Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mizan’ul Hikmet
(hikmetin ölçüsü) benim, Ali de onun dilidir.” (İhkak’ul Hak, 6/46)
Mizan’ul Hikmet
10. Cilt
Muhammed
Muhammedi REYŞEHRİ
Çeviri
Kadri ÇELİK
Tatbik
Nuri DÖNMEZ
E-Kitap: http://kitab.nur-az.com/tr - http://gadir.free.fr
409. Konu
el-Ferec
Kurtuluş-Genişlik
bak. .
F 110. konu,
el-Hüzün; el-İmamet (3), 239 ve 240. bölümler
15738.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şiddet son
haddine ulaştığında genişlik hasıl olur, bela
halkaları iyice sıkıştığında huzur ortaya
çıkar.”[1]
15739.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zorluk
doruğa ulaştığı zaman kurtuluşa en yakın
zamandır.”[2]
15740.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kurtuluşa
en yakın zaman, işin daraldığı zamandır.”[3]
15741.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tüm kapılar
kapanınca kurtuluşun nişaneleri ortaya çıkar.”[4]
15742.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her zorluk
şiddetlenince, Allah kurtuluşunu yakın kılar.”[5]
15743.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bela ve zorluk
halkası daralınca, kurtuluş hasıl olur.”[6]
Kur’an:
“Elbette
zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla
beraber bir kolaylık daha vardır.” [7]
15744.
Resulullah (s.a.a), Allah-u Tela’nın, “Senin için göğsünü açmadık mı?” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Eğer
zorluk bir inde olsa kolaylık dışarı çıkarmak için
yanına girer.” Peygamber daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Gerçekten
zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”[8]
15745.
Resulullah (s.a.a), hakeza bu ayetin tefsirinde
şöyle buyurmuştur: “Asla bir zorluk iki kolaylığa üstün gelemez. “Gerçekten
zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir
kolaylık vardır.”[9]
15746.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer zorluk gelir ve bir ine girerse
kolaylık da gelir, onun yanına girer ve onu dışarı
çıkarır.”[10]
15747.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Rahatlık, eziyete ne kadar da yakındır.”[11]
15748.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mutluluklar
mutsuzluklara nede yakındırlar!”[12]
15749.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her hüzün ve
gamın bir açılışı vardır.”[13]
15750.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her
darlığın bir çıkışı vardır.”[14]
15751. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kurtuluş beklentisi iki rahatlıktan
biridir.”[15]
410. Konu
el-Ferah
Sevinç
F Bihar,
73/154, 125. bölüm kesret’ul ferah
bak. .
F 229. konu,
es-Surur; 309. konu, ez-Zihk; 110. konu, el-Hüzün
F el-Hüzün,
822, 824. bölümler; et-Tama’, 2421. bölümler; el-Ayb, 3019. bölüm
Kur’an:
“Milleti ona: “Böbürlenme, Allah şüphesiz
ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret
yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma dediler.”[16]
“Onlara: “ işte bu, yeryüzünde haksız
yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür.”[17]
bak.
Şura suresi, 48. ayet; Hadid suresi, 23. ayet
15752.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nice hafif
davranmalar malın yağma edilmesiyle
sonuçlanır.”[18]
15753.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Size ne oluyor
ki, dünyada edindiğiniz az şeye seviniyor, ahiretten
yitirdiğiniz çok şeye üzülmüyorsunuz!?”[19]
15754.
İmam Ali (a.s), Abdullah b. Abbas’a
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “(Ey Abdullah b. Abbas!) Kişi bazen ister
istemez sonunda kendisine nasib olacak şey için sevinir ve bazen de
kendisine ulaşması mukadder olmayan şey için hüzün duyar.
Dünyada kendin için elde ettiğin en faziletli şey, bir lezzete
ulaşmak veya öfkeni dindirmek olmasın. Aksine batılı
söndürmek ve hakkı ihya etmek olsun. Sevincin, (ahiret için)
gönderdiğin iyi amellerden; üzüntü ve kederin ise, terk edip yerine
getirmediklerinden ötürü olsun. Tüm himmetin ise, ölümden sonrası (ahiret)
için olsun.”[20]
bak. Es-Surur, 1792. Bölüm
411. Konu
el-Furs
Farslar-İranlılar
F Kenz’ul
Ummal, 12/90-93, el-Furs
F Bihar,
67/166, 9. bölüm; Esnaf’un-Nas fi’l-İman
bak. .
F 59. konu,
es-Sevre
15755.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İslam’da insanlardan en büyük nasibi
olanlar İran halkıdır.”[21]
15756.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İslam sayesinde Acemlerden (Arap olmayan)
en mutlu millet İran halkıdır.”[22]
15757.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Rüyamda beyaz bir koyun sürüsünün siyah bir
koyun sürüsüne karıştığını gördüm.” Ashap
şöyle arzetti: “Bunun tabiri nedir, ey Allah’ın Resulü!” Peygamber
şöyle buyurdu: “Acemler (Arap olmayanlar) bu din ve nesebinizde, size
ortak olacaklardır. Eğer iman Süreyya yıldızına bile
asılacak olsa, şüphesiz Acem olan bir topluluk onu elde edecektir.
İman açısından onların en mutlusu
İranlılardır.”[23]
Bir rivayette ise şöyle yer
almıştır: “Rüyamda bir kuyudan su çektiğimi, birinin onun üzerinden
atladığını, yanında bir miktar keçi bulunduğunu
gördüm. Daha sonra çok sayıda koyun yanıma geldi ve ben onları
Müslüman olacak olan Acemler (Arap olmayanlar) diye tabir ettim.”[24]
“Eğer siz yüz çevirecek
olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra
onlar, sizin benzerleriniz de olmazlar.”[25]
“Eğer dilerse, ey insanlar, sizi
giderir (yok eder) ve başkalarını getirir. Allah, buna güç
yetirendir.”[26]
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden
geri döner(irtidat eder) se, Allah (yerine), kendisinin onları
sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere
karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,'
Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının
kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.”[27]
"Bu peygamber yine onlardan olup
henüz kendilerine yetişmemiş bulunan başka insanlara da
gönderdik. O Azizdir, Hakimdir.”[28]
“Biz Kuran'ı arapça bilmeyen
kimselerden birine indirseydik de o bunları okusaydı yine de ona
inanmazlardı.”[29]
15758.
Resulullah (s.a.a), “Eğer ondan yüz çevirirseniz, sizi ortadan
kaldırır. Sizin gibi olmayacak bir milleti yerinize getirir.” ayetini okuyunca, kendisine, “Yüz
çevirdiğimiz taktirde Allah’ın onları yerimize geçireceği
bu kimseler kimlerdir?” diye sorulması üzerine Selman’ın omzuna
dokunarak şöyle buyurmuştur: “Bu şahıs ve kavmidir. Canım
elinde olana andolsun ki eğer iman Süreyya’ya da asılacak olsa,
İran’dan bir topluluk onu elde edecektir.”[30]
Şöyle diyorum: “Bu hadisin benzeri
başka bir yolla Ebu Hureyre’den ve İbn-i Merduye’den o da Cabir’den
rivayet edilmiştir.”
15759.
İmam Sadık (a.s), Yakub b. Kays’a
şöyle buyurmuştur: “Ey Kays’ın oğlu! “Eğer ondan yüz çevirirseniz,
sizi ortadan kaldırır. Sizin gibi olmayacak bir milleti yerinize
getirir.” Ayetinden maksat, azat edilmiş kölelerin
çocuklarıdır.”[31]
15760.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Arap
topluluğu! Eğer sizden bir grup yüz çevirirse, Allah sizin yerinize
başka bir topluluğu getirir, yani azat edilmiş köleleri. Allah’a
yemin olsun ki onlardan daha iyi bir topluluğu onların yerine
geçirmiştir, yani azat edilmiş köleleri.”[32]
15761.
Mecme’ul Beyan’da Allah-u Teala’nın, “Eğer isterse sizi yok eder” ayeti hakkında şöyle yer
almıştır: “Yani eğer Allah isterse, sizleri helak eder. “Ey insanlar!” ve
sizleri yok eder. Bir görüşe göre de bu ayette taktirde hazfedilmiş
bir kelime vardır. Yani aslında ayet şöyledir: Eğer Allah
sizi yok etmeyi dilerse sizi yok eder ey insanlar! “Ve yerinize başka
bir grubu getirir” yani Peygamberine yardım eden sizden başka bir
topluluğu yerinize getirir. Rivayet edildiği üzere bu ayet nazil
olduğu zaman Peygamber elini Selman’ın sırtına vurdu ve
şöyle buyurdu: “Onlar bunun kavmidir. Yani İranlılardır.”[33]
15762.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Ey iman edenler! Aranızdan dininden kim
dönerse bilsin ki Allah kendilerini sevdiği ve onların da
Allah’ı sevdiği bir kavim getirir” ayeti sorulunca şöyle buyurmuştur: “(Onlar) Salman’ın omuzuna vurarak bunun
kavmidir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Eğer din Süreyya’ya bile
asılacak olsa, şüphesiz İranlılardan bir grup onu elde
edecektir.”[34]
15763.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer iman Arapların elde
edemeyeceği şekilde Süreyya’ya bile asılacak olsa,
İranlılardan bir topluluk onu elde edecektir.”[35]
15764.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer din Süreyya’ya asılacak olsa,
İranlılardan bir grup onu elde edecektir.”[36]
15765.
Ebu Hureyre şöyle diyor: “Cuma suresi nazil
olduğunda, biz Peygamber’in (s.a.a) huzurunda oturmuştuk. Peygamber
sureyi tilavet buyurdu ve “Henüz onlardan kendilerine katılmayan diğerleri” ayetine geldiği zaman birisi şöyle
arzetti: “Henüz bizlere katılmayan bu kimseler kimlerdir?” Peygamber
(s.a.a) elini Selman’ın başına koydu ve şöyle buyurdu: “Canım
elinde olana andolsun ki eğer iman Süreyya’da bile olsa bunlardan bir
topluluk onu elde edecektir.”[37]
15766.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Eğer
onu Arap olmayan bazılarına nazil kılsaydık ve Peygamber
onu kendilerine okusaydı, şüphesiz ona iman etmezlerdi” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Eğer
Kur’an Araplardan başkasına nazil olsaydı, Araplar asla ona iman
etmezlerdi. Halbuki Araplara nazil oldu ve Acemler (Arap olmayanlar) ona iman
etti. Bu da Acemler için bir fazilettir.”[38]
15767.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İbrahim (a.s) Iraklılara beddua etti.
Allah-u Teala ona şöyle vahyetti: “Bu işi yapma (beddua etme.) Zira
ben ilmin hazinelerini onların arasına bıraktım ve rahmeti
onların kalbine yerleştirdim.”[39]
15768.
Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer
ilim Süreyya’da olsa şüphesiz İranlılardan bir grup onu elde
edecektir.”[40]
15769.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Neden güldüğümü sormayacak
mısınız? Ben ümmetinden bir topluluğu zincirlere
vurulmuş bir halde zorla cennete doğru çekildiğini gördüm.”
Şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Onlar kimlerdir?” Peygamber şöyle
buyurdu: “Onlar Acemlerden bir topluluktur, mücahitler onları esir ederler
ve onları Müslüman ederler.”[41]
15770.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben zincirlere vurulmuş bir
halde cennete doğru sürüklenen bir topluluğu görüyorum.”[42]
15771.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zincire vurulmuş bir halde cennete
sürüklenen bir topluluğa şaşıyorum.”[43]
15772.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İranlılar İshak’ın
oğullarıdır.”[44]
15773.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İranlılar bizim
akrabalarımızdır. Zira ki İsmail İshakoğullarının
amcasıdır ve İshak da İsmailoğullarının
amcasıdır.”[45]
15774. Resulullah
(s.a.a), yanında Acemlerden söz edilince şöyle buyurmuştur: “Onlara veya bazısına olan güvenim,
size veya bazılarınıza olan güvenimden daha çoktur.”[46]
412. Konu
el-Firaset
Feraset
F Kenz’ul
Ummal, 11/88, 103, Kitab’ul Feraset
F Bihar,
67/73, 2. bölüm; İnn’el Mümin yenzuru binurillahi subhaneh
F Kenz’ul
Ummal, 13/178, Firaset-u İmam Ali (a.s)
Kur’an:
“Bunda, görebilen insanlar için ibretler
vardır.”[47]
15775.
İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Bunda
görebilen insanlar için ibretler vardır” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Maksat feraset
sahibi kimselerdir.”[48]
15776.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin ferasetinden sakınınız;
zira o Allah-u Teala’nın nuruyla bakar.” Hazreti Peygamber daha sonra “Bunda
görebilen insanlar için ibretler vardır” ayetini okuyarak
şöyle buyurdu: “Maksat feraset sahibi kimselerdir.”[49]
15777.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yaratılan
her şeyin iki gözü arasına (alnına) mümin veya kafir olduğu
yazılmıştır. Bu sizlere örtülüdür ama Al-i Muhammed’in
imamlarına örtülü değildir. Bu onların yanına varan kimselerin
mümin veya kafir olduklarını bilirler.” İmam daha sonra, “Bunda
görebilen insanlar için ibretler vardır” ayetini okuyarak
şöyle buyurdu: “Bu görebilen insanlar İmamların (a.s) ta
kendileridir.”[50]
15778.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Al-i
Muhammed’in Kaim’i kıyam edince tıpkı Davud’un hakemliği
gibi insanlar arasında hakemlikte bulunur ve hiçbir tanığa
ihtiyaç duymaz. Allah-u Teala ona ilhamda bulunur ve kendi ilmi esasınca
hükmeder. Her topluluğa içinde gizlediği şeyi haber verir, dost
ve düşmanını tiplerinden anlar. Münezzeh olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır.”[51]
15779.
İmam Sadık (a.s) kendisinden bir
şey sormak isteyen Medine valisi Hilali’ye şöyle buyurmuştur: “Eğer istersen sen daha sormadan sen daha
sormadan sana ne sormak istediğini söyleyebilirim. İstiyorsan da
kendin sor.” Hilali şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Ey İbn-i
Resulilllah! Ben daha sormadan zihnimde hangi sorunun olduğunu nereden
biliyorsun?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Nişaneleri görebilme ve
ferasetlerle. Aziz ve celil olan Allah’ın şu sözünü işitmedin
mi? “Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır.” Hakeza Allah
resulünün şu sözünü işitmedin mi? “Müminin ferasetinden korkunuz zira
mümin aziz ve celil olan Allah’ın nuruyla Bakar.”[52]
15780.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
İmam’da (a.s) şu nişaneleri görebilenler için nişaneler
vardır. O yol üstünde durandır (kılavuzluk için nişanedir)
Allah’ın nuruyla Bakar. Allah tarafından konuşur ve
istediği hiçbir şey ona gizli değildir.”[53]
15781.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin ferasetinden korkun. Zira o aziz ve
celil olan Allah’ın nuruyla bakar.”[54]
15782.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin ferasetinden korkun. Zira o aziz ve
celil olan Allah’ın nuruyla bakar ve Allah’ın verdiği
başarıyla konuşur.”[55]
15783.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Müminin
zanlarından sakınınız, zira Allah-u Teala hakkı
onların dilinde karar kılmıştır.”[56]
Bak. Ez-Zenn, 2472. Bölüm
15784.
İmam Kazım (a.s) Süleyman Caferi’ye
şöyle buyurmuştur: “Ey Süleyman! Müminin ferasetinden sakın, zira o Allah’ın
nuruyla bakar.” (Süleyman şöyle diyor: ) Ben bir şey demedim,
sonra halvet olunca şöyle arzettim: “Fedan olayım! Şöyle
buyurduğunu işittim: “Müminin ferasetinden sakın, zira o
Allah’ın nuruyla bakar” İmam şöyle buyurdu: “Evet ey
Süleyman! Allah mümini kendi nurundan yaratmış, onları kendi
rahmetinde yüzdürmüş, onlardan bizim velayetimiz hakkında söz
almıştır. Mümin müminin anne babadan olma öz kardeşidir,
müminin babası nur, annesi rahmettir ve mümin kendisinden
yaratılmış olduğu bir nurla bakar.”[57]
“Allame Meclisi şöyle diyor: “Kamil bir feraset kamil müminlere, yani
İmamlara (a.s) özgüdür. Onlar İmamet kitabında da
söylendiği gibilerin bütün müminleri ve münafıkları yüzünden
tanırlar. Diğer müminler ise imanları ölçüsünce ferasetten
nasiplenmişlerdir. “Allah Mümini kendi nurundan
yaratmıştır” yani onları, Allah’ın temiz nuruyla
nurlanmış bir ruhtan veya (ilahi hazinede) gizli ve
İmamlarının (a.s) toprağıyla uyumlu bir topraktan
yaratmıştır.
Yukarıdaki hadiste geçen “sebeğehum”
kelimesi ise “onları yüzdürdü veya boyadı” anlamındadır.
“fi rahmetihi” kelimesi ise onları kendi özel rahmetlerini kabullenecek
hale getirmesinden kinayedir veya rahmetin yeri olan temiz ruha bağlantısından
kinayedir. “Ebuhu ennur ve ummuhu rahmet” cümlesi ise bir tür istiaredir. Yani
Allah’ın nurlarıyla ve rahmetleriyle olan aşırı
ilişkisi sebebiyle adeta babası nur annesi ise rahmet olmuştur.
Ya da nur tabiattan kinayedir, rahmet ise ruhtan kinayedir veya bunun tam
tersi. (yani nur ruhtan kinayedir ve rahmet ise tabiattan kinayedir. )”[58]
15785.
İmam Sadık (a.s) kendisine, “mümin
Allah’ın nuruyla bakar” cümlesinin anlamını soran Muaviye bin
Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Ey Muaviye! Allah mümini kendi nurundan yaratmış,
onları kendi rahmetinde yüzdürmüş ve Allah kendisini mümine
tanıttığı gün bizim velayetimiz ve kendi marifeti hususunda
müminlerden söz almıştır. O halde mümin müminin anne babadan
olma öz kardeşidir. Müminin babası nur annesi rahmettir ve o
kendisinden yaratıldığı nurla bakar.”[59]
413. Konu
el-Fursat
Fırsat
bak. .
F 337. konu,
el-Acele; 368. konu, el-Umr; 396. konu, el-İğtinam; 193. konu,
el-Murakebet
15786.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsatları
iyi değerlendirin. Zira fırsatlar bulut gibi geçip gider.”[60]
15787.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsat
bulut gibi geçip gider o halde iyi fırsatları ganimet sayın.”[61]
15788.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsatlar
çabuk geçer ve geç döner.”[62]
15789.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsat
avdır.”[63]
15790.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsat
ganimettir.”[64]
15791.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar!
Şimdi, şimdi! Pişman olmadan ve “Kişinin: “Allah’a
karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun.
Gerçekten ben alaya alanlardandım” diyeceği günden sakının”
“Veya, “Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan
olurdum” diyeceği, yahut, azabı gördüğünde: “Keşke benim
için dönüş imkanı bulunsa da iyilerden olsam” diyeceği günden
sakının” demeden
önce (fırsatları ganimet bilin).”[65]
15792.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey
ademoğlu! Sen annenin karnına düştüğün andan itibaren
sürekli ömür (evini) yıkma yoluna koyuldun. O halde elinde olan şeyden
önünde olan şey için faydalan, zira mümin azık alır, kafir ise
sadece eğlenir.”[66]
bak. el-Murakebe, 1540. Bölüm; el-umr, 2925.
Bölüm
15793.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsatlara
(elden gitmesiyle) hüzne ve gama sebep olmadan önce koşunuz.”[67]
15794.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fırsat
ortaya çıkınca hedefinize doğru koşunuz ve hiçbir
fırsat, bedenlerin sıhhati ile geçirilen boş günler gibi
değildir.”[68]
15795.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki dünyanızdan
geçenler bu cübbemin püsküllerine bile denk değildir. Dünyanızdan
geri kalan ise geçene oranla suyun suya benzemesinden daha çok benzemektedir.
Her şey kısa bir müddet kalacak ve çok yakında ortadan
kalkacakdır. O halde henüz nefes alma fırsatınız varken,
henüz eğeriniz yeni iken, gırtlağınız
sıkılmamışken ve pişmanlık fayda etmeyecek duruma
gelmemişken amel etmeye koşunuz.”[69]
15796.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin yüzüne hayırdan bir kapı
açılırsa onu ganimet saymalıdır. Zira o kapının
ne zaman yüzüne kapanacağını bilemez.”[70]
15797.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kime
bir fırsat ortaya çıkar da kamil bir fırsat beklentisi içinde
onu ertelerse zaman o fırsatı da elinden alır, zira zamanın
işi almak, adeti ise kaybetmektir.”[71]
15798.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fırsatları terketmek hüzne sebep
olur.”[72]
15799.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsatları
zayi etmek hüzne sebep olur.”[73]
15800.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim
fırsatları zamanında ertelerse onu kaybedeceğinden emin
olmalıdır.”[74]
15801.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsat
ortaya çıkınca onu avlayınız. Zira fırsatı
kaybetmek hüzne sebep olur.”[75]
15802.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsatları
hüzün ve gama dönüşmeden değerlendirin.”[76]
15803.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En şiddetli
hüzün fırsatları kaybetmektir.”[77]
15804.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En üstün
düşünce (insanın) fırsatları kaybetmemesi ve hüzün ve gama
sebebiyet vermemesidir.”[78]
15805.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim
fırsatları hızla (duraklamaksızın)
değerlendiririse hüzünlerden güvende olur.”[79]
15806.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim
fırsatları ganimet sayarsa hüzün ve gamdan güvende olur.”[80]
15807.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dert ve
sıkıntılara sabretmek fırsatları elde etmekle
sonuçlanır.”[81]
15808.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşler
zamanlarının rehinidir.”[82]
15809.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fırsat
ortaya çıkmadan acele etmek ve fırsat ortaya çıktıktan
sonra duraklamak cehaletin nişanesidir.”[83]
414. Konu
el-Feraiz
Farzlar
F Bihar,
71/194, 65. bölüm; Ara’ul Feraiz
bak. .
F 421. konu,
el-Fazilet; 369. konu, el-Amel (1); 523. konu, en-Nafile
F el-İbadet,
2498. bölüm; er-Ruhsat, 1469. bölüm
Kur’an:
“Allah’tan bir farz olarak…Allah bilendir,
hekimdir.”[84]
15810.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Farzlar, farlar!
