ve daha yakın oldu” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a)
nur perdelerine yakınlaştı. Göklerin melekutunu gördü. Sonra asıldı ve ayağının
altından, yerin melekutuna baktı, sonra yere olan yakınlığının iki yay ucu
kadar, hatta daha az olduğunu sandı.”[374]
12428. İmam Rıza (a.s), Allah-u Teala’nın, “O
büyük olay ortaya çıktığında ve secdeye çağırıldıklarında”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Nurdan bir
perde kenara çekilir ve müminler secdeye kapanırlar.”[375]
12429. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
perdesi nurdur.”[376]
12430. İmam Ali (a.s), Şabaniyye münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Senden başka herşeyden kamil
kopma ve tümüyle sana yönelme nimetini bana bağışta bulun. Kalplerimizin
gözlerini sana bakış nuruyla aydınlat ki kalp gözleri nurdan perdeleri yırtıp
atsın, azamet madenine ulaşsın ve canlarımız kudsünün izzetine asılsın.”[377]
Bak. El-Bihar, 58/39, 5. Bölüm
12431. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlk
oluşuna bir başlangıç, ezeli oluşuna bir son yoktur. O her zaman olan ilk, sonu
olmayan bakidir... O’na, “Ne zaman vardı?” veya “Ne zamana kadar olacak?” gibi
ifadeler kullanılamaz... Her şeyin hedefini, müddetini, zamanını ve sayısını
kuşatır.”[378]
12432. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd
evvel olan ve kendisinden önce hiçbir şey bulunmayan, ahir olan ve kendisinden
sonra hiçbir şey bulunmayan Allah’a mahsustur.”[379]
12433. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
nihayetine erişilecek bir sonu olmayan evveldir ve sonuna erişilemeyecek olan
ahirdir.”[380]
12434. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd
o Allah’a mahsustur ki, ahir olmadan önce evvel olacak bir şekilde, sıfatlardan
biri, diğer sıfatından öne geçmez.”[381]
12435. Bir duada şöyle buyurulmuştur: “Senin
evvel oluşun ahir oluşun gibidir ve ahir oluşun evvel oluşun gibidir.”[382]
12436. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd,
her ilkten önce, her ahirden sonra var olan Allah’a mahsustur. İlk oluşu O’ndan
önce bir varlığın bulunmamasını; ahir oluşu, O’ndan sonra bir varlığın olmamasını
gerektirir.”[383]
12437. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlki
olmaksızın her şeyden evveldir; nihayeti olmaksızın her şeyden sonradır.”[384]
12438. İmam Ali (a.s), kendisine, “Aziz ve
celil olan Rabbimiz, ne zaman var olmuştur?” diye soran bir Yahudi’ye şöyle
buyurmuştur: “Ey Yahudi! Rabbimiz önce yok olacak ve
sonradan vücuda gelecek bir şekilde olmamıştır. Dolayısıyla, “ne zamandan
olmuştur? ” sorusu, önceden olmayan ve sonradan olan varlıklar hakkında
sorulabilir. Allah sonradan yaratılmaksızın var olmuştur, sürekli var olmuştur,
Allah’ın bir öncesi ve başladığı bir noktası yoktur. Önceden önce ve nihayi
noktadan (ezel yönünden) öncedir. Son nokta onunla biter ve o her sonun
sonudur.”[385]
12439. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yaratıkları yaratmaya başlaması, kendisinin bir başlangıcı olmadığının
delilidir. Zira (başkaları vesilesiyle) başlayan hiçbir şey, başkasının
başlatıcısı olamaz.”[386]
12440. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
hiçbir vakit ve zamanla önüne geçilmiş (kendisinden önce var olunmuş)
değildir.”[387]
12441. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zamanlar,
onunla birlikte değildir, yardım araçları ona yardım etmemiştir, olması
zamanlardan, varlığı yokluktan ve ezeli oluşu başlangıcı olmasından öncedir.
Araçlar ve gerçler, “Ne zaman” kelimesiyle, başlangıcı olmayan mülkünden ve
önceliğinden dışarı çıkmış ve “idi” (ki yakın geçmişi ifade etmektedir)
kelimesiyle ezeli olmaktan mahrum kalmışlardır.”[388]
12442. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “O
evvel ve ahirdir” ayetindeki “ahir”
kelimesinin anlamı sorulunca şöyle buyurmuştur: “Herşey
yok olur veya değişir veya değişiklik ve zevale uğrar. Bir renkten başka bir
renge, bir şekilden başka bir şekile, bir sıfattan başka bir sıfata bürünür,
çokluktan azlığa ve azlıktan çokluğa yönelirler. Sadece alemlerin Rabbi olan
Allah sürekli bir halet üzeredir ve öyle olacaktır. Varlıkların evvelidir;
herşeyden önce var olmuştur, ezelde olduğu gibi de ahirdir.”[389]
bak. el-Bihar, 3/283, 12. Bölüm
12443. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Tela var idi ve onunla birlikte hiçbir şey yoktu. Karanlıktan
arınmış bir nurdu. Doğru sözlüydü ve onda hiçbir yalan yoktu. Bilgiliydi,
onunla birlikte bir cehalet yoktu, diri idi onunla birlikte ölüm yoktu. Şu anda
da aynen böyledir ve her zaman da böyle olacaktır.”[390]
12444. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s)
öğrettiği bir duasında şöyle buyurmuştur: “(Ey
Allah’ım! ) Senden başka bir ilah yoktur, sen henüz gökler bina edilmeden ve
yeryüzü serilmeden, ışıldıyan bir güneş olmadan, karanlık bir gece olmadan,
aydınlık bir gün olmadan, derin bir deniz olmadan, yüksek bir dağ olmadan ve
akan bir nehir ve parlak bir yıldız olmadan önce var idin... Herkesten önce sen
var idin ve herşeyi sen var ettin. Herşeye karşı kudretin yeter ve her şeyi sen
vücuda getirdin.”[391]
12445. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıdem
ve önceliksiz sıfatı, akıl sahiplerini ondan önce hiçbir şeyin olmadığı ve
sürekli oluşunda hiçbir ortağı ve yardımcısı bulunmadığı gerçeğine kılavuzluk
etmektedir. Dolayısıyla bütün herkesin itirafı ve bu aciz kılıcı sıfat,
Allah’tan önce hiçbir şeyin olmadığı ve onunla aynı zamanda bulunmadığı gerçeğini
açıklığa kavuşturmaktadır. Allah’tan önce veya Allah ile birlikte başka bir
varlığın da olduğunu söyleyen söz doğru değildir. Zira eğer O’nunla birlikte
bir şey olursa, bu taktirde Allah’ın onun yaratıcısı olması doğru değildir.”[392]
12446. İmam Bakır (a.s), “Acaba Allah vardı da
onunla beraber başka bir şey yok muydu? ” diye soran Zürare’ye şöyle
buyurmuştur: “Evet, o var idi ve onunla birlikte
başka hiçbir şey yok idi.” Ben (Zürare), şöyle arzettim: “O halde neredeydi?”
Zürare şöyle diyor: “Burada İmam bir yere dayanmışken oturdu ve şöyle buyurdu:
“İmkansız bir söz söyledin. Mekanı olmayan Allah hakkında yer ve mekanı
sordun.”[393]
Kur’an:
“Allah, O’ndan başka ilah olmayan, diri,
her an yaratıklarını gözetip durandır.”[394]
“Ölümsüz, diri olan Alla'a güven, O’nu överek tespih et.
Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi yeter.”[395]
“O diridir, O’ndan başka ilah yoktur. Dini yalnız O’na has
kılarak O’na yalvarın. Övgü, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” [396]
12447. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
kendisinden başka ilah olmayan Allah bir niteliği veya bir mekanda oluşu söz
konusu olmaksızın diriydi.”[397]
12448. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
cehaletten uzak bir bilendir, kendisinde ölümü olmaksızın diridir, kendisinde
zulmet ve karanlık olmaksızın nurdur.”[398]
12449. Yunus b. Abdurrahman şöyle diyor: “Ebu’l-Hasan
Rıza’ya (a.s) şöyle arzettim: “Bizler için şöyle rivayet edilmiştir: “Allah en
küçük bir cehaleti olmaksızın bilendir, ölümü olmaksızın diri olandır ve
karanlığı bulunmaksızın nurdur.” İmam: “Evet, Allah öyledir” diye buyurdu.[399]
12450. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
hayata sonra gelmeksizin diridir... Allah bizzat diridir.”[400]
bak. Tefsir’ul Mizan, 2/328
Kur’an:
“Göklerde olanları da, yerde olanları da Allah'ın bildiğini
bilmez misin? Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka O’dur; beş kişinin
gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka O’dur; bunlardan az veya çok, ne
olursa olsunlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla berâberdir.
Sonra, kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu Allah her şeyi
bilendir.”[401]
“Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları ancak O bilir.
Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan
taneyi, yaşı, kuruyu ki -apaçık Kitab’tadır- ancak O bilir.”[402]
“Allah her dişinin rahminde taşıdığını, rahimlerin
düşürdüğünü ve alıkoyduğunu bilir. O’nun katında her şey bir ölçüye göredir.” [403]
bak. Yunus, 61; Sebe, 2; Fussilet, 47
12451. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yağmur
tanelerinin, göğün yıldızlarının, yelin savurduğu tozların sayısı, düz ve
beyaz taşın üzerinde yürüyen karıncanın hareketi ve karanlık gecelerde küçük
karıncaların yuvası bile O'ndan gizli kalmaz.”[404]
12452. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’a yerin çukurlarında ve birbirine yakın irili ufaklı dağlarda, siyah
ve dingin gecelerin zifiri karanlığı, göğün ufuklarında gürleyen gök gürültüsü,
bulutlardan parlayıp çıkan şimşekler, şiddetli yelden ve yağmurdan yere düşüp
uçuşan her yaprak O’na gizli değildir. O, yağan yağmur damlalarının nereye
düşeceklerini, nerede karar kılacaklarını; karıncanın taneyi nereden nereye
götüreceğini; sivrisineğe yetecek gıdayı, dişinin karnında taşıdığını bilir.”[405]
12453. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
çöllerdeki vahşi hayvanların seslerini, kulların yapayalnız kuytu yerlerde yasaklanmış
şeyleri nasıl işlediklerini, derin denizlerdeki balıkların çeşitlerini,
kasırgalarla dalgaların çarpışmalarını bilir.”[406]
bak. 2642. Bölüm, 12449. Hadis; el-Bihar, 4/74,
2. Bölüm; Tefsir’ul Mizan, 15/252
Kur’an:
“And olsun ki insanı biz yarattık;
nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; biz ona şah damarından daha
yakınız.”[407]
“Sen sözü istersen açığa vur, şüphesiz O sırrı da gizliyi
de de bilir.” [408]
12454. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kullarının
kıpırtısız bakışları, dilleriyle kelimeleri tekrarlayışları, bir tepeye
yaklaşmaları, karanlık ve mehtaplı gecede adım atışları O’na asla gizli
değildir.”[409]
12455. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O
gizleyenlerin içindeki sırları, fısıldaşarak konuşulanları, hayalden geçen kuşkuları
ve kesin inançları bilir.”[410]
12456. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmi;
her türlü gaybi gizlilikleri ve gizli inançları kuşatmıştır.”[411]
12457. İmam Sadık (a.s), kendisine Allah-u
Teala’nın, “Şüphesiz Allah sırrı da gizliyi de
bilir” ayeti hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Sır, nefsinde gizlediğin şeydir ve
gizli ise zihninden geçen ve sonra unuttuğun şeydir.”[412]
12458. İmam Sadık (a.s), kendisine Allah-u
Teala’nın, “Gözlerin gizli bakışlarını da bilir”
ayeti hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Görmüyor
musun, insan bazen bir şeye bakar, adeta o şeye bakmıyor gibi durur, işte bu
gizli bakışlardır.”[413]
bak. En-Nezer, 3886. Bölüm
12459. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka her alim, ilmini başkasından almıştır.”[414]
12460. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
alim, bir cehaletten sonra ilim elde etmiştir, ama Allah ne cahildir ve ne de
ilmini birinden öğrenmiştir.”[415]
12461. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
ilmini birinden elde etmeksizin veya artırmaksızın, ya da birinden
öğrenmeksizin alimdir... Allah’ın idraki görmekle değildir ve ilmi başkası
tarafından bildirilmekle değildir.”[416]
12462. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilinen
yokken bilen, terbiye edilen yokken Rab; gücün uygulandığı yokken kadir
olandır.”[417]
12463. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
eşyaların meydana gelişini vaktine havale etti... Onları meydana getirmeden
önce biliyordu.”[418]
12464. İmam Sadık (a.s), Allah’ın mekan
hakkındaki ilminin onu icad etmeden önce mi, icad ile birlikte mi yoksa daha
sonra mı olduğu hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah
yücedir! Allah’ın, henüz yaratmadığı haldeki mekan hakkındaki ilmi, mekanı
yaratmadan önceki ilmiyle aynıdır. Allah’ın bütün eşya hakkındaki ilmi de mekan
hakkındaki ilmi gibidir.”[419]
12465. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
hiçbir malum (bilinen) olmaksızın Allah’ın zatıydı. Eşyayı yaratınca da ilmi,
malum (bilinen) hakkında gerçekleşmiş oldu.”[420]
12466. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
yarattığı şeyi her zaman biliyordu. Dolayısıyla Allah’ın yaratmadan önce eşya
hakkındaki ilmi, yarattıktan sonra onlar hakkındaki ilmi gibidir.”[421]
12467. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ölüp
gidenleri bilmesi, yaşayıp kalanları bilmesi gibidir; yüce göklerde olanları
bilmesi, aşağı yerlerdekini bilmesi gibidir.”[422]
12468. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Allah gökleri
ve yeri yaratmadan önce de, olmuş ve olacaklar hakkında bir ilim sahibi miydi?
” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Evet, gökleri
ve yeri yaratmadan önce (herşeyi biliyordu.)”[423]
12469. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
eşyaları yaratmadan önce, onlar hakkında ilim sahibiydi. O halde onları vücuda
getirdiğinde ilminde bir artış olmamıştır. Allah’ın varetmeden önce eşya
hakkında ilmi, onları varettikten sonraki ilmi gibidir.”[424]
12470. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
gayip senin nezdinde şuhuttur (açıktır.)”[425]
bak. 12460. Hadis
12471. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
ilmi, “Neredendir?” diye nitelendirilemez. Allah’ın ilmi “Nasıl?” diye
nitelendirilemez. Ne ilim Allah’tan ayrılır, ne de Allah ilimden ayrılır. Allah
ve ilim arasında hiçbir sınır yoktur.”[426]
12472. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala ilimle nitelendirilmiştir; ama kendisiyle eşyayı bileceği ve gelecek
işleri hususunda kendisinden yardım alacağı, sonradan kazanılmış bir ilimle
değil. (Allah’ın ilmi ezelidir ve zatıyla aynıdır)”[427]
12473. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
eşya hakkındaki ilmi sadece kendisiyle ilim hasıl olan araçlar vasıtasıyla
değildir. Allah ile malum (bilinen) arasında kendisiyle malum sahibi olacağı
başka bir ilim yoktur.”[428]
Kur’an:
“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık
yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve katından büyük ecir
verir.”[429]
[430]
“Allah, O’ndan başka ilah olmadığına ve
adaleti gözettiğine şahitlik etmiştir. Melekler ve ilim sahipleri de (buna
şahitlik etmiştir . ) O’ndan başka ilah yoktur; güçlüdür, hikmet sahibidir.”[431]
12474. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehadet
ederim ki Allah adildir, adaletle davranır ve Allah hakimdir, hak ve batılı
birbirinden ayırır.”[432]
12475. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vaadinde
sadık olan, kullarından zulmü kaldıran, yarattıkları arasında adaleti ikame
eden ve hükmünde herkese adil davranandır.”[433]
12476. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilmi
çok olduğundan affeden, bütün hükümlerinde adil olandır.”[434]
12477. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Bütün yaratıklar, senin verdiğin her
cezanın zülum olmadığını itiraf eder ve bağışladığın herkesi lütfün ve
kereminle bağışladığına tanıklık eder.”[435]
12478. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nimet
içinde hoşnut olarak yaşayanların mutluluk nimetleri, ancak işledikleri
günahlar yüzünden yok olur gider. Çünkü “Allah, kullarına zulmedici değildir.”[436]
12479. Uzeyr Peygamber (a.s) şöyel buyurmuştur:
“Ey Rabbim! Ben senin bütün işlerinin
sağlamlığını düşündüm ve aklımla adaletini anladım. Ama bilmediğim bir konu
var. O da şudur: “Sen belaya müstahak olanlara gazaplanıyorsun, ama azabın
hepsini, -çocuklarını da- kapsamaktadır...” Kendisine şöyle denildi: “Ey Uzeyr!
Bir topluluk azabıma hak kazanınca, azabımın inişini, çocuklarının ömrünün
bitişine kadar (ertelemeyi) taktir ederim. Neticede çocuklar ecelleri geldiği
için ölür. Günahkarlar ise benim azabımla helak olur.”[437]
bak. Bu konuda daha fazla bilgi için Farsça
adlı “Adl der Cihan bini Tevhid” kitabım ile el-Mizan, 15/324. sayfada yer alan
Allah-u Teala’dan zülmü nefyetmek hususundaki bilgilere müracaat ediniz...
12480. İmam Sadık (a.s), kendisine dinin esası
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Dinin esası tevhit
ve adalettir... Ama tevhit kendin hakkında reva gördüğünü, Rabbin hakkında reva
görmemendir. Adaletin anlamı ise, Rabbinin kendisiyle seni kınadığı şeyleri ona
isnat etmemendir.”[438]
12481. İmam Ali (a.s), kendisine, “Adalet
nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Adalet
Allah’ı itham etmemendir.”[439]
12482. İmam Sadık (a.s), Hişam b. Hakem’e şöyle
buyurmuştur: “Sana adalet ve tevhit hakkında bir
cümle öğretmeyeyim mi?” Hişam şöyle arzetti: “Öğret kurbanın olayım.” İmam
şöyle buyurdu: “Allah’ın adaletine inanmanın şartlarından biri onu itham
etmemendir ve Allah’ı tevehhüm etmemen ise tevhittendir.”[440]
12483. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı
yaratıklarına benzeten, Allah’ı tanımamıştır. Kullarının günahını Allah’a isnat
eden ise, onu adaletle nitelendirmemiştir.”[441]
12484. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), Kurban Bayramı
ve Cuma günü yaptığı duasında şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz,
bildim ki senin hükmünde, zulüm ve cezalandırmanda acelecilik yoktur. Zira
(fırsatı) kaybetmekten korkan kimse acele eder ve şüphesiz zayıf olan kimse
zulüm etmeye ihtiyaç duyar. Ey Allah’ım! Sen bu işlerden daha yüce ve
üstünsün.”[442]
Kur’an:
“Allah her şeyin yaratanıdır. O her şeye vekildir.”[443]
“Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir
çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et
giydirdik. Sonra onu başka bir yaratışla yarattık. Yaratanların en güzeli olan
Allah ne uludur! ” [444]
12485. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
yaratıcıdır, ama hareket ederek ve zahmete katlanarak değil.”[445]
12486. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
yaratıcıdır, ama düşünerek değil.”[446]
12487. Mervan b. Müslim şöyle diyor: “İbn-i
Ebi’l-Evca, İmam Sadık’ın (a.s) yanına vardı ve şöyle dedi: “Siz Allah’ın
herşeyin yaratıcısı olduğunu söylemiyor musunuz?” İmam Sadık (a.s), “Evet” diye
buyurdu. İbn-i Ebi’l-Evca, “Oysa ben de yaratıyorum” deyince İmam sordu: “Sen
nasıl yaratıyorsun?” diye sorunca İbn-i Ebi’l-Evca şöyle dedi: “Bir yerde def-i
hacet ediyorum, sonra bekliyorum ve onda bir takım canlılar oluşmaktadır.” İmam
(a.s) şöyle buyurdu: “Her hangi bir şey yaratan kimse, onların niteliğini ve
niceliğini bilmez mi? ” O, “Evet bilir” deyince İmam şöyle buyurdu: “Sen o
canlıların, erkek mi veya dişi mi olduğunu, ne kadar yaşayacağını biliyor musun?
” İbn-i Ebi’l-Evca böylece sustu.”[447]
12488. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd,
kudret ve hikmetiyle eşyayı yaratan ve yoktan var eden Allah’a mahsustur. Allah
eşyayı başka bir şeyden yaratmamıştır ki yoktan var edişi iptal olsun ve bir
sebeple yaratmamıştır ki benzersiz yaratışı gerçekleşmesin. O istediğini,
istediği şekilde yaratandır.”[448]
12489. İmam Kazım (a.s), kendisine, yüce
yaratıcıdan başka yaratıcının olup olmadığı sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala şöyle buyurmuştur: “Yaratıcıların en güzeli olan Allah
övülmeye layıktır.” O halde kulları arasında da yaratıcı olan ve olmayan
kimselerin varlığını haber vermiştir. Örneğin İsa (a.s) Allah’ın izniyle topraktan
bir kuş yarattı, ona üfledi ve Allah’ın izniyle o topraktan heykel, gerçek kuşa
dönüştü. Samiri de İsrailoğulları için buzağı heykeli yaptı, o buzağı heykeli
de ineğin sesine benzer bir ses çıkarıyordu.”[449]
El-Mizan Tefsiri’nde şöyle yer almıştır:
“Allah-u Teala’nın kendisini en iyi yaratıcı olarak nitelendirmesinden de
anlaşıldığı üzere yaratmak Allah’a özgü değildir. Gerçek de böyledir. Zira önce
de söylendiği gibi, yaratmak taktir etmek anlamındadır. Taktir etmek ve bir
şeyi başka bir şeyin üzerinden ölçüp biçmek ise Allah-u Teala’ya özgü bir şey
değildir. Kur’an’ı Kerim’in yaratmayı Allah-u Teala’dan başkasına isnat ettiği
ayetlerden birinde şöyle buyurmaktadır: “Hani
sen, çamurdan kuş gibi bir şey yaratmış...”[450]
Hakeza şu ayettir[451]:
“Aslı olmayan sözler yaratıyorsunuz.”[452]
12490. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çok
geçmeden insanlar bir takım sorular soracak ve sonunda şöyle soracaklardır: “Herşeyi
Allah yaratmıştır, o halde Allah’ı kim yaratmıştır.” Böyle bir şey sorduklarında
siz onlara şöyle deyin: “Allah birdir, Allah müstağnidir, doğurmamıştır ve
doğmamıştır. O’nun eşi ve dengi yoktur.”[453]
12491. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şeytan
sizlerden birinin yanına gelir ve şöyle sorar: “Seni kim yarattı?” siz: “Allah”
deyince Şeytan şöyle sorar: “Allah’ı kim yarattı?” Sizden biri böyle bir
soruyla karşılaşırsa şöyle cevap versin: “Allah ve Resulü’ne iman ettim.”
Böylece (bu soru ve şeytani vesveseler) ondan (zihninden) uzaklaşmış olur.”[454]
bak. 2632. Bölüm, el-Bihar, 4/147, 5. Bölüm
Kur’an:
“Her hangi bir ayetin hükmünü yürürlükten
kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini
getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? ”[455]
12492. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka her kudret sahibi, hem güçlüdür, hem acizdir. (Mutlak güçlü değildir.)”[456]
12493. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’tan başka her kadir makdurdur (kendi gücünün üstünde mutlaka bir güç
vardır.)”[457]
12494. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
makdur olmadığı zaman da Allah kadir idi (kudret ezelidir ve Allah’ın zati
sıfatlarından biridir.)”[458]
12495. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala’nın kudreti ölçülmez. Kullar onu nitelendirme gücüne sahip
değildir.”[459]
12496. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah nitelendirilemez, nasıl nitelendirilsin ki?! Nitekim kendi
kitabında şöyle buyurmuştur: “Allah’ı hakkıyla taktir edemediler” O
halde Allah, nitelendirildiği her kudretten daha büyük ve yücedir.”[460]
12497. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İblis,
İsa b. Meryem’e (a.s) şöyle dedi: “Senin Rabbin yeryüzünü, hiç küçültmeden,
yumurtayı da hiç büyütmeden bütün bir yeryüzünü yumurtanın içine koyabilir mi?”
İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun sana! Allah acizlik sıfatıyla
nitelendirilemez. Yeryüzünü küçültebilecek ve yumurtayı büyütebilecek
kimseden daha güçlü kim vardır.”[461]
12498. Mesih (a.s), kendisine “Rabbin dünyayı
bir yumurtanın içine yerleştirebilir mi? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Acizlik,
aziz ve celil olan Allah’a isnat edilemez. Ama sizin ondan istediğiniz mümkün
olmayan bir şeydir. (Allah’ın kudreti imkansız şeylere taalluk etmez.)”[462]
12499. İmam Ali (a.s), hakeza bu soruya cevap
olarak şöyle buyurmuştur: “Eyvahlar olsun sana!
Allah acizlikle nitelendirilemez. Yeryüzünü küçültebilecek yumurtayı ise büyütebielcek
daha güçlü kim vardır? ”[463]
12500. İmam Ali (a.s), hakeza bu soruya cevap
olarak şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve
Teala’ya acizlik isnat edilemez. Ama benden sorduğun şey mümkün olan şeylerden
değildir.”[464]
12501. İmam Rıza (a.s), hakeza bu soraya cevap
olarak şöyle buyurmuştur: “Evet, Allah
yeryüzünü yumurtadan daha küçük bir şeye de yerleştirebilir. Allah onu
yumurtadan daha küçük olan gözüne yerleştirmiştir. Eğer gözünü açacak olursan,
göğü, yeri ve gök ile yer arasında olan herşeyi müşahade edersin. Oysa Allah
isterse, seni onları görmekten engeller, kör eder.”[465]
bak. Eş-Şeytan, 2015. Bölüm, el-Bihar, 4/134,
4. Bölüm
Kur’an:
“Peygamberlerden bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir
kısmını da anlatmamıştık ve Allah, Mûsa'ya gerçekten hitab etmişti.” [466]
12502. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O,
Musa’ya söyleyeceğini söylemiş, azametli ayetlerini kendisine göstermiştir. Ama
bir uzuvla, aletle, konuşma ve dille değil.”[467]
12503. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Musa ile hiçbir endam, araç, dudak ve dil olmaksızın konuşmuştur.”[468]
12504. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
dil ve ağız olmaksızın haber verir, kulak delikleri olmaksızın işitir, telaffuz
etmeksizin konuşur ve hafıza olmaksızın ezberler... Olmasını irade ettiği
herşeye “ol” der ve o da oluverir. Ama onun bu deyişi kulak zarına çarpan bir
sesle veya duyulan bir nidayla değil. Münezzeh olan Allah’ın sözü, kendisini
icad ettiği, mücessem kıldığı ve önceden var olmayan fiilidir. Zira eğer (fiili
de) kadim ve ezeli olsaydı, ikinci ilah olurdu.”[469]
12505. İmam Rıza (a.s), kendisine, “Eğer Peygamberler
masumsa nasıl olur da Kelimullah Hz. Musa, Allah-u Teala’nın görülemeyeceğini
bilemedi ve ondan böyle bir talepte bulundu? ” diye soran Memun’a cevap olarak
şöyle buyurmuştur: “Kelimullah Musa b. İmran (a.s),
Allah’ın gözle görülmekten çok daha yüce olduğunu biliyordu. Ama aziz ve celil
olan Allah onunla konuşunca ve kendisine mukarreb (yakın) kılınca kavminin
yanına geri döndü ve aziz ve celil olan Allah’ın kendisiyle konuştuğunu,
kendisine yakın kıldığını ve onunla fısıldaştığını bildirdi. Kavmi ona şöyle
dedi: “Biz de senin gibi Allah’ın sözlerini işitmedikçe asla senin sözlerine
inanmayacağız...” Sonra Musa onları Sina dağına doğru götürdü, onları dağın
eteklerinde bıraktı. Kendisi dağın zirvesine çıktı. Allah Tebarek ve Teala’dan
kendisiyle konuşmasını ve konuşmasını o topluluğa işittirmesini istedi. Adı
yüce olan Allah Musa (a.s) ile konuştu. İnsanlar yukarıdan, aşağıdan, sağdan,
soldan, önden ve arkadan (altı yönden) onun sözünü işittiler. Zira aziz ve
celil olan Allah konuşmasını bir ağaçta vücuda getirdi, sonra onu her taraftan
işitecekleri bir şekilde etrafa dağıttı.”[470]
12506. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
zaman da ve fetret dönemlerinde, büyük nimetler sahibi Allah’ın, fikirlerine ve
akıllarına ilham ettiği, akıl ve düşünceleriyle konuştuğu kullar var
olmuştur.”[471]
bak. Tefsir’ul Mizan, 14/247, Kelam fi Me’na
hudusi’l kelam ve kıdemihi fi fusul
Kur’an:
“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun buyruğu sadece, o şeye “Ol”
demektir. O da hemen olur.” [472]
12507. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulların
irade ve isteği, onların batıni maksadı ve bunun ardından ortaya çıkan fiilleridir.
Aziz ve celil olan Allah’ın bir fiil hakkındaki iradesi ise onu vücuda
getirmesidir. Ona “Ol” der, o da oluverir. Şüphesiz bu konuda, hiçbir sıkıntıya
düşmez ve hiçbir niteliğe bürünmez.”[473]
12508. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Konuşur,
ama telaffuzda bulunmaksızın. İrade eder, ama batıni bir düşünce ve tedebbür
olmaksızın.”[474]
12509. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
irade edendir, ama (önceden) bir azim ve karar olmaksızın! Allah yaratıcıdır,
ama bir endam ve organ ile değil.”[475]
12510. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eşya,
Allah’ın irade ve isteğiyle, O hiçbir söz söylemeksizin, içinden hiçbir düşünce
geçmeksizin ve diliyle hiçbir söz konuşmaksızın, vücuda gelmektedir.”[476]
bak. 2667. Bölüm
Kur’an:
“O (her şeyden) öncedir, (kendisinden sonraya hiçbir şeyin
kalmayacağı) sondur, (varlığı) aşikardır, (gerçek mahiyeti insan için)
gizlidir. O her şeyi bilir.” [477]
12511. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zahirdir;
“Hangi şeyden?” denemez. Batındır; “Hangi şeyde” diye sorulamaz.”[478]
12512. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O’ndan
daha açık bir şeyin olmadığı zahir ve O’ndan daha gizli bir şeyin olmadığı batındır.”[479]
12513. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zahirdir,
görülmeksizin. Batındır, ama küçüklük ve zarafetinden değil.”[480]
12514. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bakanların
O’nu inceden inceye tariflerinden zahir, izzetinin saygınlığıyla O’nu tasarlayanların
fikirlerinden batındır.”[481]
12515. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Yaratıklarının)
Kalplerine delilleriyle görünendir.”[482]
12516. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O,
gücü ve azametiyle tüm mahlukatına zahirdir, ilmi ve marifetiyle batındır.”[483]
12517. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zahir
olduğu halde batındır ve batın olduğu halde aşikardır.”[484]
12518. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gizli
olması aşikar olmasını engellemez. Aşikar olması O’nu gizli kalmaktan
alıkoymaz.”[485]
12519. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd
Allah’a ki hiç bir sıfatı diğer sıfatlarından öncelikli değildir. Dolayısıyla
ahir (son) olmadan evveldir, batın (gizli) olmadan zahirdir... O’ndan başka her
zahir batındır, her batın ise zahir değildir.”[486]
12520. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
zahir oluşu, eşyanın üstüne binmesi, üzerine oturması ve zirvesine ayak basması
anlamında değildir. Eşyaya olan kahrı, üstünlüğü ve kudretiyle zahirdir.
Örneğin birisi şöyle der: “Düşmanlarımın üzerine zahir oldum, Allah beni
düşmanıma zahir kıldı.” O kendi zaferini ve (düşmana karşı) üstün gelişini ifade
etmektedir. Allah’ın eşya üzerindeki zuhuru da işte böyledir (yani kahır,
galebe, üstünlük ve eşyaya tasallutunu ifade etmektedir.) Allah’ın zahir
oluşunun diğer bir anlamı da kendisini talep eden herkes için aşikar olmasıdır
ve (zahir olmasının diğer bir anlamı da) kendisine hiçbir şeyin gizli
kalmamasıdır. Hakeza (zahir olmanın diğer bir anlamı da) Allah’ın, yarattığı
herşeyi tedbir ve irade etmesidir. O halde Allah Tebarek ve Teala’dan daha
aşikar olan kimdir? Zira sen nereye yönelirsen yönel, O’nun yaratışının
nişanesini ve etkilerini görürsün. Kendi vücudunda da onun yeteri kadar
nişaneleri vardır. Ama bizim hakkımızda zahir, kendisine aşikar olan, bir hat
ve hududu bulunandır. O halde biz ve O
(zahir) ismi hakkında ortağız. Ama anlamı hususunda bir ortaklığımız yoktur.
Allah’ın batın ve gizli oluşu ise eşyanın içinde gizli olduğu, yani onların
içine girdiği anlamında değildir. Allah’ın ilim, koruma ve tedbirinin eşyanın
içine de (zahirlerine olduğu gibi) nüfuz etmesi anlamındadır.”[487]
12521. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
kahrıyla herşeye üstündür.”[488]
12522. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
işlerin gizliliklerini bilir. Yaratışındaki göze çarpan tedbir nişaneleri
sebebiyle de akıllara aşikardır.”[489]
12523. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
aşikardır, ama duyu organları ve hissi temaslarla değil. Allah mütecellidir
(gözükendir) ama gözle görülen bir görünme ile değil. Allah batındır, ama uzak
oluş ve ayrılık sebebiyle değil.”[490]
12524. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
gizlidir, ama örtülü olduğu için değil. Allah aşikardır (başkalarının gözleri
karşısında olduğu için değil)”[491]
Kur’an:
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah her şeye
kadirdir.”[492]
“De ki: “Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin;
dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın;
iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kadirsin.”[493]
“Göklerin ve yerin egemenliği kendisinin olan, çocuk edinmeyen,
hükümranlıkta ortağı bulunmayan Allah yücelerin yücesidir.”
12525. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O’ndan
başka her malik memluktur (malik olunandır.)”[494]
12526. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’tan başka her malik memluktur (malik olunandır.)”[495]
12527. İmam Ali (a.s), “la havle ve la kuvvete
illa billah” sözünün tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Biz
Allah ile birlikte bir şeye sahip değiliz; sadece O’nun bizi sahip kıldığı
şeylere sahibiz. O halde bizi, bizden daha çok sahibi olduğu bir şeye sahip
kıldığı zaman bize sorumluluk yüklemiştir; bizden onu geri aldığı zaman da
sorumluluğu üzerimizden kaldırmıştır.”[496]
12528. Misbah’uş-Şeria’da şöyle yer almıiştır: “Allah
Resulü (s.a.a) Allah’ın şöyle buyurduğunu ifade etmiştir: “Ey Ademoğlu! Benim
mülküm, benim malımdır. Benim malım bana aittir. Ey biçare! Mülk ve padişahlık
olduğu ve sen bulunmadığın zaman neredeydin? Sen yediğin, yok ettiğin,
örtündüğün, eskittiğin, sadaka verdiğin (ölümünden sonrası için baki
bıraktığın) bu miktar sebebiyle de rahmet ve bağışlanmaya uğradığın veya azap
ve ceza göreceğin miktardan fazlasına sahip misin?”[497]
bak. el-Mal, 3763. Bölüm; Tefsir’ul Mizan,
3/144-149
Kur’an:
“Vasiyeti işittikten sonra değiştiren olursa, bunun günahı değiştirenin üzerinedir. Allah şüphesiz işitir ve bilir.”[498]
12529. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka her duyucu düşük sesleri duymaz, yüksek sesler kulağını sağır eder, uzak
sesleri işitmez. ”[499]
12530. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O,
konuşanı duymakta, her susanın içini bilmektedir.”[500]
12531. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
duyandır, ama araçla değil.”[501]
12532. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz
işitici olarak adlandırılmıştır. Ama bu kendisi vasıtasıyla duyduğu, ama onun
vasıtasıyla bir şeyi göremediği kulak deliğine sahip olduğu anlamında değil.
Ama bizler, sahip olduğumuz kulak deliğiyle duyuyoruz, ama onun vesilesiyle bir
şeyi göremiyoruz.”[502]
12533. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “O
gördüğü şeyle işitir ve işittiği şeyle görür... Hiçbir lugat ve dile yabancı
olmaması ve bir şeyi duymasının kendisini başka bir şeyden alı koymaması
sebebiyle şöyle diyoruz: “Allah işitendir, ama (yaratık olan) duyucuların
duyması gibi değil.”[503]
12534. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
duyan ve görendir. Allah gördüğü şeyle işitir ve işittiği şeyle görür.”[504]
12535. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
işiten ve görendir. Allah işitendir, ama duymak için bir endama sahip
olmaksızın, Allah görendir ama hiçbir görme aletine sahip olmaksızın. “Aksine
bizzat işitmekte ve bizzat görmektedir” dememizin anlamı ise, onun bir şey
olduğu ve zatının da ayrı bir şey olduğu anlamında değildir. Sen bana sorduğun
ben de sana bu konuyu anlatmak için bu tabiri kullandım. O halde şöyle diyoruz:
“O, bütün vücuduyla işitir, ama bir cüzü ve parçası olmaksızın.”[505]
Kur’an:
“Allah, hakla hükmeder. O’nu bırakıp da yalvardıkları
putlar bir şeye hüküm veremez. Şüphesiz Allah işitir ve görür.” [506]
“Bu, sana vahyettiğimiz, öncekileri
doğrulayan gerçek kitaptır. Allah şüphesiz kullarından haberdardır, görendir.”[507]
“Namazı
kılın, zekâtı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında
bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görür.” [508]
12536. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O’ndan
başka her gören gizli renkleri ve çok küçük cisimleri göremez.”[509]
12537. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
görmesi de işte böyledir. Allah bizim gibi kendisiyle gördüğümüz ve ondan başka
bir şey istifade edemediğimiz göz deliği
(bebeği) vasıtasıyla görmez.”[510]
12538. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Basir’dir,
ama hisle vasıflandırılmaz.”[511]
12539. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
görendir, ama bir aleti çevirerek değil.”[512]
12540. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Basir’dir
(görendir); yaratıklarından görülen yokken.”[513]
12541. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Karanlık
bir gecede, yer altında ve denizlerde, karanlık bir taş üzerindeki siyah
karıncanın ayak izleri gibi hiçbir gizli işin ona örtülü kalmaması sebebiyle
şöyle diyoruz: “O görendir.”[514]
Kur’an:
“Gözler O’nu görmez, O bütün gözleri görür. O latiftir,
haberdardır.” [515]
“Yaratan bilmez olur mu? O, latiftir, haberdardır.” [516]
12542. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
latif olması, azlığı, inceliği ve küçüklüğü anlamında değildir. (İlim ve
kudretinin) eşyanın içine nüfuz etmesi ve derk edilememesi anlamındadır.”[517]
12543. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
latiftir, ama cismi bir letafet anlamında değil.”[518]
12544. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
latiftir, ama gizlilik ve görünmezlikle nitelendirilemez.”[519]
12545. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
latiftir diyoruz. Zira hem latif (çok küçük) varlıkları yaratmıştır, hemde
zarif ve ince işlerden haberdardır. Allah’ın yaratış nişanelerini, zarif
varlıkları; pire, sivrisinek ve onlardan daha küçük ve zarif varlıkları
yaratışında görmüyor musun? Onlar neredeyse gözle görülmezler ve küçük olmaları
sebebiyle, dişi ve erkekleri, genç ve yaşlıları birbirinden ayırtedilmez. Bu
şeylerin inceliğini ve zarafetini gördüğümüz için... bu varlıkların yaratanın
da zarif ve latif olduğunu anlıyoruz.”[520]
12546. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka her duyucu düşük sesleri duymaz, yüksek sesler onun kulağını sağır eder,
uzak sesleri işitmez. O’ndan başka her gören gizli renkleri ve çok küçük
cisimleri göremez.”[521]
Kur’an:
“Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti.
O, bunu peygamberin diğer bir eşine haber verince, Allah da peygambere durumu
bildirmiş, o da bir kısmının yüzüne vurmuş bir kısmının yüzüne vurmaktan geri
durmuştu. Eşine, gizlice söylediğe şeyi başkasına nakletmiş olduğunu
bildirince, eşi: “Bunu sana kim haber verdi?” demiş, o da: “Bana, her şeyi
bilen ve her şeyden haberdar olan Allah haber verdi” demişti.” [522]
“Gökleri ve yeri hakla yaratan O’dur ki “Ol” dediği gün
hemen olur; sözü gerçektir. Sura üfleneceği gün hükümranlık O’nundur.
Görülmeyeni de görüleni de bilir. O hikmet sahibi'dir haberdardır.” [523]
12547. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Habir
(haberdar) kendisine hiçbir şey gizli kalmayan ve gözünden uzak olmayan kimse
demektir. Allah’ın (eşyalar hakkında) haberdar oluşu, onun imtihan ve netice
almasından değildir. Zira denemek ve imtihan etmek (bir ilim vasıtasıyla başka
bir ilme ulaşmak) gerçekte iki ilimdir. Eğer bu iki ilim olmasaydı, bir ilim ve
bilgi vücuda gelmezdi. Böyle olan kimse (ilmi ve bilgisi tecbübeler ve şahsi
kazanımlar sebebiyle oluşan kimse) önceden alim olmuş olamaz. (Allah’ın ilmi bu
yolla vücuda gelmediği için de herşeyden haberdardır.)”[524]
Kur’an:
“Firavun taifesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Allah'ın ayetlerini yalanladılar da Allah onları günahlarından ötürü yok etti. Allah kuvvetlidir, cezalandırması şiddetlidir.” [525]
“Buyruğumuz
gelince, Salih’i ve berâberindeki iman edenleri katımızdan bir rahmet olarak o
günün rezilliğinden kurtardık. Doğrusu Rabbin pek kuvvetli ve güçlüdür.”[526]
12548. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka her güçlü zayıftır.”[527]
12549. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
şey Allah’a boyun eğmiştir. Her şey O’nun sayesinde ayaktadır; her fakirin
zenginliği, her düşkünün izzeti, her zayıfın kuvvetidir...”[528]
12550. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu
yüce ve güçlü olan Allah ne de kerimdir! Zayıflıktan boyun eğdiğin halde seni
Allah’a isyana cüret ettiren nedir!”[529]
12551. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O’nun
her şeyi kuşattığında, her şeye galebe çaldığında, her şeye kadir olduğunda
şüphe yoktur.”[530]
Kur’an:
“İzzet isteyen kimse bilsin ki, izzet, bütünüyle
Allah'ındır. Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de salih amel yükseltir.
Kötülük yapmakta düzen kuranlara, onlara, çetin azâb vardır. İşte bunların
kurdukları düzenler boşa çıkar.” [532]
“Eğer bu savaştan Medine'ye dönersek, izzetli kimseler
alçakları And olsun ki, oradan çıkaracaktır” diyorlardı. Oysa, izzet Allah'ın,
Peygamberi’nin ve müminlerindir, ama münafıklar bu gerçeği bilmezler.” [533]
12552. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka her aziz, zelildir.”[534]
12553. İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Her zelile
izzet verendir.”[535]
12554. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah hiç bir şeyden doğmamıştır ki kendisine izzetinde ortaklık edilsin.”[536]
12555. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd,
izzet ve kibriya sahibi olan, bu iki sıfatı yaratıklarına vermeyen Allah’a
mahsustur.”[537]
bak. el-İzzet, 2705. Bölüm; el-Cebbar, 486
Kur’an:
“(Ayetleri açıklar ki) Dünya ve ahiret hakkında (düşünesiniz)! Sana yetimleri sorarlar, de ki: “Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır.” Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzeltenden bozanı ayırt etmesini bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı. Allah şüphesiz azizdir, hikmet sahibidir.” [538]
“Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek olaylardır. Allah'tan başka ilah yoktur. Doğrusu Allah azizdir, hikmet sahibidir.”[539]
“Esirler sana hıyanet
etmek isterlerse, bilsinler ki esasen daha önce de Allah'a hıyanet etmişlerdi.
Allah bundan ötürü onları yenmen için sana imkan verdi. Allah Bilendir, hikmet
sahibidir.” [540]
12556. İmam Bakır (a.s), kendisine, “Neden
Allah yaptığı işinden sorulmaz? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Zira,
Allah sadece hikmet üzere ve doğru işler yapar.”[541]
12557. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Bana söyle
bakayım, aziz ve celil olan Allah’ın mülkünde bir ortağı, veya tedbirinde bir
zıddı (muhalifi) ve rakibi var mıdır?”
diye soran bir zındıka, “Hayır, yoktur” diye buyurdu. Zındık şöyle dedi: “O
halde, alemde gördüğümüz yırtıcı hayvanlar, korkunç sürüngenler, bir çok çirkin
varlıklar, kurt, sivrisinek, yılan ve akrep gibi uygunsuzluklar nedendir? Bütün
bunlara rağmen siz, “Allah hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamıştır, çünkü o boş bir
iş yapmaz” diyorsunuz.” İmam ona şöyle buyurdu: “Sen akreplerin, idrar yolları
hastalıkları, mesane taşları ve gece altını ıslatan kimseler için faydalı olduğunu,
en iyi panzehirin yılan eti olduğunu, zira cüzzam hastalığına yakalanmış
birinin onu beyaz zac ile yediği taktirde hastalığına faydalı olduğunu, toprak
kurdunun da cüzzam hastalığı için çok faydalı olduğunu demiyor musun? ” O,
“Evet öyledir...” dedi ve ardından yine şöyle sordu: “Bana de bakayım, Allah’ın
yaratış ve tedbirinde bir noksanlık var mıdır? ” İmam, “Hayır” diye buyurdu. O
yine şöyle sordu: “Allah’ın insanı sünnetsiz olarak yaratmasının bir hikmeti
var mıdır, yoksa bunu abes olarak mı yapmıştır? ” İmam, “Hikmet üzere
yapmıştır” diye buyurdu.
O bunun üzerine şöyle dedi: “Siz, Allah’ın
yarattığını değiştiriyorsunuz ve yaptığınız sünnet hususundaki işinizin,
Allah’ın yaptığı işten daha iyi olduğunu söylüyorsunuz ve sünnet olmamayı
kınıyorsunuz. Oysa Allah onu bu şekilde yaratmıştır. Ama sizin işiniz olan
sünnet olmayı, övüyorsunuz. Sakın bu konuda da, “Allah’ın bu işi yanlıştır ve
hikmete dayalıdır” demeyin. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Allah’ın bu işi de bir
hikmete dayalıdır ve doğrudur, ama Allah bizzat sünnet olmayı taktir etmiş ve yaratıklarına
bunu gerekli görmüştür. Aynı şekilde çocuk dünyaya gelince de göbeği annesinin
göbeğine bağlıdır. Hikmet sahibi Allah bunu böyle taktir etmiştir, ama buna
rağmen kullarına onu kesmelerini emretmiştir. Hatta eğer bu göbek bağını
kesmezlerse, çocuk ve anne için kesinlikle zarar vericidir. Hakeza tırnakların
da uzadığında kesilmesini emretmiştir. Oysa Allah insanı tırnaklarının
uzamayacağı bir şekilde yaratabilirdi. Aynı şekilde, uzayan ve uzadığında da
kesilmesi gereken bıyık ve saçlar da öyledir. Ve yine Allah sığırları da yumurtalıklarıyla
yaratmıştır. Ama onları, hadım etmek daha uygundur. Bunlar, aziz ve celil olan
Allah’ın taktir ve tedbirine zarar vermez.”[542]
12558. İmam Ali (a.s), yarasanın yaratılışı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’ın şu yarasaların
yaratılış hikmetlerinden bize gösterdiği şeyler, onun harikulade yaratışına ve
sanatının ince-liklerine örneklik teşkil eder. Her şeyi harekete geçiren ışık,
yarasayı hapseder. Bütün canlıları hareketsiz kılan karanlıklar da onu harekete
geçirir.”[543]
12559. İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Kudretinin melekutunu ve hikmetinin eserlerini
ifade eden inceliklerini bize göstermesi... O’nun kudretiyle ayakta
durabildiğini itiraf etmesi, bir hüccet olarak bizleri gayr-i ihtiyari O’nu
tanımaya ve marifetine sevk etmiştir. Eşsiz, örneksiz yoktan var ettiği
yaratıklarında, sanatının eserleri, hikmeti apaçık ortaya koymaktadır. Neticede
bütün yaratıklar O’nun birer hücceti ve O’na götüren birer delildirler.[544]
Allame Tabatabai, Tefsir’ul-Mizan’da, Allah-u
Teala’nın hikmeti ve Allah’ın fiilinin bir maslahata dayandığı konusu başlığı
altında şöyle yazmaktadır: “Ortaya koyduğumuz çeşitli ve farklı davranışlar,
irade ve isteğimizle ilişkili olduğu taktirde bizim fiillerimiz sayılmaktadır.
Dolayısıyla, sağlık, hastalık ve günlük veya yıllık (bedensel gelişim)
hareketinden kaynaklanan mecburi tepkiler, bizim fiillerimiz sayılmamaktadır.
Şüphesiz bir işi irade etmek, o işin üstün olduğunu bilmeye ve o fiilin bizler
için kemal olduğunu kabul etmeye bağlıdır. Yani o işi yapmak, yapmamaktan daha
iyidir ve faydası zararından çoktur. Bir fiilin hayır ve fayda boyutu, o fiilin
(terkedilişine karşı) tercih etme sebebidir. Yani o sebep, bizleri o fiili
yapmaya sevketmektedir. Başka bir tabirle, bizim bu fiili yapmamızın sebebi
işte bu boyuttur. Bu da failin o fiili yapmasındaki hedef ve gayesi olarak
adlandırdığımız şeydir. Felsefi araştırmaların da ispat ettiği gibi, fiil, failden
orataya çıkan bir tepki anlamında, ister iradi olsun, ister iradesiz, belli bir
hedef ve gaye taşımaktadır.
Amelde bir fiilin hayır ve fayda yönünde
kapsaması, fiilin maslahatı olarak adlandırılmaktadır. O halde, akıl
sahiplerinin (her insani topluluk ehlinin) maslahat olarak adlandırdığı şey,
faili fiile sevk eden sebep ve etkendir ve bu etken, bu fiilin kayıtsız ve
doğru bir şekilde gerçekleşmesine sebep olmaktadır ve bu yüzden de fail,
yaptığı işinde, hikmet sahibi biri sayılmaktadır. Eğer işin içinde bu maslahat
olmasaydı, fiil faydasız ve etkisiz olurdu.
Açıkça bilindiği gibi fiilden kaynaklanan
maslahat, fiilin varlığından önce mevcut değildir. Dolayısıyla bizim,
“Maslahat, failin hedefi ve onu fiile davet eden sebeptir” deyişimiz bu etkenin,
onun zihni varlığı sebebiyledir, dış varlığı sebebiyle değil. Yani biz, dış
alemde cari olan, tümel kanunlar ve hareketleri hedeflerine ve fiilleri maslahatlarına
sevk eden ve aleme hakim olan uyumlu ilkeler sisteminden ilmi ve zihni bir
takım suretler edinmiş haldeyiz. Aynı şekilde eşyanın birbiriyle olan
ilişkilerini tecrübe etme neticesinde de bir bilinç ve zihniyet elde
etmekteyiz. Şüphesiz, bu ilmi sistem dış alemdeki sisteme bağlı oluşmaktadır ve
ondan kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla içimizden, irade sahibi olan
faillerin yapması gereken, fiil olarak adlandırılan özel davranışları o ilmi
sistem ile uyumlu kılması, bu zihni sistemde göz önünde bulundurduğu maslahata,
fiilinde riayet etmesi ve iradesini bu esas üzere şekillendirmesidir. Bu esas
üzere eğer fiilini ilmine uyumlu kılmada başarılı olursa, bu yaptığı fiil bir
hikmete dayanır ve ameli sağlam bir şekilde ortaya çıkmış olur. Ama eğer ilmini
ve zihni suretini, dış alemdeki reel bilgilerine uyarlama noktasında hata
edecek olursa, bu hata bir kusurdan kaynaklansın veya kaynaklanmasın, artık
hikmet sahibi olarak adlandırılmaz, aksine boş iş yapan, cahil ve benzeri
isimlerle adlandırılır.
O halde hikmet fiilini, dış alemdeki sistemden
algıladığı ilmi sistem ile uyumlu ve mutabık kılan failin sıfatıdır, fiilinin
maslahata dayanmış olması da dış alemden algıladığı ilmi suretine uyarlanması
anlamındadır. O halde hikmet gerçekte dış alemin zati bir sıfatıdır. Eğer bu
sıfatı faile veya fiiline uyarlayacak olursak, bu sebeple failin fiili, ilmi
vasıtasıyla dış alemle intibak ve uyumluluk içindedir. Fiilinin maslahata
dayalı olması da bu anlamdadır. Yani fiili, ilmi suretten kaynaklanmıştır ve o
ilmi suret de dış alem ile uyum içinde ve uyumluluk içindedir.
Elbette bu dediklerimiz, hedefi dış alemle
intibak olan fiiller hakkında geçerlidir. Bizden ortaya çıkan iradi fiiller
gibi. Ama dış alemin bizzat kendisi olan fiiller –yani münezzeh olan Allah’ın
fiileri- hikmetin bizzat kendisidir, hikmet olarak adlandırılan başka bir işe
tabi ve o işle uyumlu anlamında değildirki neticede biz o fiili hikmete dayalı
bir iş olarak adlandıralım. Allah’ın fiillerinin maslahata dayanmasının anlamı
da maslahatın o fiile tabi olması anlamındadır, fiilin maslahata tabi olması ve
Allah’ı o işi yapmaya sevk etmesi anlamında değil.
Dolayısıyla Allah-u Teala’dan başka bir iş
yapan herkesten işinin sebebi sorulur ve “Neden böyle yaptın? ” diye
sorgulanır. Dolayısıyla o da fiillerini, dış alemden algıladığı, ilmi düzen ve
zihniyeti esasınca bu aleme uyarlamalı ve kendisini bu işe yönlendiren
maslahata işaret etmelidir. Ama münezzeh olan Allah hakkında böyle bir soru
yersizdir. Zira Allah’ın fiili, mezkur soruda fiilin kendisine uyarlanmasını
istediğimiz o dış alemin ve sistemin bizzat kendisidir. Allah ile ilgili olarak
başka bir dış düzen yoktur ki fiilini o esas üzere ortaya koysun. Allah’ın
fiili, her faili fiile davet eden maslahatın, ilmi ve zihni suretinden ibaret
olan dış alemin bizzat kendisidir. Dolayısıyla bu dış alemden üstün bir alem de
yoktur ki bu maslahattan algılanmış ilmi bir suret, Allah’ı bu işi yapmaya ve
bu dış alemi hayata geçirmeye davet edici olsun. Bu konuda dikkatli düşün.”[545]
Kur’an:
“Allah sameddir.”[546]
12560. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Samed
içi boş (mümkün’ul-vücud) olmayan kimsedir. Samed, efendiliği zirvede olan
kimsedir. Samed yemeyen ve içmeyen kimsedir. Samed uyumayan kimsedir. Samed, sürekli
olan ve olacak olan o daimi kimsedir.”[547]
12561. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Samed
ortağı olmayan, birşeyi korumaktan yorulmayan ve kendisine hiçbir şey gizli
olmayan kimsedir.”[548]
12562. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Samed,
cüzleri (parçaları) olmayan kimsedir.”[549]
12563. İmam Sadık (a.s), samed kelimesinin
tefsiri hususunda şöyle buyurmuştur: “Yani içi boş
olmayan kimse demektir.”[550]
12564. İmam Bakır (a.s), hakeza samed
kelimesinin tefsiri hususunda şöyle buyurmuştur: “Yani
az ve çokta kastedilen kimsedir (kendisine el açılan kimsedir.)”[551]
12565. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Samed,
üzerinde bir emredicisi ve sakındırıcısı olmayan itaat edilen büyük kimsedir.”[552]
12566. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Samed
olmasını istediği bir şeye, “Ol” deyince olu veren kimsedir. Samed eşyayı var
eden, onları zıtlar, benzerler ve eşler olarak yaratandır. Samed zıddı olmadan,
benzeri bulunmadan, eşi ve ortağı bulunmadan birliği kendisine has kılan kimsedir.”[553]
12567. İmam Ali (a.s) tevhit hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah’a nitelik isnat eden, onu
birlememiş; örneklendiren O’nun hakikatini kavrayamamış; teşbih eden O’nu
kasdetmemiştir. (Allah olarak inandığı gerçekte Allah değildir.) O’na işaret
eden ve tevehhüm eden O'nu samed bilmemiştir.(İşaret ettiği ve vehmiyle
algıladığı şey Allah değil, başka bir şeydir.)”[554]
Kur’an:
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden,
yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur.
Nerede olursanız olun, O, sizinle berâberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” [555]
12568. İmam Ali (a.s) münezzeh olan Allah’ın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Kuşkusuz her
yerde, her zaman ve anda bütün insan ve cinlerle beraberdir.”[556]
12569. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Elimizi
göğe doğru kaldırmamız ile yere (aşağıya) doğru indirmemiz arasında ne fark
vardır? ” diye soran bir Zındık’a şöyle buyurmuştur: “Bu
iş, Allah’ın ilmi, ihatası ve kudreti açısından eşittir. Ama aziz ve celil olan
Allah, dostlarına ve kullarına ellerini göğe-Arş’a doğru kaldırmalarını
emretmiştir. Zira Arş rızkın kaynağı olarak taktir edilmiştir.”[557]
12570. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden
birisi, namazını bitirince ellerini göğe doğru kaldırsın ve dua etmeye
çalışsın.” Abdullah b. Sebe şöyle arzetti: “Ey Müminler’in Emiri! Allah her
yerde değil midir? ” İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Tabi ki, Allah heryededir”
O, “O halde kul neden ellerini göğe doğru kaldırsın? ” diye sorunca İmam şöyle
buyurdu: “Sen, “Sizin rızkını ve size vaad edilen şey göktedir” diye
buyurulduğunu okumadın mı? Rızık kendi yerinden başka bir yerden mi istenir.”[558]
12571. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Peygamber
(s.a.a), gözlerini göğe dikmiş ve dua eden birinin yanından geçince ona şöyle
buyurmuştur: “Gözlerini önüne dik. Zira onu asla
göremezsin.” Ardından ellerini göğe doğru kaldıran ve dua eden birisinin
yanından geçince de ona şöyle buyurdu: “Ellerini kısa tut, zira ellerin asla
ona erişemez.”[559]
12572. İmam Sadık (a.s), kendisine, aziz ve
celil olan Allah’ın, “Göklerde ve yerde
Allah O’dur” ayetini soran Ebu Ca’fer’e[560]
şöyle buyurmuştur: “Doğrudur, O heryerdedir.” Ben (Ebu
Ca’fer), “O’nun zatı her yerde midir? ” diye arzettim. İmam (a.s) şöyle
buyurdu: “Eyvahlar olsun sana! Mekanlar bir sınır ve ölçü içermektedir. O
halde, “Allah zatıyla her yerdedir” diyecek olursan, “Bu miktarlarda ve
benzerlerinde mevcuttur” demen gerekir. Ama o yarattığı şeylerden ayrıdır.
İlim, kudret, ihata, saltanatı ve hükümeti, yarattığı herşeyi çepe çevre
kuşatmıştır.”[561]
12573. İmam Kazım (a.s), kendisine, “Neden
Peygamber (s.a.a) göklere, oradan Sidret’ül-Münteha’ya ve oradan da nur
perdelerine doğru götürüldü ve orada Allah ile konuştu, raz-u niyazda bulundu.
Oysa Allah mekan ile nitelendirilemez” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala, ne bir mekan ile nitelendirilebilir ve ne de üzerinde zaman
cari olur. Aziz ve celil olan Allah, meleklerini ve gök sakinlerini
Peygamber’in vücuduyla müşerref kılmak ve onlara Peygamber’i göstererek yüceltmek
ve indikten sonra haber vereceği azametinin ilginçliklerini kendisine göstermek
istedi.”[562]
12574. İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah bir
yerde değildir ki onun hakkında bir yerden bir yere intikal edişi reva
görülsün.”[563]
12575. İmam Ali (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Yücelikte önceliklidir ve O’ndan daha
yüce bir varlık yoktur. Tüm yaratıklarına yakındır ve O’ndan daha yakın bir
varlık yoktur. Yüceliği O’nu yaratıklarından hiç uzaklaştırmamıştır. Yakınlığı
da O’nu yaratıklarıyla bir mekanda eşit kılmamıştır.”[564]
12576. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah, herkesin gizlediği sırrın, her konuşmacının söylediği sözün ve her
amel eden kimsenin amelinin yanında hazırdır.”[565]
12577. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah, sürekli Rabbimiz olmuştur. İlim, hiçbir malum (bilinen)
olmaksızın, zatının aynısı idi. Hiçbir duyulan olmaksızın, duymak zatının
aynısı idi ve hiçbir görülen olmaksızın, görmek zatının aynısı idi. Hiçbir
makdur (güç yetirilen) olmaksızın kudret zatının aynısı idi. Ama eşyayı
yaratınca malum var oldu ve o malum hakkındaki ilmi işitilen hakkındaki
işitmesi, görülen hakkındaki gömesi ve güç yetirilen hakkındaki kudreti
gerçekleşti.”
Ebu Basir şöyle diyor: “Ben
şöyle arzettim: “O halde Allah sürekli mütekellim miydi? ” İmam şöyle buyurdu:
“Kelam, hadis (sonradan var olan) bir sıfattır, ezeli değil. Aziz ve celil olan
Allah ise var idi ama mütekellim değildi.”[566]
12578. Hammd b. İsa şöyle diyor: “Ebu
Abdillah’a (a.s) şöyle sordum: “Allah sürekli biliyor muydu?” İmam şöyle
buyurdu: “Bir malum (bilinen) olmadığı zaman neyi bilsin? ” Ben şöyle arzettim:
“Allah sürekli, işitir miydi?” İmam şöyle buyurdu: “İşitilecek bir şey yokken
hangi şeyi işitsin?” Ben şöyle arzettim: “Her zaman görüyor muydu?” İmam şöyle
buyurdu: “Görülecek bir şey yokken neyi görsün?” Hammad şöyle diyor: “İmam daha
sonra şöyle buyurdu: “Allah sürekli bilen, işiten ve gören bir zattır.”[567]
12579. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rabbimizin
zatı nurdur, zatı diridir, zatı bilendir, zatı sameddir.”[568]
12580. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Meşiyyet
ve irade fiili sıfatlardandır. O halde her kim Allah-u Teala’nın sürekli irade
eden birisi olduğunu sanırsa muvahhid değildir.”[569]
12581. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Allah’ın
ilmi ve meşiyyeti aynı mıdır yoksa farklı şeyler midir? ” diye soran Bukeyr b.
A’yen’e şöyle buyurmuştur: “İlim ve meşiyyet
birbirinden farklıdır. Sen, “Allah dilerse ben bu işi yapacağım” demiyor musun?
Hakeza, “Eğer Allah bilirse ben bu işi yapacağım” diye ifade etmiyor musun? O
halde, “Eğer Allah dilerse...” sözün Allah’ın istemediğinin delilidir. (Yani
Allah’ın meşiyyeti, henüz senin yapmak istediğin fiile taalluk etmemiştir) Zira
eğer isteseydi, istediği şey, kendi isteğiyle uyumlu olarak tahakkuk etmiş
olurdu. Allah’ın ilmi meşiyetinden öncedir.”[570]
12582. İmam Kazım (a.s), Allah’ın ve yaratığın
iradesi hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Yaratığın
iradesi, onun deruni bir kastıdır ve ardından ortaya çıkan bir amelidir. Ama
aziz ve celil olan Allah hakkında irade, onun icadı ve eşyayı yaratışıdır,
başka bir şey değil. Zira o ne duraklar ve düşünür, ne karar alır, ne de
tefekkür eder. Bu sıfatlar onda yoktur. Bunlar yaratıkların sıfatlarıdır. O
halde Allah’ın iradesi, fiilinin bizzat kendisidir, başka bir şey değil.”[571]
bak. et-Tevhid li’s Saduk, 139, 11. Bölüm;
el-Kafi, 1/107,, 111; Tefsir’ul Mizan, 17/240
12583. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin
evveli O’nu tanımak, O’nu tanımanın kemali O’nu tasdik etmek, O’nu tasdik
etmenin kemali O’nu bir bilmek, O’nu bir bilmenin kemali, O’na karşı ihlaslı
olmaktır. O’na karşı ihlaslı olmanın kemali, O’ndan sıfatları nefyetmektir.
Zira her sıfat mevsuftan (sıfat sahibinden) ayrıdır. Hakeza her mevsuf da
sıfattan ayrıdır. Dolayısıyla Allah’ı tavsif eden O’nu başkasına eşlemiş olur.
O’nu eşleyen O’nu ikilemiş olur. O’nu ikileyen O’nu tecezzi etmiş (cüzlere
ayırmış) olur. O’nu tecziye eden O’nu tanımamış olur. O’nu tanımayan O’na
işaret eder. O’na işaret eden O’nu
sınırlamış, mahdut kılmış olur. O’nu mahdut kılan O’nu saymış olur. “Neyin
içindedir?” diyen O’nu bir şeyde sanır. (O’na mekan isnat eder.) “Neyin
üstündedir?” diyen yerleri O’ndan boş bilmiş olur. Allah sonradan olmaksızın
vardır. Mevcuttur; yokluğu tatmaksızın. Her şey iledir; eşleşmeksizin. Her
şeyden başkadır; ayrılmaksızın. Faildir, hareket ve alet olmaksızın. Basir’dir
(görendir); yaratıklarından görülen yokken. Tektir; kendisiyle varlığında
ünsiyet edineceği ve yokluğunda dehşete kapılacağı birisi olmaksızın.”[572]
12584. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd
Allah’a mahsustur ki tüm işlerin gizliliklerini bilir, açık nişaneler
(varlıklar) O’nun varlığına delalet eder. Görenlerin gözüne gözükmez. O halde
O’nu görmeyenin gözü, O’nu inkar edemez. (Zira eserlerini görmektedir.) O’nu
kalbiyle görenler, zatının künhüne eremez. Yücelikte önceliklidir ve O’ndan
daha yüce bir varlık yoktur. Tüm yaratıklarına yakındır ve O’ndan daha yakın
bir varlık yoktur. Yüceliği O’nu yaratıklarından hiç uzaklaştırmamıştır. Yakınlığı
da O’nu yaratıklarıyla bir mekanda eşit kılmamıştır. Akılları, sıfatlarının
sınırlarından haberdar kılmamıştır. (Zira sıfatları da zatı gibi sınırsızdır.)
Ama kendisini -farz olduğu kadarıyla-
tanımaktan hiç kimseyi alıkoymamıştır. Bütün varlık alemi, hatta (diliyle)
inkar edenlerin bile kalben O’nu ikrar ettiğine tanıklık etmektedir. Allah
kendisini yaratıklarına teşbih edenlerin veya inkarcıların söylediklerinden
münezzehtir, çok daha yücedir, büyüktür.”[573]
12585. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd
o Allah’a mahsustur ki vehimleri varlığına ulaşmaktan aciz, akılları zatını
hayal etmekten mahrum kılmıştır. Zira O’nun zatının bir benzeri ve eşi yoktur.
Allah zatında farklılık olmayandır. Kemalinde sayısal bölünme yoktur. Eşyadan
ayrıdır, ama mekansal bir ayrılıkla değil. Eşyadadır, onlarla karışmış olarak
değil. Eşya hakkında ilim sahibidir ama ilmi, araçlar ve ilmin sadece
kendisiyle vücuda geldiği vasıtalar sebebiyle değildir. Kendisi ile malum
arasında, kendisi aracılığıyla ilim elde
edeceği başka bir ilim yoktur. Eğer, “O var idi” denirse, bu vücudunun ezeli
olduğu anlamındadır.” Eğer “Yok olmaz” denilecek olursa bu da ondan yokluğun
uzak olduğu anlamındadır.”[574]
bak. el-Bihar, 77/381
12586. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
nitelik isnat eden, onu birlememiş; örneklendiren O’nun hakikatini
kavrayamamış; teşbih eden O’nu kasdetmemiştir. O’na işaret eden ve tevehhüm
eden O'nu talep etmemiştir. (Zira işaret ettiği O’ndan başka bir şeydir.)
Bizzat tanınan her şey, sonradan yapılmıştır. Başkasıyla kaim olan her şey de
ma'luldür (bir nedenin sonucudur. ) O yapıcıdır, bir alete ihtiyaç duymadan. O
takdir edicidir, düşünmeden. O zengindir, (kimseden) istifade etmeksizin.
Zamanla birlikte değildir. Aletler, O’na yardım edemez... O değişmez, zail
olmaz, kaybolması caiz olmaz... Zihinler, O’na ulaşamaz ki onu takdir etsin.
Zekalar, onu kavrayamazlar ki betimleyebilsin. Duyular, O’nu derkedemez ki
hissedebilsin. O’na el değemez ki dokunulsun. Hali değişmez, halden hale de
girmez. Geceler ve gündüzler O'nu eskitemez, aydınlıklar ve karanlıklar, onu
değiştiremez. Her hangi bir parça, endam, organ, araz (ilinek), değişim ve ebaz
ile (nicelikle) vasıflandırılamaz. İster, fakat içinden geçirmeksizin. Yumuşamadan
sever ve razı olur, meşakkate girmeden kızar ve gazab eder.”[575]
12587. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
şeye yakındır ilişerek değil; her şeyden uzak olduğu halde ayrı değildir.
Konuşandır, fakat düşünerek değil. İrade edendir, kast/himmet etmeksizin.
Yaratandır, aza ve organları olmaksızın. Latif’tir, gizlilikle
vasıflandırılamaz. Büyüktür, ama zulümle nitelendirilemez. Basir’dir, ama hisle
vasıflandırılamaz. Rahimdir; gönül yumuşaklığı ile nitelendirilemez. Yüzler
onun azameti karşısında boyun eğmiştir. Gönüller, O’nun korkusuyla dolmuş,
titrer dururlar.”[576]
12588. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: ““Hamd
Allah’a ki hiç bir sıfatı diğer sıfatlarından öncelikli değildir. Dolayısıyla ahir
(son) olmadan evveldir, batın (gizli) olmadan zahirdir. O’ndan başka hakiki
vahdetle nitelendirilenler tanınmamıştır. O’ndan başka her aziz, zelildir.
O’ndan başka her güçlü, zayıftır. O’ndan başka her malik (sahib), memluktur (sahib
olunandır) O’ndan başka her alim, öğrencidir.”[577]
12589. İmam Hasan (a.s), kendisinden Allah’ı
nitelendirmesi istenince, bir müddet başını önüne eğdikten sonra başını
kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Hamd, ne bilinen bir
evveli ve ne de bitecek bir sonu olmayan Allah’a mahsustur.”[578]
bak. el-Bihar, 4/212, 4. Bölüm
248. Konu
el-Ma’ruf
İyilik (1)
F
Vesail’uş-Şia, 11/521-601; Ebvab-u
Fi’l’il-Ma’ruf
F
Bihar, 75/17-23, 33. bölüm; Nesr’uz-Zuefa
F
Bihar, 75/49, 50 ve 41. bölümler; Kenz’ul-Ummal,
6/429, İmatet’ul-Azi an’it-Tarik
F
El-Fakih, 2/54, Fazl’ul-Ma’ruf
bak.
F
34. konu, el-Birr; 115. konu, el-İhsan;
el-Bereket, 351. bölüm; es-Sadaka, 2227. bölüm; eş-Şukr, 2080. bölüm; en’Nimet,
3907. bölüm
Kur’an:
“Artık iyiliğe
uymalı...”[579]
“Bundan
sonrası da iyilikle tutmak...”[580]
“İyilik
ölçülerinde (kocalarından) menfaat sağlamak haklarıdır. Bu Allah korkusu
taşıyanlar üzerinde bir borçtur...”[581]
Güzel bir söz
ve bağışlama, peşinden eza gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir,
hilim sahibidir.”[582]
“İyi (uygun)
olarak yesin.”[583]
“Onlarla iyi
geçinin.”[584]
“İyi olanı işlemekte sana karşı gelmemek
şartıyla onları kabul et.”[585]
“İyiliği emreden bir ümmetsiniz.”[586]
12590. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek efendiliktir.”[587]
12591. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek, şerafet ve övünçtür.”[588]
12592. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek, en yüce efendiliktir.”[589]
12593. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek, mazluma yardım etmek ve misafir perverlik efendilik sebebidir.”[590]
12594. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik,
ne güzel bir insandır.”[591]
12595. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilin
ki iyilik etmek, övgü kazandırır ve ardından sevaba sebep olur. Eğer iyiliği
bir insan şeklinde görecek olsaydınız, şüphesiz onu görenlerin hoşlandığı ve
alemlerden üstün gibi güzel şeklinde görürdünüz. Eğer aşağılığı görecek
olsaydınız, şüphesiz onu da çelimsiz, çirkin, kötü görünümlü, kalplerin nefret
ettiği ve gözlerin görmekten kaçındığı bir şekilde görürdünüz.”[592]
12596. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben
iyiliği de adı gibi (güzel bir şekilde) gördüm. Sevabı (ki Allah iyilik
sahiplerine vermektedir) dışında hiçbir şey, iyilikten üstün değildir. Zaten
iyilikten istenen de sevabıdır. İnsanlara iyilik etmeyi seven herkes, bu işi
yapabilir demek değildir. İyilik etmeye rağbet gösteren kimse, onu yapabilecek
güce sahiptir demek değildir. İyilik etmeye gücü olan herkes de bunun fırsat ve
başarısını elde etmiş anlamında değildir. Aksine rağbet, güç ve izin bir araya
gelince talip ve metlubun (isteyenin ve istenilenin) mutluluğu kamil bir
şekilde gerçekleşmiş olur.”[593]
12597. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek, en çok yetişen ekinlerden bir ekin ve en üstün hazinelerden bir
hazinedir. O halde nankörlerin nankörlüğü, iyiliği inkar edenlerin inkarı, seni
iyiliğe rağbet etmekten alıkoymasın. Zira senin başkaları hakkındaki iyiliğini
işiten kimse (yani Allah) yaptığın iyiliğin mükafatını verecektir.”[594]
12598. Mesih (a.s), ashabına şöyle buyurmuştur:
“Ateşe yem olmayan şeyi çoğaltmaya çalışın.”
Kendisine, “O şey nedir? ” diye sorulunca, “İyilik etmektir” diye buyurmuştur.”[595]
12599. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek nimetlerin zekatıdır... Zekatı verilen herşey ise yok olma tehlikesinden
güvendedir.”[596]
12600. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gücünüz
yettiğince iyilik edin, zira iyilik insanı helak olmaktan ve tatsız ölümlerden
korur.”[597]
12601. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek kölelik getirir. (İyilik edilen kimse, iyilik eden kimsenin ihsanı
karşısında borçlu duruma düşer.)”[598]
12602. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Köleleri
malıyla alan kimsenin, ihsan ve iyilikleriyle hür insanları almamasına ve
kendisine köle etmemesine şaşarım.”[599]
12603. İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
sahipleri, iyiliğe ihtiyacı olanlardan daha çok, iyilik etmeye muhtaçtırlar.
