Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Mizan’ul Hikmet
(hikmetin ölçüsü) benim, Ali de onun dilidir.” (İhkak’ul Hak,
6/46)
Mizan’ul Hikmet
9. Cilt
Muhammed
Muhammedi REYŞEHRİ
Çeviri
Kadri ÇELİK
Tatbik
Nuri DÖNMEZ
E-Kitap: http://kitab.nur-az.com/tr - http://gadir.free.fr
İçindekiler
369. Konu
el-Amel
Amel (1)
F
el-Bihar, 69/18, 30. bölüm; el-Amel cuz’ul
İman
F
Tefsir-i el-Mizan, 2/172, Kelam fi Ahkam’ul
A’mal min heys’ul Ecza
F
Tefsir-i el-Mizan, 9/191, Kelam fi
nisbet’il-A’mal ile’l-Esbabu Tulen
bak.
F
58. konu, es-Sevab; 66. konu, el-Ceza; 94. konu,
el-Hebt; 82. konu, el-Cihad (3); el-Marifet (1), 2586. bölüm; el-Ahiret, 31.
bölüm; el-İman, 257, 262. bölüm; el-Muhabbet (2), 663, 664. bölüm;
el-İhlas, 1030. ve 1031. bölümler; ez-Ziynet, 1698. bölüm; eş,
Şükr(1), 2070. bölüm; es-Selat (1), 2269. bölüm; el-İlm, 2885-2893 ve
sonraki bablar; el-Mevt, 3748. bölüm; el-Kader, 3284. bölüm; en-Niyet,
3979-3981, 3983; er-Rehn, 1554-1555; en-Nas, 3967. bölüm
Kur’an:
“Kadın, erkek, iman etmiş olarak kim iyi amel
işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini
yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.” [1]
“Fakat, tövbe eden, iman edip salih amelde bulunan
kimsenin, kurtuluşa erenler arasında bulunması umulur.”[2]
“Rabbine iman etmiş ve salih amel yaparak gelenlere,
işte onlara, en üstün dereceler vardır.” [3]
14257. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amel, amel! Sonra amelin sonu, amelin
sonu! Direniş, direniş! Sonra sabır, sabır! Takva, takva!
Gerçekten de sizin için bir son vardır, sonunuza yönelin.”[4]
14258. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz sizler, sözleri
aşikar etmekten çok, amelleri aşikar etmeye muhtaçsınız.
Veya sizler doğru konuşmaktan çok doğru amel etmeye daha çok
muhtaçsınız.”[5]
14259. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim amel ederse, güçlenir. Her kim
de amelde kusur ederse (işlerde) zayıflık ve
gevşekliği artar.”[6]
14260. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah nezdinde
şerafet, amellerin güzelliği iledir; sözlerin güzelliği ile
değil.”[7]
14261. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İlim sana kılavuzluk eder,
amel ise seni hedefine ulaştırır.”[8]
14262. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amel ile sevap hasıl olur;
tembellik ile değil.”[9]
14263. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimi ameli yavaş götürürse
nesebi (hasebi) onu hızlandırmaz.”[10]
14264. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amel, müminin şiarıdır.”[11]
14265. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amel yakin sahibi kimsenin
yoldaşıdır.”[12]
14266. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amel insanın en kamil halefidir.”[13]
14267. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Din (insan için) stoktur, ilim ise
kılavuzdur.”[14]
14268. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İlmin meyvesi amel güzelliği
ile toplanır, söz güzelliği değil.”[15]
14269. İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan, dünyada mallarıyla,
ahirette ise amelleri iledir.”[16]
14270. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah dünyada insanları,
birbirlerini tanısınlar diye babalarının adıyla
çağırdı. Ahirette ise (yaptıklarının)
karşılığını görsünler diye, amelleriyle çağırdı
ve şöyle buyurdu: “Ey iman edenler!”, “Ey küfredenler!”[17]
14271. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adamın biri, Allah Resulü’nün
(s.a.a) yanına gelerek şöyle arz etti: “Cehalet hüccetini üzerimden
kaldıracak olan şey nedir?” Peygamber, “ilimdir” diye buyurdu. O
şahıs şöyle arz etti: “İlim hüccetini benden uzaklaştıracak
şey nedir?” Peygamber, “Ameldir” diye buyurdu.”[18]
14272. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Az amel edin, çok nimete erişin.”[19]
14273. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan
Allah katında en çok sevileniniz, şüphesiz ameli en çok
olanınızdır. Şüphesiz Allah nezdinde ameli en değerli
ve büyük olan kimse, Allah nezdinde olan şeylere rağbeti en çok olan
kimsedir.”[20]
14274. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelsiz ahiretten ümidi olan kimseden
olma… Salih kimseleri sever; fakat onların yaptığını
yapmaz. Günahkarlara buğzeder; oysa o da onlardan biridir… Günahı
kendi günahından az olanın akıbetinden korkar; ama kendisi için
amelinden daha fazlasını ümit eder… Amel ettiğinde kusur eder,
istediği zaman aşırı gider… O, sözle yol gösterendir; (ama)
ameli pek azdır.”[21]
14275. İmam Ali (a.s) zahitlerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar
(zahitler), dünya ehlinden bir kavim oldukları halde sanki ehlinden
değillerdi. Onlar dünyada oldukları halde dünyalı
olmadılar. Dünyada basiret üzere amel ettiler ve dünyada korktukları
şeyden (ölümden) öne geçtiler.”[22]
14276. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Henüz hayatınızı
sürdürürken, amel defterleri açıkken, tövbe yolu genişken, Allah’a
itaatten kaçınanlar Allah’a davet edilirken, kötülerin dönüş ümidi
kesilmemişken, amel kandili sönmemişken, süre dolmamışken
amel edin.”[23]
14277. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Salih insanları, Allah’ın
kullarının diliyle söylettiği şeylerden anlamak mümkündür.
O halde senin için kıymetli azık, salih amel olsun.”[24]
14278. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O halde amel ediniz. Zira ameller
(Allah’a) yükselir. Tövbe fayda verir, dua işitilir. Durum sakin, kalemler
yazmaktadır.”[25]
14279. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah size acısın;
apaçık deliller üzere amel edin. Yol doğrudur ve sizi selam yurduna
çağırmaktadır. Fırsat ve mühletinizin olduğu bir diyardasınız,
Allah’ın rızayetini elde edebilirsiniz. Sahifeler açık, kalemler
yazıyor; bedenler sağlıklı, diller özgürce konuşuyor;
tövbeler işitilmekte, ameller kabul edilmektedir.”[26]
bak. el-İslam, 1876. Bölüm
Kur’an:
“Bu, sizin kuruntularınıza ve kitap ehlinin
kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa
cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne dost ve ne de
yardımcı bulur. Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı
işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre
kadar zulmedilmez.” [27]
14280. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz dikenden üzüm
toplanamadığı gibi, kötü kimseler de asla iyi kimselerin
konaklarında konaklayamazlar. Bunlar iki yoldur. O halde hangisini
tutturursanız, ona ulaşırsınız.” [28]
14281. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dikenden üzüm
toplanamadığı gibi, kötüler de iyilerin konaklarında
konaklayamazlar. O halde istediğiniz yolu tutturun. Zira hangi yolu kat
ederseniz (o yolun) ehline varırsınız.” [29]
14282. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Salih amelin meyvesi, kökü gibidir.” [30]
14283. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötü amelin meyvesi, kökü gibidir.” [31]
Allame Tabatabai el-Mizan’da amel ile
mükafat arasındaki ilişkiyi beyan ederek şöyle buyurmuştur:
“Önceki konularda gördüğümüz gibi, akli emir ve yasaklar (akıl
sahipleri arasında hükümran olan kanunlar) ile amel edilecek olursa, sevap
ve mükafatından ibaret olan güzel bir sonucu vardır. Ama onlara isyan
eder ve yüz çevirilirse, ceza olarak adlandırılan, tatsız ve
kötü bir sonucu vardır. Bu ceza ve mükafat- emir ve yasaklarla amel etmek
için düşünülen bir çözüm yolu mesabesindedir. Emir ve nehiylere
sarılma karşısında taktir edilen güzel mükafat da
insanların amel etmeye teşvik edilmeleri içindir. Muhalefet ve isyan
karşısında öngörülen kötü ceza da şahsın isyandan ve
sapmadan korku içinde olup sakınması içindir.
Buradan da
anlaşıldığı üzere, amel ve mükafat arasındaki
ilişki itibari bir ilişkidir. Bu ilişki, toplum veya idareci
tarafından ortaya konmaktadır. Onları bu ilişkiyi, ortaya
koymaya zorlayan şey, amele olan şiddetli ihtiyaçtır. Bu amelden
istifade ile, sorunları ortadan kalkmaktadır. İşte bu
yüzden müstağni olduklarında ve ihtiyaçları ortadan
kalktığında yapmayı üstlendikleri mükafat ve cezayı
uygulamaya geçirme hususunda gevşeklik ettiklerini görmekteyiz.
Hakeza yine bu sebepten ötürü mükafat ve
cezanın azlığı veya çokluğunun, şiddet veya
zayıflığının amele olan ihtiyaç miktarına
bağlı olduğunu ve bu açıdan farklılık içinde
bulunduğunu görmekteyiz. Bu ihtiyaç ne kadar fazla olursa, mükafat da o
kadar artar. Bu ihtiyaç ne kadar az olursa, mükafat da o kadar az olur. Zira
emir ile memur ve mükellef kılan ile mükellef kılınan insan,
alıcı ve satıcı mesabesindedir. Onlardan her biri bir
şey vermekte ve bunun karşısında da ondan bir şey
almaktadır. Mükafat ve sevap ödenen değer mesabesindedir. Ceza ise
bir şeyi ortadan kaldıran, buna karşılık o şeye
kefil olan, kefaleti boynunda bulunan ve mutlaka bu kefaleti ödemesi gereken kimsenin
ödediği bir bedel mesabesindedir.
Genel olarak bu amel (ceza ve mükafat)
itibari ve sözleşmeli bir şeydir. Toplumsal çarkın
etrafında dönen diğer ünvanlar, hükümler ve toplumsal ölçüler gibi
itibari bir şeydir. Tıpkı yöneten, yönetilen, emir, nehiy, itaat,
isyan, vacib, haram, malikiyet, servet, alma, satma ve benzerleri gibi... Ama
hakikatler onları çepeçevre kuşatan hadiseler ve dış
varlıklardır. Zenginlik ve fakirlik, izzet ve zillet, övme ve
kınama gibi hususların, onların durumunda hiçbir etkisi yoktur.
Tıpkı yeryüzünde yetişen her şey, ölüm, hayat,
sağlık, hastalık, açlık, tokluk, susuzluk ve suya
kanmışlık gibi.
Bu, toplumun akıllı kesimi
nezdinde var olan bir şeydir. Münezzeh olan Allah da bizimle
konuşmalarında bizim birbirimizle konuşmalarımızda
takip ettiğimiz, metodu takip etmiştir. Allah-u Teala bizim din
vesilesiyle elde edebileceğimiz mutluluğu toplumsal kanunlar ve
sünnetler kalıbına dökmüştür. Emretmiş,
yasaklamış, teşvik etmiş, sakındırmış,
müjdelemiş, korkutmuş, mükafat vaad etmiş,
cezalandırılmakla korkutmuştur. Bu yüzden toplumsal
kanunları ve sünnetleri kabul ettiğimiz sadelikle, Allah’ın
dinini de elde etmekteyiz. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Eğer
Allah’ın size bir fazlı ve rahmeti olmasaydı, asla sizden birisi
temizlenmezdi.”[32]
Münezzeh olan Allah, hakikatleri derk
etmeye müsait olan nefisleri eğitme işini ihmal etmemiştir.
Kur’an’ın bazı ayetlerinde kitap ve sünnetin zahirini kapsayan dini
marifetlerin ötesinde, çok daha büyük bir konunun çok daha değerli bir
sırrın ve paha biçilmez olduğuna işaret edilmiş ve
şöyle buyurulmuştur: “Bu dünya
hayatı, bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurdu ise (gerçek)
hayattır.”
Dünya hayatının oyun
olduğu ve hayalden başka bir şey olmadığı ifade
edilmiştir. Dünyanın fonksiyonu, sadece insanın ebedi saadeti,
ahiret yurdu, hayatının gerçeği olan asıl hedefinden
alı koymaktır. Eğer dünya hayatından maksat, bizim hayat
olarak adlandırdığımız şey ise, mal, makam,
kudret, izzet ve yücelik gibi
hayatın gerekleri onun oyalanma ve oyun olması içinde var olan
hakikatleriyle daha evla bir şekilde
oyalanma ve oyuncak olmasını gerektirir. Ama eğer maksat, tüm
yönleriyle dünya hayatı ise bu
durumda da maksat, daha da bir açıklığa kavuşmaktadır.
O halde, bu toplumsal kanunlar ve onlar
vesilesiyle takip edilen hedefler, örneğin, kudret, makam, servet ve
benzeri şeyler, bunun yanı sıra dini öğretilerin
kapsadığı hedefler ve konular ve Allah’ın önce fıtrat,
sonra da Peygamberler göndererek bizlere gösterdiği hususlar da
akıllı bir terbiye edicinin fesat ve salahını iyilik ve
kötülüğünü teşhis edemeyen küçük çocuk için ortaya koyduğu
oyalanma ve oyundan ibarettir. Bu oyunda onunla birlikte oynamaktadır ki
bedeni ve zihni gelişsin ve onu iş düzenine hazırlasın ve
başarılı olsun.
Bir çocuktan bu oyunların ortaya
çıkması, onu iş sınırına yaklaştıran salt,
güzel bir oyundur, ama onu terbiye eden kimseye göre bu çocukça iş,
hikmete dayalı bir teşebbüs ve hiçbir oyun boyutu olmayan ciddi bir
iştir.
Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Biz gökleri, yeri ve
ikisinin arasında olan şeyleri, oyun olarak yaratmadık.
Onları sadece hak üzere yarattık, ama onların çoğu
bilmezler.”[33]
Bu ayetin içeriği de önceki ayetin içeriğine çok yakındır.
Allah-u Teala, daha sonra bu zahiri
terbiyenin manevi hedef ve maksatlarla sonuçlanmasını genel bir örnek
kalıbında, insanlar için beyan etmiş ve şöyle
buyurmuştur: “Allah gökten su
indirir, dereler onunla dolar taşar. Sel, üste çıkan köpüğü
alır götürür. Süslenmek veya faydalanmak için ateşte erittiklerinizin
üzerinde de buna benzer bir köpük vardır. Allah, hak ve batıl için şöyle
misal verir: Köpük uçup gider, insanlara fayda veren ise yerde kalır.”[34]
Allah-u Teala’nın bu
açıklamasından da anlaşıldığı üzere iş
ve mükafat arasında toplumun bireyleri açısından bu ikisi
arasında var olan itibari ilişkiden de öte gerçek bir ilişki türü
mevcuttur ve Allah-u Teala’nın eğitim ve öğretimi de bu gerçek
ilişki üzere cereyan etmektedir.”[35]
14284. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizden her birinizin şüphesiz üç
dostu vardır: Onlardan biri onun isteklerini karşılayan dosttur
ve o mal ve servettir. Diğeri
mezara kadar kendisiyle gelen ama ona hiçbir şey vermeyen ve ondan
sonra kendisiyle birlikte olmayan dosttur ve o da akrabalarıdır.
Üçüncü dost ise, “Allah’a yemin olsun ki nereye gidersen seninle gelirim ve
senden ayrılmam” diyen dosttur. Bu dost ise ameldir. Eğer iyi olursa
hayırlı amel ederse o arkadaşı da hayırlı olur.
Ve eğer kötü amel ederse kötü bir arkadaş olur.”[36]
14285. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey ölü kimsenin ardından
gelir: Ailesi, varlığı ve ameli. İkisi geri döner, biri ise
baki kalır. Ailesi ve varlığı geri döner. Ameli ise onunla
kalır.”[37]
14286. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Salih amel cennete gider ve bir
şahsın kendisi için döşeyip hazırlaması için kölesini
bir yere gönderdiği gibi salih amel de sahibi için gerekli ortamı
sağlar.” İmam Bakır (a.s) daha sonra şu ayeti tilavet
buyurdu: “İman edip salih amel işleyenler, kendileri için
hazırlarlar.”[38]
14287. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan öldüğünde üç şey
dışında amelleri kesilir: “Sadaka-i cariye (faydası devam
eden sadaka), insanların istifade ettiği ilim ve kendisi için dua
eden salih evlat.”[39]
14288. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan öldükten sonra da yedi
şeyin sevabı kendisi için yazılır: Hurma ağacı dikenin,
bir kuyu kazanın, bir nehir akıtanın, bir cami yapanın, bir
kitap yazanın, kendinden geriye bir ilim bırakanın ve ölümünden
sonra kendisi için Allah’tan mağfiret dileyen salih bir evlat
bırakanın.”[40]
14289. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan ile salih ameli
dışında hiçbir şey yoldaşlık etmez.”[41]
14290. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın hayrını
dileyen arkadaş salih ameldir.”[42]
bak. el-Kibr, 3267. Bölüm; el-Amel (3),
2961. Bölüm; es-Sıdk, 2219. Bölüm; el-Akl, 2792, 2793. Bölümler
14291. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her amelin bir bitkisi vardır. Her
bitkinin suya ihtiyacı vardır. Sular ise muhteliftir. İyi bir
şekilde sulanırsa fidanları iyi, meyveleri hoş olur. Kötü
bir şekilde sulanırsa fidanları kötü, meyvesi de acı olur.”[43]
bak. 2937, 2954. Bölümler
14292. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amele devam edin! Amele devam edin.
Zira Allah müminlerin işi için, ölüm dışında bir son karar
kılmamıştır.”[44]
14293. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Her ne kadar az da olsa, eserlere ve
sünnetlere uyma hususunda amele devam etmek, bid’atlar esasınca
yapılan ibadet ve nefsani isteklere uyma hususunda çaba göstermekten daha
sevimli ve akıbeti daha faydalı olandır.”[45]
14294. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakin üzere olan sürekli az amel, Allah
nezdinde yakin üzere olmayan çok amelden daha üstündür.”[46]
14295. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah nezdinde
işlerin en sevimlisi, kulun her ne kadar az da olsa sürekli
yaptığı ameldir.”[47]
14296. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah nezdinde, her
ne kadar az da olsa sürekli yapılan bir işten sevimli hiçbir şey
yoktur.”[48]
14297. İmam Seccad (a.s) sürekli
şöyle buyururdu: “Ben her ne kadar az
da olsa bir işi sürekli yapmayı severim.”[49]
14298. İmam Bakır (a.s) sürekli
şöyle buyururdu: “Şüphesiz bir
işe adet ettiğimde onu sürekli yapmak isterim. Eğer gece
ibadetimden bir şeyi eda edemezsem, gündüz kazasını yerine
getiririm. Eğer gündüz (ibadetlerden) bir şey kaybedersem, gece
kazasını yerine getiririm. Allah nezdinde işlerin en sevimlisi
sürekli yapılan ameldir.”[50]
14299. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Sana
neşat (sevinç) ve gevşeklik halinde amel etmeni tavsiye ederim.”[51]
14300. İmam Seccad (a.s) sürekli
şöyle buyururdu: “Şüphesiz ben
denk bir amelle (her günü öncekinden eksik olmayan bir amelle) rabbimin
huzuruna varmayı severim.”[52]
14301. Ayşe şöyle diyor: “Allah
Resulü’nün (s.a.a) gece ikiye katlayıp üzerinde namaz
kıldığı, gündüz de serip üzerine oturduğu bir
hasırı vardı. İnsanlar Peygamber’in huzuruna varıyor
ve onunla birlikte namaz kılıyordu. Sonunda sayıları
çoğaldı, Allah Resulü (s.a.a) onlara dönerek şöyle buyurdu: “Ey
insanlar! Gücünüz olduğu kadar amel ediniz. Zira Allah siz
yorulmadıkça yorulmaz. Allah nezdinde en sevimli amel, her ne kadar az da
yapılsa sürekli yapılan ameldir.”
Başka bir rivayette ise şöyle
yer almıştır: “Muhammed’in Ehl-i
Beyti bir iş yaptıklarında onu sabit kılar ve sürekli
yerine getirirlerdi.”[53]
14302. Ayşe ve Ümmü Seleme, “Allah Resulü
nezdinde amellerin en sevimlisi neydi?” diye sorulunca şöyle
demişlerdir: “Her ne kadar az da olsa, sürekli
yapılan iş.”[54]
14303. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “On iki ay yerine getirmeden terk
edeceğin bir şeyi kendi nefsine farz ve gerekli kılmaktan
sakın.”[55]
14304. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim hayırlı bir işe
başlarsa, onu bir yıla kadar devam ettirmeli ve bir yıl dolmadan
terk etmemelidir.”[56]
14305. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir işe başlarsa, onu
bir yıla kadar devam ettirsin. Sonra isterse başka bir işe
koyulsun. Zira Allah’ın taktir etmek istediği kadir gecesi, o bir
yılın içinde bulunmaktadır.”[57]
bak. Vesail’uş Şia, 1/70, 21.
Bölüm
14306. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sürekli hayırlı iş
yapmaktan kaynaklanan şeyler şunlardır: “Kötülükleri terk etmek,
aklı hafif olmaktan uzaklaşmak, günahtan dışarı
çıkmak, yakin, kurtuluş sevgisi, rahman olan Allah’a itaat, burhan ve
delili ululamak, şeytandan uzak durmak, adaleti ve hak sözü kabul etmek.
Bunlar hayırlı işe devam etmek neticesinde akıllı
kimseye çatan şeylerdir.”[58]
14307. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz nefis de usanır.
Sizden hiç kimse hiç şüphesiz ne kadar yaşayacağını
bilemez. O halde ibadetlerden gücü yettiğine bakmalıdır. Sonra
da onu sürekli yapmaya çalışmalıdır. Zira Allah nezdinde en
sevimli iş her ne kadar az da olsa sürekli yapılan iştir.”[59]
14308. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sürekli yaptığın az
iş, usanacağın çok işten daha ümit vericidir.”[60]
14309. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gücünüz yettiğince işlerin
sorumluluğunu üstleniniz. Zira sizler usanmadıkça Allah usanmaz.
Allah nezdinde en sevimli iş, her ne kadar az da olsa sürekli yapılan
iştir.”[61]
bak. el-İbadet, 2501. Bölüm
14310. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz sözün amelden fazla
olması çirkindir. Ama amelin fazla olması güzel ve ziynettir.”[62]
14311. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelin sözden fazla oluşu en güzel
fazilettir. Amelin sözden az oluşu ise en çirkin rezalettir.”[63]
bak. 14274. Hadis
14312. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Amellerin en üstünü en müşkül
olanıdır.”[64]
14313. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin en üstünü nefsini yapmaya
mecbur kıldığın ameldir.”[65]
14314. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin en üstünü Allah için
yapılan ameldir.”[66]
14315. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşlerin en üstünü hakka
bağlılıktır.”[67]
14316. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En üstün amel her ne kadar az da olsa
sürekli yapılandır.”[68]
14317. Resulullah (s.a.a), amellerin en üstünü
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Yemek
yedirmek ve güzel konuşmak.”[69]
14318. Resulullah (s.a.a), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allah’ı tanımak ve
Allah’ın dini hakkında anlayış sahibi olmak.”[70]
14319. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah nezdinde
imandan sonra müminleri sevindirmekten daha üstün bir iş yoktur.”[71]
14320. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde amel
açısından en büyük olanınız, Allah nezdinde olanlara en çok
rağbet edeninizdir.”[72]
14321. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin en üstünü, en yücesi,
imanı halis kılmak, sadakatle günahtan sakınmak ve yakin sahibi
olmaktır.”[73]
14322. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin en üstünü Allah’a iman etmek,
Allah’ı tasdik etmek, Allah yolunda cihat etmek, kabul edilen hac. Senin
için bunlardan daha rahat olanı yemek yedirmek, yumuşak
konuşmak, bağışta bulunmak, güzel ahlak sahibi
olmaktır. Senin için bunlardan da daha kolay olanı, Allah’a senin
için taktir ettiği şeyler hususunda ithamda bulunmamandır.”[74]
14323. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin en üstünü, içinde şek
bulunmayan iman, ganimetinde hıyanette bulunulmayan cihat ve kabul edilen
hacdır.”[75]
14324. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin en üstünü namazı
vaktinde kılmak, sonra anne babaya iyilikte bulunmak, sonra da
insanların senin dilinden güvende olmasıdır.”[76]
14325. İmam Sadık (a.s), kendisine
“amellerin en üstünü nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Namazı
vaktinde kılmak, anne babaya iyilikte bulunmak ve aziz ve celil olan Allah
yolunda cihat etmek.”[77]
14326. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin efendisi üç şeydir:
İnsanlara karşı insaflı olmak, aziz ve celil olan Allah
yolundaki kardeşe yardımda bulunmak ve her hal üzere Allah-u
Teala’yı zikretmek.”[78]
14327. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Ta ki hanginizin daha güzel amel
ettiğini denemek için” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Maksat, hanginizin
daha çok amel ettiği değildir. Aksine maksat, hanginizin daha
doğru amel ettiğidir. Amelin doğruluğu ise Allah-u
Teala’dan korkmak ve doğru ve güzel bir niyete sahip olmaktır.”[79]
14328. İmam Sadık (a.s), kendisine, “Allah
nezdinde amellerin en üstünü nedir?” diye soran Zübeyri’ye şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın sadece kendisiyle her
şeyi kabul ettiği şeydir.” Ben (ravi), “O şey nedir?” diye
arz edince İmam şöyle buyurdu: “Kendisinden başka ilah olmayan
Allah’a iman etmektir. Bu derece açısından, amellerin en üstünü,
makam açısından en şereflisi ve nasip açısından en
yücesidir.” Ben (ravi) şöyle arz ettim: “Bana imanın ne olduğunu
haber vermeyecek misin? Acaba iman söz ve amel midir, yoksa amelsiz söz müdür?”
İmam şöyle buyurdu: “İman tümüyle ameldir, söz ise o amelin bir
bölümüdür.”[80]
14329. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Amellerin en üstünü nedir?” diye soran bazı ashabına şöyle
buyurmuştur: “Rabbini tek bilmendir.” Birisi, “En
büyük günah nedir?” diye sorunca da İmam şöyle buyurdu:
“Yaratıcın için teşbihte bulunmandır.”[81]
14330. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah, katında mümini
sevindirmekten daha sevimli bir şeyle ibadet edilmemiştir.”[82]
14331. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah nezdinde işlerin en
sevimlisi, mümini sevindirmen, açlığını gidermen ve hüznünü
yok etmendir.”[83]
14332. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) mirac gecesi
münezzeh olan rabbine şöyle sordu: “Ey rabbim! Amellerin hangisi daha
üstündür?” Allah-u Teala ona şöyle buyurdu: “Benim katımda bana tevekkül
etmekten ve benim (rızkı) bölüştürmeme razı olmaktan daha
üstün bir şey yoktur.”[84]
bak. el-Ma’ruf (2), 2690. Bölüm;
et-Taet, 2430. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 15/948. Bölüm; Nur’us Sakaleyn,
5/380/12-14
14333. Resulullah (s.a.a), Ebu Zer’e
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
Ebu Zer! Amelden çok takva ile amel etmeye önem ver. Şüphesiz ameller
sadece takva ile kabul olur. Kabul edilmiş amel nasıl az görülebilir.
Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Allah şüphesiz
takva sahiplerinden kabul eder.”[85]
14334. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı kimsenin az ameli
kabul edilir ve kat kat artar. Heva ve cehalet ehli kimsenin çok amelleri ise
reddedilir.”[86]
14335. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz amellerinden sadece ihlas
üzere yaptığın kabul görür.”[87]
bak. el-İhlas, 1034. Bölüm; ed-Din,
1316. Bölüm; es-Selat (1), 2287. Bölüm; el-Ma’ruf (1), 2682. Bölüm; et-Tekva,
4166. Bölüm
14336. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer insanlar göklerden (Allah
nezdinden) geri çevrilmiş amelleri görmüş olsalardı, “Allah hiç
kimsenin amelini kabul etmiyor” derleri.”[88]
14337. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şey her kimde
bulunmazsa hiçbir amelinin faydası olmaz: “Kendisini aziz ve celil olan
Allah’a isyandan alı koyan bir sakınma, kendisi ile insanlarla iyi
geçindiği bir ahlak ve kendisiyle cahilin cehaletini def ettiği bir
hilim.”[89]
14338. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şey her kimde
bulunmazsa amelinin kendisine hiçbir faydası olmaz: Kendisini aziz ve
celil olan Allah’a isyandan alı koyan bir sakınma, kendisiyle
beyinsizlerin cehaletini def ettiği bir ilim ve kendisiyle insanlarla iyi
geçindiği bir akıl.”[90]
14339. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şey veya onlardan biri
her kimde bulunmazsa, amelinden hiçbir şeye güvenmemelidir: “Kendisini
aziz ve celil olan Allah’a isyandan alı koyan bir takva, kendisiyle
beyinsiz kimseyi engellediği bir hilim ve kendisiyle insanlar
arasında yaşadığı bir ahlak.”[91]
14340. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şey kimde bulunmazsa
ameli kemale ermez: Kendisini Allah’a isyandan alı koyan bir sakınma,
kendisiyle insanlarla iyi geçindiği bir ahlak ve kendisiyle cahilin
cehaletini reddeden bir hilim.”[92]
14341. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şey olduğu
taktirde hiçbir amel fayda vermez: Allah’a şirk koşmak, anne babaya
eziyet etmek ve cihattan kaçmak.”[93]
14342. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dilini korumayan kimse, hiçbir şey
yapmamıştır.”[94]
14343. İmam Sadık (a.s), Abbad b.
Kesir Basri Sufi’ye şöyle buyurmuştur: “Eyvahlar
olsun sana ey Abbad! Karnını ve tenasül organını iffetli
tuttuğun için mi gurura kapıldın. Şüphesiz aziz ve celil
olan Allah kitabında şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler!
Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah da sizler için
amellerinizi düzeltsin” Bil ki doğru söz söyleyinceye kadar Allah
senden hiçbir şeyi kabul etmez.”[95]
14344. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin kardeşine, “Off!” deyince
dostluk sınırından dışarı çıkar. “Sen benim
düşmanımsın” deyince de iki kafirden biri olur. [96] Zira
aziz ve celil olan Allah hiç kimseden müminin kınama ve hatasını
yüzüne vurmayla birlikte olduğu taktirde hayrını dilemez ve
amelini kabul etmez. Eğer mümin başka bir mümine karşı kötü
niyet içinde olursa hiçbir amelini kabul buyurmaz... Eğer aziz ve celil
olan Allah’ın dergahından geri çevrilen amelleri görmüş
olsalardı şöyle derlerdi: “Aziz ve celil olan Allah hiç kimsenin
amelini kabul etmemektedir.”[97]
14345. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın hüküm, hikmet ve
öğütle dolu kitabında sevap vereceğini, azab edeceğini,
razı olacağını veya gazaba uğratacağını
kesinlikle bildirdiği şeylerden biri de (aşağıda
sayılacak olan) bu hasletlerin birisine bile sahib olan ve tevbe etmeden
rabbinin huzuruna çıkan kimse, istediği kadar çalışıp
çabalasın, işinde ihlaslı olsun kendisine hiç bir fayda vermez.
Kendisine farz kıldığı ibadette Allah’a ortak koşmak,
öfkesini bir kişiyi öldürerek yenmek, başkasının
ayıbını söylemek, bir ihtiyacını elde etmek için
dininde bidat ortaya çıkarmak, insanlara iki yüzlü görünmek, onlar
arasında iki dilli konuşmaktır. (Kendine gel de) bunları
iyi düşün. Çünkü örnek, benzerine de delalet eder.”[98]
14346. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki Allah isyandan
bir şey hususunda ısrar etmekle birlikte olan hiçbir itaati kabul
etmez.”[99]
14347. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah mümin kardeşine
karşı kötü niyet içinde olan bir müminin hiçbir amelini kabul
buyurmaz.”[100]
14348. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şek ve inkar olduğu taktirde
hiçbir amelin faydası yoktur.”[101]
14349. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakin ve günahlardan sakınmayla
birlikte olmayan hiçbir amelde hayır yoktur.”[102]
bak. Er-Riya, 1410. Bölüm; es-Selat (1),
2288, 2289. Bölümler; el-İnfak, 3948. Bölüm; es-Sıdke; 2242. Bölüm
14350. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah her kimin bir tek
namazını kabul ederse ona azap etmez ve Allah her kimin bir
iyiliğini kabule derse... ona azap etmez.”[103]
14351. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah her kimin bir iyiliğini
kabul ederse asla ona azap etmez ve onu cennete götürür.”[104]
14352. İmam Ali (a.s) “ne kadar sadaka
veriyorsun, neden elini tutmuyorsun” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki eğer
Allah’ın benden bir farzı kabul ettiğini bilecek olsaydım
elimi tutardım. Ama Allah’a yemin olsun ki Allah’ın benden bir
şey kabul edip etmediğini bilmiyorum.”[105]
bak. Es-Selat (1), 2293. Bölüm
14353. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her dış görünüşün ona
benzer bir iç yüzü olduğunu bil; dışı temiz olanın,
içi de temizdir, dışı pis olanın içi de pistir. Sadık
olan elçi (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah bazen bir kulu sever; amelini
sevmez; bazen de amelini sever, ama kendisini sevmez.”[106]
14354. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah yaratıklarını
yaratmadan önce mutluluğu ve mutsuzluğu yaratmıştır. O
halde Allah her kimi mutlu yaratırsa asla ona düşman olmaz. Eğer
o kötü bir iş yaparsa işine düşman olur ama ona düşman
olmaz. Allah her kimi de mutsuz yaratırsa onu asla sevmez. İyi bir
iş yapacak olursa işini sever ama ona kendisine doğru gitmekte
olduğu akıbet sebebiyle düşman kesilir.”
bak. Eş-Şekave, 2054. Bölüm
14355. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sahibinin kendisi için
beğendiği ama Müslümanların geneli için beğenmediği
her işten sakın.”[107]
14356. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gizlice yapılıp da
açıklandığında utanılan her işten sakın.”[108]
14357. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sorulduğunda sahibinin inkar
edeceği veya özür dileyeceği işi yapmaktan sakın.”[109]
14358. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sahibine
hatırlatıldığı zaman çirkinliğini itiraf
ettiği her işten sakın.”[110]
14359. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hür insanı senden kaçıran,
değerini düşüren, sana bir kötülük getiren veya kıyamet günü
için kendisi için bir günah yükleneceğin her işten sakın”[111]
14360. Resulullah (s.a.a) İbn-i Mes’ud’a
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
İbn-i Mes’ud! Bir iş yaptığın zaman ilim ve akıl
üzere yap. Düşünce ve ilim üzere olmayan bir ameli yapmaktan sakın.
Zira azameti yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: “ipliğini
iyice eğirip katladıktan sonra bozan kadın gibi olmayın.”[112]
14361. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın iyi ve kötü işine
karşılık vereceğini bilen kimse gibi amel et. ”[113]
14362. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günah karşısında ceza
göreceğini ve iyilik karşısında da mükafat göreceğini
bilen kimse gibi amel et.”[114]
14363. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala Musa ile
yaptığı konuşmasında şöyle buyurmuştur:
“Ahirete daha fazla ilgi duyman için amelinin mükafatını gözlerinle
görüyormuşsun gibi amel et. Zira dünyadan geriye kalan, geçip giden
gibidir.”[115]
14364. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki rağbet halinde de,
korku halinde amel ettiğiniz gibi amel ediniz.”[116]
14365. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki sizden hiç biriniz kendi
amellerinizle kurtuluşa ermez ve Allah’ın rahmeti ve fazlı
halime şamil olmadığı taktirde ben de böyleyim.”[117]
14366. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: ... (müminlerden amel edenler) benim sevabımı elde
etmek için yaptıkları amellere güvenmesinler zira tüm ömürlerini bana
ibadetle geçirecek ve zahmete katlanacak olsalar yine de kusur içinde
kalır ve kendisi sebebiyle nezdimdeki kerameti ve cennetimdeki nimetleri
diledikleri ibadetimin künhüne (hakikatine) erişemezler. O halde sadece
benim rahmetime güvenmelidirler.”[118]
14367. İmam Ali (a.s) takva sahiplerinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Kendilerini
itham eder, amellerinden korkarlar.”[119]
bak. el-İbadet, 2502. Bölüm
14368. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer insan yetmiş peygamberin
ameline de sahip olsa o gün (Kıyamet günü) göreceği zorluk sebebiyle
yine de amellerini az görür.”[120]
14369. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer insan dünyaya geldiği
günden yaşlanıp öleceği güne kadar aziz ve celil olan Allah’a
itaat yönünde yerden sürüklenerek çekilecek olsa yine de kıyamet günü
bütün bu zorlukları küçük görür. Yeniden ecrini ve sevabını
artırmak için dünyaya geri dönmek ister.”[121]
bak. el-Ucb, 2521. Bölüm
Kur’an:
“Duvar
ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında
onların bir hazinesi vardı; babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin
onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden
bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi.” [122]
14370. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah mümin kulun salih
olması sebebiyle çocuğunu ve torununu da salih kılar. Onu kendi
odasında ve etrafındaki odalarda korur. Böylece onlar sürekli
Allah’ın sığınağında olurlar. Zira o mümin kimse
Allah nezdinde çok değerlidir (daha sonra imam o iki çocuğun
hikayesini naklederek şöyle buyurmuştur: ) “ikisinin babası
salih bir kimseydi. Allah’ın babaları temiz olduğu için o
iki kişiye nasıl mükafat verdiğini görmüyor musun?”[123]
bak. 2939. Bölüm; el-Bihar, 71/236, 68.
Bölüm
14371. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala sizden birinin bir
iş yaptığında onu sağlam yapmasını sever.”[124]
14372. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala birisi bir iş
yaptığında onu güzel yapmasını sever.”[125]
14373. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulünün (s. . a) çocuğu
İbrahim vefat edince Peygamber (s. a. a) onun mezarında bir
yarık gördü. Onu eliyle doldurup düzeltti ve daha sonra da şöyle
buyurdu: Sizden biri bir iş yapınca onu sağlam yapsın.”[126]
14374. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Sa’d bin
Muaz’ı mezara koymak, üzerini toprakla örtmek için mezara inince sürekli
olarak, “Taş ver, toprak ver” diye buyuruyordu.” Onlarla taşlar
arasındaki boşlukları dolduruyordu. İş bitince üzerine
toprak doldurup mezarını düzelttikten sonra Allah Resulü (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Ben bunun çok yakında çürüyeceğini ve
bozulacağını biliyorum ama Allah kulunun bir iş
yapınca onu sağlam yapmasını sever.”[127]
bak. el-İhsan, 869. Bölüm; el-Katl,
3277. Bölüm
14375. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki amel arasındaki fark ne
kadar da uzaktır (çoktur): Birinin tadı gider, kötü sonucu
kalır; diğerinin ise zahmeti geçer, ecri kalır.””[128]
14376. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Salih insanları, Allah’ın
kullarının diliyle söylettiği şeylerden anlamak mümkündür.
Öyleyse senin için kıymetli azık, salih amel olsun.”[129]
14377. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her yaptığı işten
razı olmazsa bu iş onu daha doğru bir işe doğru sevk
eder.”[130]
14378. Resulullah (s.a.a) veda haccında
şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah’a
yemin olsun ki sizleri cennete yakın kılan ve cehennem ateşinden
uzaklaştıran her şeyi size emrettim ve sizleri cehennem
ateşine yaklaştıran ve cennetten uzaklaştıran her
şeyden de sizleri sakındırdım.”[131]
14379. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her zaman için bir iş
vardır.”[132]
14380. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dini için
çalışırsa Allah dünya işi hususunda ona kifayet eder.”[133]
14381. İmam Cevad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerle Allah-u Teala’ya doğru
yönelmek, insanı amellerle organlarını yormaktan daha çabuk
maksadına ulaştırır.”[134]
14382. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim amelinde kusur ederse, hüzün ve
gama müptela olur.”[135]
370. Konu
el-Amel
Amel (2)
Amellerin Allah’a Sunulması
F
el-Bihar, 17/130, 7. bölüm; Arz’ul A’mal ala
Resulullah (s.a.a)
F
el-Bihar, 23/333, 20. bölüm, Arz’ul A’mal ala
Eimme
F
Vesail’uş-Şia, 11/386, 101. bölüm,
Vucub-u Hezer min Erz’il-Amel ala Allah ve Resulihi ve’l-Eimme
Kur’an:
“Allah da amellerinizi görmektedir.” [136]
14383. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her sabah bu ümmetin amelleri Allah-u
Teala’ya sunulur.”[137]
14384. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Pazartesi ve Perşembe günleri ameller
Allah’a sunulur. Mağfiret dileyen kimsenin günahları
bağışlanır. Tövbe eden kimsenin tövbesi kabul edilir ve kin
sahiplerinin kinleri tövbe edinceye kadar geri çevrilir.”[138]
14385. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şaban ayının
ortasındaki gece Allah bütün yaratıklarına bakar ve müşrik
veya kin sahibi kimse dışında tüm yaratıklarını
bağışlar.”[139]
Kur’an:
“Allah da, peygamberi de amellerinizi görmektedir. Sonunda, görülmeyeni ve görüneni bilen Allah'a geri çevrileceksiniz.” [140]
14386. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyi ve kötü ameller Allah Resulüne
gösterilir.”[141]
14387. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her sabah kulların iyi veya kötü
amelleri Allah Resulünün görüşüne sunulur. O halde dikkatli olun ve sizden
her biriniz amellerin peygambere (s.a.a) sunulmasından haya etmelidir.”[142]
14388. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her sabah kulların iyi ve kötü
amelleri Allah Resulüne (s.a.a) sunulur. O halde dikkatli olun. Allah-u
Teala’nın şu sözü de buna işaret etmektedir: “Amel ediniz,
zira Allah ve Resulü (s.a.a) yakında amelinizi görmektedir.”[143]
14389. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Amelleriniz her gün bana gösterilir
eğer iyi olursa Allah’tan amellerinizin artmasını dilerim.
Eğer çirkin olursa sizin için Allah’tan mağfiret dilerim.”[144]
bak. el-Bihar, 17/130, 7. Bölüm
Kur’an:
“De ki: “istediğinizi işleyin; Allah, peygamberi
ve müminler işlediklerinizi görmektedir. Hepiniz, görülmeyeni ve görüleni
bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size, işlediklerinizi bildirecektir.” [145]
“Her ümmete bir şahit getirdiğimiz ve seni de
bunlara şahit getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?”[146]
“Böylece sizin insanlara ve Resulün de size şahit
olması için sizi vasat/orta bir ümmet kıldık.” [147]
bak. Nahl Suresi, 84, 89. ayetler;
Kasas Suresi, 75. ayet
14390. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Her ümmetten bir şahit
getirdiğimizde durumları nasıl olacaktır?”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu
ayet Muhammed’in ümmetine has olarak nazil olmuştur. Bu ümmetin her
neslinde bizden bir imam, onlara tanıktır. Muhammed (s.a.a) de bizlere tanıktır.”[148]
14391. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Böylece sizleri orta ümmet
kıldık” ayeti hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Orta
ümmet biziz. Allah’ın yaratıkları üzerindeki şahitleri ve
yeryüzündeki hüccetleri de biziz.”[149]
14392. İmam Sadık (a.s) kendisine,
“amellerin peygambere sunulmasını soran Muhammed bin Müslim ve
Zürare’ye şöyle buyurmuştur: “Bunda
hiç şüphe yoktur. Daha sonra imam şu ayeti tilavet buyurdu: “Amel
edin, şüphesiz Allah ve Resulü amellerinizi görmektedir.” İmam
daha sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah’ın yeryüzünde
şahitleri vardır.”[150]
14393. İmam Sadık (a.s) Davud
Rakkiy’e kendiliğinden şöyle buyurmuştur: “Ey
Davud! Perşembe günü amelleriniz bana sunulur. Bana gösterilen amellerin
arasında falan amca oğluna yaptığın yardımı
gördüm ve ben bu işe çok sevindim. Şüphesiz senin bu akrabana
yardımının onun ömrünü yok etmeyi ve ecelini
kısaltmayı hızlandırdığını
anladım.”
Davud şöyle diyor: “Benim
Ehl-i Beyt’in düşmanı olan aşağılık bir kuzenim
vardı. Onun ve ailesinin maddi durumunun kötü olduğunu duydum. Bu
yüzden Mekke’ye gitmeden önce kendisi için bir miktar harçlık gönderdim.
Medine’ye gidince de Ebu Abdillah (a.s) beni bu işten haberdar
kıldı.”[151]
14394. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “ve de ki: “Amel edin! Allah
Resulü ve müminler amellerinizi görmektedir”
ayeti hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “(müminlerden)
maksat bizleriz.”[152]
14395. İmam Sadık (a.s) hakeza bu
ayet hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat
(Ehl-i Beyt’ten olan) imamlardır.”[153]
14396. İmam Rıza (a.s) kendisine,
“Dostlarınızdan bir grup benden sizden kendilerine dua etmenizi
istediler” diye arz eden Abdullah bin Eban’a şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki her gün onların amellerini Allah’a sunmaktayım.”[154]
bak. el-Bihar, 23/333, 20. Bölüm
371. Konu
el-Amel
Amel (3)
Amel Defteri
F
el-Bihar, 5/319, 17. bölüm; İnn’el-Melaike
Yektubune A’mal’ul İbad
bak.
F
111. konu, el-Hisab; 193. konu, el-Murakebe; 495.
konu, el-Melaike; el-Mead (3), 2990. bölüm
Kur’an:
“Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize
konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir
kaydediyorduk.” [155]
bak. En’am
Suresi, 61. ayet; Yunus Suresi, 21. ayet; Ra’d Suresi, 11. ayet; Enbiya Suresi,
21. ayet; Meryem Suresi, 79. ayet; Mu’minun Suresi, 62. ayet; Ya-Sin Suresi 12.
ayet; Kaf Suresi, 17 ve 18. ayetler; Kamer Suresi, 25, 53. ayetler;
İnfitar Suresi, 10-12. ayetler; Tarik Suresi 4. ayet
14397. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Asla kendisinden
gizlenemeyeceğiniz ve dizginleriniz ile tüm değişen
durumlarınızı elinde tutan Allah’tan sakının. Bir
şey gizleseniz bilir, açıklasanız yazar. Bunun için yüce
gözcüler görevlendirmiştir; hiç bir hakkı kaçırmazlar, hak
olmayan bir şeyi de kaydetmezler.”[156]
14398. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sağ eldeki melek iyi işleri
yazar. Sol eldeki melek ise günahları yazar. İki gündüz meleği
kulun gündüz amellerini yazar. İki gece meleği ise kulun gece
işlediği amelleri yazar.”[157]
bak. el-Miad (3), 2990. Bölüm;
el-Melaike, 3710. Bölüm
Kur’an:
“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim
de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” [158]
“Herkes yaptığı iyiliği o gün
hazır bulur ve yaptığı kötülükle kendi arasında uzun
bir mesafe olmasını diler. Allah sizi kendinden
sakındırır ve Allah kullarına karşı şefkatli
olandır.” [159]
14399. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulların dünyadaki amelleri,
kıyamette gözlerinin önüne dikilecektir.”[160]
14400. Resulullah (s.a.a) Kays bin Asim’e
verdiği öğüdünde şöyle buyurmuştur: “Ey
Kays! Senin diri olduğu halde onunla gömüldüğün ve sen ölü
olduğun halde seninle gömülen bir arkadaşın vardır.
Eğer kerim ve yüce olursa seni yüce kılar. Eğer aşağılık
olursa seni teslim eder. Sonra o arkadaşın sadece seninle haşr
olur ve sen de sadece onunla haşr olursun. Sadece ondan sorguya
çekilirsin, o halde onu salih kıl. Zira eğer iyi ve salih olursa
onunla ünsiyet edinirsin. Eğer kötü ve bozuk olursa ondan dehşete
kapılırsın. O arkadaşın senin amelindir.”[161]
14401. Cebrail (a.s) Peygambere (s.a.a)
öğüt vererek şöyle buyurmuştur: “Ey
Muhammed! İstediğin kimseyi sev ama bil ki bir gün senden
ayrılacaktır ve istediğin şeyi yap ama bil ki onunla
mutlaka bir gün görüşeceksin.”[162]
14402. Cebrail (a.s) Peygamber’e (s.a.a)
öğüt vererek şöyle buyurmuştur: “Ey
Muhammed! İstediğin kadar yaşa sonunda öleceksin, istediğin
kimseyi sev sonunda ondan ayrılacaksın ve istediğin şeyi
yap bil ki sonunda onunla mutlaka görüşeceksin.”[163]
14403. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin kabirnden dışarı
çıkınca ameli güzel bir şekilde karşısında
tecessüm eder. Mümin ona şöyle der: Sen kimsin? Allah’a yemin olsun ki
seni doğru bir şahıs
olarak görüyorum.” O şöyle der: “Ben senin amelinim.” Daha sonra onun için
bir nur ve cennete doğru kılavuz olur. Kafirler ise
mezarlarından dışarı çıkınca amelleri kötü bir
surette ve kötü bir müjde halinde tecessüm eder. O şöyle der: “Sen kimsin?
Allah’a yemin olsun ki seni kötü bir şahıs olarak görüyorum.” O
şöyle der: “Ben senin amelinim.” Sonra onu götürür ve ateşe atar. ”[164]
14404. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ölüyü mezara koyduklarında bir
şahıs karşısında tecessüm eder ve ona şöyle der:
“Ey sen! Biz üç kimseydik. Biri ecelinin gelmesiyle sona eren rızkın,
diğeri seni teşyi ettikten sonra senden ayrılıp giden ailen
ve senin amelin olan ben! Ben seninle kaldım. Bil ki ben senin nezdinde bu
üç şeyin en değersiziydim. ”[165]
14405. İmam Ali (a.s) ölüm anında
gafil avlananların sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Sonra onu toprağa verirler. Onu
orada yaptıkları ile baş başa bırakırlar”[166]
14406. Resulullah (s.a.a) Allah-
Teala’nın, “Sura üfürüldüğü gün gruplar
halinde gelirler.” Ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden on grup
dağınık olarak haşr olur... maymun şeklinde haşr
olanlar laf taşıyan kimselerdir. Domuz şeklinde haşr
olanlar haram yiyenlerdir. Ters yüz olarak haşr olanlar faiz yiyenlerdir.
Kör olarak haşr olanlar idarecilikte hakkı öldürenlerdir.
Sağır ve dilsiz olarak haşr olanlar amelleriyle gurura
kapılanlardır. Dillerini çiğneyenler, amelleri sözlerine
aykırı olan alimler ve hakimlerdir (kadılardır). Elleri ve
ayakları kesik olarak haşr olanlar komşularına eziyet
edenlerdir. Ateşten dallara asılanlar bir hükümdarın yanında
halkı gammazlayanlardır. Leşten daha kötü kokanlar, şehvetlerin
ve lezzetlerin peşisıra koşanlar ve mallarından
Allah’ın hakkını ödemeyenlerdir. Cübbe ile haşr olanlar ise
böbürlenenler ve kibirlenenlerdir.”[167]
bak. Es-Sıdk, 2219. Bölüm; el-Kibr,
3267. Bölüm; el-Amel (1), 2938. Bölüm; el-Miad (3), 2988, 2989. Bölümler
“el-Mizan tefsirinde Allah-u
Teala’nın , “Şüphesiz Allah
sivrisineği ve ondan ötesini bile misal olarak vermekten haya etmez”[168]
ayeti hakkında şöyle yer
almıştır: “Ayette geçen “beuze” kelimesi şu bilinen
sivrisinektir ve hissedilen en küçük varlıklardan biridir. Bu ve sonraki
ayet Ra’d suresindeki ayetin bir benzeridir ki şöyle buyurulmaktadır:
“Sana Rabbinden indirilenin gerçek
olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak akıl
sahipleri ibret alırlar. Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler,
anlaşmayı bozmazlar. Onlar, Allah’ın birleştirilmesini
emrettiği şeyi birleştirirler.”[169]
Velhasıl bu ayet insanın kötü
ve uygunsuz amelleri sebebiyle düçar olduğu sapıklık ve körlüğün,
bizzat kendisinden dolayı içinde varolan körlük ve sapıklıktan
farklı olduğunun şahididir. Zira Allah-u Teala şöyle
buyurmaktadır: “Onun vesilesiyle
sadece fasıkları saptırır.”[170]
Allah burada onu saptırmayı fısk
ve kötülüğünün ardından zikretmiştir, öncesinde değil! Bu
birinci konudur.
İkinci konu ise, şudur ki
hidayet ve saptırma Allah-u Teala tarafından mutlu ve mutsuz
kullarına erişen tüm yücelikleri ve aşağılanmayı
kapsayan iki kavramdır. Zira Allah-u Teala kendi sözlerinde mutlu
kullarının halini şöyle nitelendirmiştir: Allah onlara
tertemiz bir hayat bağışlar, onları iman nuruyla
güçlendirir. Onları karanlıklardan nura çıkarır.
Işığında kendi yollarını kat etmesi için
kendilerine bir nur taktir eder, Allah onların velisidir. Onlar korkmazlar
ve üzülmezler. Allah sürekli onlarladır. Onu
çağırdıklarında Allah kendilerine icabet eder. Allah’ı
andıkları taktirde Allah da kendilerini anar. Melekler müjde ve selam
ile kendilerine iner vb...
Mutlu kullarının halini
nitelendirirken de şöyle buyurmuştur: “Onları
saptırır, onları nurdan karanlıklara çeker, kalplerini
mühürler, kulaklarını ve gözlerini perdeler, yüzlerini ters çevirir,
boyunlarına çenelerine kadar halkalar vurur, öyle ki
başlarını yukarıya doğru tutar, önlerinden ve
arkalarından kendilerine bir set çeker, üzerlerine bir perde çeker, öyle
ki artık hiçbir şeyi göremezler, onlara kendilerini saptıran
şeytanları arkadaş kılar. Oysa doğru yolu kat
ettiklerini sanırlar. Bu şeytanlar onların amellerini gözlerine
güzel gösterirler. Allah yavaş yavaş anlamayacakları bir
şekilde onları alır, onlara mühlet verir, onlara düzen kurar ve
şaşkınlık içinde bocalasınlar diye onları isyan
ve tuğyanda bırakır...
Bunlar münezzeh olan Allah’ın bu
iki grup hakkında buyurmuş olduğu sözlerin özetidir. Ayetlerin zahirinden
de anlaşıldığı üzere insan bu dünyada sıradan bir
hayatın yanı sıra başka bir hayata da sahiptir. O hayat
saadet ve şekavetle (mutluluk ve mutsuzlukla) iç içedir ve hayatın
birtakım hayati unsurları ve kökleri vardır. Bunlar vesilesiyle
de bu ikinci hayatta yaşamakta ve öldükten ve perdeler yukarıya
çekildikten sonra da bundan haberdar olmaktadırlar. Allah-u Teala’nın
bu sözlerinden de anlaşıldığı üzere insan dünyevi
hayattan önce de başka bir hayata sahiptir. Bu dünyadan sonraki hayat
şuandaki hayata benzediği gibi o önceki hayatta, bu hayata
benzemektedir. Başka bir tabirle insan hem bu dünyadan önceki bir hayata
hem de sonraki bir hayata sahiptir. Üçüncü hayat, ikinci hayatın hükmüne
ve yaşam biçimine bağlıdır. İkinci hayatta birinci
hayatın hükmüne ve yaşam biçimine tabidir. O halde bu dünyada
yaşayan insan iki hayatın ortasında yer almıştır:
Dünya hayatından önceki hayat ve sonraki hayat! Bu; Kur’an’ın
zahirinin de ifade ettiği bir husustur.
Ama bir grup müfessirler birinci tür
hayata delalet eden ayetleri kabiliyetin gerektirdiği şey ve hal dili
olarak mana etmişlerdir. Üçüncü tür hayata delalet eden ayetleri de mecaz
ve istiare türünden bir şey olarak saymışladır. Oysa
ayetlerin bir çoğunun zahiri bu görüşü reddetmektedir. Birinci tür
hayata delalet eden ayetler kendi yerinde bahsedilmesi gereken, zer ve misak
(kalubela) alemidir. Üçüncü tür hayat hakkında ise bir çok ayetler
amellere karşılık verildiği gün insana verilen
karşılığı on insanın bizzat yapmış
olduğu ameller olduğuna delalet etmektedir. Örneğin bir ayette
şöyle buyurulmuştur: “Bugün özür
dilemeyin, sizin cezanız amelleriniz olacaktır.”[171]
Hakeza bir ayette de şöyle
buyurulmuştur: “Sonra herkese
kazandığı tam olarak verilir.”[172]
Hakeza başka bir ayette ise şöyle
buyurulmuştur: “Yakıtı insanlar
ve taşlar olan ateşten sakınınız.”[173]
Hakeza başka bir ayette de şöyle buyurulmuştur: “Ta ki
gurubunu çağırsın. Yakında cehennem bekçilerini
(zebanileri) çağırırız.”[174]
Hakeza başka bir ayete de şöyle buyurulmuştur: “O
gün ki herkes iyi ve kötü yaptığı her amelini hazır görür.”[175]
Hakeza başka bir ayette de şöyle buyurulmuştur: “Onlar
karınlarında sadece ateş yerler.”[176]
ve benzer bir çok ayetler...
Canıma andolsun ki eğer
Allah-u Teala’nın kitabında sadece,
“Şüphesiz sen bundan gaflette idin. Ama biz perdeni kaldırdık
ve bugün gözlerin keskin görmektedir”[177]
ayeti mevcut olsaydı söz konusu iddiamızı üçüncü tür
hayatı ispat için yeterliydi. Zira gaflet bir şeyin var ve hazır
olduğu ama kendisine teveccüh edilmediği hususlarda
kullanılmaktadır. Hakeza perdeyi kaldırma kavramı da örtülü
ve perdeler arasında kalan bir varlığın olduğu
hususlarda kullanılmaktadır. O halde eğer insanın
kıyamette müşahede edeceği şey önceden varolmasaydı,
“bu şeyler senden örtülüydü perdeler arkasındaydı. Senin gaflet
ettiğin şeyler bugün üzerlerindeki perde kaldırılacak ve
onlar hakkındaki gafletin ortadan kalkacaktır” denmesi doğru
olmazdı.
Canıma andolsun ki eğer kendi
vicdanından bu anlamı sana mecaz olarak değil hakiki olarak
söyleyecek bir açıklama isteyecek olursan Kur’an-ı Kerim’in
aktardığı bu beyanlar ve sıfatlar dışında
hiçbir şey sana bunu gösteremez.
Sözün kısası şu ki;
Kur’an ayetlerinde iki beyan göze çarpmaktadır:
Birincisi sevap ve cezanın sebebini
beyan etmektedir. Ayetlerin bir çoğu bu türden ayetlerdir ve de cennet,
cehennem gibi insana ileride çatacak olan iyi ve kötü şeylerin hakikatte
insanın dünyada yapmış olduğu amellerden olduğunu
ifade etmektedir.
İkinci tür ayetler ise amellerin
tecessüm ettiğini beyan etmektedir. Ayetlerden diğer bir bölümü de bu
konudadır ve insana şunu göstermektedir ki amellerin bizzat kendisi
veya gerekleri istenilen veya istenilmeyen iyi veya kötüyü insan için vücuda
getirmektedir ve kıyamete perdeler ortadan kenara çekilince insan onlardan
haberdar olacaktır. Sakın bu iki beyanın birbiriyle
çeliştiğini sanma, zira hakikatler Kur’an-ı Kerim’in de
buyurduğu gibi örnekler vesilesiyle anlayışlara daha da bir
yakınlaşmaktadır.”[178]
372. Konu
el-Muaneka
Boynuna Sarılmak
F
Vesail’uş-Şia, 8/563, 131. bölüm;
İstihbab’ul Muaneke
F
el-Bihar, 76/19, 100. bölüm; el-Musahafe
ve’l-Muaneke ve’t-Tekbil
bak.
F
295. konu, el-Musahefe; 429. konu, et-Tekbil
14407. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki mümin birbirinin boynuna
sarılınca (Allah’ın) rahmetine boğulurlar. Dünyevi hedefler
için değil de Allah için birbirlerini kucaklarlarsa onlara şöyle
denir: Sizler bağışlandınız, amel etmeye yeniden
başlayın. (yani geçmişe ait amel defterleriniz
temizlenmiştir. Amellerinize yeniden başlayın.)”[179]
14408. İmam Bakır (a.s) ve İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
mümin kardeşini ziyaret etmek için dışarı çıkar ve
hakkına aşina olursa Allah attığı her adım için
kendisine bir sevap yazar ve ondan bir günahı siler ve bir derece
makamı artar. Evin kapısını çalınca gök
kapıları kendisine açılır, birbirleriyle
karşılaşınca, tokalaşınca ve birbirini
kucaklayınca da Allah onlara yönelir.”[180]
14409. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mukim (Bir seferden henüz
dönmemiş) kimseye kamil bir şekilde selam vermek
tokalaşmakladır. Seferden dönen kimseye kamil bir şekilde selam
vermek ise boynuna sarılmakladır. ”[181]
273. Konu
el-Ahd
Ahid-Söz
F
el-Bihar, 75/91, 47. bölüm, Luzum’ul Vefa
bi’l-Va’d ve’l-Ahd
F
el-Bihar, 100/43, 5. bölüm; el-Ahd ve’l-Eman ve
Şibhihi
F
Kenz’ul Ummal, 4/362, fi Eman ve’l-Muahede
F
Vesail’uş-Şia, 16/182; Kitab’un-Nezr
ve’l-Ahd
bak.
F
25. konu, el-Eman; 511. bölüm, en-Nezr; 550.
konu, el-Va’d; 553. konu, el-Vefa
Kur’an:
“Ahitleştiklerinde ahitlerine vefa
gösterenler, ”[182]
“Ey iman edenler! Akitlere vefa
gösterin. İhramda iken avlanmayı helal görmeksizin, size bildirilecek
olanlar dışında, hayvanlar helal kılındı; Allah
dilediği hükmü verir.”[183]
“Fakat din uğrunda yardım isterlerse,
aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına
karşı onlara yardım etmeniz gerekir.”[184]
bak. Mu’minun Suresi, 8. ayet; Meryem
Suresi, 54. ayet; Saf Suresi, 2 ila 3. ayetler; Mearic Suresi, 32. a yet; Nahl
Suresi, 91. ayet
14410. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Ey İman edenler!
Sözleşmelerinize vefa gösterin” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat
ahitlerdir.”[185]
14411. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar kendi şartlarına
bağlıdırlar.”[186]
14412. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar kendi şartlarına
vefalıdırlar.”[187]
14413. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar hak ve uyumlu olmak
şartıyla toplumu bozmak istemezler.”[188]
14414. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar helal olan
şartlarına bağlıdırlar.”[189]
14415. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar helali haram veya
haramı helal kılan şartlar dışında tüm
şartlarına vefalıdırlar.”[190]
14416. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminler şartlarına vefa
gösterirler.”[191]
14417. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ahitler kıyamet
gününe kadar boyunlara asılan gerdanlıklardır. Her kim onlara
riayet ederse Allah da onu gözetir. Her kim ahitleri bozarsa Allah da onu hor
kılar. Her kim ahitleri hafife alırsa, ahitler onu, kendilerini
sağlam kılan ve kullarından onları koruyacaklarına
dair söz aldığı Allah’a şikayette bulunurlar.”[192]
14418. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şey hakkında aziz
ve celil olan Allah hiç kimseye muhalefet hakkı vermemiştir: ...
İyi ve kötü, herkese verdiği ahdine vefa göstermek.”[193]
14419. İmam Ali (a.s) Mısır’a
tayin ettiği kendi valisi Malik bin Eşter’e yazdığı
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Düşmanınla
bir anlaşma yaptığın veya onu zimmetin altına
aldığın zaman ahdine vefalı ol; eminliğinle
verdiğin zimmete riayet et. Verdiğin sözlere, haklara kendini kalkan
yap. Çünkü arzularının farklılığına,
görüşlerinin kopukluğuna, bölük pörçük oluşuna rağmen
insanların, Allah’ın farz kıldığı şeylerden
ahitlere vefalı olmak gibi saygı gösterdikleri, üzerinde
şiddetle birleştikleri başka bir şey yoktur. Müşrikler
de müslümanlardan önce ahde vefa göstermeyi kendi aralarında gerekli
görüyorlardı. Zira onlar ahde vefasızlığın
sonuçlarını kötü ve çirkin görüyorlardı. O halde zimmetine
ihanet içine girme, sözünde durmazlık etme ve düşmanını
aldatma.”[194]
14420. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ahdi bozuklarında Allah onlara
düşmanlarını hakim kılar.”[195]
14421. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eman ve güven ayaklar altına
alınınca müşrikler Müslümanların aleyhine yardım
görürler.”[196]
14422. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki her kim bir zimmet ehline
zulmederse veya hakkını azaltırsa veya ona gücünden
fazlasını yüklerse ve onu mükellef kılarsa veya rızayetini
almadan ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun için hüccet
(aleyhine delil) getiriciyim.”[197]
14423. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “İpliğini iyice eğirip
katladıktan sonra bozan kadın gibi olmayın”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “O
kadın ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra bozuyordu. Bu
kadın Rabıta (Reyta) binti Ka’b b. Sa’d b. Teym b. Ka’b b. Luey b.
Galib idi. O ipliğini iyice eğirip katlayan ve sonra da o
ipliğini bozan ve yeniden eğirip katlayan ahmak bir
kadındı. Dolayısıyla Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “İpliğini iyice eğirip katladıktan
sonra bozan kadın gibi olmayın.” Allah Tebarek ve Teala
vefalı olmayı emretmiş, ahdini bozmaktan
sakındırmış ve bu örneği onlar için vermiştir.”[198]
14424. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ahdi olmayan kimsenin dini de yoktur.”[199]
14425. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sözünde güzel durmak, imandandır.”[200]
14426. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözünde güzel durmak imandandır.”[201]
14427. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dini olmayan kimsenin ahdine
güvenmeyin.”[202]
14428. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahdine ve zimmetine
aldığı şeye riayet etmeyen kimsenin Allah’a yakini yoktur.”[203]
bak. el-Emanet, 302. Bölüm
Kur’an:
“Ey ademoğulları! Ben size, şeytana
tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk
edin, bu doğru yoldur, diye ahid almadım mı?” [204]
“And olsun ki daha önce Adem'e ahd vermiştik, fakat
unuttu; onu azimli bulmadık.” [205]
14429. İmam Ali (a.s), Peygamber’in
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Senin
vahyini anladı, ahdini korudu, emrini uygulama yolunda hareket etti.”[206]
14430. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonra münezzeh olan Allah Adem’in
çocuklarından nebiler seçti. Onlardan vahiy üzerine söz ve risaletini
tebliğ üzerine emanetlerini (emanete riayet edeceklerine dair söz)
aldı. İnsanların çoğu Allah’ın kendilerine şart
koştuğu sözünü değiştirince, hakkını inkar
edince, Allah’a eşler ko-şunca, şeytanlar onları
Allah’ı tanımaktan alıkoyunca ve Allah’a ibadetten
ayırınca Allah da onlara elçiler gönderdi ve insanlardan fıtri
sözlerini tutmalarını istemek için kesintisiz nebiler gönderdi.”[207]
14431. İmam Ali (a.s) ashabını
kınayarak şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
ahitlerinin çiğnendiğini gördüğünüz halde kızmıyor,
babalarınızın sözlerinin bozulmasına ise öfkeleniyorsunuz.”[208]
374. Konu
el-Mead
Ahiret
F
el-Bihar, 6/295, Ebvab’ul Mead
F
el-Bihar, 7/1, 3. bölüm; İsbt’ul Haşr
ve Keyfiyyetihi
F
el-Bihar, 7/54, 4. bölüm; Esma’ul Kıyamet
F
Kenz’ul Ummal, 14/190-676, Kitab’ul Kıyamet
bak.
F
5. konu, el-Ahiret; 77. konu, el-Cennet; 84.
konu, el-Cehennem; 111. konu, el-Hisab; 271. konu, eş-Şefaat (2);
293. konu, es-Sırat; 371. konu, el-Amel (2); 499. konu, el-Mevt; 542.
konu, el-Mizan
F
el-İmamet (1); 142. bölüm; el-Muhabbet (4),
682. bölüm; el-Haram, 805. bölüm; el-Hasret, 857. bölüm; ez-Zulüm, 2459. bölüm
Kur’an:
“Oysa onu mütecaviz günahkardan başka kimse
yalanlamaz.” [209]
“Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır.
Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa
sürükler” derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece böyle
sanırlar.”[210]
“Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek
değiliz” dediler. Onları, Rablerinin huzuruna
çıkarıldıkları zaman bir görsen! Allah: “Bu gerçek
değil mi?” der; onlar, “Evet, Rabbimiz hakkı için gerçektir” derler.
Allah da “Öyleyse küfretmenizden ötürü azabı tadın” der.”[211]
14432. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ahiret amel (hesabının
görüldüğü) meydandır. Her kim (dünyada) amel etmişse (ahirette)
hali güzel olacak ve nasiplenecektir ve kaybettiği şeyler için
üzülecek ve pişman olacaktır.”[212]
14433. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonunda işler biter, zaman
tükenir, dirilme zamanı yaklaşır. İnsanları
kabirlerinden, kuşları yuvalarından, canavarları inlerinden
ve ölüm yerlerinden çıkarır. Herkes, O’nun emrine uyup koşuşarak
mahşer yerine yönelir.”[213]
14434. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yazgı süresini, emir vadesini
doldurunca, yaratılmışların ilki sonuncusuna eklenip de
yaratılmışları yenileme isteği gelince Allah,
gökyüzünü harekete geçirir, yeryüzünü yarıp titretir, dağları
yerinden eder, korkunç ve karşı durulmaz gücüyle onları
birbirine çarparak unufak hale getirir, içindekileri çıkarır,
onları eskidikten sonra yeniler, ayrıldıktan sonra
birleştirir. Daha sonra onları gizli kalmış işlerinden
ve örtülü amellerinden sorguya çekmek için iki bölüme ayırır: Bir grubuna
nimet verir, diğerinden intikam alır.”[214]
14435. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sanki sizi develerini süren kimse gibi
sürüp kıyamete götürmektedir… Sanki sur nefhası size geldi. Sanki
kıyamet üzerinizi bürüdü ve siz hükmün gerçekleşmesi için meydana
çıktınız. Batıllar sizden uzaklaştı, bahaneler
yok oldu”[215]
14436. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz işin sonu
(kıyamet) önünüzdedir. Sizi sevk eden ölüm de ardınızdadır
(sizden önce gidenlere erişin). Çünkü ilk gideniniz son gelecek
kişiyi beklemektedir.”[216]
14437. Lokman (a.s) oğluna öğüt
vererek şöyle buyurmuştur: “Eğer
ölüm hakkında şek ediyorsan, kendinden uykuyu kaldır. Ama bil ki
bunu asla yapamazsın. Eğer dirilme hususunda şüphen varsa,
kendinden uyanmayı uzaklaştır. Ama bil ki buna da gücün yetmez.”[217]
14438. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Abdulmuttalip oğulları!
Kılavuz insan kendi ehline yalan söylemez. Beni hak üzere gönderene yemin
olsun ki uyuduğunuz gibi ölecek ve uyandığınız gibi
dirileceksiniz. Ölümden sonra da cennet veya cehennem dışında
bir yurt yoktur. Bütün yaratıkları yaratmak ve diriltmek aziz ve
celil olan Allah için bir tek kişiyi yaratmak gibidir. Nitekim Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “Yaratılışınız
ve diriltişiniz, sadece bir tek nefis (nefsin
yaratılışı ve dirilişi) gibidir.”[218]
14439. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Eyvahlar olsun bize,
kim bizi mezarlarımızdan diriltti?”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
mezarlarındadırlar. Dirildiklerinde de uykuda olduklarını
sanırlar ve bu yüzden de şöyle derler: “Eyvahlar olsun bize, kim
bizi mezarlarımızdan diriltti?” Melekler ise ona şöyle
derler: “Bu rahman olan Allah’ın vaadidir ve Peygamberler doğru
söylediler.”[219]
Kur’an:
“Kıyamet gününe yemin ederim.”[220]
“Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında
bulunanları gereğince yarattık. Kıyamet günü şüphesiz
gelecektir. O halde yumuşak ve iyi davran.”[221]
“Ahiretin azabından korkanlara, bunda, hiç
şüphesiz ibret vardır. Bu, insanların toplanacağı
gündür; bu, görülecek bir gündür.” [222]
“Toplanma günü için, sizi bir araya getirdiği zaman,
işte o, kimin aldandığının ortaya
çıkacağı gündür; Allah'a kim iman etmiş ve salih amel
işlemişse, Allah onun kötülüklerini örter, onun içinde temelli ve
sonsuz kalacağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar;
büyük kurtuluş işte budur.” [223]
“Söz verilen kıyamet gününe and olsun; Şahitlik
edene ve edilene and olsun…”[224]
Dereceleri yükselten, Arş’ın sahibi Allah,
kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine iradesiyle
ilgili vahyi indirir.”[225]
Ey kavmim! Ahu figan gününden sizin hesabınıza
korkuyorum.”[226]
“Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran
kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma
yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu,
Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına
karşılık çetin azâb vardır. [227]
14440. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“kıyametin (ayağa kalkış) olarak
adlandırılış sebebi” sorulunca şöyle buyurmuştur:
“Zira o gün insanlar hesap vermek için
ayağa kalkarlar.”[228]
14441. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s),
yaptığı öğütlerinin birinde şöyle buyurmuştur: “Ey
ademoğlu! Bil ki bu günün ardından daha büyük, daha korkunç ve
kalpler için daha acı bir gün vardır. O da kıyamet günüdür. O
gün insanlar bir araya toplanır, o gün herkes orada hazır bulunur. O
günde Allah ilk ve son yaratıklarının tümünü bir araya toplar.”[229]
bak. el-Bihar, 7/54, 4. Bölüm;
el-Meheccet’ul Beyza, 8/329
Kur’an:
“Sizi boşuna yarattığımızı ve
bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” der.” [230]
“Göğü, yeri ve ikisinin arasında bulunanları
boşuna yaratmadık. Bunun boşuna olduğu, küfredenlerin
sanısıdır. Vay ateşe uğrayacak küfredenlerin haline!
Yoksa, iman edip salih amel işleyenleri, yeryüzünde, bozguncular gibi mi
tutarız? Yoksa, Allah'a karşı gelmekten sakınanları
yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?” [231]
“Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve
diriliklerinde kendilerini, iman edip salih amelde bulunan kimseler ile bir mi
tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah
gökleri ve yeri gerçekle yaratmıştır; her cana,
kazandığının karşılığı verilir,
onlara zulmedilmez.” [232]
Tefsir:
Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Sizleri
boşuna yarattığımızı mı sanıyorsunuz?” ayetinden (“Yüce
arşın Rabbi” kafirlerin ölümlerinin hallerini, sonra
berzahta bekletilişlerini, daha sonra ceza ve hesap için dirilişlerini
beyan etmekte ve onları dirilmeyeceklerini sanmaları sebebiyle
kınamaktadır. Zira Allah’a boşuna bir işi
yaptığını isnat etmek bizzat O’na karşı
küstahlık etmektir. Bu kınamadan sonra, dirilişin deliline
işaret etmektedir. “Sanıyorsunuz” ayeti de şu anlamdadır:
“Sizleri ölümü müşahede etme esnasında, hasret duymaktan, sonra
mezarlarda bekletilmekten ve ardından hesap ve ceza için dirilişten
haberdar kıldığımız halde yine de sizleri boşuna
yarattığını mı sanıyorsunuz?
Yaratılışınızda hiçbir ebedi hedef olmadan
yaşadığınızı, öldüğünüzü, böylece her
şeyin bittiğini ve bize geri dönmeyeceğinizi mi
sanıyorsunuz?
“Hak ve melik olan Allah yücedir, ondan başka ilah
yoktur. O yüce Arş’ın Rabbidir” ayeti de (Allah’ı
her türlü ayıplardan) tenzih yoluyla kıyameti ispat eden ve
onların bahsi inkar inançlarını reddeden bürhan ve delile
işarettir.
Zira Allah-u Teala kendini tenzih eden cümlede kendisini
dört sıfatla nitelendirmiştir.
Allah meliktir, haktır, O’ndan başka ilah yoktur
ve yüce arşın rabbidir. O halde hakiki hükümdar olduğu için
herhangi bir şey hakkında hüküm verince, ister icad etme olsun, ister
geri döndürme, ister ölüm olsun, ister hayat ve rızık, hükmü etkili,
emri caridir. Dolayısıyla verdiği her hüküm de haktan başka
bir şey değildir. Zira o haktır ve haktan hak olduğu
sebebiyle de haktan başka bir şey ortaya çıkmaz. Hak olan Allah
batıl ve boş şeylerden münezzehtir.
Burada Allah’ın yanı sıra hükmün kaynağı olabilecek başka bir şeyin varlığı ve hüküm vermekle Allah’ın hükmünü batıl kılabilecek bir şeyin olması da düşünülebileceğinden Allah hemen ardından kendisini bir olduğu sıfatıyla nitelendirmiştir ve Allah’tan başka bir mabudun olmadığı beyan edilmiştir. Zira ilah rububiyete sahip olduğu hasebiyle mabuddur. O halde ondan başka mabud yoktur ve Allah yüce arşın (alemlerin arşının) sahibidir. İşlerin dizginleri onun elindedir. Alemdeki hükümler ve içinde cari olan emirler ondan kaynaklanmaktadır. Özetle söyleyecek olursak her hükmün kendisinden kaynaklandığı ve her hükmün kendisi vesilesiyle vücuda geldiği ve sadece hak üzere hükmeden, haktan başka bir şey yapmayan ilah sadece O’dur. O halde varlıklar, tümüyle O’na dönmekte, O’nun vücuduyla baki kalmaktadır. Aksi taktirde boş ve batıl olurlardı. Oysa yaratılışta ve Allah’ın var edişinde hiçbir batıl ve boş iş yoktur. Allah’ın bu dört sıfatla nitelendirilmesinin delili ise şudur: Allah-u Teala kendi zatı için vardır ve başkasını yaratandır. [233]
Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Biz gökleri, yeri ve arasındaki şeyleri boş yere yaratmadık.” Söz hesap gününe gelince, onu açıklamaya koyulmuş ve onu ispat etmek için de iki delil ikame etmiştir. Bu iki delilden biri “biz göğü” ayetinde söz konusu edilmiştir ve varlıkların bir hedefinin bulunması delil olarak ortaya konulmuştur. Zira eğer göklerin, yerin ve ikisinin arasında olan şeylerin yaratılışı, belli bir süre için olsaydı ve ardından yok olmuş olsalardı, sabit, kalıcı ve ebedi bir hedefe sahip olmamaları gerekirdi. Yani batıl olmaları icab ederdi ve batıl da bir gayeti ve sonu olmaması anlamında, alemin varlıklarında tahakkuk etmemektedir. Böyle bir iş hikmet sahibi bir kimseden ortaya çıkmaz ve Allah-u Teala’nın hikmet sahibi olduğu hususunda da hiçbir şek ve şüphe yoktur. Bazen de batıl kavramından oyun ve oyalanma anlamı kastedilmektedir. Eğer bu ayette de batıldan maksat bu anlam olursa, bu taktirde de söz konusu ayet bu ayetin anlamını ifade etmektedir: “Ve biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri oyun olsun diye yaratmadık. Biz o ikisini sadece hak üzere yarattık.” Bir görüşe göre bu ayet mana açısından kendinden önceki ayete atfedilmiştir. Bu yüzden adeta şöyle denmiştir: “Nefsani isteklere uyma. Zira bu senin sapmana neden olur.” Allah-u Teala alemi de batıl ve yanlış bir şey olan nefsani isteklere uymak için yaratmamıştır. Aksine tevhit ve şeriata tabi olmak için yaratmıştır.
Ama bu söz pek de sağlam bir söz değildir. Zira sonraki ayet, yani “Acaba iman edip salih amel işleyenleri de yer yüzünde fesat çıkaranlar gibi mi kılacağız?” ayetiyle uyum içinde değildir.
Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Bu kafir olanların zannıdır ve ateşten dolayı kafirlere eyvahlar olsun” Yani kafirlere göre bu dünya batıl olarak yaratılmış, hiçbir hedefi yoktur ve amellerin hesabının neticesinin aşikar olduğu hesap günü diye bir şey yoktur. Bu ahiret gününe inanmayan kimselerin zannıdır. Böyle kimselere cehennem azabından dolayı eyvahlar olsun.
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “İman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi karar kılacağız, yoksa takva sahiplerini kötüler gibi mı kılacağız?” Bu ayet de ahireti ispat eden ikinci delildir. Şöyle ki insan da diğer varlık türleri gibi kemale ulaşabilir ve insanın kemali de ilim ve amelde kuvveden fiile ulaşmasıdır. Yani hak inançlara inanması ve salih amellerde bulunmasıdır. Bunlar insanın sahih fıtratının kendisine kılavuzluk ettiği iki unsurdur. Bunlar da hakka iman ve salih ameldir. Yeryüzündeki insanlık toplumu da sadece bu ikisiyle düzelir.
O halde iman edip salih amel yapanlar “yani takva sahipleri” kamil insanlardır. Yeryüzünde fesat çıkaranlar ise inanç ve amel noktasında bozuk olduklarından insanlık açısından gerçekten de noksanlık ve hüsran içindedirler. Bu kemal ve noksanlığın gereği de kemalin karşısında saadet dolu bir hayat ve güzel bir yaşamın olması noksanlık ve mahrumiyetin karşısında da tam tersi bir hayatın olmasıdır.
Şüphesiz bu iki grubun “yani kamil insanların ve nakıs insanların ortak olduğu bu dünya hayatı, maddi sebeplerin etkisi altındadır. Bu açıdan kamil ve noksan, mümin veya kafir için eşit konumdadır. Bu yüzden salih amel işleyenler ve maddi sebeplerle uyum içinde olanlar, mutluluk ve güzellik dolu bir hayatı elde ederler. Bunun tersi konumunda olanlar ise, mutsuz, zor ve tatsız bir hayata düçar olurlar.
Eğer hayat her iki grup için de eşit olan dünyevi hayatla sınırlı olsaydı ve her birinin haliyle uyumlu başka bir hayat var olmasaydı, bu taktirde bu iş her hak sahibini hakka ulaştırma ve insanlara amellerinin karşılığını verme noktasındaki ilahi inayete aykırı olurdu.
Başka bir tabirle her iki gruba da aynı şekilde davranmak[234] ve onun temizliğinin ve bunun kirliliğinin gerektirdiği şeyleri görmezlikten gelmek, Allah-u Teala’nın adaletine aykırıdır.
Ama görüldüğü gibi bu ayet, kafirin ve müminin halinin eşit olduğunu reddetmeye koyulmamaktadır. Aksine, iman edip salih amel işleyenler ile, ister mümin olmasın, ister salih mümin olsun, böyle olmayan kimseleri mukabele ve mukayese etmeye koyulmaktadır. İşte bu yüzden arkasından ikinci defa takva sahiplerini kötü kimselerle de karşı karşıya getirmektedir. [235]
Kur’an:
“Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten
şüphede iseniz bilin ki, biz sizi topraktan sonra nutfeden
yarattık... Bunlar, yalnız Allah'ın hak olduğunu, ölüleri
dirilttiğini, gücünün her şeye yettiğini, şüphe götürmeyen
kıyamet saatinin geleceğini, gösterir.”[236]
“İnsan kendi yaratılışını
unutur da: “Çürümüş kemikleri kim yaratacak” diyerek, bize misal vermeye
kalkar? De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü
yaratmayı bilendir.” [237]
“İnsanoğlu kendisinin başıboş
bırakılacağını mı sanır? O,
akıtılan bir meni damlası değil miydi? Sonra kan
pıhtısı olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil
vermişti. Ondan, erkek, dişi iki cins yaratmıştı.
Bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeğe gücü yetmez mi?
(Elbette yeter . ) [238]
“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir
baksın. O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri
arasından atıla gelen bir sudan yaratılmıştır.
Şüphesiz Allah, insanı tekrar yaratmaya kadirdir.”[239]
“De ki: “Rabbim adaleti emretti ; her secde yerinde yüzünüzü
O’na doğrultun; dinde samimi olarak O’na yalvarın. Sizi
yarattığı gibi yine O’na döneceksiniz.” [240]
“İnsan: “Ben öldüğümde mi diriltileceğim?”
der. Bir insan kendisi önceden bir şey değilken onu
yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mı?”[241]
14442. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ubeyd b. Halef geldi. Bir bahçeden
çürümüş kemikleri aldı, eliyle ufalttı, yumuşattı ve
şöyle dedi: “Ey Muhammed! Biz çürümüş kemikler olunca mı
dirileceğiz?” Bunun üzerine Allah şu ayeti nazil buyurdu: “Kim
çürümüş kemikleri diriltecek? De ki: Şüphesiz onları ilk defa
yaratan kimse diriltecektir ve o her yaratışı bilendir.”[242]
Tefsir:
Allah-u Teala’nın “O
şüphesiz Allah’ın hak olduğundandır ve o ölüleri diriltir
ve o her şeye gücü yetendir” ayetindeki
“zalike” (o) kelimesi önceki ayette zikredilen konuya işaret etmektedir.
Yani insanın yaratılışına, bitkilerin
yaratılışına ve onların vücuda geliş,
hayatını sürdürme, yaratılış açısından işlerin
tedbirine ve hakkında şüphe olmayan iki gerçek olarak idare
edilişine işarettir.
Ayetin akışından
anlaşıldığı üzere haktan maksat, hakkın bizzat
kendisidir. Başka bir tabirle hak kelimesi burada “inne”
edatının haberi sayılan ve silinmiş olan mevsufun yerine
geçen bir sıfat değildir. Aksine Allah-u Teala’nın kendisi
haktır, her türlü hak varlığı vücuda getirmektedir,
eşyada hak düzenini cari kılmaktadır. O halde Allah-u
Teala’nın hak olduğu, her türlü hak varlığın onun
vasıtasıyla tahakkuk ettiği gerçeği, bu hakiki
varlıkların ve haklarında cari olan hakiki sistemlerin vücuda
gelmesine sebep olmuştur ve bunların tümü de Allah-u Teala’nın
hak olduğunu ortaya koymaktadır.
“Ve o ölüleri diriltir”
cümlesi de kendisinden önceki cümleye matuftur. Yani önceden zikredilen konuya
atfedilmiştir ve o da ölü toprağının birkaç aşamadan
sonra insana dönüşmesi, ölü toprağın yağmur indirmek
yoluyla canlı bitkilere dönüşmesi sebep olmasıdır. Bu
gelişimin devamı da Allah’ın ölüleri diriltmesine sebep
olmuştur ve bu Allah’ın sürekli yaptığı bir
iştir.
“Ve o her şeye kadirdir”
cümlesi de önceki cümleler gibi daha önceki cümlelere matuftur ve maksat
dediğimiz her şeyin Allah’ın her şeye kadir olduğu
sebebiyle oluşmaktadır. Çünkü insan ve bitkinin
yaratılışı, vücuda geliş ve hayatını
sürdürme noktasındaki idaresinin varlık veya varlıkta cari olan
düzenle yakın bir ilişkisi vardır. İnsan ve bitkinin
yaratılışı ve işlerinin tedbir edilmesi, kudret
olmaksızın mümkün olmadığı gibi bu işler
hakkında kudret sahibi olmak da tüm eşya üzerinde kudret sahibi
olmaksızın mümkün değildir. O halde insan ve bitkinin
yaratılışı ve işlerinin idare edilmesi Allah-u
Teala’nın kudretinin genelliği sebebiyledir. Başka bir tabirle
insan ve bitkinin yaratılışı ve işlerinin idare
edilişi, kudretin genelliğini beyan etmektedir.
“Şüphesiz kıyamet gelecektir.
Onda hiçbir şüphe yoktur. Allah mezarda olan kimseleri diriltecektir”
cümlesi de “zalike bi ennallah” cümlesindeki “enne” edatına
atfedilmiştir.
İnsan ve bitkinin
yaratılışı hususunda Allah-u Teala’nın rububiyeti,
ibadette ortağının reddedilmesi, Allah’ın bilen, ihsanda
bulunan ve bağışlayan olması ve benzeri bir çok sonuçlar
dan elde edilmekle birlikte bütün bu sonuçlar arasından sadece iki ayette
zikredilmiş olan bu beş sonuç zikredilmiştir. Kıyameti
ispat makamında olan bu ayetin akışından ve bu ayetlerin
dirilişi ispat eden diğer ayetlerle değerlendirilişinden
istifade edildiği üzere söz konusu ayetin maksadı, ölülerin
Allah’ın mutlak hakkaniyetini ispat yoluyla bi’set ve dirilişi ispat
etmektir. Çünkü salt haktan hak fiilden başkası sudur etmez. Eğer
insanın mutlu veya mutlu olacağı başka bir alem olmaz ve
varlık alemi sadece şu tekrar edilen vücuda gelme ve yok olmayla
sınırlı olsaydı batıl ve boş bir amel olurdu. O
halde Allah-u Teala’nın hak oluşu, haktan başka bir şey
yapmaması da ölülerin diriliş aleminin de var olmasını
gerektirmektedir. Zira bu dünyevi hayat ölümle sona ermektedir.
Dolayısıyla baki ve kalıcı olan başka bir alemin de
var olması gerekir. Dolayısıyla “Biz
sizleri topraktan yarattık” ayeti
“O Allah’ın hak olduğu sebebiyledir” ayetine kadar, “biz
yeri göğü ve ikisinin arasındaki her şeyi oyuncak olsun diye
yaratmadık.” Onları sadece hak üzere yarattık”[243]
ayeti ve, “Biz yeri göğü ve ikisinin arasındakileri
batıl olarak yaratmadık. Bu kafir olanların zannıdır”[244]
ayeti de ahireti ispat eden diğer ayetler mecrasındadır.
Şu farkla ki mezkur ayetler ahireti Allah-u Teala’nın fiilinin hak
oluşu yoluyla ispat etmektedir. Ama söz konusu ayet ise Allah’ın
fiilinin de hak olmasını gerektiren Allah’ın hak oluşu
yoluyla ispat etmektedir.
Burada şöyle bir vehme
kapılmak mümkündür: “Ölüleri diriltmek imkansız ve olmayacak bir
iştir ve bu durumda da söz konusu delil geçerli değildir.
İşte bu vehmi ortadan kaldırmak için şöyle
buyurmuştur. “O ölüleri diriltir.” Zira ölü toprağı
canlı insan şekline dönüştürerek ve cansız
toprağı canlı bitkiler haline getirerek ölüleri diriltmek
sürekli tekrarlanan ve görülen bir gerçektir. O halde ölülerin diriltilmesinin
imkanı hususunda hiçbir şüphe ortada kalmamaktadır. Bu ayette
“Dedi ki: Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” De ki: onları ilk
defa yaratan diriltecektir”[245]
ve diğer ayetler gibi yeniden dirilişi varlıkların
ilk defa yaratılışı yoluyla ispat etmektedir.
Hakeza burada da şu vehme
kapılanlar olabilir: “İkinci defa diriltmek O’nun vuku
bulmasını gerektirmez. Allah’ın kudretinin öyle bir şeye
taalluk etmesi uzak bir ihtimaldir.” Bu vehmi de reddetmek için şöyle
buyurmuştur: “O her şeye
kadirdir” zira kudret sonsuz olduğu için ilk
defa veya ikinci defa yaratmak veya işin kolay veya zor oluşu
hususunda eşittir. Onda zayıflık, gevşeklik ve yorgunluk
söz konusu değildir.