Farzları Allah için eda ediniz ki sizleri cennete
ulaştırsın.”[85]
15811.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bununla beraber
Allah’a yemin olsun ki şüpheler doğmuş, kesin şeyleri
bürümüştür. Hatta sanki, üstlenilen şey (rızık) size
farzmış; farz kılınan (amel) da sizden
kaldırılmış gibi telakki edilmeye
başlanmıştır.”[86]
15812.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah size
(oruç, namaz ve hac gibi) bir takım şeyleri farz
kılmıştır; o halde onları zayi etmeyin. Sizleri bir
takım sınırlar tayin etmiştir; o halde onları
aşmayın. Sizlere bir takım şeylerden
sakındırmıştır; o halde onlardan sakının.”[87]
15813.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
size farz kıldığı şeyler için çalışın,
sizden istediğini eda etme gayretini de vermesini dileyin.”[88]
15814.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nefsini
kulluğa alıştır, ona yumuşak davran, ezip azarlama;
sana kitapta farz kılınmış olanlar dışında
onu hoş tut ve affet. Çünkü farzların, vaktinde ve yerinde eda edilmesi
gerekir.”[89]
15815.
İmam Ali (a.s) Hulvan’ın ordu
komutanı Esved bin Kutbe’ye yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
sana farz kıldığı şeyler yolunda sevabını
ümit ederek ve azabından korkarak canını feda et.”[90]
15816.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
aziz ve celil olan Allah fazları sizlere kerem ve rahmeti üzere farz
kılmıştır, sizlere ihtiyacı olduğu için
değil! Aksine kendisinden başka ilah olmayan Allah sizlere olan
rahmetinden dolayı (farz kılınmıştır) ki böylece
pis olanı temiz olandan ayırsın, göğsünüzde olan
şeyleri imtihan etsin ve kalbinizde olan şeyleri halis
kılsın.”[91]
15817.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Rabbinin farz
kıldıklarını eda eden, uğradığı
meşakkatlere sabreden, geceleri uykusunu terk eden kimseye ne mutlu!”[92]
15818.
İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Sabredin,
direnin ve sınırları koruyun” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Farzları
ede etme hususunda sabırlı olun, musibetler karşısında
direnin ve İmamları (a.s) koruyun.”[93]
15819.
İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim
Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyle amel ederse
o insanların en hayırlısıdır.”[94]
15820.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın farzlarıyla emel et ki
insanların en takvalısı olasın.”[95]
15821.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala şöyle buyurmuştur: “Kulum kendisine farz
kıldığımdan daha sevimli bir şeyle kendisini bana
sevimli kılmamıştır.”[96]
15822.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Farzları
eda etmek gibi (yüce) bir ibadet yoktur.”[97]
15823.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nefsini, Allah’a
itaat etmek, farzları eda etmek hususunda sabretmek, nafile ve vazifeleri
yerine getirme hususunda meşakkate katlanmakla imtihan et.”[98]
15824.
İmam Ali (a.s) Mısır’a vali tayin
ettiğinde Malik Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Allah’a
özgü olan farzlarda niyetini halis kılmalı ve özgün vaktinde
kılmalısın. O halde gece ve gündüzün bir bölümünde bedenini
Allah’a itaate ver, O’na yaklaşmana vesile olan fiillerde bulun, bedeninin
yorgun düşmesine neden olsa da fiillerinin eksiksiz ve kusursuz
olmasına dikkat et.”[99]
15825.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
kedi hakkından sizlere farz kıldığı şeyi ve
sizlere beyan ettiği görevleri yerine getirerek Allah’a doğru yola
koyulunuz.”[100]
15826.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ah olsun
Kur’an’ı okuyup hükümlerini uygulayan, farzlarını düşünüp
ifa eden, sünnete hayat verip bidati öldüren kardeşlerime!”[101]
15827.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer
müstehapların faziletine sarılarak farzları yerine getirmekten
geri kalırsan şüphesiz elde ettiğin fazilet, zayi ettiğin
farza denk olmayacaktır.”[102]
15828.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Altı yüz bin koyun mu,
altıyüz bin dinar mı? yoksa altıyüz bin cümle mi istiyorsun?”
Ali (a.s) şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Altı yüz bin cümle
istiyorum.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Altı yüz bin cümleyi
altı cümleye topluyorum. Ey Ali! İnsanların faziletler ve
müstehaplarla uğraştığını görürsen sen
farzlarını kemale erdirmeye çalış, insanların dünya
işlerine koyulduğunu görürsen sen ahiret işlerine koyul.
İnsanların birbirinin ayıplarını araştırmaya
koyulduğunu görürsen sen kendi ayıplarına bak.
İnsanların dünyayı süslemeye koyulduğunu görürsen sen
ahiretini süslemeye koyul, insanların amellerin fazlalığına
koyulduğunu görürsen sen amelini halis kılmaya çalış ve
insanların yaratıklara tevessül ettiğini görürsen sen yaratıcıya
tevessül et.”[103]
bak.
en-Nafile, 3951. bölüm; el-kemal, 3533. bölüm
15829.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yüce Allah,
insanların yoksullukları onları isyana sürüklemesin diye adil
imamlara kendilerini insanların en fakirleriyle ölçüp değerlendirmelerini
emretti.”[104]
15830.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan
Allah, yoksulların rızkını zenginlerin mallarında farz
kılmıştır. Zengin, malı kendi zevkine
harcadığından dolayı fakir aç kalmıştır.”[105]
15831.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah
imanı, şirki temizlemek; namazı, kibirden uzak tutmak ve
zekatı, rızka bir sebep kılmak için farz
kılmıştır.”[106]
15832.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
Allah tüm organlarına bir takım şeyler farz
kılmıştır; kıyamet günü onlarla sana delil
getirecektir.”[107]
bak. . eş-Şeriat, 1982. bölüm;
15833.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın ümmetime farz
kıldığı ilk şey beş vakit namazdır.
Ümmetimden Allah’ın dergahına yükselen ilk şey de beş vakit
namazdır. Ümmetimin sorguya çekileceği ilk şey de beş vakit
namazdır.”[108]
bak. es-Selat, 2273, 2269. Bölüm; el-Hisab, 833.
Bölüm
15834.
İmam Sadık (a.s) Ebu Ubeyde Hezza’ya
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yaratıklarına farz
kıldığı en zor şeyi sana haber vermeyeyim mi?
İnsanların birbirine karşı insaflı olması, dini
kardeşlere yardım ve her durumda Allah’ı
hatırlamasıdır. Öyle ki Allah’a itaat ortaya
çıktığında insanın onunla amel etmesi ve kendisi için
bir günah ortaya çıktığında ise onu terk etmesidir.”[109]
15835.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
yaratıklarına farz kıldığı şeylerin en zoru
Allah’ı çok zikretmeleridir. Daha sonra şöyle buyurdu: “Maksadım,
“Subhanellahi velhamdu lillahi vela ilahe illallahu vellahu ekber” (Allah
münezzehtir, hamd Allah’a mahsustur , Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah
vasfedilenden büyüktür) zikirlerini demek değildir. Gerçi bu da
Allah’ı hatırlamaktır, ama benim Allah’ı zikretmekten
maksadım, helal ve haram ile
karşılaşıldığında Allah’ı
hatırlamaktır. Öyle ki bir itaat ortaya çıkarsa ona amel etmesi
ve bir günah ortaya çıktığında onu terk etmedir.”[110]
15836.
İmam Ali (a.s) insanların birbirine
karşı hakları hususunda şöyle buyurmuştur: “Bu haklardan münezzeh olan Allah’ın farz
kıldıklarının en büyüğü, emir sahibinin tebası,
tebanın da emir sahibi üzerindeki hakkıdır. Bu hakkı eda
etmeyi Allah her iki tarafa da farz kılmıştır.”[111]
bak. el-Ahd, 2963. Bölüm; 14119. Hadis
15837.
İmam Ali (a.s) oğlu Muhammed bin
Hanefiye’ye tavsiyede bulunarak şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım!
Bilmediğin şeyi söyleme, hatta bildiğin bir şeyi bile
tümüyle söyleme. Zira Allah Tebarek ve Teala bedeninin tüm organlarına bir
takım farzlar taktir etmiştir. Kıyamet günü onlarla sana
karşı hüccet (aleyhine delil) getirilir. Ve seni onlardan dolayı
hesaba çekecektir. Bu organlara hatırlatmada bulunmuş, öğüt
vermiş, onları uyarmış, onlara edep öğretmiş ve
onları kendi haline terk etmemiştir. Örneğin aziz ve celil olan
Allah şöyle buyurmuştur: “İlmin olmadığı
şeye uyma, şüphesiz kulak, göz ve kalp, bütün bunlardan sorguya
çekilecektir.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Onu dilinize
dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri
ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey
sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü.” Sonra bu
organlardan Allah’a itaat ederek ona ibadet ve kulluk etmesini istemiştir.
Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Rüku
edin, secdeye varın, Rabbiniz’e kulluk edin, iyilik yapın ki saadete
erişesiniz.” O halde bu, organlara taktir edilen farzların
toplamıdır (en kapsamlısıdır. )”[112]
15838.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan
Allah’ın kendi kitabında farz kıldığı şey
İslam’ın dayanaklarıdır. Ve o beş dayanaktır.
İslam bu beş farz üzere bina edilmiştir. Münezzeh olan Allah bu farzlardan
her birisi için herkesin bilmesi gereken dört sınır taktir
etmiştir. Bu farzların ilki namazdır, sonra zekattır, ondan
sorna oruçtur, sonra hacdır, ondan sonra da velayettir. Bu sonuncusu
(velayet) bütün farzların ve sünnetlerin toplamıdır.”[113]
15839.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
yaratıklarına taktir ettiği farzların
sınırları en büyük farzlardan olan beş farzdır: Namaz,
zekat, hac, oruç ve (önceki diğer dört) farzın koruyucusu olan
velayet.”[114]
415. Konu
et-Tefrit
Tefrit-İhmal
Kur’an:
“Kişinin: “Allah’a karşı
aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun (diyeceği
günden sakının.)”[115]
15840.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tefrit, güçlü
insanın musibetidir.”[116]
15841.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tefrit,
güçlülerin musibetidir.”[117]
15842.
İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tefritten
dolayı kaynaklanan hasretleri hatırla ve uzak görüşlülüğü
öne al.”[118]
15843.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tefritin
semeresi pişmanlıktır; uzak görüşlülüğün semeresi ise
sağlıktır.”[119]
15844.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tefritten
sakının, şüphesiz tefrit kınanmaya sebep olur.”[120]
15845.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tefritten
sakının zira tefrit hasretlerin fayda vermediği bir zamanda hasret
duymaya sebep olur.”[121]
15846.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim
tefrit ederse uçuruma yuvarlanır.”[122]
15847.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim
şu üç şey hususunda aşırılık ederse mahrum
kalır: “Bağışlayıcı kimseden bağış
talep etmek, alimle oturup kalkmak ve sultana meyletmek.”[123]
15848.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah itaati,
acizlerin (zayıf iradelilerin) tefrit ettikleri bir zamanda
akıllılara ganimet kıldı.”[124]
15849.
İmam Ali (a.s) zikir ehlinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onları kendi aklınca; övülmüş
makamlarında ve o değerli meclislerinde amel defterlerini
yaymış, nefislerini hesaba çekmek amacıyla emrolunup da tefrit
ettikleri veya nehyolunup da haddi aştıkları bütün küçük büyük
işleri ortaya dökmüş görürsün.”[125]
15850.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hilim sahibi
olan, yaptığı işlerde aşırılığa
kaçmaz ve insanlar arasında övgüye layık bir şekilde
yaşar.”[126]
15851.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cennet öne
geçenlerin nihayeti ve ateş ise geride kalanların varacağı
sondur.”[127]
15852.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cahil
insanı ya ifratta veya tefritte görürsün.”[128]
15853.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu insanın
damarlarına bağlanmış bir et parçası vardır; bu,
insanın içinde olan en şaşılacak bir uzuvdur ve o da kalptir.
İşte bunda hikmet ve ondan farklı bir takım şeyler
vardır. Eğer onun için bir ümit doğarsa, tamah onu zelil eder;
tamah onu heyecanlandırırsa, hırs onu helak eder; eğer
ümitsizlik ona musallat olursa, eseflenmek onu öldürür… doymak onu ifrata
götürürse (fazla yerse), aşırı doymak (mide
şişkinliği) onu sıkar. O halde her kusur ona
zararlıdır; her ifrat (haddi aşmak) da onu bozguna
uğratır.”[129]
15854.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Benim
hakkımda iki sınıf helak olacaktır: Bir kısmı
kendisini haktan uzaklaştıracak ölçüde beni aşırı
sevenlerdir. İkincisi ise kendisini haktan uzaklaştırıp
sapıklığa götürecek ölçüde bana aşırı
buğzedenlerdir. İnsanların en hayırlıları,
hakkımda ne ileri gidip ne de geri kalan orta yolu seçenlerdir.”[130]
bak. el-Ğuluvv, 3106. Bölüm; 14955-14958.
Hadisler
416. Konu
el-Firağ
Boş Vakti Olmak
bak. .
F 105. konu,
el-Hirfe; 475. konu, el-Leğv; 478. konu, el-Lehv
Kur’ân:
“Öyleyse, boş vakit bulunca ibadete koyul;
Ve ümit edeceğini yalnız Rabbinden iste.” [131]
15855.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü hesabı en şiddetli
olan kimse kendisi boşta gezdiği halde işini
başkalarının yaptığı kimsedir. Eğer iş
sıkıntı ve zahmet sebebiyse şüphesiz boşta gezmek,
fesat ve bozulma sebebidir.”[132]
15856.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala çok uyuyan kuldan nefret eder ve Allah-u Teala boşta gezen kulundan
nefret eder.”[133]
15857.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah ne dünya işinde ne de ahiret
işinde olmayan boşta gezer salim kimseden nefret eder.”[134]
15858.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki şey bir çok insanın fitne
(imtihan veya bozulma) sebebidir: Sıhhat ve boş vakti olmak.”[135]
15859.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Heva ve heves
boş kalmaktan kaynaklanır.”[136]
15860.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Heva ve heves
düşkünlüğü boş gezmekle hasıl olur.”[137]
15861.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şunu
bilesin ki dünya, bir bela yurdudur. Orada bir saat boşta kalmak,
kıyamet gününde hasret ve pişmanlığa neden olur.”[138]
15862.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer
çalışmak sıkıntı ve zahmet sebebi ise sürekli
boşta gezmek de fesat ve helak olma sebebidir.”[139]
15863.
İmam Seccad (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Kalplerimizi kendi zikrinle her türlü zikirden, dillerimizi senin
şükrünle her türlü şükürden, bedenlerimizi sana itaatle her türlü
itaatten alıkoy. Eğer bizler için bir işten boş vakit
taktir ettiysen bu boş vakiti salim kıl ki onda bizi bir günah sarmasın,
bizlere bir bıkkınlık erişmesin ve böylece kötülükleri
yazan melekler günahlardan boş bir kitapla geri dönsünler. İyilikleri
yazan melekler bizler için yazdıkları iyilikler sebebiyle sevinç
içinde geri dönsünler.”[140]
15864.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) Mekarim’ul Ahlak
duasında şöyle buyurmuştur: “Allahım! Muhammed’e ve Al-i Muhammed’e
selat-u selam gönder. Beni, kendisine gösterdiğim önemimin (ibadet ve
kulluktan) alıkoyduğu işten müstağni kıl. Beni
yarın benden soracağın bir işe yönlendir ve günlerimi beni
kendisi için yarattığın şeyler yolunda harcat.”[141]
15865.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bana
ibadetle geçen bir sıhhat ve dünyadan yüzçevirmekle birlikte olan bir
boş vakit nasip eyle.”[142]
15866.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) Arefe günü
duasında şöyle buyurmuştur: “Allahım! Senin gücünden ve
genişliğinden kaynaklanan bir güç ve genişlikle, senin
sevdiğin işleri yapmak için boş vaktin halinin ve sana
yaklaştıran şey hususunda çalışmanın
tadını bana tattır. Bana armağanlarından bir armağan
gönder. Ticaretimi faydalı kıl, dönüşümü zararsız eyle,
beni azametli makamından korkut ve seni görmeye iştiyaklı
kıl.”[143]
15867.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsan için
kendisini hiçbir meşguliyetin alıkoyamadığı bir
saatinin (vaktin) olması ne de uygundur.”[144]
bak. el-Murakebe, 1544. Bölüm
417. Konu
el-Firak
Fırkalar-Mezhepler
F Kenz’ul
Ummal, 1/209-212
F Bihar,
72/178, 104. bölüm; el-Mercie ve’z-Zeydiyye ve’l-Beteriyye ve’l-Vakifiyye
bak. .
F 21. konu,
el-Ümmet; 145. konu, el-İhtilaf; 71. konu, el-Cemaat
15868.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu ümmet
yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Canım elinde olana
andolsun ki bana uyan ve benim Şiilerimden olanlar dışında
bütün bu fırkalar sapıktır.”[145]
15869.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğullarının
başına gelenler kılı kılına ümmetimin
başına da gelecektir… İsrailoğulları yetmiş iki
millete ayrıldılar, ümmetim de yakında yetmiş üç millete ayrılacaktır.
Bunlardan bir fırkası dışında tümü ateştedir.”[146]
15870.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hıristiyanlar
şu veya bu yüzden dağıldılar, sizler de ey ümmet! Onlar
gibi sizlerin defırka fırka fırka
olacağınızı görüyorum. Onlardan bir fırka daha fazla
olacaksınız. Biliniz ki ben ve bana uyan kimseler
dışında bütün fırkalarınız sapıktır.”[147]
15871.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetim üç fırkaya
ayrılacaktır. Hak üzere olan bir fırka ki batıl onlardan en
küçük bir şeyi azaltamayacak beni
ve Ehl-i Beyt’imi seveceklerdir. Onların misali saf altın misali
gibidir. Ne kadar ateşe koyar ve ateşi alevlendirirsen onun
saflığından başka bir şeyi artmaz. Bir
fırkası da batıl üzeredir. Hak ondan en küçük bir şeyi
eksiltmez… ve bir fırka da şüphe ve kuşku içindeki
fırkadır, Samiri dini üzeredirler ama onlar “la mesase” (Bana
dokunmayın) dememektedirler. Bunlar, “la kıtale” (savaş yoktur)
derler. Bunların önderi Abdullah bin Kays Eş’ari’dir.”[148]
418. Konu
el-Fesad
Fesad
F Bihar,
73/395, 144. bölüm; Bab’ul Fesad
bak. .
F El-Ümmet,
127-129. bölümler; el-Ahiret, 33. bölüm; ed-Devlet, 1282 ve 1283. bölümler;
er-Rahmet, 1457. bölüm; el-Kaza (1), 3350. bölüm; el-Mer’e, 3658. bölüm
1-Günah
Kur’an:
“İnsanların elleriyle işledikleri
yüzünden karada ve denizde fesad çıkar; Allah da belki dönerler diye
yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine
tattırır.”[149]
“Ardında ve önünde insanoğlunu takip
edenler vardır; Allah’ın emriyle onu gözetirler. Bir kavim kendi nefislerindekini
değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.
Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun
önüne geçilmez. Onlar için Allah’tan başka hami de bulunmaz. Korku ve
ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla
yüklü bulutları meydana getiren O’dur.” [150]
“Başınıza gelen her hangi bir
musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu
affeder. Yeryüzünde O’nu aciz bırakamazsınız. Allah’tan
başka bir dostunuz da yardımcınız da yoktur.”[151]
“Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini
denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi
devşireceklerine yemin etmişlerdi.”[152]
“Onlara iki adamı misal olarak göster:
Birine iki bahçe vermiştik.”[153]
15872.
İmam Bakır (a.s) “onlardan, ona iman etmeyen kimse…” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Onlar
Muhammed’in ve ondan sonra Al-i Muhammed’in düşmanlarıdır. “Ve
Rabbin bozgunculuk çıkaranları daha iyi bilir” ayetinde geçen
fesattan maksat da Allah ve Resulüne karşı isyan etmektir.”[154]
15873.
İmam Bakır (a.s) kendisine, aziz ve
celil olan Allah’ın, “Islah olduktan sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın” ayeti hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Yeryüzü
bozulmuştu. Aziz ve celil olan Allah Peygamberi (s.a.a)
vasıtasıyla onu islah etti ve şöyle buyurdu: “Yeryüzünde
ıslah olduktan sonra fesat çıkarmayın.”[155]
15874.
İmam Rıza (a.s) Muhammed bin
Sinan’ın sorularına cevap olarak şöyle yazmıştır:
“Allah bir nefsi
öldürmeyi haram kılmıştır. Zira eğer helal
olsaydı insanları bozar, helak eder ve toplum idaresini
bozardı….
Allah-u Teala zinayı haram
kılmıştır. Zira zina da nefsin öldürülmesi, soyun ortadan
kalkması, çocukların terbiyesinin terk edilmesi, miras sisteminin
bozulması ve benzeri bir çok fesatlara sebep olmaktadır.
Aziz ve celil olan Allah iffetli kadınlara
iftirada bulunmayı haram kılmıştır. Zira soyların
ortadan kalkmasına, evladın inkarına, miras meselesinin
bozulmasına, çocukların terbiyesinin terk edilmesine,
tanınmaların ortadan kalkmasına ve insanların helak
olmasına sebep olan diğer bir çok büyük günahlara ve olaylara sebep
olmaktadır…”[156]
15875.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir toplum arasında fuhuş ve fesat
yaygınlaşınca mutlaka öncekilerde bulunmayan veba ve
hastalıklar da onlar arasında yaygınlaşır.”[157]
15876.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul gizlice günah işlerse sahibinden
başkasına zarar vermez. Aşikar bir şekilde yapar ve
insanlar da onu engellemezse o günah insanların geneline zarar verir.”[158]
15877.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah insanların geneline,
kendi aralarında bir çirkinliği müşahe ettiklerinde bundan
alıkoymaya güçleri yettiği halde alıkoymadıkları
takdirde belli bir grubun günahı sebebiyle azap etmiştir. Zira
böylesi durumda Allah özele ve genele (bütün bir halka) azap eder.”[159]
15878.
Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk
cihadı terk edince Allah mutlaka hepsine azap eder.”[160]
bak. ez-Zenb, 1381, 1382. Bölüm; el-Ma’ruf (2),
2694. Bölüm; el-Kaza (1), 3350. Bölüm
15879.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendi peygamberlerinden sonra ihtilafa
düşen her ümmetin batıla yönelenleri hakka yönelenlerine üstün
gelmiştir.”[161]
15880.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a yemin
olsun ki peygamberinden sonra ihtilafa düşen her ümmetin Allah’ın
istemediği durum dışında batıl olanı hak
olanına üstün gelmiştir.”[162]
15881.
İmam Ali (a.s) Muaviye ordusunun kendi ordusuna
galip geldiğini haber vererek şöyle buyurmuştur: “Vallahi onlar, batıl yolda birlik
içindeyken, sizin hak yolunuzda ayrılığa düşmeniz; onlar
batıl yolda imamlarına itaat ederken, sizlerin hak yolunda
imamınıza isyan etmeniz; onlar emaneti sahibine verirken, sizin
emanete hıyanet etmeniz; onlar şehirlerinde islah edici-düzgün
hareket ederken sizin fesad-bozgunculuk etmeniz sebebiyle çok geçmeden sizlere
galib geleceklerini sanıyorum.”[163]
bak. el-İhtilaf, 1045-1047. Bölümler
3-Eşitlik
Kur’an:
“Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip
paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların
geçimliklerini aralarında biz taksim ettik; birbirlerine iş
gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti,
onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.”[164]
15882.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar
çeşitli ve farklı oldukları taktirde hayır ve iyilik üzere
olmuşlardır. Eşit ve tekdüze oldukları taktirde ise helak
olmuşlardır. ”[165]
bak. el-İcare, 12. Bölüm
15883.
İmam Ali (a.s) hilafete ulaştıktan
sonra ordu komutanlarına yazmış olduğu mektupta şöyle
buyurmuştur: “Allah’a
hamdü senadan sonra, sizden öncekiler helak oldular. Onlar rüşvet vererek
elde etmek için insanları haklarından mahrum kıldılar.
İnsanları batıl yola sürüklediler, onlar da peşleri
sıra gittiler.” [166] [167]
15884.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah, güçlülerinden zayıfların
hakkının alınmadığı bir topluluğu nasıl
temiz ve pak kılar?!”[168]
15885.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zayıfın hakkının güçlüden
hiçbir korku ve titreme olmaksızın alınmadığı bir
ümmet asla temizlenemez.”[169]
15886.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, mazlumun hiçbir korku ve
titreme olmaksızın hakkını güçlüden
alamadığı bir ümmeti asla temizlemez.”[170]
bak. ez-Zulm, 2447. Bölüm
15887.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Din ve
dünyanın kıvamı dört şey iledir: İlmiyle amel eden
alim, ilim öğrenmekten utanmayan cahil, kendi
bağışında cimrilik etmeyen cömert ve ahiretini dünyaya
satmayan fakir kimse. Zira alim ilmini zayi edince (amel etmeyince) cahil de
ilim öğrenmekten çekinir ve zengin kimse bağışında
cimrilik edince, fakir de ahiretini dünyasına satar.”[171]
15888.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dünyanın
kıvamı dört şey iledir: İlmiyle amel eden alim,
bağışta bulunan zengin, ilim öğrenmek için tekebbür etmeyen
cahil ve ahiretini başkasının dünyası için satmayan fakir.
Ne zaman alim ilmiyle amel etmezse, zengin kimse bağıştan el
çekerse, cahil ilim öğrenmek hususunda tekebbüre kapılırsa ve fakir
ahiretini dünyaya satarsa, eyvahlar olsun onlara!”[172]
15889.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dinin
kıvamı dört şey iledir: İlmiyle söyleyen ve söyledikleriyle
amel eden alim, Allah’ın dininin takipçilerine ihsanını
esirgemeyen zengin, ahiretini dünyasına satmayan fakir ve ilim
öğrenmekten kibirlenmeyen fakir. O halde alim ilmini gizlerse, zengin
kimse malında cimrilik ederse, fakir ahiretini dünyaya satarsa ve cahil
kimse de ilim öğrenmekten çekinirse, dünya gerisin geriye döner. O halde
camilerin çokluğu, çeşitli kavimlerin varlığı sizleri
aldatmasın.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey müminler Emiri! O zaman
nasıl yaşayalım?” İmam şöyle buyurdu: “Zahirde bunlara
karışınız ve batında onların aksine olunuz.”[173]
15890.
İmam Ali (a.s) insanların geneli
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz (halkın çoğunun
bozulması) seçkinlerinin bozulmasındandır. Şüphesiz
toplumun seçkinleri beş kısma ayrılır: Allah’a doğru
kılavuzlar olan alimler, Allah’a doğru birer yol olan zahitler,
Allah’ın yeryüzündeki emin kulları olan tacirler, Allah’ın
dininin yardımcıları olan mücahitler ve Allah’ın
yaratıklarının yöneticileri olan hakimler. Eğer, alimler
tamahkar olur ve mal toplamaya koyulurlarsa o halde kimden kılavuzluk
istenilir? Eğer zahit dünyaya ve insanların elinde olan şeylere rağbet
gösterirse, artık kime uyulur? Eğer tüccar ihanet eder ve zekat
vermezse, kime itminan edilip güvenilebilir? Eğer mücahitler gösteriş
peşinde koşar, mal ve servet elde etmeye göz dikerse Müslümanlar
kimler aracılığıyla savunulur? Eğer yöneticiler zalim
olur, hüküm ve emirlerinde adaletsizce ve zalimce davranırlarsa,
artık kimin vesilesiyle mazlumun hakkı zalimden alınabilir?
Allah’a yemin olsun ki insanları sadece tamahkar alimler, dünyayı
talep eden zahitler, hain tüccarlar, riyakar mücahitler ve zalim idareciler
helak etmiştir: “Zalim kimseler nasıl bir
yıkılışla yıkılacaklarını çok
yakında anlayacaklardır.”[174]
bak. el-İlm, 2900. Bölüm
1-Firavun
Kur’an:
“Şüphesiz Firavun yeryüzünde
azmış ve halkını fırkalara
ayırmıştı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz
bularak onların oğullarını boğazlıyor,
kadınlarını sağ bırakıyordu; çünkü o,
bozgunculardan biriydi.”[175]
bak. A’raf suresi, 103. ayet; Yunus suresi, 91.
ayet; Neml suresi, 14. ayet
2-Ka’run
Kur’an:
“Karun, Mûsa’nın milletindendi; ama onlara
karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir
topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik.
Milleti ona: “Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez.
Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını
da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik
yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları
sevmez” demişlerdi.”[176]
3-Beni İsarail
Kur’an:
“İsrailoğullarına Kitapta:
“Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe
kibirleneceksiniz” diye bildirdik.”[177]
“Yahûdiler, “Allah’ın eli
sıkıdır” dediler…Savaş ateşini ne zaman körükleseler
Allah onu söndürür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah
bozguncuları sevmez.”[178]
4-Hud Kavmi
Kur’an:
“Rabbinin, hiçbir memlekette benzeri ortaya
konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad kavmine ne
ettiğini görmedin mi? Vadide kayaları kesip yontan Semud kavmine,
memleketlerde aşırı giden, oralarda bozgunculuğu
artıran, sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun’a Rabbinin ne
ettiğini görmedin mi?”[179]
bak. Şuara suresi, 133-140 ayetler
5-Salih’in Kavmi
Kur’an:
“Allah’ın sizi Ad milletinin yerine
getirdiğini, ovalarında köşkler kurup dağlarında
kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini
hatırlayın; Allah’ın nimetlerini anın, yeryüzünde
bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” dedi.”[180]
bak. A’raf suresi, 73-79. ayetler; Neml suresi,
45-53. ayetler; Şuara suresi, 141-159. ayetler
6-Şuayb Peygamber
Kur’an:
“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı
tamamı tamamına yapın; insanlara eşyalarını eksik
vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”[181]
Bak. Hud, 84-95, Şuara, 176-189, A’raf,
85-92
7-Lut’un Kavmi
Kur’an:
“Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor
ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz?” Milletinin
cevabı: “Doğru sözlülerden isen bize Allah’ın azabını
getir” demek oldu. Lut: “Rabbim! Bozgunculara karşı bana yardım
et” dedi.”[182]
Bak. Ankebut suresi, 28-34. ayetler; A’raf
suresi, 80-84. ayetler
8-Adil İmama Karşı İsyan
Eden Kimse
Kur’an:
“Allah ve peygamberiyle savaşanların
ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası
öldürülmek…”[183]
9-Hükümdar
Kur’an:
Melike: “Doğrusu hükümdarlar bir şehre
girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini
aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar
dedi.” [184]
15891.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Aşağılık
insanlar yönetici olunca faziletli insanlar helak olur.”[185]
15892.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Aşağılık
insanlar hakim olunca yüce insanlar zulme ve zorbalığa maruz
kalır.”[186]
15893.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden iki grup doğru olursa ümmetim
de doğru olur. Eğer onlar bozulursa, ümmetim de bozulur.” Kendisine
şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! O iki grup kimlerdir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Fakihler ve yöneticiler.”[187]
bak. 494. Konu, el-Mulk
10-Münafık
Kur’an:
“Kendilerine:
“Yeryüzünde fesat çıkarmayın” dendiği zaman, “Bizler sadece
ıslah edicileriz” derler.” [188]
15894.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benden sonra sizin için en çok korktuğum
kimse, konuşmasını bilen her münafığın
varlığıdır.”[189]
bak. en-Nifak, 3934, 3931. Bölümler; el-Ummet,
128. Bölüm
11-İsraf Edenler
Kur’an:
“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik
düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.”[190]
15895.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dinar ve
dirhemi (bir takım amaçlar için) kırmak ve meyvenin tohumunu bir
köşeye atmak da bozukluktandır.”[191]
15896.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Azığı
zayi etmek ve ahireti bozmak da fesattandır (bozulmadandır)”[192]
15897.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
azığı zayi etmek de bozulmadandır.”[193]
bak. 230. Konu, el-İsraf
12-Sıla-i Rahim’de Bulunmayan Kimse
Kur’an:
“Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk
yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi
sizden?”[194]
“Sağlam söz verdikten sonra Allah’ın
ahdini bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini
ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lânet onlara ve
kötü yurt cehennem, onlaradır.”[195]
bak. er-Rahim, 1467. Bölüm
13-Sihirbaz
Kur’an:
“Sihirbazlar gelince Mûsa onlara:
“Atacağınızı atın” dedi. Attıklarında, Mûsa:
“Yaptığınız sihirdir, fakat Allah onu boşa
çıkaracaktır. Allah bozguncuların işini elbette düzeltmez
dedi.”[196]
bak. 223. Konu, es-Sihr
14-Hırsız
Kur’an:
“Allah’a yemin ederiz ki memleketi ifsat
etmeğe gelmediğimizi ve hırsız da
olmadığımızı biliyorsunuz” dediler.” [197]
Tefsir:
El-Mizan tefsirinde şöyle yer
almıştır: “Yusuf’un kardeşlerinin, “Sizler çok iyi biliyorsunuz ki biz
yer yüzünde fesat çıkarmak için gelmedik” sözü, Mısır’a
azık almak için girdikleri zaman Yusuf’un, onların casus
oldukları veya kötü niyetlerle Mısır’a geldikleri korkusu
nedeniyle araştırıldıklarını; niçin geldikleri,
nereden geldikleri, soylarının ve neseplerinin ne olduğu ve
benzeri bir çok hususlarda soruşturulduğunu göstermektedir.
15-Dindar ve Güzel Ahlak Sahibi Birinin Evlilik
İsteğini Reddeden Kimse
15898.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ahlak ve dinini beğendiğiniz birisi,
size görücülüğe gelince, ona kızınızı verin. “Eğer
böyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat meydana gelir.”[198] [199]
15899.
İmam Bakır (a.s) evlilik hususunda
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Birisi kızınızı istemeye
geldiğinde, dindarlık ve emanete riayetinden hoşnut
olduğunuz taktirde ona kızınızı verin: “Eğer
böyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat meydana gelir.”[200]
bak. ez-Zevac, 1642. Bölüm
15900.
İmam Ali (a.s), bazı
ashabını kınayarak şöyle buyurmuştur: “Allah’a andolsun ki sizler dinlenme
alanlarında çok, ama bayraklar altında (savaş
meydanlarında) oldukça azsınız. Ben sizleri islah edecek ve
eğriliğiniz düzeltecek şeyi biliyorum. (size zorla boyun
eğdirebilirim. ) Ama Allah’a andolsun ki nefsimi fesada-bozgunluğa
düşürmek pahasına sizi islah etmeyi (uygun) görmüyorum.”[201]
15901.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin
Emiri Ali b. Ebi Talib Kufe’de halka şöyle buyurdu: “Ey Kufe ehli! Benim
sizleri neyin ıslah edeceğini bilmediğimi mi sanıyorsunuz?
Elbette ki biliyorum. Ama kendimi bozarak sizleri ıslah etmeyi hoş
görmüyorum.”[202]
15902.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Elbette sizleri neyin
ıslah edeceğini ve eğriliğinizi düzelteceğini
biliyorum. Ama ben kendimi bozma pahasına sizleri ıslah
etmeyeceğim.”[203]
15903.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ben sizleri
düzeltecek şeyin kılıç olduğunu biliyorum. Ve ben kendimi
bozma pahasına sizleri ıslah etme niyetinde değilim. Ama çok
yakında benden sonra sizlere acımasız bir yönetici hakim
olacaktır.”[204]
15904.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ama ben Allah’a
yemin olsun ki dünyamı düzeltmek için dinimi bozacak bir şey
yapmayacağım.”[205]
15905.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer onlar,
sadece benim kendimi bozmamla düzeleceklerse, Allah onları düzeltmesin.”[206]
15906.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
ben, ehlimi tenbih ettiğim eğitimle sizleri de tenbih ettim. Ama önem
vermediniz, rabbimin hadlerini icra ettiğim bu kırbaçla size vurdum.
Lakin (hata ve günahtan) el çekmediniz. Sizlere kılıcımla
vurmamı mı istiyorsunuz? Biliniz ki ben sizleri neyin
düzelteceğini ve eğriliğinizi neyin
doğrultacağını biliyorum. Ama ben, kendimi bozma
pahasına sizleri ıslah etmeyi almayacağım. Aksine Allah,
benim intikamımı sizlerden alacak birini sizlere musallat edecektir.
Böylece ne nasiplenip lezzet alacağınız bir dünya kalacak ve ne
de kendisine doğru gideceğiniz bir ahiret! Lanet ve ölüm olsun
cehennem ehline!”[207]
15907.
İnsanların Ali b. Ebi Talib’in (a.s)
etrafından dağılıp bir çoğunun dünyasından
nasiplenmek için Muaviye’ye doğru koştuğu bin esnada kendisinin
huzuruna gelerek, “Ey Müminlerin Emiri! Bu mallarla bağışta
bulun ve arabın seçkinlerini, Kureyş’i ve sana muhalefet edip
Muaviye’nin yanına kaçmasından korktuğun kimseleri Arap
olmayanlardan üstün kıl” diyen bir grup ashabına Müminlerin Emiri
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Benim zaferi, zulüm ve adaletsizlikle elde etmemi mi istiyorsunuz?
Hayır Allah’a yemin olsun ki güneş doğdukça ve yıldızlar
gökyüzünde parladıkça böyle bir işe
kalkışmayacağım.”[208]
bak. Nehc’ul Belağa, 126. Hutbe; el-Bihar,
78/94, 17. Bölüm
Kur’an:
“Allah’ın insanları birbiriyle
savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere
lütufkardır.”[209]
15908.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
Şiilerimizden namaz kılan kimseler vesilesiyle, Şiilerimizden
namaz kılmayan kimselerin azabını defetmektedir. Eğer
onların tümü namazı terk etmiş olsalardı, şüphesiz
helak olurlardı. Allah Şiilerimizden zekat verenler vesilesiyle de
zekat vermeyen Şiilerimizden azabı defetmektedir. Aziz ve celil olan
Allah’ın şu sözü de buna işarettir: “Eğer insanlardan
bazısı, diğer bazıları vesilesiyle defedilmeseydi,
şüphesiz yeryüzü bozulurdu.”[210]
15909.
İmam Ali (a.s), kendisine Allah-u
Teala’nın, “Eğer
Allah defetmeseydi…” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ayetin anlamı, Allah’ın iyilerin
varlığının bereketiyle, kötü kimselerden helak olmayı
uzaklaştırmasıdır.”[211]
15910.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah için rükuya varan kullar, süt
emen çocuklar ve otlayan hayvanlar olmasaydı, şüphesiz üzerinize
şiddetli bir azap inerdi.”[212]
15911.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
ilahi takva kalplerinizin hastalığının ilacıdır…
ve göğüslerinizin bozukluğunun ıslah sebebi ve nefislerinizin
pisliklerinin temizlik aracıdır.”[213]
15912.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer
insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu
zaman Rablerine, doğru niyetle ve içtenlikle sığınsalar,
Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu
düzeltirdi.”[214]
Kur’an:
“Leş,
kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilenler, canları
çıkmadan önce kesmemişseniz boğulmuş, bir yerine vurularak
öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan
tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından
yenmiş olanları, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile
fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı;
bunlar fâsıklıktır.”[215]
“Üzerine Allah’ın adının
anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu
yapmak Allah’ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar
sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar,
eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.”[216]
15913.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fısk
her günahkarın Allah’a karşı işlediği büyük bir günah
veya her günaha bulaşan kimsenin lezzet, şehvet ve kendisine galebe
çalan şevk sebebiyle bulaştığı günah
anlamındadır. Bu fısktır ve bunu yapan kimse de fasık
olup fıskı sebebiyle imandan çıkmıştır. Eğer
bu işi sürdürür ve önemsememe ve küçük görmek derecesine düşerse bu
itinasızlık ve küçük görme sebebiyle de küfrü gerekli olur.”[217]
Kur’an:
“Münafık erkek ve kadınlar da
birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar; elleri de
sıkıdır; Allah’ı unuttular, bu yüzden Allah da onları
unuttu. Doğrusu münafıklar fâsıktırlar.” [218]
“And olsun ki,
sana apaçık ayetler indirdik. Onlara sadece fasıklar küfreder.” [219]
“İncil sahipleri Allah’ın onda
indirdikleri ile hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,
işte onlar fâsık olanlardır.” [220]
“Firavun, milletini küçümsedi ama, onlar
kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan
çıkmış bir milletti.” [221]
bak.
Bakara suresi, 59. ayet; Al-i İmran suresi, 82. ayet; En’am suresi, 49.
ayet; A’raf suresi, 163. ayet; Tevbe suresi, 84. ayet; Enbiya suresi, 74. ayet;
Nur suresi, 4. ayet; Neml suresi, 12. ayet; Kasas suresi, 32. ayet; Ankebut
suresi, 34. ayet; Ahkaf suresi, 20 ayet; Zariyat suresi, 46. ayet; Haşr
suresi, 19. ayet
15914.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fasık insanın nişanesi dört
şeydir: Oyalanmak, boş işlerle uğraşmak, düşmanca
saldırmak ve iftirada bulunmak.”[222]
15915.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dikkat edin,
dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına
karşı büyüklenen, büyüklerinize ve idarecilerinize itaat etmekten
sakının… Çünkü onlar, asabiyetin esas sütunları, fitne binasının
temelidirler… Onlar fıskın temeli, isyanın
ayrılmaz parçalarıdır.”[223]
15916.
İmam Ali (a.s) sapıkların
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “(Dalalet ehli) Dünyayı seçip, ahireti
geriye attılar. Arı suyu bırakıp, bulanık,
kokuşmuş su içtiler. Onların fasıklarını sanki
münkerle arkadaş olmuş, ona alışıp onunla uyum
sağlamış görüyorum. Öyle ki günahlarda saçlarını
ağartmış, ahlakı günah rengine bürünmüş.”[224]
Bak. El-Cihad (1), 580. Bölüm
420. Konu
el-Fesahat
Fesahat
F Bihar, 17/156,
18. bölüm; Fesahet’un-Nebi (s.a.a) ve’l-Belagatuhu
F Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/278; Kelam li İbn-i
Ebi’l-Hadid fi Enne Emir’el Müminin (a.s) Efseh’un-Nas
bak. .
F 46. konu,
el-Belagat; en-Nahv, 3860. bölüm
15917.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fesahat konuşmanın süsüdür.”[225]
15918.
Zebr’da şöyle yer almıştır: “Hutbelerde fasih bir şekilde
konuşuyor, amelde ise kusur ediyorsunuz, oysa amelde fasih olup hutbeyi
kısa tutsaydınız bu sizin için daha ümit verici olurdu. Ama
sizler ayetlerime kastettiniz, onu alaya aldınız, bana
karşı günah işlemeye yöneldiniz. Neticede bu vesileyle de
parmakla gösterilir (günahla meşhur) oldunuz.”[226]
15919.
İmam Ali (a.s) kendisine,
“İnsanların en fasih konuşanı kimdir?” diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Apaçık soru sorulduğunda susturucu ve ikna edici bir cevap
veren kimsedir.”[227]
15920.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Biz en fasih
konuşan, en halis olan (veya en çok hayır dileyen) ve en güzel yüzlü
olan kimseleriz.”[228]
421. Konu
el-Fezilet
Fazilet
bak. .
F 7. konu,
el-Edeb; 149. konu, el-Hulk; 115. konu, el-İhsan; 467. konu, el-Kemal;
el-Cebr, 485. bölüm; el-Feraiz, 3191. bölüm; el-Adl, 2544. bölüm;
el-İbtila, 396. bölüm
Kur’an:
“Onları birbirlerinden nasıl üstün
kıldığımıza bir bak. ! Doğrusu ahirette daha
büyük dereceler ve daha büyük üstünlükler vardır.”[229]
“İşte bu peygamberlerden bir
kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan
Allah’ın kendilerine hitab ettiği, derecelerle yükselttikleri
vardır.”[230]
“İsmail’i, Elyesa’yı, Yunus’u, Lut’u
da (doğru yola eriştirdik.) Hepsini alemlere üstün kıldık.”[231]
15921.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletler
merdiveninden yukarı çıkmak zor ama kurtarıcıdır.