Zira mükafat, övünç ve güzel ünlerini ona borçludurlar. O halde, insan yaptığı
her iyiliği önce kendisine yapmaktadır. O halde kendisine yaptığı iyilik
sebebiyle başkalarından teşekkür beklememelidir.”[600]
12604. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyilik
ve kötülük, insanlar için tayin edilen iki halifedir. Kötülük insanlara şöyle
der: “Kötülük ediniz, kötülük ediniz.” İyilik ise insanlar şöyle der: “İyilik
ediniz, iyilik ediniz.” Her grup mecburen kendi halifesine itaat etmek zorundadır.”[601]
bak. Es-Sual, (2), 1716, 1717, 2671. Bölümler
12605. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
etmek, ebedi bir stoktur.”[602]
12606. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara
iyilik, en çok yetişen ekin ve en üstün hazinedir.”[603]
12607. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik,
iki hazineden en üstünüdür.”[604]
12608. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün hazine, hür insanlara ısmarlanan iyilik ve iyilerin öğrendiği ilimdir.”[605]
12609. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü sizden olan müminler, ateşe doğru götürülen birinin yanından geçer. O
şahıs, mümin olan kimseye şöyle der.” Ey falan kimse, bana yardımcı ol! Ben
sana dünyada iyilik ettim.” O mümin meleğe şöyle der: “Onu bırak.” Sonra Allah
meleğe şöyle emreder: “Müminin sözünü yerine getir.” Böylece melek o şahsı
serbest bırakır.”[606]
12610. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilikten
ayrılmayın, çünkü iyilik ahiret için ne güzel bir azıktır.”[607]
12611. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennete
giren ilk kimse, iyilik edendir.”[608]
12612. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz,
aziz ve celil olan Allah, ihsan ve iyilik etmeye, yaratıklarından bazı
kimseleri tayin etmiş, onlara iyiliği sevdirmiş ve ihsanı talep edenleri, ihsan
talebinde onlara yöneltmiştir. Yağmuru, ekinsiz kurak topraklar için temin
ettiği gibi iyilik etmeyi, onlara kolaylaştırmış ve temin etmiştir.”[609]
12613. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın
iyilik sahipleri, ahirette de iyilik ehlidirler. Dünyanın kötülük sahipleri
ise, ahirette de kötülük sahipleridirler.”[610]
12614. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın
iyilik sahipleri, ahirette de iyilik sahipleri olacaktırlar.” Kendisine, “Ey
Allah’ın Resulü! Bu nasıl olacaktır? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Onlar
Allah’ın fazlı ve ihsanıyla bağışlanır, dolayısıyla (dünyada yaptıkları) iyiliklerini
insanlara verirler. Bu vesileyle de insanlar cennete girer. Böylece dünya ve
ahirette iyilik sahibi olurlar.”[611]
12615. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyada
iyilik sahipleri ahirette de iyilik sahipleri olacaklardır. Zira ahirette iyi
işleri ağır gelir. Böylece iyiliklerini günahkarlara bağışta bulunurlar.”[612]
12616. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
sahiplerinin sürçmelerini görmezlikten gelin ve bağışlayın. Zira Allah-u
Teala’nın eli işte bu şekilde onların başlarının üzerindedir. (Burada İmam
elini adeta bir şeye gölge edecek bir şekilde gösterdi.)”[613]
12617. Ebu Haşim şöyle diyor: “Ebu
Muhammed’in (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: “Şüphesiz cennetin, içine ihsan ve
iyilik sahipleri dışında hiç kimsenin giremeyeceği “ma’ruf” (iyilik) adında bir
kapısı vardır.” Ben (ravi), kalben Allah-u Teala’ya hamdettim ve insanların,
ihtiyaçlarını ve sorunlarını çözmeye çalıştığım için de mutlu oldum. Ebu
Muhammed (a.s) bana baktı ve şöyle buyurdu: “Evet.” İçinden ne geçtiğini
biliyorum. Şüphesiz dünyada iyilik sahibi olanlar, ahirette de iyilik ehlidirler.
Allah ey Eba Haşim! Seni onlardan biri kılsın ve sana rahmet etsin.”[614]
12618. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini
iyiliğe alıştır. Zira iyilik sana, güzel bir ün armağan eder ve Allah
nezdindeki mükafatını artırır.”[615]
12619. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim insanlara güzel davranırsa, insanlar da yaptığına karşılık iyilikle cevap
verirler.”[616]
12620. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin iyilikleri çoğalırsa, insanlar da bunun üstünlüğü hakkında el birliği
ederler.”[617]
12621. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin iyiliği ve ihsanı çok olursa, dostu ve tanıdığı da çok olur.”[618]
12622. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
sahibinin adeti (Allah ve insanlar nezdinde) övünmüştür.”[619]
bak. el-adet, 2999. Bölüm
12623. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm
insanlara iyilik yap. Zira iyi işin fazileti münezzeh olan Allah nezdinde
hiçbir şeye denk değildir.”[620]
12624. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dinden
sonra, aklın başı insanlarla dost olmak ve iyi ve kötü herkese iyilikte
bulunmaktır.”[621]
12625. İmam Hüseyin (a.s), kendisine, “Layık
olmayan kimseye yapılan iyilik boşa
gitmiştir” diyen birisine şöyle buyurmuştur: “Öyle
değildir. İyilik etmek de yağmur damlaları gibi iyi ve kötü herkese ulaşır.”[622]
12626. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Layık
olmayan ve olan herkese iyilik de bulun. Zira eğer, kendisine ihsanda bulunduğun
kimse iyiliğe layık değilse, sen iyilik etmeye layıksın.”[623]
12627. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Babam
elimden tutarak şöyle buyurdu: “Oğulcağızım! Ben senin elini tuttuğum gibi
babam Muhammed b. Ali (a.s) da elimi tutarak bana şöyle buyurdu: “Babam, Ali b.
Hüseyin (a.s) da elimden tuttu ve şöyle buyurdu: “Oğulcağızım! Senden bir ihsan
isteyen herkese ihsanda bulun. Zira eğer ihsanına layıksa sen, yerinde ihsanda
bulunmuş olursun. Eğer layık değilse, sen ihsan liyakatini elde etmiş olursun.
Eğer birisi sağ tarafından, sana kötü bir söz söyler de sonra sol tarafına
geçer ve senden özür dilerse, özrünü kabul et.”[624]
12628. Mualla b. Huneys şöyle diyor: “İmam
Sadık (a.s) bir ekmek torbasıyla dışarı çıktı ve birlikte Beni Saide
gölgeliğine gittik. Orada birilerinin yattığını gördük. İmam, yavaşça ekmekleri
çıkarıyor ve her birinin yanına bir iki parça ekmek bırakıyordu. Böylece
hepsine ekmek verdi ve geri döndük. Ben şöyle arzettik: “Kurbanın olayım!
Bunlar hakkı tanıyorlar mı? (İmamet ve velayetinize inanıyorlar mı? )” İmam
şöyle buyurdu: “Eğer tanımış olsalardı, onlara biraz da tuz yardımında
bulunurdum.”[625]
12629. Musadif şöyle diyor: “Mekke
ve Medine arasında İmam Sadık (a.s) ile birlikteydik. Bir şahsın ağacın
kenarına düştüğünü gördük. İmam şöyle buyurdu: “Bu adama doğru gidelim.
Susuzluktan bu duruma düşmesinden korkuyorum.” Böylece yolumuzu ona doğru
çevirdik. Bu şahsın Ferrisilerden uzun saçlı biri olduğunu gördük. İmam ona, “Susuz
musun? ” diye sordu. O, “Evet” diye arzedince İmam bana şöyle buyurdu: “Ey
Musadif! İn ve ona su ver.” Ben inerek ona su verdim. Sonra yeniden binip
gittik. Ben şöyle arzettim: “Bu adam Hıristiyan idi. Sen bir Hıristiyan’a da
ihsanda bulunur musun?” İmam, “Böyle bir durumda oldukları taktirde yardımda
bulunurum.” Diye buyurdu.”[626]
bak. Vesail’uş Şia, 11/527, 3. Bölüm
12630. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsa
b. Meryem (a.s) denizin sahilinden geçerken, yiyeceğinden bir ekmeği denize
attı. Havarilerden birisi ona şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Ruhu ve Kelimesi!
Neden böyle yaptın? O ekmek senin yiyeceğin idi.” İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Bu
işi denizdeki hayvanlardan birinin yemesi için yaptım. Bu işin Allah nezdinde
büyük bir sevabı vardır.”[627]
12631. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala, içi yanmış birinin yüreğinin serinletilmesini sever. Her kim
hayvan veya hayvan olmayan herhangi bir susuzun ciğerini suvarırsa Allah-u
Teala kendisinden başka hiçbir gölgenin gölge etmediği kıyamet günü, onu
gölgeler.”[628]
12632. İmam Ali (a.s) zekat memuruna yaptığı
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Sonra, yanında
toplanan malı da hemen bize yolla, biz de Allah’ın emrettiği yerde sarf edelim.
Malı ulaştırmak için gönderdiğin emin memuruna tenbih et: Deveyi yavrusundan
ayırmasın, yavruya zarar vereceği için annenin bütün sütünü sağmasın, develere
binmede adil davransın, yorgunları dinlendirsin, yürürken tökezleyen, yürümekte
güçlük çeken hayvanları yavaş yürütsün. Suya rastlayınca suvarsın, otlağı bol
olan yerden kuru yol kenarına sürmesin, zaman zaman o hayvanları dinlendirsin,
sulak otlak yerlerde sulayıp otlatarak getirsin. Böylece Allah’ın izniyle bize
semiz, yorulmamış, sağlam, dinç halde gelsinler...”[629]
12633. Lokman (a.s) yolculuk esnasında oğluna
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Bir
konağa vardığında bineğinden in. Önce ona ot ver, sonra kendi işlerine koyul.”[630]
bak. 133. Konu, el-Heyevan; Vesail’uş Şia,
8/350, 9. Bölüm
Kur’an:
“Fakat insanlara
fayda veren ise yerde kalır.”[631]
12634. İmam Sadık (a.s), aziz ve celil olan
Allah-u Teala’nın, “Nerede olursam
olayım, beni berekli kıldı” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yani çok faydalı”[632]
12635. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en hayırlısı, insanların kendisinden faydalandığı kimsedir.”[633]
12636. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
tümü, Allah’ın ailesidir. Allah nezdinde yaratıkların en sevimlisi, Allah’ın
ailesine faydalı olan ve bir aileyi sevince boğandır.”[634]
12637. Resulullah (s.a.a), kendisine, “Allah
nezdinde insanların en sevimlisi kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan,
tüm insanlara en faydalı olanıdır.”[635]
bak. Vesail’uş Şia, 11/563, 22. Bölüm
12638. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
iyilik seksen elden ele dolaşırsa, sahibinin sevabından hiçbir şey azalmaksızın,
hepsi o iyilik sebebiyle mükafata erişir.”[636]
12639. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir fakire sadaka verirse sevabını Allah’tan alır. Eğer bu sadakayı kırkbin
insan elden ele dolaştırır ve fakirin eline verirse, onların hepsi tam bir
sevap elde eder.”[637]
12640. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bağışta
bulunanlar üç kişidir: “Alemlerin Rabbi olan Allah, mal sahibi ve kendisinin
eliyle sadaka verilen kimse.”[638]
12641. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bağışta
bulunanlar üç kişidir: “Bağışta bulunan Allah, malından veren kimse ve bu yolda
çaba gösteren kimse.”[639]
12642. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Soylu
veya dindar kimseler dışındakilere iyilik etmek doğru değildir.”[640]
12643. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ehli
olmayan kimselere yersiz yere iyilikte bulunan kimsenin bu iyiliğinden,
aşağılık insanların övgüsü, kötü insanların medhi ve cahil insanların sözü
dışında hiçbir nasibi yoktur. Ayrıca (onlar da sadece ve sadece) iyilik ettiği
müddetçe, “Eli ne kadar da açıktır” derler. Oysa Allah ile ilgili olan ve
Allah’ın yolunda yardım etmesi gereken hususlarda cimrilik eder.”[641]
12644. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala Musa’ya (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Verdiğin elden geri alırsın. Nasıl
amel edersen, o şekilde mükafata erişirsin. Her kim kötü bir insana iyilik
ederse, kötü mükafat görür.”[642]
12645. Ka’b’ul-Ahbar şöyle diyor: “Tevrat’ta
şöyle yazılmıştır: “Her kim ahmağa iyilik ederse, o iyiliği kendisine günah
olarak yazılır.”[643]
12646. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dört
şey heba olmuştur: “Tuzlu toprağa serpilen tohum, ay ışığında yakılan kandil,
tok karnına yiyilen yiyecek ve liyakati olmayan kimseye yapılan iyilik.”[644]
12647. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
hazinedir, o halde kimin yanına emanet bıraktığına iyi bak. İhsan bir stoktur,
onu kimin yanına bıraktığına iyi bak.”[645]
12648. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadrini
bilmeyen bir kimseye yapılan iyilikte hayır yoktur.”[646]
12649. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aşağılık
birine yardım edersen, ona yaptığın iyilik sebebiyle sana kötülük eder.”[647]
12650. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ehli
olmayan kimselere iyilikte bulunan kimse, iyiliğe zulmetmiş olur.”[648]
12651. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim iyiliğe layık olmayan birine iyilik ederse, kendi iyiliğine zulmetmiş
sayılır.”[649]
bak. 2682. Bölüm; Vesail’uş Şia, 11/532, 5.
Bölüm
12652. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliğinizi
öldürmekle (unutmakla) onu diriltin.”[650]
12653. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
öldürmekle (unutmakla) diriltin. Zira minnet etmek, iyiliği zayi eder.”[651]
12654. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana
iyilik yapılınca onu hatırla ve sen iyilik yapınca onu unut.”[652]
12655. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik
yapmanın ölçüsü, iyilik vesilesiyle minnet etmemektir.”[653]
bak. Es-Sadaka, 2242. Bölüm; 2680. Bölüm
12656. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliğin
güzelliği onu tamamlamaktır.”[654]
12657. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
tamamlamak, iyiliğe başlamaktan daha güzeldir.”[655]
12658. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
tamamlamak, iyiliğe başlamaktan daha üstündür.”[656]
12659. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhsan
terbiye olmadıkça (arkası gelmeyince) eski bir elbise ve yıkık bir bina gibi
eskir.”[657]
12660. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim iyiliğini terbiye edip geliştirmezse (kemale erdirmezse), onu zayi etmiş
olur.”[658]
12661. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim iyiliğini terbiye etmezse (kemale erdirmezse) iyilik etmemiş gibidir.”[659]
12662. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gördüm
ki iyilik sadece üç şeyle ıslah olmaktadır: Yaptığı iyiliği küçük görmek,
iyiliği örtmek ve iyilik yapmada acele davranmak. Zira yaptığın bir iyiliği
küçük gördüğünde o iyiliğini kendisine ihsanda bulunduğun kimsenin gözünde
büyütmüş olursun. İyiliğini örttüğünde (minnet etmediğinde) ise onu kemale
erdirmiş olursun ve iyilik etmede hızlı davrandığında ise onu tatlı kılmış
olursun. Aksi taktirde, kendi yaptığın iyiliği değersiz ve tatsız kılmış
sayılırsın.”[660]
12663. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
mümine ihsanda bulunan kimse, onu sadece şu üç şeyle kemale eriştirebilir: Yaptığı
iyiliği küçük görmek, iyiliği gizlemek ve iyiliği yapmada acele davranmakla.
Zira mümine yaptığı iyiliği küçük gören kimse, kardeşini büyük saymıştır. Her
kimde mümine yaptığı iyiliği büyük görürse kardeşini küçük görmüştür. Mümine
yaptığı iyiliği örten kimse çok yüce bir iş yapmıştır. Her kim de verdiği
sözünde acele davranırsa, bu bağışını tatlı kılmış olur.”[661]
12664. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhtiyaçların
karşılanması sadece şu üç şeyle doğrulur: (Allah nezdinde) büyük sayılmak için
onu küçük saymak, (ecir günü) ortaya çıkması için onu gizlemek ve (isteyene)
tatlı olması için de onu karşılamada acele etmek.”[662]
bak. 2678. Bölüm
12665. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yapılan
hiçbir iyiliği her ne kadar kardeşine gösterdiğin güleryüzle de olsa küçük
görme.”[663]
12666. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yapabildiğin
hiçbir iyiliği küçük görme ve daha büyük bir iyilik sebebiyle onu terketme.
Zira kendisine ihtiyaç duyulduğu halde yapılan az bir iyilik ve yardım,
kendisine ihtiyaç duyulmadığı halde yapılan çok iyilikten daha faydalıdır. Her
gün için kemale erişeceğin bir iş yap.”[664]
bak. el-Ucb, 2521, 2522, 2523. Bölümler
12667. İmam Sadık (a.s), kulun Allah nezdinde
kabul görmesinin alameti sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kulun
Allah nezdinde kabul görmesinin alameti, yaptığı ihsan ve iyiliğin yerinde
yapılmasıdır. Eğer böyle olmazsa (yerinde ihsanda bulunmazsa) o da (kabul
görmesi de) öyle olmaz.”[665]
12668. İmam Sadık (a.s), Mufazzal’a şöyle
buyurmuştur: “Ey Mufazzal! Bir insanın mutlu veya
mutsuz bir insan olduğunu bilmek istiyorsan, kime ihsanda bulunduğuna bak. Eğer
ehli olan bir kimseye iyilik etmişse bil ki o, hayır üzeredir. Eğer ehli
olmayan bir kimseye iyilik etmişse bil ki onun için Allah nezdinde hiçbir hayır
yoktur.”[666]
12669. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kötü
insana yapılan ihsan, kendisi gibi kötüden başkasına erişmez.”[667]
12670. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
iyi ihsan iyilere yapılan ihsandır.”[668]
12671. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
iyi cömertlik ihtiyaç yerinde gösterilen cömertliktir.”[669]
12672. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
yüce iyilik, ehline yapılan iyiliktir.”[670]
bak. el-Amel, 2946. Bölüm
12673. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
de adı gibi (iyi) gördüm. Allah’ın iyilik yapana verdiği sevabı dışında hiçbir
şey iyilikten daha üstün değildir.”[671]
12674. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim gözleri görmeyen birini, bir çölde kırk adımlık yol götürürse, bütün bir
yeryüzü altınla doldurulsa (ve kendisine verilse) bu işin sevabından iğne ucu
kadar kendisine sevap verilmiş sayılmaz. Onu yolunun üstündeki tehlikeden (sağ
salim) geçirirse, kıyamet günü bu iş, iyilikler terazisinde, dünyadan yüz bin
kat daha büyük olur.”[672]
12675. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Müslümanların yolu üzerinde, kendilerine eziyet eden bir şeyi kaldırırsa,
Allah (Kur’an’dan) dört yüz ayet okumanın sevabını kendisine verir. Onlardan
her harfe karşı da on sevap taktir eder.”[673]
12676. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir
kul, Müslümanların yolunun üzerindeki bir diken dalını kaldırdığı için cennete gitti.”[674]
12677. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali
b. Hüseyin (a.s) her zaman bir yoldan geçerken, yol üzerinde bir taş
gördüğünde, bineğinden iner, kendi elleriyle onu caddeden uzaklaştırırdı.”[675]
12678. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü bir münadi şöyle nida eder: “Ey insanlar! Her kim Allah’ın üzerinde bir
ecre sahipse ayağa kalksın.” Böylece iyilik edenler dışına hiç kimse ayağa
kalkmaz.”[676]
12679. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim, yol kenarında, yolcular için bir sığınak yaparsa, Allah da kıyamet günü
onu, yüzü cennetlikler için nur saçtığı bir halde inciden soylu bir devenin
üzerine binmiş bir şekilde haşr eder.”[677]
12680. Ebu Şeybe Herevi şöyle demiştir: “Muaz
birisiyle birlikte yürüyordu. Yolun üzerinden bir taşı kaldırdı. Yanındaki
adam, “Bu nedir?” diye sordu. Muaz şöyle buyurdu: “Allah Resulün’den (s.a.a)
şöyle buyurduğunu işittim: “Her kim yol üzerinden bir taşı kaldırırsa,
kendisine bir sevap yazılır. Her kime de bir sevap yazılırsa cennete gider.”[678]
12681. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar
için eziyet ve zahmet olan, yol kenarındaki bir ağacı kesen kimsenin cennette dolaştığını
gördüm.”[679]
12682. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Müslümanlara su ve ateşin zarar vermesine engel olursa cennet ona farz
olur.”[680]
12683. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir su veya ateşin veya zorba bir düşmanın Müslümanlara zarar vermesine
engel olursa Allah günahını affeder.”[681]
249. Konu
el-Ma’ruf
İyilik (2)
İyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak
F
Bihar, 100/68-99; Ebvab-u Emr-i Bi’l-Ma’ruf ve
Nehyi Anil Münker
F
Vesail’uş-Şia, 11/393-601; Kitab’ul-Emr-i Bi’l
Maruf
F
Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid,
19/307; Fasl’ul-Emr-i Bi’l Ma’ruf ve Nehyi Anil Münker
bak.
F
Es-Selat, 2271. bölüm
Kur’an:
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran
bir cemaat olsun. İşte kurtuluşa erişenler yalnız onlardır.”[682]
“Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, iyiliği emreden,
kötülükten alıkoyan, Allah'a iman eden hayırlı bir ümmetsiniz. Kitab ehli iman
etmiş olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde iman edenler
olmakla berâber, çoğu yoldan çıkmıştır.”[683]
“Ey oğulcuğum! Namazı kıl, iyiliği emredip kötülükten
sakındır, başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeğe değer işlerdir.”[684]
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler;
iyiliği emreder kötülükten alıkoyarlar...”[685]
12684. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emretmek ve kötülükten sakındırmak, aziz ve celil olan Allah’ın hasletlerinden
iki haslettir. Her kim onlara yardım ederse, Allah kendisine izzet bağışlar ve
her kim de onları yalnız bırakırsa, aziz ve celil olan Allah da onu yalnız
bırakır.”[686]
12685. İmam Bakır (a.s) veya İmam Sadık (a.s)
şöyle buyurmuştur: “İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla
Allah’a itaat etmeyen kimseye eyvahlar olsun.”[687]
12686. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsa, o Allah’ın ve Resulullah’ın
yeryüzündeki halifesidir.”[688]
12687. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin
sonu, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ve hadleri (ceza hukukunu)
uygulamaktır.”[689]
12688. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şeriatın
kıvamı, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ve hadleri uygulamaktır”[690]
12689. İmam Ali (a.s), Muhammed b. Hanefiyye’ye
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emret ki, iyilik ehlinden olasın. Zira işlerin kemali, Allah Tebarek ve
Teala’nın nezdinde, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakladır.”[691]
12690. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bütün
iyi işler ve Allah yolunda cihat etmek, iyiliği emredip, kötülükten
sakındırmaya kıyasla derin bir denize atılan bir tükürük gibidir.”[692]
12691. İmam Ali (a.s), Sıffin savaşında
kendisine, “Sen Irak’a geri dön ve biz de Şam bölgemize geri dönelim” diye
söyleyen birine şöyle buyurmuştur: “Senin bu
sözü, nasihat ve şefkat üzere söylediğini biliyorum... Şüphesiz Allah Tebarek
ve Teala yeryüzünde isyan edilmesinden, dostlarının sessiz kalmasından, iyiliği
emretmemesinden ve kötülükten sakındırmamasından hoşnut olmaz. Dolayısıyla ben,
savaşı cehennem zincirlerinden daha kolay buldum.”[693]
12692. İmam Ali (a.s), Allah-u Teala’nın, “Sana
ulaşan şeyler hususunda sabret” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat iyiliği
emretmek ve kötülükten sakındırmak yolunda insana ulaşan zorluklar ve
eziyetlerdir.”[694]
bak. el-Cihad (1), 580. Bölüm
Kur’an:
“De ki: “Rabbim adaleti emretti ; her secde yerinde
yüzünüzü O’na doğrultun; dinde samimi olarak O’na yalvarın. Sizi yarattığı gibi
yine O’na döneceksiniz.”[695]
“Allah şüphesiz adaleti, ihsanı yapmayı, yakınlara bakmayı
emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size
öğüt verir.”[696]
“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi
ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah
size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.”[697]
12693. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emretmek, yaratıkların en üstün amellerdir.”[698]
12694. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah...
iyiliği emretmeyi, insanların genelinin maslahatına olduğu için farz
kılmıştır.”[699]
12695. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cebrail
yanıma geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Ahmet! İslam on paydır: ... Yedinci payı,
iyiliği emretmektir ve o da vefadır.”[700]
12696. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emreden kimse Müslümanları güçlendirmiş olur.”[701]
bak. 1982. Bölüm, 9267 ve 9268. Hadisler
Kur’an:
“Sizden
önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil
miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete karşı
haksızlık edenlere uydular ve suçlu oldular.” [702]
12697. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala, heybet ve azameti olmayan zayıf mümine buğzeder.” Hakeza
şöyle buyurmuştur: “O (zayıf mümin) kötülükten sakındırmayan kimsedir.”[703]
12698. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
aziz ve celil olan Allah dini olmayan zayıf müminden nefret eder.” Kendisine
şöyle arzedildi: “Dini olmayan mümin kimdir?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Kötülükten sakındırmayan kimsedir.”[704]
12699. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
isyan edildiği halde, bundan sakındırmaması mümin birine yakışmaz.”[705]
12700. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
şöyle denilmiştir: “Hiçbir müminin gözüne Allah’a isyan edildiğini gördüğü
halde onu değiştirinceye kadar gözünü yumması helal değildir.”[706]
12701. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
kötülüğü görüp, ona itiraz edebildiği halde, itirazda bulunmayan kimse,
gerçekte Allah’a isyan edilmesini sevmiş demektir. Her kim de Allah’a isyan
etmeyi severse, Allah’a düşmanlık etmeye kalkışmıştır.”[707]
12702. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fesat
yaygınlaştı. Onu değiştiren, inkar eden ve önleyen yok.”[708]
12703. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
... kötülükten nehyetmeyi, akılsızların engellenmesi için farz kıldı.”[709]
12704. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cebrail
yanıma geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Ahmet! İslam on paydır: Sekizinci payı,
kötülükten sakındırmaktır ve o (kul için tamamlanan) hüccettir.”[710]
12705. İmam Sadık (a.s), ashabından bir gruba
şöyle buyurmuştur: “Ben, günahsız olanlarınızı
günahkarlarınız sebebiyle cezalandırma hakkına sahibim. Sizler içinizden
birinin kötü amellerinden haberdar olduğunuz halde ona itiraz etmez, ondan
uzaklaşmaz ve çirkin işinden el çekinceye kadar ona eziyet etmezseniz, nasıl bu
hakka sahip olmayayım ki? ”[711]
12706. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kötülükten sakındırırsa, kafirlerin burnunu yere sürtmüştür.”[712]
bak. 1982. Bölüm, 9267 ve 9268. Hadisler
Kur’an:
“Din adamlarının ve bilginlerin onlara günah söz söylemeyi
ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür! ”
[713]
“İsrailoğulları’ndan küfredenler, Davud'un ve Meryem oğlu
İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdi. Bu, baş kaldırmaları ve aşırı gitmelerinden
ötürü idi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta
oldukları ne kötü idi! ” [714]
12707. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden
öncekiler günah işlediklerinden, din adamları ve alimleri de onları sakındırmadıklarından
dolayı helak olmuşlardır. O halde günaha daldıkları zaman, onlara azaplar
indi.”[715]
12708. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah, sizden önceki geçmiş nesilleri iyiliği emretmedikleri ve kötülüğü menetmeyi
terk ettikleri için rahmetinden uzak tutmuştur. O halde Allah beyinsizleri,
günah işledikleri ve hilim sahibi kimseleri ise kötülükten sakındırmayı terk
ettikleri için rahmetinden uzak kılmıştır.”[716]
12709. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Allah’ın, Yahudi din adamlarını kınayarak, dostlarına yaptığı
öğütlerden ibret alın. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Neden din adamları
onları sakındırmadı...” Hakeza şöyle buyurmuştur: “İsrail oğullarından
kafir olanlar lanete uğramıştır...” Allah Yahudi din alimlerini, toplumdaki
zalimlerin çirkin iş yaptıklarını gördükleri halde onlardan elde edebilecekleri
pay ihtirasa ve korktukları şeyin korkusu sebebiyle, onları çirkinliklerinden
sakındırmadıkları için kınamıştır. Oysa Allah şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
korkmayın ve sadece benden korkun”[717]
Ben şöyle diyorum: “Bu rivayetin devamı 12414.
hadiste yer almıştır.”
bak. el-İmamet (1), 157. Bölüm;
ed-Durr’lMensur, 2/300, 301
Kur’an:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem
ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın
kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyurulanları yerine
getiren pek haşin meleklerdir.”[718]
12710. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Kendinizi
ve ehlinizi ateşten koruyun” ayeti hakkında,
“İnsan ailesini ateşten nasıl koruyabilir? ” diye soran Ebu Basir’e şöyle
buyurmuştur: “Onlara, Allah’ın yapılmasını emrettiği
şeyi emredersin, Allah’ın sakındırdığı şeyden sakındırırsın. Eğer sana itaat
ederlerse, onları ateşten korumuş olursun. Eğer sana isyan ederlerse, sen
görevini yapmış olursun.”[719]
12711. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun”
ayeti nazil olduğunda müslümanlardan biri oturarak ağlamaya başladı ve şöyle
dedi: “Ben kendimi koruyamıyorum, şimdi ailemin sorumluluğu da bana bırakıldı.”
Allah Resulü ona şöyle buyurmuştur: “Kendine emrettiğin şeyi onlara da
emretmen ve kendinden sakındırdığın şeyden onları da sakındırman yeterlidir.”[720]
12712. İmam Ali (a.s), Allah-u Teala’nın “Kendinizi
ve ehlinizi ateşten koruyun” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Aile bireylerine iyi şeyi öğretin.”[721]
bak. el-Edeb, 70, 71. Bölümler
12713. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emretmek ve kötülükten sakındırmak, Peygamberlerin yolu ve iyilerin metodudur.
Diğer farzların kendisiyle ayakta durduğu bir farzdır. Yollar onunla güvene
erer, kazançlar helal olur, zorla alınan haklar ve mallar sahiplerine geri
döndürülür, yeryüzü bayındır olur, düşmanlardan intikam alınır ve işler bir
düzene girer.”[722]
12714. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Allah’ın dostlarına yaptığı öğütlerden ibret alın...” Hakeza şöyle
buyurmuştur: “Mümin erkek ve kadınlar, birbirlerinin dostudurlar. İyiliği
emreder, kötülükten sakındırırlar.” Allah iyiliği emretmeyi ve kötülükten
sakındırmayı kendi tarafından bir farz olarak başlamıştır. Zira bu farize
yapıldığı ve ayakta tutulduğu taktirde, diğer bütün farzların da kolay olsun
veya zor, mutlaka uygulanacağını biliyordu. Çünkü iyiliği emretmek ve
kötülükten sakındırmak hakları iade etmek, zalime muhalefet göstermek,
Beyt’ul-Mal’ı ve ganimetleri (adil bir şekilde) bölüştürmek, zekatı yerinden
almak ve hakkı olan yere bırakmakla İslam’a davettir.”[723]
12715. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En
üstün cihat zalim imam karşısında söylenen adil sözdür. En üstün cihat zalim
imam karşısında söylenen hak sözdür.”[724]
12716. Ebu Ümame şöyle diyor: “Birinci
taşlama esnasında adamın biri, Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına gelerek şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Hangi cihat daha üstündür?” Peygamber ona cevap
vermedi. İkinci taşlamaya koyulunca o şahıs yeniden aynı şeyi sordu. Peygamber
yine ona cevap vermedi. Akabe taşlamasını yapıp, bineğine binmek için üzengiye
ayak bastığında şöyle buyurdu: “O soru soran şahıs nerede? ” O şahıs, “Benim ey
Allah’ın Resulü!” diye arzedince Peygamber şöyle buyurdu: “Güçlü zalim nezdinde
söylenen hak sözdür.”[725]
12717. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah nezdinde en sevimli cihat, zalim imam nezdinde söylenen hak
sözdür.”[726]
12718. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marufu
emredip münkerden alıkoymak ne eceli yaklaştırır, ne de rızkı azaltır. Bunların
hepsinden daha üstünü, zalim bir önderin karşısında hak bir söz söylemektir.”[727]
12719. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak eceli yaklaştırmaz ve rızkı
azaltmaz, aksine sevabı çoğaltır, ecri büyütür. Bu ikisinden daha üstünü ise
zalim imam karşısında adil olan bir sözü söylemektir”[728]
12720. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Rabb’inin rızayetini (diğerlerinin rızayetine) tercih ederse zalim sultan
karşısında adil (hak) söz söylemelidir.”[729]
12721. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim zalim bir imamın yanına gider, ona Allah’tan sakınmasını emreder, nasihatta
bulunur (Allah’ın azap ve gazabından korkutursa, kendisine insanların ve
cinlerin sevabı (gibi) sevap ve amellerinin benzeri vardır.”[730]
12722. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şehitlerin
efendisi, Hamza b. Abdulmuttalip ve zalim imam karşısında ayağa kalkıp ona
iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran ve bu sebeple de o zalim imamın
kendisini öldürdüğü kimsedir.”[731]
bak. el-Hak, 892. Bölüm; es-Sultan, 1858.
Bölüm; el-Ma’ruf, 2696, 2700, 2701, 2702. Bölümler; Vesail’uş Şia, 11/400, 2.
Bölüm
12723. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, ne rızkı uzaklaştırır ve ne de
eceli yakınlaştırır.”[732]
12724. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emretmek ve kötülükten sakındırmak, eceli yakınlaştırmaz ve rızkı
uzaklaştırmaz.”[733]
12725. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marufu
emredip, münkerden nehyetmek Allah’ın huylarından iki huydur; bunlar ne
kimsenin ecelini yaklaştırır, ne de rızkını azaltır.”[734]
12726. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz
ki iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, hiç kimsenin ecelini
yakınlaştırmaz ve rızkını kesmez.”[735]
12727. Ayşe şöyle diyor: “Peygamber
(s.a.a) benim yanıma geldi. Yüzünden bir şeyler olduğunu anladım. Peygamber
abdest aldı ve hiç kimseyle konuşmadı. Ben kulağımı odanın duvarına yaslayarak
ne söylediğini işitmek istedim. Peygamber (s.a.a) minbere çıktı. Allah’a hamd-ü
senada bulundu ve daha sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Allah size şöyle
buyurmuştur: “İyiliği emredin ve kötülükten sakındırın.” Bundan daha önce dua
ederseniz, duanızı müstecap kılmam, benden isterseniz size vermem ve benden
yardım dilerseniz, size yardım etmem.”[736]
12728. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emretmeniz ve kötülükten sakındırmanız gerekir. Aksi taktirde kötüleriniz
işlerinizin dizginlerini ele geçirir ve bu taktirde iyilerinizin duası da
müstecap olmaz.”[737]
12729. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
iyiliği emretmeyi ve kötülükten sakındırmayı terk edince ve Ehl-i Beyt’imden
iyilere tabi olmayınca, Allah onlara kötülerini musallat kılar ve bu taktirde
iyileri dua etse de duaları müstecap olmaz.”[738]
12730. İmam Ali (a.s), İbn-i Mülcem tarafından
yaralandıktan sonra oğlu Hasan ve Hüseyin’e (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emredip kötülükten men etmeyi terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza
kötüleriniz geçer ve sonra ne kadar çağırsanız da artık sizlere icabet
edilmez.”[739]
12731. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim,
dünyayı büyük görünce İslam’ın azameti onlardan alınır, iyiliği emretmeyi ve kötülükten
sakındırmayı terkedince de vahyin bereketlerinden mahrum kalırlar.”[740]
12732. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emretmeli ve kötülükten sakındırmalısınız; aksi taktirde elimdeki bu sopanın
kabuğunu soyduğum gibi Allah da derinizi yüzer. [741]”[742]
12733. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim
iyiliği emretmeyi ve kötülükten sakındırmayı terkedince, ismi yüce Allah’a
savaş ilanında bulunmalıdır.”[743]
12734. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ya
iyiliği emredip kötülükten sakındırırsınız, ya da Allah’ın azabı hepinizi çepe
çevre sarar.”[744]
12735. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
bir zalimi görüp ellerini tutmazlarsa, Allah’ın azabının hepsini çepe çevre
sarması yakındır.”[745]
12736. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
iyiliği emrettikçe, kötülükten sakındırdıkça ve iyi işlerde yardımlaştıkça
hayır ve iylik üzere olurlar. Ama böyle yapmazlarsa, onlardan bereket alınır,
bir grubu diğer bir grubuna musallat olur. Böylece ne yeryüzünde ve ne de
gökyüzünde bir dostları olur.”[746]
12737. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğullarında
meydana gelen ilk ayıp birisi diğer birisiyle karşılaştığında ona şöyle
demesiydi: “Ey adam! Allah’tan kork ve günah işleme! Bu sana asla helal
değildir.” Ama ertesi gün onu aynı şekilde (günah ve suç işlerken) müşahade ettiği
halde onunla aynı tabaktan yemek, aynı bardaktan içmek ve aynı yerde oturmak
için onu bu günahtan alıkoymamasındaydı. Onlar bu işi yapınca, Allah kalplerini
birbirinin canlarına düşürdü ve şöyle buyurdu: “İsrailoğullarından kafir
olanlar lanete uğramıştır...” Daha sonra Resulullah şöyle buyurdu: “Evet,
Allah’a yemin olsun ki iyiliği emretmeli, kötülükten sakındırmalı, zalimin
elinden tutmalı ve onu zorla da olsa hakka doğru çekmelisiniz.”[747]
12738. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yahudi
din adamları ve Hıristiyan ruhbanlar, iyiliği emretmeyi ve kötülükten
sakındırmayı terk edince, Allah onlara Peygamberlerinin diliyle lanet etti ve
böylece bela hepsini çepe çevre kuşattı.”[748]
12739. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırır, zalimin önünü alır ve
onu zorla da olsa hak yola sürüklersiniz veya Allah kalplerinizi birbirinizin
canına düşürür ve böylece Yahudi din adamlarını ve Hıristiyan ruhbanları
rahmetinden uzak kıldığı gibi, sizi de rahmetinden uzak düşürür.”[749]
12740. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emretmeli ve kötülükten sakındırmalısınız. Aksi taktirde Allah acemleri (arap
olmayanları) üzerlerinize gönderir, onlar boyunlarınızı vurur. Onlar
şiddetlidir ve asla kaçmazlar.”[750]
12741. İmam Sadık (a.s), Şiilere bir mektupta
şöyle yazmıştır: “Yaşlı ve tecrübeli olanlarınız, cahil
ve riyaset düşkünlerinize acımalıdır (nasihat ve irşadda bulunmalıdır) aksi
taktirde benim lanetim hepinize ulaşır.”[751]
12742. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “La
ilahe illallah kelimesi sürekli olarak kendisini söyleyene fayda verir ve ilahi
gazap ve azabı ondan uzaklaştırır. Elbette bu hakkını küçümsememesi
şartıyladır.” Kendisine, “Ey Allah’ın Resulü! Hakkını küçük saymak nedir?” diye
arzedilince şöyle buyurdu: “Allah’a isyan işleri açığa çıkar, hiçkimse itiraz
etmez ve değiştirmeyi de düşünmez.”[752]
Kur’an:
“Aralarından bir topluluk: “Allah'ın yok edeceği veya
şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?” dediler. Öğüt
verenler: “Rabbimize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki
Allah'a karşı gelmekten sakınırlar” dediler. Kendilerine yapılan öğütleri
unutunca, biz kötülükten men edenleri kurtardık ve zalimleri, Allah' a karşı
gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.”[753]
12743. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Kendilerine
yapılan öğütleri unutunca...” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Onlar üç grup idiler. Bir grubu
(Allah’ın balık avlamayı yasaklaması hakkındaki) emrine itaat ettiler, hem de
diğerlerine (itaat etmeyi) emrettiler ve kurtuluşa erdiler. Bir grubu ise (Allah’ın
emriyle amel edip) itaat ettiler ama, (balık avlamaktan sakınma konusunda)
başkalarına (sakınmayı) emretmediler. Bunlar karınca şekline dönüştürüldüler.
Bir grubu ise ne itaat ettiler, ne de başkalarına itaat etmeyi emrettiler.
Bunlar ise helak oldular.”[754]
bak. el-Madahene, 1275. Bölüm
Vesail’uş Şia, 11/416, 8. Bölüm
12744. İmam Sadık’ın babasından (a.s)
naklettiği rivayet esasınca Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul
eğer gizli bir şekilde günah işlerse bu sadece günahkara zarar verir. Ama
açıkça günah işler ve kimse de ona itiraz etmezse, zararı başkalarına da
ulaşır.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bunun
sebebi de şudur: Açıkça günah işleyen insan, işediği açık günahıyla Allah’ın
dinini küçük düşürür, Allah’ın düşmanları da onu örnek alırlar.”[755]
12745. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Şüphesiz Allah-u Teala insanların geneline, özel bir grubun gizlice
günah işlemesi ve genelinin ondan haberdar olmaması durumunda azap etmez. Ama
eğer belli bir grub açıkça günah işler de insanların geneli de buna itiraz
etmezse, bu taktirde her ikisi de Allah-u Teala’nın cezasına müstahak olur.”[756]
12746. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar,
kendi aralarında ortaya çıkan günahlara karşı ses çıkarmaz ve onu
değiştirmezlerse aziz ve celil olan Allah’ın azabının onları çepeçevre sarması
çok yakındır.”[757]
12747. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
geneli, belli bir grubun günahlarını değiştirmek istediği müddetçe Allah
insanların geneline belli bir grubun günahı sebebiyle azap etmez. Ama eğer
insanların geneli onları islah etme fikrinde olmazlarsa Allah hepsine azap eder.”[758]
bak. el-Fesad, 3201. Bölüm
Kur’an:
“Doğrusu yaptığınıza
çok kızanlardanım...”[759]
12748. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
topluluğun yaptığından razı olan, onlarla o işe girmiş gibidir; batıl işe
girenin ise iki suçu vardır: Onu yapma ve yapılmasına razı olma suçu.”[760]
12749. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Halkı bir araya toplayan şey hoşnutluk ve hoşnutsuzluktur. (Bir iş
hususundaki hoşnutluk veya hoşnutsuzluk sevab veya cezayı genelleştirir. )
Şüphesiz Semud’un devesini sadece bir kişi kesmişti de hepsi bu duruma ses
çıkarmayıp razı olunca da Allah azabı hepsine göndermişti.”[761]
12750. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ölçü,
hoşnut olup olmamaktır. (Semut kavmine ait) deveyi sadece bir kişi boğazladı,
ama diğerleri onun işinden hoşnut oldukları için azap hepsine indi. O halde
adil bir insan başa geçince, her kim onun hükümetinden hoşnut olur ve adalet
yolunda kendisine yardım ederse, onun dostu ve yardımcısı sayılır. Bir zalim
başa geçerde her kim onun hükümetinden razı olur ve yaptığı zulümlerde ona
yardımcı olursa, şüphesiz oda onun dostu ve velisi sayılır.”[762]
12751. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
işten razı olmak veya olmamak insanları o işe ortak kılar. O halde her kim bir
işten razı olursa o işin ortağı olur. Her kim de o işten razı olmazsa, o işin
(dairesinden) dışarı çıkar.”[763]
12752. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın “Benden
önce de bir takım Peygamberler mucizeler ve istediğiniz şeylerle geldiler. Eğer
doğru söylüyorsanız neden onları öldürdünüz?”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah onların
peygamberleri öldürmediklerini biliyordu. Ama onlar peygamberi öldüren
kimselere meyilli idiler. Dolayısıyla Allah bu temayülleri ve onların yaptıklarından
hoşnut olmaları sebebiyle onları da katil olarak adlandırmıştır.”[764]
Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “Bu
ayetin muhatapları ile önceki Peygamberleri öldüren kimseler arasında beşyüz
yıllık bir zaman farklılığı vardır. Ama bunlar, o Peygamberi öldüren kimselerin
yaptıklarından hoşnut olduklarından Allah kendilerini de katil olarak
adlandırmıştır.”[765]
12753. İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kötü bir işi iyi sayarsa o işe ortak olmuş olur.”[766]
12754. İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir işe şahit olur da ondan hoşnut olmazsa, ona şahit olmamış gibidir. Her
kim de bir işe şahit olmaz ama ondan hoşnut olursa ona şahit olmuş gibidir.”[767]
12755. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde
bir günah ortaya çıktığı zaman, her kim ona şahit olurda o işi kınarsa, ona
şahit olmayan kimse gibidir. Her kim de ona şahit olmaz ama o işten hoşnut
olursa, o işe şahit olmuş kimse gibidir.”[768]
12756. İmam Ali (a.s), kardeşinin Cemel
savaşında olmasını ve onun da Allah’ın, düşmanlarına karşı zaferini görmesini
isteyen birisine: “Kardeşin bizimle olmayı ister miydi? ”
diye sordu. “Evet” cevabını alınca da şöyle buyurdu.” Öyleyse o da bizimle
beraberdi. Şu askerlerimiz içinde öyle kişiler var ki henüz babalarının
bellerinde, analarının rahimlerindedirler. Zaman, burundan gelen pıhtı gibi
onları ortaya atacak, iman onlarla kuvvet bulacaktır.”[769]
bak. 2699. Bölüm; Vesail’uş Şia, 11/408, 5.
Bölüm
12757. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emreden ve kötülükten sakındıran kimsenin şu üç haslete sahip olması gerekir:
“Emrettiği şeyle amel etmelidir, sakındırdığı şeyi bizzat kendisi de terk etmiş
olmalıdır ve emir ve yasaklamasında adalete riayet etmeli ve yumuşak bir yol
tutturmalıdır.”[770]
12758. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emreden ve kötülükten sakındıran kimsenin mutlaka şu üç haslete sahip olması
gerekir: Emir ve yasaklamasında insanlarla iyi geçinme yolunu tutturmalı, emir
ve yasaklamasında adalet üzere davranmalı ve emrettiği ve yasakladığı şeyi
bilmelidir.”[771]
12759. İmam Sadık (a.s), kendisine iyiliğ
emretmenin ve kötülükten sakındırmanın tüm ümmete farz olup olmadığı sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Herkese farz değildir.” Kendisine, “Neden?
” diye arzedilince de şöyle buyurmuştur: “Zira bu iş kudret sahibi olan, sözüne
itaat edilen, iyi ve kötüyü tanıyan kimselerin görevidir. Doğru ve yanlış yolu
teşhis edemeyen, nerden nereye, batıla mı yoksa hakka mı davet etmesi gerektiğini
bilmeyen; zayıf kimselerin değil. Bu sözün delili ise, aziz ve celil olan
Allah’ın kitabındaki şu ayetidir: “Aranızda hayra davet eden bir topluluk
olmalıdır”[772]
12760. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ahir
zamanda bir grup riyakara itaat eden bir topluluk gelecektir. O riyakarlar, ibadet
ve zühtten söz ederler ve beyinsizdirler. İyiliği emretmeyi ve kötülükten
sakındırmayı sadece kendilerine bir zarar gelmediği taktirde farz bilirler.
Onlar kendileri için bir takım özürler ve bahaneler bulmaya çalışırlar.”[773]
12761. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim iyiliği emrederse bu işi güzel bir şekilde yapmış olmalıdır.”[774]
bak. 2698. Bölüm; Vesail’uş Şia, 11/400, 2.
Bölüm; Kenz’ul Ummal, 5541, 5542, 5560, 5569
Kur’an:
“Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz?
Yapmadığınız şeyi demeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.” [775]
“Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi
unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Akletmez misiniz?”[776]
12762. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey
İbn-i Mes’ud! İnsanlara sıkı, kendisine ise hafif davranan kimselerden olma.
Alalh-u Teala şöyle buyurmuştur: “Neden amel etmediğiniz şeyi söylersiniz? ”[777]
12763. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ben kendimi, sakınmadığım şeyden insanları sakındırmaktan, önceden yapmadığım
bir şeyi onlara emretmekten daha yüce biliyorum.”[778]
12764. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amelsiz,
ahiretten ümidi olan kimseden olma... Başkalarını münkerden nehyeder; ama
kendisi o işten el çekmez. Emreder; fakat emrettiği şeyi kendisi yapmaz.”[779]
12765. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münafık
kimse, kötülükten sakındırır ama kendisi sakınmaz ve amel etmediği şeyleri
emreder.”[780]
12766. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nifak
açısından insanların en zahiri (münafıklıkları zahir olan) Allah’a itaati emreden,
ama kendisi amel etmeyen, günahtan sakındıran ama kendisi sakınmayan
kimselerdir.”[781]
12767. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
sapmış olması için yapmadığı bir şeyi insanlara emretmesi veya kendisinin
sakınmadığı bir şeyden onları sakındırması yeterlidir.”[782]
12768. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsana
cehalet olarak insanları eleştirmesi ve kendisinin aynı şeyleri yapması
yeterlidir.”[783]
12769. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marufu
emrettiği halde kendisi terk edene, kendisi işlediği halde münkerden nehyetmeye
kalkışana Allah lanet etsin!”[784]
12770. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
emredici kimse emir kabul etmez. Nice sakındırıcı bizzat sakınmaz. Nice öğüt
veren öğüt almaz. Nice alim ilminden faydalanmaz.”[785]
12771. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliği
emret ve kendin onunla amel etmeye
çalış. İyiliği emreden, ama ondan uzak duran, günahını yüklenen ve kendisini
Allah’ın gazabına maruz bırakan kimse gibi olma.”[786]
12772. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emrettiğin
şeyle, herkesten önce amel et ve sakındırdığın şeyden, herkesten önce kendin
sakın.”[787]
12773. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimde şu üç haslet olursa dünya ve ahireti salim olur: İyiliği emretmek ve
iyiliği kabul etmek, kötülükten sakınmak ve kötülükten sakınmayı kabul etmek ve
yüce ve celil olan Allah’ın hadlerini korumak.”[788]
12774. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanları
kötülükten men edip kendiniz de kötülükten uzak durun. Çünkü siz önce kötülük
etmemekle, sonra kötülükten nehyetmekle emrolundunuz.”[789]
12775. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü birisi getirilir ve cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı dökülür
ve cehennemde değirmen eşeği gibi dönüp durur. Cehennemliler onun etrafına
toplanır ve şöyle derler: “Ey falan kimse! Sana ne olmuş? Sen iyiliği emredip
kötülükten sakındırmıyor muydun? ” O şöyle cevap verir: “Tabi! İyi işleri
emredendim, ama kendim amel etmezdim; kötü işten sakındırır, ama kendim o
kötülüğü yapardım.”[790]
bak. el-İlm, 2895, 2896, 2897. Bölümler;
el-Va’d, 4114. Bölüm; el-Mevize, 4141. Bölüm
12776. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
ne kadar amel etmeseniz de iyiliği emredin. Her ne kadar kendiniz hepsinden
sakınmasanız da kötülükten sakındırın.”[791]
12777. Resulullah (s.a.a), kendisine, “Biz
sadece kamil bir şekilde riayet ettiğimiz şeyleri emreder ve sakındırırız” diye
arzedilince şöyle buyurmuştur: “Hayır, her ne kadar
kendiniz hepsiyle amel etmeseniz de iyilikleri emredin ve her ne kadar tümünden
sakınmasanız da kötülükten sakındırın.”[792]
bak. 2696. Bölüm
12778. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden
her kim bir kötülük görür de eli ve diliyle inkar etme gücünü kendinde
göremediği için sadece kalbiyle inkar eder, Allah da onun bu işteki sadakatini bilirse
şüphesiz o kötülüğü inkar etmiş sayılır. (Allah inkarını kabul eder ve o da
göreviyle amel etmiş olur.)”[793]
12779. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden
her kim bir kötülüğü görürse, eliyle onu değiştirmelidir. Eğer buna gücü
yetmezse diliyle bunu değiştirmeye çalışmalıdır (itiraz etmelidir.) Eğer buna
da gücü yetmezse kalbiyle onu inkar etmelidir ve bu imanın en düşük
mertebesidir.”[794]
12780. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden
birisi bir kötülük görür de eliyle onu değiştirirse, görevini yapmış olur. Her
kim eliyle değiştiremez de diliyle değiştirirse yine de görevini yapmış olur.
Eli ve diliyle değiştiremeyen ve kalbiyle onu inkar eden kimse de görevini
yerine getirmiş olur ve bu da imanın en düşük mertebesidir.”[795]
12781. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah,
benden önce gönderdiği Peygamberlere insanlar arasından bir takım havariler ve
yardımcılar kılmıştır. Onlar Peygamberlerin sünnetiyle amel eder, emirlerine
itaat ederlerdi. Ama onlardan sonra bir grubu onların yerine geçtiler. Bunlar
söyledikleri şeyle amel etmediler ve kendilerine emredilmeyen bir takım şeyleri
yaptılar. O halde her kim eliyle onlara karşı savaşırsa mümindir. Her kim de
diliyle onlara karşı savaşırsa mümindir. Her kim de onlara karşı kalbiyle
savaşırsa mümindir. Her kim de böyle yapmazsa, hardal tanesi kadar imana sahip
değildir.”[796]
12782. İmam Ali (a.s), hutbesini yarıda
keserek, “Bizler için diriler arasındaki ölüden bahset” diyen birisine şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir kötülüğü kalbi, dili ve
eliyle inkar ederse iyiliğin tüm hasletlerini elde etmiş olur. Her kim de bir
kötülüğü kalbi ve diliyle yasaklar, ama eliyle onu değiştirmeyi amaçlamazsa iyi
olan iki hasleti elde etmiş sayılır. Her kim de bir kötülüğü kalbiyle inkar
eder, eli ve diliyle ona karışmazsa sadece iyi hasletlerden birine sahip olmuş
olur. Her kim de kalbi, dili ve eliyle kötülüğe karışmazsa o da diriler
arasında ölüdür.”[797]
12783. İmam Ali (a.s), konuşurken kendisine,
“Diriler arasındaki ölü kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Evet,
Allah Peygamberlerini müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir. O halde bir
grubu onu tastik etmiş ve bir grubu ise yalanlamıştır. Yalanlayanlar,
onaylayanlarla savaşa kalkıştılar. Allah onaylayan kimseleri galip kıldı. Bir
müddet sonra Peygamberler vefat ettiler. Yerine geçenler ve sonraki nesiller
arasında bazı kimseler, kötülüklere karşı, eli, dili ve kalbiyle itirazda
bulundular. Bunlar güzel hasletlerin tümünü kendilerinde bir araya
getirmişlerdi. Diğer bazıları ise kötülükler karşısında dili ve kalbiyle itiraz
ettiler, ama elleriyle ona karşı koymadılar. Bu da, bu grubun elde ettiği iki
güzel haslettir. Daha üstün olan diğer hasleti ise kaybetmiş oldular. Bir grubu
ise kalpleriyle kötülüğü inkar ettiler, ama elleri ve dilleriyle onlara
karışmadılar. Onlar da üç hasletten iki değerli hasleti kaybettiler ve birini
elde ettiler. Bazıları da ne dilleriyle, ne elleriyle ve ne de kalpleriyle
kötülüğe itirazda bulundular. Bunlar diriler arasındaki ölüler gibidirler.”[798]
12784. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötülüklere
karşı kalbi, eli ve diliyle itiraz etmeyen bir kimse, diriler arasındaki ölü
gibidir.”[799]
12785. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cihat
hususunda mağlup olduğunuz ilk şey, ellerinizle cihat etmenizdir; sonra
dillerinizle, daha sonra kalplerinizle. Kim kalbiyle iyiliği tanımaz ve
kötülüğü reddetmezse ters çevrilir; üstü alt ve altı da üst olur.”[800]
12786. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümine
izzet olarak kötülüğü görüpte kalbiyle inkar ettiğini Allah’ın bilmesi
yeterlidir.”[801]
bak. 2695. Bölüm, el-Cihad (1), 575. Bölüm
12787. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) yaptığı
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Elinle
iyiliği emret ve kötülükten sakındır. Eğer yapamazsan (dilinle bu işi yap ve
onu da yapamazsan) kalbinle böyle yap. Aksi taktirde kendinden başkasını
kınama.”[802]
12788. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
müminler! Her kim bir zulmün işlendiğini veya bir kötülüğe davet edildiğini
görür de kalbiyle reddederse, salim kalır ve günahtan korunmuş olur; kim de
diliyle reddederse, mükafatlanmış olur ve ilkinden daha üstün sayılır; her kim
de Allah'ın kelimesi yücelsin ve zalimlerin kelimesi alçalsın diye kılıcıyla
reddederse, hidayet yoluna ermiş, Allah yolunda kıyam etmiş ve kalbini yakin
nuruyla aydınlatmış olur.”[803]
12789. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
dili açık ve eli kapalı kılmamıştır. Aksine ikisini birlikte açık ve ikisini
birlikte kapalı kılmıştır.”[804]
12790. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münkeri
elinle ve dilinle ortadan kaldır. Münkeri yapanlardan tüm çabanla sakın ve
uzaklaş.”[805]
12791. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kılıç
yarıcı ve din ise bir araya getiricidir. Din iyiliği emreder, kılıç ise
kötülükten alıkoyar.”[806]
12792. İmam Ali (a.s), Allah-u Teala’nın, “İnsanlardan
bazısı Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek için canlarını feda ederler”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ayetten
maksat, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak yolunda öldürülen kimsedir.”[807]
12793. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinizle
inkar ediniz, dillerinizle itirazda bulununuz ve onu alınlarına vurunuz. Allah
yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayınız. Eğer öğüt alırlar ve hak
yola dönerlerse, onlara karışmayınız. “Ceza sadece insanlara zulmeden,
haksız yere insanlara isyankarlıkta bulunan kimse içindir. Bunlar için elem
verici bir azap vardır.” Böyle bir durumda, Allah’ın emrine dönünceye ve
itaatine koyuluncaya kadar amelen onlarla cihad edin, kalplerinizle onları
düşman bilin. Kudret elde etme, malı zulümle alma, zafer gururuyla zulme
bulaşma niyetinde olmayın.”[808]
Bak. Es-Silah, 1850. Bölüm
12794. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
namaz bile mal ve canlarıyla ilgili işlerine zarar verecek olsaydı, onu bir
kenara iterlerdi. Nitekim onlar en üstün ve değerli farzları dahi bir kenara
itmişlerdir.”[809]
12795. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizleri
iki sarhoşluk kaplamıştır. Hayata aşık olma sarhoşluğu ve cehalet sevgisi sarhoşluğu.
Böyle bir durumda ise iyiliği emretmiyor ve kötülükten sakındırmıyorsunuz.”[810]
Bak. El-Ummet, 126. Bölüm
Kur’an:
“İnsanlar onlara: “ Düşmanınız olan insanlar size karşı bir
ordu topladılar, onlardan korkun” dediler. Bu, onların imanını artırdı da:
“Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” dediler.” [811]
12796. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sakın
sizden biri Allah’ın bir emri ortada olur konuşması gerekirken susarak
kendisini küçük kılmasın. Zira (kıyamet günü), “Allah’ım! Ben insanlardan
korktum” diyemez. Çünkü Allah ona şöyle cevap verir: “Senin benden korkman gerekirdi.”[812]
12797. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden
hiçbirisi kendisini küçültmemelidir.” Kendisine, “Ey Allah’ın Resulü! Nasıl bizden
birisi kendisini küçültür?” diye sorulunca şöyle buyurdu: “Şöyle ki, bir yerde
kendisini konuşmakla görevli bilir, ama hiçbir şey demez. Aziz ve celil olan
Allah kıyamet günü ona şöyle buyurur: “Falan veya filan iş hususunda konuşmana
engel olan şey nedir?” Şöyle arzeder: “İnsanlardan korku.” Allah şöyle buyurur:
“Doğru olan benden korkmandı.”[813]
12798. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden
birinin ilmi olduğu halde insanların korkusundan onu gizlediğini duymayayım.”[814]
12799. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin
zalim birine, “Sen zalimsin” demesinden korktuğunu gördüğünde şüphesiz (bil ki
Allah tarafından) kendi hallerine terkedilmişleridir.”[815]
12800. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiç
bir zaman insanlardan korkmak, sizden birinin bir hakkı gördüğü veya duyduğu
zaman onu dile getirmesine engel olmamalıdır.”[816]
12801. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bilin
ki insanlardan korkmak sizden birinin hakkı görüp dile getirmesine engel olmamalıdır.
(Zira hakkı ifade etmek ) ne bir eceli yakınlaştırır ne de rızkı uzaklaştırır.”[817]
bak. 2690. Bölüm; et-Tebliğ, 392. Bölüm
Kur’an:
“Ayetlerimiz
hakkında çekişmeye dalanları görünce, başka bir bahse geçmelerine kadar
onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık
zulmedenlerle berâber oturma.” [818]
12802. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) bizlere günahkarlara karşı asık bir surat takınmamızı
emretmiştir.”[819]
12803. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Günahkarlardan
nefret ederek Allah-u Teala’ya yakınlaşınız ve bu şahıslara karşı asık suratlı
davranınız. Onlara gazaplanarak Allah’ın hoşnutluğunu elde etmeye çalışınız ve
onlardan uzaklaşarak Allah’a yakınlaşınız.”[820]
12804. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötülükten
sakındırmanın en düşük mertebesi günahkaralara karşı asık suratlı
davranmaktır.”[821]
12805. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
iyi amel günahkarlara karşı asık suratlı davranmaktır.”[822]
12806. İmam Sadık (a.s) Allah-u Tela’nın, “İşledikleri
bir günahtan birbirlerini sakındırmıyorlardı”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar
günahkarların yaptıklarını yapmıyorlardı ve onların toplantılarına da katılmıyorlardı
ama onlarla karşılaştıklarında yüzlerine gülüyorlardı ve onlara sıcak
davranıyorlardı.”[823]
12807. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah Eyyub’a (a.s) şöyle buyurmuştur: “Seni hangi hatan
dolayısıyla bu belaya duçar kıldığımı biliyor musun?” O, “Ey Rabbim! Hayır
bilmiyorum” diye arzetti. Allah şöyle buyurdu. “Zira sen Firavun’un yanına
gittin ve onunla iki kelime yumuşak konuştun.”[824]
12808. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
Eyyub’a şöyle vahyetmiştir: “Seni hangi suçundan dolayı bu belaya düçar kıldığımı
biliyor musun?” O, “Hayır” diye arzedince Allah şöyle buyurdu: “Sen Firavun’un
yanına gidince ona karşı iki kelime yumuşak konuştun.”[825]
12809. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah iki meleği, bir şehri, halkının başına yıkmaları için
gönderdi. O melekler şehre ulaşınca bir kimsenin dua ve yakarış halinde
olduğunu gördüler... Onlardan biri Allah Tebarek ve Teala’nın katına geri döndü
ve şöyle buyurdu: “Ey Rabbim! Ben o şehre ulaştım ve falan kulunun sana dua
ettiğini ve dergahına yakardığını gördüm.” Allah şöyle buyurdu: “Sana
emrettiğim şeyi yerine getir. O benim için yüzü gazaptan ötürü değişmemiş
kimsedir.”[826]
12810. İmam Sadık (a.s) ashabından bir gruba
şöyle buyurmuştur: “Ben günahsız olanlarınızı
günahkarlarınız sebebiyle kınayabilirim. Sizlere içinizden birilerinin kötü
şeyler yaptığı haber verilince ona itiraz etmediğiniz ondan uzaklaşmadığınız ve
o kötü işinden el çekinceye kadar kendisine eziyet etmediğiniz halde nasıl
böyle bir hakka sahip olmayayım? ”[827]
12811. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
şahsın kötü bir şey yaptığını haber alınca onun yanına gidin ve şöyle diyin: “Ey
falan kimse! Ya bizden uzaklaş ya da bu kötü işten el çek.” Eğer o kötü işten
el çekmezse ondan uzaklaşın.”[828]
12812. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
sefihlerinizin günahları alim olanlarınıza yüklenir... neden sizden birinin
kötü bir şeye insanlar nezdinde ayıplanmamıza ve eziyet görmemize sebep olan
bir işe bulaştığını işitince onun yanına gitmiyor ve onu kınayıp nasihatta
bulunmuyorsunuz? Ona karşı açıkça ve korkmadan konuşmuyorsunuz?” Ben, (ravi)
şöyle arzettim: “Eğer kabul etmez ve bizlere itat etmezse ne yapalım?” İmam
şöyle buyurdu: “Bu taktirde ondan uzaklaşın ve onunla oturmaktan sakının.”[829]
bak. el-Mudahene, 1275. Bölüm; el-Gazeb, 3080.
Bölüm
Kur’an:
“Münafık
erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyilikten
sakındırırlar...” [830]
12813. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötülüğü
emreden ve iyilikten sakındıran kimseye eyvahlar olsun.”[831]
12814. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kadınlarınızın
bozulduğu, gençlerinizin fasık olduğu, iyilikleri emretmediğiniz ve
kötülüklerden sakındırmadığınız zaman haliniz ne olacak? ... İyiliği kötü ve
kötülüğü de iyi bildiğiniz zaman haliniz ne olacak?”[832]
12815. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fes’am
kabilisenidne biri Allah Resulünün (s.a.a) huzuruna vardı ve şöyle arzetti: “Ey
Allah’ın Resulü! Bana aziz ve celil olan Allah indinde en çok buğzedilen amelin
ne olduğunu haber ver.” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’a şirk koşmaktır.” O
şöyle arzetti: “Ondan sonra hangisidir? ” Peygamber şöyle buyurdu: “Akrabalık bağını
koparmaktır.” O şahıs: “Sonra hangisidir? ” deyince Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu: “İnsanlara kötülüğü emretmek ve onları iyiliklerden sakındırmaktır.”[833]
12816. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahil
yaşayanları ve sapık yol üzere ölenleri Allah’a şikayet ederim... Onlar
nezdinde iyilikten daha kötü ve kötülükten daha iyi bir şey düşünülmez.”[834]
12817. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Benden
sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda haktan daha gizli, batıldan daha
aşikar bir şey olmayacak... Ülkelerde maruftan daha münker ve münkerden daha
maruf şey olmayacaktır.”[835]
Kur’an:
“İzzet isteyen kimse bilsin ki, izzet, bütünüyle
Allah'ındır. Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de salih amel yükseltir.
Kötülük yapmakta düzen kuranlara, onlara, çetin azâb vardır. İşte bunların
kurdukları düzenler boşa çıkar.”[836]
“Küfredenlerin sözleri seni üzmesin, çünkü bütün izzet
Allah'ındır. O, işitir ve bilir.”[837]
“Münafıklara, kendilerine elem verici bir azâb olduğunu
müjdele. Onlar, iman edenleri bırakıp da kâfirleri dost edinirler; onların
tarafında bir izzet mi arıyorlar? Doğrusu izzet bütünüyle Allah'ındır.” [838]
12818. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret
altında olan her aziz gerçekte zelildir.”[839]
12819. Resulullah (s.a.a) bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Ey yardımcısı olmayan Rab! Ey zilleti
olmayan aziz! Ve Ey fakirliği olmayan zengin! ”[840]
12820. İmam Hüseyin (a.s) Arefe duasında şöyle
buyurmuştur: “Ey yüceliği ve ulviliği kendisine özgü
kılan ve dostları, kendisinin izzetiyle izzet bulan kimse! Ey padişahların
kendisi karşısında zillet boyunduruğunu boyunlarına geçirdikleri ve
saldırısından korktukları kimse! ”[841]
bak. el-Ma’rifet (3), 2663. Bölüm
Kur’an:
“De
ki: “Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip
alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini zelil kılarsın; hayır elindedir.
Doğrusu sen, her şeye kadirsin.” [842]
12821. İmam Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın, “De
ki: “Ey mülkün maliki olan Allah’ım!” ayetine
istinaten Allah’ın Ümeyyeoğulları’na mülk ve saltanat verdiği sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Bu senin bildiğin gibi değildir. Aziz
ve celil olan Allah mülk ve hükümeti bizlere vermiştir. Ama Ümeyyoğulları onu
zorla almışlardır. Bu tıpkı elbisesi olan birinden başkasının zorla o elbiseyi
almasına benzer. Bu elbise onu (zorla) alan kimsenin malı değildir.”[843]
bak. el-Ma’rifet (3), 2657. Bölüm
Kur’an:
“Eğer bu savaştan Medine'ye dönersek, izzetli kimseler
zelilleri andolsun ki, oradan çıkaracaktır” diyorlardı. Oysa, izzet Allah'ın, Resulü’nün
ve müminlerindir, ama münafıklar bu gerçeği bilmezler.”[844]
12822. İmam Hasan’a (a.s), “Sende bir azamet
vardır” denilince şöyle buyurmuştur: “Hayır, bende
izzet vardır.” Allah-u Teeala şöylebuyurmuştur: “İzzet Allah’a Resulü’ne ve
müminlere aittir.”[845]
12823. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
tüm işlerin yetkisini mümine vermiştir ama ona zelil olma yetkisini
vermemiştir. Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu işitmedin mi: “İzzet
Allah’ın...” O halde mümin azizdir ve zelil değildir. Mümin dağdan daha
güçlüdür. Zira dağ kazma darbeleriyle azalır ama hiçbir vesile müminin dinini
eksiltemez.”[846]
12824. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala Mümine üç haslet bağışlamıştır: Dünya ve ahirette izzet, dünya
ve ahirette kurtuluş ve zalimlerin göğsünde (mümine ait) bir heybet.”[847]
Kur’an:
“Onlar, iman edenleri bırakıp da kâfirleri dost edinirler;
onların tarafında bir izzet mi arıyorlar? Doğrusu izzet bütünüyle Allah'ındır.”[848]
12825. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim izzeti Allah’tan başkasında ararsa o izzet kendisini helak eder.”[849]
12826. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başkasıyla izzet bulan zelildir.”[850]
12827. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bil
ki Allah karşısında zelil olmayan kimseye izzet yoktur ve Allah karşısında
mütevazi olmayan kimseye yücelik yoktur.”[851]
12828. İmam Ali (a.s) şeytanın sıfatı hakkında
şöyle buyurmuştur: “Gurur onu baştan çıkardı. Şekavete
mağlub düştü. Ateşten yaratılmış olmakla böbürlendi. Topraktan yaratılmayı
küçümsedi.”[852]
12829. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Sizi terk edecek olan bu dünyayı her ne kadar terk etmeyi
istemeniz de terk etmenizi tavsiye ederim... O halde dünyanın yüceliği ve övüncü hususunda
yarışmayın... . Zira izzeti de övüncü de bir gün biter.”[853]
12830. İmam Ali (a.s) dünyanın sıfatı hakkında
şöyle buyurmuştur: “Hali değişken, zemini kaygan, izzeti
zillet, ciddiyeti şaka, yüksekliği alçaklıktır.”[854]
12831. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzet
hakla karşılaştığın zaman onun karşısında boyun eğmen ve alçak gönüllü
olmandır.”[855]
12832. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzet
intikama erişmektedir (insan intikam alabilecek bir duruma erişince onun izzeti
ve galebesi için yeterlidir. İntikam almasına gerek yoktur. )”[856]
12833. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğruluk
izzettir, cehalet ise zillet.”[857]
12834. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin
şerafeti gece namazı kılmasındadır. İzzeti ise insanlara eziyet etmemesinde.”[858]
12835. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin
güzel ahlakı tevazudandır. İzzeti ise dedikodu ve lakırdıları terketmesinde.”[859]
12836. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilimden
(yumuşak huyluluktan) daha yüce bir izzet yoktur.”[860]
12837. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilim
gibi bir izzet yoktur.”[861]
12838. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(ilahi) Emir sahiplerine itaat etmek
izzetin kemalidir.”[862]
bak. 271, 2712. Bölümler
12839. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah-u Teala her gün şöyle buyurmaktadır: “Ben sizin aziz Rabbinizim! O halde
her kim iki dünya izzetini isterse (dünya ve ahiretteki) azize itaat etsin.”[863]
12840. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim aşireti olmaksızın izzetli, malı olmaksızın zengin ve saltanatı olmaksızın
heybetli olmak isterse Allah’a günah zilletinden, itaat izzetine geçmelidir.”[864]
12841. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim mal ve serveti olmaksızın zengin, aşireti olmaksızın izzetli olmayı,
kudreti olmaksızın itaat edilmesini istiyorsa o halde Allah’a günah zilletinden
itaat izzetine çıkmalıdır. Bu taktirde bütün bunların hepsini elde eder.”[865]
12842. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimi Allah, günahların zilletinden takva izzetine çıkarırsa onu malı olmaksızın
zengin, aşireti olmaksızın aziz kılar ve hiç bir insan olmaksızın onu
yalnızlıktan kurtarır.”[866]
12843. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzeti
talep ettiğin taktirde onu (Allah’a) itaat ile talep et.”[867]
12844. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Ey Davud! Ben izzeti kendime itaatte
karar kıldım. Ama insanlar onu sultana itaatte arıyorlar ve bu yüzden de onu
elde edemiyorlar.”[868]
12845. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
izzet (Allah’a) itaat gibi değildir.”[869]
12846. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim insanların en azizi olmak istiyorsa aziz ve celil olan Allah’tan
sakınmalıdır.”[870]
12847. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvadan
daha aziz bir yücelik ve keramet yoktur.”[871]
12848. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvadan
daha aziz bir izzet yoktur.”[872]
12849. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Sizlere Allah’tan sakınmayı tavsiye ediyorum... Hakikatlerine
sıkıca yapışın ki sizi mutluluk diyarlarına, genişlik yurtlarına, sığınak
kalelerine, izzet ve şeref evlerine götürsün”[873]
12850. Resulullah (s.a.a) Ebu Umame’ye hitaben
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın işini aziz bil ki Allah da
seni aziz kılsın.”[874]
12851. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hak
karşısında zelil olmak, izzete, batıl vesilesiyle aziz olmaktan daha yakındır.”[875]
12852. İmam Ali (a.s) bir münacatında şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Senin kulun oluşum benim için
izzet olarak yeter ve senin benim Rabbim oluşun bana iftihar olarak yeter.”[876]
12853. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisini
Allah’a itaatle hor ve zelil kılan kimse, Allah’a isyanla izzete ulaşan kimseden
daha izzetlidir.”[877]
bak. 323. Konu, et-Taat
12854. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzet
ehlinin insanlardan ümidini kestiği bir eve ulaşıncaya kadar sürekli olarak
kararsızlık ve ıstırap içinde kalır ve (o eve ulaşınca) oraya yerleşir.”[878]
12855. Lokman (a.s) oğluna yaptığı öğüdünde
şöyle buyurmuştur: “Eğer dünya izzetini elde etmek
istiyorsan insanların elinde olan şeylerden ümidini kes. Zira Peygamber ve
sıddıklar (doğrular) tamahlarını kestikleri için o makamlara ulaştılar.”[879]
12856. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
elinde olanlara göz dikmemek müminin dininde izzetli olmasına sebep olur. Acaba
Hatim’in şu sözünü duymadın mı? “İnsanların elinde olan şeyden ümidini kesmeyi
kararlaştırırsan ve nefsin onunla aşina olursa onu müstağni ve tamahı ise
fakirlik olarak bulursun.”[880]
12857. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzet
(insanların elinde olan şeyden) ümidini kesmekledir.”[881]
bak. el-Ye’s, 4236. Bölüm
12858. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bil
ki her kim insanlara karşı insafla davranırsa Allah onun izzetini artırır.”[882]
12859. İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakkı
terkeden her aziz kimse zillete düşmüştür. Hakkı alan her zelil ise izzet elde
etmiştir.”[883]
12860. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisine yapılan bir zulmü bağışlarsa Allah da ona karşılık dünya ve
ahirette kendisini aziz kılar.”[884]
12861. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
şu üç şey sebebiyle sadece hayır ve iyiliği arttırır: “Tevazu, ki Allah tevazu
sebebiyle insanın yüce makamını artırır. Alçak gönüllülük ki Allah bununla da
sadece izzeti artırır ve iffet Allah bununla da sadece zenginliği arttırır.”[885]
12862. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhtiyaçsızlık
ve izzet, müminin kalbinde dönüp dolaşır ve içinde tevekkül olan bir yere
ulaşınca oraya yerleşir.”[886]
12863. İmam Kazım (a.s), kendisine, “Bana
tavsiyede bulun” diyen birisine şöyle buyurmuştur: “Dilini
tut ki aziz olasın ve iplerinin dizginlerini insanların eline verme ki rezil
olursun.”[887]
12864. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
şu üç şey sebebiyle, Müslüman insanın sadece izzetini artırır: Kendisine
zulmedeni bağışlama, kendisinden esirgeyen bir kimseye bağışta bulunma ve
kendisinden kopan biriyle birleşmek.”[888]
12865. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki üç şey haktır: “Hiçbir servet, sadaka ve zekat vermekle
eksilmez, birisine zulmedilince bunu telafi etme gücüne sahip olduğu halde
sakınan kimseye (bu yaptığına) karşılık olarak, Allah izzet vermiştir. Yüzüne
istek kapısını açan bir kul, kendi yüzüne fakirlik ve ihtiyaç kapısını da açmıştır.”[889]
12866. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öfkesini
yenen kulun, aziz ve celil olan Allah dünya ve ahirette izzetini artırır.”[890]
12867. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir musibet karşısında sabrederse, aziz ve celil olan Allah onun izzetini
artırır ve onu Muhammed ve Ehl-i Beyti’yle (a.s) cennetine sokar.”[891]
12868. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kötülükten temizlenirse, izzet elde etmiş olur.”[892]
12869. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cesaret,
iki izzetten biridir. (Savaş meydanlarından) kaçmak ise iki zilletten biridir.”[893]
12870. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim dünyanın nimetlerinden el çekerse, izzete erişir.”[894]
12871. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat,
izzet ile sonuçlanır.”[895]
12872. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kanaatkar bir ruha sahip olursa, darlıkta olduğu halde aziz olur ve her kim
de doymazlık ruhuna sahip olursa, zengin olduğu halde zelil olur.”[896]
12873. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaatkar
ol ki izzetli olasın.”[897]
12874. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
cihadı İslam’a izzet bağışlamak için farz kılmıştır.”[898]
12875. İmam Ali (a.s), Peygamber’in (s.a.a) sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Daha sonra, ona
ışığı sönmeyen bir nur, parıltısı tükenmez bir ışık olan Kitab’ı indirdi... O
temeli yıkılmayan bir bina, hastalıkları iyileştirmeyeceğinden korkulmayan bir
şifa, yardımcılarının bozguna uğramayacağı bir izzet, taraftarlarının zillete
düşmeyecekleri bir haktır... Allah, Kur’an’ı alimlerin susuzluğunu giderici ve
anlayış, kavrayış sahibi kalplere bahar kıldı...Sağlam ve yüce bir sığınaktır.