Bu cümle “İlk
yaratıştan aciz mi kaldık?” [246]
ve
“O’nu yaratan kimse ölüleri de diriltir. Onu dirilten kimse ölüleri de
diriltir. Ve o her şeye kadirdir” [247]
ayeti de Allah-u Teala’nın kudretinin sonsuzluğunu ve
genelliğini delil gösterme yoluyla kıyameti ve ölülerin yeniden
dirilişini ispat eden ayetler mecrasındadır.
O halde, “O Allah’ın hak oluşu sebebiyledir” ayetinde yer alan gerçekler önceki ayetlerden istifade edilen üç sonuçtur. Hepsi de bir tek hedefi takip etmektedir ve o da son ayette yani, “şüphesiz kıyamet gelecektir ve onda hiçbir şüphe yoktur ve Allah kabirlerde olanları diriltecektir” yer alan dirilişi ispattır.”[248]
Kur’an:
“De ki: “Yeryüzünde dolaşın; Allah'ın
yaratmaya nasıl başladığını bir görün.
İşte Allah aynı şekilde ahiret yaratmasını da
yapacaktır. Doğrusu Allah her şeye Kadir'dir.”[249]
“Biz ilk yaratışta yorulduk mu? Hayır; onlar
yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler.” [250]
“Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O’dur. Bu,
O’nun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar
O’nundur. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.”[251]
14443. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İlk yaratılışı
gördüğü halde diğer yaratılışı inkar eden kimse
ne kadar ilginçtir! Ne kadar ilginçtir!”[252]
14444. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Şunu
bil ki ölümün sahibi, hayatın da sahibidir. O şüphesiz yaratanın
ve öldürenin ta kendisidir ve şüphesiz o yok eden ve tekrar döndürendir.”[253]
“Allame Tabatabai Mizan Tefsirinde “O’na
daha kolaydır” ayeti hakkında
şöyle yazmaktadır: Şunu söylemek gerekir ki “Ve
bu, O’na daha kolaydır” cümlesi sonraki
şu ayetle delillendirilmiştir: “Göklerde
ve yerde yüce sıfatlar onundur. O, azizdir ve hikmet sahibidir.” Bu
cümle, “Ve bu O’na daha kolaydır” cümlesini
ispat eden bir delildir.
“En yüce sıfatlar onundur…” cümlesinde
de istifade edildiği üzere yer ve göklerdeki sınırlı
varlıklarda tecelli eden hayat, ilim, hikmet, mülk, cömertlik, kerem,
azamet, kibriya ve benzeri kemal sıfatlar Allah da daha üstün bir
şekilde mevcuttur. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Güzel
isimler Allah’ındır.”[254]
Zira yer ve göklerdeki varlıklar
kemal sıfatlarından herhangi bir sıfatla nitelendirilince kendi
zatında varolan onun muhalifi bir sıfatla nitelendirilmektedir. Zira
bu varlıklar zati gereği bu sıfatlardan mahrum idiler. Allah
onlara bu sıfatları bağışta bulunmuştur.
Örneğin canlı varlıklar haddi zatında cansızdırlar.
Kudret sahibi varlıklar da kendi zatında zayıf ve kudretten mahrumdurlar.
Bu yüzden bu sıfatlar onlarda sınırlı ve
kayıtlıdır... örneğin ilim sıfatı mutlak ve
sınırsız değildir. Aksine cehalet ve kendisi
dışındakiler hakkında bilgisizlikle iç içedir. Hayat,
kudret, malik olmak, azamet ve diğer sıfatlar da aynı şekildedir.
Münezzeh olan Allah kendi fazlından dolayı bu sıfatları
varlıklara bağışta bulunmaktadır. Bu sıfatlar
kendisinde mutlak, sınırsız, halis ve zıtlarıyla
karışmaksızın mevcuttur. İlmi ile birlikte cehalet
yoktur ve hayatı ile birlikte bir ölüm söz konusu değildir o halde
yer ve göklerdeki varlıklarda var olan her sıfat yaratılarda
mutlak ve salt sıfatlar değildir. Ama Allah’da en üstün şekilde
yani mutlak ve salt bir şekilde mevcuttur. Netice olarak: Allah ve yaratıklarında
olan her sıfat Allah’da en üstün ve yüce şekilde mevcuttur. O’ndan
başkasında olan her sıfat ise en aşağı bir
derecede ve halis olmayan bir şeklide mevcuttur.
Yaratıklar nezdinde yeniden
yaratmak ilk defa yaratmaya oranla kolaydır. Ama Allah nezdinde daha kolaydır. (zira
yaratıkta varolan sıfat yaratıcıda daha üstün ve kamil bir
şeklide mevcuttur.) Başka bir tabirle salt ve halis bir şeklide
kolaydır. Yani zorlukla iç içe değildir. Ama yaratıklar nezdinde
kolay, kolay olmakla beraber zorluktan uzak değildir. Bu açıdan yaratmak ve var etmenin Allah
için zor olması gerekmemektedir. Zira işlerde zorluk failin
kudretiyle ters bir orantıya sahiptir. Yani kudret azaldıkça
işlerdeki zorluk ve meşakkat da artmaktadır. Kudret
çoğaldıkça da zorluk ve meşakkati azalmaktadır. Ta ki
kudret sonsuz olursa işleri yapma meşakkati ve zorluğu tümüyle
ortadan kalkar ve Allah-u Teala’nın kudreti sonsuzdur. O halde hiçbir
iş onun için zor ve meşakkatli değildir. Dolayısıyla, “Şüphesiz
Allah her şeye kadirdir” ayetinden de
bu gerçek istifade edilmektedir. Zira kudret her şeye taalluk edince o
kudret sonsuz olacaktır. Bunu dikkatlice düşün! ”[255]
Kur’an:
“Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak, yeryüzünü
ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz ölüleri O diriltir. O her
şeye kadirdir.” [256]
“Rüzgarları gönderip de bulutları yürüten
Allah'tır. Biz bulutları ölü bir yere sürüp, onunla toprağı
ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir.” [257]
“Su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; ölüleri
de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret
alırsınız.” [258]
Tefsir:
Allame Tabatabai ilk ayetin tefsirinde şöyle
buyurmaktadır: “Şüphesiz
ölüleri O diriltir” ayetinden maksat cansız yeryüzünü
diriltmenin ölüleri diriltmekle aynı olduğunu anlatmaktır. Zira
onlardan her birinde hem ölüm vardır ve bu bir şeyden hayatın
nişanelerinin ortadan kalkması anlamındadır. Ve hem de
hayat vardır ki o da bir şeyde hayatın belirtileri ortadan kalktıktan
sonra yeniden ortaya çıkmaya başlamasıdır. Bu ihya ve
yeniden hayat bulma olayı yeryüzünde ve bitkilerde ortaya
çıkmaktadır. İnsanın ve diğer varlıkların
hayatı da cansız olan yeryüzünün hayatı gibidir. Birbirine
benzeyen şeylerin de mümkün olan ve mümkün olmayan şeylerde bir tek
hükmü vardır. Diriltme ve yeniden hayat verme, birbirine benzeyen (yeryüzü
ve bitkiler gibi) şeylerde gerçekleştiği taktirde benzer
hususlarda da gerçekleşebileceğini ifade etmektedir.[259]
“ve O’nun vesilesiyle cansız yeryüzünü diriltiriz.” Ayetinde
şöyle buyurulmaktadır: Bitkisiz yeryüzünde bitki yeşertiriz.
Burada yeryüzünü diriltmek her ne kadar mecaz da olsa bitkinin
yaratılması gerçek bir nispettir. Bitkinin beslenme, gelişme,
üreme ve benzeri faaliyetleri de hayat köklerinden kaynaklanan hayat ile ilgili
faaliyetlerdir.
Bu sebeple diriliş ve ölülerin yeniden
ihyasını yeryüzünün ihyasına yani kış mevsiminde
faaliyetten düştükten sonra yeniden bitkileri yeşertmeye teşbih
etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Diriliş de
işte böyledir.” “Nuşur” kelimesi de ölüleri diriltmek
onları mezarından çıkardıktan sonra kıyamet gününde
onları dağıtmak anlamındadır.”[260]
Kur’an:
“Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan
yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler
mi? Evet; O her şeye Kadirdir.” [261]
“Gökleri ve yeri
yaratan Allah'ın, onların benzerlerini de tekrar yaratmaya kadir
olduğunu görmezler mi?” Onlar için şüphe götürmeyen bir süre tayin
etmiştir. Öyleyken, zalimler, kafirlikte hâlâ direnirler.” [262]
bak. Yasin Suresi, 81. ayet
“Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın
onların benzerini de yaratmaya kadir olduğunu bilmiyorlar mı?”
Allah’u Teala bu ayetle ölümden sonraki
dirilişi ispat etmektedir. Zira kafirler şöyle diyorlardı: “Çürümüş
kemiklere döndüğümüz zaman, yeni bir yaratılışla mı
diriltileceğiz?” Bu kafirlerin,
dirilişi uzak ve imkansız sayışları dağılan
ve çürümüş kemiklere dönüşen bu dünyevi bedenin yeni bir hayata
dönüşünün imkansız olduğu düşüncesine dayalıydı.
Allah-u Teala da onlara şöyle cevap vermiştir: “Bedenin yoktan var
edilişi, Allah’ın bu bedeni ve benzerini yeniden yaratmaya kadir
olduğunu ispat etmektedir. Zira
benzer olan varlıklar eşit hükümlere sahiptir.
Bu benzerlik yeni bedenin ilk bedenle
mukayesesi açısındandır ve insanın vahdetini ve
şahsiyetini koruyan her iki bedende de olan nefis açısından
değil. Bunun da uhrevi insanın dünyevi insanla benzer değil de
aynı olduğuyla bir aykırılığı yoktur. Çünkü
vahdet ve şahsiyetin ölçüsü insanın nefsidir ve bu nefis de münezzeh
olan Allah nezdinde korunmaktadır. Dolayısıyla da asla yok
olmamaktadır. Bu nefis yeniden yaratılan bedene taalluk
ettiğinde de o beden bu dünyada var olan insanın aynısı
olmaktadır. Nitekim bu dünyada da insan bedeninin parçaları tümüyle
sürekli değiştiği halde önceden var olan şahsiyet vahdeti
baki ve yerinde kalan o şahsın aynısıdır.
İnsanın hakikatini teşkil
eden nefsin, bedenin parçalarının ortadan kalkması ve
dağılmasıyla da Allah nezdinde korunduğunun delili ise
şu ayet-i şerifedir: “Puta tapanlar:
“Toprağa karışıp yok olduktan sonra yeniden mi
yaratılacağız?” derler. Evet; onlar, Rab’lerine
kavuşmayı küfredenlerdir. De ki: “Size vekil kılınan ölüm
meleği canınızı alacak.”[263]
Kafirlerin ahiret hakkındaki şüpheleri, bedenin parçaları
dağıldığında ortadan yok olan insanın yeniden
dirilişi hakkındadır. Allah-u Teala da onlara cevap olarak
şöyle buyurmuştur: “Ölüm meleği
onların canını tümüyle alır.” O halde onlardan hiçbir
şey yok olmaz ve kaybolmaz. Aksine kaybolan ve ortadan yok olan şey
insanın bedenidir ve bu da önemli bir şey değildir. Zira Allah
onu yeniden yaratacaktır.
Kıyamette dirilen insanın,
dünyadaki insanın benzeri değil de aynısı olduğunun
delili ise insanın Allah’a döneceğini, diriltileceğini, sorguya
ve hesaba çekileceğini ve amelleri karşısında ceza
göreceğini bildiren kıyamet ile ilgili ayetlerdir.
Bütün bunlar da benzerlikten
maksadın bu dediğimiz şey olduğunun apaçık
tanığıdır. Beden meselesini ele almak ve benzerlikten söz
etmek de sadece kafirlerin söz konusu ettiği problem sebebiyledir. Zira onlar
şöyle diyorlardı: “Çürümüş
kemiklere dönüştüğümüzde yeni bir yaratılışla mı
yaratılacağız.” Kafirlerin bu
sözü, sadece beden ve beden ile ilgili konuları içermekteydi, insandan
alınan can ve nefis ile ilgili değil. Eğer nefis bir kenara
bırakılacak olursa, o taktirde uhrevi beden dünyevi bedenin benzeri
olacaktır. Ama nefsin
varlığı sebebiyle de onun aynısı olacaktır.
Bazıları şöyle
demişlerdir: “Onlar gibi” kelimesinden maksat onların kendisidir ve
bu cümle, “senin gibisi bu işi yapmaz” denilen ifadenin bir benzeridir. Yani
“Sen bu işi yapmazsın” demektir. Ama bu söz problemsiz bir söz
değildir. Açıkça bilindiği gibi bu tabir ve terkipten maksat,
“sen olduğun için –zira senin gibiler falan hususiyetlere sahiptir- bu
işleri yapmaz demektir. O halde sen de bu sıfatlara sahip
olduğun için bu işi yapma.” Bu cümlede kinaye yoluyla fiilin sebebi
reddedilerek fiil de reddedilmektedir ve bu da, “sen bu işi
yapmazsın” cümlesinden daha çok tekitle vurgulanmış bir
cümledir.[264]
“Gökleri ve yeri yaratan Allah
onların benzerini yaratamaz mı? Evet o bilen
yaratıcıdır” ayetindeki istifham
(soru), inkara dayalı bir istifhamdır. (Yani: Tabi ki yaratır)
Önceki ayette yani, “De ki: Onları
ilk defa yaratan kimse yeniden yaratacaktır”
ayetindeki delil zihne daha yakın bir beyanla açıklanmaktadır.
Zira o ayette insanın ilk defa yaratılışı
Allah’ın onları yeniden yaratmaya kadir olduğunun delili
gösterilmişti. Ama bu ayette insanın
yaratılışından daha büyük olan ve kendisinin de başka
bir yerde, “Şüphesiz göklerin ve yerin
yaratılışı insanın yaratılışından
daha büyüktür”[265]
buyurduğu gibi yerin ve göklerin yaratılışı
Allah’ın insanı yeniden yaratabileceğinin delili olarak
gösterilmiştir.
O halde söz konusu ayet bizim şöyle
dememiz anlamındadır: “Nasıl şöyle denebilir: “Bütün
genişliğiyle, güzel yaratılışıyla, içinde
bulundukları ilginç düzeniyle, akılları
şaşkınlığa düşüren
şaşırtıcı ince düzeniyle ve insanlık aleminin
sadece küçük bir parçası sayıldığı yer ve gök
alemlerini yaratan Allah bu insanları yeniden yaratmaya kadir değil
midir? Evet o bunları yeniden yaratmaya kadirdir. Çünkü Allah çok
yaratıcı ve çok bilendir.”
Bazıları şöyle
demişlerdir: “Benzerleri” ifadesinden maksat, kafirlerin benzerleridir.
Ama bu anlam doğru değildir. Zira “benzer” kelimesinin lugavi ve örfi
anlamıyla aykırılık içindedir.
Bazıları da şöyle
demişlerdir: “Benzerleri” kelimesinden maksat, kinaye yoluyla
kendileridir. Tıpkı bizim şöyle dememize benzemektedir: “Senin
gibi birisinin bu işe ihtiyacı yoktur.” Yani senin bu işe ihtiyacın
yoktur. Bu anlam da doğru değildir. Zira kinayeli bir tabir
olsaydı, onu açıkça söylemek de mümkün olurdu. Ama burada şöyle
diyemeyiz: “Gökleri ve yeri yaratan Allah onları yaratamaz mı?” Zira
burada söz konusu olan diriliş ve onların kıyamette yeniden yaratılışıdır,
onların yaratılışı değil. Çünkü müşrikler de
yaratıcıların münezzeh olan Allah olduğunu itiraf
ediyorlardı.
Bazıları da şöyle
demişlerdir: “Benzerlerini” ifadesindeki zamir göklere ve yere aittir. Bu
zamirin akıl ve şuur sahibi varlıklar hakkında
kullanılması ise bu alemdeki şuur sahibi varlıklar
sebebiyledir. (Mislehum kelimesindeki hum zamiri insan gibi akıl ve
şuur sahibi varlıklar hakkında kullanılmaktadır. ) Bu
yüzden tağlib (genelleme) babından şuur sahibi varlıklara
sahip olan zamir, göklere ve yere atfedilmiştir. O halde, ayetten maksat
şudur: Alemleri yaratan Allah onların benzerini de yaratabilir. Bu
sözün problemi de şudur: “Burada söz konusu olan insanın
kıyamette yaratılışını ispat etmektir, yerin ve
göklerin yeniden yaratılışı ve dirilişi değil.
Yani söz konusu olan varlıkların benzerlerinin
yaratılışı ve iadesidir, onların
aynısının iadesi değil.
O halde hak olan şöyle
denilmesidir: Benzerlerinin yaratılmasından maksat, ölümden sonra
amellerinin karşılığını görmesi için yeniden
yaratılışlarını görmesidir. Allah rahmet etsin,
Tebersi’nin Mecme’ul Beyan’daki bu sözü de bu anlamı ifade etmektedir.
Bunun açıklaması da şudur: İnsan nefis ve bedenin
birleşmesinden oluşan bir varlıktır. Bu dünyada beden
sürekli bir değişikliğe maruzdur. Zira bedenin parçaları
sürekli olarak değişmektedir. Bileşik olan her varlık ise
kendisini teşkil eden parçalardan biri ortadan kalkınca o da ortadan
kalkmaktadır. O halde her an ve lahzadaki insan, önceki an ve lahzadaki
insandan farklıdır. Ama insanın şahsiyeti soyut bir
varlık olan maddeden ve maddi değişikliklerden uzak bulunan,
ölüm ve yokluğa bulaşmayan insanın nefsi ve ruhu ise mahfuzdur.
Allah-u Teala’nın sözünün özeti
şudur: Bedenin ölmesiyle nefis ölmemektedir. Aksine nefis, Allah’a
doğru dönünceye kadar mahfuz ve diridir. Bu anlam, daha önce de
söylediğimiz ayetten de anlaşılmaktadır. Yani şu
ayetten: “Puta tapanlar: “Toprağa
karışıp yok olduktan sonra yeniden mi
yaratılacağız?” derler. Evet; onlar, Rab’lerine
kavuşmayı küfredenleredir. De ki: “Size vekil kılınan ölüm
meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”[266]
O halde kıyamette insanın
kalıbı olacak olan beden, önceden var olan bedenle mukayese
edildiğinde onun bir benzeri olacaktır, onun aynısı
değil. Ama sonraki bir bedene sahip olan insan, önceki bedene sahip olan insanla
mukayese edilince onun aynısıdır, benzeri değil. Zira
insanın şahsiyeti nefsi ve ruhuyladır ve o her iki alemde
birdir.
Müşriklerin insanın yeniden
yaratılışını imkansız sayışları
ve, “Bu çürümüş kemikleri kim
diriltecek” sözünü izhar etmeleri, bedenin yeniden
yaratılışıyla ilgili olduğundan (ruh ve nefsin yeniden
yaratılışıyla ilgili değil) Münezzeh olan Allah da
onlara cevap olarak, onların benzerinin yaratılışının
mümkün olduğunu ispat etmeye koyulmuştur. Ama ölümden sonra
onların aynısının iade edilişi Allah nezdinde mahfuz
olan ruh ve bedenlerin yeniden yaratılan bedenlere taalluk ettiği
zaman gerçekleşecektir. O taktirde de ahirette dünyada olan aynı
şahıslar olacaklardır. Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Gökleri ve yeri
yaratan ve onları yaratmakta aciz kalmayan Allah’ın ölüleri yeniden
yaratmaya kadir olduğunu görmüyorlar mı?”[267]
Bu ayette de yaratmak ölülere isnat edilmiş ve şöyle
buyurulmuştur: “Ölüyü yaratmaya”
Görüldüğü gibi, “Ölülerin benzerlerini yaratmaya” buyurulmamıştır.
[268]
Kur’an:
“Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya
uğrayan kimseyi görmedin mi? “Allah burayı ölümünden sonra acaba
nasıl diriltecek?” Dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü
bıraktı, sonra diriltti, “Ne kadar kaldın?” Dedi, “Bir gün veya
bir günden az kaldım” dedi, “Hayır yüz yıl kaldın,
yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine
bak. Seni insanlar için bir ibret kılacağız. Kemiklerine bak,
onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz” dedi; bu
ona apaçık belli olunca, “Artık Allah'ın her şeye kadir
olduğunu biliyorum” dedi.”[269]
İbrahim: “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini
bana göster” dediğinde, “inanmıyor musun?” deyince de, “Hayır
öyle değil, fakat kalbim iyice kansın” demişti.” Öyleyse dört
çeşit kuş al, onları kendine alıştır, sonra
onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy, sonra
onları çağır; koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın
güçlü ve hikmet sahibi olduğunu bil” demişti.”[270]
“Kendi yaratılışını unutur da:
“Çürümüş kemikleri kim yaratacak” diyerek, bize misal vermeye kalkar? De
ki: “Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı
bilendir.” [271]
“İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız
mı sanıyor? Evet, Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar
bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kadiriz.” [272]
“Sonunda oraya varınca, kulakları, gözleri ve
derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhinde
şahitlik ederler. Derilerine: “Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?”
derler.” Onlar da: “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu.
Sizi önce yaratan O’dur ve O’na döndürülüyorsunuz” cevabını
verirler.” [273]
“Şüphe götürmeyen kıyamet saatinin
geleceğini, Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğini
gösterir.”[274]
14445. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Beden çürüdüğü, organlar dağıldığı, bir organ
bir şehirde yırtıcı hayvanlara yem olduğu, bir organ
başka bir şehirde haşereler ve sürüngenler tarafından parça
parça edildiği, diğer bir organ toprak olduğu ve çamurundan bir
duvar yapıldığı halde ruh nerede dirilecek?” diyen
zındık birisine şöyle buyurmuştur: “Onu
yoktan var eden hiçbir örneği olmaksızın ona şekil ve suret
veren Allah onu başta yarattığı gibi onu yeniden döndürmeye
ve yaratmaya kadirdir.”[275]
14446. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Hani İbrahim şöyle
demişti: Ey Rabbim! Bana ölüyü nasıl dirilttiğini göster”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İbrahim
(a.s), denizin sahilinde yarısı suda diğer yarısı ise
karada olan bir leş gördü. Deniz hayvanları geliyor ve suda olan
bölümünden yiyor, gidiyor ardından birbirlerinin canına düşüyor,
birbirlerini yiyorlardı. Kara hayvanları da geliyor, o leşin bir
bölümünden yiyor, sonra birbirinin canına düşüyor ve birbirlerini
yiyorlardı. İbrahim bu şaşırtıcı sahneyi
görünce şöyle dedi: “Ey Rabbim! Bana ölüyü nasıl dirilttiğini
göster!” Ve İbrahim şöyle buyurdu: “Bu hayvanlara yem olan birisini
onlar da birbirlerini yedikleri halde nasıl diriltebilirsin?” (Felsefede
tartışılan akil ve me’kul konusu) Allah şöyle buyurdu: “Sen
iman etmedin mi?” İbrahim şöyle dedi: “Elbette iman ettim. Ama kalbim
itminana ersin istiyorum.” Yani diğer şeyleri gördüğüm gibi
bu konuyu da (ölülerin dirilişini de) görmek istiyorum. Allah şöyle
buyurdu: “Dört kuş tut.”[276]
14447. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cebrail, Allah Resulü’nün (s.a.a)
yanına gelerek onun elinden tuttu ve onu Baki mezarlığında
bir mezarın başına götürdü. Mezarın sahibine seslenerek
şöyle dedi: “Allah’ın izniyle kalk” Sonra saçı sakalı
bembeyaz bir adam mezardan çıktı. Üstünden başından
toprakları silkelediği bir halde şöyle diyordu: “Allah’a
hamdolsun. Allah en büyüktür.” Cebrail ona şöyle dedi: “Allah’ın
izniyle yeniden öl.” Sonra Cebrail Allah Resulünü başka bir mezarın
başına götürdü ve şöyle dedi: “Allah’ın izniyle kalk!”
Bunun üzerine siyah yüzlü birisi mezardan çıktı ve o şöyle diyordu:
“Eyvahlar olsun! Helak oldum” Cebrail ona şöyle buyurdu: “Allah’ın
izniyle öl!” Ardından şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Kıyamet günü
de işte böyle haşr olurlar. Müminler o sözü söyler ve bunlar da
duyduğun şeyi söylerler.”[277]
Meclisi’nin (Allah-u Teala ondan
razı olsun), “Cismani diriliş inancı tüm din mensuplarının
görüş birliği içinde olduğu ve dinin zaruriyatından
sayılan bir inançtır” başlığı altında beyan
ettiği sözüne müracaat ediniz. [278]
Bak. 14433, 14434. hadisler
Kur’an:
“Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı.”[279]
“Gerçek vaad yaklaştığında,
küfredenlerin gözleri beliriverir: “Vah bize! Bundan önce gaflet içindeydik,
hem de zalimdik” derler.” [280]
“İnsanların hesap görme zamanı
yaklaştı, fakat onlar hâlâ habersiz, haktan yüz çeviriyorlar.”[281]
14448. Resulullah (s.a.a), orta ve işaret
parmağını göstererek şöyle buyurmuştur: “Benim
dirilişim ile kıyamet (arasındaki zaman fasılası) bu
iki parmak gibidir.”[282]
14449. Resulullah (s.a.a), orta ve işaert
parmağını göstererek şöyle buyurmuştur: “Benim
dirilişim ve kıyamet arasındaki zaman fasılası bu
ikisi gibidir.” Ardından şöyle buyurdu: “Canım elinde olan
Allah’a andolsun ki ben kıyameti iki omuzumun arasında buluyorum.”[283]
14450. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benim dirilişim ve kıyamet
(arasındaki zaman fasılası) bu ikisi gibidir ve adeta neredeyse
benden öne geçecekti.”[284]
14451. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benim dirilişim ve kıyamet
tıpkı birinin diğerinden sadece kulağı önde olan iki
yarış atı gibidir. Neredeyse kıyamet benden öne geçecekti.”[285]
14452. Cabir şöyle demiştir: “Allah
Resulü (s.a.a) hutbe okuduğunda hutbesinde sürekli olarak, “ama daha
sonra” buyuruyordu. Kıyamet gününden bahsedince sesi yükseliyor ve
yanakları kızarıyordu ve daha sonra şöyle buyuruyordu:
“Kıyamet sabah veya akşam size gelip çatacaktır.” Ardından
iki parmağını gösteriyor ve şöyle buyuruyordu: “Benim
dirilişim ve kıyamet (arasındaki zaman fasılası) bu
iki parmak mesafesi kadardır.”[286]
14453. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Muhammed’i kıyametin
yaklaştığına bir nişane; cenneti müjdeleyen, azapla
korkutan bir kimse olarak gönderdi.”[287]
14454. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Siz ve kıyamet bir ipe
bağlanmışsınız.”[288]
14455. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyametin örtüsü
açılmış, geliş alametleri akıllılar için
aşikar olmuştur.”[289]
Kur’an:
“İnsanlar senden kıyametin zamanını
soruyorlar; de ki: “Onun bilgisi ancak Allah katındadır; ne bilirsin,
belki de zamanı yakındır.”[290]
Bak. Araf, 178, Lokman, 34, Zuhruf, 85, Mülk, 25, 26, Cin,
25, Naziat,42-46
14456. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İsa b. Meryem (a.s) Cebrail’e
(a.s) şöyle sordu: “Kıyamet ne zaman kopacaktır?” Cebrail büyük
bir ıstırap ve tedirginlik içinde düştü ve bayıldı.
Bir müddet sonra ayılınca şöyle buyurdu: “Ey Ruhullah! Ben bu
konuda senden daha çok bilici değilim. Göklerde ve yerde olan her şey
Allah’ındır. Kıyamet sizlere aniden gelip çatacaktır.”[291]
14457. “Kureyş üç kişiyi –Neze b. Haris b.
Kelde, Ukbe b. Ebu Muid ve Amir b. Vasile’yi-Medine ve Necran’a gönderdi.
Onlardan bu iki şehirdeki Hıristiyan ve Yahudilerden bir takım
konular öğrenmelerini ve onları Allah Resulü’ne (s.a.a) sormayı
istemişlerdi. Yahudi ve Hıristiyan alimleri o üç kişiye
şöyle dediler: “Ona birkaç soru sorun. Eğer cevap verirse o
şüphesiz Tevrat’ta zuhur edileceği haber verilen ve beklenilen
Peygamber’in ta kendisidir. Sonra ona başka bir konuyu sorunuz, eğer
onu bildiğini iddia ederse yalancıdır ve Peygamber onu bilemez.
Zira Allah’tan başkası ondan haberdar değildir. Bu mesele de;
“Kıyametin ne zaman kopacağı meselesidir.” O üç kişi
sorularıyla Allah Resulü’nün yanına geldiler... Cebrail Peygamber’e
onların üç sorusuna cevap verecek mahiyette olan Kehf suresini indirdi.
Son soruları hakkında da şu ayet nazil oldu: “Sana
kıyamet hakkında ne zaman kopacağını soruyorlar... Ama
insanların çoğu bilmezler.”[292]
375. Konu
el-Mead
Ahiret (2)
Kıyametin Kopmasının
Nişaneleri
F
el-Bihar, 6/295, 1. bölüm;
İşrat’us-Saet
F
Kenz’ul Ummal, 14/202-259; fi
İşrat’is-Saet’ul Kubra
Kur’an:
“Onlar kıyamet gününün kendilerine ansızın
gelmesini mi bekliyorlar. Şüphesiz onun alametleri belirmiştir.
Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” [293]
“Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek
bir duman çıkaracağı günü bekle; bu, can yakan bir
azaptır.”[294]
“Kendilerine söylenmiş olan başlarına
geldiği zaman, yerden bir çeşit canlı çıkarırız
ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak
inanmadıklarını söyler.” [295]
“Yecuc ve Mecuc'un seddi yıkıldığı
zaman her dere ve tepeden boşanırlar.”
Ve gerçek vaad yaklaşınca birden inkar edenlerin
gözleri donakalır. Yazıklar olsun bize gerçekten biz bu durumdan
habersiz mişiz; hatta biz zalim kimselermişiz.” [296]
bak. En’am Suresi, 158. ayet; Kehf Suresi, 99. ayet; Zuhruf Suresi 42. ayet
14458. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları!
Allah’ı düşünün, Allah’ı! Dünya, sizleri sünnetleri üzerinde
götürmektedir. Siz ve kıyamet birbirinize yakınsınız.
Kıyametin sanki alametleri görüldü, belirtileri yaklaştı.”[297]
14459. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“Kıyamet ne zaman kopacaktır?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Bu konuda ben senden daha çok biliyor
değilim. Ama sana kıyametin nişanelerini söyleyeyim: ...
Yalın ayaklılar insanların başına geçince bu
kıyametin kopma nişanelerindendir. Hayvan otlatan kimseler
(hayvancılık yapanlar) binalar hususunda birbiriyle rekabet edince,
bu da kıyametin kopma nişanelerindendir. Beş şey
gaiptendir. Allah’tan başka hiç kimse onlardan haberdar değildir: “Kıyametin
kopma zamanının ilmi Allah nezdindedir.”[298]
14460. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah üç şeyi az bulunur
kılmadıkça kıyamet kopmaz: Helal bir dirhem, faydalı bir
ilim ve aziz ve celil olan Allah yolunda (edinilen) bir kardeş.”[299]
14461. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“Kıyametin kopacağının ilk nişanesi nedir?” diye
sorulunca şöyle buyurmuştur: “İnsanları
batıdan doğuya çepeçevre kuşatacak bir ateş.”[300]
14462. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Felç hastalıklarının ve
ani ölümlerin yaygınlığı da kıyametin
nişanelerindendir.”[301]
14463. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bina sahiplerinin, bina yapma hususunda
birbirine karşı övündüğü, aç ve fakir yalınayaklı
kimselerin insanların başına geçtiğini görürsen bu da
kıyametin kopma nişanelerindendir.”[302]
14464. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın para
torbasını alıp döndürdüğü halde onu kabul edecek birini
bulamadığı bir zaman gelmedikçe kıyamet kopmaz. Böylece o
şahıs para torbasını yere vurur ve şöyle der: “Keşke
olmasaydın, keşke toprak olsaydın.”[303]
14465. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet zamanı
yaklaşınca ölüm, sizin güzel hurmaları tepsiden alıp
seçtiğiniz gibi ümmetimin iyilerini seçer.”[304]
14466. Tebersi (r. a), Allah-u Teala’nın, “O
halde göğün aşikar bir duman getirdiği günü bekle”
ayeti hakkında şöyle yazmaktadır: “Bu
duman hakkında görüş farklılığı vardır. Bir
görüşe göre kıyamet kopmadan önce gökten gelen ve kafirlerin
kulağına giren dumandır. Öyle ki kafirlerin başı
pişmiş ve soyulmuş kelle haline gelir. Mümin ise ondan bir nezle
ölçüsünce zarar görür. Yeryüzü
baştan başa alevler halinde yanan bir ev haline gelir. Onda hiçbir
delik ve yarık bulunmaz. Bu durum kırk gün sürer. Bu görüş,
Ali’den (a.s), İbn-i Abbas’tan ve Hasan’dan rivayet edilmiştir.”[305]
14467. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Güneş batıdan
doğmadıkça kıyamet kopmaz.”[306]
14468. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyametin kopma
nişanelerinden biri de Kur’an okuyanların çokluğu, Kur’an-ı
bilenlerin ise az oluşudur. Yöneticiler çoktur, emin ve emanete riayet
eden kimseler ise azdır. Yağmur çok yağar, ama bitkiler az
biter.”[307]
14469. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Şüphesiz
kıyametten önce zor ve korkunç işler, büyük korkular ve zor anlar
yaşanır. O zaman zalimler yönetici olur, kötü kimseler başa
geçerler. İyi işlere davet edenler zulme maruz kalır,
kötülüklerden sakındıranlar, baskı altına alınır.
O halde o gün için iman hazırlayın. O gün için çok sabırlı
olun. Salih amele sığının, canları (ona iman etmeye)
zorlayın ki ebedi nimete erişesiniz.”[308]
14470. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet sadece
yaratıkların kötülerinin üzerine kopar.”[309]
14471. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet sadece insanların
kötülerinin üzerine kopar.”[310]
14472. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötüsü
hayatları zamanında kıyameti derk edenlerdir.”[311]
Ben şöyle diyorum: “Kıyametin
zamanı, kıyametin kopacağının nişaneleri
babında bizim de bir kısmını burada naklettiğimiz
hadisler vahit olan rivayetlerdir. Çoğu cidden zayıftır, onlara
itimat etmek mümkün değildir. Sadece Peygamber’in (s.a.a) ve
İmamların (a.s) söylediğini teyit eden ve birçok delilleri
bulunan hadislere güvenilebilir. Öte yandan onları reddetmek de caiz
değildir. Sadece Kur’an veya aklın zaruri hükümleriyle çelişen
hadisler reddedilebilir.
Kur’an:
“Sura üflenince, Allah'ın dilediği bir yana,
göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sura bir daha
üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.” [312]
“Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek
çığlığı beklerler.
“O zaman, artık ne vasiyet edebilirler ne de
ailelerine dönebilirler.” [313]
14473. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sur’a üfürüldüğü, yüreklerin
ağıza geldiği, bütün dillerin kekeme olup tutulduğu, yüce
dağların ve sağlam sahraların un ufak olup döküldüğü, yeryüzünün
en sert yerlerinin titrek bir seraba dönüştüğü, bayındır
yurtların viran ve yerle yeksan bir hale geldiği zaman…”[314]
Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Sura üfürülür ve
ölür...” Allah-u Teala’nın sura
üfürüleceği hakkındaki sözünün zahirinden de
anlaşıldığı üzere iki tür üfleme vardır: Birinci
üfleme, tüm canlıları öldürmek içindir. İkinci üfleme ise
diriltmek içindir. Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) ve Ehl-i Sünnet
yoluyla Peygamber’den (s.a.a) nakledilen rivayetler de bu anlamı ifade
etmektedir. Elbette Ehl-i Sünnet rivayetlerinden bazısı da bir tür
belirsizlik içindedir.[315]
Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Çekişip
dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı
beklerler.”
Nazar kavramı beklemek
anlamındadır. Sayha kelimesi ise ayetin akışından da
anlaşıldığı üzere sura ilk üfürülüştür. Sayha
kelimesi için kullanılan “vahideten” sıfatı da kafirlerin
işinin yüce olan Allah’a kolay olduğuna işarettir. Kafirler için
Allah’ın işi sadece bir sayha iledir. Ayette geçen “yehissimun”
kavramının aslı “yehtesimun” olup mücadele ve çekişme
anlamında olan “ihtisam” kökünden türemiştir.[316]
Allame Tabatabai (Allah-u Teala ondan
razı olsun) el-Bihar’a yazdığı haşiyesinde şöyle
buyurmuştur: “... Sur hakkında nakledilen hadisler, vahit olan
hadislerdir ve tevatür derecesine ulaşmamıştır. Bu
hadislerde surun hususiyeti ve sura üfürülme şekli hakkında
nakledilen hadisleri Kur’an teyit etmemektedir. Usul-i Fıkıh ilminde
de söz konusu edildiği üzere ne akıl yoluyla ve ne de şeriat
yoluyla uyum içindedir. Aynı şekilde feri hükümler, yani asli
öğretiler dışındaki vahit hadislerin hüccet olduğu
hususunda da hiçbir delil yoktur. O halde farz ve zaruri olan şudur:
Allah’ın kitabında da yer aldığı sebebiyle sura ve
sura üfürülme olayına icmalen de olsa iman etmek gerekir. Bu konuda
nakledilen hadislere teslim olmak ve onları bir kenara atmamak gerekir.
Çünkü Kur’an ve zaruret ile bir uyumsuzluk içinde değildir. Bu konunun
ilmini Allah’a, Resulüne ve Ehl-i Beytine (a.s) havale etmek gerekir.
bak. el-Bihar, 6/316, 2. Bölüm
Kur’an:
“Yer dehşetle sarsıldıkça
sarsıldığı zaman.”[317]
“Ey insanlar! Rabbinizden sakının; doğrusu
kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti
gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın
çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa
sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının
çetin olmasındandır.” [318]
“O gün bir sarsıntı sarsar. Peşinden bir
diğeri gelir.”[319]
“Ey insanlar! Yer sarsıldıkça
sarsıldığı zaman.”[320]
14474. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amellerin hesabının
sorulacağı, yerin yerinden oynayacağı, çocukların
dehşetten ihtiyarlayacağı günden sakının.”[321]
Kur’an:
“Ama yer, çarpılıp paralandığı
zaman.” [322]
“Yer ve dağlar kaldırılıp bir
vuruşla birbirine çarpıldığı zaman.” [323]
14475. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O halde yeryüzü parça parça olur ve göz
önünde bulundurulan hedef için yayılır, ölüler diriltilir, koşa
koşa Allah’a doğru giderler. Yaratıklar mahşere doğru
saldırıya geçerler.”[324]
14476. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yazgı süresini, emir vadesini
doldurunca…dağları yerinden eder, korkunç ve karşı durulmaz
gücüyle onları birbirine çarparak unufak hale getirir.”[325]
14477. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Evet, yeryüzü parça parça olunca”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat
kıyamet zelzelesidir.”[326]
Kur’an:
“Dağlar yürüdükçe yürür.”[327]
“Sana dağları sorarlar; de ki: “Rabbim
onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek;
orada ne çukur, ne tümsek göreceksin.” [328]
“Dağlar pamuk gibi atıldığı
zaman.”[329]
“Kıyametin koptuğu gün, yeryüzü ve dağlar
sarsılır; dağlar, yumuşak kum yığını
haline gelir.” [330]
“Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyecekler.” [331]
“Dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman
haline geldiği zaman.” [332]
“Dağlar
yürütülüp serap olacaktır.”[333]
14478. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“Kıyamet günü dağlar bu büyüklüğüyle nasıl olacaktır?”
diye soran Sakif’ten birisine şöyle buyurmuştur: “Allah
onları harekete geçirir, çakıl ve kuma dönüştürür. Sonra
onları dağıtacak bir rüzgar gönderir.”[334]
Kur’an:
“Yer düzeltildiği zaman.”[335]
“Yerin başka bir yerle, göklerin de başka
göklerle değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek
Allah'ın huzuruna çıktıkları günde.” [336]
14479. Resulullah (s.a.a), Hakim’in güzel bir
senetle Cabir’den rivayet ettiği üzere şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü yeryüzü tabaklanmış bir deri gibi serilir ve insanoğlunun
ayak yeri miktarı dışında ondan hiçbir nasibi olmaz.”[337]
Ben şöyle diyorum: “Mecme’ul Beyan
tefsirinde, “Yeryüzü yayıldığı
zaman” ayeti hakkında şöyle yer
almıştır: “Yani birbirine çarparak dağlar ve tepeleri
yayılır, tıpkı saf bir sayfa haline gelir.” [338]
el-Mizan tefsirinde şöyle yer
almıştır: “Yeryüzünün yayılmasından maksat, genişlemesidir.
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Yeryüzü
bundan başka bir yeryüzüne dönüştüğü gün.”[339]
Kur’an:
“Denizler yarıldığı zaman,” [340]
“Denizler alev aldığı zaman; ” [341]
Ruh’ul Meani tefsirinde, “ve denizler
yarıldığı zaman” ayeti hakkında
şöyle yer almıştır: “Köşeleri ve kenarları
açılıp yarılır, aralarındaki mesafe ortadan kalkar,
tuzlu ve tatlı sular birbirine karışır ve hepsi bir tek
deniz olur. Yeryüzü suyunu yutar ve neticede denizler, saf, düz ve kuru olur.
Maksat denizlerin ilk önce bir olması, sonra yeryüzünün bütün suları
yutması ve susuz kalmasıdır.[342]
“Ve denizler alev
aldığı zaman” ayeti ise şu anlamdadır: “Denizin
suları dibe iner ve yerine ateş çıkar. Bu yüzden bir rivayette
denizin cehennemin kapağı olduğu yer almıştır
veya şu anlamdadır: Denizler birbirine karışında
dolar, tatlı ve tuzlu sular birbirine karışır. Burada
“succiret” kavramı, “succiret’ut-tenur” kelimesinden alınmıştır
ve diğerleri için tandırı odunla doldurmak ve ısıtmak
anlamındadır.[343]
el-Mizan tefsirinde ise şöyle yer
almıştır: “Denizler yarıldığı zaman” ayeti
hakkında Mecme’ul Beyan’da şöyle yer almıştır:
“Tefcir” bir suyu diğer bir suyla ilişkilendirmek ve aralarında
kanal açmak ve çoğaltmak ve arttırmak anlamındadır. “Fucur”
kelimesi de bu anlamdadır. Zira facir kimse günahlara doğru giderek
oldukça dağılmakta ve bir tür yarılmaktadır. “fecr” de bu
anlamdadır. Zira nur ve aydınlık vasıtasıyla
karanlıklar yarılmaktadır.” Müfessirler denizlerin
yarılması hakkında şöyle demiştir: “Bu denizlerin
birbiriyle irtibat haline geçmesi ve aralarındaki engellerin
kalkması, tuzlu ve tatlı suların birbirine
karışması, hepsinin bir tek deniz haline gelmesidir.” Bu anla “denizler
alevlenince” ayetinin denizlerin dolması diye tefsir edilmesiyle
münasip ve uygundur.”[344]
Kur’an:
“Yıldızların söndürüldüğü zaman.” [345]
“Güneş dürülüp ışığı
kalmadığı zaman; yıldızlar düşüp,
karardığı zaman.” [346]
“Yıldızlar dağılıp döküldüğü
zaman.” [347]
“Yıldızların ışığı
söndürüldüğü zaman... belli olunca” ayeti gerçekte “Vaad edilen
şey tahakkuk edecektir” ayetinde gerçekleşeceği haber
verilen vaat edilmiş gün için bir açıklama niteliğindedir.
Münezzeh olan Allah o vaad edilmiş günü tanıtmak için vaki olan ve
insan aleminin yok oluşu ve dünya düzeninin sona ermesi gibi olaylarla
birlikte olan hadisleri zikretmeye koyulmaktadır.
Yıldızların kararması, denizlerin yarılması,
dağların birbirine çarpması bu alemdeki düzenin varolandan
ayrı bir düzene çevrilmesi... gibi olaylar ayetlerde kıyametin ne zaman
kopacağı ile ilgili nişanelerden saymışlardır.
Kitap ve sünnetin açıklamalarından da şu
nokta açıkça anlaşılmaktadır ki uhrevi hayat düzeni dünyevi
hayat düzeninden çok farklıdır. Ahiret yurdu ebediyet yurdudur ve
ahirette sakin olanlar ya salt saadete mazhardırlar ve istedikleri her
şey ellerinde mevcuttur, ya da salt sefalet ve mutsuzluk içinde
yaşamaktadırlar ve onların sevmedikleri şey
dışında bir nasipleri yoktur. Ama dünya yurdu fani, zail olacak
ve ona sadece zahir olan dış etkenler hakimdir. Bu dünyada ölüm
hayatla iç içedir. Bulmak kaybetmekle mutluluk mutsuzlukla,
sıkıntılar huzurla, gamlar sevinçle iç içedir. Ahiret mükafat
yurdudur, iş değil! Ama dünya iş yurdudur, mükafat yurdu
değil.” Genel olarak o alem bu alemden farklı bir alemdir.
O halde diriliş ve mükafat alemini Allah’ın
tanıttığı nişaneler yoluyla tanıtmak
-örneğin yeryüzü düzeninin bozulması, dağların
dağılması, göklerin yarılması yıldızların
sönüp kararması ve sözün kısası dünya düzeninin dürülmesi-
başka bir aleme hakim olan düzeni dürme yoluyla tanıtma türünden bir
şeydir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Siz birinci
yaratılıştan ve alemden haberdarsınız. O halde neden
ibret almazsınız?” [348]
“Yıldızlar sönüp karardığı zaman” ayeti de nur
ve diğer eserlerinin ortadan kalkması anlamındadır. Ayette
geçen “tumiset” kelimesi de bir şeyin nişanelerinin ve etkilerinin
ortadan kalkması veya silinmesi anlamındadır. Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Yıldızlar sönüp
karardığı zaman” [349] [350]
Hakeza “Güneş karardığı zaman”
ayeti de bir şeyi çevirerek sarmak anlamındadır. Tıpkı
sarığı başa sarma gibi. Güneşin tekvirinden
(kararmasından) maksat ise kütlesinin ihata yoluyla kararmasıdır
ve bu taktirde de istiare söz konusudur.
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Yıldızlar
karardığı zaman (veya döküldüğü zaman)” Kuşun
havadan inkidarı, kuşun yere düşmesi anlamındadır. O
halde bu mana esasınca yıldızların inkidarından
maksat, yıldızların düşmesidir. Nitekim şu ayet de
aynı anlamı ifade etmiştir: “Yıldızlar
dağıldığı zaman”[351]
Elbette inkidar kelimesinin değişmek, kararmak
anlamına gelmesi de mümkündür. Bu durumda da maksat,
yıldızların ışıksız hale gelmesidir. [352]
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Yıldızlar
dağıldığı zaman.” Bu da kendi yerinden
dağıldıkları anlamındadır. Bu ayette
yıldızlar ipe dizilen incilere benzetilmiştir ve bu inci
taneleri ipinin kopmasıyla da dağılmaktadır. [353]
Kur’an:
“O gün gök sarsıldıkça sarsılır.” [354]
“Gök yarıldığı zaman.” [355]
“Gök yarılır; o gün düzeni bozulur.” [356]
“Gök yarılıp da, yağ gibi kızardığı
zaman…” [357]
“Gök, o gün, erimiş maden gibi olur.” [358]
“Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman,
yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan
verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz
yaparız.” [359]
Tefsir
Ruh’ul Meani tefsirinde “O gün gök
sarsıldıkça sarsılır” ayetinin tefsirinde
şöyle yer almıştır. Ayette geçen “temuru” kelimesi
İbn-i Abbas’ın dediğine göre, “titriyor” anlamındadır.
Yani gökyüzü olduğu yerde titrer, anlamındadır. İbn-i
Abbas’tan nakledilen başka bir rivayette ise bu kavram
“yarılacaktır” anlamında tefsir edilmiştir. Mücahid
şöyle diyor: Yani “dönecektir” “mevs” kelimesi ise aslında gelip
gitmek anlamındadır. Bir görüşe göre de dalgalı hareket
anlamındadır. Başka bir görüşe göre ise akın ve
hızlı hareket anlamındadır. Mutlak bir şekilde cereyan
etmek ve akmak anlamında da kullanılmıştır.[360]
Mecme’ul Beyan’da “Gök
yarıldığı zaman” ayetinin tefsirinde
şöyle yer almıştır: “ve yeryüzünde delikler ve
yarıklar ortaya çıktığında” [361]
“Gökyüzü yarılır” ayeti hakkında
ise şöyle diyor. Yani, “gökyüzünün bir bölümü diğer bölümünden
ayrıldı ve açıldı. “gökyüzü o gün
gevşektir.” Yani, binası altüst olur çökmeye
başlayınca oldukça gevşer. Başka bir görüşe göre ise
sağlam ve şiddetli gökyüzü birbirinden ayrılır pamuk gibi
gevşer ve yumuşak olur. [362]
el-Mizan Tefsirinde ise, “o gün gökyüzü
yarılınca yağ gibi kırmızı bir renge bürünür.” Ayetinin
tefsirinde şöyle yer almıştır: yani kırmızı
renkli yağ anlamında olan “dihan” gibi kıpkırmızı
bir renge bürünür. [363]
“Gökyüzü maden gibi eridiğinde” ayeti hakkında
ise şöyle diyor: ayette geçen “mühl” kelimesi de bakır altın ve
benzeri erimiş maden anlamındadır. Bir görüşe göre de
zeytinyağının tortusu anlamındadır. Başka bir
görüşe göre de katranın çökeleği anlamını ifade
etmektedir.[364]
“Gökyüzünü bir tomar gibi dürdüğümüz ve onu ilk
yarattığımız gibi yeniden yarattığımız
gün” ayeti
hakkında ise Müfredat kitabında şöyle yer
almıştır: Söylenildiğine göre Siccil üzerine yazı
yazılan bir taş idi ama daha sonra üzerine yazılan her şeye
siccil denilmiştir. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “yazılı
tomar gibi dürdüğümüz” o tomar yazılarını korunsun diye
içine dürmektedir. Bu anlam “siccil” kavramı hakkında söylenilen en
sade ve açık anlamdır.
O halde “li’l Kutub” kavramı “teyy” kelimesinin
mefuludur, faili ise “siccil” dir. Maksat şudur ki siccil, -veya üzerine
yazı yazılan sayfa veya tomar dürülünce onun dürülmesiyle içinde
bulunan yazılar da, yani hatlar ve resimler vasıtasıyla siccilde
bir tür subut ve tahakkuk içinde bulunan anlamlar ve kavramlar da dürülmektedir
ve böylece de yazılar görülmez olmaktadır. Ondan hiçbir eser
görülmemektedir. Gökyüzü de Allah’ın kudretiyle böylesine dürülecektir.
Nitekim Allah şöyle buyurulmuştur: “ve gökler O’nun eliyle
dürülür”[365]
Netice
olarak O’ndan başkasından gizlenir, örtülü kalır, hiçbir eseri
ve etkisi gözükmez. Elbette O’ndan başkasından gizli olsa da gayb
aleminden gizli ve örtülü değildir. nitekim “siccil” ve “tomar” içindeki
yazılar da tomarın kendisinden gizli değildir. ama
diğerlerinden gizli ve örtülüdür.
Göklerin dürülmesi de bu esas üzere kendisinden (gayb
aleminden) indikten ve takdir edildikten sonra gayb alemine dönüşülür.
Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Her şeyin
hazinesi bizim katımızdadır. Onu sadece belli bir miktar
indiririz.”[366]
Başka
bir yerde ise mutlak bir şekilde şöyle buyurmaktadır: “ve dönüş
Allah’a doğrudur.”[367]
Hakeza
şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz dönüş Rabbinedir.” [368]
Belki de bu anlama iltifat edilerek şöyle
denmiştir: “onu ilk defa yarattığımız gibi tekrar
yaratırız” ayeti de her şeyin
yaratılışın başlangıcında sahip olduğu
haletine döneceği anlamındadır ve o da bir hiç olduğudur.
Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz seni
yarattık ve sen daha önce bir şey değildin” [369] ve hakeza şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
insanın üzerinden bir müddet geçti ve o zikredilecek bir şey
değildi” [370]
[371]
Kur’an:
“Sura üflenince, Allah'ın dilediği bir yana,
göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sura bir daha
üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.” [372]
“Sura üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen
gündür. Her can, kendisiyle berâber bir sürücü ve şahit bulunduğu
halde gelir.” [373]
“Sura üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak
çıkarlar. Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim
kaldırdı?” derler. Onlara: “ işte Rahman olan Allah'ın
vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi” denir.
Tek bir çığlık kopar, hepsi, hemen
huzurumuza getirilmiş olur.” [374]
14480. Resulullah (s.a.a), Tebük’ten Medine’ye
geri dönünce Amr b. Me’d-i Kerib yanına geldiğinde kendisine
şöyle buyurmuştur: “Ey Amr! Müslüman ol
ki Allah seni büyük korkudan güvende kılsın.” Amr şöyle dedi:
“Ey Muhammed! Büyük korku da nedir? Ben korkmuyorum.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Ey Amr! Sandığın ve hayal ettiğin gibi
değildir. İnsanlara öyle bir yüksek ses (sayha) ile seslenilir ki
Allah’ın dilediği dışında ölen her şey dirilir ve
canlı olan her şey ölür. Ardından başka bir yüksek sesle
çağrılır ve ölenlerin tümü kalkar. Hepsi sıraya dizilir,
gökyüzü yarılır, yeryüzü aşağı çöker, dağlar
dağılır… Ey Amr! Sen nerede, bunlar nerede?” Amr şöyle
dedi: “Gerçekten de büyük bir iş duydum. Ardından Allah ve Resulü’ne
iman etti. Onunla birlikte bulunan kabilesinden bazı kimseler de iman
ettiler ve kendi kabilelerine geri döndüler.”[375]
14481. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her nefsin bir
sürücüsü, bir de şahidi vardır.” Sürücü onu mahşer yerine sürer;
şahitlerse onun yaptıklarına şahitlik eder.”[376]
14482. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekten de Ademoğlu
yaratıldığı şeyden gaflet içindedir. Allah onu yaratmak
isteyince meleğe şöyle buyurdu: “Onun rızkını,
amelini, ecelini, mutlu mu mutsuz mu olacağını yaz.” O melek
(onları yazıp) daha sonra göklere çıkar. Allah büluğa
erinceye kadar onu koruması için kendisine bir melek gönderir. O melek (bu
görevini yerine getirir ve) daha sonra yukarı çıkar. Bu durumda da
Allah ona iyi ve çirkin amellerini yazsın diye iki melek tayin eder. Ölüm
anı erişince de o iki melek yukarı çıkar, ölüm meleği
iner ve canını alır. Sonra mezara konulunca ruhu bedenine geri
çevrilir, iki melek kabirnin başına gelir, ondan imtihan alırlar
ve ardından yukarı çıkarlar. Kıyamet gelip çatınca
iyiliklerini kaydetmekle memur olan melek ve kötülükleri kaydetmekle memur olan
melek ona nazil olur ve boynuna bağlanmış olan mektubu açar.
Daha sonra birisi onu ileri doğru
sürdüğü, diğeri ise yaptığı işlere
tanıklık ettiği halde, onunla mahşer sahnesine gelirler.”
Allah Resulü (s.a.a) daha sonra şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
önünüzde dayanamayacağınız çok büyük bir iş vardır. O
halde büyük olan Allah’tan yardım dileyiniz.”[377]
Kur’an:
“O gün çığlığı gerçekten duyarlar;
işte o, kabirden çıkış günüdür.”[378]
"İçinde olanları dışarı
atarak boşaldığı zaman.” [379]
“Yeryüzü ağırlıklarını
dışarıya çıkardığı zaman.”[380]
“O gün, yer yarılır onlar çabucak
ayrılır; bu, bize göre kolay bir toplamadır.” [381]
“Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri
dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak” [382]
“Öyleyse onlardan yüz çevir ve davetçilerin
(insanları) görülmemiş bir şeye davet ettikleri günü
hatırlat. Onlar gözleri şiddetli dehşetten yere bakar bir halde
dağılmış çekirgeler gibi, kabirlerden çıkarlar. Bu
davetçiye (dehşet ve ıstırap içinde) boyunlarını uzattıkları
bir halde küfredenler: “Bu, zorlu bir gündür” derler.” [383]
14483. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Siz ve kıyamet birbirinize
yakınsınız…
Sanki sarsıntısıyla geldi,
göğsünü yere dayadı. Dünya, ehlinden kesildi, onları
bakıcı kucağından ayırdı.”[384]
14484. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yeryüzünü yarıp titretir… İçindekileri
çıkarır, onları eskidikten sonra yeniler, ayrıldıktan
sonra birleştirir.”[385]
14485. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonunda işler biter, zaman
tükenir, dirilme zamanı yaklaşır. (Allah) insanları
kabirlerinden çıkarır”[386]
14486. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bu yaratık için en korkunç halet
üç yerde ortaya çıkar: Dünyaya geldiği, annesinin karnından
çıktığı ve dünyayı gördüğü gün, öldüğü ve
ahiret ile ehlini müşahede ettiği gün ve dirildiği ve dünya
yurdunda göremediği bir takım hükümleri gördüğü gün.”[387]
14487. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adem oğlunun en şiddetli üç
anı vardır: Ölüm meleğini gördüğü an, mezarından
çıktığı an ve Allah Tebarek ve Teala’nın huzurunda
durduğu an.”[388]
14488. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın
günleri üç gündür: Kaim kıyam ettiği gün, rec’at günü ve kıyamet
günü.”[389]
Tefsir:
Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “O gün çığlığı
gerçekten duyarlar.” Ayette geçen, sayha (çığlık)
kelimesi bir defa yüksek sesle yapılan çağrıdır. Bu ses
ikinci nefhadır. “Bi’l-Hak” kelimesi ise Kelbi’nin dediği üzere
ölülerin dirilmesi anlamındadır. Mukatil’in görüşüne göre ise o
sayha ve şiddetli ses haktır. “Zalike yevmul huruc” cümlesi de
mezarlardan mahşer çölüne doğru dışarı çıkmak ve
Allah’ın huzurunda durmak anlamındadır. “Yevme
teşekku” kelimesi ise yarıldığı gün demektir. “el-erzu enhum” kelimesi ise
“yeryüzü onlara yarılır ve ölüler dışarı çıkar”
anlamındadır. “Siraen” kelimesi de hiç
bekletmeksizin o davetçiye doğru koşmalarıdır.[390]
“ve
elketmafiha” kelimesi ise Kutade ve Mücahid'in görüşüne göre,
ölüler ve hazineler dışarı atırlır. Bu ayetin bir
benzeri ise şudur: “Ve yeryüzü defalarca
ağırlıklarını dışarı çıkarır”
“Ve tehellet” yani yeryüzü içini boşaltır ve içinde hiçbir
şey kalmaz. Bir görüşe göre de yeryüzü içindeki madenler, elementler
ve hazinelerden olan şeyleri dışarı döker ve üzerindeki
dağlardan ve denizlerden boşalır. [391]
İbn-i Abbas, Mücahit ve Cebbai’nin görüşüne göre “ehrecet’il
erzu eskaleha” cümlesi de yeryüzünün içine gömülen ölülerin, amellerinin
karşılığını görmek için diri olarak
mezarlarından çıkmaları anlamındadır. Bir görüşe
göre ise, “Yeryüzü içindeki hazineleri ve kaynaklarını
dışarı atar” anlamındadır.[392]
“Yevme yehrucune minel ecdas” kelimesindeki “ecdas” kelimesi
mezarlıklar anlamındadır. “siraen” kelimesi ise
hızla sürüldükleri için hızlı bir şekilde
koşmaları anlamındadır. Cebani ve Ebu Müslim’in
dediğine göre de “keennehum ile nusubin yufizun” cümlesi de
adeta kendilerine tayin edilen ilim ve nişaneye doğru gittikleri ve
koştukları anlamındadır.”[393]
376. Konu
el-Mead
Ahiret (3)
Mahşerin Hususiyetleri
F
el-Bihar, 7/62, 5. bölüm; Sıfat’ul
Mahşer
bak.
F
111. konu, el-Hisab; 271. konu,
eş-Şefaat (2); 293. konu, es-Sırat; 542. konu, el-Mizan
F
el-Amel (3) 2961. bölüm; er-Riba, 1432. bölüm;
el-Gadr; 3038. bölüm
F
el-Mukarrebun, 3329. bölüm; en-Nedamet, 3864.
bölüm; et-Tezkiye, 1591. bölüm
Kur’an:
“Onlara: “And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız
gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer
geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu
sandığınız şefaatçılarınızı
berâber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak
sandıklarınız sizden ayrılmışlardır” denecek.”
[394]
“O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar.
Sesler Rahman'ın heybetinden kısılmıştır; ancak
bir fısıltı işitirsin.” [395]
“Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün,
Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamayacaktır.
Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.” [396]
“O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi
için bölük bölük dönerler. Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür.
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” [397]
“O gün insanlar, ateş etrafında
çırpınıp dökülen pervaneye dönecekler.” [398]
14489. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan nasıl
yaşamışsa öyle ölecek ve nasıl ölmüşse öyle
dirilecektir.”[399]
14490. Ebu Said ölüm yatağında iken
yeni bir elbise istedi, getirilen yeni elbiseleri giydi ve şöyle dedi: “Allah
Resulü’nden (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “İnsan,
ölürken giydiği elbisesiyle haşr olur.”[400]
14491. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz sizler, yalın ayak,
çıplak ve sünnetsiz bir şekilde Allah ile görüşürsünüz.”[401]
14492. Bir rivayette şöyle yer
almıştır: “Allah Resulü (s.a.a)
aramızda ayağa kalktı ve bizlere öğüt vermeye
başlayarak şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Şüphesiz sizler,
yalınayak, çıplak ve sünnetsiz bir halde Allah nezdinde haşr
olacaksınız: “Tıpkı ilk yaratmaya
başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz””[402]
14493. Ebu Zer (r. a) şöyle diyor: “O
doğru sözlü, tasdik edilmiş (Peygamber -s. a. a-) bana şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç grup halinde haşr olur: Bir grubu
süvari, tok ve giyinik bir halde, bir grubu meleklerin kendisini yerde
sürüklediği bir halde ve ateşte haşr olur. Bir grubu ise yolda
yürür ve hızla ilerler.”[403]
14494. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet gününde Allah-u Teala
insanlardan bir grubu karınca şeklinde haşr eder. İnsanlar
onları ayakları altında çiğner. Sonra şöyle denir: “Bu
karınca şeklinde olanlar kimlerdir?” Onlara şöyle denir:
“Bunlar, dünyada kibre kapılanlardır.”[404]
14495. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey haktan sapmış gafil insan!
Bu öğüt veren ve yol gösteren kimseye kulak ver! Kıyamet amellerin
sunulduğu, insanların sorguya çekildiği, mükafat veya ceza
gördüğü gün olarak takdir edilmiştir. İnsanların
amellerinin kendisine döndürüldüğü ve tüm günahların
sayıldığı gündür. O gün göz bebekleri erir, hamile olanlar
karnında olan şeyi doğurur.”[405]
14496. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dirilişten sonraki zaman,
şüphesiz mezardan daha zordur. O gün genç çocuklar yaşlanır,
büyükler kendinden geçer, ceninler düşer… O günün korku ve dehşeti
günahsız melekleri bile ürkütür… Nerede kaldı ki, kulağı,
gözü, dili, eli, ayağı, tenasül organı ve karnıyla günah
işleyen kimseleri! Eğer Allah onu bağışlamazsa ve o
gün kendisine merhamet etmezse (eyvahlar olsun ona!)”[406]
14497. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşte o gün (kıyamet),
Allah’ın önce gelenleri de sonra gelenleri de hesaba çekmek, amellerinin
karşılığını vermek için topladığı
gündür. Herkes boyun eğmiş olarak ayakta beklemektedir. Ter
ağızlarına gem vurmuş, yeryüzü onlarla beraber
titremektedir. Onların içinde durumları en iyi olan, ayağını
basacak yer bulup kendine geniş bir yer tutandır.”[407]
14498. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü herkes susuz olarak
gelir.”[408]
14499. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet gününün
karanlığında insanların şiarı (sloganı) “la
ilaha illallah” cümlesidir.”[409]
14500. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Alemlerin rabbi karşısında
dirildikleri kıyamet günü insanlar, o kadar birbirine yakın ve
basık halde bulunurlar ki herkesin yeri ayağının
bastığı yer ölçüsüncedir. Tıpkı sadağında
hareket edemeyen ok gibidirler.”[410]
Kur’an:
“Sakınanları o gün Rahman'ın huzurunda O’na
gelmiş konuklar olarak toplarız.”[411]
“O gün bir takım yüzler aydınlıktır,
gülmekte ve sevinmektedirler.” [412]
“İman etmiş erkek ve kadınları,
defterleri sağdan verilmiş ve ışıkları önlerinde olarak
giderken gördüğün gün... layığınız orasıdır;
ne kötü bir dönüştür!”[413]
“En büyük korku bile onları üzmez; kendilerini
melekler: “Size söz verilen gün işte bugündür” diye
karşılarlar.”[414]
14501. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Allah’ın peygamberini ve onunla
berâber olan müminleri utandırmayacağı o gün, nurları
önlerinde ve sağlarında olarak yürürler”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “O
gün bir nuru olan kimse kurtuluşa erer ve her müminin bir nuru
vardır.”[415]
14502. Resulullah (s.a.a), Allah-u
Teala’nın, “Takva sahiplerini Rahman’ın
katında konuklar olarak bir araya topladığımız gün”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Konuklar
süvari olur, onlar ilahi takvaya sahip kimselerdir. O halde Allah onları
sevdi, onları seçti, işlerinden hoşnut oldu ve bu yüzden de
onları, “takva sahipleri” olarak adlandırdı.”[416]
14503. Resulullah (s.a.a), kendisine, “Takva
sahiplerini Rahman’ın katında elçiler olarak bir araya
topladığımız gün”
ayetini soran ve, “Ey Allah Resulü (s.a.a)! konuklar sadece süvariler
değil midir?” diye soran Hz. Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Canım
elinde bulunana andolsun ki takva sahipleri kabirlerinden dışarı
çıkınca takımı altından olan kanatlı beyaz
develerle karşılaşırlar. Ayak bağları parlak bir
nurdur. O develerin her adımının mesafesi göz
alabildiğincedir.”[417]
14504. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Takva sahiplerini Rahman’ın
katında konuklar olarak bir araya topladığımız gün”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar
soylu develere binmiş olarak haşr olurlar.”[418]
14505. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim de şu dört şey
bulunursa, büyük dehşet gününden güvende olur: Kendine bir şey
verildiğinde, “elhamdülillah” der. Bir günah işlediğinde,
“esteğfirullah” der, bir musibete maruz kaldığında, “inna
lillah ve inna ileyhi raciun” der” ve bir ihtiyacı olduğunda onu sadece
rabbinden diler ve bir şeyden korktuğunda sadece rabbine
sığınır.”[419]
14506. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim fuhuş ve şehvetle
karşılaşır ve aziz ve celil olan Allah’ın korkusundan
ondan uzaklaşırsa, Allah ona ateşi haram kılar, onu büyük
dehşet gününden güvende kılar ve kendi kitabında, “Rabbinin
makamından korkan kimseye iki cennet vardır” ayetinde
buyurduğu vaadini gerçekleştirir.”[420]
14507. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlara düşmanlık
etmek yerine kendi nefsine düşmanlık ederse, Allah onu kıyamet
gününün korkusundan güvende kılar.”[421]
bak. el-Bihar, 7/290, 15. Bölüm; 230, 8.
Bölüm; el-Amel (3), 2961. Bölüm; el-Heram, 805. Bölüm; en-Nur, 3963. Bölüm
Kur’an:
“Kıyamet koptuğu gün suçlular umutsuz
kalıverirler.” [422]
“Kıyamet koptuğu gün, işte o gün,
darmadağın olurlar.” [423]
“Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok
kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece
onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.”[424]
“Suçluları Rablerinin huzurunda, başları öne
eğilmiş olarak: “Rabbimiz! Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya
geri çevir de iyi iş işleyelim; doğrusu kesin olarak
inandık” derlerken bir görsen!” [425]
“Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda
yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, “Vah bize, eyvah
bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey
bırakmadan hepsini saymış !” derler. İşlediklerini
hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez.” [426]
“Sura üflendiği gün, işte o gün, suçluları
gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız.” [427]
“Suçlular simalarından tanınırlar da,
alın saçlarından ve ayaklarından yakalanırlar.”[428]
“Onlar birbirlerine gösterilirler. Suçlu kimse o günün
azabından kurtulmak için oğullarını, feda etmek ve böylece
kendisini kurtarmak ister.” [429]
“Rabbine suçlu olarak gelen bilsin ki, cehennem onun
içindir. Orada ne ölür, ne yaşar.” [430]
“Sakın Allah'ı, zalimlerin
yaptıklarından habersiz sanma; gözlerin dışarı
fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir. O gün
başları kalkmış , gözleri kendilerine dönemeyecek
şekilde sabit kalmış, gönülleri bomboş halde koşup
duracaklardır. İnsanları, kendilerine azabın geleceği
gün ile uyar. Haksızlık edenler: “Rabbimiz! Bizi yakın bir
süreye kadar ertele de çağrına gelelim, peygamberlere uyalım”
derler. Siz daha önce, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş
miydiniz! Üstelik kendilerine yazık edenlerin yerlerinde oturdunuz.
Onlara, yaptıklarımız da sizlere
açıklanmıştı. Size misaller de vermiştik. Şüphesiz
onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa
bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi. Yerin başka bir yerle,
göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şeye
üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde,
sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden
cayacağını sanma; doğrusu Allah güçlüdür, öç alandır.
O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün. Gömlekleri
katrandan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir.” [431]
bak. Mü’min Suresi, 16-20. Ayetler; Kalem Suresi, 4243. Ayetler; Abese Suresi, 33 ve 42. ayetler
14508. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın “yüzleri, geceden kara bir parçayla
örtülmüş gibidir.” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Gece olunca odanın içinin
dışarıdan daha karanlık olduğunu gördün mü?
Onların yüzü de aynı şekilde daha çok karanlık ve
siyahtır.” [432]
14509. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü kul (dünyada) hiçbir
kan dökmediği halde hecamet bardağı veya daha fazla bir miktar
kan eline verilir ve kendisine şöyle denir: “Bu senin falan kimsenin
kanından payındır.” O şöyle arz eder: “Ey Rabbim!
Canımı alıncaya kadar hiçbir kan dökmediğimi biliyorsun”
Allah-u Teala şöyle buyurur: “Evet! Ama sen falan kimseden falan sözleri
işittin ve onun zararına (birilerine) aktardın böylece dilden
dile aktarıldı ve sonunda falan zalimin kulağına
ilişti. Bu sebeple de o zalim bu şahsı öldürdü ve bu da senin
onun kanından olan payındır.” [433]
14510. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü insanların
hesabı görülünce adamın biri başka birinin yanına
varır ve o onu kana bular o şahıs şöyle der: “ Ey
Allah’ın kulu! Ben sana ne yaptım?”
o şöyle der: “Falan gün aleyhime konuştun ki o sözlerinle
benim öldürülmeme sebep oldun.” [434]
14511. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dünyayı ahirete tercih
ederse Allah kıyamet günü onu kör olarak haşr eder.” [435]
14512. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Müslümanlara karşı
iki yüzlü ve iki dilli olursa kıyamet günü ateşten iki dilli
olduğu halde getirilir.” [436]
14513. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşinin malından
bir şeyi zulüm ve haksızlıkla yer ve onu kendisine geri
döndürmezse kıyamet günü ateşten bir kıvılcım yer.” [437]
14514. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim üç günlük yemeği
olduğu halde insanlara el açarsa Allah-u Teala ile görüştüğü gün
etsiz (soyulmuş) bir yüzle görüşür. ” [438]
14515. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların
malını yemek maksadıyla Kur’an okursa kıyamet günü yüzü
kemik halinde ve hiçbir et olmaksızın gelir.” [439]
14516. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Laf taşıyanları,
insanların ayıplarını arayanları, dedi kodu
yapanları ve günahsız insanları kötüleyenleri Allah
(kıyamet günü) köpek suretinde haşr eder.” [440]
14517. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(Kıyamet günü) kibirli insanlar
karınca şeklinde getirilir ve Allah kulların hesabını
görünceye kadar insanlar onları ayaklar altında çiğner.” [441]
14518. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü olunca bir münadi
şöyle nida eder: “Dostlarımdan yüz çevirenler nerede? (Veya
onları haklarından mahrum kılanlar veya onlarla alay edenler
nerede) böylece yüzlerinde et olmayan bir grup ayağa kalkar. (kendileri
için) şöyle denir: “Bunlar müminlere eziyet eden, onlarla
düşmanlıkta bulunan, onlarla inatlaşan ve dinleri sebebiyle
müminleri kınayan kimselerdir.” Ardından onların cehenneme
atılması emredilir.” [442]
14519. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biz Ehl-i Beyt’e düşman olan
herkesi Allah kıyamet günü cüzzamlı bir halde haşr eder.” [443]
14520. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın taktirini inkar edenler
mezarlarından maymun ve domuz şeklinde mahşer çölüne getirilir.” [444]
bak. el-Miad, (2), 2986. Bölüm; el-Amel
(3), 2961. Bölüm; ez-Zekat, 1582. Bölüm; el-Hacet, 967-968. Bölümler; el-Hemr,
1128. Bölüm; er-Riba, 1432. Bölüm; el-İlm, 2858. Bölüm; el-Gadir, 3038.
Bölüm; el-Bihar, 7/213/116
Kur’an:
“Her insanın boynuna işlediklerini dolarız
ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitab’ı
önüne çıkarırız. Kitab’ını oku, bugün, hesap görücü
olarak sen kendine yetersin.” [445]
“Sonunda oraya varınca, kulakları, gözleri ve
derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhinde
şahitlik ederler. derilerine: “Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?”
derler.” Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce
yaratan O’dur ve O’na döndürülüyorsunuz” cevabını verirler. Siz,
gözleriniz, kulaklarınız ve derilerinizin aleyhinize şahitlik
edeceğinden korkarak kötü iş işlemekten çekinmiyordunuz. Hayır;
Allah'ın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini
sanıyordunuz.” [446]
“İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahiy etmesiyle
kendi haberlerini anlatır.” [447]
14521. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları! Biliniz
ki kendi içinizden sizi gözetleyenler var. Azalarınızın
gözcüleri ve dosdoğru yazan yazıcılar var;
yaptıklarınızı kaydedip nefeslerinizi sayıyorlar.”[448]
14522. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Muhakkak ki kulların gece ve
gündüzlerinde işledikleri hiç bir şey, yüce ve münezzeh olan Allah’a
gizli kalmaz. Kulların yaptıklarına tümüyle haberdar ve ilmiyle
her şeyi kuşatandır. Sizin azalarınız, Allah’ın
şahitleridir. Tüm organlarınız O’nun ordularıdır.
Vicdanlarınız O’nun gözcüleri ve halvetleriniz ona
aşikardır.”[449]
14523. İmam Bakır (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Herkesin iyi ve kötü amelleri boynuna
asılır” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Her nerede olursa
iyi ve kötü amelleri de kendisiyle olur ve kıyamet günü amel defteri
kendisine verilinceye kadar da ondan ayrılmaz.”[450]
14524. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Kitabını oku! Bugün sen
(hesap görmek için ) kendine yetersin.” Ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Kulun
yaptığı ve kendisi için yazılan bütün işler adeta o an
yapmış gibi kendisine hatırlatılır. Bu yüzden de
şöyle derler: “Eyvahlar olsun bize! Bu ne kitaptır ki küçük
ve büyük her şeyi saymıştır.”[451]
14525. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü olunca insanın
kitabı kendisine verilir ve şöyle denir: “Onu oku!” (Ravi şöyle
diyor: “Ben şöyle arz ettim: “O kitapta olan şeyi tanır
mı?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “İnsanın
baktığı her bakış söylediği her kelime,
attığı her adım, yaptığı her iş o
kitaptan zikredilmiştir.” Ve o adeta o an işlemiş gibi bütün
bunları kendisine hatırlatılır ve bu sebeple de şöyle
derler: “Bu kitaptan dolayı eyvahlar olsun bize…”[452]
14526. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ağızları mühürlenir,
konuşmazlar, elleri konuşur, ayakları şahadette bulunur,
derileri yaptıklarını dile getirir ve Allah’a hiçbir sözü
gizlemezler.”[453]
14527. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü
ağızlarına gem vurulmuş bir halde gelirler.
İnsanın konuşan ilk uzvu bacakları ve elinin
ayasıdır.”[454]
14528. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın
“Siz, gözleriniz, kulaklarınız ve
derilerinizin aleyhinize şahitlik edeceğinden korkarak kötü iş
işlemekten çekinmiyordunuz.” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Derilerden maksat tenasül organları ve
baldırlardır.”[455]
14529. İmam Ali (a.s) oğlu İbn-i
Hanefi’ye yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “…işlemekten çekinmiyordunuz”
deriden maksat tenasül organıdır.”[456]
14530. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonra Allah-u Teala kulak, göz ve
tenasül organı için tayin ettiği görevi bir ayette topladı ve
şöyle buyurdu: “Siz, gözleriniz, kulaklarınız ve
derilerinizin aleyhinize şahitlik edeceğinden korkarak kötü iş
işlemekten çekinmiyordunuz. Ama Allah’ın
yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini
zannediyordunuz” “Buradaki deriden maksat tenasül organlarıdır.”[457]
14531. Resulullah (s.a.a) Allah-u
Teala’nın, “o gün yeryüzü haberlerini anlatır”
ayetini okuyunca şöyle buyurmuştur: “o
haberlerin ne olduğunu biliyor musunuz?” Kendisine, “Allah ve Resulü daha
iyi bilir” dediklerinde ise şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünün haberleri
şudur: Kadın ve erkek her kulun yer üzerinde yapmış
olduğu her amele tanıklık eder ve şöyle der: “Şöyle ve
böyle yaptı!”[458]
14532. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın her
kul üzerinde tüm yaratıklarından gözeticileri vardır ve önünden
arkasından Allah’ın emriyle onu koruyan, yaptıklarını,
sözlerini, kelimelerini ve bakışlarını kaydeden melekler
vardır. Onu kendilerine aldıkları yerde de Rabbinin
tanıkları olup yararına veya zararına tanıklıkta
bulunurlar. Geceler, gündüzler ve aylar da onun lehine veya aleyhine
tanıklık eden Rabbinin tanıklarıdır. Allah’ın diğer
mümin kulları da onun lehine veya aleyhine tanıklıkta bulunan Allah’ın
tanıklarıdır. Onun amellerini belleyen melekler de onun lehine
veya aleyhine bulunan Rabbinin tanıklarıdır.”[459]
14533. İmam Sadık (a.s) kendisine,
“İnsanın müstahap namazları bir yerde kılması mı
daha müstahaptır yoksa farklı yerde mi?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Orada burada kılmalıdır!
Zira o (mekanlar) kıyamet günü onun lehine tanıklıkta bulunur.”[460]
14534. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanoğluna gelip çatan her
gün kendisine şöyle der: “Ey ademoğlu! Ben yeni bir günüm ve ben sana
tanığım. O halde bana iyilik et ve bende iyi işler yap ki
kıyamet günü ben de senin lehine tanıklıkta bulunayım zira
bundan sonra beni asla göremezsin.”[461]
bak. el-Amel (3), 2960. Bölüm;
el-Merakabe, 1536, 1537. Bölümler; el-Bihar, 7/306, 16. Bölüm
Tefsir:
“Kıyamet günü açılmış
bulacağı kitab’ı önüne çıkarırız.” ayetindeki bu kitabın durumunu “Kitab’ını
oku, bugün, hesap görücü olarak sen kendine yetersin.” ayeti
izah etmektedir. Zira evvela insan için açılan kitabın insanın
başkasına değil de bizzat kendisine ait amel kitabı
olduğunu göstermektedir. İkinci olarak o kitap insanın dünyada
yapmış olduğu amellerin gerçeğini tümüyle kendisinde
kaydetmiştir ve onun hiçbir şeyinden gaflet etmemiştir. Nitekim
başka bir ayette şöyle buyurmuştur: “Vah
bize! Bu kitap nasıl olmuş da küçük büyük bir şey
bırakmadan hepsini saymış!” derler.” [462]
Üçüncü olarak bu defterde sayılan amellerin gerçekleri; mutluluğu
veya mutsuzluğu, amellerin iyi veya kötü sonuçları tümüyle bu
defterde aşikardır. Öyle ki herkes için her türlü gizleme özür ve bahane
kapısını kapamaktadır. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Ona: “And olsun ki,
sen, bundan gafildin; işte senden gaflet perdesini kaldırdık,
bugün artık görüşün keskindir” denir.”
[463]
Dolayısıyla “Herkes
yaptığı iyiliği o gün hazır bulur ve yaptığı
kötülükle kendi arasında uzun bir mesafe olmasını diler”[464]
ayetinden de anlaşıldığı üzere bu kitap bizzat
amellerin kendisini ve gerçeklerini içinde barındırmaktadır,
bizim dünyada yazılarımızda yaygın olduğu gibi
yazı ve çizgilerle değil. Bu defterde olan şey bizzat
insanın yaptığı amelin kendisidir. Allah onları
açıkça insana gösterecektir. Görmek ve müşahede etmekten daha güçlü
bir delil de yoktur.
Dolayısıyla da ayette yer alan
“tair” ve “kitap” kelimelerinden maksadın bir ve aynı olduğu
ortaya çıkmaktadır ve o da insanın yaptığı
ameldir. Münezzeh olan Allah’ın “onun
için kıyamet günü bir kitab çıkarırız” ayetinde,
“kitap” kelimesini “tair” kelimesinden ayırt edip bir arada zikretmemesi
de kıyamet gününde insanın amellerinin mektup ve yazı
şekline dönüştüğü ve daha önce yazı ve kitap şeklinde
olmadığı ve “tair” (uçan) olduğu vehmini önlemek içindir.
Ve yine “tair” kıyametten öncesine kadar gizli ve örtülü olduğu,
dışarı çıkmadığı ve dolayısıyla da
insanın boynuna asılmasıyla da uyum içinde
olmadığı yanılgısına düşülmesini önlemek
içindir.
Evet “Onun
için çıkarırız” cümlesi
amellerin hakikatinin yer aldığı amel kitabının
insanların idrakinden gizli ve örtülü kaldığına gaflet
perdesinin gerisinde olduğuna işarettir. Münezzeh olan Allah
kıyamet günü onu dışarı çıkarır, insan onun detaylarından haberdar olur. “onu
açık bulur” cümlesinden
maksadın da aynı şey olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu nükte de insan için bu işin
hazırlandığını ve kendisinden gaflet edilmediğini
göstermektedir. Nitekim “Her insanın boynuna
işlediklerini dolarız” cümlesi için
bir tekit ve vurgudur. Zira sözün kısası şudur ki insanın
amellerinin sonuçları bizzat kendisine ulaşmaktadır. Zira evvela
insanın ameli kendisiyle birliktedir ve kendisinden asla
ayrılmamaktadır. İkinci olarak bir kitaba yazılır ve o
kitap onun kendisi için aşikar olur ve onu açık bulur.
“Kitabını oku, bugün, hesap
görücü olarak sen kendine yetersin” ayeti ona şöyle dendiği
anlamındadır: “Kitabını
oku…” Hakeza “sen
kendine yetersin” cümlesindeki “ba”
harfi zaittir ve te’kit için kullanılmaktadır. Aslında “kefet
nefsuke” idi. Fiilin müennes (dişiler) için kullanılmasının
sebebi de failinin mecazi müennes oluşu sebebiyledir. Mecazi müennes olan
failin fiilinde her iki çeşitte (erkek veya dişi) kullanılması
caizdir. Bazıları onu “iktefe” anlamında ismi fiil olarak kabul
etmiş ve “ba” harfinin zaid olduğuna kanaat etmemişlerdir. Bunun
başka yorumları da olabilir.
Söz konusu ayet bu kitabın kesin
bir hüccet olduğuna ve her ne kadar okuyan kimsenin bizzat günahkarın
ve suçlu kimsenin kendisi olsa da okuduğu şeyde hiçbir şüphe
duymayacağına delalet etmektedir. Nasıl böyle olmasın ki?!
Zira o kitapta amelin bizzat kendisi görülmektedir ve o ameller esasınca
karşılık görmektedir. Nitekim Allah-u Teala da şöyle
buyurmuştur: “Bugün özür beyan
etmeyin, ancak işlediklerinizin karşılığını
görmektesiniz” denir.”
[465]
“Kötülüğün gelmesine de dua eder” ayetinin
önceki ayetlerle irtibatı hususunda söylediklerimizden de bu iki ayetin,
yani “Her insanın boynuna
işlediklerini dolarız” “ve sen kendin yetersin”
ayetinin irtibatı da açıkça anlaşılmaktadır.
Ayetlerin akışı
kınama ve eleştiriye dayalı olduğundan ayetlerin
anlamı özetle şudur: “Münezzeh olan Allah Kur’an-ı
insanları tevhide, uluhiyyete hidayete ermiş olanları mutlu
kılmaya sapıkları mutsuz kılmaya davet eden ilahi metot ve
sünnetin diğer dinlere oranla en sağlam biçimde kat eden ve o yolda
hareket eden bir dine göndermiştir. Ama insan iyi ile kötüyü ayırt
etmemekte fayda ve zararını teşhis etmemektedir. Aksine nefsani
isteklerinin peşice koşmakta, iyi veya kötüyü aynı şeklide
talep etmektedir. Oysa ameller iyi veya kötü mutlaka sahibiyle birlikte
olacaktır ve ondan ayrılmayacaktır. Kitapta mahfuz
kaldığı gibi kıyamet günü kendisi için bu
yaptıkları getirilecek, karşısında açılacak ve bu
esas üzere hesabı görülecektir. Böyle olduğu halde insan nefsani
istekleri peşice koşmamalı, nefsani isteklere gömülmemeli aksine
işlerinde düşünceli hareket etmeli, iyiyi ve kötüyü ayırt
etmeli, iyi işler yapmalı ve kötü işlerden sakınmalıdır.[466]
Kur’an:
“Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Onlar
dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz
ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan
sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler
arasında; yüksek döşekler üzerindedirler. Biz ceylan gözlüleri,
sağdakilker için yeniden yaratmışızdır; onları
bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta
kılmışızdır. Bunların bir kısmı eski
ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.” [467]
“Amel kitabı kendisine sağından verilen
kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir.”[468]
“Bir gün bütün insanları önderleriyle berâber
çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler,
işte onlar kitaplarını okurlar. Onlara kıl kadar
haksızlık edilmez.” [469]
“Kitabı sağından verilen “Alın,
Kitabımı okuyun der.” [470]
14535. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala müminin
hesabını görmek isteyince, amel defterini sağ eline verir ve
kendisi ile onun arasında hesabını görür ve şöyle der: “Ey
kulum! Şöyle böyle yaptın, falan filan işe bulaştın.”
O şöyle arz eder: “Evet ey Rabbim! Ben bu işleri yaptım.” Allah
şöyle buyurur: “Ben onları sana bağışladım ve iyi
işlere çevirdim.” Bunun üzerine halk da şöyle der: “Sübhanallah! Bu
kulun bir tek günahı da mı yoktur?” İşte bu, aziz ve celil
olan Allah’ın şu ayetinin manasıdır: “Amel defteri
kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba
çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.”[471]
14536. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Organlar müminin aleyhine
tanıklık etmez. Aksine azaba hak kazanan kimsenin aleyhine
şahadette bulunur. Müminin amel defteri sağ eline verilir.”[472]
14537. İmam Sadık (a.s), Muaviye b.
Veheb’in duyduğuna göre şöyle buyurmuştur: “Kul
gerçekten tövbe edince, Allah onu sever, dünya ve ahirette onun (kötülüklerini)
örter.” (Muaviye b. Veheb şöyle diyor: ) “Ben şöyle arz ettim: “Allah
nasıl (kötülükleri) örter?” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
“İki meleğin kendisi için yazdığı günahları
onlara unutturur, organlara da şöyle vahiy eder: “Günahları
gizleyin.” Ardından yeryüzünün farklı yerlerine şöyle vahiy
edilir: “Sizin bölgede yaptığı günahları gizleyiniz.” O
halde Allah’ı gördüğü zaman günahına tanıklık edecek
bir şey bulunmaz.”[473]
bak. Et-Tevbe, 466, 467. Bölümler;
el-Hisab, 841. Bölüm
Kur’an:
“Defterleri soldan verilenler; ne yazık o soldakilere!
İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su
içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın
gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde
bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı. Şöyle
söylerlerdi: “Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını
olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?” Önce gelip
geçmiş babalarımız mı?” De ki: “şüphesiz öncekiler de,
sonrakiler de belli bir günün belirli bir vaktinde toplanacaklardır.” [474]
“Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse:
“Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne
olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı;
malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı” der. Şöyle
buyurulur: “O’nu alın, bağlayın. Sonra cehenneme atın.
Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü, o, yüce
Allah'a inanmazdı. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi. Bu sebeple
burada bugün onun bir acıyanı yoktur. Günahkarların yiyeceği
olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.” [475]
“Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse:
“Mahvoldum” diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme
girer. Çünkü o, dünyada, adamlarının yanında iken zevk
içindeydi. Zira; o, bir daha dirilip dönmeyeceğini
sanmıştı. Bilin ki, Rabbi onu şüphesiz görmekteydi.” [476]
14538. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala… kulun
kötülüğünü isteyince onu insanların önünde hesaba çeker, mahkum eder
ve amel defterini sol eline verir. Aziz ve celil olan Allah’ın şu
sözünün anlamı da aynı şeyi ifade etmektedir: “Ama
amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: “Mahvoldum” diye
bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer. Çünkü
o, dünyada, adamlarının yanında iken zevk içindeydi.”[477]
14539. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ama kitabı
sağından verilen kimse” ayetinden
maksat, Mahzum oğulları kabilesinden olan Ebu Seleme, Abdillah b.