Aşağılık şeylere çöküş ise kolay ama helak
edicidir.”[232]
15922.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nefsini
faziletleri kabullenmeye zorla. Zira tabiatın aşağılık
üzere kuruludur.”[233]
15923.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En güçlü vesile
güzel faziletlerdir.”[234]
15924.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletleri elde
etmekle düşman yere serilir.”[235]
15925.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın
övüncü faziletiyledir, soyu ile değil.”[236]
15926.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kimin
faizletleri az olursa vesileleri de zayıf olur.”[237]
15927.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın
faziletleri birbiri ardınca inen zorluklarda ortaya çıkar.”[238]
15928.
İmam Cevad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Faziletler
dört çeşittir: Birincisi, kıvamı düşünce olan hikmettir,
ikincisi, kıvamı şehvet olan iffettir. Üçüncüsü kıvamı
gazap olan kudrettir. Ve dördüncüsü kıvamı nefsani güçlerin itidali
olan adalettir.”[239]
bak. el-Hulk, 1105. Bölüm
15929.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fazilet, kemal
güzelliği ve yüce işler iledir, mal çokluğu ve işlerin
büyüklüğü (makamlar ile değil.)”[240]
15930.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her şeyin
bir fazileti vardır, yüce insanların fazileti ise insanlara iyilik
etmektir.”[241]
15931.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim
fedakarlık ederse fazilet ismini elde etmeye hak kazanır. ”[242]
15932.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsana
kendisini eksik sayması fazilet olarak yeter.”[243]
15933.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İyi ameller
insanın faziletlerindendir.”[244]
15934.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Büyük
insanların fazileti ibadet güzelliğidir.”[245]
15935.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fazilet, kudret
elde ettiğinde (intikam alabildiğinde) affetmektir.”[246]
15936.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fazilet iyilikle
beraberdir.”[247]
15937.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletlerin
kemali huyların şerafetiyledir.”[248]
15938.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sana bir selam
verildiğinde ona en iyi selamla cevap ver. Sana bir iyilik
yapıldığında onu daha üstün bir iyilikle telafi et. Elbette
bu konuda üstünlük onu başlatan kimsenindir.”[249]
15939.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletleri elde
etmek zulüm ve zorbalıktan sakınmak, hak ve insafla amel etmek,
fesattan uzak durmak ve ahireti islah etmekle kendisinizi süsleyiniz.”[250]
15940.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Takva sahipleri
dünyada fazilet ehli olan kimseldir. Onlar sözleri doğruluk, giyimleri ise
orta halli olan kimselerdir.”[251]
15941.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim
kendisini kötülüğe karşılık vermekten daha yüce bilirse
faziletlerin toplamını elde etmiştir.”[252]
15942.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim kendisine
kötülük eden birine iyilik ederse şüphesiz faziletlerin
toplamını elde etmiş olur.”[253]
15943.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim
suçları affederse faziletlerin toplamını elde etmiş olur.”[254]
15944.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mürüvvet/insanlık
diğer faziletleri ve iyilikleri bir araya toplayan bir isimdir.”[255]
15945.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletlerin
toplamı, özgür insana ihsanda bulunmak, hayır ve iyilik ehli kimseye
iyilik etmektir.”[256]
15946.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kudret sahibi
olduğunda affedici ol, zorluk ve darlık durumunda
bağışlayıcı ol ve fakirliğine rağmen fedakar
ol ki fazilet ve üstünlüğün kemale ersin.”[257]
15947.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Haramlardan
sakınınca, şüphelerden el çekince, farzları yerine
getirince ve nafileleri eda edince şüphesiz dini faziletleri kemale
ulaştırmış olursun.”[258]
15948.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletlerin en
üstünü, terk eden kimseyle ilişki kurmak, ürken kimseyle ünsiyet edinmek
ve sürçen bir kimsenin elinden tutmaktır.”[259]
15949.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsaf,
faziletlerin en üstünüdür.”[260]
bak. es-Sevab, 471. Bölüm
15950.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletlerin en
üstünü (insanların) arzusunu temin etmek (veya insanın ilgi
duyduğu şeyleri bağışlamak), yardım isteyene
yardım etmek ve istekleri giderme hususunda ılımlı
davranmaktır.”[261]
15951.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dili korumak ve
ihsanda bulunmak insanın faziletlerinin üstünlüğündendir.”[262]
15952.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir fazilet
ihsandan daha yüce değildir.”[263]
15953.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir
menkıbe ihsandan daha yüce değildir.”[264]
15954.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Seni seven
kimseye değer ver ve düşmanını affet ki faziletin kemale
ersin.”[265]
15955.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kötülüğe iyilikle
karşılık vermek ve suçları bağışlamakla
örtmek faziletlerin en iyisi ve beğenilmiş hasletlerin en yücesidir.”[266]
15956.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İhsanda
bulunmak ve iyiliği yaymak en üstün faziletlerdendir.”[267]
bak. el-Hulk, 1112, 1119, 1120. Bölümler;
el-İsar, 2. Bölüm; el-Hayr, 1170. Bölüm; et-Takva, 4156. Bölüm
15957.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletlerin
başı ilimdir.”[268]
15958.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Öfkeye hakim
olmak ve şehveti öldürmek faziletlerin başıdır.”[269]
15959.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yüce insanlara
iyilik etmek faziletlerin başıdır.”[270]
15960.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletlerin
nihayeti akıldır.”[271]
15961.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletlerin
doruğu ilimdir.”[272]
15962.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet
günü olunca Allah Tebarek ve Teala ilk ve son bütün insanları bir çölde
toplar, ardından bir münadi şöyle nida eder: “Fazilet ehli kimseler
nerededir?” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Böylece insanlardan
bir grup kalkar, melekler onları karşılar ve şöyle derler:
“Sizin faziletiniz neydi?” onlar şöyle der: Biz bizimle ilişkisini
kesen kimseyle ilişki kurar, bizi mahrum kılana
bağışta bulunur, bize zulmedeni affederdik.” Böylece onlara
şöyle denir: “Doğru söylediniz, cennete giriniz.”[273]
15963.
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet
günü bir münadi şöyle seslenir: Fazilet ehli kimseler nerede?”
sayısı az olan bir grup ayağa kalkar ve hızla cennete
doğru gider. Melekler öne çıkarak şöyle der: “Cennete doğru
hızla koştuğunuzu görüyoruz” onlar şöyle cevap verirler:
Fazilet ehli kimseler bizleriz.” Melekler şöyle der: “Sizin faziletiniz
neydi?” Onlar şöyle der: Biz, birinden zulum görünce
bağışlar, kötülük görünce affederdik. Bize karşı
cahilce karşı bir hareket yapıldığında
yumuşak davranırdık.” Bunun üzerine kendilerine şöyle
denir: “Cennete girin; Şüphesiz cennet amel eden kimseler için ne güzel
bir mükafattır.”[274]
bak. el-Hisab, 842. Bölüm
15964.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların
dünyada en faziletlisi en cömert olanıdır. Ahirette ise en
takvalı olanlarıdır.”[275]
15965.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah nezdinde
insanların en üstünü aklını ihya eden, şehvetini öldüren ve
ahiretini bayındır kılma yolunda kendisini meşakkate
düşüren kimsedir.”[276]
15966.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların
en üstünü kudreti olduğu halde yumuşak davranan, imkanı
olduğu halde züht içinde yaşayan ve gücü olduğu halde
insaflı davranan kimsedir.”[277]
15967.
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Tala
nezdinde en yüce makama sahip olanınız uzun bir süre açlık çeken
ve düşünceye koyulanınızdır. Allah-u Teala nezdinde en
nefret edileniniz ise çok uyuyan, çok yiyen ve çok içeninizdir.”[278]
15968.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah nezdinde
kulların en üstünü, doğru yola erişip (insanlara) doğru
yolu gösteren böylece bilinen bir sünneti ayakta tutup bilinmeyen bir
bidatı öldüren adil imamdır.”[279]
15969.
İmam Ali (a.s) Haris Hemdani’ye
yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur: “Bil ki müminlerin en üstünü kendisinden,
ailesinden, malından herkesten önce infak eden, onları Allah yoluna
adayandır. Zira önceden gönderdiğin hayır, sana
azığın o-larak kalır, geriye bıraktığın
ise senden başkalarının hayrı olur.”[280]
15970.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yaratıkların
en üstünü hak üzere en çok hüküm veren kimsedir.”[281]
15971.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Şüphesiz insanların en
üstünü makamı yüce olduğu halde tevazu gösteren, zengin olduğu
halde dünyadan yüz çeviren, gücü olduğu halde insaf üzere amel eden ve
kuderti olduğu halde yumuşak huylu olan kimsedir. Biliniz ki
insanların en üstünü dünyadan kendisine yetecek miktarını alan,
dünyada iffet ve nefis izzeti içinde yaşayan ve (ahiret) yolculuğu
için azık alıp yolculuk için hazırlanan kimsedir.”[282]
15972.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah
katında insanların en üstünü kazancını azaltsa, onu kedere,
meşakkatlere sürüklese bile hakla amel etmeyi, kendine fayda veren
batıldan daha çok seven kimsedir.”[283]
15973.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Salih kul olan
Lokman’a şöyle denildi: “İnsanların en üstünü kimdir?” Lokman
şöyle dedi: “Zengin mümindir.” Kendisine şöyle denildi: “Mal ve
servet açısından zengin olan mı?” Lokman şöyle buyurdu:
“Hayır, ilim açısından zengin olandır. Böylece kendisine
ihtiyaç duyulduğunda ilminden istifade edilir. Eğer ihtiyaç
duyulmazsa, kendisine kifayet eder.” Şöyle denildi: “O halde
insanların en kötüsü kimdir?” Lokman şöyle dedi:
“İnsanların onu kötü bir şeyi yaparken görmesine önem vermeyen
kimsedir.”[284]
15974.
Resulullah (s.a.a), kendisine “insanların
en iyisi kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Az yiyen, az gülen ve bedenini örten şeyle
kifayet eden kimsedir.”[285]
15975.
Mesih (a.s), kendisine, “insanların en
üstünü kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Sözü Allah’ı zikir, sükutu tefekkür ve
bakışı ibret olan kimsedir.”[286]
bak. el-Ma’rifet, 2585. Bölüm; el-İman,
298. Bölüm; et-Takva, 4163. Bölüm; ed-Dunya, 1244. Bölüm
15976.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların
en üstün ahlakı hilimdir (yumuşak huyluluktur.)”[287]
15977.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cömertlik ve
haya en üstün ahlaktır.”[288]
bak. 3214. Bölüm; el-Hulk, 1119. Bölüm;
el-İsar, 2. Bölüm; el-Hayr, 1170. Bölüm
15978.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fazilet, ihsanda
bulunmak iledir.”[289]
15979.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletleri
bilmemek, en çirkin rezalettendir.”[290]
15980.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En üstün
şey, uyumlu olmaktır.”[291]
15981.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
fazilet ehlinin faziletini sadece fazilet ehli kimseler bilir.”[292]
15982.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşmanına
karşı fazilet ile davran. Şüphesiz bu iki zaferden biridir.”[293]
15983.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlara
çok ısırıcı (çetin) bir zaman gelecektir; o dönemde zengin
iki elindeki malı ısıracaktır (infak etmeyecektir); oysa
böyle davranmaya emredilmemiştir. Allah şöyle buyurmuştur: “Aranızda
ihsan etmeyi unutmayın.”[294]
422. Konu
el-Fakr
Fakirlik
F Bihar,
72/1, 94. bölüm, Fazl’ul Fakr ve’l-Fukara
F Kenz’ul
Ummal, 6/467, 490, 612, 618, el-fakir ve’l-fukara
F Kenz’ul
Ummal, 6/492, 618; Fakr’ul İztirari
F Kenz’ul
Ummal, 6/491, Fakr’un-Nebiyy (s.a.a)
F Bihar,
76/314, 60. bölüm; ma yures’ul Fakr ve’l-Ganiyy
F El-Müheccet’ül-Beyza,
7/313, Kitab’ul Fakr ve’z-Zühd
bak. .
F 29. konu,
el-Buhl; 397. konu, el-Ganiy; 185. konu, er-Rızk; 500. konu, el-Mal;
el-Hırs, 789. bölüm; es-Sual (2), 1709, 1711-1715, 1733. bölümler;
ez-Zeyf, 2392. bölüm
15984.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Neredeyse fakirlik küfür olacaktı.”[295]
15985.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben küfürden ve fakirlikten sana
sığınırım.” Bir adam şöyle arzetti: “Bu ikisi
birlikte midir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Evet.”[296]
15986.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer Rabbimin ümmetimin fakirlerine
merhameti olmasaydı, fakirlik neredeyse küfürle sonuçlanacaktı.”[297]
Şöyle diyorum: Allame Meclisi (r.a)
Resulullah’ın (s.a.a), “Fakirlik neredeyse küfür olacaktı” sözünü
izah ederken şöyle diyor: “Bu rivayet Şia ve Sünni arasında
meşhur olan rivayetlerdendir ve fakirliği büyük bir şekilde
eleştirmektedir. Ama daha önceden zikredilen rivayetler ve Peygamber’in
(s.a.a), “Fakirlik benim övüncümdür, ben fakirlikle övünürüm” ve “Allah’ım
beni fakir olarak yaşat, fakir olarak öldür ve fakirler zümresinde
haşreyle” hadisi, bizim burada sözünü ettiğimiz hadisle çelişki
içindedir. Bu rivayet Ehl-i Sünnet’in Peygamber’den (s.a.a) naklettiği,
“Fakirlik her iki dünyada da insanın yüzünün kara olmasına
(sefaletine) sebep olur” rivayeti de teyit etmektedir. Bu iki grup hadisin
arasını bulmada ve uyum sağlamada bir takım görüşler
ifade edilmiştir:
Rağib İsfahani, Müfredat’ında
şöyle diyor: “Fakirlik dört anlamda kullanılmıştır:
Birincisi zaruri ihtiyacın
varlığı anlamındadır. Bu anlam dünyada olduğu
müddetçe tüm insanlara, hatta bütün varlıklara şamildir. Allah-u
Teala’nın, “Ey
insanlar! Şüphesiz sizler, Allah’a muhtaçsınız, Allah ise
müstağni ve övülmüştür”[298] ayeti de bu anlamı ifade etmektedir.
Hakeza insanı nitelendiren, “Biz onları yemek yemeyen bir ceset kılmadık”[299] ayeti de bu fakirliğe işaret
etmektedir.
İkincisi ise, gerçek yoksulluk
anlamındadır. Allah-u Teala’nın şu ayetleri de bu anlamda
bir yoksulluğa işaret etmektedir: “(Bu sadakalar) Allah yolunda mahsur kalan
kimseleredir.” Hakeza: “İffetlerinden dolayı bilmeyenler
onları zengin sanırlar”[300] Hakeza, “Şüphesiz sadakalar fakirlere ve yoksullara
aittir.”[301]
Üçüncüsü ise, nefis fakirliğidir ve bu
doymazlık ve aç gözlülük anlamındadır. Nitekim
Resulullah’ın (s.a.a) şu sözü de bu anlamdadır: “Neredeyse
fakirlik küfür olacaktı.” Bu anlam Resulullah’ın şu sözünün tam
karşıtıdır: “Zenginlik nefis zenginliğidir.” Yine,
“Kanaate sahip olmayan kimseyi mal ve serveti zengin kılamaz” sözü de bu
anlamdadır.
Dördüncüsü ise, Allah’a muhtaç olmaktır.
Resulullah’ın (s.a.a) şu sözü de buna işaret etmektedir:
“Allah’ım! Beni, sana muhtaç olmakla zengin kıl ve kendinden
müstağni olmakla fakir kılma.” Allah-u Teala’nın şu ayeti
de bu anlama işaret etmektedir: “Ey Rabbim! Ben üzerime indirdiğin iyiliklere
muhtacım.”[302]
Aşağıdaki
şiirde de şair bu anlamı kastetmiştir: “Sana muhtaç olmayı seviyorum. Eğer
aşkın olmasaydım, fakirliği hoş görmezdim.”
Şöyle denilmiştir: “İftekere
fehuve, muftekirun ve fakirun” Dolayısıyla da, “fekere” şeklinde
hiçbir yerde kullanılmamıştır. Gerçi kıyas kaidesi
böyle bir kullanımı gerektirmektedir ve fakir aslında bel
kemiği kırılan kimse demektir.[303]
(Rağib’in sözü burada bitmektedir.)
Bu yorum bu bölümde söylenmiş en güzel
yorumdur. Bazıları yüzü kara olmayı da övgü ve medhedilmeye
yorumlamışlardır. Yani fakirlik sevgilinin yüzünde bulunan ve
onu çirkinleştirmeyen, güzelleştiren bir ben gibidir. Bir görüşe
göre de yüzün kara olmasından maksat, mümkün (olabilir) olan varlıktır.
Fakirlikten maksat da mümkün olan varlığın,
varlığı ve diğer kemal sıfatları hususunda
başkasına olan ihtiyacı anlamındadır.
İhtiyacın yüz karalığı diye ifade edilmesi de mümkün
olan varlıkla ayrılmazlığı sebebiyledir. [304] Siyahlık kendi mahallinden yok
olmadığı gibi, ihtiyaç da mümkün olan varlıktan asla
ayrılmaz.
Bu iki yorumun uzak oluşu
açıktır. Daha iyi olan yorum ise, hadis doğru olduğu
taktirde kınanmış fakirlik diye yorumlanmasıdır.
Gazali ise bu hadisin şerhinde şöyle
yazmıştır: “Zira kendisinden kurtulmanın mümkün
olmadığı ızdırap ile iç içe bulunan fakirlik,
insanı küfrün eşiğine getirir. Çünkü ilk önce zenginlere haset
etmeye sebep olur. Haset ise iyilikleri ortadan kaldırır. İkinci
olarak ise fakir insanın zenginler karşısında zillet ve
horluk izharında bulunmasına neden olur. Bu da insanın
haysiyetini ve dinini lekeler. Üçüncü olarak da ilahi kader ve rızık
hususunda hoşnutsuzluğa neden olur. Bu da küfür olmasa bile
insanı küfre sürükler. İşte bu deliller esasınca peygamber
olan Mustafa (s.a.a), bile fakirlikten Allah’a
sığınmıştır.
Bazıları ise şöyle demiştir:
“Öldüğüm zaman geriye kırk bin dinar bırakmayı, bir gün
fakir yaşayıp insanlara zillet elini uzatmaya tahammül etmekten daha
çok seviyorum. Zira Allah’a yemin olsun ki fakirlik veya hastalık gibi bir
belaya düçar olduğum taktirde, hangi akıbete
uğrayacağımı bilemiyorum. Belki de küfre düştüğüm
halde bundan haberim bile olmaz. Peygamber de bu yüzden şöyle
buyurmuştur: “Fakirlik neredeyse, küfür olacaktı.” Zira yoksulluk
insanı her türlü uygunsuz işe zorlamaktadır. Hatta Allah’a
itiraz etmeye ve Allah’ın mülkünde tasarrufta bulunmaya sürüklemektedir.
Öte yandan fakirlik insanı Allah’a yönlendiren, Allah’a
sığındıran ve Allah’a doğru el açmaya
çağıran ilahi bir nimettir. Bu fakirlik, Peygamberlerin süsü,
evliyanın ziyneti ve salih insanların örtüsüdür. İşte bu
yüzden bir rivayette de şöyle yer almıştır: “Fakirlik sana
yöneldiğinde şöyle de: “Hoş geldin ey salihlerin bedenini örten
örtü.” Ama buna rağmen fakirlik, acıdır ve tahammülü çok zordur.
Gazali şöyle diyor: “Bu hadis mal ve
serveti öven bir hadistir. Elbette biz sadece zenginliğin hikmet ve
felsefesini, zenginliğin hedefini, faydalarını,
zararlarını ve bozukluklarını
tanıdığımız ve mal ve servetin bir açıdan iyi ve
bir açıdan ise kötü olduğunu, ne mutlak iyi ve ne de mutlak kötü
olduğunu tanıdığımız taktirde servetin övünme ve
kınanma sırlarını ve bu iki yorumu bir araya getirmenin
yolunu anlayabiliriz. Mal ve servet aynı zamanda hem iyi ve hem de
kötüdür. Bu açıdan bazen övülmüş ve bazen de
kınanmıştır. Basiret ehli ve ince anlayışlı
kimseler övülmüş servet ile kınanmış servetin
farkını bilirler.
Ashabımızdan bazısı ise
duasında şöyle demişlerdir: “Allah’ım! Fakirlikten ve
noksanlıktan sana sığınırız.” Söylenildiği
üzere kendisinden Allah’a sığınılan bu fakirlikten maksat, nefis
fakirliğidir. Şüphesiz nefis yoksulluğuna mübtela olan bir
kimse, Allah’ın nimetlerine küfranda bulunur, Allah’ı
hatırlamayı unutur, ihtiyaç ve yoksulluğunu gidermek için de din
ve haysiyetine zarar veren işlere koyulur. Eksiklikten maksat ise az sabretmek
veya techizat eksikliğidir. Rivayette de yer aldığı üzere
Peygamber (s.a.a) fakirlikten Allah’a
sığınmıştır. Başka bir rivayette de
şöyle yer almıştır: “Fakirlik benim övüncümdür, ben
fakirlik sebebiyle diğer Peygamberlere karşı övünürüm.” Bu iki
tür rivayetin arasını bulmak ve uzlaşma sağlamak için
şöyle denilebilir: “Peygamber’in (s.a.a) kendisinden Allah’a
sığındığı fakirlik, insanlara muhtaç olmak ve
yeterli miktardan daha az rızkı elde etmektir. Peygamber’in
övündüğü fakirlik ise Allah-u Teala’ya olan fakirliktir. Peygamber’in
diğer peygamberlere karşı övünme kaynağıdır.
Gerçi onlar da bu açıdan Peygamber ile ortak durumdadırlar.
İşte bu yüzden Peygamber’in tevhidi ilahi dergah ile olan irtibatı
ve Allah’a olan yakınlığı hiç kimsenin kendisine ulaşamayacağı
bir mertebedeydi. Neticede Allah’a olan
fakirliği, diğer peygamberlerin fakirliğinden daha kamil ve
mükemmel idi.