Dost edinene izzettir.”[899]
12876. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Araplar
bugün her ne kadar azınlıkta olsalar da, İslam sayesinde çoğalmış,
birlikleriyle de izzetli olmuşlardır.”[900]
12877. Bir duada şöyle yeralmıştır: “Allah’ım!
Beni kafirlerin göğsünde azametli, müminlerin gözünde yüce, kendim ve ailemin
nezdinde ise küçük kıl.”[901]
12878. Hakeza bir duada şöyle yer almıştır: “Beni
kendi gözümde zelil, insanların gözünde ise büyük kıl.”[902]
12879. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s),
Mekarim’ul-Ahlak duasında şöyle buyurmuştur: “Bana
izzet bağışla. Beni kibre ve gurura mübtela kılma... Beni kendi gözümde aynı
ölçüde küçük düşürmedikçe, insanlar nezdinde bir derece yüceltme ve aynı ölçüde
nezdimde batıni bir zillet taktir etmedikçe açıkça bir izzet vücuda getirme.”[903]
12880. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), Arefe günü
duasında şöyle buyurmuştur: “Beni kendi nezdimde
hor, yaratıklarının nezdinde ise aziz kıl. Beni seninle halvette küçük düşür.
Kullarının arasında ise yüce kıl. Benden müstağni olandan beni de müstağni kıl
ve sana olan ihtiyacımı ve fakirliğimi artır.”[904]
bak. 280. Konu, eş-Şuhret
12881. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzetin
bekasını tamahı öldürmekle talep et.”[905]
12882. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yalnızlıkla
izzetin bekasına yönel.”[906]
12883. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
uzak durmak ve yalnızlık, onlarla dost olmaktan daha çok izzet ve saygınlığını
artırır.”[907]
351. Konu
el-Uzlet
Uzlet-İnziva
F
Bihar, 70/108, 49. bölüm; el-Uzlet
an’iş-Şirar’ul-Halk
F
Kenz’ul-Ummal, 3/372, 772, el-Uzlet
Bak
F
17. konu, el-Ülfet; 26. konu, el-Üns; 152.
el-Humul
F
280. konu, eş-Şohret; 354. konu, el-İşret;
el-Kitman, 3455. bölüm
Kur’an:
“Onlara: “Siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından
ayrıldınız. Bunun için mağaraya girin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve
size işinizde kolaylık göstersin” denildi.” [908]
“Sizi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir,
Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım.” İbrahim
onları Allah'tan başka taptıklarıyla baş başa bırakıp çekilince ona İshak ve
Yakup'u bahşettik ve her birini peygamber yaptık.” [909]
bak.
Ankebut, 26, Saffat, 99
12884. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Uzlet
ibadettir.”[910]
12885. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Uzlet
zeki insanların en üstün hasletidir.”[911]
12886. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya
tapanlardan uzak durmak salahın bütünüdür.”[912]
12887. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
ulaşmak insanlardan kopmakladır.”[913]
12888. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yalnızlık,
ibadet edenlerin rahatlığıdır.”[914]
12889. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
uzak duran kimse Münezzeh olan Allah ile ünsiyet edinir.”[915]
12890. Hz. Lokman (a.s) yalnız başına otururdu.
Efendisi yanından geçer ve ona şöyle derdi: “Ey
Lokman! Sen sürekli yalnız kalıyorsun. İnsanların içine git ve onlarla ünsiyet
edin.” Lokman şöyle derdi: Uzun süre yalnız kalmak düşünceyi daha kavrayışlı
kılar ve uzun düşünce ise cennetin kılavuzudur.”[916]
12891. İmam Kazım (a.s) Hişam bin Hakem’e şöyle
buyurmuştur: “Yalnızlık hususunda sabretmek aklın
gücünün nişanesidir. Her kim ilahi marifetten nasiplenirse dünya ehlinden ve
dünyayı talep edenlerden uzaklaşır ve Allah nezdinde olan şeylere yönelir. Allah
onun halvetindeki ünsiyet edindiği kimse, yalnızlık arkadaşı, ihtiyaçları
hususunda onu müstağni kılan. Hiçbir aşireti olmaksızın ona izzet vereni olur.”[917]
12892. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
ibadet için halvet etmek çok faydalı bir hazinedir.”[918]
12893. İmam Sadık (a.s) kendisine, “Akikte[919]
halvet edinmişsin ve yalnızlığa doğru koşmuşsun” diye söylenince şöyle
buyurmuştur: “Eğer yalnızlığın tadını almıl olsaydın
kendinden de kaçardın” İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Kulun yalnızlıktan
elde ettiği en az fayda insanlarla iyi geçinme derdinden kurtulmasıdır.”[920]
12894. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara
fazla karışan kimse salim kalamaz.”[921]
12895. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Uzlete
çekilmek salih insanların adetidir.”[922]
12896. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
evinden dışarı çıkmamaya gücün yetiyorsa bu işi yap. Zira dışarı çıkınca gıybet
etmemen, yalan söylememen, kıskançlık göstermemen, riyakarlık etmemen,
uzlaşmaman ve dalkavukluk etmemen gerekir.”[923]
12897. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Uzlet
salim kalmaya sebep olur.”[924]
12898. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Salim
kalmak yalnızlıktadır.”[925]
12899. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dininin
selameti insanlardan kenara çekilmektedir.”[926]
12900. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim uzlete çekilirse sakınması salim kalır.”[927]
12901. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim insanlardan uzlete çekilirse onların kötülüklerinden salim kalır.”[928]
12902. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sürekli
yalnız kalmak insanlara karışmaktan daha çok selamet getirir.”[929]
12903. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur:
“Benim nezdimde dostlarımdan en çok gıpta
edilmesi gereken kimse yükü hafif ve değeri yüce kimsedir. Gizlilikte Rabbine
güzel kulluk eder ve insanlar arasında da tanınmaz. Rızkı yetecek kadar tayin edilmiştir.
Ve ona sabreder. Ölünce mirası az olur ve ona ağlayanlar çok azdır.”[930]
12904. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah’ın dostlarından en çok gıpta edilmesi gereken kimse malı ve serveti az olan
ve namazdan nasibi bulunan kuldur. O Rabbine güzel kulluk eder, gizlide ona
ibadet eder, insanlar arasında tanınmaz ve parmakla gösterilmeyen (tanınmayan)
bir kişidir.”[931]
12905. Allah-u Teala Musa ile yaptığı
münacatında şöyle buyurmuştur: “Elbisen eski ama
kalbin yeni olsun ki insanlar arasında adın sanın olmasın, gök ehli arasında
tanınasın.”[932]
12906. İmam Ali (a.s) müminlerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer topluluk
arasında olurlarsa tanınmazlar. Eğer gözden uzak olurlarsa hiç kimse onları
aramaz. Eğer hasta olurlarsa kimse onları ziyaret etmez.”[933]
12907. Ashaptan birini Allah Resulü‘nün (s.a.a)
kabrinin kenarında ağlarken gördüler ve ona şöyle dediler: “Neden ağlıyorsun?”
O şöyle dedi: “Allah Resulü’nün şöyle buyurduğunu işittim: “Riyanın
azı da şirktir. Allah, gözden uzak olduklarında kimsenin aramadığı, topluluk arasında
olduklarında kimsenin tanımadığı, kalpleri hidayet meşaleleri olan ve adı sanı
olmayan takva sahiplerini sever.”[934]
12908. İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
uzak durmak onları tanıma miktarıncadır.”[935]
12909. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
arasına karış ki onları imtihan edesin. İmtihan edince de onlara düşman
kesilirsin.”[936]
12910. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ı tanırsa yalnızlığı seçer Her kim de insanları tanırsa uzlete
çekilir.”[937]
12911. İmam Sadık (a.s) kendisine neden uzlet
ettiği sorulunca şöyle buyurmuştur: “Zaman
bozulmuş, kardeşler değişmiş. Dolayısıyla da kalp huzurunu yalnızlıkta buldum.”[938]
12912. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim insanları denerse uzleti tercih eder.”[939]
12913. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara
karışan ve onların eziyetine sabreden mümin, insanlara karışmayan ve onların
eziyetine tahammül etmeyen müminden daha üstündür.”[940]
12914. Resulullah (s.a.a) dağa ibadet etmek
için gitmek isteyen birine şöyle buyurmuştur: “Sizden
birisinin İslam dünyasının bir köşesinde kendisine hoş olmayan bir şeye tahammül
etmesi kırk yıl halvet ve yalnızlıkta ibadet etmesinden daha hayırlıdır.”[941]
252. Konu
el-Azm
Azmetmek
bak.
F
109. konu, el-Hazm
F
Marifet (3), 2623. bölüm; el-Halık, 1094. bölüm
Kur’an:
“Andolsun ki daha önce Adem'e ahd vermiştik, fakat unuttu;
onu azimli bulmadık.” [942]
“Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen
de sabret; küfredenler için acele etme; onlar, kendilerine söz verileni
gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir müddeti eğlendiklerini sanırlar. Bu
bir bildiridir; yoldan çıkmış olanlardan başkası mı yok edilir? ”[943]
12915. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakat
münezzeh olan Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere karşı onların
hallerini zayıf gösterdi.”[944]
12916. İmam Ali (a.s) Peygamber’in (s.a.a)
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Emrinle kıyam
etti, hoşnutluğunu elde etmek için geniş çapta çalıştı, bu hususta ilerlemekten
geri kalmadı. Azminde bir gevşeme olmadı.”[945]
12917. İmam Ali (a.s) meleklerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Dalgınlık körlüğü,
ciddiyetlerinin kararlılığını aşmamıştır. Nefsani isteklerinin kurnazlığı,
himmetlerine etki etmez. ”[946]
12918. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s), “Ey
iman edenler! Allah’tan sakının ve doğrularla birlikte olun” ayetini
okuduğu zaman şöyle buyurdu: “Allahım! Beni bu
davetin en yüce makamına yücelt ve bana, azim ve irade bağışında bulunarak
yardımcı ol.”[947]
12919. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbinin
gevşeklik hastalığını, güçlü irade ile ve basiret gözünün gaflet uykusunu,
uyanıklıkla tedavi et.”[948]
12920. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Lezzetlere
dalmakla, yüceliklere ulaşılmaz. Uyku, günün nice güçlü iradesini bozar ve
karanlıklar, nice yüce himmetleri yok eder.”[949]
12921. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin iradesi kötü olursa oku kendisine döner.”[950]
12922. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğruluğu
senin için belli olmayan bir iş konusunda karar verme.”[951]
12923. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İrade
ve kararın kökü uzak görüşlülük, meyvesi ise zaferdir.”[952]
12924. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İrade
ile gevşekliğe karşı savaşın.”[953]
12925. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Azim,
düşünce miktarıncadır.”[954]
12926. İmam Sadık (a.s) bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Ve bildim ki sana yolculuk edenin en
üstün azığı sağlam bir irade ve niyetin ihlaslı olmasıdır.”[955]
12927. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hamd,
İslam’ı şeriat kılan, uyanlara dinini kolaylaştıran, karşı duranlara erkanını
üstün ve güçlü kılan, Ona sarılanlara emniyet, doğru yolu arayana ayet,
azmedene basirettir.”[956]
12928. İmam Ali (a.s) şeytandan sakındırmak
hususunda şöyle buyurmuştur: “Ona karşı hışmınızı/gazabınızı
bileyin ve ona karşı ciddiyetli olun (onunla tüm ilişkilerinizi kesin. )... Atlılarını üzerinize sürmüş, yayalarını
yolunuza dikmiş, her yandan sizi avlamakta, ellerinizi kesmektedir. Hileyle
korunamazsınız, yeminle def edemezsiniz. Zillet içinde dar bir daireye
kıstırılmışsınız”[957]
12929. İmam Ali (a.s) Ademin sıfatı hakkında
şöyle buyurmuştur: “Sonra münezzeh olan Allah-u Teala
Adem’i, rahatça ve güzel bir şekilde yaşayabileceği bir diyara yerleştirdi.
Çevresini güvenli kıldı. Adem’i İblis’e ve düşmanlığına karşı uyardı. Ama
düşmanı, onu bulunduğu yerden ve iyilerle dostluğundan dolayı kıskandığı için
aldattı. Böylece yakinini şekke, kararlılığını gevşekliğe dönüştürdü.”[958]
12930. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ne
kadar güzel olurdu, bu dosdoğru misaller ve şifa verici öğütler tertemiz
gönüllere, işitip anlayan kulaklara, sabit görüşlere ve uzak görüşlü kalplere
ulaşabilseydi!”[959]
253. Konu
el-Taziye
Baş Sağlığı
Dilemek
F
Bihar, 82/71, 71. bölüm; et-Ta’ziye ve’l-Metim
ve Adabuhuma
F
Vesail’uş-Şia, 2/871-874, et-Taziye
F
Bihar, 82/125, 18. bölüm; et-Teazzi
Bak
F
el-Musibet, 2347. bölüm
12931. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim musibet görmüş birisini teselli ederse onun sevabının benzerini elde eder.”[960]
12932. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim mümin kardeşini bir musibetinden dolayı teselli ederse aziz ve celil olan
Allah da kıyamet günü onu yeşil renkli ve mutluluk verici bir örtü ile örter.”[961]
12933. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim çocuğu ölmüş bir anneyi teselli ederse Allah da kendi Arş’ının gölgesinden
başka hiç bir gölgenin olmadığı bir günde ona kendi Arş’ının gölgesinde yer
verir.”[962]
12934. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Teselli
etmek insana cenneti armağan eder.”[963]
12935. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Teselli
vermek için musibet sahibinin seni görmesi yeter.”[964]
12936. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) şöyle teselli verirdi “Allah mükafatınızı versin sizi rahmetine
mazhar kılsın.” Birini tebrik ettiği zaman da şöyle buyururdu: “Allah
size bereket versin ve sizi mübarek kılsın.”[965]
12937. “Allah
Resulü (s.a.a) vefat edince ashap etrafına toplandı ve ağlamaya başladı. Hepsi
oraya toplanmıştı. O anda sakalına ak düşmüş, iri yarı, güzel yüzlü birisi
içeri girdi, cemiyeti yardı, öne vardı ve ağlamaya başladı. Daha sonra Allah
Resulü’nün (s.a.a) ashabına dönerek şöyle dedi. “Allah’ın her yasta bir
tesellisi vardır ve Allah her kaybedilen şeye bir karşılık verir. Giden her şey
için bir halef tayin eder. O halde Allah’a yönelin ve O’na meyledin. Allah bela
esnasında size (sabredip etmediğinize) bakar. O halde dikkatli olun, gerçek
musibet görmüş kimse bir sevabı olmayan kimsedir.” Daha sonra o şahıs ayrılıp
gitti. Ashap birbirlerine şöyle sordular: “Bu şahsı tanıyor musunuz?” Ali (a.s)
şöyle buyurdu: “Bu Allah Resulü’nün kardeşi Hızır (a.s) idi.”[966]
12938. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müslüman
Müslümana zimmi olan yakınlarının birinin ölümünde sürekli onun huzurunda
istirca (inna lillah ve inna ileyhi raciun) demeli, ölümü ve ölümden sonrasını
hatırlatmalı ve benzer şeyler söylemelidir.”[967]
12939. İmam Sadık (a.s) musibet gören bir gruba
teselli vererek şöyle buyurmuştur: “Allah size
güç versin, sabır ihsan buyursun, ölünüze de rahmet etsin.”[968]
12940. İmam Rıza (a.s) Hasan bin Sehl’e
başsağlığı dileyerek şöyle buyurmuştur: “Ahiret
sevabı için tebrik etmek dünya yası için teselli vermekten daha evladır.”[969]
12941. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Karşısında
sana sabır nimeti verilen ve onun sebebiyle aziz ve celil olan Allah’ın
sevabına hak kazandığın musibeti musibet saymaman gerekir. Gerçek musibet,
musibet gören kimsenin sabretmemesi sebebiyle ecir ve sevabından mahrum kaldığı
musibettir.”[970]
254. Konu
el-İşre
Muaşeret
F
Bihar, 74, 75, 76; 1/64; Kitab’ul-İşret
F
Bihar, 74/154, 10. bölüm; Husn’ul-Muaşeret
F
Bihar, 75/279, 71. bölüm; Su’ul-Mahzer
F
Vesail’uş-Şia, 8/398; Ebvab-u Ahkam’ul-İşret
F
Kenz’ul-Ummal, 9/3; Kitab’us-Suhbet
Bak
F
6. konu, el-Eh; 70. konu, el-Mucaleset; 182.
konu, er-Rehm; 192. konu, er-Rıfk; 291. konu, es-Sedik; 351. konu, el-Uzlet;
er-Rıza (2) 1526, 1527. bölümler; es-Sultan, 1854. bölüm; el-Melik, 3702. bölüm
12942. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbini,
iyi bir arkadaş veya şükreden bir evlat gibi kıl. Amelini, kendisine tabi olup
itaat ettiğin baba kıl. Nefsini kendisiyle savaştığın bir düşman, mal ve
varlığını ise geri döndüreceğin bir emanet kıl.”[971]
12943. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini
senden ayrılmadan önce kendisine zarar verebilecek şeylerden sakındır. Rızkını
aramak için çabaladığın gibi nefsini de (şehvet esaretinden ve cehennem
ateşlinden) kurtarmak için çalış. Zira ki senin canın amellerinin rehinidir.”[972]
12944. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi
nefsini (yükünü) kendin yüklen. Eğer böyle yapmazsan başkası seni (yükünü) asla
yüklenmez.”[973]
12945. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendinden
kendin için faydalan ve hastalıktan önce sağlıktan, fakirlikten önce
zenginlikten ve ölümden önce hayattan nasiplenmeye çaba göster.”[974]
bak. En-Nefs, 3921. Bölüm; 111. Konu, el-Hesab
Kur’an:
“İsrailoğulları’ndan, “Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel konuşun, namazı kılın, zekâtı verin” diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz. Sizler zaten döneksiniz.” [975]
“Allah'a ibadet edin, O’na bir şeyi ortak koşmayın. Ana
babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya,
yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altında bulunan kimselere
iyilik edin. Allah, kendini beğenip daima övünenleri elbette sevmez.” [976]
12946. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla;
öldüğünüzde size ağlayacakları, yaşadığınızda ise sizi özleyecekleri bir
şekilde geçinin.”[977]
12947. İmam Ali (a.s) ölüm döşeğinde
çocuklarına yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Evlatlarım!
İnsanlarla öyle bir muaşerette bulunun ki sizleri görmedikleri taktirde görmeyi
arzulasınlar ve öldüğünüzde sizler için ağlasınlar.”[978]
12948. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
işlerinin düzelmesi birbirleriyle, üçte ikisi zekilik ve üçte biri ise görmezlikten
gelmek olan bir ölçüde yaşamaları ve muaşerette bulunmalarıyla mümkündür.”[979]
12949. Hz. Lokman (a.s) oğluna öğüt verirken
şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! İnsanlara karşı yırtıcı
ve düşman olma ki onlar da sana düşman olurlar. Onları küçük görme ki onlar da
seni küçük görürler. Tatlı olma ki seni yerler. Acı olma ki seni uzağa atarlar.
(Şu şekilde de rivayet edilmiştir: “Tatlı olma ki yutulursun acı olma ki uzağa
atılırsın.”)[980]
12950. İmam Ali (a.s) sürekli şöyle buyururdu: “İnsanlara
ihtiyaç ve onlardan müstağni olmak kalbinde bir arada olmalıdır. Onlara olan
ihtiyacın yumuşak konuşman ve güler yüzlülükte, onlardan müstağni oluşun ise
hürmetini korumadan ve izzetinin baki kalmasında olmalıdır.”[981]
12951. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim saygı gösterirse sen de ona saygı göster. Her kim seni hor sayarsa kendini
ondan münezzeh ve yüce tut.”[982]
12952. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biriyle
muaşerette bulunurken ona karşı elinin daha üstün olmasına (cömert davranmaya)
güç yetirebilirsen öyle yap.”[983]
12953. İmam Kazım (a.s) Hişam’a yaptığı
vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Onlardan her biriyle
muaşerette, elinin onlardan üstün olmasına (cömert davranmaya) güç
yetirebilirsen öyle yap.”[984]
12954. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana
rağbet edene rağbet göstermemen, nasibin noksanlığıdır; sana rağbet etmeyene
rağbet etmen ise nefsin zilletidir.”[985]
Kur’an:
“Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız
size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını
alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer
onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı
kılmış olabilir.” [986]
“Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol.
Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Sonuç Allah'a karşı
gelmekten sakınanındır.” [987]
“Ailesine namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi.
Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.” [988]
“Ey iman edenler! Sizi, mallarınız ve çocuklarınız Allah'ı
anmaktan alıkoymasın; böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır.”[989]
12955. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben,
bu kölemin ve ailemin yaptıkları karşısında her ne kadar Ebu Cehil karpuzundan
acı da olsa sabretmeye çalışıyorum. Zira her kim sabrederse sabrı vasıtasıyla,
gündüzleri oruç tutup geceleri ibadetle geçiren ve Muhammed’in (s.a.a) yanı
başında kılıç sallayarak şehit olan kimsenin mertebesine ulaşır.”[990]
12956. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
evini ve ailesini idare etmek için üç şey yapmaya her ne kadar tabiatına aykırı
olsa da ihtiyacı vardır: Güzel muaşerette bulunmaya, bir ölçüye kadar refahı
sağlamaya ve namusuna düşkün olan bir gayrete (kıskançlığa.)”[991]
12957. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
insan yumuşak huylulukla gündüzleri oruç tutan ve geceleri ibadetle geçiren
kimsenin derecesine ulaşır. İnsan bazen, ailesinden başka hiç kimseye
hükmetmediği halde hükümdar olarak yazılır.”[992]
12958. İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Sakın
ailen, senin sebebinle insanların en mutsuzu olmasın.”[993]
12959. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Kumeyl! Ailene gündüzleri güzel huy kazanma peşinde gitmelerini, geceleriyse
uyuyanların ihtiyaçlarını gidermeleri için gayret göstermelerini emret.”[994]
12960. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eşin
ve çocuklarınla çok meşgul olma. Zira ehlin ve çocukların Allah'ın dostları iseler
Allah onları zayi etmez, yok eğer Allah'ın düşmanları iseler o halde neden
Allah'ın düşmanlarına üzülüyor ve çalışıyorsun? ”[995]
12961. İmam Ali (a.s), ashabına yaptığı
vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Peygamber (s.a.a)
cennetle müjdelendikten sonra bile namaz kılmak hususunda kendisini sıkıntıya
sokuyordu. Allah’ın “Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et” emri
gereğince Allah Resulü, ehline namazı emrediyor ve kendisi de ona devam
ediyordu.”[996]
bak. 559. Konu, el-Valid ve’l-Veled; 207. Konu,
ez-Zevac
12962. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Avam
tabakasından uzak durmak, en üstün mürüvvettir.”[997]
12963. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Avam
tabakasıyla oturup kalkmak, adet ve ahlakı bozar.”[998]
12964. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Avam
tabakasının dostluğu bulutlar gibi ayrılır ve bir serap gibi dağılır gider.”[999]
12965. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başkaları
ile ilişkilerinde kendine bir ölçü karar kıl ve kendin için istediğin şeyi
başkaları için de iste ve kendin için istemediğin şeyi onlar için de isteme.
Sana zulmedilmesini istemediğin gibi sende hiç kimseye zulmetme. Sana iyilik
edilmesini istediğin gibi sen de başkalarına iyilik et. Başkalarında çirkin
gördüğün şeyi kendin için de çirkin gör,
kendin için beğendiğin şeyleri onlar için de beğen.”[1000]
12966. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendine
nasıl davranılmasını seviyorsan insanlara karşı da öyle davran.”[1001]
12967. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
dil ve bedenlerinizle muaşerette bulunun; kalp ve amellerinizle onlardan
ayrılın.”[1002]
12968. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
ahlakları üzere muaşeret edin, ama amelde onlardan ayrılın.”[1003]
12969. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
tanıdıkları şekilde muaşerette bulunun ve onları, sevmedikleri şeylerde kendi
hallerine bırakın. Onların kendinize ve bizlere hamle etmelerine sebep olmayın.
Şüphesiz işimiz zor ve müşküldür.”[1004]
12970. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
ahlakınızla muaşerette bulunun ki zararlarından güvende olasınız ve amellerinde
onlardan ayrı durun ki onlardan sayılmayasınız.”[1005]
12971. İmam Ali (a.s), Şialarına şöyle
buyurmuştur: “İnsanlarla kuşlar arasındaki bal arısı
gibi olun ki hiçbir kuş ona değer vermez. Oysa eğer bal arılarının içlerinde ne
nimetlerin olduğunu bilselerdi onları hafife almazlardı. İnsanlara dillerinizle
ve bedenlerinizle karışın. Kalpleriniz ve amellerinizle onlardan uzak durun.”[1006]
12972. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dininize
dikkat ediniz ve onu takiyye ile gizlemeye çalışınız. Zira takiyyesi olmayan
kimsenin imanı yoktur. Sizler insanlar arasında, kuşlar arasındaki bal arıları
gibisiniz. Eğer kuşlar bal arılarının içlerindekini bilecek olsalardı, onların hapsini
yerlerdi ve onlardan hiçbir eser kalmazdı. Aynı şekilde eğer insanlar da
sizlerin kalben biz Ehl-i Beyt’i sevdiğinizi bilecek olsalar, dilleriyle
sizleri yerler, gizli ve açık bir çok uygunsuz şey isnat ederler.”[1007]
bak. 159. Konu, el-Mudarat; el-Kitman, 3455.
Bölüm
12973. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Canını
ve malını kardeşine feda et. Düşmanına karşı adalet ve insafla davran. İnsanların
geneline ise ihsanını ve güler yüzlülüğünü bağışla.”[1008]
12974. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arkadaşına
nasihatini, tanıdığına yardımını ve tüm insanlara güler yüzlülüğünü bağışla.”[1009]
12975. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münafığa
karşı dilinle dostluk izharında bulun, mümine karşı halis bir dost ol. Eğer bir
Yahudi seninle arkadaş olursa ona karşı güzel davran.”[1010]
12976. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Seninle
oturup kalkan kimseye karşı güzel davran ki Müslüman olasın.”[1011]
12977. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dost
ve arkadaşıyla güzel arkadaşlık etmeyen, dostuna güzel dostlukta bulunmayan,
kendisiyle yiyip içen kimseyi idare etmeyen ve kendisine güzel davranan kimseye
güzel davranmayan kimse bizden değildir.”[1012]
12978. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara
karşı güzel davranmak, aklın üçte biridir.”[1013]
12979. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşlerine
karşı ihsanla davran ve günahlarını bağışlamakla ört.”[1014]
12980. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sultana
karşı ihtiyatla yaklaş. Dostlarına karşı tevazu ve güler yüzlülükle davran,
düşmanına karşı kendisine hüccetinin tamamlanacağı bir şekilde davran. (Böylece
düşmanlığı hususunda hiçbir bahanesi ve özrü kalmasın)”[1015]
12981. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
gün Peygamber (s.a.a) Ayşe’nin yanındayken bir şahıs yanına varmak için izin
istedi. Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Ne de kötü akrabasın.” Ayşe
kalktı ve odaya gitti. Allah Resulü o şahsa girmesi için izin verdi. O şahıs
içeri girince Allah Resulü (s.a.a) ona karşı güzel yüz göstererek sohbet etmeye
başladı. Sonunda sohbeti bitti ve o şahıs dışarı çıktı. Ayşe şöyle arzetti: “Ey
Allah’ın Resulü! Bu şahıs hakkında o sözü söylediğin halde yine de ona karşı
güleryüzlü mü davrandın?” Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’ın en kötü
kullarından biri de kötü söz ve çirkin davranışı sebebiyle arkadaşlığından
nefret edilen kimsedir.”[1016]
bak. Vesail’uş Şia, 8/401, 2. Bölüm
12982. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
dost olmak, aklın yarısıdır.”[1017]
12983. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah’a imandan sonra insanlarla dost olmak, aklın başıdır.”[1018]
12984. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini
dostluğa bağlı kıl ve insanların zahmetlerine tahammül yolunda kendini sabretmeye
zorla.”[1019]
12985. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
dostluk etmek, aklın başıdır.”[1020]
12986. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostluk
izharında bulunmakla muhabbet bağları güçlenir.”[1021]
12987. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
insan dostluk izharında bulunduğu halde riyakardır.”[1022]
12988. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel
ahlakla dostluk kalıcı olur.”[1023]
12989. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel
davranmak dostluk bağını güçlendirir.”[1024]
12990. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostlar
güzel muaşeret sebebiyle birbiriyle kaynaşırlar.”[1025]
12991. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel
davranmakla dostluk ilişkileri kurulur.”[1026]
bak. 89. Konu, el-Mehebbet (1),
12992. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
uzak, yakından daha yakındır ve nice yakın uzaktan daha uzaktır. Garip, dostu olmayan kişidir.”[1027]
12993. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostları
kaybetmek gurbettir.”[1028]
12994. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç
şey olduğu taktirde gurbet olmaz: Güzel edep, eziyet etmemek ve şekten uzak
durmak.”[1029]
12995. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin
dünyada gariptir; dünyanın zilletine tahammülsüzlük göstermez ve izzetini elde
etmek için insanlarla yarışa girişmez.”[1030]
12996. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostunu
itidal ölçüsünde sev. Zira bir gün düşmanın olabilir. Düşmanını da orta bir
şekilde düşman bil, zira bir gün dostun olabilir.”[1031]
12997. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birini
sevdiğinde dostluğunda aşırı gitme.”[1032]
12998. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostlarından
biriyle ünsiyet edinince işlerinden ve sırlarından bir miktarını ondan koru ve
kendin için ayır. Zira bir gün onları söylemekten dolayı pişman olabilirsin.”[1033]
12999. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakın
dostunu, seninle dostluktan uzaklaşacağı bir şekilde kendinden uzak kılma. Ona
dostluk bağından bir miktarını bırak ki ona dayanarak dostluğuna yeniden
başlayabilesin.”[1034]
bak. el-Melame, 3594. Bölüm; el-Eh, 44. Bölüm
13000. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim insanlara karşı sevmedikleri bir şekilde davranırsa, insanlar da onun hakkında
bilmeden bir takım sözler söylerler.”[1035]
13001. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerin
bayındır olması, akıl sahipleriyle muaşeret etmektedir.”[1036]
13002. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fazilet
ehliyle muaşerette bulun ki, mutlu ve şerafetli olasın.”[1037]
13003. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fazilet
sahipleriyle muaşerette bulunmak, kalplerin hayatıdır.”[1038]
13004. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: İnsanın,
kendisini aşikar kıldığı kimse hakkında yanlışlığa düşmesi kendisi için en
tehlikeli şeydir”[1039]
13005. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gizli
hasletleri muaşeret açığa çıkarır.”[1040]
13006. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
alay eden kimse onların gerçek dostluğunu ümit etmemelidir.”[1041]
13007. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinizin
buğzettiği kimseden sakının.”[1042]
13008. Adem (a.s) oğlu Şit’e yaptığı
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Kalpleriniz bir
şeyden nefret edince o şeyden uzak durun. Zira ben yemek için ağaca yaklaşınca
kalbim bu işten kaçınıyordu. Eğer onu yemekten sakınsaydım, o başıma gelen
belalar başıma gelmezdi.”[1043]
13009. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim (konuşmakta olan) Müslüman
kardeşinin sözlerine müdahalede bulunursa onun yüzünü tırmalamış gibidir.”[1044]
255. Konu
el-Aşura
Aşura
13010. İmam Sadık (a.s) kendisinden, “Peygamber’in
(s.a.a) ve Fatıma’nın (a.s), Ali ve Hasan’ın (a.s) şahadet günlerinin değil de
Aşura gününün musibet açısından günlerin en büyüğü sayılmasının sebebi
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Hz.
Hüseyin’in (a.s) günü musibet açısından bütün günlerden daha büyüktür. Bunun
sebebi de Allah-u Teala nezdinde yaratıkların en yücesi olan ashabı Kisa’nın[1045]
beş kişi oluşuydu... Hüseyin (a.s) öldürülünce artık ehli Kisa’dan halk için teselli
olacak bir başkası kalmamıştı. Dolayısıyla Hüseyin’in (a.s) gitmesi hepsinin
gitmesi mesabesindeydi. Aynı şekilde O’nun baki kalması da ehli Kisa’nın
tümünün baki kalması mesabesindeydi.”[1046]
13011. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin Aşura günü musibet, hüzün ve ağlama günü olursa aziz ve celil olan Allah
kıyamet gününü onun sevineceği ve ferahlayacağı gün karar kılar.”[1047]
13012. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ağlayanlar
Hüseyin gibi biri için ağlamalıdırlar. Zira ona ağlamak büyük günahları
temizler.” İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Muharrem ayı gelince hiç kimse
babamı (a.s) gülerken göremezdi. On gün geçinceye kadar onu hüzün ve gam
sarardı. Onuncu gün onun yas, hüzün ve ağlama günüydü ve şöyle buyururdu: “Bugün
Hüseyin’in (a.s) öldürüldüğü gündür.”[1048]
13013. İmam Bakır (a.s) “Hüseyin’in (a.s) Aşura
günü uzaktan veya yakından ziyaret hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Daha sonra Hüseyin (a.s) için ağlayıp sızlar, evinde onlara karşı takiyye
etmediği kimselere de ağlamasını emreder... Hüseyin’in (a.s) mateminde
birbirine başsağlığı dilerler.” Ben (ravi) şöyle arzettim: “Nasıl birbirimize
başsağlığı dileyelim? ” İmam şöyle buyurdu: “Şöyle deyiniz: “Allah Hüseyin’den
dolayı bize erişen bu musibet sebebiyle ecrimizi büyük kılsın. Bizi ve sizi
Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inden, kanının velisi olan İmam Mehdi’nin (a.f)
yanında intikam için kıyam eden kimselerden kılsın.”[1049]
13014. Muhammed b. Muhammed Mufit şöyle diyor: “Hüseyin
(a.s) Muharrem’in onuncu günü öldürüldü. İmam Sadık’tan (a.s) nakledildiği
üzere bu günde lezzet verici şeylerden uzak durulmalı, yas ve matem merasimleri
düzenlenmeli ve güneşin zevaline kadar yemekten ve içmekten sakınılmalıdır.
Ondan sonra da yas tutanların yediği şeyler yenmelidir.”[1050]
13015. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
İbn-i Şebib! eğer bir şeye ağlamak istiyorsan Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib (a.s)
için ağla. Zira bir koçu kestikleri gibi Hüseyin’in (a.s) başını kestiler
ve onun ailesinden yeryüzünde eşleri olmayan
on sekiz kişiyi öldürdüler.”[1051]
13016. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hüseyin’in
(a.s) öldürülüşü için ağlayan her müminin göz yaşları yanaklarına dökülürse
Allah bu sebeple onu cennet odalarına yerleştirir ve uzun bir müddet orada
kalır.”[1052]
13017. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü Allah’ın kendisini kerametine özgü kıldığı ve Hüseyin (a.s) ile
Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin hürmetinin çiğnenmesi karşısında ağlayan
gözler dışında bütün gözler ağlar ve hiç bir göz uyumaz.”[1053]
13018. İmam Sadık (a.s) namazdan sonraki bir
münacatında şöyle buyurmuştur: “Bizi kerametine özgü
kılan ve bize şefaat vadeden kimse!... Beni, kardeşlerimi ve babam Hüseyin b.
Ali’nin (a.s) kabrini ziyaret edenleri bağışla... Ey Allah’ım! Düşmanlarımız
bunların ziyarete gitmesini kınadılar ama bu kınamalar onları kalkmaktan ve
bize doğru gelmekten alıkoymadı. O halde bu güneşten yanmış yüzleri, babam Ebi
Abdillah’ın toprağına sürülen yanakları, bizlere acıdığından dolayı yaş boşalan
bu gözleri, musibetimizin gamında tahammülsüzlük gösteren ve yanan bu yürekleri,
bizler için yapılan bu feryat ve figanları rahmetine mazhar kıl. Ey Allah’ım!
Ben bu canları ve bedenleri sana ısmarlıyorum. Susuzluk günü, onları Kevser
havuzundan suvar.”[1054]
bak. Vesail’uş Şia, 10/391, 66. Bölüm
13019. İmam Sadık (a.s) Cafer b. Affan Tai’ye
şöyle buyurmuştur: “Hüseyin (a.s) hakkında güzel şiirler
söylediğini işittim.” O, “Evet” diye arzetti. Cafer, İmam Sadık (a.s) ve
etrafındakiler için bir şiir okudu ve bu sebeple yüzüne ve sakalına gözyaşları
döküldü.”[1055]
13020. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Hüseyin (a.s) hakkında, bir beyitlik şiir okur, kendisi ağlar ve on kişiyi
ağlatırsa ona ve o on kişiye cennet vardır.”[1056]
bak. Vesail’uş Şia, 10/464, 104. Bölüm
256. Konu
el-İşk
Aşk
F
Bihar, 73/158, 126. bölüm; zemmu işk ve illetuhu
F
Kenz’ul-Ummal, 3/372, 778; el-İşk
Bak
F
89. konu, el-Muhabbet (1); 90. konu, el-Muhabbet
(2); 537. konu, el-Heva
13021. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hicran,
aşkın cezasıdır.”[1057]
13022. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
aşk ağacı bir anlık bakıştan dikilmiştir.”[1058]
13023. İmam Sadık (a.s) aşk hakkında sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Kalpler Allah’ı hatırlamaktan boşalır.
Neticede Allah onlara kendisinden başkalarının sevgisini tattırır.”[1059]
13024. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir şeye aşık olursa o şey gözlerini körleştirir ve kalbini hasta eder.
Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan bir kulakla işitmektedir.
Hevesle aklını çelmiş; dünya kalbini
öldürmüştür.”[1060]
13025. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
heva ve hevesine uyarsan seni kör ve sağır kılar. Dönüş yerini ve kıyamet
gününü bozar.”[1061]
13026. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva
ve heves körlüğün ortağıdır.”[1062]
bak. el-Heva, 4035. Bölüm; el-Mehebbet 653.
Bölüm
13027. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim aşık olur da iffetini korur ve bu hal üzere ölürse şehit olarak ölmüştür.”[1063]
13028. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim aşık olur, aşkını gizler, iffetli davranır ve bu hal üzere ölürse
şehittir.”[1064]
13029. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim aşık olur, aşkını gizler iffetli davranır ve sabrederse Allah onu bağışlar
ve cennete koyar.”[1065]
13030. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
yolunda şehid olan mücahidin ecri, gücü yettiği halde iffetten ayrılmayan
kimseden daha büyük değildir.”[1066]
bak. 360. Konu, el-İffet
13031. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Kuluma benimle meşgul olma haleti
galip gelince lezzet ve isteğini beni hatırlamada karar kılarım. İstek ve
lezzetini beni hatırlamada karar kılınca da bana aşık olur ve ben de ona aşık
olurum. Birbirimize de aşık olunca da benimle onun arasındaki perdeleri kaldırırım
ve onu (cemal ve celalimi görmeyi) canına musalalt kılarım. Öyle ki insanlar
unutkanlık ve hataya duçar olunca o asla hata ve unutkanlığa duçar olmaz.”[1067]
bak. Es-Selat (1), 2266. Bölüm, ez-Zikr, 1340.
Bölüm; 90. Konu, el-Mehebbet (2), 435. el-Mukarrebun, 561, el-Velayet (2)
257. Konu
et-Taassub
Taassub-Bağnazlık
F
Bihar, 73/281, 133. bölüm; el-Asabiyyet
F
Kenz’ul-Ummal, 3/509; el-Asabiyyet
F
Vesail’uş-Şia, 1/296, 57. bölüm; Tahrim-u
Taassub Ala Gayr-I Hak
Kur’an:
“Küfredenlere, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, Resulü’ne ve müminlere huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir.” [1068]
Bak. Meryem, 73, 81, Müminun, 33, 34, Şuara, 111, Zuhruf,
52, 53, Hucurat, 14
13032. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bağnazlık ederse veya kendisi için bağnazlık edilirse iman halkasını
boynundan çıkarmış olur.”[1069]
Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “İslam
halkasını boynundan çıkarmış olur.”[1070]
13033. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin kalbinde hardal tanesi kadar taassup olursa kıyamet günü Allah onu
cahiliye Araplarıyla haşreder.”[1071]
13034. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim taassup gösterirse aziz ve celil olan Allah, başına ateşten bir mendil
sarar.”[1072]
13035. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim asabiyete (bağnazlığa, yersiz tutuculuğa) davet ederse bizden değidldir. Asabiyet
yolunda savaşırsa bizden değildir; ve asabiyet üzere ölen kimse bizden
değildir.”[1073]
13036. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
altı gruba altı haslet sebebiyle azap eder: Arab’a (ırkçı ve cahili) asabiyet
sebebiyle. Çiftçilere kibir sebebiyle...”[1074]
13037. İmam Ali (a.s) Malik Eşter’e yazdığı
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Öfkeni yen, kendine
sahip ol, kimseye el kaldırma, kötü söz söyleme.”[1075]
13038. İmam Seccad (a.s) kendisine tasssup
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Sahibininin
kendisi sebebiyle günahkar olduğu taassup; insanın kavminin kötülerini diğer
kavimlerin iyilerinden daha hayırlı görmesidir. İnsanın kendi halkını ve
kavmini sevmesi bağnazlık değildir. Kavmine zulüm üzere sadece bağnazlıktan
dolayı yardım etmesidir.”[1076]
13039. Resulullah (s.a.a) kendisine asabiyet
(bağnazlık) hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Taassup,
kabilene zulüm yolunda yardım etmendir.”[1077]
13040. İmam Ali (a.s) İblis’i kınayarak şöyle buyurmuştur:
“Adem’e karşı yaratılışıyla övündü, onun aslına
karşı asabiyet güttü. O asabiyet davasında aşırılığa gidenlerin önderi,
büyüklenenlerin öncüsü, Allah’ın düşmanıdır. O asabiyetin temelini kurdu.
Zorbalıkla Allah’la çekişmeye kalkıştı; izzet libasına büründü, tevazu maskesini
çıkardı.”[1078]
13041. İmam Ali (a.s) hakeza İblis’i kınayarak
şöyle buyurmuştur: “Gurur onu baştan çıkardı. Şekavete
mağlub düştü. Ateşten yaratılmış olmakla böbürlendi. Topraktan yaratılmayı
küçümsedi.”[1079]
13042. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Melekler
İblis’in de kendilerinden olduğunu sanıyorlardı. Oysa Allah İblis’in onlardan
olmadığını biliyordu. Dolayısıyla o asabiyet kibir ve gazap üzere içinde olan
her şeyi dışarı döktü ve şöyle dedi: “Beni ateşten yarattın onu ise balçıktan.”[1080]
13043.
İmam
Ali (a.s) Kasıa hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Baktım
da, cehalet hastalığına yakalanarak kendisini kandıracak bir sebebe yapışmayan;
yahut sefihlerin aklına uyup da kendini bir delille bağnazlığa düşürmeyen
sizden başka kimse bulamadım. Çünkü siz sebebi ve nedeni bilinmeyen bir şey
hakkında bağnazlık gösteriyorsunuz. İblis de aslını delil göstererek bağnazlığa
düştü. Adem’in yaratılışını kınayarak, “Ben ateştenim, sen ise topraktansın”
dedi. Ümmetlerin eşraf sınıfından olan zenginleri de ellerindeki nimetler
yüzünden bağnazlık gösterdiler, “Biz mal ve evlatlar bakımından çokluğuz, bize
azab edilecek de değildir” dediler. Eğer bağnazlık gerekirse, güzel huylarda,
övgüye layık amellerde ve iyi işlerde bağnazlık gösterin. Arap kabilelerinin
asilleri, seçkinleri, güzel ahlakla, üstün ve büyük işlerle, yüce düşüncelerle
ve övgüye layık eserlerle övünürler, birbiriyle yarışırlardı.
O halde sizler de komşuların hakkını korumak,
ahde vefa göstermek, iyiliğe uymak, kibirden sakınmak, cömert olmak, zulümden
kaçınmak, kan dökmekten korkmak, halka insaflı davranmak, öfkeyi yenmek, yeryüzünde
fesat çıkarmaktan kaçınmak gibi övülen iyi huylarda taassub gösterin.”[1081]
13044. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En
iyileriniz günah işlemedikleri müddetçe kavmini savunan kimselerdir.”[1082]
13045. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
illa da taassub edecekseniz, hakka yardım etmek ve çaresiz insanların yardımına
koşmak hususunda taassub edin.”[1083]
13046. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hamza b. Abdulmuttalib’in taassubu
dışında hiçbir taassup cennete girmemiştir. Peygamber’in başına atılan işkembe
sebebiyle gazaplandı ve müslüman oldu.”[1084]
13047. İmam Ali (a.s) halkı kendisine yardım etmeye
çağırdığı hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yardımı için ne bekliyorsunuz? Sizi bir araya toplayan bir dininiz yok mu? Sizi
sarsan bir gayretiniz-himmetiniz yok mu? ”[1085]
13048. İmam Ali (a.s) hakeza bu konuda şöyle
buyurmuştur: “Acaba sizi bir araya toplayacak dininiz
ve sizi ayaklandıracak hamiyetiniz-gayretiniz yok mu? Ne kadar şaşılacak şey,
değil mi! Muaviye aşağılık zalimleri çağırıyor, hiç bir karşılık vermediği
halde ona itaat ediyorlar.”[1086]
258. Konu
el-İsmet
Masumiyet
F
Bihar, 11/72, 4. bölüm; İsmet’ul-Enbiya
F
Bihar, 71/34, 15. bölüm; İsmet’ul-Nebiyyuna
Muhammed (s.a.a)
F
Şerh-I Nehc’ül-Belağa-I İbn-I Ebi’l-Hadid,
7/7-20; el-Kavl fi İsmet’ul-Enbiya (s.a.a)
F
Bihar, 25/191, 5. bölüm; İsmet’ul-Eimme
F
Bihar, 38/62, 59. bölüm; fi İsmet’ul-İmam Ali
(a.s)
F
Bihar, 59/265, 24. bölüm; İsmet’ul-Melaike
Bak
F
Ez-Zikr, 1340. bölüm; el-Kalp, 3393. bölüm
13049. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah’ın koruduğu kimseler dışında ki insanlar, hükümdarlar ve dünya iledirler.”[1087]
13050. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın
koruduğu dışında tüm insanlar nakıs ve kusurludurlar. Soru soranları halka eziyet
ederler, cevap verenleri ise cevap vermede külfet içindedirler. Onların en
üstün görüşlüsünü, hoşnutluk ve gazap, güzel görüşünden alı-koymaktadır.
Onların en sağlamını, bir bakış kırmakta veya bir kelime değiştirmektedir.”[1088]
13051. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kime ismet ilham edilirse sürçmelerden güvende kalır.”[1089]
13052. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsmetin
kendisine yardım etmediği kimse nasıl şehvete karşı sabredebilir?”[1090]
13053. İmam Ali (a.s) meleklerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah onları
şüphelerden doğan tereddütlerden korumuştur, bu yüzden onların hiç biri Allah’ın
hoşnutluğundan sapmaz.”[1091]
Kur’an:
“Allah'ın ayetleri
size okunur, aranızda da peygamberi bulunurken nasıl küfredersiniz? Kim
Allah'ın Kitab’ına sarılırsa şüphesiz doğru yola hidayet olur.”[1092]
“Allah, kendisine iman edenleri ve Kitab’ına sarılanları
rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, onları kendisine götüren doğru yola
eriştirecektir.”[1093]
13054. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm
haletlerinde Allah’a sığın. Şüphesiz bu taktirde münezzeh olan Allah seni güçlü
bir engelleyiciyle korur.”[1094]
13055. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’a sığınırsa Allah onu kurtarır.”[1095]
13056. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’a sığınırsa hiçbir şeytan ona zarar veremez.”[1096]
13057. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
sığınan kimsenin istediği şey değerli olur.”[1097]
13058. İmam Ali (a.s) bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Allahım! Benim için bir beden yarattın.
Onda, sana itaat veya isyan ettiğim organlar taktir ettin. Seni onlarla
gazaplandırır veya hoşnut ederim. Nefsimde beni şehvete davet eden içgüdüler
yarattın. Beni afetlerle dolu bir yurda yerleştirdin ve bana, “Sakın” buyurdun.
O halde ben seninle korunurum sana tevessül ederim. Sana sığınırım, senin
yardımınla kendimi korurum, seni hoşnut eden şeyler hususunda senden başarı
dilerim.”[1098]
13059. İmam Sadık (a.s) kendisinden masumun
anlamını soran Hişam’a şöyle buyurmuştur: “Masum,
Allah’ın yardımıyla tüm ilahi haramlardan kendini koruyan kimsedir. Allah Tebarek
ve Teala şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’a sarılırsa şüphesiz dosdoğru
yola hidayet olmuştur.”[1099]
13060. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bizden olan imam mutlaka masum olur. İsmet,
yaratılışın zahirinde olup insanın onunla tanındığı bir şey değildir. Bu yüzden
masum, tayin edilmelidir.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey İbn-i Resulillah! O
halde masumun anlkamı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Masum, Allah’ın ipine
sarılan kimsedir. Ve Allah’ın ipi Kur’andır. Bu ikisi (masum ve Kur’an)
kıyamete kadar birbirinden ayrılmazlar. İmam Kur’ana doğru hidayet eder ve
Kur’an da imama doğru.! Bu aziz ve celil olan Allah’ın şu sözüdür: “Şüphesiz
bu Kur’an en doğru olana hidayet eder.”[1100]
bak. 13092. Hadis
13061. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İbret
almak ismete (hatalardan korunmaya) sebep olur.”[1101]
13062. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini,
hikmetini artıran düşünceden ve sana ismeti kazandıran ibretten boş tutma.”[1102]
13063. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tatsız
olaylar karşısında sabretmeye çalışmak kalbi masum kılar.”[1103]
13064. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
takva senin için hayatında ismet (korunma) vesilesidir ve ölümünden sonra da (Allah’a)
yakınlaşma vesilesi.”[1104]
13065. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
bir mümin Allah’ın sevdiği şeylere yönelirse Allah da onun sevdiği şeylere
yönelir. Her kim de ilahi takvayla Allah’a sığınırsa Allah da onu günahlardan
korur. Her kime Allah yönelir ve onu korursa gökler yere çökecek olsa da artık
kendisi için bir ehemmiyet taşımaz. Eğer yeryüzüne bir bela iner ve tüm
insanları çepeçevre kuşatırsa o takva sebebiyle her türlü beladan Allah’ın
koruması altındadır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuyor mu: “Şüphesiz
takva sahipleri emin bir yerdedirler.”[1105]
13066. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kulları! Size Allah’tan sakınmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü takva kontrol edicidir
ve ayakta duruş sebebidir. Bu yüzden onun iplerine sımsıkı tutunun ve
hakikatlerine sıkıca yapışın ki sizi mutluluk diyarlarına ve genişlik
yurtlarına götürsün.”[1106]
13067. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlahi
takvaya bağlanın; çünkü takva, halkası sağlam bir ip, yüceliklerine varılmaz
bir sığınaktır.”[1107]
13068. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsmet,
takvaya yakın kılınmıştır.”[1108]
13069. İmam Ali (a.s) Mısır ehline yazdığı bir
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah sizleri kendi
hidayetiyle (her türlü günah ve sürçmeden) korusun ve sizleri takvayla sabit
kılsın.”[1109]
13070. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsmet
(günahlardan sakınmak) olmaksızın hikmet olmaz.”[1110]
13071. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hikmet
de ismettir. İsmet ise bir nimettir.”[1111]
13072. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hikmet
ismete yakın kılınmıştır.”[1112]
13073. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zikri
aziz olan Allah şüphesiz kendisine itaat edeni korur ve kendisine isyan edeni
(günahlardan) korumaz.”[1113]
13074. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
egemenliğine sığınmak işlerinizi korur. Bıkıp usanmadan, isteyerek ve şevkle ona
itaat edin.”[1114]
13075. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kitabından ayrılmayın. Şüphesiz Allah’ın kitabı sağlam bir iptir... ve
kendisine sarılana ismet (korunma) vesilesidir.”[1115]
13076. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) Kur’an’ı
hatmedince okuduğu bir duasında şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın
ismet kulpuna sarılan kimseye helak ve yokluk eli erişmez.”[1116]
13077. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
onlara hücceti tamamladıktan sonra mutlu olanlarını iman vesilesiyle korudu ve
mutsuz olanlarını ise isyanları sebebiyle kendi başlarına bıraktı.”[1117]
13078. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala birinin güzel niyet sahibi olduğunu bilirse onu kendi ismetine (koruması
altına) alır.”[1118]
13079. Nevf’ul Bukali şöyle diyor: “Müminlerin
Emiri’nin (a.s) süratle gittiğini gördüm. Ona, “Nereye gidiyorsun Eey efendim!
” diye arzettim. İmam şöyle buyurdu: “Beni bırak ey Nevf! Arzularım beni
sevgiliye (Allah’a) doğru çekiyor.” Ben şöyle arzettim: “Ey efendim! Arzuların
nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Arzu ve ümitlerimin kendisine yöneldiği kimse daha
iyi bilir. Ondan başkasına söylememe gerek yok. İnsanın kendisine hoşluk ve
ihtiyaçlarında Allah’tan başkasını ortak kılmaması edep olarak yeter.” Ben şöyle
arzettim: “Ey Müminlerin Emiri! Ben dünyevi ihtiraslara kapılmak konusunda
korku içinmdeyim.” İmam şöyle buyurdu: “O halde neden korkanların sığınağına ve
ariflerin mağarasına sığınmıyorsun?” Ben şöyle arzettim: “Beni de oraya hidayet
et.” İmam şöyle buyurdu: “Allah yüce ve azimdir. Ümidini onun güzel lütfüne
bağla ve himmetini ve gayretini O’na yönlendir. Kalbini her türlü musibetten
uzak tut. Eğer sana hayatı daraltırsa ben onun açılacağını garantiliyorum.
Bütün vücudunla münezzeh olan Allah’a yönel. Zira o şöyle buyurmaktadır:
“İzzetime ve celalime yemin olsun ki benden başkasına ümit bağlayan kimsenin
ümidini ümitsizliğine dönüştürürüm. İnsanlar arasında ona horluk elbisesini
giydiririm, onu kendi yakınımdan uzaklaştırırım ve onunla olan ilişkimi
keserim...” İmam (a.s) daha sonra bana şöyle buyurdu: “Ey Nevf! Alalh’a şöyle
dua et: “Eğer seni övüyorsam bu bana verdiğin ihsanlar sebebiyledir. Eğer seni
ululuyorsam bu senin kendi isteğinledir. Eğer seni taktis ediyorsam
(kutsuyorsam) bu senin gücünledir. Eğer senden başka ilah olmadığını
söylüyorsam bu senin kudretin ve gücünledir. Eğer bakıyorsam senin rahmetinle
bakıyorum. Eğer çiğniyorsam senin nimetini çiğniyorum. Allahım! Her kim senin
zikrinin iştiyakıyla meşgul olmazsa ve sana yakınlık makamına göçe
hazırlanmazsa hayat kendisi için bir ölüm olur ve ölümü ise kendisine bir
hasret olur.”[1119]
13080. İmam Ali (a.s) bir münacaatında şöyle
buyurmuştur: “Allahım! Günahtan korunmak için senin
korumandan başka bir yol yoktur. Senin isteğin dışında iyi işlere ulaşmak
mümkün değildir. O halde senin istemediğin bir paya nasıl ulaşabilirim? Eğer
senin koruman bana yardım etmezse nasıl günahtan sakınabilirim? ”[1120]
13081. İmam Seccad (a.s) hakeza münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Allahım! Bu dünyada hep gam, üzüntü,
sıkıntı, bela; ahirette ise hesap ve ceza vardır. O halde huzur ve genişlik
nerededir? Allahım! Emrim olmadan beni yarattın ve iznim olmadan beni
öldüreceksin. Üzerimde, beni aldatarak belalara ve zorluklara sürükleyen güçlü
bir düşman karar kıldın ve “Kendini koru” diye buyurdun. Eğer sen beni
korumazsan ben nasıl korunayım? ”[1121]
13082. İmam Seccad (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allahım! Senin gücün dışında hiçbir
gücüm ve kuvvetim yok. Dünyanın tatsızlıklarından sadece senin korumanla kurtulabilirim.
O halde yetkin hikmetin ve etkili meşiyyetin hakkı için senden diliyorum: “Beni
kendi cömertliğinden başkasına havale etme. Beni belalardan koru ve günahlardan
masum kıl.”[1122]
13083. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Bizi himayetinden nasipsiz
kılma ve bizi desteğinden uzak düşürme...Dergahının has varlıkları olan
meleklerin ve iyi kulların hakkı için senden bizleri helak olmaktan kurtaracak
ve afetler karşısında bize kalkan olacak bir koruyucu karar kılmanı
diliyorum....Bizlere ismet ve korumanın sığınağında yer ver.”[1123]
13084. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) bir
münacatında şöyle buyurmuştur: “Allahım! Bizleri,
hile ve aldatma çukurlarını bizler için hazırlayan bir yere yerleştirdin... bu
yurdun debdebesinden ve süslerinden sana sığınırım... Allahım! Bizi bu yurda ve
aldatıcılığına itinasız kıl. Başarı ve korumanla bizleri ondan salim kıl.”[1124]
13085. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) hakeza bir
münacaatında şöyle buyurmuştur: “Allahım! Muhammed’e
ve Ehl-i Beyt’ine selam gönder. Bizleri önden ve arkadan, sağdan soldan ve her
taraftan sana isyandan alıkoyacak, bizlere sana itaate hidayet edecek ve
bizleri senin muhabbetin yolunda işleyecek bir şekilde koru.”[1125]
13086. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Beni tövbe ile temizle, ismet ile teyit
et ve afiyetle (belalardan koruyarak) ıslah et.”[1126]
13087. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allahım! Nefsimden, onu azaptan
kurtaracak şeyleri kendine al, onu ıslah ve doğruluğa sürükleyecek şeyleri bana
bırak. Zira sen korumadığın taktirde nefsim helak olmaya maruzdur.”[1127]
13088. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) Arefe günü
duasında şöyle buyurmuştur: “Bana, senin haşyetinden
(heybet ve azametinden) beni sana yakınlaştıracak, haramlarını işlemekten
alıkoyacak, beni büyük günahların esaretinden özgür kılacak ve beni isyanın
çirkinliklerinden temizleyecek bir ismet (korunma) bağışla.”[1128]
bak. Ez-Zikr, 1340. Bölüm; ez-Zenb, 1388.
Bölüm; eş-Şeytan, 2016. Bölüm; eş-Şeriet, 1982. Bölüm, 9268. Hadis; el-Aşk,
2742. Bölüm; en-Niyyet, 3982. Bölüm
13089. İmam Sadık (a.s) İmam’ın sıfatı hakkında
şöyle buyurmuştur: “O sürçmelerden korunmuştur. Her türlü
çirkinlik ve kötülükten masumdur (korunmuştur).”[1129]
13090. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz
Allah’ın tercumanlarıyız. Biz masum bir topluluğuz.”[1130]
13091. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmam
günahlardan temiz, ayıplardan uzaktır.”[1131]
13092. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmam
masumdur, teyit edilmiştir, başarı verilmiştir ve sağlam kılınmıştır. Her türlü
hata ve sürçmeden güvendedir. Allah, kulları üzerindeki hücceti ve yaratıkları
üzerindeki şahidi olsun diye ona bu özellikleri bağışlamıştır.”[1132]
bak. Eş-Şekk, 2083. Bölüm
13093. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günaha
gücü yetmemek de bir tür ismettir.”[1133]
13094. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsmet
ve temizlik ehli olanların ve kendilerine günahlardan kurtuluş nimeti verilen
kimselerin, günahkarlara ve suçlulara acımaları gerekir.”[1134]
13095. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü ben hiçbir günahım olmaksızın çağrılırım. Eğer bir günahım varsa da bunlarla
–yani Nakisin, Cemel ashabıyla- savaşım günahlarımı temizlemiştir.”[1135]
259. Konu
et-Ta’zim
Ululamak
F
Bihar, 76/62, 108. bölüm; ma Yecz-u fi
Ta’zim’ul-Hulk
F
Kenz’ul-Ummal, 9/153; et-Ta’zim ve’l-Kıyam
Bak
F
240. konu, es-Sultan; el-Eh, 58. bölüm; el-İlm,
2873. bölüm; el-Kerem, 3476, 3477. bölümler
13096. Ebuzer (r.a) şöyle buyurmuştur: “Selman
ve Bilal’i Peygamber’e (s.a.a) doğru giderken gördüm. Selman aniden Allah Resulü’nün
ayaklarına kapanarak öpmeye başladı. Peygamber (s.a.a) onu bu işten sakındırdı
ve sonra ona şöyle buyurdu: “Ey Selman! Acemlerin hükümdarlarına yaptığı işi
bana yapma. Ben Allah’ın kullarından bir kulum, ben de bir kul gibi yer, bir
kul gibi otururum.”[1136]
13097. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İranlıların
kendi büyüklerine yaptığını sizlerde yapmayın.”[1137]
13098. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizler
de Acemler gibi birbirinizin önünde ayağa kalkmayın.”[1138]
13099. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Acemlerin
birbirini ululamak için ayağa kalktıklları gibi siz de ayağa kalkmayın.”[1139]
13100. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisi otururken insanların ayakta durmasından hoşlanırsa cehennemdeki
yerini hazırlasın.”[1140]
13101. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisi oturduğu halde Ademoğullarının, karşısında ayakta durmasına
sevinirse ateşe girer.”[1141]
13102. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim görüşmeye geldiklerinde insanların kendisi karşısında ayağa kalkmasına
sevinirse cehennemdeki evini hazırlasın.”[1142]
13103. Enes şöyle diyor: “Allah nezinde hiç
kimse Allah Resulü’nden daha değerli değildi. Buna rağmen onu görünce ayağa kalkmıyorduk.
Çünkü onun bu işten hoşlanmadığını biliyorduk.”[1143]
13104. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim
için ayağa kalkmayınız sadece aziz ve celil olan Allah için ayağa kalkmak
gerekir.”[1144]
13105. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah’ın laneti, kulların, karşısında sıraya geçtiği kimsenin
üzerine olsun.”[1145]
13106. İmam Ali (a.s) Şam’a doğru hareket
ederken Enbar çiftçilerinin atlarından inerek onun karşısında koştuklarını
görünce şöyle buyurmuştur: “Bu yaptığınız nedir?” Onlar; “Bu bizim adetimizdir; emirlerimizi
böyle ulularız.” dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu; “Vallahi emirleriniz
bundan faydalanmamaktalar. Böyle yapmakla dünyada kendinize zahmet
veriyorsunuz; ahirette de bu işinizle sefil olacaksınız. Arkasında azap olan
meşakkat, ne de zararlıdır! Ateşten emin olmayı beraberinde getiren rahatlık ne
de faydalıdır! ”[1146]
13107. Bu rivayetin başka bir naklinde ise
şöyle yer almıştır: “İmam (a.s) Enbar
bölgesinden geçerken oranın çiftçileri kendisini karşılamaya geldiler.
Atlarından inip İmam Ali’nin yanı başında koşmaya başladılar. İmam şöyle
buyurdu: “Yanınızdaki bu binekler de neyin nesidir ve bu işten (yaya koşturmaktan)
maksadınız nedir?” Onlar şöyle arzettiler: “Yaptığımız bu iş kendisiyle emir
sahiplermize saygı gösterdiğimiz bir adettir. Bu bineklerimiz de sizin için
hediyedir. Biz size ve Müslümanlara da yemek hazırladık. Bineklerinize çok ot
temin ettik.” İmam (a.s)şöyle buyurdu: “Bunun emirlerinize saygı olarak
gösterdiğiniz bir adet olduğunu söylemenize gelince... Allah’a yemin olsun ki bu
iş emirlerinize hiçbir fayda vermez ve sizler de bu iş sebebiyle bedenlerinizi
ve canlarınızı sıkıntıya düşürmektesiniz. O halde bu ameli tekrar etmeyiniz.
Hayvanlarınıza gelince eğer onları kabul edip sizin vergilerinizin bir parçası
olarak saymamı istiyorsanız onları kabul ederim. Bizim için temin ettiğiniz
yiyeceğe gelince biz size ücretini ödemedikçe sizden bir şey yemeye razı
olmayız.”[1147]
bak. Vesail’uş Şia, 8/560, 129. Bölüm;
ed-Dunya, 1248. Bölüm; es-Sultan, 1855. Bölüm
Kur’an:
“Meleklere, “Adem'e secde edin” demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu.”[1148]
“Ana
babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde eğildiler.” [1149]
13108. İmam Ali (a.s) Allah-u Teala’nın “Şüphesiz
secde yerleri Allah’a aittir. O halde Allah’la birlikte başka birini
çağırmayın” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Secde
yerlerinden maksat Allah karşısında kendisiyle secdeye kapandığın
organlarındır. O halde hiç kimseyi Allah’la birlikte çağırmayın.”[1150]
bak. Ez-Zevac, 1651. Bölüm
Kur’an:
“Bu böyledir; kişinin Allah'ın nişanelerine hürmet
göstermesi, kalplerin Allah'a karşı gelmekten sakınmasındandır.”[1151]
“İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse, bu
Rabbinin katında kendi iyiliğindendir. (Haram olduğu) size okunanlar dışında
kalan hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan sakının; yalan
sözden kaçının.” [1152]
13109. İmam Sadık (a.s), birine saygı olarak
ayağa kalkmanın hükmü sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bu
dini şahsiyet için yapılanı dışında uygun bir iş değildir.”[1153]
13110. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emir
sahibi de olsan baban ve öğretmenin için yerinden kalk.”[1154]
13111. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alime
ilmi sebebiyle saygı göster ve onunla çekişme. Cahili de cehaleti sebebiyle küçük
gör ama onu kendinden uzaklaştırma. Hatta
kendine yakın kıl ve ona ilim öğret.”[1155]
13112. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ak
sakallıya, Kur’an bilen kimseye ve adil öndere saygı göstermek gerçekte aziz ve
celil olan Allah’ın celal ve azametine saygı göstermektir.”[1156]
13113. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir
kavmin büyüğü yanınıza geldiğinde ona saygı gösterin.”[1157]
13114. İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cafer
bin Ebi Talib Habeşistan’dan gelince
Allah Resulü ayağa kalktı ve on iki adım ileri giderek onu karşıladı ve onun
boynuna sarıldı ve alnından öptü... ve gözlerinden sevinç göz yaşları boşaldı.”[1158]
13115. Resulullah (s.a.a) camide oturmuşken
gelen birisine yer açtı ve şöyle buyudu: “Müslümanın
müslüman üzerindeki haklarından biri de oturmak isteyince onun için yer
açmasıdır.”[1159]
Bak. Vesail’uş Şia, 8/559, 128. Bölüm; el-İlm,
2873. Bölüm
“Şehit (Keddesellahu Ruhehu) Kavaid adlı
kitabında şöyle buyurmuştur: Müminin mümine örf ve adetlere uygun olarak saygı
göstermesinin her ne kadar bunun şekli konusunda geçmiş alimlerden bir şey
nakladilmemiş ise de hiç bir sakıncası yoktur. Delili ise ayet ve rivayetlerin
umumi ifadesidir. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Evet,
her kim Allah’ın şiarlarını ulularsa bu kalplerin sakınmasındandır.”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ın
haramlarını büyük görürse bu Rabbi nezdinde kendisi için daha hayırlıdır.”
Allah resulü (s.a.a) de bu konuda şöyle buyurmuştur: “Birbirinize
karşı düşmanlık ve kıskançlık içinde olmayın. Birbirinize sırt çevirmeyin ve
birbirinizden kopmayın. Ey Allahın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz. Buna
göre yerinden kalkmak, saygı için eğilmek ve benzeri şeyler saygı için olursa
caizdir. Hatta bu işleri yapmamak düşmanlığa ve ilişkilerin kopmasına veya bir
mümine ihanet derecesine varırsa bunları yapmak farzdır. Sahih rivayetlerde
açıkça yer aldığı üzere Peygamber (s.a.a) Fatıma (a.s) için ve Cafer (r.a) için
Habeşistan’dan döndüğünde yerinden kalktı ve Ensara şöyle buyurdu: “Kendi
küçükleriniz ve büyükleriniz (saygı olarak) için yerinizden kalkınız. Nakledildiği
üzere İkrime b. Ebi Cehil Yemen’den geldi ve Allah Resulü (s.a.a) gelişine
sevindi ve onun için ayağa kalktı.
Eğer şöyle söylersen: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim oturduğu halde insanların veya şahsiyetlerin kendisine
saygı olarak ayakta durmasını severse yeri ateştir” Hakeza, “Peygamber hiç kimsenin kendisinin
karşısında ayağa kalkmasını hoş görmezdi. Bu yüzden bir yere girince ashap kendisi
çin ayağa kalkmazdı. Zira Peygamber’in bu işten rahatsız olduğunu biliyorlardı.
Ama onların yanından ayrılınca ashap ayağa kalkardı. Hakeza peygamber evine
girinceye kadar da ayakta beklerlerdi. Zira peygamberre saygı göstermeyi
kendilerine bir görev biliyorlardı.” Buna cevap olarak şöyle diyoruz: Şahsiyetler
karşısında saygı olarak ayakta durmaktan maksat emirlerin yaptığıdır. Onlar
oturdukları halde insanları, kendilerine saygı için karşılarında ayakta durmaya
zorlar ve toplantı bitinceye kadar da ayakta durmalarını isterler. Kısa süren
normal bir ayağa kalkış değildir. Hatta maksadın bu olmadığını söylesek bile bu
rivayetlerden maksat insanların, karşısında ayakta durmalarından hoşlanan,
tekebbür gösteren halka üstünlük taslayan kimsedir. Böyle bir kimse, önünde
kalkmayan kimseleri tenbih eder ve cezalandırır. Ama aşağılanmayı ve ihanet
edilmeyi ortadan kaldırmak için böyle bir davranışı arzulayan kimse hususunda
aynı sakınca sözkonusu değildir. Zira kendisinden herhangi bir tehlikeyi
defetmek farzdır.
Peygamber’in (s.a.a) bu işten hoşlanmaması da
Allah karşısındaki tevazu ve ashabın zahmetini azaltmak içindi. Mümine de bu
davranışı sevmemesi ve nefsi bu işi istediği taktirde nefsiyle mücadele etmesi
yakışır.
Birine saygı olarak ayağa kalkmanın veya durmanın
sakıncasının olmadığının bir delili de hadisten de anlaşıldığı üzere ashabın
Allah Resulü gidince yerinden kalkmasıdır. Hatta Peygamber’in bundan haberdar
olmaması uzakkır. Bununla birlikte ashabın bu ameli de bu işin caiz olduğunun
delilidir.”[1160]
260. Konu
el-İffet
İffet
F
Bihar, 71/268, 77. bölüm, el-İfaf
ve’-İffet’ul-Betn ve’l-Ferc
F
Şerh-I Nehc’ül-Belağa-I İbn-I Ebi’l-Hadid,
20/233; Hikayat’ul-Havl’ul-İffet
Bak
F
el-Libas, 3522. bölüm; el-Heva, 4051. bölüm; el-Fakr,
3235. bölüm
Kur’an:
“Evlenemeyenler, Allah kendilerini lütfü
ile zenginleştirene kadar iffetli davransınlar.”[1161]
“Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara,
süslerini açığa vurmamak şartıyla, dış elbiselerini çıkarmaktan ötürü
sorumluluk yoktur; ama sakınmaları kendileri için daha iyi olur. Allah işitir
ve bilir.” [1162]
“...Zengin olan iffetli olmağa çalışsın...”[1163]
“... kendilerini tanımayanların iffetlerinden dolayı zengin
saydıkları yoksullara verin.”[1164]
13116. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün ibadet iffettir.”[1165]
13117. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bil
ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla aydınlandığı bir imamı
vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma
ekmeğiyle yetinmektedir. Elbette buna güç yetiremeyeceğinizi bilin. Ama
günahlardan sakınma ve ibadet telaşı, iffetli olma ve sağlam çalışma ile bana
yardım edin.”[1166]
13118. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
yolunda şehid olan mücahidin ecri, gücü yettiği halde iffetten ayrılmayan
kimseden daha büyük değildir. Zira iffetli insan meleklerden bir melek olmaya
çok yakındır.”[1167]
13119. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
zeki insanların ahlakı, huyudur. Doyumsuzluk ise aşağılık insanların
karekteridir. .”[1168]
13120. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
her hayrın başıdır.”[1169]
13121. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
en üstün mürüvvettir.”[1170]
13122. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
en üstün huydur.”[1171]
13123. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
nefsi korur ve onu pisliklerden temizler.”[1172]
13124. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
zühttür.”[1173]
13125. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
fakirliğin süsüdür.”[1174]
13126. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffetten
ayrılma. Şüphesiz ki iffet şerefli insanların en üstün huyudur.”[1175]
13127. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
en üstün şerafettir.”[1176]
13128. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzelliğin
zekatı iffettir.”[1177]
13129. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffetten
ayrılma. Şüphesiz iffet ne de güzel bir arkadaştır.”[1178]
13130. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
eşleri hakkında iffetli olun ki sizin eşleriniz hakkında da iffetli olunsun.”[1179]
13131. “Davud
(a.s) zamanında bir kadın vardı ki bir erkek onun yanına gidiyor ve zorla ona
tecavüzde bulunuyordu. Aziz ve celil olan Allah o kadının kalbine o adama şöyle
demesini ilka etti: “Sen her defa benim yanıma gelince başka bir adam da senin
eşinin yanına gidiyor.” O şahıs kendi karısının yanına gitti ve yanında bir
erkeğin olduğunu gördü. O erkeği Davud’un (a.s) yanına getirerek şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Benim başıma gelen hiç kimsenin başına gelmemiştir.”