Abdul-Esvet b. Hilal Mahzumi'dir. “Ama amel defteri kendisine
arkasından verilen kimse” ayetinden maksat ise, Esvet b. Abdul-Esvet
b. Hilal Mahzumi’dir. Bu şahsı Bedir günü Hazma b. Abdulmuttalib
öldürdü.”[478]
Tefsir:
“Ama amel defteri kendisine
arkasından verilen kimse” ayetindeki
“vera” kelimesi mahzuf cer harfiyle mensup olan zarf edatıdır ve
taktiri şöyledir: “Min verai zehrihi” belki de amel defteri, yüzleri
tersine çevrildiği için kendilerine arkadan verilmektedir. Nitekim Allah-u
Teala başka bir yerde şöyle buyurmuştur: “Bir
takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden…”
[479]
Elbette amel defterlerinin kendilerine
arkadan verilmesiyle, “Fakat kitabı kendisine solundan verilen
kimse: “Kitabım keşke bana verilmeseydi”
ayetinde ifade edilen kitabı solundan
verilenler arasında bir aykırılık yoktur.” [480]
[481]
bak. Tefsir’ul Mizan, 20/243-245
Kur’an:
“Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı
zaman.” [482]
“Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan
kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitapta biz hiçbir
şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine
toplanacaklardır.”[483]
bak. el-Bihar, 7/253, 11. Bölüm;
Tefsir’ul Mizan, 7/73
Kur’an:
“Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler,
sonra, işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir
gün içinde O’na yükselir.” [484]
“Melekler ve Cebrail miktarı elli bin yıl olan o
derecelere bir günde yükselirler.”[485]
14540. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki hesabınız görülmeden
önce siz kendi hesabınızı görmeye çalışın. Zira
kıyamet gününde durağında, sizin saydığınız
yıllardan bin yıl süren elli durak vardır.” İmam Sadık
daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Miktarı elli bin yıl
süren günde”[486]
14541. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü’ne (s.a.a) şöyle
arzedildi: “Kıyamet günü ne de uzundur.” Peygamber şöyle buyurdu:
“Canım elinde olana andolsun ki o gün müminler için çok kısadır.
Hatta dünyada kıldığı farz namazdan daha kısa
gelmektedir.”[487]
14542. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer yaratıkların
hesabını görme işi Allah’tan başkasının
sorumluluğuna verilmiş olsaydı, hesapların tümüyle
görülmesi için elli bin yıl beklemek gerekirdi. Ama münezzeh olan Allah bu
işi bir anda bitirir.”[488]
14543. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O gün (kıyamet günü) yarıya
ulaşmadan cennet ehli cennette öğle uykusuna dalar, cehennem ehli de
cehennemde olur. (yarım gün miktarınca, tüm yaratıkların
hesabı görülür. )”[489]
14544. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dünyada kendisine zulmeden kimse,
miktarı elli bin yıl olan o günde tutulur ve Allah onun içine hüzün
sokar. Sonra ona acır ve onu cennete götürür.” Allah Resulü daha sonra
şöyle buyurmuştur: “Hüznümüzü gideren Allah’a hamdolsun. Mahşer
müddeti boyunca yaratıkların kalbine gam ve hüzün sokar.”[490]
bak. el-Bihar, 7/121, 6. Bölüm
Kur’an:
“Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir.”[491]
14545. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim benim havuzuma (Kevser’e) iman etmezse,
Allah-u Teala onu havuzuma getirmez.”[492]
14546. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah bana havuzu vermekle beni
yüceltti. Kendimden önceki Peygamberlere karşı bana üstünlük verdi. O
havuzun (büyüklüğü) Eyle ve Sen’a mesafesi kadardır. Onda
yıldızlar sayısınca kaseler bulunur. İçinde iki su
akıntısı olur. Suyu sütten daha beyaz ve baldan daha
tatlıdır. Çakılları zümrüt ve yakuttan, ibrikleri ise güzel
kokan misktendir. ”[493]
14547. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Havuzum (genişlik
açısından) bir aylık yol miktarıncadır. Suyu sütten
daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir ve ibrikleri gökteki
yıldızlar sayısıncadır. Her kim bundan içerse asla
susamaz.”[494]
Başka bir rivayette ise şöyle
yer almıştır: “Havuzum bir
aylık yol miktarıncadır. Kenarları eşit, suyu gümüş
dirhemden daha beyazdır.”
14548. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kevser bana verilmiştir ve ben
elimle ona dokundum. Miskten daha güzel koktuğunu ve çakıl
taşlarının inci olduğunu gördüm.”[495]
14549. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben havuzun kenarında yanıma
gelen kimselere bakarım. O halde Allah’a yemin olsun ki önümden bir
takım insanlar geçer ve ben şöyle derim: “Ey rabbim! Bunlar benim
ümmetimdendir.” Allah şöyle buyurur: “Sen onların senden sonra neler
yaptığını bilemezsin. Onlar sürekli olarak gerisin geriye
dönüyorlardı.”[496]
bak. Kenz’ul Ummal, 14/415. Bölüm;
el-Bihar, 8/16, 20. Bölüm
14550. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adet insanın ikinci
tabiatıdır.”[497]
14551. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adet her insana hükmedicidir.”[498]
14552. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adet insana sahip olan
düşmandır.”[499]
14553. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Riyazetin (ve nefis terbiyesinin)
afeti, adetlerin galebe çalmasıdır.”[500]
14554. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim adetlere uyarsa, (yüce)
derecelere ulaşamaz.”[501]
14555. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adetler mağlup edicidir. O halde
her kim, gizlide veya yalnızlıkta bir şeye adet edinirse, o
şey açıkta ve insanlar arasında kendisini rezil eder.”[502]
14556. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz dilin senden adet
edindiğin şeyleri ve
nefsin senden ülfet edindiğin şeyleri
ister.”[503]
14557. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazaba koşma ki adet ettiğin
şeylerle sana üstün gelir.”[504]
14558. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Gencin
kalbi ekilmemiş tarlaya benzer, oraya ne eksen tutar, yeşerir. Kalbin
katılaşmadan ve aklın başka şeylere yönelmeden sana edepten bir şeyler öğretmek
istedim.”[505]
14559. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazilet, adetlere galebe
çalmaktır.”[506]
14560. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün ibadet, adetlere galebe
çalmaktır.”[507]
14561. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Adetlere üstün gelmekle yüce makamlara
ulaşabilirsin.”[508]
14562. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adetleri terk etmek hususunda
nefislerinize hakim olun ki onlara üstün gelesiniz. Heva ve heveslerinizle
cihat edin ki onlara malik olasınız.”[509]
14563. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adetleri değiştirin ki,
itaatler sizlere kolay gelsin.”[510]
14564. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefislerinizi, adetleri terk etmekle
boyunduruk altına alın. Nefislerinizi itaatlere doğru sevk edin.
Onlara borçların ağır yükünü yükleyin. Nefislerinizi iyi
işleri yapmak ile süsleyin ve onları günahların pisliğinden
koruyun.”[511]
14565. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin için her huydan en güzelini seç.
Şüphesiz hayır adettir. Her huyun da en kötüsünden sakın ve
ondan uzak durma yolunda nefsinle savaş. Zira hiç şüphesiz kötülük
inatçılıktır.”[512]
14566. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyilik etmek için iyi bir adet
yeterlidir.”[513]
14567. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İyilik adettir.”[514]
14568. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İyilik (bir tür) adettir ve
kötülük de (bir tür) inatçılıktır.”[515]
14569. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyiliğe adet etmek
(maksatlara ulaşma veya insanlar nezdinde yüce bir makamı elde etme
hususunda) imkan sahibi olmanın kaynağıdır.”[516]
bak. el-Hulk, 1113. Bölüm
14570. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini güzelliğe
alıştır. Şüphesiz bu insanların seni güzel
anmalarına ve çok ihsanda bulunmalarına sebep olur.”[517]
14571. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendini
bağışlayıcı olmaya alıştır ve
ısrar etmekten sakın ki doğrulukla birlikte olasın.”[518]
14572. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendini iyi niyet ve güzel maksat
sahibi olmaya alıştır ki isteklerinde mutlu olasın.”[519]
14573. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini yüce işlere
alıştır ve insanların borçlarını üstlen ki nefsin
şerafet elde etsin, ahiretin bayındır olsun ve seni övenler
çoğalsın”[520]
14574. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendini Allah’ı zikretmeye ve
mağfiret dilemeye ihtiraslı kıl. Zira bu senin günahlarını
siler ve sevabını büyültür.”[521]
14575. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendinizi sabra
alıştırın ve cimrilik ettiğiniz şeyler hususunda
fedakarlık etmekte sabırlı olun. ”[522]
14576. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilini yumuşak konuşmaya ve
selam vermeye alıştır ki seni sevenler çoğalsın ve
düşmanın azalsın.”[523]
14577. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilini güzel söz söylemeye
alıştır ki kınamadan güvende kalasın.”[524]
14578. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulağını güzel
şeyler duymaya alıştır. Islahını artırmayan
şeylere kulak verme, şüphesiz o şeyleri duymak kalbi
paslandırır ve kınamalara sebep olur.”[525]
14579. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Kendini
zorluklara karşı sabretmeye alıştır ki hak yolunda
sabretmeye çalışmak ne güzel bir huydur.”[526]
14580. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Siyasetlerin en zoru, adetleri
değiştirmektir.”[527]
14581. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötü hallisi
kökü kazındığı halde adetleri baki kalan kimsedir.”[528]
14582. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tabiatları değiştirmek
dışında her iş mümkündür.”[529]
14583. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Nefislerinizi
edeplendirmeyi kendiniz üstlenin ve onları huy edindiği kötü
alışkanlıklardan alıkoyun.”[530]
bak. el-Hulk, 1106. Bölüm; es-Siyaset,
1933. Bölüm; en-Nefs, 3919. Bölüm
14584. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazlalıklarla uğraşmak
ne de kötü bir adettir.”[531]
14585. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanların adeti, iyiliğe kötülükle cevap vermeleridir.”[532]
14586. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık ve
tecrübesiz insanların adeti, yüce ve özgür insanlara eziyet etmektir.”[533]
14587. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanların adeti kötülemek ve gıybet etmektir.”[534]
14588. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tecrübesiz insanların adeti,
ihsanın kökünü kesip atmaktır.”[535]
14589. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötü insanların adeti
arkadaşlara eziyet etmektir.”[536]
14590. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülerin adeti iyilere
düşmanlık etmektir.”[537]
14591. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafıkların adeti, (her an
bir renge bürünüp) huyları değiştirmektir.”[538]
14592. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların adeti
bağışta bulunmaktır.”[539]
14593. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların adeti iyilik
etmektir.”[540]
14594. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kerim insanların sünneti sürekli
ihsanda bulunmaktır.”[541]
14595. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kerim insanların sünneti ahitlere
vefa göstermektir.”[542]
14596. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en
hayırlısı darlık anında bile cömert ve şükredici
olandır. İnsanların
en hayırlısı darlıkta fedakarlık ve sabır
gösterendir.”[543]
14597. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en iyisi,
insanların kendisinden faydalandığı kimsedir.”[544]
14598. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizlerin en iyiniz, güzel söz söyleyen,
insanlara yemek yediren ve insanlar
uyuduğu halde gece namaz kılan kimsedir.”[545]
bak. el-Kerem, 3473. Bölüm; el-Hayr,
1165, 1166. Bölümler
14599. İmam Ali (a.s), kendisine, bir
tatlı getirip önüne koyduklarında şöyle buyurmuştur: “Sen,
güzel kokulu, güzel renkli ve güzel tadı olansın. Ama ben nefsimi
adet edinmediği şeylere adet ettirmekten hoşlanmıyorum.”[546]
14600. Hebbet’ul Ureni şöyle diyor: “Müminlerin
Emiri’nin (a.s) huzuruna bir tatlı getirip koydular. İmam (a.s) onun
temizliğine ve güzelliğine baktı. Daha sonra
parmağını sonuna kadar tabağın içine batırıp
dışarı çıkardı ve ondan hiçbir şey almadı.
Parmaklarını tattı ve şöyle buyurdu: “Şüphesiz helal,
güzel ve temizdir ve bu haram değildir. Ama ben nefsimi şimdiye kadar
adet ettirmediğim bir şeye adet ettirmeyi hoş görmüyorum. Bu
tabağı önümden kaldırın.” Böylece tabağı
önünden kaldırdılar.”[547]
14601. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin Emiri’nin (a.s) huzuruna (un
ve hurmadan yapılmış) bir tür helva getirdiler. İmam onu
yemekten sakındı. Kendisine şöyle arzettiler: “Acaba onu haram
mı biliyorsun?” İmam şöyle buyurdu: “Hayır, ben nefsimin
ona alışmasından ve onun peşice gitmesinden korkuyorum.”
Daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel
olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz”[548]
Bak. Dünya, 1250. Bölüm
14602. İmam Ali (a.s) bir miktar güzel
olmayan hurmadan yedi. Üzerine su içti, sonra elini karnına vurarak
şöyle buyurdu: “Her kim karnına
ateş sokarsa, Allah onu (kendisinden) uzak kılar.” Daha sonra da
şu şiiri örnek olarak zikretti:
Eğer sen karnının ve
tenasül organının isteklerini temin edersen
O ikisi kınanmış
şeylerin zirvesine ulaşır.”[549]
bak. Vesail’uş Şia, 16/507,
80. Bölüm
378. Konu
el-İyd
Bayram
F
Kenz’ul Ummal, 7/87, el-İyd
F
el-Bihar, 59/91, 22. bölüm; Yevm’un-Niruz
F
el-Bihar, 91/1, 2. bölüm; Ediyyet-u İyd’ul
Fıtr
F
el-Bihar, 91/47, 3. bölüm; Ediyet-u İyd’ul
Ezha
Kur’an:
“Meryem oğlu İsa, “Allah'ım! Rabbimiz! Bize,
geçmiş ve bizden sonra geleceklere
bayram ve senden bir delil olarak gökten bir sofra indir, bizi
rızıklandır, sen rızık verenlerin en
hayırlısısın” dedi.” [550]
14603. Su’eyd b. Gafele şöyle diyor: “Bir
bayram günü Müminlerin Emiri’nin (a.s) huzuruna vardım. Önüne bir sofra
açılmış ve o sofrada bir miktar, buğdaydan ekmek, bir tabak
sütlaç ve bir kaşık bulunuyordu. Ben şöyle arzettim: “Ey
Müminlerin Emiri! Bayram günü sütlaç mı yiyorsun?” İmam şöyle
buyurdu: “Bu, bağışlanmış kimsenin
bayramıdır.”[551]
14604. İmam Ali (a.s), bayramların
birinde şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
bu bayram, Allah’ın oruç ve namazını kabul ettiği kimse
için bayramdır. İçinde Allah’a isyan edilmeyen her gün
bayramdır.”[552]
14605. İmam Hasan (a.s), fıtır
(ramazan) bayramı günü oyunla meşgul olan ve gülüp oynaşan bir
grubun yanından geçince durdu ve onlara şöyle buyurdu: “Allah
Ramazan ayını itaatleri sebebiyle kendi hoşnutluğuna
doğru öne geçmeleri için yarış meydanı karar
kılmıştır. O halde bir grubu öne geçerek mutluluğa
eriştiler. Diğer bir grubu ise geride kalarak mutsuz oldular.
İyilik sahiplerinin mükafata eriştiği ve batıl işlerle
uğraşanların zarar gördüğü böyle bir günde, gülüp oynayan
insan ne kadar da şaşırtıcıdır. Allah’a yemin
olsun ki eğer perde kenara çekilecek olursa, iyilik sahibinin iyiliği
ile meşgul olduğunu, kötülerin ise kötülüğü ile
uğraştığını bilirler.” İmam daha sonra
oradan ayrıldı.”[553]
14606. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Medine’ye girdiğim zaman, bu
şehir halkının cehalet döneminde oynayıp
eğlendiği iki günü vardı. Allah o iki günün yerine size en iyi
iki gün verdi. Fıtır günü ve kurban günü. Fıtır (Ramazan)
bayramı günü ve kurban bayramı günü.”[554]
14607. Peygamber
eşlerine ve kızlarına fıtır ve kurban bayramı
günleri dışarı çıkmalarını emrediyordu.” [555]
14608. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib (a.s) fıtır
(bayramı) günü bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: “Ey
insanlar! Şüphesiz bu gününüz iyilerin içinde mükafata eriştiği
ve batıl işlerle uğraşanların zarar gördüğü bir
gündür. Aynı zamanda diriliş gününüze de çok benzemektedir. O halde
evlerinizden camilerinize doğru çıkarak, mezarlarınızdan
Rabbinize doğru dışarı çıkacağınız günü
hatırlayınız. Camilerde durmakla da Rabbinizin huzurunda
duracağını günü hatırlayınız. Evlerinize dönmekle
de cennetteki evlerinize döneceğiniz günü hatırlayınız. Ey
Allah’ın kulları! Oruç tutan erkek ve kadınlar için var olan en
küçük şey, Ramazan ayının son gününde bir meleğin onlara
şöyle seslenmesidir: “Ey Allah’ın kulları! Sizlere müjdeler
olsun! Allah geçmiş günahlarınızı bağışlamıştır.
O halde bundan sonra ne yapacağınıza dikkat ediniz.”[556]
14609. İmam Sadık (a.s), nevruz günü
yanına gelen Muella b. Huneys’e şöyle buyurmuştur: “Bu
günün ne günü olduğunu biliyor musun?” Ben (Muella) şöyle arzettim: ”
Fedan olayım! Bu gün İranlıların kutladığı
ve birbirine hediye verdiği gündür.” Ebu Abdullah’is Sadık (a.s)
şöyle buyurdu: “Mekke’de olan eski eve (Ka’be’ye) andolsun ki bugünün de
çok eski kökleri vardır ve bunu bilmen için sana izah edeyim…
Ey Muella! Nevruz günü Allah’ın
kendisine tapmaları, kendisi için hiçbir şeyi şirk
koşmamaları, elçileri, hüccetleri ve İmamlarına (a.s) iman
edeceklerine dair söz aldığı gündür. Nevruz içinde güneşin
doğduğu ilk gündür. Biz her Nevruz günü, kurtuluşu bekleriz.
Zira Nevruz bizim ve Şiilerimizin günlerinden bir gündür.
İranlılar onu korudu. Sizler onu zayi ettiniz… Nevruz
İranlılar için yılın ilk günüdür. Onlar sayıları
otuz bin kişiyken hayatta kaldılar ve yaşadılar. Nevruz
günü su dökmek sünnet oldu.”[557]
14610. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nevruz bayramı gelip
çattığında bedenini yıka, en güzel elbiselerini giy, en
güzel kokuları sürün ve o gün oruç tut.”[558]
14611. İmam Ali (a.s), Nevruz
bayramında kendisine bir hediye getirdiklerinde şöyle
buyurmuştur: “Bu nedir?” Şöyle arzettiler: “Ey
Müminlerin Emiri! Bu gün nevruz günüdür.” İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Her günü bizler için Nevruz kılınız.”[559]
14612. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her gün nevruz günümüzdür.”[560]
14613. Nakledildiği üzere Mansur, Musa b.
Ca’fer’den (a.s) nevruz günü halkın kendisini kutlaması ve kendisi
için getirdikleri hediyeleri kabul etmesi için evinde oturmasını
isteyince, İmam Musa b. Ca’fer (a.s) şöyle buyurdu: “Ben
ceddim Peygamber’in (s.a.a) hadislerini araştırdım, ama bu gün
hakkında bir hadis bulamadım. Nevruz İranlıların
adetidir, İslam onu neshetmiştir. Dolayısıyla
İslam’ın ortadan kaldırdığı bir şeyi
diriltmekten Allah’a sığınırım.” Mansur şöyle
dedi: “Biz bu işi sadece askerlerimiz için yapıyoruz. Bu yüzden Allah
için oturmanı istiyorum.” İmam da kabul etti ve oturdu…”[561]
Allame Meclisi bu rivayeti naklettikten
sonra şöyle diyor: “Bu rivayet, Mualla’nın rivayetiyle uyumsuzluk
içindedir ve Nevruz’un şer’i bir itibarının
olmadığını göstermektedir. Mualla’nın rivayetlerinin
senetleri daha güçlü ve ashap arasındaki şöhreti daha fazladır.
Onu da takiyyeye hamletmek mümkündür. Zira Mualla’nın rivayetinde takiyye
yaptığını ifade eden bir takım nükteler vardır…
Ben şöyle diyorum: Bize göre her
iki rivayet de hüccet olma şartlarından yoksundur ve Müminlerin
Emiri’nin (a.s) sözünden de naklettiğimiz gibi her gün Nevruz günümüzdür
ve Allah’a isyan edilmeyen her gün bizler için bayramdır. Elbette
İran’da adet olduğu üzere görüşmek ve ziyaret etmenin hiçbir
sakıncası yoktur.
14614. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bayramlarınızı, “Allah-u
Ekber” diyerek süsleyiniz.”[562]
14615. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fıtır ve Kurban
bayramınızı, “la ilahe illallah”, “vallahu ekber”,
“ve’l-Hemdülillah” ve “sübhanellah” cümleleriyle süsleyiniz.”[563]
14616. Resulullah (s.a.a) kurban ve ramazan
bayramı günlerinde dışarı çıkıyor ve yüksek bir
sesle, “la ilahe illallah-hu vallahu ekber” diye zikrediyordu.”[564]
14617. Peygamber (s.a.a) Fıtır bayramı
gününde evinden dışarı çıktığı andan
itibaren camiye varıncaya kadar tekbir getiriyordu.”[565]
14618. Peygamber (s.a.a), her hutbe esnasında
tekbir getiriyordu. Ama fıtır (ramazan) ve kurban bayramı
hutbelerinde, daha çok tekbir getiriyordu. [566]
379. Konu
el-İstiaze
Allah’a Sığınmak
F
Sünen’un-Nisai, 8/250, Kitab’ul İstiaze
bak.
F
358. konu, el-İsmet; et-Teme’, 2415. bölüm
Kur’an:
“De ki: “Rabbim! Şeytanların
kışkırtmalarından sana sığınırım.
Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana
sığınırım.”[567]
“Mûsa: “Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan
böbürlenenlerin hepsinden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan (Allah'a)
sığınırım” dedi.” [568]
“De ki: “Yaratıkların şerrinden,
bastırdığı zaman karanlığın şerrinden
Allah’a sığınırım.” [569]
“De ki: “insanlardan, cinlerden ve insanların
gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden insanların
Rabbi, hükümdarı ve mabudu olan Allah’a
sığınırım.” [570]
bak.
Duhan Suresi, 20. ayet; Bakara Suresi, 67. ayet; Hud Suresi, 47. ayet; Meryem
Suresi, 18. ayet; Al-i İmran Suresi, 36. ayet; A’raf Suresi, 200. ayet;
Nahl Suresi, 98. ayet; Gafir Suresi, 56. ayet; Fussilet Suresi, 36. ayet
14619. Abdullah b. Amr’dan şöyle
nakledilmiştir: “Allah Resulü (s.a.a)
dört şeyden Allah’a sığınırdı: Fayda vermeyen
ilimden, huşu sahibi olmayan kalpten, icabet edilmeyen duadan ve doymayan
nefisten.”[571]
14620. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Cimrilikten sana
sığınırım, ödleklikten sana
sığınırım, ömrün en
aşağılığına dönmekten sana
sığınırım, dünyanın fitneciliğinden sana
sığınırım ve kabir azabından sana
sığınırım.”[572]
14621. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Gamdan, hüzünden,
acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borcun bel kıran
ağırlığından ve (kargaşalık sebebiyle)
insanların üstün gelmesinden sana sığınırım.”[573]
14622. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Fakirlikten sana
sığınırım, azlıktan ve zilletten sana
sığınırım. Zulmetmekten veya bana zulüm edilmesinden
sana sığınırım.”[574]
14623. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Borçların galebe
çalmasından, düşmanın galebe çalmasından ve
düşmanların velvele koparmasından sana
sığınırım.”[575]
14624. Resulullah (s.a.a), yolculuk etmek
istediğinde şöyle buyururdu: “Allah’ım!
Yolculuğun sıkıntısından, dönüş hüznünden,
bolluktan sonra azlıktan, mazlumun duasından ve aile, mal ve çocuklar
hususunda kötü bir sahneyle karşılaşmaktan sana
sığınırım.”[576]
14625. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Yaptığım
kötü amelden ve henüz yapmadığım kötü amelden sana
sığınırım.”[577]
14626. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Yolculuğun
zorluğundan (ağır kayıplarla) dönüşün kederinden ve
(döndüğümüzde) ehil, mal ve evlatlarımızda kötü bir şey
görmekten sana sığınırım.”[578]
14627. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Senin zenginliğin
içinde fakir olmaktan, hidayetinden sapmaktan, egemenlik sana aitken
zulmedilmekten, emir sana aitken mağdur olmaktan sana
sığınırım.”[579]
14628. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah'ım! Zahirimin insanların
gözünde güzel, batınımın ise senden gizlemeye
çalıştıklarımla çirkin olmasından sana
sığınırım.”[580]
14629. İmam Kazım (a.s) “Kendisine,
“Ey efendim! Eğer, salah görürseniz namazlarımın ardından
okumam, Allah’ın o duayla bana dünya ve ahiretin hayrını
bağışta bulunacağı bir dua öğretiniz” diye yazan
Muhammed b. İbrahim’e yazdığı cevap mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Euzu bi vechikel kerim ve izzetikelleti
la turamu ve kudretikelleti la yemteniu minha şey’, min şerriddünya
ve’l ahiret ve min şerri evcai kulliha” (Dünya ve ahiret şerrinden ve
her türlü acıların şerrinden, kerim olan yüzüne, boyun
eğmeyen izzetine ve hiçbir şeyin karşı
koyamadığı kudretine sığınırım.”[581]
14630. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Borçların üstün gelmesinden,
insanların galebe çalmasından ve kadınların evde
kalmasından (evlenememesinden) Allah’a
sığınınız.”[582]
380. Konu
el-Ayb
Kusur-Ayıp
F
el-Bihar, 75/46, 40. bölüm, el-İğza an’il-Uyub’un-Nas
F
el-Bihar, 75/212, 65. bölüm, Tetebb-u
Uyub’un-Nas
F
Kenz’ul Ummal, 3/248, 733, Seter’ul Ayb
F
Vesail’uş-Şia, 8/594, 150. bölüm;
Tahrim’ul İhsa-u İsrat’ul Mumin
F
Kenz’ul Ummal, 3/455, Tetebb’ul Averat
bak.
F
400. konu, el-Gaybet; 381. konu, et-Ta’yir;
el-Eh, 51. bölüm; es-Sedik, 2211. bölüm; et-Tevbe, 466. bölüm; ez-Zenb, 1386.
bölüm; es-Seha, 1777. bölüm; en-Nimet, 3901. bölüm
14631. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıpları kendisini
insanların ayıplarıyla uğraşmaktan alıkoyan
kimseye ne mutlu!”[583]
14632. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ayıpları kendisini mümin
kardeşlerinin ayıplarını araştırmaktan alı
koyan kimseye ne mutlu!”[584]
14633. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en üstünü,
ayıpları kendisini, insanların ayıbını
araştırmaktan alı koyduğu kimsedir.”[585]
14634. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan için en faydalı
şey, kendi ayıplarını inceleme hususunda insanlardan öne geçmesidir.
(veya insanların ayıplarıyla uğraşmadan önce kendi
ayıplarıyla uğraşmasıdır. )”[586]
14635. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir kulun kendi
ayıplarını unuttuğu halde başkalarının
ayıplarıyla uğraştığını
gördüğünüzde biliniz ki o Allah’ın hilesine düçar olmuştur.”[587]
14636. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulu! Hiç kimseyi
günahıyla ayıplamakta acele etme; belki günahı
bağışlanmıştır. Küçük bir günah işledim diye
kendini güvende sayma; belki o yüzden azaba uğrarsın. Sizden bir başkasının
ayıbını bilen kimse, kendi ayıbını da
bildiği için onun ayıbını açmasın. (Ama eğer o
ayıp onda yoksa) Allah’a şükretmek onu, başkalarının
ayıbıyla uğraşmaktan alıkoysun.”[588]
14637. Resulullah (s.a.a), Ebu Zer’e
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Kendi
ayıplarından bildiğin şeyler, insanları
eleştirmekten seni alı koymalıdır. Kendinin de benzerini
yaptığın şeyler dolayısıyla insanlardan
rahatsız olma.”[589]
14638. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kendi ayıplarından
bildiğin şey, seni insanları eleştirmekten
alıkoymalıdır.”[590]
14639. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendi ayıplarından
bildiklerin seni insanların ayıplarını zikretmekten
sakındırmalıdır.”[591]
14640. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanları ayıplayan
kimse önce kendisinden başlamalıdır.”[592]
14641. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların ayıplarına
efendiler gibi bakmayınız. Onların ayıplarına köleler
gibi bakınız.”[593]
14642. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en
akıllısı kendi ayıbını gören, ama
başkalarının ayıbını görmeyen kimsedir.”[594]
bak. el-Gaflet, 3101. Bölüm
14643. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıbını gören kimse,
başkalarının ayıbıyla meşgul olmaz.”[595]
14644. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendi sürçmesini görürse,
başkalarının sürçmesini küçük görür.”[596]
14645. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim kendi ayıbını görürse,
başkalarının ayıbıyla meşgul olmaz.”[597]
14646. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların
ayıbını araştırma. Zira eğer akledecek olursan
kendi ayıpların seni başkalarının
ayıplarını araştırmaktan meşgul kılacak
kadar çoktur.”[598]
14647. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendi ayıbını
görürse, hiç kimseyi ayıplamaz.”[599]
14648. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kendi
ayıplarını tanıması zekiliğine kifayet eder. İnsanın
kendi ayıplarından habersiz olması cehaletine kifayet eder.”[600]
14649. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim şu üç haslete veya
onlardan birine sahip olursa, kıyamet günü Allah’ın
Arş’ının gölgesinden başka hiçbir gölgenin
olmadığı gün aziz ve celil olan Allah’ın gölgesinin
altında olur: …O ayıbı kendisinden uzaklaştırmadıkça
Müslüman kardeşini (bir ayıptan dolayı)
ayıplamamasıdır. İnsan kendisinden bir ayıbı
uzaklaştırınca, kendisine başka bir ayıbı aşikar olur.
İnsana insanların ayıplarıyla uğraşmak yerine
kendi ayıplarıyla uğraşması yeter.”[601]
14650. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendi nefsine karşı
gevşek davrandığın halde insanlara karşı dille
yaralayıcı, incitici olmaktan çekin. Aksi takdirde günahın büyür
ve sevaptan mahrum kalırsın.”[602]
14651. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey kötü kullar! Neden şüphe üzere
insanları kınıyor ama kendi ayıplarınız ve
kötülükleriniz hususundaki yakininize rağmen kendinizi
kınamıyorsunuz?”[603]
14652. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendi yaptığın
şeyler sebebiyle başkalarını kınama ve işleme
hususunda nefsini serbest bıraktığın günah sebebiyle
başkalarını cezalandırma.”[604]
14653. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizden her biri kardeşinin
gözündeki dikeni görür, ama kendisinin gözündeki ağaç gövdesini görmez.”[605]
14654. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Daha çok ayıbı olduğu
halde onları görmeden insanların ayıbını hoş
görmeyen kimseye şaşarım.”[606]
14655. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların
ayıbını görünce onları sevmeyen, fakat o ayıpları
kendisi için beğenen kimse, ahmağın ta kendisidir.”[607]
14656. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötüsü kendi
ayıpları hususunda kör olduğu halde başkalarının
ayıplarını araştıran kimsedir.”[608]
14657. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendi sürçmesini küçük gören kimse, başkalarının
sürçmesini büyük görür.”[609]
bak. el-Medahene, 1277. Bölüm
14658. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsana, insanlarda bir ayıp
gördüğü halde onu kendisinde görmemesi, kendisinin terk edemediği bir
şey sebebiyle insanları kınaması ve
arkadaşını faydasız
şeylerle üzmesi ayıp olarak yeter.”[610]
14659. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsana kendisinde şu üç
hasletin olması ayıp olarak yeter: Kendi ayıplarını
görmediği halde insanların ayıbını görmesi, kendisinin
düçar olduğu bir şeyi insanlar için utanç sayması ve
arkadaşını faydasız söz ve davranışlarla üzmesi.”[611]
14660. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana, kendisine karşı
kör, halka karşı gören olması, kendisinin el çekemediği bir
şeyden insanları sakındırması ve arkadaşına
faydasız şeylerle eziyet etmesi ayıp olarak yeter.”[612]
14661. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana kendi
ayıplarını görmeksizin insanların ayıbına
bakması akılsızlık olarak yeter”[613]
14662. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana benzerini kendisinin de
yaptığı bir iş sebebiyle halkı hoş görmemesi
cehalet olarak yeter.”[614]
14663. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kendi
ayıplarını bilmemesi ve kendisinde
değiştiremediği şeyler için başkalarına dil
uzatması cehaleti için yeter.”[615]
14664. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer insanları ıslah
etmeye himmet gösterirsen, önce kendini ıslah etmeye başla. Zira
kendin bozuk olduğun halde başkalarını ıslah etmeye
çalışman en büyük ayıptır.”[616]
14665. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıbın en büyüğü, onun
benzeri sende varken başkasını ayıplamandır.”[617]
14666. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
ayıplarının kendisine gizli kalması en büyük
ayıplarındandır.”[618]
14667. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
ayıplarından haberdar olmaması günahların en büyüğüdür.”[619]
14668. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülük bütün çirkin
ayıpların toplandığı şeydir.”[620]
14669. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cimrilik, bütün çirkin
ayıpları toplayıcıdır ve insanı bütün kötülüklere
doğru çeken bir dizgindir.”[621]
14670. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim nefsini sahip olduğu
ayıplar sebebiyle kınarsa nefsi bir çok günahlardan dolayı
titrer.”[622]
14671. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim nefsini hesaba çekerse
ayıp ve günahlarından haberdar olur. Günahlarını telafi
eder ve ayıplarını düzeltir.”[623]
14672. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlara öfkelenme yerine
kendi nefsine öfkelenirse, Allah onu kıyamet gününün dehşetinden
güvende kılar.”[624]
14673. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin kendi ayıplarınla
uğraşman, senden utancı giderir.”[625]
14674. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir müminin
ayıplarını gizlerse, diri diri mezara gömülmüş bir
kızı kurtaran kimse gibidir.”[626]
14675. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Her kim birinin rezaletini örterse, diri diri
mezara gömülen bir kızı mezardan kurtaran kimse gibidir.”[627]
14676. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim müminin kötü işi ve
günahını gizlerse, bu işi diri diri mezara gömülmüş bir
kızı kurtarmasından daha iyidir.”[628]
14677. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşinin bir
günahını bilir ve onu gizlerse, Allah kıyamet günü onun
günahlarını örter.”[629]
14678. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dünyada Müslüman
kardeşinin ayıbını gizlerse, Allah da kıyamet günü
onun ayıplarını gizler.”[630]
14679. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşinden çirkin bir
iş görür ve onu gizli tutarsa, Allah da dünya ve ahirette onun
ayıbını örter.”[631]
14680. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“Allah’ın ayıplarımı örtmesini istiyorum” diyen birisine
şöyle buyurmuştur: “O halde
kardeşlerinin ayıplarını ört ki Allah da senin
ayıplarını örtsün.”[632]
14681. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir şehirde bir takım
ayıpları olan bir topluluk vardı. Ama onlar insanların
ayıplarını dile getirmekten sakınıyorlardı. Allah
da insanların onların ayıplarını dile getirmekten
alı koydu. Neticede o topluluk öldü ve insanlar ayıplarından
haberdar olmadı. Bir de ayıpları olmayan bir topluluk vardı
ki insanların ayıplarını dile getiriyorlardı. Allah da
onlarda bir takım ayıplar ortaya çıkardı ki öldükleri zaman
o ayıplarla tanınmış oldular.”[633]
14682. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşinin günah ve sürçmesini
ört, zira o günahın kendinde olduğunu da biliyorsun.”[634]
14683. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümine, mümin kardeşinin
yetmiş büyük günahını örtmesi farzdır.”[635]
bak. el-Gaybet, 3131. Bölüm
14684. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benim nezdimde kardeşlerimden en
sevimli olanı, ayıplarımı bana hediye edendir.”[636]
14685. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin nezdinde insanların en
seçkini senin ayıplarını sana hediye eden ve nefsinle savaşta sana
yardımcı olan kimse olmalıdır.”[637]
14686. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin nezdinde insanların en
sevimlisi ıslah olmana sebep olan şeyleri sana bildiren ve
ayıplarını sana gösteren kimse olmalıdır.”[638]
14687. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana ayıbını gösteren
kimse sana nasihat etmiştir.”[639]
14688. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim sana ayıbını
gösterirse o senin samimi dostundur. Her kim de ayıbını senden
gizlerse o senin düşmanındır.”[640]
14689. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ayıbını senden
gizler ve arkadan seni ayıplarsa o senin düşmanındır ve
ondan sakın.”[641]
14690. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ayıbını sana
açıkça söylerse arkandan haysiyetini korur ve her kim de sana ayıplarını söylemede
müsamaha gösterirse ayıplarını arkandan söyler.”[642]
14691. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ayıbını sana
gösterir ve arkadan haysiyetini korursa hayır dileme hususunda senden hiçbir
gayretini esirgemez.”[643]
14692. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıbınızı yüzünüze
söylemesinden korktuğunuz için hiç biriniz kardeşinizin
ayıbını söylemiyorsunuz. Gerçekten ahireti terk etmek ve
dünyayı sevmekte el ele verdiniz.”[644]
bak. el-Hediyye, 4011. Bölüm;
el-Medahine, 1276. Bölüm
Kur’an:
“Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle
çekiştirip alay eden kimsenin vay haline!” [645]
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan
sakının, zira zannın bir kısmı günahtır.
Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi
çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten
hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah'tan sakının,
şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul edendir, acıyandır.” [646]
14693. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıplayan kimse,
kınanmış ve itibarsızdır.”[647]
14694. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıpları
araştırmak, ayıpların en çirkini ve kötülüklerin en
kötüsüdür. ”[648]
14695. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başkalarının
ayıplarını aştırmak da ayıptır.”[649]
14696. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir ayıp ararsa onu
bulur.”[650]
14697. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin nezdinde insanların en
nefret edileni ve onlardan sana en uzak olanı herkesten çok
insanların ayıbını araştıran kimse
olmalıdır.”[651]
14698. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların gizli
ayıplarını araştırırsa Allah onu kalplerin
dostluğundan mahrum kılar.”[652]
14699. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların
ayıbını araştırırsa işe kendi
ayıplarından başlamalıdır.”[653]
14700. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim başkalarının
sırrını araştırırsa Allah da onun
sırlarını ifşa eder.”[654]
14701. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Müslüman kardeşinin
ayıbını ve çirkinliğini aşikar kılarsa, Allah da
onun çirkinliğini aşikar kılar ve böylece onu kendi evinde de
rezil rüsva eder.”[655]
14702. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların
ayıpları peşinde koşturursa Allah da onun
ayıplarını ve çirkinliklerini açığa
çıkarır.”[656]
14703. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin ayıplarını
araştırmayınız. Zira her kim müminlerin ayıplarının
peşice koşarsa, Allah da onun ayıplarını takip eder.
Her kimin de Allah ayıplarını takip ederse, onu evinin içinde
olsa dahi rezil rüsva eder.”[657]
14704. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların
ayıplarını araştıran kimselerle muaşeret etmekten
sakının. Zira onlarla arkadaş olan kimse bile onlardan güvende
olamaz.”[658]
14705. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Acaba sizden biri, bir kardeşinin
yanından geçer, avret mahallindeki elbisesinin kenara itildiğini
gördüğünde onu daha fazla kenara mı iter veya onu ilk haletine
döndürür ve onu örter mi?” Onlar şöyle arzettiler: “İlk haletine
döndürür ve örter.” Mesih (a.s) şöyle buyurdu: “Öyle değildir, aksine
onu daha da açarsınız.”[659]
14706. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yönetici, insanlar arasında iftira
ve kötümserlik dilerse, şüphesiz onları bozar.”[660]
14707. İmam Ali (a.s), Mısır’a
tayin ettiğinde Malik’i Eşter’e yazdığı mektubunda
şöyle yazmıştır: “Senden en
uzak ve nezdinde en sevilmeyen kimse, halkın ayıplarını
araştıranlar olsun. İnsanların ayıpları vardır.
Valiler, bunları örtmeye en layık olan kimselerdir. Onların
bilmediğin ayıplarını araştırmaya
kalkışma; sana düşen, gördüklerini temizlemendir. Bilmediklerin
hakkında da Allah hükmeder. Halkın ayıplarını gücünün
yettiğince ört ki Allah da senin halktan gizli kalmasını
istediğin ayıplarını örtsün.”[661]
14708. Resulullah (s.a.a), insanların
kötülerinin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Laf
taşıyanlar, dostların arasını ayıranlar ve
günahsız kimseler için günah arayan kimselerdir.”[662]
14709. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a en uzak olan kul, birisiyle
dostluk kuran ve bir gün kendisini kınaması için sürçmelerini
(aklında) tutan kimsedir.”[663]
14710. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Müminin avreti, diğer mümine haramdır” sözü hakkında sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Bu senin
sandığın gibi değildir. Aksine müminin avretinden maksat,
mümin kardeşinin söylediği sözün eleştirilecek bir yeri
olduğunu görünce, onu kendi nezdinde tutmak ve bir gün ona
öfkelendiğinde de o söz sebebiyle onu kınamaktır.”[664]
14711. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın salim olması
için başkalarının ayıbını belleğinde az
tutmak yeterlidir.”[665]
bak. el-İman, 285. Bölüm;
et-Ta’yir, 3023. Bölüm
14712. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başkalarının yere
düşmesine sevinme, zira sen zamanın sana nasıl
davranacağını bilmezsin.”[666]
14713. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başkalarının
hatasına asla sevinme, zira sen de her zman için hatadan korunmuş
değilsin.”[667]
14714. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tahammül ayıpların
mezarıdır.”[668]
14715. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Barış ayıpları
örtendir.”[669]
14716. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıpların perdesi
akıldır.”[670]
14717. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kötülüklerin perdesi suskunluktur.”[671]
14718. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimi haya elbisesi örterse,
insanlar ayıbını göremez.”[672]
14719. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimi ilim elbisesi örterse,
ayıpları insanlardan örtülü kalır.”[673]
14720. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Talih sana yardım ettiği
müddetçe (güç ve saltanat seninle oldukça) ayıbın gizli kalır.”[674]
14721. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İlim ve amel her ayıbı
örter, cehalet ve fakirlik ise her ayıbı aşikar kılar.”[675]
Kur’an:
“Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz yorumu
da kendilerine bildirilmemiş olan şeyi yalanladılar. Onlardan
öncekiler de böylece yalanlamışlardı. Zalimlerin sonunun
nasıl olduğuna bir bak.”[676]
14722. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim bir şeyi tanımaktan aciz
kalırsa onu kınar.”[677]
14723. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir şeyi bilmezse onu
ayıplar.”[678]
bak. el-Adavet, 2566. Bölüm; el-Cehl,
606. Bölüm
14724. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıpları olan kimseler,
herkesten daha çok insanların ıslah olmasını arzu
etmelidirler. Zira insanlar ıslah olunca, onların
ayıplarını araştırmaktan sakınırlar.”[679]
14725. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer birbirinizin içini
bilseydiniz, birbirinizi asla defnetmezdiniz.”[680]
14726. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kınanmış iyilik sahibi
kimse Allah’ın rahmetine mazhardır.”[681]
14727. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların
ayıbını araştırırsa, kendi ayıpları
araştırılır. Her kim söverse kendisine cevap verilir.”[682]
14728. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlara kötülük eder ve kötü
laf söylerse insanlar da ona kötülük eder ve kötü laf söyler. Her kim
insanlardan el çekerse, insanlar da kendisinden el çeker.”[683]
14729. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
ayıplarını tanıması, tanımaların en
faydalısıdır.”[684]
14730. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ademoğluna Müslüman
kardeşinin yüzsuyuyla oynaması ayıp olarak yeter.”[685]
14731. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zulüm ve yalancılık,
kişiyi hem dünyasında hem de ahiretinde helake götürür.
Ayıbını araştıranların yanında böyle
kişilerin ayıbı ve fesadı, ergeç ortaya çıkar.”[686]
14732. Rivayet edildiği üzere İsa
(a.s) ve Havariler köpek leşinin yanından geçtiler. Havariler, “Bu
köpek ne kadar da kötü kokuyor” deyince İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Ne
kadar da beyaz dişleri var.”[687]
381. Konu
et-Ta’yir
Kınamak
F
el-Bihar, 73/384, 140. bölüm, en-Nehy
an’it-Ta’yir
F
Vesail’uş-Şia, 8/596, 151. bölüm;
Tahrim’ut-Ta’yir’ul Mümin ve’t-Te’nibih
bak.
F
380. konu, el-Ayb; el-Musibet, 2347. bölüm
14733. Hızır (a.s) Musa’ya (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey
İmranoğlu! Hiç kimseyi bir hatası sebebiyle kınama, kendi
hatana ağla.”[688]
14734. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşini tövbe etmiş
olduğu bir günahından dolayı kınarsa, kendisi de o
günahı işlemedikçe ölmez.”[689]
14735. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir mümini bir günah sebebiyle
kınarsa, kendisi de o günahı işlemedikçe ölmez.”[690]
14736. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim, bir şeyi kınarsa, o
şeye müptela olur.”[691]
14737. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir günahı ve
çirkinliği ifşa ederse, onu yapan kimse gibidir. Her kim bir mümini
kınarsa kendisi onu işlemedikçe ölmez.”[692]
14738. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir mümini kınarsa, Allah
da onu dünya ve ahirette kınar.”[693]
14739. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşinin
sıkıntılarına sevinme ki Allah ona merhamet eder ve o
belayı sana indirir.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Her kim
kardeşine inen bir musibetten dolayı sevinirse, kendisi de o musibete
düçar olmadıkça dünyadan gitmez.”[694]
14740. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşinin
sıkıntılarına sevinme ki Allah ona merhamet eder ve seni
belaya düçar kılar.”[695]
14741. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala Eyyub’u (a.s)
hiçbir günahı olmaksızın belaya düçar kıldı, o da
kınanıncaya kadar sabretti. Elbette Peygamberler kınanmaya
tahammül edemezler.”[696]
14742. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hizmetçilerinizden biri zina edince ona
had uygulayın, ama onu kınamayın.”[697]
14743. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizden biri, cariyeleri zina edince,
ona had uygulamalıdır, ama onu kınamamalıdır. Dördüncü
defa zina ederse, ona had uygulamalı ve onu satmalıdır.”[698]
14744. Resulullah (s.a.a), kendisine tavsiyede
bulunmasını isteyen bir bedeviye şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
kork! Eğer birisi sende bir ayıp görür ve o ayıp sebebiyle seni
kınarsa, sen onda var olduğunu bildiğin bir ayıptan
dolayı onu kınama. Sonunda bu işin günahı onun boynuna
kalır ve onun sevabı da sana ulaşır.”[699]
14745. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer, Müslüman kardeşin senin
bir ayıbını bilir ve seni o sebeple kınarsa, sen de onda
bildiğin günah ve ayıp sebebiyle onu kınama ki bu senin için
sevap, onun içinse günah olur.”[700]
14746. Ebu Ceriy, Cabir b. Selim şöyle
diyor: “İnsanların düşünce
kaynağından kana kana içtiği ve ağzından çıkan
her sözü insanlardan aldığı birini gördüm. Bu adam kimdir?” diye
sordum. Bana, “O Allah’ın Resulüdür.” dediler… Ben, “Bana öğütte
bulunur musunuz?” dedim. O şöyle buyurdu: “Hiç kimseye kötü söz söyleme.”
Ebu Ceriy şöyle diyor: “O günden sonra ne bir özgür insana, ne bir köleye,
ne bir deveye ve ne de bir koyuna kötü söz söylemedim.” Peygamber daha sonra
şöyle buyurdu: “Hiçbir iyiliği küçük görme… Eğer biri sana kötü
söz söyler ve sende bildiği bir ayıp sebebiyle seni kınarsa, sen
onda bildiğin bir ayıp sebebiyle onu kınama. Bu taktirde,
günahı onun boynuna olacaktır.”[701]
14747. Me’rur b. Suveyd, şöyle diyor: “Rebeze’de
Ebu Zer’in yanından geçtim. Bir elbiseyi kendisinin diğerini de
kölesinin giydiğini gördüm. Ona şöyle dedim: “Ey Ebu Zer! Eğer
her iki elbiseyi de kendin giymiş olsaydın, hulle[702]
olurdu.”
Ebu Zer şöyle dedi: “Benim ile
kardeşlerimin birisi arasında bir söz oldu. Onun annesi Arap değildi.
Ben onu annesi sebebiyle kınadım. O şahıs Peygamber’in
(s.a.a) yanına gitti ve beni şikayet etti. Peygamber (s.a.a) ile
görüşünce de bana şöyle buyurdu: “Sende bir cahiliye hasleti
vardır.” Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! (s.a.a) Her
kim insanlara kötü söz söylerse, insanlar da annesine ve babasına kötü söz
söyler.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ey Ebuzer! Sende bir cahiliye adeti
vardır. Onlar senin kardeşlerindir. Allah onları senin elinin
altında karar kılmıştır. O halde yediğini onlara
da yedir, giydiğini onlara da giydir. Onları güçlerinin
yettiğinden fazlasıyla mükellef kılma. Eğer mükellef
kılarsan onlara yardımcı ol. ”[703]
bak. el-Hadd, 744. Bölüm; el-Ayb, 3018. bölüm
14748. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir mümini kınayan kimse mutlaka
en kötü şekilde ölür ve dolayısıyla da hayır ve saadeti
görmemesi uygundur.” [704]
Başka bir rivayette ise şöyle
buyurmuştur: “…Hayır ve iyiliğe geri
dönmeyi arzu eder.” [705]
14749. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah mümini kudret
ve celalinin azametinden yaratmıştır. O halde her kim onu
kötülerse veya sözünü reddedip kabullenmese, aziz ve celil olan Allah’ın
sözünü reddetmiş olur.”[706]
bak. Vesail’uş Şia, 8/611,
159. Bölüm
382. Konu
el-Ayş
Yaşamak
F
Kenz’ul Ummal, 15/232, Kitab’ul Meişet
ve’l-Adat
F
Kenz’ul Ummal, 3/49, el-İktisad
ve’r-Rıfk fi’l-Meişet
bak.
F
6. konu, el-Eh; 9. konu, el-İza; 17. konu
el-Ülfet; 26. konu, el-Uns; 38. konu, el-Bişr; 70. konu, el-Mucaleset; 89.
konu, el-Muhabbet; 149. konu, el-Hulk; 164. konu, el-Müdahene; 159. konu,
el-Müdarat; 192. konu, er-Rıfk; 291. konu, es-Sedik; 354. konu,
el-İşret; 393. konu, el-Gaflet
14750. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En tatlı hayat, zorlukların
yersiz sıkıntıların uzağa atıldığı
hayattır.”[707]
14751. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel huydan daha tatlı hayat
yoktur.”[708]
14752. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En tatlı hayata Allah’ın
kendisine nasip ettiğinden hoşnut olan kimse sahiptir.”[709]
14753. Mirac Hadisinde şöyle yer
almıştır: “Ey Ahmed! Hangi
hayatın daha tatlı ve hangi hayatın daha kalıcı
olduğunu biliyor musun?” Peygamber (s.a.a) şöyle arzetti: “Ey
Allah’ım! Hayır bilmiyorum.” Allah şöyle buyurdu: “Tatlı
hayat, sahibinin benim zikrimden usanmadığı, nimetimi
unutmadığı, hakkım hususunda cahil olmadığı
ve gece gündüz hoşnutluğumu elde etmek için çabaladığı
hayattır.”[710]
14754. Süleyman (a.s) hikmetli sözlerinin
birinde şöyle buyurmuştur: “Biz
hayatın yumuşaklığını ve sertliğini denedik
ve en tatlı hayatı en azında (en sadesinde) bulduk.”[711]
14755. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En güzel hayat kanaattir.”[712]
14756. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En güzel ve huzurlu hayata, Münezzeh
olan Allah’ın kendisine kanaat nasip ettiği ve kendisine salih bir
eş bağışladığı kimse sahiptir.”[713]
14757. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayatı talep ettim ama onu sadece
nefsani istekleri terk etmede buldum. O halde nefsani isteklerden el çekin ki
hayatınız güzel olsun.”[714]
14758. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’tan şehitlerin
makamını mutlularla yaşamayı ve peygamberlerle
birlikteliği dileriz.”[715]
14759. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayat açısından
insanların en güzeli insanların ihsan ve yardımı sayesinde
yaşadığı kimsedir.”[716]
14760. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En güzel hayata, insanların
kendisinin hayatında güzel yaşadığı kimse sahiptir.”[717]
14761. İmam Rıza (a.s) Ali bin.
Şuayb’a şöyle buyurmuştur: “Ey
Ali! En güzel hayata sahip olan kimdir?” Ben, (Ali b. Şuayb) şöyle
arzettim: “Ey Efendim! Sizler benden daha iyi biliyorsunuz!” İmam (a.s)
şöyle buyurdu: “Ey Ali! Başkasının, kendi hayatında
(kendisi vesilesiyle) güzel yaşadığı kimsedir.
Ey Ali! En kötü hayata sahip olan
kimdir?” Ben, (Ali b. Şuayb) şöyle arzettim: “Sizler daha iyi
biliyorsunuz.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Başkasını
kendi hayatına ortak kılmayan kimsedir.”[718]
14762. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey hayatı karartır:
Zalim yönetici, kötü komşu ve kötü dilli ve küstah kadın.”[719]
14763. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim şu üç şeye sahip
olursa hayat ona tatsız olur: Kin, haset ve kötü ahlak.”[720]
14764. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir çok şeyler hususunda
itinasız davranmaz ve göz yummazsa hayatı kararır.”[721]
14765. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aklı hafif olmak da hayatı
karartır ve zorlaştırır.”[722]
14766. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu beş şeyden birine
sahip olmayan kimsenin hayatı sürekli nakıs olur, aklı
başından gider ve fikri meşgul olur: Birincisi beden
sağlığı, ikincisi güven, üçüncüsü rızık
genişliğidir, dördüncüsü uyumlu bir arkadaştır –ravi
şöyle diyor: Ben şöyle arzettim: “Uyumlu arkadaştan maksat
kimdir?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “İyi kadın, iyi evlat ve
iyi arkadaş”- ve beşincisi ise bütün bunların toplamı olan
huzurdur.”[723]
bak. 324, 322. Bölümler; 1598. Hadis
14767. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayatın kıvamı güzel bir
programlama ve ölçüsü ise güzel idare etmektir.”[724]
14768. İmam Bakır (a.s) bir
duasında şöyle buyurmuştur: “Kalbimi
dünya ile meşgul kılma. Dünya hayatımı ahiret sevabıma
engel kılma.”[725]
14769. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hayat sadece iki kimse içindir:
Konuşan alim ve işiten öğrenci.”[726]
14770. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hayat üç şeydedir: Geniş ev,
güzel kadın ve beli ince atta.”[727]
14771. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayatın şekavet ve
mutsuzluklarından biri de evin dar olmasıdır.”[728]
14772. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayatın esenliği iyi
geçinmektedir.”[729]
14773. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayat güzel ahlak ile güzelleşir.”[730]
14774. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çabuk ölmek mutsuz yaşamdan daha
hayırlıdır.”[731]
14775. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayat bazen tatlı ve bazen ise
acıdır.”[732]
Gayn Harfi
ü el-Gebt
(İmrenmek)
ü el-Gebn
(Aldatmak)
ü el-Gedr
(Sözünde Durmamak)
ü el-Gurur
(Gurur-Kibir)
ü el-Gazve
(Gazve Savaş)
ü el-Gusl
(Gusül)
ü el-Gişş
(Aldatmak)
ü el-Gasb
(Gasb)
ü el-Gazab
(Gazap Öfke)
ü el-İstiğfar
(İstiğfar Mağfiret Dilemek)
ü el-Gaflet
(Gaflet)
ü el-Gill
(Zincire Vurulmak)
ü el-Guluvv
(Aşırılık)
ü el-İğtinam
(Ganimet Saymak)
ü el-Ğina
(Zenginlik)
ü el-Ğina
(Şarkı)
ü el-Geyb
(Gayp-Gelecek)
ü el-Giybet
(Gıybet-Arkadan Çekiştirme)
ü el-Geyret
(Gayret-Kıskançlık)
383. Konu
el-Gabt
İmrenmek
bak.
F
Ed-Dünya, 1261. bölüm
14776. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gerçek kandırılmış
kimse, kendisini kandıran kimsedir. Özenilip gıpta edilen insan,
dinini selamette tutandır.”[733]
14777. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz kaybetmiş kimse
ömrünü kaybeden ve gıpta edilecek iyi kimse ise ömrünü Rabbine itaatte
geçiren kimsedir.”[734]
14778. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıpta edilen iyi halli kimse, tek
derdi sadece nefsi olan kimsedir.”[735]
14779. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaybetmiş kimse, dinini kaybeden
kimsedir. Gıpta edilen kimse ise yakini güzel olan kimsedir.”[736]
14780. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaybeden kimse, dinini kaybeden
kimsedir. Gıpta edilen iyi halli kimse ise, dini salim ve yakini güzel
olan kimsedir.”[737]
14781. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz zahidler, dünyaya
itinasız olan kimseler, her ne kadar zahirde gülseler de kalpleri
ağlar, her ne kadar sevinç izharında bulunsalar da hüzünleri
şiddetlenir, her ne kadar rızıklandığı şeylerden
hoşnut olsalar da nefislerine karşı çok öfkelenirler.”[738]
14782. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sultanın arkadaşı aslana
binen kimse gibidir; başkaları ona gıpta ederken, o ne kadar
tehlikeli yerde olduğunu bilir.”[739]
14783. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir güne yönelen bir çok insan vardır
ki, o günün gecesine erişmemiştirler. Gecenin evvelinde nice
gıpta edilen vardır ki, gecenin sonunda ağlayanları
etrafına toplanmıştır.”[740]
14784. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonra dünya yokluk, zahmet,
değişiklik ve ibret yurdudur… Dünya değişiklik yeridir;
zira acılanılacak kimseye gıpta edersin, gıpta edilecek
kimseye de acırsın. Oysa dünyada nimetler çabucak kaybolur,
sıkıntılar birden bire bastırır.”[741]
14785. İmam Ali (a.s), ölüme gafil avlanan
kimsenin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Hayattayken istediklerinden
vazgeçer, başkalarının gıpta ve haset ettiği
şeylerinin kendisinin değil de onların sahip olmasını
arzu eder.”[742]
14786. İmam Ali (a.s), Muaviye’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “İyi
akıbeti olanların sevindiği; yularını
şeytanın eline vererek ona karşı direnmeksizin sürdüğü
yere giden kişinin de pişman olacağı günden sakın.”[743]
14787. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan en çok gıbta
edilen kimse, Allah’ın cezasından güvende ve mükafatına ümitvar
olduğu halde toprağın altında bulunan kimsedir.”[744]
14788. İmam Ali (a.s), kendisine,
“İnsanlardan en çok gıpta edilen kimse hakkında sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Cezadan güvende ve
mükafata ümitvar olduğu halde cesedi toprağın altında
bulunan kimsedir.”[745]
14789. Cabir b. Abdillah şöyle diyor: “Bir
gün Müminlerin Emiri’nin huzuruna vardım ve şöyle arzettim: “…Dünya
yurdu hakkında ne diyorsun?” İmam şöyle buyurdu:
“Başlangıcı hüzün, sonu ölüm olan yurt hakkında ne
diyeyim?” Cabir şöyle arzetti: “O halde insanlardan en çok gıpta
edilen kimse kimdir?” İmam şöyle buyurdu: “Cezadan güvende olan ve
mükafat ümit eden toprağın altındaki bedendir.”[746]
14790. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan en çok gıpta
edilen kimse, iyiliklere doğru hızla koşan kimsedir.”[747]
384. Konu
el-Ğabn
Aldatmak
bak.
F
139. konu, el-Hüsran; 383. konu, el-Gıbt;
en-Ticaret, 436. bölüm; el-Murakebet, 1541. bölüm
Kur’an:
“Toplanma
günü için, sizi bir araya getirdiği zaman, işte ogün kimin
aldandığının ortaya çıkacağı gündür; Allah'a
kim iman etmiş ve salih amel işlemişse, Allah onun kötülüklerini
örter, onun içinde temelli ve sonsuz kalacağı, içlerinden
ırmaklar akan cennetlere koyar; büyük kurtuluş işte budur.”[748]
14791. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aldatılan kimseyi, ne kimse över
ve ne de bir ecri vardır.”[749]
14792. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatılan kimseyi ne bir kimse
över ve ne de bir ecri vardır.”[750]
14793. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mümini Aldatmak haramdır.”[751]
14794. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Malın kıymeti hususunda
satıcıya güvenen kimseyi kandırmak haramdır.”[752]
14795. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana itimat eden kimseyi
kandırmak faizdir (haram açısından faiz yemek gibidir.)”[753]
14796. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birisine, “gel seninle iyi bir muamele
yapayım” diyen kimseden kar almak haramdır.”[754]
14797. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatılmış kimse, yüce
cenneti aşağılık günaha satan kimsedir.”[755]
14798. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dininden ve haysiyetinden hiçbir
şeyi hiçbir değere satma. Aldatılmış kimse Allah ile
muamelede kendini aldatan kimsedir.”[756]
14799. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatılmış kimse dünya
ile meşgul olan ve ahiret nasibini kaybeden kimsedir.”[757]
14800. Misbah’uş-Şeria’da yer
aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir şey vermekten çok
almayı severse, o kimse aldanmıştır. Zira böyle bir kimse,
gaflet sebebiyle dünyayı ahiretten daha üstün görür.”[758]
14801. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünya aldatılmış
kimsenin ticaretidir ve insan bu ticarette aldatılmıştır.”[759]
14802. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “…sevabına güvendiğin halde
iyi işte kusur (ihmalkarlık) yapmak zararlıdır…”[760]
bak. el-Gabt, 3029. Bölüm
Kur’an:
“Size,
amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?” De ki:
(onların) dünya hayatında, çalışmaları boşa
gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını
sanıyorlardı.” [761]
14803. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’ı gayrisine
satan kimseden daha aldatılmış kimse kimdir?”[762]
14804. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakini bırakıp şek ve
şaşkınlığa düşen kimseden daha mutsuz kimse
kimdir?”[763]
14805. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahiretini dünyaya değiştiren
kimseden daha hüsrana uğramış kimse kimdir?”[764]
14806. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendisini cennet nimetlerinden
başka bir şeye satarsa kendisine zulmetmiştir.”[765]
bak. el-Husran, 1021. Bölüm; et-Ticaret,
447. Bölüm; el-Cennet, 547. Bölüm
385. Konu
el-Ğadr
Ahdi Bozmak
F
Vesail’uş-Şia, 11/51. bölüm, Tahrim’ul
Gedr ve’l-Kital me’el-Gadir
F
Müstedrek’ül-Vesail, 11/47, 19. bölüm; Tahrim’ul
Gadr
F
Kenz’ul Ummal, 3/517, el-Gedr
bak.
F
25. konu, el-Eman; 373. konu, el-Ahd; 553. konu,
el-Vefa
14807. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahdi bozmak iki hıyanetten en
çirkinidir.”[766]
14808. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahdi bozmak
aşağılık insanların huyudur.”[767]
14809. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahdi bozmak kötülükleri kat kat
arttırır.”[768]
14810. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahdi bozmak günahı büyütür ve
insanın makamını lekeler.”[769]
14811. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahdi bozmaktan uzak durunuz. Zira
vefasızlık Kur’an’dan uzak düşmektir.”[770]
14812. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahdi bozmaktan sakın, zira Ahdi
bozmak en çirkin ihanettir ve Ahdi bozan kimse Allah indinde değersizdir.”[771]
14813. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En hızlı cezayı,
kendisiyle bir şey hakkında sözleşme yaptığın ve
sen sözünde durmaya niyetli olduğun halde sözünde durmama niyetini
taşıyan kimse görür.”[772]
14814. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar kendilerine
karşı vefasızlık göstermedikçe helak olmazlar.”[773]
14815. İmam Ali (a.s), Mısır’a
tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e yazdığı mektubunda
şöyle buyurmuştur: “O halde
zimmetine ihanet etme, ahdine vefasızlık etme,
düşmanını sözle kandırma… Ortadan kalkmasını
umduğun ve güzel sonucuna göz diktiğin işin
sıkıntısına sabretmen; akıbetinden korktuğun ihanetten,
daha hayırlıdır.”[774]
14816. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
ahdine hıyanet etmekten ve emanını (zimmetini) çiğnemekten
sakın. Zira Allah ahdini ve zimmetini rahmetiyle insanlar arasında
icra ettiği bir eman (güvenlik) karar kılmıştır. Bir
gün ortadan kalkacağına inandığın zorluğa
sabretmen, günahlarından, sonuçlarından ve kötü akıbetinden
korktuğun hıyanetten ve vefasızlıktan daha iyidir.”[775]
14817. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah’u Teala şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü üç kimseye düşman olurum: Benimle sözleştiği halde sonradan
ona hıyanette bulunan kimseye, özgür bir insanı satıp
parasını yiyen kimseye ve bir işçi kiralayıp onu tümüyle
çalıştırdığı halde ücretini tam olarak vermeyen
kimseye.”[776]
14818. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Ehl-i Harb kafirlerden olan iki bölgenin her birinin bir yöneticisi
vardır. Bu iki bölge halkı birbiriyle savaşır, daha sonra
aralarında barış anlaşması imzalarlar. Ama bu iki
yöneticiden birisi diğerine hıyanet eder, Müslümanların
yanına gelir ve kendileriyle birlikte diğer bölgeye karşı
savaşmak üzere Müslümanlarla anlaşma imzalar” diye arzedilince
şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar ahdini
bozmaya teşvik etmemeli ve ahdini bozan kimselerle beraber savaşa
kalkışmamalıdırlar. Ama müşrikleri nerede görürlerse
onlarla savaşmalıdırlar. Kafirlerin imzaladığı
anlaşma kendileri için caiz değildir.”[777]
14819. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözünde durmamak herkes için çirkindir
ama güçlü ve kudret sahibi kimse için daha çirkindir.”[778]
14820. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En çirkin hıyanet birinin
sırrını ifşa etmektir.”[779]
bak. 227. Konu, es-Sırr
14821. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Vefasız kimselere vefalı
olmak, Allah katında bir çeşit vefasızlık; vefasızlara
vefasızlık Allah katında bir tür vefadır.”[780]
bak. 131. Konu, el-Hıle; el-Harb,
765. Bölüm
14822. İmam Ali (a.s),
vefasızlıktan sakındırdığı bir hutbesinde
şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar!
Şüphesiz ki vefa doğrulukla beraberdir. Vefadan daha koruyucu bir
kalkan yoktur. (Kıyamette) dönüşün nasıl
olacağını (nasıl hesaba çekileceğini) bilen kimse asla
hıyanet etmez. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki hile düzenini
(vefasızlığı) zekilik sayıyorlar, cahiller onları
(vefasızları) zeki zannediyorlar. Onlara ne oldu? Allah onları
öldürsün! Zeki kimse her işin çaresini ve yollarını bilir-görür,
ama Allah’ın emri ve nehyi ona engel olur. Hileyi gördüğü ve hileye
gücü-kudreti yettiği halde (Allah korkusundan) terk eder. Ama dinde
çekinmesi, sakınması olmayanlar, asla fırsatı
kaçırmazlar ve hileye, düzene başvururlar.”[781]
14823. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a andolsun ki, Muaviye, benden
daha dahi değildir. O, hıyanet eder ve yalan söyler. Hıyanetin
kötülüğü olmasaydı, ben de insanların en dahisi olurdum. Her
hıyanet yalandır, her yalan da bir çeşit hakkı gizlemektir.
“Her hıyanet edenin kıyamet gününde kendisiyle tanınacağı
bir bayrağı vardır. Vallahi onların tuzakları beni
gafil avlamaz ve ben zorluklarda asla zayıflığa düşmem.”[782]
14824. İmam Ali (a.s), Kûfe’de, minberin
üzerinde şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Eğer vefasızlık ve ahdi bozmak çirkin olmasaydı,
şüphesiz ben insanların en zekisi olurdum. Biliniz ki her türlü
ahdini bozmak günahtır, her günah ise bir tür küfürdür. Biliniz ki ahdi
bozmak, günah ve hıyanet ateştedir.”[783]
bak. el-Mekr, 3698. Bölüm
14825. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü ahdini bozan herkesin
kendisiyle tanındığı bir bayrağı vardır.”[784]
14826. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet gününde Allah tüm
yaratıklarını bir araya toplayınca her ahdini bozan kimse
için bir bayrak yükseltilir ve şöyle denir: “Bu bayrak ahdini bozan, falan
oğlu falanındır.”[785]
14827. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki kıyamet günü ahdini
bozan herkes için bir bayrak kaldırılır.”[786]
14828. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü ahdini bozan herkesin
yapmış olduğu hıyanet miktarınca bir bayrağı
olur. Biliniz bir milletin idarecisinin ahdine
vefasızlığından daha büyük değildir.”[787]
386. Konu
el-Ğurur
Aldanmak
F
el-Müheccet’ül-Beyza, 6/290-357; Kitab’uz-Zem’ul
Gurur
F
el-Bihar, 72/306, 117. bölüm;
İstiksar’ut-Taet ve’l-Ucb bi’l-A’mal
F
el-Bihar, 72/323, 118. bölüm; Zeb’us-Sume
ve’l-İgtirar bi Medhi’n-Nas
bak.
F
393. konu, el-Gaflet
F
ed-Dünya, 1228. bölüm, 1230-1233. bölümler;
eş-Şeytan, 2015. bölüm; el-Emel, 115. bölüm
14829. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları!
Allah’tan düşüncesiyle gönlünü O’na veren, bedenini korku saran,
akıllı kişinin korktuğu gibi korkun… O, insanı hakka ulaştıran en iyi yolu kat etmiştir.
Aldatıcı şeyler onu aldatmamıştır.”[788]
14830. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öldürücü aldatışların
öldürmediği kimseye ne mutlu!”[789]
14831. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet ve aldanışın
mestliği, sarhoş edici maddelerin mestliğinden daha geç ortadan
kalkar.”[790]
14832. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice gafil aldanmış kimse,
kendisinin cehennem ateşine atılmasına neden olacak ilahi bir
gazapla çepe çevre kuşatıldığından habersiz olarak,
heves, gülme, yemek ve içmekle geçirir.”[791]
14833. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Arzunun
aldatıcılığı ameli bozar.”[792]
14834. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cahilin aldanışı
batılın kurnazlıkları sebebiyledir.”[793]
14835. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Servetin aldatışı,
insanın şımarmasına sebep olur.”[794]
14836. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana cehalet olarak aldanma
yeter.”[795]
14837. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En kötü ahmaklık
aldanmaktır.”[796]
14838. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatılmış bir
akıllı bulunamaz.”[797]
14839. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mühlete aldanmak ve amele dayanmak,
bütün kötülüklerin toplamıdır.”[798]
14840. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Düşmana itimat etmek,
aldanmanın toplamıdır.”[799]
14841. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim aldatma yalanına güvenir
ve yalanla sevinirse işlerin sonunu düşünmemiştir.”[800]
14842. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim mühlete aldanırsa, ölümün
hüznü boğazını tıkar.”[801]
14843. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim zamanın
barışına aldanırsa, sıkıntılar
boğazını sıkar. ”[802]
14844. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim (dünyanın) serabına
aldanırsa (saadetin) ipleri birbirinden çözülür.”[803]
14845. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim üç şeye itimat ederse
aldanmıştır: Olmayan ve olmayacak şeye inanan,
güvenmediği kimseye dayanan ve elde edemediği şeye ihtiras duyan
kimse.”[804]
14846. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
aldatılmış olması için nefsinin kendisine süslediği
her şeye güvenmesi yeter.”[805]
14847. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günah ektiler, gaflet ve aldanma ile
suladılar ve helak biçtiler.”[806]
14848. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizinle öğüt arasında, aldanma
perdesi vardır.”[807]
14849. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir şeye aşık
olursa gözünü kör kalbini hasta eder… Allah’tan sakındıran
vicdanı ve öğüt alacağı bir vaizi yoktur. Gaflet
içindekileri yükseliş ve dönüşleri olmadığı bir
yanılgıyla görür.”[808]
14850. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bütün gayretiyle dünyada yüce makamlara
erişen mağrur (dünyaya aldanmış) kimse, ahiretten en küçük
bir nasip elde eden kimse gibi değildir.”[809]
Aldanmanın Manası
Hakkında Gazali’nin Sözü:
Ebu Hamid Gazali şöyle diyor:
“İlmin ve fazileti ve cehaletin kınanması hususunda söylenen
şeyler, aldanışın kınanmasının da delilidir.
Zira aldanmak da cehalet türlerinden biridir. Çünkü cehalet insanın gerçek
alemde var olan şeylerin tam aksine bir inanç içinde olmasıdır.
Dolayısıyla aldanmak da cehaletin aynısıdır. Şu
farkla ki her cehalet aldanmak değildir. Aksine aldanmak iki şeyin
varlığını gerektirir: Birincisi insanın
aldandığı şey ve diğeri de kandırıcı
etkendir. O halde eğer, meçhul olan (bilinmeyen) şey nefsin heva ve
hevesleriyle uyumlu olan inandığımız bir şey olur.
Cehalet sebebi de doğru olmayan bir şüphe ve hayal olur ve biz de
gerçek alemde böyle olmadığı halde bunun delil olduğunu
sanırsak, bu işten kaynaklanan cehalet aldanmaktır. O halde
aldanmak, nefsin heva ve hevesine uygun şeylere itimat etmesi ve
insanın tabiatının şeytanın aldatış ve
vesvesesiyle ona eğilim göstermesidir. Bu anlam
ışığında doğru olmayan ve temelsiz bir şüphe
üzere, dünya veya ahirette bir hayır ve iyilikten nasipleneceğine
inanan kimse, aldanmış kimsedir.
İnsanların çoğu iyi
kimseler olduklarını sanırlar. Oysa bu düşüncelerinde hata
etmektedirler. Dolayısıyla da insanlar aldanmışlardır.
Elbette onların aldanma şekilleri farklıdır. Bu konudaki
dereceleri birbirinden ayrıdır. Bazısının
aldanması başkalarından daha açık ve daha
şiddetlidir.”[810]
Kur’an:
“Ey insan! Seni yaratıp sonra şekil veren,
düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden,
çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?” [811]
14851. İmam Ali (a.s), “Ey
insan! Seni kerim olan rabbine karşı aldatan (ve
küstahlaştıran) şey nedir?”
ayetini tilavet buyurduktan sonra şöyle buyurmuştur: “Soru sorulan (insan) en batıl delile ve
en temelsiz mazerete sahiptir. Onun
hoşnutluğu kendini tanımadığındandır. Ey
insan! Seni günahına karşı cesaretlendiren nedir? Seni Rabbine
karşı aldatan nedir? Kendi kendini mahvetmene sebep olan nedir?”[812]
14852. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ahmakların gece
sabahlamasından ve ibadetteki çabalarından habersiz olan zekilerin,
uyumalarına ve gündüz yemelerine ne mutlu! Yakin ve takva sahibi bir
insanın zerre kadar ibadeti, aldanmış kimselerin bir dünya
dolusu ibadetinden daha iyidir.”[813]
14853. Zebur’da şöyle yer
almıştır: “Ey ademoğlu!
Sizlere dil nimetini verdim. Endam ve organlar ihsan ettim. Sizleri mal ve
servet ile rızıklandırdım. Sizler ise bütün bedenlerinizi
ve organlarınızı günah ve isyan yolunda kullandınız.
Adeta benim hakkımda aldandınız ve cezamı alaya
aldınız.”[814]
14854. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Tebarek ve Teala
kulların ne yapacağını ve hangi kadere doğru gitmekte
olduğunu bilir. Bu yüzden kullar kötülük ve günah yapınca
onların yapacağını önceden bildiği için onlara
yumuşak davran. O halde sakın, bir şeyi kaybetmekten kokmayan
birinin yumuşaklığı seni aldatmasın.”[815]
14855. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın, sakın! Ey
aldatılmış kimse! Allah’a yemin olsun ki Allah günahları
adeta bağışlamış gibi örtmüştür.”[816]
14856. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günahlardan korunmanın
etkenlerinden biri de Allah hakkında aldanmamanızdır.”[817]
14857. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey İbn-i Mes’ud! Allah
hakkında aldanma, temizliğine, ilmine, ameline, iyiliğine ve
ibadetine aldanma.”[818]
14858. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulun Allah’a isyan hususunda
ısrar etmesi ve Allah’tan bağışlanma arzusu içinde
olması Allah hakkında aldanmasıdır.”[819]
14859. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah hakkında aldanmayın.
Zira eğer Allah bir şeyi kendi haline bırakmak isteseydi
şüphesiz karıncayı, hardal tanesini ve sivrisineği kendi
haline bırakırdı.”[820]
14860. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice insanlar vardır ki, kendisine
ihsan edilmekle yavaş yavaş azaba yakınlaşır;
günahlarının örtülmesiyle aldanır; övülmesiyle, fitneye
uğrar (akıl ve malını elden verir).”[821]
14861. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyaya aldanmaktan sakının.
Zira dünya insana hile ile verdiği her nimeti sürekli geri alır,
dünyaya gönül bağlayan ve güzel yer edinen kimseyi de göç ettirir.”[822]
14862. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyaya aldanmak
ahmaklıktır.”[823]
14863. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünya bir rüyadır. Dünyaya
aldanmak ise pişmanlığa sebep olur.”[824]
14864. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin dünyaya bağlanması en
büyük aldanmaktır.”[825]
14865. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dünyaya aldanırsa
arzularına aldanmış olur.”[826]
14866. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyanın yalancı ve temelsiz
isteklerle seni aldatmasından sakın. Zira nefsani istekler ortadan
kalkar ama elde ettiğin günah senin için baki kalır.”[827]
14867. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyaya aldanmışların
sahip oldukları şey seni aldatmasın. Zira onların sahip
olduğu şey geçici bir gölgedir.”[828]
bak. ed-Dunya, 1228. Bölüm
14868. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim cahil olursa nefsine
aldanır ve bugünü dünden daha kötü olur.”[829]
14869. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim nefsine aldanırsa nefsi
onu helak olmaya teslim eder.”[830]
14870. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İzzetin seni kandırdı ve
onun sonu senin için zillet oldu. O halde çirkin işlerinden kork ki belki
bu vesileyle hidayete erersin.”[831]
14871. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mutsuz kimse durumuna
(güçlülüğüne, ilmine, temizliğine vb. şeylere) aldanan,
arzularının aldatıcılığına kanan kimsedir.”[832]
14872. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim durumundan dolayı gurura
kapılırsa, kendi işleri için çözüm bulmak hususunda kusur
etmiştir.”[833]
bak. Et-Tevekkül, 4192. Bölüm; 333.
Konu, el-Ucb
Kur’an:
“Küfredenlerin
diyar diyar gezip (refah içinde) dolaşması sakın seni
aldatmasın. (Bunlar) az bir faydalanmadır, sonra onların
varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!.”[834]
14873. İmam Ali (a.s) Kumeyl bin Ziyad’a
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Uzun
namazlar kılan, sürekli oruç tutan, sadaka veren, ihsanda bulunan
kimselere sakın aldanma. Zira bunlar kıyametteki duraklarda hesaba
çekilmek için durdurulurlar.”[835]
14874. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onların yalvarıp
yakarmaları seni aldatmasın. Zira ki takva kalptedir.”[836]
14875. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fesat ve kötülük, zaman ve ehlini
kuşattığında, bir kimse biri hakkında hüsn-ü zanda
bulunursa, şüphesiz kendini aldatmıştır.”[837]
14876. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Camilerin çokluğuna ve bedenleri
yan yana olduğu halde kalpleri birbirinden ayrı olan insan cemaatine
aldanma.”[838]
14877. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın seni insanlar kendinden
gafil kılmasın. Zira bu gafletin ziyanı sana ulaşır,
onlara değil.”[839]
14878. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun, bu gayet ciddidir,
şaka değildir, haktır, yalan değildir. ölüm meleği
herkese sesini duyurdu, yolcuları süratle çağırdı. Bunun için
sakın insanların çokluğu seni aldatmasın.”[840]
14879. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların günah
işlemesi seni günahından gafil kılıp aldatmasın.
İnsanların nimetleri seni Allah’ın sana verdiği nimetlerden
gafil kılıp aldatmasın. İnsanları bizzat ümit
bağladığın aziz ve celil olan Allah’ın rahmetinden
ümitsiz kılma.”[841]
bak. el-Bid’at, 331. Bölüm;
es-Sıdk, 2192. Bölüm; el-Huşu’, 1025. Bölüm
14880. İmam Sadık (a.s)
Misbah’uş Şeria’da yer aldığına göre şöyle buyurmuştur:
“(Dünyaya) aldanmış insan dünyada
miskin, ahirette de
aldanmıştır. Zira böyle bir kimse en değerli şeyi en
değersiz şeye satmıştır. Kendinden hoşnut olma ve
gururlanma. Zira bazen servet ve sağlığına
aldanıyorsun ve sürekli hayatta kalacağını hayal ediyorsun.
Bazen uzun ömrüne, çocuklarına ve dostlarına aldanıyorsun ve
onların senin kurtuluşuna sebep olacağını hayal
ediyorsun. Bazen de durumuna, arzularına, ümit ve isteklerine
ulaşmaya aldanıyorsun ve hedefi vurduğunu ve doğru yolda
yürüdüğünü sanıyorsun. Bazen de insanlara ibadetler hususunda kusur
ettiğinden pişman olduğunu göstermeye aldanıyorsun. Oysa
Allah-u Teala kalbinden onun tam tersinin geçtiğini biliyor. Bazen de
kendini ibadetlerde zahmete atıyorsun, oysa Allah ihlası talep
etmektedir. Bazen de ilim ve nesebinle övünüyorsun, halbuki Allah’ın
gaybında gizli olan şeylerden habersizsin. Bazen zahiren Allah’ı
çağırıyorsun ama gerçekte başkasını
çağırıyorsun. Bazen kendi zannınca insanların
hayrını diliyor, nasihat ediyorsun ama gerçekte dikkatlerini çekmeyi
ve onları kendine doğru yönlendirmeyi hedefliyorsun. Bazen nefsini
kınıyorsun oysa gerçekte nefsini övmenin peşinde
koşturuyorsun.
Bil ki gerçek bir şekilde Allah-u
Teala’nın dergahına tövbe etmedikçe, karşısında
yalvarıp yakarmadıkça ve sende olup akıl ve ilimle
uyuşmayan, din, şeriat, peygamberin ve hidayet imamlarının
ölçü ve metotlarının tahammül etmediği ayıpları
tanımadıkça arzu ve aldanışın karanlıklarından
asla dışarı çıkamazsın. Eğer bulunduğun
duruma sevinir ve kani olursan kıyamet günü mutsuzluk ömrü zayi etmek,
hasret ve gam yemek hususunda senden daha kötü bir kimse bulunmaz.”[842]
bak. el-Meheccet’ul Beyza 6/348-357
387. Konu
el-Gazve
Gazve-Peygamber’in Savaşları
F
el-Bihar, 19/133-367, c. 20, c. 21;
Gazevat’un-Nebi
F
Kenz’ul Ummal, 10/375*631, Kitab’ul Gazevat
bak.
F
80. konu, el-Cihad (1); 100. konu, el-Harb
Kur’an:
“And olsun ki, siz düşkün bir durumda
iken, Bedir'de, Allah size yardım etmişti; Allah'tan
sakının ki şükredebilesiniz. Hani iman edenlere: “Rabbinizin
size indirilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?”
diyordun.”[843]
Al-i İmran Suresi, 12, 13. ayetler;
Nisa Suresi, 77, 78. ayetler; Enfal Suresi, 1, 19, 36, 38-41, 67, 71. Ayetler;
Hac Suresi, 19. ayet
14881. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın “Siz zillet içindeydiniz” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar
Allah Resulünün (s.a.a) kendi aralarında olması hasebiyle zillet
içinde değillerdi. Dolayısıyla maksat şudur: “Allah sizlere
Bedir’de zayıf olduğunuz halde yardım etti.”[844]
14882. İbn-i Abbas (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Bedir’de
öldürülenlerin yanında durdu ve şöyle buyurdu: “Allah az bir grupla
sizleri cezalandırdı. Sizler doğru söylediğim halde beni
yalancı saydınız, emin olan beni hain kabul ettiniz.” Daha sonra
Peygamber Ebu Cehil bin Hişam’a (Cenazesine) baktı ve şöyle
buyurdu: Bu adam Allah karşısında Firavundan daha isyankar idi.
Zira Firavun ölüme yakalandığına yakin ettiği zaman
Allah’ın birliğine iman etti. Ama bu adam gittikçe yok olduğuna
yakin ettiği halde yine de Lât ve Uzza’yı çağırdı.
(Onlara yalvarıp yakardı.) ”[845]
14883. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebu Cehil!, Ey Utbe!, Ey Şeybe!
Ey Ümeyye! Rabbinizin vaat ettiği şeyleri doğru buldunuz mu? Ben
Rabbimin vaat ettiği şeyleri doğru buldum.” Ömer şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Bu cansız bedenlerle mi
konuşuyorsun?” Peygamber şöyle buyurdu: “Canım elinde olan
Allah’a andolsun benim sözümü onlardan
daha çok işiten değilsiniz. Onlar sadece cevap veremezler.”[846]
14884. Enes şöyle diyor: “Ömer,
Bedir ehli hakkında konuştu ve şöyle dedi: “Allah Resulü (s.a.a)
savaş başlamadan bir gün önce müşriklerin ölüp düşecekleri
yerleri bize gösterdi ve şöyle buyurdu: “Yarın Allah’ın izniyle
falan kimse burada yere düşecek, falan kimse de orada.” Savaş
başladı, o şahıslar Peygamberin (s.a.a) buyurduğu
yerde toprağa düşüp can veriyorlardı. Ben Allah’ın Resulüne
(s.a.a) şöyle arzettim: “Seni hak üzere gönderene yemin olsun ki o
kimseler buyurduğun yerde toprağa düşüp can verdiler. Peygamber
cenazelerinin bir yere atılmasını emretti. Daha sonra oraya
doğru giderek şöyle buyurdu: Ey falan! Ey falan! Allah’ın size
vadettiği şeyi doğru buldunuz mu?” şüphesiz ki ben
Allah’ın bana vadettiği şeyleri doğru buldum. “Ben (Enes)
şöyle arzettim: Ey Allah’ın Resulü! Leş haline dönüşen
kimselerle mi konuşuyorsun?” peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
Şüphesiz ki sizler benim sözümü işitiyor, onlar da işitiyor.
Sadece onların bana cevap vermeye güçleri yetmez.”[847]
14885. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedir savaşında Allah
Resulünün (s.a.a) ashabının yüzü pamuk gibi beyazdı.”[848]
14886. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedir savaşında biz Allah
Resulüne (s.a.a) sığınıyorduk, o da hepimizden düşmana
en yakın olanıydı. O gün herkesten daha çok cesur idi.”[849]
14887. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Bedir
savaşında Allah Resulünün (s.a.a) bayrağı Ali b. Ebi
Talib’in elindeydi. Ensarın bayrağı da Sa’d bin Ubade’nin
elindeydi.”[850]
14888. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedir savaşı gecesinde Allah
Resulü (s.a.a) namaz kılıyor ve şöyle buyuruyordu: “Ey
Allah’ım! Eğer bu grubu (Müslümanları) yok edersen artık
sana kulluk edilmez.” O akşam üzerlerine yağmur yağdı.”[851]
14889. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedir günü alaca renkli atının
üzerine binen Miktat dışında hiçbir süvarimiz yoktu.”[852]
14890. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedir savaşına
katıldığımız zaman Miktat dışında
aramızda bir süvari yoktu. Bedir savaşı gecesinde bir
ağacın altında duran ve sabaha kadar durup dua eden Allah Resulü
(s.a.a) dışında herkes uyudu.”[853]
14891. Mecme’ul Beyan’da “Rabbinizden
yardım dilediğiniz zaman” ayeti
hakkında şöyle yer almıştır: “Peygamber
(s.a.a) müşriklerin çokluğunu ve Müslümanların
sayısının azlığını görünce kıbleye
yöneldi ve şöyle buyurdu: Ey Allah’ım! Bana vaat ettiğin
şeyleri hayata geçir. Ey Allah’ım! Bu gurubu (Müslümanları)
ortadan kaldırırsan artık yeryüzünde sana ibadet edilmez.”
Peygamber ellerini göğe doğru uzattığı bir halde
sürekli olarak bu cümleyi tekrarlıyordu. Öyle ki omuzlarındaki
ridası (uzun elbisesi) yere düştü. Daha sonra Allah-u Teala şu
ayeti nazil buyurdu: “Rabbinizden yardım dilediğiniz zaman.”[854]
14892. Ömer b. Hattab (a.s) şöyle diyor: “Bedir
günü Allah Resulü (s.a.a) sayıları üç yüz küsürü bulan ashabına
baktı ve sayıları binden fazla olan müşriklere baktı.
Daha sonra üzerinde ridası (uzun bir örtüsü) olduğu halde
kıbleye doğru durdu. ellerini kıbleye doğru uzattı ve
şöyle buyurdu: Ey Allah’ım! Bana vaat ettiğin şeyleri
hayata geçir. Ey Allah’ım! Eğer bu gurubu İslam’dan koparacak
olursan artık yeryüzünde sana biat edilmez.” Bu esnada Allah-u Teala
şu ayeti nazil buyurdu “Rabbinizden yardım dilediğiniz zaman”[855]
bak. el-Ucb, 2516. Bölüm; el-Bihar,
19/202, 10. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 10/375. Bölüm
Kur’an:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rableri katında diridirler, rızıklanırlar.”[856]
bak. el-Bihar, 2/147, 13. Bölüm; Kenz’ul Ummal,
10/382. Bölüm
Kur’an:
“Hani sen İman edenleri savaş
için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden ailenden
ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir.” [857]
Al-i İmran Suresi, 139, 146, 149,
160, 176. Ayetler; Nisa Suresi, 88, 140. ayetler; Enfal Suresi, 36. ayet
14893. İbn-i Mes’ud şöyle diyor: “Uhud
savaşında kadınlar Müslümanlar cephesinin arkasında duruyor
ve yaralıları tedavi ediyorlardı. Ebu Süfyan geldi ve “A’la
Hubel” (En büyük Hubel’dir) sloganını attı. Allah Resulü (s.a.a)
de Müslümanlara şöyle buyurdu: “Sizde şöyle deyiniz: “Allah-u A’la ve
ecell” (Allah en yüce ve en üstündür. ) Böylece Müslümanlar da “Allah-u A’la ve
ecel” sloganını attılar. Ebu Süfyan bu defa şöyle slogan
attı: “Lena el-Uzza ve la Uzza lekum” (bizim Uzza’mız vardır
sizin Uzza’nız yoktur) Allah Resulü (s.a.a) de Müslümanlara şöyle
buyurdu: “Sizde şöyle deyiniz: “Allahumme Mevlana velkafirun la Mevla
lehum” [858]
(Allah bizim mevlamızdır ve kafirlerin mevlası yoktur. )”[859]
14894. Enes şöyle diyor: “Uhud
savaşında Peygamberin (s.a.a) dişi kırıldı ve
başı yarıldı ve başının ortasından kan
akar bir halde şöyle buyuruyordu: “Kendilerini Allah’a davet eden
Peygamberlerinin başının yaran ve ön dişlerini kıran
bir topluluk nasıl kurtuluşa erecek?” bunun üzerine aziz ve celil
olan Allah da şu ayeti nazil buyurdu: “Bu işlerde senin bir
sorumluluğun yoktur.”[860]
14895. Şüphesiz Peygamber (s.a.a) Uhud
savaşından dönünce Medine’ye girince Ve Cebrail kendisine nazil oldu
ve şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Allah
bu kavmi (müşrikleri) takip etmeni ve seninle birlikte yaralı
kimseler dışında hiç kimsenin gelmemesini emretmektedir.” Bunun
üzerine Allah Resulü (s.a.a) bir münadiye şöyle nida etmesini emretti: “Ey
Muhacirler ve Ensar topluluğu! Her kimin bir yarası varsa
dışarı çıksın, her kim de yaralı değilse
kalsın.” Onlar yaralarına merhem sürmeye ve tedavi etmeye koyuldular.