Kirmani ise Buhari şerhinde, Peygamber’in
(s.a.a), “Allah’ım! Fakirlikten sana sığınırım”
sözünün yorumunda şöyle demiştir: “Bu cümle zenginliğin
üstünlüğüne delalet etmektedir ve aynı zamanda Allah-u
Teala’nın, “Eğer
hayır bırakırsa” ayeti, mal ve servet üstünlüğüne delalet etmektedir. Peygamber
(s.a.a) de geçiminin çok iyi olduğu bir durumda vefat etti. Zira
Allah’ın kendisine bağışta bulunduğu ganimetler
sebebiyle zenginlik içinde yaşıyordu. Ayrıca gani (zengin)
sıfatı da hak olan Allah’ın sıfatlarından biridir.
Bütün bunlar da zenginliğin üstünlüğüne delalet etmektedir. “Cennet
ehlinin çoğu fakirlerdir” hadisi de bir gerçeği haber vermektedir.
Nitekim, “Dünya insanlarının çoğu da fakirlerdir” denilmektedir.
Ama Peygamber’in bu dünya lezzetlerini terk etmesinin sebebi ise bu dünyada
hayatın güzelliklerine ve lezzetlerine kavuşmak istememesidir.
Başkaları ise şöyle cevap vermişlerdir: “Cennet ehlinin
çoğu fakirlerdir” hadisi de cennet ehlinin fakirler olduğuna
işarettir. Peygamber’in dünyanın güzelliklerini terk etmesi de
fakirliğin üstünlüğünün bir delilidir. Peygamber’in fakirlikten
Allah’a sığınması ile Peygamber’in zenginlikten Allah’a
sığınması zahirde bir çelişki arzetmektedir. Elbette
malın iyi ve üstün olduğu hususunda tartışma yoktur.
Resulullah vefat edince zırhı rehin olarak verilmişti. Allah-u
Teala’nın zenginliği ise başka bir anlamdadır. (Kirmani’nin
sözü burada bitmiştir)
Çoğunluğun görüşü ise
kifayet (yeterlilik) durumunun fakirlik
ve zenginlikten daha üstün olduğudur. Zira, zenginlik ve fakirliğin
kötü sonuçları ve afetlerinden uzaktır. Bu görüşün doğru
olması uzak bir ihtimal değildir.
Alimlerden biri de şöyle demiştir:
“Bütün bunların hepsi de doğrudur, ama zenginliğin mi yoksa
fakirliğin mi daha üstün olduğu sorusu, aynı şekilde
(cevapsız) baki kalmıştır. Zira tartışma konusu,
insanın bu iki durumdan birine mübtela olduğu durumda geçerlidir.
Böyle bir kimse hakkında fakirlik mi yoksa zenginlik mi daha üstündür? Bu
yüzden “hangisi daha üstündür?” sorusu denilmiştir. Zira onlardan biri
doğru ve layık bir şekilde amel edebilir ve diğeri ise
etmeyebilir. Bu durumda o iyi ve üstündür. O halde fakir kimse, salih amel
açısından kendisiyle eşit durumda bulunan bir zenginle mukayese
edildiğinde hangisinin Allah nezdinde daha yüce makama sahip olduğu
sorulmalıdır. Bu yüzden bu konunun ihtiraslı olmayan fakir ve
cimri olmayan zengin hakkında söz konusu edilmesinin doğru
olmadığı söylenmiştir. Zira kanaatkar olan fakir, cimri
olan zenginden daha üstündür ve bunun tersine
bağışlayıcı olan zengin de ihtiraslı olan
fakirden daha üstündür.
Bu alim şöyle diyor: Başka bir
şeye vesile olan ve bizzat kastedilmeyen her şeyin fazilet ve üstünlüğünün
belli olması için onu kendisiyle takip edilen hedefle birlikte göz önünde
bulundurmak gerekir. O halde mal ve servet bizzat kınanmış veya
sakındırılmış değildir. Zira insana engel olduğu
ve Allah’tan alı koyduğu durumda kınanmıştır.
Bunun tersi de doğrudur. Nice zengin insanı mal ve serveti Allah’tan
alı koymamıştır ve nice fakir kimseyi, fakirliği
Allah’tan gafil kılmış ve alıkoymuştur.”
Hakeza o alim şöyle diyor: “Elbette
eğer çoğunluk boyutunu göz önünde bulunduracak olursak, fakir
şahıs tehlikeden daha uzaktır. Zira servet fitnesi ve tehlikesi
fakirlik tehlikesinden daha şiddetlidir.”
Başka bir alim ise şöyle
demiştir: “Alimler bu konunun aslı hakkında ihtilaf
etmişlerdir, bazısı fakirliği tercih etmiş,
bazısı zengiliği ve serveti, bazısı da yeterlilik ve
kifayet miktarını. Bunların hepsi de ihtilaf konusundan
uzaktır. Biz daha çok bu haletlerden hangisinin Allah nezdinde kul için
daha iyi ve üstün olduğunu ve böylece kulun o durumu ve hali elde etmesi
gerektiğini soruyoruz. Yani mal ve servetin az olması mı iyidir,
ki bu durumda insan kalbini Allah’ı zikretmekten alıkoyan
işlerden uzak tutsun, münacat lezzetini tatsın, mal ve servet elde
etmeye koyulmasın ve böylece kıyamet günü, uzun hesaba çekilme zahmetinden
kurtulsun. Yoksa, mal elde etmek mi daha iyidir, ki böylece de insan iyilik
ederek, fakirlere hizmette bulunarak Allah nezdinde daha fazla
yakınlık elde etsin. Elbette bunun yanısıra mal ve
servetin, insanlara yardım ve ihsanda bulunma karşılığında
elde edilecek bir faydası da vardır.
O şöyle diyor: “Bu durumda elbette
Peygamber’in (s.a.a) ve ashabın genelinin tercih ettiği metot, yani
dünya malının azlığı ve dünya debdebesinden uzak
bulunma durumu daha üstündür. Burada başka bir varsayım da söz
konusudur ve o da şudur: “Birisi hiç zahmet çekmeden mesela, miras veya
ganimet payı sebebiyle, bir dünya malı ve serveti elde ederse, bu
durumda bu şahıs bütün malını ve servetini ihsan ve
hayır yolunda mı harcamalı ve böylece kendisi için hiçbir şey
kalmamalı mı yoksa sermaye yatırımında mı bulunmalı
ve ondan faydalanmaya mı koyulmalı ve böylece malını ikiye
mi katlamalıdır?”
Bu alim şöyle cevap veriyor: “Bu durum da
ilk iki kısım gibidir.”
İbn-i Hacer şöyle diyor: “Bu durum
kifayet (yeterlilik) haline ulaşıncaya dek malını
bağışlamasını gerektirmektedir ve eğer bu metodu
devam ettirir ve yeniden bir servet elde ederse, hiçbir zarar görmez. Ama
sahabenin çoğunun fakir ve zahit olduğu iddiası ise doğru
değildir. Zira onların durumu ve hali hakkında yaygın olan
inanç Allah’ın kendilerine nasip ettiği fetihlerden sonra iki
kısma ayrıldığıdır. Bir kısmı elde
ettiği serveti ellerinde tutmuş, iyi işler yaparak insanlara
yardımda bulunarak ve fakirlere mali katkılarda bulunarak Allah’a
yakınlaşmaya çalışıyorlardı.” Aynı zamanda
nefis zenginliğine sahip olup her türlü hırs ve ihtirastan uzak
idiler. Bir grubu ise, daha önce sahip olduğu metodunu sürdürerek, elde
ettiği ganimetler ve fetihlerden nasiplendikleri nimetleri kendileri için
bırakmıyorlardı. Bu grubun sayısı ise çok az idi.
Bu konuda birbiriyle çelişen rivayetler
mevcuttur. Hakkında şüphe olan ve tartışılması
gereken konulardan biri de hiçbir şeyi olmayan ve tümüyle yoksul olan
kimsedir. Böyle bir kimse, kendi haysiyetini korumak ve dilenmenin zilletinden
kurtulmak için, kazanç peşinde mi koşturmalı, yoksa sabredip
Allah’ın dilencilik dışında kendi yüzüne bir kapı
açmasını mı beklemelidir.” (İbn-i Hacer’in sözü burada
bitmektedir)
Şöyle diyorum: Velhasıl, bu konuda var
olan hadislerin arasını bulmak, şu yorum ile mümkündür: Fakirlik
de servet de kendi yerinde ilahi bir nimet mesabesindedir. Allah-u Teala
insanın tam maslahatına teveccüh ederek, onlara bu iki nimetten
birini taktir etmektedir ve kul fakirlik durumunda sabretmeli, hatta
şükretmelidir. Eğer Allah kendisine bir mal ve servet
bağışlarsa şükrünü eda etmeli ve bunun gereği ile amel
etmelidir. O halde fakirlik ve zenginliğin gerekleriyle mutlaka amel
etmelidir. Elbette genelde sabreden fakirlerin sevabı, şükreden
zenginlerden daha çoktur. Ama her ikisinin de durumları her ikisinden
tümüyle farklıdır ve her iki taraftan biri hakkında genel bir
hüküm vermek doğru değildir. Şüphesiz yetecek kadarıyla
yetinmek, daha sağlıklı ve fakirlik ve zenginliğe oranla
daha az tehlikelidir. Bu yüzden bir çok dualarda, Allah’tan kifayet derecesi
istenmiş, Peygamber (s.a.a) de onu kendi Ehl-i Beyt’i için Allah’tan
dilemiştir. Bu konuda daha fazla açıklama Allah’ın izniyle
Mekasib kitabında yapılacaktır. [305]
15987.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik büyük
ölümdür.”[306]
15988.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik, zeki
insanın dilini, delilini beyan etmekten keser ve fakir insan kendi
şehrinde bile gariptir.”[307]
15989.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik her iki dünyada da insanın yüz
karasıdır.”[308]
15990.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik borç
ile birlikte en büyük bir mutsuzluktur.”[309]
15991.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik öldürülmekten daha kötü ve zordur.”[310]
15992.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik nefsi
hor kılar, aklı dehşete düşürür ve (insan için) bir çok
hüzün getirir.”[311]
15993.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kabir,
fakirlikten daha iyidir.”[312]
15994.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a
şöyle buyurmuştur: “Günlük rızkını elde etmenin peşinde olan kimseyi
kınama. Zira günlük yiyeceği olmayan kimsenin hataları çok olur.
Ey oğulcağızım! Fakir insan hordur, sözlerine itina
edilmez, makam ve mertebesi tanınmaz ve bilinmez, fakir eğer
doğru sözlü olursa onu yalancı sayarlar. Eğer zahit ve dünyadan
yüz çeviren biri olursa, onu cahil kabul ederler. Ey
oğulcağızım! Herkim fakirliğe düçar olursa, dört
haslete düçar olmuş olur: “Yakinde gevşekliğe, akılda
eksikliğe, dinde kırgınlığa ve yüzde hayanın
azlığına. O halde fakirlikten Allah’a sığınırız.”[313]
15995.
İmam Ali (a.s), Oğlu Muhammed b.
Hanefiyye’ye şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Fakirliğe düşmenden
korkarım. Ondan Allah’a sığın; çünkü fakirlik, dini
noksanlaştırır, aklı şaşkınlığa
düşürür ve düşmanlığa sebep olur.”[314]
15996.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala İbrahim’e (a.s) şöyle
vahyetti: “Seni yarattım ve Nemrud’un ateşine mübtela
kıldım. Eğer seni fakirliğe düçar kılsaydım ve
senden sabrı alsaydım ne yapardın?” İbrahim şöyle
buyurdu: “Fakirlik benim için Nemrud’un ateşinden daha zordur.” Allah-u Teala
şöyle buyurdu: “İzzet ve celalime andolsun ki gök ve yer arasında
fakirlikten daha zor bir şey yaratmadım.”[315]
15997.
Lokman (a.s), oğluna şöyle
buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Bil ki ben sabrı ve bir çok
zorlukları tattım. Ama fakirlikten daha acı bir şey
bulmadım. O halde eğer bir gün fakir olursan, fakirliği kendinle
rabbin arasında (gizli) tut ve yoksulluğunu insanlara söyleme. Aksi
taktirde insanlar nezdinde hor ve değersiz olursun.”[316]
15998.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dört şey bel
kırıcıdır: …Sahibinin tedavisi için hiçbir çözüm
bulamadığı fakirlik.”[317]
15999.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik vatanda
bile gurbettir.”[318]
16000.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakir
insanın heybeti (azameti) imkansızdır.”[319]
bak. 3230. Bölüm
16001.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik benim övüncümdür.”[320]
16002.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik benim övüncümdür ve ben fakirlikte
övünüyorum.”[321]
16003.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik insanlar nezdinde çirkinlik sebebidir.
Allah nezdinde ise kıyamet günü süstür.”[322]
16004.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Musibetler
Allah’ın hediyeleridir, fakirlik Allah’ın hazinesinde korunur, (onu
herkese vermez.)”[323]
16005.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik,
şehadet gibi Allah’ın hazinesinde korunur ve onu istediğine
verir.”[324]
16006.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik mümin
için atın yanağındaki gemden daha süslüdür.”[325]
16007.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirler Allah’ın
dostlarıdırlar.”[326]
16008.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik rahatlık, zenginlik ise
cezadır.”[327]
16009.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
esenliği seviyorsa, fakirliği seçmelidir. Herkim
rahatlığı seviyorsa, dünyadan yüz çevirmeyi seçmelidir.”[328]
16010.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Beni fakir olarak yaşat,
fakir olarak öldür ve fakirler topluluğuyla birlikte haşret.”[329]
16011.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Beni fakir olarak öldür
zengin olarak öldürme. Kıyamet günü beni fakirler topluluğu ile
haşret.”[330]
16012.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah yolunda
tattığım korku hiç kimseye tattırılmaz ve Allah
yolunda gördüğüm eziyeti hiç kimse görmez. Ben ve Bilal otuz gün
geçtiği halde her canlının yediği (günlük) yiyeceğe
bile sahip değildik. Sadece Bilal’ın koltuğunun altında
gözükmeyecek şekilde bir şeye sahiptik.”[331]
16013.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Muhammed’in canı elinde olana andolsun ki
Al-i Muhammed’in nezdinde ne bir ölçek tane (buğday veya arpa) ve ne de
bir ölçek hurma vardı.”[332]
16014.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Peygamberler,
peygamberlerin çocukları ve peygamberlerin takipçileri üç şeye özgün
kılınmışlardır: Bedensel hastalık, hakim
sınıftan korku ve fakirlik.”[333]
16015.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü’ne (s.a.a), “Fakirlik nedir?” diye
sorulunca şöyle buyurdu: “Fakirlik Allah’ın hazinelerinden bir
hazinedir.” Yeniden, “Ey Allah’ın Resulü! Fakirlik nedir?” diye soruldu.
Peygamber şöyle buyurdu: “Allah tarafından keramet ve yüceliktir.”
Üçüncü defa soruldu, “Fakirlik nedir?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Allah’ın sadece mürsel Peygambere veya Allah-u Teala nezdinde
değerli olan mümine bağışta bulunduğu bir
şeydir.”[334]
bak. 3224. Bölüm
16016.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Musa b. İmran’a şöyle vahyetti:
“Ey Musa! Kendisiyle açlığını giderdiğin bir parça arpa
ekmeği ve kendisiyle çıplaklığını örttüğün
bir parça kumaş ile hoşnut ol, musibetler ve zorluklar
karşısında sabret. Dünyanın sana yöneldiğini görünce,
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Bu dünyada bana ulaşan bir
cezadır” de. Dünyanın sana sırt çevirdiğini ve
fakirliğin sana yöneldiğini görünce de şöyle de: “Hoş
geldin ey salihlerin örtüsü.”[335]
16017.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala Musa’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Fakirliğin sana
yöneldiğini görünce şöyle de: “Hoş geldin ey salihlerin örtüsü”
Zenginliğin sana yöneldiğini görünce de şöyle de, “Bu zenginlik,
cezası bana doğru hızla gelen bir günahtır.”[336]
16018.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cezasını ödemeyi üstlenen ve
zorluklarda başkalarına yardım eden kimse dışında,
fakirlik zenginlikten daha hayırlıdır.”[337]
16019.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirliğin
zenginlikten üstün olduğunun delili
Ve fakirin zenginden daha hayırlı
olduğunun delili
İnsanların zenginlik sebebiyle
Allah’ı unuttuğunu görmemdir
Ama hiçbir yaratığın fakirlik
sebebiyle Allah’a isyan ettiğini göremezsin.”[338]
16020.
Resulullah (s.a.a), müminin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Fakirliğine sevinir.”[339]
16021.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirliğin
zararı, zenginliğin sarhoşluğundan daha
beğenilmiştir.”[340]
16022.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Hangi durumda
olduğumu nereden bileyim?” diye soran birisine şöyle
buyurmuştur: “Dünya
işlerinden birini istediğin halde (ona ulaşmak) senin için zor
olursa, bil ki hayır ve iyilik içindesin. Dünya işlerinden birini
istediğin halde ona kolayca ulaşırsan (bu durumda da) bil ki o
şey senin için kötüdür.”[341]
16023.
İmam Hasan (a.s), kendisine, “Fakirlik
nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Nefsin her şeye ihtiras
duymasıdır.”[342]
16024.
İmam Hasan (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur:
“İhtiras ve
aç gözlülüktür.”[343]
16025.
İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakirlik
nefsin aç gözlülüğü ve şiddetli ümitsizliğidir.”[344]
16026.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en fakiri tamahkar
kimsedir.”[345]
16027.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların
en fakiri, zengin ve imkan sahibi olduğu halde hayatı kendisine
daraltan ve malını başkaları için elinde bırakan
kimsedir.”[346]
16028.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cehalet gibi bir
fakirlik yoktur.”[347]
16029.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ahmaklıktan
daha büyük bir fakirlik yoktur.”[348]
16030.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nice fakir
kimse, her zenginden daha zengindir.”[349]
bak. 3222. Bölüm; 161015. Hadis; 3230. Bölüm,
321. Konu, et-Tema’ 266, eş-Şereh; el-Gına, 3212. Bölüm;
el-Hırs, 789. Bölüm
16031.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Size göre fakir kimdir?” Kendisine
şöyle arzettiler: “Serveti olmayan kimsedir.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Hayır, gerçek fakir, her ne kadar kendisinden sonra çok mal
bıraksa da Allah nezdinde hesaba katacak hiçbir şeyi önceden
göndermeyen kimsedir.”[350]
16032.
İmam Sadık (a.s), Hüseyin b. Osman’a
şöyle buyurmuştur: “Kibirli fakirin kim olduğunu biliyor musun?” Hüseyin b. Osman
şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Malı az olan kimsedir.”
İmam Sadık şöyle buyurdu: “Hayır, kibirli fakir, kendi
malından hiçbir şeyiyle aziz ve celil olan Allah nezdinde
yakınlık dilemeyen kimsedir.”[351]
16033.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Acaba iflas edenin kim olduğunu biliyor
musunuz?” Şöyle dediler: “Bize göre iflas eden kimse, ne dirhemi ne de
malı olan kimsedir.” Resulullah şöyle buyurdu: “Ümmetimin iflas
edeni, kıyamet günü kendisiyle birlikte, namaz, zekat ve oruç getiren, ama
bazen buna söven, iftirada bulunan, malını yiyen, falanın
kanını döken ve birini dövendir. Neticede iyilikleri ona buna
verilir, eğer iyilikleri biterse, henüz hataları tamamlanmadan
onların günahları alınır ve buna verilir ve ateşe
atılır ve sonra şöyle denilir: “Gerçek iflas eden kimse bu şahıstır.”[352]
16034.
İmam Ali (a.s), kendisine, “En zor fakirlik
hangisidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “İmandan sonra küfür.”[353]
16035.
İdris’in suhufunda şöyle
buyurulmuştur: “Benden müstağni olduğunu izhar eden kimseye zenginlik
yoktur ve bana muhtaç olduğunu izhar eden kimseye de fakirlik yoktur.”[354]
bak. el-Gına, 3114. Bölüm
16036.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gerçek fakirlik kalp fakirliğidir.”[355]
16037.
İmam Bakır (a.s), Cabir b. Yezid
Cu’fi’ye yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Hiçbir fakirlik kalp fakirliği gibi
değildir ve hiçbir zenginlik nefis zenginliği gibi değildir.”[356]
16038.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En büyük bela
nefsin fakirliğidir.”[357]
16039.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nefsin
fakirliği en kötü fakirliktir.”[358]
bak. el-Gına, 3115. Bölüm
16040.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zenginlik ve
fakirlik ameller Allah’ın dergahına sunulduğu zaman belli olur.”[359]
16041.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cennet
olduğu taktirde fakirlik yoktur ve cehennem olduğu taktirde ise
zenginlik yoktur.”[360]
16042.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirler arasında kendiniz için bir
takım eller (makamlar) elde ediniz. Zira kıyamet günü onlar için bir
güç vardır.”[361]
16043.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik iki çeşittir: Dünya fakirliği
ve ahiret fakirliği. Dünya fakirliği ahiret zenginliğine sebep
olur. Dünya zenginliği ise ahiret fakirliğine neden olur. Helak olmak
ise dünyanın süslerine ve mallarına aşık olmaktır.
Ahiret fakirliği ve ahiret azabı da budur.”[362]
16044.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ali’den sonra Ali’nin itretinden ve
Şiilerinden fakirleri küçük görmeyin. Zira onlardan her biri, Rabia ve
Muzer kabilesi sayısınca (insanlar hakkında) şefaatte
bulunurlar.”[363]
16045.
İmam Sadık (a.s), kendisine,
Ebuzer’in, “Üç şey vardır ki insanlar ondan nefret eder ama ben
onları severim: Ben ölümü, fakirliği ve belayı severim” sözü
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bu konu insanların anladığı
şekilde değildir. Aksine maksat şudur: Ben Allah’a itaat yolunda
ölümü, Allah’a isyan ile iç içe olan hayattan daha çok severim. Ben Allah’a
itaat yolunda fakirliği Allah’a isyan ile birlikte olan zenginlikten daha
çok severim ve ben Allah’a itaat yolunda hastalık ve belayı Allah’a
isyan ile birlikte olan sağlıktan daha çok severim.”[364]
16046.
İmam Sadık (a.s), Müminlerin Emiri’ne,
“Ben seni seviyorum” diye arzeden birine, “O halde fakirlik için bir örtü
hazırla” sözü sorulunca şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri böyle
buyurmamıştır. O şöyle buyurmuştur: “Yoksulluğun
için, yani kıyamet günü için bir örtü hazırla.”[365]
16047.