Davud (a.s): “O bela nedir?” diye buyurdu. O şahıs, “Bu adamı eşimin yanında
gördüm” dedi. Allah-u Teala Davud’a (a.s) vahyetti ve o şahsa şöyle demesini
emretti: “Hangi elle verirsen o elle de alırsın.”[1180]
13132. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
hayalı ve iffetli kimseyi sever. Küstah ve inatçı dilenciden ise nefret eder.”[1181]
13133. İmam Ali (a.s), takva sahiplerinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onların
hacetleri hafif, nefisleri ise iffetlidir.”[1182]
13134. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffetle
birlikte olan yoksulluk, çirkinlik ve kötülükle birlikte olan zenginlikten daha
hayırlıdır.”[1183]
13135. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
şu üç kimseye kesinlikle yardım eder: “Allah yolunda savaşan kimseye,
özgürlüğünün karşılığını ödemek isteyen sözleşmeli köleye ve iffetli olmak için
evlenen kimseye.”[1184]
13136. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
fakir, iffetli ve ailesi olan mümin kulunu sever.”[1185]
13137. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir
hak talep eden kimse onu tam veya nakıs bir iffetle talep etmelidir. (Hakkını
alırken mümkün olduğu kadar günaha düşmemeye çalışmalıdır.)”[1186]
13138. Resulullah (s.a.a), şöyle dua buyururdu:
“Allah’ım! Ben senden hidayet, sakınma, iffet ve
zenginlik dilerim.”[1187]
13139. Resulullah (s.a.a), Ensar’ın isteği üzerine
yanındaki tüm Beyt’ül-Malı onlara verdi ve yanında bir şey kalmayınca şöyle
buyurdu: “Benim yanımda olan mal varlığını asla
sizden gizlemem ve esirgemem. Her kim iffetli olursa Allah onu iffetli kılar ve
her kim müstağni olmak isterse, Allah onu da müstağni kılar.”[1188]
bak. Es-Sadaka, 224. Bölüm
Kur’an:
“... İffetlerini koruyan erkekler ve
kadınlar...”[1189]
“Eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten
koruyanlar, doğrusu bunlar yerilmezler.”[1190]
13140. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala nezdinde en sevimli temizlik, karın ve tenasül organının iffetidir.”[1191]
13141. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
karın ve tenasül organı iffeti gibi üstün bir şeyle ibadet edilmemiştir.”[1192]
13142. İmam Bakır (a.s), kendisine, “İbadet
hususunda zayıfım, çok az oruç tutuyorum. Ama helal dışında hiçbir şeyi
yememeyi (ümit ediyorum)” diyen bir adama şöyle buyurmuştur: “Karın
ve tenasül organı iffetinden daha iyi çaba ve gayret nedir?”[1193]
El-Mehasin kitabında yer alan bir rivayette ise
şöyle yer almıştır: “Bu şahıs şöyle
arzetti: “Az namaz kılıyorum ve az oruç tutuyorum. Ama helal dışında bir şey
yememeye ve helal dışında bir şeyle cinsel ilişki kurmamaya gayret ediyorum.”
İmam şöyle buyurdu: “Karın ve tenasül organı iffetinden daha üstün bir çaba ve
gayret var mıdır? ”[1194]
13143. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
bir kulunun iyiliğini isterse, onun karnını ve tenasül organını iffetli kılar.”[1195]
13144. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin
çoğu, iki içi boş şeyden dolayı ateşe girer: Karın ve tenasül organından.”[1196]
13145. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ölümümden
sonra, ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum: Tanıdıktan sonra sapmaktan, saptırıcı
fitnelerden ve karın ile tenasül organının şehvetinden.”[1197]
13146. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Musa
(a.s) tenasül organının iffeti ve karnının yiyeceğine karşılık kendisini sekiz
veya on yıl kiraya verdi.”[1198]
bak. 2762. Bölüm; el-Cennet, 552. Bölüm;
el-Bihar, 71/268, 77. Bölüm
13147. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffetin
kökü kanaat,[1199]
meyvesi ise hüzünlerin azalmasıdır.”[1200]
13148. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin nefsi kanaatkar olursa, iffet yolunda kendisine yardımcı olur.”[1201]
13149. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisine
yetecek kadarıyla hoşnut olmak, iffetle (haramdan sakınmakla) sonuçlanır.”[1202]
13150. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
değeri, himmeti miktarıncadır. İffeti ise, gayreti ve kıskançlığı
ölçüsüncedir.”[1203]
13151. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Erkeğin
gayretli olmasının delili iffetidir.”[1204]
13152. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim akıllı olmak isterse, iffetli olmalıdır.”[1205]
13153. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvet
konusunda sabretmek iffet, gazap karşısında sabretmek ise cesarettir.”[1206]
13154. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletler
dört kısımdır: Birincisi hikmettir ve hikmetin kıvamı düşüncedir. İkincisi ise
iffetir ve iffetin kıvamı şehvettir. Üçüncüsü kudrettir, kudretin kıvamı ise
gazaptır. Dördüncüsü ise adalettir ve adaletin kıvamı ise nefsani güçleri
mutedil kılmaktır.”[1207]
13155. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet,
şehveti güçsüz kılar.”[1208]
13156. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffetin
meyvesi, kanaattir.”[1209]
13157. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffetin
meyvesi, korunmadır.”[1210]
13158. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim iffetli olursa, günah yükleri hafifler ve Allah nezdindeki makamı yücelir.”[1211]
13159. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim organlarını iffetli kılarsa, ahlakı da güzel olur.”[1212]
13160. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bulamadığını isterse, iffet süsüyle süslenmemiş olur.”[1213]
13161. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Temizlik,
iffetin göstergesidir.”[1214]
13162. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet
ile ameller temizlenir (veya gelişir ve mükafatı artar.)”[1215]
13163. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kime iffet ve kanaat armağan edilirse, izzetle sözleşmiş olur.”[1216]
13164. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İffete
gelince... Hoşnutluk, huzu, nasip, rahatlık, gönül alma, huşu, hatırlama,
tefekkür, bağışlama ve cömertlik iffetten kaynaklanmıştır. Bunlar, Allah’tan ve
Allah’ın (rızkı) bölüştürmesinden hoşnut olan akıllı kimseye, sakınma sebebiyle
hasıl olan hasletlerdir.”[1217]
13165. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat,
en üstün iffettir.”[1218]
13166. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bil
ki kanaat ve şehvetlere galebe çalmak, en büyük iffettir.”[1219]
13167. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat,
iffet miktarıncadır.”[1220]
13168. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini
tanıyan kimse, kanaata ve iffete sarılmalıdır.”[1221]
13169. İmam Ali (a.s), Muhammed b. Ebi Bekr’i
Mısır’a vali tayin edince ona şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Ey
Muhammed b. Ebi Bekr! Bil ki en üstün iffet Allah’ın dininde sakınma ve Allah’a
itaat üzere amel etmektir. Şüphesiz ki ben sana gizli ve açık durumlarında
Allah’tan sakınmanı tavsiye ediyorum.”[1222]
bak. 2757. Bölüm
261. Konu
el-Afv
Af, Bağışlamak
(1)
(İnsanları Bağışlamak)
F
Bihar, 71/397, 93. bölüm; el-Hilm ve’l-Afv
ve’l-Kezm-u Gayz
F
Vesail’uş-Şia, 8/518, 112. bölüm; İstihbab-u Afv
F
Kenz’ul-Ummal, 3/373-378; Afv mee
Kabul’ul-Muazere
Bak
F
125. konu, el-Hilm; 391. konu, el-Gazab;
el-Hudud, 736. bölüm
Kur’an:
“Bir kötülüğün karşılığı, aynı şekilde bir kötülüktür. Ama
kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir. Doğrusu O, zulmedenleri
sevmez.” [1223]
“Bir iyiliği açığa vurur veya gizler yahut bir kötülüğü affederseniz,
bilin ki Allah da affedendir, güçlü olandır.” [1224]
“Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler,
öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah ihsan sahiplerini
sever.”[1225]
bak. Bakara, 109; A’raf, 199;Rad, 22; Hicr,
85; Nur, 22; Zuhruf, 89; Casiye, 14; Tegabun 14
13170. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bağışlamak,
yüce insani hasletlerin tacıdır.”[1226]
13171. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizlere
dünya ve ahiretin en iyi huylarını haber vermeyeyim mi? Sana zulmedeni
bağışlaman, senden kopan kimseyle ilişki kurman, sana kötülük edene ihsanda
bulunman ve senden esirgeyene bağışta bulunman.”[1227]
13172. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç
şey dünya ve ahiretin yüce hasletlerindendir: Sana zulmedeni bağışlaman, senden
kopan kimseyle ilişki kurman ve sana cahilce davranıldığı durumda yumuşak huylu
olmandır.”[1228]
13173. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kullar
mahşere getirilince bir münadi şöyle seslenir: “Ecri Allah’a ait olan kimse
kalksın ve cennete girsin” “Ecri Allah’a ait olan kimdir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “İnsanları bağışlayan kimseler.”[1229]
13174. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Öfkelendiğiniz
zaman af ve bağışla onu kendinizden uzak tutun. Zira kıyamet günü bir münadi
şöyle nida eder: “Her kimin Allah’a ait ecri varse ayağa kalksın” Böylece
insanları affeden kimseler dışında hiçkimse ayağa kalkmaz. Nitekim Allah-u
Teala’nın da şöyle buyurduğunu işitmedin mi: “Her kim affeder ve barışırsa
ecri Allah’a aittir.”[1230]
13175. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Af,
amel edilen en uygun şeydir.”[1231]
13176. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birbirinizi
affedin ki aranızdaki kinler ortadan kalksın.”[1232]
13177. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah çok bağışlayandır ve bağışlamayı sever.”[1233]
13178. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göklere
götürüldüğüm gece yüksek ve cennete bakan saraylar gördüm.” Ben, “Ey Cebrail!
Bu saraylar kimindir?” diye sordum. O şöyle buyurdu: “Öfkesini yenenler ve
insanların hatasını bağışlayanlarındır. Şüphesiz Allah ihsan sahiplerini
sever.”[1234]
13179. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir müslümanın hatasını bağışlarsa, Allah da kıyamet günü onun hatasını
bağışlar.”[1235]
13180. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz
mürüvveti, bizlere zulmeden kimseyi bağışlamak olan bir hanedanız.”[1236]
13181. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Affedici
olun. Zira ki af kulun sadace izzetini artırır. O halde birbirinizi affedin ki
Allah sizlere izzet versin.”[1237]
13182. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Affetmek,
kulun sadece izzetini artırır. O halde affedin ki Allah da size izzet versin.”[1238]
13183. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Her
kim kendisineyapılan bir zulmü bağışlarsa Allah da onun yerine dünya ve
ahirette kendisine izzet verir.”[1239]
13184. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim çok affedici olursa ömrü uzun olur.”[1240]
13185. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bağışladığından
dolayı pişman olmak, cezalandırdığından dolayı pişman olmaktan daha üstün ve
kolaydır.”[1241]
13186. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki
topluluk birbiriyle karşı karşıya geldiklerinde mutlaka onların en çok
bağışlayıcı olanı galip gelmiştir.”[1242]
13187. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hükümdarların
affı, hükümdarlığın kalıcı olmasını sağlar.”[1243]
13188. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hükümdarın
affetmesi, hükümdarlığı kalıcı kılar.”[1244]
13189. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir
had uygulamayı gerektirmediği müddetçe günahlardan geçiniz.”[1245]
13190. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
günahlarından geçin ki Allah da bu sebeple cehennem azabını sizlerden
uzaklaştırsın.”[1246]
13191. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hata
edenlerin sürçmelerini affedin ki bu sebeple Allah da sizi aniden bastıran taktirlerden
(felaketlerden) korusun.”[1247]
13192. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki
şeyin sevabı tartılmaz: “Affetmenin ve adil olmanın.”[1248]
13193. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Affetmek,
en büyük iki faziletten biridir.”[1249]
13194. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çok
az affetmek ayıpların en çirkinidir. İntikam almada acele davranmak ise
günahların en büyüğüdür.”[1250]
13195. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en kötüsü sürçmeleri affetmeyen ve ayıp ve hataları örtmeyen kismedir.”[1251]
13196. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güçlü
insanların intikam alması ne de çirkindir.”[1252]
13197. İmam Ali (a.s), sürekli şöyle buyururdu:
“Öfkemi ne zaman yeneyim; öfkelendiğimde mi?
İntikamdan aciz kaldığımda ve bana: “Sabretseydin daha iyi olurdu?” dedikleri
zaman mı? Yoksa intikam almaya gücüm olduğunda ve bana: "Affetseydin daha
iyi olurdu?" dedikleri zaman mı? ”[1253]
13198. İmam Ali (a.s), Mısır’a vali tayin
ettiğinde Malik-i Eşter’e yazdığı mektupta şöyle buyurmuştur: “Onlara
karşı yiyeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar gibi olma. Çünkü, onlar iki
sınıftır: Bir kısmı, dinde kardeşindir, bir kısmı ise yaratılışta senin
eşindir. Onlar yanılıp hata edebilirler, kusurları olabilir, kasten veya hata
ile ellerinden bir şey çıkabilir. O halde Allah’ın seni bağışlamasına nasıl
sevinip hoşnut oluyorsan, sen de onlara karşı bağışlayıcı olup kusurlarını
affet... Kusurlarını bağışladığında pişman olma, cezalandırdığında da
sevinme.”[1254]
13199. İmam Ali (a.s), şehadetinden önce
yaptığı konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Eğer
yaşayacak olursam kanımın velisi benim; ölürsem bu, üzerime hak olan vadedir.
Affedecek olursam, af benim için Allah’a yakınlık, sizler için de iyilik ve
sevaptır. O halde affedin! “Allah’ın
sizleri affetmesini istemez misiniz! ”[1255]
bak. Es-Sebb, 1732. Bölüm, 8237. Hadis
Kur’an:
“Biz,
gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları gereğince yarattık. Kıyamet
günü şüphesiz gelecektir. O halde yumuşak ve iyi davran.” [1256]
13200. İmam Seccad (a.s), Allah-u Teala’nın, “Güzel
bir şekilde bağışlayın” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Maksat, kınamadan bağışlamaktır.”[1257]
13201. İmam Rıza (a.s), hakeza bu ayet hakkında
şöyle buyurmuştur: “Maksat cezalandırmadan, ayıplamadan ve
kınamadan bağışlamaktır.”[1258]
13202. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel
bağışlamak, işlenen bir suçu cezalandırmamaktır.”[1259]
13203. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
günah sebebiyle birini kınayan kimse, bağışlamış sayılmaz.”[1260]
13204. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kınamak,
iki cezadan biridir.”[1261]
13205. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gücün
yettiği zaman, güzel bir şekilde bağışla ve hükmettiğin zaman ise adaletli ol.”[1262]
13206. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim güzel bir şekilde bağışlamazsa, kötü bir şekilde intikam almaya kalkışır.”[1263]
13207. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim gücü olduğu zaman affederse, Allah da ayakların kaydığı gün, onu affeder.”[1264]
13208. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim gücü olduğunda affederse, Allah-u Teala da zorluklar gününde onu affeder.”[1265]
13209. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Affetmeye
en evla olan kimse, cezalandırma hususunda en güçlü olan kimsedir.”[1266]
13210. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en çok affedeni gücü olduğu zaman affeden kimsedir.”[1267]
13211. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşmanına
karşı güçlü olduğun zaman onu bağışlamayı, karşısında güçlü hale gelmenin şükrü
kıl.”[1268]
13212. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Affetmek,
zaferin zekatıdır.”[1269]
13213. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Affetmek,
kudretin zekatıdır.”[1270]
13214. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Affetmek,
kudretin süsüdür.”[1271]
13215. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gücü
olduğu halde affetmek, münezzeh olan Allah’ın azabı karşısında bir kalkandır.”[1272]
13216. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güçlü
insanın en güzel işi affetmesidir.”[1273]
13217. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
güzel af, kudreti olduğu halde edilen aftır.”[1274]
13218. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsani
yüceliklerin en güzeli güçlü insanın affetmesi ve fakir insanın cömert
olmasıdır.”[1275]
13219. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Affetmenin
fazileti kudretin doruğunda ortaya çıkar.”[1276]
13220. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret
halinde bağışlayıcı ol. Darlık halinde bağışla ve ihtiyacın olduğu halde
fedakar ol ki faziletin kemale ersin.”[1277]
bak. 2769. Bölüm
13221. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı
vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Onlardan (kölelerden
ve cariyelerden) birisi bir günah sebebiyle cezalandırılmayı hak ederse onu
güzel bir şekilde kına. Zira akıl ve anlayış sahibi bir kimse için affetmeyle
birlikte olan kınama, dövmekten daha acıdır.”[1278]
13222. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisine
hizmetçilerinden dolayı şikayette bulunan birine şöyle buyurmuştur: “Onları
affet ki bu vesileyle kalplerini kendinle barıştırmış olasın.” O şöyle arzetti:
“Ey Allah’ın Resulü! Onlar edepsizlik hususunda farklılık içindedirler.” Allah
Resulü şöyle buyurdu: “Onlara karşı affedici ol.” Böylece o şahıs denileni
yerine getirdi.”[1279]
bak. el-Adavet, 2564. Bölüm
13223. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Affetmek,
yüce insanı islah ettiği kadar, aşağılık insanı da bozar.”[1280]
13224. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyiliğe
güzel bir şekilde karşılık ver ve kötülüğü affet. Elbette bu, dinde bir boşluk
yaratmamalı veya İslam’ın gücünde bir gevşekliğe sebep olmamalıdır.”[1281]
13225. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana
kötülük edenin hakkı onu affetmendir. Ama eğer affetmenin ona zararlı olduğunu
bilirsen, o zaman intikam al. Allah Tebarek ve Teala şöyle buyurmuştur: “Zulüm
gördükten sonra hakkını alan kimselere, işte onların aleyhine bir yol yoktur.”[1282]
bak. Er-Rahmet, 1457. Bölüm
262. Konu
el-Afv
Af, Bağışlamak
(2)
(Münezzeh olan Allah’ın Bağışlaması)
F
Bihar, 60/1, 19. bölüm, Afv-ullah Teala
ve’l-Gufranuhu
Bak
F
181. konu, er-Rahmet
Kur’an:
“Allah affeder ve bağışlar.”[1283]
13226. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: ““Hamdı
mahlukat arasında yaygın, ordusu galip, azameti yüce olan Allah’a hamd olsun.
Hilmi çok olduğundan affeden, bütün hükümlerinde adil olan, nimetleri sürekli,
bağışlamaları yüce olan Allah’a hamdederim.”[1284]
13227. Resulullah (s.a.a), kadir gecesi duasını
soran Ayşe’nin sorusu üzerine şöyle buyurmuştur: “(Kadir
gecesi) şöyle de: “Allah’ım! Sen bağışlayansın ve bağışlamayı seversin. O halde
beni bağışla.”[1285]
13228. İmam Ali (a.s), Allah’ın azameti
hakkında şöyle buyurmuştur: “O’nun işi hükmüdür
ve hikmet esasıncadır. O’nun rızası eman ve rahmettir. İlimle hüküm verir,
hilimle affeder.”[1286]
13229. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Şüphesiz Allah-u Teala sizleri, yaptığınız büyük küçük, açık
gizli amelleriniz nedeniyle hesaba çekecektir. Eğer size azab ederse, siz
zulmünüzden dolayı daha fazlasına layıkdınız; eğer bağışlarsa bu, en büyük
ikram sahibi olduğu içindir.”[1287]
13230. İmam Ali (a.s), Mısır’a vali tayin
ettiğinde Malik Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah’a
karşı savaş açmaya kalkışma; çünkü O’nun cezalandırmasından kurtulman mümkün
olamadığı gibi; seni bağışlayıp rahmetiyle muamele etmesinden de müstağni
değilsin.”[1288]
13231. İmam Ali (a.s), bir münacaatında şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Senin bağışlamanı
düşününce, hata ve günahlarım bana çok kolay geliyor. Sonra azabının şiddetini
düşünüyorum. Bu durumda da belam ve sıkıntılarım bana çok büyük geliyor.”[1289]
13232. İmam Ali (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Senin bağışın benim
ümidime meydan vermektedir ve senin affın benim amelimden daha üstündür...
Allah’ım! Eğer sen suçum sebebiyle beni cezalandıracak olursan, ben de seni
affınla sorgularım... O halde beni kendisinden yüz çevirdiğin ve gafletinin
kendisini senin bağışından mahrum ve habersiz kıldığı kimselerden eyleme.”[1290]
13233. İmam Ali (a.s), hakeza bir münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Benim suçum büyüktür. Zira o
suçu işlemekle seninle savaş meydanına indim. Günahım büyüktür. Zira bu günahı
işleyerek, seni savaşmaya çağırdım. Ama büyük suçumu ve senin bağışının
azametini hatırlayınca bu ikisinden elde ettiğim sonuç, senin hoşnutluğundan
kaynaklanan affındır.”[1291]
13234. İmam Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur:
“Eğer affedersen, senden başka af etmeye daha
layık olan kimdir ve eğer ceza verirsen, hüküm vermede senden daha adil olan
kimdir? ”[1292]
13235. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Bana adaletinle değil, affınla davran.”[1293]
13236. İmam Sadık (a.s), sürekli şöyle buyururdu:
“Allah’ım! Senin affa olan ehliyetin, benim
cezaya olan layıklığımdan daha evladır.”[1294]
13237. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
itaatkar ol, O’nun zikri vasıtasıyla ünsiyet et, O’ndan yüz çevirdiğin halde
onun sana nasıl yöneldiğini bir düşün! O seni fazlı ile bürümüş, affına
çağırıyor. Sen ise O’nu bırakıp başkasına gidiyorsun.”[1295]
13238. Bir bedevi Allah Resulü’ne (s.a.a) şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Kıyamet günü yaratıkların hesabını kim
görecektir? ” Peygamber şöyle buyurdu: “Aziz
ve celil olan Allah hesabını görecektir.” Bedevi şöyle arzetti: “O halde,
Ka’be’nin Rabbine andolsun ki kurtuldum.” Peygamber (s.a.a), “Nasıl kurtuldun?
” diye sorunca o bedevi şöyle arzeti: “Zira, yüce bir varlık kudret elde edince
mutlaka bağışlar.”[1296]
bak. 2765. Bölüm; er-Rahmet, 1453. Bölüm
Kur’an:
“İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına,
düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesinler,
affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah
bağışlayandır, merhametli olandır.” [1297]
“İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Allah affedendir,
bağışlayandır.” [1298]
13239. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Seni
bağışlamalarını sevdiğin gibi, sen de sana zulmeden kimseyi bağışla. Allah’ın
senin hakkındaki bağışından ibret al.”[1299]
13240. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ın haramlarından sakınırsa, Allah’ın affı ona doğru hızla koşar.”[1300]
13241. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerindeki
kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huzuyu ve tevazuyu yerleştirsin, yüzlerine
rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama sebeplerini kolayca versin diye
Allah, kullarını çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet
etmekte ve çeşitli sıkıntılara düçar kılmaktadır. ”[1301]
bak. Er,Rahmet, 1456. Bölüm
263. Konu
el-Afiye
el-Sağlık
F
Bihar, 81/170, 1. bölüm; el-Afiyet ve’l-Meraz
F
Kenz’ul-Ummal, 4/426, 427; ez-Zinain
Bak
F
288. konu, es-Sıhhet; 487. konu, el-Merez;
en-Nimet, 3912. bölüm; el-Merez, 3678. bölüm
13242. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Olanlar
için (Allah’a) hamd edip, olacaklar için yardımını dileriz. Bedenimizin
sağlıklı olmasını dilediğimiz gibi, din konusunda da esenlik dileriz.”[1302]
13243. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyet
gizli (ve tanınmayan) bir nimettir. Var olunca unutulur ve yok olunca
hatırlanır.”[1303]
13244. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun
şu iki haslete güvenmesi doğru değildir: Afiyet ve zenginlik. Zira onu afiyette
görürken aniden hastalanır; zengin görürken aniden fakirleşir.”[1304]
13245. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyet
nimetlerin en tatlısıdır.”[1305]
13246. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyet
iki elbiseden en üstünüdür.”[1306]
13247. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyetten
daha güzel bir elbise yoktur.”[1307]
13248. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Allah’tan yakin dileyin ve afiyet talep edin. Zira en iyi nimet
afiyettir.”[1308]
13249. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyet
gibi bir nimet ve başarının yardımı gibi bir afiyet yoktur.”[1309]
13250. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Din
ve dünya afiyeti, büyük bir nimet ve azim bir bağıştır.”[1310]
13251. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyet
ile hayatın lezzeti tadılır.”[1311]
13252. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
afiyet bir sıkıntı ve belayla sonuçlanır.”[1312]
13253. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
Allah size afiyet verirse, kabul edin ve eğer bir belaya düçar olursanız
sabredin. Zira akıbet şüphesiz takva sahiplerinindir.”[1313]
13254. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennet
karşısında her nimet değersizdir ve cehennem ateşiyle mukayesede her bela
afiyettir.”[1314]
13255. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim uzun süren afiyetten nasiplenmek isterse, Allah’tan sakınmalıdır.”[1315]
13256. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyet
on parçadır. Bunun dokuz parçası Allah’ın zikri dışında susmakta ve bir parçası
ise sefihlerle (akılsızlarla) oturmayı tekretmektedir.”[1316]
13257. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bana bir defa salavat gönderirse, Allah yüzüne afiyetten bir kapı açar.”[1317]
13258. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim elinin altındakinin afiyet içinde olmasından hoşnut olursa, kendi
üstündekilerden de selamet ve afiyet elde eder.”[1318]
13259. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
af ve afiyet isteyin. Zira sizler, bela ehli değilsiniz. Sizden önce
İsrailoğullarından bir grup, küfretsinler diye testerelerle parçalandıkları
halde yine de küfretmediler.”[1319]
13260. Resulullah (s.a.a), bir şahsın Allah’tan
sabır taleb ettiğini duyunca şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
bela istedin. O halde afiyet de iste.”[1320]
13261. Resulullah (s.a.a), kendisinin akşam
namazında karia suresini okuduğunu duyunca, Allah’ın günahları sebebiyle
kendisine dünyada azap etmesi için dua eden ve bu sebeple hastalanan birisine
şöyle buyurmuştur: “Çok kötü konuştun! Neden şöyle demedim:
“Ey Rabbim! Bize dünyada ve ahirette iyi bağışta bulun. Ateşinin azabından
bizleri koru!” Allah Resulü o şahsın selamet ve afiyette olması için dua etti
ve o da böylece iyileşti.”[1321]
13262. Resulullah (s.a.a), şiddetli
zayıflığından dolayı tüyleri dökülmüş civcive dönen birisine şöyle buyurmuştur:
“Allah’tan bir şey istedin mi?” O şöyle
arzetti: “Ben duamda, “Allah’ım! Bana ahirette vereceğin cezayı bu dünyada ver”
diye dua ettim. Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Neden şöyle demedin:
“Allah’ım! Dünya ve ahirette bize iyilik bağışla ve bizi cehennem azabından
koru” Allah Resulü (s.a.a) o şahsın iyileşmesi için dua etti ve Allah ona şifa
verdi.”[1322]
13263. İmam Seccad (a.s), Ka’be’yi tavaf edip,
“Allah’ım! Bana sabır ver” diyen birisinin omuzuna dokunarak şöyle buyurmuştur:
“Sen Allah’tan bela mı talep ediyorsun? Şöyle
de: Allah’ım! Bana afiyet ve afiyete şükür ihsan buyur.”[1323]
13264. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Düşmanla
karşı karşıya gelmeyi arzulamayın ve Allah’tan afiyet dileyin. Ama düşmanla
karşı karşıya gelirseniz, sebat gösterin, Allah’ı çok zikredin. Eğer düşman
bağırıp çağırır ve ortalığı velveleye verirse siz sessiz kalın.”[1324]
13265. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Düşmanla
karşı karşıya gelmeyi arzulamayın ve Allah’tan afiyet dileyin. Zira
düşmanlardan dolayı ne belalara düçar kalacağınızı bilemezsiniz. Ama onlarla
karşılaşınca şöyle deyiniz: “Ey Allah’ım! Ey bizim ve onların iradesini elinde
bulunduran Rabb! Onları gevşeklik ve bozguna uğratan sensin.” Daha sonra yere
oturun. Eğer sizi çepe çevre kuşatırlarsa ayağa kalkıp tekbir getirin.”[1325]
13266. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan,
afiyetten daha sevimli bir şey istenilmemiştir.”[1326]
13267. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yusuf
(a.s) zindanda Allah’ın dergahına şikayette bulundu ve şöyle arzetti:
“Allah’ım! Ben ne yaptım da zindana müstahak oldum.” Allah ona şöyle vahyetti:
“Sen kendin zindanı seçtin. Zira o zaman şöyle demiştin: “Ey Rabbim! Zindan,
onların beni çağırdığı şeyden benim için daha sevimlidir.” Oysa neden şöyle
demedin: “Şüphesiz afiyet, onların beni çağırdığı şeyden kendim için daha sevimlidir.”[1327]
13268. Resulullah (s.a.a), kendisine, “En iyi
dua hangisidir? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Rabbinden
dünya ve ahirette afiyet ve bağışlama talep etmendir.” Ertesi gün bu soruyu
soran kimse geldi ve şöyle arzeti: “Ey Resulullah (s.a.a)! En iyi dua nedir? ”
Peygamber şöyle buyurdu: “Rabbinden! Dinde, dünya ve ahirette afiyet ve
bağışlama talep etmendir.” Ertesi gün o şahıs yeniden geldi ve şöyle sordu: “Ey
Allah’ın Resulü! En iyi dua nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Rabbinden afiyet
ve bağışlanma dilemendir.” Dördüncü gün yine o şahıs geldi ve şöyle sordu: “Ey
Allah’ın Resulü! En iyi dua nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Rabbinden dünya
ve ahiret afiyetini ve bağışını talep etmendir. Zira eğer dünyada sana bağışlanma
ve afiyet verilirse ahirette de bu ikisi sana bağışlanır ve böylece şüphesiz
kurtuluşa erenlerden olursun.”[1328]
13269. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ta
afiyet talep edin. Zira afiyeten daha iyi bir nimet hiç kimseye verilmemiştir.”[1329]
bak. el-Bela, 410. Bölüm
13270. İmam Ali (a.s) oğplu Hasan’a (a.s) öğretiği
bir duasında şöyle buyurmuştur: “Hayatta olduğum
müddetçe benimle afiyetin arasını ayırma!”[1330]
13271. İmam Sadık (a.s) bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Bizi korkunç belalardan güvende kıl ve
büyük musibetler geldiği an bize güzel bir sabır bağışla.”[1331]
13272. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allahım!
Beni içinde bulunduğum bu durum ve mecliste bir daha hor ve hakir kılmayacağın
bir şekilde yüce kıl... ve bana ardından bir daha asla (bir belaya) mübtele
olmayacağım bir şekilde bir afiyet bağışla.”[1332]
13273. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allahım!
Beni gökten yere inen her kötülükten ve göğe yükselen her kötülükten,
yeryüzünün bağrına serpilen her kötülükten ve yeryüzünün çinde çıkan her
kötülükten güvende kıl.”[1333]
13274. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allahım!
Ben senden afiyet diliyorum. Ve senden güzel bir afiyet diliyorum ve senden
afiyete şükrümü diliyorum. Ve senden afiyete şükrün şükrünü diliyorum.”[1334]
13275. Resulullah (s.a.a) sürekli yaptığı bir
duasında şöyle buyurmuştur: “Bana tam bir afiyet
bağışla.” Daha sonra şöyle buyuruyordu: “Kamil bir afiyet cennete erişmek ve
ateşten kurtulmaktır.”[1335]
13276. İmam Sadık (a.s) gök ehli arasında
Ebuzer duası diye bilinen duayı beyan ederken şöyle buyurmuştur: “Allahım!
Senden sana iman etmeyi, Peygamberini tastik etmeyi, bütün belalardan afiyette
olmayı, afiyete şükretmeyi ve insanların kötüsünden müstağni olmayı dilerim.”[1336]
13277. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allahım! Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine
selavat gönder ve bana afiyet elbisesini giydir... Dünya ve ahiret afiyetini
bağışla ve bana sıhhat vererek, emniyet bağışlayarak dinimde ve bedenimde
selamete erdirerek ve kalbime basiret vererek ve işlerimi düzene koyarak
bağışta bulun.”[1337]
13278. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah’ın asla belaya duçar kılmadığı kulları vardır. Onların
hayatını afiyetle birlikte kılar ve onları afiyet içinde cennete koyar.”[1338]
13279. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alah-u
Tealanın afiyet içinde yaşattığı, afiyet içinde canlarını aldığı ve afiyet içinde
cennete götürdüğü kulları varıdr.”[1339]
13280. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah’ın her türlü belalardan koruduğu has kulları vardır. Onların
hayatını afiyetle eş kılar, afiyet içinde rızıklandırır, afiyet içinde
canlarını alır, afiyet içinde diriltir ve afiyet içinde cennete yerleştirir.”[1340]
13281. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah’ın kendi nimetleriyle beslediği, kendilerine afiyetini
verdiği ve rahmetiyle cennete koyduğu özel kulları vardır. Onların üzerinden belalar
ve fitneler geçer ama onlara hiç bir zarar vermez.”[1341]
bak. el-Bela, 400. Bölüm, ve İyi Düşün.
264. Konu
el-Ukubet
Ceza
F
Bihar, 6/54, 22. bölüm; İkab’ul-Kuffar
ve’l-Fuccar fi’d-Dunya
F
Bihar, 71/237, 69. bölüm; İnellahe la Yuakibu
Eheden bi Fi’li Gayrihi
F
Bihar, 75/272, 69. bölüm; el-Mu’akıbet ala Zenb
Bak
F
66. konu, el-Ceza; 340. konu, el-Azap; 361.
konu, el-Afv (1); 362. konu, el-Afv(2); 442. konu, el-Kısas; 463. konu,
el-Mukafat
F
el-Amel(1), 2937-2939. bölümler; el-Amel (3);
2961. Bölüm; el-Bela, 404. bölüm
Kur’an:
“Senin için söylenenler, senden önceki peygamberler için de
söylenmişti. Doğrusu Rabbin hem bağışlayan ve hem de can yakıcı azâb verendir.”
[1342]
“Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak
kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk
verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.” [1343]
“Allah'ın azabının şiddetli olduğunu ve Allah'ın bağışlayan,
merhamet eden olduğunu bilin.”[1344]
13282. İmam Ali (a.s) münezzeh olan Allah’ın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O’nu ne
gazabı rahmet etmekten engeller, ne de rahmeti O’nu cezalandırmaktan gafil
kılar.”[1345]
13283. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
kullarını azabından alıkoymak ve onları cennete sevk etmek için sevabı itaatte,
cezayı ise günahta karar kılmıştır.”[1346]
13284. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
münezzeh olan Allah kendisine karşı işlenen günahlara ceza taktir etmiştir ki
kulları, kendi gazabından (intikam ve öfkesine neden olan günahlardan)
korusun.”[1347]
13285. İmam Ali (a.s) dünyanın sıfatı hakkında
şöyle buyurmuştur: “Nasıl betimleyeyim bu diyarı ki başlangıcı
meşakkat, sonu ise yok olup gitmektir... Helalinin hesabı sorulur, haramından
dolayı azap vardır.”[1348]
13286. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle buyurmuştur:
“Dünya
kandırır, zarar verir ve geçer. Allah dünyayı dostlarına sevap, düşmanlarına da
ceza olarak beğenmemiştir.”[1349]
13287. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haberiniz
olsun, yüce Allah, kullarının sır perdesini kaldırdı; bu onların gizlediklerini
ve gönüllerindeki sırlarını bilmemesinden değildi. Aksine iyiliğe karşı
mükafatı, kötülüğe karşı da cezayı takdir etmek için kullarından hangilerinin
daha güzel iş yapacaklarını denemek içindi.”[1350]
13288. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cezası
dışında kötülükten daha kötü bir şey ve sevabı dışında hayırdan daha hayırlı
bir şey yoktur.”[1351]
13289. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sonra
Allah, emaneti eda etmeyi emretmiştir. Zira, emanete ehil olmayan hüsrana
uğrar. Emanet daha önce kendilerinden daha uzun ve kuvvetli, daha yüksek ve
büyük olan yükseltilmiş göklere, yayılmış yerlere ve sapasağlam uzun dağlara
sunulmuştu... Fakat o güçlü varlıklar, işin sonucundan korktular.”[1352]
bak. El-Maruf (2), 2692. Bölüm; el,Fesad, 3201.
Bölüm
Kur’an:
“De ki: “Üstünüzden ve altınızdan size azâb göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa kadir olan O’dur.” Anlasınlar diye ayetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak.” [1353]
13290. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah’ın kalplerde ve bedenlerde (ruhsal ve bedensel) cezaları vardır: Hayat
darlığı, ibadetlerde gevşeklik ve hiçbir kul katı kalplilikten daha büyük bir
ceza ile cezalandırılmamıştır.”[1354]
13291. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
iki cezası vardır. Birisi ruhsal cezadır diğeri ise insanlardan bir kısmını
diğer bir kısmına musallat kılmasıdır. Ruhsal cezalar hastalıklar ve
yoksulluktan ibarettir. İnsanları birbirine musallat kılma cezası ise intikam
almadır. Aziz ve celil olan Allah’ın şu sözünün anlamı da bunu ifade
etmektedir: “İşte böyle yaptıkları sebebiyle bazı zalimleri bazı zalimlere
musallat kılarız.” Yani günahlar sebebiyle. Ruhsal günahın cezası hastalık
ve yoksulluktur. Musallat kılmaktan sayılan ise intikam almaktır. Bunların
hepsi müninin dünyadaki azabı ve cezasıdır ama kafire bu dünyada öfke duyulur,
intikam alınır ve ahirette de çok kötü bir azaba çarptırılır.”[1355]
13292. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
her kime bir iş için mükafat vaadetmişse onu yerine getirir. Ve her kimi de
(kötü) bir iş için ceza ile korkutmuşsa tercih kendisine aittir (isterse yerine
getirir isterse de bağışlar.)”[1356]
13293. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Rabimden
beşer soyundan gafil kimselere azap etmemesini ve onları bana bağışlamasını
istedim.”[1357]
Kur’an:
“Günahkar kimse diğerinin günahını çekmez. Günah yükü ağır olan kimse, onun taşınmasını istese, yakını olsa bile, yükünden bir şey taşınmaz. Sen ancak, görmediği halde Rablerinden korkanları, namazı kılanları uyarırsın. Kim arınırsa, ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah'adır.” [1358]
bak. Bakara, 124, 139, 286; Nisa, 110; En’am, 164;
İsra, 15; Lokman, 33; Sebe, 25; Zumer, 7; Necm, 38
13294. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
günahsız birini günahkar bir şahsın günahı dolayısıyla cezalandırmaz. Alalh-u
Teala çocukları babalarının günahları sebebiyle sorgulamaz. “Hiç kimse başka
birinin günahını yüklenmez” hakeza, “İnsan için sadece çabaladığı şey
vardır.”[1359]
13295. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala hiç kimseyi gücünün yettiği dışında mükellef kılmaz. Gücünden fazla omuzlarına
yük (sorumluluk) yüklemez. Her kim bir iş yaparsa neticesini görür ve hiç kimse
başka bir kimsenin günah yükünü yüklenemez.”[1360]
bak. Et- Teklif, 3508. Bölüm; ez-Zenb, 1382.
Bölüm
13296. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cezalandırmak
hususunda acele etmekten sakın. Şüphesiz bu Allah nezdinde nefret edilen bir
şeydir ve (nimetlerdeki) değişikliklere sebep olur.”[1361]
13297. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günahı
cezalandırmak hususunda acele davranma. Bu ikisi arasında (günah ve ceza) bir yer
bırak ki bu vesileyle ecir ve sevap elde edesin.”[1362]
13298. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günahı
çabuk cezalandırma, o ikisi arasında özür dilemek için bir yol bırak.”[1363]
13299. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Az
affetmek ayıpların en çirkinidir. İntikam almada acele davranmak ise günahların
en büyüğüdür.”[1364]
265. Konu
el-Akl
Akıl
F
Bihar, 1/81, Ebvab-u Akl ve Cehl
F
Kenz’ul-Ummal, 3/379, 779; el-Akl
Bak
F
345. konu, el-Marifet(1); 346. konu,
el-Marifet(2); 247. konu, el-Marifet (3); el-Haram, 801. bölüm; ez-Zenb, 1361.
bölüm; et-Tama’, 2419. bölüm; el-İlm, 2910. Bölüm; el-Lisan, 3562. bölüm;
el-Heva, 4045. bölüm
Kur’an:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece
ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller
vardır.” [1365]
“Hikmeti dilediğine verir.
Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl
sahipleri ibret alır.” [1366]
“Allah ayetlerini düşünesiniz diye böylece açıklamaktadır.”
[1367]
“Eğer kulak vermiş veya akletmiş olsaydık, çılgın alevli
cehennemlikler içinde olmazdık” derler.” [1368]
Enfal, 22
13300. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah Tebarek ve Teala kendi kitabında akıl ve anlayış sahiplerini müjdeleyerek
şöyle buyurmuştur: “Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele. İşte
Allah’ın doğru yola eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.”[1369]
13301. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Alah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bunda gönül sahibi kimseler için
öğüt vardır.” Yani akıl sahipleri için. Hakeza Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Lokman’a hikmet verdik.” Yani anlayış ve akıl verdik.”[1370]
13302. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
aklı işlerinin düzenidir. Edebi kıvamıdır. Doğruluğu imamıdır ve şükrü
kemalidir.”[1371]
13303. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimi akıl yerine oturtursa cahillik onu ayağa kaldırır.”[1372]
13304. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
akıl verdiği herkesi bir gün akıl vesilesiyle kurtarmıştır.”[1373]
13305. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yarattığı ilk şey akıldır.”[1374]
13306. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Övgüsü
yüce olan Allah şüphesiz aklı yarattı ve akıl Allah’ın Arş’ının sağındaki
nurundan yarattığı ruhani varlıkların ilkidir.”[1375]
bak. el-Hılket, 1054. Bölüm
13307. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah aklı, ezeli ilminde birikmiş gizlenmiş ve hiçbir mürsel peygamber ile
hiçbir mukarrep meleğin haberdar olmadığı bir nurdan yaratmıştır.”[1376]
13308. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala aklı dört şeyden yaratmıştır: İlimden, kudretten, nurdan ve bir şeye
meşiyyetten. Sonra onu ilimle ayakta tutmuş ve melekutunda daimi kılmıştır.”[1377]
bak. 2796, 2827. Bölümler
el-Bihar 1/99
13309. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
en güçlü temeldir.”[1378]
13310. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ilmin bineğidir ilim ise hilmin bineğidir.”[1379]
13311. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl,
insanı kötülükten münezzeh kılar ve iyiliği emreder.”[1380]
13312. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
işin düzenleyicisi akıldır.”[1381]
13313. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
işin doğruluğu akılladır.”[1382]
13314. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
keskin bir kılıçtır.”[1383]
13315. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
eskimeyen yeni bir elbisedir.”[1384]
13316. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
illiyyine (cennetin en yüksek yerine) doğru yükselir.”[1385]
13317. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
hakkın elçisidir.”[1386]
13318. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ümit edilen en üstün şey ve cehalet ise en zararlı ve öldürücü düşmandır.”[1387]
13319. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
düşünce ve bakışı güzelleştirir.”[1388]
13320. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ihtiyatlı davranmaya neden olur, cehalet ise aldanmayı ve yok olmayı sağlar.”[1389]
13321. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
gurbette bile yakınlık ve ahmaklık ise vatanda bile gurbetliktir.”[1390]
13322. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
hidayet eder ve kurtarır cehalet ise saptırır ve helak eder.”[1391]
13323. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
servet akıldan daha bereketli değildir ve hiç bir fakirlik ahmaklıktan daha
aşağılık değildir.”[1392]
13324. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç
bir servet aklıdan daha üstün değildir.”[1393]
13325. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
mal akıldan daha faydalı değildir.”[1394]
13326. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
iyi zenginlik akıldır.”[1395]
13327. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kıvamı aklı iledir. Aklı olmayan kimsenin dini yoktur.”[1396]
13328. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kıvancı dinidir. İnsanlığı ahlakı ve kökü ise akıldır.”[1397]
13329. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
en üstün payı aklıdır. Eğer insan zillete düşerse aklı onu izzete ulaştırır.
Eğer yere düşerse aklı onu ayağa kaldırır. Eğer saparsa onu hidayet eder. Eğer
konuşursa sözlerini sağlam kılar.”[1398]
13330. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
süsü aklıdır.”[1399]
13331. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzellik
dildedir. Kemal ise akılda.”[1400]
13332. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kökü aklıdır, (veya gönlüdür) aklı ise dinidir.”[1401]
13333. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zaman
karşısında sadece akıldan yardım alınır.”[1402]
13334. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aklın
gönüldeki misali evin içindeki kandil misali gibidir.”[1403]
13335. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
kullarına akıldan daha iyi bir şey nasip etmemiştir. O halde akıllı kimselerin
uykusu cahil insanların gece (ibadet için) uyumamasından daha iyidir. Akıllı
insanların evde kalışı cahil insanların (hac ve cihad gibi Allah’a itaat için)
yolculuk etmesinden daha üstündür. Allah her peygamberi aklını kemale
eriştirdiği ve aklının ümmetinin tüm akıllarından üstün olduğu için göndermiştir.
Peygamber’in (s.a.a) içinde tuttuğu şey çaba gösterenlerin gayretinden daha
üstündür. Kul Alah’ın farzlarını sadece hakkında düşündüğü taktirde yerine
getirir. Bütün abidlerin ibadetlerinin fazileti akıllı insanın ibadetinin
faziletine ulaşamaz. Akıl sahipleri Allah-u Tealanın, haklarında ulul elbab
(akıl sahipleri) dediği kimselerdir. “Sadece akıl sahipleri öğüt alır.”[1404]
13336. İmam Kazım (a.s) Hişam bin Hakem’e
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
Hişam! Kullar arasında akıldan daha üstün bir şey bölüştürülmemiştir. Akıllı insanın
uykusu cahil insanın (ibadet için) ayakta durmasından daha üstündür. Allah her peygamberi
aklı tüm çaba gösterenlerin çabasından daha üstün olduğundan dolayı
göndermiştir. Kul Allah hakkında akletmedikçe (O’nu tanıyıp itaat etmesi
gerektiğini derketmeyince) Allah’ın farzlarından hiçbir farzı yerine
getiremez.”[1405]
13337. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
aklı yaratınca, ona “Yönel” dedi o da yöneldi. Sonra, “Dön” dedi ve o da döndü.
Daha sonra Allah şöyle buyurdu: “İzzet ve celalime andolsun ki ben senden daha
güzel bir yaratık yaratmadım.”[1406]
Sana emrediyorum. Seni sakındırıyorum (emir ve yasaklarımın muhatabı sensin.) Sana
mükafat veriyorum ve seni cezalandırıyorum.”[1407]
13338. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hz.
Musa’ya (a.s) vahyedilen şeylerden biride şuydu: “Ben kullarımı kendilerine
verdiğim akıl ölçüsünce hesaba çekerim.”[1408]
13339. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü Allah kullarına verdiği akıl miktarınca hesaplarını görmede dikkat
gösterir.”[1409]
13340. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kitapta
(maksat Ali’nin (a.s) kitabıdır) şöyle yazıldığını gördüm: “Şüphesiz herkesin
değeri marifeti ölçüsüncedir. Şüphesiz Allah Tebarek ve Teala insanları dünyada
kendilerine verdiği akıl miktarınca hesaba çeker.”[1410]
13341. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Falan
şahsın iyi olduğunu işittiğinizde aklının güzelliğine bakın. Zira insan aklı
ölçüsünce mükafat görür.”[1411]
13342. İmam Sadık (a.s) huzurunda bir şahsın
ibadetinden, dindarlığından, ve faziletlerinden övgüyle söz eden Süleyman’a
şöyle buyurmuştur: “Onun aklı nasıldır? ” Ben, (Süleyman)
şöyle arzettim: “Bilmiyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Mükafat akıl ölçüsüncedir.”[1412]
13343. Resulullah (s.a.a) birini öven bir
topluluğa şöyle buyurmuştur: “O şahsın aklı nasıldır?”
Onlar şöyle arzetiler: “Ey Allah’ın Resulü! Biz ibadet ve hayırlı işlerdeki
çabasını sana ilettik. Oysa sen bize onun aklını soruyorsun.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Şüphesiz ahmak insan ahmaklığıyla kötü birinin çirkin işlerinden daha
kötü bir şeye bulaşır. Yarın kıyamet günü kullar akılları miktarınca derecelere
erişir ve Rablerine yakınlık makamına ulaşırlar.”[1413]
13344. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birisi
cihad, namaz, oruç, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma ehlidir ama kıymet
günü sadece aklı miktarınca sevap görür.”[1414]
13345. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllar
fikirlerin önderleridir. Fikirler ise kalplerin önderleridir. Kalpler ise
hislerin önderleridir. Ve hisler ise organların önderleridir.”[1415]
13346. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbin
bedendeki yeri halk arasında itaat etmeleri farz olan önderin yeri gibidir.”[1416]
13347. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
amelin önderi ve amel ise ilmin takipçisidir.”[1417]
13348. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ilmin kökü ve anlamanın önemli bir etkenidir.”[1418]
bak. el-Kelb, 3381. Bölüm; 424. Konu, el-Fikr;
el-İlm, 2834. Bölüm
13349. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
dayanağı akıldır. Uyanıklık, anlayış, hafıza ve ilim akıldan kaynaklanır.
Dolayısıyla aklı nurla teyit edilirse, alim, hafız, zeki, uyanık ve anlayışlı
olun. İnsan akılla kemale erişir, akıl insanın kılavuzu, görüş vesilesi ve
işlerinin anahtarıdır.”[1419]
13350. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herşeyin
bir dayanağı vardır. Müminin dayanağı ise akıldır. İnsan aklı miktarınca Rabbine
ibadet eder.”[1420]
13351. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kullar
arasında hiçbir şey şu beş şey kadar az bölüştürülmemiştir: Yakin, kanaat,
sabır ve şükür. Bunların tümünü kemale eriştiren ise akıldır.”[1421]
13352. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya
ve ahiret akılla elde edilir. Her kim akıldan mahrum olursa, iki cihandan
mahrum kalmıştır.”[1422]
13353. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hayır
tümüyle akılla elde edilir. Aklı olmayan kimsenin dini yoktur.”[1423]
13354. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
cesaret akla muhtaçtır.”[1424]
13355. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herşeyin
bir araç ve gereci vardır. Müminin araç ve gereci ise akıldır. Herşeyin bir
bineği vardır. İnsanın bineği ise akıldır. Herşeyin bir nihayeti vardır.
İbadetin nihayeti ise akıldır. Her topluluğun bir başkanı vardır. İbadet
edenlerin başkanı ise akıldır. Her tacirin bir malı vardır. Çaba gösterenlerin
malı ise akıldır. Her harabenin bir bayındırlığı vardır. Ahiretin bayındırlığı
ise akıldır. Her yolcu grubunun sığınağı olan bir çadırı vardır. Müslümanların
çadırı ise akıldır.”[1425]
13356. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hikmetin
derinliği akılla elde edilir. Aklın derinliği ise hikmetle ortaya çıkarılır.”[1426]
13357. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim mal ve serveti olmaksızın zengin olmak, hasetten kurtulup kalp huzuru elde
etmek ve dini hakkında salim kalmak istiyorsa, aziz ve celil olan Allah’a
yalvarıp yakararak aklını kamil kılmasını dilemelidir.”[1427]
bak. el-Hayr, 1157. Bölüm
13358. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kullar üzerinde iki hücceti vardır. Dış hücceti ve iç hücceti. Dış hücceti, Resuller,
Peygamberler ve imamlardır. İç hücceti ise akıllardır.”[1428]
13359. İmam Hadi (a.s), kendisine, “Allah’a
yemin olsun ki sizin benzerinizi hiç görmedim. Bugün insanlar üzerinde hüccet
nedir?” diye soran İbn-i Sikkit’e şöyle buyurmuştur: “Kendisiyle
gerçek imamı tanıdığı, tasdik ettiği ve yalancı imamı tanıyıp yalanladığı
akıldır.” İbn-i Sikkit şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki gerçek cevap budur.”[1429]
13360. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kulları üzerindeki hücceti Peygamberdir. Kullar ve Allah arasındaki hüccet ise
akıldır.”[1430]
13361. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala insanlara hücceti akılla tamamladı. Peygamberlere beyan ile
yardımcı oldu ve onları delillerle rububiyetine kılavuzluk etti.”[1431]
13362. İmam Kazım (a.s), Hişam b. Hakem’e
tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Allah peygamberlerini
ve resullerini kulları Allah hakkında düşünsünler diye göndermiştir.
Dolayısıyla her kimin marifeti daha iyi olursa duaları da daha iyi kabul
edilir. Allah’ın işini en iyi bilenler akıl açısından en güzel olanlardır. Aklı
kemale eren kimse ise, dünya ve ahirette derecesi en yüce olandır.”[1432]
bak. 97. Konu, el-Hucce
13363. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akılsızlık
gibi bir musibet yoktur.”[1433]
13364. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akılsızlıktan
daha büyük bir yokluk yoktur.”[1434]
13365. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
kuldan bir nimet almak isteyince onda değiştirdiği ilk şey, akıldır.”[1435]
13366. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kıvamı aklıdır, aklı olmayan kimsenin dini yoktur.”[1436]
13367. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisinde
bulunan şeylerin çoğu akıl olmayan kimsede var olan şeylerin çoğu kendisinin
ölüm sebebi olur.”[1437]
bak. el-Musibet, 2332, 2333. Bölümler
13368. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
insanın dostu aklıdır, düşmanı ise cehaleti. Akıllar, stoklardır. Ameller ise
hazinelerdir.”[1438]
13369. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
insanın dostu aklıdır, düşmanı ise cehaleti.”[1439]
13370. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl,
kendisinden kopulan arkadaş, nefsani istekler ise uyulan düşmandır.”[1440]
13371. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güvenilir
insan akıllı ve dindar olan insandır. Akıldan ve mürüvvetten nasibi olmayan
kimsenin sermayesi günah olur. Herkesin dostu aklıdır, düşmanı ise cehalettir.”[1441]
13372. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıldan
daha faydalı bir techizat yoktur. Hiçbir düşman, cehaletten daha zararlı
değildir.”[1442]
13373. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
müminin samimi dostudur.”[1443]
13374. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
insanın samimi dostudur.”[1444]
13375. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
müminin kılavuzudur.”[1445]
13376. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
kendisinden kılavuzluk isteyene hıyanet etmez.”[1446]
13377. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıllardan
kılavuzluk dileyin ki kılavuzluk edilesiniz ve akıla isyan etmeyin ki pişman
olursunuz.”[1447]
13378. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklından,
doğru yolu batıl yoldan ayıracak kadarı sana yeter! ”[1448]
13379. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
Rahman ordusunun komutanıdır, heva ve hevesler ise Şeytan ordusunun
komutanıdır. Nefsi bu arada her biri kendisine çeker, hangisi galip gelirse
nefis orada yer eder.”[1449]
13380. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ve şehvet birbirine zıttır. Aklın yardımcısı ilim ve şehvetin süsleyicisi ise
heva ve hevestir. Nefis bu arada çatışma sebebi olur. Hangisi galip gelirse
nefis onun tarafında bulunur”[1450]
bak. 519. Konu, en-Nefs, 537. konu el-Heva
Kur’an:
“Doğrusu bunda, kalbi olana veya hazır bulunup kulak verene
ders vardır.” [1451]
“Kendilerine ilim verilenler, sana Rabbinden indirilenin
hak olduğunu, güçlü ve hamde layık olanın yolunu gösterdiğini bilirler.” [1452]
13381. İmam Kazım (a.s), Hişam b. Hakem’e
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala kendi kitabında şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bunda kalp sahipleri için
öğüt vardır.” Kalpten maksat akıldır. Hakeza Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Lokman’a hikmeti verdik.” Yani anlayış ve akıl.”[1453]
13382. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı
olmayan kimsenin dini yoktur.”[1454]
13383. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim akıllı olursa dindar da olur ve her kimde dindar olursa cennete girer.”[1455]
13384. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Din
ve edep, aklın neticesidir.”[1456]
13385. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıl
Allah’ın insan için yarattığı bir nurdur. Allah aklı, kalbin aydınlığı
kılmıştır ki kendisi vesilesiyle, görülenler ile görülmeyenler arasındaki farkı
tanıtsın.”[1457]
13386. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin
akledinceye kadar iman etmemiştir.”[1458]
13387. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Din,
akıl miktarıncadır ve yakinin gücü de din miktarıncadır.”[1459]
BAk. el-Cehl, 598, 599. Bölümler; el-İlm, 2834.
Bölüm
13388. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
akıl, cehaletin diz bağıdır ve (kötülüğü emreden) nefis en aşağılık canlı
gibidir. Eğer bağlanmazsa, sapıklığa düşer.”[1460]
13389. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefisler
serbesttir, ama akılların eli onların dizginlerini kontrol eder ve insanı
sefalete sürüklemesine izin vermez.”[1461]
13390. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl,
bilerek konuşman ve söylediğin şeyle amel etmendir.”[1462]
13391. İmam Hasan (a.s), kendisine, akıl
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Fırsata
erişinceye kadar hüzün (bardağını) yudum yudum içmektir.”[1463]
13392. İmam Rıza (a.s), bu soruya cevap olarak
şöyle buyurmuştur: “Hüzün bardağını yudum yudum içmek,
düşmana karşı müsamaha göstermek ve dostlarla iyi geçinmektir.”[1464]
13393. İmam Hasan (a.s), yine bu soruya cevap
olarak şöyle buyurmuştur: “Hüzün bardağını
yudum yudum içmek ve düşmanlara müsamaha göstermektir.”[1465]
13394. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ılımlı hareket etmen, aşırılıktan sakınman, söz verdiğinde, sözüne aykırı
davranmaman ve öfklendiğin zaman yumuşak huylu olmandır.”[1466]
13395. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıl,
Allah’ın insan için yarattığı ve kendisiyle görülecek ve görülmeyecek şeylerin
farkını tanıması için kalplerin aydınlığı kıldığı bir nurdur.”[1467]
13396. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
hakikatte günahtan uzaklaşmak, akibetleri düşünmek, ihtiyatlı ve ileri görüşlü
hareket etmektir.”[1468]
13397. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala aklı, ezeli ilminde birikmiş ve gizlenmiş, aynı zamanda hiçbir
mürsel Peygamberin ve mürsel meleğin haberdar olmadığı bir nurdan yaratmıştır.
O halde ilmi, aklın kendisi; anlayışı, aklın ruhu; zühdü aklın başı; hayayı,
aklın iki gözü; hikmeti, aklın dili; yumuşaklığı, aklın ağzı; rahmeti, aklın
kalbi karar kıldı. Sonra içini on birikmiş şeyle, sağlam kılmıştır: Yakin,
iman, doğruluk, huzur, ihlas, yumuşaklık, bağış, kanaat, teslimiyet ve şükür
ile.”[1469]
Allame Tabatabai (r. a) Allah-u Teala’nın, “Düşünesiniz
diye Allah size ayetlerini işte böyle açıklar”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Akıl aslında bağlamak ve tutmak
anlamındadır. İnsanın inançla bağlandığı idrakine, idrak ettiği şeylere,
kendisiyle tasarrufta bulunduğu ve iyi ve kötüyü, hak ve batılı teşhis ettiği
sanılan güce akıl denmesi de bu açıdandır ve bu anlamı ifade etmektedir. Aklın
karşıtı olarak, “cünun”, sefihlik, ahmaklık, (ahmaklık) ve cehalet gibi bir
takım tabirler vardır ve bu tabirler farklı itibarlar esasınca
kullanılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de idrak çeşitleri hakkında
kullanılan bir çok kavram vardır ve bu yaklaşık yirmı kavramı bulmaktadır.
Örneğin zan, hesban (galip olan inanç), şuur, zikir, irfan, anlama, fıkıh (derin
anlayış), dirayet, yakin, fikir, re’y (görüş), za’m (sanma), hıfzetme, hikmet,
uzmanlık, şehadet ve akıl. Aynı zamanda kavl (görüş), fetva, basiret ve benzeri
kelimeler de bu kavramlardan sayılmaktadır.
Zan: Her ne kadar kesinlik merhalesine ulaşmasa
da galip olan inanç anlamındadır. Hesban da aynı anlamı ifade etmektedir. Ama hesban
daha çok, istiare şeklinde, zanni idraklerde kullanılmaktadır. Tıpkı zan
anlamına gelen, “addl” kelimesi gibi. Bu kavramın kökü, “adde zeyden minel
ebtal ve hesibehu” (Zeyd’i kahramanlardan biri saydı) cümlesinde yer almıştır.
Şuur: Daha çok ince ve dakik idrak türüne
denmektedir ve “kıl” anlamını ifade eder, “şe’r” kökünden türemiştir ve bu da
kılın inceliği ve zerafeti sebebiyledir. Bu kelime genellikle hissedilir
gerçekler hakkında kullanılmaktadır, akledilen gerçeklerde değil! Duyu
organlarına “meşa’ir” denmesinin sebebi de budur.
Zikir ve hatırlama: Bu da, idrakte kaybolduktan
sonra, zihinde gizlenmiş olan sureti/şekli hazır hale getirmektir. Yani
idrakten gizlenmesinden korumak anlamındadır. (Zihni sureti hatırda tutmak ve
unutulmasına engel olmak.)
İrfan ve tanıma: Bu da idrak eden güçte ortaya
çıkan sureti, zihinde biriktirilmiş şeylere tatbik etmektir. Bu sebeple şöyle
denilmektedir: “İrfan ve tanıma daha önce hasıl olan ilimden sonradır.”
Fehm (anlayış): Bu da zihnin bir tür,
dışarıdaki bir şeyin suretinin zihinde şekillenmesi vesilesiyle etkilenmesidir.
Fıkıh (derin anlayış): Bu da zihinde
şekillenmiş suretin sebatı ve tasdikteki istikrarıdır.
Dirayet: Bu da gizli boyutları ve malum
özellikleri derk edilip tanınsın diye bu sebat ve istikrarda derinleşmek
anlamındadır. Bu yüzden bir işe önem vermek ve büyük görme hususlarında
kullanılmaktadır. Nitekim Allah-u Teala, şöyle buyurmuştur: “Gerçekleşecek
olan! Nedir o gerçekleşecek olan gün.”[1470]
Hakeza şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu, biz, Kur’an’ı kadir gecesinde indirmişizdir. Kadir gecesinin ne
olduğunu sen bilir misin?”[1471]
Yakin: Zeval ve gevşeklik kabul etmez bir
şekilde zihni idrakin güçlenmesi anlamındadır.
Fikir: Bu da bir tür kendilerine bağlı
bilinmezlikleri elde etmek için hazır ve mevcut bilgileri gözden geçirmektir.
Re’y (görüş): Bu da fikir ve düşünceden hasıl
olan tasdiktir (onaylamadır.) Bu kelime de amel edilmesi uygun ve lazım olan
veya bu tür olmayan tüm ameli (pratik) ilimlerde kullanılmaktadır, tekvini
(yaratışsal) işlerle ilgili nazari (teorik) işlerle ilgili değil! Basiret, ifta
(fetva vermek) ve kavl (söz) kelimeleri de bu kavram ve anlamına yakındır.
Elbette “kavl” terimi daha çok istiare şeklinde ve menzum (kendisine lazım
görülen) yerine lazımdan (bir şeyin gereklerinden) istifade edilmesi türündendir.
Zira bir şey hakkında kavil ve söz, delalet ettiği şeye inanmayı gerektirir.
Za’m (sanmak): Bu da zihinde bir suret olması
hasebiyle tasdik etmekten ibarettir. Bu tasdik, ister üstün bir tasdik olsun isterse
de kesinlik ifade etsin, farketmez.
İlim: Daha önce de geçtiği gibi bu da zıddını
idrakten alıkoyan bir tür idraktir.
Hıfz (ezberlemek): İlmi ve zihni sureti,
değişmeyecek ve zail olmayacak bir şekilde kaydetmek ve ezberlemek
anlamındadır.
Hikmet: Sağlamlık ve istihkamı açısından o ilmi
ve zihni suretten ibarettir.
Hibre (uzmanlık): Bu da alim olan insanın ön gereklerinden
ortaya çıkan her türlü sonuçtan haberdar olacağı bir şekilde ilmi suretin
zuhurundan ibarettir.
Şehadet: Bu da hissedilir gerçeklerde var olan
zahiri his vasıtasıyla bir şeyin kendisine hissedilir gerçeklerde olduğu gibi,
zahiri his vasıtasıyla veya ilim, irade, sevgi, buğz ve benzeri şeyleri ifade
eder vicdani gerçeklerde olduğu gibi deruni his vasıtasıyla bir şeyin kendisine
ulaşmaktan ibarettir. Zikredilen bütün bu kavramlar, anlamlarından da
anlaşıldığı üzere, madde, hareket ve değişiklikle iç içe olmaktan uzak
değildir. Bu yüzden de son beş kavram dışında, yani ilim, hıfz, hikmet, hibre
ve şehadet dışında diğer tüm kavramlar, Allah-u Teala hakkında kullanılmamaktadır.
Örneğin, “Allah zanneder, Allah tahmin eder, Allah sanır, Allah anlar, Allah
kavrar...” gibi tabirler, Allah hakında caiz değildir. Ama diğer beş kavram,
bir noksanlık ve yokluk gerektirmediği için Allah-u Teala hakkında da
kullanılır. Nitekim münezzeh olan Allah bizzat şöyle buyurmuştur: “Allah
her şeyi bilir.”[1472]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah, herşeyin
koruyucusudur.”[1473]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah yaptığınız
herşeyden haberdardır.”[1474]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “İlim ve hikmet
sahibi odur”[1475]
Hakeza Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “O
her şeye şahittir”[1476]
Şimdi konumuz olan akıl meselesine dönelim.
Bildiğiniz gibi akıl, münezzeh olan Allah’ın insanı yarattığı fıtrat üzere,
kalbin tasdikiyle birlikte olan idrak hakkında kullanılmaktadır. Yani nazari
(teorik) işlerde, hak ve batılı idrak etmek ve ameli (pratik) işlerde ise zarar
ve faydayı, iyi ve kötüyü tanımaktır. Zira münezzeh olan Allah insanı,
varlığının evvelinde de kendisini idrak edecek bir şekilde yaratmıştır. Daha
sonra da kendileriyle eşyanın zahirini derk etsin ve tanısın diye onu, bir dizi
zahiri duyu organlarıyla mücehhez kılmıştır. Aynı zamanda kendisiyle ruhi
anlamları idrak edecek, bu anlamların yardımıyla, nefsini, dış olgularla
irtibata geçirecek, batıni ve deruni hislerle de donatmıştır. İrade, dostluk,
düşmanlık, korku, ümit ve benzeri anlamlar gibi. İnsan bu kavramlar hususunda
bir tür tertip, ayırma, özelleştirme, genelleştirme ve bir takım tasarruflarda
bulunmaktadır. Nazari (teorik) hususlarda ve amel sahasından dışarı olan işlerde
teorik hükümler vermekte, ameli ve davranışlarla ilgili işlerde ise, pratik
hükümler vermektedir. Bütün bunlar, insanın asıl olan fıtratının kendisi için
belirlediği bir yolda hareket etmektedir ve bu da akıldan ibarettir. Ama bazen
bazı kuvveler, şehvet ve gazap gibi güçler, diğer kuvvelere galebe çalarak
insana hakim olmakta ve diğer kuvvelerin etkisini yok etmekte veya
zayıflatmaktadır. Netice olarak da insan, itidal yolundan saparak, ifrat veya
tefrit uçurumuna yuvarlanmaktadır. Bu yüzden, aklı salim olduğu halde böyle bir
insanda etkili olmamaktadır. Tıpkı yalan veya tahrif edilmiş belgeler veya
tanıklıklar üzere hüküm veren bir kadıyı andırmaktadır. Bu kadı verdiği
hükmünde, her ne kadar batılı kastetmese de haktan sapacaktır. Böyle bir kimse hem
kadıdır ve hem de kadı değildir. Doğru olmayan bilgiler üzere hüküm veren insan
da işte böyledir. Gerçi onun işini de, bir tür müsamaha sayesinde akıl olarak
adlandırmak mümkündür. Ama gerçekte akıl değildir. Zira insan, böyle bir halet
içinde fıtratın selim yolundan ayrılmış ve doğru yollarından uzak düşmüştür.
Allah-u Teala’nın sözü de işte bu esas üzeredir. Zira Allah aklı insanın
dininde faydalandığı ve kendisi vesilesiyle gerçek bilgilere ve uygun
davranışlara eriştiği bir unsur olarak tanıtmaktadır. Öyle ki bu unsur, söz
konusu haslete sahip olmadığı taktirde, akıl olarak adlandırılamaz. Her ne
kadar dünyevi hayır ve şer işlerinde etkili olsa da bu gerçek değişmez. Nitekim
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Ve şöyle
dediler: “Eğer dinlemiş veya akletmiş olsaydık, cehennem ehlinden olmazdık.”[1477]
Hakeza Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde
dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akıl edecek kalpleri, işitecek kulakları
olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir”[1478]
Bu ayetler, görüldüğü gibi, aklı insanın bağımsız olarak istifade ettiği, ilim
ve bilgi anlamında kullanmıştır. Sem’ (işitmek) lafzı da, başkasının yardımıyla
kendisinden istifade edilen idrak anlamındadır. Elbette her ikisinin de selim
fıtratla uyumlu olması gerekir.
Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Kendini
sefih (akılsız) kılandan başkası İbrahim’in dininden yüz çevirmez”[1479]
Daha önce de belirtildiği gibi bu ayet, şu
hadisin tersçelişiği (aks-i nakizi) konumundadır: “Akıl, kendisiyle Rahman’a
ibadet edilen şeydir...”
Bütün bu söylenenlerden de açıkça anlaşıldığı
üzere, Allah-u Teala’nın sözündeki akıldan maksat, insan için salim fıtratla
birlikte hasıl olan idrakten ibarettir. Akıl hakkındaki bu tanımlama esasınca,
münezzeh olan Allah’ın şu sözü de açıklığa kavuşmaktadır: “Allah,
düşünürsünüz diye sizlere ayetlerini işte böyle açıklamaktadır.” Zira
ilim, beyan ve aydınlatmayla hasıl olmaktadır. İlim de aklın ön
gereklerindendir ve akla erişmek için bir vesiledir. Nitekim Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur[1480]:
“Biz bu misalleri insanlara veriyoruz, onları
ancak alimler anlayabilir”[1481]
bak. 2787. Bölüm; 2803. Bölüm; el-Bihar, 1/96,
2. Bölüm; el-İlm, 2907. Bölüm
13398. İmam Hasan (a.s) babası (a.s) kendise
aklınne olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur: “Kalbin,
kendine ısmarlanan şeyi korumasıdır.”[1482]
13399. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl,
tecrübeleri korumaktır. En hayırlı tecrübe, sana öğüt veren tecrübedir.”[1483]
13400. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ve ilim bir ipe bağlanmıştır birbinden ayrılmaz ve uzaklaşmazlar.”[1484]
13401. İmam Kazım (a.s) Hişam b. Hakem’e
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Şüphesiz
akıl ilimle birliktedir. Allah-u Tela şöyle buyurmuştur: “Bunlar insanlara
vediğimiz örneklerdir. Şüphesiz alimler dışında kimse onları akledemez.”[1485]
13402. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
mutsuz kimse kendisine verilen akıl ve tecrübenin faydasından mahrum kalan
kimsedir.”[1486]
bak. Et-Tecrube, 496. Bölüm; 2814. Bölüm
13403. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllar
Allah vergisidir. Adab ise sonradan
insanın kazandığı şeylerdir.”[1487]
13404. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl,
Allah tarafından bir bağıştır, edeb ise
zahmet ve çaba ile elde edilir. O halde herkim edeb kazanma yolunda zahmet çekerse
onu elde eder. Her kim de aklını çoğaltmak için kendisini zahmete düşürürse
sadece cehaleti artar.”[1488]
bak. el-Edeb, 65. Bölüm
13405. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
iki çeşittir: Tabii (ve zati) akıl ve tecrübi akıl. Her iki akıl da fayda
verir.”[1489]
13406. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
iki çeşittir: Yaratılıştan gelen ve sonradan kazanılan. Yaratılıştan gelen ilim
olmadığı zaman, sonradan kazanılan da fayda vermez.”[1490]
13407. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
anneden doğmadır, ilim ise sonradan kazanılandır.”[1491]
bak. el-İlm, 2912. Bölüm; et-Tecrube, 496.
Bölüm; 2797. Bölüm
13408. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse tecrübelerinin kendisine öğüt verdiği kimsedir.”[1492]
13409. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse kemali talep eder, cahil ise mal talep eder.”[1493]
13410. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse işlerini sağlam yapan kimsedir.”[1494]
13411. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse yaptıkları, sözlerini tastik eden kimsedir.”[1495]
13412. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse tanıdığı yerde duran kimsedir. (Hakkın karşısında itirafta bulunan ve
teslim olan kimsedir. )”[1496]
13413. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse dilini tutan kimsedir.”[1497]
13414. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse cahilin rağbet gösterdiği şeyden yüz çeviren kimsedir.”[1498]
13415. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse güzel ihsanda bulunan ve yerinde çaba gösteren kimsedir.”[1499]
13416. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse görüşünü itham eden ve nefsinin kendi gözünde süslediği şeye güvenmeyen
kimsedir.”[1500]
13417. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse ilahi kaza ve kadere teslim olan ve uzağı görerek ihitiyatla amel eden
kimsedir.”[1501]
13418. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse dilini gıybet etmekten koruyan kimsedir.”[1502]
13419. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse bir ihtiyaç veya delil beyanı dışında konuşmayan kimsedir.”[1503]
13420. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse, susunca düşünür, konuşunca Allah’ı zikreder bakınca da ibret alır.”[1504]
13421. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse bildiğinde amel eder, amel ettiğinde ihlas üzere yerine getirir, ihlaslı
olduğunda ise uzlete çekilir.”[1505]
13422. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse kendi ameline dayanır, cahil ise kendi emeline dayanır.”[1506]
13423. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse kendi amelinde çaba gösterir arzusunu ise kısaltır.”[1507]
13424. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimseyi gücü ifrata düşürmez ve zayıflık kendisini yerine oturtmaz.”[1508]
13425. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse kendisine farz olan hususlarda nefsini sorguya çeker ve başkalarının
kendisi karşısında taşıdıkları sorumluluklardan dolayı nefsi için (insanları)
hesaba çekmez (onları affeder ve bağışlar).”[1509]
13426. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse hiç kimseyi hor görmez.”[1510]
13427. Misbah’uş Şeria’da yer aldığına göre
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse
hakkı kabul etmekte alçak gönüllü olan kimsedir.”[1511]
13428. Misbah’uş Şeriada şöyle yer almıştır: “Akıllı
kimse akılların kabul etmediği bir sözü söylemez ve kendisini ithama maruz
bırakmaz.”[1512]
13429. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse kendi benzeri ile ünsiyet kurar ve cahil kimse ise şekil açısından
kendisine benzeyene meyleder.”[1513]
13430. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse sözünü yalan sayacağından korktuğu birisine söz söylemez.
Esirgeyeceğinden korktuğu kimseden bir şey istemez. Sonunda özür dilemesi
gerekeceğinden korktuğu bir işi yapmaz. Ümit edilmemesi gereken bir kimseye
ümit bağlamaz.”[1514]
13431. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse yalanlamasından korktuğu bir kimseye söz söylemez, esirgeyeceğinden
korktuğu kimseden bir şey istemez. Uhdesinden gelemeyeceği bir şeyi söz vermez.