Bu yüzden Allah Peygamberine (s.a.a) şu ayeti nazil buyurdu: “Düşman milleti kovalamakta gevşeklik
göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da
sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar; oysa siz Allah’tan onların
beklemedikleri şeyleri bekliyorsunuz.” daha sonra aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurdu: “Eğer
siz bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da
benzeri bir yara almıştı.” bu yüzden Müslümanlar bedenlerindeki acı
ve yaralara rağmen (müşrikleri takip etmek için) şehirden
dışarı çıktılar”[861]
14896. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Kavmimi
bağışla zira onlar cahil bir topluluktur.”[862]
14897. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulunun (s.a.a) öldürdüğü
kimseye Allah’ın gazabı şiddetlidir. Ve hakeza Allah’tan
başka padişah olmadığı halde Kendisini
“Padişahların padişahı” olarak adlandıran kimseye de
Allah’ın gazabı şiddetlidir.”[863]
14898. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulünün (s.a.a) yüzünü
yaralayan topluluğa karşı Allah’ın azabı
şiddetlidir.”[864]
14899. Ebu Said şöyle diyor: “Uhud
savaşında Allah Resulünün (s. a. ) yüzü yaralandı, ön
dişleri kırıldı. O gün Allah resulü durdu ve ellerini
göğe kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Allah; “Uzeyr
Allah’ın oğludur” diyen Yahudilere şiddetle gazaplandı.”
Ve, “Mesih Allah’ın oğludur” diyen Hıristiyanlara da
Allah’ın gazabı şiddetlendi. Benim kanımı döken ve
Ehl-i Beyt’ime eziyet etmekle bana eziyet eden topluluğu da Allah’ın
gazabı şiddetli olacaktır.”[865]
14900. Ebu Amid Saidi şöyle diyor:
Peygamber (s.a.a) Medine’den Uhud’a doğru yola çıkınca
“Seniyyet’ul Veda” denilen yerden geçerken baştan sona
silahlanmış bir bölükle karşılaştı, “Bunlar
kimdir?” diye sordu. Kendisine, “bunlar Ben-i Kaynuka Yahudileri ve
müttefikleriyle birlikte gelen Abdullah bin Ubeyh’tir” diye arzettiklerinde ise
şöyle buyurdu: “Onlar Müslüman oldular mı?” kendisine,
“hayır ey Allah’ın Resulü (s.a.a)” diye arzettiklerinde de Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “O halde onlara, “Geri dönün” deyin. Zira biz
müşrikler karşısında müşriklerden yardım
almayız.” “”[866]
14901. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar Allah Resulünün
etrafından dağılınca ben ölülerin arasına baktım
ama Allah Resulünü (s.a.a) görmedim. Kendi kendime şöyle dedim: “Allah’a
yemin olsun ki o kaçacak birisi değildir. Onu ölüler arasında da
göremiyorum. Öyle zannediyorum ki Allah bizim bu
davranışımızdan dolayı gazaplarmış ve
Peygamberini gökyüzüne kaldırmıştır. Dolayısıyla
benim varlığım artık faydasızdır ve öldürülünceye
kadar savaşmam gerekir.” Bunun üzerine kılıcımı
çekerek düşmana saldırdım. Onlar benim karşımdan
uzaklaştılar; aniden Allah Resulunun (s.a.a) onların
arasında olduğunu gördüm.”[867]
bak. el-Bihar, 20/14, 12. Bölüm; Kenz’ul
Ummal, 10/378, 424. Bölüm
Kur’an:
“Kitab ehlinden kafir olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Oysa Ey iman edenler! Çıkacaklarını sanmamış tınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalplerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve İman edenlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! ders alın.”[868]
Haşr, Suresi, 11-12. ayetler; el-Bihar, 20/157,
14. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 1/384. Bölüm
Kur’an:
“Sen içlerinde olup da
namazlarını kıldırdığın zaman, bir
kısmı seninle berâber namaza dursun ve silahlarını da
yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza
geçsinler.” [869]
14902. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zat’ur Rika savaşında Allah
Resulü (s.a.a) bir nehir kenarındaki bir ağacın altına indi
ve bu esnada sel geldi ve peygamber ile ashabının arasını
ayırdı. Müşriklerden biri peygamberi (s.a.a) o halde
Müslümanları da nehrin öbür tarafında durup selin kesilmelerini
beklediklerini gördü. O müşrik kimse kendi arkadaşlarına
şöyle dedi: “Ben Muhammedi öldüreceğim” ardından Allah Reulunun
yanına geldi, peygambere kılıç çekti ve şöyle dedi: “Ey
Muhammed! Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” peygamber şöyle
buyurdu: “Benim ve senin Rabbin” bu esnada Cebrail o şahsı atından
yere yuvarladı ve o şahıs sırt üstü yere düştü.
Peygamber (s.a.a) ayağa kalktı ve kılıcını çekti
ve göğsüne oturdu ve şöyle buyurdu: “Ey Gavrez! Seni benim elimden
kim kurtaracak?” o şöyle arzetti: “Senin bağışlaman ve
keremin ey Muhammed!” böylece Peygamber o şahıstan el çekti o da:
“Allah’a yemin olsun ki sen benden daha yücesin” dediği bir halde
ayağa kalktı.”[870]
bak. el-Bihar, 20/174, 15. Bölüm
Kur’an:
“Allah yolunda
savaş; sen ancak kendinden sorumlusun, İman edenleri teşvik et; umulur
ki Allah, küfredenlerin baskınını önler. Allah'ın
kahrı da, ibret alınacak cezası da pek şiddetlidir.” [871]
Al-i İmran Suresi, 28. ayet; Enfal Suresi, 56, 58.
ayetler; Ahzab Suresi 9, 27. Ayetler
“Sizden önce
gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete
gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla berâber müminler:
“Allah’ın yardımı ne zaman?” Diyecek kadar darlığa ve
zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı;
iyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.”[872]
Bak.
Al-iİmran Suresi, 28.ayet; Enfal Suresi, 56-58. ayetler; Ahzab Suresi,
9,27. ayetler
14903. İmam Bakır (a.s) Allah-u
Teala’nın, “yığın
yığın mal tüketmiştir” diyorlar.
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat
Amr bin Abdivedd’dir. Ali bin Ebi Talib (a.s) Hendek günü ona Müslüman
olmasını teklif edince o şöyle dedi: “O halde sizinle savaş
uğrunda harcadığım onca mala ne olacak?” Amr bin Abdivedd
Allah yoluna engel olmak için bir çok mal harcamıştı bunun
üzerine Ali (a.s) onu öldürdü.”[873]
14904. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Hendek
kazdığı zaman Müslümanlar bir engelle
karşılaştılar. Allah Resulü, Müminlerin elinden veya
Salman’ın elinden kazmayı alarak o engele vurdu ve o engel (taş)
üçe bölündü. Bu esnada Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah bu
darbeyle bana Kisra ve Kayser’in hazinelerinin kapısını
açtı.” Orada bulunanlardan biri arkadaşına şöyle dedi:
“Bizden hiç kimse def-i hacet için dahi dışarı
çıkamadığı bu durumda peygamber bizlere Kisra ve Kayser’in
hazinelerini vaat etmektedir.”[874]
14905. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bera’ bin Azib şöyle diyor: Allah
Resulü (s.a.a) bizlere hendek kazmamızı emredince hendeğin bir
bölümü baltanın bile kıramadığı çok sert ve büyük bir
kayaya rastladık. Bunu Allah Resulüne (s. . a) ilettik. Peygamber geldi ve
taşı görünce elbisesini çıkarıp eline kazmayı
aldı ve Allah’ın adıyla” diye buyurdu. Ardından bir darbe
indirdi ve kayanın üçte bir kırılınca peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Allah-u Ekber Şam’ın anahtarları bana
verildi. Allah’a yemin oldun ki şimdi Şam’ın
kırmızı saraylarını görüyorum.” Ardından ikinci
darbeyi vurdu ve kaytanın diğer üçte bir parçası
kırıldı ve şöyle buyurdu: “Allah-u Ekber İran’ın
anahtarları bana verildi. Allah’a yemin olsun ki Medayin’in beyaz
saraylarını görüyorum” ardında üçüncü bir darbeyi indirdi ve,
“Allah’ın adıyla” diye buyurdu. Bu esnada da taşın
diğer kalan bölümü kırıldı. Ve peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Allah-u Ekber, Yemen’in anahtarları bana verildi Allah’a yemin
olsun ki buradan San’a'nın kapılarını görüyorum. ”[875]
14906. Ubeyd bin Abbas bin. Sehl, o
babasından o da dedesinden şöyle nakletmektedir: “Hendek
günü Allah Resulü (s. . a) ile birlikteydik. O eline baltayı alarak bir
darbe indirdi ve u darbe taşa çarptı ve ses çıkardı.
Peygamber (s.a.a) güldü ve kendisine, “Neden gülüyorsun Ey Allah’ın
Resulü!?” diye sorduklarında ise şöyle buyurdu: “Ben zincirler içinde[876]
doğudan getirilip zorla cennete doğru sürüklenen topluluğa
gülüyorum.”[877]
bak. el-Cihad, 583. Bölüm
14907. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bera’ şöyle diyor: Ahzab
savaşında Allah Resulü bizimle birlikte toprak çekiyordu.
Karnının beyazlığı toz torak içinde
kaldığı bir halde şöyle buyuruyordu: “Allah’a yemin olsun
ki eğer sen olmasaydın biz hidayete ermezdik, zekat vermezdik ve
namaz kılmazdık.
O halde bizlere huzur ve esenlik indir.
Şüphesiz onlar (müşrikler)
bizlerde saptılar.” Bera şöyle diyor: Peygamber bazen de şöyle
buyuruyordu: “Şüphesiz bu grup bizden saptılar
Fitne ve sapıklığı
istediklerinde ise biz imtina ettik”
Peygamber (s.a.a) bu sloganları yüksek
sesle getiriyordu.”[878]
14908. Yezid bin Esemm şöyle diyor: “Allah-u
Teala Ahzab savaşında düşmanları yenilgiye
uğratınca Peygamber (s.a.a) evine geri döndü, elini yüzünü
yıkamaya başladı. Cebrail kendisine nazil olarak şöyle
buyurdu: “Allah seni bağışlasın. Gökteki melekler henüz
silahını yere bırakmadan sen silahını yere mi
bıraktın? Ben-i Kureyza kalesinin yanında bizim
yanımıza gel.” Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) (Müslümanlara
seslendi ve kalenin yanında onlara katıldı.”[879]
bak. el-Bihar, 20/186, 17. Bölüm;
Kenz’ul Ummal, 1/383, 442, 457. Bölümler
Kur’an:
“İkiyüzlüler sana gelince: “Senin şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şahadet ederiz” derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu, bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir.”[880]
bak. el-Bihar, 2/281, 18. Bölüm; Kenz’ul Ummal,
10/567. Bölüm
Kur’an:
“Allah’ın mescitlerinde O’nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara(mescitlere) ancak korkarak girmeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, ahirette büyük azap da onlaradır.” [881]
bak.
Bakara Suresi 190, 196. ayetler; Maide Suresi, 94. ayet; Enfal Suresi, 34.
ayet; Hac Suresi, 25. ayet; Fetih Suresi, 10, 27. ayetler; Mümtehine Suresi,
10, 11. ayetler
14909. İyaz bin Seleme babasından
şöyle nakletmektedir: “Hudeybiye
savaşında Allah Resulü (s. a. ) ile birlikte dışarı
çıktık. Peygamber yüz deve kurban kesti. Bizim sayımız ise
binyediyüz kişiydi. Yanlarında savaş aletleri ile piyade ve
süvari olarak gelmişlerdi. Peygamberin (s.a.a) kurbanlık develeri
arasında Ebu Cehil’in devesi de vardı. Peygamber Hudeybiye de
konakladı. Kureyş de bulundukları yerde kurban kesme
şartıyla kendisiyle barış imzaladı.”[882]
14910. Hakeza (İlyas bin Seleme)
babasından şöyle nakletmektedir: “Kureyş,
Suheyl bin Amr ve Huveytib bin Abdil Uzza ve Mekriz bin Hass’ı Hudeybiye
anlaşmasını imzalaması için Peygambere (s. a. ) gönderdi.
Allah Resulünün (s.a.a) gözleri onlara ilişip Süheyli de onların
arasında görünce şöyle buyurdu: “Bu topluluk sizin işinizi
kolaylaştırdı. Akrabalarınızı sizin
yanınıza gönderdi ve barış istemektedirler. O halde
kurbanları onlara taraf hareket ettirin ve “lebbeyk” deyiniz. ç belki bu
iş onların kalbini yumuşatır.” Karargahın her
tarafından lebbeyk sesleri yükseldi. O üç kişi geldiler ve
barış talebinde bulundular.
Halkın birbiriyle
barıştığı Müslümanlar arasında bir grup
müşrik esirler ve müşrikler arasında da bir grup Müslüman (esir)
bulunduğu bir halde Ebu Süfyan aniden saldırıya geçti ve bu
yüzden vadide silahlı insanlar sel gibi aktı.”
Seleme daha şöyle diyor: “Ben,
müşriklerden silahlı altı kişiyi hiçbir şey
yapamayacakları bir halde sürükleyerek Peygamberin yanına getirdim.
Ama Peygamber ne onlardan bir şey aldı ve ne de onları öldürdü.
Aksine onları bağışladı. Biz müşriklere
saldırdık ve müşriklerin elindeki tüm esirlerimizi serbest
bıraktık. Ama onların esirleri bizim elimizde öylece kaldı.
Sonra Kureyş Suheyl bin Amr ve Huveydip bin Abdil Uzza’nın
yanına geldi ve onları barış anlaşması
imzalamasıyla görevlendirdi. Peygamber (s. a. ) Ali ve Talha’yı
gönderi. Ali (a.s) barış anlaşmasına şöyle yazı:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla bu, Allah Resulünün (s. a. )
Kureyş ile imzaladığı barış
anlaşmasıdır. Onlar, şu esaslar üzere birbirlerine
karşı barış imzalamaktadır: Birbirilerine hıyanet
etmeyecek, birbirlerinden bir şey çalmayacak, Muhammed’in ashabından
biri Hac, Umre veya ticaret için Mekke’ye girecek olursa canı ve malı
güvende olacak, Kureyş'ten de her kim Mısır’da ve Şam’da
ticaret için Medine’den geçecek olursa canı ve malı güvende
olacaktır. Kureyş’ten her kim Muhammed’e sığınırsa
geri döndürülecek, Muhammed’den her hangi biri Kureyş’e
sığınırsa geri döndürülmeyecektir.” Anlaşmanın bu
maddesi Müslümanlara . ok ağır geldi. Amma Allah Resulü şöyle
buyurdu: “Bizden her kim Kureyş’e sığınırsa Allah onu
(kendi rahmetinden) uzaklaştırır. Her kim de Kureyş’ten
bize sığınırsa onu geri çevireceğiz. Eğer Allah
onun kalben Müslüman olduğunu bilirse kendisine kurtuluş nasip
edecektir.” Barış anlaşmasının diğer
maddelerinden biri de şu idi ki Peygamber gelecek yıl aynı ayda
Umre’de bulunacak , yolculuk esnasında yanına aldığı
şeyler dışında beraberinde hiçbir savaş aleti ve
askeri süvariler getirmeyecek, sadece üç gün Mekke’de ikamet edecektir. Bu
yılın kurbanları da şuanda bulundukları yerde
kesilecek orayı kurban kesme yeri kılacaklardır ve Mekke’ye
girmeyeceklerdir. Allah Resulü (s. . a) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Biz
kurbanlarımızı sürüyoruz ama siz ise onlara engel oluyorsunuz.”[883]
14911. Abdullah bin Ebi Evfaş şöyle
diyor: “Rıdvan biatının
yapıldığı günde sayımız bindörtyüz veya binüçyüz
kişi civarındaydı. Elsem kabilesi o gün muhacirlerin sekizde
biriydi.”[884]
14912. Enes şöyle diyor: “Kureyş
peygamber (s.a.a) ile anlaşma imzaladı, onlardan biri de Suheyl bin
Amr idi. Peygamber (s. . a. a) Ali’ye (a.s) şöyle buyurdu: “Rahman ve
Rahim olan Allah’ın adıyla diye yaz.” Süheyl şöyle dedi: “Biz
rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla cümlesinin (Tevhit) kelimesinin
ne anlama geldiğini bilmiyoruz. O halde bizim bildiğimiz bir şey
yaz. Örneğin şöyle yaz: “Ey Allah’ım senin adınla.”
Peygamber şöyle buyurdu: “Şöyle yaz: “Allah’ın Peygamberi
Muhammed'den…” Kureyş’in temsilcileri şöyle dediler: “Eğer biz
senin Allah’ın peygamberi olduğuna inanmış olsaydık
sana uyardık o halde onun yerine kendi adını ve babanın
adını yaz.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Şöyle yaz:
“Muhammed bin Abdillah’tan…” onların Peygambere (s.a.a) koştuğu
şartlardan biri de şuydu ki eğer Müslümanlardan biri kafirlerin
yanına gidecek olursa onu geri çevirmeyecekler eğer onlardan biri
peygambere sığınacak olursa onu geri çevirecekti. Peygamberin
ashabından biri şöyle buyurdu: Ey Allah’ın Resulü! Bu
şartı da yazalım mı?” Peygamber şöyle buyurdu:
"Evet zira eğer bizden birisi onlara sığınacak olursa
Allah onu kendi rahmetinden uzaklaştırır. Ama eğer onlardan
biri bize sığınacak olursa çok yakında Allah kendisi için
kurtuluş ve çıkış yolu nasip edecek.”[885]
bak. el-Bihar, 20/317, 20. Bölüm;
Kenz’ul Ummal, 10/ 384. Bölüm
Kur’an:
“Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya giderken: “Bırakın, biz de sizinle gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Bize uymayacaksınız; Allah sizin için önceden böyle buyurmuştur.” Size: “Hayır, bizi çekemiyorsunuz” diyecekler. Aksine, kendileri ancak pek az söz anlayan kimselerdir.”[886]
14913. Bureyde şöyle diyor: “Hayber
savaşı gününde Ebubekir sancağı eline aldı ama fethetme
hususunda başarı gösteremeyip geri döndü. Ertesi gün ise Ömer
sancağı eline aldı o da başarılı olamadı ve
İbn-i Müslim’e öldürüldüğü insanlar (Müslümanlar) geri döndüler.
Allah resulü şöyle buyurdu: “Bu bayrağı Allah resulünü seven ve
Allah ve resulünün de kendisini sevdiği birine vereceğim. O fethedip
zafer elde etmedikçe asla geri dönmez.” Biz o geceyi yarın galibiyet elde
edeceğimiz sevinciyle sabahladık. Allah Resulü (s.a.a) sabah
namazını kıldı. Ardından sancağı istedi
yerinden kalktı, bizden Resulullah nezdinde yakınlık ve
makamı olan herkes o şahsın kendisi olmasını ümit
ediyordu. Hatta ben Peygamber yanındaki yakınlığım ve
makamım sebebiyle boynumu uzattım ve kafamı yukarı tuttum
ama Resulullah (s. . a. a) Ali bin Ebi Talib’i (a.s) ç. ağırdı.
ama Ali bin Ebi Talib (a.s) göz hastalığına
yakalanmıştı. Peygamber (s.a.a) elini gözüne sürdü ve
ardından sancağı ona verdi fetih ve zafer ona nasip oldu. ”[887]
14914. Hakeza Bureyde şöyle diyor: “Resulullah
(s. . a. a) Hayber yakınlarına inice Hayber ehli korku ve paniğe
kapıldılar ve şöyle dediler: “Muhammed Medinelerle birlikte
gelmiştir.” Resulullah (s. . a. a) Ömer bin Hattab’ı Müslümanlarla
gönderdi ve o Hayber halkıyla savaşa koyuldu. Ama onlar Ömer’i ve
güçlerini geri püskürttüler. Ömer arkadaşlarını onlar da Ömer’i
korkaklıkla suçlayarak Resulullah’ın (s. . a. a) yanına geri
döndüler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yarın sancağı
Allah ve Resulünü seven ve Allah ve resulünün de kendisini sevdiği
birisine vereceğim.” Ertesi gün Ebu Berkir ve Ömer sancağın kendilerinden
birine verileceği ümidiyle boyunlarını uzattılar ama
Peygamber (s.a.a) Ali bin Ebi Talib’i (a.s) çağırdı. O gün Ali
(a.s) göz hastalığına yakalanmıştı. Resulüllah
(s.a.a) gözüne bir dama tükürüğünü damlattı ve bayrağı ona
teslim etti. Ali (a.s) Müslümanlarla birlikte hareket eti. Hayber halkıyla
savaşmaya koştu. Orada Hayberli Merhab ile
karşılaştı: “Hayber’de biliyor ki ben Merhab’ım.
Baştan tırnağa dek silahlıyım ve tecrübeli bir
pehlivanım. Aslanlar yönelince defalarca mızrak vurur bazen de
kılıç indiririm. O ve Ali karşı karşıya geldi.
Ali (a.s) kılıcıyla başının ortasına öyle
bir darbe indirdi ki Ali (a.s) kılıcıyla dişlerine
varıncaya kadar başının ortasına bir darbe indirdi.
Vurduğu darbenin sesini karargahtaki herkes işitti. Henüz ordunun son
askerleri gelmeden Hayber kalesi ilk gelenler tarafından fethedildi.”[888]
14915. Cabir şöyle diyor: “Hayber
günü Yahudi Merhab dışarı çıktı ve şu recezi
(meydan okuyan şiirler) okuyordu: “Hayber biliyor ki ben Merhab’ım”
Tırnağa dek
silahlıyım ve tecrübeli bir pehlivanım.
Defalarca mızrak savurur ve bazen
kılıç indiririm. Aslanlar meydana gelince ve deneyince.”
Merhab hakeza şöyle diyorum:
“Meydana çıkacak bir tek adam var mıdır?” Allah Resulü (s. a. .
a) şöyle buyurdu: ékim onunla savaşa gidecek?” Muhammed bin Mesleme
şöyle arzetti: “Ben Ey Allah’ın Resulü(s.a.a)! Allah’a yemin olsun ki
ben matemliyim ve kan davam var. Onlar dün kardeşimi öldürdüler.” Cabir
şöyle diyor: “Allah Resulü şöyle buyurdu: “Git! Ey Allah’ım! Ona
yardım et.” İki savaşçı birbirine yaklaştı ve
aralarında bir ağaç vardı. Merhab Muhammed bin Mesleme’ye
saldırdı. Ona bir darbe indirdi. Muhammed bin Mesleme
kalkanını öne tuttu ve Merhab’ın kılıcı
kalkanına takıldı. Muhammed bin Mesleme bu fırsattan
istifade ederek Merhab’a bir darbe indirdi ve onu öldürdü.” [889] [890]
14916. Huseyl b. Harice el-Eşce’i
şöyle diyor: “Ben mal satmak için Medine’ye girdim.
Beni Resulullah’ın (s.a.a) yanına götürdüler. Peygamber bana
şöyle buyurdu: “Ey Huseyl! Benim sana vereceğim yirmi ölçek hurma
karşılığında sen de Hayber yolunu ashabına
göstermeye hazır mısın?” Ben de bu işi yaptım ve Allah
Resulü (s.a.a) Hayber’e ulaşınca onun yanına vardım ve bana
yirmi ölçek hurma verdi. Daha sonra bir gün de beni esir olarak Peygamber’in huzuruna
getirdiler. Peygamber bana şöyle buyurdu: “Ey Huseyl! Yanıma esir
olarak getirilen herkes üç gün içinde Müslüman olmuş ve boynundaki esaret
ipi çıkarılmıştır.” Huseyl şöyle diyor: “Ben de
böylece Müslüman oldum.”[891]
14917. Ebu Talha şöyle diyor: “Ben
Peygamber’in (s.a.a) terkine binmiştim. Öyle ki dizlerim Peygamber’in
dizine deyiyordu. Peygamber akşam Hayber’e saldırmadı. Sabah
olunca ani saldırıya geçti ve şöyle buyurdu: “Biz bir
topluluğun meydanına varınca uyarılan kimselerin sonu kötü
olur.”[892]
14918. Hakeza Ebu Talha şöyle diyor: “Sabah
olunca Hayber halkı kürek ve sepetleriyle tarlalarına gitmek için
dışarı çıktılar. Peygamber ve İslam ordusunu
görünce geri dönüp kaçtılar. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Allah-u Ekber! Allah-u Ekber! Hayber viran oldu, düştü, fethedildi. Biz
bir topluluğa inince, uyarılanların sabahı kötü olur.”[893]
14919. İlyas b. Seleme babasından
şöyle nakletmiştir: “Hayber günü amcam
Yahudi Merhab ile savaşmak için meydana gitti. Merhab recez (meydan okuyan
şiirleri) okuyordu:
“Hayber biliyor ki ben Merhab'ım
Tırnağa dek silahlara
büründüm, tecrübeli bir kahramanım
Savaş ateşleri alevlenince ”
Amcam olan Amir de şu recezi okudu:
Hayber biliyor ki ben Amir’im
Tepeden tırnağa
silahlıyım
Ve maceracı bir pehlivanım”
O ikisi daha sonra birbirlerine darbe
indirdiler. Merhab’ın kılıcı, Amir’in kalkanına takıldı.
Amir de Merhab’ın bedeninin aşağı kısmına bir
darbe indirdi. Ama kılıcı kendi ayak bileğine geri döndü ve
ayağının şah damarı kesildi ve bu sebeple de öldü.
Seleme b. Ekve’ şöyle diyor: “Ben
Allah Resulü’nün (s.a.a) bir grup ashabına rastladım. Onlar
şöyle dediler: “Amir’in işi bozuldu, kendi kendisini öldürdü.” Selem
şöyle diyor: “Ben ağlayan gözlerle Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna
vardım ve şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Acaba Amir’in
işi batıl mı oldu?” Peygamber şöyle buyurdu: “Bu sözü kim
söyledi?” Ben şöyle arzettim: “Ashabınızdan bir grup” Allah
Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Her kim bu lafı söylemişse yalan
söylemiştir. Aksine Amir’in iki sevabı vardır. Amir Hayber’e
giderken aralarında bulunduğu ashaba recez okuyor, süvari birliklerini
harekete geçiriyordu. O şu sloganları atıyordu: “Allah’a
yemin olsun ki eğer o olmasaydı biz hidayete ermezdik
Namaz kılmaz ve zekat vermezdik
Bizi inkar eden kimseler
Fitne ve kargaşalık koparmak
isterse biz kabul etmeyiz.
Biz senin fazlından ve inayetinden
müstağniyiz
O halde düşmanla
karşılaşınca ayaklarını sabit tut
Bizlere sebat ve güvenlik indir.”
Allah Resulü (s.a.a), “bu kimdir?” diye
buyurdu. Ashap, “Ey Allah’ın Resulü! O Amir’dir.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Rabbin seni bağışlasın.” Seleme şöyle diyor:
“Allah Resulü özellikle birine mağfiret dilediğinde o kimse mutlaka
şahadete erişirdi.” Ömer b. Hattab bu sözü işitince şöyle
dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Neden bizi, Amir’in varlığından
faydalandırmadın?” Amir daha sonra savaş meydanlarına gitti
ve şehit oldu. Seleme şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) daha sonra
beni Ali’nin (a.s) peşice gönderdi ve şöyle buyurdu: “Bugün bu
bayrağı, Allah Resulü’nü seven, Allah ve Resulü’nün de kendisini
seven kimseye vereceğim. Seleme şöyle diyor: “Ben Ali’nin yanına
gittim. Göz hastalığına yakalandığı halde onu
getirdim. Resulullah (s.a.a) Ali’nin gözünün içine tükürdü ve sancağı
eline verdi. Bu esnada Merhab dışarı çıktı.
Kılıcını havada sallar bir halde şöyle dedi: “Hayber
biliyor ki ben Merhab’ım!
Tepeden tırnağa
silahlıyım
Tecrübeli bir pehlivanım
Savaş ateşleri alevlenince”
Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Ben de
annemin haydar olarak adlandırdığı kimseyim
Orman aslanları gibi korkunç ve
azametliyim
Onları büyük bir ölçekle ölçerim”[894]
Daha sonra Merhab’ın
başını kılıcıyla ortadan ikiye yardı. Zafer
ve galibiyet onun eliyle gerçekleşti.”[895]
bak. el-Bihar, 21/1, 22. Bölüm; Kenz’ul
Ummal, 10/385. Bölüm
14920. Muhammed b. Şahab ez-Zuhri
şöyle diyor: “Cafer b. Ebi Talip, Habeşistan
topraklarından dönünce, Allah Resulü (s.a.a) onu Mute’ye doğru
gönderdi. Onun yanısıra, Zeyd b. Harise ve Abdullah b. Revaha’yı
da ordunun komutanı olarak tayin etti. (ki Cafer öldürülürse, Zeyd
komutanlığı üstlenecek ve eğer Zeyd öldürülseydi Abdullah
komutanlığı üstlenecekti. ) Müslümanlar yola düştüler ve
Belka topraklarına ulaştılar. Orada Herkil’ın Rum ve Arap
ordusuyla karşılaştılar. Müslümanlar Muta adındaki bir
köye çekildiler ve orada iki ordu arasında savaş başladı.
Müslümanlar zorlu bir savaşa giriştiler.”[896]
bak. el-Bihar, 21/50, 24. Bölüm; Kenz’ul
Ummal, 10/555
Kur’an:
“And olsun Allah yolunda koştukça koşanlara; And
olsun kıvılcımlar saçanlara; Sabah sabah akına
çıkanlara; Ve tozu dumana katanlara; Düşman topluluğunun içine
dalanlara ki: ”[897]
bak. el-Bihar 21/66, 25. Bölüm; Kenz’ul
Ummal, 1/564. Bölüm
Kur’an:
“De ki: “Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver.” De ki: “Hak geldi, batıl ortadan kalkmaya mahkumdur.” [898]
“Doğru
söylüyorsanız bildirin bu hüküm ne zaman verilecektir?” derler.
De ki:
“Hükmümün verileceği gün küfredenlere ne inanmaları fayda verir ve ne
de ertelenirler.
Onları bırak, bekle; zaten onlar da senin akıbetini beklemektedirler.”[899]
bak. Kasas Suresi, 85. ayet; _ Fetih Suresi, 1 ila
4. ayetler; Mümtehine Suresi, 1 ila 12. ayetler; Nasr Suresi, 1 ila 3. ayetler
14921. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Ramazan
ayında Bedir savaşına gitti ve Ramazan ayında da Mekke’yi
fethetti.”[900]
14922. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü Mekke’yi fethettiği
gün sayıları 360’ı bulan Ka’be etrafında dikilmiş
putlara elindeki değneği ile vuruyor ve şöyle buyuruyordu: “Hak
geldi ve batıl zail oldu. Gerçekten de batıl yok olucudur. Hak geldi,
artık batıl başlamaz ve geri dönmez.” Bu esnada birbiri
ardınca yüz üstü düşüyorlardı.”[901]
14923. Ömer b. Hattab şöyle diyor: “Fetih
günü olunca ve Peygamber Mekke’ye girince, Safvan b. Ümeyye, Ebu Süfyan b. Harb
ve Haris b. Şam’ın peşice adam gönderdi.” Daha sonda Ömer
şöyle diyor: “Ben kendi kendime şöyle dedim: “Allah onları bizim
avucumuza düşürdü. Amellerinin cezasını vereceğim. Ama
Allah Resulü (s.a.a) onlara şöyle buyurdu: “Ben bugün Yusuf’un
kardeşlerine dediği sözü söylüyorum: “Bugün size kınama yoktur.
Allah sizleri bağışlasın. Şüphesiz Allah merhamet
edenlerin en merhametlisidir.” Ömer şöyle diyor: “Ben kafamdan böyle düşünceler
geçtiği ve Allah Resulü’nün böyle buyurduğu için Allah Resulü’nden
utanç duydum.”[902]
14924. Abdurrahman b. Safvan şöyle diyor: “Mekke’nin
fethedildiği gün elbiselerimi giydim, evden dışarı
çıktım. Yol esnasında Ka’be’den dışarı çıkan
Allah Resulü’yle karşılaştım. Ömer’e, “Peygamber (s.a.a)
Ka’be’ye girince ne yaptı” dedim o şöyle dedi: “İki rekat namaz
kıldı.”[903]
14925. Osman b. Affan’dan şöyle
nakledilmiştir: “Mekke’nin
fethedildiği gün İbn-i Ebi Selh’in elinden tutup onu (eman almak
için) Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına getirdi. Allah Resulü daha önce
İbn-i Ebi Sarh’ı gören kimsenin, Ka’be’nin örtüsüne sarılsa dahi
öldürmesini emretmişti. Osman ona şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! Bu İbn-i Ebi Sarh’ı da diğer insanlar gibi
bağışla. İbn-i Ebi Sarh ellerini Peygamber’e doğru
uzattı. Ama peygamber ondan yüz çevirdi. Yeniden ellerini uzattı.
Allah Resulü elini kenara itti. Üçüncü defa elini Peygambere doğru
uzattı. Bu defa Peygamber ondan biat aldı ve ona eman verdi. O gidin
Peygamber (s.a.a), “Ona ne yaptığımı görmediniz mi?”
Oradakiler şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Neden bizlere
işaret etmedin (ki onu öldürelim)?” Allah Resulü (s.a.a) şöyle
buyurdu: “İslam’da işaret etmek, habersiz öldürmek (terör) mevcut
değildir. İman habersiz öldürmeyi (terörü) yasaklamıştır.
Peygamberler gafil avlama ve hıyanet etmek üzere işaret etmezler.”[904]
14926. Cabir şöyle diyor: “Allah
Resulü’yle Ka’be’ye girdiğimizde, Ka’be’nin içinde ve etrafında,
Allah yerine ibadet edilen üçyüz atmış put dikilmişti. Allah
Resulü onların tümünün alaşağı edilmesini emretti ve daha
sonra şöyle buyurdu: “Hak geldi ve batıl zail oldu. Gerçekten de
batıl zail olucudur.” Ardından Ka’be’nin içine girdi ve iki rekat
namaz kıldı.” Orada, İbrahim’in, İsmail’in ve
İshak’ın heykelini müşahade etti ve İbrahim’in elinde,
tahtadan kumar okları vardı ve (sözde) kura çeker bir haldeydi. Allah
Resulü şöyle buyurdu: “Allah bunları (müşrikleri) öldürsün.
İbrahim kumar oklarıyla kura çekecek birisi değildi.”[905]
14927. Suheyl b. Amr şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) Mekke’ye girip zafere erişince, ben evime gittim. Üzerime
kapıyı kapadım. Oğlu Abdullah b. Seheyl’e benim için eman
dilemesini istedim. Zira öldürülmekten güvende değildir. Abdullah b.
Suheyl Peygamber’in yanına gitti ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! Acaba babama eman verir misin?” Peygamber şöyle buyurdu: “Evet, o
Allah’ın emanındadır. O halde evinden dışarı
çıksın.” Daha sonra etrafındakilere şöyle buyurdu: “Sizden
Her kim Suheyl’i görürse ona sert bakmasın. O evden dışarı
çıkmalıdır. Canıma andolsun ki Suheyl akıllı ve
yüce bir insandır. Onun gibi bir insan İslam’ı
tanımazlık etmez ve mensubu olduğu dinin kendisine faydası
olmadığını bilmektedir.” Daha sonra Abdullah
babasının yanına geri döndü ve Allah Resulü’nün (s.a.a)
buyurduğu sözleri kendisine bildirdi. Suheyl şöyle dedi: “Allah’a
yemin olsun ki o hem küçükken ve hem de büyükken iyilik sahibi biriydi ve de
sürekli ilim sahibi olan biriydi.” Suheyl, Müslüman olma hususunda
şaşkınlık ve tereddüt içindeydi. Huneyn savaşında
da henüz müşrik idi. Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte bulunuyordu ve
Ci’rane denilen yerde, Müslüman oldu. Allah Resulü o gün Huneyn ganimetlerinden
kendisine yüz deve verdi.”[906]
14928. Yahya b. Yezid b. Ebi Meryem Seluli,
babasından, o da dedesinden şöyle nakletmektedir: “Kurbanlıkların
önünün kesildiği Mekke’nin fethedildiği gün, Allah Resulü’nün (s.a.a)
huzuruna vardım. Haris b. Hişam da Peygamber’in yanına geldi ve
şöyle dedi: “Ey Muhammed! Bir avuç başı boş insan getirip
onların yardımıyla bizlerle savaşmak mı istiyorsun?”
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sus! Bunlar senden ve senin gibi
kimselerden daha iyidir. Onlar Allah’a ve Peygamberine iman etmişlerdi.”[907]
bak. el-Katl, 3280. Bölüm; el-Bihar,
21/91, 26. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 10/497. Bölüm
Kur’an:
“And olsun ki Allah size bir çok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, peygamberine, müminlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi; küfredenleri azaba uğrattı. Küfredenlerin cezası budur. Allah bundan sonra da dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bağışlar ve merhamet eder.” [908]
bak. Tevbe Suresi, 58. ayet
14929. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Peygamber’in (s.a.a) gördüğü en
şiddetli gün, Huneyn savaşının olduğu gündü. Zira
Araplar Peygamber’e isyan etmişlerdi.”[909]
14930. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Huneyn savaşının
yapıldığı gün, Peygamber bir duasında şöyle
buyurdu: “Ey Allah’ın! Eğer sen istersen, bu günden sonra asla ibadet
edilmezsin.”[910]
14931. Ebu İshak şöyle diyor: “Adamın
biri Bera’ya şöyle dedi: “Ey Eba Marre! Huneyn savaşının
yapıldığı gün kaçtınız mı?” O şöyle
dedi: “Şehadette bulunurum ki Peygamber (s.a.a) kaçmadı. Müslümanlar,
hızla ve zırhsız bir şekilde okçu kimselerden olan Hevazib
topluluğuna doğru yola düştürler. Onlar Müslümanları
okladılar. Oklarının yoğunluğu, tıpkı
çekirge sürülerinin saldırısı gibiydi. Bu yüzden Müslümanlar
dağıldılar ve kaçtılar. Düşman Ebu Süfyan b. Haris’in
devesinin dizginlerinden tuttuğu bir halde, Allah Resulü’ne doğru
saldırıya geçtiler. Allah Resulü bineğinden indi ve Allah’tan
yardım diledi, dua etti ve şöyle buyurdu: “Ben Peygamber’im bu yalan
değildir.
Ben Abdulmuttalib’in oğluyum
Allah’ım! Yardımını
indir.” Bera şöyle diyor: “Allah’a yemin olsun ki savaş
kızışınca, biz bizzat Peygamber’e
sığınıyorduk. Onun karşısında duran bir
kimse gerçekten de cesurdu.”[911]
14932. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Huneyn savaşı gününde, Allah
Resulü (s.a.a) ile sebat gösterenlerden birkaçı şunlardı:
“Abbas, Ali, Ebu Süfyan b. Haris, Akil b. Ebi Talib, Abdullah b. Zübeyr b.
Abdilmuttalib, Zübeyr b. Abbas ve Üsame b. Zeyd”[912]
14933. Enes şöyle diyor: “Huneyn
savaşının yapıldığı gün Allah Resulü
şöyle buyurdu: “Şimdi savaş alevinin tandırı
alevlendi.” O gün, Ali b. Ebi Talib Peygamber’in önünde herkesten daha
şiddetli bir şekilde savaşıyordu.”[913]
Bak. Kenz’ul Ummal, 10/539,553,566,
el-Bihar, 21/146, 28. Bölüm
Kur’an
“Kitab verilenlerden, Allah'a, ahiret
gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram
kıldığını haram saymayan, hak dinini din
edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar
savaşın.”[914]
bak. Tevbe Suresi, 38, 57, 61, 63, 66,
81, 96, 102, 106, 118, 121; el-Bihar, 21/185, 29. Bölüm ve s. 252, 30. Bölüm;
Kenz’ul Ummal, 10/562. Bölüm
388. Konu
el-Gusl
Gusül
F
Kenz’ul Ummal, 9/538-571, el-Gusl
F
el-Bihar, 81/1, Ebvab’ul İğsal
F
Vesail’uş-Şia, 2/678, Ebvab’ul Gus’ul
Meyyit
F
Vesail’ul Şia, 2/927, Ebvab-u Gusl’ul Mes
F
Vesail’uş-Şia, 2/936, Ebvab’ul
İğsal’ul Mesnune
bak.
F
75. konu, el-Cenabet
14934. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cenabet guslünün sebebi, temizlik ve
insanın nefsini kendisine ulaşan eziyet edici (pisliklerden)
temizlemesi ve bedeninin diğer yerlerini temiz kılmasıdır.”[915]
14935. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ölüyü guslettirmenin sebebi, vücudunda
var olan çeşitli hastalıklarından ve hastalıkların pisliklerinden
temizlenmesidir. Zira o meleklerle görüşmeye gitmekte ve ahiret ehliyle
temasa geçmektedir.
Diğer bir sebebi de insanın
kendisinden yaratıldığı meni ve necasetin ölüm anında
ölüden dışarı çıkması ve cünüp olmasıdır. Bu
yüzden bedeni guslettirmek gerekir.
Ölüyü yıkayan veya ölüye dokunan
kimsenin gusletmesi gerektiğinin sebebi ise açıktır. Zira ölünün
bedenindeki salgılar kendisine de sirayet etmektedir. Zira ruh, ölünün
bedeninden çıkınca, bir çok pislikleri ve afetleri geri kalmaktadır.
Bu yüzden de hem onu, hem de kendisini (bedeniyle temas neticesinde kendisine
ulaşan pisliklerden) temiz kılması gerekir.”[916]
14936. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bayram, Cuma ve diğer gusüllerin
sebebi ise kulun Rabbini ululaması, o yüce
bağışlayıcıya yönelmesi ve kendi günahları sebebiyle
mağfiret dilemesidir.”[917]
14937. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gusül on dört şeyde
gerçekleşmektedir: Ölü guslü, cenabet guslü, ölüye dokunan kimsenin guslü,
Cuma guslü, iki bayram guslü, Arefe günü guslü, ihram guslü, Ka’be’ye
giriş guslü, Medine’ye giriş için yapılan gusül, hareme
giriş için yapılan gusül, ziyaret guslü, Ramazan ayının 19,
21 ve 23. gecelerinin guslü.”[918]
14938. İmam Sadık (a.s), kendisine
Cuma guslünü soran Semae’ye şöyle buyurmuştur: “Yolculukta
ve yolculuk dışında farzdır. Sadece yolculukta, su az
olunca kadınlara ruhsat verilmiştir. İmam daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Cenabet guslü farzdır, temizlendikten sonra adet guslü
fazdır, istihaze gören kadına da avret mahalline bir miktar pamuk
koyduğunda kan pamuktan dışarı sızdığı
taktirde gusletmesi farzdır…Nifas guslü de farzdır. Yeni doğan
çocuğun guslü de farzdır. Ölü guslü farzdır, ölüye dokunma guslü
farzdır, ihrama giren kimsenin guslü farzdır, Arefe gününün (dokuz
zilhicce günü) gusletmek farzdır. (Allah’ın evini hac ve tavaf
niyetiyle) ziyaret guslü farzdır. Elbette bu hasta olmadığı
taktirde geçerlidir. Ka’be’ye giriş guslü farzdır. Hareme giriş
guslü müstahaptır. Gusletmeden kimse oraya girmemelidir. Mübahale guslü
farzdır. Yağmur namazının guslü farzdır. Ramazan
ayının ilk gecesinin guslü müstehaptır. Ramazanın yirmi
birinci gecesinin guslü sünnettir. Ramazanın yirmi üçüncü gecesinin guslü
terk edilmeyecek bir sünnettir. Zira bu iki geceden birinin (yirmibir veya
yirmiüçüncü gecenin) kadir gecesi olma ihtimali vardır. Fıtır
(ramazan) ve kurban bayramı gününde gusletmek de sünnettir. Ben
bunları terk etmek istemem. İstihare (namazı için) gusletmek de
müstahaptır.
Seduk da bu hadisin bir benzerini kendi
senetleriyle Semae b. Mehran’dan rivayet etmiştir. Şu farkla ki onun
rivayetinde şöyle yer almıştır: “Hareme
girildiği zaman gusletmek farzdır. Oraya gusülsüz girmemek
müstahaptır.
Kuleyni de bu hadisin bir benzerini
Muhammed b. Yahya’dan, o da Ahmet b. Muhammed’den, o da Osman b. İsa’dan
rivayet etmiştir. Sadece ölüye dokunma guslünü, ihrama giren kimsenin
guslünü, Arefe günü guslünü, hareme giriş guslünü ve mübahale guslünü
zikretmemiştir.
Şöyle diyorum: Şeyh ve
diğerleri de farz olan altı gusül dışında bütün bu
gusülleri müekket istihbaba (müstahap oluşa) hamletmiştir ve
demişlerdir ki: “Bazı rivayet ve hadisler de bu gusüllerin farz
olmadığına delalet etmektedir.”[919]
14939. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gusül onyedi yerde geçerlidir: “Ramazan
ayının onyedi, ondokuzu, yirmisi, yirmi bir ve yirmi üçüncü gecesinde.
Bu gecelerde (veya yirmi üçüncü gecede) kadir gecesi olma ihtimali vardır,
iki bayram (ramazan ve kurban) guslü, haremeyne (Allah’ın evi Ka’be’ye ve
Resulullah’ın haremine) giriş esnasında yapılan gusül
(Allah’ın evini hac ve tavaf niyetiyle) ziyaret günü yapılan gusül,
Ka’be’ye girdiğinde yapacağın gusül, terviye (sekiz zilhicce
günü) guslü, Arefe (dokuz zilhicce) günü guslü ölüyü guslettirdiğin veya
kefenlediğin veya soğuduktan sonra bedenine dokunduğun zaman
yapacağın gusül, Cuma guslü, tam bir güneş
tutulmasının olduğu zaman yapılan gusül, namaz
kılmadığın bir halde uyandığın taktirde
(gusletmen gerekir). Bu taktirde gusletmeli ve namazını kaza
etmelisin ve (bilahare) cenabet guslü farzdır.”[920]
14940. Muhammed b. Müslim de İmam
Bakır’dan (a.s) bu hadisin benzerini rivayet etmiş ve o rivayette ölü
guslünü de eklemiş ve Muhammed b. Müslim daha sonra şöyle
demiştir: “Abdurrahman b. Ebi Abdillah, Ebu
Abdillah’ın (İmam Sadık’ın –a. s-) kendisine şöyle
buyurduğunu söylüyor: “(Ramazan’ın) yirmi dördüncü gecesi guslet. Her
iki gecede bir (gün aşırı) gusletmenin, bu işi
yapmanın sana ne zararı vardır.”[921]
14941. İmam Rıza (a.s), Memun’a
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Cuma
günü guslü sünnettir. İki bayram (ramazan ve kurban) guslü, Mekke’ye
giriş guslü, Medine’ye giriş guslü, ziyaret guslü, ihram guslü,
Ramazan ayının ilk gecesi, onyedinci gecesi, ondokuzuncu gecesi,
yirmibirinci gecesi ve yirmi üçüncü gecesi bütün bunların gusülleri
sünnettir. Cenabet guslü farzdır, hayız guslü ve benzerleri de
(farzdır).”[922]
389. Konu
el-Gişş
Aldatmak
F
Kenz’ul Ummal, 4/59, 158, el-Gişş
F
Vesail’uş-Şia, 12/8208, 86. bölüm,
Tahrim’ul Gişş bima Yehfa
bak.
F
512. konu, en-Nusuh
14942. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatmak, isyankar insanların
hasletidir.”[923]
14943. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatmak, sövgüye sebep olur.”[924]
14944. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatmak, en kötü hiledir.”[925]
14945. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatmak, aşağılık
insanların huyundandır.”[926]
14946. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aldatan kimsenin dili tatlı, kalbi
ise acıdır.”[927]
14947. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mutsuzluğun nişanelerinden
biri de dostları aldatmaktır.”[928]
14948. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötüsü insanları
aldatan kimsedir.”[929]
14949. İmam Kazım (a.s), gölgede
(karanlıkta), Sabiri kumaşını satmakla meşgul olan
Hişam b. Hakem’in yanından geçince şöyle buyurmuştur: “Ey
Hişam! Malı gölgede (karanlıkta) satmak aldatmaktır.
(Alışverişte) aldatmak ise helal değildir.”[930]
14950. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Bir şahsın bir tür yiyecek maddesinden, iki çeşidi vardır.
Her ikisinin fiyatı da aynıdır, ama birisi diğerinden daha
iyidir. Dolayısıyla onları karıştırıp
hepsini bir fiyata satmaktadır” diye arzedince şöyle
buyurmuştur: “Bu işi yapması doğru
değildir. Bu vesileyle gerçeği onlara demeden Müslümanları
aldatması doğru değildir.”[931]
14951. Ebu Seba’ şöyle diyor: “Vasile
b. Eska’nın evinden bir deve aldım. Onu dışarı
çıkarınca, Vasile elbisesi yerde sürünür bir halde bana yetişti
ve bana, “bunu aldın mı?” diye sordu. Ben, “evet” dedim. O, “sana bu
devenin özelliklerini anlatayım” dedim. Ben, “ne gibi özellikleri
vardır?” diye sordum. O, “şişman ve sağlam bir devedir”
dedi ve şöyle sordu: “Bunu yolculuk için mi alıyorsun yoksa eti için
mi?” Ben, “hac yolculuğu için istiyorum” dedim. O şöyle dedi: “Onu
geri döndür.” Devenin sahibi şöyle dedi: “Allah sana hayır versin,
işimi bozmak mı istiyorsun?” O şöyle dedi: “Ben Allah
Resulü’nden (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “Hiç kimseye
malının noksanlığını ve ayıbını
söylemeden satması doğru değildir. Başka biride onun
ayıplarından haberdarsa onu söylemelidir.”[932]
14952. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslüman Müslümanın
kardeşidir ve hiçbir Müslümana ayıplarından haberdar
kılmadığı müddetçe ayıplı malı
kardeşine satması helal değildir.”[933]
14953. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminler birbirlerinin
hayrını dilerler ve evleri ve bedenleri her ne kadar birbirinden uzak
da olsa birbirlerine karşı merhametli olurlar. Kötüler ise her ne
kadar evleri ve bedenleri birbirine yakın da olsa, birbirlerini
aldatır ve hıyanet ederler.”[934]
14954. Resulullah (s.a.a), yiyecek bir şey
satan birinin yanından geçti. Ona, “Malını hangi şekilde
satıyorsun?” diye sordu. O şahıs, satış şeklini
kendisine bildirdi. Resulullah’a, “Elini yiyecek kabının içine sok”
diye vahyoldu. Peygamber elini kabın içine soktu, eli ıslandı.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Aldatan
kimse, bizden değildir.”[935]
14955. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) Medine
pazarında bir yiyeceğin yanından geçti. Sahibine şöyle
dedi: “Güzel yiyeceklerin olduğunu görüyorum.” Ardından
fiyatını sordu. Aziz ve celil olan Allah ona, “Elini kabın içine
sok” diye vahyetti. Peygamber bu işi yaptı ve iyi olmayan malı
(altından) yukarı çıkardı ve sahibine şöyle buyurdu:
“Müslümanlara hıyanet etmeyi ve onları aldatmayı işinde bir
araya getirdiğini görüyorum.”[936]
14956. Resulullah (s.a.a), bir buğday
yığınının yanından geçti. Elini içine
soktuğunda, parmakları ıslandı. Sonra şöyle
buyurmuştur: “Bu nedir, ey satıcı!”
Satıcı, “Ey Allah’ın Resulü! Yağmurdan
ıslanmıştır. Peygamber şöyle buyurdu: “O halde neden
ıslanan bölümünü insanlar görsün diye üstüne koymadın? Her kim bizi
aldatırsa bizden değildir.”[937]
14957. Resulullah (s.a.a), iyi ve kötü
malı birbirine karıştırıp satan kimseye şöyle
buyurmuştur: “Neden bu işi yaptın?” O
şöyle arzetti: “Ben (iyi olmayan malımın da)
satılmasını istedim.” Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
“Onları birbirinden ayır. Dinimizde aldatmak yoktur.”[938]
14958. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey buğday satan kimse! Bunun dibi
de üstü gibimidir? Her kim Müslümanları aldatırsa onlardan
değildir.”[939]
14959. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin, kendi kardeşini aldatmaz,
ona hıyanet etmez, onu yalnız bırakmaz ve onu itham etmez.”[940]
14960. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mutsuzluğun nişanelerinden
biri de insanın dostlarını aldatmasıdır.”[941]
14961. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanları aldatan, onlara zarar
veren veya onlara düzen kuran kimse, bizden değildir.”[942]
14962. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim satarken veya alırken
Müslümanları aldatırsa bizden değildir. Kıyamet günü
Yahudilerle haşrolur. Zira Yahudiler Müslümanlara karşı
insanların en çok aldatanıdır.”[943]
14963. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bizi aldatan kimse bizden
değildir.”[944]
14964. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanları aldatan kimse bizden
değildir.”[945]
14965. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Müslüman kardeşini
aldatırsa, Allah rızkından bereketini kaldırır,
hayatı kendisine bozar ve onu kendi haline bırakır.”[946]
14966. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ayıbını
satıcısına bildirmeden ayıplı bir malı satarsa,
sürekli Allah’ın gazabına ve meleklerin lanetine mazhar olur.”[947]
14967. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanları aldatan, onlara düzen
kuran veya onları kandıran kimse melundur.”[948]
14968. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim (alışverişte)
Müslümanları aldatırsa, kıyamet günü Yahudilerle haşrolur.
Zira bu cemaat insanlardan Müslümanları en çok aldatanlardır.”[949]
14969. İmam Ali (a.s) zekât toplamak için gönderdiği bazı memurlarına şöyle
buyurmuştur: “Hıyanetin en büyüğü ümmete
hıyanet etmektir; hile ve sahtekarlığın en kötüsü ise
imamlara ve önderlere yapılandır.”[950]
14970. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların dini hususunda
onları aldatırsa o kimse Allah’ın ve Peygamber’in
düşmanıdır.”[951]
bak. el-Hıyanet, 1153. Bölüm
14971. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan kendi
hayrını en çok isteyeni, Rabbine en çok itaat edip boyun
eğenidir. Kendisini en fazla aldatanı da Rabbine en çok isyan
edendir.”[952]
14972. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz insanlardan en çok
kendini aldatan, Rabbine en çok isyan eden kimsedir.”[953]
14973. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisini aldatan kimse,
başkalarını daha çok aldatır.”[954]
bak. En-Nush, 3871. Bölüm
390. Konu
el-Gasb
Gasb
F
el-Bihar, 104/258, 4. bölüm; el-Gasb
F
Vesail’uş-Şia, 17/308; Kitab’ul Gasb
F
Müstedrek’ül-Vesail, 17/87, Kitab’ul Gasb
F
Kenz’ul Ummal, 10/636-644, el-Gasb
bak.
F
107. konu, el-Haram; 124. konu, el-Helal; 315.
konu, ez-Ziman; 329. konu, ez-Zulüm
Kur’an:
“Çünkü
peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.”
[955]
14974. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Evdeki gasp edilmiş bir tek
taş, o evin yıkılmasına neden olur.”[956]
14975. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir Müslümanın malını
haksız yere gasbeden kimseden tövbe etmedikçe ve aldığı
malı sahibine geri çevirmedikçe Allah sürekli olarak yüz çevirir. İyi
olsun kötü olsun tüm amellerinden hoşnutsuz olur ve iyiliklerine de sevap
yazmaz.”[957]
14976. İmam Mehdi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İzin almaksızın
başkasının malında tasarrufta bulunmak helal
değildir.”[958]
14977. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim haksız yere birinin
toprağını gasbederse, Allah-u Teala’yı kendisine
gazaplanmış bir halde görüşür.”[959]
14978. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir malı zorla
alırsa, kıyamet günü cüzzam hastalığına müptela bir
halde aziz ve celil olan Allah ile görüşür.”[960]
14979. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşinin malını
haksız yere almak hiçbir Müslümana helal değildir. Zira aziz ve celil
olan Allah Müslümanın malını Müslümana haram
kılmıştır.”[961]
14980. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dört şeyi dört yerde (kullanmak)
caiz değildir: Hacda, umrede, cihatta ve sadakada, hıyanet,
(ganimetlerden) çalmak, hırsızlık ve faiz.”[962]
14981. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a andolsun, deve dikenlerinin
üzerinde gecelemem ve elim kolum bağlanarak zincirlerle sürüklenmem;
kıyamet günü kullarından bazılarına zulmetmiş ve dünya
malından bir kırıntı bile olsa gasp etmiş olarak
Allah’a ve Resulüne kavuşmamdan daha sevimlidir bana… Vallahi,
karıncanın ağzındaki arpanın kabuğunu alarak
Allah’a isyan etmem için bana yedi iklim ve göklerin altındakiler verilse
gene de kabul etmem.”[963]
14982. İmam Sadık (a.s), kendisine,
bir toprağı zorla alıp içine ev yapan kimsenin hükmü sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Evi
yıkılır, toprağı sahibine geri çevrilir. Zalimin teri
(emeği) için hiçbir hak yoktur.”[964]
391. Konu
el-Gazab
Gazap-Öfke
F
el-Bihar, 73/262, 132. Bölüm; Zem’ul Gazab ve
Medh’ul Tenemmur fi Zatillah
F
el-Bihar, 71/397, 93. bölüm, Kezm’ul Gayz
F
Kenz’ul Ummal, 3/40 784, Kezm’ul Gayz
F
Vesail’uş-Şia, 8/523, 114. bölüm;
İstihbab-u Kezm-u Gayz
F
el-Meheccet’ul Beyza, 5/289, Kitab-u Afet’ul
Gazab ve’l-Hukd ve’l-Hased
bak.
F
357. konu, et-Taassub; el-Hak, 891. bölüm;
el-Hilim, 946. bölüm; el-Melamet, 3594. bölüm
14983. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap, her kötülüğün anahtarıdır.”[965]
14984. Resulullah (s.a.a), kendisine tavsiyede
bulunulmasını isteyen birisine şöyle buyurmuştur: “Gazaplanma!”
O şahıs şöyle diyor: “Ben Allah Resulü’nün (s.a.a) sözünü
düşündüm ve gazabın bütün kötülükleri bir araya
topladığını gördüm.”[966]
14985. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Bana öğüt alacağım bir öğüt öğret” diyen Abdule’la’ya
şöyle buyurmuştur: “Bir şahıs
Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna vardı ve şöyle arzetti: “Ey
Allah’ın Resulü! Bana öğüt alabileceğim bir nasihatte bulun.”
Peygamber ona şöyle buyurdu: “Git ve öfkelenme” O şahıs sözünü
tekrarladı. Peygamber de ona yine şöyle buyurdu: “Git ve öfkelenme”
Bu soru ve cevap tam üç defa tekrarlandı.”[967]
14986. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap gizli kinleri tahrik eder.”[968]
14987. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap bir kötülüktür ki eğer ona
itaat edersen viran eder.”[969]
14988. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap aklı hafif bir merkeptir.”[970]
14989. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aklı hafif olmak
aşırı gazaptan ortaya çıkar.”[971]
14990. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap sahibini helak eder ve
ayıplarını aşikar kılar.”[972]
14991. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gazabının
dizginlerini salıverirse ölümü hızlanır.”[973]
14992. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap ne de kötü bir
arkadaştır, ayıpları ortaya çıkarır, kötülükleri
yaklaştırır ve iyilikleri uzaklaştırır.”[974]
14993. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer gazabın şiddetine
tabi olursanız sizi helaketin en uç noktasına sürükler.”[975]
14994. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazabın şiddetinden
sakının ve onunla savaşma silahını, yani öfkeyi yutmayı
ve hilmi hazırlayın.”[976]
14995. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap, hikmet sahibi insanın
kalbini öldürücüdür.”[977]
14996. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazaptan daha
aşağılık bir soy yoktur.”[978]
14997. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gazap, sirkenin balı bozduğu
gibi imanı bozar.”[979]
14998. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap, kin ve haset sahibi kimsenin
cezası (zararı) il önce kendilerinedir.”[980]
14999. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her hallerinde gazaba doğru
koşmaları, cahil kimselerin huylarındandır.”[981]
15000. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazabın izzeti özür dilemenin
horluğuna denk değildir.”[982]
15001. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gazap, şeytandan bir kordur.”[983]
15002. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekten de bu gazap insanoğlunun
kalbinde alevlenen şeytandan bir kordur. Sizden birisi sinirlenince,
gözleri kızarır, damarları şişer ve şeytan içine
yol bulur.”[984]
15003. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki gazap ademoğlunun
kalbinde bulunan bir kordur. (Öfkelendiği zaman) Gözlerinin
kızardığını ve damarlarının
şiştiğini görmüyor musun? Her kim
gazaplandığını hissedince, yere ilişsin (otursun).”[985]
15004. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap kalplerin ateşidir.”[986]
15005. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap, yanan bir ateştir. Her kim
öfkesini yenerse bu ateşi söndürmüş olur ve her kim de önünü boş
bırakırsa herkesten önce kendisi o ateşte yanar.”[987]
15006. İmam Ali (a.s), Abdullah b.
Abbas'ı Basra valisi tayin ettiği zaman yazdığı
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Öfkeden
sakın. Çünkü o şeytanın sebeb olduğu düşük
akıllılıktır.”[988]
15007. İmam Ali (a.s) Haris-i Hemdani’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Öfkeden kork;
çünkü o, iblisin ordusunun büyük bir bölüğüdür.”[989]
15008. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfkelenmekten sakın. Zira öfkenin
başı cinnet sonu ise pişmanlıktır.”[990]
15009. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfke, delilik hallerinden biridir;
çünkü öfkeli (sonra) pişman olur; pişman olmazsa, o halde
deliliği sabittir.”[991]
15010. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfke akılları bozar ve
(insanı) doğru yoldan uzaklaştırır.”[992]
15011. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların doğruyu
teşhiste en güçlü olanı öfkelenmeyenidir.”[993]
15012. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim öfkesine sahip olamazsa,
aklına da sahip olamaz.”[994]
15013. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazabın şiddeti, konuşma
şeklini değiştirir, delilin kökünü keser ve
anlayışı dağıtır.”[995]
15014. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere en güçlü
olanınızı haber vermeyeyim mi? Öfkelendiği an nefsine malik
olan kimsedir.”[996]
15015. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Malikiyetlerin en iyisi, gazabına
malik olmaktır.”[997]
15016. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en hazır
cevaplısı, öfkelenmeyen kimsedir.”[998]
15017. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvetin en yücesi, gazaba malik
olmak ve nefsin isteklerini öldürmektir.”[999]
15018. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan nefsine
karşı en güçlü kimse öfkesini söküp atan ve şehvetini öldüren
kimsedir.”[1000]
15019. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Faziletlerin başı öfkesine
sahip olmak ve şehvetini öldürmektir.”[1001]
15020. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazaplandığı zaman nefsi
kontrol etmek insanı helak uçurumuna düşmekten güvende kılar.”[1002]
15021. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim öfkesine üstün gelirse
şeytana karşı galip gelir her kim de öfkesine yenik düşerse
şeytan kendisine üstün gelir.”[1003]
15022. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın en büyük
düşmanı öfke ve şehvetidir. O halde her kim bu ikisine galip
gelirse makamı yükselir ve hedefine ulaşır.”[1004]
15023. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfke senin düşmanındır.
O halde öfkeyi kendine musallat etme.”[1005]
15024. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gazabına malik olmazsa,
aklına da malik olamaz.”[1006]
15025. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kime öfke ve şehveti üstün
gelirse hayvanlar derecesindedir.”[1007]
15026. İmam Ali (a.s), Mısır’a
vali olarak tayin ettiğinde Malik Eşter’e yazmış
olduğu mektubunda şöyle buyurmuştur: “…Öfkeni
yen, kendine sahip ol, kimseye el kaldırma, kötü söz söyleme. Bu hallerde
sakinleşip iradeni kullanabilmen için acele etmekten kaçın ve öfkeni
dindir. Bunlardan birisi sende meydana geldiğinde gözünü gökyüzüne
doğru (kaldır) ki sakinleşesin ve iradene sahip olasın.
Bunları, Rabbine ulaşacağını kalbine iyice
yerleştirmeden uygulayamazsın…”[1008]
15027. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en güçlüsü
gazabına karşı hilmiyle (sabrıyla) güçlü olandır.”[1009]
15028. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazabı önlemek gibi bir güç
yoktur.”[1010]
15029. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Pehlivanlık düşmanı yere
çarpmakla değildir. Aksine pehlivan öfkelendiği zaman nefsine malik
olandır.”[1011]
15030. Resulullah (s.a.a), ashabına
şöyle buyurmuştur: “Size göre pehlivan
kimdir?” Onlar şöyle arzettiler: “Yanı toprağa ilişmeyen
güçlü kimsedir.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ama gerçek pehlivan
şeytanın kalbini yumrukladığı, gazabının
arttığı, kanının kaynadığı, ama buna
rağmen Allah’ı hatırlayan ve sabırla gazabını
mağlup eden kimsedir.”[1012]
15031. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gerçek pehlivan, gerçek pehlivan ve
gerçek pehlivan öfkelenen, öfkesi artan, yüzü kızaran, tüyleri diken diken
olan, ama buna rağmen gazabını mağlup eden kimsedir.”[1013]
15032. Resulullah (s.a.a), bir taşı
atan grubu gördüğünde şöyle buyurmuştur: “Sizin
en güçlünüz, gazaplandığı an nefsine galip olandır ve en
sabırlınız ise kudret elde ettikten sonra
bağışlayan kimsedir.”[1014]
15033. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) bir taşı
yukarıya doğru çıkarmaya çalışan bir grubu görünce,
“Ne yapıyorsunuz?” diye buyurdu. Onlar, “Güç denemesi yapıyoruz” diye
arzettiler. Peygamber şöyle buyurdu: “Sizlere en güçlünüzün ve en
pehlivanınızın kim olduğunu söylememi istiyor musunuz?”
Onlar, “evet” dediklerinde Peygamber şöyle buyurdu: “Sizin en güçlünüz ve
pehlivanınız sevindiğinde günaha ve kötülüğe
bulaşmayan, öfkelendiğinde ise öfkesi kendisini haktan
uzaklaştırmayan ve kudret elde ettiğinde de haksız yere bir
şey almayan kimsedir.”[1015]
bak. Eş-Şucaet, 1959. Bölüm;
el-Heva, 4046. Bölüm
Kur’an:
“Öfkelerini yenerler, insanların
kusurlarını affederler.”[1016]
“Öfkelendiklerinde bile bağışlayanlar.”[1017]
15034. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfkesini uygulamaya geçirebildiği
halde, yenen kimsenin kıyamet günü Allah kalbini güvenlik ve imanla
doldurur.”[1018]
15035. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim istediği taktirde
uygulamaya geçirebildiği öfkesini yenerse, Allah kıyamet günü kalbini
kendinden hoşnutluk ile doldurur.”[1019]
15036. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim öfkesini yenerse Allah içini
imanla doldurur.”[1020]
15037. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul Allah nezdinde, Allah için öfkesini
yutmaktan daha üstün bir yudum yudumlamamıştır.”[1021]
15038. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfkemi ne zaman yeneyim;
öfkelendiğimde mi? İntikamdan aciz kalıpta ve bana: “Sabretseydin
daha iyi olurdu?” dedikleri zaman mı? Yoksa intikam almaya gücüm
olduğunda bana; "Affetseydin
daha iyi olurdu?" dedikleri zaman mı?”[1022]
15039. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’tan korkarsa
gazaplandığı zaman intikam almaz.”[1023]
15040. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gazabını önlerse
Allah da ayıplarını örter.”[1024]
15041. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben, kendisiyle
karşısındakini cezalandırmadığı öfke
yudumundan daha sevimli bir yudum yudumlamadım.”[1025]
15042. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakkında sabreden kimse için gazap
ne güzel bir yudumdur.”[1026]
15043. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah için en
sevimli yol, iki yudumdur: “Sabırla yutulan öfke yudumu ve sabırla
yutulan musibet ve bela yudumu.”[1027]
15044. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah nezdinde kulun
yudumladığı en sevimli yudum, kalbinden geçen ama onu sabır
veya hilimle yuttuğu öfke yudumudur.”[1028]
15045. İmam Ali (a.s) Haris-i Hemdani’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Öfkeni
yen, gücün yettiğinde suçları bağışla,
kızdığında
yumuşak huylu ol. Güç elde ettin mi bağışla da iyi
akıbet senin olsun.”[1029]
15046. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim haksız yere
gazabını dindirmek isterse, Allah da ona haklı olarak
aşağılık ve horluk tattırır.”[1030]
15047. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz cehennemin bir
kapısı vardır ki oradan sadece gazabını Allah-u
Teala’ya isyan ile dindiren kimse girer.”[1031]
15048. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın hüküm, hikmet ve öğütle
dolu kitabında sevap vereceğini veya azab edeceğini, razı
olacağını veya gazaba uğratacağını
kesinlikle bildirdiği şeylerden biri de (aşağıda
sayılacak olan) bu hasletlerin birisine bile sahib olan ve tevbe etmeden
Rabbinin huzuruna çıkan kimsedir ki, istediği kadar
çalışıp çabalasın, işinde ihlaslı olsun kendisine
hiç bir fayda vermez. (Bu hasletlerden) biri, kendisine farz
kıldığı ibadette Allah’a ortak koşmak, öfkesini bir
kişiyi öldürerek dindirmek.”[1032]
15049. Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle
vahyetmiştir: “Kulum öfkelenince beni hatırlarsa
kıyamet günü, bütün yaratıklarım arasında ben de onu
hatırlarım ve onu helak ettiğim kimselerle birlikte helak
etmem.”[1033]
15050. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tevrat’ta şöyle
yazılmıştır: “Ey Musa! Elinin altına verdiğimiz
kimselere karşı gazabını alıkoy et ki ben de
gazabımı senden alıkoyayım.”[1034]
15051. Mesih (a.s), kendisine, “En
şiddetli şey nedir?” diye soran Havariler’e şöyle
buyurmuştur: “En şiddetli şey Allah’ın
gazabıdır.” Onlar, “İnsan kendini Allah’ın gazabından
nasıl koruyabilir?” diye arzettiklerinde de şöyle buyurmuştur:
“Gazaplanmamakla.”[1035]
15052. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“Allah’ın gazabından güvende olmak istiyorum” diyen birisine
şöyle buyurmuştur: “O halde hiç kimseye
gazaplanma ki Allah’ın gazap ve hoşnutsuzluğundan güvende
olasın.”[1036]
15053. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim öfkesini alıkoyarsa, Allah
da kendisinden azabını alıkoyar.”[1037]
15054. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlardan gazabını
alı koyarsa Allah da kıyamet günü günahlarını
bağışlar.”[1038]
15055. Mesih (a.s) , “Gazabın kökü nedir?”
diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kibir,
zorbalık ve insanları küçük görmek.”[1039]
Gazabın Meydana Geliş
Sebepleri
Ebu Hamid Gazali şöyle
yazıyor:
“Bildiğin gibi her derdin dermanı
köklerini kesmek, sebeplerini ortadan kaldırmakla mümkündür. O halde
gazabın da köklerini ve sebeplerini bilmek gerekir. Yahya, İsa’ya
(a.s) şöyle dedi: “En şiddetli şey nedir?” İsa (a.s)
şöyle buyurdu: “Tekebbür, üstünlük taslamak, zorbalık ve gurur.
Gazabın meydana geliş sebepleri ise şunlardır: “gurur,
kendini beğenme, boş şeyler konuşma, alay etme,
kınama, çekişme, mücadele, muhalefet ve düşmanlık etme,
vefasızlık, hıyanet, fazla mal ve makam düşkünlüğü.
Bunların tümü çirkin ve şeriat
açısından kınanmış hasletlerdir. Bu sebepler oldukça
gazaptan kurtuluş mümkün değildir. O halde bu sebepleri zıt
hasletlerini elde etme yoluyla kökünden söküp atmak gerekir.”[1040]
15056. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali! Gazaplanma ve gazaplanınca
otur. Allah’ın kulları üzerindeki kudretini ve onlara karşı
hilmini düşün. Sana, “Allah’tan kork” denilince gazabını terket,
sabrına müracaat et.”[1041]
15057. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazabı suskunlukla ve şehveti
akılla tedavi ediniz.”[1042]
15058. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim öfkelendiğinde ayakta
olursa otursun. Bu taktirde şeytanın vesvesesi ondan
uzaklaşır. Eğer oturuyorsa da ayağa kalksın…”[1043]
15059. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim öfkelendiğinde ayakta ise
hemen otursun. Zira bu iş şeytanın vesvesesini ortadan
kaldırır.”[1044]
15060. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizden biri öfkelenince ayakta ise
otursun, eğer öfkesi dinmezse o zaman da uzansın.”[1045]
15061. Ebu Vail El-Kass şöyle diyor: “Urve
bin Muhammed Sa’di’nin yanına gittim. Birisi onunla konuşuyordu ve
onu öfkelendirdi. Urve ayağa kalktı, abdest aldı ve şöyle
dedi: “Babam dedesi Atiyye’den Allah Resulünün (s.a.a.) şöyle
buyurduğunu bana nakletti: “Şüphesiz gazap şeytandandır ve
şüphesiz şeytan ateşten yaratılmıştır.
Şüphesiz ki ateşi ise sadece su söndürür. O halde sizden biri
gazaplanınca abdest alsın.”[1046]
15062. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazaba karşı hilimle
savaşmak, şerafet sahibi olmanın nişanesidir.”[1047]
15063. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hilmin acı hüzünlerini yudum yudum
içmek gazap ateşini söndürür.”[1048]
15064. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hilimle gazaba karşı
savaşınız.”[1049]
bak. el-Meheccet’ul Beyza, 5/306,
15065. İmam Ali (a.s) Mısır
ehline vali tayin ettiğinde Malik Eşter’i Misır’a tayin
ettiğinde Mısır ehline yazdığı mektubunda
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kulu,
Müminlerin Emiri Ali’den Allah’a isyan edildiği, hakkın yok
edildiği bir çağda, Allah rızası için öfkelenen topluma…”[1050]
15066. İmam Ali (a.s) ashabına
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın ahitlerinin
çiğnendiğini gördüğünüz halde kızmıyor,
babalarınızın sözlerinin bozulmasına ise öfkeleniyorsunuz.”[1051]
15067. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) asla dünya için
öfkelenmezdi. Ama haktan dolayı kızınca hiç kimse onu
tanımazdı ve (hakkın) intikamını alıncaya kadar
da hiç bir şey öfkesini dindiremezdi.”[1052]
15068. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gazap
mızrağının ucunu münezzeh olan Allah için sivriltirse
batıl güçlerine karşı üstün gelir.”[1053]
15069. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim fasıklara kin duyar ve
Allah için gazaplanırsa, Allah da onun için gazaplanır ve
kıyamette onu razı eder.”[1054]
15070. Musa (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ım! Senin gölgenden başka hiçbir şeyin gölgesinin
olmadığı o gün Arş’ının gölgesinde gölgelenenler
kimlerdir?” Allah ona şöyle vahyetti: “…ve haramların helal
sayıldığında yaralı kaplan gibi gazaba gelenlerdir.”[1055]
15071. İmam Ali (a.s) Osman, Ebuzer’i
Rebeze’ye sürgün ettiğinde onunla vedalaşınca şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Sen aziz ve celil olan Allah
için gazaplandın. Kendisi için gazablandığın kimseye ümit
bağla. Bu kavim dünyaları için senden korktu. Sen de dinin için
onlardan korktun. Bu yüzden seni evinden göç ettirdiler, sıkıntı
ve zorluğa düşürdüler. Allah’a yemin olsun ki eğer, gökler ve
yerler bir kula kapansa, eğer o kul Allah’tan sakındıysa, Allah
ona bir çıkış yolu ihsan eder. O halde sadece hak ile
arkadaş ol ve sadece batıldan kaç…”[1056]
Şöyle diyorum: “Nakledildiği
üzere Muaviye Ebuzer’i (r. a) Şam’dan dışarı
çıkardı. İnsanlardan bir grup da Deyr’ul Murran” denilen yere
kadar onunla birlikte gittiler. Orada Ebuzer onlarla vedalaştı, bir
takım tavsiyelerde bulundu, birkaç şeyden şöyle buyurdu: “Ey
insanlar! Namaz ve orucunuzun yanısıra yeryüzünde günah
işlenildiğinde aziz ve celil olan Allah için öfkelenin,
önderlerinizi, Allah’ı öfkelendirme pahasına hoşnut kılmaya
çalışmayın. Eğer bilmediğiniz bir iş (bidat)
yapacak olurlarsa onlardan uzak durun ve her ne kadar işkence görseniz,
mahrum kalsanız ve sıkıntılara düşseniz de aziz ve
celil olan Allah hoşnut oluncaya kadar onları kınayın.”[1057]
bak. el-Ma’ruf (2), 2703. Bölüm
15072. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kötülük
karşısında gazaplanmazsa nimet karşısında da
şükretmez.”[1058]
15073. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine bir kötülük
yapıldığında içinde bir rahatsızlık duymayan
kimse nezdinde iyilik etmenin hiçbir değeri yoktur.”[1059]
“Ben şöyle diyorum: Ebu Hamid
Gazali şöyle yazıyor: “Bu güç- yani gazap gücü, ilk aşamada
insanlarda üç tür olarak ortaya çıkmaktadır. Tefrit, , İfrat ve
itidal.”
Tefrit, bu gücün olmaması veya
zayıf halde bulunmasıdır ve bu kınanmış bir
haslettir ve böyle bir kimseye gayretsiz şahıs denmektedir. Bu yüzden
de şöyle denilmiştir: “Her kim gazaplanması gerektiği yerde
gazaplanmazsa merkeptir.” O halde gayret ve gazap gücünden tümüyle yoksun olan
kimse çok nakıs olan kimsedir. Allah sahabeyi gazap ve huşunet sahibi
olmakla nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Kafirlere
karşı şiddetlidirler.”Hakeza
şöyle buyurmuştur: “Ey Peygamber!
Kafirler ve münafıklarla cihat et ve onlara sert davran. Sert
davranma ve şiddet, gayret ve gazap gücünün nişanelerindendir.
Gazabın ifratı ise bu
sıfatın insanın bedenine üstün gelmesi ve böylece de bu
insanın akıl ve din hakimiyetinden akıl ve dine itaatten
dışarı çıkmasıdır.
Beğenilmiş gazap ise akıl
ve dinin işretini bekleyen gazaptır. Gayret iktidar ettiği yerde
öfkelenen ve hilmin güzel olduğu yerde de halim olan ve gazap gücünü
itidal haddinde tutan kimsenin gazabıdır.”[1060]
bak. el-Fezilet, 3211. Bölüm;
et-Taassub, 2746. Bölüm
15074. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendisine zarar veremediği
birine öfkelenirse hüznü uzar ve kendisine işkence verir.”[1061]
15075. İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine malik olduğun kimseye gazaplanman
aşağılıktır.”[1062]
15076. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Düşünceler, sadece gazap durumunda
tanınır.”[1063]
15077. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyanık olun! Elde etmeyi dileyip
arzuladığınız, sizi bazen üzen, bazen de hoşnut eden
dünya; konaklamak için yaratıldığınız, davet
edildiğiniz eviniz değildir.”[1064]
15078. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfkelendiğin zaman
hoşnutluğun içinde bir yer bırak ve öfkelendiğin zaman
şiddetlenmesine izin verme.”[1065]
15079. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazap, hikmet sahibi kimsenin kalbini
yok edicidir.”[1066]
15080. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin, öfkelenince öfkesi kendisini hak
yolundan dışarı çıkarmaz, hoşnut olduğunda da
hoşnutluğu onu batıl yolda sürüklemez. Ve kudret elde
ettiğinde hakkından fazla olanını asla almaz.”[1067]
bak. En-Nubuvvet, 3813. Bölüm
392. Konu
el-İstiğfar
Mağfiret Dilemek
F
el-Bihar, 93/275, 15. bölüm,
el-İstiğfar
F
Kenz’ul Ummal, 1/475, 2/257,
el-İstiğfar
bak.
F
57. konu, et-Tevbe; es-Selat, 2272. bölüm; ez-Zenb,
1385, 1386, 1387. bölümler; el-Hayvan, 983. bölüm; el-İlim, 2853, 2859.
bölüm; el-kalb, 3410. bölüm
Kur’an:
“Onlar fena bir şey yaptıklarında veya
kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının
bağışlanmasını dilerler.”[1068]
“Kim kötülük işler veya kendine zulmeder de sonra
Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve
merhamet sahibi olarak bulur.” [1069]
15081. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En kapsamlı dualardan biri de
kulun mağfiret dilemesidir.”[1070]
15082. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mağfiret dilemek günahları
temizler.”[1071]
15083. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bela kapıları mağfiret
dilemekle kapanır.”[1072]
15084. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İstiğfar etmek elindeyken
ümitsizliğe kapılana şaşarım.”[1073]
15085. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En iyi dua mağfiret dilemektir.”[1074]
15086. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En iyi ibadet mağfiret
dilemektir.”[1075]
15087. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İstiğfarın
(mağfiret dilemenin) örneği ağacın sallanmasıyla
dökülen ağaç yaprakları misalidir.”[1076]
15088. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mağfiret dilemekle güzel kokun ki
günahlarınızın kötü kokusu sizleri rezil etmesin.”[1077]
15089. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Amel defterinde istiğfarı çok
bulunan kimseye ne mutlu”[1078]
15090. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mağfiret dilemek amel defterinde
nur gibi parlar.”[1079]
15091. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü amel defterinde her
günahın altında, “esteğfirulah” (Allah’tan mağfiret
dilerim) cümlesi bulunan kimseye ne mutlu.”[1080]
15092. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim amel defterinin kendisini
sevindirmesini dilerse çok mağfiret dilemelidir.”[1081]
15093. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok mağfiret dileyin. Zira aziz ve
celil olan Allah sadece sizleri bağışlamak istediği için
sizlere mağfiret dilemeyi öğretmiştir.”[1082]
15094. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala
bağışlanmak istemeyen kimse dışında tüm
günahkarları bağışlar.” Şöyle arzettiler: “Ey
Allah’ın Resulü (s.a.a)! Kim bağışlanmak istemez?”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Mağfiret dilemeyen kimse.”[1083]
15095. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi tevessül mağfiret
dilemektir.”[1084]
15096. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günahkarın silahı
mağfiret dilemektir.”[1085]
15097. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir şefaat eden (aracı) mağfiret
dilemekten daha etkili değildir.”[1086]
15098. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin gam ve hüznü çok olursa
mağfiret dilemelidir.”[1087]
15099. Resulullah (s.a.a)şöyle
buyurmuştur: “İblis şöyle dedi:
“İzzetine andolsun ki canları bedenlerinde olduğu müddetçe kullarını
saptırmaktan el çekmeyeceğim.” Allah şöyle buyurdu: “İzzet
ve celalime yemin olsun ki benden mağfiret diledikçe de onları
bağışlayacağım.”[1088]
15100. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere dertlerinizi ve dertlerinizin
çaresini göstermeyeyim mi? Biliniz ki sizin dertleriniz
günahlarınızdır. İlaçlarınız ise mağfiret
dilemektir.”[1089]
15101. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her hastalığın bir
ilacı vardır, günahların ilacı ise mağfiret
dilemektir.”[1090]
15102. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine tövbe ihsan edilen kimse
kabulden mahrum kalmaz.”[1091]
15103. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah kuluna şükür
kapısını açıp da nimetin artış
kapısını kapamaz; dua kapısını açıp da
icabet kapısını kapamaz; ona tövbe kapısını
açıp da mağfiret kapısını kapamaz.”[1092]
15104. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yeryüzünde Allah’ın azabından
iki eman vardı; onlardan biri kaldırılmış (elden
çıkmış), diğeri ise yanınızdadır; o halde
ona sarılın. Kaldırılmış olan eman
Resulullah’tır; baki kalan eman ise istiğfardır. Nitekim Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “Sen içlerinde olduğun halde Allah
onları azaplandıracak değildir ve onlar istiğfar ettikleri
halde de Allah onları azaplandıracak değildir.”[1093]
15105. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah ümmetim için bana iki eman
(güvenlik) indirdi: “Sen onların arasında olduğun müddetçe
Allah onlara azap etmeyecektir. Ve mağfiret diledikleri müddetçe de Allah
onlara azap etmeyecektir.” O halde ben gidince kıyamet gününe kadar
aranızda mağfiret dilemeyi (istiğfarı) baki
bıraktım.”[1094]
Kur’an:
“(Takva sahipleri) Sabreden, doğru
olan, gönülden kulluk eden, hayra infak eden ve seher vakitlerinde
bağışlanma dileyenlerdir.”
[1095]
15106. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın “…ve seher vakitlerinde mağfiret
dileyenler” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yani seher vakti namaz kılanlar.”[1096]
15107. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın “… seher vakitlerinde mağfiret
dileyenler” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Onlar seher vakti vitir
namazını kılınca yetmiş defa mağfiret diliyorlardı.”[1097]
15108. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seher vakti Allah’tan yetmiş defa
mağfiret dileyen kimse bu ayetin ehlindendir.”[1098]
15109. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim vitir namazında ayakta
durduğu halde “esteğfirullah ve etubu ileyh” (Allah’tan mağfiret
dilerim ve Allah’a tövbe ederim) derse ve bu işi bir yıl sürdürürse
Allah onun adını seher vaktinde mağfiret dileyenlerden yazar ve
aziz ve celil olan Allah’ın mağfireti ona gerekli olur.”[1099]
15110. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala üç sesi sever: Horozun
sesini, Kur’an okuyan kimsenin sesini ve seher vakitlerinde mağfiret
dileyenlerin sesini.”[1100]
15111. Lokman (a.s) oğluna
yaptığı tavsiyede şöyle buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Sadık horoz senden daha uyanık
olmasın. Seher vakti sen uyuyunca o kalkar ve mağfiret diler.”[1101]
15112. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç grup iblis ve ordusunun
zararlarından korunmuştur: “Allah’ı zikredenler, Allah
korkusundan ağlayanlar ve seher vaktinde mağfiret dileyenler.”[1102]
15113. Rivayet edildiği üzere Davud (a.s)
Cebrail’e (a.s) en iyi vakti sordu ve Cebrail (a.s) ona şöyle buyurdu: “Bilmiyorum
ama Arş seher vakitlerinde titremektedir.”[1103]
15114. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ı
çağıracağınız en iyi vakit seher vaktidir.” Peygamber
daha sonra Yakub’un sözü olan şu ayeti “Sizler için Rabbimden yakında
bağışlanmanızı dileyeceğim;”
tilavet buyurdu. Onlar için dua etmeyi seher vaktine havale etmişti.”[1104]
15115. İmam Sadık (a.s) bir rivayette
şöyle buyurmuştur: “Onlar için dua
etmeyi Perşembeyi Cumaya bağlayan gecenin seher vaktine erteledi.”[1105]
15116. İmam Kazım (a.s) Vitir
namazının son rekaatından başını
kaldırınca şöyle buyururdu: “Bu,
iyilikleri senden bir nimet olan, şükrü zayıf, günahı büyük,
senin himayenden ve rahmetinden başka bir şeyi olmayan kimsenin makamıdır.
Şüphesiz sen mürsel peygamberine indirdiğin kitabında şöyle
buyurdun: “Gecenin az bir bölümünde uyuyor, seher vakitleri ise
mağfiret diliyorlardı.” Uykum uzun çekti, geceyi ihya etmem az
sürdü. Şimdi seher vaktidir. Ben günahlarım için senin dergahından
mağfiret diliyorum. Nefsi için ne bir fayda ve ne de bir zarar, ne ölüm ne
hayat ve ne de diriliş sahibi olan kimse gibi mağfiret diliyorum.” İmam
daha sonra secdeye kapanıyordu.”[1106]
15117. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah yeryüzü ehline
azap indirmeyi irade ettiğinde şöyle buyurmaktadır: “Eğer
azametim sebebiyle birbirini seven, mescitlerimi bayındır kılan
ve seher vakitlerinde benden mağfiret dileyen kimseler olmasaydı
şüphesiz azabımı indirirdim.”[1107]
bak. 249. Konu, es-Sıhr, 300. konu,
Selat (3), ; Vesail’uş Şia, 11/374, 94. Bölüm,
15118. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kul bir günah işleyince sabahtan
akşama dek kendisine mühlet verilir. Eğer mağfiret dilerse o
günahı kendisi için yazılmaz.”[1108]
15119. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir günah işlerse gündüz
yedi saat kendisine fırsat verilir. Eğer bu mühlet boyunca üç defa
esteğfirullah ellezi la ilahe illa huve’l hayyul kayyum (Kendisinden
başka ilah olmayan Allah’tan mağfiret dilerim. O diridir ve
kullarını gözetendir) derse bu taktirde kendisine günah
yazılmaz.”[1109]
15120. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul iyi bir iş yapmak ister de o
işi yapmazsa Allah iyi niyeti sebebiyle ona sevap yazar. Eğer onu
yaparsa kendisine on sevap verir. Bazen de kul kötü işe yeltenir de o
iş yapmazsa kendisine bir günah yazılmaz. Eğer yaparsa kendisine
yedi saat fırsat verilir. İyilikleri kaydetmekle memur olan melek sol
eldeki kötülükleri yazan meleğe şöyle der: “Acele etme, belki bu kötü
işin ardından iyi bir iş yapar da o kötülüğü temizler. Zira
aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
iyilikler kötülükleri ortadan kaldırır.” Belki de mağfiret
diler. O halde eğer şöyle derse: “Esteğfirullah ellezi lailahe
illa huve alim’ul gaybi ve’ş şahadeti al aziz’ul Hekim el gafur’ur
rahim zülcelali ve’l ikram ve etubu ileh (kendisinden başka ilah olmayan
Allah’tan mağfiret dilerim. O görülen ve görülmeyeni bilendir. Azizdir ve
hikmet sahibidir. Bağışlayandır, rahmet sahibidir. Celallidir,
yücedir ve onun dergahına tevbe ederim) kendisine hiçbir günah
yazılmaz. Ama yedi saat geçer de o günahtan sonra bir sevap yapmaz ve
mağfiret de dilemezse iyilikleri yazmakla görevli olan melek kötülükleri
ve günahları yazmakla görevli olan meleğe şöyle der: “Bu mutsuz
ve mahrum insanın aleyhine yaz.”[1110]
Kur’an:
“Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin
ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine
faziletinin karşılığını versin.”[1111]
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na
tövbe edin ki size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet
katsın; suçlular olarak yüz çevirmeyin.”[1112]
15121. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mağfiret dilemek rızkı
artırır.”[1113]
15122. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mağfiret dile ki
rızıklandırılasın.”[1114]
15123. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim çok mağfiret dilerse Allah
her hüznünden dolayı kendisine bir rahatlık verir, her darlıktan
dolayı bir çıkış yolu nasip eder.”[1115]
15124. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah, istiğfar etmeyi,
rızkın bollaşmasına ve mahlukatın rahmetine bir sebep
kılmış ve şöyle buyurmuştur: “Rabbinizden
bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok
bağışlayandır.”