“Fuzeyl
b. Yesar, İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: “Sizden
hiç birisi, şu üç haslete sahip olmadıkça, imanın hakikatine
erişemezsiniz. Ölüm onun nezdinde hayattan, fakirlik zenginlikten ve hastalık
sağlıktan daha sevimli olmalıdır.” Ben şöyle arzettim:
“Kim böyledir?” İmam şöyle buyurdu: “Hepiniz.” Daha sonra şöyle
buyurdu: “Bu ikisinden hangisini daha çok seviyorsunuz: Bizim sevgimiz yolunda
ölmeyi mi, yoksa bize düşmanlık yolunda yaşamayı mı?”
Ben şöyle arzettim: “Allah’a andolsun ki sizin sevginiz üzere ölmeyi daha
çok seviyorum. İmam şöyle buyurdu: “Fakirlik, zenginlik,
hastalık ve sağlık da aynı şekildedir.” Ben şöyle
arzettim: “Allah’a yemin olsun ki evet öyledir.”[366]
16048.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bizimle olmakla
birilikte fakir olmak, bizden gayrisiyle birlikte olmakla beraber zengin
olmaktan ve bizimle birlikte olmakla öldürülmek, bizden başkasıyla
hayatta olmaktan daha iyidir.”[367]
16049.
Lokman (a.s), oğluna şöyle
buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Fakirlik, (servet sahibi olup bu sebeple)
zulüm etmenden ve azmandan daha hayırlıdır.”[368]
16050.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni
zulümden alı koyan servet, seni günaha sürükleyen fakirlikten daha
iyidir.”[369]
16051.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bel kıran
fakirlik, rüsva eden zenginlikten daha iyidir.”[370]
16052.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakirlik
kızıl ölümdür.” Ben (ravi), Ebu Abdillah’a (a.s) şöyle arzettim:
“Maksadınız, dinar ve dirhem fakirliği midir?” İmam
şöyle buyurdu: “Hayır, dini fakirliktir.”[371]
16053.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mümin için fakirlik, birinin geçimini üstlenmek veya zorluklarda
insanlara yardım etmek dışında, zenginlikten daha
hayırlıdır.”[372]
16054.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İzzetle
birlikte olan fakirlik karşısında sabretmek, zilletle birlikte
olan zenginlikten daha güzeldir.”[373]
16055.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirliğin
zararı, zenginliğin sarhoşluğundan daha çok
beğenilmiştir.”[374]
16056.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nice
eksikliği olan insan kar elde eder ve nice zengin kimse hüsrana
uğrar.”[375]
16057.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakirlik
kızıl ölümdür.” Şöyle arzedildi: “Dirhem ve dinardan doğan
fakirlik mi?” İmam şöyle buyurdu: “Hayır, dini fakirlik.”[376]
16058.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dini, fakirlik,
(ya da borçla birlikte olan fakirlik) kızıl ölümdür.”[377]
16059.
Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Fakirlik en büyük ölümdür. Şöyle
arzedildi: “Dirhem ve dinar fakirliği mi?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Dini fakirlik.”[378]
bak. 3221. Bölüm; 3224. Bölüm; ed-Din, 1305.
Bölüm
Kur’an:
“Sabah akşam Rablerinin
rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla berâber sen de sabret.
Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden
ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve
işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma.”[379]
“Sabah akşam, Rablerinin
rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma. Onların
hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir
sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın.”[380]
16060.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakir
kardeşlerinizi aşağılamayın. Zira herkim bir mümini
aşağılarsa aziz ve celil olan Allah cennette, tövbe etmedikçe o
ikisinin arasını birleştirmez.”[381]
16061.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
fakir bir Müslümanı aşağılarsa Allah sürekli, mümine
karşı aşağılayıcı bakışından
vazgeçinceye kadar ona aşağılayıcı ve gazap edici bir
gözle bakar.”[382]
16062.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim kadın veya erkek bir mümini
fakirlik ve elinde az şeyin olması sebebiyle aşağılar
veya hor görürse, Allah-u Teala da kıyamet günü onu (bu çirkin
işiyle) meşhur kılar ve sonra da rezil eder.”[383]
16063.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala Musa’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Fakiri hor görme ve az bir
şeye sahip olması hasebiyle zengin bir kimseye imrenme.”[384]
16064.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
fakir bir Müslümanla karşılaşır ve ona zengine verdiği
selamdan farklı bir selam verirse kıyamet günü aziz ve celil olan
Allah onu kendisine gazaplandığı bir halde karşılar.”[385]
16065.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kim fakir bir müslümanı
hafife alırsa, Allah’ın hakkını hafife almış olur
ve Allah da kıyamet günü onu hafife alır; meğer ki tövbe etmiş
olsun.”
Peygamber hakeza şöyle buyurmuştur: “Herkim fakir bir Müslümanı yüce tutarsa
kıyamet günü Allah’ı kendisinden hoşnut bir şekilde
karşılar.”[386]
16066.
İmam Ali (a.s) Münezzeh olan Allah’tan
yardım dileme hakkında şöyle buyurmuştur: “Yeterliliğine (kifayetine) olan
ihtiyacımdan dolayı O’ndan yardım dilerim. Allah’ın hidayet
ettiği sapmaz, kendisine düşmanlık eden kurtulmaz, kendisine
yeterli olduğu (kifayet ettiği) kimse yoksul olmaz.”[387]
16067.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Herkim iktisatlı hareket ederse, asla
helak olmaz ve herkim de züht içinde yaşarsa asla fakir düşmez.”[388]
16068.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben
iktisatlı davranan kimseye fakir olmayacağı hususunda kefilim.”[389]
16069.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyilik
etmek ve gizli sadaka vermek, fakirliği ortadan kaldırır.”[390]
16070.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirliği
sadaka ve bağışta bulunmakla tedavi ediniz.”[391]
16071.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sıla-i rahim ömrü uzatır ve
fakirliği ortadan kaldırır.”[392]
16072.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Günlük
yiyeceğinden hoşnut olmak ve kanaat gibi hiçbir şey,
fakirliği ortadan kaldırmaz… Sabır yoksulluk
karşısında bir kalkandır.”[393]
16073.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkimden
fakirlik el çekmezse sürekli şu cümleyi söylesin: “La havle ve la kuvvete
illa billahil aliyyil azim” (azim ve yüce olan Alla’tan başka bir güç ve
kuvvet yoktur.)”[394]
bak. el-Hac, 695. Bölüm
16074.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim kendisini fakir gösterirse fakir olur.”[395]
16075.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hırsını
ortaya vurmak fakirlik getirir.”[396]
16076.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dünyadan
fazlalık isteyen kimse fakirliğe mahkumdur. Dünyadan yüz çeviren kimseyle
ise rahatlık ve huzur arkadaş olur.”[397]
16077.
İmam Sadık (a.s), babalarından
şöyle nakletmiştir: “Herkim Allah’ın fazlından dilemezse, fakir olur.”[398]
16078.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Emanete riayet etmek zenginlik getirir, emanete
hıyanet etmek ise fakirliğe sürükler.”[399]
16079.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her şeyin
çiftleştiği bir zamanda tembellik ve acizlik de çiftleşti ve
onlardan fakirlik meydana geldi.”[400]
16080.
İmam Bakır (a.s), Ebu Nu’man’a
şöyle buyurmuştur: “Bizleri insanları sömürme aracı kılma. Zira bu
durumda Allah fakirliğini arttırır.”[401]
16081.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim kendi
yüzüne dilenmeden bir kapı açarsa, Allah da onun yüzüne fakirlikten bir
kapı açar.”[402]
16082.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çocuğuna
beddua eden kimse, kendisine fakirliği miras bırakır.”[403]
16083.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Odalarda örümcek
ağlarının var olması fakirlik getirir. Hamamda idrar etmek
fakirlik getirir. Cenabet halinde yemek fakirlik getirir. Dişleri
ılgın ağacının dallarıyla temizlemek fakirlik
getirir. Ayakta durarak saçı taramak fakirlik getirir. Evde çerçöp
bırakmak fakirlik getirir. Yalan yere yemin etmek fakirlik getirir. Zina
etmek fakirlik getirir. İhtirası açığa vurmak fakirlik
getirir. Akşam ve yatsı arasında uyumak fakirlik getirir.
Güneş doğmadan önce uyumak fakirlik getirir. Geçiminde planlı
olmamak fakirlik getirir. Akrabalık bağlarını kesmek
fakirlik getirir. Yalan söylemeyi adet edinmek fakirlik getirir. Çok
şarkı dinlemek fakirlik getirir. Gece erkek bir dilenciyi reddetmek
fakirlik getirir.”[404]
16084.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nice zenginlik
kalıcı fakirliğe sebep olur.”[405]
bak. el-Bihar, 76/74, 86, 117, 121, 144, 165,
175, 315,
16085.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah fakirlere özür dileyen bir bakışla bakar ve şöyle
buyurur: “İzzet ve celalime andolsun ki ben sizleri dünyada hor
gördüğüm veya itina göstermediğim için fakir kılmadım.
Şüphesiz bu gün sizlere nasıl davrandığımı
görüyorsunuz.”[406]
16086.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“(Kıyamet
günü) Övgüsü yüce olan Allah kardeşin kardeşten özür dilediği
gibi, dünyada fakir olan mümin kulundan özür diler ve şöyle buyurur:
“İzzet ve celalime andolsun ki ben seni dünyada hor gördüğüm için
muhtaç kılmadım. Şimdi bu örtüyü kaldır ve dünyanın
yerine sana verdiğimi gör.” O örtüyü kaldırır ve şöyle der:
“Dünyada benden aldıysan da verdiğin bu karşılık
sebebiyle zarar etmiş sayılmam.”[407]
Kur’an:
“(İnfaklarınızı)
Allah yolunda mahsur kalanlara, yeryüzünde dolaşamayanlara,
hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların zengin
saydıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden
tanırsın, insanlardan yüzsüzlük ederek bir şey istemezler.”[408]
16087.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İffetli
olmak fakirliğin süsüdür.”[409]
16088.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin
kendi dininde güçlüdür…Zenginlik zamanında ılımlı, fakirlik
zamanında ise süslüdür.”[410]
16089.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
fakirliğini izhar ederse, kendi değerini düşürmüş olur.”[411]
16090.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşlerin
en zoru ve zahmetlisi, fakirliğini gizli tutmaktır.”[412]
16091.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yoksulluk ve
hastalıkları gizli tutmak mürüvvettendir.”[413]
16092.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah fakirliği yaratıklarına
emanet olarak vermiştir. O halde herkim onu gizli tutarsa, Allah, gündüzü
oruç tutan, geceyi ibadetle geçiren kimsenin sevabını ona verir.”[414]
16093.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlik
emanettir. O halde herkim onu gizli tutarsa bu işi ibadettir. Herkim onu
aşikar kılarsa, Müslüman kardeşlerinin boynuna tasma
takmıştır (onların boynuna sorumluluk yüklemiştir. )”[415]
16094.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala
iffetli fakir mümini sever.”[416]
bak. 210. Konu, ez-Zinet, 360. Konu,
el-İffet; es-Sual (2), 1712. Bölüm; es-Sedaka, 2240. Bölüm; el-Cemal, 539.
Bölüm; Vesail’uş Şia, 3/342, 3. Bölüm
16095.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirler cennet ehlinin
hükümdarlarıdır. İnsanların tümü cennete iştiyak duyar
ve cennet ise fakirlere iştiyak duyar.”[417]
16096.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dünya ve
ahiretin hükümdarları (Allah’tan) hoşnut olan fakirlerdir.”[418]
16097.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cennetin
kapıları fakirlerin yüzüne açıktır.”[419]
16098.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cennete bir
başvurdum. Ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. ”[420]
16099.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Acaba Allah’tan
korkanlar, Allah karşısında huşu ve tevazu içinde olanlar
ve Allah’ı çok zikredenler, diğer insanlardan daha önce mi cennete
girerler?” diye soran Ebu Zer’e şöyle buyurmuştur: “Hayır, fakir müminler gelir ve
insanların omuzlarının üzerinden geçip (cennete) giderler.”[421]
16100.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim ölür de kendisinden geriye dirhem ve
dinar bırakmazsa, hiç kimse ondan daha zengin olarak cennete giremez.”[422]
16101.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakir
Müslümanlar, zenginlerden kırk sonbahar[423] önce cennet bahçelerinde gezinip dururlar.” İmam
daha sonra şöyle buyurdu: “Bu konuda senin için bir örnek vereyim. Bu
grubun hikayesi vergi alan birinin yanından geçen iki gemiye benzer. Vergi
alan kimse, o ikisinden birine bakar, onda bir şey görmez ve şöyle
der: “Bunu serbest bırakın gitsin” Diğerine bakar ve onu yük
dolu bir halde görür ve şöyle der: “Bunu tutun.”[424]
16102.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü tam bir aydınlıkla
sizlere müjdeler olsun ey fakir muhacirler! Sizler zenginlerden yarım gün
daha önce cennete gireceksiniz ve o yarım gün beş yüz yıla
denktir.”[425]
16103.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslüman fakirler zenginlerden beş yüz
yıla denk olan yarım günden daha önce cennete girerler.”[426]
16104.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bütün peygamberler Süleyman b. Davud’dan
kırk yıl daha önce cennete girerler.”[427]
16105.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cennete
giren en son peygamber Süleyman’dır ve bu da kendisine verilen dünya
sebebiyledir.”[428]
bak. el-Cennet, 561. Bölüm; el-Hisab, 842. Bölüm
Kur’an:
“Sabah akşam Rablerinin
rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla berâber sen de sabret.
Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden
ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve
işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma.”[429]
bak. . Furkan suresi, 10. ayet; Zuhruf suresi,
33-35. ayetler
16106.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey fakirler grubu! Allah benden sizin
meclislerinize katılmamı istemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Sabah akşam Rablerini çağıranlarla birlikte sabret.” Zira
sizin meclisleriniz sizden önceki peygamberlerin meclisleridir.”[430]
16107.
Resulullah (s.a.a) kendisine, “Pazarda çeşitli
meyveler görüp canımız çektiği halde alamıyoruz bunun için
bir sevabımız var mıdır?” diye soran fakirlere şöyle
buyurmuştur: “Sevap
bundan başka bir şey midir?”[431]
16108.
İmam Sadık (a.s) Muhammed Hezzaz’a
şöyle buyurmuştur: “Pazara gitmiyor musun? Satılan meyveleri ve canının
çektiği şeyleri görmüyor musun?” Ben (Muhammed Hezzaz) şöyle
arzettim: “Elbette görüyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Görüp de
alamadığın şeyin karşılığında senin
için bir iyilik vardır.”[432]
16109.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu sabırlı fakirlere! Onlar
göklerin ve yerin melekutunu görenlerdir.”[433]
16110.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey fakirler grubu! Allah’tan kalben hoşnut
olun ki fakirliğin sevabına erişesiniz, aksi taktirde
erişemezsiniz.”[434]
16111.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey fakirler topluluğu! Nefsinizi temiz
tutun ve Allah’tan kalben hoşnut olun ki aziz ve celil olan Allah
fakirliğiniz karşısında sizlere ecir versin. ”[435]
16112.
İmam Ali (a.s) peygamberlerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer istiyorsan, Musa Kelimullah’ın
şöyle dediğini i-kinci örnek olarak sunabilirim; “Ya Rabbi! Bana
indireceğin iyiliklere ihtiyacım var.” Allah’a yemin olsun ki o,
yiyeceği ekmekten başka bir şey istemedi.”[436]
16113.
Resulullah (s.a.a) Ebuzer’e şöyle
buyurmuştur: “Cuayl’i
nasıl görüyorsun?” Ben Ebuzer şöyle arzettim: “O kendi benzerleri
gibi bir fakirdir.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Falan kimseyi
nasıl görüyorsun?” Ben şöyle arzettim: “O da insanların
büyüklerinden bir büyüktür.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Cuayl ondan
bir dünya daha iyidir.” Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Bu
şahsın şöyle bir durumu vardır ve siz ona şöyle
davranıyorsunuz.” Peygamber şöyle buyurdu: “O kendi kavminin
başkanıdır ve ben onların kalbini elde etmek için bu
işi yapıyorum.”[437]
16114.
Ümeyye bin Halit Ebi’l Ays şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) fakir Müslümanların
yardımıyla fetih ve zafer elde etti. ”[438]
16115.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
nezdinde kulun en değerli haleti bir dirhem aradığı halde
elde edemediği halettir.” Abdullah bin Sinan şöyle diyor: “İmam
Sadık (a.s) bu sözü buyurunca benim yüz bin dirhemim vardır ama bugün
bir dirhemim bile yoktur.”[439]
bak. el-Mehebbet (4), 681. Bölüm
16116.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsteklerini azalt ki fakirliğe
tahammül sana kolaylaşsın.”[440]
16117.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakirliği
kendinize telkin etmeyin. Zira kendisine fakirliği telkin eden kimse cimri
olur.”[441]
16118.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nice fakir kimse
aslandan daha izzetlidir.”[442]
16119.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirin dirhemi
Allah nezdinde zenginin dinarlarından daha değerli ve üstündür.”[443]
16120.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Amelsiz ahireti
ümit eden kimse gibi olma…eğer zengin olursa azgınlığa ve
günaha düşer ve eğer fakir olursa ümitsizliğe ve gevşekliğe
kapılır.”[444]
16121.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakirlerin,
miskinlerin, muhtaçların, hakkından mahrum kalanların,
borçluların ve yolda kalmışların Allah katında
düşman olduğu kimsenin vay haline!.”[445]
16122.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın
mükafatını elde etmek için, zenginin fakire gösterdiği tevazu ne
kadar da güzeldir. Bundan daha güzeli ise, fakirlerin Allah'a dayanarak
zenginlere karşı alçalmamalarıdır.”[446]
16123.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zenginliğinden dolayı ihsanda bulunan
kimse fakirliği dolayısıyla alan kimseden daha üstün
değildir.”[447]
16124.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz mutsuzların en mutsuzu
kendisinde dünyanın fakirliği ile ahiretin azabı bir araya gelen
kimsedir.”[448]
423. Konu
el-Fıkh
Fıkıh
bak. .
F 98. konu,
el-Hadis; 365. konu, el-Akl; 367. konu, el-İlm; 424. konu, el-Fikr; 158.
konu, ed-Diraset; er-Riba, 1435. bölüm; el-İbadet, 2491. bölüm;
el-İlim, 2918. bölüm
Kur’an:
“İman edenler toptan savaşa
çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi
öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri
kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece belki yanlış
hareketlerden çekinirler.”[449]
16125.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer fakih
olmak istersen Allah’ın dininde fakih ol.”[450]
16126.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
dininde fakih olunuz, zira fıkıh basiretin anahtarı, ibadetin
kemal sebebi ve dini ve dünyevi yüce makamlara ulaşma vesilesidir. Fakihin
abid kimseye üstünlüğü güneşin yıldızlara üstünlüğü
gibidir. Her kim kendi dini hakkında fakih olmazsa Allah onun hiçbir
amelinden hoşnut olmaz.”[451]
16127.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulun iyiliğini dileyince onu
dinde fakih kılar ve doğru yolunu ona ilham eder.”[452]
16128.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulun iyiliğini isterse onu
dinde fakih kılar, onu dünyaya itinasız eder ve ona
ayıplarını gösterir.”[453]
16129.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah bir kulun
hayrını dileyince onu dinde fakih kılar ve kalbine yakin ilham
eder.”[454]
16130.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Küçüğünüz,
büyüğünüze uysun; büyüğünüz de küçüğünüze merhamet etsin. Allah hakkında düşünmeyen, dinde kavrayış
sahibi olmayan cahiliye zalimleri gibi olmayın.”[455]
16131.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an'ı öğrenin, çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda anlayışınızı
derinleştirip kavrayışınızı genişletin.
Çünkü o gönüllerin baharıdır.”[456]
16132.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’ya dinde fakih olmaktan daha
üstün bir şeyle ibadet edilmemiştir.”[457]
16133.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En üstün ibadet fıkıhtır (dini
tanımaktır).”[458]
16134.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz her şeyin bir
dayanağı vardır, bu dinin dayanağı da
fıkıhtır.”[459]
16135.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim dinde
fakih olursa (yardımcıları) çoğalır.”[460]
16136.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Haftada bir gününü dini işleri
öğrenmeye ve dini meseleleri sormaya ayırmayan Müslüman’a of olsun.”
Bazısı ise şu şekilde
rivayet etmiştir: “…Her Müslüman erkeğe of olsun.”[461]
16137.
İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Hakkı bulmak için nerede olursa olsun en
zor girdaplara dal ve dinde fakih ol.”[462]
16138.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun; fıkıh ve dini tanıması
artınca amelde ılımlılığı da artar.”[463]
16139.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sakınmak
fakihin hasletidir.”[464]
16140.
İmam Ali (a.s) Mısır’a vali
olarak tayin ettiğinde Muhammed bin Ebi Bekir’e verdiği emrinde
şöyle buyurmuştur: “En üstün fıkıh ve dini anlayış Allah’ın
dini hakkında sakınmak ve Allah’ın emirlerini uygulamaktır.
O halde gizli ve açık işlerinde takvaya riayet etmen gerekir.”[465]
16141.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsana Allah’a ibadet etmesi
fıkıh olarak yeter ve kendi görüşünden dolayı gurura kapılması
da kendisine cehalet olarak yeter.”[466]
16142.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana
hangi elbiseyi giydiği ve ne ile karnını doyurduğu önemsiz
olmadıkça fakih olmaz.”[467]
16143.
Rivayet edildiği üzere bir şahıs
kendisine Kur’an öğretmesi için Peygamberin (s.a.a) huzuruna vardı.
Peygamber (s.a.a), “O halde her kim zerre miktarınca hayır yaparsa onu görür
ve her kim de zerre miktarınca kötülük yaparsa onu görür” ayetine gelince o şahıs, “Bu bana yeter” diyerek gitti. Allah Resulü
(s.a.a) şöyle arzetti: “Bu şahıs fakih olarak geri döndü.”[468]
16144.
İmam Rıza (a.s) babalarında (a.s)
naklen şöyle buyurmuştur: “Peygamberin (s.a.a) gazvelerinin birinde bir grubu Peygamberin
(s.a.a) huzuruna getirdiler. Peygamber (s.a.a) “Onlar kimlerdir?” diye sordu.