Ümit bağlamada kınanılan bir şeye ümit bağlamaz ve içinde kalmaktan korktuğu
bir şeye teşebbüste bulunmaz.”[1515]
13432. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiaz
gönül sahibi akıllı kimse gücünün yetmediği şeyi terkeder. Çoğu zaman doğruluk
nefsani isteklere muhalefettedir.”[1516]
13433. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse edeble öğüt alır, hayvanlar ise sadece dayakla öğüt alır.”[1517]
13434. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse hikmetle içiçe olduğu taktirde dünyanın azlığından ve eksikliğinden hoşnut
olur. Ama dünyaya sahip olduğu halde hikmeti az olursa hoşnut olmaz. Bu yüzden
de onların ticareti kar etmiştir.”[1518]
13435. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse helalin şükretmesine engel olmadığı ve haramın sabrına üstün gelmediği kimsedir.”[1519]
13436. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
şeyin bir kılavuzu vardır. Aklın kılavuzu ise düşünmektir. Düşünmenin kılavuzu
ise sessizliktir. Her şeyin bir bineği vardır, aklın bineği ise tevazudur.”[1520]
13437. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimsenin serveti ilim ve amelindedir. Cahilin serveti ise malında ve
arzusundadır.”[1521]
13438. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
yarısı tahammül etmek, diğer yarısı ise görmezlikten gelmektir.”[1522]
13439. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimsenin sözü (ruhlara) yiyecektir. Cahilin cevabı ise suskunluktur.”[1523]
13440. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insanın göğsü sırrının sandığıdır.”[1524]
13441. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimsenin çirkin işi cahil insanın güzel işinden daha iyidir.”[1525]
13442. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse bir delikten iki defa sokulmaz.”[1526]
13443. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahilin
öfkesi sözündedir. Akıllının öfkesi ise davranışındadır.”[1527]
13444. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimsenin sıfatı şudur: Cahilin kendisine cahilce davranışı karşısında yumuşak
davranır, kendisine zulmedeni bağışlar, kendisinden aşağıdakilere karşı tevazu
gösterir, kendinden üstün olanlardan iyilik dilemede öne geçer, konuşmak
isteyince düşünür, söylemek istediği şey iyi olduğunda söyler ve faydalanır,
eğer kötü olursa sessiz olur, salim kalır, fitneyle karşılaştığında Allah’a
sığınır, elini ve dilini korur, bir fazilet gördüğü zaman onu ganimet sayar,
haya kendisinden ayrılmaz, ihtiras onda ortaya çıkmaz, işte bunlar akıllı
kimsenin kendisiyle tanındığı on sıfattır.”[1528]
13445. İmam Ali’ye (a.s) “Akıllı kimse hakkında
sorduklarında şöyle buyurmuştur; “Akıllı, her
şeyi layık olduğu yere koyandır” diye buyurdu.” Cahili tarif et”
dediklerinde; “Akıllıyı tarif etmekle cahili de tarif ettim!” diye buyurdular.”[1529]
13446. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse herşeyi yerine koyan kimsedir ve cahil ise bunun tam tersidir.”[1530]
bak. el-Adl, 2544. Bölüm ve 11681. Hadis
13447. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insan bir nefesini dahi fayadasız şeylerle zayi etmez.”[1531]
13448. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimseler dünyanın fazlalıklarını bile terkettiler nerede kaldı ki günahlarını!
Zira dünyayı terketmek fazilettir. Günahları terketmek ise farzdır.”[1532]
13449. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllar
azalınca fazlalıklar artar.”[1533]
13450. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse batılı kenara atan kimsedir.”[1534]
13451. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim fazlalıklardan sakınırsa düşüncesi akıllarla eşitlenir.”[1535]
13452. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin eğlencesi çoğalırsa aklı azalır.”[1536]
13453. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akılların
zayi olması fazlalıkları talep etmekledir.”[1537]
13454. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Oyuna
aşık olan, eğlence ve basit işlere kapılan kimse akıllı değildir.”[1538]
13455. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ve boş eğlence bir araya gelemez.”[1539]
13456. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün akıl boş şeylerden uzak durmaktır.”[1540]
bak. 475. Konu, el-Leğv; 478. konu el-lehv;
el-İmame (2), 213. bölüm ve 1139. Hadis
13457. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalıcı
evini bayındır kılan kimse akıllı bir kimsedir.”[1541]
13458. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim akıllı olursa gaflet uykusundan uyanır, kendisini yolculuğa hazırlar ve
kalıcı evini bayındır kılar.”[1542]
13459. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlahi
düşünmeyen ve ahiret yurdu için amel etmeyen kimse akıllı değildir.”[1543]
13460. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
akıllı bugünden yarını düşünen, kendisini (cehennem) ateşinden kurtarmak için
çalışan ve kendisinden kurtuluşun olmadığı şey için amel eden kimsedir.”[1544]
13461. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse bu dünyada ölümden sakınan ve içinde ölümü arzuladığı halde bulamayacağı
bir diyara gitmeden önce kendisini oraya güzelce hazırlayan kimsedir.”[1545]
13462. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse fani dünyaya sırt çeviren ve değerli, ebedi ve yüce cennete yönelen
kimsedir.”[1546]
bak. 2821. Bölüm; el-Ahiret, 27. Bölüm
13463. Resulullah (s.a.a) beyan, vakar ve
heybet sahibi bir Hıristiyan hakkında: “Bu Hıristiyan adam ne de akıllıdır”
denilince şöyle buyurmuştur: “Sus! Şüphesiz akıllı
kimse Allah’ı bir bilen ve sadece ona itaat eden kimsedir.”[1547]
13464. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse her ne kadar çirkin ve hakir de olsa Allah’a itaat eden kimsedir.”[1548]
13465. Resulullah (s.a.a) kendisine, “Akıl
nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah’a
itaat ile amel etmektir. Şüphesiz Allah’a itaat ile amel edenler gerçek akıl
sahipleridir.”[1549]
13466. İmam Sadık (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Akıl, kendisiyle Rahman olan Allah’a
ibadet edilen ve cennet kazanılan şeydir.” Ravi şöyle diyor: “Ben şöyle
arzettim: “O halde Muaviye’de olan neydi? ” İmam şöyle buyurdu: “O şeytanlık
idi. O akla benzemektedir ama akıl değildir.”[1550]
13467. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse günahlardan uzaklaşan ve ayıplardan temizlenen kimsedir.”[1551]
13468. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Akıllı
kimselerin) himmeti günahları terketmek ve ayıpları ortadan kaldırmaktır.”[1552]
13469. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
münezzeh olan Allah haramlarından sakındırmasaydı yine de akıllı insanın onlardan
uzak durması gerekirdi.”[1553]
13470. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizin
en akıllı olanınız (Allah’a) en çok itaat edeninizdir.”[1554]
bak. el-İlm, 2834. Bölüm ez-Zenb, 1361. Bölüm
13471. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse nefsani isteklerine üstün gelen ve ahiretini dünyaya satmayan kimsedir.”[1555]
13472. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse şehvetinden uzak duran ve dünayasını ahiretine satan kimsedir.”[1556]
13473. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse lezzetlerinin düşmanıdır, cahil kimse ise şehvetinin kuludur.”[1557]
13474. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse Rabbine itaat hususunda nefsani istekklerine isyan eden kimsedir.”[1558]
13475. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse nefsani isteklerinin sebeplerine üstün gelen kimsedir.”[1559]
13476. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse şehvetini öldüren kimsedir. Güçlü kimse ise lezzetini söküp atan
kimsedir.”[1560]
13477. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse öfkelendiğinde nefsine sahip olan ve rağbet ettiğinde ise sakınan
kimsedir.”[1561]
13478. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimsenin neticesi hasret olan şehvetine (şehvete sebep olan bir şeye) nasıl
baktığına şaşmamak elde değil.”[1562]
13479. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimselerin hasleti şehvetlerinin ve gafletlerinin az olmasıdır.”[1563]
13480. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insan her ne kadar nefsani sitekleri onu gerektirse de yalan söylemeyen
kimsedir.”[1564]
13481. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse iyiliği kötülükten ayırt eden kimse değildir. Aksine akıllı kimse iki
kötülükten kötülüğü daha az olanı tanıyan kimsedir.”[1565]
13482. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse yaptığı her işi nefsini terbiye için yapmalıdır.”[1566]
13483. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
sahibi insan için her amelde bir ihsan vardır, cahil kimse içinse her halette
bir hüsran vardır.”[1567]
13484. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimsenin söylediği her kelimede zeka ve soyluluk alametleri aşikardır.”[1568]
13485. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insanın zamanını tanıması, kendi işine koyulması ve dilini koruması gerekir.”[1569]
13486. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insanın din, düşünce, ahlak ve edeb hususundaki ayıplarını ve kötülüklerini
muhasebe etmesi, onları göğsüne veya bir deftere kaydetmesi ve onları yok etmek
için çalışması gerekir.”[1570]
13487. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse ahiret için çalışmakla ve azığını artırmakla görevlidir.”[1571]
13488. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insanın sürekli meşveret etmesi ve başına buyrukluğu terketmesi gerekir.”[1572]
13489. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insanın kendi işini düşünmesi sonra dilini koruması ve zamının insanlarını iyi
tanıması gerekir.”[1573]
13490. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insana, doktorun hasta ile konuştuğu gibi cahil insanla konuşması yakışır.”[1574]
13491. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insana, öğrettiğinde kabalık etmemesi öğrendiğinde ise öğrenmekten utanmaması
yakışır.”[1575]
13492. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insana bir amelde bulunduğunda kendisine yegane nimet vericisi olan Allah’tan,
O’ndan başkasını O’na ortak koşmaktan haya etmesi yakışır.”[1576]
13493. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insana sözüne itminan edilsin diye doğru olması ve nimet artışına hak kazanması
için şükredici olması yakışır.”[1577]
13494. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insana şu üç şey dışında göç etmesi yakışmaz: Hayatını temin etmesi, ahireti için azık
alması ve haram olmayan yoldan lezzet alması.”[1578]
13495. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
insana şu üç şeyi hiç bir halette unutması yakışmaz: Dünyanın faniliğini,
hallerin değişikliğini ve kendisinden hiçbir zaman güvende olunmayan afetleri.”[1579]
13496. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bilin
ki insanların en akıllısı Rabbini tanıyıp O’na itaat eden, düşmanını tanıyıp, ona
isyan eden ikamet edeceği evi tanıyıp orayı bayındır kılan ve yakında göç edeceğini
bildiğinden göçü için azık hazırlayan kimsedir.”[1580]
13497. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı, (Allah’ın) azabından korkan iyilik sahibidir. İnsanların en cahili
ise Allah’ın azabından güvende olan kötülük sahibi kimsedir.”[1581]
13498. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı, her türlü aşağılıktan en uzak olanıdır.”[1582]
13499. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı en hayalı olanıdır.”[1583]
13500. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı Allah’a en yakın olanıdır.”[1584]
13501. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı cahil insanları cezalandırmada sessiz kalmaktan öteye gitmeyendir.”[1585]
13502. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı ciddiyeti mizahına üstün gelen ve nefsani istekleri karşısında
aklından yardım alan kimsedir.”[1586]
13503. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı, hak karşısında boyun eğen, hakka nefsinden bağışlayan (karşı
koymayan), hak vesilesiyle aziz olan, hakkı ikame etmeyi ve hak ile amel etmeyi
küçümsemeyen kimsedir.”[1587]
13504. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı, en çok akibetini düşünenidir.”[1588]
13505. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı, insanlarla en iyi geçinendir.”[1589]
13506. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
akıllınız (Allah’a) en çok itaat edeninizdir.”[1590]
13507. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akıllısı, kendi ayıplarını gören ve başkalarının ayıplarına karşı ise kör
olan kimsedir.”[1591]
13508. Hz. Lokman (a.s) oğluna öğüt vererek
şöyle buyurmuştur: “Hak karşısında mütevazi ol ki insanların
en akıllısı olasın.”[1592]
13509. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
açısından insanların en üstünü geçimini en güzel şekilde sağlayan ve ahiretini
ıslah etmeye en çok gayret gösterendir.”[1593]
13510. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
aklı en kamil olan kimseler Allah’tan en çok korkanlar ve Allah’a en çok itaat
edenlerdir.”[1594]
13511. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akılsızı sultandan (yöneticilerden) en çok korkan ve onlara en çok itaat
eden kimsedir.”[1595]
13512. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en akılsızı elinin altındakilere zulmeden ve kendisinden özür dileyeni
bağışlamayan kimsedir.”[1596]
bak. 2820. Bölüm
Kur’an:
“Onlar sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş
kasabalar içinde veya duvarlar arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi
aralarındaki çekişmeleri ise serttir; onları birlik sanırsın, oysa kalpleri
birbirinden ayrıdır. Bu, akıl etmeyen bir topluluk olmalarındandır.” [1597]
“Eğer kulak vermiş veya akıl etmiş olsaydık, çılgın alevli
cehennemlikler içinde olmazdık” derler.” [1598]
“Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu,
onların akıl etmeyen bir topluluk olmasındandır.” [1599]
“Hani onlara: “Allah'ın indirdiğine uyun” denilince, “Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız” derler; ya ataları bir şey akıl edemeyen ve hidayeti bulamayan kimseler idiyseler? ” [1600]
“Küfredenlerin
(hidayete davet edilme hususundaki) misali, bağırıp çağırmadan başkasını
işitmeyene (hayvanlara tehlikeyi haber vermek için) seslenen kimsenin (çobanın)
misalidir. (Bu sesin kendilerine bir tehlikeyi haber verdiğini anlamazlar).
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden onlar akıl edemezler.”[1601]
13513. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yuh
olsun, yazıklar olsun size; ben artık sizi kınamaktan-azarlamaktan bıktım
usandım. Ahirete karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz? İzzet yerine zilleti
mi tercih ettiniz? Sizleri düşmanınızla cihada davet edince korkudan
gözleriniz dönüyor, adeta ölümün çetinliği ve gaflet sarhoşluğu içinde
çırpınıyorsunuz ve benimle konuşamıyorsunuz, sorularıma cevab veremiyorsunuz.
Adeta aklınız gitmiş deli/divane olmuşsunuz da akıl edemiyorsunuz.”[1602]
13514. İmam Ali (a.s) Kufelilere yaptığı bir
konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Ey bedenleriyle
karşımda duran, akıllarını kaybetmiş, hevaları ihtilaflı, emirlerini belaya
uğratan kavim! Emiriniz Allah’a itaat ediyor, siz ona isyan ediyorsunuz;
Şamlıların emiri (Muaviye) Allah’a isyan ediyor, adamları emrine itaat ediyorlar.”[1603]
13515. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
ruhları farklı, kalpleri dağınık, bedenleri burda, akılları kaybolmuş kimseler!
Ben sizi hakka yöneltiyorum, siz ise aslanın kükremesinden kaçan keçi gibi
kaçıyorsunuz.”[1604]
13516. İmam Ali (a.s) dünya ehlinin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Bazıları ayakları
bağlanmış, bazıları ise serbest bırakılmış develer gibidir. Akıllarını
kaybetmiş, meçhule dalıp gitmişlerdir; ”[1605]
13517. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Bilin ki her kim kendisi hakkındaki doğru olmayan sözden dolayı incinirse
akıllı değildir.”[1606]
bak. el-Mecnun, 570. Bölüm
13518. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl,
ilim ve tecrübeyle artan bir içgüdüdür.”[1607]
13519. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı
tezkiye etmek geliştirmek için en iyi yardım eğitimdir.”[1608]
13520. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
sen aklınla tartılırsın. O halde ilimle
aklını geliştir.”[1609]
13521. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlme
çok bakmak (ve düşünmek) aklı açar ve geliştirir.”[1610]
13522. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hikmet
hususunda çok düşünmek aklı aşılar.”[1611]
13523. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim
insanlarla oturup kalkmak aklın artmasına neden olur. Eziyet etmemek de aklın
kemalindendir.”[1612]
13524. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
en sağlam sebeplerinden biri de cahil insanlara merhamet etmektir.”[1613]
bak. Et-Ticaret, 426, 427. Bölümler
13525. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
sahibi olan insan şu üç şeyi kemale erdirmedikçe akıllı sayılamaz... hoşnutluk
ve öfke halinde hakkı hak sahibine vermeyi, kendisi için beğendiğini insanlar
için de beğenmeyi birinin sürçtüğünü görünce yumuşak davranmaya çalışmalıdır.”[1614]
13526. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
kemali üç şeydedir: Allah karşısında tevazu, güzel yakin sahibi olmakta ve hayırlı
söz söyleme dışında susmakta.”[1615]
13527. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faydasız
işleri terketmekle aklın kemale erer.”[1616]
13528. İmam Hüseyin (a.s) Muaviye’nin yanında
akıldan söz edilince şöyle buyurmuştur: “Akıl
sadece hakka uymakla kemale erer.” Muaviye şöyle dedi: “Sizin görüşlerinizde
bir tek şeyden başkası yoktur (hepiniz aynısınız.)”[1617]
13529. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
aklı üç parçaya bölüştürmüştür. Her kim de bu üç şey olursa aklı kemale ermiş olur
ve her kimde de bu üç şey olmazsa aklı yoktur: Allah’ı iyi tanımak, Allah’a iyi
itaat etmek ve Allah’ın işi hususunda güzel sabretmek.”[1618]
13530. İmam Ali (a.s) sürekli şöyle buyururdu: “Allah’a
akıldan daha iyi bir şeyle ibadet edilmemiştir. İnsanın aklı kendisinde şu
hasletler olmadıkça kemale ermez: İnsanlar onun küfür ve kötülüğünden güvende
olmalı, hidayet ve iyiliği umulmalı, malının fazlasını bağışlamalı, sözünün
fazlasını tutmalı, dünyadan nasibi günlük yiyeceği kadar olmalı, sağ olduğu
müddetçe ilme doymamalı, Allah için zilleti, Allah’tan gayrisiyle olan izzetten
daha çok sevmeli. Alçak gönüllü olmayı yüce mertebeli olmaktan daha çok
sevmeli, başkalarının az iyiliğini çok saymalı kendisinin çok iyiliklerini az
görmeli, tüm insanları kendisinden daha iyi bilmeli, kendisini herkesten daha kötü
görmelidir. Aklın kemali bununladır. (Son haslet ile veya bütün bu hasletler
sayesindedir. )”[1619]
13531. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah’a akıldan daha üstün bir şeyle ibadet edilmemiştir. Mümin
kendisinde şu on haslet bir araya gelince akıl sahibi olur: Hayır ve iyiliği
ümit edilir, kötülüğünden korkulmaz, başkalarının az iyiliğini çok sayar,
kendisinin çok iyiliğini az görür, hayatta olduğu müddetçe ilim öğrenmekten
yorulmaz, yoksulların kendisine gelmesinden bıkmaz, alt olmayı üst olmaktan
daha çok sever, fakirliği zenginlikten çok sever, dünyadan nasibi yiyeceği
kadardır. Hepsinden daha önemli olan onuncu haslet ise gördüğü herkes
hakkında “O benden daha iyi ve
takvalıdır” demesidir. O halde herkesi kendisinden daha iyi ve takvalı görünce
onun mertebesine ulaşıncaya kadar karşısında alçak gönüllü olur. Kendisinden
daha düşük ve aşağılık birini görünce de, “Belki de zahiri kötüdür, ama batını
iyidir ve belki de akibeti hayırla sonuçlanacaktır” der. İşte mümin böyle
olunca büyüklüğün doruğuna ulaşmış olur. Zamanındaki insanlara üstün olmuş
olur.”[1620]
bak. 2818. Bölüm; el-Bihar, 1/109/5 ve 6 ve s.
140, 78/336/17
13532. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşin
niteliği aklın niceliğini gösterir.”[1621]
13533. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
mektubundan aklı ve basireti anlaşılır, elçisinden ise anlayışı ve zekiliği
bilinir.”[1622]
13534. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
iffet ve kanaatla süslenmesi aklının göstergesidir.”[1623]
13535. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
insanın sözünden aklının miktarı anlaşılır.”[1624]
13536. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
vakarının çokluğu ve (insanlara) tahammül etmesinin güzelliği aklının göstergesidir.”[1625]
13537. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin
elçin aklının tercümanıdır. Mektubun ise en yetkin sözündür.”[1626]
13538. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç
şey sahiplerinin akıllarının göstergesidir: Elçi, mektup ve hediye.”[1627]
13539. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
oturumda birinin aklını denemek istiyorsan sohbetlerin arasında ona olmayacak
sözler söyle, eğer onları reddederse akıllı bir kimsedir. Ama eğer onları teyit
ederse ahmak birisidir.”[1628]
13540. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
aklı altı şey ile imtihan edilir: Gazap anında hilim, korku anında sabır,
rağbet anında ılımlı davranmak, her haliyle Allah’tan sakınmak, güzel geçinmek
ve az çatışmak.”[1629]
13541. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
aklı altı şey ile imtihan edilir: Arkadaşlık, alışveriş, yöneticilik,
azledilme, zenginlik ve fakirlik.”[1630]
13542. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
aklı üç şeyle imtihan edilir: Mal, hükümet ve musibet.”[1631]
13543. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
akılları sözler açıkça söylenince imtihan edilir.”[1632]
13544. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel
konuş ve iyi amelde bulun. Zira insanın sözü faziletinin üstünlüğünün ve ameli
aklının göstergesidir.”[1633]
13545. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğru
işin çokluğu aklın çokluğunu haber verir.”[1634]
13546. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
sağlamlığı hoşnutluk ve hüzün anında imtihan edilir.”[1635]
13547. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
görüşü aklının ölçüsüdür.”[1636]
13548. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mal,
sahibinin aklının miktarını ortaya koyar. İhtiyaç, sahibinin aklını gösterir,
musibet ise indiğinde sahibinin aklını gösterir. Öfke ise öfke sahibinin aklının
göstergesidir.”[1637]
bak. Ez-Zenn, 2472. Bölüm; 326. Konu, et-Tinet;
383. Konu, el-İmtihan
13549. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aldatma
yurdundan uzak durmak, ebedi yurda yönelmek, kabir evi için azık almak ve diriliş
günü için hazırlanmak aklın nişanelerindendir.”[1638]
13550. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
akıl sahibi olduğunun alameti şüphesiz kendisine şu üç hasletin olmasıdır:
Kendisine soru sorulduğunda cevap vermesi, insanların konuşmaktan aciz
kaldıklarında konuşması ve insanların faydasına olan bir görüş belirtmesi. O
halde her kimde bu üç sıfattan birisi olmazsa o kimse ahmaktır.”[1639]
Bak. El-Kalb, 3394. Bölüm, el-Bihar, 1/106, 4.
Bölüm
13551. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğruluğun
çokluğu, aklın çokluğunu haber verir.”[1640]
13552. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
kemale erince konuşmak azalar.”[1641]
13553. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
kemale erince şehvet azalır.”[1642]
13554. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin,
aklından yardım alman aklının kemalinin göstergesidir.”[1643]
13555. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin aklı kemale ererse şehvete değer vermez.”[1644]
13556. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin aklı güçlenirse çok ibret alır.”[1645]
13557. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin nefsi dünya nimetlerini cömertçe terkederse şüphesiz aklı kemale
erdirmiştir.”[1646]
13558. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
çokluğununen iyi delili güzel tedbir almasıdır.”[1647]
13559. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan
üç yerde değişir: Hükümdarlara yakınlıkta, yöneticiliğe ulaştığında ve
fakirlikten sonra zengin olduğunda. Her kim bu üç yerde değişmezse şüphesiz o
selim bir akıl ve doğru bir huy sahibidir.”[1648]
13560. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin aklı kamil olursa yaptıkları da güzel olur.”[1649]
13561. İmam Ali (a.s) münezzeh olan Allah’a yolda
yürüyenlerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O,
doğru giden (seyr-u sülük ehli) aklını diriltmiş, nefsini öldürmüş, böylece
cismi incelmiş, katı kalbi yumuşamış, kendisi için ışığı kuvvetli bir meşale
yakmış ve bununla önünü aydınlatarak doğru yoluna devam etmiştir.”[1650]
bak. 2815. Bölüm
13562. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsani
istekler ve şehvet sebebiyle akıl ortadan gider.”[1651]
13563. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akılların
zayi oluşu fazlalıklar talep etmektedir.”[1652]
13564. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kalbine kibirden bir şey girince mutlaka aklından bir şey azalır.”[1653]
13565. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kendini beğenmesi kendi aklına haset edenlerinden biridir.”[1654]
13566. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
kendini beğenmesi aklının zayıflığının nişanesidir.”[1655]
13567. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim cahil kimseyle oturup kalkarsa aklı azalır.”[1656]
13568. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şakalaşan
kimsenin mutlaka aklından bir şey eksilir.”[1657]
13569. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim üç şeyi üç şeye galip kılarsa nefsani heva ve heveslerine aklını yok etme
yolunda yardım etmiş gibidir: Her kim uzun arzusuyla düşünce nurunu karartırsa,
fazla konuşmakla hikmet güzelliklerini ortadan kaldırırsa ve nefsani
istekleriyle ibret ve öğüt alma nuru söndürürse nefsani isteklerine aklını yok
etme yolunda yardım etmiş gibidir. Ve her kimin aklı yok olursa dini ve dünyası
bozulur.”[1658]
13570. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim akıllı kimselere kulak vermezse aklı ölür.”[1659]
bak. Et-Tame’, 2419. Bölüm; el-Ucb, 2514. Bölüm
13571. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllar
azalınca fazlalıklar da çoğalır.”[1660]
13572. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin aklı azalırsa konuşması da kötü olur.”[1661]
13573. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana
rağbet gösreten kimseye itinasızlığın akıl noksanlığıdır ve sana rağbet
göstermeyen kimseye rağbet göstermen ise nefis zilletidir.”[1662]
13574. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim akıllı insanı zayi ederse akıl zayıflığını göstermiş olur.”[1663]
13575. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahil
kimselerle oturup kalkmak akıl yokluğundandır.”[1664]
13576. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arzuların
çokluğu aklın bozulmasındandır.”[1665]
13577. İmam Ali (a.s) Cemel savaşından sonra Basralıları
kınayarak şöyle buyurmuştur: “Topraklarınız suya
(denize) yakın, (ya deniz seviyesinin altında olduğu için ya da şehir ehlinin
kötü ahlakından dolayı) ama göklere uzaktır. Aklınız hafif, hilminiz gereksiz/yersizdir.
(Dolayısıyla da) Atıcılar için hedef, yiyiciler için lokma ve saldırganlar için
bir avsınız.”[1666]
bak. 2812. Bölüm
13578. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
sınırı fani şeyden ayrılmak ve baki olan şeye (ahirete) bağlanmaktır.”[1667]
13579. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
sınırı işlerin sonuçlarını düşünmek ve ilahi kaza ve kaderden hoşnut olmaktır.”[1668]
13580. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dindarlıktan
sonra insanlarla dostluk kurmak, iyi ve kötü herkese iyilik etmek aklın
başıdır.”[1669]
13581. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İmandan
sonra insanlarla dostluk etmek aklın başıdır.”[1670]
13582. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünerek
ağır hareket etmek aklın başıdır. Acele ve hızlılık ise ahmaklığın başıdır.”[1671]
13583. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla
iyi muaşerette bulunmak aklın başıdır.”[1672]
13584. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün akıl ibret almaktır.”[1673]
13585. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
üstün akıl hakkı hakla tanımaktır (şahsiyetlerle değil.)”[1674]
bak. el-Hakk, 898. Bölüm
13586. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
iyi akıl çirkinlikten sakınmaktır.”[1675]
13587. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
en üstün hasleti ibadettir, aklın en güçlü ve en güvenilir sözü ilimdir, aklın
en faydalı payı hikmet ve en üstün stoku ise güzel işlerdir.”[1676]
13588. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
meyvesi istikamettir. (hak ve doğru yolda direnmektir.)”[1677]
13589. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
meyvesi hakka bağlılıktır.”[1678]
13590. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
meyvesi dünyaya düşman olmak ve nefsani istekleri silip atmaktır.”[1679]
13591. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl;
meyvesi cömertlik ve haya olan bir ağaçtır.”[1680]
13592. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kamil
olan akıl kötü tabiata üstün gelir.”[1681]
13593. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
kökü iffettir, meyvesi ise günahlardan temiz kalmaktır.”[1682]
13594. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
elde ettiği şey eziyet etmekten sakınmaktır.”[1683]
13595. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
elde ettiği şey ibret almak ve ihtiyatlı hareket etmektir.”[1684]
13596. Resulullah (s.a.a) kendisine, aklı aklın
keyfiyetini, şubelerini ve boylarını soran Hz. İsa’nın havarilerinden olan
Yahuda’nın torunlarından Şem’un b. Lavi’ye şöyle buyurmuştur: “Akıl
cahillik için bir bukağıdır. Nefis, en kötü hayvana benzer; bukağısı takılmazsa
azar. Böylece akıl cahilliğin bukağısıdır. Allah-u Teala aklı yaratıp ona,
“Gel” dedi, o da geldi; ona, “Dön” dedi, o da döndü. Sonra Hak Teala şöyle
buyurdu: “İzzet ve celalime andolsun ki, senden daha azametli ve senden daha
itaatkar bir varlık yaratmadım; seninle başlayıp seninle hilkatı yenileyeceğim.
Mükafat senin içindir, azap da sanadır.” Daha sonra akıldan hilim (yumuşaklık),
hilimden ilim, ilimden rüşd (olgunluk), rüşdden iffet, iffetten korunma
(sakınma), korunmadan haya, hayadan vakar (ağır başlı olmak), vakardan hayırlı
işlerde sebat (süreklilik) ve sebattan kötülükten nefret etmek, kötülükten
nefretten de nasihat edene itaat etmek ayrılmıştır.”[1685]
bak. el-İlm, 2882. Bölüm; es-Seha, 1776. Bölüm
13597. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
düşmanı nefsani isteklerdir.”[1686]
13598. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsin
istekleri uyanık akıl ise uyuyandır.”[1687]
13599. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva
ve heveslere muhalefet gibi bir akıl yoktur.”[1688]
13600. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı
korumak, nefsin isteklerine muhalefet etmek ve dünyadan uzak durmakla
mümkündür.”[1689]
13601. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsinin
isteklerinden uzak duran kimsenin aklı salim kalır.”[1690]
13602. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
akıl, emreden bir isteğin esareti altındadır.”[1691]
13603. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilim,
örten bir perdedir, akıl ise keskin bir kılıçtır. O halde, ahlaki
eksikliklerini, hilmin ile ört ve nefsinin isteklerini aklınla öldür.”[1692]
13604. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
şarap içmeyi terk etmeyi, aklı korumak için farz kılmıştır.”[1693]
13605. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz
ki arzu aklı gaflete düşürür ve Allah’ın zikrini unutturur.”[1694]
13606. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir şeye aşık olursa o şey gözlerini körleştirir, kalbini hasta eder. Artık
sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan bir kulakla işitmektedir. Hevesleri,
aklını çelmiş, dünya kalbini öldürmüştür.”[1695]
13607. İmam Ali (a.s) kadısı Şureyh b.
Haris’in, seksen dinara bir ev satın aldığını duyunca ona yazdığı mektubunda şöyle
buyurdu: “Heva ve hevesinin esaretinden ve dünya
bağlarından kurtulmuş akıl, buna şahadet eder.”[1696]
bak. 537. Konu: el-Heva
13608. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl
ve ahmaklık, on sekiz yaşına kadar insana galip gelmek için birbiriyle
çatışırlar. İnsan on sekiz yaşına erişince, vücudunda daha çok olanı kendisine
galip gelir.”[1697]
13609. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
aklı kırk yaşından sonra, elli ila altmış yaşına kadar artar, ondan sonra
azalmaya başlar.”[1698]
13610. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuk,
yedi yaşına kadar kendi haline bırakılmalıdır. Ondan sonra yedi yıl boyunca
terbiye altına alınmalıdır. Daha sonra yedi yıl işe koşulmalıdır. Boyunun
uzaması yirmi üç yaşında sona erer. Aklının gelişmesi ise otuz beş yaşında sona
erer. Ondan sonra olan ise tecrübeler iledir.”[1699]
13611. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuk
yedi yaşından sonra süt dişini atar, ondört yaşında ihtilam olur, yirmi dört
yaşında boy uzaması durur. Yirmi sekiz yaşında aklı kemale erer. Ondan sonra
eklenen herşey tecrübeler vasıtasıyladır.”[1700]
13612. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuk
yedi yaşında süt dişini atar, dokuz yaşında onu namaz kılmaya zorlamak gerekir.
On yaşında yataklarını ayırmak gerekir, ondört yaşında ihtilam olur, yirmi iki
yaşında boy uzaması durur, yirmi sekiz yaşında tecrübeler dışında akıl gelişimi
sona erer.”[1701]
13613. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimsenin yaşlanınca, aklı gençleşir. Cahil insanın ise yaşlanınca, cehaleti
gençleşir.”[1702]
13614. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
yeri kalptir.”[1703]
13615. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
yeri beyindir.”[1704]
13616. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
yeri beyindir, birisinin aklı az olunca, “Beyni hafiftir” denildiğini görmüyor
musun? ”[1705]
bak. 2783. Bölüm; 2796. Bölüm
13617. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim aklını kamil bilirse, sürçer.”[1706]
13618. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Suskunluk
aklın rahatlığıdır.”[1707]
13619. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
akıl tedbir gibi değildir.”[1708]
13620. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimi aklı oturtursa, cehalet onu ayağa kaldırır.”[1709]
13621. İmam Ali (a.s), Al-i Muhammed’in (s.a.a)
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Dinin
hükümlerini işitip rivayet ederek değil, kavrayıp uygulayarak anlamışlardır.”[1710]
13622. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
uyumasından ve sürçmenin çirkinliğinden Allah’a sığınırız.”[1711]
13623. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
fakirlik, dini eksiltir ve aklı sersemleştirir.”[1712]
13624. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
sürçmesi, insana şiddetli bir darbe vurur.”[1713]
13625. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklından,
doğru yolu yanlış yoldan ayırıt edebilecek miktarı sana yeter.”[1714]
366. Konu
el-İ’tikaf
İtikaf
F
Kenz’ul-Ummal, 7/86, 8/530; el-İ’tikaf
F
Vesail’uş-Şia, 7/397, Kitab’ul-İ’tikaf
Kur’an:
“Hani Kabe'yi, insanlar için dönüş/toplanma ve güven yeri kılmıştık. “İbrahim'in makamını namaz yeri edinin,” dedik. Evimi tavaf edenler, ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrahim ve İsmail’le ahitleştik.” [1715]
13626. Enes şöyle diyor: “Peygamber
(s.a.a), mukim olduğu (yolculukta olmadığı) bir zamanda Ramazan ayının son on
gününde itikafa girerdi. Bir yolculuğa gidince de ertesi yıl yirmi gün itikafa
girerdi.”[1716]
13627. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) Ramazan ayının son on gününde itikafa girerdi. Bu müddet boyunca
kendisi için kıldan yapılmış bir çadır kurulurdu. Burada bizzat kendisi
elbisesini toplar ve yatağını kaldırırdı...”[1717]
13628. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İtikaf
etmek, içinde adil bir imamın cemaatle namaz kıldığı merkez cami de olmalıdır.”[1718]
13629. Meymun b. Mihran şöyle diyor: “Hasan
b. Ali’nin (a.s) huzurunda oturmuştum. Birisi geldi ve şöyle arzetti: “Ey İbn-i
Resulillah! Falan kimse, benden bir miktar para alacaklıdır. Beni hapsetmek
istiyor.” İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki senin borcunu verecek
param yoktur.” O adam şöyle dedi: “O şahısla konuş.” Meymun şöyle diyor: “İmam
(a.s) ayakkabılarını giydi. Ben şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! İtikafta
olduğunuzu unuttunuz mu? ” İmam şöyle buyurdu: “Unutmadım, ama babamdan o da
Resulullah’tan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Her kim müslüman kardeşinin
ihtiyacını karşılamak için çalışırsa, dokuz bin yıl gündüzleri oruç tutmuş ve
geceleri ibadetle geçirmiş bir şekilde ibadet etmiş olur.”[1719]
367. Konu
el-İlm
İlim
F
Bihar, 1/162; Bihar, 2; Ebvab-u İlm ve Adabuhu
ve Envauhu
F
Kenz’ul-Ummal, 10/130; Kitab’ul-İlm
F
Kenz’ul-Ummal, 10/217; Ulum’ul-Mezmume
F
Kenz’ul-Ummal, 10/284, İlm’ul-Batın
F
Tefsir-I el-Mizan, 17/382; Bahs-u İcmaliyyi
Felsefiyy
Bak
F
345. konu, el-Marifet(1); 346. konu,
el-Marifet(2); 347. konu, el-Marifet(3); 83. konu, el-Cehl; 98. konu, el-Hadis;
212. konu, es-Sual(1); 365. konu, el-Akl; 423. konu, el-Fıkh; el-Hıyanet, 1153.
bölüm; eş-Şibab, 1944, 1945. bölümler; el-Kur’an, 3297. bölüm; el-Kitab, 3447.
bölüm; el-Mevize, 4143. bölüm; el-Emsal, 3626-3631. bölümler
Kur’an:
“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken,
ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse küfreden kimse gibi olur
mu? De ki: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri
öğüt alırlar.” [1720]
“Ey iman edenler! Toplantılarda, size, “Yer açın” denince
yer açın ki Allah da size genişlik versin; “Kalkın” denildiği zaman da hemen
kalkın ki, Allah, içinizden iman etmiş olanları ve kendilerine ilim verilenleri
derecelerle yükseltsin. Allah işlediklerinizden haberdardır.” [1721]
13630. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin
başı, ilimdir. Faziletlerin sonu ise yine ilimdir.”[1722]
13631. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
birbirinden üstünlüğü, ilim ve akıl iledir; mal ve soy ile değil.”[1723]
13632. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğrenmek, kendisiyle mükafat verilecek bir dindir; insan hayatında onunla
Allah’a itaat eder; vefatından sonra güzel bir ad hatıra bırakır.”[1724]
13633. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
değerli bir mirastır.”[1725]
13634. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Babaların
çocuklarına bıraktığı en iyi miras edeptir, servet değil. Zira servet yok
olucudur. Edep ise kalıcıdır.”[1726]
Mes’ade şöyle diyor: “Buradaki edepten maksat
ilimdir.”
Bak. El-Edeb, 68. Bölüm, 385, 389. hadisler,
2836. Bölüm
13635. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
ömründen iki gün bile baki kalmışsa bir gününü ölüm günü kendisinden yardım
almak maksadıyla edep (ilim) için harca.” Kendisine şöyle arzedildi: “O yardım
almak nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Kendinden sonra bırakacağın şeyler için, iyi
tedbir almalı ve işi sağlam yapmalısın.”[1727]
13636. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
dizginleri önden çekendir, amel arkadan sevkedendir, nefis ise inatçı ve ram
olmayan bir binektir.”[1728]
13637. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
yardım eder, hikmet ise irşad eder.”[1729]
13638. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
afetlere engel olur.”[1730]
13639. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
en iyi varlıktır.”[1731]
13640. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
aklın meşalesidir.”[1732]
13641. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
ne güzel bir kılavuzdur.”[1733]
13642. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
en üstün hediyedir.”[1734]
13643. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
gizlenmeyen bir güzellik ve ilişkisini koparmayan bir soydur.”[1735]
13644. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
zenginlerin süsü ve fakirlerin zenginliğidir.”[1736]
13645. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
iki arkadaştan en üstünüdür.”[1737]
13646. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
geçmişi olmayan (soylu bir ailede olmayan) biri için en üstün şerafettir.”[1738]
13647. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
soyların en şereflisidir.”[1739]
13648. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
aşağılık insanı yüceltir ve ilmi terketmek ise yüce insanı aşağılık kılar.”[1740]
13649. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
babaların çocuklarına topladığından daha çoğunu ehli için toplar.”[1741]
13650. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
müminin yitiğidir.”[1742]
13651. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
hilmin kılavuzudur.”[1743]
13652. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir
hazine ilimden daha faydalı değildir.”[1744]
13653. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlme,
onu güzel görmeyen kimsenin bile onu iddia etmesi ve kendisine ilim isnad
edilince sevinmesi şeref olarak yeter ve cahilliğe de cahil ve ilimden nasipsiz
kimsenin bile kendisinden uzak durmaya çalışması kınama olarak yeter.”[1745]
13654. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kime ilim kendi elbisesini giydirirse, insanların gözünden ayıpları gizli
kalır.”[1746]
13655. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
gibi hiçbir şerafet yoktur.”[1747]
13656. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gerçek
ve kamil şerafet sahipi kimse ilminin kendisini şerafetli kıldığı kimsedir.”[1748]
13657. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilimle halvette bulunursa, hiçbir halvetten dolayı yalnızlık duygusuna
kapılmaz.”[1749]
13658. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İçinde
ilimden bir şey olmayan kalp, bayındır kılıcısı olmayan harap bir evdir.”[1750]
13659. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İçinde
hikmetten bir şey olmayan kalp, harap bir ev gibidir. O halde ilim öğreniniz ve
öğretiniz. Anlamaya çalışınız ve cahil olarak ölmeyiniz. Zira Allah cahilin
özrünü kabul etmez.”[1751]
13660. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kap, içine bir şey konuldukça daralır; ancak ilmin kabı müstesnadır; o, bilgi
konuldukça genişler.”[1752]
13661. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
dışında herşey azalınca değer elde eder. Şüphesiz ilim çoğalınca değerlenir.”[1753]
13662. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
hakka hidayet eder.”[1754]
13663. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer
birgün bana gelir de beni Allah-u Teala’ya yakınlaştıracak ilmim artmazsa, o
günün güneşinin doğması bana mübarek olmasın.”[1755]
13664. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cehaletine
karşı ilmiyle savaşan kimse en mutlu nasibe erişmiştir .”[1756]
13665. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
günahı birdir, cahilin günahı ise iki.”[1757]
13666. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
günahı birdir, cahilin günahı ise iki tanedir. Alim sadece günah işlediği için
azap görür, ama cahil hem günah işlediği için ve hem de ilim öğrenmediği için
azap görür.”[1758]
13667. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala, ilimden mahrum kalmadıkça zilletini istememiştir.”[1759]
13668. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala zilletini istediği her kulu, ilimden ve edepten mahrum kılmıştır.”[1760]
13669. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
bir kulu aşağılık kılmak isterse, onu ilimden mahrum kılar.”[1761]
İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle yazıyor: “Erzelehu”
kelimesi, “Allah onu rezil kıldı” anlamındadır ve şöyle söylenmiştir: “Allah-u
Teala’nın kula buğzettiğinin alametlerinden biri de onu ilimden nefret
ettirmesidir.” Nitekim şair şöyle demiştir:
Veki’ye[1762]hafızamın
zayıflığından şikayette bulundum
O bana günahları terk etmeyi öğretti. Ve dedi
ki: İlim hıfzetmek fazilet olduğu için
Allah’ın fazlı hiçbir günahkara bağışlanmaz.”[1763]
bak. 552. Konu, et-Tevfik
13670. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
her hayrın aslıdır (köküdür.) Cehalet ise, her kötülüğün başıdır.”[1764]
13671. Misbah’uş-Şeria’da şöyle yer almıştır: “İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim her yüce halin kökü ve her yüce makamın
zirvesidir.”[1765]
13672. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
her hayrın cehalet ise her kötülüğün köküdür.”[1766]
Şehid’us-Sani (r. a), “Münyet’ül-Mürid” adlı
kitabında şöyle buyurmuştur: “Bil ki münezzeh olan Alla ilmi, bu düşük ve yüce
alemin yaratılışının genel bir sebebi kılmıştır ve ilmin azameti ve kıvancı
için, bu sebep yeterlidir. Allah-u Teala, kendi muhkem kitabında hatırlatmak ve
akıl sahiplerine basiret vermek için şöyle buyurmuştur: “Yedi
göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah’tır, Allah’ın her şeye kadir
olduğunu ve Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah’ın
buyruğu bunlar arasında iner durur.”[1767]
Şüphesiz bu ayet tek başına ilmin, özellikle de tevhid ilminin, her ilmin
temeli ve her bilginin yörüngesi olduğunu göstermeye kafidir ve ilmin ne kadar
yüce olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Münezzeh olan Allah, ilmi en yüce şerafet
kılmış, adem oğlunun yaratılışından ve yokluk karanlığından, varlık aydınlığına
çıkarılmasından sonra, kendisine bağışladığı ilk nimet olarak taktir etmiştir.
Münezzeh olan Allah, Peygamberi Muhammed’e (s.a.a) nazil buyurduğu ilk surede
şöyle buyurmuştur: “Yaratan Rabbinin
adıyla oku! O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana
bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”
Allah-u Teala, “Ona
önünden ve arkasından batıl yaklaşamaz, o övülmüş hikmet sahibi Allah nezdinden
nazil olmuştur” diye buyurduğu, azametli ve yüce
kitabına yaratma nimetiyle nasıl başladığını bir düşün ve gör ki yaratılış
nimetinden hemen sonra da ilim nimetinden bahsedilmektedir. Şüphesiz eğer
yaratılış nimetinden sonra ilimden daha üstün ve iyi bir nimet olsaydı, şüphesiz
Allah-u Teala ilim nimetini zikretmezdi.”[1768]
13673. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
hayattır.”[1769]
13674. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
iki hayattan biridir.”[1770]
13675. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hayat
ilimle vücuda gelir.”[1771]
13676. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
islamın hayatı ve dinin direğidir.”[1772]
13677. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
İslam’ın hayatı ve imanın direğidir.”[1773]
13678. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
nefsi diriltir, kalbi aydınlatır ve cehaleti öldürür.”[1774]
13679. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ilim, kalplerin hayatı, gözlerin körlükten (alıkoyan) nuru ve bedenlerin
zaaftan (kurtaran) gücüdür.”[1775]
13680. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
ilmi dirilten kimse, asla ölmez.”[1776]
13681. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
elde ediniz ki sizlere de hayat kazandırsın.”[1777]
bak. 2795. Bölüm, el-Cehl, 598, 599. Bölümler
Kur’an:
“Kendilerine ilim verilenler, sana Rabbinden indirilenin
hak olduğunu, güçlü ve hamde layık olanın yolunu gösterdiğini bilirler.”[1778]
“Bu, kendilerine ilim verilenlerin Kur'an'ın, senin
Rabbinden bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerini
bağlamaları içindir. Allah iman edenleri şüphesiz doğru yola eriştirir.”[1779]
13682. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep etmek her müslümana farzdır... Şüphesiz ilimle rabbe itaat ve ibadet
edilir, sıla-i rahimde bulunulur, Allah’ın helali haramından ayırt edilir.
Şüphesiz ilim amelin imamıdır ve amel ilme tabidir. Mutlu insanlara ilim ilham
edilir, mutsuz insanlar ise ilimden mahrum bırakılır.”[1780]
13683. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğreniniz ki ilim öğrenmek bir güzelliktir... İlimle Allah’a itaat ve ibadet
edilir, Allah ilimle tanınır ve ilim sebebiyle tevhidine ulaşılır. İlimle
sıla-i rahimde bulunulur, ilimle helal haramdan ayırt edilir. Şüphesiz ilim
aklın imamıdır, akıl ise ilme tabidir. Allah ilmi mutlu insanlara ilham eder,
mutsuz insanları ise ilimden mahrum bırakır.”[1781]
bak. el-Akl, 2804. Bölüm; ez-Zenb, 1361. Bölüm
13684. İmam Ali (a.s) Kumeyl b. Ziyad’ın
elinden tuttu. Onu mezarlığa doğru götürdü. Çöle varınca içinden bir ah çekti
ve ona şöyle buyurdu: “İlim maldan
hayırlıdır; zira ilim seni korur; ama malı sen korursun. Mal harcandığında
azalır; (ama) ilim harcandığında çoğalır; malın verdiği makam ve şahsiyet malın
yok olmasıyla yok olur.”[1782]
13685. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yedi
delilden dolayı, ilim maldan daha üstündür: Evvela ilim peygamberlerin
mirasıdır, mal ise firavunların mirasıdır; ikinci olarak ilim infak ile
azalmaz, ama mal harcama sebebiyle azalır; üçüncü olarak servet bir koruyucuyu
gerektirir, ama ilim sahibini korur; dördüncü olarak ilim, kefenli haldeyken de
sahibiyle birlikte bulunur, ama servet baki kalmaz; beşinci olarak servet mümin
ve kafir için temin olur, ama ilim sadece mümin için hasıl olur; altıncı olarak
bütün insanlar dini işlerinde alimlere muhtaç olurlar, ama mal sahibine muhtaç
olmazlar; yedinci olarak ilim, insana sırattan geçerken güç verir, ama mal ona
engel olmaya çalışır.”[1783]
13686. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
insanın değeri, ihsan ettiği şeydir.”[1784]
13687. Halil b. Ahmet şöyle diyor: “İlim
öğrenme hususunda en teşvik edici söz Ali b. Ebi Talib’in şu sözüdür: “Her
insanın değeri ilmiyledir.”[1785]
13688. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
bildikleri şeyin çocuklarıdırlar.”[1786]
13689. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En
değerli insanlar, en çok ilim sahibi olanlardır. Değeri az olan kimseler ise
ilimleri en az olanlardır.”[1787]
13690. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
mümin! Şüphesiz bu ilim ve edep, senin canının değeridir. O halde, onları
öğrenmeye çalış. Zira ilmin ve edebin arttıkça, kıymetin ve değerin de artar.
Zira ilimle Rabbine ulaşır ve edep ile Rabbine güzel hizmette bulunursun ve kul
hizmetçilik adabıyla Allah’a yakınlık ve dostluğa liyakat elde eder. O halde bu
nasihatı kabul et ki azaptan kurtuluşa eresin.”[1788]
13691. İmam Bakır (a.s), oğlu İmam Sadık’a
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım!
Şiilerin makamını rivayet ve marifet ölçülerince tanı. Zira marifet o rivayeti
anlamaktan ibarettir ve mümin rivayetleri anlamakla, imamın en üst derecelerine
ulaşır. Ben Ali’nin (a.s) kitabına baktım ve orada şu cümleyi buldum: “Şüphesiz
her insanın değeri ve kıymeti marifetine bağlıdır.”[1789]
13692. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şiilerimizin
makamını, bizlerden bildikleri rivayetler miktarınca tanıyınız. Biz onların
fakihini muhaddes olmayınca fakih saymayız.” Kendisine şöyle soruldu: “Acaba
mümin de muhaddes midir?” İmam şöyle buyurdu: “Mümin müfehhemdir ve müfehhem olan
kimse de muhaddestir. [1790]”[1791]
13693. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
Peygamberlik makamına en yakın olan kimse, alimler ve mücahitlerdir.”[1792]
13694. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep eden kimse İslam’ın rüknüdür. Mükafatı da peygamberlerle verilecektir.”[1793]
13695. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin
alimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir.”[1794]
bak. 285. Bölüm
13696. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimler
peygamberlerin varisidir.”[1795]
13697. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimler
peygamberlerin varisleridir. Zira peygamberler miras olarak dirhem ve dinar
bırakmazlar. Aksine onlar kendilerinden hadisler geride bırakmışlardır. O halde
her kim bu hadislerden bir şey öğrenirse, çok fayda elde etmiştir. O halde
ilminizi kimden elde ettiğinize iyi bakın.”[1796]
13698. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
peygamberlerin varisleridir. Gök ehli onları sever ve öldüklerinde kıyamet
gününe kadar denizdeki balıklar onlar için mağfiret diler.”[1797]
13699. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
yeryüzünün meşaleleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve Peygamberlerin
varisleridirler.”[1798]
13700. İmam Ali (a.s), oğlu Muhammed’e şöyle
buyurmuştur: “Dinde fakih ol (derin anlayış sahibi.)
Zira ki fakihler peygamberlerin varisleridir.”[1799]
13701. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimlerin
mürekkebi ve şehitlerin kanı kıyamet günü birlikte tartılır ve alimlerin
mürekkebi, şehitlerin kanından üstün gelir.”[1800]
13702. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü olunca Allah-u Teala insanları geniş bir çölde toplar, teraziler ortaya
konur. Şehitlerin kanı alimlerin mürekkebiyle tartılınca, alimlerin mürekkebi,
şehitlerin kanından üstün gelir.”[1801]
13703. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimlerin
mürekkebi, şehitlerin kanıyla tartılır ve mürekkeb kana üstün gelir.”[1802]
13704. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimlerin
mürekkebi ve şehitlerin kanı birlikte tartılır. Alimlerin mürekkebi şehitlerin
kanından üstün gelir.”[1803]
13705. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mal
biriktirenler, diri oldukları halde helak olmuşlardır. Ama ulema, zaman (dünya)
baki kaldıkça bakidirler. Bedenler yok olmuştur; ama söz ve eserleri gönüllerde
mevcuttur.”[1804]
13706. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gece
ve gündüz baki kaldıkça alimler de baki kalır.”[1805]
13707. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim
ölse bile diridir, cahil diri olsa bile ölüdür.”[1806]
13708. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cahiller
arasında alim, ölüler arasındaki diri gibidir.”[1807]
bak. el-Mevt, 3741, 3742. Bölümler
13709. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim
nezdimde ilmin üstünlüğü, ibadetin üstünlüğünden daha sevimlidir.”[1808]
13710. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
ibadetten üstündür.”[1809]
13711. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisi vesilesiyle batılı hakka veya sapıklığı hidayete döndürmek üzere
bir ilim öğrenmek için (evinden) dışarı çıkarsa onun bu işi kırk yıl Allah’a
ibadet etmiş kimsenin ibadeti gibidir.”[1810]
13712. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
duyduğu ve (başkalarına) aktaracağı ve amel edeceği hikmetli bir söz bir yıllık
ibadetten daha hayırlıdır.”[1811]
13713. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmin
azlığı, ibadetin çokluğundan daha iyidir.”[1812]
13714. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
saatlik ilmi müzakere, bir gecelik ibadetten daha iyidir.”[1813]
13715. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlimle
birlikte olan uyku, cehaletle birlikte olan namazdan daha iyidir.”[1814]
13716. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çok
ilimle birlikte olan az amel, az ilimle, şek ve şüpheyle karışık çok amelden
daha hayırlıdır.”[1815]
13717. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
nezdinde ilim öğrenmek, Allah-u Teala yolunda, cihad, hac, oruç ve namazdan
daha üstündür.”[1816]
bak. el-İbadet, 2497. Bölüm
13718. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlminden
istifade edilen alim, yetmiş bin abidden daha üstündür.”[1817]
13719. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
abid insana üstünlüğü, ondordüncü gecenin ayının diğer yıldızlara üstünlüğü
gibidir.”[1818]
13720. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz,
alimin abide üstünlüğü güneşin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Abid
olmayanlara üstünlüğü ise, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.”[1819]
13721. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı
bilen bir alimin bir rekatlık bir namazı, Allah’ı bilmeyen kimsenin kıldığı bin
rekat namazdan daha iyidir.”[1820]
13722. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
kıldığı iki rekat namaz, abidin kıldığı bin rekat namazdan daha iyidir.”[1821]
13723. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
alim, bin abidden ve bin zahitten daha üstündür.”[1822]
13724. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
sahibi kimse (kıyamet günü) beşyüz yıllık mesafedeki bir tepenin üstünde
abidden daha önce gelir.”[1823]
13725. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
bir saat sırtını yastığa dayayıp ilim ve işine bakması, abid insanın yetmiş yıllık
ibadetinden daha iyidir.”[1824]
13726. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
şehitten üstünlüğü bir derecedir. Şehidin abidden üstünlüğü de bir derecedir.
Peygamberin alimlerden üstünlüğü bir derecedir. Kur’an’ın diğer sözlerden
üstünlüğü ise, Allah’ın yaratıklarından üstünlüğü gibidir. Alimin diğer
insanlardan üstünlüğü de benim insanların en düşüğüne oranla üstünlüğüm
gibidir.”[1825]
bak. el-Fıkh, 3239. Bölüm
13727. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alim
insan abidden yetmiş derece üstündür ki her derecenin mesafesi, bir atın yetmiş
yıl koşturması, (neticesinde aldığı yol) kadardır. Bu üstünlüğün sebebi ise
şeytanın insanlar arasında bir bidat bırakması halinde alimlin onu anlaması ve
insanları ondan sakındırmasıdır. Ama abid insan ibadetiyle meşgul olduğu için
ne bid’ata teveccüh eder ve ne de onu tanır.”[1826]
13728. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü abid insana şöyle denir: “Sen iyi bir insandın, hizmet ettin, geçimini
halktan temin etmedin, o halde şimdi cennete gir.” Biliniz ki fakih, insanlara
hayrını ulaştıran ve onları düşmanlarından kurtaran kimsedir... fakihe de şöyle
denir: “Ey Al-i Muhammed’in yetimlerinin sorumluluğunu üstlenen! Onların zayıf
dostlarını ve takipçilerini doğru yola ulaştıran kimse! Dur ve senden
faydalanan veya senden ilim öğrenen herkese şefaat et.”[1827]
13729. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü olunca aziz ve celil olan Allah alim ve abidi diriltir. Bu ikisi aziz ve
celil olan Allah’ın huzurunda durunca, abid olanına şöyle denir: “Cennete gir.”
Alim olana ise şöyle denir: “Dur ve insanları iyi terbiye ettiğin için onlara
şefaat et.”[1828]
13730. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
iki rekat namazı, cahilin yetmiş rekat namazından daha iyidir. Zira alim
fitnelerle karşılaşır, ama ilmi vasıtasıyla onlardan (sağ salim) dışarı çıkar.
Ama cahil, fitnelerle karşılaşınca, onda darmadağın olur.”[1829]
13731. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Muhammed’in
ruhu elinde olana andolsun ki şüphesiz bir alimin varlığı İblis için bin abidin
olmasından daha ağırdır. Zira abid insan kendisini düşünür. Alim ise
başkalarını düşünür.”[1830]
bak. el-fıkh, 3241. Bölüm
13732. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
vefatıyla İslam’da bir gedik açılır ve gece ve gündüz birbiri ardınca geldiği
müddetçe de bu gedik kapanmaz.”[1831]
13733. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala bu ümmetten bir alimin ruhunu alınca, İslam’da bir gedik açılır. Kıyamet
gününe kadar bu gediği asla kapanmaz.”[1832]
13734. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
ölümü telafi edilmeyen bir musibet ve kapanmayan bir gediktir. Şüphesiz alim
batmayan bir yıldızdır. Bir kabilenin ölümü bir alimin ölümünden daha
kolaydır.”[1833]
13735. İmam Sadık (a.s), aziz ve celil olan
Allah’ın, “Bizim yeryüzünün etrafından
eksilttiğimizi görmediler mi? ” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat, alimlerin
yok olmasıdır.”[1834]
bak. el-Fıkh, 3247. Bölüm
13736. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
yüzüne bakmak ibadettir.”[1835]
13737. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
yüzüne sevgiyle bakmak, ibadettir.”[1836]
13738. İmam Sadık (a.s), kendisinden
Peygamber’in (s.a.a), “Alimlerin yüzüne bakmak ibadettir” sözü sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Maksat, baktığın zaman sana ahireti
hatırlatan alimdir. Bunun tersi olan (bakışı sana ahireti hatırlatmayan)
kimseye bakmak ise fitnedir (sapıklıktır)”[1837]
13739. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ali’nin
yüzüne bakmak ibadettir.”[1838]
bak. En-Nezer, 3884. Bölüm; Tarih-I Dimeşk,
İbn-i Esakir, İmam Ali’nin (a.s) Biyografisi 2/391
13740. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çin’de
de olsa ilim öğreniniz. Zira ilim talep etmek, her Müslüman’a farzdır.”[1839]
13741. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Denize
dalmak ve kalpleri yarmak (kan akıtmak) pahasına da olsa ilim öğreniniz.”[1840]
13742. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
insanlar ilmin ne faydaları olduğunu bilselerdi, şüphesiz bu yolda kan dökme ve
denizlerin derinliğine dalma pahasına da olsa, ilmi talep ederlerdi.”[1841]
13743. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğreniniz, zira ilim sizinle aziz ve celil olan Allah arasında bir bağdır.”[1842]
13744. Lokman (a.s) oğluna öğüt vererek şöyle
buyurmuştur: “Oğulcağızım! Ömrünün gece gündüz ve
saatlerinde bir bölümünü ilim öğrenmeye ayır. Zira kendin için ilmi terketme
gibi bir kayıp bulamazsın.”[1843]
13745. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
tahsil etmek, kadın ve erkek her müslümana farzdır.”[1844]
13746. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
tahsil etmek, her müslümana farzdır.”[1845]
13747. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğrenmek her durumda farzdır.”[1846]
13748. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep etmek, Allah’ın farzlarından biridir.”[1847]
13749. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep etmek, her müslümana farzdır. Biliniz ki Allah ilim öğrenmek isteyenleri
sever.”[1848]
13750. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Asla
doymayan iki obur, ilim talep eden ve dünyayı talep eden kimselerdir.”[1849]
13751. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doymak
bilmeyen iki obur, ilim düşkünü ve servet düşkünü kimselerdir.”[1850]
13752. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu
iki obur kimse, asla doymak bilmez: İlim talep eden ve dünyayı talep eden”[1851]
13753. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu
iki obur, asla doymak nedir bilmez: İlim talep eden ve dünyayı talep eden
kimse. İlim talep eden kimse, Rahman olan Allah’ın hoşnutluğunu artırır.
Dünyayı talep eden kimse ise tuğyan uçurumuna yuvarlanır.”[1852]
13754. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en açı ilim talep eden kimsedir. İnsanların en toku ise ilim talep etmeyen
kimsedir.”[1853]
13755. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
ilim sahibi başka bir ilim hakkında açtır. (doymaz)”[1854]
13756. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim,
ilimden doymayan ve hatta göstermelik de olsa doyduğunu göstermeyen kimsedir.”[1855]
13757. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cahil
kimseler arasındaki, ilim talep eden kimse ölüler arasındaki diri gibidir.”[1856]
13758. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep eden kimse, çektiği sıkıntı kadar çabasından faydalanmadıkça asla ölmez.”[1857]
13759. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep etmek için göç eden kimse, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir.”[1858]
13760. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep eden kimse, bu halet üzereyken eceli gelir de ölürse, şehit olarak
ölmüştür.”[1859]
13761. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim gece veya gündüz ilim talep ederse mutlaka Allah’ın rahmetine gark olur.”[1860]
13762. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep eden kimseye dünya izzeti ve ahiret kurtuluşu vardır.”[1861]
13763. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep ederek dışarı çıkarsa, dönünceye kadar Allah yolunda yürümüş
olur.”[1862]
13764. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep eder ve onu elde ederse, Allah kendisi için sevaptan iki pay
verir. Her kim de bir ilim talep eder ve onu elde edemezse Allah kendisine
sevaptan bir pay yazar.”[1863]
13765. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep ederse, gündüzünü oruç tutmuş, gecesini ise ibadetle geçirmiş
kimse gibidir. Her kim ilmin bir bölümünü öğrenirse, bu kendisi için Ebu Kubeys
dağının altından olmasından ve onu Allah yolunda infak etmesinden daha
hayırlıdır.”[1864]
13766. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep ederse, Allah onun rızkını üstlenir.”[1865]
13767. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ın dinini anlamak ve öğrenmek için çalışırsa, Allah onun isteğini ve rızkını
hiç hesaba katmadığı yerden verir.”[1866]
13768. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep eden kimse gerçekte rahmet talep eden kimsedir. İlim talep eden kimse İslam’ın
rüknüdür ve sevabı peygamberlerle birlikte verilir.”[1867]
13769. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisini veya gelecektekileri ıslah etmek için ilimden bir bölüm öğrenmek
isterse, Allah çakıllıklardaki çakıllar sayısınca ona mükafat verir.”[1868]
13770. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim İslam’ı ihya etmek için bir ilim talep ederse ve bu durumda ölecek olursa,
peygamberler ondan sadece bir derece üstün olurlar.”[1869]
13771. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim İslam’ı ihya etmek için ilmin bir bölümünü öğrenmeye çalışırsa, cennette
kendisiyle Peygamberler arasında sadece bir derece mesafe olur.”[1870]
13772. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep ederken ölümü gelip çatarsa Allah-u Teala’yla kendisiyle
Peygamberler arasında peygamberlik derecesi dışında hiçbir mesafenin olmadığı
bir halde mülakat eder.”[1871]
13773. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep ederken ölecek olursa, kendisiyle peygamberler arasında sadece
bir derece farklılık olur.”[1872]
bak. 2837. Bölüm
13774. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Melekler
talep ettikleri şeyden hoşnut oldukları için ilim talibine kanatlarını
yayarlar.”[1873]
13775. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
melekler kendisinden hoşnut oldukları için kanatlarını ilim talibinin ayakları
altına sererler.”[1874]
13776. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
melekler ilim talibini kanatlarıyla kendi aralarına alırlar ve dünya semasına
ulaşıncaya dek birbirine kenetlenirler. Zira ki melekler onların aradıkları
şeyden hoşnutturlar.”[1875]
13777. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Melekler
kanatlarını ilim talibi için yayar ve kendisi için mağfiret dilerler.”[1876]
13778. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim sabah ilim talep ederek (evinden) çıkarsa melekler onun başına gölge ederler,
hayatı bereketli olur ve rızkından hiçbir şey azalmaz.”[1877]
13779. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim öğrenmek için bir yolu katederse, Allah onu cennet yollarından birine
götürür.”[1878]
13780. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep etmek için bir yolu katederse, Allah onu cennete giden bir yolda
yürütür.”[1879]
13781. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
bana şöyle vahyetmiştir: “Her kim ilim tahsil etmek için bir yolu kat ederse,
kendisine cennete doğru bir yolu kolaylaştırırım.”[1880]
13782. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herşeyin
bir yolu vardır. Cennetin yolu da ilimdir.”[1881]
13783. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim tahsil etmek için dışarı çıkarsa, yüzüne cennetten bir kapı açılır.”[1882]
13784. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep ederse, cennet de talep ettiği şeyde olur.”[1883]
13785. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bütün
herşey, hatta denizdeki balıklar bile, ilim talep eden kimseler için mağfiret
dilerler.”[1884]
13786. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herşey,
hatta denizdeki balıklar ve gökteki kuşlar bile ilim talibi için mağfiret dilerler.”[1885]
13787. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herşey
hatta denizlerdeki balıklar, haşereler, yeryüzündeki böcekler, sürüngenler,
yırtıcı hayvanlar ve yaylada otlayan hayvanlar bile ilim talibi için mağfiret
diler.”[1886]
13788. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzündeki
bütün canlılar, hatta denizdeki balıklar bile ilim talibine selam gönderirler.”[1887]
13789. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim talep etmek için evinden dışarı çıkarsa, yetmiş bin melek ardından
yola düşer ve kendisi için mağfiret diler.”[1888]
13790. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim öğrenir, amel eder ve öğretirse en büyük melekutta azametli sayılır.”[1889]
13791. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Kendilerini
rızıklandırdığımız şeyden infak ederler”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani onlara
öğrettiğimiz şeyleri başkalarına da öğretir ve kendilerine Kur’an’dan
öğrettiğimiz şeyleri tilavet ederler.”[1890]
13792. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer
birisi bir ilim öğrenir ve onu insanlara öğretirse, bu iş onun için sadakadır.”[1891]
13793. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En
iyi sadaka, insanın bir ilim öğrenmesi, sonra onu kardeşine öğretmesidir.”[1892]
13794. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmin
zekatı onu bilmeyen kimseye öğretmektir.”[1893]
13795. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herşeyin
bir zekatı vardır. İlmin zekatı ise onu ehline öğretmektir.”[1894]
13796. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar,
yayılan bir ilimden daha üstün bir sadaka vermemiştir.”[1895]
13797. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
rahmeti işimizi ihya eden kulun üzerine olsun.” Ben (ravi) şöyle arzettim:
“İşinizi nasıl ihya eder? ” İmam şöyle buyurdu: “İlimlerini öğrenir ve onları
insanlara öğretir. Zira eğer insanlar, sözlerimizin güzelliklerini bilecek
olurlarsa, şüphesiz bize uyarlar.”[1896]
13798. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
alimlerden öğretme sözünü almadıkça, cahillerden öğrenme sözünü almadı.”[1897]
13799. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah, cahili ilim öğrenmekle sorumlu kılmadan önce, alimi öğretmekle
sorumlu kılmıştır.”[1898]
bak. 2857, 2859. Bölümler; el-Kur’an, 3299.
Bölüm
13800. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü, birisini bulutlar gibi yoğun veya dağlar gibi sağlam iyiliklerle
getirirler. O şöyle der: “Ey Rabbim! Ben bunları yapmadım, bunlar nereden
geldiler” Allah şöyle buyurur: “Bunlar senin insanlara öğrettiğin ve senden
sonra amel edilen ilimdir.”[1899]
13801. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim başkasına iyi bir iş öğretirse, kendisine onunla amel eden kimsenin
sevabına benzer bir sevap verilir.” Ben (ravi) şöyle arzettim: “Eğer ilim
öğrenen kimse, o öğrendiği ilmi başkasına öğretirse, yine de kendisi için aynı
sevap var mıdır? İmam şöyle buyurdu: “Eğer bütün insanlara (her biri başkası
vasıtasıyla) öğretecek olursa, kendisi için o sevabın benzeri vardır. O ilimle
amel eden kimsenin sevabı kendisine aynen verilir. Ben (ravi) şöyle arzettim:
“Hatta eğer ölmüşse de mi? ” İmam şöyle buyurdu: “Evet, hatta eğer ölmüşse
bile.”[1900]
13802. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir hidayet kapısı öğretirse, kendisi için onunla amel eden kimsenin
sevabının bir benzeri verilir. Onunla amel edenlerin sevabından da bir şey
azaltılmaz.”[1901]
13803. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
alınan hiçbir şey ateşi azaltmaz, ama ateşin sönmesi bir odun bulmaman sebebiyledir.
İlim de işte böyledir. (Diğer insanların) İlimde olmaları o ilmi öğrenmek dini
ortadan kaldırmaz, lakin ilmi yüklenenlerin cimriliği ilmin yokluğuna sebep
olur.”[1902]
13804. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
dışında her şey harcamakla azalır.”[1903]
13805. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
terbiyesi için en iyi yardım öğretmektir.”[1904]
13806. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmini
başkalarına öğret, başkalarının ilmini de öğren. Zira bu işle hem ilmini
sağlamlaştırmış olursun ve hem de bilmediğin şeyi öğrenmiş olursun.”[1905]
bak. 2874. Bölüm; ed-Diraset, 1185. Bölüm
Kur’an:
“Allah, kitab verilenlerden, “Onu insanlara
açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz” diye ahit almıştı. Onlar ise, onu
arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür! ” [1906]
13807. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
cahillerden ilim öğrenmeye dair söz almadan önce, ilmini cahillere öğreteceği
hususunda alimlerden söz almıştır. Zira ilim cehaletten önce vardı.”[1907]
13808. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali’nin
(a.s) kitabında, okuduğum üzere Allah cahillerden söz almadan önce cahillere
ilmini öğretecekleri hususunda alimlerden söz almıştır. Zira ilim cehaletten
öncedir.”[1908]
Bak. 2854. Bölüm; 13798, 13799. Hadisler
Kur’an:
“Gerçekten indirdiğimiz apaçık delilleri ve
hidayeti kitapta insanlara açıkladıktan sonra gizleyen kimseler var ya, onlara
hem Allah lânet eder, hem lânetçiler lânet eder.” [1909]
“Gerçekten,
Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere
değişenler var ya, onların karınlarında yedikleri ancak ateştir. Allah kıyamet
günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azap
vardır.” [1910]
13809. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmi
gizleyen kimseye her şey hatta denizdeki balık ve gökteki kuş bile lanet eder.”[1911]
13810. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kime Allah bir
ilim verir de onu bilerek gizlerse kıyamet günü ateşten bir gem vurulmuş halde
aziz ve celil olan Allah ile görüşür.”[1912]
13811. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim faydalı bir ilime sahip olduğu halde onu gizlerse kıyamet günü ona Allah
ateşten bir gem vurur.”[1913]
13812. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir ilmi gizlerse cahil kimse gibidir.”[1914]
13813. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmini
gizleyen alim kıyamet günü en kötü kokularla haşrolur ve bütün canlılar hatta
yeryüzündeki en küçük canlılar bile ona lanet eder.”[1915]
13814. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ın din işi (veya halk) için faydalı karar kıldığı bir ilmi gizlerse
kıyamet günü Allah ona ateşten bir gem vurur.”[1916]
13815. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu
ümmetin sonuncusu ilkine lanet ettiğinde her kim hadisi gizlerse şüphesiz
Allah’ın nazil buyurduğu şeyi gizlemiş olur.”[1917]
13816. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden
birinin bir bilgisi olduğu halde insanların korkusundan onu gizlediğini
bilmemiş olayım.”[1918]
13817. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah ilim verdiği her alime onu hiç kimseden gizlemeyeceğine
dair söz almıştır.”[1919]
bak. 456. Konu, el-Kitman; el-Emsal, 3639. Bölüm;
el-Bihar, 2/64, 13. Bölüm
13818. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
ve melekleri, hatta yuvasındaki karıncalar ve hatta denizdeki balıklar
insanlara hayır ve iyilik öğreten kimseye selam eder.”[1920]
13819. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzündeki
varlıklar, denizdeki balıklar, gökteki varlıklar, bütün gök ve yer ehli
iyilikleri öğreten kimse için bağışlanma diler.”[1921]
13820. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzündeki
varlıklar, denizdeki balıklar, Allah’ın yer ve gökteki tüm küçük ve büyük
varlıkları iyilikleri öğreten kimse için mağfiret diler.”[1922]
13821. Resulullah (s.a.a) Yemen’e gönderdiğinde
Muaz b. Cebel’e şöyle buyurmuştur: “Sonra
öğretmenleri insanların arasına yay.”[1923]
13822. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu
üç kimse hakkında münafıklar dışında hiç kimse saygısızlık etmez: Sakalını
İslam yolunda ağartan o kimse, adil imam ve iyilikleri öğreten kimse.”[1924]
13823. Allah-u Teala Musa’ya (a.s) şöyle
vahyetmiştir: “Ey Musa! İyilikleri öğren ve onları
insanlara da öğret. Zira ben korkup yalnızlığa kapılmasınlar diye hayrı öğrenen
ve öğreten kimselerin kabirlerini aydınlatırım.”[1925]
13824. Resulullah’ın (s.a.a), huzurunda
İsrailoğullarından olan iki kişiden birinin farz namazları kıldıktan sonra
oturup insanlara iyilik öğrettiğinden diğerinin ise gündüzleri oruç tutup
geceleri ibadetle geçirdiğinden bahsedilince şöyle buyurmuştur: “Birincisinin
ikinci şahsa üstünlüğü benim sizin en düşüğünüze olan üstünlüğüm gibidir.”[1926]
13825. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizlere
cömertlerin en cömerdini haber vermeyeyim mi? Allah cömertlerin en cömerdidir.
Ben de ademoğullarının en cömerdiyim. Benden sonra da sizin en cömerdiniz ilim
öğreten ve bu yolla ilmi yayılan kimsedir. O kıyamet günü tek başına bir ümmet
gibi haşrolur. Hakeza (aynı makama sahip olan diğer biri de) aziz ve celil olan
Allah yolunda öldürülünceye kadar fedakarlık eden kimsedir.”[1927]
bak. 2854. Bölüm
13826. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlk
kitapta şöyle yer almıştır: Ey ademoğlu! Sana bedava öğretildiği gibi sen de
bedava öğret.”[1928]
13827. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala Adem’e sanatlardan bin sanat öğretti ve ona şöyle buyurdu: “Çocuklarına
ve soyuna şöyle de: “Eğer sabrınız yoksa bu sanatlarla dünyayı talep ediniz ve
dini dünyaya ulaşma vesilesi kılmayınız. Zira din bütünüyle bana aittir.
Dünyayı diniyle arayan kimseye eyvahlar olsun! Eyvahlar olsun! ”[1929]
13828. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin
kötü alimlerine eyvahlar olsun. Bu kötü alimler ilmi ticaret vesilesi kılarlar.
Onu şahsi menfaatleri için kendi zamanındaki yöneticilere satarlar. Allah
onların ticaretlerini karlı kılmasın.”[1930]
13829. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) kendisine helal olmayan bir kadının avret yerine bakan bir kimseye,
dini kardeşinin hanımına ihanet eden kimseye ve insanlar (dini) öğrenmek için
kendisine muhtaç olduğunda onlardan bir ücret talep eden bir kimseye lanet
etmiştir.”[1931]
13830. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ahiret işiyle dünyayı talep ederse ahirette hiçbir nasibi yoktur.”[1932]
13831. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim (dini) ilimler vesilesiyle rızık elde ederse Allah yüzünü değiştirir. Onu
tersyüz eder ve böylece kendisine ateş daha evla olur.”[1933]
13832. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim halkın dini anlamak için kendisine muhtaç olduğu halde onlardan bir ücret
talep ederse Allah-u Teala’nın onu cehennem ateşine atmasına hak kazanır.”[1934]
13833. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim sahip olduğu bir ilmi gizler veya onu (öğretmek) için ücret alırsa kıyamet
günü ateşten gem vurulmuş olarak Allah-u Teala ile görüşür.”[1935]
13834. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim hadisi, dünyevi bir fayda için isterse (veya öğrenirse) ahiret günü bir
nasibi olmaz ve her kim de onu ahiret hayrı için dilerse Allah ona dünya ve
ahiret hayrını verir.”[1936]
13835. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı
öğreniniz, Kur’an’ı rızık elde etme vesilesi kılmayınız ve onunla büyüklük
taslamayınız.”[1937]
bak. Et-Ticaret, 447. Bölüm; eş-Şerr, 1968.