Tövbeye yönelen, hatasının affedilmesini isteyen ve ahirete
koşan kimseye Allah rahmet etsin.”[1116]
15125. İmam Ali (a.s) kendisine,
“Hayatın zorluğundan, fakirlikten ve ailesinin kalabalık
olmasından şikayette bulunan bir Bedeviye şöyle
buyurmuştur: “O halde mağfiret dile zira aziz ve
celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Rabbinizden mağfiret
dileyin şüphesiz Allah mağfiret edicidir.”
O şahıs bir müddet sonra
yeniden İmam Ali’nin (a.s) geri döndü ve şöyle arzetti: “ey
Müminlerin Emiri! Ben Allah’ın dergahından çok mağfiret diledim
ama benim için bir genişlik hasıl olmadı.” İmam şöyle
buyurdu: “Belki de mağfiret dilemenin doğru yolunu bilmiyorsun.” O
Bedevi, “Bana öğret” diye arzetti. İmam şöyle buyurdu: “Niyetini
halis kıl, Rabbine itaat et ve şöyle de: “Allahumme inni
esteğfiruke min kulli zenbin keviye aleyhi bedeni bi’fiyetik salli ala
hıyereteki min halkik muhammedin en nebiyyin (s.a.a) ve alihi etteyyibin
ettahirin ve ferric anni” (Allah'ım! şüphesiz ben senden senin
verdiğin afiyetle bedenimin güç yitirebildiği her günahtan
dolayı senden mağfiret dilerim…yaratıklarının en
hayırlısı olan Muhammed Peygambere (s.a.a) ve tertemiz ehli
beytine selavat gönder ve bana kurtuluş ver…
O bedevi şöyle diyor: “Ben böylece
defalarca mağfiret diledim. Allah hüznümü ve darlığımı
ortadan kaldırdı. Rızkıma genişlik verdi. Mihnet ve
meşakkatimi yok etti.”[1117]
bak. Er-Rızk, 1491. Bölüm
15126. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bazen kalbim tozlanıyor ve ben
günde yüz defa Allah’tan mağfiret diliyorum.”[1118]
15127. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bazen kalbim tozlanıyor ve ben
günde yetmiş defa Allah’ın dergahından mağfiret diliyorum.”[1119]
15128. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) hiçbir günah
işlemediği halde günde yetmiş defa Allah’ın dergahına
tevbe ediyordu.”[1120]
15129. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) günde yetmiş
defa aziz ve celil olan Allah’ın dergahına tevbe ediyordu.” “Ben
(ravi) şöyle arzettim: "Acaba esteğfirullah ve etubu ileyh”
cümlesini mi buyuruyordu: İmam şöyle buyurdu: “Hayır o
şöyle diyordu: “etubu ilellah” (Allah’a tevbe edip yöneliyorum.”[1121]
Ebu Hamid Gazali herkese ve her durumda
tevbenin farz olduğunu izah ederek
şöyle yazmıştır: Sürekli olarak ve her haliyle tevbe
etmenin farz olduğunun beyanı şudur: “Hiçbir kul günahtan
münezzeh değildir. Ya organlarıyla Allah’a isyan eder veya bazı
haletlerde organlarıyla Allah’a isyandan münezzeh olsa da kalbinden günah
niyeti geçer. Eğer günah niyetinden de münezzeh olsa Allah’tan gafil
kılıcı çeşitli düşünceleri kalbine atan
şeytanın vesveselerinden münezzeh olamaz. Eğer bundan da
münezzeh olsa Allah’ı, sıfatlarını ve fiillerini
tanımak kusurundan ve gafletinden münezzeh olamaz. bunların hepsi de
noksanlıktır ve bu noksanlığın bir takım
sebepleri vardır. Bu sebepleri, zıt sebeplerine yönelerek terketmek
bir yoldan dönüp zıt bir yola girmektir ve maksat tevbe edip dönmektir.
Velhasıl insanın bu noksanlıklardan uzak olması
düşünülemez. Elbette bu noksanlık insanlarda farklılık
arzetmektedir. Ama aslının olmaması imkansızdır. Bu
yüzden Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bazen kalbim
tozlanıyor, [1122]
öyle ki bu yüzden de her gece-gündüz yetmiş defa Allah’tan mağfiret
diliyorum.”[1123]
Hakeza bu yüzden Allah-u Teala Peygamberi bu ayetle yüce
kılmıştır: “Ta ki Allah
önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın.” Peygamber
bile bu durumda ise diğerlerinin durumu ne olacak düşünün.”
Ben şöyle diyorum: [1124]
“Kavaid’ul Akaid” kitabında ibadetler bölümünde, beyan ettiğimiz
üzere Peygamberlerin ve vasilerinin günahları bizim günahlarımız
gibi değildir. Onların günahları Allah’ı sürekli zikretmeyi
terketmek, mübah işlere koyulmak ve neticede bir çok fazladan mükafat ve
ecirden mahrum kalmak anlamındadır. Kafi’de Hasen senediyle Ali bi.
Reab’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebu Abdillah’es
Sadık’a (a.s), “Size ulaşan her
musibet amelleriniz sebebiyledir. Allah bir çok günahları
bağışlar” ayetini sordum ve
şöyle arzettim: “Acaba size göre Ali’ye (a.s) ve daha sonra da
hanedanına çatan musibetler onların ameli sebebiyle midir? Oysa onlar
temiz ve masum bir hanedandır.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Allah
Resulü (s.a.a) hiçbir günah işlemediği halde gece gündüz Allah’a
tevbe ediyordu ve yüz defa mağfiret diliyordu. Şüphesiz Allah kendi
veli kullarını hiçbir günah işlemedikleri halde musibetlere
düçar kılmakta ve bu sebeple de bir çok ecir ve sevap vermektedir. (Ayette
musibetlere sebep olan günahlar) bizim günahlarımıza benzer
günahlardır”. [1125]
bak. Et-Tevbe, 454. Bölüm; 435. Konu,
el-Mukarrebun
15130. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Günahı sürdürdüğü halde
mağfiret dilmek de bizzat yeni bir günahtır.”[1126]
15131. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günahtan mağfiret dilediği
halde yine de günahı sürdüren kimse alay eden kimse gibidir.”[1127]
15132. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günahtan mağfiret dilediği
halde yine de günah yapan kimse Rabbini alaya alan kimse gibidir.”[1128]
15133. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim diliyle mağfiret idiler ve
kalbiyle pişman olmazsa kendisini alaya almıştır.”[1129]
15134. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah nezdinde en iyi istiğfar
günahları terketmek ve pişman olmaktır.”[1130]
Bak. Ez-Zenb, 1376. Bölüm, et-Tevbe, 459. Bölüm
Kur’an:
“Onların ister bağışlanmasını
dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma
dilesen Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu,
Alla'ı ve peygamberini küfretmelerinden ötürüdür. Allah fâsık
topluluğu doğru yola eriştirmez.” [1131]
“Onlar için, bağışlanma dilesen de dilemesen de birdir; Allah onları asla bağışlamayacaktır. Doğrusu Allah, yoldan çıkmış milleti doğru yola eriştirmez.” [1132]
bak. Ez-Zenb, 1368, 1376. Bölümler;
el-Cihad, (3) 594. Bölüm
393. Konu
el-Gaflet
Gaflet
F
el-Bihar, 73/154, 125. bölüm, Gaflet ve’l-Lehv
bak.
F
169. konu, ez-Zikr; 332. konu, el-İbret;
475. konu, el-Legv; 478. konu, el-Lehv; 551. konu, el-Mevize; es-Sevk, 1936;
el-Marifet (3), 2637. bölüm
Kur’an:
“Ona: “And olsun ki, sen, bundan gafildin;
işte senden gaflet perdesini kaldırdık, bugün artık
görüşün keskindir” denir.” [1133]
bak. A’raf Suresi, 205. ayet; Yunus
Suresi, 7 ila 8. ayetler; Meryem Suresi, 39. ayet; Enbiya Suresi 1, 2, 97.
ayetler
15135. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet düşmanların en
zararlısıdır.”[1134]
15136. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet ahmakların hasletidir.”[1135]
15137. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet nefislerin
sapıklığı ve her türlü uğursuzlukların
başıdır.”[1136]
15138. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet sapıklıktır.”[1137]
15139. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet insanı aldatır ve
helak olmaya yaklaştırır.”[1138]
15140. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet (hak yoldan) sapma nedenidir.”[1139]
15141. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet (hak yolu) kaybetme sebebidir.”[1140]
15142. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet uyanıklığın
zıddıdır.”[1141]
15143. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine gaflet üstün gelen ve
neticede de (ahiret) yolculuğunu unutan ve kendini hazırlamayan
kimseye eyvahlar olsun.”[1142]
15144. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Devlet (talih) nişanelerinden biri
de gafletin azlığıdır.”[1143]
15145. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer şeytan düşmansa o
halde gaflet neden?”[1144]
15146. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflete yönelmek aldanmaya sebep olur.”[1145]
15147. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet, cefa ve Allah’a itaat hususunda
yardımcıların azlığından uzak dur.”[1146]
15148. Mirac hadisinde şöyle yer
almıştır: “Ey Ahmed!
Düşünceni tek bir düşünce kıl, dilini tek bir dil kıl,
bedenini diri kıl, benden gaflet etme, zira her kim benden gaflet ederse
hangi vadide helak olacağına önem vermem.”[1147]
15149. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ömrü, ahirette aleyhine bir hüccet ve
delil olan gafile hasret (eyvahlar-yakınmalar) olsun ki yaşam günleri
onu kötülüğe sürmüş, götürmüştür.”[1148]
15150. İmam Ali (a.s) takva sahiplerinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Korkuyla
geceler, neşeyle sabahlar, gaflete düşmekten çekinerek korkar, rahmet
ve fazilete nail olduğundan sevinir.”[1149]
15151. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Eğer gafiller arasında olsa
Alalh’ı zikredenlerden yazılır. Allah’ı zikredenler arasında
olsa gafillerden yazılmaz.”[1150]
15152. İmam Ali (a.s) meleklerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar
senin katındaki yerlerindedirler, yerleri senin yanındadır.
İstekleri sende toplanır. İbadetlerinin hepsi sanadır.
Emrinden gafletleri azdır. O halde kendilerine gizli olan hakikatinin
künhüne de erseler, şüphesiz amellerini naçiz sayanlar.”[1151]
15153. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Gafletlerin cehaleti kararlarına
üstün gelmez. Şehvetlerin aldatıcılığı irade ve
himmetlerine etki etmez.”[1152]
15154. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflete karşı
uyanıklıkla savaşınız.”[1153]
15155. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyanıklık nurdur.”[1154]
15156. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyanıklık (hakikati)
görmektir.”[1155]
15157. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dinde uyanıklık, insanlara
rızık olarak verilen bir nimettir.”[1156]
15158. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyanıklıktan yardım
talep etmeyen kimse koruyuculardan asla faydalanamaz.”[1157]
15159. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey duyan kimse!
Sarhoşluğundan ayıl, gaflet uykusundan uyan ve
hızını azalt.”[1158]
15160. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her zaman ve fetret dönemlerinde, büyük
nimetler sahibi Allah’ın, fikirlerine ve akıllarına ilham
ettiği, akıl ve düşünceleriyle konuştuğu kullar var
olmuştur. Bunlar, gözlerindeki, kulaklarındaki ve kalplerindeki
uyanış nuruyla aydınlanmışlardır.”[1159]
bak. 3095, 2, 3102. Bölümler; 193. Konu,
el-Murakıbe
15161. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ömrü sona ermeden önce gaflet
uykusundan uyanacak kimse var mıdır?”[1160]
15162. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ölümü gelip çatmadan önce uykudan
uyanacak kimse var mıdır?”[1161]
15163. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerin gafleti olduğu taktirde
gözlerin uyanıklığı fayda vermez.”[1162]
15164. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet ve aldanmanın
sarhoşluğu şarabın sarhoşluğundan daha geç
gider.”[1163]
15165. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insan! Seni günahına
karşı cesaretlendiren nedir? Seni Rabbine karşı aldatan
nedir? Kendi kendini mahvetmene sebep olan nedir? Derdine deva mı yoktur, yoksa
gaflet uykusundan mı uyanamadın?”[1164]
15166. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Size kitabı öğrettim, delil
ve hüccet yollarını sizlere bellettim,
tanımadığınız şeyleri tanıttım,
ağzınızdan attığınız suyu size tatlı
tatlı içirdim. Keşke kör görseydi de, uyuyan uyansaydı!”[1165]
15167. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bana ne oluyor da sizi ruhsuz cesetler,
cesetsiz ruhlar, ıslah olmadan ibadet eden, kazanmadan ticaret yapan
kullar olarak görüyorum. Uykuya dalmış uyanıklarsınız,
bedeniniz burda, ruhunuz yok, kör gibi bakıyorsunuz.”[1166]
15168. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kendisinden gaflet edilmediği
halde gafil olan kimseye şaşarım. Ölüm peşinde olduğu
halde dünyanın peşice koşan kimseye şaşarım.
Allah’ın kendisinden hoşnut olup olmadığını
bilmediği halde gülen kimseye şaşarım.”[1167]
15169. Selman-i Farisi şöyle diyor: “Altı
şeye şaşıyorum, bunun üç şeyi beni güldürüyor,
diğer üç şey ise beni ağlatıyor. Beni ağlatan üç
şey, Muhammed’in sevenlerinden
ayrılmak, kıyamet gününün korku ve dehşeti ve aziz ve
celil olan Allah karşısında durmak. Beni güldüren üç şey
ise şunlardır: “Ölüm peşinde olduğu halde, dünyanın
peşinde koşan kimse, kendisinden gaflet edilmediği halde gaflet
içinde yaşayan kimse ve üçüncüsü de Allah’ın kendisinden hoşnut
olup olmadığını bilmediği halde gülen kimse.”[1168]
15170. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı insanların güzel
(ahiret azığı) talep etmekten ve dönüş için
hazırlanmaktan gaflet edişine şaşarım.”[1169]
15171. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere ölümü
hatırlamanızı ve ölümden az gaflet etmenizi tavsiye ederim.
Sizden gafil olmayan bir şeyden siz nasıl gaflet edersiniz?”[1170]
15172. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünya ehlinin çeşitli hallerde
akşamını sabah ettiğini görmez misiniz? Birisi ölür, ölüye
ağlanır, diğeri kalır, ona da baş
sağlığı dilenir, birisi derde uğrar, diğeri
ziyaret eder. Birisi can vermek üzeredir. Biri dünyayı ister, halbuki ölüm
de onu istemektedir. Birisi gaflet eder, oysa kendisin-den gaflet edilmez.
Geride kalanlar da geçip gidenlerin izi üzere giderler.”[1171]
15173. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey kendilerinden gaflet edilmeyen
(gafil) insanlar! Ey (Allah’ın emrini) terk ettiklerinden hesaba çekilecek
olanlar! Bana ne oldu da, sizin Allah’tan ayrılıp,
başkasına rağbet edenlerden olduğunuzu görüyorum.”[1172]
15174. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Ey ademoğlu!
Eyvahlar olsun sana! Ey kendisinden gaflet edilmeyen gafil kimse! Ey
ademoğlu! Ölüm her şeyden daha hızlı bir şekilde sana
gelip çatacaktır. Büyük bir hızla sana doğru gelmekte ve seni
aramaktadır.”[1173]
15175. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey dinleyip işiten, sakın,
sakın! Ey gafil çalış, çalış! Her şeyden haberdar
olan gibi sana kimse haber veremez.”[1174]
15176. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey gören gözleri, duyan kulakları
olanlar! Ey afiyet ve dünya malı olanlar! Kaçıp
sığınılacak, kurtuluşa erişilecek, güvene
kavuşulacak, kaçıp gizlenilecek bir yer var mı? (Elbette yok!)
Nasıl da döndürülüyorsunuz? Nereye götürülüyorsunuz? Neye
aldanıyorsunuz?”[1175]
15177. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“O halde geri kalan günlerinizi idrak edin!
Nefislerinizi sabretmeye alıştırın, direnin. Çünkü gaflet
içinde geçirdiğiniz ve öğüt
almadığınız günlere göre geri kalan günler çok azdır.”[1176]
15178. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizden önce daha çok yaşayıp
eser bırakanların, olmayacak emeller peşinde
koşanların, yurdunda değil misiniz?... Ondan sonra,
kendilerini menzile ulaştıracak azık almadan, o güç yolları
aşacak binekleri olmadan gö-çüverdiler. Acaba dünyanın, onlardan
birini fidye karşılığı bıraktığını,
onlara yardımda bulunduğunu, onlarla dostluk kurduğunu gördünüz
mü hiç?... Onlara
açlıktan başka bir azık mı verdi?...Acaba böyle bir
dünyayı mı tercih ediyorsunuz?”[1177]
15179. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eceli hatırlamak kalbinizden
silinmiş, yalan istekler sizi kuşatmış, dünya sizi
ahiretten fazla avucuna almış.”[1178]
15180. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Size ne oluyor ki, dünyada
edindiğiniz az şeye seviniyor, ahiretten yitirdiğiniz çok
şeye üzülmüyorsunuz!? Dünyadan yitirdiğiniz az ve önemsiz şeyler
sizi ızdıraba itiyor, ızdırabınız yüzlerinizde
beliriyor.”[1179]
15181. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eyvahlar olsun adem oğluna! Onu
gafil kılan nedir ve onu kemalinden mahrum kılıp
şaşkınlık içinde bırakan nedir?”[1180]
15182. İmam Ali (a.s), “Çoklukla
övünme kuruntusu sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaret
ettiniz” ayetini okuduktan sonra şöyle
buyurmuştur: “Ne kadar uzak bir hedef, ne kadar gafil
ziyaretçiler, ne kadar da büyük ve rüsva edici bir iş!”[1181]
15183. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Feryadı duymayan kul, yavaş
sesi nasıl duysun?”[1182]
15184. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ömrü ahirette aleyhinde bir delil olan
gafile hasret (eyvahlar-yakınmalar) olsun ki yaşam günleri onu
kötülüğe sürmüş, götürmüştür.”[1183]
15185. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice gafil kimseye, giymek için dokuduğu
elbise kefen olur. Oturmak için bir ev yaptığı halde, o ev
kendisine mezar olur.”[1184]
15186. Allah-u Teala Musa’ya (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer gaflet uykusuna girmek,
mutsuzluk yolunu katetmek ve şehvetlere tabi olmak olmasaydı, bir
grup nasıl hayattan lezzet alabilirlerdi. Bu işlerin
sıddıklarda (gerçek müminlerde) olmaması sebebiyle onlar
kararsızlık ve sabırsızlık göstermektedirler.”[1185]
15187. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sürekli Allah’ı hatırlamakla
gaflet perdeleri kenara itilir.”[1186]
15188. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Her ne kadar yapamasan da
iyi bir iş yapmaya niyet et ki gafiller zümresinden
yazılmayasın.”[1187]
15189. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim zamanı tanırsa,
(ahiret için) hazırlanmaktan gafil olmaz.”[1188]
15190. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yolun uzunluğu için uzun korkudan
yardım alın. Zira nice gafil kimse, gafletine itimat etmiş,
ömrünün mühletini bahane edinmiş ve bu yüzden arzusunu uzatmış,
saraylar dikmiştir. Ama ecelinin yakınlaşması, arzusunun
uzaklığını kısaltmış ve ani ölümünün gelip
çatması ümidini kesmiştir.”[1189]
15191. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Farz namazlara önem veren ve
onları vaktinde kılan mümin gafillerden değildir.”[1190]
15192. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en gafili
dünyanın değişikliklerinden öğüt almayan kimsedir.”[1191]
15193. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyanın olaylarından ve
değişimlerinden ibret almayan kimseye öğütler etki etmez.”[1192]
15194. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Apaçık işe
çağırıldınız; bunu ancak kör olan görmez,
sağır olan duymaz. Allah’ın bela ve tecrübelerle fayda
vermediği kişiye, hiç bir öğüt fayda vermez. Dar görüşlülük
önünü keser, böylece kötülüğü iyi ve iyiliği de kötü bilir.”[1193]
bak. 332. Konu, el-İbret; 551.
el-Mevize
15195. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Eyvahlar olsun sana
ey ademoğlu! Bil ki oburluğun verdiği ağırlık,
mide dolgunluğundan kaynaklanan tembellik, tokluk sarhoşluğu ve
kudretten hasıl olan gaflet, insanı amel hususunda
ağırlaştıran ve tembel kılan, insana Allah’ın
zikrini unutturan, ölümün yaklaşmasından gafil kılan
şeylerdendir. Öyle ki dünya sevgisine düçar olan bir insan, şarabın
mestliğinden deli olmuş kimse gibidir.”[1194]
15196. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gafletten sakınınız.
Şüphesiz gaflet, duygu ve his bozukluğundandır.”[1195]
15197. İmam Bakır (a.s) veya
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mal
ve evlat çokluğuyla övünmek, bütün insanları mezarları ziyaret
edecekleri ölçüde (yada ölünceye kadar) gafil kılmıştır.”[1196]
15198. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Bedevi olursa, cefa eder
(kabalaşır). Her kim av peşinde koşarsa, gaflete
düşer. Her kim sultanın yanından ayrılmamayı tercih
ederse, fitne ve fesada sürüklenir.”[1197]
15199. Lokman (a.s), oğluna
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Her şeyin kendisiyle
tanındığı ve varlığına tanıklıkta
bulunduğu bir alameti vardır… Gafilin ise üç alameti vardır:
Hata, oyalanmak ve unutkanlık”[1198]
15200. İmam Ali (a.s), gafil insanın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O
kendilerini hedefine ulaştıracak bir yolu ve kılavuzu olan bir
imamı olmadan, Allah'ın kendisine verdiği mühleti gafiller ve
günahkarlarla geçirir (değerlendirmez.)… Günahlarının
cezasını görünce ve gaflet perdelerinden sıyrılınca bu
defa kendilerine yüz çevirene (ahirete) yönelirler ve kendilerine yönelenden
(dünyadan) yüz çevirirler. Taleb edip ulaştıkları ve
ihtiyaçlarını giderdikleri şeylerden fayda görmediler.”[1199]
15201. İmam Ali (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Adeta kastedilen (emir, yasak, vaad ve
tehditlerin muhatabı) kalplerden başkasıdır ve adeta
onların saadet ve nasibi dünyalarını elde etmektedir.”[1200]
15202. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gafilin ameli olmaz. (Kalp gafleti
içinde yapılan amellerin hiçbir değeri yoktur ve
reddedilmiştir)”[1201]
15203. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gaflet, camileri terk etmen ve bozuk
insana itaat etmendir.”[1202]
15204. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gafil olursa cahil kalır.”[1203]
15205. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gafletten sakın. Zira ki gaflette
kalp katılığı vardır.”[1204]
15206. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin gafleti uzun sürerse, helak
oluşu hızlanır.”[1205]
15207. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kime gaflet üstün gelirse, kalbi
ölür.”[1206]
15208. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gafletin devam etmesi, basiret gözünü
kör eder.”[1207]
15209. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gafletten ve mühlete aldanmaktan
sakın. Zira gaflet işleri bozar.”[1208]
15210. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim nefsini hesaba çekerse faydalanır.
Her kim nefsinden gaflet ederse hüsrana uğrar.”[1209]
15211. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim zamanın olaylarından
gafil olursa, ölümün taktir eli kendisini (gaflet uykusundan)
uyandırır.”[1210]
15212. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ömrünü kendisini kurtarmayacak
şeyler yolunda zayi etmesi insana gaflet olarak yeter.”[1211]
15213. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana himmetini, kendisini
ilgilendirmeyen şeylerde tüketmesi gaflet olarak yeter.”[1212]
15214. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sapıklıkta olmak gaflet için
yeterlidir.”[1213]
bak. el-Cehl, 603. Bölüm
15215. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz akıllı
insanın yarısı tahammül, diğer yarısı ise
görmezlikten gelmektir.”[1214]
15216. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Görmezlikten gel ki işin övülsün.”[1215]
15217. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanın en üstün ahlakı,
bildiği şeyi görmezlikten gelmesidir.”[1216]
15218. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi yüce haslet bildiğin
şey hususunda görmezlikten gelmendir.”[1217]
15219. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce kişinin en iyi amellerinden
biri, bildiğini görmezlikten gelmesidir”[1218]
15220. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir çok şey hususunda
görmezlikten gelmez ve göz yummazsa hayatı tatsız olur.”[1219]
15221. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s),
yaptığı vasiyetlerinden birinde şöyle buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Bil ki dünyanın salahı tümüyle iki
kelimededir: Hayatın durumunun düzelmesi üçte ikisinin teveccüh ve
uyanıklık, üçte birinin ise görmezlikten geldiği dolu bir
ölçektir. Zira insan sadece bildiği ve farkına vardığı
şeyler hususunda görmezlikten gelir.”[1220]
15222. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayatın durumunun ve insanlarla
muaşeretin düzelmesi üçte ikisi teveccüh ve uyanıklık, üçte birisi
ise görmezlikten gelmek olan dolu bir ölçektir.”[1221]
15223. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Toplumsal hayat ve muaşeretin
durumunun düzelmesi, üçte ikisi teveccüh ve uyanıklık, üçte biri ise
göz yummaktan ibaret olan dolu bir ölçektir.”[1222]
15224. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Görmezlikten gelmek gibi bir hilim ve
bilmezlikten gelmek gibi bir akıl yoktur.”[1223]
15225. İmam Ali (a.s), Peygamber’in
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O
(Peygamber), dertlerine deva bulmak için tıp bilgisiyle hastalarını
dolaşan bir hekimdir. İlaçlarını sağlam
hazırlamış ve tıp malzemelerini
ısıtmıştır, ihtiyaç duyulduğunda onlarla kör
gönülleri, sağır kulakları, söylemez dilleri iyileştirir.
Gaflet ve şaşkınlık içinde olanları ilaçlarıyla
iyileştirmek için arar bulur.”[1224]
15226. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O halde kalbindeki boşluk derdini
kararlılıkla, başındaki gaflet uykusunu da
uyanıklıkla tedavi et.”[1225]
15227. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünya yerine zikri tercih eden bir
zikir ehli vardır. Onları ne ticaret ne de alış veriş
bundan alıkoyabilmiştir. Bu şekilde yaşamaya devam
etmişlerdir. Her zaman gafillerin kulaklarına Allah’ın
haramlarından kaçınmayı
fısıldamışlardır.”[1226]
15228. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere ilahi takvayı tavsiye
ediyorum…Takvayla uykunuzu uyanıklığa çeviriniz ve gününüzü
takvayla sona erdiriniz.”[1227]
394. Konu
el-Gill
Kin ve Hıyanet
F
el-Bihar, 79/180, 91. bölüm, es-Sirket
ve’l-Gulul
bak.
F
117. konu, el-Hikd; el-Musahefe, 2256. bölüm;
el-Mal, 3765. bölüm
Kur’an:
“Kalbimizde müminlere karşı kin bırakma.”[1228]
“Biz onların gönüllerinde olan kini
çıkardık.”[1229]
15229. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kin kalplerin
hastalığıdır.”[1230]
15230. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kin kötülüğün tohumudur.”[1231]
15231. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kin iyi işleri ortadan
kaldırır.”[1232]
15232. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kin açısından kalplerin en
şiddetlisi kinli insanın kalbidir.”[1233]
15233. Hz. İsa (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey kötü kullar! İnsanları zan
üzere kınıyorsunuz da kendinizi yakin üzere kınamıyor
musunuz? Ey Allah’ın kulları! Başlarınızı
tıraş ediyor, elbiselerinizi kısaltıyor,
başlarınızı önünüze eğiyor ama kalplerinizden kinleri
çıkarmıyor musunuz?”[1234]
15234. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetim birbirine karşı kin
beslemezse onlar karşısında bir düşman boy gösteremez.”[1235]
15235. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüğü
başkalarının göğsünden uzaklaştır ki kendi
göğsünden de biçip atsın.”[1236]
15236. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Siz kinleriniz üzerinde birbirinizle
ittifak ettiniz, dostluklarınız tezekler arasında biten bitki
gibidir, emel sevgisinde birleştiniz, mal kazanmada birbirinize
düşman oldunuz.”[1237]
15237. İmam Bakır (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Göğüslerinde olan kinleri söküp
aldık” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yani onların arasından
düşmanlığı ortadan kaldırdık.”[1238]
15238. İmam Ali (a.s) meleklerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Kötü
davranışlar onları birbirinden ayırmadı, hasetten
dolayı birbirinden yüz çevirmediler”[1239]
15239. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben, Allah yolunda kınayıcının
kınamasına aldırış etmeyen, simaları
sıddıkların siması, sözleri iyilerin sözleri olan bir
toplumdanım… Büyüklenmezler
üstünlük taslamazlar, kin gütmezler, bozgunculuk yapmazlar.”[1240]
15240. Reaulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey hakkında hiçbir
Müslüman’ın kalbi hıyanet ve hata içine düşmez. [1241]
Amelini Allah için halis kılmak, yöneticilerin hayrını dilemek,
öğüt vermek, Müslüman toplum ile birlikte olmak. Zira onların davet
ve risaleti onu her taraftan çepeçevre sarmıştır.”[1242]
15241. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) veda haccı
sırasında Mina’da Hayf mescidinde bir hutbe okudu, Allah’a hamd-u
senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: Şu üç şey hususunda hiçbir
Müslüman’ın kalbi hıyanette bulunmaz: Ameli Allah için halis
kılmak, Müslümanların imamları için hayır dilemek ve
Müslümanların cemaati ile birlikte olmak. Zira onların davet ve
risaleti onları her taraftan çepeçevre sarmıştır.”[1243]
Kur’an:
“Hiçbir peygambere emanete hıyanet yaraşmaz; kim
emanete hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiği
şeyle gelir.”[1244]
15242. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “el-Gulul[1245]
İmamdan çalınan her şeyden, şüphe üzere yetim
malını yemekten ve haram olduğu şüpheli şeyler
yemekten ibarettir.”[1246]
15243. İmam Bakır (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Hiçbir peygambere ganimete hıyanet
etmek yakışmaz” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Allah doğru
söylemiştir. Allah ganimete hıyanet eden hiçbir kimseyi peygamberliğe
seçmez. “Her kim hıyanet ederse kıyamet günü hıyanet olarak
aldığı şeyi getirir.” Her kim ganimetten bir şey
çalarsa kıyamet günü o şeyi ateşin içinde görür ve onu gidip
ateşin içinden kurtarmakla mükellef kılınır.”[1247]
15244. İmam Sadık (a.s) Alkame’ye
şöyle buyurmuştur: “İnsanları
razı etmek mümkün değildir. Onların diline engel de olunamaz…
Bedir savaşında Peygamberin ganimetten gizlice kırmızı
bir örtü aldığını iddia ettiler. Sonunda aziz ve celil olan
Allah Peygamberine (s.a.a) o örtünün nerede olduğunu gösterdi ve onu
hıyanetten münezzeh kıldı. Bu[1248]
konuda şu ayeti de nazil buyurdu: “Hiç bir peygamber hıyanet
etmez.”[1249]
15245. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Hıyanet
eden hiçbir peygamber yoktur” ayeti
kırmızı bir örtü hakkında nazil olmuştur. Bu örtü
Bedir günü aniden kaybolmuştu. Bazıları şöyle dediler:
“Belki de Allah Resulü onu almıştır.” Bunun üzerine Allah bu
ayeti nazil buyurdu: “Hiçbir peygambere…”[1250]
15246. Ömer şöyle diyor: “Hayber
günü Peygamberin (s.a.a) ashabından bir grup gelip şöyle arzettiler:
“Falan kimse şehit oldu, falan kimse şehit oldu, falan kimse
şehit oldu!” Sonunda bir şahsın adına ulaştılar
ve şöyle dediler: “Falan şahıs da şehit olmuştur.” Bu
esnada Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hayır, ben onu
ganimetten bir bez veya aba çalması sebebiyle ateşte gördüm.”[1251]
15247. Ebu Hazim şöyle diyor: “Allah
Resulünün huzuruna ganimetten deri bir sergi getirdiler ve şöyle
arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü (s.a.a) bu sizin olsun da kendinize bir
gölgelik yapın.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Acaba
Peygamberinizi ateşin gölgesinde bulmanız hoşunuza gider mi?”[1252]
395. Konu
el-Guluvv
Aşırılık
F
el-Bihar, 25/261, 9. bölüm, Nefy’ul Guluvv
fi’n-Nebiy ve’l-Eimme Salavatullah-i Aleyhi ve Aleyhim
F
Vesail’uş-Şia, 18/552, 6. bölüm; Huk’um-Guluvv
ve’l-Kederiyyet
F
Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i
Ebi’l-Hadid, 5/5, Bede’uz-Zuhur’ul Guluvvv
Kur’an:
“Ey Kitab ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin.
Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa
Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı
kelimesi… bir ruhtur.”[1253]
“Allah'ın kendisine kitabı, hükmü,
peygamberliği verdiği insana: “Allah'ı bırakıp bana
kulluk edin” demek yaraşmaz.”[1254]
Bak. Rum, 40, Nisa, 172
15248. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Beni kendi hakkımdan yukarı
çıkarmayın. Allah-u Teala beni peygamber seçmeden önce kul olarak
karar kılmıştır.”[1255]
15249. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu iki gruba benim şefaatim
nasip olmaz: Zalim ve isyankar yöneticiye ve dinde aşırılık
içine düşen, dinden çıkan ve bu amelinden de tövbe etmeyerek el
çekmeyen kimseye.”[1256]
15250. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu iki kişiye şefaatim
nasip olmaz: “Zalim ve isyankar yöneticiye ve dinde
aşırlığa düşüp kendi sınırlarını
aşan kimseye.”[1257]
15251. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimden iki grubun İslam’dan
bir nasibi yoktur: Aşırı gidenlerin ve kaderiyecilerin.”[1258]
15252. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir şahıs Allah resulünün
huzuruna vardı ve şöyle arzetti: “Selam olsun sana ey Rabbim!” peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Sana ne olmuş? Allah’ın laneti sana
olsun. Benim ve senin Rabbin Allah’tır. Allah’a yemin olsun ki
savaşta korkak, barışta (ya da selam vermede)
aşağılık olduğunu bilmiyordum.”[1259]
15253. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali! Ümmetim arasında senin
misalin Mesih İsa bin Meryem misalidir. İnsanlar onun hakkında
üç gruba ayrıldı: Bir grubu mümin kaldılar, onlar Havarilerdir.
Bir grup ona düşmanlık ettiler. Onlar da Yahudilerdir. Bir grubu da
onun hakkında aşırılığa düştüler ve böylece
de imandan çıktılar. Ümmetim de çok yakında senin hakkında
üç gruba ayrılacaktır. Bir grubu senin şiandır ve onlar
müminlerdir. Bir grubu sana düşman olacak ve onlar şek edenlerdir.
Bir grubu da senin hakkında aşırı gidenlerdir. Onlar da
(Allah’ı) inkar edenlerdir. Ey Ali! Sen ve şiaların ve
şiaları seven kimseler cennette olacaksınız.
Düşmanların ve senin hakkında aşırı gidenler ise
ateşte olacaktır.”[1260]
15254. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali1 senin bu ümmet arasındaki
misalin İsa bin Meryem’in misali gibidir. Bir grup onu sevdi ve
aşırılığa düştü. Ve bir grup ona düşman oldu
ve düşmanlığında aşırılığa
düştü. Bunun üzerine şu vahiy nazil oldu: “Meryem oğlu misal
verilince, senin milletin buna gülüp geçiverdi.”[1261]
15255. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben günahsız olduğum halde
benim hakkımda iki grup helak olacaktır: Aşırı giden
dost ve aşırı giden düşman.”[1262]
15256. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benim hakkımda iki kimse helak
olacaktır: Birincisi benim hakkımda bana uygun olmayan şeyler
isnat eden, aşırı giden dost ve ikincisi
düşmanlığı kendisini bana iftirada bulunmaya sevk eden
düşman.”[1263]
15257. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki (grup) kişi benim
hakkımda helak olur: İfrat eden dost ve kin besleyen düşman.”[1264]
15258. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki (grup) kişi benim
hakkımda helak olur: İfrat eden dost ve bühtan edip iftirada bulunan
(münafık.)”[1265]
15259. Resulullah (s.a.a) Ali’ye (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Canım elinde
olan Allah’a yemin olsun ki eğer ümmetimden bazı grupların senin
hakkında Hıristiyanların İsa bin Meryem hakkında
dediğini söylemeyeceğinden korksaydım bugün senin hakkında
öyle bir söz söylerdim ki yanından geçtiğin her topluluk teberrük
için ayağının altından toprak alırlardı.”[1266]
15260. Resulullah (s.a.a) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Eğer insanların senin hakkında
, Hıristiyanların Mesih hakkında dediği sözleri
söylemesinden korkmasaydım bu gün senin hakkında öyle bir söz
söylerdim ki yanından geçtiğin her grup şifa talep etmek için
ayakkabındaki toprağı ve abdestinden kalan fazla suyu
alırlardı. Ama sana şu yeter ki sen bendensin ve bende senden.
Benden miras alırsın ve bende senden miras alırım.”[1267]
15261. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allahım! İsa bin Meryem’in
Hıristiyanlardan beri olduğunu ilan ettiği gibi ben de
hakkımda aşırı gidenlerden beri olduğumu ilan
ediyorum. Ey Allahım! Onları sürekli olarak yalnız ve
yardımsız bırak, onlardan hiç birine yardım etme.”[1268]
15262. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dikkatli olunuz ki aşırı
gidenler gençlerinizi bozmasın. Zira aşırı gidenler
Allah’ın en kötü yaratıklarıdır. Onlar Allah’ın
azametini aşağı indirir, kullar hakkında rububiyet
iddiasında bulunurlar. Allah’a yemin olsun ki aşırı
gidenler Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Mecusilerden ve müşriklerden
daha kötüdürler.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Aşırı
giden bize döner ama biz onu kabul etmeyiz, geride kalanlar (kusur edenler) da
bize katılır ama onu kabul ederiz.” Kendisine şöyle arzedildi:
“sebebi nedir ey İbn-i Resulillah?” İmam söyle buyurdu: “Çünkü
aşırı giden insan namaz, zekat, oruç ve haccı terk etmeyi
adet etmiştir ve bu yüzden de adetlerinden el çekemez. Aziz ve celil olan
Allah’a itaate yönelemez. Ama geride kalanlar ise (kusur edenler) hakikati
tanıdıklarında ibadetle amel eder ve Allah’a itaat ederler.”[1269]
15263. İmam Rıza (a.s) İbn-i
Halid’e şöyle buyurmuştur: “Teşbih
ve cebre inanan kimse kafir ve müşriktir. Biz dünya ve ahirette ondan
uzağız. Ey İbn-i Halid! Teşbih ve cebr hakkında bizden
nakledilen sözleri Allah-u Teala’nın azametini küçük sayan bu
aşırı gidenler uydurmuşlardır. O halde her kim
onları severse bizleri düşman bilsin.”[1270]
15264. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşırı gidenler kafirdir.
Tefvize inananlar ise müşriktir.”[1271]
15265. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin Emiri’ni Allah’a ubudiyet
makamından yukarı çıkaranlar Allah’ın gazabına
uğrayanlardan ve sapmış olanlardandır.”[1272]
15266. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir grup Müminlerin Emiri’nin (a.a)
yanına gelerek şöyle arzettiler: “Selam olsun sana ey Rabbimiz!
İmam onlardan tevbe etmelerini istedi. Ama onlar tevbe etmediler.
İmam bir çukur kazdı ve içinde ateş yaktı. O çukurun
yanında başka bir tane daha çukur açtı ve iki çukur
arasında bir yol açtı. O grup tevbe etmeyince İmam (a.s)
onları o çukura attı. Diğer çukurda da ateş yaktı.
Böylece hepsi öldüler.”[1273]
15267. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bizim hakkımızda
aşırı gitmekten sakının. Bizim terbiye edilmiş
kullar olduğumuzu söyleyiniz. Böylece faziletimiz hakkında
istediğinizi söyleyiniz.”[1274]
15268. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bizi kulluk makamından yukarı
çıkarmayınız. Sonra ne söylerseniz az söylemiş olursunuz.
Sakın Hıristiyanlar gibi aşırılığa
düşmeyin, zira ben aşırılığa düşen
kimselerden beriyim.”[1275]
15269. İmam Sadık (a.s) İsmail
bin Abdulaziz'e şöyle buyurmuştur: “Ey
İsmail! Abdest yerinde benim için bir miktar su bırak. “Ben
kalktım kendisi için bir miktar su bıraktım. İmam içeri
girdi. Kendi kendime şöyle dedim: “Ben onun hakkında şöyle ve
böyle diyorum. Ona rağmen abdest yerine gidiyor ve orada abdest
alıyor.” İsmail şöyle diyor: “Çok geçmeden imam dışarı
çıktı ve şöyle buyurdu: “Ey İsmail! Binayı tahammül edemeyeceği
miktardan fazla yükseltme ki harap olur. Bizi yaratık biliniz. Sonra
hakkımızda ne söylerseniz az söylemiş olursunuz ve konunun
gerçeğine ulaşmamış olursunuz.”[1276]
15270. İmam Sadık (a.s) Kamil
Temmar’a şöyle buyurmuştur: “Bizler
için kendisine döneceğimiz bir Rab bırakın. Sonra
hakkımızda istediğiniz her şeyi söyleyin.”[1277]
15271. Ebu Basir şöyle diyor: “İmam
Sadık’a (a.s) şöyle arzettim: “Onlar birtakım sözler
söylüyorlar” İmam, “Ne diyorlar?” diye sordu. Ben şöyle arzettim:
Onlar şöyle diyor: “yağmur tanelerinin sayısını,
yıldızların ağaçtaki yaprakların
sayısını ve denizlerde olanların
ağırlığını, yeryüzü toprağının
ölçüsünü bilmektedirler.” İmam ellerini gökyüzüne kaldırdı ve
şöyle buyurdu: “Subhanellah, subhanellah, Allah’a yemin olsun ki
bunları Allah’tan başka hiç kimse bilmez.”[1278]
15272. İmam Sadık (a.s) Ebu Basir’e
şöyle buyurmuştur: “Ey Eba Muhammed!
Bizi rab olarak kabul eden kimselerden beriyim. Ben, (Eba Basir) şöyle
arzettim: “Allah da ondan uzak olsun.” İmam şöyle buyurdu: “Ben
bizleri peygamber bilen kimselerden de beriyim.” Ben (Eba Basir) şöyle
arzettim: “Allah da ondan beri olsun.”[1279]
15273. İmam Mehdi (a.s) Muhammed bin Ali
bin Hilal Kerhi’ye şöyle buyurmuştur: “Ey
Muhammed bin Ali! Aziz ve celil olan Allah kendisini nitelendirenlerin
söylediği şeylerden daha yücedir. Allah münezzehtir, bütün övgüler
ona aittir. Biz ne onun ilmine ortağız ve ne de kudretine!”[1280]
396. Konu
el-İğtinam
Ganimet Saymak
bak.
F
337. konu, el-Acele; 368. konu, el-Umr; 193. konu,
el-Murakebet; 413. konu, el-Furset
15274. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Beş şeyi beş şeyden
önce ganimet bil. Hayatı ölümünden önce,
sağlığını hastalığından önce, boş vaktini
meşguliyetinden önce, gençliğini
yaşlılığından önce, zenginliğini
fakirliğinden önce.”[1281]
15275. İmam Ali (a.s) Allah-u
Teala’nın “ve dünyadan nasibini unutma”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Sıhhatini,
gücünü, boş vaktini, gençliğini ve enerjini unutma ve onlar
vesilesiyle ahiretini talep et.”[1282]
15276. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zamanının insanlarından
beş şeyi kendin için ganimet bil: Hazır olduğunda
tanınmamanı, gaip olduğunda aranmamanı, bir toplulukta
oturduğunda meşveret edilmemeni, konuştuğunda sözünün kabul
edilmemesini ve görücüye gittiğinde sana kız verilmemesini (kendin
için ganimet bil.) ”[1283]
15277. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyilik sahiplerinin amellerini
ganimet bil ve kardeşlerinle yaptığın sözleşmeye
riayet et.”[1284]
15278. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Doğruluğu her yerde ganimet bil ki
faydalanasın ve kötülükten ve yalandan sakın ki salim kalasın.”[1285]
15279. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer iyi işi ganimet
sayarsanız ahirette arzularınızın doruğuna
ulaşırsınız.”[1286]
15280. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsinden kendin için nasiplen.
Bugününden yarın için azık al. Zamanın uyumasını
(hazır oluşunu) ganimet bil, imkan fırsatını ganimet
say.”[1287]
15281. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hükmü duyduğunda tabi olan,
fırsatı ganimet bilerek sürekli ecele hazırlanma telaşını
yaşayan ve amelini kendisine azık edinen kişiye Allah rahmet
etsin.”[1288]
15282. İmam Ali (a.s) oğluna
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Yoksul
kimselerden, kıyamet gününe kadar azığını yüklenecek
ve kıyamette ihtiyacın olacağı günde sana geri verecek birini
bulduğun zaman bunu ganimet bil, ona yükle, çokça yardımda bulun.”[1289]
15283. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Sen zenginken borç isteyen ganimet
sayıp ver ki, o da senin zorluk gününde
karşılığını ödesin.”[1290]
15284. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki insanların ganimeti hikmet
öğrenmektir.”[1291]
15285. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginliği kaybetmek zeki insanlar
için ganimet, ahmaklar için ise hasrettir.”[1292]
15286. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dinin hükümleri birdir, yolu düz ve
doğrudur. Kim, ona tabi olursa hedefe ulaşır, ganimetlenir
(kazanır); kim ondan geri durur uzaklaşırsa, sapar ve
pişman olur.”[1293]
15287. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah itaati, acizlerin (zayıf
iradelilerin) kusur ettikleri bir zamanda zekilere ganimet kıldı.”[1294]
bak. 468. Konu, el-Kiyase
397. Konu
el-Gina
Zenginlik
F
el-Bihar, 72/56, 95. bölüm, el-Gina ve’l-Kifaf
F
el-Bihar, 75/105, 49. bölüm; Gina’un-Nefs
F
Kenz’ul Ummal, 3/403, İstiğna
an’in-Nas
bak.
F
161. konu, ed-Dünya; 206. konu, ez-Zühd; 422.
konu, el-Fakr; 500. konu, el-Mal; et-Tevazu’, 4096. bölüm; es-Sual, 1712.
bölüm; el-Kur’an, 3296. bölüm
Kur’an:
“Ama, insanoğlu kendini müstağni sayarak
azgınlık eder.”[1295]
“Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde
onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır; farkında
değiller.”[1296]
“Çokluk kuruntusu sizi o kadar meşgul etti.”[1297]
15288. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kendimden sonra ümmetim hakkında
üç şeyden korkuyorum: Kur’an'ın yanlış bir şekilde
tevil edilmesinden, alimin sürçmesine uyulmasından ve
azgınlaşacak bir şekilde aralarında servetin çoğalmasından.”[1298]
15289. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik cezadır.”[1299]
15290. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik, isyan getirir.”[1300]
15291. İmam Ali (a.s) insandaki en ilginç
organ, yani kalbin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir
mal elde ederse, zenginlik onu azdırır; bir musibet ona
ulaşırsa, sabırsızlanma onu rüsva eder.”[1301]
15292. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginliğin
sarhoşluğundan Allah’a sığınınız. Zira
zenginlikte geç ayıkılan bir sarhoşluk vardır.”[1302]
15293. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlikte azma ve fakirlikte de
tahammülsüzlük gösterip yakarma.”[1303]
15294. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelsiz, ahiretten ümidi olan kimseden
olma… Müstağni
olursa azar ve fitneye düşer; fakir olursa, ümitsizliğe ve
gevşekliğe kapılır.”[1304]
15295. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şeytan şöyle dedi: “Zengin
kimse enim elimden kurtulamaz ve onu şu üç şeyden birine düçar
kılarım: Ya gözüne malı süslerim ve neticede mali
haklarını ödemekten sakınır, ya tüketim yollarını
kendisine kolaylaştırırım ve neticede onları
haksız yere harcar. Ya da ona mal ve serveti sevdiririm ve onu doğru
olmayan yoldan elde eder.”[1305]
15296. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zengin bir kimse yeni ve temiz
elbiseleriyle Allah Resulünün (s.a.a) yanına geldi ve onun yanına
oturdu. Ondan sonra da fakir birisi eski ve derviş elbiseleriyle o
şahsın yanına oturdu. Zengin kimse elbiselerini onun dizinin
altından çekip topladı. Allah resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
“Fakirliğinden sana bir şeyin erişmesinden mi korktun?” O
şahıs, “hayır” dedi. Peygamber şöyle buyurdu: “Kendi varlığından
ona bir şeyin gideceğinden mi korktun?” O şahıs,
“hayır” diye arzetti. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Elbiseni
kirletmesinden mi korktun?” O şahıs, “Hayır” diye arzetti.
Peygamber şöyle buyuydu: “Neden bu işi yaptın?” O şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Benim bir arkadaşım (şeytan)
vardır ki her çirkin işi gözümde güzel gösterir ve her iyi işimi
de benim için çirkin gösterir. Şimdi malımın
yarısını bu şahsa bağışladım.” Allah
Resulü (s.a.a) o fakir kimseye şöyle buyurdu: “Bu malı kabul ediyor
musun?” o şahıs, “Hayır” diye arzetti. Zengin şahıs ona,
“neden?” diye sordu. O şöyle dedi: “ben de senin gibi olmaktan
korkuyorum.”[1306]
bak. el-Mal, 3749-3751, 3753. Bölümler;
el-Meheccet’ul Beyza, 6/91,
Kur’an:
“Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi? [1307]
15297. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik, Allah’tan sakınmak için
ne güzel bir yardımcıdır.”[1308]
15298. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünya ahiret için ne güzel bir
yardımcıdır.”[1309]
15299. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünya için Allah’tan zenginlik ve
sıhhat dileyiniz, ahiret için ise bağışlanma ve cenneti
isteyiniz.”[1310]
15300. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu beş şeye sahip
olmayan kimseye hayat tatsız olur: Sıhhat, güvenlik, zenginlik,
kanaat ve uyumlu bir arkadaş.”[1311]
bak. el-Mal, 3752. Bölüm; ed-Dunya,
1212. Bölüm
15301. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik ve fakirlik insanların
cevherini ve sıfatlarını aşikar kılar.”[1312]
15302. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mal insanların cevherlerini ve
ahlaklarını ortaya çıkarır.”[1313]
15303. İmam Ali (a.s), dünyanın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Herkim
dünyada zenginliğe erişirse fitneye düşer. Herkim de fakir
düşerse hüzne boğulur.”[1314]
15304. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O halde mal ve çocuğu
Allah’ın hoşnutluğu veya hoşnutsuzluğuna ölçü
almayın. Zira bu sizin zenginlik ve fakirlik durumunda Allah’ın
imtihanı ve denemesi hakkındaki cehaletinizden
kaynaklanmaktadır.”[1315]
15305. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O, rızkı azaltıp
çoğaltarak taktir etmiş; dar ve geniş olarak bölmüştür. Bu
taktiri kolayını ve zorunu isteyecek olanları tespit etmek,
zengin ve fakirin şükrünü ve sabrını denemek için adalet üzere
kurmuştur.”[1316]
15306. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik ve rahatlığa
sevinme. Fakirlik ve belaya üzülme. Zira altının ateşle denenip,
halis olması gibi Mümin de bela ile denenir.”[1317]
bak. el-İbtila, 396. Bölüm
15307. İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik, arzunun az olması ve
sana yeten şeyle hoşnut olmandır. Fakirlik ise nefsin
doymazlığı ve şiddetli ümitsizliktir.”[1318]
15308. İmam Hasan (a.s) Müminlerin
Emiri’nin “Zenginlik nedir?” diye sorması üzerine şöyle
buyurmuştur: “Arzuların az olması ve yeten
şeylerle hoşnut olmak.”[1319]
15309. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlardan müstağni
olursa münezzeh olan Allah onu (her şeyden) müstağni kılar.”[1320]
15310. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “İnsanlara
ümitsizlik gözüyle bak. Zira bu zenginliğin ta kendisidir.”[1321]
15311. Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle
vahyetmiştir: “Zenginliği kanaatte karar
kıldım. İnsanlar onu servet çokluğunda aramakta ve bu
yüzden de bulamamaktadırlar.”[1322]
15312. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir hazine kanaatten daha dolu
değildir.”[1323]
15313. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zengin kimse kanaat ile zengin olan
kimsedir.”[1324]
15314. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zengin kanaati seçen kimsedir.”[1325]
15315. İmam Ali (a.s) peygamberlerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Fakat
Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere
karşı hallerini zayıf ve fakir gösterdi. Gözleri, gönülleri
dolduran bir kanaat, gözleri dolduran bir ihtiyaçsızlık verdi.”[1326]
15316. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir şahıs efendimiz İmam
Sadık’ın (a.s) huzuruna vardı ve fakirlikten şikayette
bulundu. İmam ona şöyle buyurdu: “Senin dediğin gibi
değildir, bana göre sen fakir değilsin.” O şahıs şöyle
arzetti: “Ey efendim! Allah’a yemin olsun ki gece yiyecek yemeğim yoktur.”
O fakirliğinin delillerini saymaya başladı. Ama imam Sadık
(a.s) sürekli sözlerini yalanlıyordu. Sonunda da ona şöyle buyurdu:
“De bana bakayım: Eğer sana bizden beri olduğunu ilan etme
karşılığında yüz dinar verecek olsalar alır
mısın?” O şahıs, “hayır” dedi. İmam (a.s) para
miktarını bin dinara kadar yükseltti. O şahıs her
defasında yemin ederek bu işi yapmayacağını söyledi.
Sonunda imam ona şöyle buyurdu: “O halde böyle bit malı olan ve onu
böyle bir fiyata bile satmayan kimse fakir olabilir mi?”[1327]
15317. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıl gibi hiçbir zenginlik
yoktur.”[1328]
15318. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıl gibi hiçbir servet yoktur ve
cehaletten daha kötü bir fakirlik yoktur.”[1329]
15319. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki, dünyada olan her şeyin
sahibi ondan doyar, bıkar. Ancak hayat öyle değildir; zira ölümde
huzur bulamaz. İşte bu, ölü kalpleri diriltecek, kör gözlere basiret
verecek, sağır kulakları işittirecek, susuzları
kandıracak bir hikmet mesabesindedir. Bütün zenginlikler ve selamet
bundadır.”[1330]
15320. Yunus bin Yakub dostlarının
birinden şöyle nakletmektedir: “İmam
Sadık’ın (a.s) ashabından birisi sürekli İmam’ın (a.s)
huzuruna varıyordu. Bir müddet geçti ve o şahıs haccetmedi ( bu
yüzden de İmam Sadık’ın (a.s) huzuruna varmadı) o
şahsın tanıdıklarından birisi İmam’ın (a.s)
huzuruna varınca İmam (a.s) onu sorarak, “falan kimse ne
yapıyor?” diye sordu. Yunus’un dostu şöyle diyor: “O şahıs
İmam’ın (a.s) maksadının dünya malı ve
varlığı olduğu hayaliyle bu konuyu beyan etmeye
çalıştı. İmam Sadık (a.s) ona şöyle buyurdu:
“Dini nasıldır?” O, “Sevdiğin gibidir” diye arzetti. İmam
(a.s) şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki gerçek servet budur.”[1331]
15321. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) kaza ve
kaderden hoşnutluk hakkında yaptığı bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Kaza ve kaderinden
hoşnutlukta fakirliği aşağılık saymaktan veya
zengini üstünlük ve şeref sahibi saymaktan beni koru. Zira şerafetli
kimse itaatinin şerafet bağışladığı kimsedir.
Aziz kimse de senin ibadetinin aziz kıldığı kimsedir.”[1332]
bak. el-Fakr, 3224. Bölüm
15322. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların en zengini
olmak istiyorsa, gayrisinin elinde olan şeylerden daha çok Allah’ın
elinde olan şeylere güvenmelidir.”[1333]
15323. Resulullah (s.a.a), Ebu Zer’e şöyle
buyurmuştur: “Eğer insanların en zengini
olmayı seviyorsan, başkasının elinde olan şeyden çok,
Allah’ın elinde olan şeye güvenmelisin.”[1334]
15324. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin zenginliği münezzeh olan Allah
iledir.”[1335]
15325. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah ile müstağni olmak, en büyük
zenginliktir. Allah’tan gayrisi ile müstağni olmak ise en büyük fakirlik
ve mutsuzluktur.”[1336]
15326. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah ile zengin olursa,
insanlar kendisine muhtaç olur.”[1337]
15327. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Allah ile zengin
olan herkese, insanlar muhtaç olmuştur.”[1338]
15328. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın zenginliği ile
zengin olunuz.”[1339]
15329. İmam Ali (a.s), münezzeh olan
Allah’ın sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Her
fakirin zenginliği, her zelilin izzeti ve her zayıfın gücüdür.”[1340]
bak. Et-Tevekkul, 4189. Bölüm
15330. Resulullah (s.a.a), kendisine,
“İnsanların en zengini olmayı seviyorum” diyen birisine
şöyle buyurmuştur: “Kanaatkar ol ki
insanların en zengini olasın.”[1341]
15331. İmam Bakır veya İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her
kim Allah’ın kendisine rızık olarak verdiği şeyle
kanaat ederse, insanların en zenginidir.”[1342]
15332. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim üç şeyle
rızıklanırsa, üç şey elde eder ve bu en büyük zenginliktir:
Kendisine bağışlanan şeyle kanaatkar olmak, insanların
sahip olduğu şeylerden ümitsiz olmak ve fazlalıkları terk
etmek.”[1343]
15333. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hatta misvak, suyu için de olsa,
insanlardan müstağni olun. (onlara muhtaç olmayın)”[1344]
15334. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük zenginlik insanların
elinde olan şeylerden ümitsiz olmaktır.”[1345]
15335. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi zenginlik, (insanlardan) bir
şey istemeyi terk etmektir.”[1346]
15336. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi zenginlik arzuları terk
etmektir.”[1347]
15337. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük zenginlik akıldır,
en büyük fakirlik ise ahmaklıktır.”[1348]
15338. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük zenginlik, ihtirasa esir
olmayan kimseye aittir.”[1349]
15339. İmam Ali (a.s), dünyanın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ondan
fazlasıyla mal toplayanların
mahrumiyetine hükmedilmiş, müstağni olana ise rahatlıkla
yardım edilmiştir.”[1350]
15340. İsa (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benim hizmetçim iki elim, merkebim iki
ayağım, yatağım yeryüzü, yastığım ise
taştır. Geceyi eli boş geçirir, gündüzde fakirlikle
yaşarım. Buna rağmen yeryüzünden benden zengin kimse yoktur.”[1351]
15341. İmam Ali (a.s), Ebuzer’e, Rebeze’ye
sürgün edildiği gün şöyle buyurmuştur: “Onları
menettiğin şeye ne kadar da muhtaçtırlar, sen ise menettikleri
şeyden tamamen müstağnisin. Yarın kimin
kazandığını bileceksin.”[1352]
bak. el-Kanaat, 3424. Bölüm; el-Fakr,
3226. Bölüm
15342. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En iyi zenginlik, nefis
zenginliğidir.”[1353]
15343. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi zenginlik, nefis
zenginliğidir.”[1354]
15344. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik, mal ve servet
çokluğuyla değildir. Gerçek zenginlik nefis zenginliği iledir.”[1355]
15345. İmam Sadık (a.s), hikmet
sahibi birinden naklen şöyle buyurmuştur: “Nefis
zenginliği, denizden daha zengindir.”[1356]
15346. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik kalptedir, fakirlik de
kalptedir.”[1357]
15347. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kime ihtiyaç elini uzatırsan,
ona esir olursun. Her kimden müstağni olursan, onun dengi olursun.”[1358]
15348. Resulullah (s.a.a), Ebuzer’e şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Sen servet çokluğunun
zenginlik olduğunu mu sanıyorsun?” Ben (Ebuzer) şöyle arzettim:
“Evet, ey Allah’ın Resulü!” O şöyle buyurdu: “O halde sana göre mal
azlığı da fakirliktir, öyle mi?” Ben (Ebuzer) şöyle
arzettim: “Evet, ey Allah’ın Resulü!” Peygamber şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki gerçek zenginlik kalp zenginliğidir, gerçek fakirlik de
kalp fakirliğidir.”
Peygamber daha sonra bana
Kureyş’ten birini sordu ve şöyle buyurdu: “Falanı
tanıyor musun?” Ben şöyle arzettim: “Evet, ey Allah’ın Resulü!”
o şöyle buyurdu: “Onu nasıl görüyorsun veya onun hakkında ne
düşünüyorsun?” Ben şöyle arzettim: “Bir şey isterse ona
verirler, bir yere girdiğinde ona saygı ve ikramla yer verirler.”
Ebu Zer şöyle diyor: “Allah Resulü,
daha sonra bana Suffe ehlinden birini sordu ve bana şöyle buyurdu: “Falan
kimseyi tanıyor musun?” Ben şöyle arzettim: “Hayır, Allah’a
yemin olsun ki onu tanımıyorum ey Allah’ın Resulü!” Peygamber
bana sürekli onun nişanelerini söyledi ve sonunda onu tanıdım ve
şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Şimdi onu
tanıdım.” Peygamber sonra şöyle buyurdu: “Onu nasıl
görüyorsun veya hakkında ne düşünüyorsun?” Ben şöyle arzettim:
“Suffe ehlinden fakir bir kimsedir.” Peygamber şöyle buyurdu: “O bir dünya
dolusu diğerinden daha iyidir.”[1359]
15349. Ebuzer (r. a) şöyle diyor: “Allah
Resulü bana şöyle buyurdu: “Bak (zahirde) bu caminin en yüce mertebeli
olanı kimdir.” Ben baktım ve yeni elbiseler giymiş birini
gördüm. Ben, “bu şahıstır” diye arzettim. Peygamber şöyle
buyurdu: “Bu mescidin en düşük insanı kimdir?” Ben yeniden
baktım ve eski elbiseleriyle birini gördüm ve, “Budur” dedim. Allah Resulü
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Şüphesiz bu şahıs kıyamet günü
Allah katında bir dünya dolusu o diğerinden daha iyi ve
değerlidir.”[1360]
bak. el-Fakr, 3227. Bölüm; el-Bihar,
75/105, 49. Bölüm
15350. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginliğin anahtarı
yakindir.”[1361]
15351. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Zenginlik için yakin yeterlidir.”[1362]
15352. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan iffetli olmadıkça
zengin olamaz.”[1363]
15353. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüpesiz ki takva sahipleri
onlardır zengin olanlar. Dünyadan az bir şey onları
müstağni kılmış, bu yüzden de giderleri hafif ve
azdır.”[1364]
15354. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim güne başlar da tek derdi
ve gamı ahiret olursa, bir şeyi olmasa dahi zengindir, hiç kimsesi
olmasa dahi yalnız değildir ve soyu, aşireti olmasa dahi
güçlüdür.”[1365]
Kur’an:
“Tek
olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar
verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana
bırak. Bir de verdiğim nimetten artırmamı umar. Hayır;
çünkü o, bizim ayetlerimize karşı son derece inatçıdır.
Yakında onu dimdil bir yokuşa sardıracağım.”[1366]
15355. İsa (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hak üzere sizlere şöyle diyeyim:
Göğün kenarları zenginlerden boştur. Bir devenin (veya
halatın) iğne deliğine girmesi, zenginin cennete girmesinden
daha kolaydır.”[1367]
15356. İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor:
“Sahih rivayetlerde yer aldığı
üzere Ebuzer şöyle diyor: “Allah Resulünü Ka’be’nin köşesinde
oturduğu bir halde gördüm. O da beni görünce şöyle buyurdu:
“Ka’be’nin rabbine andolsun ki hüsrana uğrayanlar onlardır.” Ben,
“kimlerdir?” diye arzettim. Peygamber şöyle buyurdu: “Mal ve serveti çok
olanlardır. Elbette önden, arkadan, sağdan ve soldan, şöyle ve
böyle (infak ve bağış) yapanlar hariçtir ve bunlar çok
azdır. Zekat vermekten sakınan deve, inek ve koyun sahibi kimseleri
kıyamet günü ilk önce hayvanlarının en büyüğü ve
şişmanı gelerek boynuzlar ve ayakları altında
çiğner. En sonuncuları sona erince de ilkleri bu işe yeniden
başlar ve bu iş, Allah insanlar hakkında hüküm verinceye kadar
devam eder.”[1368]
“Sizi
bana yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de
çocuklarınızdır; yalnız, iman edip salih amelde bulunan
kimselerin, işte onların yaptıklarına
karşılık mükâfatları kat kattır; işte onlar,
yüksek derecelerde, güven içindedirler.”[1369]
15357. İmam Bakır (a.s), zengin
Şiilerden söz edilince adeta haklarında denilen şeylerden
hoşnut olmamış bir şekilde şöyle buyurmuştur: “Eğer
mümin zengin, merhametli, bağışlayıcı, dostlarına
iyilik ve ihsan edici olursa, Allah iyi işlerde infak ettiği
şeylere karşılık mükafatını iki kat verir. Zira
Allah-u Teala kitabında şöyle buyurmuştur: “Sizi bana
yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de
çocuklarınızdır; yalnız, iman edip salih amelde bulunan kimselerin,
işte onların yap-tıklarına karşılık
mükâfatları kat kattır; işte onlar, yüksek derecelerde, güven
içindedir-ler.”[1370]
15358. İmam Sadık (a.s), zenginlerden
söz eden ve onları kötüleyen bir şahsa şöyle buyurmuştur: “Sus!
Zengin kimse, eğer akrabalarına yardım eder, kardeşlerine
ihsanda bulunursa, Allah ona iki kat mükafat verir. Zira Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “ne mallarınız ve ne de
evlatlarınız…”[1371]
15359. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah, yoksulların
rızkını zenginlerin mallarında farz
kılmıştır. Zengin, malı kendi zevkine
harcadığından dolayı fakir aç kalmıştır. And
olsun ki yüce Allah, onları bu işlerinden dolayı sorguya
çekecektir.”[1372]
15360. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah zenginlerin
mallarında, fakirlerin ihtiyacına yetecek kadar hak farz
kılmıştır. Eğer fakirler aç ve çıplak
kalırlarsa, bu zenginlerin haklarını vermemeleri sebebiyledir.
Allah da kıyamet günü zenginleri hesaba çekme ve bu iş sebebiyle onlara
azap etme hakkına sahiptir.”[1373]
15361. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakiri hakkından mahrum kılan
bir zenginin günahından daha büyük bir günah yoktur.”[1374]
15362. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlerin yanına çok az gidiniz.
Zira aziz ve celil olan Allah’ın nimetlerini hor ve hakir
kılmamanız gerekir.”[1375]
15363. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana zenginliğinden dolayı
saygı gösteren kimse, yoksulluğunda seni hor görür.”[1376]
15364. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Halden anlayan ve yardım eden
zenginler çok azdır.”[1377]
15365. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice zenginlerden müstağni
olunulur.”[1378]
15366. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İhtiraslı zengin fakirdir.”[1379]
15367. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim zengin olursa ehli
arasında değerli olur ve her kim fakir olursa ehli arasında
hordur.”[1380]
15368. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mal ve servetinden
rızıklanmayan kimseyi asla zengin sanma.”[1381]
15369. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik, gurbette vatan ve fakirlik
ise vatanda gurbettir.”[1382]
15370. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik efendi olmayana efendilik
bağışlar. Mal, zayıf insanı güçlü kılar.”[1383]
15371. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulun şu iki haslete güvenmesi
doğru değildir: Afiyet ve zenginlik. Zira onu afiyette görürken
aniden hastalanır; zengin görürken aniden fakirleşir.”[1384]
15372. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amel etmeden ahirete ümit bağlayan
kimse gibi olma... (Böyle kimse) zenginlerle oyalanmayı, fakirlerle
birlikte Allah’ı zikretmekten daha çok sever.”[1385]
15373. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zenginlik izharında bulunmak da
şükürdendir. Kendini fakir göstermek de fakirliğe sebep olur.”[1386]
15374. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice zengin insan neked’den[1387]
daha zelildir. Nice fakir insan ise aslandan daha güçlüdür.”[1388]
15375. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşler Allah’ın
dergahına (kıyamette) arzedilince zengin ve fakirin kim olduğu
(o zaman) belli olur.”[1389]
398. Konu
el-Gına
Şarkı-Müzik
F
el-Bihar, 79/239, 99. bölüm
F
el-Bihar, 79/248, 100. bölüm, el-Mearif
ve’l-Melahi
F
el-Bihar, 79/254, 101. bölüm, Ma cevezze
min’el-Gina
F
Vesail’uş-Şia, 12/225, 99. bölüm;
Tahrim’ul Gina
F
Kenz’ul Ummal, 15/211, et-Teğenni
F
Kenz’ul Ummal, 15/226, el-Gina
F
Kenz’ul Ummal, 15/228, Mübah’ul Gina
F
Sünen-i Ebi Davud, 4/281, fi’n-Nehy an’il-Gina
bak.
F
245. konu, el-İstima’; 478. konu, el-Lehv
Kur’an:
“O halde putların pisliğinden sakının
ve batıl sözden sakının.”[1390]
“İnsanlar arasında, Allah yolundan saptırmak
için gerçeği boş sözlerle değişenler vardır.”[1391]
15376. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah beni alemlere rahmet olarak ve
sazları, neyleri ve cahiliye işlerini yok (yasak) etmek içn
gönderdi.”[1392]
15377. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şarkı ve müzik dinlemekten
sakının. Zira bu ikisi suyun yeşilliği bitirmesi gibi
kalpte nifak bitirir.”[1393]
15378. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dünya ve ahirette iki sese lanet
edilmiştir: Nimet halinde ney sesine ve musibet esnasında matem
sesine.”[1394]
15379. Abdulala şöyle diyor: “Cafer
b. Muhammed’e (a.s) aziz ve celil olan Allah-u Teala’nın, “Putların
pisliğinden sakının, ve batıl sözlerden sakının”
ayetini sordum. Bana şöyle buyurdu: “Putların pisliğinden maksat
satrançtır. Batıl sözlerden maksat ise şarkıdır.” Ben
daha sonra aziz ve celil olan Allah’ın şu ayetini sordum: “Ve
insanlardan boş sözleri alanlar vardır.” İmam şöyle
buyurdu: “Onun bir örneği de şarkıdır.”[1395]
15380. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şarkı söylemek, Allah-u
Teala’nın kendisine ateş vaad ettiği günahlardan biridir. Nitekim
şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında, bir bilgisi
olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği
boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar
vardır. İşte alçaltıcı azâb bunlar içindir.”[1396]
15381. İmam Rıza (a.s), kendisine
şarkı söyleme hususunda soru soran, şarkı söylemek ve içki
içmekle ünlü Muhammed b. Ebi Abbad’a şöyle buyurmuştur: “Hicaz
ehlinin bu konuda bir görüşü vardır. Oysa bu amel batıl ve
boş bir şeydir. Aziz ve celil olan Allah’ın şöyle
buyurduğunu işitmedin mi: “Faydasız bir şeye
rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla geçerler.”[1397]
15382. İmam Sadık (a.s), aziz ve
celil olan Allah’ın, “Onlar yalan yere
şahadet etmezler” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “(Maksat)
şarkı söylemektir.”[1398]
15383. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Benim bir takım komşularım var. Onların da şarkı
söyleyen ve Ud çalan cariyeleri var. Ben bazen tuvalete gidince, onların
sesini dinlemek için oturmamı uzatıyorum” diyen birisine şöyle
buyurmuştur: “Bu işi yapma” O şahıs
şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki bilerek oraya gitmiyorum. O sadece
kulağımla dinlediğim bir şarkıdır.” İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun meğer sen Aziz
ve celil olan Allah’ın şu sözünü işitmedin mi: “Şüphesiz
kulak, göz ve kalp bütün bunların hepsi ondan sorumludur.” O
şahıs şöyle dedi: “Adeta Allah’ın kitabından olan bu
ayetini arap ve arap olmayan hiç kimseden işitmemiştim. Mecburen bu
ameli terk ettim ve yüce Allah’tan mağfiret diledim.”[1399]
15384. Nafi’ şöyle diyor: “İbn-i
Ömer, bir ney sesi işitti. Parmaklarını kulağına
koydu. Uzaklaştı ve şöyle dedi: “Ey Nafi’! Bir şey
işitiyor musun?” Ben, “Hayır” dedim. Bu esnada parmaklarını
kulaklarından çıkardı ve şöyle dedi: “Ben Allah Resulü
(s.a.a) ile birlikteyken bir ses işitti ve böyle bir şey yaptı.”[1400]
15385. Yaşlı birinden şöyle
nakledilmiştir: “Ebu Vail, velime
toplantısına katıldı. Oradakiler, oynayıp
zıplamaya, şarkı söylemeye başladılar. Ebu Vail
ayağa kalkarak şöyle dedi: “Abdullah’tan şöyle dediğini
işittim: “Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle buyurduğunu
işittim: “Şarkı söylemek kalpte nifak bitirir.”[1401]
15386. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şarkıcılık,
kendisinden geriye nifak bırakır.”[1402]
15387. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şarkı söylemek nifakın
yuvasıdır.”[1403]
15388. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şarkı söylemek, zinanın
tılsımıdır.”[1404]
15389. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey kalbi
katılaştırır: Boş sözler işitmek,
avcılık ve sultanların sarayına gelip gitmek.”[1405]
15390. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dört şey kalbi bozar ve kalpte
suyun ağacı bitirdiği gibi nifak bitirir: Boş sözlere kulak
vermek, kötü ve çirkin söz söylemek, sultanın sarayına gidip gelmek
ve avcılık.”[1406]
15391. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şarkı söylemek, suyun ekini
bitirdiği gibi kalpte nifakı bitirir.”[1407]
15392. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şarkıcı kadın
mel’undur. Her kim ona yer verirse ve gelirinden yerse, o da mel’undur.”[1408]
15393. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Köpeğin ve şarkıcı
kadının değeri (parası) haramdır.”[1409]
15394. İmam Sadık (a.s), kendisine
şarkıcı cariyelerin satılması sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Onları alıp satmak
haramdır. Onlara eğitim vermek küfürdür. Onların
şarkısını dinlemek nifaktır.”[1410]
15395. İmam Rıza (a.s),
şarkıcı kadın alma hususunda sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Bazen bu cariye insanı gaflet ve
boş şeylerle meşgul etmektedir. Onun değeri köpeğin
değeri gibidir. Köpeğin değeri ise haramdır. Haramın
yeri ise cehennemdir.”[1411]
399. Konu
el-Gayb
Gayp-Gelecek
F
Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i
Ebi’l-Hadid, 5/9, Turuk’ul Ahbar an’il-Guyub
F
el-Bihar, 18/105, 11. bölüm, s. 144, 12. bölüm;
Ahbar-u Nebiyyuna bi’l-Muğeyyibat
bak.
F
178. konu, er-Ricat; 138. konu, el-Hevaric; 59.
konu, es-Sevre
Kur’an:
“Bunlar sana vahyettiğimiz gaybi haberlerdir. Sen de,
milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan
sakınanlarındır.” [1412]
“Gaybı bilen Allah’tır. Gaybı kimseye
bildirmez. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun
dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından
gözcüler salar.” [1413]
“Elif, Lam, Mim. Rumlar en yakın bir yerde yenildiler.
Onlar bu yenilgilerinden bir kaç yıl sonra galip geleceklerdir.
İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün, iman
edenler, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına
sevineceklerdir. O güçlüdür, merhametlidir. Bu, Allah'ın vaadidir; Allah
verdiği sözden caymaz, fakat insanların çoğu bilmezler.” [1414]
“And olsun ki Allah, peygamberinin rüyasının
gerçek olduğunu tasdik eder. Ey iman edenler! Siz, Allah dilerse, güven
içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya
saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi
Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan
başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.” [1415]
“Allah bu iki taifeden birini size vadetmişti; siz,
kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz. Oysa, suçluların
hoşuna gitmese de, Allah sözleriyle hakkı ortaya koymak ve
küfredenlerin kökünü kesmek istiyordu.” [1416]
“Yoksa: “Biz güçlü ve galip bir topluluğuz” mu
diyorlar? Yakında toplulukları bozguna uğrayacak,
arkalarını dönüp kaçacaklardır.” [1417]
“Artık buyurulanı açıkça ortaya koy, puta
tapanlara aldırış etme. Allah'la berâber başka bir
ilahın bulunduğunu kabul eden alaycılara karşı
şüphesiz biz sana kafiyiz. Yakında ne olduğunu
öğreneceklerdir.”[1418]
15396. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) hendeği
kazarken Müslümanlar sert bir kayaya rastladırlar. Peygamber (s.a.a)
kazmayı Müminlerin Emiri’nden (a.s) veya Salman’ın (r. a) elinden
aldı ve bir darbe indirerek üç parçaya ayırdı. Allah Resulü
(s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz bu darbe ile Kisra ve
Kayser’in hazineleri benim için açıldı.” Oradakilerden biri
arkadaşına şöyle dedi: “Bizden hiç kimse defi hacet için
dışarı çıkmaya bile cesaret edemezken o bizlere Kisra ve
Kayser’in hazinelerini vaat etmektedir.”[1419]
15397. Resulullah (s.a.a) yanında toplanan
eşlerine şöyle buyurmuştur: “Keşke
sizlerden hanginizin yüzü tüylü devenin sahibi olduğunu ve hev’eb
köpeklerinin kendisine havladığını, sağında
solunda tümünün cehennemlik olduğu bir çok insanın öldürüldüğünü
ve o savaştan kendisinin salim olarak kurtulduğunu bilseydim.”[1420]
15398. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Aişe,
Talha ve Zübeyr Mekke’yi terkedip Basra’ya doğru yola düştükleri
zaman yol esnasında Ben-i Amir bin Savsa’ay’a ait Hav’eb adlı
çeşmeye vardılar. Orada köpekler kendilerine havladı ve develeri
ürktü. Onlardan biri şöyle dedi: “Allah lanet etsin, Hev’eb’e, ne kadar da
köpekleri var.” Aişe Hev’eb” kelimesini duyunca şöyle dedi:
“Burası Hav’eb çeşmesi midir?” onlar, “evet” dediler. Aişe şöyle
dedi: “Beni geri çevirin! Beni geri çevirin” onlar, “Ne oldu? Ne gibi hadise
ortaya çıktı” diye sordular. Aişe şöyle dedi: Peygamberden
şöyle buyurduğunu işittim: “Adeta Hev’eb çeşmesindeki
köpeklerin eşlerimden birine havladığını görür
gibiyim.” Daha sonra bana şöyle buyurdu: “Ey Humeyra! Sakın sen o
kadın olmayasın.”
Zubeyr Aişe’ye şöyle dedi: “Allah
sana rahmet etsin, sakin ol. biz Hev’eb çeşmesinden fersahlarca
uzaktayız.” Aişe şöyle dedi: “Buna tanıklık edecek
başka biri var mı? Bu köpekler Hev’eb çeşmesinin havlayan
köpekleri değil midir?” Zübeyr ve Talha elli bedeviyi Aişe’ye yemin
etmek ve o çeşmenin Hev’eb çeşmesi olmadığına dair
tanıklık etmek üzere kiraladılar. Bu İslam’da ilk yalan
tanıklık idi. Aişe bu tanıklıkları duyunca yoluna
devam etti.”[1421]
15399. Kays bin Ebi Hazim şöyle diyor: “Aişe’den
nakledildiği üzere Peygamber (s.a.a) eşlerine şöyle
buyurmuştur: Sizden hanginiz Hev’eb köpeklerinin kendisine
havladığı kimsesiniz?” Aişe bu mekandan geçince köpekler
ona havladı. Aişe o bölgenin adını sordu. Kendisine
oranın Hev’eb çeşmesi olduğunu söylediler. Aişe şöyle
dedi: “Dönmem gerektiğini zannediyorum.” Ona şöyle denildi: “Ey
Müminlerin annesi sen insanların arasını düzeltmek için geldin,
başka bir şey için değil.”[1422]
15400. Resulullah (s.a.a) Ali ve Zübeyr’i Sakife-i
Ben-i Saide’de gördüğü zaman şöyle buyurmuştur: “Ey
Zübeyr! Ali’yi seviyor musun? Zübeyr şöyle arzetti: “Neden sevmeyeyim?”
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “O halde zalimce ona karşı
savaştığında ne olacaksın.”[1423]
15401. İmam Ali (a.s) Zübeyr’e şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin içerek söyle!
Hatırlıyor musun ben ve sen falanın çocuklarının
Sakife’sinde (Sofasında) birbirimizle meşveret ederken Allah Resulü
(s.a.a) yanımdan geçti ve bana şöyle buyurdu: “Onu seviyor musun?”
Ben, “Neden sevmeyeyim?” diye arzettim. Peygamber (s.a.a) şöyle arzetti:
“Bil ki o zalim olduğu halde seninle savaşacaktır.” Zübeyr
şöyle dedi: “Evet doğrudur, unuttuğum bir şeyi bana
hatırlattın.” Bunun üzerine Zübeyr geri döndü ve geri gitti (ve Cemel
savaşına katılmadı.)”[1424]
15402. Huzeyfe şöyle diyor: “İçinde
Sümeyye’nin oğlunun (Ammar’ın) olduğu gruba yardım ediniz.
Zira Allah resulünden (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “Onu
isyankar bir topluluk öldürecektir.”[1425]
15403. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Müslümanlardan bir grup
beyazlar arasında olan Kisra hanedanının hazinelerini
fethedecektir.”[1426]
15404. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gece ve gündüz bu ümmetin işi;
bağırsakları geniş, boğazı açık, olan ve
yediği halde asla doymayan birinin yani Muaviye’nin etrafına
toplanmadıkça asla sona ermez.”[1427]
15405. Ümmü Seleme şöyle diyor: “Hüseyin
(a.s) Peygamberin (s.a.a) yanına vardı. Ben de kapının
önünde oturmuştum. İçeriye bir baktım. Hüseyin’in (a.s)
Resulullah (s.a.a)’ın karnının üzerine oturduğunu gördüm.
Resulullah (s.a.a)’ın elinde bir şey vardı onu evirip
çeviriyordu. Ben şöyle arzettim: ey Allah’ın Resulü! Ben içeriye bir
göz attım üzerinize bir çocuğun yattığını,
ellerinizde de evirip çevirdiğiniz bir şeyin olduğunu ve göz
yaşı döktüğünüzü gördüm. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz Cebrail bu çocuğun öldürüleceği toprağı bana
getirdi ve bana ümmetimin onu katledeceğini haber verdi. ”[1428]
15406. Muhammed bin Amr bin Huseyn şöyle
diyor: “Biz Hüseyin (a.s) ile birlikte Kerbela
nehrinin kenarındaydık. İmam (a.s) ordu komutanı Şimr
Zil Cevşen’e bakarak şöyle buyurdu: “Allah ve Resulü (s.a.a)
doğru buyurmuştur. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Adeta Ehl-i Beyt’in kanını diliyle yalayan alaca köpeğini görür
gibiyim! “Şimr abraş hastalığına
yakalanmıştı.”[1429]
15407. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O doğru konuşan
doğrulanmış Peygamber (s.a.a) bana buradan
(başının sol tarafını işaret ederek) darbe
yemedikçe ölmeyeceğimi haber vermiştir ve bu (sakallarım) kana
boyanacaktır.”[1430]
15408. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali! Çok yakında sizler
Rumlarla savaşacaksınız. Sizden sonraki kimseler de onlarla
savaşacaktır. Sonunda Allah yolunda hiçbir
kınayıcının kınamasından korkmayan
İslam’ın seçkinleri Hicazlılar onlara gönderilir, onlar da
tespih ve tekbir sesleriyle Kostantiniyye’yi (İstanbul’u) fetheder ve
benzeri elde edilmeyen büyük bir ganimet elde ederler.”[1431]
15409. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Küçük gözlü ve geniş yüzlü
kimselerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Onların gözleri,
siyah çekirgelerin gözleri gibidir. Yüzleri de örtülmüş ve
astarlanmış ve katmerlenmiş (geniş ve kat kat olmuş)
siperler gibidir.”[1432]
15410. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar Türklerle
savaşmadıkça kıyamet asla kopmaz. Onların yüzü
kılıflanmış ve katmerleşmiş (geniş kat kat
olmuş) siperler gibidir. Kıldan elbiseler giyer ve kıl içinde
yürürler.”[1433]
15411. Resulullah (s.a.a)şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar Yahudilerle
savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta Müslümanlar
Yahudileri öldürür. Öyle ki Yahudiler taşların arkasına ve
ağaçlara saklanırlar o taşlar ve ağaçlar şöyle derler:
“Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! Bu Yahudi benim arkamda gizlenmiştir,
gel ve onu öldür.”[1434]
15412. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok geçmeden bir grup kimse batıya
gönderilir. Bunlar kıyamet günü güneş gibi çehrelerle gelirler.”[1435]
bak. Es-Sevre, 475-477. Bölümler,
15413. İmam Ali (a.s) Cemel
savaşından sonra Basra ehlini kınayarak[1436]
şöyle buyurmuştur: “Mescidiniz
sanki denizde yüzen bir gemi gibi… Allah da azap olarak üstten yağmur
yağdırmakda, alttan dalgalar denizi coşturmakda ve içindeki
herkes boğulmaktadır…
Başka bir rivayette:
Andolsun
Allah’a şehriniz batacaktır. Hatta ben mescidinizi denizde bir gemi
veya denizin ortasında çırpınan bir kuş gibi görüyorum.
Başka bir rivayette:
“Mescidiniz
büyük bir denizin dalgaları arasında yüzen bir kuş gibidir.”
Başka bir rivayette:
“Bu
beldenizi sanki suyun üzerini kaplamış gibi görüyorum. Hatta mescidin
en yüksek yeri dışında olan bir şey görünmüyor. Sanki denizin
coşkun dalgaları arasında çırpınan bir kuş
gibidir.”[1437]
15414. İmam Ali (a.s) Basra’nın
başına gelecek olaylar hakkında şöyle buyurmuştur: “Ey
Ahnef! Sanki ben onun; tozu dumanı, gürültüsü, dizgin sesleri,
atlarının kişnemesi olmayan bir orduyla yola düştüğünü
ve yeryüzünü deve kuşlarının ayakları gibi
ayaklarının altına aldığını görür gibiyim.”[1438]
15415. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “İşte o zaman, eyvahlar olsun
sana ey Basra! Sesi duyulmayan, tozu görülmeyen Allah’ın intikam ordusu
geldiğinde senin halkın kızıl ölümle helak olur, yok edici
bir açlığa düçar olur.”[1439]
15416. İmam Ali (a.s) Haricilerle
savaşa başladığında “Onlar Nehrevan köprüsünü
geçtikler” denildiğinde şöyle buyurmuştur: “Öldürülecekleri
yer nehrin bu tarafıdır. (karşıya geçemeyeceklerdir.)
Allah’a andolsun onlardan on kişi (den fazla) kurtulamaz, sizden de on
kişi (den fazla) öldürülmez.”[1440]
15417. Cündeb şöyle diyor: “Hariciler
Ali’den (a.s) ayrılınca İmam (a.s) onların peşinden
dışarı çıktı. Biz de onunla birlikte gittik,
onların karargahına varınca onların tıpkı
kovandaki arılar gibi ses çıkararak Kur’an okuduklarını
işittik. Onlar arasında zahitlerin giydiği elbiseleri giyenler
vardı. Bu durumu görünce içim karardı ve bir kenara çekildim.
Mızrağımı yere sapladım; atımdan indim, miğferimi
çıkardım, zırhımı üzerine serdim, atımın
dizginlerinden tuttum ve mızrağıma doğru namaza durdum,
namazda şöyle dedim: “Ey Allah’ım! Eğer bu toplulukla
savaşmak sana itaatse bana izin ver, eğer masiyet ise bana bundan
beri olduğunu göster.” Cündep şöyle diyor: “Bu hal üzereyken Ali bin
Ebi Talib (a.s) Allah Resulü’nün (s.a.a) katırına bindiği bir
halde yanıma geldi ve bana şöyle buyurdu: Ey Cündeb! Gazabın ve
hoşnutsuzluğun kötülüğünden Allah’a sığın.” Ben
ona doğru koştum. İmam (a.s) merkebinden indi ve namaz
kılmaya başladı. O esnada beygire binmiş birisi geldi, İmam’a
yakınlaşarak şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri!” İmam (a.s),
“Ne oldu?” diye buyurdu: o şöyle arzetti: “Henüz bu cemaatle işin var
mı?” İmam, “Niçin sordun?” diye buyurdu. O şöyle arzetti: “Onlar
nehiri geçtiler ve gittiler.” İmam şöyle buyurdu: “Onlar henüz
geçmediler” ben şöyle dedim: “Sunhanellah” ardından daha
hızlı birisi gelerek şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri!”
İmam, “Ne istiyorsun?” diye buyurdu. O, “Henüz de bu cemaatle işin
var mı?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ne olmuş ki?” O
şöyle arzetti: “Onlar nehri geçtiler ve gittiler.” Ben, “Allah-u Ekber”
dedim. İmam şöyle buyurdu: “Onlar henüz geçmediler” o şahıs
şöyle dedi: “Subhanellah” ardından başka birisi gelerek
şöyle arzetti: “Nehirden geçtiler ve gittiler.” Ali (a.s) şöyle
buyurdu: “Henüz nehirden geçmediler.” Ardından atıyla koşarak
gelen birisi şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri!” İmam şöyle
buyurdu: “Ne istiyorsun?” o şöyle arzetti: “Yine de bu cemaatle işin
var mı?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ne olmuş ki? “o
şahıs şöyle arzetti: “Nehirden geçip gittiler.” İmam
şöyle buyurdu: “Henüz geçmediler ve geçmeyeceklerdir. Nehrin bu
tarafında öldürüleceklerdir. Bu Allah’ın ve Resulünün buyurduğu
bir sözdür.” Ben, “Alah-u Ekber” dedim. Ardından kalktım. İmam’ın
atının dizginlerini tuttum, İmam atına bindi, ben
zırhıma doğru gittim, zırhımı giyindim,
kemanımı aldım, omuzuma astım ve İmam’la birlikte
harekete geçtim. İmam bana şöyle buyurdu: “Ey Cündeb!” Ben şöyle
arzettim: “Evet, ey Müminlerin Emiri!” İmam şöyle buyurdu: “Ben bu
cemaate birini göndereceğim, onlar için Kur’an okuyacak, onları
Rableri olan Allah’ın kitabına ve peygamberlerinin sünnetine davet
edecektir ama o bize dönmeyecektir ve onu oklayacaklardır. Ey Cündeb! Bil
ki bizden on kişi ölmeyecek onlardan ise on kişi
kurtulmayacaktır.” Biz haricilere ulaşınca onların henüz
karargahlarında olduğunu gördük. Henüz yerlerinden hareket bile
etmemişlerdi. Ali kendi ashabına seslendi ve onları sıraya
dizdi. Ordu safını baştan sona iki defa gezdi ve ardından
şöyle buyurdu: “Bu Kur’an’ı alacak, onların yanına gidecek,
onları Rableri olan Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine
davet edecek olan kimdir?” o bu işi sebebiyle öldürülecek ve cennet onun
olacaktır.” Ben-i Amir bin Sa’sa’adan bir genç dışında hiç
kimse ayağa kalkmadı. Ali (a.s) ona şöyle buyurdu: “Bu
Kur’an-ı tut1” o Kur’an-ı aldı ve imam daha sonra ona şöyle
buyurdu: “Bil ki sen öldürüleceksin ve bize geri dönmeyeceksin. Seni
oklayacaklardır.” O genç Kur’an-ı alarak haricilere doğru gitti.