“Mümindirler ey Allah’ın Resulü!” diye arzettiklerinde ise Peygamber
şöyle buyurdu: “İmanınızdan ne fayda gördünüz?” Onlar
şöyle arzettiler: “Zorluk ve sıkıntılarda sabretmek ve
genişlik halinde şükretmek ve Allah’ın taktirinden hoşnut
olmak.” Bunun üzerine Allah resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bunlar halim ve
alim insanlardır. Fıkıhlarından ) dolayı nerede ise
Peygamber olacaklardı.”[469]
bak. el-İman, 259. Bölüm; 1277. Hadis
Şöyle diyorum: Ebu Hamid Gazali ilim
kavramının değişikliği hususunda şöyle
demiştir: “Bil ki yanlışlıkların ve
kınanmış ilimlerin şer’i ilimlerle
karışmasının kökeni, beğenilmiş isimlerin tahrif
edilmesi ve doğru olmayan hedefler esasınca selefi salihin ve ilk
neslin gözönünde bulundurduğu manalara aykırı anlamlara intikal
etmesidir. Bu değişmiş kavramlar beş tanedir:
Fıkıh, ilim, tevhit, tezkir ve hikmet. Bunlar güzel ve
beğenilmiş isimlerdi. Bu sıfatlara sahip olan kimseler dini
makamlara sahipti. Ama bugün kınanmış anlamlara
nakledilmişlerdir. Bu yüzden kalpler, bu isim ve sıfatlara sahip olan
kimselerden şiddetle kaçmaktadır.
Birinci kavram fıkıhtır. Bu
kavramda yapılan tasarruf ve müdahale tahsisi (özelleştirme
tasarrufu) tasarruf idi. Anlamın
intikali ve değişikliği değil. Çünkü bu kavramı
fetvalarda garip ve fer’i meseleleri tanımaya, bu meselelerin sebeplerinin
detaylarını bilmeye, onlardaki uzun bahislere, tafsilata ve bu
meselelerle ilgili söz ve görüşlere tahsis etmişlerdir. Bu konularda
derinleşmiş ve bu konulara fazlaca yönelmiş kimseler için, “O
daha fakihtir” denilmiştir. Oysa İslam’ın ilk asrında
fıkıh ünvanı ahiret yolunun ilmi, nefsin afetlerinin
detayları, amelleri zayi eden şeyler, dünyayı küçümsemede ihata
gücü, ahiret nimetlerine göz dikmek, ilahi korku ve haşyetin kalbe
hakimiyeti anlamında kullanılıyordu. Bu konunun delili ise Allah
Tebarek ve Teala’nın şu sözü idi: “Ta ki dinde fakih olsunlar ve kavimlerini
kendilerine geri döndüklerinde uyarsınlar.”[470] Dolayısıyla korku ve uyarı sebebi olan ilim gerçek
ilim ve fıkıhtır, boşanma, lanetleşme,
barışma ve kiralamanın feri konuları değil. Çünkü bu
konularla ne bir uyarı hasıl olmaktadır ve ne de bir korkutma,
hatta bütün vaktini ve çabasını bu konular için harcamak kalbi
katılaştırır ve ilahi korku ve haşyeti ortadan
kaldırır. Bunun örneği de bu tür insanlarda görülen
davranışlarıdır. Nitekim Allah Tebarek ve Teala şöyle
buyurmuştur: “Onların kalpleri vardır ama onunla anlamazlar”[471]
Elbette maksat
iman anlamlarını anlamaktır, fetvaları değil. Gerçek
şudur ki fıkıh ve fehm (anlama) lugatte aynı anlamda olan
iki kelimedir. Geçmişte de şu anda da bu anlamda (kavramak, anlamak)
kullanılmaktadır. Hakeza Allah-u Tela şöyle buyurmuştur: “Onlarıniçlerinde size karşı
duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir.
Çünkü onlar, anlamayan kimselerdir”[472] bu ayette onların aziz ve celil olan Allah’tan az
korkmaları ve yaratığın kudretine önem vermeleri
onların fıkıhlarının azlığına isnat
edilmiştir. Şimdi biraz düşünün, acaba Allah’tan az
korkmaları ve Allah’ın yaratıklarından korkmaları
fetvaların detaylarını hükümleri ve hadiseleri ezberlememekten
mi kaynaklanmaktadır yoksa zikrettiğimiz ilimlerden nasipsiz
olduklarından mı?
Resulullah (s.a.a) elçi olarak yanına gelen
kimselere şöyle buyurmuştur: “Onlar alimdir, hikmet sahibidir ve
fakihtirler.” [473] Peygamber hakeza şöyle buyurmuştur: “Sizlere
kamil ve tam bir fakihi bildirmeyeyim mi?” Onlar, “Tabi” diye arzedince
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “İnsanları münezzeh olan
Allah’ın rahmetinden ümitsiz kılmayan, insanları aziz ve celil
olan Allah’ın hilesinden güvende kılmayan, Allah’ın fazlından
ve kereminden ümitsiz etmeyen ve Kur’ana isteksizlikten ve rağbetsizlikten
dolayı başka bir şeye yönelmeyen kimsedir.”[474]
Peygamber hakeza şöyle buyurmuştur:
“Kulun gazabı ve öfkesi aziz ve celil olan Allah için olmadıkça ve
Kur’an için bir çok anlamlara inanmadıkça tam ve kamil bir fakih olamaz.”[475]Bu sözü Ebu Derda da merfu’ olarak
nakletmiştir. Ayrıca peygamberin şu sözünü de nakletmiştir:
“Sonra kendi nefsine yönelir ve herkesten çok kendi nefsini düşman bilir.”[476] Seleften (önceki alimlerden) bazıları
şöyle demişlerdir: Fakih dünyada zahit olan, ahirete rağbet
eden, görüşünde basiret sahibi olan kimsedir. Fakih kimse Rabbine[477]
daima ve sürekli ibadet eder. Rabbinden sakınır, Müslümanların
haysiyetiyle oynamaz, Müslümanların malı hakkında iffetli olur.
Müslümanların topluluğu için hayır diler. Bütün bu hususlarda,
“fetvaları ve şer’i detayları da bilmelidir” kaydı
zikredilmemiştir. Ben fıkıh kavramının zahiri hükümler
hakkındaki fetvaları da içermediğini de söylemiyorum ama bu
iş genel, şumul veya tabi olma yoluyladır. Dolayısıyla
fıkıh kavramı daha çok ahiret ilmi ve kalp ile hükümler
hakkında kullanılmıştır. Bu kavramın o
anlamlardan bu yaygın olan anlamlara tahsisi ise bazı kimselerin
kendisini bu tahsis edilmiş anlama vakfetme
yanlışlığına düşmesine, ahiret ilmi ve kalple
ilgili hükümlerden yüz çevirmesine sebep olmuştur. Özellikle bu iş
insanın tabiatıyla da daha çok uyum içindedir. Çünkü batın ilmi
zordur ve onunla amel etmek müşküldür ve hükümet makamı, yargı,
mal ve makama ulaşmak için bir bahane kılınması mümkün
değildir. Şeytan da bu fırsattan istifade ederek fıkıh isminin şeriattaki cezb
ediciliğini tahsis edilmiş anlamını kalplere süslü göstermiştir.[478]
Şehid-i Sani (r.a) Münyet’ul Mürid
adlı kitabında şöyle diyor: “Sadece tedvin edilmiş bu konuları
öğrenmek Allah-u Teala nezdinde fıkıh sayılmamaktadır.
Allah-u Teala nezdinde, fıkıh hakikatte Allah’ın celal ve
azametini algılamaktır. Allah-u Teala hakkında huşu, heybet
ve korku icat eden de bu ilimdir. Bu ilim takvaya yönelmeye, uygun olmayan
sıfatları tanımaya ve neticede ilgili sıfatlardan uzak
durmaya, beğenilmiş sıfatları tanımaya ve
sıfatlarla amel etmeye sebep olmaktadır. Bu ilim Allah’tan korkuya
neden olmakta ve ruhlarda bir hüzün icat etmektedir. Nitekim Allah-u Teala da
kendi kitabında bu nükteye teveccüh etmiş ve şöyle
buyurmuştur: “Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini
geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?” Uyarma ve korkuya sebep olan ilim bu tedvin
edilmiş ilim değildir. Zira bu tedvin edilmiş ilimden maksat
muamele şartlarıyla amel ederek malları korumak, malları
vasıtasıyla bedenleri korumak ve cinayet ve yaralamalara engel
olmaktır. Dolayısıyla önemli olan ilim Allah-u Teala’nın
yolunu katetme şeklini tanımak kalbin zorluklarını ve
sıkıntılarını geride bırakmaktır. Yani kul
ile Allah-u Teala arasında bir örtü olan kınanmış
sıfatlardan soyutlanmaktır. Zira eğer kul bu kötü sıfatlara
bulaşırsa Allah-u Teala’ya ulaşamaz. İşte bu sebeple
de ilim (fıkıh) Allah’tan korku ve haşyete sebep olmaktadır.[479]
16145.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sizlere gerçek
fakihi haber vermeyeyim mi? Allah’a isyan hususunda insanlara ruhsat vermeyen,
insanları Allah’ın rahmetinden ümitsiz kılmayan, insanları
Allah’ın düzeninden ve azabından güvende kılmayan ve Kur’andan
gayrisine rağbet etmek için Kur’an’ı terk etmeyen kimsedir.”[480]
16146.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mükemmel fakih (İslami ilimlerde mütehassıs), halkı
Allah’ın rahmetinden ümitsiz etmeyen, onları Allah’ın
şefkatinden ümitsizliğe düşürmeyen ve Allah’ın düzeninden
(cezasından) onları güvende kılmayan kimsedir.”[481]
16147.
İmam Bakır (a.s) kendisine soru soran
birisine cevap verdi. O şahıs kendisine, “fakihler bunu
söylememektedir” deyince İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun sana! Sen hiç fakih görmedin mi?
gerçek fakih dünyaya itinasız olan ahirete rağbet eden ve peygamberin
(s.a.a) sünnetine sarılan kimsedir.”[482]
16148.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul, insanlara karşı sadece Allah
için kin ve öfke duymadıkça ve nefsinden nefret ettiği kadar hiç
kimseden nefret etmedikçe asla gerçek bir fakih olamaz.”[483]
16149.
Resulullah (s.a.a) Ebuzer’e
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “İnsanları kendi gözünde bir avuç deve
gibi görmedikçe (itina göstermedikçe) ve onların varlığına
önem verdikçe insan asla kamil bir fakih olamaz. Yanında bir devenin
olması kendi hali için bir farklılık arzetmediği gibi
insanların varlığı da onda hiçbir değişiklik ve
etki yaratmamalıdır. Bu hal üzere kendisine dönünce de en çok
aşağılamayı ve itinasızlığı kendisine
reva görür.”[484]
16150.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsan, insanları Allah-u Tealnın
yanında bir avuç deve gibi görmedikçe ve bu hal üzere kendisine
döndüğünde herkesten daha çok kendi nefsini küçük görmedikçe asla kamil
bir fakih olmaz.”[485]
bak. . 333. Konu, el-Ucb,
16151.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizler
eğer sözlerimizin maksadını anlayacak olursanız
insanların en fakihi olursunuz. Şüphesiz sözler çeşitli şekillerde
beyan edilebilir. O halde eğer insan istediği taktirde sözlerini
istediği bir şekilde beyan edebilir ve yalan söylemeyebilir.”[486]
16152.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözlerimizin
anlamını bilmedikçe sizden hiç kimse fakih olamaz.”[487]
16153.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki biz kendisine söylenen kinayeli bir sözün maksadının
ne olduğunu anlamadıkça Şiilerimizden herhangi birisini fakih
saymayız.”[488]
bak. . el-Hadis, 719. Bölüm; el-İlm, 2921.
Bölüm
16154.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın faklihliğinin
nişanelerinden biri de geçimini düzeltmesidir. Seni islah edecek şeyi talep etmek dünya sevgisinden
değildir.”[489]
16155.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Haklardan biri
de fakih olmanız, fıkhın nişanelerinden biri de gaflet ve
aldanmaya kapılmamanızdır.”[490]
16156.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakih
olmanız şüphesiz uzak görüşlülükten ve gaflet ve aldanmaya
kapılmamanız da fıkıhtandır.”[491]
16157.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın fakih olmasının
nişanelerinden biri de kendisini ilgilendirmeyen hususlarda az
konuşmasıdır.”[492]
16158.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hilim,
ilim ve suskunluk fakihliğin nişanelerindendir.”[493]
16159.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir fakihin iblis için varlığı
bin abidin varlığından daha ağırdır.”[494]
16160.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) veya İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinde fakih olan birinin varlığı
şeytan için bin abidin varlığından daha
ağırdır.”[495]
16161.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir şey iblis için bir kabileden bir
alimin çıkması kadar bel kırıcı değildir.”[496]
bak. el-İlm, 2843. Bölüm
16162.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fıkhı az bilen kimse çok ibadet eden
(fıkıh bilmeyen) kimseden daha hayırlıdır.”[497]
16163.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fıkıh
ile birlikte olmayan ibadette hayır yoktur. Düşünmekle birlikte
olmayan ilimde hayır yoktur. Tedebbür ve tefekkürle birlikte olmayan
Kur’an okumada hayır yoktur.”[498]
16164.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fıkıh
ve anlayış ile birlikte olmayan hiçbir ibadet, ibadet değildir.”[499]
16165.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En iyi ibadet fıkıhtır.”[500]
bak. el-İbadet, 2491. Bölüm
16166.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mümin bir fakih ölünce islamda hiçbir
şeyin dolduramadığı bir gedik açılır.”[501]
16167.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir mümin
ölünce İslamda hiçbir şeyin kapatamayacağı bir gedik
açılır. Zira fakih müminler şehri koruma sebebi olan şehir
kalesi gibi islamın kaleleridirler.”[502]
16168.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şeytan
için hiçbir müminin ölümü bir fakihin ölümünden daha sevimli değildir.”[503]
bak. el-İlm, 2844. Bölüm
16169.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fakihlerin afeti
korunmamaktır.”[504]
16170.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Alimlerin afeti
makam sevgisidir.”[505]
16171.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İlmin afeti
ilimle amel etmemektir.”[506]
16172.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakihler dünyevileşmedikçe peygamberlerin
eminleridirler.” Kendisine, “Ey Allah’ın Resulü! Onların
dünyevileşmeleri nasıldır?” diye arzedilince de şöyle
buyurmuştur: “Sultana (hakim güce) itaat etmekledir. O halde her kim böyle
yaparsa din ve inançlarınız hususunda ondan sakının.”[507]
bak. el-İlm, 2905. Bölüm
424. Konu
el-Fikr
Fikir-Düşünme
F Bihar,
71/314, 80. bölüm, et-Tefekkür ve’l-İ’tibar
F Kenz’ul
Ummal, 3/106, 696, et-Tefekkür
F El-Müheccet’ül-Beyza,
8/192, Kitab’ut-Tefekkür
bak. .
F 131. konu,
el-Hile; 551. konu, el-Mevize; 365. konu, el-Akl; 367. konu, el-İlm;
es-Selat (1), 2292. bölüm; el-Müstazaf, 2276. bölüm; el-Ma’rifet (3), 2616.
bölüm; el-Akl, 2787. bölüm
16173.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kimin
düşünce gözü sabahlarsa isteklerinin doruğuna ulaşmış
olur.”[508]
16174.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünce
hikmet ile sonuçlanır.”[509]
16175.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünce
akılların cilasıdır.”[510]
16176.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünce
aklı nurlandırır.”[511]
16177.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünce
rüşttür, gaflet ise yolu kaybetmektir.”[512]
16178.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünce iki
hidayetten biridir.”[513]
16179.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İyilikleri
düşünmek, iyiliklere amele davet eder.”[514]
16180.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşlerin
sonucunu düşünmek, insanı helak edici şeylerden korur.”[515]
16181.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünmek,
ibret almaya sebep olur, sürçmelerden güvende kılar, ihtiyat etmeye ve zekiliğe
sebep olur.”[516]
16182.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşün ki
(gaflet uykusundan) uyanasın (veya yüce mertebeye erişesin).”[517]
16183.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşüncesi
güzel olan kimse, hor düşmez.”[518]
16184.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Aklın kökü
düşüncedir, meyvesi ise (hata, sürçme, günah veya ahiret azabından)
salim kalmaktır.”[519]
16185.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hatalardan salim
kalmanın kökü, amel etmeden önce düşünmek ve konuşmadan önce
ölçüp biçmektir.”[520]
16186.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşlerin
karanlıkları düşünceyle aydınlanır.”[521]
16187.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer tüm
işlerinde düşünceyi öne alırsan her işinin sonu iyi olur.”[522]
16188.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sürekli
düşünce ve ihtiyat insanı sürçmelerden korur, (nimetlerin)
değişiminden kurtarır.”[523]
16189.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim uzun süre
düşünürse, görüşü güzel olur.”[524]
16190.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünceyle
birlikte olduğun her gün, senin ibret almanı sağlar.”[525]
Kur’an:
“Böylece Allah düşünesiniz diye size
ayetleri açıklar.” [526]
“Eğer biz Kur’an’ı bir dağa
indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla baş eğerek
parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler
diye veriyoruz.”[527]
bak.
bakara suresi, 266, 269. ayetler; Al-i İmran suresi, 13, 137, 191.
ayetler; En’am suresi, 11, 36, 50, 152. ayetler; A’raf suresi, 3, 176, 185,
201. ayetler; Yunus suresi, 24, 73, 101. ayetler; Yusuf suresi, 109, 111.
ayetler; Ra’d suresi, 3. ayet; Hicr suresi, 75. ayet; Nahl suresi, 11, 36. ayetler;
Mü’minun suresi, 86. ayet; Furkan suresi, 50, 73. ayetler; Neml suresi, 62, 69.
ayetler; Ankebut suresi, 20, 24, 35, 43. ayetler; Rum suresi, 8, 9, 21.
ayetler; Mü’min suresi, 13, 58, 82. ayetler; Casiye suresi, 3-5, 13. ayetler;
Muhammed suresi, 10. ayet; Kamer suresi, 4, 15. ayetler; Haşr suresi, 2.
ayet; Hakka suresi, 12. ayet; Müzzemmil suresi, 19. ayet; İnsan suresi,
29. ayet
16191.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tefekkür
etmek, basiretli insanın kalbinin hayatıdır.”[528]
16192.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tefekkür etmekle
kalbini uyandır, gece yatağından kalk ve rabbin olan Allah’tan
kork.”[529]
16193.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tefekkür etmek
iyiliğe ve iyilikle amel etmeye davet eder.”[530]
16194.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nefsini,
hikmetini arttıran tefekkürden ve sana korunma kazandıran ibretten
boş bırakma.”[531]
16195.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere
sürekli olarak ilahi takvayı ve tefekkürü tavsiye ediyorum. Zira tefekkür
etmek tüm iyiliklerin anne babasıdır.”[532]
16196.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalıcı
şeyleri gidici şeylerden ayırt etmek en üstün
düşüncedendir.”[533]
16197.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Basiretli kimse,
işitip tefekkür eden, görüp basiretli olan ve ibretlerden faydalanan, daha
sonra apaçık yolu tutturan ve uçurumlara yuvarlanmaktan uzak duran
kimsedir.”[534]
16198.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünüp
ibret alan ve ibretiyle basiret sahibi olana Allah rahmet etsin. Çok
yakında göreceksiniz, dünyada var olanlar, az bir zamanda yok
olacaktır; ahirettekiler ise, hiç bir zaman yok olmaz, devam eder.”[535]
16199.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
düşünürse basiret elde eder.”[536]
16200.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey dinleyen,
sarhoşluktan ayıl, gafletinden uyan, çok acele etme. Ümmi nebinizin
(s.a.a) diliyle sana gelen kaçınılmaz ve olacağı muhakkak
şeyleri iyi düşün.”[537]
16201.
İmam Ali (a.s), müminin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Vakti (ibadet ile) doludur, şükredicidir,
sabırlıdır ve kendi düşüncesine dalmıştır.”[538]
16202.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey
Allah’ın kulları! Allah’tan gönlünü O’na veren, düşüncesiyle
bedenini korku saran akıllı kişinin korktuğu gibi korkun.”[539]
16203.
Ata şöyle diyor: “Ben ve Ubeyd b. Umeyr Ayşe’nin yanına
gittik. Bizimle onun arasında bir perde vardı. O şöyle dedi: “Ey
Ubeyd! Senin bizi görmene engel olan şey nedir?” Ubeyd şöyle dedi:
“Peygamber’in (s.a.a) şu emridir: “Arada bir ziyaret et ki sevgin
artsın” Daha sonra İbn-i Umeyr şöyle dedi: “Bizler için Allah
Resulü’nden gördüğün en ilginç şeyi anlat.” Ata şöyle diyor:
“Ayşe ağladı ve şöyle dedi: “Onun bütün işleri
ilginçti. Peygamber’in benim evimde kalma sırasının geldiği
bir gece, yanıma geldi. Öyle ki bedenim, onun bedenine dokundu. Ama
şöyle buyurdu: “Beni bırak da, aziz ve celil olan Rabbime ibadet
edeyim.” Sonra kalktı su kırbasının yanına gitti. O
sudan abdest aldı. Sonra namaza durdu ve sakalları
ıslanıncaya kadar ağlamaya başladı. Ardından
secdeye kapandı ve secdede ağladı. Öyle ki yer
ıslanmıştı. Namazdan sonra yanı üzerine yattı.
Daha sonra Bilal sabah namazı vaktini ilan etmek için huzuruna vardı
ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Neden ağlıyorsun,
oysa Allah geçmiş ve gelecek tüm günahlarını affetmiştir.”
Peygamber şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun sana ey Bilal! Neden
ağlamayayım ki?! Oysa Allah bu gece bana şu ayeti nazil
buyurmuştur: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında
gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için
nişaneler vardır.” Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: “Bunu
okuduğu halde, hakkında düşünmeyen kimseye eyvahlar olsun.”[540]
16204.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz tefekkür, basiretli insanın
kalbinin hayatıdır. Tıpkı karanlıklarda bir
ışıkla aydınlanarak yürüyen, kendisini güzel kurtaran ve
çok az duraklayan kimse gibi.”[541]
16205.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Çok tefekkür
etmek ve anlamak, çok tekrarlamaktan ve okumaktan daha faydalıdır.”[542]
16206.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
öğrendiği şeyler hakkında tefekkür ederse, ilmini
sağlamlaştırır ve anlamadığı şeyi
anlamış olur.”[543]
16207.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir ilim
düşünmek gibi değildir.”[544]
Bak. 158. Konu, el-Biraset
16208.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünmek
saf bir aynadır.”[545]
16209.