Bölüm
13836. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmini geçim vesilesi kılarsa muhtaç olur.” Ben, (ravi şöyle arzettim:
“Fedan olayım sizin Şiileriniz ve dostlarınız arasında bir grup sizin
ilimlerinizi öğrenmekte, onları Şiiler arasında yaymakta ve bu vesileyle de
onlara hediye ve ikramda bulunulmaktadır.” İmam şöyle buyurdu: “Bunlar
(ilimleriyle) rızık elde edenler değildirler. İlimle rızık elde eden kimseler
bir ilmi olmadığı halde ve aziz ve celil olan Allah tarafından bir hidayet elde
etmediği halde hakları çiğnemek ve dünyevi servete ulaşmak için fetva veren
kimselerdir.”[1938]
13837. İmam Sadık (a.s) kendisine “Bunlar,
(dini ilimler) öğreten kimsenin kazancı haramdır” diyorlar denince İmam şöyle
buyurmuştur: “Bu Allah’ın düşmanları yalan
söylüyorlar. Onlar Kur’an’ın öğretilmemesini istiyorlar. Eğer birisi oğlunun
diyetini bile öğretmene verecek olursa o diyet bile kendisi için helal ve mübah
olur.”[1939]
13838. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir saat ilim öğrenmenin zilletine sabretmezse sürekli olarak cehalet
zilletinde kalır.”[1940]
13839. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden
hiç kimse bilmediği bir şeyi öğrenmekten haya etmesin.”[1941]
13840. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğreniniz zira ilim öğrenmek iyiliktir. İlmi müzakere tespih, ilmi araştırma
cihat, bilmeyen kimseye öğretmek ise sadakadır... ilim halvet durumunda dost,
yalnızlıkta arkadaş, düşman aleyhine bir silah ve dostlar için bir süstür.
Allah ilim vasıtasıyla bir gurubu yüceltmiş ve onları hayırda imam kılmıştır ki
kendilerine uyulsun, amellerine dikkat edilsin ve eserleri iktibas edilsin.”[1942]
13841. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sürekli
bir alimin kapısına gidip gelen kimse için Allah attığı her adıma karşılık bir
yıllık ibadet (sevabını) yazar.”[1943]
13842. Hz. Lokman (a.s) oğluna öğüt vererek
şöyle buyurmuştur: “Oğulcağızım! Gündüzlerinden,
gecelerinden ve saatlerinden bir bölümünü ilim tahsili için ayır. Zira sen
kendin için ilmi terketme gibi bir kayıp bulamazsın.”[1944]
13843. İmam Ali (a.s) takva sahiplerinin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlardan birinin
alametleri; sen onu dini işlerde güçlü bulursun. Aynı zamanda, uzak
görüşlülükte yumuşak, imanda şeksiz şüphesiz, ilimde hırslı ve bilgisi hilimle
içiçedir.”[1945]
bak. el-Helak, 4019. Bölüm; eş-Şebab, 1944.
Bölüm; el-Kur’an, 3298. Bölüm
13844. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim
Allah için (bir ilim) öğrenir ve Allah için öğrendiği ilimle amel ederse ve
Allah için onu başkalarına öğretirse göklerin melekutunda yücelikle anılır ve
kendisi hakkında şöyle denir: “Allah için öğrendi Allah için amel etti ve Allah
için öğretti.”[1946]
13845. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir ilim öğrenir, amel eder ve onu Allah için öğretirse göklerin
melekutunda yücelikle anılır ve kendisi hakkında şöyle denir: “Allah için
öğrendi, Allah için amel etti ve Allah için öğretti.”[1947]
13846. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alim
ilmiyle Allah-u Teala’nın rızasını dilerse her şey ondan korkar ilimden hedefi
mal olursa o her şeyden korkar.”[1948]
13847. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
alimler ilimlerini sahip olduğu hak ve hürmet sebebiyle yüklenirlerse (öğrenirlerse)
şüphesiz Allah, melekler ve yaratıklarından itaat ehli olan kimseler onları
sever, ama onlar ilmi dünya talebi için öğrendiler ve bu yüzden de Allah
onlardan nefret etti ve insanların önünde hor ve hakir bir hale düştüler.”[1949]
13848. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu
ümmetin alimleri iki kimsedir: Allah’ın kendisine bir ilim verdiği, bu ilim
vesilesiyle Allah’ın rızayetini ve ahiret yurdunu dileyen, ilminden insanlara
öğreten, tamaha kapılmayan ve onu az bir değere satmayan kimsedir. Böyle bir
kimse için karadaki ve denizdeki varlıklar, havadaki kuşlar bağışlanma dilerler.
Bunlar Allah’ın huzuruna büyüklük ve şerafetle varırlar. İkinci kimse ise
Allah’ın kendisine ilim verdiği bu ilmi Allah’ın kullarından esirgeyen, tamaha
kapılan ve ilmini az bir değere satan kimsedir. Böyle bir kimseye kıyamet günü
ateşten bir gem vurulur.”[1950]
13849. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah için ilim öğrenirse, ulaştığı her kapı sayesinde kendisini daha çok
küçük görür, insanlara mütevazi davranır, Allah’tan korkusu daha fazla olur ve
din hakkında daha çok çalışır. Böyle bir kimse ilimden faydalanır. O halde ilim
öğrenmesi gerekir. Ama eğer ilmi dünya, insanlar nezdinde bir makam, sultan
nezdinde bir konuma ulaşmak için öğrenirse ulaştığı her kapıda kendisini daha
büyük görür, insanlara karşı üstünlük taslar, Allah’tan gaflet eder ve dinden
mesafe almaya başlar. Böyle bir kimse ilimden faydalanamaz. O halde (ilim
tahsil etmekten) sakınması ve kıyamet günü kendisi aleyhine bir hüccet,
pişmanlık ve rüsvalık temin etmemesi gerekir.”[1951]
13850. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmi, amel etmek için öğrenirse ilim pazarının kesatı onu korkuya
düşürmez.”[1952]
bak. el-İhlas, 1037. Bölüm
13851. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmi ehlinden alır ve onunla amel ederse kurtuluşa erer ve her kimin de
ilim tahsilinden maksadı dünya olursa nasibi sadece o ilim olur.”[1953]
13852. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim insanları kandırmak için ilim elde etmeye çalışırsa cennetin kokusunu
alamaz.”[1954]
13853. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim gösteriş ve şöhret düşkünlüğü için ilim öğrenir ve ilimden maksadı dünya olursa
Allah ondan bereketini alır ve hayatı ona dar kılar , onu kendi haline bırakır.
Her kimi de Allah kendi haline bırakırsa helak olur.”[1955]
13854. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’tan başkası için ilim öğrenirse yerini cehennemde hazırlasın.”[1956]
13855. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’tan başkası için ilim öğrenirse aziz ve celil olan Rabbini alaya
almış kimse gibidir.”[1957]
13856. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah
peygamberlerinden birisine şöyle vahyetmiştir: “Dinden başkası için din ilmini
öğrenen, amelden başkası için ilmini çoğaltan ve dünyayı ahiretten başkası için
talep eden kimse insanların gözünde kalpleri kurtların kalbi olduğu halde koyun
postuna bürünmüş olarak gözükür. Bunların dilleri baldan tatlıdır, ama amelleri
sabır ağacından daha acıdır. (Bunlara de ki:) “Beni mi kandırıyorsunuz? Bunlar
için öyle bir fitne çıkaracağım ki hikmet sahibi kimse bile şaşkınlığa
düşecektir.”[1958]
13857. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah için öğrenmesi gereken ilmi dünya malından bir şey elde etmek için
öğrenirse kıyamet günü cennetin kokusunu alamaz.”[1959]
13858. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim insanların kalbini kendisine esir kılmak için güzel sözler öğrenirse Allah
kıyamet günü onun ne tövbesini kabul eder ve ne de fidyesini (veya ne bir
farzını ve ne de bir nafilesini).”[1960]
13859. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Konuşma
yapan her kula Allah mutlaka bu konuşmadan neyi hedeflediğini sorar.”[1961]
13860. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir hutbe irat eder de bundan maksadı gösteriş ve şöhret düşkünlüğü olursa
Allah kıyamet günü onu riya ve şöhret durağında tutar.”[1962]
13861. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmiyle insanları rüsva etmeye kalkarsa, insanların duyan kulağı olan Allah
da onu rezil eder, küçük düşürür ve aşağılar. [1963]”[1964]
bak. Er-Riya, 1409. Bölüm
13862. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlimden
sizin için öne çıkan her şeyi alınız. Sakın ilmi şu dört şey için elde etmeye
çalışmayınız: Alimlere üstünlük taslamak, sefihlerle çekişmek, toplantılarda
gösteriş yapmak veya insanların ilgisini çekmek ve onlara başkanlık etmek
için.”[1965]
13863. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmi
sefihlerle tartışmak, alimlerle mücadele etmek ve halkı kendi tarafınıza çekmek
için öğrenmeyiniz. Aksine konuşmalarınızla Allah nezdinde olan şeyleri
dileyiniz. Zira kalıcı ve devamlı olan O’dur. O’ndan başka var olan her şey yok
olacaktır.”[1966]
13864. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmi şu dört şey için elde etmeye çalışırsa cehenneme gider: Alimlere karşı
övünmek, sefihlerle tartışmak, insanların dikkatini kendisine çekmek veya emir
sahiplerinden bir şey elde etmek için.”[1967]
13865. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim sefihlerle tartışmak için, alimlere üstünlük taslamak veya insanların
dikkatini kendisine çekmek için ilim öğrenirse yeri cehennemdir.”[1968]
13866. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim alimlere karşı övünmek veya toplantılarda cahillerle tartışmak için ilim
öğrenirse cennetin kokusunu alamaz.”[1969]
13867. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim sefihlerle tartışmak için bu hadisleri öğrenir veya üstünlük taslamak için
hadis öğrenirse cennetin kokusunu alamaz.”[1970]
13868. İmam Rıza (a.s) kendisine İmam Sadık’ın
(a.s), “Her kim sefihlerle tartışmak alimlere karşı üstünlük taslamak veya
insanların dikkatini çekmek için ilim öğrenirse ateştedir” sözünü soran Herevsi’ye
şöyle buyurmuştur: “Ceddim doğru buyurmuştur: “Sefihlerin
kim olduğunu biliyor musun?” ben, “Hayır ey İbn-i Resulillah! ” diye arzedince
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Onlar muhaliflerimizden olan nakilcilerdir.
Alimlerin kim olduğunu biliyor musun?” ben, “Hayır, ey İbn-i Resulillah!” diye
arzedince İmam şöyle buyurdu: “Onlarda aziz ve celil olan Allah’ın itaatlerini
farz kıldığı ve dostluklarını vacip kıldığı Al-i Muhammed’in alimleridir.”
İmam daha sonra şöyle buyurdu: “...veya
insanların dikkatini kendisine çekmek için” sözünün anlamını biliyor musun?”
ben, “Hayır” diye arzedince İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki bu
cümlenin anlamı da haksız yere imamet iddiasında bulunmaktır. Kim böyle yaparsa
yeri ateştir.”[1971]
13869. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
tahsil edenler üç kısımdır. Onları mutlaka sıfatlarıyla ve şahsiyetleriyle
tanıyınız: Onlardan bir grubu tartışmak ve cedelleşmek için ilim öğrenir. Bir
grubu üstünlük taslamak ve aldatmak için ilim öğrenir. Bir grubu ise anlamak ve
amel etmek için ilim öğrenir. Ama tartışmak ve cedelleşmek için ilim öğrenen
kimse ilmi müzakere ve tartışma toplantılarında insanlara eziyet eder ve
çekişir. Huşu gösterişinde bulunur ama günahtan sakınmaktan uzaktır. Bu yüzden
Allah onun belini kırar ve burnunu yere sürter. Büyüklük taslamak ve aldatmak
için ilim öğrenen kimse ise kendi emsallerinin karşısına dikilir ama (ilmi
açıdan) kendilerinden daha az olduğu güçlüler karşısında alçak gönüllü
davranır. Onların tatlısını yer ve dinini darmadağın eder. O halde Allah böyle
kimsenin gözlerini kör eder ve eserlerini alimlerin eserleri arasından kesip
atar. Anlamak ve amel etmek için öğrenen kimseyi ise üzgün ve hüzünlü görürsün.
Gece karanlığında kalkar ve kendi halinde olur. İş yapar ama korkar, güvenilir
kardeşleri dışında herkesten korku içindedir. Allah böyle kimselerin erkanını
güçlendirir ve kıyamet günü onlara eman verir.”[1972]
13870. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
üç kısımdır: İnsanların kendisiyle ve kendisinin de ilmiyle diri olduğu alim,
insanların kendisiyle diri olduğu ve onun ise kendisini helak ettiği alim ve
ilmiyle diri olan ama kendisinden başka hiç kimsenin ilminden istifade etmediği
alim.”[1973]
13871. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya
varoldukça alimler bakidir. Bedenleri ortadan kalkar ama hatıraları kalplerde
olur.” İmam daha sonra eliyle göğsüne işaret ederek şöyle buyurdu: “Bilin ki
burada ilim çoktur. Keşke onu taşıyabilecek kimseler bulsaydım! Elbette zeki
kimseler vardır ama ya emin ve güvenilir değillerdir. Zira ya din araçlarını
dünaları için kullanırlar. Allah’ın nimetlerini hüccetlerini ve burhanlarını zayıfların
onu haksız yere dost edinmeleri için Allah’ın kulu ve dostları üzaerindeki
hakimiyeti için kullanır. Ya da hakkın taşıyıcıları karşısında itaatkar ve ram
oldukları halde hakkın zikzakları hususunda aşina ve basiretli değillerdir.
Ortaya çıkan ilk şüphede kalplerine şüphe ateşi düşer. Bilin ki ne bu grup
benim ilmimden faydalanma liyakatine layıktır ve ne de o grup. Bir grup ise
lezzetlere ihtiras duyar ve şehvetlere tabi olurlar. Bir grubu ise mal toplama
ve servet biriktirmeye düşkündürler. Bu iki grup dinin koruyucusu değildir.
Onlara en çok benzeyenler, otlayan hayvanlardır. Alimlerin ölümüyle, şüphesiz
ilim de ölür. Evet, elbette yeryüzü Allah’ın hüccetini ikame eden kimseden boş
değildir. (Allah’ın bu hücceti) ya aşikar ve tanınmıştır veya Allah’ın hüccetleri
ve apaçık nişaneleri ortadan kalkmasın diye korku içinde ve gizlidir. Bunlar
kaç kişidir ve nerededir? Bunların sayısı az, makam ve mevzileri büyüktür.”[1974]
13872. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kullarından en sevdiği kimse, nefsine karşı Allah’ın kendisine yardım ettiği kişidir...
O, karanlıkların ışığı, şüphelerin gidericisi,
belirsizliklerin anahtarı, güçlükleri gideren, uçsuz bucaksız çöllerde yol
gösterendir. Söyler, anlatır; susar, salim kalır... Bir başkası da var,
ilim sahibi olmadığı halde kendini alim diye tanıtır. Cahillerden ve
sapıklardan birkaç sapıklığı ve cehaleti almış, insanlara aldatış ağlarını
germiştir ve sahte sözler söylemektedir... Şüpheli şeylerde “Duraklarım” der de
şüphelerin içine düşer; “Bidatlerden sakınırım” der fakat, onların içine
yuvarlanır. Suratı insan, kalbi ise hayvan kalbidir. Hidayet kapısını bilmez ki
yönelsin, körlük kapısını bilmez ki ondan yüz çevirsin. Dirilerin ölüsü odur.”[1975]
bak. el-Kur’an, 3313. Bölüm
Kur’an:
“İnsan, yiyeceğine bir baksın.”[1976]
13873. İmam Bakır (a.s), Allah-u Teala’nın, “İnsan
yiyeceğine bir baksın” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yani aldığı ilmi kimden aldığına iyi
bakmalıdır.”[1977]
13874. Zulkarneyn (a.s) yaptığı vasiyetinde
şöyle buyurmuştur: “İlmi kendisine fayda vermeyen kimseden
öğrenmeyin. Zira ilmi kendisine fayda vermeyen kimse, sana fayda vermez.”[1978]
13875. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
rabbani alim dışında elde edilemez (veya ilmi rabbani alimden başkasından almamak
gerekir) ve böyle bir alimi tanımak akılla mümkündür.”[1979]
13876. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
dindir, namaz dindir, o halde ilmi kimden aldığınıza bakınız.”[1980]
13877. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yiyeceği
şeyleri düşündüğü halde, akli şeyleri düşünmeyen kimseye şaşarım. Bu kimse
karnını kendisine zararlı olan şeyden sakındırdığı halde göğsüne kendisini
helak edici şeyleri bırakır.”[1981]
bak. el-Mev’ize, 4242. Bölüm
Kur’an:
“Şeytana
ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere, onlara, müjde vardır.
Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola
eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.” [1982]
13878. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
havariler grubu! Kandil yağının kötü kokusu, işinize yaradığı halde size ne
zarar verebilir. O halde ilmi de istediğinizden alınız ve (ilmi aldığınız
kimsenin) yaptıklarına bakmayınız.”[1983]
13879. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmi
bilen kimseden alınız ve ilminizi bilmeyen kimseye öğretiniz.”[1984]
13880. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kimin
dediğine değil, ne dediğine bakınız.”[1985]
13881. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hikmeti
sana getirenden al, ne dediğine bak, kimin dediğine bakma.”[1986]
13882. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakkı
batıl ehlinden öğreniniz. Batılı ise hak ehlinden öğrenmeyiniz ve sözü
değerlendirmesini biliniz.”[1987]
bak. el-Hikmet, 917. Bölüm
13883. Resulullah (s.a.a), kendisine ilmin ne
olduğunu soran birisine şöyle buyurmuştur: “Susmaktır!
” O şahıs, “Sonra nedir? ” diye sorunca Peygamber şöyle buyurdu: “Ona kulak
vermektir” O şahıs, “sonra nedir? ” diye sorunca, “Onu ezberlemektir” diye
buyurdu. O şahıs, “sonra nedir? ” diye sorunca Peygamber, “O ilimle amel
etmektir” diye buyurdu.” O şahıs, “sonra nedir? ” diye sorunca Peygamber, “O
ilmi yaymaktır” diye buyurdu.”[1988]
13884. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisine
ilim öğrettiğiniz kimseye karşı alçak gönüllü olun. Kendisinden ilim talep
ettiğiniz kimseye karşı da alçak gönüllü olun. Kibirli alim olmayın ki (bu
ameliniz sebebiyle) batılınız hakkı ortadan kaldırır.”[1989]
13885. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisinden
ilim öğrendiğiniz ve öğrettiğiniz kimseye karşı mütevazi olunuz, mütekebbir
alimlerden olmayınız. Aksi takdirde ilminiz cehaletinizi örtmez.”[1990]
13886. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğreniniz, ilim için vakar ve ağırbaşlılık öğreniniz ve kendisinden ilim
öğrendiğiniz kimse karşısında alçak gönüllü olunuz.”[1991]
bak. 2919. Bölüm
13887. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin
öğrencinin hakkı ise Allah’ın sana verdiği hilim ve yüzüne açtığı (ilim)
hazineleri sebebiyle, seni öğrencine yönetici kıldığını bilmendir. Eğer
insanlara güzel öğretir, onlara kaba ve kötü davranmazsan ve onlara öğretmekten
bıkmazsan, Allah fazlından senin ilmini artırır. Ama eğer onlardan ilmini
esirgersen veya ilim öğrenmek için senin yanına geldiklerinde onlara kaba
davranırsan, aziz ve celil olan Allah’a ilmi ve ilmin azametini senden alması
ve insanların kalbindeki makamını düşürmesi yakışır.”[1992]
13888. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğrettiğiniz kimseye ve ilim öğrendiğiniz kimseye karşı yumuşak davranınız.”[1993]
13889. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
havariler topluluğu! Benim sizinle bir işim var, onu benden kabul edin.”
Havariler, “Kabul edilmiştir ey Ruhullah” diye arzettiler. Mesih (a.s) yerinden
kalktı ve onların ayaklarını yıkamaya başladı. Onlar şöyle arzettiler: “Biz bu
işe senden daha layıkız, ey Ruhullah! ” Hz. Mesih (a.s) şöyle buyurdu:
“İnsanlara hizmet etmeye en layık olanı alimdir. Ben burada sizlere böylesine
mütevazi davranıyorum ki, sizler de benden sonra insanlara karşı mütevazi
davranasınız.”[1994]
13890. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “İnsanlardan
büyüklenerek yüz çevirme” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yani ilim öğrenmek için yanına gelen
herkes senin için eşit olmalıdır.”[1995]
Kur’an:
“Mûsa ona: “Sana öğretileni bana hayra
götüren bir bilgi olarak öğretmen için peşinden gelebilir miyim? ” dedi. O: “Sen
doğrusu benim yaptıklarıma dayanamazsın, bilgice kavrayamadığın bir şeye nasıl
dayanabilirsin?” dedi.”[1996]
13891. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin
üstadının hakkı ona saygı göstermen, huzurunu ulu sayman, dikkatle sözlerine
kulak vermen, yüzünü ona doğru çevirmen, sesini yükseltmemen, birisi ona soru
sorduğunda bizzat kendisi cevap verinceye kadar senin cevap vermemen, huzurunda
hiç kimseyle konuşmaman, huzurunda hiç kimsenin gıybetini etmemen, senin
yanında gıybeti edildiğinde onu savunman, ayıplarını örtmen, iyiliklerini ve
güzel sıfatlarını aşikar kılman, düşmanlarıyla oturup kalkmaman ve dostlarına
düşmanlık etmemendir. Bu işleri yaptığın taktirde Allah’ın melekleri de senin
hakkında insanlar için değil de adı yüce olan Allah için o üstadın huzuruna
vardığına ve ilmini öğrendiğine tanıklık ederler.”[1997]
13892. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
alimin huzurunda oturduğunda, konuşmaktan çok, dinlemeye ihtiraslı ol. Güzel
konuşmayı öğrendiğin gibi, güzel dinlemeyi de öğren ve hiç kimsenin sözünü
kesme.”[1998]
13893. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
senin üzerindeki haklarından bazısı da şudur: (bir topluluğa vardığında)
herkese selam vermen ve ona da özellikle selam vermen, tam karşısında oturman,
onun huzurunda el, göz ve kaşla işaret etmemen, onun görüşüne muhalif olarak,
“falan kimse de şöyle diyor” dememen, onun huzurunda hiç kimsenin gıybetini
etmemen, meclisinde kimseyle gizlice konuşmaman, elbisesinden tutmaman, eğer
yorgunsa fazla soru sormaman ve meclisinin uzamasından sıkılmamandır. Zira
alimle oturup kalkmanın hikayesi, kendisinden bir şey düşünceye kadar
beklediğin hurma ağacının hikayesidir. Şüphesiz alim olan müminin sevabı, Allah
yolunda savaşan, gündüzleri oruç tutan ve geceleri ibadetle geçen kimsenin
sevabından daha çoktur. Alim öldüğünde İslam’da kıyamete kadar kapatılamayacak
bir gedik açılmış olur.”[1999]
13894. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
haklarından bazısı da şudur: “Ona fazla soru sormaman... Ona muhalefet ederek
sürekli, “falan kimse şöyle demiş, filan kimse şöyle demiş” dememen, onunla
oturmanın uzamasından sıkılmamandır. Zira alimin hikayesi, senin için bir şey
düşmesini beklemen gereken, hurma ağacının hikayesidir.”[2000]
13895. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim birine bir şey öğretirse, onu kendisine köle etmiş olur.” Kendisine şöyle
arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Yani onu satabilir mi? ” Peygamber şöyle
buyurdu: “Ona emreder ve yasaklar.”[2001]
13896. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nifakı
aşikar olan münafık dışında hiç kimse şu üç kimseye saygısızlık etmez: Sakalını
İslam yolunda ağartan kimseye, adil imama ve hayır öğreten öğretmene.”[2002]
13897. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
dışında dalkavukluk ve çekememezlik müminin ahlakından değildir.”[2003]
13898. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasadet
ve yağcılık, ilim talebi dışında hiç bir şeyde yoktur.”[2004]
bak. el-Bihar, 2/40, 10. Bölüm
13899. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimi
her ne kadar küçük de olsa küçük görme. Cahili, (toplumsal ve dünyevi makamlar
açısından) her ne kadar büyük de olsa büyük sayma.”[2005]
13900. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
alimi gördüğün zaman ona hizmetçi ol.”[2006]
13901. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir alime saygı gösterirse, Allah’a saygı göstermiştir.”[2007]
13902. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir alimi karşılamaya giderse, beni karşılamıştır. Her kim bir alimi
ziyarete giderse beni ziyaret etmiştir. Her kim bir alimle oturursa benimle
oturmuş gibidir. Her kim benimle oturursa, rabbiyle oturmuş gibidir.”[2008]
bak. Et-Ta’zim, 2755. Bölüm
13903. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğrenen kimseye nefsini ilim öğrenmeye zorlaması, ilim öğ-renmekten usanmaması
ve öğrendiği şeyi çok görmemesi bir haktır.”[2009]
13904. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
dışında her şey azalınca değer elde eder, ama ilim çoğalınca değer kazanır.”[2010]
13905. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ders
okuyan kimse dışında hiç kimse ilim elde edemez.”[2011]
13906. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmi birikimlerini çok düşünürse onu güçlendirmiş olur ve anlamadığı şeyi
anlar.”[2012]
13907. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim sürekli ilim tahsil etmezse anlayış ve kavrayışı olmaz.”[2013]
13908. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
talep ediniz ki ilminiz artsın.”[2014]
13909. Hızır (a.s) Musa’ya (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Musa! Eğer ilim istiyorsan, kendini
ilim öğrenmeye vakfet. Zira ilim kendisini ilim öğrenmeye ayıran kimseye
aittir.”[2015]
13910. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarda
şu on haslet kemale ermeyince, aklı da kemale ermez... Hayatta olduğu müddetçe
ilim talep etmekten usanmamak.”[2016]
bak. 2856. Bölüm, ed-Diraset, 1185. Bölüm
13911. Allame Meclisi (r.a) şöyle diyor: “Üstadımımız
Şeyh Bahai’nin (Allah ruhunu kutsasın) bir el yazmasını gördüm, bu el
yazmasında şöyle yazılıydı: “Şeyh Şemsuddin Muhammed b. Mekki şöyle dedi: “Şeyh
Ahmed Ferahani’nin el yazmasından doksan dört yaşlarında yaşlı birisi olan
Unvan’il Basri’den şöyle dediğini naklettim: “Ben yıllarca Malik b. Enes’in
derslerine katıldım ama Cafer-i Sadık (a.s) Medine’ye gelince onun derslerine
katıldım. Malik’ten istifade ettiğim gibi O’ndan da istifade etmek istedim. Bir
gün bana şöyle buyurdu: “Ben talep edilen bir insanım (ziyaretçilerim çoktur.) Ayrıca
gece gündüz ve belli bir saatlerde bir takım yaptığım virdler ve dualar vardır.
Beni virdlerimden alıkoyma. Malik’ten ilim öğren ve daha önce olduğu gibi onun
yanına git.” Ben bu sözden rahatsız oldum ve orayı terk ettim. Kendi kendime
şöyle dedim: “Eğer bende bir hayır görseydi beni yanına gidip gelmekten ve
kendisinden ilim öğrenmekten alıkoymazdı.” Bunun üzerine Resulullah’ın mescidine
gittim. Peygambere selam verdim. Ertesi gün Resulullah’ın haremine gittim, iki
rekaat namaz kıldım ve şöyle dedim: “Ey Allahım! Senden Cafer’in kalbini bana
merhametle yönlendirmeni ve beni onun ilminden rızıklandırmanı ve böylece onun
ışığında senin doğru yoluna hidayet bulmayı diliyorum.” Hüzün içinde eve döndüm,
kalbim Cafer’in sevgisiyle dolduğu için artık Malik b. Enes’in dersine
gitmedim. Evimden sadece farz namazları kılmak için çıkıyordum, sonunda sabrım
tükendi ve sıkılmaya başladım. İkindi namazını kıldıktan sonra ayakkabımı
giydim, abamı üstüme alarak Cafer’in evine doğru gittim, evine varınca kapıyı
çaldım, hizmetçisi dışarı çıktı ve “Ne istiyorsun?” diye sordu. “O şerafetli
insana selam vermek istiyorum” dedim. Hizmetçi, “O namaz kılmaktadır” dedi.
Kapının karşısına oturdum, çok geçmeden hizmetçi geldi ve bana: “Allah’ın
bereketiyle içeri gir” dedi. Ben evin içine girdim, ona selam verdim, selamımı
aldıktan sonra bana şöyle buyurdu: “Otur, Allah seni bağışlasın.” Ben oturdum.
İmam bir müddet başını önüne eğdi ve sonra başını kaldırarak şöyle buyurdu:
“Senin künyen nedir?” Ben, “Ebu Abdillah’tır” dedim. O şöyle buyurdu: “Allah
künyeni sağlam kılsın ve sana başarı versin, ey Ebu Abdillah! Ne istiyorsun?” Kendi
kendime şöyle dedim: “Eğer bu ziyaret ve selamdan sadece bu duayı elde ettiysem
bu bile çoktur.” İmam yeniden başını kaldırdı ve bana Ne istiyorsun?” dedi. Ben
şöyle dedim: “Allah’tan kalbini bana karşı yönlendirmesini ve beni ilminden
rızıklandırmasını diledim. Dolayısıyla Allah-u Teala’nın bu şerafetli insan
hakkındaki isteğime icabet etmesini ümit ediyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Ey Ebu
Abdillah! İlim öğretmekle değildir. Ancak va ancak o Allah-u Tealanın
hidayetini istediği herkesin kalbine koyduğu bir nurdur. O halde eğer ilim talibi
isen her şeyden önce kendi ruhunda ubudiyetin gerçeğini ara. İlmi amel etmekle
araştır ve Allah’tan anlayış dile ki sana anlayış nasip etsin.” Ben şöyle dedim:
“Ey şerafetli insan!” Bana şöyle buyurdu: “De ki ey Ebi Abdillah!” Ben de şöyle
dedim: “Ey Ebu Abdillah! Ubudiyetin hakikati nedir?” O şöyle buyurdu: “Üç
şeydir, birincisi kulun Allah’ın kendisine verdiği her şeyde kendisi için bir
malikiyet hakkı tanımamasıdır. Zira kullar ve köleler hiçbir şeyin maliki
olamazlar. Malı Allah’ın malı olarak bilirler. Ve Allah’ın emrettiği yerde
harcarlar. İkincisi ise kulun kendisi için bir tedbir ve çare düşünmemesidir.
Üçüncüsü ise kulun Allah-u Teala’nın kendisine emrettiği veya yapmasından
sakındırdığı şeylerle meşgul olmasıdır. Netice olarak kul, Allah-u Teala’nın
kendisine verdiği şeyler hususunda kendisi için bir malikiyetinin varlığına
inanmazsa, onları Allah’ın infak etmesini emrettiği yerlerde infak etmesi
kendisine kolaylaşır. Ayrıca kul kendi işinin tedbir ve çaresini kendi
müdebbirine (idare edicisine) havale ederse dünya musibetleri kendisine kolay
gelir. Ayrıca kul Allah’ın emir ve yasaklarıyla meşgul olursa (emrettiğini
yapmak ve yasakladıklarından sakınmak) artık insanlarla çekişmeye ve onlara
üstünlük taslamaya fırsat bulamaz. O halde Allah kulu bu üç haslet ile yüce
kılarsa dünya, şeytan ve insanların problemleri ona kolaylaşır, böylece dünyayı
çok elde etmek ve üstünlük taslamak için talep etmez, izzet ve büyüklük elde
etmek için gözü insanların nezdinde olan şeylerde olmaz ve günlerini boş yere geçirmez.
Bu, takva sahiplerinin ilk derecesidir. Allah tebarek ve Teala nitekim şöyle
buyurmuştur: “İşte bu ahiret yurdudur. Onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve
bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah’a karşı gelmekten
sakınanlarındır.”
Ben şöyle dedim: “Ey Ebu Abdillah! Bana
tavsiyelerde bulun.” İmam şöyle buyurdu: “Sana dokuz şeyi tavsiye ediyorum.
Bunlar Allah-u Teala’nın yolunu talep edenlere yaptığım tavsiyelerdir. Allah’tan
seni de bunlarla amel etmek hususunda muvaffak kılmasını diliyorum. Bu dokuz
şeyden üç şey nefsin riyazetiyle, üç şey hilimle ve diğer üç şey ise ilimle
ilgilidir. Bunları ezberle ve sakın küçük görme.” Unvan şöyle diyor: “Ben can
kulağımla imamı dinlemeye başladım imam şöyle buyurdu: “Riyazetle ilgili olan o
üç şey şunlardır: İstek ve iştahının olmadığı şeyi yemekten sakın. Zira bu şey
ahmaklığa ve aptallığa sebep olur. Diğeri de acıkmadığın müddetçe yemek
yememendir. Yemek yiyince de helalinden ye, Allah’ın adını zikret ve Allah
Resulünün şu hadisini hatırla: “İnsan karnından daha kötü bir kabı
doldurmamıştır.” Ama yemekten başka bir çare olmadığından dolayı da midenin
üçte birini yemeğe, diğer üçte birini su ve içeceklere ve diğer üçte birini ise
nefesine ayır.
Hilimle ilgili olan üç şey ise şunlardır: Eğer birisi
sana, “Bir söylersen on işitirsin” derse ona cevap olarak şöyle de: “Eğer on
tane dersen bir tane işitmezdin.” Eğer biri sana kötü söz söylerse ona şöyle
de: “Eğer dediğin şey doğruysa Allah’tan beni bağışlamasını dilerim. Eğer
yalansa Allah’tan seni affetmesini dilerim.” (Üçüncüsü ise şudur ki) eğer biri
sana çirkin laf söylerse sen ona nasihat et ve ona yol göster.
İlimle ilgili olan üç şey ise şunlardır: Eğer
bilmiyorsan alimlere sor. Sakın mücadele ve imtihan için onlara sormaya
kalkışma. Kendi görüşünle bir iş yapmaktan sakın. İşlerin hususunda mümkün
olduğu kadar ihtiyatla amel et ve aslandan kaçtığın gibi fetva vermekten kaçın.
Boynunu insanlar için köprü kılma. Şimdi ey Ebu Ebdillah! Sana nasihat ettim Kalk
ve beni yalnız bırak, virdimi (zikirlerimi) bozma. Zira ben nefsim hakkında
cimri ve esirgeyen biriyim. Hidayet
yoluna uyan kimseye selam olsun.”[2017]
13912. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şia
alimlerimiz öte tarafında ifritlerin ve iblisin olduğu bir sınırın
koruyucularıdır. Bu alimler onların zayıf Şiilerimize saldırmalarına İblis ve
taraftarlarının onlara musallat olmasına engel olurlar.”[2018]
13913. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame
edilmeseydi ve Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan
kırılmasına (mani olmaları) hususunda alimlerden söz almasaydı hilafet
devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim.”[2019]
13914. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimler
eminler, takva sahipleri kale ve peygamberin vasileri ise efendilerdir.”[2020]
13915. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
önderlerdir. Takva sahipleri ise efendilerdir.”[2021]
13916. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hükümdarlar
insanların hakimleridir. Alimler ise hükümdarların hakimleridirler.”[2022]
13917. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimler
insanların yöneticileridirler.”[2023]
13918. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimler
cahillerin çokluğu sebebiyle onlar arasında gariptirler.”[2024]
13919. İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
Kaim’imizin (a.s) gaybetinden sonra ona davet eden, onun varlığına delalet
eden, ilahi hüccetlerle onun dinini koruyan ve Allah’ın zayıf kullarını İblis’in
ve dostlarının tuzağından kurtaran alimler olmasaydı şüphesiz bütün insanlar
Allah’ın dininden dönerlerdi.”[2025]
13920. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimlerin
ahlakı herkesten daha temiz ve ihtiras kökleri herkesten daha azdır.”[2026]
bak. el-Emsal 3626. Bölüm
13921. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
Allah’ın yaratıkları arasındaki eminleridirler.”[2027]
13922. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
ümmetimin eminleridir.”[2028]
13923. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alim,
Allah’ın yeryüzündeki eminidir.”[2029]
13924. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
Allah’ın yeryüzündeki emanetidir. Alimler ise Allah’ın bu emanetinin
eminleridir. Her kim ilmi ile amel ederse emanete riayet etmiştir Her kim de
emanete riayet etmezse Allah-u Teala’nın divanında hainlerden yazılır.”[2030]
13925. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
sultanlara karışmadıkça ve dünyaya dalmadıkça Peygamberlerin eminleridir.”[2031]
bak. 2893, 2905. Bölümler
13926. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
diğer insanlardan üstünlüğü Peygamberin ümmetine olan üstünlüğü gibidir.”[2032]
13927. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim,
cahili tanır. Zira kendisi önceden cahildi. Cahil alimi tanımaz, zira daha önce
de kendisi alim değildi.”[2033]
13928. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim
kalbi ve ruhuyla bakar cahil ise gözüyle ve göz bebeğiyle bakar.”[2034]
13929. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim
gerçekte ilminin kendisini günahlardan sakınmaya ve takvalı olmaya, fani
dünyadan yüz çevirmeye ve cennete aşık olmaya davet ettiği kimsedir.”[2035]
13930. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Beyinsizlik
ve gaflet alimin kabinde olamaz.”[2036]
13931. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim
kendinden üstün olanı kıskanmayı, kendinden düşük olanı tahkir etmeyi ve ilmi
karşısında dünyanın değersiz metasından bir şey almayı terk etmedikçe alim
olamaz.”[2037]
13932. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kul
kendisinden üstün olanları kıskanmayı ve elinin altındakileri küçük görmeyi
terketmedikçe alim olamaz.”[2038]
13933. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sadece
öğüdünü dinleyenlere öğüt vermesi, kendi görüşüyle gururlanan kimseye nasihat
etmemesi ve zayi olacağından korktuğu ilmi kimseye bildirmemesi alimin
sıfatlarındandır.”[2039]
13934. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere
gerçek alimi bildirmemeyim mi? (gerçek alim) Allah’a isyan etmeyi Allah’ın
kullarına güzel göstermeyen, onları Allah’ın gazabından ve hilesinden güvende
kılmayan ve onları Allah’ın rahmetinden ümit kestirmeyen kimsedir.”[2040]
13935. Hz. Lokman (a.s) oğluna yaptığı
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Alimin üç nişanesi
vardır: Allah’ı tanımak, Allah’ın sevdiği şeyleri tanımak ve Allah’ın sevmediği
şeyleri tanımak.”[2041]
13936. İmam Ali (a.s) sürekli olarak şöyle
buyurmuştur: “Alimin üç nişanesi vardır: İlim, hilim
ve suskunluk.”[2042]
13937. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sözünün
kritiğini yapması ve görüş tekniklerinin gerçeklerini bilmesi alimin
nişanelerindendir.”[2043]
13938. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim
kendi kadrini ve ölçüsünü bilen kimsedir. Kendi kadrini ve ölçüsünü bilmemek,
kişiye bilgisizlik olarak yeter.”[2044]
13939. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim,
ilimden doymayan ve hatta ilimden doyduğunu ima bile etmeyen kimsedir.”[2045]
13940. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim
ilim öğrenmekten bıkmayan kimsedir.”[2046]
13941. İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Sana
çeşitli cehaletleri bildirdim ki kendini alim saymayasın... zira alim bildiği
şeylerin bilmediği şeyler karşısında az olduğunu bilen bu yüzden kendini cahil
sayan ve bunu (bildikleri şeylerin az olduğunu) bilerek ilim tahsili için
çabasını artıran kimsedir. Bu yüzden sürekli ilim talep eder ve ilme rağbet gösterir.
İlimden istifade eder, alimlere karşı alçak gönüllü davranır ve itina gösterir.
Suskunluğu tercih eder, hatadan sakınır ve utanır, bilmediği bir şeye ulaşınca
onu inkar etmez, zira cahilliğini itiraf etmiştir.”[2047]
13942. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim, “Ben alimim” derse o şahıs bir cahildir.”[2048]
13943. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim: “Muhakkak ki ben alimim” derse o cahildir.”[2049]
13944. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmin sonuna eriştiğini iddia ederse cahilliğinin zirvesini göstermiş
olur.”[2050]
13945. İmam Ali (a.s) Allah-u Teala katında
yaratıklardan en çok nefret edilen kimsenin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Bilgisizlikleri
kendinde toplayan kimsedir... İnsan suretinde olanlar onu bilgin sayar. Halbuki
öyle değildir... Kesin cevaplar veremez. İnkar ettiği (bilmediği) şeyi başkasının
bilebileceğini tahmin etmez. Başkasının kendisinin dediğinin aksine bir
ilminin olabileceğine inanmaz. Kendisine karanlık kalan bir şey oldu mu
bilmediğini de bildiği için, hemen örter.”[2051]
bak. el-Cehl, 601. Bölüm
13946. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlminizi
cehalet, yakininizi de şüphe haline getirmeyin. Öğrendiğiniz zaman amel edin,
yakine eriştiğinizde teşebbüs edin.”[2052]
13947. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
bazı sözler sihirdir ve bazı ilimler cehalettir.”[2053]
13948. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki şüpheler doğmuş, kesin şeyleri bürümüştür. Hatta sanki,
üstlenilen şey (rızık) size farzmış; farz kılınan (amel) da sizden kaldırılmış
gibi telakki edilmeye başlanmıştır.”[2054]
13949. Resulullah (s.a.a): “Ben hayvanlarından
farkı olmayan bir kavmin yanından sana geldim” diyen Sa’ad b. Ebi Vakkas’a
şöyle buyurmuştur: “Ey Sa’ad! Sana bundan daha ilgincini
haber vermeyeyim mi? Kendilerine onların bilmediği şey öğretilen ve buna rağmen
onlar gibi cahil olan kavimdir.”[2055]
13950. Resulullah (s.a.a), Ammar bin Yasir’i
kendilerine İslam’ın hükümlerini öğretsin diye bir topluluğa göndermişti. Ammar
bin Yasir onların durumunu Peygambere nakletti ve “Vahşi develer gibi öylece
gözlerini dikmiş bakıyorlar. Tek dertleri koyunları ve develerdir” deyince
Allah Resulü O’na şöyle buyurdu: “Ey Ammar!
Sana onlardan daha ilginç bir topluluğu haber vermeyeyim mi? Bir topluluk
onların bilmediklerini öğrendiler ama onlar gibi gaflet ve cehalet içinde
kaldılar.”[2056]
13951. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
meyvesi ilimle amel etmektir.”[2057]
13952. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
meyvesi hayat için amel etmektir.”[2058]
13953. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
meyvesi ibadettir.”[2059]
13954. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
meyvesi ameli (Allah için) halis kılmaktır.”[2060]
13955. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
başı tevazudur... İlmin meyvelerinden bazısı da şunlardır: Takva sahibi olmak,
nefsani isteklerden uzak durmak, hakka uymak, günahlardan sakınmak, (dini)
kardeşleri sevmek, alimlerin sözlerini dinlemek ve onlardan kabul etmek. Hakeza
ilmin meyvelerinden bazısı da şunlardır: “(İntikam almaya) gücü olduğunda
intikam almaktan sakınmak, batıl şeylere yanaşmayı çirkin görmek, hakka uymayı
güzel görmek, doğru sözlülük gaflet verici sevinçlerden sakınmak, ardından
pişmanlık olan şeylerden uzak durmak. İlim akıl sahiplerinin aklını artırır ve onu
öğrenen kimselere beğenilmiş sıfatlar kazandırır. O halde ilim halim kimseyi
emir sahibi kılar, görüş sahibi kimseyi vezir eder, ihtirası ortadan kaldırır,
hileyi kökten söküp kaldırır, cimriliği öldürür, dizginlerini koparmış
çirkinlikleri dizginler, doğruluğu yakınlaştırır.”[2061]
13956. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
hilimle birlikte olmadıkça meyve vermez.”[2062]
bak. 2883, 2884. Bölümler
Kur’an:
“İnsanlar, yerde yürüyenler ve davarlar da böyle türlü
türlü renktedirler. Allah'ın kulları arasında O’ndan korkan, ancak âlimlerdir.
Doğrusu Allah güçlüdür, bağışlayandır.”[2063]
“De ki: “Kur'an'a ister iman edin, ister inanmayın, O’ndan
önceki bilginlere o okunduğu zaman, yüzleri üzerine secdeye varırlar” ve
“Rabbimiz münezzehtir. Rabbimiz'in sözü şüphesiz yerine gelecektir” derler.
Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. (Kur’an okumak) onların huşusunu artırır.” [2064]
13957. Misbabu’ş Şeria’da yer aldığına göre
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
korkmak ilmin mirasıdır. İlim tanımanın parıltısı ve imanın kalbidir.
Haşyetten mahrum olan kimse her ne kadar
ilmin zorluklarında ve karmaşık konularında kılı kırk yarsa bile alim olamaz.
Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Allah’tan ancak alim
kulları korkar.”[2065]
13958. İmam Sadık (a.s) aziz ve celil olan
Allah’ın, “Şüphesiz Allah’tan sadece alim olan
kulları korkar” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
alim insan amelleri sözlerini teyit eden kimsedir. Her kimin amelleri sözünü
teyit etmezse (amelsiz alim olursa) alim değildir.”[2066]
13959. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
korkmak için ilim yeterlidir... şüphesiz insanlardan Allah’ı en çok bilen kimse
onlardan Allah’tan en çok korkanıdır. Onlardan Allah’tan en çok korkanı ise
onlardan Allah’ı en çok bilenidir. İnsanlardan Allah’ı en çok tanıyan kimse ise
dünyaya en çok itinasız olan kimsedir.”[2067]
13960. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
korkmak için ilim yeterlidir ve Allah’tan korkmamak için de (azabından
çekinmemek için de ilahi azamet hakkında) cahillik yeterlidir.”[2068]
13961. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana
ilim olarak Allah’tan korkman yeter ve sana cehalet olarak da ilminle övünmek
yeter.”[2069]
13962. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kime kendisini ağlatmayan bir ilim verilirse kendisine ilminin fayda vermemesi
yakışır. Zira Allah alimlerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O’ndan
önceki bilginlere o okunduğu zaman, yüzleri üzerine secdeye varırlar” ve
“Rabbimiz münezzehtir. Rabbimiz’in sözü şüphesiz yerine gelecektir” derler.
Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar; bu, onların gönüllerindeki saygıyı artırır.”[2070]
13963. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haşyet
(ilahi korku) gibi bir ilim yoktur.”[2071]
13964. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’tan korkarsa ilmi kemale erer.”[2072]
13965. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
nihayeti münezzeh olan Allah’tan korkmaktır.”[2073]
13966. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizin
en aliminiz sizin en çok korkanınızdır.”[2074]
13967. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en bilgini münezzeh olan Allah’tan en çok korkanıdır.”[2075]
13968. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
alim (Allah’tan) korkandır.”[2076]
13969. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer
benim bildiğim şeyleri sizler de bilseydiniz şüphesiz çok ağlar ve az
gülerdiniz. Başınızı alıp çöllere düşer Allah’ın dergahına yalvarıp
yakarırdınız. Buna rağmen kurtuluşa erip ermeyeceğinizi de bilmezdiniz.”[2077]
13970. Resulullah (s.a.a) “hel
eta” (İnsan) suresini sonuna kadar okuduğunda
şöyle buyurmuştur: “Ben sizin görmediğiniz şeyi görüyor ve
duymadığınız şeyi duyuyorum. Gök inledi ve inlemesi gerekir. Zira her yerde
mutlaka Allah’a secdeye kapanmış bir melek vardır. Allah’a yemin olsun ki benim
bildiğim şeyleri sizler bilecek olsaydınız az güler, çok ağlardınız.
Kadınlarınızdan yataklarda lezzet almaz, başınızı alıp çöllere düşer Allah’ın
dergahına yalvarıp yakarırdınız.”[2078]
13971. İmam Ali (a.s) ashabına nasihat ederek
şöyle buyurmuştur: “... Eğer benim bildiğim gibi size gizlenmiş
olan şeyleri bilseydiniz (evlerinizi terk edip) çöllere düşer, yaptıklarınıza
ağlar, yaslı kadınlar gibi dövünür ve mallarınızı bırakırdınız; hem de başına
ne bir bekçi diker, ne de birisine emanet ederdiniz. Sizin her biriniz başının
derdine düşer, hiç kimseyle ilgilenmezdi.”[2079]
bak. el-Havf, 1135; el-Ma’rifet, 2609. Bölüm
13972. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlimde
her ne kadar (alim) fakirde olsa zenginlik, cimri de olsa cömertlik, yumuşak da
olsa heybet, hasta da olsa esenlik, uzak da olsa yakınlık, yüzsüzde olsa haya,
düşük de olsa yücelik, rezilde olsa şeref, hikmet ve nasip dalları ayrılır.
Bunlar akıl sahibi için ilminden ayrılan dallardır.”[2080]
13973. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendini insanların önderi karar kılarsa başkalarını eğitmeden önce
kendisini eğitmelidir. İnsanları diliyle eğitmeden önce amel ve davranışlarıyla
terbiye etmelidir. Kendisinin öğretmeni ve terbiye edicisi olan kimse,
insanların öğretmeni ve terbiye edicisi olan kimseden saygıya ve ululanmaya
daha layıktır.”[2081]
13974. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
bildiği şeylerle amel etmesi ve ardından bilmediği şeyi öğrenmeye çalışması gerekir.”[2082]
13975. Misbah’uş Şeria’da yer aldığına göre İsa
b. Meryem (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üzerinde, “Beni
geri çevir” diye yazılan bir taş gördüm. Onu çevirince diğer tarafında şöyle
yazılı olduğunu gördüm: “Her kim bildiği şeyle amel etmezse bilmediği şeyi
öğrenmeye çalışması kendisi için uğursuzluktur ve öğrendiği şey ise kendisinden
kabul edilmez.”[2083]
13976. İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “İncil’de
şöyle yazılıdır: “Bildiğiniz şeyle amel etmedikçe bilmediğiniz şeyi öğrenmeye
çalışmayınız. Zira ilim amel edilmediği taktirde sadece (alim insan için)
Allah’tan uzaklaşmayı artırır.”[2084]
13977. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizler
bildiğiniz şeylerle amel etmeye, bilmediklerinizi öğrenmekten daha çok
muhtaçsınız.”[2085]
13978. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
ilim öğrettiğinde kabalık etmemesi ve birisi kendisine bir şey öğretmek
istediğinde utanmaması gerekir.”[2086]
13979. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alime
yakışan şey az gülmesi, çok ağlaması, şaka yapmaması, feryat etmemesi,
çekişmemesi, cedelleşmemesi, konuştuğunda hakkı söylemesi, sustuğunda batıldan
dolayı susması (batıl şey
söylememesi), girdiğinde yumuşaklıkla girmesi ve çıktığında ise hilimle
çıkmasıdır.”[2087]
13980. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlimsiz
amel eden kimse yoldan sapan kimse gibidir. Böyle bir kimse her ne kadar hızlı da
gitse asıl yoldan uzaklaşır.”[2088]
13981. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim basiret üzere olmaksızın amel ederse yoldan çıkmış kimse gibidir. Her ne
kadar hızlansa da (ana yoldan sapar ve) uzaklaşır.”[2089]
13982. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Basiretsiz
amel eden kimse çölde serap peşinde koşturan kimse gibidir. Bu kimse her ne kadar
hızlı giderse o kadar (hedefinden) uzaklaşır.”[2090]
13983. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Marifeti
olmaksızın amel eden kimsenin bozması yapmasından daha çoktur.”[2091]
13984. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kavrayış
ve anlayış olmaksızın ibadet eden kimse değirmen eşeği gibidir.”[2092]
13985. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anlayış
ve kavrayışı olmaksızın ibadet eden kimse sürekli dönen bir değirmen eşeği
gibidir.”[2093]
13986. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Anlayış
ve kavrayışı olmayan abid insanın örneği gece bir bina yapan gündüz ise onu
yıkan kimsenin misalidir.”[2094]
13987. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
ve amel birbirine yakın kılınmıştır. O halde her kim bilirse amel eder ve Her
kim de amel ederse bilir. İlim amele seslenir, eğer cevap verirse kalır aksi
taktirde göç eder.”[2095]
13988. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
amelle birliktedir; o halde ilmi olan amel eder. Çünkü ilim ameli çağırır; o
icabet ederse kalır, etmezse göçer gider.”[2096]
13989. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
amele seslenir, eğer cevap verirse kalır aksi taktirde göç eder.”[2097]
13990. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bilin
ki alim, her ne kadar az da olsa ilmiyle amel eden kimsedir.”[2098]
13991. Resulullah (s.a.a) Allah-u Teala’nın, “Onu
alimlerden başkası düşünemez” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Alim ilahi düşünen, Allah’a itaat üzere
amel eden ve Allah’ın gazabından uzak duran kimsedir.”[2099]
13992. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Kur’an alimleri! Kur’anla amel edin. Zira alim ilim öğrenen sonra da ilmiyle amel
eden ve ameli ilmiyle uyum içinde opolan kimsedir.”[2100]
13993. Hz. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amel
etmediğin ilim sana faydalı değildir. Çok ilim, amel etmediğin taktirde sadece
cehaletini artırır.”[2101]
13994. Mirac Hadisinde şöyle yer almıştır: “Ey
Ahmed! Aklını, gitmeden önce kullan. Zira aklını kullanan kimse ne hata eder ve
ne de isyana düşer.”[2102]
13995. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
amel iledir.”[2103]
13996. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmiyle
amel etmeyen kimse alim değildir.”[2104]
13997. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlimle
amel etmek gibi hiçbir şey ilmi geliştirmez.”[2105]
bak. el-Ma’rife, 2586. Bölüm
13998. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
kendisiyle amel eden kimse için rüşt ve kemaldir.”[2106]
13999. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
çoktur amel ise azdır.”[2107]
14000. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmi
olduğu halde ona uymayan kimse çoktur.”[2108]
14001. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Seni
ıslah etmeyen ilim dalalettir ve sana fayda vermeyen mal vebaldir.”[2109]
14002. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanları
ilim tahsil etmeye rağbetsiz kılan şey ilmiyle amel eden alimlerin çok az
olduğunu görmeleridir.”[2110]
14003. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim halvette ilmini gözden geçirmezse ilmi onu topluluk arasında rezil eder.”[2111]
14004. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlimle
amel eden kimse doğru ve aydınlık bir yolu kateden kimse gibidir.”[2112]
14005. Resulullah (s.a.a) sürekli şöyle buyururdu:
“Allahım! Fayda vermeyen ilimden, huşu sahibi olmayan
kalpten, doymayan nefisten ve kabul görmeyen duadan sana sığınırım.”[2113]
14006. Resulullah (s.a.a) hakeza sürekli şöyle
buyururdu: “Allahım! Fayda vermeyen ilimden, huşu
sahibi olmayan kalpten, işitilmeyen duadan ve doymayan nefisten sana
sığınırım.”[2114]
14007. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Huşu
olmayan kalpte, gözyaşı dökmeyen gözde ve fayda vemeyen ilimde hayır yoktur.”[2115]
14008. Misbah’uş Şeria’da yer aldığına göre
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah resulü
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fayda vermeyen ilimden sana sığınırız. Ve ihlas
üzere amel etmeye düşman olan ilimden sana sığınırım.”[2116]
14009. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Amel
edilmeyen ilim, harcanmayan hazine gibidir. Böyle bir hazinenin sahibi onu
biriktirmek için kendisini sıkıntıya düşürmüş ama ondan hiç faydalanmamıştır.”[2117]
14010. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
alim vardır ki, cehaleti onu öldürmekte ve kendisiyle olan ilmi de ona bir
fayda sağlamamaktadır.”[2118]
14011. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
cahil kimseyi cehaleti kurtarır.”[2119]
14012. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
cehalet hilimden (veya ilimden) daha faydalıdır.”[2120]
14013. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faydalanılmayan
ilim etki etmeyen ilaç gibidir.”[2121]
14014. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nice
fıkıh bilen kimse fakih değildir. Her kime ilmi fayda vermezse cehaleti
kendisine zarar verir.”[2122]
14015. İmam Ali (a.s) zamanını nitelendirerek
şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! (Ehli) çok inatçı ve
nimetlere karşı nankör bir zamanda sabahladık. (Bu zamanda) iyiler kötü sayılıyor,
zalim zulmünü/isyanını artırıyor. Bildiğimiz şeylerden faydalanmıyoruz ve
bilmediklerimizi sormuyoruz.”[2123]
14016. İmam Ali (a.s) takva sahiplerinin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Gözlerini Allah’ın
kendilerine haram kıldığı şeyden sakındırırlar, kulaklarını kendilerine
faydalı olan ilme vakfederler.”[2124]
bak. 2907, 2909. Bölümler
14017. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
şahıs şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Hangi şey cehalet hüccetini benden
uzaklaştırır? ” Peygamber, “İlim” diye buyurdu. O şahıs, “Hangi şey ilim
hüccetini benden uzaklaştırır? ” diye sorunca da Peygamber, “Amel” diye
buyurdu.”[2125]
14018. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmi
dışında amel eden alim; cehaletten uyanmayan, tereddüt içinde şaşırıp kalan
cahile benzer. Ama onun aleyhindeki hüccet daha büyük, onun pişmanlığı en derin
pişmanlıktır. Allah katında en fazla kınanacak olan da odur.”[2126]
14019. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amel
edilmeyen ilim Allah’ın kul üzerindeki hüccetidir.”[2127]
14020. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya
ilim olan yer dışında, tümüyle cehalettir. İlim ise, kendisiyle amel edilen
ilim dışında tümü hüccettir.”[2128]
14021. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
bahanecilere her türlü özür kapısını kapatmıştır.”[2129]
14022. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
ilim öğrenen kimseler için hiçbir bahane bırakmaz.”[2130]
14023. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü, amel edileni dışında tüm ilimler sahibi için bir vebaldir.”[2131]
14024. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amelsiz
her ilim vebaldir ve ilimsiz her amel ise sapıklıktır.”[2132]
14025. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), Muhammed b.
Müslim Zuheri’ye yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah
bizi ve seni fitnelerden korusun. Sana cehennem ateşinden dolayı merhamet
etsin. Zira sen öyle bir güne düştün ki seni o halde gören herkese sana
merhamet etmesi yakışır. Zira Allah’ın nimetleri yükünü ağırlaştırmış ve Allah
sana salim bir beden ve uzun bir ömür vermiştir. Allah’ın hüccetleri sana
tamamlanmıştır. Zira seni Kur’an bilgini kılmış ve dininde fakih (anlayışlı ve
kavrayışı güçlü) kılmıştır. Sana Peygamberi Muhammed’in (s.a.a) sünnetini
tanıtmıştır. Sana verdiği her nimette ve senin için ortaya koyduğu her hüccette
bir görev taktir etmiştir.”[2133]
bak. 97. Konu, el-Huccet, el-Ma’ruf (2), 2697.
Bölüm; el-Emsal, 3627, 3628. Bölümler
14026. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rüsva
alim ve cahil abid, belimi kırmıştır. Zira cahil ibadetiyle insanları kandırır,
rüsva alim de günahlarıyla insanları (dinden) kaçırır.”[2134]
14027. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki
kişi belimi kırmıştır: Rüsva olan alim ve cahil olan abid. O birisi,
kötülükleriyle insanları ilminden alıkoyar. Bu ise cehaletiyle onları ibadetten
alıkoyar.”[2135]
14028. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahil,
abitlerden ve kötü alimlerden sakınınız. Zira bunlar, fitneye düşmüş herkes için bir fitnedir.”[2136]
14029. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyada
iki kişi belimi kırmıştır: Dil bilen fasık kimse ile ibadet eden cahil kimse. O
diliyle kötülüklerini örter, bu ise ibadetiyle cehaletini gizler. O halde,
fasık alimden ve cahil abitten sakının ki bunlar fitneye düşmüş herkesin
fitnesidir. Allah Resulünden (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “Ey Ali!
Ümmetimin helak oluşu, dil bilen münafıklar sebebiyledir.”[2137]
bak. 2887. Bölüm
14030. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
hususunda birbirinize karşı ihlaslı olun. Zira sizden herbirinizin ilimdeki
hıyaneti, maldaki hıyanetinden daha kötüdür ve kıyamet günü Allah sizden bunun
hesabını soracaktır.”[2138]
14031. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
hususunda birbirinize karşı ihlaslı olun ve birbirinizden ilminizi gizlemeyin.
Zira ilimdeki hıyanet, maldaki hıyanetten çok daha kötüdür.”[2139]
bak.2877. Bölüm; el-Kur’an, 3312. Bölüm, 154.
Konu, el-Hıyanet
14032. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
rivayet işittiğinizde onunla amel etmeye çalışınız, nakletmeye değil. Zira ilmi
rivayet edenler çoktur, ama ilme riayet edenler azdır.”[2140]
14033. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İstediğiniz
kadar ilim öğreniniz. Ama biliniz ki ilimle amel etmedikçe Allah asla size bir
fayda vermeyecektir. Zira alimler, amele önem verir, sefihler ise rivayet
etmeye.”[2141]
14034. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmi
anlayanlardan olunuz, rivayet edenlerden değil.”[2142]
14035. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler
anlamaya önem verir, sefihler ise rivayet etmeye.”[2143]
14036. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münafığın
ilmi dilindedir, müminin ilmi ise amelinde.”[2144]
14037. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
en değersizi, dilde duranıdır; en üstünü ise aza ve organlarda görünenidir.”[2145]
14038. Hızır (a.s), kendisine, “Bana tavsiyede
bulun diyen Musa’ya (a.s) şöyle buyurdu: “Öğrendiğin
şeyi amel etmek için öğren. Aktarmak için değil. Aksi taktirde helak oluşu
sana, nuru ise başkalarına olur.”[2146]
bak. 720. Hadis,
14039. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın: “Onları
ve sapıkları yüzüstü cehenneme atarlar”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ayet,
adaleti beyan eden, ama aksine davranan bir kavim hakkında nazil olmuştur.”[2147]
14040. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü insanlardan en çok hasret duyacak olan kimse, adaletten söz ettiği halde aksine
amel eden kimsedir ve bu Allah-u Teala’nın şu buyruğudur: “Kişinin: “Allah’a
karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun” diyeceği…”[2148]
14041. İmam Bakır (a.s), Hayseme’ye şöyle
buyurmuştur: “Şiilerimize ulaştır ki Allah’ın
nezdinde olan şey sadece amelle elde edilir! Hakeza şiilerimize ulaştır ki
kıyamet günü en çok hasret duyacak olan kimse, adaleti öven, ama aksine davranan
kimse olacaktır.”[2149]
14042. İmam Sadık (a.s), Ezdiy’e şöyle
buyurmuştur: “Dostlarımıza selamımızı ilet ve onları
haberdar kıl ki Allah karşısında onlar için elimizden amel etmeleri dışında
hiçbir şey gelmez ve velayetimize de sadece amel ve takva ile ulaşabilirler.
Kıyamet günü insanlardan en çok hasret duyacak olan kimse, adaleti öven, ama
aksine davranan kimsedir.”[2150]
14043. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cehennem
ehlinden en şiddetli pişmanlık duyan ve hasret çeken kimse, birisini aziz ve
celil olan Allah’ın yoluna çağıran, onun da davetini kabul edip aziz ve celil
olan Allah’a ibadet etmesi ve bu sebeple
Allah’ın onu cennete götürmesine rağmen kendisini amel etmediği ve nefsani
isteklerine uyduğu için cehenneme attığı kimsedir.”[2151]
14044. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en günahkarı, tefrit eden (amelde kusur eden) alimlerdir.”[2152]
14045. Misbah’uş-Şeria’da yer aldığına göre
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en
mutsuzu, başkalarının kendisini ilimle tanıdığı ve amelle tanımadığı kimsedir.”[2153]
14046. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ölüm
anında insanlardan en çok pişman olan, amelsiz alimlerdir.”[2154]
14047. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cennet
ehli olan bir grup, cehennem ehli olan bir gruba bakar ve şöyle der: “Biz sizin
eğitim ve öğretiminizin bereketiyle cennete gittik. Size ne oldu da cehenneme
düştünüz? ” Onlar şöyle derler: “Biz iyiliği emrettik, ama kendimiz iyilikle
amel etmedik.”[2155]
14048. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilim öğrenirde onunla amel etmezse
Allah kıyamet günü onu kör olarak haşreder.”[2156]
14049. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü kötü alimler getirilir, ateşe atılır, onlardan her biri değirmen taşının
etrafında dönen merkep gibi, kendi etrafında döner durur. Ona şöyle denir:
“Eyvahlar olsun sana! Biz senin vasıtanla doğru yola geldik, şimdi sana ne
olmuş böyle? ” O şöyle der: “Ben sizleri (günah ve çirkinliklerden)
sakındırdım, ama kendim aksine amel ettim.”[2157]
bak. el-Husran, 1021. Bölüm; er-Riya 1407
14050. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mirac
gecesi, dudakları ateşten makaslarla kesilen birinin yanından geçtim. Dudakları
makasla kesilmesinden hemen sonra, yeniden ilk defasına dönüyordu. Ben, “Ey
Cebrail! Bunlar kimlerdir? ” diye sordum. O şöyle buyurdu: “Bunlar söyleyip de
amel etmeyen, Allah’ın kitabını okuyan, ama onunla amel etmeyen ümmetinin
hatipleridir.”[2158]
14051. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mirac
gecesi, dudakları ateşten makaslarla kesilen bir grubun yanından geçtim. Ben,
“Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? ” diye sordum. O şöyle buyurdu: “Bunlar
ümmetinin, söyleyip de amel etmediği hatipleridir.”[2159]
14052. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mirac
gecesi, dünya göğüne gittim ve orada, dilleri ve dudakları ateşten makaslarla
kesilen bir grup gördüm.” Ben, “Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? ” diye sordum. O,
“Bunlar senin ümmetinin hatipleridir” diye buyurdu.”[2160]
14053. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mirac
gecesi dudakları ateşten makaslarla kesilip bir kenara atılan bir grup gördüm.
Ben, “Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? ” diye sordum. O şöyle buyurdu: “Bunlar,
insanlara iyiliği emreden, ama kendileri iyiliği unutan ümmetinin hatipleridir.
Oysa onlar Allah’ın kitabını okuyorlardı. Onlar hiç düşünmezler mi? ”[2161]
14054. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilen
kimseyle, bilmeyen kimsenin cezalandırılması Allah nezdinde eşit değildir.
Allah bizi ve sizi sahip olduğumuz ilimden faydalandırsın ve o ilmi kendisi
için halis kılsın. Şüphesiz Allah duyan ve icabet edendir.”[2162]
14055. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
bir tek günahı bağışlanmadan, cahil olan insanın yetmiş günahı bağışlanır.”[2163]
14056. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zebaniler,
putperestlerden çok, Kur’an’ı bilen kötü kimselere doğru hızla (saldırıya)
geçerler. Onlar şöyle derler: “Putperestlerden önce bizden mi başlıyorlar? ”
Kendilerine şöyle cevap verilir: “Alim cahil gibi değildir.”[2164]
14057. Resulullah (s.a.a), ümmetin, alimlerin
fesadından dolayı mübtela olacağını zikrederek ağlayınca, kendisine neden
ağladığı soruldu ve bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben
mutsuz insanlar için ağlıyorum. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Onları
korktukları zaman bir görsen; artık kurtuluş yoktur; cehenneme yakın bir yerde
yakalanmışlardır!” Yani maksat, alimler ve fakihlerdir.”[2165]
14058. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala, Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Kullarıma de ki: “Benimle kendileri
arasında dünyaya bağlanmış alimi aracı kılmasınlar. Zira onlar, kendilerini
benim zikrimden, muhabbet yolumdan ve benimle münacaat etmekten alı koyarlar.
Onlar, kullarımın yolunu kesenlerdir. Onlara yapacağım en küçük şey,
muhabbetimin ve münacaatımın tatlığını kalplerinden almamdır.”[2166]
14059. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz
ve celil olan Allah, Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Benimle kendi aranda,
dünyaya aldanmış alimi vasıta kılma. Zira o seni benim muhabbet yolumdan alı
koyar. Onlar, beni isteyen kullarımın yolunu kesenlerdir. Onlara yapacağım en
küçük şey, benimle münacaat etme tatlığını kalplerinden almamdır.”[2167]
14060. Misbah’uş-Şeria’da yer aldığına göre
Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Alime
yapacağım en küçük şey, batıni yetmiş cezadan daha şiddetlidir ve o beni
zikretmenin tatlığını kalbinden çekip çıkarmamdır.”[2168]
bak. el-İbadet, 2504. Bölüm; el-İman, 281. Bölüm
14061. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
arasında, azabı en şiddetli olan kimse, kendisinden en küçük bir fayda
görülmeyen alimdir.”[2169]
14062. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cehennem
ehli, amelsiz alimin kötü kokusundan dolayı eziyet görür.”[2170]
14063. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zalim
sultan ve kötü alim, en şiddetli cezaya çarptırılacaktır.”[2171]
14064. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü ateşin yakıtı, malı hakkında fakirlere karşı cimri davranan zengin ve
dinini dünyasına satan alimdir.”[2172]
14065. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cehennemde
kötü alimleri şiddetle, unufak eden bir değirmen vardır.”[2173]
14066. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cehennemde
mütekebbir alimleri unufak eden bir değirmen vardır.”[2174]
bak. Cehennem, 618, 720. Bölümler
14067. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
sürçmesi, geminin kırılması gibidir. Böylece yolcularını boğar ve kendisi de
batar.”[2175]
14068. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
sürçmesi, alemleri bozar.”[2176]
14069. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
sürçmesinden daha kötü bir sürçme yoktur.”[2177]
14070. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
hikmet sahiplerinin sözü doğru olursa, ilaçtır. Eğer doğru olmazsa derttir.”[2178]
14071. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhtiyat
sahibi kimsenin sürçmesi en kötü sürçmedir.”[2179]
14072. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin
sürçmesi büyük bir suçtur.”[2180]
14073. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimin
sürçmesinden sakının. Zira alimin sürçmesi, onu baş aşağı cehennem ateşine
atar.”[2181]
14074. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimlerin,
ayaklarının sabit kalmadığı saf ve kaygan taş tamahtır.”[2182]
14075. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biliniz
ki kötülerin en kötüsü kötü alimlerdir. İyilerin en iyisi ise iyi alimlerdir.”[2183]
14076. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“İnsanların en kötüsü kimdir? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bozuk
alimlerdir.”[2184]
14077. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bil
ki kokan herşeyin ilacı tuzdur. Ama eğer tuz kokarsa, onun ilacı yoktur.”[2185]
14078. İmam Ali (a.s), kendisine, “İmamlardan
sonra insanların en iyisi kimlerdir? ” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Salih
alimlerdir.” Kendisine, “İblis, Firavun, Nemrud ve sizin adınızı (haksız yere)
taşıyanlardan sonra insanların en kötüsü kimlerdir? ” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz, bozuk alimlerdir. Onlar batılları aşikar kılar ve
gerçekleri gizlerler.”[2186]
14079. İmam Askeri (a.s), kötü alimlerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Onların, zayıf
şiilerimize zararı, Yezid’in ordusunun, Hüseyin b. Ali (a.s) ve ashabına
zararından daha çoktur. Zira onlar, mallarını ve canlarını aldılar. Bu kötü
alimler ise ... zayıf şiilerimizin kalbine şek ve şüphe atmakta ve onları
saptırmaktadırlar.”[2187]
14080. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin
kötü alimleri, insanları yolumuzdan ayıran ve yolumuzun haydutları olan
kimselerdir. Onlar, düşmanlarımızı bizim adlarımızla çağırır denklerimizi bizim lakaplarımızla
lakaplandırır ve onlara selam gönderirler. Oysa onlar lanet ve bedduaya layıktırlar.”[2188]
14081. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eyvahlar
olsun size ey kötü alimler! Ücret alıyor, ameli terk ediyorsunuz. [2189]
Çok geçmeden amel sahibi kimsenin ameli kabul edilir ve çok geçmeden dünyanın
darlığından, kabir karanlığına götürülür.”[2190]
14082. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kötü
alimlerden dolayı, ümmetime eyvahlar olsun.”[2191]
14083. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rızkından
hoşnut olmayan ve konumunu küçük gören kimse nasıl ilim ehli olsun ki? Oysa, bu
işlerin Allah’ın ilmi ve kudretiyle olduğunu bilmektedir.”[2192]
14084. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı
kendisi için taktir ettiği şeyde itham eden ve kendisine erişen şeylerden
hoşnut olmayan kimse nasıl ilim ehli olabilir ki?”[2193]
14085. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyasını
ahiretine tercih eden, dünyaya yönelen, kendisine zarar veren şeyi, kendisine
fayda veren şeyden daha çok seven kimse, nasıl ilim ehlinden olsun ki? ”[2194]
14086. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmi,
aktarmak için ezberleyen ve amel etmek için ezberlemeyen kimse nasıl ilim
ehlinden olabilir? ”[2195]
14087. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ahiret
yolcusu olduğu halde, dünyaya yönelen ve kendisine zarar veren şeyleri, kendisi
için fayda veren şeyden daha çok seven kimse nasıl ilim ehlinden olsun ki? ”[2196]
14088. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin ilmi artarda hidayeti artmazsa, Allah’tan uzaklaşmasından başka bir şeyi
artmaz.”[2197]
14089. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin ilmi, ilerlemesi artar, ama dünya hakkındaki zühdü (ilgisizliği)
artmazsa, Allah’tan sadece uzaklaşması artmış olur.”[2198]
14090. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim dünyayı severse, kalbinden ahiret korkusu gider. Allah her kime bir ilim
verir ve o dünyayı daha çok severse, Allah-u Teala’dan uzaklaşması artar ve
Allah daha çok ona gazap eder.”[2199]
14091. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin Allah hakkındaki ilmi artarsa ve (buna rağmen) dünya sevgisi de artarsa ancak
Allah’tan uzaklaşması ve Allah’ın kendisine gazap etmesi artar.”[2200]
14092. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakihler,
dünyayı dilemedikçe ve sultanlara uymadıkça, Peygamberlerin eminleridir. O
halde onlar böyle yaptığı taktirde onlardan sakının.”[2201]
14093. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyevi
olmadıkları müddetçe, fakihler Peygamberlerin eminleridir. Hakeza kendisine,
“Ey Allah’ın Resulü! Onların dünyevi oluşu ne iledir? ” diye arzedilince
Peygamber şöyle buyurdu: “Sultanlara uydukları taktirde. O halde böyle
yaptıklarında dininiz hususunda onlardan sakının.”[2202]
14094. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alimler,
sultana karışmadıkça (gidip gelmedikçe) ve dünyevileşmedikçe, Peygamberlerin
eminleridir. O halde, sultanlara karışınca ve dünyevi olunca, Peygamberlere
hıyanet etmiş olurlar ve siz de onlardan sakının.”[2203]
14095. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zalim
sultanın önderi olan ve zulmünde ona yardımcı olan alim, melundur, melundur! ”[2204]
bak. 2877, 2893. Bölümler
14096. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinar,
dinin hastalığıdır ve alim dinin tabibidir. Tabibin bu hastalığa düçar olduğunu
görünce, onu itham ediniz. (onun hakkında kötümser olunuz) ve onun başkasının
hayrını dilemediğini biliniz.”[2205]
14097. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
alimin dünyayı sevdiğini görünce, dininiz hakkında ona karşı kötümser olun.
Zira her seven insan, sevdiği şeyi çepeçevre kuşatır.”[2206]
bak. Et-Tıbb, 2407. Bölüm
14098. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
iki çeşittir: Dilde olan ilim ve bu insan için hüccettir. Diğeri ise kalpte
olan ilimdir ve faydalı olan ilim de budur.”[2207]
14099. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
iki çeşittir: Kalpte olan ilim, ki faydalı olan ilim de budur ve dilde olan
ilim ki bu ilim insan için hüccettir.”[2208]
14100. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin ilmi nefsani isteklerine üstün gelirse bu ilim faydalı bir ilimdir.”[2209]
14101. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğrenmekle değildir. Aksine Allah Tebarek ve Teala’nın hidayet etmek istediği
kimsenin kalbine düşen bir nurdur. O halde ilim talibi isen, önce ruhunda kulluğun
gerçeğini ara. İlmi, ona amel etmekle ara ve Allah’tan anlayış dile ki seni
anlayışlı kılsın.”[2210]
14102. Hızır (a.s), Musa’ya (a.s) yaptığı
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Kalbine takva
elbisesini ört ki, ilmi elde edesin.”[2211]
14103. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim öğüt alırsa, basiret sahibi olur. Her kim basiret sahibi olursa anlar ve
her kim de anlarsa alim olur.”[2212]
14104. İmam Ali (a.s), Peygamber’in (s.a.a)
zikri hususunda şöyle buyurmuştur: “Tıp
bilgisiyle hastalarını dolaşan bir hekimdir... Gaflet ve şaşkınlık içinde
olanları ilaçlarıyla iyileştirmek için arar bulur... Ama (Ümeyyeoğulları)
hikmet nuruyla nurlanmamış, nurlu ilimlerin ışığıyla aydınlanmamış kimselerdir.