Ve onlara seslerini işitecekleri ölçüde yaklaştı. Onlar
ayağa kalktılar ve o genç geri dönmeden ona doğru ok atmaya
başladılar. Cündeb şöyle diyor: “Onlardan birisi o gence bir ok
attı o ok bize doğru geldi ve yere saplandı. Ve bu esnada Ali
(a.s) şöyle buyurdu: “Şimdi bu cemaate karşı
saldırıya geçin.” Cündeb şöyle diyor: “Ben içine
düştüğüm şüpheden sonra bu ellerimle öğle
namazını kılmadan önce onlardan sekiz kişiyi öldürdüm ve
Ali’nin (a.s) dediği gibi bizden on kişi ölmedi onlardan ise on
kişi bile kurtulan olmadı.”[1441]
15418. İmam Ali (a.s) Moğol
fitnesinden şöyle haber vermektedir: “Adeta
yüzleri kalkan gibi kat kat olmuş, ipek giyen, asil atları yedekte
bulunduran, korkunç bir katliam gerçekleştiren topluluğu görür
gibiyim; öyle ki yaralıları ölülerin üzerinde yürür ve kaçanları
esirlerinden daha azdır.”[1442]
15419. Allame Müminlerin Emiri’nin (a.s) gaybi
haberleri konusunda şöyle diyor: “Bağdat’ın
onarılması, Ben-i Abbas hükümeti, onların durumu ve
devletlerinin Moğollar tarafından yıkılması gibi
haberler İmam’ın (a.s) verdiği gaybi haberlerdendir. Bu haberi
babam (r. a) nakletmiş ve bu nakletme Hille, Kûfe, Necef ve Kerbela
halkının canının kurtulmasına sebep olmuştur.
Zira Hülako Bağdat’a ulaşınca fetihten çok önce Hille ahalisi
etraftaki dere yataklarına kaçmış, onlardan çok az bir grubu
kalmıştı. Onlardan biri de babam (r.a), Seyyid Mecduddin bin
Tavus ve Fakih ibn-i Ebi’l İzz idi. Onlar Hülakoya bir mektup yazmayı
ve kendsiine itaat edeceklerini bildirmeyi
kararlaştırmışlardır. Onlar bu mektubu Arap olmayan
biri vasıtasıyla göndermişlerdi. Hülako biri Tüklem ve
diğeri de Alauddin adında iki kişi vasıtasıyla Hille
alimleri için bir emir gönderdi ve bu iki kişiye şöyle dedi:
“Eğer kapleri de mektuplarında yazdıkları şeylerle
aynı ise o halde yanımıza gelsinler.” O iki komutan geldiler ve
işin nereye varacaklarını bilmedikler için korku içinde
bulunuyorlardı. Babam (r.a) şöyle dedi: “Eğer ben tek gelirsem
yeterli midir?” o iki kişi, “evet yeterlidir” dediler. Babam o iki
kişiyle gitti. Sultanın huzuruna varınca (Henüz Bağdat
fethedilmemiş ve halife katledilmemiştir) o babama şöyle dedi:
“Henüz benim sizlerle ve halifenizle işim bitmemişken bana böyle bir
mektup yazıp yanıma gelmeye nasıl cesaret edebildiniz?”
Eğer halife benimle barışırsa onun gazabından ve
intikamından nasıl güvende olacaksın?” Babam ona şöyle
dedi: “Biz İmamımız Ali bin Ebi Talib’ten (a.s) elimizde bulunan
rivayetler sebebiyle bu işe cesaret edebildik. Ali bin Ebi Talib bir
hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Zevra, Zevranın ne olduğunu
biliyor musun?” Zevra içinde binalar yapılan kalabalık bir
topluluğun oturduğu, korukları, hazinedarları ve
sarnıçları olan ılgın ağaçlarının
bulunduğu yerdir. Abbas oğulları orayı kendilerine merkez
kılmış, altın ve gümüşleri için hazineler
yapmışlardır ve onların oynayıp
oynaştığı evidir. Orası zalimlerin zulüm
ocağı, adil olmayanların adaletsizlik ettiği, kötü
önderlerin, fasit karilerin (Kur’an okuyanların) ve hain vezirlerin
bulunduğu yerdir. İranlılar ve Rumlar onlara hizmet etmektedir.
İyiliği bildikleri halde kendi aralarında emretmezler.
Kötülüğün kötü olduğunu bildikleri halde ondan sakınmazlar.
Erkekleri erkeklerine kadınları da kadınlarına yönelir. O
zaman Zevra ahalisine Türklerin saldırısından dolayı hüzün,
gam, zorluk, ağlama ve feryat olsun. Bu Türkler kimlerdir? Küçük gözlü,
yüzleri örtülmüş ve katmerleşmiş kalkanlar gibi olan bir
topluluktur. Elbiseleri demirdendir beden ve yüzleri kıllı
değildir. Emirleri, yönetip hükmettiği yerlerin merkezinden
gelmektedir. Yüksek bir sesi vardır. Azametli ve yüce himmetli biridir.
Geçtiği her yeri fetheder karşısına dikilen her bayrağı
alaşağı eder. Ona muhalefet eden kimseye eyvahlar olsun o galip
gelinceye kadar metodunu sürdürür.” Ali bin Ebi Talib (a.s) bizler için bu
sıfatları beyan etmiştir ve biz de onları sizde gördük, bu
yüzden sana ümit bağladık ve sana doğru geldik.” Hülako (onlara
güvenlik sözü verdi), Hille halkı için babam adına bir ferman
yazdı ve o fermanında Hille sakinlerinin ve etrafındakilerinin
endişesini giderdi.”[1443]
15420. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Vallahi dilersem, her birinizin nereden
geldiğini, nereye gittiğini ve tüm işlerinin nereye
varacağını sizlere haber veririm. Ama benim yüzümden
Resulullah’ı (s.a.a) inkar etmenizden korkarım. Bunu ancak güvenilir
özel kişilere açıklarım.”[1444]
15421. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşırı sapan[1445]
birinin Şam’dan seslendiğini, Kûfe’nin dışına
bayraklarını diktiğini apaçık görür gibiyim.
Ağzını açtığında, ağzındaki gemi gerip
isyan ettiğinde ve adımlarını ağır bastığında
fitne oğullarını ısırıyor”[1446]
15422. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benden sonra size boğazı
geniş mi geniş, karnı şiş mi şiş göbekli
biri (Muaviye) hakim olacaktır. O bulduğunu yer,
bulmadığını ister. Onu öldürün, (ama asla) öldüremezsiniz.”[1447]
15423. İmam Ali (a.s) Kufe’deki minber
üzerinde şöyle buyurmuştur: “Biliniz,
Allah Kureyş’in kötülerinden iki gruba lanet etsin: Yani
Ümeyyeoğullarına ve Muğireoğullarına. Allah
Muğireoğullarını Bedir savaşında
kılıçların darbesiyle helak etti. ama Ümeyye Oğulları
heyhat! heyhat! Biliniz ki! Taneyi yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin
olsun ki eğer hükümet dağların öte tarafında da olsa onlar
oraya doğru ulaşıncaya dek gideceklerdir.”[1448]
15424. İmam Ali (a.s) öğle
namazı vakti Abdullah İbn-i Abbas’ı görmeyince şöyle
buyurmuştur: “Abbas’ın oğluna ne
olmuşta burada değildir?” Onlar şöyle dediler: “Ey Müminlerin
Emiri! Allah ona bir oğlan çocuk vermiştir.” İmam şöyle
buyurdu: “Kalkın onun yanına gidelim.” İmam (a.s) İbn-i
Abbas’ın yanına vardı ve şöyle buyurdu: “Allah’a
şükürler olsun, yeni doğan çocuğun mübarek olsun! Adını
ne koydun?” o şöyle arzetti: “Ey müminlerin Emiri! Ben kendimde ona isim verme
hakkını göremiyorum. Sizler ona bir isim veriniz.” İmam (a.s)
şöyle buyurdu: “Çocuğu getirin.” O çocuğu getirdiklerinde
İmam (a.s) çocuğu aldı, damağını
kaldırdı, kendisi için dua etti. Ardından onu geri çevirdi ve
şöyle buyurdu: “Ey hükümdarların babası! Onu al. Ben,
adını Ali, künyesini ise Ebu’l Hasan koydum.”[1449]
15425. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ümeyyeoğulları! Allah’a
yemin ederim az bir zaman sonra bu devleti başkalarının elinde
tanıyacak, düşmanlarınızın yurdunda göreceksiniz.”[1450][1451]
15426. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakif kabilesinden kibirli ve haktan
yüz çeviren birisi musallat olacak, yeşilliklerinizi yiyip
yağlarınızı eritecek. Yeter artık ey Eba Vazaha!”[1452]
15427. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali Kufe halkına şöyle
buyurdu: “Ey Allah’ım! Ben onlara itimat ettim, onlar bana hiyanet etti,
ben onlar için hayır diledim onlar beni aldattı. O halde Sakif’in
sapık zalim ve kibir dolu gencini onlara musallat kıl. Şüphesiz
ki o Kufe’nin yeşilliğini yer, derisini örter, onlar arsında
cahiliye metodu üzere hükümet eder.” Hasan (a.s) daha sonra şöyle
buyurdu: “O gün Haccac henüz yaratılmamıştı.”[1453]
15428. İmam Ali (a.s) bir şahsa
şöyle buyurmuştur: “Sakif’li genci
görmedikçe ölmeyeceksin.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Müminlerin Emiri!
Sakifli genç kimdir?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü
ona şöyle denilir: “Cehennemin bir köşesini bile bizler için boş
bırakma.” O yirmi veya yirmi küsür yıl hakimiyet sürdüren ve bu süre
zarfında hiçbir günah işlemekten çekinmeyen birisidir.”[1454]
15429. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Ben sizleri hakka
çağırdım, ama sizler benden yüz çevirdiniz. Sizleri tasma ile
dövdüm, ama siz beni yorgun ve aciz kıldınız. Biliniz ki benim
hakimiyetimden sonra sizlere öyle bir yöneticiler gelip çatacaktır ki size
bu kadar rızayet vermez ve hatta sizlere kırbaçlarla ve demirlerle
(kılıçlarla) işkence ederler. Ama ben bu ikisiyle size asla
işkence etmem. Zira her kim bu dünyada insanlara işkence ederse Allah
da ahirette ona işkence eder. O işin nişanesi ise Yemen
valisinin gelip aranızda yer etmesidir. Ona Yusuf b. Amr derler. O gelir
ve çalışanların çalışanlarını tutuklar. Bu
esnada hanedanımızdan biri kıyam eder. Ona yardım ediniz. O
sizleri hakka davet edecektir.”[1455]
15430. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki benden sonra üç şeyle karşılaşacaksınız:
Herkesi kaplayan bir zillet ve horluk, öldürücü bir kılıç ve
zalimlerin sizler hakkında hayata geçirdiği
ayırımcılık ve tekelcilik. Bu şartlarda beni
hatırlayacak, beni görmeyi, bana yardım etmeyi ve
kanlarınızı benim yolumda dökmeyi arzulayacaksınız.
Allah zalimden başkasını rahmetinden uzak tutmaz.”[1456]
15431. Herseme b. Selim şöyle diyor: “Ali
(a.s) ile birlikte Siffin savaşına katıldık. Kerbela’da
konaklayınca, İmam bizimle namaz kıldı. Daha sonra
namazının selamını verdi, yerden bir toprak kaldırdı,
kokladı ve şöyle buyurdu: “Ne mutlu sana ey toprak! Şüphesiz
senden kalkan bir grup sorgusuz, hesapsız cennete gider.”[1457]
15432. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizden sonra öyle bir topluluk
gelecektir ki benim yolumda bir çok eziyete, sıkıntıya, katliama
ve işkenceye maruz kalacaklardır. Öyle ki önceki ümmetler
arasında, hiç kimse onlar kadar eziyet görmemiştir. Bilin ki onlardan
her kim sabreder, hakkaniyetime yakin eder ve kendilerine benim yolumda
verilecek olan sevabı tanırlarsa benimle aynı derecede olurlar.”
İmam daha sonra soğuk bir ah çekti ve şöyle buyurdu: “O
temiz ruhlara ve (Allah’tan) hoşnut olan ve kendisinden hoşnut olunan
kalplere yazık, yazık! Onlar, benim samimi dostlarımdır.
Onlar bendendir, ben de onlardanım.”[1458]
15433. Şüphesiz Müminlerin Emiri (a.s)
Kufe’de, Zeyd b. Ali’nin (a.s) sonradan dar ağacına
asılacağı yerde durdu. Mübarek sakalı ıslanıncaya
kadar ağladı ve insanlar da onun ağlamasına karşı
ağladığı ve, “Ey Müminlerin Emiri! Neden ağlıyor
ve ashabını da ağlatıyorsun?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Evlatlarımdan birinin burada
darağacına asılmasına ağlıyorum.”[1459]
15434. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki doğuda zuhur edecek
olana uyduğunuz taktirde, şüphesiz sizleri Allah Resulü’nün (s.a.a)
yollarına götürür, körlükten, sağırlıktan, dilsizlikten
iyileştirir, sapıklık ve talep zahmetinden müstağni
kılar, boyunlarınızdaki zor ve ağır yükleri indirin.
Allah zulüm eden kimse dışında, hiç kimseyi (rahmetinden,
hayır ve iyiliğinden) uzaklaştırmaz.”[1460]
15435. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında ümmetine öyle bir
zaman gelecek ki, Kur’an’dan sadece yazıları ve İslam’dan sadece
adı baki kalacaktır. İslam’a en uzak kimseler oldukları
halde, kendilerini Müslüman olarak adlandıracaklardır. Camileri
bayındır olacak, ama hidayet açısından harap
olacaktır. O zaman fakihleri (din adamları) bu mavi gök yüzünün
altındaki en kötü fakihler olacaklardır. Fitne ve sapıklık
onlardan kopacak ve onlara dönecektir.”[1461]
15436. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında ümmetime öyle bir
zaman gelecektir ki, içleri aşağılık ve
dışları güzel olacaktır. Bu gösterişten hedefleri ise
dünya ihtirasıdır, Rableri olan Allah nezdinde olan şeyleri elde
etmek değil. Dinleri riya, (Allah) korkuları bedenlerine karışmış
değil. Allah onları kendinden bir cezayla çepe çevre
sarmıştır. Onlar garik duasını okudukları halde,
duaları asla makbul olmaz.”[1462]
15437. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında insanlara öyle bir
zaman gelecektir ki, o gün hükümet sadece katliam ve zorbalıkla,
zenginlik; sadece gasp ve cimrilikle, muhabbet; dini bir kenara bırakmak
ve nefsin isteklerine uymakla elde edilir. O halde her kim o zamanı
derkeder ve zengin olabildiği halde fakirliğe sabreder, muhabbet elde
edebildiği halde, insanların nefretine karşı sabreder ve
kudret elde edebildiği halde, zayıflık ve kudretten mahrumiyete
sabrederse, Allah ona beni tasdik eden sıddıklardan elli
sıddıkın mükafatını verir.”[1463]
15438. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında sizlere öyle bir zaman
gelecek ki, o gün dindarlardan, sadece insanların onun ahmak olduğunu
zannettiği ve halkın kendisini, “o aptaldır” sözü
karşısında sabreden kimseler kurtuluşa erer.”[1464]
15439. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında sizlere dolu
kabın baş aşağı çevrilip boşaltılması
gibi, İslam’ın da boşaltılacağı zaman
gelecektir!”[1465]
15440. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında benden sonra öyle bir
topluluk gelecektir ki, lezzetli ve rengarenk giyecek ve yiyecekler, merkeplere
binecekler, tıpkı kendisini eşine süsleyen kadın gibi
süslenecekler ve tıpkı kadınlar gibi makyaj yapacak ve
işveleneceklerdir. Zahirleri ise kibirli sultanlar gibi olacaktır.
Onlar bu ümmetin son dönem münafıklarıdır... Mihrapları
kadınlarıdır, şeref ve şahsiyetleri ise dirhem ve
dinarlarıdır.”[1466]
15441. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında size öyle bir zaman
gelecektir ki o gün en gizli şey hak, en açık şey batıl ve
en yaygın şey ise Allah-u Teala ve Resulü’ne (s.a.a) yalan isnat
etmek olacaktır.”[1467]
15442. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında benden sonra öyle bir
topluluk gelecektir ki dünyanın rengarenk ve tatlı yiyeceklerini
yiyecekler ve yüzleri güzel süslü kadınlarla evleneceklerdir… Dünyaya
sımsıkı sarılacak, gece gündüz dünyaya yönelecek ve Allah
yerine dünyayı ilah edineceklerdir.”[1468]
15443. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok geçmeden ahir zamanda öyle alimler
gelecektir ki, insanları dünyadan yüz çevirmeye davet edecek, ama
kendileri dünyadan yüz çevirmeyeceklerdir. İnsanları ahirete
teşvik edecek, ama kendileri ahirete rağbet göstermeyeceklerdir.
İnsanları yöneticilerin sistemine girmekten sakındıracak,
ama kendileri bundan el çekmeyeceklerdir. Onlar fakirlerden uzak durur,
zenginlere yaklaşırlar. Onlar Allah’ın düşmanları olan
zorbaların ta kendileridirler.”[1469]
15444. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok geçmeden ümmetime öyle bir zaman
gelecektir ki alimlerinden, tıpkı koyunun kurttan
kaçtığı gibi kaçacaklardır. Allah-u Teala onları üç
şeye düçar kılacaktır. Birincisi, mallarından bereketi alacak,
ikincisi zalim hükümdarları onlara musallat kılacak ve üçüncüsü de
dünyadan imansız gideceklerdir.”[1470]
15445. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetime öyle bir zaman gelecektir ki, yöneticileri
zalim, alimleri ihtiraslı, abitleri riyakar, tüccarları faizci,
kadınları dünya süsü peşinde ve erkek çocukları ise evlenme
fikrinde olacaklardır. Böyle bir günde, ümmetimin kesatı
pazarların kesatı gibi kesat olacaktır.”[1471]
15446. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman
gelecektir ki, insan dünyası salim olunca, dininin ortadan kalkmasına
hiç önem vermeyecek.”[1472]
15447. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman
gelecektir ki, o gün insanlar kurt haline dönüşeceklerdir. O halde
eğer birisi kurt olmazsa, kurtlar onu yer.”[1473]
15448. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman
gelecektir ki, o gün uyumlu bir kardeşten daha az bulunur ve helal
dirhemden daha az elde edilir bir şey olmayacaktır.”[1474]
15449. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman
gelecektir ki, insanlara el uzatan insan hayatta kalacak, suskun olan insan ise
ölecektir.”[1475]
15450. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman
gelecektir ki birinin adını duyman, onu görmenden daha iyi ve birini
görmen, onu denemenden daha iyi olacaktır. Zira eğer onu imtihan
edersen, sana bir takım (çirkin) haletler aşikar olacaktır.
Onların dini dirhemleridir. Tek dertleri karınları,
kıbleleri ise kadınlarıdır. Bir parça ekmek için
eğilir, dirhem için toprağa kapanırlar. Onlar
şaşkın ve mesttirler. Ne müslümandırlar, ne de
Hıristiyan.”[1476]
15451. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara çok zor bir gün gelip
çatacaktır. O gün zengin, malını dişiyle tutar (infakta
bulunmaz) oysa, kendisi bu işe emrolunmamıştır. Aksine
münezzeh olan Allah şöyle buyurmuştur: “Birbirinize ihsan etmeyi
unutmayın.” O gün kötü insanlar yüce makam elde edecek, iyiler ise
zayıflık ve horluğa sürüklenecektir. İnsanlara mecbur
kalmışlar ve acizler gibi muamele edeceklerdir. Oysa Allah Resulü
zorda kalanlarla muamele etmekten sakındırmıştır.”[1477]
15452. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman gelecek
ki sadece (sultan ve padişahlara) söz taşıyanlar
yakınlaşabilecek, sadece kötüler zarif ve zeki sayılacak ve
sadece insaf sahipleri zayıf düşürülecek. O zaman sadaka zarar
sayılacak, sıla-i rahim (akrabalara ihsan ve onlarla ilişki) bir
minnet etme aracı haline gelecek ve ibadet insanlara üstünlük taslama
bahanesi olacak.”[1478]
15453. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman
gelecektir ki, din hususunda sabreden kimse, eline kor parçası alan kimse
gibi olacaktır. (O zaman insan, ya kurt olacaktır ya da kurtlar
kendisini yiyecektir.)”[1479]
15454. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Beni hak üzere gönderene yemin olsun,
insanlara öyle bir zaman gelecektir ki, şarabı helal sayacak ve onu
“nebiz” olarak adlandıracaklardır. Allah’ın meleklerin
tamamının ve insanların laneti onlara olsun.”[1480]
15455. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman
gelecektir ki, Kur’an insanların kalbinde bedenlerde eskiyip pörsüyen
elbise gibi eskiyip pörsüyecektir.”[1481]
15456. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetime öyle bir zaman gelecektir ki,
alimleri sadece güzel elbiselerle tanınacak, Kur’an sadece güzel sesle
okunacak ve Allah’a sadece Ramazan ayında ibadet edilecektir. İş
böyle olursa Allah ne ilmi ne hilmi ve ne de acıması olan bir
hükümdarı onlara musallat kılacaktır.”[1482]
Kur’an:
“Gaybı
bilen Allah’tır, gaybı kimseye bildirmez. Ancak peygamberlerden,
bildirmek istediği bunun dışındadır. Çünkü O, bunun
önünden ve ardından gözcüler salar.”[1483]
15457. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü’nün (s.a.a) devesi
kayboldu. İnsanlar şöyle dediler: “O bizlere göklerden haber
verdiği halde devesinden haber vermiyor.” Bunun üzerine Cebrail
Peygamber’e nazil oldu ve şöyle buyurdu: “Ey Peygamber! Senin deven falan
vadidedir. Yuları ise falan ağaca sarılmıştır.” İmam
Sadık (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Böylece Allah Resulü
minbere çıktı, Allah’a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle
buyurdu: “Ey insanlar! Sizler benim devem hakkında bir takım laflar
ettiniz. Biliniz ki Allah’ın bana öğrettiği şey, benden
aldığı şeyden daha iyidir. Biliniz ki benim devem, falan
vadidedir ve yuları da falan ağaca sarılmış
durumdadır.” İnsanlar deveye doğru koştular ve gerçekten de
Allah Resulü’nün (s.a.a) buyurduğu gibi olduğunu gördüler.”[1484]
15458. Peygamber’in (s.a.a) devesi kayboldu.
Münafıklar kötü propaganda yapmaya başladılar ve şöyle
dediler: “O bize göklerin sırlarını haber vermekte, ama
devesinin nerede olduğunu bilmemektedir.” Peygamber bu sözü işitince
şöyle buyurdu: “Benim sizlere göklerin sırlarından haber
verdiğim doğrudur. Ama bu sırlardan, Allah’ın bana
öğrettiğinden başka bir şey bilmiyorum.” İnsanlar bu
konuda şeytanın vesvesesine kapıldılar. Peygamber
onları devenin halinden haberdar kıldı ve onlara devesinin
dizginlerinin sarıldığı ağacın nişanesini
bildirdi. İnsanlar gittiler ve gerçekten de devenin dizginlerinin
Peygamberin buyurduğu gibi aynı nişanelere sahip ağaca
asılı olduğunu gördüler.”[1485]
15459. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tebük savaşında Allah
Resulü’nün (s.a.a) devesi kayboldu. Münafıklar şöyle dediler:
“Bizlere gaypten haber vermekte, ama devesinin yerini bilmemektedir.” Peygamber’e
(s.a.a) Cebrail nazil oldu ve münafıkların sözünü bildirerek
şöyle buyurdu: “Senin deven falan bölgedededir ve dizginleri de falan
ağaca asılmıştır.” Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a)
cemaat namazı için seslendi. İnsanlar toplandılar. Peygamber
şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Benim devem falan vadidedir.” İnsanlar o
tarafa doğru koştular ve deveyi buldular.”[1486]
Kur’an:
“Onların işlediklerini ve işleyeceklerini
bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar.”[1487]
15460. İmam Ali (a.s), kendisine, “Ey
Müminlerin Emiri! Sana gayp ilmi verilmiş midir?” diye soran Kelb
kabilesinden birine gülerek şöyle buyurmuştur: “Ey
Kelbli! Bu, gayb ilmi değildir; bu ancak ilim sahibi birisinden ilim
öğrenmektir. Gayb ilmi, kıyamet ilmidir. Bu da Allah’ın şu
ayetinde saydığı şeylerdir: “Muhakkak ki kıyamet
saati Allah’ın indindedir. Yağmuru o indirir. Rahimlerdeki
olacağı o bilir.” Bundan dolayı rahimlerdekenin erkek mi
kız mı, çirkin mi güzel mi, cömert mi cimri mi, şaki mi said mi,
cehenneme bir odun mu; yoksa cennetlerde peygamberlere bir arkadaş mı
olacağını Allah bilir. İşte bu Allah’tan başka
hiç kimsenin bilemeyeceği gayb ilimidir. Bundan başka bir ilim daha
vardır ki Allah onu Peygamberine öğretmiş ve o da bana
öğretmiştir. Kalbim iyice idrak etsin ve aklım da iyice
kavrasın diye dua etmiştir.”[1488]
15461. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“İmam gaybi bilmekte midir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hayır,
ama bir şeyi bilmek isterse Allah ona bildirir.”[1489]
15462. İmam Kazım (a.s), kendisine,
“Sizler gayp ilmini biliyor musunuz?” diye soran İranlı birine
şöyle buyurmuştur: “İmam Bakır
(a.s) şöyle buyurmuştur: “(İlahi) ilim bizlere
açılınca, biliyoruz ve bizlere kapanınca bilmiyoruz.” Ve
şöyle buyurdu: “İlim, aziz ve celil olan Allah’ın bir
sırrıdır ve onu Cebrail’e (a.s) bildirdi. Cebrail de Muhammed’e
(s.a.a) bildirdi ve Muhammed (s.a.a) de onu Allah’ın istediği kimseye
bildirdi.”[1490]
bak. el-İmamet (2), 168. Bölüm;
el-Bihar, 26/18, 2/172, 23. Bölüm
400. Konu
el-Gıybet
Gıybet-Arkadan Çekiştirmek
F
el-Bihar, 75/220, 66. bölüm, el-Gıybet
F
Vesail’uş-Şia, 8/596, 152. bölüm,
Tahrim’ul İğtiyab’ul Mumin
F
Kenz’ul Ummal, 3/584, el-Gıybet
F
Kenz’ul Ummal, 3/595, 870, Ruhes’ul Gıybet
F
Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i
Ebi’l-Hadid, 9/60, İkval’ul Me’sure fi Zem’ul Gıybet
bak.
F
245. konu, el-İstima; 668. konu,
et-Tecessüs; 344. konu, el-Irz; 380. konu, el-Ayb; el-Hesed, 854. konu;
er-Riba, 1438. bölüm
Kur’an:
“Kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü
kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz;
Allah'tan sakının, şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul edendir,
acıyandır.”[1491]
15463. Resulullah (s.a.a) veda haccı
hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Kanlar, mallar ve namuslar sizlere; bu şehrinizin bu
ayınızın ve bu gününüzün haram kılınışı
gibi haram kılınmıştır. Şüphesiz Allah
gıybeti de, mal ve kanı haram kıldığı gibi haram
kılmıştır. ”[1492]
15464. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmek, aciz insanların
işidir.”[1493]
15465. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmek
münafığın nişanesidir.”[1494]
15466. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başkalarının
arkasından çekiştirmek en kötü iftiradır.”[1495]
15467. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etme ki senin de
gıybetin edilir. Kardeşin için kuyu kazma ki kendin içine
düşersin. Zira hangi elle verirsen o elle de geri alırsın.”[1496]
15468. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşlerinin gıybetinde
bineğini dilin kılmaktan, aleyhine bir delil olan şeyi
söylemekten ve başkaları nezdinde kötülenme vesilesi olacak
şeyleri ifade etmekten sakın.”[1497]
15469. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmekten sakın. Bu
iş Allah ve insanlar nezdinde seni nefret duyulan biri haline getirir ve
sevabını yok eder.”[1498]
15470. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı kimse, dilini
gıybetten koruyan kimsedir.”[1499]
15471. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendini gıybet etmeye
alıştırma zira gıybet etmeye alışan bir
şahsın günahı büyüktür.”[1500]
15472. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah nezdinde insanların en çok
nefret edileni gıybet eden kimsedir.”[1501]
15473. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En çirkin
aşağılıklardan biri de iyi insanların arkasından
kötü konuşmaktır.”[1502]
15474. Resulullah (s.a.a) kendisine,
“Safiyye’nin şöyle veya böyle (maksat boyunun kısalığı
idi) oluşu sana yeter” diyen Aişe’ye şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
öyle bir söz söyledin ki eğer deniz suyuna karışacak olsa onu
kirletmiş olurdu.”[1503]
15475. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet eden kimse… esenliğe
ihtiras duymamalıdır.”[1504]
15476. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşinin gıybetini eden
kimse mel’undur.”[1505]
15477. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mirac gecesi yüzlerini
tırnaklarıyla kazıyan bir topluluk gördüm ve sordum, “Ey
Cebrail! Bunlar kimlerdir?” o şöyle buyurdu: “Bunlar insanların
gıybetini eden ve haysiyetlerini yok eden kimselerdir.”[1506]
15478. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mirac’a götürüldüğüm gece
bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini
tırmalayan bir grubun yanından geçtim ve sordum. “Ey Cebrail! Bunlar
kimdir?” Bunlar insanların etini yiyen ve onların haysiyetleriyle
oynayan kimselerdir” dedi.”[1507]
15479. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmek zinadan daha
kötüdür.” Kendisine, “nasıl olur?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “İnsan zina eder sonunda tevbe eder, Allah da tövbesini
kabul eder. Ama gıybet eden kimse gıybet ettiği kimse kendisini
bağışlamadıkça bağışlanmaz.”[1508]
15480. İmam Ali (a.s) insanların
gıybetini etmekten sakınmak hususunda şöyle buyurmuştur: “İsmet
sıfatına sahip, Allah’ın lütfüyle günahlardan korunmuş olan
kimselerin, günah ve kötülük işleyenlere acımaları gerekir. Sürekli
Allah’a şükretmeli ve bu şükür onları halkın
ayıbını söylemekten alıkoymalıdır.İnsan,
kardeşinin işlediği ayıbı nasıl söyler, onu düçar
olduğu bela sebebiyle nasıl yerer?! Oysa o, ayıbı
işleyenin ayıbından daha büyüğünü işlediği zaman
Allah’ın, kendisinin ayıbını örttüğünü hatırlamaz
mı?! Onun işlediğinin benzerini işlediği halde onu
nasıl kötüler! Onun gibi bir suç işlememiş olsa bile, ondan
başka daha büyük bir suç işleyerek (gıybet etmekle) Allah’a
isyan etmiştir. Allah’a yemin olsun, büyük bir suç işlememiş,
küçük bir suç işlemişse de insanların ayıbını
görüp onları yermesi zaten daha büyük bir suçtur.”[1509]
15481. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmemek, aziz ve celil olan
Allah nezdinde müstahap olan on bin rekat namazdan daha sevimlidir.”[1510]
15482. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmekten uzak dur zira
gıybet cehennem köpeklerinin katığıdır.”[1511]
15483. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet, cehennem köpeklerinin
yiyeceğidir.”[1512]
15484. İmam Hüseyin (a.s) birinin gıybetini
eden yanındaki bir şahsa şöyle buyurmuştur: “Ey
adam! Gıybet etmekten el çek, zira gıybet cehennem köpeklerinin
katığıdır.”[1513]
15485. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Gıybet etmekten
sakın, zira gıybet cehennem köpeklerinin yiyeceğidir.”[1514]
15486. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir şahıs Ali bin Hüseyin’e
(a.s) şöyle dedi: “Falan kimse senin sapık ve bidat ehli
olduğunu söylüyor.” Ali bin Hüseyin (a.s) ona şöyle buyurdu: “O
şahısla arkadaşlığının hakkına riayet
etmedin. Zira onun sözünü bizlere naklettin. Aynı şekilde benim
hakkımı da eda etmedin, zira kardeşimden bana bilmediğim
bir şeyi naklettin… Gıybet etmekten sakın zira gıybet
cehennem köpeklerinin yiyeceğidir. Bil ki insanların ayıplarını
çok zikretmek bu çok ayıplanma onun bu ayıpları kendisinde
olduğu miktarıyla aradığına tanıklık
etmektedir.”[1515]
15487. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmektensakın. Zira
gıybet etmek cehennem köpekklerinimn katığıdır.”[1516]
15488. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) bir
şahsın gıybet ettiğini duyunca şöyle buyurmuştur:
“Her şeyin bir yiyeceği vardır,
insanların köpeklerinin katığı ise gıybettir.”[1517]
Kur’an:
“Şüphesiz Müminler arasında
hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere,
işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azâb vardır.
Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” [1518]
15489. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıplı kimseler, kendi
ayıpları hususunda kolayca özür bulmak için insanların
ayıbını yaymayı severler.”[1519]
15490. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim mümin hakkında gözüyle
gördüğü ve kulağıyla duyduğu şeyi naklederse aziz ve
celil olan Allah’ın hakkında şöyle buyurduğu kimseden
sayılır. “Şüphesiz hayasızlığın
yayılmasını arzu edenler…”[1520]
15491. İmam Kazım (a.s) Muhammed bin
Fuzeyl’e şöyle buyurmuştur: “Ey
Muhammed! Kulak ve gözünü kardeşine oranla yalancı say. Eğer
yemin eden elli kişi senin nezdinde tanıklıkta bulunur ve
kardeşin başka bir şey (yemin
eden şahsın söylediğinin tam aksine) söylerse onun sözüne
inan ve onların (yemin eden tanıkların) sözüne inanma.
Kardeşinin aleyhine onu kötüleyen, şahsiyetini ortadan kaldıran
şeyleri yayma, aksi taktirde aziz ve celil olan Allah’ın şöyle
buyurduğu kimselerden olursun: Şüphesiz
hayasızlığın yayılmasını arzu edenler.”
”[1521]
15492. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakini şek vasıtasıyla
yitirme. Açık olan bir şeyi örtülü bir şey sebebiyle kaybetme.
Kendin gördüğün şey hususunda başkalarının dedikleri
esasınca hüküm verme. Aziz ve celil olan Allah mümin kardeşlerinin
suizan etmeyi ve gıybet etme konusunu çok önemli
saymıştır.”[1522]
15493. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer bir mümini kötü bir
kadının üzerinde görecek olsam elbisemle üzerini örterim. “İmam
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Onu elbisesiyle bu şekilde
(örterim).”[1523]
15494. Resulullah (s.a.a) Müminlerin Emiri’ne
şöyle buyurmuştur: “Eğer bir
erkeği kötü bir kadının üzerinde görürsen ne yaparsın?” o
şöyle buyurdu: “Onu örterim.” Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer onu
ikinci defa görürsen?” o şöyle arzetti: “Tam üç defa elbisemle onu
örterim.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ali’den başka yiğit yoktur.”
Ve Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kardeşleriniz için örtücü
olunuz.”[1524]
bak. el-Ayb, 3015. Bölüm; Mustedrek’ul
Vesail, 12/424, 33. Bölüm
15495. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet etmek, insnaın dininde
cüzzam hastalığının etkisinden daha hızlı bir
şekilde etki eder.”[1525]
15496. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Müslüman bir kadın ve ya
erkeğin gıybetini ederse Allah; kırk gün ve kırk gece
gıybet edilen kimse onu bağışlamadıkça onun namaz ve
orucunu kabul görmez.”[1526]
15497. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü birini getirir, onu
Allah’ın huzurunda tutar ve kendisine amel defterini verirler. Ama
yaptığı iyilikleri onda görmeyince şöyle arzeder:
“Allahım! Bu benim amel defterim değildir. Zira ben onda itaatlerimi
görmüyorum.” Ona şöyle denir: “Rabbin ne hata eder ne de uınutur.
Senin amellerin insanlar hakkında yaptığın gıybet
sebebiyle ortadan gitmiştir.” Daha sonra başka birini getirirler ona
amel defterini verirler o da içinde bir
çok itaat müşahade edince şöyle arzeder: “Allahım! Bu benim amel
defterim değildir, zira ben bu itaatleri yerine getirmedim.” Kendisine
şöyle denir: “Falan kimse senin gıybetini etti ben de iyiliklerini
sana verdirm.”[1527]
15498. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
açılmış amel defterini kendisine verirler ve o şöyle
arzeder: “Ey Rabbim! O halde yaptığım şöyle böyle iyi
işler nerede? Bu amel defterime mevcut değildir.” Allah-u Teala
şöyle buyurur: “İnsanlar hakkında gıybet ettiğinden
dolayı onlar silindi.”[1528]
15499. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların senin hakkında
söyledikleri için üzülme. Zira eğer söyledikleri gibiyse bu (senin için)
cezası hızlandırılmış (cezası bu dünyada
verilmiş) bir günahtır ve eğer söylediklerinin tersi ise (bu
senin için) amel etmediğin bir iyiliktir.”[1529]
15500. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir müminin aleyhine bir konu
nakleder ve bu konuyla onu kötüye çıkarmak ve insanların gözünden
düşsün diye şahsiyetini ortadan kaldırmak isterse aziz ve celil
olan Allah onu kendi velayetinden şeytanın velayetine
çıkarır.”[1530]
15501. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Ramazan ayında bir
müslümanın gıybetini yaparsa orucu için hiç bir sevap elde edemez.”[1531]
15502. Resulullah (s.a.a) Ebuzer’e şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Gıybetten sakın,
zira gıybet zinadan daha kötüdür… ben, (Ebuzer) şöyle arzettim: “Ey
Allah’ın Resulü! Gıybet nedir?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Gıybet dini kardeşin hakkında hoşlanmadığı
bir şeyi söylemendir.” Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü!
Eğer o şahıs hakkında denilen şeyler o
şahısta varsa ne olur?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bil ki
eğer onda var olan şeyi söylemiş olursan gıybet etmiş
olursun. Eğer onda olmayan bir şeyi söylüyorsan ona iftira etmiş
olursun.”[1532]
15503. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybetin ne olduğunu biliyor
musunuz?” şöyle arzetiler: “Allah ve Peygamberi daha iyi bilir: ”
Peygamber şöyle buyurdu: “Kardeşin hakkında
hoşlanmadığı bir şeyi söylemendir.” Şöyle
arzedildi: “Eğer dediğim şey kardeşimde varsa o zaman
nasıl?” peygamber şöyle buyurdu: “Eğer dediğin şey
onda varsa gıybetini etmiş olursun, ve eğer dediğin
şey onda yoksa o zaman da iftira etmiş olursun.”[1533]
15504. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet birinde bulunan
ayıpları arkasından söylenmedir.”[1534]
15505. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim birinde varolan şeyi
(kötülüğü) söylerse gıybet etmiş olur. ”[1535]
15506. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet kardeşin hakkında
hoşlanmadığı bir şeyi söylemendir.”[1536]
15507. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşinin
karşısında, söylemekten hoşlanmadığın
şey gıybettir.”[1537]
15508. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet, kardeşinin
hakkında onda varolan ama Allah’ın örttüğü bir şeyi
söylemendir. Ama eğer onda olmayan bir şeyi söylersen o da
Allah’ın şu sözüdür: “Şüphesiz iftira ve apaçık günah
yüklendi.”[1538]
15509. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim birinin arkasından onda
var olan ve insanlarında bildiği bir şeyi söylerse ve de
insanlar da onu biliyorsa gıybetini etmemiş olur ama eğer onda
varolan bir şeyi söyler de insanlar onu bilmezlerse gıybetini
etmiş olur.”[1539]
15510. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet kardeşin hakkında
Allah’ın örtülü tuttuğu bir şeyi söylemendir. Ama sertlik ve
acelecilik gibi aşikar olan hasletleri söylemek gıybet
değildir.”[1540]
bak. 3135, 3136. Bölümler; el-Bihar, 75,
221
15511. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlarla muamele eder de
onlara zulmetmezse onlarla konuşur da yalan söylemezse, vaatte bulunurda
ahdine vefasızlık göstermezse, o mürüvveti kamil, adaleti aşikar
olan biridir. Onunla kardeşlik etmek farz ve onun gıybetini etmek
haramdır.”[1541]
15512. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şey her kimde bulunursa
ona karşılık insanlara da dört şeyi farz kılar:
İnsanlarla konuşunca yalan söylemez, onlara karışınca
kendilerine zulmetmez, onlara söz verince sözüne vefasızlık
göstermezse adaletinin insanlar içinde aşikar olması, mürüvvetinin
halk arasında apaçık olması, insanlarca gıybetinin
yapılmasının haram olması ve onunla kardeşlik
edilmesinin insanlara farz olması lazım gelir.”[1542]
15513. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günah işlediğini gözünle
görmediğin veya iki şahidin günah işlediğine dair
tanıklıkta bulunmadığı kimse her ne kadar kendi
görüşünce günahkar olsa da o adil ve iffetli sayılır. Şahadeti
kabul edilir. Her kim bu şahısta olan şeyden dolayı
gıybetini ederse aziz ve celil olan Allah’ın velayetinden
dışarı çıkar ve şeytanın velayeti altına
girer.”[1543]
Kur’an:
“Allah, zulme uğrayan kimseden
başkasının, kötülüğü sözle bile açıklamasını
sevmez. Allah işitir ve bilir.” [1544]
“(Resulüm!) Alabildiğine yemin eden,
aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan
laf götürüp getirenlere boyun eğme.”[1545]
15514. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu dört kişinin gıybeti
(aslında) gıybet değildir: Fıskını aşikar
kılan fasık, bir iyilik ettiğinde teşekkür etmeyen, bir
kötülük yaptığında ise bağışlamayan yalancı
önder, gülerek veya şaka yollu annelere küfreden kimse, Müslümanların
cemaatinden kenara çekilen, ümmetimi kınayan ve onların yüzüne
kılıç çeken kimse.”[1546]
15515. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç kimsenin hürmeti yoktur:
“Bidat çıkaran ve heves ehli kimse, zalim önder ve açıkça günah
işleyen bir günahkar.”[1547]
15516. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fasığın giybeti yoktur
(caizdir.)”[1548]
15517. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fasık ve günahkar bir şahıs
açıkça bir günah işlerse artık ne bir
saygınlığı vardır ve ne de gıybeti! ”[1549]
15518. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim haya perdesini uzağa
atarsa gıybeti yoktur. (caizdir. )”[1550]
15519. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç kimsenin gıybeti aslında
gıybet değildir: Açıkça günah işleyen kimsenin, hüküm
vermede (veya hükümet işlerinde) adaletsizlik eden kimsenin ve sözleri
ameline aykırı olan kimsenin.”[1551]
15520. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç kimsenin yüz suyu ve haysiyeti
(çiğnediğin taktirde) sana haram değildir: zalim önder ve bidat
çıkaran.”[1552]
15521. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fasığın gıybeti
yoktur.”[1553]
15522. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Facirin gıybeti yoktur.”[1554]
15523. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hayası olmayanın gıybeti
yoktur.”[1555]
15524. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Facirin adını zikretmekten
sakınıyor musunuz? Onu zikrediniz ki insanlar onu
tanısınlar.”[1556]
15525. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların tanıması
için facirin adını zikretmekten sakınıyor musunuz? Faciri
amelleri ve yaptıklarıyla tanıtınız ki insanlar ondan
sakınsınlar.”[1557]
15526. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Daha ne zamana kadar facirin
adını zikretmekten sakınacaksınız? Onu rezil ediniz ki
insanlar da ondan sakınsınlar.”[1558]
15527. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Allah, zulme uğrayan kimseden
başkasının, kötülüğü sözle bile açıklamasını
sevmez” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir grubu misafir eder de
onları kötü ağırlarsa o zulmetmiş kimsedir. Misafirlerin
onun yaptıklarını
demelerinin bir sakıncası yoktur.”[1559]
15528. İmam Sadık (a.s) hakeza bu
ayet hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir
misafir birinin evine gider de o kendisini güzel ağırlamazsa, misafir
kimse ev sahibinin kötü davranışını, (başka yerde de)
zikredebilir.”[1560]
bak. 3134. Bölüm; Vesail’uş
Şia, 8/604, 154. Bölüm
Bil ki, başkalarının
kötülüğünü zikretmenin, caiz kılıcı sebebi, şeriat
açısından doğru ve makbul olan bir hedefe
dayanmasıdır. Bu hedef dışında o caiz
kılıcı sebebi elde etmek mümkün değildir. Bu caiz
kılıcı sebepleri, on başlık altında
özetlemişlerdir:
Birincisi zulümdür. Her kim bir
kadıyı zalim, hain ve rüşvet yiyici bir kimse olarak
tanıtırsa, gıybet etmiş ve günah işlemiş olur.
Ama eğer kadıdan zulüm görmüşse, kadının zulmünü ortadan
kaldırmak için kendisine yardım edeceğini ümit ettiği
birine zulümden dolayı yakınır ve kadıya zulüm isnat
ederse, buna hakkı vardır. Zira hakkını almak için bundan
başka yolu yoktur. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hak
sahibi konuşabilir” Hakeza şöyle buyurmuştur: “İmkan sahibi
kimsenin bugün, yarın diye ertelemesi (insanların hakkını
ödememesi) zulümdür.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Varlık sahibi
birinin bugün yarın diye ertelemesi (borcunu ödememesi) yüzsuyunun
dökülmesini ve cezalandırılmasını helal kılar.”
İkincisi ise kötülüğü ortadan
kaldırmak, günahkarı salah ve temizlik yoluna geri döndürmek için
yardım almaktır. Bu işin temeli de doğru olan niyet ve
kasıttır. Eğer kasıt bu dediğimiz şey olmazsa,
gıybet etmek haram olur.
Üçüncüsü ise istiftadır (fetva
istemektir). Örneğin birisi müftüye şöyle der: “Babam ve
kardeşim bana zulmediyorlar. Bu zulümden kurtulmak için ne yapmam
gerekir?” Elbette bu işi kinaye ve işaret olarak söylemesi daha
uygundur. Örneğin şöyle demelidir: “Babası veya kardeşi
kendisine zulmeden kimse hakkında, görüşünüz nedir?” Rivayet
edildiği üzere Hint Peygamber’e (s.a.a) şöyle arzetti: “Ebu Süfyan
cimri bir kimsedir, yeterli miktarda bana ve çocuklarıma harçlık
vermemektedir. Onun haberi olmaksızın kendisinden bir şey
alabilir miyim?” Peygamber şöyle buyurdu: “Senin ve çocuklarının
ihtiyacını giderecek kadar alabilirsin.” Hint Ebu Süfyan’ı cimri
olarak adlandırmış, kendisine ve çocuklarına iyi
bakmadığını söylemiştir. Allah Resulü de onu bundan
nehyetmemiştir. Zira Hind’in kastı işin fetvasını
öğrenmekti. [1561]
Dördüncüsü ise Müslümanları
tehlikeye ve kötülüğe düşmekten sakındırmak ve
meşveret eden kimseye yol göstermektir. Örneğin layık
olmadığı bir elbiseyi giyen fakih görünümlü birini gördüğün
taktirde, insanları onun bu makama layık olmadığı
hususunda uyarabilirsin. Böyle bir kimseye tabi olmanın tehlikeli
sonuçlarını kendilerine bildirebilirsin. Aynı şekilde
eğer birinin fasık ve kötü biriyle muaşerette bulunduğunu
ve o şahsın kötü kimseyle arkadaşlık sebebiyle şeriata
aykırı işlere sürükleneceğinden korkarsan, o
şahsın fasık olduğunu kendisine hatırlatabilirsin.
Elbette burada hedefin bidatın yayılmasından, fısk ve
günahın sirayetinden korkmak olmalıdır. Zira burası
şeytanın aldatma ve hile yeridir. Dolayısıyla bu işten
maksadın, o şahsın makam ve mevkisini kıskanmak da
olabilir. Ama şeytan o işi sana karmaşık gösterir ve
insanlar hakkında hayır dileme ve merhamet dışında bir
niyetinin olmadığını gösterebilir…Ayrıca aybı
zikretme hususunda da, sadece konuyla ilgili olan ayıbı söylemekle
yetinmelisin. Örneğin eğer birisi evlenmek hususunda seninle
meşveret ederse, bu durumda ortaklık, müzarebe veya yolculuğa
zarar verecek bir ayıbı söylememelisin. Her işte o iş ile
ilgili ayıbı beyan etmelisin. Bundan öteye geçmemelisin ve niyetin senin
meşveret eden kimseye yol göstermek olmalıdır, karşı
tarafı kötülemek değil! Eğer seninle meşveret eden
kimsenin, “Bu evlilik, senin yararına değildir” demenle” evlilikten
el çekeceğini biliyorsan bu kadarını kendisine söylemen
farzdır. Eğer onun sadece muhatabın ayıbını
açıkça söylediğin taktirde evlilikten el çekeceğini
sanıyorsan, bu işi yapabilirsin. Allah Resulü (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Acaba insanların facir (kötü) kimseyi tanımasından
korktuğunuz için mi adını zikretmekten sakınıyorsunuz?
Onun adını ayıplarıyla zikredin ki insanlar ondan
sakınmış olsun.” Hakeza kendisiyle görücülük hususunda
meşveret eden Kays’ın kızı Fatıma’ya da şöyle
buyurmuştur: “Muaviye fakir ve yoksul biridir, Ebu Cehl ise
sopasını omuzundan indirmez.” Beşincisi ise şahit ve
ravinin adil olup olmadığını beyan etmektir. Bu delil
üzere, alimler rical kitaplarını yazmışlar, hadis
ravilerini güvenilip güvenilmeyeceği hususunda ikiye
ayırmışlar, onların güvenilir
olmadığının delillerini genelde zikretmişlerdir. Bu
konuda da önceden söylendiği gibi ihlas ve hayır dileme
şarttır. Yani bu işten maksat, sadece Müslümanların
malını korumak, sünneti gözetmek ve yalandan korumak olmalı,
düşmanlık ve bağnazlık olmamalıdır. Burada da
raviden rivayet ve şehadet ile ilgili ayıplar zikretmeli,
örneğin haram veya şüpheli nütfeden olup olmadığı gibi
ayıpları ele alınmamalıdır. Elbette ravi ileride de
söyleyeceğimiz gibi açık bir şekilde fısk ve günah ehli
olmamalıdır. (yanieğer böyle olursa ilgili ayıp olması
bile söylenebilir.)
Altıncısı da hakkında
kötülüğü söylenen kimse bunu açıkça yapması sebebiyle buna
müstahak olmalıdır. Tıpkı falan kötülüğe ve günaha
bulaştığının söylenmesinden çekinmeyen, açık bir
şekilde günah işleyen günahkar ve fasık kimse gibi. Burada da
sadece o ayıbı söylenmelidir. Başka ayıp ve günahları
değil. (Kimsenin haberdar olmadığı ve onun da açıkça
yapmadığı günahlar söylenmemelidir.) Nitekim Allah Resulü
şöyle buyurmuştur: “Her kim haya perdesini yüzünden
kaldırırsa gıybeti yoktur (caizdir.)” Bu rivayetin zahiri her ne
kadar işlediği günahın söylenmesinden dolayı utansa da
böyle bir kimsenin gıybetinin caiz olduğuna delalet etmektedir.
Mutlak bir şekilde fasık insanın gıybetinin
yapılmasının caiz olduğunun delili ise (açıkça günah
işlesin veya işlemesin) Peygamber’in (s.a.a) şu sözünden
kaynaklanan ihtimaldir: “Fasık insanın gıybeti yoktur
(caizdir).” Bu ihtimal, hadisin temelden reddedilişi veya belli bir
fasıka hamledilmesi veya her ne kadar haber şeklinde olsa da nehye
hamledilmesi vasıtasıyla reddedilmiştir. Bu ihtimal daha iyidir.
Elbette burada da gıybeti edilen kimseye oranla dini bir hedef veya
doğru bir maksat olursa durum değişir. Yani fasıkın
gıybetinin edilmesiyle, günahtan el çekmesi ümit edilirse, bu durumda onun
gıybeti kötülükten sakındırmak konusuyla ilgili olur.
Yedincisi de insanın gıybetini
aşikar kılacak bir isimle meşhur olup
tanınmasıdır. Topallık ve körlük gibi. Bu taktirde birisi
onu bu sıfatlarla zikrederse günah işlememiştir. Örneğin şöyle
der: “Ebu Zenad-i E’rec (topal), ve Süleyman-i E’meş (gece körlüğü
olan) ve benzeri tabirlerle rivayet
etmişlerdir.” Alimler, şahısları tanıtmak için
mecburiyetten bu tür şahısları ve lakapları
nakletmişlerdir. Hakeza bazıları bu lakaplarla öylesine bir
meşhur olmuşlardır ki eğer bu şahıs bu
sıfatlarla nitelendirilmezse, rahatsız olmaktadır.
Dolayısıyla hak şudur ki güvenilir alimlerin zikrettiği bu
tür lakaplar ve isimleri onların sözünden nakletmek de mümkündür. Bu tür
isimleri yaşayan kimseler hakkında kullanmak ise karşı
tarafın bundan razı olduğunu bildiğimiz taktirde
geçerlidir. Zira nehiy geneldir, şahısların rızayeti
olduğu taktirde, rivayet meselesi de ortadan kalkmaktadır.
Velhasıl başka lakaplar yerine, başka tabirlerle tanıtmak
mümkün ise, bu durumda öyle yapmak daha iyidir. Örneğin kör yerine basir (kalp
gözü gören, basiretli) lafzını kullanmak daha iyidir.
Sekizinci olarak şahitler
şehadetleri sebebiyle had veya ta’zir (ceza) uygulatmak için bir kötülük
görürlerse kadı nezdinde, o kötülüğü yapan kimsenin huzurunda veya
gıyabında şehadette bulunarak onun çirkin amelini
zikredebilirler. Ama mahkeme dışında başka bir yerde,
başka bir takım sebepler olmadığı taktirde o
kötülüğü zikretmek caiz değildir.
Dokuzuncu olarak eğer iki
şahit kimse, birinin günah işlediğini görür de o
şahısın gıyabında o günah hakkında kendi
aralarında sohbet etmek isterlerse bunun sakıncası yoktur. Zira
duyan kimsenin üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır. Elbette önceden
söylenen hedefler ve maksatlar göz önünde bulundurulmadığı
taktirde, nefsini ve dilini o günahı beyan etmekten koruması daha
iyidir. Özellikle karşı tarafın bunu unutmuş olması
ihtimali de varsa veya o iki kişiden halka sirayet etmesi ve
yayılması ihtimali varsa, hiç konuşulmaması daha iyidir.
Onuncu olarak da birisi, birinin
gıybetini ettiğini işitir de o şahsın gıybete
layık olup olmadığını bilmezse,
konuşmacıyı gıybetten sakındırmasının
farz olmadığı söylenmiştir. Çünkü gıybeti edilen kimse
buna müstahak olabilir. Dolayısıyla sözlerinin yanlış ve
temelsiz olduğu belli olmadıkça konuşmacının sözlerini
sıhhate hamletmek gerekir. Zira onu gıybetten
sakındırması hürmetinin çiğnenmesini gerektirir. Bu da
haram olan ve yasaklanmış işlerden biridir. Ama bize göre en
azından gıybet edilmemesi gerektiğini
hatırlatmalıdır. Zira gıybet ile ilgili deliller geneldir
ve onda ayrım yapılmamıştır. Bu da cehalete
teşvik olmasın diye umumiyetin irade edildiğinin göstergesidir.
Ve çünkü bu eğer doğru olursa gıybeti duyan nisbetle kendisi
hakkında konuşulan ve müstahak olmadığıni bilen
kişiyede sirayet edecektir. Çünkü gıybet eden kimsenin bu cevazı
bilme ihtimali de vardır. Bu da gıybetten nehiy kaidesinin ortadan
kaldırılması demektir. Bu gıybetin [1562]istisna
edilmiş fertlerinden[1563]
biridir. Halbuki daha önce geçtiği gibi bu da iki gıybetten biridir.
Velhasıl bırakın mübah olmasını,
gıybet etmenin gerekliliğini gösteren bir delil
olmadığı taktirde ahlakın üstün sıfatlarla süslenmesi
için gıybet etmekten sakınmak gerekir. Bu sözün teyidi ise
gıybetten sakındırmanın genel oluşudur. Bu genellilik
Allah Resulü’nün (s.a.a) daha önce zikrettiğimiz hadisinde yer
almış ve Peygamber şöyle buyurmuştur: “Gıybetin ne
olduğunu biliyor musunuz?” Onlar şöyle arzettiler: “Allah ve Resulü
daha iyi biliyor.” Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu. “Gıybet
kardeşinin hoşlanmadığı bir şeyi zikretmendir.”
Ama gıybet için, bid’at ehliyle savaşmak, günahkarları
alıkoymak, fasıkları işlediği günahtan alıkoymak,
insanları fasık insanlardan korumak gibi bir takım üstün bir
delil varsa ve gıybetle sakındırmanın imkanı da
mevcutsa bu durumda bu iş farz olmaktadır. Elbette bütün bu
hususlarda ölçü, hedef ve maksattır. Dolayısıyla, uyanık
olmak gerekir. Yani maksadı islah olmalı ve bu islahı sürekli
göz önünde bulundurmalıdır. Başarı Allah’tandır.”
(buraya kadar söylenenler Şehid-i Sani’nin (Allah türbesini nurlandırsın)
söylediği sözlerin özetiydi. )
Şehid-i Evvel, Allah
makamını yüceltsin, Kavaid adlı kitabında ise şöyle
diyor: “Kur’an’ı Kerim’in de açıkça bildirdiği üzere gıybet
etmek haramdır. Gıybet iki türlüdür: “Belli olan apaçık gıybet
ve belli olmayan ve bir çok çeşitleri bulunan gıybet. Nitekim
örneğin birisi kinaye yoluyla, “Ben devlet adamlarının
olduğu yerde olmam, ben yetim malı yemem veya insanların
malını yemem” der ve bu işleri yapan birine işaret ederse
veya, “bizleri falan işten koruyan Allah’a şükürler olsun” der ve bu
şükrüyle kinaye olarak birine işaret ederse bu gıybettir.
Dolayısıyla gizli gıybetlerden biri de her ne kadar
şahıs orada mevcut olsa da ima ve işaret yoluyla birinde bulunan
ayıba ve noksanlığa işaret etmektir. Hakeza, “Eğer bu
işi yapsaydı daha güzeldi, bu işi yapmasaydı daha iyiydi”
gibi tabirler de gıybettir. Hakeza gıybete müstahak olan bir
şahsın ayıplarını söyleyerek bu vesileyle gıybete
müstahak olmayan bir şahsın ayıplarını
hatırlatmak da gıybettir. Ama başkalarının
ayıplarının ve noksanlıklarının zihinde
hatırlanması, gıybet sayılmamaktadır. Zira zihni
hatıraları Allah-u Teala, bağışlamakta ve bu sebeple
onlar için kimseyi cezalandırmamaktadır. Gıybetin en gizli
türlerinden biri de, kendisinde olan veya olmayan bir takım kötü
sıfatlar sebebiyle kendisini kınayarak, başkalarının
ayıplarına dikkat çekmesidir. Gıybet etmek yedi hususta caiz
bilinmiştir:
Birincisi gıybet edilen kimsenin
gıybet edilmesini gerektiren şeyi açıkça yaptığı
için gıybete müstahak olmasıdır. Bu kimse gıybete
layıktır. Örneğin, küfür ve fıskı çıkça yapan
kafir ve fasık gibi. Burada sadece onlarda olan ve açıkça
işlediği sıfatlar zikredilebilir, diğer (açıkça
yapmadığı) günahları değil. Bazıları
fasıkın adının anılmasını
yasaklamış ve kendisine fısk isnat edilmesinin cezayı
gerektirdiğini söylemişlerdir. Ama bizim ashabımız onu caiz
görmüşlerdir. Ehli sünnet ise, “fasık için veya fasık
hakkında gıybet yoktur” (caizdir) hadisinin temelsiz olduğunu
söylemişlerdir. Bana göre eğer bu hadis doğru ise onu nehye hamletmek
de doğrudur. Yani haber veren ve nehiy anlamında olan bir cümledir.
Ama eğer birisi şiir ve sözlerinde şaka yoluyla fısk ve
günahtan söz ederse, onun sözlerini nakletmenin sakıncası yoktur.
İkinci olarak mazlum insanın
kendisine yapılan zulüm hakkında şikayette
bulunmasıdır.
Üçüncü olarak kendisiyle meşveret
eden kimseye, doğru yolu göstermektir.
Dördüncüsü, şahit ve ravinin adil
olup olmadığını söylemektir.
Beşinci olarak bidat ehlinin
ismini, bozuk kimsenin yazılarını ve saptırıcı
kimselerin görüşlerini beyan etmektir. Bu durumda söz konusu miktarla
yetinmek gerekir. Ehli sünnet bu konuda şöyle diyor: “Onlardan her kim
ölür, kendisini büyütecek taraftarları, okunacak kitap ve
yazıları, başkasını saptıracak herhangi bir
şey geride bırakmazsa, aziz ve celil olan Allah’ın onun
ayıplarını örttüğü gibi, ayıplarını örtmek
gerekir. Asla gıybeti edilmemelidir, hesabını aziz ve celil olan
Allah’a havale etmek gerekir. Nitekim Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ölülerinizin iyiliklerlerini anınız” başka bir rivayette ise
şöyle yer almıştır: “Ölülerinizi iyilik
dışında anmayınız.”
Altıncı olarak, eğer
şehadetleri sebebiyle, had veya ta’zir (ceza) uygulanan bir grup çirkin
bir işe ve günaha şahit olurlarsa, kadı nezdinde günahkar
insanın huzurunda veya gıyabında şahit olarak o günahı
zikredebilirler.
Yedinci olarak eğer iki kişi
birinin bir günah işlediğine şahit olursa, onlardan biri
günahkarın gıyabında o günaha şahit olan
arkadaşıyla, o günah hakkında söz edebilir. Zira böyle bir
şeyin işiten kimse hakkında etkisi yoktur. Gerçi bu işten
sakınması daha iyidir. Zira evvela gıybeti edilen kimse orada
hazır olursa, bundan rahatsız olur. İkinci olarak
arkadaşı onu unutmuş olabilir ve o bunu zikretmekle ona hatırlatmış
olur veya o günahın yayılma imkanı da vardır.
Şeyh Behai’de (Allah ruhunu
şad etsin) şöyle diyor: “Gıybet etmek on yerde caiz
sayılmıştır: Şehadette bulunmakta, kötülükten
sakındırmakta, mazlum insanın şikayette bulunmasında,
meşveret eden kimseye doğru yolu göstermekte, ravi ve şahidin
yalanlanmasndaı, bazı alimleri veya sanatçıları
diğerlerinden üstün görmekte, bir görüşe göre açıkça kötülük
işleyen ve bunun zikredilmesinden utanmayan kimsenin gıybeti, bir
sıfatla meşhur olan ve o sıfatla başkalarından
ayrılıp tanınan birini zikretmekte. Örneğin birisi kör ve
topalsa, aşağılık ve kınama niyeti
olmadığı taktirde, bu sıfatlarıyla tanıyan
birinin yanında kendisini bu sıfatlarla zikretmek de gıybet
değildir. Elbette bunu başka birisi duymamalıdır. Hakeza
ilmi ve benzeri meselelerde de başkası ona uymasın diye
(şahısları bozmak niyetiyle değil) yapılan ilmi
hataları söylemek de gıybet değildir.” [1564]
15529. Misbah’uş-Şeria’da şöyle
yer almıştır: “Gıybetin kökü
on bölüme ayrılmaktadır: “Öfkeyi dindirmek bir grupla
birlikteliğini göstermek, bir haberi tasdik etmek, iftira, hakikati
kendisine belli olmadan bir rivayeti doğrulamak, sui zan, haset, alay
etmek, şaşkınlık, , küskünlük ve kendisini iyi göstermek. O
halde eğer (din ve dünyan hususunda) esenlik istiyorsan, sadece Rabbini an
ve Rabbini unutma. Böylece sana gıybet etmek yerine ibret almak nasip
olsun ve günah yerine sevaba erişesin.”[1565]
bak. el-Bihar, 75/226
15530. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz gıybetten biri de
kardeşin hakkında Allah’ın kendisine örttüğü bir şeyi
söylemendir.”[1566]
15531. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben şöyle ve böyle olduğum
halde birinin edasına bürünmeyi sevmiyorum.”[1567]
15532. Amr b. Şuayb, babasından o da
dedesinden şöyle nakletmiştir: “Allah
Resulü’nün (s.a.a) huzurunda bir şahıstan söz edildi ve şöyle
denildi: “Yemeği ağzına bırakmak, devesinin
takımını hazırlamak gerekir.[1568]”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Siz onun gıybetini ettiniz.” Onlar
şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Biz onda var olan bir
şeyi (ayıbı) söyledik.” Peygamber şöyle buyurdu:
“(Gıybet etmiş olmak için) kardeşinin hakkında onda olan
bir şeyi söylemen yeterlidir.”[1569]
Şehid-i Sani (r. a) gıybetin
çeşitleri hakkında şöyle diyor: “Bildiğin gibi
gıybetten maksat, kardeşin hakkında işittiği taktirde
veya kendisine hatırlattığın veya uyardığın
taktirde rahatsız olacağı bir şeyi söylemendir. Şimdi
de bil ki gıybet cismi, soyu ile ilgili, ahlaki, davranışsal,
söz ile ilgili, dini ve dünyevi, hatta elbise ve eviyle ilgili
ayıpları ve kusurları da içermektedir. Nitekim İmam
Sadık (a.s) Misbah’uş-Şeria’da bu hususlara işaret
etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bedensel, davranışsal,
ticari, dini, cehalet ve benzeri hususlarla ilgili ayıpları söylemekle
de gıybet gerçekleşir. Bedensel ayıplardan maksat, örneğin
şöyle demendir: “Falan kimsenin gözü kusurludur,
şaşıdır, tek gözlüdür, keldir, boyu kısadır, boyu
uzundur, siyahtır, sarıdır” ve işittiği taktirde
rahatsız olacağı benzeri şeyleri söylemendir. Soyu ile
ilgili ayıpları zikretmek ise örneğin şöyle demendir: “Babası
fasık, pislik, vcimri, eskici veya dokumacıdır” ve duyduğu
taktirde hoşlanmayacağı benzeri özellikleri söylemendir. Ahlaki
ayıplar ise şöyle demendir: “Kötü ahlaklıdır, cimridir,
mütekebbirdir, riyakardır, öfkelidir, korkaktır, ödlektir ve benzeri şeyler.”
Dini meseleler ile ilgili davranışsal ayıplar ise örneğin
şöyle demendir: “Hırsızdır, yalancıdır,
şarap içen kimsedir, hıyanetkardır, zalimdir, namaza önem
vermez, rüku ve secdeyi güzel yerine getirmez,, necasetten sakınmaz, anne
babasına iyilik etmez, gıybet etmekten ve insanların
haysiyetiyle oynamaktan sakınmaz…” Dünyevi meseleler ile ilgili
davranışsal ayıplar ise örneğin şöyle demendir:
“Edepsizdir, insanları aşağılar, hiç kimsenin bir
hakkı olduğuna inanmaz, gevezedir, çok yer, çok uyur, bir toplumda
nerede oturacağını bilmez…” Elbiseleriyle ilgili ayıplama
ise örneğin şöyle demendir: “Kolları geniştir. Eteği
uzundur, elbiseleri pistir, kirlidir ve benzeri şeyler…”
Bil ki gıybet etmek sadece dile
özgü bir şey değildir. Dil ile gıybet etmek, kardeşinin
ayıp ve noksanlıklarını başkalarına anlatmaya ve
onu hoşlanmadığı sıfatlarla tanıtmaya sebep
olduğu için haram kılınmıştır. O halde kinaye ve
ima yoluyla anlatmak da açıkça söylemek gibidir. Amelen bu işi yapmak
ise, söylemek, işaret, ima, göz ve kaşını hareket ettirmek,
kinaye ile anlatmak, el hareketleriyle belirtmek gibidir ve özetle maksadı
ifade eden her hareket ve amel gıybetin ta kendisidir ve dil ile
yapılan gıybetten hiçbir farkı yoktur. Ayşe’den şöyle
dediği rivayet edilmiştir. Yanıma bir kadın geldi,
gittiği zaman ben elimle işaret ettim, yani boyunun kısa
olduğunu söyledim. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sen gıybet
ettin” Zira başkasının
edasına bürünmek ve onu taklit etmek, örneğin yolda yürürken topal
insanların edasına bürünmen de gıybettir, hatta gıybetten
daha kötüdür. Zira bu amel, aşama açısından dille söylemekten
daha çok muhatabını tanıtmakta ve maksadını ifade
etmektedir. Aynı şekilde yazmakla da gıybet gerçekleşir.
Zira söylendiği gibi yazmak da insanın iki dilden biridir. Yazmakla
yapılan gıybet, yazarın kendi kitabında bir
şahsın adını anması, sözlerini
ayıplamasıdır. Elbette sözlerinde adının
anılmasını gerektirecek bir takım özürler olursa, durum
değişir. Örneğin fetvaya ulaşmak ve söylenen şeyin
delilini ortaya koymak için içtihat ile ilgili meselelerde karşı
tarafın sözlerinin gevşekliğini ve temelsizliğini beyan
etmek gerekir. Ama bu konuda da ihtiyacı giderecek miktarla yetinmek
gerekir. Elbette eğer bir şahıs kendi kitabında, “bir grup
şöyle diyor” diyerek belli bir şahsın adını
zikretmezse bu gıybet değildir. Ama eğer şahıs, “Bugün
yanımızdan geçen şahıs veya bugün gördüğümüz
şahıs şöyle veya böyledir” der ve muhatabı da kim
olduğunu anlarsa bu gıybettir. Zira yasaklanan şey sadece
anlatmak ve tanıtmaktır. Bunun hangi yolla gerçekleştiği
önemli değildir. Ama eğer bu tür açıklamamızda belli bir
şahıs anlaşılmazsa sakıncası yoktur. Resulullah
birinde bir kötü davranış gördüğünde şöyle buyururdu:
“Neden bir grup şöyle veya böyle yapıyor?” Belli bir şahsın
adını zikretmezdi. Gıybetin en aşağılık ve
çirkin türlerinden biri de ilim ve anlayışla nitelendiği halde
riyakar olan kimselerin gıybet etmesidir. Zira bu şahıslar,
iffet ve takva adı altında istediklerini ulaştırmakta,
böylece hem gıybet etmediklerini ve hem de istediklerini ifade
etmektedirler. Bu cahiller yaptıkları bu ameliyle aynı anda
şu iki çirkin işi yaptıklarının farkında
değillerdir: “Riya ve gıybet” Örneğin bir şahsın
huzurunda birinden söz edilir. O şöyle der: “Allah’a şükürler olsun
ki, bizi makam düşkünlüğüne, dünya dostluğuna veya falan
özelliklere mübtela kılmadı. Veya şöyle der:
“Hayasızlıktan ve başarısızlıktan Allah’a
sığınırım” veya şöyle der: “Allah bizi falan şeyden
korusun.” Dolayısıyla burada Allah’a yapılan hamd ve
şükürden sözü edilen şahsın bu sıfatların tersine
sahip olduğu anlaşılırsa, bu bizzat gıybettir. Bu
şahıs, dua, salah ehlinin elbisesi ve temizlik gösterisiyle bir tür
söz kalıbında başkalarının ayıbını
söylemek istemektedir. Bu sözde hem gıybet vardır, hem riya
vardır, hem de rezilliklerden uzak olduğunun gösterişi
vardır. Yaptığı bu dua rezalet uçurumuna
yuvarlandığı, hatta ondan daha çirkin bir uçuruma
yuvarlandığı nokta konumundadır.
Gıybetin türlerinden biri de insan
bazen birinin gıybetini yapmak isteyince, önce onu över. Örneğin
şöyle der: “Ne mutlu falan kimseye! İbadetlerinde kusur etmemektedir.
Ama bazen ibadetlerde gevşek davranmaktadır. Hepimiz gibi bazen de
sabredememektedir.” O burada kendisini kınamaktadır. Ama
maksadı, hem kendisini kınayarak başkasını
kınamak ve hem de takva sahiplerini taklit ederek kendini övmektir. Böyle
bir kimse, hem gıybet eden kimsedir, hem riyakardır, hem kendini öven
biridir. O halde aynı anda üç günah birden işlemektedir. Ama cehalet
yüzünden iffetli ve gıybetten münezzeh olduğunu sanmaktadır. Evet
şeytan bu tür cahil insanlarla oynamakta, ilim veya amele koyulan ama yolu
doğru dürüst tanımayan kimseleri takip etmekte, hile ve desiseyle
amellerini boşa çıkarmakta ve adeta onlara gülmektedir.
Gıybetin türlerinden biri de bir
şahsın başkasının ayıbını zikretmesi,
orada bulunan bir grubun ona teveccüh etmemesi ve gıybet eden
şahsın onların ilgisini çekip sözüne kulak asmalarını
sağlamak için şöyle demesidir: “Sübhanallah! Ne kadar ilginç!” Böylece
münezzeh olan Allah’ın adını anmakta, kendi batıl ve
aşağılık niyetini gerçekleştirmek için Allah’ın
adını araç olarak kullanmaktadır. Cehalet ve gaflet üzere
Allah’ı zikrettiği için bir de minnet etmektedir.
Gıybet türlerinden biri de
insanın şöyle demesidir: “Falan kimse şu hatayı yaptı
ve falan belaya düçar oldu” veya şöyle demesidir:
“Arkadaşımız veya dostumuz falan hatayı yaptı. Allah
bizi ve onu bağışlasın.” Bu şahıs, dua, dert
ortaklığı ve dostluk izharında bulunmaktadır. Ama
Allah onun aşağılık niyetinden ve doğru olmayan
batınından haberdardır. Bu cahil kimse, kendisini Allah’ın
gazabına maruz bıraktığını bilmemektedir.
Allah’ın bu gazabı şüphesiz habersiz ve cahilce, açıkça
gıybet eden kimselere ettiği gazabından da daha büyüktür.
Gizli gıybet türlerinden biri de
şaşkınlık ve tuhaflık ifade ederek gıybete kulak
asmaktır. Şaşkınlık ifade etmesinden maksadı ise,
gıybet eden şahsı daha fazla gıybet etmesi için
sevindirmesidir.
Adeta bu metoduyla onun
ağzından gıybet etmekte ve örneğin şöyle demektedir:
“Dediğin bu sözlere şaşıyorum. Şimdiye kadar böyle bir
şey duymadım. Falan şahsın böyle olduğunu
bilmiyordum.” O bu işiyle, gıybet eden kimsenin sözünü tasdik
etmekte, yalakacılıkla daha fazla gıybet etmesini
sağlamaktadır. Oysa gıybeti tasdik etmek de bir tür
gıybettir. Hatta gıybete kulak vermek ve gıybeti işitirken
susmak da bir tür gıybettir.”[1570]
15533. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gıybeti işiten kimse de
gıybet eden kimse gibidir.”[1571]
15534. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulağın hakkı onu
gıybetten münezzeh kılman ve helal olmayan şeyi işitmekten
alı koymandır.”[1572]
15535. İmam Ali (a.s), oğlu
Hasan’ın (a.s) huzurunda birinin gıybetini eden bir şahsı
görünce şöyle buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Kulağını böyle bir kimseden
uzak tut. Zira o kabında olan en aşağılık ve habis
şeylere bakmakta ve onu senin kabına dökmektedir.”[1573]
bak. el-İstima’ 1901. Bölüm
15536. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir mecliste kardeşinin
gıybetinin edildiğini işitir ve onu savunursa, Allah dünya ve ahirette
ondan bin kötülük kapısını kapatır.”[1574]
15537. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin huzurunda Müslüman
kardeşinin gıybeti edilirde o da ona yardım edebildiği
halde ona yardım etmezse Allah dünya ve ahirette onu yardımsız
bırakır.”[1575]
15538. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin huzurunda mümin
kardeşinin gıybeti edilir ve o da mümin kardeşine yardım
etmeye kalkışırsa, Allah dünya ve ahirette ona yardım eder.
Her kim de kendi huzurunda mümin kardeşinin gıybeti edilir ve ona
yardım edebildiği halde yardım etmeye kalkışmazsa,
Allah onu dünya ve ahirette aşağılık kılar.”[1576]
15539. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir mecliste kardeşiyle
ilgili bir gıybet işitir ve onu savunursa, aziz ve celil olan Allah
dünya ve ahirette ondan bin kötülük kapısını def eder. Eğer
onun gıybetini def etmez ve hem de sevinirse, günahı gıybet eden
kimsenin günahı gibi olur.”[1577]
15540. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşinin ardından
onun haysiyetini savunursa, Allah’ın da onu ateşten kurtarması
hak olur.”[1578]
15541. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin huzurunda Müslüman
kaderşinin gıybeti edilir ve o da yardım edebildiği halde
yardım etmezse (gıybeti önlemezse) dünya ve ahirette günaha
düşer.”[1579]
15542. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir toplulukta bulunduğun zaman
birinin gıybeti yapılırsa, o şahsa yardıma kalk ve o
topluluğu gıybet etmekten sakındır ve kalkıp
aralarından git.”[1580]
bak. el-Irz, 2583. Bölüm; Vesail’uş
Şia, 8/606, 156. Bölüm
15543. Resulullah (s.a.a), kendisine “gıybetin
kefareti nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Gıybetin
kefareti, gıybet ettiğin kimseyi hatırlayınca, Allah’tan
kendisi için mağfiret dilemendir.”[1581]
15544. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybetin kefareti gıybet
ettiğin kimse hakkında mağfiret dilemendir.”[1582]
15545. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet ettiğin kimsenin
kefareti kendisi için mağfiret dilemendir.”[1583]
15546. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizden birisi kardeşinin
gıybetini ederse Allah’tan mağfiret dilesin. Zira bu
günahının kefaretidir.”[1584]
15547. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybetin kefarelerinden biri de
gıybetini ettiğin kimse için mağfiret dilemendir.”[1585]
15548. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Müslüman kardeşinin
gıybetini ederse, onun için mağfiret dilesin. Şüphesiz bu
(kendisi için) kefarettir.”[1586]
bak. Vesail’uş Şia, 8/605,
155. Bölüm
401. Konu
el-Geyret
Gayret-Kıskançlık
F
el-Bihar, 71/342, 84. bölüm; el-Gayret
ve’ş-Şucaet
F
Kenz’ul Ummal, 3/385, 780. bölüm, el-Gayret
F
Vesail’uş-Şia, 14/107, 77. bölüm,
Vucub-u Geyret al’er-Recul
bak.
F
260. konu, el-İffet
15549. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz gayret imandandır.”[1587]
15550. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz gayret imandandır ve
şüphesiz gayretsizlik[1588]
nifaktandır.”[1589]
15551. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gayret imandandır ve gayretsizlik
nifaktandır.”[1590]
15552. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gayret imandandır ve kötü dilli
olmak nifaktandır.”[1591]
15553. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gayret imandandır, kötü dilli
olmak ise cefakarlıktandır.”[1592]
15554. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Babam İbrahim (a.s) gayretliydi ve
ben ondan daha gayretliyim. Allah gayreti olmayan müminin burnunu toprağa
sürer.”[1593]
15555. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin gayreti, münezzeh olan Allah
içindir.” [1594]
15556. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin gayreti, hamiyeti
(savunmacılığı) oranıncadır.” [1595]
15557. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin gayreti küçük düşmekten çekindiği miktarıncadır.”[1596]
15558. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
kıymeti, himmeti miktarıncadır… şecaati, küçük
düşmekten çekindiği miktarıncadır; iffeti,
kıskançlığı miktarıncadır.”[1597]
15559. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gayretli insan asla zina etmez.”[1598]
15560. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah gayretli kullarını
sever.”[1599]
15561. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ben gayretli bir
insanım, aziz ve celil olan Allah benden daha gayretlidir. Allah-u Teala
gayretli kullarını sever.”[1600]
15562. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala şüphesiz, evine
zorla giren kimseyle savaşmayan kimseden nefret eder.”[1601]
15563. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Tebarek ve Teala
gayyurdur ve her gayretliyi sever ve gayur olduğundan dolayı gizli ve
açık çirkinlikleri haram kılmıştır.”[1602]
15564. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki Allah haramı
yasaklamış, hudutları belirlemiştir. Allah’tan daha gayur
hiç kimse yoktur. Allah gayur olduğundan dolayı çirkinlikleri haram
kılmıştır.”[1603]
15565. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiç kimse Allah’tan daha gayur
değildir. Allah gayur olduğu için gizli ve açık çirkinlikleri
haram kılmıştır.”[1604]
15566. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah mümin hakkında
gayurdur. O halde gayretsiz kimse de gayretli olmaya
çalışmalıdır. Zira gayretsiz insan kalbi ters
insandır.”[1605]
15567. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah gayurdur.
Şüphesiz mümin de gayurdur. Allah’ın gayreti müminin Allah’ın
kendisine haram kıldığı şeyleri eda etmesidir. (mümin
haram işleyince, Allah gayrete gelir.)”[1606]
15568. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala Müslüman
hakkında gayurdur. O halde Müslüman da gayur olmalıdır.”[1607]
15569. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne zaman bir erkeğin
hanımıyla veya eşi olan cariyesiyle, utanç verici bir iş
yapılır ve o da gayrete gelip durumu değiştirmezse, Allah
Kafender adlı bir kuşu o şahsa doğru gönderir. Bu kuş,
o şahsın evinin kapısının üzerine konar. Ona kırk
gün izin verir. Daha sonra yüksek sesle şöyle der: “Şüphesiz Allah
gayurdur ve gayur olan kimseleri sever”…Ardından uçar ve gider. Ondan
sonra Allah o şahıstan iman ruhunu çekip alır. Melekler onun
adını deyyus koyarlar.”[1608]
15570. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kafender adında bir şeytan,
içinde kırk sabah ud çalınan ve erkeklerin içeri girdiği bir eve
kurulur. O şeytan bedenindeki organlardan her birini ev sahibinin
bedenindeki organların üzerine koyar. Sonra ona üfürür. Artık bundan
sonra üzerinde hiçbir gayret kalmaz. Öyle ki kadınlarına gelinse bile
o asla kıskanmaz.”[1609]
15571. Resulullah (s.a.a), kendisine, “Deyyus
kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Eşi
zina ettiği halde bundan haberi olan kimsedir.”[1610]
15572. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gayreti olmayan erkek, ters kalplidir.”[1611]
15573. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cennetin kokusu beşyüz
yıllık yoldan alınır. Ama anne babasına
saygısızlık eden evlat ve deyyus insan onun kokusunu alamaz.”
Şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Deyyus kimdir?” Peygamber
şöyle buyurdu: “Karısı zina ettiği halde ondan haberi olan
kimsedir.”[1612]
bak. Ez-Zina, 1606. Bölüm
15574. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir gayret vardır ki Allah sever,
bir gayret de vardır ki Allah sevmez. Allah’ın sevdiği gayret,
iftira ve şüphe hususundadır. Allah’ın sevmediği gayret
ise, iftira ve şüphenin olmadığı yerde gayretli
olmaktır.”[1613]
15575. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Kıskanılacak
yerden başka bir yerde kıskançlığa kalkışma;
çünkü bu, doğru kadını eğriliğe düşürür. Onlar
hakkında işlerini sağlam kıl. Ardından eğer bir ayıp
görürsen küçük veya büyüğünü cezalandırmak hususunda gecikme!”[1614] [1615]
15576. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Helaller hususunda gayret olmaz.”[1616]
15577. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin gayreti iman,
kadının gayreti ise zulümdür.”[1617]
15578. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadının
kıskançlığı küfürdür.[1618]
Erkeğin gayreti ise imandır.”[1619]
15579. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınların gayreti, hasettir.
Haset ise küfrün köküdür. Kadınlar haset edince öfkelenir. Öfkelenince de
Müslüman kadınlar dışındakileri küfre yönelir.”[1620]
15580. Halid el-Kalanisi şöyle diyor: “Adamın
biri İmam Sadık’ın (a.s) huzurunda eşinden söz etti ve onu
övdü. İmam ona şöyle buyurdu: “Şimdiye kadar onun gayretini
harekete geçirdin mi?” O, “Hayır” dedi. İmam şöyle buyurdu: “O
halde onun gayretini harekete geçir.” O şahıs eşinin gayretini
harekete geçirdi, ama kadın sabretti. O şahıs İmam
Sadık’a (a.s) şöyle arzetti: “Gayretini harekete geçirdim, ama
sabredip, sabit kaldı.” İmam ona şöyle buyurdu: “O halde o senin
dediğin gibidir.”[1621]
bak. Vesail’uş Şia, 14/110,
78. Bölüm ve s. 175, 134. Bölüm
Fa Harfi
ü el-Fe’l
(Uğurlu Saymak)
ü el-Fetk
(Ansızın Öldürmek)
ü el-Fitne
(İlahi İmtihan)
ü el-Futuvvet
(Mertlik)
ü el-Fetva
(Fetva)
ü el-Fuhş
(Sövmek)
ü el-Fehr
(Üstünlük Taslamak)
ü el-Fere
(Kurtuluş)
ü el-Fereh
(Ferahlık Duymak)
ü el-Furs
(Farslar-İranlılar)
ü el-Firaset
(Firaset)
ü el-Furset
(Fırsat)
ü el-Feraiz
(Farzlar)
ü et-Tefrit
(Tefrit)
ü el-Ferağ
(Feragat-Vakti Olmak)
ü el-Firak
(Fırkalar-Mezhepler)
ü el-Fesad
(Fesad)
ü el-Fısk
(Fısk)
ü el-Fesahet
(Fesahat)
ü el-Fezilet
(Fazilet)
ü el-Fekr
(Fakirlik)
ü el-Fıkh
(Fıkıh)
ü el-Fikr
(Fikir-Düşünme)
ü el-Felah
(Felah-Kurtuluş)
ü et-Tefviz
(Tefviz)
402. Konu
el-Fe’l
Uğurlu Saymak
F
Kenz’ul Ummal, 10/115, 123, et-Tiyeret ve’l-Fe’l
F
el-Bihar, 95/1, 53. bölüm, Ma Yedfe’ul Fe’l
ve’t-Tiyere
F
Sahih-i Müslim, 4/1745, 34. bölüm, et-Tiyeret
ve’l-Fe’l ve ma Yekunu fihi min’eş-Şe’um
bak.
F
325. konu, et-Tiyeret
15581. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uğurlu say ki mutlu olasın.”[1622]
15582. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Uğurlu saymak ne güzel bir
şeydir ve sizden birinin duyduğu güzel sözdür.”[1623]
15583. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Uğursuzluk yoktur, en
hayırlısı ise uğurlu saymaktır ve sizden birinin duyduğu doğru bir
sözdür.”[1624]
15584. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Uğursuzluk yoktur, en
hayırlısı ise uğurlu saymaktır.” Kendinse şöyle
arz edildi: “Ey Allah’ın Resulü! Uğurlu saymak nedir?” peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: Sizden birinin duyduğu güzel bir sözdür.”[1625]
15585. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Salgın ve uğursuzluk yoktur.
Ben uğurlu saymaktan hoşlanırım. Uğurlu saymak güzel
bir sözdür.”[1626]
15586. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nazar gerçektir, tılsım
gerçektir, sihir gerçektir ve uğur gerçektir. Ama uğursuzluk gerçek
değildir, salgın gerçek değildir. Güzel koku, bal, binicilik ve
yeşilliğe bakmak koruyucudur.”[1627]
Ben şöyle diyorum: Allame Tabatabai
(Allah ruhunu taktis etsin) “Günlerin uğurlu ve uğursuz olması
uğurlu ve uğursuz saymak hakkında bir kaç bölüm”
başlığı altında şöyle yazmıştır:
1- Birinci bölüm günlerin uğurlu
veya uğursuz oluşu hakkındadır. Bir günün veya belli bir
zamanın uğursuz olması o müddet zarfında ortaya çıkan
olayların kötülükten başka bir şey olmamasıdır. Birisi
o gün veya müddet zarfında belli veya belirsiz bir şey
yaptığında kendisi için bereket olmaz. Günlerin uğurlu
oluşu da bunun tersinedir.
Falan gün veya falan zamanın
uğurlu veya uğursuz oluşu hakkında da hiçbir delil yoktur.
Niceliksel zamanın tabiatının parçaları birbirinin
aynısı ve dengidir ve biz olayların ortaya
çıkışı hakkındaki tüm etkili sebepleri anlayabilecek
bir durumda değiliz. Sadece o günün o zamanla dönüşünün uğur
veya uğursuzluğa neden olan bir takım sebeplerini bizlere
açıkladığı durumlar bunun dışındadır.
Elbette bu maksat için yeterli olan tecrübe, asla vücuda gelmemektedir. Zira bu
tecrübe, konunun sebebinden ayrılması şartına
bağlıdır. O sebebin, o konunun sebebi olup
olmadığı belli olmadıkça bu da bizler için belli
olmayacaktır.
Bu yüzden uğur veya
uğursuzluğu reddedecek bir delil de yoktur. Aynı şeklide
uğur veya uğursuzluğu isbat edecek bir delil de yoktur. Ama
elbette varlığı ve gerçek oluşu uzak bir ihtimaldir. Ama
uzak bir ihtimal oluşu imkansız oluşundan apayrı bir anlam
ifade etmektedir. Bütün bu dediklerimiz akli ve nazari (teorik) açıdan
geçerlidir.
Ama şer’i açıdan
Kur’an’da günlerin uğurlu veya
uğursuz oluşu beyan edilmiştir: Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Nitekim üzerlerine,
uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu korkunç bir kasırga
gönderdik.”[1628]
Hakeza şöyle buyurulmuştur: “Uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir
kasırga gönderdik.”[1629]
Lakin kıssanın akışı ve iki ayetin delaleti
uğursuzluğun sadece içinde azap rüzgarlarının estiği o
zamana özgü olduğunu gösterdiğinden fazlasını
açıklamamaktadır. O zaman ise birbiri ardınca içinde sürekli
olarak azabın estiği yedi gece ve sekiz gündür. Ancak
haftaların, - ayların ve yılların- dönüşüyle bu birkaç
günün de döndüğünü ve tekrar edildiğini ortaya koymaktadır. Bu
apaçık ortadadır. Aksi taktirde bütün zaman uğursuz olacak ve
ayların ve yılların dönüşüyle meydana gelmiş
olmayacaktır.
Hakeza Allah-u Tela şöyle
buyurmuştur: “Apaçık olan kitaba andolsun ki, biz onu, kutlu bir gecede
indirdik.”[1630]
Bu
ayette geçen geceden maksat Kadir gecesidir ve Allah-u Teala onun hakkında
şöyle buyurmuştur: “Kadir gecesi bin
aydan daha hayırlıdır.”[1631]
Şüphesiz ki bu gecenin mübarek ve
uğurlu olması ilahi batıni feyizler ve manevi olaylara
yakınlığı sebebiyledir. Kaza ve kaderin kesin
yazılması, meleklerin ve ruhun nazil olması ve o gecenin selam ve
esenlik olması gibi. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Katımızdan bir buyrukla, her hikmetli
işe o gecede hükmedilir.”[1632]
Ve şöyle buyuruyor: “Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş
için inerler. O gece, tan yerinin
ağarmasına kadar bir esenliktir.”[1633]
Bu gecenin mübarek ve uğurlu
olması, o gecedeki ibadet ve duaların fazileti, sevabının
çokluğu ve ilahi inayetin izzet ve kibriya dergahına yönelenlere
yakın olması sebebiyledir.