Onlar bu durumda otlayan dört ayaklı hayvanlara benzemektedir; katılıkları,
kayaları andırmaktadır.”[2213]
14105. İmam Ali (a.s), Kur’an’ın sıfatı
hususunda şöyle buyurmuştur: “Allah, Kur’an’ı alimlerin
susuzluğunu giderici ve anlayış, kavrayış sahibi kalplere bahar kıldı.”[2214]
14106. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
seni Allah’ın emrettiğine hidayet eder ve züht ise sana o yolu kolaylaştırır.”[2215]
14107. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
şahıs, Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna gelerek şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! İlim nedir?” Peygamber, “Susmaktır” diye buyurdu. O şahıs, “daha sonra
nedir?” diye arzedince Peygamber, “Dinlemektir” diye buyurdu. O şahıs, “Daha
sonra nedir?” diye sorunca Peygamber, “Ezberlemek ve dikkat etmektir” diye
buyurdu. O şahıs, “Daha sonra nedir?” diye arzedince, Peygamber, “Onunla amel
etmektir” diye buyurdu. O şahıs, “Daha sonra nedir?” diye sorunca Peygamber
şöyle buyurdu: “Onu yaymaktır.”[2216]
bak. 2878, 2880, 2882, 2883, 2888, 2890, 2894,
2909, 2912, 2915, 2916, 2920. Bölümler; el-Akl, 2796, 2799. Bölümler;
el-Marifet, 2586, 2609. Bölümler; 345. Konu, el-Marifet (1), 346. Konu,
el-Marifet (2), 347. Konu, el-Marifet (3)
14108. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
üç tanedir. Onlardan başkası ise fazlalıktır: Muhkem ayet, cari olan sünnet ve
mutedil[2217]
farz.”[2218]
14109. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
üç tanedir: Muhkem ayet, mu’tedil farz, ve cari ve ikame edilen sünnet.
Bunların dışındakiler fazlalıktır.”[2219]
14110. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
üçtanedir: Konuşan kitap, cari olan sünnet ve “Bilmiyorum” (cümlesidir.)”[2220]
bak. Es-Sual (1), 1706
14111. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
ilmini dört çeşit buldum: Birincisi, rabbini tanımandır. İkincisi sana ne yaptığını
bilmendir. Üçüncüsü, senden ne istediğini bilmentir ve dördüncüsü ise seni
dininden çıkaran şeyleri tanımandır.”[2221]
14112. İmam Sadık (a.s), öğrencilerinden
birinie şöyle buyurmuştur: “Sen benden ne
öğrendin?” O şöyle arzetti: “Efendim, senden sekiz konuyu öğrendim.” İmam, “Söyle
bakayım onlar nedir?” diye sorunca o şöyle arzetti: “Birincisi, şunu anladım ki
her sevgili, ölüm anında sevgilisinden ayrılır. Bu yüzden bütün çabamı, benden
ayrılmayacak, benim yalnızlık dostum olacak şeylere yönlendirdim ve o hayırlı
ameldir.” İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki güzel söyledin.”
“İkincisi de şudur: “Müşahade ettim ki bir
topluluk kendi soyuyla övünmekte, bir cemaat ise mal ve çocuklarıyla
övünmektedir. Oysa bunlar övünecek şeyler değildir. En büyük övünmeyi Allah-u
Teala’nın şu sözünde buldum: “Şüphesiz Allah indinde en üstün olanınız, en
çok sakınanınızdır.” Dolayısıyla, O’nun nezdinde yüce olmaya çalıştım.”
İmam, “Allah’a yemin olsun ki güzel söyledin” diye buyurdu.
“Üçüncüsü ise şudur: “İnsanların ayyaşlığını
ve boş şeylerle oyalandığını gördüm. Allah-u Teala’nın şu buyruğunu da işittim:
“Her kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini, heva ve heveslerden
sakındırırsa, şüphesiz onun yeri cennettir.” Böylece nefsimi, Allah-u
Teala’ya itaat üzere karar kılması için, heva ve heveslerden sakındırmaya
çalıştım.” İmam, “Allah’a yemin olsun ki güzel söyledin” diye buyurdu.
“Dördüncüsü de şudur: Herkesin değer verdiği
şeyi elde ettiğinde, onu koruma hususunda çalıştığını gördüm ve de münezzeh
olan Allah’ın şu sözünü işittim: “Allah’a kim güzel bir ödünç takdiminde
bulunursa, Allah karşılığını kat kat verir, ona cömertçe verilecek bir ecir de
vardır.” ben kat kat olmasını beğendim ve Allah katında olan şeyden daha
korunmuşunu görmedim. O halde elde ettiğim ve benim için değerli olan herşeyi
Allah’a verdim ki kendisine ihtiyaç duyduğum zaman, benim için bir stok olsun.”
İmam, “Allah’a yemin olsun ki güzel söyledin” diye buyurdu.
“Beşincisi de şudur: İnsanların rızık hususunda
birbirleririni kıskandıklarını gördüm ve Allah-u Teala’nın şu sözünü işittim: “Dünya
hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik; birbirlerine iş
gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti,
onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.” Böylece hiç kimseyi
kıskanmadım ve kaybettiğim şeyler hususunda asla üzülmedim.” İmam, “Allah’a
yemin olsun ki güzel söyledin” diye buyurdu.
“Altıncısı da şudur: İnsanların bu dünya
yurdunda birbirine düşmanlık ve kin güttüğünü gördüm ve Allah-u Teala’nın şu
sözünü işittim: “Şüphesiz şeytan sizin için düşmandır, o halde siz de onu
düşman edinin.” Bu yüzden şeytanla düşmanlık etmeye koyuldum ve onun
dışındakilere düşmanlık etmekten sakındım.” İmam, “Allah’a yemin olsun ki güzel
söyledin” diye buyurdu.”
“Yedincisi de şudur: İnsanların rızık elde etme
hususunda kendilerini sıkıntı ve zahmete düşürdüklerini gördüm ve Allah-u
Teala’nın şu sözünü işittim: “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk
etmeleri için yaratmışımdır. Onlardan bir rızık istemem; beni doyurmalarını da
istemem. Şüphesiz rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah’tır.” Böylece
O’nun vaadine güvendim, sözünü kabul ettim ve bunun karşısında taşıdığım göreve
(yani ibadete) koyuldum. O’nun nezdine sahip olduğum ve bana ulaştıracağını
garanti ettiği, rızkı talep etme hususunda kendimi sıkıntıya düşürmekten el
çektim.” İmam, “Allah’a yemin olsun ki güzel söyledin” diye buyurdu.
“Sekincisi de şudur: Bir grubun bedenlerinin
sıhhatine dayandıklarını, bir grubun fazla para ve servetine dayandıklarını,
diğer bir grubun ise benzeri şeylere dayandıklarını gördüm ve Allah-u Teala’nın
şu sözünü işittim: “Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye
kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir. Allah’a güvenen
kimseye O yeter.” Böylece, Allah’a dayandım, Allah’tan başka herşeye
dayanağım ortadan kalktı.” İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki, Tevrat,
İncil, Zebur, Furkan ve diğer (semavi) kitapların tümü bu sekiz konuyu ifade
etmektedir.”[2222]
14113. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fayda
vermeyen ilimde hayır olmadığını bil. Faydalanılmayan bilgi öğrenilmeye layık
değildir.”[2223]
14114. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) mescide girdi. Bir grubun birinin etrafına toplandığını gördü,
“Ne olmuş?” diye buyurdu. Kendisine, “Bu şahıs Allame’dir(çok bilendir)” diye
arzedilince, “Hangi konuda allamedir?” diye sordu. Onlar şöyle arzettiler: “O
arapların soyu, savaşları, cahiliye dönemi ve arap şiirleri hususunda
insanların en bilginidir. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu, bir insanın
bilmediği taktirde kendisine zararının olmadığı ve bildiği taktirde kendisine
fayda vermediği ilimdir.”[2224]
bak. 2890. Bölüm
14115. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin ilmi aklından fazla olursa, o ilim kendisi için vebal olur.”[2225]
14116. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanı
teyit etmeyen (onaylamayan) her ilim, sapıklık sebebidir.”[2226]
14117. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
sonu yoktur.”[2227]
14118. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
ihata edilmekten daha çoktur.”[2228]
14119. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki
şeyin nihayine erişilemez: İlim ve akıl.”[2229]
14120. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ilmin sonuna eriştiğini iddia ederse, cehaletinin nihayetini göstermiş
olur.”[2230]
bak. 2880. Bölüm
14121. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim,
sayılamayacak kadar çoktur.”[2231]
14122. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
dört çeşittir: Dinler için fıkıh ilmi, bedenler için tıp ilmi, dil için
(gramer) ilmi ve zamanları tanımak için yıldız ilmi.”[2232]
14123. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
iki kısımdır: Dinleri tanıma ve bedenleri tanıma (tıp).”[2233]
14124. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim,
iki türlüdür: Yaratılıştan gelen ve sonradan kazanılan. Yaratılıştan gelen ilim
olmadığı zaman, sonradan kazanılan da fayda vermez.”[2234]
14125. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
iki çeşittir: İnsanların hakkında düşünmekle görevli olduğu ilim ve o İslam
dinidir. Bir de insanların, düşünmeyi terk edebileceği ilimdir ve o da aziz ve
celil olan Allah’ın kudretidir.”[2235]
14126. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlim
sayılamayacak kadar çoktur. O halde herşeyin en güzelini almaya çalışın.”[2236]
14127. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
ihata edilmekten daha çoktur. O halde her ilimden en güzelini alınız.”[2237]
14128. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
ilmin en güzelini alınız. Şüphesiz bal arısı her çiçeğin en güzelini yer ve
ondan iki nefis cevher doğar. Onlardan biri insanlar için şifadır ve ikincisi
ise kendisiyle aydınlık elde edilir (yani bal ve mum.)”[2238]
14129. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
başı ahlakın arasını ayırmak, güzel ahlakı açığa çıkarmak ve kınanmış ahlakı
söküp atmaktır.”[2239]
14130. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin
başı yumuşaklıktır. Cehaletin başı ise kaba davranmaktır.”[2240]
bak. el-Halk, 1105. Bölüm; el-Hikmet, 922.
Bölüm
14131. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
hayırlı ilim, kendisiyle yolunu ıslah ettiğin ilimdir. En kötü ilim ise
kendisiyle ahiretini bozduğun ilimdir.”[2241]
14132. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En
iyi ilim faydalı olanıdır.”[2242]
14133. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
iyi ilim seni ıslah eden ilimdir.”[2243]
14134. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı
bilmek, iki ilimden en üstünüdür.”[2244]
14135. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
iyi ilim, amel ile birlikte olan ilimdir.”[2245]
14136. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
faydalı ilim, amel edilen ilimdir.”[2246]
14137. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmini
az görmen, ilminin fazlalığındandır.”[2247]
14138. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bil
ki hiçbir ilim, esenlik dilemek gibi değildir ve hiçbir esenlik, kalp esenliği
gibi değildir.”[2248]
14139. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin
için en evla ilim, amelinin sadece kendisiyle düzeldiği ilimdir. Senin için en
farz olan ilim, hakkında sorulacağın ilimdir. Senin için en gerekli olan ilim,
sana kalbinin doğruluğunu ve bozukluğunu gösteren ilimdir. Akıbet açısından en
övülmüş ilim ise bu dünyada senin amelini artıran ilimdir. O halde bilinmemesi
sana zarar vermeyen bir şeyi öğrenmeye koyulma. Terk edilmesi cehaletini artıran
bir şeyi de öğrenmekten gafil olma.”[2249]
14140. Misbah’uş-Şeria’da yer aldığına göre
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kendisini tanırsa, Rabbini de tanır. Ondan sonra amelinin sadece kendisiyle
düzeldiği ilmi tahsil etmeye çalış ve o da ihlastır.”[2250]
14141. Resulullah (s.a.a), kendisine amellerin
en üstününü soran birisine şöyle buyurmuştur: “Allah’ı
tanımak ve dini hakkında anlayış sahibi olmak.” Peygamber bu cümleyi o şahıs
için tekrar etti. O şahıs da şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Ben sizden ameli
sordum, siz ise bana ilmi haber verdiniz.” Peygamber şöyle buyurdu: “İlim
olduğu taktirde, az bir amel bile sana fayda verir. Ama cehalet olduğu taktirde
çok amel bile sana fayda vermez.”[2251]
14142. İmam Ali (a.s), kendisine ilim hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: “İlim dört cümledir: Allah’a
ihtiyacın olduğu kadar ibadet etmen, Allah’a ateş karşısında tahammülün olduğu
kadar isyan etmen, dünyan için içindeki ömrün miktarınca çalışman ve ahiretin
için onda kalacağın miktarınca çaba göstermen.”[2252]
14143. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
teyit etmediği her ilim dalalet ve sapılıktır.”[2253]
14144. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Yıldız ilminden sakının. Karada ve denizde yol bulmak için
öğrenirseniz o başka. Çünkü yıldız ilmi sizi kahinliğe sürükler. Müneccim de
kahin gibidir. Kahin de sihirbaz gibidir, sihirbaz da kafir gibidir ve kafir
ise ateştedir.”[2254]
14145. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
ilimler sapıklıkla sonuçlanır.”[2255]
bak. 2889. Bölüm; 223. Konu, es-Sıhr 505.
en-Nucum
14146. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “(din
hususunda) fakih olunuz. Aksi taktirde sizler bedevi (ilkel) sayılırsınız.”[2256]
14147. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ve
gördüm... Her şeyden önce sana üstün ve yüce olan Allah’ın kitabını tefsir ve
tevili ile, İslam’ın şeriat ve ahkamını, helal ve haramı ile öğretmeyi
kararlaştırdım. Başka şeylerle ilgilenmedim.”[2257]
14148. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Helal
ve haram hakkında doğru bir insandan bir tek hadis öğrenmek, senin için
dünyadan, dünyanın altın ve gümüşlerinden daha hayırlıdır.”[2258]
14149. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Keşke,
haram ve helal hükümleri hususunda fakih oluncaya kadar ashabımın başı
kırbaçlansaydı.”[2259]
14150. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Benim bir
çocuğum var. Sizden kendisini ilgilendirmeyen hususları değil de helal ve
haramları sormak istiyor” diyen birisine şöyle buyurmuştur: “Acaba
helal ve haram hakkında sorulan sorudan, insanların sorduğu daha üstün bir soru
var mıdır?”[2260]
14151. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğreniniz, bunun yanısıra da hilim ve vakarla süsleniniz.”[2261]
14152. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanatlarını
germek (tevazu) ilmin süsüdür.”[2262]
14153. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmin
süsü ihsandır.”[2263]
14154. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ruhum
elinde olana andolsun ki bir araya gelen ilim ve hilimden daha üstün hiçbir şey
bir araya gelmemiştir.”[2264]
14155. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
öğreniniz, ilim için vakar ve hilim öğreniniz ve kibirli alimlerden olmayınız.
Aksi taktirde ilminiz cehaletinizi ortadan kaldırmaz.”[2265]
14156. İmam Ali (a.s), takva sahiplerinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Hilmi ilimle
karıştır, sözü ise amelle”[2266]
bak. 2870. Bölüm
Kur’an:
“Bu
arada ikisi katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ledunni ilim
öğrettiğimiz kullarımızdan birini buldular.” [2267]
14157. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bildiğiyle amel ederse, Allah da ona bilmediğini öğretir.”[2268]
14158. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bir ilim öğrenir ve onunla amel ederse Allah ona bilmediklerini öğretir.”[2269]
14159. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim bildiğiyle amel ederse, bilmedikleri hususunda bu kendisine kifayet eder.”[2270]
14160. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bazı
ilimler, örtülü yüz gibidirler. Allah’ı bilenler dışında hiç kimse onu bilemez.
Bu ilimlerden söz edildiği taktirde, Allah’tan gafiller dışında hiç kimse
onları inkar etmez.”[2271]
14161. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Batıni
ilim, aziz ve celil olan Allah’ın sırlarından bir sır ve hikmetlerinden bir
hikmettir. Allah onu kullarından istediğinin kalbine atar.”[2272]
14162. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer,
Allah’tan hakkıyla korkmuş olsaydınız, sizlere kendisiyle hiçbir cehaletin olmadığı
bir ilim öğretilirdi.”[2273]
bak. Ez-Zuhd, 1621. Bölüm; el-İmamet (2), 168.
Bölüm; el-Ma’rifet (3), 2607. Bölüm
14163. İmam Ali (a.s), kendisine insanların en
aliminin kim olduğu soırulunca şöyle buyurmuştur: “İnsanların
ilmini kendi ilmine ekleyen kimsedir.”[2274]
14164. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en alimi, insanların ilmini kendi ilmiyle bir araya toplayan kimsedir.”[2275]
14165. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en alimi, ilim hakkında ihtiraslı olan kimsedir.”[2276]
14166. Resulullah (s.a.a), kendisine, “İnsanların
en alimi olmak istiyorum” denilince şöyle buyurmuştur: “O
halde Allah’tan kork ki insanların en alimi olasın.”[2277]
14167. İmam Bakır (a.s), Seleme b. Kuheyl ve
Hakem b. Uteybe’ye şöyle buyurmuştur: “Eğer
doğuya ve batıya da gidecek olsanız, biz Ehl-i Beyt’ten çıkan ilim dışında
doğru bil ilim bulamazsınız.”[2278]
14168. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz
ki insanların hiçbirinin yanında biz Ehl-i Beyt’ten aldıkları dışında bir hak
ve doğruluk yoktur.”[2279]
14169. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adem’den
son Peygambere kadar tüm Peygamberlerin getirdiği ilim Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i
Beyt’inde mevcuttur.”[2280]
14170. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
ilmi kaynağından almış, suyu saf kaynağından içmiş, hayrı yerinden alıp
biriktirmiş, apaçık bir yola koyulmuş ve hak yolunu katetmiş olsaydınız,
şüphesiz yollar size aşikar olur, (hakkın) nişaneleri sizler için apaçık ortaya
çıkardı.”[2281]
bak. el-İmamet (2), 162. Bölüm
14171. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim
beden rahatlığıyla (rahatına düşkünlükle) derk edilemez.”[2282]
14172. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmi
erkeklerin ağzından alınız.”[2283]
14173. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bütün
ilimleri açan benim ve bütün sırları sona erdiren ise, Kaim’dir (a.s).”[2284]
14174. İncil’de şöyle yer almıştır: “Sakın,
“Öğrenip amel etmemekten korkuyorum” demeyiniz. Aksine şöyle deyiniz: “Öğrenip
amel etmeyi ümit ediyorum.”[2285]
14175. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
rahmeti ilmi ihya eden kulun üzerine olsun. Kendisine, “İlmi ihya etmek ne
iledir? ” diye arzedilince şöyle buyurmuştur: “Takva ve dindar kimselerle
müzakere etmekle.”[2286]
14176. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gizli
şehvetten sakınınız. (Gizli şehvet.) Alim birinin kendi meclisinde oturulmasını
sevmesidir.”[2287]
14177. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizim
hakkımızı eksilten herkesin, Allah da ilmini eksilmiştir.”[2288]
14178. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmi
ehli olmayana veren kimse, domuzun boynuna mücevherat, inci ve altın asan kimse
gibidir.”[2289]
14179. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlmin
afeti unutmaktır. İlmi zayi etmek ise onu ehli olmayana söylemektir.”[2290]
14180. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıble
ehliyle aranızda savaş kapısı açıldı. Bu bayrağı ancak sabır ve basiret ehli,
hak konularında bilgi sahibi olan kişiler taşıyabilir.”[2291]
14181. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Az
bir ilim bile bir çok cehaleti ortadan kaldırır.”[2292]
368. Konu
el-Umr
Ömür
F
Tefsir-i el-Mizan, 4/139; Kelam fi Umr’in-Nu’il-İnsan
vel’-İnsan’iş Evveli
Bak
F
4. konu, el-Ecel; 368. konu, el-Umr
F
el-Fikr, 3257. bölüm
Kur’an:
“Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış , sonra da
sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak
O’nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması
şüphesiz Kitap‘tadır. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.”[2293]
14182. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ömür,
sayılı birkaç nefestir.”[2294]
14183. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin
ömrün, içinde bulunduğun zamandır.”[2295]
14184. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin
ömrün nefeslerinin sayısıdır ve bu nefesleri sayan bir gözetici vardır.”[2296]
14185. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan
içinde yaşadığı anların çocuğudur.”[2297]
14186. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden
hiçbirisi, ömründen bir günü geride bırakmadıkça, ömründen bir günü
karşılayamaz.”[2298]
14187. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
sen sayılı günlersin. Üzerinden geçen her gün senin bir bölümünü götürür. O
halde dünyayı taleb etmeyi kolaya al ve kazancında orta yolu tut.”[2299]
14188. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ömründen
bir parça geçmedikçe zamandan bir an olsun sona ermez.”[2300]
14189. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden
biri için bir gün yaşamak, ancak ömründen bir gün eksiltmekle olur.”[2301]
bak. el-Mevt, 3719. Bölüm
14190. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dirhem
ve dinarından daha çok, ömrün hususunda cimri davran.”[2302]
14191. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Geçen
ömründen zayi ettiklerinden ibret alırsan, geri kalanını korursun.”[2303]
14192. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ziyan etmiş kimse, ömrünü ziyan eden kimsedir ve şüphesiz gıpta edilen kimse
ömrünü Rabbine itaat yolunda sona erdiren kimsedir.”[2304]
14193. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ömür sınırlıdır. Hiçkimse kendisi için taktir edilen ömürden ileri geçemez. O
halde ömrünüz sona ermeden koşunuz.”[2305]
14194. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dört
şeyi dört şeyden önce ganimet bil: Gençliğini yaşlılıktan önce, sağlığını hastalığından
önce, zenginliğini fakirlikten önce ve hayatını ölümünden önce.”[2306]
14195. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O
halde (salih) amel işlemeye gayret edin. Ecelin ansızın gelip çatmasından
korkun. Çünkü kaybolan rızkın geri gelmesi umulabilir, ancak kaybolan ömrün
gelmesi mümkün olmaz.”[2307]
14196. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ömründen
geçen şey eceldir, kalanı ümittir (gerçekleşmemesi de mümkündür) ve içinde
bulunduğun an amel zamanıdır.”[2308]
14197. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Geçen
günün geçmiştir, gelecek ise şüphelidir. Şimdiki vaktin ise ganimettir.”[2309]
14198. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Geçen
ömrün geçmiştir, kalanının da ne olacağı belli değildir. O halde içinde
bulunduğun zamanı amel için ganimet say.”[2310]
14199. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gece
ve gündüz, sende işler (etki yaratır.) O halde sen de onlarda çalış. Onlar
senden alır, o halde sende onlardan al.”[2311]
14200. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Saatler
günde, günler ayda, aylar yılda, yıllar da ömürde ne de çabuk geçip gidiyor.”[2312]
14201. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Saat
ve anlar, ömürleri yok eder, ölüm ve yokluğa yaklaştırır.”[2313]
14202. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü, kulun ömür günlerinden her bir gün için yirmi dört hazine, gece gündüz
saatleri sayısınca açılır. Bir hazineyi nur ve sevinç dolu görür. Bunu müşahade
edince öyle bir sevinir ki eğer bu sevinci cehennem ehli arasında
bölüştürülecek olursa onlara ateşin derdini hissetmeyi unutturur. Bu hazine
kulun içinde Rabbine itaat ettiği saattir.
Daha sonra kendisine başka bir hazine açılır. O
hazineyi ise karanlık, kötü kokulu ve korkunç bulur. Onu görmekten dolayı öyle
bir korkar ve dehşete kapılır ki eğer korku ve dehşeti cennet ehli arasında
bölüştürülecek olursa, cennet nimeti kendilerine tatsız olur. Bu da rabbine
içinde isyan ettiği saattir. Ardından kendisine bir başka hazine açılır ve onu
boş bulur. İçinde kendisini sevindirecek ve rahatsız edecek bir şey bulunmaz.
Bu da kulun uykuda olduğu ve dünyanın mübah işleriyle meşgul olduğu saatlerdir.
O halde bu saat ve anları da güzel işlerle doldurabildiği halde
doldurmadığından dolayı, nitelendirilmesi mümkün olmayan bir hüzün ve gama
boğulur. Allah-u Teala’nın şu sözü de buna işaret etmektedir: “O gün zarar
günüdür...”[2314]
14203. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ömrünü, kendisini kurtaracak şeyler dışında harcayacak olursa, istediği
şeyi kaybetmiş olur.”[2315]
14204. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Pişman olmadan ve “Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü
yazıklar olsun bize” demeden önce şimdiki zamanı, şimdiki zamanı
değerlendirin.”[2316]
14205. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Düğümler açık, meşaleler yanık ve tövbe kapısı açıkken, kalem ameller
yazmaktan kurumamışken ve amel defteri görülmemişken, şimdiyi, şimdiyi
değerlendirin.”[2317]
14206. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefeslerinin
eceline doğru attığı adımlar olduğunu bilip amele koşan ve arzusunu kısaltan
kimseye Allah rahmet etsin.”[2318]
14207. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İçinde
bulunduğun hergün için amel et ki kurtuluşa (kemale) erişesin.”[2319]
bak. 2928. Bölüm; el-Murakıbe, 1540, 1544. Bölümler
14208. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Geçen
ömürle uğraşmak, şimdiki zamanı zayi eder.”[2320]
14209. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsin,
ölümden sonra kendisiyle birlikte olmayacak şeylerle meşgul olması (amelde) en
büyük gevşekliktir.”[2321]
14210. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
vaktini harcadığı en kötü şey, fazlalık (faydasız) işlerdir.”[2322]
14211. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Önemli
olmayan bir şeyle meşgul olan kimse daha önemli şeyi zayi etmiş olur.”[2323]
14212. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ömürleri
sizlere baki kalmayacak şeylerde zayi etmekten sakının. Şüphesiz ömürden
geçenler bir daha geri dönmez.”[2324]
14213. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nimetler
içerisinde ömür sürenler nerede? İlim öğrenip anlayanlar nerede? Onlara mühlet
verildi de gaflete daldılar. Sağlık ve esenlik içinde yaşarlarken unuttular.
Uzun mühlet elde ettiler. Güzel lütuflara nail oldular.”[2325]
14214. İmam Ali (a.s) ani ölümle karşılaşanın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ölüm
aralarına girmeye başlamış, kişiyle konuşması arasına girmiştir. Kişi tanıdıkları
arasında gözüyle bakar, kulağıyla işitir, aklı ve zekası yerindedir. Giden
ömrünü ve zamanın götürdüklerini düşünmektedir.”[2326]
14215. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin
ömrünün geri kalanı paha biçilmezdir. Zira onun vesilesiyle geçmişini telafi
eder ve ölen şeyi ihya eder.”[2327]
14216. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ömrünün
geri kalanının değerini sadece Peygamber veya sıddık (dosdoğru) insan bilir.”[2328]
14217. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin
geri kalan ömründen başka hiç bir şey simyadan daha değerli değildir.”[2329]
14218. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ömrünün geri kalanında hayırlı işler yaparsa, geçmiş günahlarından dolayı
sorgulanmaz. Her kim de ömrünün kalan bölümünde günah ve kötülük yaparsa, bütün
ömrü boyunca yaptığı amellerden dolayı sorguya çekilir. Şu şair ne de güzel
demiştir: “Zaman ömrüm hakkında benimle çene çaldı ve ben ona dedim ki
Ömrümü dünyaya ve dünyada olan herşeye satmam
Daha sonra yavaş yavaş benden bedava aldı
Satıcısı zarar eden ticaretin elleri kopsun.”[2330]
14219. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ömrün, Rabbinin itaatinde tükettiğin takdirde saadetinin mehiridir.”[2331]
14220. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
nefeslerin, ömrünün parçalarıdır. O halde nefeslerini sadece seni (Allah’a)
yakın kılacak itaatte harca.”[2332]
14221. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
vakitlerin, ömrünün parçalarıdır. O halde vaktini sadece seni kurtaran şeylerde
harca.”[2333]
14222. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ömrünü
ibadet ve itaat dışında zayi etmekten koru.”[2334]
Kur’an:
“Orada; “Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, salih
amel işleyelim” diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: “Öğüt alacak
kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da
gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz.” [2335]
14223. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Bir
süre sizleri yaşatmadık mı?...” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ayet, onsekiz
yaşındaki kimseler için bir kınamadır.”[2336]
14224. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü olunca bir ses yükselir: “Altmış yaşındakiler nerededir? ” Bu Allah-u
Teala’nın hakkında şöyle buyurduğu ömürdür: “Öğüt alacak kişinin öğüt
alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı?”[2337]
14225. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Altmış
yaşına ulaştığında kendini ölülerden say.”[2338]
14226. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın
ademoğlunu mazur gördüğü ömür, altmış yıldır.”[2339]
14227. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Altmış
ile yetmiş yıl arası ölümlerin iniş yerleridir.”[2340]
14228. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kul
işleri hususunda kırk yaşına kadar genişlik sahibidir. Kırk yaşına erişince
aziz ve celil olan Allah iki meleğine şöyle vahyeder: “Ben kuluma ömür verdim,
o halde onun hususunda sert ve sıkı davranın. Az çok, küçük veya büyük tüm
işlerini hıfzedin ve yazın.”[2341]
14229. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kul,
kırk yılı geride bırakınca ona şöyle denir: “Akıllı ol. Zira artık senden
hiçbir özür kabul edilmez.” Kırk yaşındaki insanın, yirmi yaşındaki insan gibi
özür getirmeye hakkı yoktur.”[2342]
14230. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul,
kırk yaşına ulaşınca Allah’tan korkmalı ve ondan sakınmalıdır.”[2343]
14231. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan
kırk yaşına ulaşınca, bir münadi gökten şöyle nida eder: “Göç vakti yaklaştı. O
halde azığını hazırla.”[2344]
14232. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsan
kırk yaşına ulaşırda iyilikleri kötülüklerinden üstün olmazsa şeytan onun
alnından öper ve şöyle der: “Bu asla kurtuluşu görmeyecek olan bir yüzdür.”[2345]
14233. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kırk yılı geride bırakırda iyiliği kötülüğüne galip gelmezse, kendisini
ateş için hazırlamalıdır.”[2346]
14234. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ömrü
ahirette aleyhine bir hüccet ve delil olan gafile hasret (eyvahlar-yakınmalar)
olsun ki yaşam günleri onu kötülüğe sürmüş, götürmüştür.”[2347]
Kur’an:
“Allah sizi yaratmıştır, sonra öldürecektir, içinizden bir
kısmı da ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bilmez olurlar.
Doğrusu Allah bilendir, her şeye kadirdir.” [2348]
“Uzun
ömürlü yaptığımızın hilkatini tersine çevirmişizdir. Akıl etmezler mi? ” [2349]
14235. İmam Ali (a.s), Allah-u Teala’nın, “İçinizden
bir kısmı da ömrünün en fena zamanına ulaştırılır.”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat,
yetmiş beş yaştır.”[2350]
14236. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kul
otuz üç yaşına ulaşınca, kemaline ermiş olur. Kırk yaşına erişince ömrünün
zirvesine ulaşmış olur. Kırk bir yaşına gelince azalmaya başlar. Elli yaşındaki
insan can veren kimse gibi olmalıdır.”[2351]
14237. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey
kırk yaşındakiler! Sizler hasat zamanı yaklaşmış ekinlersiniz. Ey elli
yaşındakiler! Önceden ne gönderdiniz ve geride ne bıraktınız. Ey altmış
yaşındakiler! Hesaba doğru ilerleyin ve artık hiçbir özrünüz kalmamıştır. Ey
yetmiş yaşındakiler! Kendinizi ölülerden sayınız.”[2352]
14238. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Uzun
ömrün meyvesi, hastalık ve yaşlılıktır.”[2353]
14239. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin ömrü uzun olursa, musibetleri çok olur.”[2354]
14240. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kalmayı severse, bela ve musibetler için sabırlı bir kalp hazırlamalıdır.”[2355]
14241. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sürekli
abdestli ol ki Allah ömrünü uzatsın.”[2356]
14242. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kimin niyeti güzel olursa, ömrü de çok olur.”[2357]
14243. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötülüklerden
uzak durunuz ki ömrünüz uzasın.”[2358]
14244. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim ailesine iyilik ederse, ömrü uzun olur.”[2359]
14245. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
Allah’ın ömrünü artırmasını istiyorsan, anne ve babanı sevindir.”[2360]
14246. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
kim rızkının fazla ve ömrünün uzun olmasını istiyorsa, sıla-i rahimde
bulunsun.”[2361]
14247. İmam Sadık (a.s), Muyesser’e şöyle
buyurmuştur: “Ey Muyesser! Kaç defa ecelin geldi, ama
akrabalarını ziyaret ettiğin için (sıla-i rahimde bulunduğun için) Allah her
defasında onu erteledi. (Eğer ömrünün fazla olmasını istiyorsan, iki yaşlı
kimseye iyilik et.” İmam’ın maksadı insanın anne ve babasıdır.)”[2362]
14248. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ömrü
sadece iyilik etmek uzatır.”[2363]
14249. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şiilerimize
Hüseyin b. Ali’nin kabrini ziyaret etmelerini emrediniz. Zira onu ziyaret
etmek, rızkı arttırır, ömrü uzatır ve kötülükleri insandan uzaklaştırır.”[2364]
14250. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim kalmayı talep ediyorsa –elbette kalma diye bir şey söz konusu değildir-
sabah erkenden kahvaltı yapmalı, güzel ayakkabı giymeli, borcunu azaltmalı ve
kadınlara fazla yaklaşmamalıdır.”[2365]
bak. Er-Rahim, 1464, 1467. Bölümler; el-Ecel,
24. Bölüm
14251. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ömrü
uzun olup ameli güzel olan kimseye ne mutlu. Böyle bir kimsenin dönüş yeri de
güzeldir. Zira Rabbi ondan hoşnuttur. Ömrü uzun olup ameli kötü olan kimse ne
de kötüdür. Böyle bir kimsenin dönüş yeri de kötüdür. Zira Rabbi ondan razı
değildir.”[2366]
14252. İmam Seccad (a.s), bir duasında şöyle
buyurmuştur: “(Allah’ım! ) Beni ömrünü uzun, amelini
güzel kıldığın, nimetini kendisine tamamladığın, kendisinden hoşnut olduğun ve
ona en devamlı sevinç, en kamil yücelik ve en güzel geçim içinde tertemiz bir
hayat verdiğin kimselerden eyle.”[2367]
14253. İmam Seccad (a.s), Mekarim’ul-Ahlak
duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ömrümü
sana itaatte harcandığı müddetçe uzun kıl ve ömrüm şeytanın otlağı haline
geldiğinde de ruhumu al ve kendine doğru götür.”[2368]
14254. Fatımat’uz-Zehra (a.s) bir münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Gayp ilmin ve kulların
üzerindeki kudretine hatırı için beni yaşamamın, benim için daha iyi olduğunu
bildiğin müddetçe hayatta kıl. Ölümü benim için daha iyi gördüğün taktirde ise
canımı al.”[2369]
14255. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey
Ali! Allah’ın kendisi için isyan etmeyi kastedinceye kadar kendisine
belirlenmiş bir ecel tayin etmemesi, müminin yüceliğindendir. O halde mümin
günah işlemeyi kastedince Allah canını alır.”[2370]
14256. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şimdi,
ey Mufazzal! İnsanın ömrünün kendisine gizli kalmasının sebebini düşün. Zira
eğer insan ömrünün ne kadar olduğunu bilecek olur ve de ömrü kısa olursa hayat
ona acı gelir. Çünkü ölümün bildiği zamanda gelip çatmasını bekler. Hatta
malını kaybetmiş veya yok olmanın eşiğinde olan birisine benzer. Böyle bir
kimse, malının yok olması veya fakirliğe düçar olması korkusuyla doğal olarak
fakirlik duygusuna kapılır. Ömrün yok olacağı korkusu ise malın yok olacağı
korkusundan daha fazladır. Zira malı azalan insan, onu telafi edeceği ümidiyle
huzura kavuşur. Ama ömrünün belli bir zamanda biteceğine yakin eden kimse,
ümitsizliğe kapılır.
Ama eğer ömrü uzun olur ve o da bundan haberdar
olursa, henüz kalıcı olduğuna güvenir. Bu yüzden de lezzetlere ve günahlara
dalar. Şehvetini tatmin etmeye çalışır ve ömrünün sonunda tövbe etmeyi
düşünür...
Eğer şöyle dersen: “Şu anda da ömrü kendisine
belli olmadığı ve her an ölümü beklediği halde yine de günahlara düşmekte ve
isyan etmektedir.” Şöyle deriz: “Zamanın belli olmaması hususundaki hikmet yine
aynı şekilde geçerliliğini korumaktadır. (Yani bir çok insan bu ölüm zamanı
belli olmadığı için günahlardan uzak durmaktadır. Ama eğer insan buna rağmen
kötülükten el çekmez ve sakınmazsa, bu onun şımarıklığından ve taş
kalpliliğinden kaynaklanmaktadır, tedbirdeki bir hatadan dolayı değil.”[2371]
Özür Dilemeye
Sebep Olan Şeylerden Sakınmak
Özür Dileyen
Kimsenin Özrünü Kabul Etmeye Teşvik
Özür Kabul
Etmeyen Kimsenin Cezası
Hiç Kimsenin
Özrünün Kabul Olmadığı Hususlar.
İtiraf
Etmekte Özür Dilemektir
Özür
Dilenmemesi Gereken Yerler
Dili
Arapça’yla Açılan (Arapça konuşan) İlk Kimse
Haysiyet ve
Yüzsuyunu Korumaya Teşvik
Müslümanların
Haysiyetini Lekelemekten Sakınmanın Sevabı
Müslümanın
Haysiyetini Savunmanın Sevabı
Eşyayı Zıddı
(Çelişiği) ile Tanımak
Kendisini
Tanıyan Kimse Şüphesiz Rabbini Tanır
Nefsini
Tanıyan Kimseye Yakışan Şey
Allah’a İman
Etmenin Farz Oluşunun Hikmeti
Allah-u Teala
Hakkında İlim Sahibi Olmak
Allah’ı
Tanımanın Kemalinin Meyvesi
İnsanlardan
Allah’ı En Çok Tanıyan Kimse
Allah’ı
Tanımanın En Düşük Mertebesi
Allah’ın Zatı
Hakkında Düşünmekten Sakınmak
Akıllar
Allah’ın Marifetinin Künhünü (Hakikatini) Tanımaktan Acizdir
Kalp ve Gözün
Allah’ı İhata Etmekten Aciz Oluşu
Allah
Hakkındaki Caiz Olan Nitelendirmeler
Çeşitli
İlahlara İnanmanın Sonuçları (1)
Çeşitli
İlahlara İnanmanın Sonuçları (2)
Çeşitli
İlahlara İnanmanın Sonuçları (3)
Allah Birdir,
Ama Sayı İle Değil
Allah Hareket
ve Sükun İle Nitelendirilemez
Allah
Doğurmamıştır ve Doğurulmamıştır
Ne Eşyanın
İçindedir ve Ne de Eşyanın Dışındadır
Allah Resulü
(s.a.a) ve Allah’ı Müşahede Etmek
Allah Var İdi
ve Onunla Birlikte Hiçbir Şey Yoktu
Allah Sırları
ve En Gizli Şeyleri Bilendir
Allah’tan
Başka Her Alim İlmini Başkasından Almıştır
Allah’ın
Geçmiş Şeyler Hakkındaki İlmi, Gelecek Şeyler Hakkındaki İlmi Gibidir
Allah’ın İlmi
Nitelendirilemez
Allah’ın
Adaletine İnanmanın Anlamı
Münezzeh Olan
Allah’ın Adil Olduğunun Delili
Allah
Mütekellimdir (Konuşandır)
İyilik Etmek
Ebedi Bir Stoktur
İnsanın
Kendisini İyiliğe Zorlamasına Teşvik
İyi ve Kötü
Herkese İyilikte Bulunmaya Teşvik
Hayvanlara
İyilikte Bulunmaya Teşvik
İhsan ve
Yardımın Elden Ele Dolaşması
Ehli Olmayana
İyilikten Sakınmak
İyiliği Tam
ve Kamil Olarak Yapmak
İyiliğin
Kendisiyle Kemale Eriştiği Şey.
İyiliği Küçük
Görmekten Sakınmak
İyiliğin
Kabul Edildiğinin Göstergesi
İyiliği
Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak
İnsanlardan
İyiliği Emretmeye ve Kötülükten Sakındırmaya En Evla Olanı
İnsanın ve
Ailesinin Günahtan Sakınması
Zalim İmam
Karşısında Söylenen Hak Söz
Kötülükten
Sakındırmak Taktiri Değiştirmez.
İyiliği
Emretmeyi ve Kötülükten Sakındırmayı Terketme Tehlikesi
Kurtuluş Emre
İtaat Eden ve Emreden Kimse İçindir
Bir
Topluluğun Yaptığına Hoşnut Olan Kimse
İyiliği
Emreden Kimsenin Şartları
Yapmadığı İşi
Emredeni Kınamak
Emir ve
Nehyin Farz Oluşunda Şart Olmayan Şeyler
Kötülükten
Sakındırmanın En Düşük Mertebesi
Kötülükten
Sakındırmanın En Üstün Mertebesi
Kötülükten
Sakındırmanın Gerekleri
Kötülükten
Sakındırmak ve İnsanlardan Korkmak
Günahkarlarla
Karşılaşınca Yapılması Gerekenler
Kötülüğü
Emretmek Ve İyilikten Sakındırmak
İzzetin
Tümüyle Kendisinin Olduğu Kimse.
İzzet ve
Zilleti Elinde Bulunduran Kimse.
İzzet
Allah’a, Resulüne ve Müminlere Mahsustur
Allah’tan
Başkasından İzzet Dilemek
Münezzeh Olan
Allah’a İtaat Etmek
İnsanlardan
Bir Şey Beklememek
Allah’ın
Tanınmamış Dostlarının Fazileti
Uzlete
Çekilmemesi Gereken Kimse
Musibet Gören
Kimseyi Teselli Etmek
Musibet
Görmüş Birine Teselli Vermede Söylenen Şey
Musibet Gören
Kimseyi Kutlamak Ona Başsağlığı Dilemekten Daha Evladır
İnsanın
Nefsiyle Muaşeret Etmesinin Adabı
İnsanlarla
Muaşerette Bulunmanın Adabı
İnsanın
Ailesine Karşı Muaşeret Adabı
Avamla
Muaşerette Bulunmanın Adabı
İnsanlarla
Muaşerette Bulunmanın Ölçüsü
İnsanlarla
Nasıl Muaşeret Edilmesi Gerektiği
Dostlukta
Riayet Edilmesi Gereken Şey
Hüseyin’e
(a.s) Ağlamanın Fazileti
Hüseyin’in
(a.s) Mateminde Şiir Okumak
Ululamak İçin
Secdeye Kapanmak
Karın ve
Tenasül Organı Konusunda İffetli Olmaya Teşvik
Güzel Bir
Şekilde Affetmeye Teşvik
Gücü Olduğu
Zaman Affetmeye Teşvik
Af ve
Kalpleri Elde Etmeye Çalışmak
Kudret Elde
Ettiğinde Yüce İnsanın Affetmesi
Allah’ın
Affına Sebep Olan Şeyler
Allah’tan
Afiyet Talep Etmeye Teşvik
Allah’tan
Afiyet Talep Etme Duası
Ceza ile
Korkutmak ve Bunu Uygulamak
Cezalandırmada
Allah’ın Adil Oluşu
Cezalandırmakta
Acele Etmekten Sakınmak
Akıl Allah’ın
Yarattığı İlk Şeydir
Faziletler
Hususunda Aklın Rolü
Ceza ve Sevap
Hususunda Aklın Rolü
Aklın Dünya
ve Ahiret Hayrındaki Rolü
Nefsin Akıl
ve İstekler Arasında Çekiştirilmesi
Akıl ve
İyilikle Kötülüğü Tanımak
Akıllı İçin
Olması Gereken Şey
Akıllı
İnsanın Yapması Gereken Şey
Aklın Güçlü
Olduğunun Göstergesi
İnsanın
Hayatının Çeşitli Dönemlerinde Aklı
Peygamberlik
Makamına En Yakın Olan Kimse
Alimler
Peygamberlerin Varisidir
Alimlerin
Mürekkebinin Şehitlerin Kanından Üstün Oluşu
Alimin
Abidden Üstün Oluşunun Sebebi
Alimin Yüzüne
Bakmak İbadettir
İlim Talep
Eden Kimse ve Peygamberlik
Herşeyin İlim
Talibi İçin Mağfiret Dilemesi
Öğretmek ve
Açıklamak Hususunda Söz Almak
İlim Yoluyla
Geçinen Kimseyi Kınama
İlimle
Geçimini Temin Etmenin Anlamı
Allah İçin
Öğrenen Kimsenin Özellikleri
Allah’tan
Gayrisi İçin İlim Öğrenen Kimse.
İlim
Öğrenmenin Doğru Olmayan Hedefleri
Öğretmen
Seçiminde Riayet Edilmesi Gereken Hususlar
Öğrencinin
Öğretmen Üzerindeki Hakları
Öğretmenin
Öğrenci Üzerindeki Hakları
Öğrencinin
Riayet Etmesi Gereken Hususlar.
İlim Talebi
Hususunda Kapsamlı Bir Hadis
Rüsva Alimin
ve Cahil Abidin Tehlikesi
İlim
Hususunda Hıyanetten Sakındırmak
Alimlerin
Önem Vermesi Gereken Şey
Adaletten Söz
Ettiği Halde Adaletle Amel Etmeyen Kimsenin Akibeti
Alimin
Cezalandırılmasında Şiddetli Davranmak
İnsanlardan
Azabı En Şiddetli Olan Kimse
İlim Ehlinden
Sayılmayan Kimse
İlmi Aklından
Fazla Olan Kimse
Sahih İlim
Ehl-i Beyt’e (a.s) Özgüdür
Ömrü Allah’a
İtaat Yolunda Geçirmeye Teşvik.
Ömrü Kendi
Aleyhine Hüccet Olan Kimse
Mümin ve Uzun
Ömür Talep Etmek
İnsanın
Ömrünün Miktarını Bilmemesinin Hikmeti
[1] Kıyamet suresi, 14, 15. ayetler
[2] Misbah’uş-Şeria, 403
[3] Bihar, 71/369/19
[4] Tuhuf’ul-Ukul, 248
[5] Emali’el-Müdid, 184/6
[6] Mişkat’ul-Envar, 50
[7] Nehc’ül-Belağa, 329. hikmet
[8] a.g.e, 69. mektup
[9] a. g. e. 33. mektup
[10] a. g. e. 31
[11] Bihar, 74/165/29
[12] Derret’ul-Bahire, 26
[13] Bihar, 78/141/34
[14] Vesail’uş-Şia, 8/553/2
[15] Gurer’ul-Hikem, 2420
[16] a. g. e. 2988
[17] Kenz'ul-Ummal, 7029
[18] a. g. e. 7030
[19] a. g. e. 7031
[20] a. g. e. 7032
[21] Bihar, 77/47/3
[22] Derret’ul-Bahire, 31
[23] Gurer'ul-Hikem, 3004
[24] Sahifet’us-Seccadiye, 147, 38. dua
[25] Müminun suresi, 99-100. ayetler
[26] Secde suresi, 12. ayet
[27] Gafir suresi, 52. ayet
[28] Bihar, 77/133/43
[29] Nur’us-Sakaleyn, 5/490/22
[30] Nehc'ül-Belağa, 195. hutbe
[31] a. g. e. 147. hutbe
[32] Tevbe suresi, 94. ayet
[33] Tevbe suresi, 66. ayet
[34] el-Hisal, 123/118
[35] Bihar, 78/232/28
[36] Nehc'ül-Belağa, 156. hikmet
[37] Gurer'ul-Hikem, 179-180
[38] Gurer'ul-Hikem, 5344
[39] a. g. e. 10340
[40] a. g. e. 10269
[41] a. g. e. 8894
[42] Nehc'ül-Belağa, 284. hikmet
[43] Bihar, 78/109/19
[44] Gurer'ul-Hikem, 4038
[45] a. g. e. 497
[46] Bihar, 78/115/11
[47] a. g. e. s. 128/11
[48] Gurer'ul-Hikem, 1428
[49] Nehc'ül-Belağa, 289. hikmet
[50] Şuara Suresi, 195. ayet
[51] Nur’us-Sakaleyn, 4/65/84
[52] Kenz'ul-Ummal, 32313
[53] a. g. e. 32309
[54] Tuhuf'ul-Ukul, 297
[55] Kenz'ul-Ummal, 32310
[56] a. g. e. 32311
[57] İsra, 1
[58] Bihar, 18/292/2
[59] a. g. e. s. 305/11
[60] el-Kafi, 3/302/1
[61] el-Kafi, 1/442/12
[62] a. g. e. s. 98/8
[63] Bihar, 18/351/62, bak. Tüm söze
[64] A’lam’ud-Din, 303
[65] Nehc'ül-Belağa, 392. hikmet
[66] Gurer'ul-Hikem, 319
[67] a. g. e. 10110
[68] a. g. e. 3038
[69] Nehc'ül-Belağa, 69. mektup
[70] a. g. e. 362. hikmet
[71] a. g. e. 176. hutbe
[72] Sahifet-u İmam Rıza (a.s), 85/195
[73] Emali’el-Müfid, 338/2
[74] Vesail’uş-Şia, 8/606/3
[75] a. g. e. s. 607/7
[76] Gurer'ul-Hikem, 2061
[77] a. g. e. 1603
[78] a. g. e. 538
[79] a. g. e. 829
[80] a. g. e. 542
[81] Nehc'ül-Belağa, 227. hikmet
[82] Bihar, 1/215/23
[83] Sıfat’uş-Şia, 93/28
[84] Cami’ul-Ahbar, 36/18
[85] el-Kafi, 2/45/4
[86] Tuhuf'ul-Ukul, 294
[87] el-Kafi, 1/44/2
[88] Bihar, 69/10/12
[89] el-Kafi, 1/18/12
[90] a. g. e. 8/242/333
[91] Gurer'ul-Hikem, 5349
[92] a. g. e. 5352
[93] a. g. e. 830
[94] Bihar, 78/128/11
[95] Gurer'ul-Hikem, 7622, 7623
[96] Emali’es-Seduk, 288/5
[97] Nehc'ül-Belağa, 281. hikmet
[98] Bihar, 61/55/45
[99] a. g. e. s. 250/4
[100] Nehc’ül-Belağa, 186. hutbe
[101] a. g. e. 147. hutbe
[102] a. g. e. 186. hutbe
[103] a. g. e. 152. hutbe
[104] a. g. e. 185. hutbe
[105] a. g. e. 149. hutbe
[106] Nahl, 78
[107] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[108] Hadid, 28
[109] Maide, 15
[110] Casiye, 23
[111] Mutaffifin, 14
[112] Gafir, 73, 74
[113] Gafir, 34
[114] Bakara, 26
[115] İbrahim, 27
[116] Bihar, 70/71/20
[117] Tuhuf'ul-Ukul, 286
[118] Gurer'ul-Hikem, 1675
[119] a. g. e. 2935
[120] a. g. e. 3105
[121] a. g. e. 6365
[122] a. g. e. 9865
[123] a. g. e. 3220
[124] Bihar, 78/352/9
[125] Gurer'ul-Hikem, 9965
[126] a. g. e. 7036
[127] a. g. e. 8624
[128] a. g. e. 6998
[129] a. g. e. 10337
[130] a. g. e. 6266
[131] a. g. e. 7037
[132] a. g. e. 9034
[133] a. g. e. 2936
[134] a.g.e, 9033
[135] a. g. e. 8758
[136] a. g. e. 8628
[137] a. g. e. 8007
[138] a. g. e. 7855-7856
[139] a. g. e. 8949
[140] a. g. e. 7829-7832
[141] Bihar, 94/128/19
[142] Gurer'ul-Hikem, 7946
[143] a. g. e. 3126
[144] a. g. e. 6270
[145] Bihar, 95/456
[146] Bihar, 70/72/23
[147] Gurer'ul-Hikem, 10927
[148] a. g. e. 10937
[149] a. g. e. 10952
[150] a. g. e. 10930
[151] Tuhuf'ul-Ukul, 354
[152] Haşr suresi, 20. ayet
[153] Fussilet suresi, 53. ayet
[154] Zariyat suresi, 20-21
[155] c. 3, s. 310, h. 2
[156] Fatır suresi, 28. ayet
[157] Yusuf suresi, 90. ayet
[158] Tefsir-i el-Mizan, 6/169-176
[159] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/99/1
[160] Gurer'ul-Hikem, 7999
[161] a. g. e. 9864
[162] Kenz'ul-Ummal, 36472
[163] el-Kafi, 8/247/347
[164] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[165] Gurer'ul-Hikem, 4586
[166] Tuhuf'ul-Ukul, 356
[167] Gurer'ul-Hikem, 1674
[168] Kenz'ul-Ummal, 28731
[169] Gurer'ul-Hikem, 8896
[170] a. g. e. 10984
[171] a. g. e. 9142
[172] Tenbih’ul-Havatir, 2/185
[173] Gurer'ul-Hikem, 4651
[174] Bihar, 94/127/19
[175] Gurer'ul-Hikem, 6265
[176] a. g. e. 3733
[177] a. g. e. 6264
[178] Gurer'ul-Hikem, 8954
[179] a. g. e. 7829
[180] a. g. e. 7645
[181] el-Kafi, 2/62/9
[182] Emali’es-Seduk, 444/6
[183] Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe
[184] Kenz'ul-Ummal, 5881
[185] a. g. e. 5893
[186] Gurer'ul-Hikem, 10926
[187] a. g. e. 10935
[188] a. g. e. 6261
[189] a. g. e. 6359
[190] a. g. e. 6377
[191] a. g. e. 3126
[192] Bihar, 70/393/64
[193] Tenbih’ul-Havatir, 2/184
[194] Gurer'ul-Hikem, 3260
[195] a. g. e. 3230
[196] a. g. e. 1788
[197] a. g. e. 1985
[198] Tuhuf'ul-Ukul, 376
[199] Gurer'ul-Hikem, 6829
[200] a. g. e. 6826-6827
[201] a. g. e. 10882
[202] Misbah’uş-Şeria, 519
[203] Gurer'ul-Hikem, 855
[204] a. g. e. 664
[205] a. g. e. 1791
[206] Mişkat’ul-Envar, 256
[207] Beled’ul-Emin, 411
[208] a. g. e. 407
[209] el-Kafi, 1/86/1
[210] et-Tevhid, 284/4
[211] el-Kafi, 1/86/2
[212] Bihar, 4/54/34
[213] Cami’ul-Ahbar, 36/17
[214] Mişkat’ul-Envar, 10
[215] et-Tevhid, 283/2
[216] İkbal’ul-A’mal, 1/157
[217] el-Kafi, 1/86/3
[218] et-Tevhid, 143/7
[219] el-Kafi, 1/85/2
[220] a. g. e. s. 86/3
[221] et-Tevhid, 287/4
[222] el-Kafi, 1/85/1
[223] Saduk bu sözü et-Tevhid kitabı s. 388’de az bir farklılıkla Kuleyni’ye istinat ederek nakletmiştir.
[224] et-Tevhid, 290/10
[225] Kenz'ul-Ummal, 5704
[226] a. g. e. 5705
[227] a. g. e. 5706
[228] Emali’es-Seduk, 340/3
[229] el-Mehasin, 1/371/808
[230] a. g. e. s. 370/806
[231] Tenbih’ul-Havatir, 1/250
[232] Gurer'ul-Hikem, 8487
[233] a. g. e. 8503
[234] et-Tevhid, 70/26
[235] Nehc'ül-Belağa, 213. hutbe
[236] Tuhuf'ul-Ukul, 283
[237] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[238] Bihar, 94/150/21
[239] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[240] et-Tevhid, 36/2
[241] Nehc'ül-Belağa, 195. hutbe
[242] a. g. e. 109. hutbe
[243] a. g. e. 31. mektup
[244] et-Tevhid, 112/10
[245] a. g. e. 113/12
[246] a. g. e. 252/3
[247] el-Kafi, 1/102/6
[248] Nehc'ül-Belağa, 112. hutbe
[249] a. g. e. 182. hutbe
[250] Keşf’ul-Gumme, 3/176
[251] Nehc'ül-Belağa, 85. hutbe
[252] a. g. e. 152. hutbe
[253] a. g. e. 1. hutbe
[254] a. g. e. 49
[255]Nehc'ül-Belağa, 155. hutbe
[256] 12285. hadise müracaat et ve iyice bir düşün.
[257] Emali’es-Seduk, 263/9
[258] Nehc'ül-Belağa, 94. hutbe
[259] a. g. e. 185
[260] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/35/75
[261] Gurer'ul-Hikem, 540
[262] Tuhuf'ul-Ukul, 370
[263] et-Tevhid, 101/10
[264] Emali’et-Tusi, 22/28
[265] Tuhuf'ul-Ukul, 61
[266] Mean’il-Ahbar, 11/2
[267] Nehc'ül-Belağa, 470. hikmet
[268] Mean’il-Ahbar, 10/1
[269] Enbiya suresi, 25. ayet
[270] et-Tevhid, 18/2
[271] a. g. e. 18/1
[272] a. g. e. 19/3
[273] Nur’us-Sakaleyn, 5/659/12
[274] Gurer'ul-Hikem, 10859
[275] Nehc'ül-Belağa, 2. hutbe
[276] a. g. e. 91. hutbe
[277] Muminun suresi, 117. ayet
[278] et-Tevhid, 270/6
[279] Nehc'ül-Belağa, 185. hutbe
[280] et-Tevhid, 243/1
[281] Tuhuf'ul-Ukul, 377
[282] Müminun suresi, 91. ayet
[283] Nur’us-Sakaleyn, 3/550/107
[284] Tefsir-i el-Mizan, 15/62, 63
[285] Enbiya suresi, 22. ayet
[286] et-Tevhid, 250/3
[287] Nur’us-Sakaleyn, 3/238/502
[288] Zuhruf suresi, 9. ayet
[289] a.g.s, 84. ayet
[290] Zuhruf suresi, 87. ayet
[291] Tefsir-i el-Mizan, 14/266-268
[292] İsra suresi, 42-43. ayetler
[293] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[294] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/20
[295] Tefsir-i el-Mizan, 13/120
[296] a. g. e. s. 106, 107
[297] Nehc'ül-Belağa, 185. hutbe
[298] et-Tevhid, 83/3
[299] a. g. e. 90/2
[300] a. g. e. 37/2
[301] Nehc'ül-Belağa, 152. hutbe
[302] a. g. e. 186. hutbe
[303] a. g. e. 163. hutbe
[304] a. g. e. 182. hutbe
[305] a. g. e. 1. hutbe
[306] et-Tevhid, 134/1
[307] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[308] et-Tevhid, 40/2
[309] a. g. e. 252/3
[310] el-Kafi, 1/117/8
[311] Şura suresi, 11. ayet
[312] İlel’uş-Şerayi’, 256/9
[313] et-Tevhid, 97/3
[314] el-Kafi, 1/92/3
[315] Gurer'ul-Hikem, 8648
[316] Nehc'ül-Belağa, 186. hutbe
[317] et-Tevhid, 184/20
[318] a. g. e. 183/18
[319] a. g. e. 31/1
[320] a. g. e. 48/12
[321] Nehc'ül-Belağa, 186. hutbe
[322] et,Tevhid, 104/19
[323] Kenz'ul-Ummal, 1236
[324] a. g. e. 1252
[325] et-Tevhid, 91/5
[326] Emali’es-Seduk, 263/9
[327] Nehc'ül-Belağa, 186. hutbe
[328] a. g. e. 163
[329] a. g. e. 65
[330] a. g. e. 152
[331] En’am suresi, 103. ayet
[332] Nisa suresi, 153. ayet
[333] A’raf, 143. ayet
[334] Emali’es-Seduk, 334/2
[335] et-Tevhid, 112/10
[336] İhticac li’t-Tebersi, 2/486/326
[337] Emali’es-Seduk, 334/3
[338] et-Tevhid, 45/4
[339] a. g. e. 37/2
[340] el-Mehasin, 1/373/817
[341] Emali’es-Seduk, 281/1
[342] et-Tevhid, 108/5
[343] el-İhticac li’t-Tebersi, 2/211/221
[344] et-Tevhid, 117/20
[345] İrşad’ul-Kulup, 204
[346] Necm suresi, 11. ayet
[347] et-Tevhid, 108/4
[348] a. g. e. 116/17
[349] Bihar, 4/54/32
[350] el-Kafi, 1/95/1
[351] Sahih-i Müslim, 291
[352] a. g. e. 292
[353] Bihar, 94/95/12
[354] a. g. e. s. 96/12, bak. Tüm söze
[355] a. g. e.s. 99/13
[356] Bihar, 98/226
[357] a. g. e. s. 227
[358] a. g. e. s. 225
[359] İkbak’ul-A’mal, 1/158
[360] Beled’ul-Emin, 407
[361] Bihar, 94/128
[362] a. g. e. s. 145
[363] a. g. e. s. 148
[364] a. g. e. s. 148
[365] a. g. e. s. 150
[366] a. g. e. s. 150-151
[367] et-Tevhid, 252/3
[368] İkbal’ul-A’mal, 1/158
[369] et-Tevhid, 127/4
[370] a. g. e. 56/14
[371] a. g. e. 98/5
[372] a. g. e. 309/2
[373] a. g. e. 179/12
[374] Nur’us-Sakaleyn, 5/149/19
[375] a. g. e. s. 395/49
[376] Sahih-i Müslim, 294
[377] Bihar, 94/99/13
[378] Nehc'ül-Belağa, 163. hutbe
[379] a. g. e. 96. hutbe
[380] a. g. e. 94. hutbe
[381] a. g. e. 65
[382] Bihar, 95/357/13
[383] Nehc'ül-Belağa, 101. hutbe
[384] a. g. e. 31. mektup
[385] Bihar, 77/331/18
[386] et-Tevhid, 36/2
[387] Nehc'ül-Belağa, 182. hutbe
[388] a. g. e. 186. hutbe
[389] et-Tevhid, 314/2
[390] a. g. e. 141/5
[391] Mehc’ud-Deavat, 124
[392] Nur’us-Sakaleyn, 1/751/211
[393] el-Kafi, 1/90/7
[394] Bakara suresi, 255. ayet
[395] Furkan suresi, 58. ayet
[396] Gafir suresi, 65. ayet
[397] et-Tevhid, 141/6
[398] a. g. e. 137/11
[399] a. g. e. 138/12
[400] a. g. e. 142/6
[401] Mücadele suresi, 7. ayet
[402] En’am suresi, 59. ayet
[403] Ra’d suresi, 8. ayet
[404] Nehc'ül-Belağa, 178. hutbe
[405] a. g. e. 182
[406] a. g. e. 198
[407] Kaf suresi, 16. ayet
[408] Taha suresi, 7. ayet
[409] Nehc'ül-Belağa, 163. hutbe
[410] a. g. e. 91. hutbe (bak. Tüm hutbeye)
[411] a. g. e. 108. hutbe
[412] Bihar, 4/79/2
[413] a. g. e. s. 80/4
[414] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[415] Nehc’üs-Saade, 3/356
[416] Nehc'ül-Belağa, 213. hutbe
[417] a. g. e. 152. hutbe
[418] a. g. e. 1. hutbe
[419] et-Tevhid, 137/9
[420] Nur’us-Sakaleyn, 5/237/41
[421] el-Kafi, 1/107/2
[422] Nehc'ül-Belağa, 163. hutbe
[423] et-Tevhid, 135/5
[424] Bihar, 4/270/15
[425] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[426] et-Tevhid, 138/16
[427] el-Kafi, 1/121/2
[428] Tuhuf'ul-Ukul, 92
[429] Nisa suresi, 40. ayet
[430] Zulmü Allah’tan nefyeden ayetlerin sayısı kırktan fazladır. Bakınız.
[431] Al-i İmran suresi, 18. ayet
[432] Nehc'ül-Belağa, 214. hutbe
[433] a. g. e. 185
[434] a. g. e. 191
[435] Sahifet’us-Seccadiye, 144, 37. dua
[436] Nehc'ül-Belağa, 178. hutbe
[437] Kasas’ul-Enbiya, 240/308
[438] et-Tevhid, 96/1
[439] Nehc'ül-Belağa, 470. hikmet
[440] A’lam’ud-Din, 318
[441] et-Tevhid, 47/10
[442] Sahifet’us-Seccadiye, 207/48. dua
[443] Zümer suresi, 62. ayet
[444] Müminun suresi, 14. ayet
[445] Nehc'ül-Belağa, 152. hutbe
[446] a. g. e. 90
[447] et-Tevhid, 295/5
[448] a. g. e. 98/5
[449] Bihar, 4/147/1
[450] Maide suresi, 11. ayet
[451] Ankebut suresi, 17. ayet
[452] Tefsir-i el-Mizan, 15/22
[453] Kenz'ul-Ummal, 1236
[454] a. g. e. 1230-1237
[455] Bakara suresi, 106. ayet
[456] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[457] Gurer'ul-Hikem, 6889
[458] Nehc'ül-Belağa, 152. hutbe
[459] et-Tevhid, 128/8
[460] a. g. e. h. 6
[461] a. g. e. 127/5
[462] Mişkat’ul-Envar, 259
[463] et-Tevhid, 130/10
[464] a. g. e. h. 9
[465] a. g. e. h. 11
[466] Nisa suresi, 164. ayet
[467] Nehc'ül-Belağa, 182. hutbe
[468] Kenz'ul-Ummal, 1737
[469] Nehc'ül-Belağa, 186. hutbe
[470] et-Tevhid, 121/24
[471] Nehc'ül-Belağa, 222. hutbe
[472] Yasin suresi, 82. ayet
[473] Nur’us-Sakaleyn, 4/397/96
[474] Nehc'ül-Belağa, 186. hutbe
[475] a. g. e. 179. hutbe
[476] et-Tevhid, 100/8
[477] Hadid suresi, 3. ayet
[478] Nehc'ül-Belağa, 163. hube
[479] a. g. e. 96. hutbe
[480] a. g. e. 152. hutbe
[481] a. g. e. 213. hutbe
[482] a. g. e. 108. hutbe
[483] a. g. e. 186. hube
[484] a.g.e, 195. hutbe
[485] a. g. e. 65. hutbe
[486] el-Kafi, 1/122/2
[487] et-Tevhid, 33/1
[488] a. g. e. 31/1
[489] a. g. e. 37/2
[490] et-Tevhid, 56/14
[491] Al-i İmran suresi, 189. ayet
[492] a. g. s. 26. ayet
[493] Furkan suresi, 2. ayet
[494] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[495] Gurer'ul-Hikem, 6885
[496] Nehc'ül-Belağa, 404. hikmet
[497] Misbah’uş-Şeria, 300
[498] Bakara suresi, 181. ayet
[499] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[500] a. g. e. 109. hutbe
[501] a. g. e. 152. hutbe
[502] el-Kafi, 1/121/2
[503] et-Tevhid, 65/18
[504] a. g. e. 144/9
[505] a. g. e. 144/10
[506] Gafir suresi, 20. ayet
[507] Fatır suresi, 31. ayet
[508] Bakara suresi, 110. ayet
[509] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[510] el-Kafi, 1/121/2
[511] Nehc'ül-Belağa, 179. hutbe
[512] et-Tevhid, 56/14
[513] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[514] et-Tevhid, 65/18
[515] En’am suresi, 103. ayet
[516] Mülk suresi, 14. ayet
[517] el-Kafi, 1/122/2
[518] et-Tevhid, 37/2
[519] Nehc'ül-Belağa, 179. hutbe
[520] et-Tevhid, 63/18
[521] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[522] Tahrim suresi, 3. ayet
[523] En’am suresi, 73. ayet
[524] el-Kafi, 1/122/2
[525] Enfal suresi, 52. ayet
[526] Hud suresi, 66. ayet
[527] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[528] a. g. e. 109. hutbe
[529] a. g. e. 223. hutbe
[530] a. g. e. 86. hutbe
[531] Aziz, güçlü, üstün, eşsiz, benzersiz, muzaffer, yenilmeyen ve (hor ve zelilin karşıtı olarak) değerli anlamındadır. (Mecme’ul-Bahreyn)
[532] Fatır suresi, 10. ayet
[533] Münafikun suresi, 8. ayet
[534] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[535] a. g. e. 109
[536] a. g. e. 182
[537] a. g. e. 192
[538] Bakara suresi, 220. ayet
[539] Al-i İmran suresi, 62. ayet
[540] Enfal suresi, 71. ayet
[541] et-Tevhid, 397/13
[542] İhticac li’t-Tebersi, 2/226/223
[543] Nehc'ül-Belağa, 155. hutbe
[544] a. g. e. 91
[545] Tefsir-i el-Mizan, 14/271-272
[546] İhlas suresi, 2. ayet
[547] et-Tevhid, 90/3
[548] a. g. e.
[549] Nur’us-Sakaleyn, 5/710/65
[550] et-Tevhid, 93/8
[551] a. g. e. 94/10
[552] a. g. e. 90/3
[553] a. g. e. 90/4
[554] Nehc'ül-Belağa, 186. hutbe
[555] Hadid suresi, 4. ayet
[556] Nehc'ül-Belağa, 195. hutbe
[557] et-Tevhid, 248/1
[558] el-Hisal, 628/10
[559] et-Tevhid, 107/1
[560] Seduk (r. a) şöyle diyor: “Onun Muhammed b. Nu’man olduğunu zannediyorum.”
[561] et-Tevhid, 133/15
[562] a. g. e. 175/5
[563] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[564] Nehc'ül-Belağa, 49. hutbe
[565] Gurer'ul-Hikem, 3447
[566] et-Tevhid, 139/1
[567] a. g. e. h. 2
[568] a. g. e. 140/4
[569] a. g. e. 338/5
[570] a. g. e. 146/16
[571] a. g. e. 147/17
[572] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[573] Nehc'ül-Belağa, 49. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 3/216
[574] el-Kafi, 8/18/4, bak. Tüm söze
[575] Nehc'ül-Belağa, 186. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/69
[576] Nehc'ül-Belağa, 179. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/64
[577] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe, bak. Tüm hutbeye
[578] et-Tevhid, 45/5, bak tüm söze
[579] Bakara suresi, 178. ayet
[580] Bakara suresi, 229. ayet
[581] Bakara suresi, 241. ayet
[582] Bakara suresi, 263. ayet
[583] Nisa suresi, 6. ayet
[584] Nisa suresi, 19. ayet
[585] Mümtehine suresi, 12. ayet
[586] Al-i İmran suresi, 110. ayet
[587] Gurer'ul-Hikem, 32
[588] a. g. e. 80
[589] a. g. e. 857
[590] a. g. e. 6585
[591] a. g. e. 9890
[592] Müstedrek’ül-Vesail, 12/343/14242
[593] el-Kafi, 4/26/3
[594] Müstedrek’ül-Vesail, 12/340/14229
[595] a. g. e. 12/344/14247
[596] Tuhuf'ul-Ukul, 381
[597] el-Hisal, 617/10
[598] Gurer'ul-Hikem, 55
[599] Tuhuf'ul-Ukul, 204
[600] Keşf’ul-Gumme, 3/137
[601] Bihar, 100/70/1
[602] Gurer'ul-Hikem, 980
[603] a. g. e. 1329
[604] a. g. e. 1681
[605] a. g. e. 3281
[606] el-Mehasin, 1/294/589
[607] Gurer'ul-Hikem, 6166
[608] ed-Deavat lil Ravendi, 108/240
[609] el-Kafi, 4/25/2
[610] Emali’es-Seduk, 210/5
[611] Sevab’ul-A’mal, 217/1
[612] Emali’et-Tusi, 304/610
[613] el-Kafi, 4/28/12
[614] el-Menakıb li İbn-i Şehr-i Aşub, 4/432
[615] Gurer'ul-Hikem, 6229
[616] a. g. e. 8716
[617] a. g. e. 8407
[618] a. g. e. 8164
[619] a. g. e. 5195
[620] a.g.e, 2470
[621] Bihar, 74/401/44
[622] Tuhuf'ul-Ukul, 245
[623] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/35/76
[624] el-Kafi, 8/152/141
[625] a. g. e. 4/8/3
[626] a. g. e. s. 57/4
[627] el-Kafi, 4/9/3
[628] a. g. e. s. 58/6
[629] Nehc'ül-Belağa, 25. mektup
[630] el-Kafi, 8/349/547
[631] Ra’d suresi, 17. ayet
[632] Mean’il-Ahbar, 212/1
[633] Emali’es-Seduk, 28/4
[634] el-Kafi, 2/164/6
[635] a. g. e. h. 7
[636] a. g. e. 4/18/2
[637] Sevab’ul-A’mal, 342/1
[638] el-Hisal, 134/146
[639] a.g.e, 134/147
[640] a. g. e. 620/10
[641] Nehc'ül-Belağa, 142. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/74
[642] Bihar, 74/412/26
[643] Emali’el-Müfid, 137/7
[644] el-Hisal, 263/142
[645] Gurer'ul-Hikem, 1539-1540
[646] a. g. e. 10881
[647] a. g. e. 4089
[648] a. g. e. 6063
[649] a. g. e. 8547
[650] a. g. e. 2282
[651] a. g. e. 2526
[652] a. g. e. 4000-4001
[653] a. g. e. 9724
[654] a. g. e. 4752
[655] a. g. e. 1899
[656] Emali’et-Tusi, 596/1235; Kenz'ul-Ummal, 16256
[657] Gurer'ul-Hikem, 2189
[658] a. g. e. 9115
[659] a. g. e. 9146
[660] el-Kafi, 4/30/1
[661] Tuhuf'ul-Ukul, 403
[662] Nehc'ül-Belağa, 101. hikmet
[663] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/212
[664] el-Ca’feriyyat, 233
[665] Bihar, 74/419/47
[666] el-Kafi, 4/30/1
[667] Bihar, 74/420/48
[668] Gurer'ul-Hikem, 4983
[669] a. g. e. 4979
[670] a.g.e, 3049
[671] Mekarim’ul-Ahlak, 1/294/915
[672] Bihar, 75/15/8
[673] a. g. e. s. 50/3
[674] el-Hisal, 32/111
[675] Emali’et-Tusi, 673/1419
[676] İrşad’ul-Kulup, 189
[677] Sevab’ul-A’mal, 343/1
[678] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/619/11
[679] a. g. e. s. 620/14
[680] el-Kafi, 5/55/3
[681] Bihar, 75/20/14
[682] Al-i İmran suresi, 104. ayet
[683] Al-i İmran suresi, 110. ayet
[684] Lokman suresi, 17. ayet
[685] Tevbe suresi, 71. ayet
[686] el-Hisal, 42/32
[687] ez-Zuhd lil Hüseyin b. Said, 19/41
[688] Müstedrek’ül-Vesail, 12/179/13817
[689] Gurer'ul-Hikem, 6373
[690] a. g. e. 6817
[691] Fakih, 4/387/5834
[692] Nehc'ül-Belağa, 374. hikmet
[693] Nehc’üs-Saade, 2/226
[694] Tefsir-u Nur’us-Sakaleyn, 4/207/64
[695] A’raf suresi, 29. ayet
[696] Nahl suresi, 90. ayet
[697] Nisa suresi, 58. ayet
[698] Gurer'ul-Hikem, 1977
[699] Nehc'ül-Belağa, 252. hikmet
[700] İlel’uş-Şerayi’, 249/5
[701] Nehc'ül-Belağa, 31. hikmet
[702] Hud suresi, 116. ayet
[703] Mean’il-Ahbar, 344/1
[704] el-Kafi, 5/59/15
[705] Kenz'ul-Ummal, 5614
[706] Tenbih’ul-Havatir, 2/179
[707] Tefsir-i Ayyaşi, 1/360/25
[708] Nehc'ül-Belağa, 129. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 8/244
[709] Nehc'ül-Belağa, 252. hikmet
[710] İlel’uş-Şerayi’, 249/5
[711] et-Tehzib, 6/181/375
[712] Nehc'ül-Belağa, 31. hikmet
[713] Maide sureis, 63. ayet
[714] Maide suresi, 78-79. ayetler
[715] Zühd lil Hüseyin b. Said, 105/288
[716] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/180
[717] Tuhuf'ul-Ukul, 237
[718] Tahrim suresi, 6. ayet
[719] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/377
[720] Mişkat’ul-Envar, 261
[721] et-Terğib ve’t-Terahib, 1/121/12
[722] el-Kafi, 5/56/1
[723] Tuhuf'ul-Ukul, 237
[724] Kenz'ul-Ummal, 5576
[725] et-Terğib ve’t-Terahib, 3/225/7
[726] Kenz'ul-Ummal, 5510
[727] Nehc'ül-Belağa, 374. hikmet
[728] Gurer'ul-Hikem, 3648
[729] a. g. e. 8957
[730] Müstetrafat’is-Serair, 141/1
[731] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/225/8
[732] a. g. e. s.231/22
[733] Bihar, 100/73/10
[734] Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/203
[735] el-Kafi, 5/57/6
[736] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/233/29
[737] et-Tehzib, 6/176/352
[738] Emali’es-Seduk, 254/2
[739] Nehc'ül-Belağa, 47. Mektup
[740] Kenz'ul-Ummal, 6070
[741] “Allah derinizi yüzer” cümlesi bir istiare sanatıdır ve maksat Allah’ın mallarını ve nefislerini azaltacağı, onları büyük belalara düçar kılacağı ve neticede yaprak ve kabuktan soyulan ağaç dalları haline gelecekleri, çıplak dallar, kuru, dalsız ve yapraksız ağaçlara dönüşecekleri anlamındadır. (el-Mecazat’un-Nebeviyye, 353/271)
[742] el-Mecazat-Nebeviyye, 353/271
[743] Bihar, 100/78/33
[744] Vesail’uş-Şia, 11/407/12
[745] Kenz'ul-Ummal, 5575 Bu manada hadis çoktur. Bak. Kenz’ul Ummal, 3/66, bölümün sonuna kadar.
[746] Mişkat’ul-Envar, 51
[747] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/228/17
[748] a. g. e. s. 231/22
[749] Kenz'ul-Ummal, 5527
[750] a. g. e. 5563
[751] el-Kafi, 8/158/152
[752] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/231/23
[753] A’raf suresi, 164-165. ayetler
[754] el-Kafi, 8/158/151
[755] Bihar, 100/78/35
[756] a. g. e. h. 34
[757] a. g. e. h. 36
[758] Kenz'ul-Ummal, 5515
[759] Şuara suresi, 168. ayet
[760] Nehc'ül-Belağa, 154. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/362
[761] Nehc'ül-Belağa, 201. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/261
[762] Bihar, 75/377/33
[763] el-Mehasin, 1/408/927
[764] Bihar, 100/94/1
[765] Tefsir-i Ayyaşi, 1/208/163
[766] Keşf’ul-Gumme, 3/139
[767] Tuhuf'ul-Ukul, 456
[768] Kenz'ul-Ummal, 5537
[769] Nehc'ül-Belağa, 12. hutbe
[770] el-Hisal, 109/79
[771] Nevadir’ur-Ravendi, 21
[772] Bihar, 100/93/92
[773] el-Kafi, 5/55/1
[774] Kenz'ul-Ummal, 5523
[775] Saf suresi, 2 ve 3. ayetler
[776] Bakara suresi, 44. ayet
[777] Müstedrek’ül-Vesail, 12/202/13885
[778] Gurer'ul-Hikem, 3780
[779] Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet
[780] Vesail’uş-Şia, 11/419/5
[781] Müstedrek’ül-Vesail, 12/206/13895
[782] a. g. e. 207/13895
[783] Gurer'ul-Hikem, 7073
[784] Nehc'ül-Belağa, 129. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 8/245
[785] Gurer'ul-Hikem, 5359, 5360, 5361, 5362
[786] Müstedrek’ül-Vesail, 12/206/13895
[787] Vesail’uş-Şia, 11/419/2
[788] Gurer'ul-Hikem, 9076
[789] Nehc'ül-Belağa, 105. hutbe
[790] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/233/1
[791] Kenz'ul-Ummal, 5522
[792] Tenbih’ul-Havatir, 2/213
[793] Gurer'ul-Hikem, 4152
[794] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/223/1
[795] Kenz'ul-Ummal, 5556
[796] a. g. e. 5532; et-Terğib ve’t-Terhib, 3/226/10
[797] Bihar, 100/82/43
[798] Kenz'ul-Ummal, 44216
[799] et-Tehzib, 6/181/374
[800] Nehc'ül-Belağa, 375. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/312
[801] el-Kafi, 5/60/1
[802] Müstedrek’ül-Vesail, 12/192/13852
[803] Nehc'ül-Belağa, 373. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/305
[804] Vesail’uş-Şia, 11/404/2
[805] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 16/64
[806] Gurer'ul-Hikem, 2135
[807] Vesail’uş-Şia, 11/109/2
[808] el-Kafi, 5/56/1
[809] a. g. e. s. 55/1
[810] Kenz'ul-Ummal, 5519
[811] Al-i İmran suresi, 173. ayet
[812] Kenz'ul-Ummal, 5534
[813] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/227/14
[814] Kenz'ul-Ummal, 29152, 29532
[815] a. g. e. 5540
[816] a. g. e. 5567
[817] a. g. e. 5570
[818] En’am suresi, 68. ayet
[819] el-Kafi, 5/59/10
[820] Kenz'ul-Ummal, 5585, 5518
[821] Vesail’uş-Şia, 11/413/1
[822] Tenbih’ul-Havatir, 2/124
[823] Tefsir-i Ayyaşi, 1/335/161
[824] Kenz'ul-Ummal, 32318
[825] Bihar, 75/380/43
[826] el-Kafi, 5/58/8
[827] Vesail’uş-Şia, 11/415/4
[828] a. g. e. h. 5
[829] Bihar, 2/22/63
[830] Tevbe suresi, 67. ayet
[831] Zühd, Hüseyin b. Said, 106/290
[832] et-Tehzib, 6/177/359
[833] a. g. e. s. 176/355
[834] Nehc'ül-Belağa, 17. hutbe
[835] a. g. e. 147. hutbe
[836] Fatır suresi, 10. ayet
[837] Yunus suresi, 65. ayet
[838] Nisa suresi, 138-139. ayetler
[839] Tuhuf'ul-Ukul, 215
[840] Bihar, 94/393
[841] a. g. e. 98/220/3
[842] Al-i İmran suresi, 26. ayet
[843] el-Kafi, 8/266/389
[844] Münafikun suresi, 8. ayet
[845] Bihar, 44/106/15
[846] et-Tehzib, 6/179/367
[847] el-Kafi, 8/234/310
[848] Nisa suresi, 139. ayet
[849] Gurer'ul-Hikem, 8217
[850] Bihar, 78/10/67
[851] Tuhuf'ul-Ukul, 366
[852] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[853] a. g. e. 99
[854] a. g. e. 191
[855] Bihar, 78/228/105
[856] Gurer'ul-Hikem, 1105
[857] Tuhuf'ul-Ukul, 356
[858] el-Hisal, 6/18
[859] Bihar, 77/268/1
[860] a. g. e. 71/414/32
[861] Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet
[862] Tuhuf'ul-Ukul, 283
[863] Kenz'ul-Ummal, 43101
[864] el-Hisal, 169/222
[865] Tenbih’ul-Havatir, 1/51
[866] Bihar, 78/270/110
[867] Gurer'ul-Hikem, 4056
[868] Bihar, 78/453/21
[869] Gurer'ul-Hikem, 10456
[870] Bihar, 70/285/8
[871] Emali’es-Seduk, 264/9
[872] Nehc'ül-Belağa, 371. hikmet
[873] a. g. e. 195. hutbe
[874] Kenz'ul-Ummal, 43102
[875] a. g. e. 44101
[876] el-Hisal, 420/14
[877] Kenz'ul-Ummal, 43084
[878] Keşf’ul-Gumme, 2/417
[879] Kasas’ul-Enbiya, 195/244
[880] el-Kafi, 2/149/6
[881] Gurer'ul-Hikem, 443
[882] el-Kafi, 2/144/4
[883] Bihar, 78/374/24
[884] a. g. e. 77/121/20
[885] a. g. e. 75/123/22
[886] Keşf’ul-Gumme, 2/359
[887] el-Kafi, 2/113/4
[888] a. g. e. s. 109/10
[889] Bihar, 78/209/79
[890] el-Kafi, 2/110/5
[891] Bihar, 82/128/3
[892] Tuhuf'ul-Ukul, 316
[893] Gurer'ul-Hikem, 1662-1663
[894] a. g. e. 9184
[895] a. g. e. 1123
[896] a. g. e. 8439-8440
[897] Bihar, 78/53/90
[898] Nehc'ül-Belağa, 252. hikmet
[899] Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe
[900] a. g. e. 146. hutbe
[901] Bihar, 98/51
[902] a. g. e. s. 47
[903] Sahifet’us-Seccadiye, 81, 20. dua
[904] a. g. e. s. 198, 47. dua
[905] Tuhuf'ul-Ukul, 286
[906] Bihar, 78/54/94
[907] a. g. e. 74/180
[908] Kehf suresi, 16. ayet
[909] Meryem suresi, 48, 49. ayetler
[910] A’lam’ud-Din, 341
[911] Gurer'ul-Hikem, 1414
[912] a. g. e. 6505
[913] Gurer'ul-Hikem, 1750
[914] a. g. e. 661
[915] a. g. e. 8644
[916] Tenbih’ul-Havatir, 1/250
[917] Bihar, 70/111/14
[918] Gurer'ul-Hikem, 6504
[919] Akik, Medine yakınlarında bir vadinin adıdır.
[920] Bihar, 78/254/119
[921] Metalib’us-Suul, 56
[922] Gurer'ul-Hikem, 9758
[923] el-Kafi, 8/128/98
[924] Kenz'ul-Ummal, 6997
[925] Gurer'ul-Hikem, 328
[926] a. g. e. 5609
[927] a. g. e. 7973
[928] a.g.e, 8151
[929] a. g. e. 9796
[930] Mişkat’ul-Envar, 22
[931] Tenbih’ul-Havatir, 1/182
[932] el-Kafi, 8/42/8
[933] Metalib’us-Suul, 53
[934] Tenbih’ul-Havatir, 53
[935] Bihar, 70/111/14
[936] a.g.e, Bu söz Müminlerin Emiri’nin (a.s) Nehc’ul Belağa 434. hikmette yer alan sözüne benzemektedir: Bunun anlamı ise şudur: İnsanlara karış, açıkta ve gizlilikte onlarla muaşerette bulun. Böyle yaptığın taktirde onları denemiş olursun, tümüyle onların gerçeğini bilmiş olursun. Onları deneyip imtihan ettiğin taktirde ise onlara buğzeder ve onlardan nefret edersin. (Bihar’ın haşiyesinde yer aldığı şekliyle)
[937] Gurer'ul-Hikem, 7829, 7832
[938] Bihar, 47/60/116
[939] Gurer'ul-Hikem, 7647
[940] Kenz'ul-Ummal, 686
[941] Dur’ul-Mensur, 1/161
[942] Taha suresi, 115. ayet
[943] Ahkaf suresi, 35. ayet
[944] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[945] a. g. e. 72. hutbe
[946] a.g.e, 91. hutbe
[947] Keşf’ul-Gumme, 2/306
[948] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 11/238
[949] Nehc'ül-Belağa, 241. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 11/142
[950] Gurer'ul-Hikem, 8315
[951] a. g. e. 10183
[952] a. g. e. 3095
[953] a. g. e. 5927
[954] a. g. e. 6173
[955] Bihar, 86/318/67
[956] Nehc'ül-Belağa, 106. hutbe
[957] a. g. e. 192. hutbe
[958] a. g. e. 1. hutbe
[959] a. g. e. 83. hutbe
[960] Bihar, 82/94/46
[961] Müsekkin’ul-Fuad, 106
[962] el-Kafi, 3/227/3
[963] el-İhtisas, 189
[964] Fakih, 1/174/505
[965] Müsekkin’ul-Fuad, 108
[966] a. g. e. 109
[967] Deaim’ul-İslam, 1/224
[968] Fakih, 1/174/506
[969] Bihar, 78/353/9
[970] el-Kafi, 3/224/7
[971] el-Kafi, 2/454/7
[972] a. g. e. s. 455/8
[973] a. g. e. s. 454/5
[974] a. g. e. s. 455/11
[975] Bakara suresi, 83. ayet
[976] Nisa suresi, 36. ayet
[977] Nehc'ül-Belağa, 10. hikmet
[978] Bihar, 42/247/50
[979] a. g. e. 74/167/34
[980] el-İhtisas, 338
[981] Mean’il-Ahbar, 267/1
[982] Derret’ul-Bahire, 31
[983] Mehasin, 2/102/1272
[984] Tuhuf'ul-Ukul, 395
[985] Nehc'ül-Belağa, 451. hikmet
[986] Nisa suresi, 19. ayet
[987] Taha suresi, 132. ayet
[988] Meryem suresi, 55. ayet
[989] Münafikun suresi, 9. ayet
[990] Sevab’ul-A’mal, 235/1
[991] Bihar, 78/236/63
[992] Kenz'ul-Ummal, 5809
[993] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[994] a. g. e. 257. hikmet
[995] a. g. e. 352. hutbe
[996] a. g. e. 199. hutbe
[997] Gurer'ul-Hikem, 9775
[998] a. g. e. 9812
[999] a. g. e. 9872
[1000] Bihar, 77/203/1
[1001] A’lam’ud-Din, 297
[1002] Gurer'ul-Hikem, 5071
[1003] a. g. e. 5068
[1004] a. g. e. 5051
[1005] Tenbih’ul-Havatir, 2/14
[1006] Bihar, 75/410/54
[1007] el-Kafi, 2/218/5
[1008] Bihar, 78/50/76
[1009] Gurer'ul-Hikem, 2466
[1010] el-İhtisas, 230
[1011] Emali’es-Seduk, 168/13
[1012] Müstetrafat’is-Serair, 61/33
[1013] Tuhuf'ul-Ukul, 366
[1014] Gurer'ul-Hikem, 5832
[1015] a. g. e. 2464
[1016] Müstedrek’ül-Vesail, 12/81/13572
[1017] Tuhuf'ul-Ukul, 403
[1018] Bihar, 74/158/6
[1019] a. g. e. s. 175/6
[1020] Gurer'ul-Hikem, 1345
[1021] a. g. e. 4341
[1022] a. g. e. 5277
[1023] a. g. e. 4200
[1024] a. g. e. 4811
[1025] a.g.e, 4233
[1026] a. g. e. 4270
[1027] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1028] Gurer'ul-Hikem, 6532
[1029] Tuhuf'ul-Ukul, 324
[1030] a.g.e, 370
[1031] Emali’et-Tusi, 364/767
[1032] Gurer'ul-Hikem, 3979
[1033] a. g. e. 3721
[1034] a. g. e. 2687
[1035] Bihar, 75/151/17
[1036] Gurer'ul-Hikem, 6313
[1037] a. g. e. 6312
[1038] a. g. e. 9769
[1039] a.g.e, 6431
[1040] a. g. e. 5099
[1041] Bihar, 75/144/9
[1042] Müstedrek’ül-Vesail, 8/350/9632
[1043] Bihar, 78/453/19
[1044] el-Kafi, 2/660/3
[1045] Ehli Kisa Necran Hiristiyanlarıyla yapılması kararlaştırılan mübahale (lanetleşme) olayında Peygamber’in abası altında toplanan beş kişiydi ve onlar şunlardı: Peygamber (s.a.a), Fatıma (a.s), Ali (a.s), Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s) idi.
[1046] İlel’uş-Şerayi’, 225/1
[1047] a. g. e. 227/2
[1048] Vesail’uş-Şia, 10/394/8
[1049] Misbah’ul-Müteheccit, 772
[1050] Vesail’uş-Şia, 10/394/9
[1051] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/299/58
[1052] Sevab’ul-A’mal, 108/1
[1053] el-Hisal, 625/10
[1054] Bihar, 101/8/30
[1055] Vesail’uş Şia, 10/464/1
[1056] Sevab’ul-A’mal, 110/3
[1057] Bihar, 78/11/70
[1058] Gurer'ul-Hikem, 5314
[1059] Emali’es-Seduk, 531/3
[1060] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/200
[1061] Gurer'ul-Hikem, 3807
[1062] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1063] Kenz'ul-Ummal, 6999
[1064] a. g. e. 7000
[1065] a. g. e. 7002
[1066] Nehc'ül-Belağa, 474. hikmet
[1067] Kenz'ul-Ummal, 1872
[1068] Feth suresi, 26
[1069] el-Kafi, 2/308/2
[1070] Sevab’ul-A’mal, 263/1
[1071] el-Kafi, 2/308/3
[1072] Sevab’ul-A’mal, 263/3
[1073] Sünen-i Ebi Davud, 5121
[1074] el-Kafi, 8/162/170, bak. Tüm hadise
[1075] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[1076] el-Kafi, 2/308/7
[1077] Sünen-i Ebi Davud, 5119
[1078] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/127
[1079] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[1080] el-Kafi, 2/308/6
[1081] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/166
[1082] Sünen-i Ebi Davud, 5120
[1083] Gurer'ul-Hikem, 3738
[1084] el-Kafi, 2/308/5
[1085] Nehc'ül-Belağa, 39. hutbe
[1086] a. g. e. 180
[1087] Nehc'ül-Belağa, 210. hutbe
[1088] Nehc'ül-Belağa, 343. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/257
[1089] Gurer'ul-Hikem, 8469
[1090] a. g. e. 6992
[1091] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[1092] Al-i İmran suresi, 101. ayet
[1093] Nisa suresi, 175. ayet
[1094] Gurer'ul-Hikem, 2390
[1095] a. g. e. 7826
[1096] a. g. e. 8035
[1097] a. g. e. 8324
[1098] Beled’ul-Emin, 317
[1099] Mean’il-Ahbar, 132/2
[1100] a. g. e. 132/1
[1101] Gurer'ul-Hikem, 879
[1102] a. g. e. 10307
[1103] Bihar, 77/227/2
[1104] Gurer'ul-Hikem, 3466
[1105] Bihar, 70/285/8
[1106] Nehc'ül-Belağa, 195. hutbe
[1107] a. g. e. 190. hutbe
[1108] Gurer'ul-Hikem, 4316
[1109] Emali’el-Müfid, 82
[1110] Gurer'ul-Hikem, 10916
[1111] a. g. e. 12
[1112] a. g. e. 6712
[1113] el-Kafi, 8/82/39
[1114] Nehc'ül-Belağa, 169. hutbe
[1115] Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/203
[1116] Sahifet’us-Seccadiye, 158, 42. dua
[1117] Nehc’üs-Saade, 1/367
[1118] Bihar, 78/188/41
[1119] a. g. e. 94/94/12, bak tüm söze
[1120] Beled’ul-Emin, 315
[1121] Bihar, 94/129
[1122] a. g. e. s. 143
[1123] a.g.e, 94/152
[1124] a. g. e.
[1125] Sahifet’us-Seccadiye, 41, 6. dua
[1126] a. g. e. s. 71, 16. dua
[1127] a. g. e. s. 85, 20. dua
[1128] a. g. e. 197, 47. dua
[1129] el-Kafi, 1/204/2
[1130] a. g. e. s. 269/6
[1131] a. g. e. s. 200/1
[1132] a. g. e. s. 203/1
[1133] Nehc'ül-Belağa, 345. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/260
[1134] Nehc'ül-Belağa, 140. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/59
[1135] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/265
[1136] Bihar, 76/63/3
[1137] Kenz'ul-Ummal, 25475
[1138] Bihar, 16/240
[1139] Kenz'ul-Ummal, 25474
[1140] Bihar, 16/240
[1141] Kenz'ul-Ummal, 25480
[1142] a. g. e. 25481
[1143] Tenbih’ul-Havatir, 2/229
[1144] Kenz'ul-Ummal, 25477
[1145] a. g. e. 25479
[1146] Nehc'ül-Belağa, 37. hikmet
[1147] Nehc’üs-Saade, 2/141, bak. Tüm söze
[1148] Bakara suresi, 34. ayet
[1149] Yusuf suresi, 100. ayet
[1150] Nevadir’ur-Ravendi, 30
[1151] Hac suresi, 32. ayet
[1152] Hac suresi, 30. ayet
[1153] Mehasin, 1/364/786
[1154] Gurer'ul-Hikem, 2341
[1155] Tuhuf'ul-Ukul, 394
[1156] Kenz'ul-Ummal, 25507
[1157] a. g. e. 25487
[1158] Vesail’uş-Şia, 8/559/1
[1159] a. g. e. s. 560/4
[1160] Bihar, 76/38/35
[1161] Nur suresi, 33. ayet
[1162] Nur suresi, 60. ayet
[1163] Nisa suresi, 6. ayet
[1164] Bakara suresi, 273. ayet
[1165] el-Kafi, 2/79/3
[1166] Nehc'ül-Belağa, 45. mektup
[1167] a. g. e. 474. hikmet
[1168] Gurer'ul-Hikem, 729-730
[1169] a. g. e. 1168
[1170] a. g. e. 529
[1171] a. g. e. 567
[1172] a. g. e. 1989
[1173] a. g. e. 35
[1174] Nehc'ül-Belağa, 68. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/213
[1175] Gurer'ul-Hikem, 6122
[1176] a. g. e. 1511
[1177] a. g. e. 5449
[1178] a. g. e. 6099
[1179] el-Hisal, 55/75
[1180] Fakih, 4/21/4986
[1181] Emali’et-Tusi, 39/43
[1182] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[1183] a. g. e. 31. mektup
[1184] Sünen-i İbn-i Mace, 2518
[1185] a. g. e. 4121
[1186] a. g. e. 2421
[1187] Sünen-i Tirmizi, 3489
[1188] Sünen-i Ebi Davud, 1644
[1189] Ahzab suresi, 35. ayet
[1190] Mearic suresi, 29 ve 30. ayetler
[1191] Tenbih’ul-Havatir, 2/30
[1192] el-Kafi, 2/79/1
[1193] a. g. e. 2/79/4
[1194] Mehasin, 1/455/1052
[1195] Gurer'ul-Hikem, 4114
[1196] el-Kafi, 2/79/5
[1197] a. g. e. h. 6
[1198] Sünen-i İbn-i Mace, 2444
[1199] 12856. hadise müracaat ediniz
[1200] Metalib’us-Suul, 50
[1201] Gurer'ul-Hikem, 8663
[1202] a. g. e. 1512
[1203] Nehc'ül-Belağa, 47. hikmet
[1204] Gurer'ul-Hikem, 5104
[1205] a. g. e. 7646
[1206] a. g. e. 1927
[1207] Bihar, 78/81/68
[1208] Gurer'ul-Hikem, 2148
[1209] a. g. e. 4637
[1210] a. g. e. 4593
[1211] a. g. e. 8597
[1212] a. g. e. 9050
[1213] a. g. e. 7552
[1214] a. g. e. 831
[1215] a. g. e. 4238
[1216] a. g. e. 9185
[1217] Tuhuf'ul-Ukul, 17
[1218] Gurer'ul-Hikem, 1685
[1219] a. g. e. 2760
[1220] a. g. e. 6179
[1221] a. g. e. 10927
[1222] Bihar, 77/390/11
[1223] Şura suresi, 40. ayet
[1224] Nisa suresi, 149. ayet
[1225] Al-i İmran suresi, 134. ayet
[1226] Gurer'ul-Hikem, 520
[1227] el-Kafi, 2/107/1
[1228] a.g.e, 2/107/3
[1229] Kenz'ul-Ummal, 7009
[1230] A’lam’ud-Din, 337
[1231] Kenz'ul-Ummal, 7003
[1232] a. g. e. 7004
[1233] a. g. e. 7005
[1234] a. g. e. 7016
[1235] a. g. e. 7019
[1236] Emali’es-Seduk, 238/7
[1237] el-Kafi, 2/108/5
[1238] Kenz'ul-Ummal, 7012
[1239] Emali’et-Tusi, 182/306
[1240] A’lam’ud-Din, 315
[1241] el-Kafi, 2/108/6
[1242] a. g. e. h. 8
[1243] Bihar, 77/168/4
[1244] Fakih, 4/381/5830
[1245] Tenbih’ul-Havatir, 2/120
[1246] a. g. e.
[1247] a. g. e.
[1248] Gurer'ul-Hikem, 5769
[1249] a. g. e. 1640
[1250] a. g. e. 6766
[1251] a. g. e. 5735
[1252] Tuhuf'ul-Ukul, 359
[1253] Nehc'ül-Belağa, 194. hikmet
[1254] a.g.e, 53. mektup
[1255] a. g. e. 23. mektup
[1256] Hicr suresi, 85. ayet
[1257] Emali’es-Seduk, 276/14
[1258] A’lam’ud-Din, 307
[1259] Tuhuf'ul-Ukul, 369
[1260] Gurer'ul-Hikem, 9567
[1261] a. g. e. 1688
[1262] a. g. e. 7162
[1263] a. g. e. 8959
[1264] Kenz'ul-Ummal, 7023
[1265] a. g. e. 7007
[1266] Mean’il-Ahbar, 196/1
[1267] Derret’ul-Bahire, 24
[1268] Nehc'ül-Belağa, 11. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/109
[1269] Nehc'ül-Belağa, 211. hikmet
[1270] Gurer'ul-Hikem, 924
[1271] a. g. e. 773
[1272] a. g. e. 1547
[1273] a. g. e. 3000
[1274] a. g. e. 3184
[1275] a. g. e. 3165
[1276] a. g. e. 6215
[1277] a. g. e. 7179
[1278] Tuhuf'ul-Ukul, 87
[1279] Müstedrek’ül-Vesail, 9/7/10041
[1280] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 2/182
[1281] Gurer'ul-Hikem, 4788
[1282] el-Hisal, 570/1
[1283] Nisa suresi, 43. ayet
[1284] Nehc'ül-Belağa, 191. hutbe
[1285] Sünen-i İbn-i Mace, 3850
[1286] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[1287] Nehc'ül-Belağa, 27. mektup
[1288] a. g. e. 53
[1289] Emali’es-Seduk, 73/9
[1290] Bihar, 94/97/13
[1291] Beled’ul-Emin, 312
[1292] a. g. e. 316
[1293] Nehc'ül-Belağa, 227. hutbe
[1294] Keşf’ul-Gumme, 2/418
[1295] Nehc'ül-Belağa, 223. hutbe
[1296] Tenbih’ul-Havatir, 1/9
[1297] Nur suresi, 22. ayet
[1298] Nisa suresi, 99. ayet
[1299] Tuhuf'ul-Ukul, 305
[1300] Bihar, 78/90/95
[1301] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[1302] Nehc'ül-Belağa, 99. hutbe
[1303] Fakih, 4/406/5878
[1304] Nehc'ül-Belağa, 426. hikmet
[1305] Gurer'ul-Hikem, 973
[1306] a. g. e. 1652
[1307] et-Tevhid, 74/27
[1308] el-Mehasin, 1/387/858
[1309] Tuhuf'ul-Ukul, 286
[1310] Gurer'ul-Hikem, 3704
[1311] a. g. e. 4207
[1312] a. g. e. 6847
[1313] Nehc'ül-Belağa, 98. hutbe
[1314] a. g. e. 387. hikmet
[1315] Bihar, 72/232/2
[1316] Tuhuf'ul-Ukul, 89
[1317] Cami’ul-Ahbar, 153/344
[1318] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/54/204
[1319] el-Mehasin, 1/389/867
[1320] Kenz'ul-Ummal, 4935, 3272
[1321] ed-Deavat lil Ravendi, 114/262
[1322] Kenz'ul-Ummal, 4902, 4904
[1323] ed-Deavat lil Ravendi, 114/261
[1324] Kenz'ul-Ummal, 10905
[1325] a. g. e. 10906
[1326] a. g. e. 3130-3153
[1327] Nur’us-Sakaleyn, 2/424/59
[1328] Dur’ul-Mensur, 1/560
[1329] Sünen-i İbn-i Mace, 3849
[1330] Bihar, 94/191/4
[1331] Duru’ul-Vakıye, 90
[1332] İkbal’ul-A’mal 1/435
[1333] el-Usul-us Sitteti Aşer (Aslu zeydd’iz-Zerrad), 9
[1334] ed-Deavat lil Ravendi, 84/211
[1335] a. g. e. h. 212
[1336] Emali’es-Seduk, 284/3
[1337] Sahifet’us-Seccadiye, 97, 23. dua
[1338] Kenz'ul-Ummal, 11246
[1339] a. g. e. 11247
[1340] el-Kafi, 2/462/1
[1341] a. g. e. h. 3
[1342] Fussilet suresi, 43. ayet
[1343] A’raf suresi, 167. ayet
[1344] Maide sursi, 98. ayet
[1345] Nehc'ül-Belağa, 195. hutbe
[1346] Nehc'ül-Belağa, 368. hikmet
[1347] Gurer'ul-Hikem, 3483
[1348] Nehc'ül-Belağa, 82. hutbe
[1349] a. g. e. 415. hikmet
[1350] a. g. e. 144. hutbe
[1351] a. g. e. 114. hutbe
[1352] a. g. e. 199. hutbe
[1353] En’am suresi, 65. ayet
[1354] Tuhuf'ul-Ukul, 296
[1355] Tuhuf'ul-Ukul, 355
[1356] a. g. e. 48
[1357] Kenz'ul-Ummal, 32006
[1358] Fatır suresi, 18. ayet
[1359] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/125/1
[1360] a. g. e. 1/143/47
[1361] Gurer'ul-Hikem, 2656
[1362] a. g. e. 10343
[1363] Derret’ul-Bahire, 22
[1364] Gurer'ul-Hikem, 6766
[1365] Al-i İmran suresi, 190. ayet
[1366] Bakara suresi, 269. ayet
[1367] Bakara suresi, 242. ayet
[1368] Mülk suresi, 10. ayet
[1369] Tuhuf'ul-Ukul, 383
[1370] a.g.e, 385
[1371] Gurer'ul-Hikem, 6335
[1372] a. g. e. 8701
[1373] Nehc'ül-Belağa, 407. hikmet
[1374] Bihar, 1/97/8
[1375] el-Hisal, 589/13
[1376] Bihar, 1/107/3
[1377] el-İhtisas, 244
[1378] Gurer'ul-Hikem, 475
[1379] a. g. e. 816-817
[1380] a. g. e. 1250
[1381] a. g. e. 404
[1382] a. g. e. 4320
[1383] Nehc'ül-Belağa, 424. hikmet
[1384] Gurer'ul-Hikem, 1235
[1385] a. g. e. 1325
[1386] a. g. e. 272
[1387] a. g. e. 479-480
[1388] a. g. e. 495
[1389] a. g. e. 814-815
[1390] a. g. e. 1291-1292
[1391] a. g. e. 2151
[1392] el-Kafi, 1/29/34
[1393] Keşf’ul-Gumme, 2/198
[1394] el-İhtisas, 246
[1395] Nehc'ül-Belağa, 38. hikmet
[1396] Ravzat’ul-Vaziin, 9
[1397] Emali’et-Tusi, 147/241
[1398] Gurer'ul-Hikem, 3354
[1399] Bihar, 1/95/36
[1400] a. g. e. s. 96/39
[1401] Emali’es-Seduk, 199/9
[1402] Metalib’us-Sual, 50
[1403] İlel’uş-Şerayi’, 98/1
[1404] el-Kafi, 1/12/11
[1405] Tuhuf'ul-Ukul, 397
[1406] Bir rivayette de şöyle yer almıştır: “Senden daha azizini...” Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “Benim nezdimde senden daha değerli...” Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “Benim nezdimde senden daha sevimli hiçbir şey yaratmadım.” Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “Senden daha güzel, bana daha itaatkar, senden daha değerli, senden daha şerefli ve senden daha izzetli bir varlık yaratmadım.” Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “O halde aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Seni azametli bir varlık olarak yarattım ve tüm yaratıklarıma karşı sana bir ütünlük verdim.” Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “Senden daha azametli ve senden daha itaatkar bir varlık yaratmadım.”
[1407] el-Kafi, 1/26/26
[1408] el-Mehasin, 1/308/608
[1409] el-Kafi, 1/11/7
[1410] Mean’il-Ahbar, 1/2
[1411] el-Kafi, 1/12/9
[1412] Emali’es-Seduk, 341/6; bak. Bihar, 1/91/21, 105
[1413] Mecme’ul-Beyan, 10/487
[1414] a. g. e.
[1415] Bihar, 1/96/40
[1416] İlel’uş-Şerayi’, 109/8
[1417] Emali’et-Tusi, 488/1069
[1418] Gurer'ul-Hikem, 1959
[1419] İlel’uş-Şerayi’, 103/2
[1420] Bihar, 1/96/42
[1421] el-Hisal, 285/36
[1422] Keşf’ul-Gumme, 2/197
[1423] Tuhuf'ul-Ukul, 54
[1424] Metalib’us-Suul, 50
[1425] Bihar, 1/95/34
[1426] el-Kafi, 1/28/34
[1427] a. g. e. 1/18/12
[1428] a. g. e. s. 16/12
[1429] a. g. e. s. 25/20
[1430] a. g. e. h. 22
[1431] a. g. e. s. 13/12
[1432] a. g. e. s. 16/12
[1433] Tuhuf'ul-Ukul, 286
[1434] Emali’et-Tusi, 146/240
[1435] el-İhtisas, 245
[1436] Revzat’ul-Vaziin, 4
[1437] el-İrşad, 1/299
[1438] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 2/32
[1439] el-Kafi, 1/11/4
[1440] Gurer'ul-Hikem, 324-325
[1441] Metalib’us-Suul, 49
[1442] Bihar, 1/95/35
[1443] Tuhuf'ul-Ukul, 203
[1444] Emali’et-Tusi, 146/240
[1445] el-Kafi, 1/25/24
[1446] Nehc'ül-Belağa, 281. hikmet
[1447] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 2/31
[1448] Nehc'ül-Belağa, 421. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/65
[1449] Gurer'ul-Hikem, 2099
[1450] a. g. e. 2100
[1451] Kaf suresi, 37. ayet
[1452] Sebe suresi, 6. ayet
[1453] el-Kafi, 1/16/12
[1454] Gurer'ul-Hikem, 10768
[1455] el-Kafi, 1/11/6
[1456] Gurer'ul-Hikem, 1693
[1457] Avail’ul-Lai, 1/248/4
[1458] Gurer'ul-Hikem, 9553
[1459] a. g. e. 6183-6184
[1460] Tuhuf'ul-Ukul, 15
[1461] Gurer'ul-Hikem, 2048
[1462] a. g. e. 2141
[1463] Mean’il-Ahbar, 240/1
[1464] Emali’es-Seduk, 233/17
[1465] Mean’il-Ahbar, 380/7
[1466] Gurer'ul-Hikem, 2130
[1467] Avail’ul-Lai, 1/248/4
[1468] Gurer'ul-Hikem, 3887
[1469] Mean’il-Ahbar, 313/1
[1470] Hakka suresi, 1 ve 2. ayetler
[1471] Kadir suresi, 1 ve 2. ayetler
[1472] Nisa suresi, 176. ayet
[1473] Sebe suresi, 21. ayet
[1474] Bakara suresi, 234. ayet
[1475] Yusuf suresi, 83. ayet
[1476] Fussilet suresi, 53. ayet
[1477] Mülk suresi, 10. ayet
[1478] Hac suresi, 46. ayet
[1479] Bakara suresi, 130. ayet
[1480] Ankebut suresi, 43. ayet
[1481] Tefsir-i el-Mizan, 2/247-250
[1482] Mean’il-Ahbar, 401/62
[1483] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1484] Gurer'ul-Hikem, 1783
[1485] el-Kafi, 1/14/12
[1486] Nehc'ül-Belağa, 78. mektup
[1487] Gurer'ul-Hikem, 227
[1488] el-Kafi, 1/24/18
[1489] Metalib’us-Suul, 49
[1490] Nehc'ül-Belağa, 338. hikmet
[1491] Kenz’ul-Fevaid lil Keraceki, 1/56
[1492] Tuhuf'ul-Ukul, 85
[1493] Gurer'ul-Hikem, 579
[1494] a. g. e. 1113
[1495] a. g. e. 1390
[1496] a. g. e. 1391
[1497] a. g. e. 502
[1498] a. g. e. 1523
[1499] a. g. e. 1798
[1500] a. g. e. 1851
[1501] a. g. e. 2195
[1502] a. g. e. 1955
[1503] a. g. e. 1732
[1504] a. g. e. 1813
[1505] a. g. e. 1936
[1506] a. g. e. 1240
[1507] a. g. e. 1966
[1508] a. g. e. 1995
[1509] a. g. e. 2066
[1510] Tuhuf'ul-Ukul, 320
[1511] Misbah’uş-Şeria, 222
[1512] a. g. e. 223
[1513] Gurer'ul-Hikem, 326-327
[1514] el-Mehasin, 1/311/617
[1515] Tuhuf'ul-Ukul, 390
[1516] a. g. e. 399
[1517] Gurer'ul-Hikem, 3560
[1518] el-Kafi, 1/17/12
[1519] a. g. e. 1/16/12
[1520] a. g. e.
[1521] Gurer'ul-Hikem, 4708-4709
[1522] a. g. e. 9968
[1523] a. g. e. 7224
[1524] Nehc'ül-Belağa, 6. hikmet
[1525] Gurer'ul-Hikem, 6787
[1526] el-İhtisas, 245
[1527] Kenz’ul Fevaid li’l Keracekiyy 1/199
[1528] Tuhuf'ul-Ukul, 28
[1529] Nehc'ül-Belağa, 235. hikmet
[1530] Gurer'ul-Hikem, 1911
[1531] a. g. e. 2163
[1532] el-Kafi, 1/17/12
[1533] Gurer'ul-Hikem, 4043
[1534] Derret’ul-Bahire, 21
[1535] Gurer'ul-Hikem, 8513
[1536] a. g. e. 8426
[1537] a. g. e. 5901
[1538] a. g. e. 7568
[1539] a. g. e. 10544
[1540] Gurer'ul-Hikem, 3001
[1541] a. g. e. 8298
[1542] a. g. e. 8918
[1543] Tuhuf'ul-Ukul, 100
[1544] Gurer'ul-Hikem, 3570
[1545] a. g. e. 3611
[1546] a. g. e. 1868
[1547] Tuhuf'ul-Ukul, 54
[1548] Bihar, 1/160/39
[1549] Ravzat’ul-Vaziin, 8
[1550] el-Kafi, 1/11/3
[1551] Gurer'ul-Hikem, 1737
[1552] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/200
[1553] Gurer'ul-Hikem, 7595
[1554] a. g. e. 2830
[1555] a. g. e. 1983
[1556] a. g. e. 1727
[1557] a. g. e. 448-449
[1558] a. g. e. 1747
[1559] a. g. e. 2181
[1560] a. g. e. 1194-1195
[1561] a. g. e. 2015
[1562] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/200
[1563] Gurer'ul-Hikem, 5776
[1564] el-Kafi, 1/19/12
[1565] Metalib’us-Suul, 49
[1566] Gurer'ul-Hikem, 7339
[1567] a. g. e. 7328-7329
[1568] a. g. e. 7334
[1569] el-Kafi, 2/116/20
[1570] Metalib’us-Suul, 49
[1571] Gurer'ul-Hikem, 4924
[1572] a. g. e. 4923
[1573] Emali’es-Seduk, 146/240
[1574] Gurer'ul-Hikem, 10944
[1575] a. g. e. 10954
[1576] Bihar, 1/155/30
[1577] Tuhuf'ul-Ukul, 364
[1578] Fakih, 4/356/5762
[1579] Tuhuf'ul-Ukul, 324
[1580] A’lam’ud-Din, 337/15
[1581] Bihar, 77/165/2
[1582] Gurer'ul-Hikem, 3073
[1583] a. g. e. 2900
[1584] a. g. e. 3228
[1585] a. g. e. 3313
[1586] a. g. e. 3355
[1587] a. g. e. 3356
[1588] a. g. e. 3367
[1589] Emali’es-Seduk, 28/4
[1590] Gurer'ul-Hikem, 2830
[1591] a. g. e. 3233
[1592] el-Kafi, 1/16/12
[1593] Gurer'ul-Hikem, 3340
[1594] Tuhuf'ul-Ukul, 50
[1595] a. g. e.
[1596] Derret’ul-Bahire, 31
[1597] Haşr suresi, 14. ayet
[1598] Mülk suresi, 10. ayet
[1599] Maide suresi, 58. ayet
[1600] Bakara suresi, 170. ayet
[1601] Bakara suresi, 171. ayet
[1602] Nehc'ül-Belağa, 34. hutbe
[1603] Nehc'ül-Belağa, 97. hutbe
[1604] a. g. e. 131
[1605] a. g. e. 31. mektup
[1606] el-Kafi, 1/50/14
[1607] Gurer'ul-Hikem, 1717
[1608] a. g. e. 3246
[1609] a. g. e. 3812
[1610] ed-Deavat lil Ravendi, 221/603
[1611] Tuhuf'ul-Ukul, 364
[1612] a. g. e. 283
[1613] Gurer'ul-Hikem, 9295
[1614] Tuhuf'ul-Ukul, 318
[1615] el-İhtisas, 244
[1616] Gurer'ul-Hikem, 4291
[1617] A’lam’ud-Din, 298
[1618] Tuhuf'ul-Ukul, 54
[1619] el-Kafi, 1/18/12
[1620] el-Hisal, 433/17
[1621] Gurer'ul-Hikem, 7226
[1622] el-Mehasin, 1/311/618
[1623] Gurer'ul-Hikem, 10956
[1624] a. g. e. 10957
[1625] a. g. e. 10975
[1626] Nehc'ül-Belağa, 301. hikmet
[1627] Gurer'ul-Hikem, 4681
[1628] el-İhtisas, 245
[1629] Gurer'ul-Hikem, 5608
[1630] a. g. e. 5600
[1631] a. g. e. 4664
[1632] a. g. e. 6221
[1633] a. g. e. 7176
[1634] a. g. e. 7091
[1635] a. g. e. 5439
[1636] a. g. e. 5422
[1637] Ma’den’ul-Cevahir, 60
[1638] A’lam’ud-Din, 333
[1639] el-Kafi, 1/19/12
[1640] Gurer'ul-Hikem, 7019
[1641] Nehc'ül-Belağa, 71. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/217
[1642] Gurer'ul-Hikem, 4054
[1643] a. g. e. 9421
[1644] a. g. e. 8226
[1645] a. g. e. 8303
[1646] a. g. e. 8904
[1647] a. g. e. 3151
[1648] a. g. e. 2133
[1649] el-Hisal, 633/10
[1650] Nehc'ül-Belağa, 220. hutbe
[1651] Gurer'ul-Hikem, 5180
[1652] a. g. e. 5901
[1653] Bihar, 78/186/16
[1654] Nehc'ül-Belağa, 212. hikmet
[1655] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/200
[1656] a. g. e. s. 199
[1657] Nehc'ül-Belağa, 450. hikmet
[1658] Tuhuf'ul-Ukul, 386
[1659] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/199
[1660] Gurer'ul-Hikem, 4043
[1661] a. g. e. 7985
[1662] Bihar, 74/164/28
[1663] Gurer'ul-Hikem, 8240
[1664] a. g. e. 9299
[1665] a. g. e. 7093
[1666] Nehc'ül-Belağa, 14. hutbe
[1667] Gurer'ul-Hikem, 4905
[1668] a. g. e. 4901
[1669] Bihar, 74/401/44
[1670] a. g. e. 1/131/18
[1671] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/199
[1672] Bihar, 78/111/6
[1673] Gurer'ul-Hikem, 3273
[1674] Bak. 898. bölüm, “hak ve batılı insanların şahsiyeti yoluyla tanımamak gerekir.”
[1675] Gurer'ul-Hikem, 3204
[1676] el-İhtisas, 244
[1677] Gurer'ul-Hikem, 4589
[1678] a. g. e. 4602
[1679] a. g. e. 4654
[1680] a. g. e. 1254
[1681] Metalib’us-Suul, 49
[1682] a. g. e. s. 50
[1683] Gurer'ul-Hikem, 7220
[1684] a. g. e. 7227
[1685] Tuhuf'ul-Ukul, 15. bak tüm söze.
[1686] Metalib’us-Suul, 56
[1687] ed-Derret’ul-Bahire, 31
[1688] Tuhuf'ul-Ukul, 286
[1689] Gurer'ul-Hikem, 4921
[1690] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/199
[1691] Nehc'ül-Belağa, 211. hikmet
[1692] Bihar, 1/95/33
[1693] Nehc'ül-Belağa, 252. hikmet
[1694] a. g. e. 86. hutbe
[1695] a. g. e. 109
[1696] a. g. e. 3. mektup
[1697] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/200
[1698] el-İhtisas, 244
[1699] Bihar, 104/96/46
[1700] Müstedrek’ül-Vesail, 1/85/44
[1701] el-Kafi, 6/46/1
[1702] Gurer'ul-Hikem, 4169, 4170
[1703] İlel’uş-Şerayi’, 107/3
[1704] Tuhuf'ul-Ukul, 371
[1705] Nur’us-Sakaleyn, 1/76/179
[1706] Bihar, 77/235/3
[1707] Emali’es-Seduk, 358/1
[1708] Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet
[1709] Gurer'ul-Hikem, 8701
[1710] Nehc'ül-Belağa, 239. hutbe
[1711] a. g. e. 224. hutbe
[1712] a. g. e. 319. hikmet
[1713] Gurer'ul-Hikem, 5482
[1714] a. g. e. 7078
[1715] Bakara suresi, 125. ayet
[1716] Kenz'ul-Ummal, 18091
[1717] et-Tehzib, 4/287/869
[1718] el-Kafi, 4/176/1
[1719] Fakih, 2/189/2108
[1720] Zümer suresi, 9. ayet
[1721] Mücadele suresi, 11. ayet
[1722] Gurer'ul-Hikem, 5234, 6379
[1723] a. g. e. 11009
[1724] Nehc'ül-Belağa, 147. hikmet
[1725] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/93
[1726] el-Kafi, 8/150/132
[1727] a. g. e.
[1728] Tuhuf'ul-Ukul, 208
[1729] Gurer'ul-Hikem, 5
[1730] a. g. e. 720
[1731] a. g. e. 812
[1732] a. g. e. 536
[1733] a. g. e. 837
[1734] Gurer'ul-Hikem, 846
[1735] a. g. e. 1463
[1736] a. g. e. 1526
[1737] a. g. e. 1654
[1738] a. g. e. 1808
[1739] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/319
[1740] Metalib’us-Suul, 48
[1741] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/131/12
[1742] a. g. e. s. 66/295
[1743] Gurer'ul-Hikem, 841
[1744] el-Kafi, 8/19/4
[1745] Münyet’ül-Mürid, 110
[1746] Tuhuf'ul-Ukul, 215
[1747] Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet
[1748] Keşf’ul-Gumme, 3/140
[1749] Gurer'ul-Hikem, 8125
[1750] Emali’et-Tusi, 543/1165
[1751] Kenz'ul-Ummal, 28750
[1752] Nehc'ül-Belağa, 205. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/25
[1753] Gurer'ul-Hikem, 6913
[1754] a. g. e. 1581
[1755] Kenz'ul-Ummal, 28687
[1756] Gurer'ul-Hikem, 8859
[1757] Kenz'ul-Ummal, 28784
[1758] a. g. e. 28911
[1759] a. g. e. 28807
[1760] a. g. e. 28806
[1761] Nehc'ül-Belağa, 288. hikmet
[1762] İhtimalen maksat, Veki b. Seleme b. Zuheyr b. Ebad’dır. (Mecme’ul-Bahreyn)
[1763] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/182
[1764] Bihar, 77/175/9
[1765] Misbah’uş-Şeria, 341
[1766] Gurer'ul-Hikem, 818, 819
[1767] Talak, 12
[1768] Münyet’ül-Mürd, 93
[1769] Gurer'ul-Hikem, 185
[1770] a. g. e. 1626
[1771] a. g. e. 4220
[1772] Kenz'ul-Ummal, 28661
[1773] a. g. e. 28944
[1774] Gurer'ul-Hikem, 1736
[1775] Emali’es-Seduk, 493/1
[1776] Gurer'ul-Hikem, 9508
[1777] a. g. e. 2486
[1778] Sebe suresi, 6. ayet
[1779] Hac suresi, 54. ayet
[1780] Emali’et-Tusi, 488/1069
[1781] Emali’es-Seduk, 492/1
[1782] Nehc'ül-Belağa, 147. hikmet
[1783] Münyet’ül-Mürid, 110
[1784] Nehc'ül-Belağa, 81. hikmet; Behcet’ul-Beyza’da, 1/26, İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her insanın değeri bildiği şeydir.”
[1785] Emali’et-Tusi, 494/1083 Meclisi Bihar’da 1/166 bu hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir: Cevheri şöyle demiştR: Yuhsin’uş Şey ye’lemuhu anlamındadır.
[1786] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/318
[1787] Emali’es-Seduk, 27/4
[1788] Ravzat’ul-Vaiziin, 16
[1789] Mean’il-Ahbar, 1/2
[1790] Muhaddes semavi haber ve ilimlerin kendisine ilham vasıtasıyla ve melek sesiyle kendisine ulaştığı kimsedir. Ama bu şahıs meleği görmez. Müfehhem kimse ise, Allah Resulü (s.a.a) ve imamlar vesilesiyle kendisine Kur’an’ın tefsiri ve te’vili öğretilen kimsedir.
[1791] Rical’uk-Keşi, 1/6/2
[1792] Müheccet’ü-Beyza, 1/14
[1793] Kenz'ul-Ummal, 28729
[1794] A’vail’ul-Lai, 4/77/67
[1795] el-Kafi, 1/32/2
[1796] ed-Deavat lil Ravendi, 63/157
[1797] Kenz'ul-Ummal, 28679
[1798] a. g. e. 28677
[1799] Avail’ul-Lai, 4/60/5
[1800] Dur’ul-Mensur, 3/423
[1801] Müstetrafat’is-Serair, 119/2
[1802] Kenz'ul-Ummal, 28714
[1803] a. g. e. 28902
[1804] Nehc'ül-Belağa, 147. hikmet
[1805] Gurer'ul-Hikem, 1481
[1806] a. g. e. 1124-1125
[1807] Emali’et-Tusi, 521/1148
[1808] Tuhuf'ul-Ukul, 41
[1809] Kenz'ul-Ummal, 28657
[1810] Emali’et-Tusi, 619/1275
[1811] Bihar, 1/183/93
[1812] Müheccet’ül-Beyza, 1/22
[1813] el-İhtisas, 245
[1814] Münyet’ül-Mürid, 104
[1815] el-İhtisas, 245
[1816] Kenz'ul-Ummal, 28655
[1817] ed-Deavat lil Ravendi, 62/153
[1818] Sevab’ul-A’mal, 159/1
[1819] Bihar, 2/19/49
[1820] Kenz'ul-Ummal, 28786
[1821] Fakih, 4/367/5762
[1822] Tuhuf'ul-Ukul, 364
[1823] Bihar, 2/18/48
[1824] Ravzat’ul-Vaziin, 16
[1825] Mecme’ul-Beyan, 9/380
[1826] Ravzat’ul-Vaziin, 17
[1827] el-İhticac, 1/14/9
[1828] İlel’uş-Şerayi’, 394/11
[1829] İhtisas, 245
[1830] Kenz'ul-Ummal, 28908
[1831] a. g. e. 28760
[1832] a. g. e. 28812
[1833] a. g. e. 28858
[1834] Fakih, 1/186/560
[1835] Bihar, 1/195/14
[1836] Nevadir’ur-Ravendi, 11
[1837] Tenbih’ul-Havatir, 1/84
[1838] Tarih-i Dimeşk, İmam Ali’nin (a.s) Biyografisi, 2/391/887
[1839] Kenz'ul-Ummal, 28697, 28698
[1840] A’lam’ud-Din, 303
[1841] Avail’ul-Lai, 4/61/9
[1842] Emali’el-Müfid, 29/1
[1843] Emali’et-Tusi, 68/99
[1844] Tenbih’ul-Havatir, 2/176
[1845] Emali’et-Tusi, 488/1069
[1846] Bihar, 1/172/27
[1847] a.g.e, h. 28
[1848] el-Kafi, 1/30/1
[1849] Kenz'ul-Ummal, 28932, 28933
[1850] el-Hisal, 53/69
[1851] Nehc'ül-Belağa, 457. hikmet
[1852] Bihar, 1/182/75
[1853] Kenz'ul-Ummal, 28684
[1854] a. g. e. 28935
[1855] Gurer'ul-Hikem, 1740
[1856] Kenz'ul-Ummal, 28726
[1857] Avail’ul-Lai, 1/292/172
[1858] Ravzat’ul-Vaziin, 15
[1859] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/97/16
[1860] Sevab’ul-A’mal, 160/2
[1861] Gurer'ul-Hikem, 7349
[1862] Kenz'ul-Ummal, 28702
[1863] Münyet’ül-Mürid, 99
[1864] a. g. e. s. 100
[1865] Kenz'ul-Ummal, 28701
[1866] a. g. e. 28855
[1867] a.g.e, 28729
[1868] a. g. e. 28837
[1869] a. g. e. 28832
[1870] a. g. e. 28833
[1871] a. g. e. 28831
[1872] Mecme’ul-Beyan, 9/380
[1873] Kenz'ul-Ummal, 28725
[1874] Avail’ul-Lai, 1/106/44
[1875] Münyet’ül-Mürid, 107
[1876] Kenz'ul-Ummal, 28745
[1877] Münyet’ül-Mürid, 103
[1878] Kenz'ul-Ummal, 28746
[1879] Emali’es-Seduk, 58/9
[1880] Bihar, 1/173/33
[1881] Kenz'ul-Ummal, 28803
[1882] a. g. e. 28823
[1883] a. g. e. 28842
[1884] a. g. e. 28653
[1885] Bihar, 1/173/30
[1886] Emali’el-Müfid, 29/1
[1887] Bihar, 1/173/31
[1888] Emali’et-Tusi, 182/306
[1889] Tenbih’ul-Havatir, 1/82
[1890] Mean’il-Ahbar, 23/2
[1891] İddet’ud-Dai, 63
[1892] Münyet’ül-Mürid, 105
[1893] İddet’ud-Dai, 63
[1894] Tuhuf'ul-Ukul, 364
[1895] Kenz'ul-Ummal, 28809
[1896] Mean’il-Ahbar, 180/1
[1897] Nehc'ül-Belağa, 478. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/247
[1898] Gurer'ul-Hikem, 9650
[1899] Bihar, 2/18/44
[1900] a. g. e. s. 17/43
[1901] Tuhuf'ul-Ukul, 297
[1902] Gurer'ul-Hikem, 3520
[1903] a. g. e. 6888
[1904] a. g. e. 3246
[1905] Keşf’ul-Gumme, 2/197
[1906] Al-i İmran suresi, 187. ayet
[1907] Emali’el-Müfid, 66/12
[1908] el-Kafi, 1/41/1
[1909] Bakara suresi, 159. ayet
[1910] Bakara suresi, 174. ayet
[1911] Kenz'ul-Ummal, 28997
[1912] Emali’et-Tusi, 377/808
[1913] Kenz'ul-Ummal, 29142; bak. h. 29144, 29148
[1914] Bihar, 2/67/12
[1915] Mehasin, 1/361/777
[1916] Sünen-i İbn-i Mace, 265
[1917] et-Terğib ve’t-Terahib, 1/122/5
[1918] Kenz'ul-Ummal, 29152
[1919] Firdevs, 4/84/6263
[1920] Kenz'ul-Ummal, 28736
[1921] Besair’ud-Derecat, 3/1
[1922] Sevab’ul-A’mal, 159/1
[1923] Tuhuf'ul-Ukul, 26
[1924] Tenbih’ul-Havatir, 2/212
[1925] a. g. e.
[1926] a. g. e.
[1927] et-Terğib ve’t-Terahib, 1/119/5
[1928] Kenz'ul-Ummal, 29279
[1929] a. g. e. 29091
[1930] a. g. e. 29084
[1931] Bihar, 2/62/3
[1932] Kenz'ul-Ummal, 29067
[1933] a. g. e. 29034
[1934] Avail’ul-Lai, 4/71/42
[1935] Kenz'ul-Ummal, 29150
[1936] el-Kafi, 1/46/2
[1937] Tenbih’ul-Havatir, 2/120
[1938] Mean’il-Ahbar, 181/1
[1939] el-Kafi, 5/121/2
[1940] Avail’ul-Lai, 1/285/135
[1941] Nehc'ül-Belağa, 82. hikmet
[1942] Emali’es-Seduk, 492/1
[1943] Münyet’ül-Mürid, 100
[1944] Emali’et-Tusi, 68/99
[1945] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[1946] Emali’et-Tusi, 167/280
[1947] el-Kafi, 1/35/6
[1948] Kenz'ul-Ummal, 29342
[1949] Bihar, 2/37/48
[1950] Ravzat’ul-Vaziin, 15
[1951] a. g. e. 16
[1952] Gurer'ul-Hikem, 8244
[1953] Avail’ul-Lai, 4/77/66
[1954] Mekarim’ul-Ahlak, 2/364/2661
[1955] a. g. e. s. 348/2660
[1956] Kenz'ul-Ummal, 29035
[1957] a. g. e. 29066
[1958] İddet’ud-Dai, 70
[1959] Kenz'ul-Ummal, 29020
[1960] a. g. e. 29022
[1961] a. g. e. 29012
[1962] a. g. e. 7532
[1963] Bu hadisin anlamı hususunda birkaç yorum yapılmıştır. Lisan’ul Arab sem’ maddesine müracaat ediniz.
[1964] Kenz’ul Ummal, 7535
[1965] İrşad, 1/230
[1966] Münyet’ül-Mürid, 135
[1967] a. g. e.
[1968] Kenz'ul-Ummal, 29057
[1969] a. g. e. 29056
[1970] a. g. e. 29059
[1971] Mean’il-Ahbar, 180/1
[1972] Emali’es-Seduk, 502/9
[1973] Kenz'ul-Ummal, 28941
[1974] el-Hisal, 186/257
[1975] Nehc'ül-Belağa, 87. hutbe
[1976] Abese suresi, 24. ayet
[1977] Mehasin, 1/347/724
[1978] Bihar, 2/99/53
[1979] Müstedrek’ül-Vesail, 11/258/12926
[1980] Kenz'ul-Ummal, 28666
[1981] Bihar, 1/218/43
[1982] Zümer suresi, 17-18. ayetler
[1983] Mehasin, 1/360/772
[1984] Gurer'ul-Hikem, 4579
[1985] Kenz'ul-Ummal, 44218, 44397
[1986] Gurer'ul-Hikem, 5048
[1987] el-Mehasin, 1/359/769
[1988] el-Hisal, 387/43
[1989] Emali’es-Seduk, 294/9
[1990] Gurer'ul-Hikem, 4543
[1991] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/114/9
[1992] Avail’ul-Lai, 4/74/54
[1993] Münyet’ül-Mürid, 193
[1994] a. g. e. 183
[1995] a. g. e. 185
[1996] Kehf suresi, 66, 76. ayetler
[1997] el-Hisal, 567/1
[1998] el-İhtisas, 245
[1999] Kenz'ul-Ummal, 29363, 29520
[2000] el-Mehasin, 1/364/785
[2001] Avail’ul-Lai, 4/71/43
[2002] Kenz'ul-Ummal, 43811
[2003] a. g. e. 29364, 28937
[2004] a. g. e. 28938
[2005] Gurer'ul-Hikem, 10280-10281
[2006] a. g. e. 4044
[2007] a. g. e. 8704
[2008] Kenz'ul-Ummal, 28883
[2009] Gurer'ul-Hikem, 6197
[2010] a. g. e. 6913
[2011] a. g. e. 10758
[2012] a. g. e. 8917
[2013] a. g. e. 10552
[2014] a. g. e. 2276
[2015] Kenz'ul-Ummal, 44176
[2016] Tenbih’ul-Havatir, 2/122
[2017] Bihar, 1/224/17
[2018] el-İhticac, 1/13/7
[2019] Nehc'ül-Belağa, 3. hutbe
[2020] el-Kafi, 1/33/5
[2021] Kenz'ul-Ummal, 28678
[2022] Bihar, 1/183/92
[2023] Gurer'ul-Hikem, 507
[2024] Keşf’ul-Gumme, 3/139
[2025] Bihar, 2/6/12
[2026] Gurer'ul-Hikem, 2108
[2027] Kenz'ul-Ummal, 28675
[2028] a. g. e. 28676
[2029] a. g. e. 28671
[2030] Derret’ul-Bahire, 17
[2031] Kenz'ul-Ummal, 28952
[2032] a. g. e. 28798
[2033] Gurer'ul-Hikem, 1779-1780
[2034] a. g. e. 1241
[2035] a. g. e. 3910
[2036] el-Kafi, 1/36/5
[2037] Gurer'ul-Hikem, 10921
[2038] Tuhuf'ul-Ukul, 294
[2039] Bihar, 77/235/3
[2040] Nehc’üs-Saade, 3/133
[2041] el-Hisal, 121/113
[2042] Münyet’ül-Mürid, 183
[2043] Tuhuf'ul-Ukul, 248
[2044] Nehc'ül-Belağa, 103. hutbe
[2045] Gurer'ul-Hikem, 1740
[2046] a. g. e. 1303
[2047] Tuhuf'ul-Ukul, 73
[2048] Münyet’ül-Mürid, 137
[2049] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/130/4
[2050] Gurer'ul-Hikem, 9193
[2051] Nehc'ül-Belağa, 17. hutbe; bak. Tüm söze
[2052] a. g. e. 274. hikmet
[2053] Bihar, 1/218/39
[2054] Nehc'ül-Belağa, 114. hutbe
[2055] Kenz'ul-Ummal, 29116
[2056] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/127/16
[2057] Gurer'ul-Hikem, 4624
[2058] a. g. e. 4627
[2059] a. g. e. 4600
[2060] a. g. e. 4642
[2061] Metalib’us-Suul, 48
[2062] Gurer'ul-Hikem, 7411
[2063] Fatır suresi, 28. . ayet
[2064] İsra suresi, 107-109. ayetler
[2065] Misbah’uş-Şeria, 365
[2066] el-Kafi, 1/36/2
[2067] Tefsir-i Kummi, 2/146
[2068] a. g. e.
[2069] Emali’et-Tusi, 56/78
[2070] Mekarim’ul-Ahlak, 2/367/2661
[2071] Gurer'ul-Hikem, 10469
[2072] a.g.e, 7868
[2073] a. g. e. 6377
[2074] a. g. e. 2831
[2075] a. g. e. 3148
[2076] a. g. e. 6828
[2077] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/264/15
[2078] a. g. e. h. 16
[2079] Nehc'ül-Belağa, 116. hutbe
[2080] Tuhuf'ul-Ukul, 16
[2081] Bihar, 2/56/33
[2082] Gurer'ul-Hikem, 6196
[2083] Misbah’uş-Şeria, 345
[2084] Bihar, 2/28/6
[2085] Gurer'ul-Hikem, 3826
[2086] Tenbih’ul-Havatir, 1/85
[2087] Kenz'ul-Ummal, 29289
[2088] Emali’es-Seduk, 343/18
[2089] Müstetrafat’is-Serair, 156/18
[2090] Emali’el-Müfid, 42/11
[2091] el-Mehasin, 1/314/621
[2092] Kenz'ul-Ummal, 28709
[2093] Bihar, 1/208/10
[2094] Kenz'ul-Ummal, 28930
[2095] Münyet’ül-Mürid, 181
[2096] Nehc'ül-Belağa, 366. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/284
[2097] Avail’ul-Lai, 4/66/26
[2098] Sevab’ul-A’mal, 346
[2099] Nur’us-Sakaleyn, 4/160/49
[2100] Nehc’üs-Saade, 3/102
[2101] Tenbih’ul-Havatir, 1/64
[2102] İrşad’ul-Kulup, 205
[2103] Gurer'ul-Hikem, 234
[2104] a. g. e. 9512
[2105] a. g. e. 9569
[2106] a. g. e. 1277
[2107] a. g. e. 1223
[2108] a. g. e. 9522
[2109] a. g. e. 6294
[2110] a. g. e. 3895
[2111] a. g. e. 9089
[2112] a. g. e. 1535
[2113] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/124/1
[2114] Kenz'ul-Ummal, 3609
[2115] Gurer'ul-Hikem, 10913
[2116] Misbah’uş-Şeria, 344
[2117] Bihar, 2/37/55
[2118] Nehc'ül-Belağa, 107. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/269
[2119] Gurer'ul-Hikem, 5301
[2120] a. g. e. 5319
[2121] a. g. e. 6292. hutbe
[2122] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/126/12
[2123] Nehc'ül-Belağa, 32. hutbe
[2124] a. g. e. 193
[2125] Kenz'ul-Ummal, 29361
[2126] Nehc'ül-Belağa, 110. hutbe
[2127] Gurer'ul-Hikem, 6296
[2128] Bihar, 2/29/9
[2129] Nehc'ül-Belağa, 284. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/176
[2130] Bihar, 78/109/19
[2131] Münyet’ül-Mürid, 135
[2132] Gurer'ul-Hikem, 1587, 1588
[2133] Tuhuf'ul-Ukul, 274
[2134] Münyet’ül-Mürid, 181
[2135] Avail’ul-Lai, 4/77/64
[2136] Kurb’ul-Esnad, 70/226
[2137] el-Hisal, 69/103
[2138] Emali’et-Tusi, 126/198
[2139] Kenz'ul-Ummal, 28999
[2140] Nehc'ül-Belağa, 98. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/254
[2141] Bihar, 2/37/54
[2142] Kenz'ul-Ummal, 29335
[2143] a. g. e. 29337
[2144] Gurer'ul-Hikem, 6288-6289
[2145] Nehc'ül-Belağa, 92. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/245
[2146] Münyet’ül-Mürid, 141
[2147] Bihar, 2/26/3
[2148] el-Mehasin, 1/212/382
[2149] Emali’et-Tusi, 370/796
[2150] Kurb’ul-Esnad, 33/106
[2151] el-Hisal, 51/63
[2152] Gurer'ul-Hikem, 3197
[2153] Misbah’uş-Şeria, 368
[2154] Gurer'ul-Hikem, 3198
[2155] Mekarim’ul-Ahlak, 2/364/2661
[2156] a. g. e. s. 348/2660
[2157] Kenz'ul-Ummal, 29097
[2158] Kenz'ul-Ummal, 31856, 29026
[2159] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/124/2
[2160] Kenz'ul-Ummal, 31855
[2161] Vesail’uş-Şia, 11/420/11
[2162] İrşad, 1/230
[2163] Tefsir-i Kummi, 2/146
[2164] Kenz'ul-Ummal, 29005
[2165] Mekarim’ul-Ahlak, 2/347/2660
[2166] Tuhuf'ul-Ukul, 397
[2167] İlel’uş-Şerayi’, 394/12
[2168] Misbah’uş-Şeria, 345
[2169] Bihar, 2/37/53
[2170] a. g. e. s. 34/30
[2171] Gurer'ul-Hikem, 1897
[2172] a. g. e. 10126
[2173] Kenz'ul-Ummal, 29100
[2174] a. g. e. 29101
[2175] Bihar, 2/58/39
[2176] Gurer'ul-Hikem, 5472
[2177] a. g. e. 10674
[2178] Nehc'ül-Belağa, 265. hikmet
[2179] Gurer'ul-Hikem, 5499
[2180] a. g. e. 5483
[2181] Kenz'ul-Ummal, 28683
[2182] a. g. e. 7579, 7582
[2183] Münyet’ül-Mürid, 137
[2184] Tuhuf'ul-Ukul, 35
[2185] Mekarim’ul-Ahlak, 2/371/2661
[2186] el-İhticac, 2/513/337
[2187] a. g. e. s. 512/337
[2188] a. g. e. s. 513/337
[2189] Dünyada amel etmediğiniz halde ahirette bir mükafat beklentisi içindesiniz.
[2190] el-Kafi, 2/319/13
[2191] Kenz'ul-Ummal, 29038
[2192] Münyet’ül-Mürid, 141
[2193] a. g. e.
[2194] a. g. e.
[2195] a. g. e.
[2196] el-Kafi, 2/319/13
[2197] Tenbih’ul-Havatir, 2/21
[2198] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 2/108
[2199] Nevadir’ur-Ravendi, 27
[2200] el-İhtisas, 243
[2201] Kenz'ul-Ummal, 28953
[2202] Nevadir’ur-Ravendi, 27
[2203] Kenz'ul-Ummal, 28952
[2204] Bihar, 75/381/45
[2205] el-Hisal, 113/91
[2206] İlel’uş-Şerayi’, 394/12
[2207] Avail’ul-Lai, 1/274/99
[2208] Kenz'ul-Ummal, 28667
[2209] Bihar, 70/71/21
[2210] a. g. e. 1/225/17
[2211] Kenz'ul-Ummal, 44176
[2212] Nehc'ül-Belağa, 208. hikmet
[2213] a. g. e. 108. hutbe
[2214] a. g. e. 198
[2215] Gurer'ul-Hikem, 1835
[2216] el-Kafi, 1/48/4
[2217] Bu cümle hakkında, Usul-i Kafi’nin mütercimleri ve şarihleri bir takım açıklamalarda bulunmuştur. İlgi duyanlar, Usul-i Kafi, c. 1, Bab-u Sıfat’ul-İlm ve fazlihi ve fazl’il-Ulema. Birinci hadise müracaat ediniz.
[2218] Kenz'ul-Ummal, 28659
[2219] el-Kafi, 1/32/1
[2220] Kenz'ul-Ummal, 28660
[2221] Keşf’ul-Gumme, 3/45
[2222] Tenbih’ul-Havatir, 1/303
[2223] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 16/64
[2224] Emali’es-Seduk, 220/13
[2225] Gurer'ul-Hikem, 8601
[2226] a. g. e. 6869
[2227] a. g. e. 1054
[2228] a. g. e. 1819
[2229] a. g. e. 5768
[2230] a. g. e. 9193
[2231] Kenz’ul-Fevaid, 2/31
[2232] Bihar, 1/218/42
[2233] a. g. e. s. 220/52
[2234] Nehc'ül-Belağa, 338. hikmet
[2235] el-Hisal, 41/30
[2236] Kenz’ul-Fevaid, 2/31
[2237] Gurer'ul-Hikem, 1819
[2238] a. g. e. 5082
[2239] a. g. e. 5267
[2240] a. g. e. 5224-5225
[2241] a. g. e. 5023
[2242] Emali’es-Seduk, 394/1
[2243] Gurer'ul-Hikem, 4962
[2244] a. g. e. 1674
[2245] a. g. e. 4968
[2246] a. g. e. 2933
[2247] a. g. e. 9420
[2248] Tuhuf'ul-Ukul, 286
[2249] A’lam’ud-Din, 305
[2250] Misbah’uş-Şeria, 343
[2251] Tenbih’ul-Havatir, 1/82
[2252] a. g. e. 2/37
[2253] Gurer'ul-Hikem, 6869
[2254] Nehc'ül-Belağa, 79. hutbe
[2255] Gurer'ul-Hikem, 5352
[2256] el-Mehasin, 1/357/760
[2257] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[2258] el-Mehasin, 1/358/766
[2259] a. g. e. h. 765
[2260] a. g. e. 359/768
[2261] Emali’es-Seduk, 294/9
[2262] Keşf’ul-Gumme, 3/137
[2263] Emali’es-Seduk, 395/1
[2264] el-Hisal, 5/11
[2265] Bihar, 2/37/49
[2266] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[2267] Kehf suresi, 65. ayet
[2268] A’lam’ud-Din, 301
[2269] Kenz'ul-Ummal, 28661
[2270] Sevab’ul-A’mal, 161/1
[2271] Kenz'ul-Ummal, 28942
[2272] a. g. e. 28820
[2273] a. g. e. 5881, 5893
[2274] el-Hisal, 5/13
[2275] Emali’es-Seduk, 27/4
[2276] Gurer'ul-Hikem, 3079
[2277] Kenz'ul-Ummal, 44154
[2278] Bihar, 2/92/20
[2279] Emali’el-Müfid, 96/6
[2280] İrşad, 1/232
[2281] el-Kafi, 8/32/5
[2282] Gurer'ul-Hikem, 10684
[2283] Avail’ul-Lai, 4/78/68
[2284] Beşaret’ul-Mustafa, 25
[2285] Münyet’ül-Mürid, 120
[2286] a. g. e. 169
[2287] Kenz'ul-Ummal, 28965
[2288] Bihar, 78/114/9
[2289] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/96/10
[2290] Kenz'ul-Ummal, 28960
[2291] Nehc'ül-Belağa, 173. hutbe
[2292] Gurer'ul-Hikem, 10990
[2293] Fatır suresi, 11. ayet
[2294] Gurer'ul-Hikem, 535
[2295] a. g. e. 3431
[2296] a. g. e. 3434
[2297] a. g. e. 447
[2298] Tenbih’ul-Havatir, 2/218
[2299] Gurer'ul-Hikem, 3874
[2300] a. g. e. 9608
[2301] Nehc'ül-Belağa, 145. hutbe
[2302] Mekarim’ul-Ahlak, 2/364/2661
[2303] Gurer'ul-Hikem, 7589
[2304] a. g. e. 3502
[2305] A’lam’ud-Din, 336/12
[2306] el-Hisal, 239/85
[2307] Nehc'ül-Belağa, 114. hutbe
[2308] Gurer'ul-Hikem, 3462
[2309] a. g. e. 9840
[2310] Gurer'ul-Hikem, 3461
[2311] a. g. e. 3705
[2312] Nehc'ül-Belağa, 188. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/99
[2313] Gurer'ul-Hikem, 2030
[2314] Bihar, 7/262/15
[2315] Gurer'ul-Hikem, 8532
[2316] Tenbih’ul-Havatir, 2/89
[2317] a. g. e.
[2318] Gurer'ul-Hikem, 5214
[2319] Müstedrek’ül-Vesail, 1/122/157
[2320] Gurer'ul-Hikem, 1200
[2321] a. g. e. 1982
[2322] a. g. e. 5697
[2323] a. g. e. 8607
[2324] a. g. e. 2618
[2325] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe
[2326] a. g. e. 109. hutbe
[2327] ed-Deavat lil Ravendi, 122/298
[2328] Gurer'ul-Hikem, 10801
[2329] a. g. e. 7525
[2330] Emali’es-Seduk, 56/9
[2331] Gurer'ul-Hikem, 3429
[2332] a. g. e. 3430
[2333] a. g. e. 3642
[2334] a. g. e. 2439
[2335] Fatır suresi, 37. ayet
[2336] Emali’es-Seduk, 40/1
[2337] Kenz'ul-Ummal, 2924
[2338] Cami’ul-Ahbar, 330/925
[2339] Nehc'ül-Belağa, 326. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/238
[2340] Mean’il-Ahbar, 402/66
[2341] Emali’es-Seduk, 40/1
[2342] el-Hisal, 545/24
[2343] Kenz'ul-Ummal, 10329
[2344] Mişkat’ul-Envar, 170
[2345] a. g. e. 169
[2346] a. g. e.
[2347] Nehc'ül-Belağa, 64. hutbe
[2348] Nahl suresi, 70. ayet
[2349] Yasin suresi, 68. ayet
[2350] Dur’ul-Mensur, 5/146
[2351] Bihar,6/120/7
[2352] Cami’ul-Ahbar, 330/926
[2353] Gurer'ul-Hikem, 4623
[2354] a. g. e. 8268
[2355] Keşf’ul-Gumme, 3/138
[2356] Emali’el-Müfid, 60/5
[2357] Bihar, 69/408/117
[2358] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/36/90
[2359] Emali’et-Tusi, 245/425
[2360] Zühd lil Hüseyin b. Said, 33/87
[2361] el-Hisal, 32/112
[2362] ed-Deavat lil Ravendi, 125/309
[2363] ed-Derret’ul-Bahire, 18
[2364] Bihar, 101/4/12
[2365] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/38/112
[2366] Bihar, 69/400/95
[2367] a. g. e. 98/91/2
[2368] Sahifet’us-Seccadiye, 82, 20. dua
[2369] Bihar, 94/225/1
[2370] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/36/90
[2371] Bihar, 3/83