Ama sünnete gelince, haftanın
günlerinin ve Arap aylarının günlerinin, İran
aylarının günlerinin ve Rumi ayların günlerinin uğurlu veya
uğursuzluğu hakkında bir çok rivayet vardır. Fevkalade çok
olan ve hadis kitaplarında yer almış bulunan[1634]
bu rivayetler genellikle zayıf rivayetler olup mürsel ve merfu türünden
hadislerdir. Gerçi bu hadisler arasında senet açısından muteber
hadisler de yok değildir.
Uğursuz günleri sayan rivayetler de
her haftanın Çarşamba günü her ayın son çarşambası,
Arap ayının ilk yedi günü, Rumi ayının her ilk iki günü ve
benzeri tabirler mevcuttur. Bu rivayetlerin bir çoğunda özellikle de
haftanın günlerinin, ayların ve Arap ayının günlerin
uğursuzluğundan söz eden rivayetlerde bu uğursuzluğun
sebebinin, içinde dini açıdan acı ve istenmeyen olayların vuku
bulması olduğu beyan edilmiştir. Örneğin Peygamber’in
(s.a.a) vefatı, Hüseyin’in (a.s) şehadeti, İbrahim’in (a.s)
ateşe atılması falan ümmete azabın inmesi ve ateşin
yaratılması vb…
Şüphesiz,
bugünleri uğursuz saymak, insanın istediği işlere
yaklaşmasından sakınması ve lezzetlerinden el çekmesi takvanın
sağlamlaşmasına ve dini ruhun güçlenmesine sebep olur. Aynı
zamanda bugünlere dikkat ve itina göstermemek, sürekli nefsani istekleri
gidermenin peşice koşturmak da haktan yüz çevirmeye, dine
saygısızlık etmeye ve din evliyalarına hürmetsizlik etmeye
neden olur. Dolayısıyla bu günlerin uğursuzluğu itibari bir
takım sebeplerden kaynaklanan manevi mutsuzluğa dönmektedir ve
bugünlerle bir tür irtibat halindedir. Herhangi bir şekilde kendisine
itina göstermeyen kimselerin dini mutsuzluğuna neden olmaktadır.
Ayrıca bu
rivayetlerin bir bölümünde de yer aldığı üzere bugünlerin
uğursuzluğunu gidermek için de, sadaka vermek, oruç tutmak, dua
etmek, bir miktar Kur’an okumak ve benzeri şeylerle Allah’a
sığınmak gerekir. Örneğin Şeyh’in “Mecalis” adlı
kitabında kendi senediyle, Ebi Navas lakabıyla bilinen Sehl b.
Yakub’un İmam Askeri’den (a.s) naklettiği şu hadistir: “Ben
(Sehl b. Yakub) şöyle arz ettim: “Ey efendim! Bugünler sahip olduğu
uğursuzluk ve korku sebebiyle, insanın işinin ve hedeflerinin
peşice gitmesine engel olmaktadır. Lütfen bu korkulardan ve
endişelerden kurtulmak için bir yol gösteriniz. Zira bazen bir takım
zaruri işler ortaya çıkmaktadır ve mutlaka yapılması
gerekir.” İmam bana şöyle buyurdu: “Ey Sehl! Şüphesiz
Şialar için bizim velayetimiz güvenlik ve emniyet sebebidir. Bu öyle bir
velayettir ki onunla derin denizlerin dibine, sonsuz çöllerin
ortasına, yırtıcı
hayvanların, kurtların, insan ve cinlerin arasına dahi düşseler,
onların korkusundan ve dehşetinden güvende olurlar. O halde aziz ve
celil olan Allah’a itimat et ve tahir imamlara olan velayetini halis kıl.
O zaman istediğin yere git ve istediğin şeyi yap…”
İmam (a.s) daha sonra Kur’an’dan
bir miktar okumasını, dua etmesini, bu vesileyle o günün
uğursuzluğunu kendisinden uzaklaştırmasını ve
istediği işin peşice gitmesini emretmektedir. Hisal
kitabında da, müellifi kendi senediyle, Muhammed b. Riyah Fellah’tan
şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ebu İbrahim’in (Musa b.
Cafer’in -a.s-) Cuma günü hacamat yaptırdığını gördüm.
Ona şöyle arz ettim: “Fedan olayım, Cuma günü hacamat mı
yaptırıyorsunuz?” İmam şöyle buyurdu: “Ayet’el-Kürsi’yi
okuyorum. O halde sen de kanın heyecana gelince gece ve gündüz
Ayet’el-Kürsi’yi oku ve hacamat yaptır.” Yine Hisal’de, müellif kendi
senediyle Muhammed b. Ahmet Dekkak’dan şöyle dediğini rivayet
etmiştir: “İmam Ebu Hasan-i Sani’ye (a.s) bir mektup yazdım ve
ayın son Çarşambasında yolculuk yapılmasının
hükmünü sordum. Bana cevap olarak İmam (a.s) şöyle yazdı:
“Bugünün uğursuzluğuna inananların aksine her kim ayın son
çarşambası yolculuk ederse, her hastalıktan ve her beladan salim
kalır. Allah hacetini giderir.” Bu şahıs yeniden İmam’a bir
mektup yazdı ve ayın son Çarşamba gününde hacamat
yaptırmanın hükmünü sordu. İmam ona şöyle yazdı: “Uğursuzluğuna inananların aksine
Her kim ayın son çarşambası hacamat yaptırırsa her
türlü bela ve kazadan ve hastalıktan güvende olur, hacamat yeri de
morarmaz.”[1635]
Tuhef’ul Ukul’da
yer alan bir rivayet de bu anlamdadır. Hasan b. Mes’ud şöyle diyor:
“Birgün Ebi Hasan, Ali b. Muhammed’in (İmam Hadi’nin -a.s-) huzuruna
vardım. O gün parmağım yaralandı, yanımdan bir süvari
geçince bana çarptı ve omuzlarıma darbe indi. Bir topluluğun
arasından geçince, elbisemin bir miktarı yırtıldı.
(kendi kendime) şöyle dedim: “Allah bizi senin şerrinden korusun. Ne
de uğursuz bir günsün!” İmam bana şöyle buyurdu: “Ey Hasan! Bize
gidip gelen sen bile günahını, günahı olmayan birinin boynuna
atıyorsun.” İmam bu sözüyle benim aklımı başıma
topladı ve böylece yanlış yaptığımı
anladım. Ona şöyle arz ettim: “Ey efendim! Allah’tan mağfiret
diliyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Ey Hasan! Siz amellerinizin
cezasını görüp, günleri uğursuz
saydığınızda, günlerin ne günahı vardır. Hasan
şöyle dedi: “Ey İbn-i Resulillah! Sürekli olarak Allah’tan
mağfiret diliyor ve tövbe ediyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Bunun
faydası yoktur! Allah günlerin hiçbir günahı olmadığı
halde onları kınadığınız sebebiyle sizleri
cezalandıracaktır. Ey Hasan! Dünya ve ahirette ameller
karşısında mükafat veren ve cezalandıran kimsenin Allah
olduğunu bilmiyor musun?” Ben şöyle arz ettim: “Ey mevlam! Tabi ki
biliyorum.” İmam şöyle buyurdu: “O halde ileri gitme ve günler için
Allah’ın hükmünde hiçbir müdahale ve tesire inanma.” Hasan şöyle
dedi: “Olur ey mevlam.” Benzeri rivayetlerin de aynı anlamı ifade ettiği
bu tür rivayetlerden de anlaşıldığı üzere bugünlerin
uğursuz oluşunun ölçüsü, sadece insanların bugünleri
uğursuz saymasıdır. İleride de diyeceğimiz gibi
uğursuz saymanın bir takım ruhsal etkileri vardır. Bu
rivayetler de insanların uğursuz saymasından kaynaklanan o
günlerin uğursuzluğunun ruhsal etkilerini insanın nefsinden
uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Bu
uzaklaştırma ya şahsın ruhsal gücü yoluyla veya (böyle
ruhsal bir güce sahip değilse) Kur’an’dan bir bölüm okuyarak veya Allah’a
sığınacağı bir duada bulunarak huzura
kavuşmasını sağlamak şeklindedir.
Bazı alimler,
bazı günlerin uğursuzluğunun kesinliğini ifade eden
rivayetleri takiyyeye yorumlamışlardır. Böyle olması uzak
bir ihtimal değildir. Zira, zaman, mekan, durum ve halleri uğurlu
veya uğursuz saymak Ehl-i Sünnetin özelliklerindendir. Bu tür inançlar
eskiden günümüze kadar çeşitli kavimler ve milletler arasında hep
varolmuştur. İnsanlar arasında, hatta İslam’ın ilk
yıllarında, yüksek kesim arasında da bu konuda bir takım
rivayetler göze çarpmaktadır ve bu rivayetler Peygamber’e (s.a.a) isnat
edilmiştir. Hiç kimse de onları reddetmeye cüret edememiştir.
Örneğin, Müselselat adlı kitapta kendi senediyle Fazl b. Rabi’nin
şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Birgün mevlam Memun ile
birlikteydim. Çarşamba günü yolculuğa gitmek istedik. Memun
şöyle dedi: “Bugün yolculuk etmek mekruhtur ve hoş değildir.
Çünkü babam Harun’ur-Reşid’den şöyle dediğini işittim:
“Mehdi’den şöyle dediğini işittim: “Mansur’dan şöyle
dediğini işittim: “Babam Muhammed b. Ali’den şöyle dediğini
işittim: “Babam Ali’den şöyle dediğini işittim: “Babam
Abdullah b. Abbas’tan şöyle dediğini işittim. “Allah Resulü’nün
(s.a.a) şöyle dediğini işittim: “Her ayın Çarşamba
günü her zaman için uğursuzdur.”
Haftanın
herhangi bir gününün uğurlu olduğuna delalet eden rivayetlerin yorumu
da günlerin uğursuz oluşunu ifade eden rivayetlerin yorumu gibidir.
Zira bu hususta günlerin uğurlu ve mübarek olduğunu belirten
rivayetlerde, sebep olarak o günde falan bereketli veya dini açıdan çok
büyük ve önemli bir olayın meydana geldiği ifade edilmiştir.
Örneğin Peygamber’in (s.a.a) doğumu ve bi’seti gibi. Hakeza bizzat
Peygamber’in dua ettiği ve şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Ey Allah’ım! Cumartesi ve Perşembe gününü sabah erkenden ümmetim
için mübarek ve kutlu kıl.” Hakeza rivayet edildiği üzere, Allah
demiri Salı günü Davud için yumuşatmış ve Resulullah
(s.a.a) Cuma günleri yolculuğa çıkmıştır ve Ahat
(Pazar günü) Allah-u Teala’nın adlarından biridir.
O halde bu uzun
önsözden de anlaşıldığı üzere, günlerin uğurlu
veya uğursuz olduğunu bildiren rivayetler, sadece bu uğurlu ve
uğursuz oluşlarının dini kabiliyet veya ruhsal tesirler ve
içinde meydana gelen dini olaylar hasebiyle uğurlu veya uğursuz olduğuna
delalet etmektedir. Ama bizzat o günlerin veya zamanın bir
parçasının uğurlu veya uğursuz olduğu, hakeza
uğurlu veya uğursuz olmasına neden olan bir takım
doğal sebeplerin bulunduğu olayı rivayetlerden
anlaşılmamaktadır. Buna aykırı olan rivayetler
(eğer muteber ise) ya takiyye babındandır veya muteber ve güvenilir
değildir.
2-
Yıldızların uğurlu ve uğursuz olmaları ve
bunların yeryüzündeki olayların uğurlu veya uğursuz
oluşlarındaki tesirleri.. Bu konu hakkında da akli açıdan
günlerin uğurlu veya uğursuzluğu hakkında söylediğimiz
şeyleri söylemek mümkündür. Zira burada da bunu ispat veya reddeden,
örneğin güneşin müşteri yıldızının ve
kıran-ı sa’deynin[1636]
uğurlu oluşu ve hakeza Merih kıran-ı nahseyn[1637]
ve ayın akrep burcunda oluşunun uğursuzluğu hakkında
da herhangi bir delil ikame etmek mümkün değildir. Elbette eski Hint
müneccimleri yeryüzü olaylarının gökyüzünün mutlak durumuyla -sabit
cisimler ve gezegenlerin durumlarıyla- irtibatlı olduğuna
inanmaktadır. Hintli olmayan müneccimler de bu ilişkiyi sadece yedi
gezegen ile ilişkilendirmişlerdir, sabit cisimleriyle değil.
Onlar da çeşitli semavi durumlar için “yıldızların
hükümleri” diye adlandırdıkları bir takım etkiler ve
özellikler saymışlardır. Onlara göre ortaya çıkan her durum
yeryüzünde etkilerini göstermekte ve bir takım tesirler
yaratmaktadır.
Bu müneccimler
yıldızlar hakkında görüş farklılığı
içindedir. Onlardan bazısına göre semavi cisimler nefis sahibi olan
varlıklardır, diridirler, iradeleri vardır ve faili bir sebep
olarak etki etmektedirler. Bazılarına göre ise bu cisimler nefis
sahibi değildirler. Ama buna rağmen, faili bir sebep olarak etki
etmektedirler. Bazılarına göre de semavi cisimler Allah-u
Teala’nın fiil ve etkisi için ortam hazırlayıcı
sebeplerdir. Olayları yaratan ise bizzat Allah’tır. Bazılarının
görüşüne göre ise yıldızlar ve yıldızların
durumları olayların ortaya çıkışının
nişanesidir. Onlar ne faili sebeplerdir ne sayısal sebeplerdir ve ne
de ortam hazırlayıcı sebeplerdir. Bazılarına göre ise
bu yıldızlar ve semavi durumların yeryüzü olaylarıyla
hiçbir ilişkisi yoktur. Hatta alamet ve nişane olarak bile herhangi
bir ilişki söz konusu değildir. Sadece Allah’ın iradesi
örneğin falan yeryüzü olayının falan semavi duruma yakın
bir şeklide meydana gelmesini istemiştir. Bu hüküm, olayların
hiç birisinde sürekli ve genel değildir. Dolayısıyla da falan
hüküm ve olayın falan semavi durumla ayrılmazlığı
olduğu söylenemez. Zira bazen bu hükümler doğru çıkmamakta ve
bazen de yanlış çıkmaktadır. Ama bu müneccimlerin
varsayımlarından çıkarılan ve bize ulaşan bir
takım ilginç hikayeler ve olaylar da semavi durumlar ile yeryüzü
olayları arasında bir tür ilişkinin olduğunu
göstermektedir. Ama bu ilişki hepsinde değil, özel bir şekilde
mevcuttur. Bazı rivayetlerde de görüldüğü gibi Ehl-i Beyt
imamları (a.s) bu ilişkilerin de bazılarını tasdik
etmişlerdir.
Buna göre falan
gezegenin veya falan semavi durumun uğurlu veya uğursuz olduğunu
kesin olarak söylemek mümkün değildir ama semavi olaylar ve
durumların yeryüzü olayları ile irtibatı ince görüşlü
araştırmacıların inkar edeceği bir konu değildir.
Nefis sahibi
bilelim veya bilmeyelim gezegenlerin veya semavi cisimlerin kendileri
dışındaki şeyler üzerinde etkisinin olduğu inancı
dinin zaruretlerine aykırı değildir. Elbette birisi bizzat
onları yeryüzü olaylarının yaratıcısı bilir ve
işin bir ucunda Allah’ı görmezse bu durumda müşrik olur. Ama hiç
kimse hatta yıldıza tapan Sabiiler bile böyle bir iddiada
bulunmamışlardır. Veya semavi gezegenlerin ve durumların
varlık aleminin idare edicisi olduğunu ve tedbir işinde
bağımsız etki yarattığını söylerse ardından mabudiyeti
(ilahlığı) getiren bir rububiyet olması hasebiyle
şirktir. Nitekim yıldıza tapan Sabiiler buna
inanmaktadırlar.
Uğur veya
uğursuzluk hususunda yıldızların tesirinin olup
olmadığını ifade eden rivayetler çoktur ve birkaç
kısma ayrılmaktadır:
Bu rivayetlerden
bazısı zahiren yıldızların ve semavi durumların
uğur veya uğursuzlukta etkisi olduğunu kabul etmektedir.
Örneğin Zehebiye risalesinde İmam Rıza’dan (a.s) şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bilin ki ay koç veya kova burcunda
olduğunda kadınlara yaklaşmak daha iyidir. Bundan daha iyisi ise
ay boğa burcunda iken kadınlara yaklaşmaktır. Zira bu zaman
ayın şeref (en iyi) zamanıdır.”
el-Bihar’da
Nevadir’den o da kendi senediyle Humran’dan İmam Sadık’ın (a.s)
şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Her kim ay akrep burcunda iken
yolculuğa çıkarsa veya evlenirse mutluluk yüzü göremez…”
Nücum
kitabında İbn-i Tavus İmam Ali’den (a.s) şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: “Her ayın son üç günü veya ay akrep
burcunda iken yolculuk etmek mekruhtur.”
Bir görüşe göre
bu rivayetleri takiyyeye yorumlamak veya bu vakitlerin Ehl-i Sünnetin
uğursuz saymasının yakınlığına yorumlamak
mümkündür. Nitekim bir takım rivayetler de bunu ifade etmektedir. Çünkü bu
rivayetlerde söz konusu uğursuzluğu def etmek için sadaka verilmesi
emredilmiştir. Örneğin Nevadir’i Ravendi’de kendi senediyle Musa bin
Cafer’den, o da babasından, o da ceddinden şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: “Her sabah sadaka ver ki o günün uğursuzluğu
ortadan kalksın, her akşam da sadaka ver ki o gecenin uğursuzluğu
senden uzaklaşsın.”
Elbette bunun
göğün durumuyla yeryüzü olayları arasındaki özel bir
ilişkiden kaynaklanmış olması da mümkündür. Ama bu
ilişki bir tür gereklilik ilişkisidir, nedensellik ilişkisi
değil.
Bu rivayetlerden
ikinci bir bölümü ise yıldızların yeryüzü olaylarındaki
tesirini inkar etmekte ve bu işe inanmaktan ve yıldızlar ilmiyle
uğraşmaktan şiddetle sakındırmaktadır.
Örneğin Nehc’ul Belağa’da şöyle yer almaktadır: “Müneccim
insan da kahin gibidir. Kahin ise sihirbaz gibidir. Sihirbaz ise kafirdir ve
kafir ise ateştedir.”
Bu etkileri kabul
eden ve yıldızlar ilmiyle uğraşmayı caiz gören
rivayetlerden de anlaşıldığı kadarıyla bu ilimle
uğraşmaktan ve bu ilme dayanmaktan sakındırmak, birinin bu
etki hususunda onlar için bir tür bağımsızlığa inandığı
taktirde işinin şirkle sonuçlanacağı hasebiyledir.
Üçüncü bölüm
rivayetler ise yıldızların ve gökyüzü cisimlerinin yeryüzü
olaylarındaki tesirinin gerçek olduğunu göstermektedir. Ama varolan
bir geçekte şudur ki bu ilmin azı faydalı değildir.
Çoğu ise elde edilecek türden değildir. Örneğin Kafi’de kendi
senediyle Abdurrahman bin Seyyabe’den şöyle dediği rivayet
edilmiştir: İmam Sadık’a (a.s) şöyle arz ettim: “Fedan
olayım! İnsanlar yıldızlar ilmiyle
uğraşmanın caiz olmadığını söylüyorlar. Ben
de bu işten çok hoşlanıyorum. O halde eğer dinime zarar
verecekse benim dinime zarar verecek bir şeye asla ihtiyacım yoktur.
Eğer dinime zarar vermeyecekse Allah’a yemin olsun ki ben bu ilme ilgi
duyuyorum ve elde etmeyi seviyorum.” İmam (a.s) bana şöyle buyurdu:
“İnsanların dediği gibi değildir. Yıldızlar
ilminin dinine bir zararı yoktur.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Sizler
çoğu elde edilmeyen ve azının da faydası olmayan bir ilmi
elde etmeye koyuluyorsunuz…”
el-Bihar’da
İbn-i Tavus’un Nücum kitabından naklen Muaviye bin Hekim’den, o da
Muhammed bin Ziyad’dan o da Muhammed bin Yahya Has’ami’den şöyle
dediği rivayet dilmiştir: “İmam Sadık (a.s),
“Yıldızlar ilmi doğru mudur, bir hakikati var mıdır?”
diye sordum, bana şöyle buyurdu: “Evet, doğrudur.” Ben şöyle
arzettim: “Yeryüzünde bu ilmi bilen bir kimse var mıdır?” İmam
şöyle buyurdu: “Evet yeryüzünde onu bilen birisi vardır.” Bir grup
rivayetlerde de şöyle yer almıştır: “Hintli bir aile ile
bir Arap aile dışında hiç kimse bu ilimden haberdar
değildir.” Bazı rivayette ise şöyle yer almıştır:
“Kureyş’ten bir aile dışında.” Bu rivayetler önceki
söylediğimiz konuyu, yani yıldızların durumuyla yeryüzü
olayları atasında bir tür ilişki olduğunu teyit etmektedir.
Bazı
rivayetlerde de yer aldığına göre Allah Müşteri
yıldızını bir insan şeklinde yeryüzüne gönderdi. O
Acem birine rastlayınca yıldızlar ilmini ona öğretti.
Böylece o bu ilmin derinliğini elde ettiğini zannetti. Daha sonra ona
şöyle dedi: “Şimdi bak bakayım müşteri
yıldızı nerede?” O, Acem kimse şöyle dedi: “Ben onu
gökyüzünde göremiyorum ve nerede olduğunu bilemiyorum” müşteri
yıldızı onu kendinden uzaklaştırdı ve Hintli
birinin elinden tuttu. Yıldızlar ilmini ona öğretti ve böylece o
bu ilmin derinliğine indiğini sandı. Müşteri
yıldızı ona şöyle dedi: Müşterinin nerede
olduğuna bir bak!” O adam şöyle dedi: “Hesaplarım öyle
göstermektedir ki müşteri bizzat sensin. “Adam bunu deyince derin bir ah
çekti ve can verdi. Onun ilmi ailesine miras kaldı. O halde
yıldızlar ilmi oradadır…bu rivayet daha çok uydurma rivayetlere
benzemektedir.
3- Uğur veya
uğursuzluk bir olayı başka bir olayın
varlığına delil saymaktır. Eğer o olay iyi olursa
uğur, eğer kötü olursa uğursuzluk sayılır. Bir çok
hususta bu ikisi gerçekleşmektedir. O iyi veya kötü olay özellikle de
beklenilen kötü hadise gerçekleşmektedir ve elbette bu ruhsal bir etkidir.
İslam,
uğuru veya uğursuzluğu birbirinden ayırt etmiş,
uğurlu saymayı emretmiş ve uğursuz saymaktan
sakındırmıştır. Bu da söz konusu etkinin ruhsal bir
etki olduğunu göstermektedir.
Uğurlu saymak
hususunda da Peygamber’den (s.a.a) şu hadis nakledilmiştir:
“Uğurlu sayın ki onu elde edesiniz.” Bizzat Peygamber de (s.a.a) bir
takım şeyleri uğurlu sayıyordu ve bir çok yerde bu ondan
nakledilmiştir.[1638]
Uğursuz saymak
Kur’an-ı Kerim’de bazı yerlerde, geçmiş ümmetlerden naklen yer
almıştır. Onlar peygamberlerine şöyle diyorlardı: “Biz
sizi uğursuz görüyoruz ve bu yüzden de iman etmiyoruz.” Peygamberleri
onlara cevap olarak özetle şöyle diyordu: “(Kuşların
hareketinden dolayı) uğursuz saymak hakkı batıl ve batılı
da hak kılmaz. İşler münezzeh olan Allah’ın elindedir,
kendiliğinden hiçbir iradesi olmayan bir kuşun elinde değil. Bu
kuşun başkalarının kötülüğü, iyiliği
mutluluğu ve mutsuzluğu hususunda hiçbir müdahalesi yoktur. Nitekim
Allah şöyle buyurmuştur: “Kasabalılar: “Doğrusu sizin yüzünüzden
uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz And olsun ki sizi
taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azâb
dokunacaktır” demişlerdi Elçiler: “Uğursuzluğunuz
kendinizdendir dediler.”[1639] Yani iyiliği ve kötülüğü size getiren şey sizinledir,
bizimle değil. Hakeza şöyle buyurmuştur: “Sen ve berâberindekiler yüzünden uğursuzluğa
uğradık” dediler. Salih: “Uğursuzluğunuz Allah
katındandır” dedi.”
[1640] Yani hayır ve şerrin size ulaşma vesilesi Allah nezdindendir.
Zira kaderinizi taktir eden ve yazan O’dur. Ben veya benimle birlikte olan
kimse değil. O halde bizim bu konuda hiçbir etkimiz yoktur.
Bir çok rivayetler
de uğursuzluğu yasaklamış ve uğursuzluğu defetmek
için, itina göstermemeyi, dua etmeyi ve tevekkül etmeyi emretmiştir. Bu da
bu etkilerin ruhsal etkiler olduğu inancımızı
pekiştirmektedir. Örneğin Kafi’de kendi senediyle Amr bin Huresys’ten
şöyle dediğini nakletmiştir: “İmam Sadık (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Uğursuz saymak sana bağlı bir
şeydir. Eğer onu kolaya alırsan kolaylaşır eğer
zorluk çıkarırsan zorlaşır. Eğer ona önem vermezsen
bir hiç ve etkisiz olur.” Bu hadis de açık bir şekilde uğurlu ve
ya uğursuz saymanın ruhsal boyutlarına işaret etmektedir.
Bu rivayetin bir benzeri de Ehl-i Sünnet yoluyla nakledilen şu rivayettir:
“Şu üç şeyin tesirinden hiç kimse kurtulamaz: “Uğursuz saymak,
hasadet ve şüphe.” Bunun üzerine şöyle arz edildi: “O halde ne
yapalım?” Şöyle buyurdu: “Uğursuz saydığın zaman
işini yap, (uğursuzluğa önem verme), haset ettiğin zaman da
peşice koşma ve şüphe ettiğin zaman da
gerçekleştirmeye kalkışma.”
Kafi’de Kumi’den o
da babasından o da Nevfeli’den ve o da Sekuni’den, İmam
Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu naklettiği bu rivayet
de bu anlamı ifade etmektedir: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Uğursuz saymanın keffareti tevekküldür…” Sebebi de
şudur ki tevekkülde tesir ve etkiler Allah-u Teala’ya döndürülmektedir.
Dolayısıyla da uğursuzluk için insanı tehdit edecek hiçbir
zarar söz konusu olmamaktadır.
Hakeza Ehl-i Sünnet
yoluyla nakledilen ve İbn-i Esir’in Nihaye kitabında yer alan şu
rivayet de aynı anlamı ifade etmektedir: “Uğursuz saymak
şirktir. Bizden hiç kimse uğursuzluktan uzak değildir. Ama Allah
tevekkül vesilesiyle uğursuzluğun etkilerini ortadan kaldırmaktadır.”
Musa bin Cafer’den (a.s) şöyle buyurduğu nakledilen rivayette bu
anlamı ifade etmektedir: “Yolcu için yedi şey yol esnasında
uğursuzdur: “Sağ tarafında bir karganın ötmesi, bir
köpeğin (yol esnasında önüne çıkıp kuyruğunu havaya
dikmesi, bir kurdun kuyruğunun üzerine oturup yüzüne uluması sonra
yeninden kuyruğunu üç defa aşağı yukarı götürmesi,
sağ tarafından bir ceylanın sol tarafına kaçması,
baykuşun ötmesi, avretini aşikar kılan saçlarına ak
düşmüş bir kadın, kulağı kesik dişi bir merkep.
Her kim bunlardan birini görür ve korkup endişeye kapılırsa
şöyle desin: “Ey Allahım! Kalbimde korktuğum şeyin
şerrinden sana sığınırım. O halde beni onun
kötülüğünden koru.”[1641]
İnsanların
geneli nezdinde uğursuz olan diğer şeyler de burada söylenen
sözler kapsamındadır. Örneğin bir iş yapmayı
kararlaştırırken bir defa hapşırma sesi duyma vb…
Çeşitli
bölümlerde bir takım şeyleri uğurlu saymaktan
sakındıran ve bu olaylar ortaya çıktığında
Allah’a tevekkül edilmesi gerektiğini bildiren rivayetler mevcuttur.
Örneğin Ehl-i Sünnet ve Şia kanalıyla nakledildiği üzere
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hastalığın
bulaşıcı olmasını, uğursuz saymak, hayvanlara su
verirken ıslık çalmak[1642],
sütten aldıktan sonra yeniden süt vermek, hicretten sonra
bedevileşmek veya (İslam’dan sonra küfre dönmek) akşama kadar
sessizlik orucu tutmak, nikahtan önce boşamak, malik olmadan önce köle
azat etmek, ve buluğdan sonra yetimlik mevcut değildir.
(İslam’da yasaklanmıştır.)[1643]
403. Konu
el-Fetk
Gafil Avlamak
F
Musuet’ul İstihbarat, 1/335,
iğtiyalat’ul Münezzemet’ul İ’da’ul İslam
bak.
F
el-Had, 747. bölüm
15587. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İman gafil avlamaya engeldir.
Mümin gafil avlayarak öldürmez.”[1644]
15588. İbn-i Ebi’l Hadid şöyle diyor:
“Allah Resulü (s.a.a) vefat etti. Ali (a.s)
onun guslü, kefeni ve defniyle meşgul oldu. Bu arada Ebubekir’e biat
edildi. Zübeyr, Ebu Süfyan ve muhacirlerden bir grup meşveret etmek için
Abbas ve Ali (a.s) ile oturdular. Tahrik edici ve heyecanlı bir
konuşma yaptılar. Abbas (r. a) şöyle dedi: “Sözlerinizi
işittim ama ne azınlık olduğumuz deliliyle sizden
yardım istiyoruz ve ne de kötümserlik sebebiyle sizlerin
görüşlerinizi terk ediyoruz. O halde bizlere düşünmek için
fırsat verin. Allah’a yemin olsun ki eğer İslam gafil avlayarak
öldürmeyi yasaklamamış olsaydı şüphesiz kayaların
aynaları öylesine bir çarpışıp
dağılırdı ki çarpışmanın sesleri yüksek
yerlerden dahi duyulurdu.”[1645]
15589. Ebu’l Ferec İsfahani Müslim bin
Akil’in başına gelenleri naklettikten sonra şöyle yazıyor:
Hani bin Müslim şöyle dedi: “Ben onu (İbn-i Ziyadı) evimde
öldürmeyi istemiyorum.” Müslim saklandığı yerden
dışarı çıkınca Şerik ona şöyle dedi: “Neden
onu öldürmedin?” Müslim şöyle dedi: “Şu iki sebepten oldayı:
Evvela Hani, İbn-i Ziyad’ın evinde öldürülmesini hoş görmedi.
İkincisi bana Peygamber’den şöyle buyurduğunu rivayet
etmişlerdir: “İman gafil avlayarak öldürmeye engeldir. Mümin asla
gafil avlayarak öldürmez.” Hani ona şöyle dedi: “Allah’a yemin osun ki
eğer onu öldürmüş olsaydın fasık, facir, kafir ve
vefasız birini öldürmüş olurdun.”[1646]
15590. İbn-i Esir’in el-Kamil adlı
kitabında şöyle yer almıştır: “İbn-i Ziyad
Hani’nin evinden dışarı çıkınca Müslim bin Akil
perdenin arkasından dışarı çıktı. Şerik ona
şöyle dedi: “Onu öldürmene ne engel oldu?” Müslim şöyle dedi:
“İki şey engel oldu. Birincisi Hani İbn-i Ziyad’ın kendi
evinde öldürülmesini istemiyordu: Ali’nin Peygamber’den naklettiği şu
hadistir: “Şüphesiz iman gafil avlayarak öldürmeye engeldir. ve mümin asla
habersiz öldürmez. Hani ona şöyle dedi: “Eğer onu öldürseydin
şüphesiz fasık, facir, kafir ve ahdini bozan bir kimseyi
öldürmüş olurdun. “”[1647]
15591. Müslim elinde kılıcıyla
(perdenin arkasından) dışarı çıktı ve Şerik
ona şöyle dedi: “Neden onun işini bitirmedin?” Müslim şöyle
cevap verdi: “Ona saldırmak isteyince bir kadın elbiseme
sarıldı ve şöyle dedi: “Allah için yapma, İbn-i
Ziyad’ı evimizde öldürme ve benim karşımda ağlamaya
başladı ve ben de kılıcı attım ve orturdum.” Hani
şöyle dedi: “Eyvahlar olsun ona! Hem beni ve hem de kendisini ölüme verdi.
Kaçtığım şey başıma geldi.”
Ben şöyle diyorum: “Burada da
görüldüğü gibi bu hadis mutlak bir şekilde gafil avlayarak öldürmenin
haram olduğunu isbat etmemektedir. Müslim peygamber’in hadisini unutmaktan
çok daha yüce ve üstün bir kimseydi. Bana göre gerçek olan şudur ki gafil
avlayarak öldürmenin mutlak bir şekilde haram olduğunu bildiren
rivayetler uydurmadır. Elbette Müslüman olayı hakkındaki son
hadis doğrudur.”[1648]
404. Konu
el-Fitne
Fitne-İlahi İmtihan
F
el-Bihar, 28, Kitab’ul Fiten vel-Mihen
F
Kenz’ul Ummal, 11/107-365, Kitab’ul Fiten
ve’l-Ehva
F
Sünen-i Ebi Davud, 4/94, Kitab’ul Fiten
ve’l-Melahim
F
Sahih-i Müslim, 5/210, 8. bölüm, et-Temhis
ve’l-İstidrac ve’l-İbtila ve’l-İhtiyar
bak.
F
50. konu, el-Bela; 400. konu, el-Gaybet; 497.
konu, el-İmla; 2008. bölüm, eş-Şeytan
Kur’an:
“Onlar,
yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini
görmüyorlar mı? Böyleyken yine tövbe etmiyorlar, ibret de
almıyorlar.” [1649]
15592. Muammer bin Hallad şöyle diyor: “Ebu’l
Hasan’ın şöyle dediğini işittim: “Elif lam mim insanlar,
“İman ettik” dedikten sonra terk edildiklerini ve imtihan
edilmeyeceklerini mi sanıyorlar.” Daha sonra bana şöyle buyurdu:
“İmtihan nedir?” Ben şöyle arzettim: “Fedan olayım!
Bildiğim kadarıyla imtihan din hususundadır.” Daha sonra
İmam şöyle buyurdu: “Altının eritilip imtihan edildiği
gibi insanlar da eritilip imtihan edilir.”[1650] Ve
hakeza şöyle buyurdu: “Altın halis kılındığı
(ayrıştırıldığı) gibi insanlar da halis
kılınacaktır.”[1651]
15593. İmam Ali (a.s) kendisine, “Ey
Müminlerin Emiri! Bizleri fitnelerden haberdar kıl, acaba fitneleri Allah
Resulüne sordun mu?” diye soran birisine şöyle buyurmuştur: “Noksan
sıfatlarından münezzeh olan Allah katından “Elif, Lam Mim.
İnsanlar inandık demekle…”
ayeti indiğinde anladım ki, Resulullah (s.a.a)
aramızdayken bize fitne inmez. “Ey Allah’ın Resulü! Allah’ın bu
ayetle sana haber verdiği fitne nedir?” dedim. O şöyle buyurdu: “Ey
Ali! Ümmetim benden sonra fitneye düşecektir. Ali! Bu kavim
mallarıyla imtihan edilecek, dinleriyle Rablerine minnet etmeye
kalkışacak, rahmetini dileyecek, azabından emin olacaklar.
Haramını yalancı şüpheler ve gaflete düşürücü
isteklerle helal kılarlar. Böylece içkiye nebiz (şıra),
rüşvete hediye, faize alışveriş adını takarak
helal sayarlar.” Ben şöyle dedim: “Ey Allah’ın Resulü! Bu çağda
onları hangi konağa indireyim? Dinden dönmüş mü sayayım;
fitneye düşmüş mü sayayım?” O şöyle buyurdu: “Fitneye
düşmüş kabul et.”[1652]
Kenz’ul Ummal’ın naklinde ise
şöyle yer almıştır…: ” Daha sonra ise bana şöyle
buyurdu: “Ey Ali! Sen benden sonra hayatta kalacak, ümmetime müptela olacak,
kıyamet günü de Allah’ın huzurunda hesap için duracaksın. O
halde cevabını hazırla.” Ben şöyle arzettim: “Anam babam
sana feda olsun! Bu müslümanların düşeceği bu fitnenin ne
olduğunu ve sizden sonra onlarla hangi esas üzere savaşmak
gerektiğini bana söyle.” Peygamber şöyle buyurdu: “Çok geçmeden sonra
benden sonra Nakisin (Ahdini bozan Cemel ashabı), Kasitin (alim olan
Muaviye ashabı) ve Marikin (dinden çıkan Hariciler) ile
savaşacaksın. Peygamber onların idmini ve nişanelerini bana
tek tek söyledi. Ve daha sonra şöyle buyurdu: “Sen ümmetimden Kur’ana
muhalefet eden ve din hususunda kendi görüşünce amel eden kimselerle cihad
edeceksin. Zira dinde şahsi görüş ve rey söz konusu değildir.
Din sadece Allah’ın emir ve yasaklarıdır.”[1653]
15594. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benim Kureyş’le ne işim var?
(Bu kadar bana düşmanlık etmelerinin nedeni nedir?) Allah’a andolsun
onlar ka-firken de onlarla savaştım, şu anda fitne-fesada
düşüp hak yoldan sapınca da onlarla savaşacağım.”[1654]
15595. İmam Ali (a.s) Peygamberin
gönderildiği zamandaki dünyanın niteliği hakkında
şöyle buyurmuştur: “Onu, elçilerini
göndermesinden uzun bir zaman geçtikten sonra, ümmetler uzun uykular ve büyük
fitneler içindeyken gönderdi…
Dünyanın yaprağı
sararmış…
Dünya, ehline karşı yüzünü
ekşitmiş, isteyene surat asmıştı. Meyvesi fitne,
yemeği leş idi.”[1655]
15596. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allan onu insanlar
şaşkınlık içinde delalete düşmüşken gönderdi.
Fitneye dalmışlar, heva ve hevesleri onları
azdırmıştı.”[1656]
15597. İmam Ali (a.s) Sıffinden
dönerken halkın bisetten önceki durumu hakkında şöyle
buyurmuştur: “O zaman insanlar din ipini koparan
fitnelere düşmüş, yakin (kesin inançlar) direkleri şiddetle
sarsılmıştı…
İnsanlar Şeytan'a itaat etmiş,
onun yollarını tutturmuş, onun yataklarına
akmışlardı. Şeytan'ın işaretleri onlarla yürüyor,
bayrağı dikilip dalgalanıyordu. İnsanlar kendilerini,
tabanlarıyla ezen, tırnaklarıyla kırıp geçiren
fitnelere düşmüştü. Fitneler tırnaklarının ucuna
basmış, kalmıştı. İnsanlar bu fitneler içinde
yollarını kaybetmiş, şaşırıp kalmış,
bilgisiz hale gelmişlerdi.”[1657]
15598. İmam Ali (a.s) Muaviye’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Şüpheden
ve şüpheye bürünmekten sakın! Nicedir bu fırsatı kollayan
fitne, hakikati batılla gizlemek için perdelerini salmış,
karanlığıyla gözleri örtmüştür.”[1658]
15599. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fitneler gece karanlığı
gibi her yere iner, hiç kimse ve hiç bir bayrak ona karşı duramaz,
gemlenmiş palanlı develer gibi size gelir, sürücüsü sürüp getirir,
binicisi onu hızla koşturur.”[1659]
15600. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü güzelliği
sebebiyle fitneye düşüp sapmış bir kadın getirilir. O
şöyle der: “Ey Allahım! Beni güzel yarattın ve neticede
gördüğümü gördüm.” Bu esnada Meryem’i (a.s) getirirler ve o kadına
şöyle denir: “Sen mi güzelsin yoksa bu mu? Biz onu da güzel yarattık
ama o fitneye düşüp sapmadı.” Daha sonra güzelliği sebebiyle
fitneye ve günaha düşen bir erkeği getiriler, o da şöyl eder:
“Ey Rabim! Beni güzel yarattın ve sonuçta kadınlar tarafından
gördüğümü gördüm.” Daha sonra Yusuf’u (a.s) getirirler ve o şahsa
şöyle denir: Sen mi güzelsin yoksa bu mu?” Biz onu da güzel yatattık
ama o fitneye ve fesada düşmedi.” Daha sonra düştüğü bela
sebebiyle fitneye düşüp sanan musibetli birini getiriler ve o şöyle
der: “Ey Rabbim! Beni şiddetle belaya düçar kıldın ve bu yüzden
fiyneye düşüp helak oldum.” Ardından Eyyub’u (a.s) getirirler ve o
şahsa şöyle denir: “Sana inen bela mı daha şiddetlidir.
Yoksa bunun belası mı? O da sıkıntı ve belalara
düştü ama asla fitne ve aldanmaya kapılmadı.”[1660]
bak. el-Huccet, 711. Bölüm
Kur’an:
“And olsun, biz kendilerinden öncekileri de
denemişken, insanlar, “inandık” deyince, denenmeden
bırakılacaklarını mı sanırlar?”[1661]
“Andolsun ki biz onlardan öncekileri de imtihandan
geçirmişizdir. Elbette Allah doğruları ortaya çıkaracak,
yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. And olsun ki
Süleyman'ı denedik, hükümranlığını zayıf
düşürdük; sonra eski haline döndü.”[1662]
15601. İmam Ali (a.s) Osman öldürülünce
şöyle buyurmuştur: “Bilin ki
imtihanınız (ihtilaf ve cehalet) Allah’ın Peygamber’inizi
(s.a.a) gönderdiği günkü şekliyle aranıza geri dönmüştür. Peygamberi
hak üzere gönderene andolsun ki büyük imtihandan geçecek, sınanma
kalburunda elenip ayrılacaksınız… Sonunda en
aşağınız, en yüce makama erecek ve en yüceniz en
aşağı makama alçalacaktır. Geri kalmışlar
ilerleyecek, öne geçecekler, (İslam’da) herkesi geçenler, ileri gidenler
ise geri bırakılacaklardır.”[1663]
15602. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki imtihan
edilmedikçe gözetleyip durduğunuz şey gerçekleşmez. Allah’a
yemin olsun ki imtihan edip halis kılınmadıkça gözlerinizle bakıp beklediğiniz
şey gerşekleşmez.”[1664]
15603. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki imtihandan geçip
ayrıştırılacaksınız. Allah’a yemin olsunki
birbirinizden ayırt edileceksiniz ve Allah’a yemin olsun ki eleneceksiniz
sonunda da sizden çok azı dışında hiç kimse baki kalmaz.”[1665]
15604. İmam Ali (a.s), “Ey Allahım!
Fitnelerden sana sığınırım” diye birisine şöyle
buyurmuştur: “Mal ve evlatlarından Allah’a
sığındığını görüyorum. Allah’-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz mal ve evlatlarınız
fitnedir (imtihandır).” O halde şöyle de: “Ey Allahım!
Fitnelerin saptırıcılığından sana
sığınırım.”[1666]
15605. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizden biriniz; “Allah’ım,
fitneden (imtihandan) sana sığınırım.” demesin. Zira
imtihana düçar olmamış hiç kimse yoktur. O halde
sığınanlar fitnelerin
saptırıcılığından Allah’a
sığınmalıdır. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyuruyor: “Bilin ki mallarınız ve evlatlarınız ancak
bir fitnedir (imtihandır).”[1667]
15606. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allahım! Sözlerinden yüz
çevirmekten veya dininden sapmaktan sana sığınırım”[1668]
15607. İmam Ali (a.s), Kur’an’ın
müteşabih kelimelerinden olan fitnenin anlamı sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Elif, Lam, Mim.
İnsanlar, “inandık” deyince, denenmeden
bırakıla-caklarını mı sanırlar?”[1669]
Hakeza Allah-u Teala Musa’ya şöyle buyurmuştur: “Seni defalarca
denedik” [1670]
Küfür fitnesi de bu anlamdadır.
Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “And olsun ki, daha önce
de fitne koparmak istemişlerdi. Sana karşı bir takım
işler çeviriyorlardı, sonunda onlar istemedikleri halde hak ortaya
çıktı, Allah’ın emri üstün geldi.”[1671]
Hakeza Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz fitne,
öldürmekten daha büyüktür.”[1672]
Burada fitne, küfür anlamındadır. Allah-u Teala Tebük savaşında,
Resulullah’tan (s.a.a) savaşa katılmamak için izin isteyen
münafıklar hakkında da şöyle buyurmuştur: “Onlardan,
“Bana izin ver ve beni fitneye düşürme” diyen…” Yani, bana izin ve ve
beni küfre düşürme” anlamındadır. Aziz ve celil olan Allah da
şöyle buyurmuştur: “Bilin ki onlar fitneye düşmüşlerdir
ve şüphesiz cehennem kafirleri ihata etmiştir.”[1673]
Aynı şekilde azap fitnesi de
bu anlamdadır. Nitekim Allah-u Teala da şöyle buyurmuştur: “O,
kendilerinin ateşte fitneye düşecekleri gündür.”[1674]
Yani azaba uğrayacaklardır. Allah-u Teala hakeza şöyle
buyurmuştur: “Onlara: “Fitnenizi tadın; işte acele
beklediğiniz bu idi” denir.”[1675]
Yani azabınızı tadın. Ve hakeza Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz mümin erkeklere ve mümin kadınlara
fitne edenler…” yani müminlere azap edenler…[1676]
Mal ve çocuk sevgisinin fitnesi de bu
anlamdadır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
mallarınız ve çocuklarınız fitnedir.”[1677]
Yani onlar hakkındaki sevginiz sizler için bir fitnedir,
(imtihandır).
Hastalık fitnesi (imtihanı) de
bu anlamdadır: “Onlar, yılda bir iki defa belaya
uğratılıp fitneye (imtihana) çekildiklerini görmüyorlar mı?
Böyleyken yine tövbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.”[1678]
Yani hastalanır ve derde düçar olurlar.”[1679]
15608. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz fitnelerin
kaynağı, nefsani istekler bidat olarak ortaya konulan ve
Allah’ın hükmüne muhalif olan hükümlerdir. Bir grup bu nefsani istekler ve
bidatlar hususunda diğer bir gruba uyar. Biliniz ki eğer hak halis ve
katıksız olsaydı, hiçbir ihtilaf ortaya çıkmazdı.
Eğer batıl halis ve tek olsaydı, akıllı insana örtülü
kalmazdı. Ama bir avuç ondan alınır, bir avuç ise bundan ve
birbirine karıştırılır. İşte burada
şeytan dostlarına musallat olur. Daha önce hakkın lütfüne mazhar
olanlar kurtuluşa erer. Ben Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle
buyurduğunu işittim: “Sizleri fitne kaplayınca, ne olacak
halinize! O fitnelerde, gençler büyür ve büyükler yaşlanır.”[1680]
15609. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara öyle bir zaman gelir ki,
Kur’ân’dan ancak resim (bir nişane, bir yazı), İslam’dan ise
ancak ismi baki kalır. Mescitleri o zamanda bina bakımından
mamur/bayındır, hidayet bakımından haraptır.
Halkı, yeryüzünün en şerli kişileridir, fitne onlardan
çıkar, hata ve günah onlara sığınır, fitnelerden
ayrılmak isteyeni geri çevirirler, arkada kalanı sürükleyip ona
doğru götürürler. Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Zatıma and
olsun ki, onlara sabırlı insanı
şaşkınlığa düşürecek bir fitne
göndereceğim.”[1681]
15610. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın, sakın! Büyüklerinize
ve idarecilerinize itaat etmekten sakının. Çünkü onlar, asabiyetin
(milliyetçiliğin) esas sütunları, fitne binasının
temelidirler.”[1682]
Kur’an:
“Mallarınızın ve
çocuklarınızın, aslında bir sınama olduğunu ve
büyük ecrin Allah katında bulunduğunu bilin.”[1683]
“Doğrusu mallarınız ve
çocuklarınız bir imtihandır. Büyük ecir ise Allah
katındadır.” [1684]
“Rabbin denemek için bir insana iyilik edip, nimet
verdiği zaman, o: “Rabbim beni şerefli kıldı” der. Ama onu
sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre
verdiği zaman: “Rabbim bana hor baktı” der.” [1685]
15611. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fitneler üç şeydir:
Kadını sevmek ki bu şeytanın kılıcıdır,
şarap içmek ki bu da şeytanın tuzağıdır, dirhem
ve dinarı sevmek ki bu da şeytanın okudur. Her kim
kadınları severse, hayatından nasiplenemez. Her kim (alkollü)
içecekleri severse, cennet kendisine haram olur ve her kimde dirhem ve
dinarı severse, dünyanın kulu olur.”[1686]
15612. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz insanın malı
sınama sebebidir, kadın ve çocukları da imtihan
aracıdır.”[1687]
15613. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey kandırıcı ve
fitneye düşürücüdür: Güzel saç, güzel yüz ve güzel ses.”[1688]
15614. İmam Ali (a.s), İsa’nın
(a.s) sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ne
onu fitneye düşürecek bir hanımı, ne hüzünlendirecek bir
çocuğu, ne kendisini meşgul edeceği bir malı vardı.”[1689]
15615. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Yüzsuyumu
ihtiyaçsızlıkla koru ve beni fakirlikle başkalarının
yanında küçük düşürme. Bunları, senden rızık
dileyenlerden istememek, mahlukatının şerlerinden merhamet
dilemek, bana vereni övmeye müptela olmamak ve benden esirgeyeni yermekle
imtihan edilmemek için istiyorum.”[1690]
15616. İmam Ali (a.s), kendisiyle yaya
olarak gelen Harb adındaki birine şöyle buyurmuştur: “Geri
dön. Zira senin gibi birinin benim gibi birinin yanısıra yaya
yürümesi, vali için bir fitne, mümin için ise horluk sebebidir.”[1691]
15617. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz şeytan
yollarını sizler için kolaylaştırmış, dininizin
düğümlerini sizler için tek tek açmak ister ve birlik yerine sizleri
dağıtmak ve dağıtarak fitneye düşürmek ister.”[1692]
15618. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kimseler, insanların
kendilerini övmesi sebebiyle fitneye düşmüşlerdir.”[1693]
15619. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mal ve oğul sahibi olmayı,
Allah'ın gazab veya rızasına ölçü saymayın. Zira bu kudret
ve zenginliğin imtihan için verildiğini bilmemektir.”[1694]
15620. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her ümmetin bir imtihanı
vardır. Benim ümmetimin imtihan sebepleri ise maldır.”[1695]
15621. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ben, güzel sizler
hakkında, zorluk fitnesinden çok hoşluk fitnesinden korkuyorum.
Şüphesiz siz çok zor bir fitneye düştünüz ve sabrettiniz. Elbette
dünya, tatlı ve çekicidir.”[1696]
15622. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yaratıklarından en fazla buğzettiği/sevmediği iki
kişidir. Birincisi Allah’ın (günahları sebebiyle) kendi
başına bıraktığı kimsedir. Bu kimse doğru
yoldan sapmış; bidat sözler ve halkı saptırıcı
çağrılara yönelmiştir. O halde bu kimse, kendisi
vasıtasıyla fitneye düşenler için bir fitnedir.”[1697]
bak. el-Gina, 3109, 3111. Bölümler
15623. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her darlık ve genişlikte,
mutlaka Allah’ın bir ihsanı ve imtihanı vardır.”[1698]
15624. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her darlık ve genişlikte
mutlaka Allah’ın bir meşiyyeti, hükmü ve imtihanı vardır.”[1699]
15625. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın emrettiği ve
yasakladığı şeylerdeki her darlık ve genişlikte
mutlaka aziz ve celil olan Allah’ın bir imtihanı ve hükmü
vardır.”[1700]
15626. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın emrettiği veya
yasakladığı zorluk ve genişlik hususunda insan için mutlaka
Allah’ın bir imtihanı vardır.”[1701]
Allame Meclisi şöyle diyor:
“Rızıklardaki darlık ve genişlik rızkın
çoğalması ve azalmasıyladır. Nefislerde (ruhlarda) ve
canlarda ise bedenlerdeki sevinç ve hüzünledir. Bedenlerde ve hüzün,
sağlık ve hastalıkladır. Amellerdeki genişlik ve
darlık ise işleri yapmada başarılı olup
olmamakladır. Ahlakta ise güzel ahlakla süslenip süslenmemekledir. Duada
ise icabet edilip edilmemesiyledir. Hükümlerde ise bazı hükümlerin
yapılmasına izin verilip, bazılarının
yapılmasının nehyedilmesiyledir.”[1702]
Kur’an:
“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de,
şüphesiz, yemek yerler, sokaklarda gezerlerdi. Ey insanlar! Sabreder
misiniz diye sizi birbirinizle sınarız. Rabbin her şeyi görür.” [1703]
“Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri
kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O’dur. Doğrusu
Rabbinin cezalandırması süratlidir. Şüphesiz O
bağışlar, merhamet eder.” [1704]
15627. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fakir kimse zengin için imtihan
sebebidir. Zayıf kimse de güçlü kimse için imtihan sebebidir.”[1705]
Kur’an:
“Rabbimiz! Bizi, küfredenlerle deneme; bizi
bağışla, doğrusu sen, güçlü olan, hikmet sahibi
olansın.”[1706]
“Allah’a güvendik; Ey Rabbimiz! Zalim bir kavim ile bizi
sınama” dediler. [1707]
15628. İmam Bakır (a.s) ve İmam
Sadık (a.s), “Allah’ım!
Bizleri zalim bir kavim ile sınama”
ayeti hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Yani
zalimleri imtihan etmek için onları bize musallat kılma.”[1708]
15629. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ademoğullarının tüm müminleri
mutlaka fakir ve kafirleri ise zengin idi. Sonunda İbrahim (a.s) geldi ve
şöyle arzetti: “Ey Rabbimiz! Bizi kafir olan kimseler için fitne
(vesilesi) kılma.” Bunun üzerine Allah-u Teala müminler arasında
zengin ve fakir kıldı. Kafirler arasında da zengin ve kafir
kıldı.”[1709]
Tefsir:
Fitne, imtihan ve deneme vesilesidir.
Müminlerin kafirlerin imtihanı için bir vesile kılınması
ise, kafirlerin kendisine musallat kılınması
anlamındadır. Böylece Allah onları imtihandan geçirmektedir. İçlerinde
olan fesat ve bozukluğu bu vesileyle ortaya dökmektedirler. Onlar
müminlere, iman etmeleri sebebiyle her türlü işkence ve eziyeti
ediyorlardı.
[1710]
“Ey Rabbimiz! Bizleri zalimler
topluluğu için imtihan vesilesi kılma”
ayetine gelince…Güçlü zalimleri mazlum kimselere karşı
küstahlaştıran şey de onlarda gördükleri
zayıflıktı. Bu yüzden onların bu zayıf
noktasından istifade ederek onlara zulmediyorlardı.
Dolayısıyla zayıf, insan sahip olduğu zaafı
dolayısıyla zalim güçlüler için fitne vesilesi karar
kılınmıştır. Nitekim mal ve çocuklar da sahip
oldukları sevgi cazibesi sebebiyle, insan için imtihan ve fitne sebebi
karar kılınmışlardır…”[1711]
15630. İmam Ali (a.s), Nehrevan’da
okuduğu hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar, fitnenin gözünü kör ettim, dalgalar halinde yayılan
karanlığına, azgınlaşan kudurganlığına
(benden başka) kimse dalamazdı...
Adamın biri ayağa kalkarak şöyle
arz etti: “Ey Müminlerin Emiri! Bize fitneleri
anlat!” İmam şöyle buyurdu: “Fitne gelip çatınca
tanınmaz, (hakla karışır), sırtını dönünce
hakikat ortaya çıkar, gelince tanınmaz, gidince tanınır. Bu
fitneler, rüzgar gibi bir dönüp durmak-ta; bir şehire uğramakta, bir
diğerinden geçip gitmektedir. Bilin ki uğrayacağınız
fitneler içinde en çok korktuğum, Ümeyyeoğulları’nın fitnesidir.”[1712]
15631. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyaya bağlanmak, en büyük
fitnedir.”[1713]
bak. el-Bela, 413. Bölüm; el-Ummet,
1127-129. Bölümler
15632. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İhlas sahibi kimselere ne mutlu!
Onlar hidayet meşaleleridirler. Her türlü karanlık fitne onlardan
uzak kılınmıştır.”[1714]
15633. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki, kim Allah’tan
sakınırsa Allah, onun için
fitnelerden bir çıkış yolu ve karanlıklarda bir nur
verir.”[1715]
15634. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Fitne
dalgalarını kurtuluş gemileriyle yarın.”[1716]
15635. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok geçmeden fitneler ortaya
çıkacak ve bu sebeple insan gece imanla sabahlayacak, ama gündüzünü kafir olarak
geçirecektir. Elbette Allah-u Teala’nın kendisini ilimle ihya ettiği
kimse bunun dışındadır.”[1717]
15636. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ahir zamanda fitneleri kötü görmeyin.
Zira o fitneler münafıkları yok eder.”[1718]
15637. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fitneleri arzulayınız. Zira
fitneler zalimlerin yok olmasına ve yeryüzünün fasıklardan
temizlenmesine sebep olur.”[1719]
15638. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsana hatalarının çok
olması, amelinin azalması, hakikatinin az olması, gece leş
olması, gündüz boşta gezmesi, hiçbir şeye şevki
olmaması tembel ve rahatına düşkün olması fitne olarak
yeter.”[1720]
15639. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Benden sonra fitneler karanlık gece
parçaları gibi ümmetimi kuşatacaktır. Bu fitneler sebebiyle
insan, gece mümin olur ve gündüz kafir, (kimisi de) gündüz mümin olur ve gece
kafir. İnsanlar dinini az bir dünya metası karşısında
satarlar.”[1721]
15640. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fitnelerin sürmesi, en büyük
sıkıntı ve meşakkatlerdendir.”[1722]
15641. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Canıma andolsun ki fitne
ateşinde mümin yok olur ve Müslüman olmayan salim kalır.”[1723]
15642. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim fitne ateşini yakarsa,
kendisi de yakıtı olur.”[1724]
15643. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Size yönelen fitne ateşine
dalmayın, yollarından uzaklaşın, ona varacak yola girmekten
sakının.”[1725]
15644. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zalim ve acımasız yönetici,
sürekli olan fitneden daha iyidir.”[1726]
15645. İmam Ali (a.s), Haris Hemdani’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Çarşılarda
oturmaktan sakın, oralar şeytanın hazır olduğu,
fitnelerin ortaya çıktığı yerlerdir.”[1727]
15646. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fitneye karşı iki
yaşındaki deve gibi ol; onun ne binilecek sırtı, ne de
sağılacak memesi vardır.”[1728]
405. Konu
el-Futuvvet
Mertlik
F
el-Bihar, 76/311, 59. bölüm; Me’n’el-Futuvvet
ve’l-Mürüvvet
bak.
F
486. konu, el-Mürüvvet; eş-Şibab,
1948. bölüm
Kur’an:
“Onlar Rablerine iman etmiş bir kaç gençti.
Onların hidâyetlerini artırmıştık.”[1729]
15647. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan mertlikten daha güzel bir
süsle süslenmemiştir.”[1730]
15648. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın
aşağılıktan uzak olması mertliktir.”[1731]
15649. İmam Sadık (a.s), yanında
mertlik sahibi birinden söz edilince şöyle buyurmuştur: “Mertlik
nedir? Belki de mertliğin kötülük ve günahla olduğunu
sanıyorsunuz. Hayır, mertlik, sofra kurmak, ihsanda bulunmak,
güleryüzlülük, iffet, nefis izzeti ve eziyet etmemekledir ve (sizin
sandığınız) mertlik ise rezalet ve fısktır.”[1732]
15650. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mertlik ve yiğitlik
bağışlamak ve insanlara eziyet etmemektir.”[1733]
15651. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mertlik düzeni kardeşlerin
sürçmelerine tahammül etmek ve komşulara yardımcı
olmaktır.”[1734]
406. Konu
el-Fetva
Fetva
F
el-Bihar, 2/111, 6. bölüm, en-Nehy an Kavl-u Bi
Gayri İlm’ul İfta’ bi’r-Re’y ve Beyan-u Şeraitihi
F
el-Bihar, 2/172, 23. bölüm, Ennehum indehum
Mevadd’ul İlm ve Usulihi ve la Yekulune Şey’en bir’re’y ve la
kıyas
F
el-Bihar, 2/283, 34. bölüm, Bide’ ve’r-Re’y
ve’-Mekais
bak.
F
256. konu, eş-Şubhe; 176. konu,
er-Re’y (2); 444. konu, el-Keza (2)
Kur’an:
“Eğer o (Muhammed), bize karşı, ona
bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle
yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.” [1735]
“Onu dilinize dolamış tınız.
Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu
önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü.”[1736]
“Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini
yalanlayandan daha zalim kimdir?”[1737]
“Allah'a karşı yalan uyduranların,
kıyamet günü, yüzlerinin simsiyah olduğunu görürsün.”[1738]
15652. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ı yalanlamaktan
sakının.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü!
Allah’ı yalanlamak nasıldır?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Sizden birinin, “Allah şöyle buyurmuştur” dediği halde, Allah’ın,
“O yalan söylüyor, ben demedim” veya, “Allah buyurmamıştır”
dediği halde aziz ve celil olan Allah’ın, “yalan söylüyor, ben
söyledim” demesidir.”[1739]
bak. Vesail’uş, Şia, 18/89,
10. Bölüm ve s. 98, 11. Bölüm; el-Bihar, 2/111, 112
15653. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bilmeden insanlara fetva
verirse, dinden bozduğu şeyler, düzelttiği şeyden daha
çoktur.”[1740]
15654. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Nasih ve mensuh ile muhkem ve
müteşabihi ayırt edemeyen kimse, buna rağmen insanlara fetva
verirse, hem kendisi helak olur, hem de insanları helak eder.”[1741]
15655. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bilmeden fetva verirse, yer ve
gökteki melekler ona lanet ederler.”[1742]
15656. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kime fetvaya itimat edilmeksizin
fetva verilmişse, şüphesiz günahı fetva veren kimsenin
boynunadır.”[1743]
15657. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ilim ve Allah tarafından
bir hidayet olmaksızın insanlar için fetva verirse, rahmet melekleri
ve azap melekleri ona lanet eder ve fetvasıyla amel eden kimsenin
günahı onun boynuna olur.”[1744]
bak. 3167. Bölüm
15658. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendi görüşü üzere
insanlara fetva verirse, bilmediği şeye uymuş sayılır.
Her kim de bilmediği şeye uyarsa, Allah ile düşmanlığa
kalkışmıştır. Zira bilmeden bir şeyi helal veya
haram kılar.”[1745]
15659. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar için kendi görüşünce
fetva vermekten veya bilmediğin bir şeye uymaktan sakın.”[1746]
15660. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ama eğer kendi görüşlerimiz
esasınca insanlara fetva vermiş olsaydık, şüphesiz helak
olanlardan olurduk. Lakin biz Allah Resulü’nün sözü ve sünneti üzere sahip
olduğumuz ve babalarımızdan miras olarak aldığımız
ilmi temeller üzere insanlara fetva vermekteyiz.”[1747]
15661. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki biz heva ve
heves üzere veya kendi görüşümüz üzere bir şey demeyiz ve biz
rabbimizin dediğinden başka bir şey demeyiz.”[1748]
15662. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizlerin fetva vermek hususunda en
cesurunuz, ateş karşısında en cesur
olanınızdır.”[1749]
15663. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Arslandan kaçtığın gibi,
fetva vermekten kaç ve boynunu insanlar için köprü kılma.”[1750]
bak. el-İlm, 2875. Bölüm
15664. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki şey helak edicidir.
Birincisi kendi görüşün üzere fetva vermen, diğeri ise bilmeden bir
şeye uymandır.”[1751]
15665. İmam Sadık (a.s)
Rabia’t-ur-Rey’in yanına oturmuştu. Bir bedevi gelerek,
Rabiat’ur-Re’y’e bir soru sordu. Rabia ona cevap verdi. Sözü bitince bedevi
şöyle dedi: “Bunu boynuna alıyor musun?” Rabia sustu ve cevap
vermedi” O bedevi yeniden mesleyi sordu. Rabia ona aynı cevabı verdi.
Bedevi yine, “bunu boynuna alıyor musun?” diye sordu. Rabia sustu.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Onun
boynunadır” Daha sonra şöyle buyurdu: “Zaten şöyle
denilmemiş midir: “Her fetva veren kimse verdiği fetvaya kefildir.”[1752]
15666. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ilim ve hidayet
olmaksızın insanlara fetva verirse, rahmet melekleri ve azap
melekleri ona lanet eder ve onunla amel eden kimsenin günahı da kendisine
katılır (yazılır).”[1753]
15667. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim cehalet üzere kendisine verilen
fetvayla amel ederse, günahı o fetvayı veren kimsenin
boynunadır.”[1754]
bak. 3164. Bölüm
15668. İmam Sadık (a.s), Me’az b.
Müslim Nehvi’ye şöyle buyurmuştur: “Duyduğum
kadarıyla camiye oturuyor ve insanlara fetva veriyorsun.” Ben (Meaz b.
Müslim Nehvi) şöyle arzettim: “Evet ve şimdi de gitmeden önce bu
konuda sana sormak istiyorum. Ben camide oturuyorum. Birisi geliyor ve benden
bir soru soruyor. Ben eğer sizin muhaliflerinizden biri olduğunu
bilirsem, kendi mezhepleri üzere onlara cevap veriyorum. Başka bir
şahıs geliyor, ben onun size olan sevgi ve muhabbetini biliyorum.
Burada da sizlerden nakledilen şeyler esasınca cevabını
veriyorum. Bir şahıs da geliyor ve onu tanımıyorum ve kim
olduğunu bilmiyorum. Bu esnada şöyle diyorum: “Falan kimse şöyle
demiş, falan kimse de şöyle demiştir” Onlar arasında sizin
görüşünüze de yer veriyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Bu işi
yap, zira ben de böyle yapıyorum.”[1755]
15669. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Çok yakında aranızda ilmi talep eden
kimseler ortaya çıkacaktır. Onları gördüğünüz zaman
şöyle deyiniz: “Peygamber’in (s.a.a) vasiyetine merhaba! Ve onlara fetva
veriniz.”[1756]
15670. İmam Bakır (a.s), Eban b.
Tağlib’e şöyle buyurmuştur: “Medine
camisine otur ve insanlar için fetva ver. Zira ben Şiilerim arasında
senin gibi kimselerin görülmesini severim.”[1757]
15671. İmam Ali (a.s), Kusem b. Abbas’a
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Sabah
ve ikindi vakitleri onlarla otur. Sana bir hüküm ve mesele soran kimseye fetva
ver, cahillere ilim öğret,
alimleriyle ilmi sohbetlerde bulun.”[1758]
bak. Vesail’uş Şia, 18/129,
13. Bölüm ve s. 152, 14. Bölüm
15672. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müftüler (aksine) fetva verseler dahi
sen kendinden (vicdanından) fetva iste.”[1759]
15673. İmam Sadık (a.s), “Özürlerini
sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şâhididir.”
ayetini okudu ve ardından Ömer b. Yezid’e şöyle buyurdu: “Ey
Eba Hafs! İnsana Allah-u Teala’nın bildiği şeyin aksine,
aziz ve celil olan Allah’a yakınlaşmaya
çalışmasının ne faydası vardır.”[1760]
15674. İmam Sadık (a.s), kendisine,
insanın oruç tutmamasına ve ayakta namaz kılmasına engel
olan hastalığın haddi sorulunca şöyle buyurmuştur: “İnsan
kendi nefsini daha iyi görür ve kendi gücünü daha iyi bilir.”[1761]
407. Konu
el-Fuhş
Sövmek
F
Kenz’ul Ummal, 3/597, 603, 872, el-Fuş
ve’s-Sib ve’l-Le’n
F
el-Bihar, 79/103, 83. bölüm, el-Kazef ve’l-Beza’
ve’l-Fuhuş
F
el-Kafi, 2/323, Bab’ul Beza’
bak.
F
215. konu, es-Sibb
Kur’an:
“Bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla
damgalanmış kimseye…”[1762]
15675. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah söven ve kötü laf
söyleyen (veya kötü söze kulak veren) kimseden nefret eder.”[1763]
15676. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kötü söz söylemekten sakının.
Zira aziz ve celil olan Allah söven kötü ağızlı kimseyi sevmez.”[1764]
15677. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, söven kötü ağızlı
kimseyi sevmez.”[1765]
15678. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere söylenmesini istediğiniz
şeylerin en güzelini insanlara söyleyiniz. Zira Allah lanet eden, dil
uzatan, müminleri kınayan, söven, kötü laf eden ve ısrarla dilenen
kimselerden nefret eder.”[1766]
15679. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kötü laf söyleyen kimsenin cennete
girmesi haramdır.”[1767]
15680. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz sövgü, her ne de olduysa,
ancak o şeyi kötülemiştir. Haya ve utanma da her ne de olmuşsa,
ancak onu süslemiştir.”[1768]
15681. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah cenneti, ne dediğinden ve ne
işittiğinden korkusu olmayan, hayasız, kötü dilli söven kimseye
cenneti haram kılmıştır. Zira araştıracak olursan
onun ya zina zade olduğunu veya şeytanın nütfesinde ortak
bulunduğunu görürsün.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın
Resulü! Acaba şeytan da insanlara ortak olur mu?” Peygamber şöyle
buyurdu: “Evet aziz ve celil olan Allah’ın şu sözünü okumadın
mı: “Onların mal ve çocuklarına ortak ol.”[1769]
15682. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Allah hayalı ve iffetli kimseleri sever,
kötü dilli ve inatçı dilenciden ise nefret eder.”[1770]
15683. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere benzeme açısından
bana en uzak olanınızı haber vermeyeyim mi?” Onlar, “haber ver
ey Allah’ın Resulü!” deyince Peygamber şöyle buyurdu: “Söven, kötü
laf eden ve kötü dilli olan kimsedir…”[1771]
15684. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sövmek ve kötü laf etmek,
İslam’dan uzaktır.”[1772]
15685. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Beyinsizlerin en sefihi kötü sözle
övünen kimsedir.”[1773]
15686. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söven kimse kendisine haset eden
kimselere şifadır.”[1774]
15687. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan asla sövmez.”[1775]
15688. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sövmek, kötü dilli olmak ve
saldırgan olmak nifaktandır.”[1776]
15689. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaba olmak, çirkinliklerden biridir.”[1777]
15690. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer sövme bir yaratık
olsaydı, şüphesiz Allah’ın yaratıklarının en
kötüsü olurdu.”[1778]
15691. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer sövmek tecessüm etseydi,
şüphesiz kötü bir şekilde olurdu.”[1779]
15692. Resulullah (s.a.a) Allah-u
Teala’nın, “bütün bunlar
dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye…”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
kötü sözlü ve aşağılık kimse.”[1780]
15693. Resulullah (s.a.a) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Ayette geçen “el-Utul”, yani karnı
geniş, kaba, çok yiyen, çok içen, mal ve servete ihtiraslı ve cimri
kimse demektir.”[1781]
15694. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötü dilli olmak edepsizliktendir.
Edepsizlik ise ateştedir.”[1782]
15695. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanların silahı, çirkin söz söylemektir.”[1783]
15696. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin kardeşine, “of” derse, bizim
dostluk ve velayetimizden dışarı çıkar” ve, “Sen benim
düşmanımsın” derse, o ikisinden biri kafir olur. Allah
başka bir mümine karşı kötü niyet taşıyan kimsenin
amelini kabul etmez.”[1784]
15697. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin dilinden insanlar korkarsa o ateştedir.”[1785]
15698. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiç şüphesiz şeytanın
ortağı olduğunun nişanelerinden biri de insanın kötü
laf etmesi ve ne demesinden ne işitmesinden çekinmemesidir.”[1786]
15699. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah’ın en kötü
kullarından biri de kötü dilli ve sövgüsü sebebiyle kendisiyle
oturulmasından hoşlanılmayan kimsedir.”[1787]
15700. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz insanların en kötüsü,
söveceği korkusuyla insanların kendisini terk ettiği kimsedir.”[1788]
15701. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ayıplarsa,
ayıplanır. Her kim söverse, kendisine cevap verilir.”[1789]
15702. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların sahip
olduğu ayıpları dile getirirse, insanlar da ona sahip
olmadığı ayıpları isnat ederler.”[1790]
15703. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlar hakkında
onların hoşlanmadığı bir şeyi söylerse, insanlar
da onun hakkında bilmedikleri (gerçek olmayan) sözleri söylerler.”[1791]
15704. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Birisi sana bildiği bir şeyi
isnat ederse, sen onun hakkında bildiğin bir şeyi kendisine
isnat etme ki bu işin sevabı sana, günahı ise ona olsun.”[1792]
408. Konu
el-Fehr
Üstünlük Taslamak
F
el-Bihar, 73/281, 133. bölüm, el-Asebiyyet
ve’l-Fehr ve’t-Tekasür
F
Kenz’ul Ummal, 1/257, fi Fehr-i bi’l-aba’
F
Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i
Ebi’l-Hadid, 19/352, Nebbeze min ma kile fi’t-Teyih ve’l-Fehr
Kur’an:
“Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme,
aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir.” [1793]
“Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi
şüphesiz ki sevmez.”[1794]
15705. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki şey insanları helak
etmiştir: Fakirlik korkusu ve üstünlük talep etmek.”[1795]
15706. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üstünlük taslamak
değersizliktendir. (kapasitesizliktendir.)”[1796]
15707. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Riyasetin afeti övünmektir.”[1797]
15708. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üstünlük taslamaktan daha büyük bir
ahmaklık yoktur.”[1798]
15709. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz şeytanın bir
sürmesi, bir yaladığı şey ve bir de enfiyesi (burun otu)
vardır. Şeytanın sürmesi pineklik, yalaması yalan ve
enfiyesi ise üstünlük taslamaktır.”[1799]
15710. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üstünlük taslamayı bir kenara
bırak, tekebbürü terk et ve kabrini hatırla.”[1800]
15711. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Size ne dünyadan! Dünyanın
metası bir gün kesilir ve övünç kaynağı vebal ile
sonuçlanır.”[1801]
15712. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s),
Mekarim’ul Ahlak duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım
bana yüce hasletleri bağışla ve beni üstünlük taslamaktan koru.”[1802]
15713. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim üstünlük taslamak için
çalışırsa, Allah kıyamet günü onu kara olarak
haşreder.”[1803]
15714. İmam Ali (a.s), müminin
sdıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “İyiliklere
kulak verir ki onunla amel etsin ve iyiliklerinden söz etmez ki
başkalarına üstünlük taslamasın.”[1804]
15715. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah bana mütevazi
olmanızı, hiç kimsenin bir diğerine üstünlük
taslamamasını ve hiç kimsenin diğerine zorbalıkta
bulunmamasını vahyetmiştir.”[1805]
15716. İmam Ali (a.s), şeytanın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Şeytan
kendi yaratılışı sebebiyle Adem’e üstünlük tasladı ve
kendi aslı sebebiyle ona karşı bağnazlık
gösterdi…Allah’a yemin olsun ki o sizin aslınıza ve kökünüze
karşı üstünlük tasladı ve sizin soyunuzu kötüledi… Tekebbürden,
cahiliye üstünlüğünden Allah’a sığınınız, Allah’a
sığınınız.”[1806]
15717. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Emir sahiplerinin insanların
salihlerince en aşağı sayılan durumları, kendilerini
övülme sevgisine kaptırmaları, işlerini kibirlenerek yapmalarıdır.”[1807]
15718. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: ““Ey insanlar! Fitne
dalgalarını kurtuluş gemisiyle aşın, nefret yolundan
ayrılıp üstünlük taslama tacını başınızdan
atın.”[1808]
15719. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ademoğluna övünmek
yakışır mı hiç? Başı nütfe, sonu ise leştir;
ne kendini rızıklandırabilir, ne de ölümü kendinden
uzaklaştırabilir.”[1809]
15720. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üstünlük taslayan kibirli kimseye
şaşmak gerekir! O nutfeden yaratılmıştır, sonunda
leşe dönüşecektir ve bu arada da kendisine ne
olacağını bilmemektedir.”[1810]
15721. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dün bir nutfe olan ve yarın da bir
leşe dönüşecek olan üstünlük taslayan mütekebbire
şaşarım.”[1811]
Kur’an:
“Çoklukla övünme kuruntusu sizi o kadar
meşgul etti ki, me-zarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar
oldunuz.”[1812]
15722. Resulullah (s.a.a), Mekke’nin
fethedildiği gün şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala İslam vesilesiyle cahiliye övüncünü, babalarla ve cahili
hanedanlarla övünmeyi sizlerden gidermiştir. Ey insanlar! Siz
Adem’densiniz, Adem ise topraktan yaratılmıştır. O halde
biliniz ki bugün Allah katında en iyiniz ve en değerliniz en
takvalı olanınızdır ve sizden Allah’a en çok itaat
edeninizdir. Biliniz ki Araplık, sizleri dünyaya getiren babayla
değildir. Belki Araplık kendisiyle konuşulan bir dildir. O halde
her kim amel hususunda kusur gösterirse, ailesinin şerafeti onu
Allah’ın hoşnutluğuna eriştiremez.”[1813]
15723. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekte cehennemin yakıtı
olan ölü babalarıyla övünen kimseler bu işten el çeksinler. Aksi
taktirde aziz ve celil olan Allah nezdinde burnuyla dışkıyı
yuvarlayan bok böceğinden daha aşağılık halde olurlar.
Allah kibirleri ve cahiliye hanedanıyla üstünlük taslamaları sizden
kaldırmıştır. İslam’da (insan) ya takvalı
mümindir, ya da mutsuz günahkardır. İnsanlar Adem’in
çocuklarıdır ve Adem topraktan yaratılmıştır.”[1814]
15724. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Soy büyüklüğünün afeti üstünlük
taslamaktır.”[1815]
15725. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Soyun afeti böbürlenmek ve kendini
beğenmektir.”[1816]
15726. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisiyle övünen kimse, babasıyla
övünen kimseden daha üstündür.”[1817]
15727. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir şahıs Allah Resulü’nün
(s.a.a) yanına geldi ve şöyle arzetti: “Ey Allah Resulü! Ben falan
oğlu falan kimseyim” ve böylece, dokuz kuşak soyunu saydı. Allah
Resulü ona şöyle buyurdu: “Sen cehennemde olan onların onuncususun.”[1818]
15728. İmam Ali (a.s), “Çoklukla
övünmek sizi o derece oyaladı ki, kabirleri dahi ziyaret ederek
oradakileri de sayacak gibi oldunuz”
ayetini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: “Atalarının
mezarlarıyla mı, yoksa ölülerini de kendilerine katarak
çokluklarıyla mı övünüyorlar?! Onlar adeta ruhsuz cesetlerin
dönmesini ve durmuş cisimlerin harekete geçmesini istiyorlar. Onlarla
öğüneceklerine onlardan ibret almaları daha güzel olmaz
mıydı?”[1819]
bak. Et-Takva, 4163. Bölüm
15729. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) kendisinin bir
faziletini anınca şöyle buyururdu: “(maksadım) övünmek ve
gösteriş yapmak değildir.”[1820]
15730. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Maksadım övünmek değildir.
Ama göğe götürüldüğüm gece, Cebrail, ezan okudu, kamet getirdi, her
bir cümlesini iki defa tekrarladı, sonra bana şöyle buyurdu: “Öne geç
ey Muhammed!” Ben öne geçtim, onlar için namaz kıldırdım.”[1821]
15731. Bezenti şöyle diyor: “Ebu’l-Hasan’ın
(a.s) huzuruna vardım. O benimle sohbet etmeye başladı. Ben ona
soruyor, o da bana cevap veriyordu. Sonunda gecenin büyük bir vakti geçti.
Gitmek istediğim zaman bana şöyle buyurdu: “Ey Ahmet! Gidiyor musun
yoksa akşam burada mı kalacaksın?” Ben şöyle arzettim:
“Fedan olayım, siz ne buyurursanız! Eğer gitmeme izin verirseniz
gideyim, eğer kalmamı emrederseniz kalayım.” İmam
şöyle buyurdu: “O halde kal. Şimdi bekçiler
dışarıdadır ve insanlar uyuyorlar.” Bezenti şöyle
diyor: “İmam kalkıp gitti, ben de onun içeri girdiğini sanarak,
Allah nezdinde secdeye kapandım ve şöyle dedim: “Allah’a hamdolsun ki
Allah’ın hücceti ve Peygamberlerin ilminin varisleri kardeşlerim
arasında benimle kaynaştı, bana muhabbet izharında
bulundu.” Ben secde ve Allah’a şükretme halindeyken, aniden
İmam’ın ayağıyla göğsüme vurduğunu gördüm. Ben
kalktım, İmam elimden tuttu, sıktı ve bana şöyle
buyurdu: “Ey Ahmet! Müminlerin Emiri hasta olan, Sa’saa b. Suhan’ı ziyaret
etti. Kalkıp gitmek isteyince de şöyle buyurdu: “Ey Sa’saa!
Sakın benim seni ziyaret etmem sebebiyle kardeşlerine üstünlük
taslama ve Allah’tan kork.” Ebu’l-Hasan (a.s) bu cümleyi buyurdu ve
yanımdan uzaklaştı.”[1822]
15732. İmam Ali (a.s), Sa’saa’yı
ziyaret edince şöyle buyurmuştur: “Ey
Sa’saa! Sakın benim seni ziyaret etmemi, insanlara karşı övünme
sebebi kılma.” Sa’saa şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki hayır ey
Müminlerin Emiri! Bunu şükredilmesi gereken bir nimet olarak
değerlendiriyorum.” İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Sa’saa!
Bildiğim kadarıyla sen, yükü az ve başkalarına yardım
eden bir kimsesin. Savsa şöyle arzetti: “Allah’a yemin olsun ki sen de bildiğim
kadarıyla Allah’ın kitabını bilen kimsesin. Allah senin
kalbinde ve göğsünde yücedir ve azametlidir. Sen müminlere karşı
yumuşak ve şefkatlisin.”[1823]
15733. İmam Ali (a.s), bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım!
Senin kulun olmam bana izzet olarak yeter ve senin bana Rab olman, bana övünç
olarak yeter.”[1824]
15734. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Övünmek yüce himmetler, ahde vefa ve
yücelikte mübalağa etmede olmalıdır; çürümüş kemikler ve
kınanmış ahlakta değil.”[1825]
15735. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey, müminin övüncü, dünya ve
ahirette onun süsüdür: “Gece sonunda kıldığı namaz,
insanların sahip olduğu şeyden ümidini kesmek ve Al-i
Muhammed’in (s.a.a) soyundan bir İmam’ın velayet ve dostluğu.”[1826]
15736. İmam Ali (a.s), huzurunda birbirine
karşı övünen iki kişiye şöyle buyurmuştur: “Sizler
çürümüş bedenler ve ateşte olan ruhlar sebebiyle mi birbirinize
üstünlük taslıyorsunuz? Eğer aklın olsaydı, şüphesiz
güzel bir ahlaka sahip olurdun. Eğer takvan olsaydı, keramet ve
yüceliğin olurdu. Aksi taktirde merkep senden daha iyidir ve sen hiç
kimseden daha iyi değilsin.”[1827]
Bir rivayette ise şöyle yer
almıştır: “Eğer onun
aklı yoksa, şüphesiz senin bir halefin vardır. Eğer onun
takvası yoksa senin yüceliğin vardır. Aksi taktirde merkep siz
ikinizden daha iyidir ve sen hiç kimseden daha hayırlı
değilsin.”[1828]
15737. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fakirlik benim övünç
kaynağımdır.”[1829]
bak. el-Fakr, 3222. Bölüm
Amel İnsandan Ayrılmayan Bir Arkadaştır
Her kim Bir İş Yaparsa Onu Bir Yıla Kadar Devam Ettirsin
Hayırlı İşi Sürekli Yapmanın Sonuçları
Sürekli Yaptığın Hayırlı Az Şey Kendisinden Bıktığın Çok Şeyden Daha Hayırlıdır
Amelinin Kendisine Fayda Vermediği Kimse
Kıyamette Amele Duyulan Şiddetli İhtiyaç
İnsanın Temiz Oluşunun Yakınlarını Korumadaki Rolü
Amellerin Allah Resulüne Sunulması
Ahireti İspat İçin İkinci Delil
Ahireti İspat İçin Üçüncü Delil
Ahireti İspat İçin Dördüncü Delil
Ahireti İspat İçin Beşinci Delil
Sadece Allah Kıyametin Ne Zaman Kopacağından Haberdardır
Kıyamet Gününde Takva Sahiplerinin Durumu
Kıyamet Günü Günahkarların Durumu
Kitabı Sağ Taraftan Verilenler
Amel Defteri Solundan Verilenler
İnsana Sahip Olması Güzel Olan Sıfatlar
Adetleri Değiştirmenin Zorluğu
Nefsin Adet Edinmediği Bir Şeye Adet Edinmesi
Müminlerin Emiri’nin (a.s) Fıtır Bayramında Okuduğu Hutbe
İnsanların Ayıbı Yerine Kendi Ayıplarını Araştıran Kimseyi Övmek
İnsanların Ayıplarıyla Uğraşmayı ve Kendi Nefsine Gevşek Davranmayı Kınamak
Ayıpları Sebebiyle Kendisini Kınayan Kimse
Ayıpları Hediye Etmek (görmezlikten gelmek)
İnsanların Ayıplarını Unutmamaktan Sakındırmak
Başkalarının Yere Düşmesine Sevinmekten Sakındırmak
İnsan Bir Şeyi Bilmezse Onu Kınar
İnsanlardan En Güzel Hayata Sahip Olan Kimse
Gıpta Edilen İyi Halli Kimseler
İnsanlardan En Çok Gıpta Edilen İyi Halli Kimse
Ahdinde Durmayanlara Vefalı Olmayı Kınamak
Ahdini Bozan Kimselerin Haşrolma Şekli
İnsanın Aldanmasına Engel Olan Şey
Uhud ve Hemra’ul Esed Savaşları
Zat’ur-Rika ve Uzfan Gazveleri
Ahzab Ve Ben-i Kureyza Savaşları
Hudeybiye Gazvesi ve Rıdvan Biatı
Huneyn, Taif ve Evtaf Gazveleri
Müslümanları Aldatan Kimse (1)
Müslümanları Aldatan Kimse (2)
Gazap Bütün Kötülüklerin Anahtarıdır
Gazaplanmak Şeytandan Bir Kordur
Öfkesini Allah’a İsyan İle Dindiren Kimse
Kendisine Kötü Davranılmasından Dolayı Gazaplanmayan Kimse
Seher Vaktinde Mağfiret Dileyenleri Övmek
İstiğfarın Günahları Ortadan Kaldırmadaki Rolü
Mağfiret Dilemek ve Rızkın Artışı
Allah’ın Dergahına Yakınlaştırılmışların Mağfiret Dilemesi
Günah İşlemeye devam Ettiği Halde Mağfiret Dilemekten Sakınmak
Kendisine İstiğfarın Fayda Vermediği Kimse
Gaflet Uykusundan Uyanmaya Teşvik
Kendisinden Gaflet Edilmeyen Gafil
Kalbin Hakkında Hıyanet Etmemesi Gereken Şey
Ganimet Sayılması Gereken Şeyler
Fakirlik ve Zenginlikle Denenmek
Ka’be’nin Rabbine Andolsun ki Hüsrana Erenler Onlardır
Zenginlerden Kat Kat Ecri Olan Kimse
Zenginlerin Fakirlerin Açlığındaki Sorumluluğu
“Çok Yakında Gelecektir” İfadesiyle Gelecek Olayları Haber Veren Rivayetler
Gelecek Tabiriyle İleride Olacak Olayları Haber Veren Gaybi Haberler
Peygamber Allah’ın Öğretmesiyle Gaypten Haber Vermektedir
Hakkında Gıybet Edilmesi Haram Olan Kimse
Şehid-i Sani’nin Gıybeti Caiz Kılan Sebepler Hakkındaki Sözü
Gayreti/Namusuna Düşkünlüğü Övmek
Gayret Allah’ın Sıfatlarındandır
Yersiz Yere Gayretli Olmayı Kınamak
Fitnelerden Allah’a Sığınma Adabı
Her Darlık ve Genişlikte Bir İmtihan Vardır
İnsanların Birbiri Vesilesiyle İmtihan Edilişi
Bazı Fitnelerde Allah’tan Yardım Dilemek
Fitnelerden Sağ Salim Kurtulanlar
Arzu Edilmesi Gereken Fitneler
Bilmeden Fetva Vermekten Sakındırmak
Bilmeden İnsanlara Fetva Veren Kimse
Kendi Görüşü Üzere Fetva Veren Kimse
Kendi Görüşü Esasınca Fetva Vermekten Sakındırmak
Alim Kimseye Fetva Vermenin Cevazı
Üstünlük Taslamadan Alı Koyan Sebepler
[1] Nahl suresi, 97. ayet
[2] Kasas suresi, 67. ayet
[3] Taha suresi, 75. ayet
[4] Nehc’ül-Belağa, 176. hutbe
[5] Gurer’ul Hikem, 3828
[6] a. g. e. 7990-7991
[7] a. g. e. 1924
[8] a. g. e. 2060
[9] a. g. e. 4295
[10] Nehc'ül-Belağa, 23. hikmet, 389.
hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/134
[11] Gurer’ul Hikem, 408
[12] a. g. e. 975
[13] a. g. e. 482
[14] a. g. e. 1224
[15] a. g. e. 4296
[16] Derret’ul Bahire, 41
[17] el-Bihar, 78/208/72
[18] Tenbih’ul Havatir, 1/64
[19] a. g. e. 2/183
[20] el-Kafi, 8/68/24
[21] Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet
[22] a. g. e. 230. hutbe
[23] a. g. e. 237. hutbe
[24] a. g. e. 53. mektup
[25] a. g. e. 230. hutbe
[26] a. g. e. 94. hutbe
[27] Nisa suresi, 123 ve 124. ayetler
[28] Kenz’ul Ummal, 43676
[29] a. g. e. 43677
[30] Gurer’ul Hikem, 4649
[31] a. g. e. 4650
[32] Nur suresi, 21
[33] Duhan, 38, 39. ayetler
[34] Ra’d suresi, 17. ayet
[35] Tefsir-i el-Mizan, 6/374-376
[36] Kenz’ul Ummal, 42759
[37] a. g. e. 42761
[38] el-Bihar, 71/185/46
[39] Kenz’ul Ummal, 43655
[40] Tenbih’ul Havatir, 2/110
[41] Gurer’ul Hikem, 999
[42] a. g. e. 2157
[43] Nehc'ül-Belağa, 154. hutbe
[44] Müstedrek’ül-Vesail, 1/130/177
[45] el-Kafi, 8/8/1
[46] el-Bihar, 71/214/10
[47] a. g. e. s. 219/25
[48] el-Kafi, 2/82/3
[49] a. g. e. h. 4
[50] Müstedrek’ül-Vesail, 1/129/175
[51] Tuhef’ul Ukul, 88
[52] el-Kafi, 2/83/5
[53] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/128/1, 2
[54] a. g. e. s. 130/6
[55] el-Kafi, 2/83/6
[56] Müstedrek’ül-Vesail, 1/130/178
[57] el-Kafi, 2/82/1
[58] Tuhef’ul Ukul, 17
[59] Kenz’ul Ummal, 5312
[60] Nehc'ül-Belağa, 278. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/169
[61] Kenz’ul Ummal, 5309
[62] Gurer’ul Hikem, 3557
[63] a. g. e. 5459
[64] el-Bihar, 70/191
[65] a. g. e. 78/69/20
[66] Gurer’ul Hikem, 2958
[67] a. g. e. 3322
[68] Tenbih’ul Havatir, 1/63
[69] el-Mehasin, 1/455/1050
[70] Tenbih’ul Havatir, 1/82
[71] el-Bihar, 74/313/69
[72] Tuhef’ul Ukul, 279
[73] Gurer’ul Hikem, 3372
[74] Kenz’ul Ummal, 43639
[75] a. g. e. 43645
[76] a. g. e. 43653
[77] el-Kafi, 2/158/4
[78] el-Bihar, 93/150/3
[79] a. g. e. 70/250/26
[80] el-Kafi, 2/33/1
[81] el-Bihar, 3/8/18
[82] el-Kafi, 2/188/2
[83] a. g. e. s. 191/11
[84] İrşad’ul Kulup, 199
[85] Mekarim’ul Ahlak, 2/375/2661
[86] Tuhef’ul Ukul, 387
[87] Gurer’ul Hikem, 3787
[88] el-Mehasin, 1/224/399
[89] el-Hisal, 125/121
[90] Tuhef’ul Ukul, 7
[91] Tenbih’ul Havatir, 1/90
[92] el-Kafi, 2/116/1
[93] Kenz’ul Ummal, 43824, 43937
[94] el-Bihar, 77/85
[95] el-Kafi, 8/107/81
[96] Zira mümin kafirin
düşmanıdır, müminin düşmanı değil. O halde
eğer muhatap mümin ise söyleyen kimse kafirdir. Eğer kafir olursa,
söyleyen kimse mümindir. “Sen benim düşmanımsın” denildiği
taktirde bu söz ya doğrudur, ya da yalandır. Her haliyle de iki
taraftan birinin küfrü gerekir.
[97] el-Kafi, 8/368/556
[98] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[99] el-Kafi, 2/288/3
[100] a. g. e. s. 361/8
[101] a. g. e. s. 400/7
[102] Gurer’ul Hikem, 10914
[103] el-Kafi, 3/266/11
[104] Tenbih’ul Havatir, 2/86
[105] el-Garat, 1/90, 91 İbn-i Ebi’l
Hadid Nehc’ul Belaga şerhinde Muhammed b. Fuzeyl b. Gazvan’dan şöyle
dediğini nakletmiştir: “Ali’ye (a.s) şöyle soruldu: “Ne kadar
sadaka verdin? Malından ne kadar harcadın? Malını elinde
tutmaz mısın? (el-Garat’ın haşiyesinde yer alan hadis)
[106] Nehc'ül-Belağa, 154. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/178
[107] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/41
[108] Nehc'ül-Belağa, 69. mektup
[109] a. g. e.
[110] el-Bihar, 71/369/19
[111] Gurer’ul Hikem, 2727
[112] Mekarim’ul Ahlak, 2/361/2660
[113] Gurer’ul Hikem, 2352
[114] el-Bihar, 78/127/10
[115] el-Kafi, 8/46/8
[116] Nehc'ül-Belağa, 28. hutbe
[117] Kenz’ul Ummal, 5314
[118] et-Temhis, 57/115
[119] Nehc’ül-Belağa, 193. hutbe
[120] el-Bihar, 77/82
[121] Kenz’ul Ummal, 43120
[122] Kehf suresi, 82. ayet
[123] Tefsir-i Ayyaşi, 2/337/63
[124] Kenz’ul Ummal, 9128
[125] a. g. e. 9129
[126] Vesail’uş-Şia, 2/883/1
[127] a. g. e. s. 884/2
[128] Nehc'ül-Belağa, 121. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/310
[129] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[130] Gurer’ul Hikem, 8619
[131] el-Kafi, 2/74/2
[132] Gurer’ul Hikem, 6458
[133] Nehc'ül-Belağa, 423. hikmet
[134] Derret’ul Bahire, 39
[135] Nehc'ül-Belağa, 127. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/316
[136] Tevbe suresi, 94. ayet
[137] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/44/156
[138] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/458/17
[139] a. g. e. s. 459/18
[140] Tevbe suresi, 94. ayet
[141] el-Kafi, 1/220/6
[142] el-Bihar, 17/149/44
[143] el-Kafi, 1/219/1
[144] Fakih, 1/191/582
[145] Tevbe suresi, 105. ayet
[146] Nisa suresi, 41. ayet
[147] Bakara suresi, 143. ayet
[148] el-Kafi, 1/190/1
[149] a. g. e. h. 2
[150] el-Bihar, 23/348/51
[151] Emali’et-Tusi, 413/929
[152] el-Bihar, 23/337/6
[153] el-Kafi, 1/219/2
[154] Vesail’uş-Şia, 11/392/25
[155] Casiye suresi, 29. ayet
[156] Nehc’ül-Belağa, 183. hutbe
[157] el-Bihar, 5/327/22
[158] Zilzal suresi, 7 ve 8. ayetler
[159] Al-i İmran suresi, 30. ayet
[160] Nehc'ül-Belağa, 7. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/100
[161] Mean’il-Ahbar, 233/1
[162] el-Bihar, 71/188/54
[163] Kenz’ul Ummal, 42114
[164] a. g. e. 38963
[165] el-Kafi, 3/240/14
[166] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[167] Mecme’ul Beyan, 10/642
[168] Bakara suresi, 26. ayet
[169] Ra’d suresi, 19-21. ayetler
[170] Tahrim, 7
[171] Bakara, 28
[172] Bakara, 124
[173] Alak, 17,18
[174] Al-i İmran, 30
[175] Bakara, 174
[176] Nisa, 10
[177] Kaf, 22
[178] Tefsir-i el-Mizan, 1/90-93
[179] el-Kafi, 2/184/2
[180] a. g. e. s. 183/1
[181] a. g. e. s. 646/14
[182] Bakara suresi, 177. ayet
[183] Maide suresi, 1. ayet
[184] Enfal suresi, 72. ayet
[185] Tefsir-i Ayyaşi, 1/289/5
[186] Nur’us-Sakaleyn, 4/210/77
[187] Kenz’ul Ummal, 10917
[188] a. g. e. 10918
[189] a. g. e. 10919
[190] a. g. e. 10948
[191] el-Bihar, 77/165/2
[192] Gurer’ul Hikem, 3650
[193] el-Kafi, 2/162/15
[194] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 17/106
[195] el-Bihar, 100/46/3
[196] a. g. e. s. 45/1
[197] Kenz’ul Ummal, 10924
[198] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 1/389
[199] Nevadir’ur-Ravendi, 5
[200] Kenz’ul Ummal, 10937
[201] Gurer’ul Hikem, 3379
[202] a. g. e. 10163
[203] a. g. e. 9577
[204] Yasin suresi, 60. ayet
[205] Ta-Ha suresi, 115. ayet
[206] Nehc'ül-Belağa, 72. hutbe
[207] a. g. e. 1. hutbe
[208] a. g. e. 106. hutbe
[209] Mutaffifin suresi, 12. ayet
[210] Casiye suresi, 24. ayet
[211] En’am suresi, 29, 30. ayetler
[212] A’lam’ud-Din, 341
[213] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/249
[214] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[215] a. g. e. 157 hutbe
[216] a. g. e. 21 hutbe
[217] el-Bihar, 7/42/13
[218] a. g. e. s. 47/31
[219] a. g. e. s. 103/13
[220] Kıyamet suresi, 1. ayet
[221] Hicr suresi, 85. ayet
[222] Hud suresi, 103. ayet
[223] Teğabün suresi, 9. ayet
[224] Buruc suresi, 2 ve 3. ayetler
[225] Gafir suresi, 15. ayet
[226] Gafir suresi, 32. ayet
[227] Sad suresi, 26. ayet
[228] Nur’us-Sakaleyn, 1/95/270
[229] el-Kafi, 8/73/29
[230] Müminun suresi, 115. ayet
[231] Sad suresi, 27 ve 28. ayetler
[232] Casiye suresi, 21 ve 22. ayetler
[233] Tefsir-i el-Mizan, 15/72-73. ayetler
[234] Birinci delil bürhani bir delildir.
İkinci delil ise cedeli bir delildir. (Tefsir-i el-Mizan, 17/197
[235] Tefsir-i el-Mizan, 17/196, 197
[236] Hac suresi, 5-7. ayetler
[237] Yasin suresi, 78 ve 79. ayetler
[238] Kıyamet suresi, 36-40. ayetler
[239] Tarık suresi, 5-8. ayetler
[240] A’raf suresi, 29. ayet
[241] Meryem suresi, 66, 76. ayetler
[242] el-Bihar, 7/42/18
[243] Duhan, 38,39
[244] Sad, 27
[245] Yasin, 78,79
[246] Kaf, 15
[247] Fussilet, 39
[248] Tefsir-i el-Mizan, 14/345-347
[249] Ankebut suresi, 20. ayet
[250] Kaf suresi, 15. ayet
[251] Rum suresi, 27. ayet
[252] el-Bihar, 7/42/14
[253] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[254] A’raf, 180
[255] Tefsir-i el-Mizan, 16/175
[256] Rum suresi, 50. ayet
[257] Fatır suresi, 9. ayet
[258] A’raf suresi, 57. ayet
[259] Tefsir’ul Mizan, 16/203
[260] Tefsir-i el-Mizan, 17/21
[261] Ahkaf suresi, 33. ayet
[262] İsra suresi, 99. ayet
[263] Secde suresi, 10-11. ayetler
[264] Tefsir’ul Mizan, 13/209,210
[265] Gafir, 57
[266] Secde suresi, 10-11. ayetler
[267] Ahkaf,33
[268] Tefsir-i el-Mizan, 17/112-114
[269] Bakara, 259
[270] Bakara, 260
[271] Yasin suresi, 78, 79. ayetler
[272] Kıyamet suresi, 3, 4. ayetler
[273] Fussilet suresi, 20, 21. ayetler
[274] Hac suresi, 7. ayet
[275] el-Bihar, 7/37/5
[276] el-Kafi, 8/305/473
[277] el-Bihar, 7/39/8
[278] c. 7/47-53
[279] Kamer suresi, 1. ayet
[280] Enbiya suresi, 97. ayet
[281] Enbiya suresi, 1. ayet
[282] Kenz’ul Ummal, 38348
[283] Ca’feriyat, 212
[284] Kenz’ul Ummal, 38351
[285] el-Bihar, 6/315/27
[286] Emali’et-Tusi, 337/686
[287] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[288] a. g. e. 190
[289] a. g. e. 108
[290] Ahzap suresi, 63. ayet
[291] Kasas’ul Enbiya, 271/346
[292] el-Bihar, 7/62/15
[293] Muhammed suresi, 18. ayet
[294] Duhan suresi, 10, 11. ayetler
[295] Neml suresi, 82. ayet
[296] Enbiya suresi, 96 ve 97. ayetler
[297] Nehc'ül-Belağa, 190. hutbe
[298] Kenz’ul Ummal, 38542
[299] a. g. e. 38600
[300] el-Bihar, 6/311/9
[301] el-Kafi, 3/261/39
[302] Kenz’ul Ummal, 38394, bak. 1543, 3025
[303] Kenz’ul Ummal, 37
[304] ed-Deavat, Ravendi, 235/650
[305] Nur’us-Sakaleyn, 4/626/25
[306] Kenz’ul Ummal, 38411
[307] el-Bihar, 77/163/183
[308] A’lam’ud-Din, 343/33
[309] el-Bihar, 6/315/25
[310] Kenz’ul Ummal, 38486
[311] a. g. e. 38473
[312] Zümer suresi, 68. ayet
[313] Yasin suresi, 49, 50. ayetler
[314] Nehc'ül-Belağa, 195. hutbe
[315] Tefsir’ul Mizan, 17/293
[316] Tefsir’ul Mizan, 17/98
[317] Zilzal suresi, 1. ayet
[318] Hac suresi, 1 ve 2. ayetler
[319] Naziat suresi, 6 ve 7. ayetler
[320] Vakıa suresi, 4. ayet
[321] Nehc'ül-Belağa, 157. hutbe
[322] Fecr suresi, 21. ayet
[323] Hakka suresi, 14. ayet
[324] Emali’et-Tusi, 653/1353
[325] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[326] el-Bihar, 7/109/34
[327] Tur suresi, 10. ayet
[328] Ta-Ha suresi, 105-107. ayetler
[329] Mürselat suresi, 10. ayet
[330] Müzzemmil suresi, 14. ayet
[331] Karia suresi, 5. ayet
[332] Vakıa suresi, 5 ve 6. ayetler
[333] Nebe suresi, 20. ayet
[334] Mecme’ul Beyan, 7/48
[335] İnşikak suresi, 3. ayet
[336] İbrahim suresi, 48. ayet
[337] Tefsir-i Ruh’ul Meani, 30/79
[338] Mecme’ul Beyan, 10/699
[339] Tefsir-i el-Mizan, 20/242
[340] İnfitar suresi, 3. ayet
[341] Tekvir suresi, 6. ayet
[342] Tefsir-i Ruh’ul Meani, 30/63
[343] a. g. e. s. 52
[344] Tefsir-i el-Mizan, 20/223
[345] Mürselat suresi, 8. ayet
[346] Tekvir suresi, 1 ve 2. ayetler
[347] İnfitar suresi, 2. ayet
[348] Vakıa suresi, 62. ayet
[349] Tefsir-i el-Mizan, 20/148
[350] Tefsir-i el-Mizan, 20/148
[351] İnfitar suresi, 2. ayet
[352] Tefsir-i el-Mizan, 20/213
[353] a. g. e, s. 223
[354] Tur suresi, 9. ayet
[355] Mürselat suresi, 9. ayet
[356] Hakka suresi, 16. ayet
[357] Rahman suresi, 37. ayet
[358] Mearic suresi, 8. ayet
[359] Enbiya suresi, 104. ayet
[360] Tefsir-i Ruh’ul Meani, 27/29
[361] Mecme’ul Beyan, 10/629
[362] a. g. e. s. 520
[363] Tefsir-i el-Mizan, 19/107
[364] a. g. e. 20/9
[365] Zümer suresi, 67. ayet
[366] Hicr suresi, 21. ayet
[367] Al-i İmran suresi, 28. ayet
[368] Alak suresi, 8. ayet
[369] Meryem suresi, 9. ayet
[370] Dehr suresi, 1. ayet
[371] Tefsir-i el-Mizan, 14/328
[372] Zümer suresi, 68. ayet
[373] Kaf suresi, 20 ve 21. ayetler
[374] Yasin suresi, 51-52. ayetler
[375] el-Bihar, 70/110/38
[376] Nehc'ül-Belağa, 85. hutbe
[377] Tefsir-i el-Mizan, 18/357
[378] Kaf suresi, 42. ayet
[379] İnşikak suresi, 4. ay et
[380] Zilzal suresi, 2. ayet
[381] Kaf suresi, 44. ayet
[382] Mearic suresi, 43. ayet
[383] Kamer suresi, 6-8. ayetler
[384] Nehc'ül-Belağa, 190. hutbe
[385] a. g. e. 109. hutbe
[386] a. g. e. 83. hutbe
[387] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/257/11
[388] el-Hisal, 119/108
[389] a. g. e. . 108/75
[390] Mecme’ul Beyan, 9/226
[391] a. g. e. 9/699
[392] a. g. e. s. 798
[393] a. g. e. s. 539
[394] En’am suresi, 94. ayet
[395] Ta-Ha suresi, 108. ayet
[396] Nebe suresi, 38. ayet
[397] Zilzal suresi, 6-8. ayet
[398] Karia suresi, 4. ayet
[399] Tenbih’ul Havatir, 2/133
[400] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/383/10;
Bu hadisi Ebu Davud ve İbn-i Hiban kendi Sahih’inde rivayet etmiştir.
Onun senedinde Mısır Gafikler’inden olan Yahya b. Eyyub’da
vardır. Buhari, Müslim ve diğerleri de Yahya b. Eyyub’u delil olarak
göstermişlerdir. Ama Yahya’nın bir takım zayıf
noktaları vardır. Ebu Hatem şöyle diyor: “Yahya hüccet olarak
kabul edilemez.” Ahmet şöyle diyor: “Yahya’nın kötü bir
hafızası vardır.” Nesai ise şöyle diyor: “Yahya’nın
hafızası güçlü değildir. Bildiğim kadarıyla lügat ehli
şöyle demiştir: “İçinde can verdiği elbisesiyle dirilir”
cümlesinden maksat insanın amelleridir.” Herevi şöyle diyor: “Bu
hadis Peygamber’in şöyle buyurduğu diğer hadisi gibidir: “Kul öldüğü
şeyle dirilir.” O şöyle diyor: “Maksadın kefen olduğunu
söyleyenlerin görüşü doğru değildir. Zira ölü öldükten sonra
kefenlenmektedir.” (et-Terğib ve’t-Terhib, 4/383/10)
[401] a. g. e. 4/384/11
[402] a. g. e. h. 12
[403] a. g. e. s. 387/21
[404] a. g. e. 4/387/22
[405] Emali’et-Tusi, 653/1353
[406] a. g. e. 28/31
[407] Nehc'ül-Belağa, 102. hutbe
[408] Kenz’ul Ummal, 38938
[409] a. g. e. 38962
[410] el-Kafi, 8/143/110
[411] Meryem suresi, 85. ayet
[412] Abese suresi, 38, 39. ayetler
[413] Hadid suresi, 12-15. ayetler
[414] Enbiya suresi, 103. ayet
[415] Nur’us-Sakaleyn, 5/375/34
[416] el-Kafi, 8/95/69
[417] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/494/3
[418] el-Mehasin, 1/287/567
[419] Tenbih’ul Havatir, 2/237
[420] Vesail’uş-Şia, 11/163/1
[421] Savab’ul A’mal, 216/1
[422] Rum suresi, 12. ayet
[423] Rum suresi, 14. ayet
[424] Rum suresi, 55. ayet
[425] Secde suresi, 12. ayet
[426] Kehf suresi, 49. ayet
[427] Ta-Ha suresi, 102. ayet
[428] Rahman, 41
[429] Mearic suresi, 11. ayet
[430] Ta-Ha, 74
[431] İbrahim suresi, 42-50. ayetler
[432] el-Bihar, 7/186/45
[433] el-Kafi, 2/370/5
[434] Sevab’ul A’mal, 326/1
[435] el-Bihar, 7/218/127
[436] Sevab’ul A’mal, 319/1
[437] Sevab’ul A’mal, 322/8
[438] a. g. e. 325/1
[439] a. g. e. 329/1
[440] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/500/10
[441] el-Kafi, 2/311/11
[442] a. g. e. s. 351/2
[443] Sevab’ul A’mal, 243/2
[444] a. g. e. 253/4
[445] İsra, 13, 14
[446] Fussilet suresi, 20-22. ayetler
[447] Zilzal suresi, 4, 5. ayetler
[448] Nehc'ül-Belağa, 157. hutbe
[449] a. g. e. 199. hutbe
[450] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/17
[451] Tefsir-i Ayyaşi, 2/328/35
[452] a. g. e. 2/328/34
[453] el-Bihar, 7/313/6
[454] Kenz’ul Ummal, 38997
[455] Tefsir-i el-Mizan, 17/386
[456] a. g. e.
[457] el-Bihar, 7/318/13
[458] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/414/61
[459] el-Bihar, 7/315/11
[460] İlel’uş-Şerayi’, 343/1
[461] el-Bihar, 7/325/20
[462] Kehf suresi, 49. ayet
[463] Kaf suresi, 22. ayet
[464] Al-i İmran suresi, 30. ayet
[465] Tahrim suresi, 7. ayet
[466] Tefsir-i el-Mizan, 13/55-57
[467] Vakıa suresi, 27-40. ayetler
[468] İnşikak suresi, 7 ve 8.
ayetler
[469] İsra suresi, 17. ayet
[470] Hakka suresi, 19. ayet
[471] Zühd lil Hüseyin b. Said, 92/246
[472] el-Kafi, 2/32/1
[473] a. g. e. s. 430/1
[474] Vakıa suresi, 41/50
[475] Hakka suresi, 25-36
[476] İnşikak suresi, 10-15
[477] Zühd lil Hüseyin b. Said, 92/246
[478] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/412
[479] Nisa suresi, 47. ayet
[480] Hakka suresi, 27. ayet
[481] Tefsir-i el-Mizan, 20/243
[482] Tekvir suresi, 5. ayet
[483] En’am suresi, 38. ayet
[484] Secde suresi, 5. ayet
[485] Mearic suresi, 4. ayet
[486] Emali’et-Tusi, 36/38
[487] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/329
[488] el-Bihar, 7/123
[489] a. g. e.
[490] a. g. e. 7/199/75
[491] Kevser suresi, 1. ayet
[492] Emali’es-Seduk, 16/4
[493] Emali’et-Tusi, 228/400
[494] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/417/63-64
[495] a. g. e. 421/71
[496] a. g. e. s. 423/77
[497] Gurer’ul Hikem, 702
[498] a. g. e. 7327
[499] a. g. e. 958
[500] a. g. e. 3933
[501] a. g. e. 6409
[502] Tenbih’ul Havatir, 2/113
[503] Gurer’ul Hikem, 7634
[504] a. g. e. 10288
[505] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[506] Gurer’ul Hikem, 357
[507] a. g. e. 2873
[508] a. g. e. 4300
[509] a. g. e. 6418
[510] a. g. e. 6405
[511] a. g. e. 5199
[512] Gurer’ul Hikem, 4564-4565
[513] a. g. e. 7043
[514] Kenz’ul Ummal, 44128
[515] a. g. e. 28722
[516] Gurer’ul Hikem, 6237
[517] a. g. e. 6229
[518] a. g. e. 6235
[519] a. g. e. 6236
[520] a. g. e. 6232
[521] a. g. e. 6230
[522] Tuhef’ul Ukul, 224
[523] Gurer’ul Hikem, 6231
[524] a. g. e. 6233
[525] a. g. e. 6234
[526] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[527] Gurer’ul Hikem, 2969
[528] a. g. e. 3211
[529] a. g. e. 6906
[530] Nehc'ül-Belağa, 359. hikmet
[531] Gurer’ul Hikem, 4394
[532] a. g. e. 6238
[533] a. g. e. 6246
[534] a. g. e. 6243
[535] a. g. e. 6239
[536] a. g. e. 6245
[537] a. g. e. 6247
[538] a. g. e. 6244
[539] a. g. e. 6240
[540] a. g. e. 6242
[541] a. g. e. 5550
[542] a. g. e. 5556
[543] a. g. e. 5027-5028
[544] Emali’es-Seduk, 28/4
[545] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/65/290
[546] Kenz’ul Ummal, 36549
[547] el-Mehasin, 2/178/1502
[548] Emali’el-Müfid, 134/2
[549] ed-Deavat lil Ravendi, 137/340
[550] Maide suresi, 114. ayet
[551] el-Bihar, 40/326/7
[552] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/73
[553] Tuhef’ul Ukul, 236
[554] Kenz’ul Ummal, 24102
[555] a. g. e. 18098
[556] Tenbih’ul Havatir, 2/157
[557] el-Bihar, 59/92/1
[558] Vesail’uş-Şia, 7/346/1
[559] Fakih, 3/300/4073
[560] a. g. e. h. 4074
[561] el-Bihar, 59/100/2 ve 48/108/9
[562] Kenz’ul Ummal, 24094
[563] a. g. e. 24095
[564] a. g. e. 18101
[565] a. g. e. 18104
[566] a. g. e. 18103
[567] Müminun suresi, 97 ve 98. ayetler
[568] Gafir suresi, 27. ayet
[569] Felak suresi, 1 ve 2. ayetler
[570] Nas suresi, 1-4. ayetler
[571] Sünen-i en-Nisai, 8/255
[572] a. g. e. s. 256
[573] a. g. e. s. 258
[574] a. g. e. s. 261
[575] a. g. e. s. 265
[576] a. g. e. s. 272
[577] a. g. e. s. 281
[578] Nehc'ül-Belağa, 46. hutbe
[579] a. g. e. 215. hutbe
[580] a. g. e. 276. hikmet
[581] el-Kafi, 3/346/28
[582] el-Kafi, 5/92/1
[583] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[584] el-Bihar, 77/126/32
[585] Gurer’ul Hikem, 3090
[586] el-Kafi, 8/243/337
[587] Müstetrafat’is-Serair, 48/7
[588] Nehc'ül-Belağa, 140. hutbe
[589] el-Hisal, 526/13
[590] Kenz’ul Ummal, 43183
[591] Gurer’ul Hikem, 7359
[592] a. g. e. 8489
[593] Tuhef’ul Ukul, 502
[594] Gurer’ul Hikem, 3233
[595] Tuhef’ul Ukul, 88
[596] Gurer’ul Hikem, 8754
[597] Nehc'ül-Belağa, 349. hikmet
[598] Gurer’ul Hikem, 10295
[599] a. g. e. 8379
[600] a. g. e. 7040, 7061
[601] el-Hisal, 80/3
[602] Gurer’ul Hikem, 2711
[603] Tuhef’ul Ukul, 501
[604] Gurer’ul Hikem, 10384
[605] Kenz’ul Ummal, 44141
[606] Gurer’ul Hikem, 6267
[607] Nehc'ül-Belağa, 349. hikmet
[608] Gurer’ul Hikem, 5739
[609] Keşf’ul Gumme, 2/370
[610] el-Hisal, 110/81
[611] a. g. e. s. 526/13
[612] el-Mehasin, 1/455/1051
[613] Gurer’ul Hikem, 7062
[614] a. g. e. 7073
[615] a. g. e. 7071
[616] a. g. e. 3749
[617] Nehc'ül-Belağa, 353. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/269
[618] Gurer’ul Hikem, 9290
[619] Kenz’ul Fevaid, Keraceki, 1/279
[620] Nehc'ül-Belağa, 371. hikmet
[621] a. g. e. 378
[622] Gurer’ul Hikem, 8926
[623] a. g. e. 8927
[624] el-Bihar, 75/48/10
[625] Gurer’ul Hikem, 1483
[626] Kenz’ul Ummal, 6388
[627] Kenz’ul Ummal, 6387
[628] a. g. e. 6380
[629] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/239/7
[630] Kenz’ul Ummal, 6382
[631] a. g. e. 6392
[632] a. g. e. 44154
[633] el-Bihar, 75/213/4
[634] Gurer’ul Hikem, 2290
[635] el-Kafi, 2/207/8
[636] Tuhef’ul Ukul, 266
[637] Gurer’ul Hikem, 7373
[638] a. g. e. 7374
[639] a. g. e. 7765
[640] a. g. e. 8210, 8211
[641] a. g. e. 8745
[642] a. g. e. 8260, 8261
[643] Gurer’ul Hikem, 9704
[644] Nehc'ül-Belağa, 113. hutbe
[645] Hümeze suresi, 1. ayet; Ayet-i
Şerife’de “hümeze” kelimesi yer almıştır ve lugatta
haksız yere başkalarını eleştiren ve ayıp olmayan
şeyleri ayıp sayan kimse demektir. Hemz kelimesi aslında
kırmak anlamındadır. Dolayısıyla
başkalarının ayıbını araştıran ve
kınayan kimse bu işiyle adeta onu kırmaktadır.
(şahsiyetini yok etmektedir. ) “lem” kelimesi de ayıp
anlamındadır. Hümeze ve lümeze aynı anlamı ifade
etmektedir. Bazısı bu iki kelimenin farklı olduğunu
söylemişlerdir. Onlara göre Hümeze arkadan kınayan kimsedir ve lümeze
ise insanı önünde kınayan kimsedir. (Mecme’ul Beyan, 15/817)
[646] Hucurat suresi, 12. ayet
[647] Gurer’ul Hikem, 373
[648] a. g. e. 4581
[649] a. g. e. 4489
[650] a. g. e. 7753
[651] a. g. e. 7378
[652] a. g. e. 8800
[653] a. g. e. 8489
[654] a. g. e. 8799
[655] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/239/9
[656] Gurer’ul Hikem, 8796
[657] Sevab’ul A’mal, 2/288/1
[658] Gurer’ul Hikem, 2649
[659] Tuhef’ul Ukul, 502
[660] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/240/13
[661] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[662] el-Hisal, 183/249
[663] el-Kafi, 2/355/7
[664] el-Bihar, 75/214/8
[665] Keşf’ul Gumme, 3/137, 138
[666] Gurer’ul Hikem, 10290
[667] el-Hisal, 183/249 10294
[668] Nehc'ül-Belağa, 6. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/97
[669] el-Bihar, 74/167/35
[670] Gurer’ul Hikem, 6434
[671] a. g. e. 6437
[672] Nehc'ül-Belağa, 223. hikmet
[673] Tuhef’ul Ukul, 215
[674] Nehc'ül-Belağa, 51. hikmet
[675] Kenz’ul Ummal, 28669
[676] Yunus suresi, 39. ayet
[677] İrşad, 1/301
[678] Keşf’ul Gumme, 3/137
[679] Emali’es-Seduk, 316/8
[680] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/53/204
[681] el-Bihar, 77/164/189
[682] Kenz’ul Fevaid, Keraceki, 1/279
[683] el-Kafi, 8/86/47
[684] Gurer’ul Hikem, 9848
[685] Tenbih’ul Havatir, 2/122
[686] Nehc'ül-Belağa, 48. mektup
[687] Tenbih’ul Havatir, 1/117
[688] Kasas’ul Enbiya, 157/171
[689] Tenbih’ul Havatir, 1/113
[690] el-Kafi, 2/356/3
[691] Gurer’ul Hikem, 7859
[692] el-Kafi, 2/356/2
[693] el-Kafi, 2/356/1
[694] a. g. e. s. 359/1
[695] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/310/19
[696] İlel’uş-Şerayi’, 75/4
[697] Tenbih’ul Havatir, 1/57
[698] Sünen-i Ebi Davud, 4470
[699] Tenbih’ul Havatir, 1/110
[700] a. g. e. 2/155
[701] Sünen-i Ebi Davud, 4084
[702] Sahih-i Müslim, 1661, zira Araplar iki
elbiseye hulle demektedirler. Bir elbise hulle olmamaktadır.
[703] Sahih-i Müslim, 1661
[704] el-Kafi, 2/361/9
[705] Sevab’ul A’mal, 284/1
[706] Emali’et-Tusi, 306/614
[707] Gurer’ul Hikem, 2964
[708] İlel’uş-Şerayi’, 560/1
[709] Gurer’ul Hikem, 3397
[710] İrşad’ul Kulup, 204
[711] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 3/159
[712] Gurer’ul Hikem, 2918
[713] a. g. e. 3295
[714] Cami’ul Ahbar, 341/950
[715] Nehc'ül-Belağa, 23. hutbe
[716] Gurer’ul Hikem, 3058
[717] a. g. e. 3636
[718] Tuhef’ul Ukul, 448
[719] a. g. e. 320
[720] Gurer’ul Hikem, 4663
[721] a. g. e. 9149
[722] a. g. e. 789
[723] el-Hisal, 284/34
[724] Gurer’ul Hikem, 6807
[725] el-Bihar, 94/269/3
[726] A’lam’ud-Din, 293
[727] el-Hisal, 126/122
[728] el-Mehasin, 2/451/2555
[729] Gurer’ul Hikem, 5607
[730] a. g. e. 4263
[731] a. g. e. 9761
[732] a. g. e. 512
[733] Nehc'ül-Belağa, 86. hutbe
[734] Gurer’ul Hikem, 3502
[735] Müstedrek’ül-Vesail, 12/154/13761
[736] et-Temhis, 61/136
[737] Tuhef’ul Ukul, 151
[738] Nehc'ül-Belağa, 113. hutbe
[739] a. g. e. 263. hikmet
[740] a. g. e. 380
[741] a. g. e. 114
[742] a. g. e. 109
[743] a. g. e. 48. mektup
[744] Emali’es-Seduk, 27/4
[745] el-İhtisas, 188
[746] Cami’ul Ahbar, 238/608
[747] Gurer’ul Hikem, 3122
[748] Teğabün suresi, 9. ayet
[749] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s),
2/48/184
[750] el-Hisal, 621/10
[751] el-Kafi, 5/153/15
[752] el-Kafi, 5/153/14
[753] el-Fakih, 3/272/3983
[754] a. g. e. h. 3984
[755] Gurer’ul Hikem, 1352
[756] el-Bihar, 77/215
[757] Gurer’ul Hikem, 2010
[758] Misbah’uş-Şeria, 304
[759] Gurer’ul Hikem, 1883
[760] Nehc'ül-Belağa, 384. hikmet
[761] Kehf suresi, 103 ve 104. ayetler
[762] Gurer’ul Hikem, 8083
[763] a. g. e. 8084
[764] a. g. e. 8509
[765] a. g. e. 9164
[766] Gurer’ul Hikem, 1690
[767] a. g. e. 291
[768] a. g. e. 643
[769] a. g. e. 2191
[770] a. g. e. 4741
[771] a. g. e. 2664
[772] a. g. e. 3174
[773] Kenz’ul Ummal, 7687
[774] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 17/106
[775] Müstedrek’ül-Vesail, 11/47/12396
[776] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/10/19
[777] el-Kafi, 2/337/4
[778] Gurer’ul Hikem, 1864
[779] a. g. e. 3005
[780] Nehc'ül-Belağa, 259. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/102
[781] Nehc'ül-Belağa, 41. hutbe
[782] Nehc'ül-Belağa, 200. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/211
[783] Vesail’uş-Şia, 11/52/3
[784] Kenz’ul Ummal, 7681
[785] a. g. e. 7682
[786] a. g. e. 7683
[787] a. g. e. 7684
[788] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe
[789] Gurer’ul Hikem, 5973
[790] a. g. e. 5651
[791] Tuhef’ul Ukul, 282
[792] Gurer’ul Hikem, 6390
[793] Gurer’ul Hikem, 6391
[794] a. g. e. 6399
[795] a. g. e. 7032
[796] a. g. e. 2915
[797] a. g. e. 10563
[798] a. g. e. 4771
[799] a. g. e. 4775
[800] a. g. e. 7566
[801] a. g. e. 8388
[802] a. g. e. 8685
[803] a. g. e. 9224
[804] Tuhef’ul Ukul, 319
[805] Gurer’ul Hikem, 7053
[806] Nehc'ül-Belağa, 2. hutbe
[807] a. g. e. 282. hikmet
[808] a. g. e. 109. hutbe
[809] a. g. e. 370. hikmet
[810] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/292
[811] İnfitar suresi, 6-8. ayetler
[812] Nehc'ül-Belağa, 223. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 11/238
[813] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/291
[814] el-Bihar, 77/40/8
[815] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/146
[816] Gurer’ul Hikem, 2611
[817] Tuhef’ul Ukul, 150
[818] Mekarim’ul Ahlak, 2/350/2660
[819] Tenbih’ul Havatir, 2/72
[820] a. g. e. 2/218
[821] Nehc'ül-Belağa, 116. hikmet
[822] Gurer’ul Hikem, 2562
[823] a. g. e. 455
[824] a. g. e. 1384
[825] a. g. e. 5650
[826] a. g. e. 8351
[827] a. g. e. 10363
[828] a. g. e. 10406
[829] Gurer’ul Hikem, 8744
[830] a. g. e. 8812
[831] el-Bihar, 78/83/86
[832] Gurer’ul Hikem, 1799
[833] a. g. e. 8678
[834] Al-i İmran suresi, 196 ve 197.
ayetler
[835] el-Bihar, 84/229/2
[836] a. g. e. 70/283/4
[837] Nehc'ül-Belağa, 114. hikmet
[838] Emali’es-Seduk, 282/1
[839] el-Bihar, 72/323/2
[840] Nehc'ül-Belağa, 132. hutbe
[841] Tenbih’ul Havatir, 2/77
[842] Misbah’uş-Şeria, 211
[843] Al-i İmran suresi, 123 ve 124.
ayetler
[844] el-Bihar, 19/243/1
[845] Emali’et-Tusi, 310/626
[846] Kenz’ul Ummal, 29874
[847] a. g. e. 29938
[848] a. g. e. 29942
[849] a. g. e. 29943
[850] a. g. e. 29973
[851] a. g. e. 30012
[852] a. g. e. 30013
[853] el-İrşad, 1/73
[854] Nur’us-Sakaleyn, 2/137/29
[855] Kenz’ul Ummal, 29939
[856] Al-i İmran suresi, 169. ayet
[857] Al-i İmran suresi, 121. ayet
[858] Bir rivayette de şöyle yer
almıştır: “Allahumm Mevlana vela Mevla lekum” (Allah bizim
Mevlamızdır ve sizin mevlanız yoktur) (ed-Durr’ul Mensur) 2/346
[859] Dur’ul Mensur, 2/345
[860] Sahih-i Müslim, 1791
[861] Nur’us-Sakaleyn, 1/546/546
[862] Kenz’ul Ummal, 29883
[863] a. g. e. 29887
[864] a. g. e. 29888
[865] a. g. e. 30050
[866] a. g. e. 30048
[867] a. g. e. 30027
[868] Haşr suresi, 2. ayet
[869] Nisa suresi, 102. ayet
[870] el-Bihar, 20/179/6
[871] Nisa suresi, 84. ayet
[872] Bakara suresi, 214. ayet
[873] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/422
[874] el-Kafi, 8/216/264
[875] Kenz’ul Ummal, 30080
[876] el-Kamus, 4/43
[877] Kenz’ul Ummal, 30090
[878] Sahih-i Müslim, 1803
[879] Kenz’ul Ummal, 30115
[880] Münafikun suresinin sonuna dek
diğer ayetler.
[881] Bakara suresi, 114. ayet
[882] Kenz’ul Ummal, 30148
[883] Kenz’ul Ummal, 30149
[884] a. g. e. 30150
[885] a. g. e. 30151
[886] Feth suresi, 15. ayet
[887] Kenz’ul Ummal, 30120
[888] a. g. e. 30121
[889] Bu rivayet doğru değildir.
Zira Şii ve Sünni rivayetler esasınca da Merhab’ı öldüren kimse
Müminlerin Emiri Ali (a.s)’dır.
[890] Kenz’ul Ummal, 30122
[891] a. g. e. 30123
[892] a. g. e. 30124
[893] Kenz’ul Ummal, 30125
[894] “Sendere” geniş bir ölçektir.
“Sender” ise meşhur ölçektir. Ali (a.s) hadisinde de şöyle yer
almıştır: “Sizleri ölçek gibi kılıçla ölçerim”
(Lisan’ul Arab, 4/82)
[895] Tabakat-i Kubra, 2/110, Bu beyitler,
aynı şekilde, Müslim, Kitab’ul Cihad, 1807 nolu uzun bir hadiste
zikredilmiştir.
[896] Emali’et-Tusi, 141/230
[897] Adiyat suresi, 1-5. ayetler
[898] İsra suresi, 80 ve 81. ayetler
[899] Secde suresi, 28-30
[900] Emali’et-Tusi, 342/701
[901] el-Bihar, 21/116/11
[902] Kenz’ul Ummal, 30158
[903] a. g. e. 30159
[904] a. g. e. 30160
[905] Kenz’ul Ummal, 30161
[906] a. g. e. 30168
[907] a. g. e. 30169
[908] Tevbe suresi, 25-27. ayetler
[909] el-Bihar, 21/180/16
[910] Kenz’ul Ummal, 30226
[911] a. g. e. 30206
[912] a. g. e. 30214
[913] a. g. e. 30225
[914] Tevbe suresi, 29. ayet
[915] el-Bihar, 81/2/2
[916] el-Bihar, 81/3/3
[917] a. g. e.
[918] el-Hisal, 498/5
[919] Vesail’uş-Şia, 2/937/3
[920] a. g. e. h. 4
[921] a. g. e. s. 938/5
[922] a. g. e. h. 6
[923] Gurer’ul Hikem, 421
[924] a. g. e. 615
[925] a. g. e. 740
[926] a. g. e. 1299
[927] a. g. e. 1575
[928] a. g. e. 9297
[929] a. g. e. 5677
[930] el-Kafi, 5/160/6
[931] a. g. e. s. 183/2
[932] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/574/10
[933] Kenz’ul Ummal, 9502
[934] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/575/12
[935] Sünen-i Ebi Davud, 3452
[936] el-Kafi, 5/161/7
[937] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/571/2
[938] Kenz’ul Ummal, 9974
[939] a. g. e. 9512
[940] el-Hisal, 622/10
[941] Gurer’ul Hikem, 9297
[942] Tuhef’ul Ukul, 42
[943] Emali’es-Seduk, 349/1
[944] el-Kafi, 5/160/1
[945] el-Fakih, 3/273/3986
[946] el-Bihar, 76/365/30
[947] Kenz’ul Ummal, 9501
[948] el-Bihar, 103/82/8
[949] Fakih, 3/273/3987
[950] Nehc'ül-Belağa, 26. mektup
[951] Gurer’ul Hikem, 8891
[952] Nehc'ül-Belağa, 86. hutbe
[953] Gurer’ul Hikem, 3516
[954] a. g. e. 9044
[955] Kehf suresi, 79. ayet
[956] Nehc'ül-Belağa, 240. hikmet;
Seyyid Razi (r.a) şöyle diyor: “Bu söz Peygamber’den de
nakledilmiştir. Bu iki cümlenin benzerliği huhusunda şaşmamak
gerekir. Zira her ikisi de bir kaynaktan dolmuş ve bir kovadan
boşalmışlardır.”
[957] Müstedrek’ül-Vesail, 17/89/20823
[958] Vesail’uş-Şia, 17/309/4
[959] Kenz’ul Ummal, 30366
[960] a. g. e. 30342
[961] a. g. e. 30343
[962] el-Kafi, 5/124/2
[963] Nehc'ül-Belağa, 224. hutbe
[964] Vesail’uş-Şia, 17/311/1
[965] el-Kafi, 2/303/3
[966] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/445/2
[967] el-Kafi, 2/303/5
[968] Gurer’ul Hikem, 2164
[969] a. g. e. 1220
[970] Gurer’ul Hikem, 808
[971] a. g. e. 4264
[972] a. g. e. 1709
[973] a. g. e. 7948
[974] a. g. e. 4417
[975] a. g. e. 3855
[976] a. g. e. 2507
[977] el-Kafi, 2/305/13
[978] Emali’es-Seduk, 264/9
[979] el-Bihar, 73/267/22
[980] Gurer’ul Hikem, 6325
[981] Gurer’ul Hikem, 9351
[982] a. g. e. 10793
[983] el-Bihar, 73/265/15
[984] a. g. e. s. 267/21
[985] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/448/10
[986] Gurer’ul Hikem, 965
[987] a. g. e. 1787
[988] Nehc'ül-Belağa, 76. mektup
[989] a. g. e. 69
[990] Gurer’ul Hikem, 2635
[991] Nehc'ül-Belağa, 255. hikmet
[992] Gurer’ul Hikem, 1356
[993] a. g. e. 3047
[994] el-Kafi, 2/305/13
[995] el-Bihar, 71/428/78
[996] Nesr’ud-Durer, 1/183
[997] Gurer’ul Hikem, 2904
[998] a. g. e. 2950
[999] a. g. e. 3102
[1000] a. g. e. 3259
[1001] a. g. e. 5237
[1002] a. g. e. 5931
[1003] a. g. e. 6048-6049
[1004] a. g. e. 3269
[1005] a. g. e. 1337
[1006] el-Kafi, 2/305/13
[1007] Gurer’ul Hikem, 8756
[1008] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup;
Tuhef’ul Ukul, 148
[1009] Gurer’ul Hikem, 3182
[1010] Tuhef’ul Ukul, 286
[1011] Tenbih’ul Havatir, 1/122
[1012] el-Bihar, 77/150/86
[1013] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/447/9
[1014] el-Bihar, 77/148/67
[1015] Mişkat’ul Envar, 218
[1016] Al-i İmran suresi, 134. ayet
[1017] Şura suresi, 37. ayet
[1018] el-Kafi, 2/110/7
[1019] el-Bihar, 71/411/25
[1020] a. g. e. 69/382/44
[1021] Kenz’ul Ummal, 5819
[1022] Nehc'ül-Belağa, 194. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/12
[1023] Gurer’ul Hikem, 8158
[1024] el-Bihar, 73/264/11
[1025] el-Kafi, 2/109/1
[1026] a. g. e. h. 2
[1027] a. g. e. s. 110/9
[1028] a. g. e. s. 111/13
[1029] Nehc'ül-Belağa, 69. mektup
[1030] Tuhef’ul Ukul, 207
[1031] Tenbih’ul Havatir, 1/121
[1032] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[1033] el-Bihar, 73/266/18
[1034] el-Kafi, 2/303/7
[1035] Mişkat’ul Envar, 219
[1036] Kenz’ul Ummal, 44154
[1037] el-Bihar, 73/263/7
[1038] Sevab’ul A’mal, 161/1
[1039] Mişkat’ul Envar, 219
[1040] Müheccet’ül-Beyza, 5/304
[1041] Tuhef’ul Ukul, 14
[1042] Gurer’ul Hikem, 5155
[1043] el-Bihar, 73/264/9
[1044] a. g. e. s. 265/14
[1045] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/450/16
[1046] a. g. e. s. 451/19
[1047] Gurer’ul Hikem, 4773
[1048] a. g. e. 4487
[1049] a. g. e. 5911
[1050] Nehc'ül-Belağa, 38. mektup
[1051] Nehc'ül-Belağa, 106. hutbe
[1052] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/303
[1053] Müstedrek’ül-Vesail, 12/200/13877
[1054] Nehc'ül-Belağa, 31. hikmet
[1055] Vesail’uş-Şia, 11/416/3
[1056] el-Kafi, 8/206/251
[1057] bak. Müstedrek’ül-Vesail, 12/199/13875
[1058] el-Bihar, 73/264/10
[1059] a. g. e. 74/198/34
[1060] Müheccet’ül-Beyza, 5/296-299
[1061] Gurer’ul Hikem, 8728
[1062] A’lam’ud-Din, 311
[1063] el-Bihar, 78/113/7
[1064] Nehc'ül-Belağa, 173. hutbe
[1065] Gurer’ul Hikem, 2340
[1066] el-Bihar, 73/278/33
[1067] a. g. e. 78/209/85
[1068] Al-i İmran suresi, 135. ayet
[1069] Nisa suresi, 110. ayet
[1070] ed-Deavat lil Ravendi, 49/1149
[1071] Gurer’ul Hikem, 342
[1072] Müstedrek’ül-Vesail, 5/318/5980
[1073] Nehc'ül-Belağa, 87. hikmet
[1074] el-Kafi, 2/504/1
[1075] Nur’us-Sakaleyn, 5/38/44
[1076] el-Kafi, 2/504/3
[1077] el-Bihar, 93/278/7
[1078] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/468/6
[1079] Kenz’ul Ummal, 2064
[1080] el-Bihar, 5/329/26
[1081] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/469/7
[1082] Tenbih’ul Havatir, 1/5
[1083] Müstedrek’ül-Vesail, 12/122/13685
[1084] Gurer’ul Hikem, 2887
[1085] a. g. e. 5562
[1086] a. g. e. 10658
[1087] el-Kafi, 8/93/65
[1088] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/467/3
[1089] a. g. e. s. 468/4
[1090] Kenz’ul Ummal, 2089
[1091] Nehc'ül-Belağa, 135. hikmet
[1092] Nehc'ül-Belağa, 435. hikmet
[1093] a. g. e. 88
[1094] Kenz’ul Ummal, 2081
[1095] Al-i İmran suresi, 17. ayet
[1096] Nur’us-Sakaleyn, 1/321/60
[1097] a. g. e. 5/123/15
[1098] a. g. e. 1/321/61
[1099] el-Hisal, 581/3
[1100] Müstedrek’ül-Vesail, 12/146/13742
[1101] a. g. e. h. 13744
[1102] a. g. e. h. 13745
[1103] a. g. e. 13743
[1104] el-Kafi, 2/477/6
[1105] Nur’us-Sakaleyn, 2/466/198
[1106] a. g. e. 5/122/12
[1107] Vesail’uş-Şia, 11/374/1
[1108] el-Kafi, 2/437/1
[1109] a. g. e. h. 2
[1110] a. g. e. s. 429/4
[1111] Hud suresi, 3. ayet
[1112] Hud suresi, 52. ayet
[1113] el-Bihar, 93/277/4
[1114] Müstedrek’ül-Vesail, 12/122/13686
[1115] Nur’us-Sakaleyn, 5/357/45
[1116] Nehc'ül-Belağa, 143. hutbe
[1117] Kenz’ul Ummal, 3966
[1118] a. g. e. 2075
[1119] Müstedrek’ül-Vesail, 5/320/5987
[1120] a. g. e. h. 5986
[1121] el-Kafi, 2/438/4
[1122] Hadisin metninde “leyuganu” kelimesi
yer almıştır ve “ğeyn” kökünden türemiştir. Cezeri
şöyle diyor: “ğeyn” bulut anlamındadır; “ğinetussema”
“gökyüzünü bulut kapladı” anlamındadır. Bir görüşe göre de
“ğeyn” sarmaşık gibi bir birine karışan ağaç
anlamındadır. Peygamberin bu sözden maksadı da bir beşerin
münezzeh olmadığı unutkanlıktır. Ve bazen peygamber (s.a.a)
buna düçar oluyordu. Zira peygamber (s.a.a) sürekli Allah’ın zikriyle
meşgul idi. Dolayısıyla bazen beşeri bir halet hasıl
olduğunda ve ümmet ve din işlerinden ve onların
maslahatından alıkoyduğunda peygamber (s.a.a) bunu kendisi için
kusur sayıyordu. Bu yüzden de mağfiret dileyerek Allah’a
sığınıyordu. (en-Nihaye, 3/403
[1123] Bu hadisi Müslim, 4/2575/2752’de
“el-Eğerr’ul Mezeniyy” hadisinden almıştır. Sadece onun
hadisinde, “günde yüz defa” ifadesi yer almıştır. Sünen-i Ebi
Davud’da da aynı şekilde yer almıştır ama İbn-i
Esir’in Nihae kitabında bu metinde nakledildiği şekilde yer
almıştır.
[1124] Bunu diyen Feyz’i Kaşani’dir. (r.
a)
[1125] Müheccet’ül-Beyza, 7/17 ve 18
[1126] Tuhef’ul Ukul, 223
[1127] el-Bihar, 6/36/54
[1128] el-Kafi, 2/504/3
[1129] el-Bihar, 78/356/11
[1130] Tenbih’ul Havatir, 2/123
[1131] Tevbe suresi, 80. ayet
[1132] Münafikun suresi, 6. ayet
[1133] Kaf suresi, 22. ayet
[1134] Gurer’ul Hikem, 472
[1135] a. g. e. 897
[1136] a. g. e. 1404
[1137] a. g. e. 196
[1138] a. g. e. 2125
[1139] a. g. e. 221
[1140] a. g. e. 85
[1141] a. g. e. 1031
[1142] a. g. e. 10088
[1143] a. g. e. 9410
[1144] el-Bihar, 78/190/1
[1145] Gurer’ul Hikem, 6454
[1146] a. g. e. 2600
[1147] el-Bihar, 77/29/6
[1148] Nehc'ül-Belağa, 64. hutbe
[1149] a. g. e. 193
[1150] a. g. e.
[1151] a. g. e. 109
[1152] a. g. e. 91
[1153] Gurer’ul Hikem, 5925
[1154] a. g. e. 104
[1155] a. g. e. 176
[1156] a. g. e. 2058
[1157] a. g. e. 8991
[1158] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[1159] a. g. e. 222
[1160] Gurer’ul Hikem, 2752
[1161] a. g. e. 2751
[1162] a. g. e. 1870
[1163] a. g. e. 5651
[1164] Nehc'ül-Belağa, 223. hutbe
[1165] a. g. e. 180. hutbe
[1166] a. g. e. 108
[1167] Emali’el-Müfid, 75/9
[1168] el-Bihar, 78/453/24
[1169] Gurer’ul Hikem, 6263
[1170] Nehc'ül-Belağa, 188. hutbe
[1171] a. g. e. 99
[1172] a. g. e. 175
[1173] Tenbih’ul Havatir, 2/47
[1174] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[1175] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/275
[1176] Nehc'ül-Belağa, 86. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/353
[1177] Nehc'ül-Belağa, 111. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/227
[1178] Nehc'ül-Belağa, 113. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/246
[1179] a. g. e.
[1180] Gurer’ul Hikem, 10093
[1181] Nehc'ül-Belağa, 221. hutbe
[1182] Nehc'ül-Belağa, 4. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/207
[1183] Nehc'ül-Belağa, 64. hutbe
[1184] el-Bihar, 77/401/26
[1185] a. g. e. s. 38/7
[1186] Gurer’ul Hikem, 4269
[1187] Mekarim’ul Ahlak, 2/378/2661
[1188] et-Tevhid, 74/27
[1189] el-Bihar, 77/440/48
[1190] el-Kafi, 3/270/14
[1191] el-Bihar, 77/112/2
[1192] Gurer’ul Hikem, 9011
[1193] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1194] Tuhef’ul Ukul, 273
[1195] Gurer’ul Hikem, 2584
[1196] Emali’el-Müfid, 184/7
[1197] Tenbih’ul Havatir, 2/170
[1198] el-Hisal, 121/113
[1199] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[1200] Gurer’ul Hikem, 7228
[1201] a. g. e. 10451
[1202] el-Bihar, 78/115/10
[1203] Gurer’ul Hikem, 7686
[1204] el-Bihar, 78/164/1
[1205] Gurer’ul Hikem, 8318
[1206] a. g. e. 8430
[1207] a. g. e. 5146
[1208] a. g. e. 2717
[1209] Nehc'ül-Belağa, 208. hikmet
[1210] Gurer’ul Hikem, 9161
[1211] a. g. e. 7075
[1212] a. g. e. 7074
[1213] a. g. e. 7017
[1214] Gurer’ul Hikem, 2378
[1215] a. g. e. 4570
[1216] a. g. e. 3256
[1217] Ed-Deavat lil Ravendi, 293/41
[1218] Nehc'ül-Belağa, 222. hikmet
[1219] Gurer’ul Hikem, 9149
[1220] Müstedrek’ül-Vesail, 9/38/10139
[1221] el-Bihar, 74/167/34
[1222] Tuhef’ul Ukul, 359
[1223] Gurer’ul Hikem, 10502-10503
[1224] Nehc'ül-Belağa, 108. hutbe
[1225] a. g. e. 223
[1226] a. g. e. 222
[1227] a. g. e. 191
[1228] Haşr suresi, 10. ayet
[1229] Hicr suresi, 47. ayet
[1230] Gurer’ul Hikem, 557
[1231] a. g. e. 547
[1232] a. g. e. 642
[1233] a. g. e. 2932
[1234] el-Bihar, 14/305/17
[1235] Kenz’ul Ummal, 11044
[1236] Tenbih’ul Havatir, 1/39
[1237] Nehc'ül-Belağa, 133. hutbe
[1238] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 1/231
[1239] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[1240] a. g. e. 191
[1241] İbn-i Esir şöyle diyor:
Müminin kalbi üç şey hususunda hıyanet etmez: Hadiste yer alan
“yeğullu” kelimesi “iğlal” kökünden olup her şey hakkında
hıyanet anlamındadır. Hakeza “yağillu” şeklinde de
rivayet edilmiştir ve “ğill” kökünden türemiştir. “ğill”
ise düşmanlık ve kindir. Yani kendisini haktan saptıracak bir
düşmanlığa düşmez demektir. Hakeza “yeğilu”
(şeddesiz) şeklinde de nakledilmiştir. O da veğul kökünden
olup kötülüğe girmek anlamındadır. Bunun da anlamı bu üç
sıfatın kalpleri düzelttiği anlamındadır. Her kim
bunlara sarılırsa kalbi hıyanetten, hainlikten ve kötülükten
temizlenir. Hadiste geçen “aleyhinne” kelimesi de hal durumundadır.
Cümlenin taktiri ise şöyledir: “la yeğullu kainen aleyhinne kalbu
mümin” (Müminin kalbi üç şey üzere olduğu halde asla hıyanet
etmez –en-Nihaye 3/381)
[1242] Kenz’ul Ummal, 44272
[1243] el-Hisal, 149/182
[1244] Al-i İmran suresi, 161. ayet
[1245] İbn-i Esir bu hadiste yer alan “la
yuğillu” kavramını izah ederken şöyle diyor: Bu kelime
“ifal” babındandır. Ve herhangi şeyde hıyanet
anlamındadır. Yağillu” şeklinde de rivayete edilmiştir
ve durumda da “gil” kökünden türemiştir. Kin ve düşmanlık
anlamındadır. Yani onun kalbine hiçbir kin girmez ve onu hak yolundan
saptıramaz. “yeğilu” şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu
durumda da “gevl” kökünden türemiştir. Kötülüğe girmek
anlamındadır. Hadisin de anlamı şudur: bu üç şey
kalplerin ıslahına sebep oldur. Her kim onlara sarılırsa
kalbi hıyanetten ve kötülükten temizlenir. “aleyhinne” kelimesi hal ifade
etmektedir. Taktiri ise şudur: “Müminin kalbi şu üç amele riayet
ettiği taktirde asla hıyanet, kötülük ve şüpheye düşmez: (en-Nihaye
c. 3, s. 381
[1246] Tefsir-i Ayyaşi, 1/205/148
[1247] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 1/122
[1248] Durr’ul Mensur, 2/361 bakınız
[1249] Emali’es-Seduk, 91/3
[1250] Durr’ul Mensur, 2/361
[1251] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/307/4
[1252] a. g. e. s. 310/11
[1253] Nisa suresi, 171. ayet
[1254] Al-i İmran suresi, 79 ve 80.
ayetler
[1255] Nevadir’ur-Ravendi, 16
[1256] Kurb’ul Esnad, 64/204
[1257] el-Bihar, 25/269/13
[1258] a. g. e. s. 270/14
[1259] a. g. e. s. 297/61
[1260] a. g. e. s. 264/4
[1261] a. g. e. s. 284/34 ve bak. el-Garat,
2/589)
[1262] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s),
2/201/1
[1263] el-Bihar, 25/285/37
[1264] Nehc'ül-Belağa, 469. hikmet
[1265] bak. el-Garat, 2/588
[1266] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 5/4
[1267] el-Bihar, 25/284/35
[1268] el-Bihar, 25/284/32
[1269] Emali’et-Tusi, 650/1349
[1270] el-Bihar, 25/266/8
[1271] a. g. e. s. 273/19
[1272] a. g. e. s. 274/20
[1273] el-Kafi, 7/259/18, bak. el-Bihar,
25/285/38 ve s. 286/39
[1274] el-Hisal, 614/10
[1275] el-Bihar, 25/274/20
[1276] a. g. e. s. 279/22
[1277] a. g. e. s. 283/30
[1278] a. g. e. s. 294/52
[1279] a. g. e. s. 297/60
[1280] a. g. e. s. 266/9
[1281] Kenz’ul Ummal, 43490
[1282] Mean’il-Ahbar, 325/1
[1283] Tuhef’ul Ukul, 284
[1284] Gurer’ul Hikem, 2355
[1285] Gurer’ul Hikem, 2427
[1286] a. g. e. 3842
[1287] a. g. e. 5046
[1288] Nehc'ül-Belağa, 76. hutbe
[1289] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1290] a. g. e.
[1291] Gurer’ul Hikem, 6441
[1292] a. g. e. 6535
[1293] Nehc'ül-Belağa, 120. hutbe
[1294] a. g. e. 331. hikmet
[1295] Alak suresi, 6 ve 7. ayetler
[1296] Müminun suresi, 55 ve 56. ayetler
[1297] Takasür suresi, 1. ayet
[1298] el-Bihar, 72/63/7
[1299] a. g. e. s. 68/29
[1300] Gurer’ul Hikem, 23
[1301] Nehc'ül-Belağa, 108. hikmet
[1302] Gurer’ul Hikem, 2555
[1303] Tuhef’ul Ukul, 304
[1304] Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet
[1305] Kenz’ul Ummal, 16677
[1306] el-Kafi, 2/262/11
[1307] Zuha suresi, 8. ayet
[1308] Müstedrek’ül-Vesail, 13/15/14598
[1309] el-Kafi, 5/72/8
[1310] a. g. e. s. 71/4
[1311] Emali’es-Seduk, 240/15
[1312] Gurer’ul Hikem, 1154
[1313] a. g. e. 1155
[1314] Nehc'ül-Belağa, 82. hutbe
[1315] a. g. e. 192
[1316] a. g. e. 91
[1317] Gurer’ul Hikem, 10394
[1318] ed-Derret’ul Bahire, 41
[1319] Mean’il-Ahbar, 401/62
[1320] Gurer’ul Hikem, 8645
[1321] Emali’êl-Müfid, 183/6
[1322] el-Bihar, 78/453/21
[1323] Nehc'ül-Belağa, 371. hikmet
[1324] Gurer’ul Hikem, 1272
[1325] Gurer’ul Hikem, 1294
[1326] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[1327] Emali’et-Tusi, 298/584
[1328] Nehc'ül-Belağa, 54. hikmet
[1329] Tuhef’ul Ukul, 201
[1330] Nehc'ül-Belağa, 133. hutbe
[1331] el-Kafi, 2/216/4
[1332] Sahife-i Seccadiye, 139, 35. dua
[1333] el-Kafi, 2/139/8
[1334] Mekarim’ul Ahlak, 2/376/2661
[1335] Gurer’ul Hikem, 6394
[1336] a. g. e. 1817-1818
[1337] Keşf’ul Gumme, 3/137
[1338] Derret’ul Bahire, 26
[1339] Kenz’ul Ummal, 7155
[1340] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[1341] Kenz’ul Ummal, 44154
[1342] el-Kafi, 2/139/9
[1343] Tuhef’ul Ukul, 318
[1344] Kenz’ul Ummal, 7156
[1345] Nehc'ül-Belağa, 342. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/246
[1346] İrşad’ul Müfid, 1/304
[1347] Nehc'ül-Belağa, 34. hikmet
[1348] a. g. e. 38
[1349] el-Kafi, 2/316/7
[1350] Nehc'ül-Belağa, 367. hikmet
[1351] İddet’ud-Dai, 107 ve 108
[1352] Nehc'ül-Belağa, 130. hutbe
[1353] Emali’es-Seduk, 394/1
[1354] Gurer’ul Hikem, 4949
[1355] Tuhef’ul Ukul, 57
[1356] Mean’il-Ahbar, 177/1
[1357] el-Bihar, 72/68/29
[1358] a. g. e. 75/107/9
[1359] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/148/37
[1360] a. g. e. 4/149/38
[1361] el-Bihar, 78/9/65
[1362] el-Kafi, 2/85/1
[1363] el-Bihar, 78/8/64
[1364] Tuhef’ul Ukul, 287
[1365] Emali’et-Tusi, 580/1198
[1366] Müddessir suresi, 11-17. ayetler
[1367] el-Bihar, 72/55/85
[1368] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/240
[1369] Sebe suresi, 37. ayet
[1370] İlel’uş-Şerayi’, 604/73
[1371] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/203
[1372] Nehc'ül-Belağa, 328. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/240
[1373] Kenz’ul Ummal, 16840
[1374] Gurer’ul Hikem, 10738
[1375] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/186/79
[1376] Gurer’ul Hikem, 8877
[1377] a. g. e. 6739
[1378] a. g. e. 6925
[1379] el-Bihar, 78/10/67
[1380] Gurer’ul Hikem, 8879
[1381] Gurer’ul Hikem, 10277
[1382] Nehc'ül-Belağa, 56. hikmet
[1383] Gurer’ul Hikem, 460 ve 461
[1384] Nehc'ül-Belağa, 426. hikmet
[1385] a. g. e. 150
[1386] Gurer’ul Hikem, 1140-1141
[1387] Çirkin görünümlü, ayakları küçük
bir tür Bahreyn koyunu. Bu tür koyun, Araplar arasında horluk ve
değersizlikle meşhurdur.
[1388] a. g. e. 5284-5285
[1389] Nehc'ül-Belağa, 452. hikmet
[1390] Hac suresi, 30. ayet
[1391] Lokman suresi, 6. ayet
[1392] el-Bihar, 79/250/2
[1393] Kenz’ul Ummal, 40667
[1394] a. g. e. 40661
[1395] el-Bihar, 79/245/20
[1396] el-Fakih, 4/58/5092
[1397] Nur’us-Sakaleyn, 3/529/19
[1398] a. g. e. 4/41/129
[1399] el-Fakih, 1/80/177
[1400] Sünen-i Ebi Davud, 4924
[1401] a. g. e. 4927
[1402] el-Bihar, 79/241/7
[1403] Sevab’ul A’mal, 291/12
[1404] el-Bihar, 79/247/26
[1405] a. g. e. 79/252/6
[1406] el-Hisal, 227/63
[1407] Kenz’ul Ummal, 40659
[1408] el-Bihar, 79/212/7
[1409] a. g. e. s. 242/10
[1410] el-Kafi, 5/120/5
[1411] a. g. e. h. 4
[1412] Hud suresi, 49. ayet
[1413] Cin suresi, 26 ve 27. ayetler
[1414] Rum suresi, 1-6. ayetler
[1415] Fetih suresi, 27. ayet
[1416] Enfal suresi, 7. ayet
[1417] Kamer suresi, 44 ve 45. ayetler
[1418] Hicr suresi, 94-96. ayetler
[1419] el-Kafi, 8/216/264, Bu rivayeti
Şii ve Sünni bir çok senetlerle rivayet etmişleridr. Hatta
bazıları bunun mütevatir rivayertlerden olduğunu
söylemişlerdir. bak. 3051. bölüm Ahzap savaşı
[1420] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/311
[1421] a. g. e. s. 310
[1422] et-Teşrif-i bi’l-Men, 76/18
[1423] Kenz’ul Ummal, 31651
[1424] a. g. e. 31660
[1425] Kenz’ul Ummal, 31719 Zahiren bu
anlamdaki rivayetler mütevatirdir. Bak. Kenz’ul Ummal, 11/723-728
[1426] a. g. e. 31773
[1427] et-Teşrif-u bi’l-Men, 228/331
[1428] Kenz’ul Ummal, 37668
[1429] a. g. e. 37714
[1430] a. g. e. 36571 Hakeza bak. 35576,
36577, 36580, 36587, 36590 ve hakeza bak. Tarih-i Dimeşk, İmam
Ali’nin (a.s) biyografisi, 3/266-268, s. 268, s. 278, s. 286-289
[1431] a. g. e. 38419
[1432] a. g. e. 38407
[1433] a. g. e. 38405
[1434] a. g. e. 38417
[1435] a. g. e. 38460
[1436] Nehc'ül-Belağa-i li-İbn-i
Ebi'l-Hadid, 1/253 ve 4/53 Metinde yer alan anlamda başka bir çok
rivayetler de vardır. İbn-i Ebi’l Hadid bu konuda şöyle diyor:
İmam’ın haber verdiği bu olay bir defa el-Gadir billah
zamanında ve bir defa da el Kaim Billah’ın hilafeti zamanında
meydana gelmiştir.
[1437] Nehc'ül-Belağa, 13. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/251
[1438] Nehc'ül-Belağa, 128. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 8/125
[1439] Nehc'ül-Belağa, 102. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/103
[1440] Nehc'ül-Belağa, 59. hutbe;
Şerh*u nEhc’ul belağa Li- İBn-i Ebi’l Hadid, 5/3, İbn-i
Ebi’l Hadid şöyel diyor: “Bu rivayet de mütevatir rivayetlere yakın
rivayetlerdendir. Zira hem meşhurdur ve hem de bir çok kimse
tarafından nakledilmiştir ve bu da Hz. Ali’nin muczelerinden ve
gaipten verdiği detaylı rivayetlerindendir. (bak. 138. konu,
el-Hevaric)
[1441] Kenz’ul Ummal, 31548
[1442] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 8/215; hakeza 15160. hadisin açıklamasına da
müracaat ediniz.
[1443] Keşf’ul Yakin, 100/93
[1444] Nehc'ül-Belağa, 175. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/10 İbni-i
Ebi’l Hadid bu sözün altına şöyle yazmıştır:
“İmam’ın (a.s) daha önce gaybi haberleri babında dikkate
değer bir çok rivayetler zikrtettik. İmam’ın (a.s) bu konudaki
ilginç sözlerinden biri de içinde gelecek olaylarla ilgili bilgilerin
olduğu hutbedir. İmam (a.s) bu hutbesinde Karamite’ya işaret
ederek şöyle buyurmuştur: “Onlar zahirde bize olan
aşklarından ve sevgilerinden söz ederler ama içlerinde bize
karşı öfke ve kin taşırlar. Onların nişaneleri de
varislerimizi öldürmeleri ve gençlerimizi sürgün etmeleridir.”
[1445] İbn-i Ebi’l Hadid şöyle
diyor: Bu söz Ebdulmelik bin Mervan’dan kinayedir. Zira bu özellikler
başkalarından daha çok onda bulunmaktadır. Zira o insanları
kendine davet ederek, Şam’a harekete geçirmişti. Bu da
İmam’ın (a.s) Şam’da yükek sesle çağırır.”
Sözünün anlamıdır. Abdulmelik Kufe’de iki defa bayrak
kaldırdı. Bir defası bizzat Irak’a gittiği ve Mus’ab’ı
öldürdüğü zamandır. İkincisi ise kardeşi Bişr bin
Mervanı ve diğerlerini Kufe’de kendi yerine tayin ettiği
zamandı. Sonunda valilik Haccac’ın eline geçti ve o zaman
Abdulmelik’in iplerini kopardığı ve haksızlığa
düştüğü zamandır. O zaman işler zorlaşacak ve
meşakkatli olacaktır.”
[1446] Nehc'ül-Belağa, 101. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/98
[1447] Nehc'ül-Belağa, 57. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 4/54 İbn-i Ebi’l
Hadid şöyle diyor: Bir çoklarının da inandığına
göre İmam’ın (a.s) bu şahıstan maksadı Ziyad’dır.
Büyük bir grup ise Haccac’ın kastedildiğini söylüyor. Bir grup ise
Muğire bin Şube’nin kastedildiğini söylüyor. Ama benim görüşüme
göre İmam’ın bu kişiden maksadı Muaviye’dir. Zira Muaviye
çok yemek ve doyumsuzlukla meşhur biriydi. Muaviye çok yiyor ve şöyle
diyordu: “Sofrayı toplayınız. Allah’a yemin olsun ki yoruldum
ama doymadım.” Elbette bulunan bir çok rivayetler esasınca da
Resulüllah Muaviye’nin gelmesi için peşine birisini gönderdi. O
şahıs Muaviye’nin yemekle meşgul olduğunu gördü. Allah
Resulü bir müddet sonra yeniden birisini onun peşice gönderdi. Elçi
geldiğinde henüz onun yemekle meşgul olduğunu gördü. Allah
Resulü (s.a.a) Muaviye’ye beddua aderek şöyle buyurdu: “Allahım!
Karnını doyurma.” Şair de şöyle diyor: Karnı Haviye
(cehennem) gibi olan bir arkadaşım var. Adeta
bağırsaklarında Muaviye (dişi bir köpek) var.
[1448] Kenz’ul Ummal, 31753
[1449] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/148
[1450] Nehc'ül-Belağa, 105. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/117
[1451] Bakınız, Kenz’ul Ummal, 11/363-365, Şerh-u Nehc’ul Belağa Li’bn-i Hadid, 7/176
[1452] Nehc'ül-Belağa, 116. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/277
[1453] Kenz’ul Ummal, 31747
[1454] a. g. e. 31749
[1455] Kitab’ul Garat, 2/458
[1456] a. g. e. 492
[1457] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 3/169; bak. s. 169-171
[1458] Müstedrek’ül-Vesail, 11/284/13032
[1459] et-Teşrif-u bi’l-Minen, 244/355
[1460] el-Kafi, 8/66/22
[1461] el-Bihar, 2/109/14
[1462] el-Kafi, 8/306/476
[1463] el-Bihar, 18/147/8
[1464] el-Kafi, 2/117/5
[1465] Nehc'ül-Belağa, 103. hutbe
[1466] Mekarim’ul Ahlak, 2/344/2660
[1467] el-Kafi, 8/387/586
[1468] Tenbih’ul Havatir, 1/155
[1469] a. g. e. s. 301
[1470] Müstedrek’ül-Vesail, 11/376/130301
[1471] a. g. e. h. 13302
[1472] el-Bihar, 77/157/136
[1473] Tuhef’ul Ukul, 54
[1474] el-Bihar, 78/251/102
[1475] el-Kafi, 4/46/1
[1476] el-Bihar, 74/166/31
[1477] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/219
[1478] Nehc'ül-Belağa, 102. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/260
[1479] Müstedrek’ül-Vesail, 12/330/14215
[1480] el-Bihar, 77/102/1
[1481] Tenbih’ul Hevatir, 1/217
[1482] Müstedrek’ül-Vesail, 11/377/13303
[1483] Cin suresi, 26 ve 27. ayetler
[1484] el-Bihar, 18/129/38
[1485] el-Heraic ve’l-Ceraih, 1/30/25
[1486] Kasas’ul Enbiya, 308/408
[1487] Bakara suresi, 255. ayet
[1488] Nehc'ül-Belağa, 128. hutbe
[1489] el-Kafi, 1/257/4
[1490] a. g. e. s. 256/1
[1491] Hücurat suresi, 12. ayet
[1492] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/62
[1493] Nehc'ül-Belağa, 461. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/179
[1494] Gurer’ul Hikem, 899
[1495] a. g. e. 484
[1496] el-Bihar, 75/249/16
[1497] Gurer’ul Hikem, 2724
[1498] a. g. e. 2632
[1499] a. g. e. 1955
[1500] a. g. e. 10300
[1501] a. g. e. 3128
[1502] a. g. e. 9311
[1503] Kenz’ul Ummal, 8040
[1504] el-Hisal, 434/20
[1505] el-Bihar, 78/333/9
[1506] Tenbih’ul Havatir, 1/115
[1507] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/510/21
[1508] a. g. e. s. 511/24
[1509] Nehc'ül-Belağa, 140. hutbe
[1510] el-Bihar, 75/261/66
[1511] a. g. e. s. 248/13
[1512] Gurer’ul Hikem, 1144
[1513] Tuhef’ul Ukul, 245
[1514] el-Bihar, 75/256/43
[1515] a. g. e. s. 246/8
[1516] a. g. e. 75/262/70
[1517] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/62
[1518] Nur suresi, 19. ayet
[1519] Gurer’ul Hikem, 5198
[1520] el-Kafi, 2/357/2
[1521] Sevab’ul A’mal, 295/1
[1522] Nur’us-Sakaleyn, 3/582/61
[1523] Müstedrek’ül-Vesail, 12/424/14509
[1524] a. g. e. s. 426/14515
[1525] el-Kafi, 2/357/1
[1526] el-Bihar, 75/258/53
[1527] Cami’ul Ahbar, 412/1144
[1528] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/515/30
[1529] Gurer’ul Hikem, 10378
[1530] el-Bihar, 75/254/36
[1531] a. g. e. s. 58/53
[1532] a. g. e. 77/89/3
[1533] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/515/31
[1534] Kenz’ul Ummal, 8014
[1535] a. g. e. 8033
[1536] a. g. e. 8024
[1537] Kenz’ul Ummal, 8030
[1538] Nur’us-Sakaleyn, 1/549/556
[1539] el-Kafi, 2/358/6
[1540] el-Bihar, 75/246/7
[1541] el-Hisal, 208/28
[1542] el-Bihar, 75/251/25
[1543] a. g. e. s. 248/12
[1544] Nisa suresi, 148. ayet
[1545] Kalem suresi, 10 ve 11. ayetler
[1546] el-Bihar, 75/261/64
[1547] Kurb’ul Esnad, 176/645
[1548] Gurer’ul Hikem, 1013
[1549] el-Bihar, 75/253/32
[1550] a. g. e. s. 260/59
[1551] Tenbih’ul Havatir, 2/252
[1552] Kenz’ul Ummal, 8068
[1553] a. g. e. 8071
[1554] a. g. e. 8075
[1555] a. g. e. 8073
[1556] a. g. e. 8069
[1557] Kenz’ul Ummal, 8070
[1558] a. g. e. 8074
[1559] Vesail’uş-Şia, 8/605/6
[1560] a. g. e. h. 7
[1561] Meclisi şöyle diyor: Bu gibi
durumlarda da konunun kinaye ve işaret yoluyla söylenmesi, ihtiyata daha
yakındır. Zira bu rivayet genel bir rivayettir. Ayrıca Ebu
Süfyan fasık ve münafık biri olduğu için Allah Resulü’nün,
Hind’i bu tür bir beyandan sakındırmama ihtimali de vardır.
[1562] İşitilmesi açısından
[1563] örneklerinden
[1564] a. g. e. 75/238-240
[1565] Misbah’uş-Şeria, 277 ve 279
[1566] Mean’il-Ahbar, 184/1
[1567] Kenz’ul Ummal, 8035
[1568] Yani o kadar aciz ve tembeldir ki
kendisine su ve yemek verilmesi, yolculuğa götürmek için omuzlarda taşınması
veya merkebine bindirilmesi gerekecek ölçüde yardıma muhtaçtır.
[1569] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/506/13
[1570] el-Bihar, 75-223-225
[1571] Gurer’ul Hikem, 1171
[1572] el-Hisal, 566/1
[1573] el-İhtisas, 225
[1574] Emali’es-Seduk, 350
[1575] Fakih, 4/372
[1576] Sevab’ul A’mal, 178/2
[1577] a. g. e. 335/1
[1578] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/517/36
[1579] a. g. e. s. 518/40
[1580] Kenz’ul Ummal, 8028
[1581] el-Kafi, 2/357/4
[1582] Emali’et-Tusi, 192/325
[1583] Kenz’ul Ummal, 8036
[1584] a. g. e. 8037
[1585] a. g. e. 8064
[1586] a. g. e. 8065
[1587] Fakih, 3/444/4541
[1588] Hadiste keçen el-Meza kelimesi,
kadın ve erkeği bir araya toplamak ve onları birbiriyle
oynaşmaya terk etmektir veya deyyusluk demektir. (el-Kamus’ul Mu’hit,
4/389)
[1589] Kenz’ul Ummal, 7065
[1590] a. g. e. 7068
[1591] el-Bihar, 71/342/2
[1592] a. g. e. 103/250/44
[1593] a.g.e.s. 248/33
[1594] Gurer’ul Hikem, 6395
[1595] a. g. e. 6175
[1596] a. g. e. 6385
[1597] Nehc'ül-Belağa, 47. hikmet
[1598] a. g. e. 305
[1599] Kenz’ul Ummal, 7070
[1600] a. g. e. 7076
[1601] a. g. e. 7074
[1602] el-Kafi, 5/535/1
[1603] el-Bihar, 76/332/1
[1604] Dur’ul Mensur, 3/447
[1605] el-Mehasin, 1/204/355
[1606] Kenz’ul Ummal, 7072
[1607] a. g. e. 7071
[1608] Vesail’uş-Şia, 14/108/4
[1609] a. g. e. 14/108/5
[1610] a. g. e. s. 109/9
[1611] el-Kafi, 5/536/2
[1612] el-Fakih, 3/444/4542
[1613] Kenz’ul Ummal, 7067
[1614] Nehc’ul Belaga’da bu hadis 31.
mektupta, biraz farklılıkla yer almıştır. “Ve iffetli
kadını şüpheye düşürür” tabiri de vardır.
[1615] el-Bihar, 77/214/1
[1616] el-Kafi, 5/537/1
[1617] Gurer’ul Hikem, 6383
[1618] Yani kadın kıskançlığından dolayı kocasının günaha düşmesine razı olur ama ikinci bir evliliğe razı olmaz ve günaha razı olmak da küfürdür.
[1619] Nehc'ül-Belağa, 124. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/312
[1620] el-Kafi, 5/505/4
[1621] a. g. e. h. 5
[1622] Gurer’ul Hikem, 4466
[1623] Kenz’ul Ummal, 28593
[1624] a. g. e. 28590
[1625] Sahih-i Müslim, 2223
[1626] Kenz’ul Ummal, 28597
[1627] Nehc'ül-Belağa, 400. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/372
[1628] Kamer suresi 19. ayet.
[1629] Fussilet 16. ayet
[1630] Duhan suresi, 2 ve 3. ayetler
[1631] Kadir suresi, 3. ayet
[1632] Duhan suresi, 4. ayet
[1633] Kadir suresi, 4-5. ayetler
[1634] el-Bihar’ul Envar kitabının
14. cildinde bu hadislerden çok sayıda yer almıştır.
[1635] Bu cümle Çarşamba günleri veya her
ayın son Çarşamba günü hacamat yaptıran kimsenin hacamat mahalli
morarır, veya (bazılarında ise, “hacamat mahallinin
morarmasından korkulur” diye yer almıştır) diyen hadisleri
reddetmektedir.
[1636] Güneş dışında yedi
gezegenden ikisinin birbirine uğurlu sayılan
yaklaşımı. müt.
[1637] Güneş dışında yedi
gezegenden ikisinin birbirine uğursuz sayılan
yaklaşımı müt.
[1638] Örneğin Hudeybiye
savaşında Suheyl bin Amr Mekke müşrikleri adına Müslümanlarla
görüşmek ve barış antlaşması yapmak istediğinde
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Artık işiniz
kolaylaştı. (Süheyl adı kolaylık anlamına gelen sehl
kökünden gelmeketdir.)” Hakeza Peygamberin (s.a.a) Hüsrev Perviz’e
yazdığı ve onu İslama davet ettiği mektubunda da
Hüsrev Perviz Peygamber’in mektubunu yırtmış ve Peygamber’e
cevap olarak bir avuç toprak göndermiştir. Peygamber de bunu kendileri
için uğur saymış ve şöyle buyurmuştur: “Çok geçmeden
müminler onların topraklarını fethedecektir.”
[1639] Yasin suresi, 18 ve 19. ayetler
[1640] Neml suresi, 47. ayet
[1641] Bu rivayet el-Bihar’da olduğu
şekliyle Kafi, Hisal, Mehasin ve Fakih kitaplarında da yer
almıştır. Ama bizim burada naklettiğimiz şekil Fakih
kitabının bazı nüshalarıyla mutabıktır.
[1642] Hadiste yer alan “adva” “i’da” gibi
mastardır. Maksat, uyuz, veba ve çiçek vb. hastalıkların salim
bir insana sirayet etmesidir. Hastalığın
bulaşıcılığını reddetmek ise hadislerden de
anlaşıldığı üzere bizim bu hastalıkları
Allah’tan bağımsız bir etkiye sahip olduğuna inanmamız
ve onu Allah’ın irade ve meşiyetine isnat etmememiz
anlamındadır. “hame” ise cahiliye döneminde halkın ölünün
ruhunun bir kuş şekline dönüşmesi ve mezarına gelip sürekli
inlemesi ve katilinden intikam alınıncaya kadar şikayette
bulunması inancını ifade etmektedir. “Es-sifr” ise hayvanlara su
verirken ıslık çalmak anlamındadır.
[1643] Tefsir’ul-Mizan, 19/71-79
[1644] Kenz’ul Ummal, 405, 419 Bu rivayetlerin
biri Ebu Hureyre’den ve diğeri de Muaviye’den nakeldilmiştir. O
yüzden düşünülmesi gerekir.
[1645] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/218 ve 219
[1646] el-Bihar, 44/344
[1647] el-Kamil-i İbn-i Esir, 2/538
[1648] Mesir’ul Ahzan, 31, 32
[1649] Tevbe suresi, 126. ayet
[1650] “fitne” lügatte altının halis
kılınması için ateşte eritilmesi anlamındadır.
[1651] el-Kafi, 1/370/4
[1652] Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/205
[1653] Kenz’ul Ummal, 44216
[1654] Nehc'ül-Belağa, 33. hutbe
[1655] Nehc'ül-Belağa, 89. hutbe
[1656] a. g. e. 95
[1657] a. g. e. 2
[1658] a. g. e. 65. mektup
[1659] a. g. e. 102. hutbe
[1660] el-Bihar, 7/285/3
[1661] Ankebut suresi, 2. ayet
[1662] Sad suresi, 34. ayet
[1663] Nehc'ül-Belağa, 16. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/272
[1664] el-Kafi, 1/370/6; bak. tüm hadise
[1665] el-Bihar, 5/216/1
[1666] Emali’et-Tusi, 580/1201
[1667] Nehc'ül-Belağa, 93. hikmet
[1668] Nehc'ül-Belağa, 215. hutbe
[1669] Ankebut suresi, 1-2. ayetler
[1670] Ta-Ha suresi, 40. ayet
[1671] Tevbe suresi, 48. ayet
[1672] Bakara suresi, 217. ayet
[1674] Zariyat suresi, 13. ayet
[1675] Zariyat suresi, 14. ayet
[1676] Buruc suresi, 10. ayet
[1677] Teğabun suresi, 15. ayet ve Enfal
suresi, 28. ayet
[1678] Tevbe suresi, 126. ayet
[1679] Bihar, 93/17-18
[1680] el-Kafi, 8/58/21
[1681] Nehc'ül-Belağa, 369. hikmet
[1682] a. g. e. 192. hutbe
[1683] Enfal suresi, 28. ayet
[1684] Teğabün suresi, 15. ayet
[1685] Fecr suresi, 15 ve 16. ayet
[1686] el-Bihar, 73/140/12
[1687] Kenz’ul Ummal, 44490
[1688] a. g. e. 44129
[1689] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[1690] Nehc'ül-Belağa, 225
[1691] a. g. e. 322. hikmet
[1692] a. g. e. 121. hutbe
[1693] a. g. e. 462. hikmet
[1694] a. g. e. 192. hutbe
[1695] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/178/57
[1696] a. g. e. s. 184/74
[1697] Nehc'ül-Belağa, 17. hutbe
[1698] et-Tevhid, 354/1
[1699] el-Bihar, 5/216/5
[1700] et-Tevhid, 354/3
[1701] el-Bihar, 5/217/7
[1702] el-Bihar, 5/217
[1703] Furkan suresi, 20. ayet
[1704] En’am suresi, 165. ayet
[1705] Kenz’ul Ummal, 25063
[1706] el-Mümtehinne, 5. ayet
[1707] Yunus suresi, 85. ayet
[1708] el-Bihar, 5/216/2
[1709] el-Kafi, 2/262/10
[1710] Tefsir-i el-Mizan, 19/233
[1711] a. g. e. 10/144
[1712] el-Garat, 1/6 ve s. 9 ve s. 10, nehc’ul
Belaga, 93. hutbeye demüracaat ediniz.
[1713] Gurer’ul Hikem, 1210
[1714] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/54/5
[1715] Nehc'ül-Belağa, 183. hutbe
[1716] a. g. e. 5
[1717] Kenz’ul Ummal, 30883
[1718] a. g. e. 31170
[1719] Tenbih’ul Havatir, 2/87
[1720] Kenz’ul Ummal, 43839
[1721] a. g. e. 30893
[1722] Gurer’ul Hikem, 5140
[1723] a. g. e. 6685
[1724] a. g. e. 9163
[1725] a. g. e. 10379
[1726] a. g. e. 10109
[1727] Nehc'ül-Belağa, 69. mektup
[1728] a. g. e. 1. hikmet
[1729] Kehf suresi, 13. ayet
[1730] Gurer’ul Hikem, 9659
[1731] a. g. e. 4425
[1732] el-Bihar, 79/300/9
[1733] Gurer’ul Hikem, 2170
[1734] Gurer’ul Hikem, 9999
[1735] Hakka suresi, 44-46. ayetler
[1736] Nur suresi, 15. ayet
[1737] En’am suresi, 21. ayet
[1738] Zümer suresi, 60. ayet
[1739] Mean’il-Ahbar, 390/31
[1740] el-Bihar, 2/121/35
[1741] a. g. e. h. 36
[1742] Kenz’ul Ummal, 29018
[1743] a. g. e. 29019
[1744] el-Kafi, 7/409/2
[1745] el-Bihar, 2/299/25
[1746] el-Hisal, 52/66
[1747] el-Bihar, 2/172/3
[1748] a. g. e. s. 173/5
[1749] a. g. e. s. 123/48
[1750] el-Bihar, 2/260
[1751] Tuhef’ul Ukul, 369
[1752] Vesail’uş-Şia, 18/161/2
[1753] el-Kafi, 1/42/3
[1754] Sünen-i Ebi Davud, 3657
[1755] Vesail’uş-Şia, 18/108/36
[1756] Kenz’ul Ummal, 29325
[1757] Müstedrek’ül-Vesail, 17/315/21452
[1758] a. g. e. 17/315/21453
[1759] Kenz’ul Ummal, 29339
[1760] el-Kafi, 2/294/6
[1761] Fakih, 2/132/1941
[1762] Kalem suresi, 13. ayet
[1763] el-Kafi, 2/324/4
[1764] el-Bihar, 79/110/1
[1765] Kenz’ul Ummal, 8078
[1766] el-Bihar, 78/181/67
[1767] Kenz’ul Ummal, 8085
[1768] el-Bihar, 79/111/6
[1769] el_kafi, 2/323/3
[1770] Emali’et-Tusi, 39/43
[1771] el-Kafi, 2/291/9
[1772] Gurer’ul Hikem, 1508
[1773] a. g. e. 3199
[1774] a. g. e. 7816
[1775] a. g. e. 9478
[1776] el-Bihar, 79/113/14
[1777] Gurer’ul Hikem, 9389
[1778] Kenz’ul Ummal, 8097
[1779] el-Kafi, 2/324/6
[1780] Dur’ul Mensur, 8/248
[1781] a. g. e. s. 249
[1782] el-Kafi, 2/325/9
[1783] el-Bihar, 78/185/14
[1784] a. g. e. 75/146/16
[1785] el-Kafi, 2/327/3
[1786] a. g. e. s. 323/1
[1787] a. g. e. s. 325/8
[1788] Kenz’ul Ummal, 8082
[1789] el-Bihar, 78/91/95
[1790] a. g. e. 78/160/21
[1791] a. g. e. 75/151/17
[1792] Kenz’ul Ummal, 8086
[1793] Hadid suresi, 20. ayet
[1794] Lokman suresi, 18. ayet
[1795] el-Hisal, 69/102
[1796] Gurer’ul Hikem, 2201
[1797] a. g. e. 950
[1798] a. g. e. 10655
[1799] el-Bihar, 73/234/34
[1800] Nehc'ül-Belağa, 398. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/352
[1801] el-Bihar, 78/19/78
[1802] Sahifet’us-Seccadiye, 81, 20. dua
[1803] el-Bihar, 73/292/20
[1804] Metalib’us-Suul, 54
[1805] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/558/1
[1806] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[1807] a. g. e. 216
[1808] a. g. e. 5
[1809] Nehc'ül-Belağa, 454. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/150
[1810] el-Kafi, 2/329/4
[1811] a. g. e. s. 328/1
[1812] et-Tekasür, 1 ve 2. ayetler
[1813] el-Bihar, 73/293/24
[1814] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/573/44
[1815] el-Kafi, 2/329/6
[1816] a. g. e. s. 328/2
[1817] el-Bihar, 78/31/100
[1818] el-Kafi, 2/3329/5
[1819] Nehc'ül-Belağa, 221. hutbe
[1820] el-Bihar, 16/341/33
[1821] a. g. e. 84/139/32
[1822] Müstedrek’ül-Vesail, 12/90/13599
[1823] el-Garat, 2/524
[1824] el-Hisal, 420/14
[1825] Gurer’ul Hikem, 10953
[1826] el-Kafi, 8/234/311
[1827] İlel’uş-Şerayi’, 393/8
[1828] el-Bihar, 41/55/4
[1829] a. g. e. c. 72/30