Fıkh’ur-Rıza’da (a.s) şöyle yer
almıştır: “Düşünmek senin aynandır, sana kötülüklerini ve
iyiliklerini gösterir.”[546]
16210.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Düşünmek
iyiliklerin aynası ve kötülüklerin örtüsüdür.”[547]
16211.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın
düşünmesi iyi ve kötü amellerini gösteren bir aynadır.”[548]
16212.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İbadet,
namaz ve orucun çokluğuyla değildir; aksine ibadet, Allah’ın
işleri hususunda düşünmekledir.”[549]
16213.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ebu
Zer’in (r.a) ibadetlerinin çoğu düşünmek ve ibret almak idi.”[550]
16214.
Ebu Zer’in annesi, kendisine Ebu Zer’in ibadeti
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bütün bir gün boyunca insanlardan uzak durur ve
tefekküre dalardı.”[551]
16215.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
nimetleri hakkında tefekkür etmek ne güzel bir ibadettir.”[552]
16216.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Göklerin ve
yerin melekutu hakkında tefekkür etmek, halis insanların ibadetidir.”[553]
16217.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalıcı
şeyleri (ahireti) geçici şeylerden (dünyadan) ayırt etmek, en
üstün düşüncedendir.”[554]
16218.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gözlerinize ibadetteki paylarını
veriniz.” Kendisine şöyle arzettiler. “Ey Allah’ın Resulü! Gözlerin
ibadetten payları nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Kur’an’a bakmak,
Kur’an hakkında tefekkür etmek ve ilginçliklerinden ibret almaktır.”[555]
16219.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün
ibadet, sürekli Allah ve Allah’ın kudreti hakkında tefekkür
etmektir.”[556]
16220.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir ibadet
aziz ve celil olan Allah’ın yaratışı hakkında tefekkür
etmek gibi değildir.”[557]
bak. el-İbadet, 2494. Bölüm
16221.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir saat
düşünmek, bir yıllık ibadetten daha iyidir: “Şüphesiz
sadece akıl sahipleri ibret alır.”[558]
16222.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir saat düşünmek, bir yıllık
ibadetten daha iyidir.”[559]
16223.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kısa bir
müddet düşünmek, uzun ibadetten daha hayırlıdır.”[560]
16224.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “Bir saat
tefekkür etmek, bir gece ibadet etmekten daha mı
hayırlıdır?” diye soran Hasan Saykal’a şöyle
buyurmuştur: “Evet!
Nitekim Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir saat
düşünmek, bir geceyi ibadetle geçirmekten daha iyidir.” Ben şöyle
arzettim: “Nasıl düşünmek gerekir?” İmam şöyle buyurdu:
“Yıkılmış evlere gitmeli ve şöyle demelidir:
“Seni yapanlar nerededir? Sende
oturanlar nerededir? Neden konuşmuyorsun, ne oldu sana?”[561]
16225.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim az yerse
düşüncesi saf olur.”[562]
16226.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sürekli
karnı tok olan kimsenin düşüncesi nasıl saf ve berrak olabilir.”[563]
bak. el-Kalb, 3402. Bölüm; el-Gaflet, 3097.
Bölüm; el-Ma’rifet (1), 2593, 2594. Bölümler; el-Akl, 2825. Bölüm
16227.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hikmet
dışında tefekkür etmek heva ve hevestir.”[564]
16228.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Günahlar
hakkında çok düşünen kimseyi, günahlar kendisine doğru çeker.”[565]
16229.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim lezzetler
hakkında çok düşünürse, lezzetler ona galip gelir.”[566]
16230.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
Allah’ın azametini çok düşünürse şaşkınlığa
düşer.”[567]
bak. el-Ma’rifet (3), 2616. Bölüm
Kur’an:
“Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden
önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar
mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp alt
üst ederek onlardan çok imar etmiş kimseydiler ve onlara belgelerle
peygamberler gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine
zulmediyorlardı.”[568]
“Sizden önce neler gelip geçmiştir.
Yeryüzünde gezin de, yalancıların sonunun ne olduğuna bir
bakın.”[569]
bak. En’am suresi, 11. ayet; Yusuf suresi, 109.
ayet; Nahl suresi, 36. ayet; Neml suresi, 69. ayet; Rum suresi, 42. ayet;
Fatır suresi, 44. ayet; Gafir suresi, 21, 82. ayetler; Muhammed suresi,
10. ayet
16231.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Yavrucuğum,
ben benden öncekiler gibi ömür sürmediysem de, onların
yaptıklarına baktım, haberleri üze-rinde düşündüm,
bıraktıkları eserlerini gezdim, böylece, onlardan biri gibi
oldum; belki de başlangıçtan sonuna kadar onlarla birlikte
yaşamış, ömürleri benimle sona er-miş gibi oldu.”[570]
bak. es-Sunnet, 1918. Bölüm; el-İhtilaf,
1046. Bölüm, 4828. Hadis
Kur’an:
“Müminler
saadete ermişlerdir. Onlar namazda huşu içindedirler. Onlar boş
şeylerden yüz çevirirler.”[571]
“Arınmış olan, Rabbinin
adını anıp namaz kılan, saadete erişecektir.”[572]
“Nefsini tezkiye eden kurtuluşa
ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana
uğramıştır.”[573]
“Namaz bitince yeryüzüne yayılın;
Allah’ın lütfünden rızık isteyin; Allah’ı çok anın ki
saadete erişesiniz.”[574]
“Saadete ermeniz için hepiniz tövbe ederek
Allah’ın hükmüne dönün.”[575]
“Ey iman edenler! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya
vesile arayın, yolunda cihat edin ki kurtulasınız.”[576]
“Kurtuluşa erişebilmeniz için
Allah’ın nimetlerini anın.”[577]
16232.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkimin
aklı heva ve heveslerine üstün gelirse kurtuluşa erer.”[578]
16233.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İlme itaat
ve cehalete isyan et ki, kurtuluşa eresin.”[579]
16234.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kalbini iman için halis eder, kalbini
temiz ve salim kılar, dilini doğru, ruhunu huzurlu,
ahlakını dürüst, kulağını işitici, gözlerini de
görücü kılarsa kurtuluşa ermiş olur.”[580]
Kur’an:
“İyi bilin ki, saadete erecek olanlar,
Allah’tan yana olanlardır.”[581]
“Allah’a karşı gelmekten gücünüzün
yettiği kadar sakının, buyruklarını dinleyin, itaat
edin; kendinizin iyiliğine olarak mallarınızdan infak edin;
nefsinin tamahkarlığından korunan kimseler, işte onlar
saadete erenlerdir.”[582]
bak. Bakara suresi, 5. ayet; Al-i İmran
suresi, 104. ayet; A’raf suresi, 8, 157. ayet; Tevbe suresi, 88. ayet; Mü’minun
suresi, 102. ayet; Nur suresi, 51. ayet; Rum suresi, 38. ayet; Lokman suresi,
5. ayet
16235.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanadıyla
(taraftarlarıyla) uçan (kıyam eden) kurtulmuştur. Teslim olan
(yeterli taraftarı olmadığı için inzivaya çekilen)
halkı rahatlığa kavuşturmuştur.”[583]
16236.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Fitne dalgalarını
kurtuluş gemisiyle aşın, nefret yolundan ayrılıp gurur
tacını başınızdan atın. Kanadıyla uçan
(yeterli taraftarlarıyla kıyam eden) kurtulur ve teslim olan (yeterli
taraftarı olmadığından inzivaya çekilen) halkı
rahatlığa kavuşturur.”[584]
bak. el-Hizb, 806. Bölüm
Kur’an:
“Allah’a karşı yalan uyduran veya
ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Zalimler bunun için saadete
ulaşamazlar.”[585]
“Allah’a karşı yalan uyduran veya
ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette saadete
erişemezler.”[586]
“Allah’la berâber, varlığına
hiçbir delili olmadığı halde başka ilaha tapanın
hesabını Rabbi görecektir. Küfredenler elbette kurtulamazlar.”[587]
“De ki: “Allah’a karşı yalan
uyduranlar, kurtuluşa erişemezler.”[588]
16237.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan
bir günah işleyince, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tövbe
ederse o nokta temizlenir. Ama eğer günahlarını
artırırsa o nokta daha da büyür, sonunda tüm kalbini sarar. Ondan
sonra asla kurtuluşa eremez.”[589]
16238.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsan kırk yaşına
ulaştığı halde, iyilikleri kötülüklerine üstün gelmezse,
şeytan onun alnından öper ve şöyle der: “Bu kurtuluşa
eremeyecek bir yüzdür.”[590]
İmam Ali’den (a.s) de şöyle
nakledilmiştir: “Herkim yarının rızkı için tasalanırsa, asla
kurtuluşa erişemez.”[591]
bak. ez-Zenb, 1378. Bölüm
426. Konu
et-Tefviz
Tefviz
F Bihar,
71/98, 63. bölüm; et-Tevekkül ve’t-Tefviz ve’r-Rıza ve’t-Teslim
F Bihar,
5/2, 1. bölüm; İbtal’ul Cebr ve’-Tefviz
bak. .
F 558. konu,
et-Tevekkül; 190. konu, er-Rıza (1); 243. konu, et-Teslim; 60. konu,
el-Cebr
Kur’an:
“Size söylediğimi
hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a bırakıyorum.
Doğrusu Allah, kulları görür.”[592]
16239. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dört şeyden korktuğu halde, dört
şeye sığınmayan kimseye şaşarım. (Aynı
şekilde) korktuğu halde, aziz ve celil olan Allah’ın şu
sözüne sığınmayan kimseye şaşarım: “Allah bize
yeter ve o ne güzel vekildir.” Zira aziz ve celil olan Allah’ın bu
ayetin hemen ardında şöyle buyurduğunu işittim: “Hiçbir
zarar görmediğiniz halde (savaş meydanlarından) Allah
tarafından bir nimet ve ihsanla geri döndünüz.”
Hüzünlendiği halde aziz ve celil olan
Allah’ın şu sözüne sığınmayan kimseye
şaşarım: “Senden başka ilah yoktur, sen münezzehsin,
şüphesiz ben zalimlerden idim.” Zira aziz ve celil olan Allah’ın
bu ayetin ardından şöyle buyurduğunu işittim: “Ona
icabet ettik ve onu hüzünden kurtardık, iman edenleri işte böyle
kurtarırız.”
Kendisine hile yapıldığı
halde Allah’ın şu sözüne de sığınmayan kimseye
şaşarım: “İşimi Allah’a havale ettim. Şüphesiz
Allah kullarını görendir.” Zira yüce ve mukaddes olan
Allah’ın bu ayetin ardından şöyle buyurduğunu işittim.
“Böylece Allah onu, yaptıkları düzenin kötülüklerinden korudu.”
Dünyayı ve dünyanın süslerini
istediği halde Allah Tebarek ve Teala’nın şu sözüne
sığınmayan kimseye şaşarım: “Sadece
Allah’ın istediği şey, Allah’tan başka güç yoktur.” Zira
ismi yüce olan Allah’ın bu ayetin ardından şöyle
buyurduğunu işittim: “Eğer mal ve çocuk açısından
beni kendinden daha az görüyorsan, rabbimin bana senin bahçenden daha iyisini
vermesi, umulur.” Ayette geçen “esa” (umulur) kelimesi olumlu ve kesin bir
ifadedir.”[593]
16240.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmanın
dört esası vardır: Aziz ve celil olan Allah’ı tefekkür,
Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnutluk, Allah’ın emri
karşısında teslimiyet ve işlerini Allah’a teslim etmek.
Nitekim Salih kul şöyle demiştir: “İşimi Allah’a havale
ediyorum… Böylece Allah onu kurdukları düzenin kötülüklerinden korudu.”[594]
Tefsir:
“İşimi Allah’a havale ederim” ayetinde yer alan tefviz, Rağib-i
İsfahani’ye göre, geri döndürmek anlamındadır. O halde işin
Allah’a tefviz edilmesi, işin Allah’a döndürülmesi anlamındadır.
Bu taktirde de tefvizin anlamı, tevekkül ve teslim anlamına
yakındır. Farkeden şey ise bakış
açılarıdır. Eğer tefviz diyorlarsa bu kulun zahirde kendisine
mensup olan işleri, münezzeh olan Allah’a döndürmesi itibariyledir ve kul
böyle bir durumda tümüyle kenarda olan ve hiçbir işin kendisine
dönmediği (isnat edilmediği) kimse konumundadır. Eğer
tevekkül diyorlarsa bu da kulun işlerinde istediği gibi tasarrufta
bulunması için rabbini kendisine vekil tutması itibariyledir.
Eğer teslim deniyorsa, bu da kulun, münezzeh olan Allah’ın kendisi
hakkında irade ettiği her şeye salt teslimiyet içinde
olması ve boyun eğmesi ve kendisine hiçbir şey isnat etmemesi
itibariyledir. O halde bunlar ubudiyet makamlarından üç makamdır.
Önce tevekkül, sonra tevekkülden daha zarif ve dakik olan tefviz ve
ardından da her ikisinden daha fazla dakik ve zerafeti olan teslim
makamı.”[595]
bak. el-İman, 259. Bölüm, 1277. Hadis
16241.
İmam Bakır (a.s), Cabir b. Yezid
Cu’fi’ye yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Tefviz’in sıhhatiyle nefis
rahatlığına eriş.”[596]
16242.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşlerini
Allah’a havale eden kimse, ebedi bir rahatlık ve sürekli bir tatlı
hayat içindedir. İşlerini Allah’a gerçek anlama teslim eden kimse,
Allah’tan başka her türlü istekten el çeken kimsedir. Tıpkı
müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in şu sözü gibi: “Allah’ın bana
kısmet ettiğinden hoşnut oldum,
İşlerimi yaratıcıma
ısmarladım,
Allah geçmişte ihsan ettiği gibi,
Ömrümün geri kalanında da ihsan edecektir.”
…İşlerini Allah’a havale eden kimse,
gecesini her türlü afetten salim bir şekilde geçirir ve gündüzünü de salim
bir dinle yaşar.”[597]
16243.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
Allah’ın kendisi için yaptığı güzel seçimine dayanırsa
Allah’ın kendisi için seçtiği halet dışında, kendisi
için başka bir halet arzu etmez.”[598]
16244.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
işlerini Allah’a havale ederse, Allah onun işlerini düzene sokar.”[599]
bak. el-İlm, 2875. Bölüm
Kaf Harfi
ü el-Kebr (Kabir-Mezar)
ü el-Kıble (Kıble)
ü et-Tekbil (Öpmek)
ü el-Ketl (Öldürmek)
ü el-Keder (Kader)
ü el-Kudret (Kudret)
ü el-Kezf (İftira)
ü el-Kur’an (Kur’an)
ü el-Mukarrebun (Mukarrebler-Yakınlar)
ü el-İkrar (İkrar)
ü el-Kerz (Borç)
ü el-Kur’e (Kura-Çekiliş)
ü el-Kern (Asır-Çağ)
ü el-İktisad (İktisad-Ekonomi)
ü el-Kıses (Kıssalar-Hikayeler)
ü el-Kısas (Kısas)
ü el-Keza (1) (Kaza ve Kader)
ü el-Keza (2) (Kaza ve Kader)
ü el-Kelb (Kalb)
ü et-Teklid (Taklit-Öykünmek)
ü el-Kelem (Kalem)
ü el-Kımar (Kumar)
ü el-Kunut (Ümitsizlik)
ü el-Kenaet (Kanaat)
ü el-İstikamet (Mukavemek-Direnmek)
ü el-Kıyas (Kıyas)
427. Konu
el-Kabr
Kabir-Mezar
F Bihar,
6/202, 8. bölüm; Ehval’ul Berzah ve’l-Kabr ve Azabuhu ve Sualuh
F Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/273, fi Zikr’il-Kabr ve sual’ul
Münker ve’n-Nekir
bak. .
F 35. konu,
el-Berzah; 209. konu, Ziyaret’ul Kubur
F eş-Şehadet
(2), 2113. bölüm; er-Rehn, 1556. bölüm
Kur’an:
“Onlardan ölen kimsenin namazını
sakın kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar
Allah’ı ve peygamberini küfrettiler, fâsık olarak öldüler.”[600]
16245.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kabir ahiretin ilk durağıdır.
Kim ondan kurtulursa, ondan sonraki duraklar, daha kolaydır ve eğer
kurtulmazsa, sonraki durağın zorluğu ondan daha az
değildir.”[601]
16246.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ahiret adaletinin ilk durağı kabirlerdir;
düşük ve seçkin hiç kimse tanınmaz.”[602]
16247.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu
mezarlara bir bakın, evlerin önüne dizilmiş, önündeki meydana
yazılmış satırlar gibidirler. Mezar taşları,
birbirine yakındır. Ama birbirini görmekten uzaktırlar. (dünyada)
yaptılar ve bozdular, kaynaştılar ve birbirinden
ayrılıp yalnız kaldılar, bir yer edindiler sonra
dışarı atıldılar, ikamet etmeye niyetlendiler, ama
(ikamet edemeyip) göç ettiler.”[603]
16248.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kabir, geçirdiği her gün dile gelir ve
şöyle der: “Ben gurbet diyarıyım, ben yalnızlık
eviyim, ben kurtlar eviyim.” Daha sonra mümin kul toprağa verilince kabir
ona şöyle der: “Hoş geldin, sefa getirdin…” Kötü bir kimse veya kafir
defnedilince de mezar ona şöyle der: “Hoş gelmedin, sefa getirmedin.”[604]
16249.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mezar her
gün sohbet eder ve şöyle der: “Ben gurbet eviyim, ben yalnızlık
eviyim, ben kurtlar eviyim, ben kabirim, ben cennet bahçelerinden bir
bağım veya cehennem çukurlarından bir çukurum.”[605]
16250.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey çareler,
görüşler, anlayışlar ve haber sahipleri! Ölümü ve
babalarınızın ortadan yok oluşunu hatırlayın. Çok
yakında canlar alınacak, bedenler çıplak kalacak, miraslar
dağıtılacak ve sen ey işveli, heybetli ve güzel yüzlü
kimse! Eski püskü bir konağa, tozlanmış bir yere doğru
gideceksin. Mezarında yanakların üzerine
yatırılacaksın ve mezarlardan çıkarılıp
mahşer sahnesine gönderilinceye kadar, ziyaretçisi az ve işçileri
bitkin olan bu konakta kalırsın.”[606]
16251.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mezardan daha çirkin bir manzara görmedim.”[607]
16252.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın düşmanı kabre
doğru omuzlara kaldırılınca kendisini teşyi edenlere
şöyle nida eder: “Ey kardeşler! Benim mübtela olduğum
şeyden sakınınız, sizlere beni aldatan dünyayı
şikayette bulunuyorum. Ona itminan ettiğim için beni yere serdi. Beni
sevince boğan heva ve heves dostlarımı şikayette
bulunuyorum. Onlara yardım ettiğim halde, benden uzak durdular, beni
yalnız bıraktılar ve yardımsız koydular.”[608]
16253.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mezarlara
komşu ol ki ibret alasın.”[609]
16254.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mezar güzel bir
damatlıktır.”[610]
16255.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Övünmeyi ve kibir bırak, kabir
hatırla, çünkü varacağın yer oradan geçer.”[611]
16256.
İmam Kazım (a.s), bir mezarın
yanında şöyle buyurmuştur: “Sonu bu olan şeyden, yüz çevirmek
yakışır, başlangıcı bu olan şeyin de
sonucundan korkmak yakışır.”[612]
16257.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Onu uğurlayanlar ve ayrılık
acısına düşenler geri dönünce, şaşırıp
kalacağı soruyu cevaplaması, derde dert katan imtihana
hazırlanması için çukurunda oturtulur.”[613]
16258.
Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın, “Allah iman eden kimseleri dünya ve ahiret
hayatında sabit bir sözle sabit kılar” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Ahiretten
maksat, kabirde ölülerin sorguya çekildiği andır.”[614]
16259.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok
geçmeden ömrün sona erecek, melek canını alacak ve tek
başına bir konağa doğru yola düşeceksin. Orada ruhun
sana geri iade edilecek, münker ve nekir adında iki melek seni sorguya
çekmek ve şiddetli bir imtihandan geçirmek için kabirne girecektir.
Bil ki o ikisinin senden soracağı bir
soru taptığın rabbin senin için gönderilen Peygamber’in,
inandığın dinin, tilavet ettiğin kitabın ve velayetini
taşıdığın imamet hakkındadır. Sonra ömrünü
nerede harcadığın, nereden elde ettiğin ve nerede
harcadığın malın hakkındadır. O halde uyanık
ol, kendin için bir şeyler düşün, imtihan başlamadan, sorguya
çekilmeden ve denenmeden cevap için hazırlıklı ol.”[615]
16260.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin
ölünce yetmiş bin melek onu mezara kadar teşyi eder. Mezara konulunca
da münker ve nekir yanına gelir, onu oturturlar ve sorarlar: “Rabbin
kimdir? Dinin nedir? Peygamber’in kimdir?” O ise şöyle cevap verir:
“Rabbim Allah’tır, Muhammed benim Peygamberimdir ve İslam benim
dinimdir.” Daha sonra o iki melek göz alabildiğince kendisi için
mezarını genişletirler, cennetten kendisi için bir yiyecek
getirirler ve onu hoş ve mutlu kılarlar.”[616]
16261.
İmam Rıza (a.s), İbn-i Ebi
Hamza’nın ölümünden sonra şöyle buyurmuştur: “O kabirnde oturtuldu, ona imamlar (a.s)
hakkında soru soruldu ve o hepsinin adını söyledi ve sonunda
sıra bana geldi ve benim hakkımda soruldu. O hiçbir cevap vermedi.
Başına öyle bir darbe vurdular ki mezarı ateşle doldu.”[617]
16262.
İmam Rıza (a.s), Yunus’a şöyle
buyurmuştur: “Ali b.
Ebi Hamza öldü mü?” Ben (Yunus), “Evet” diye arzettim. İmam şöyle
buyurdu: “Ateşe gitti.” Yunus şöyle diyor: “Ben bu sözünden dehşete
kapıldım. İmam şöyle buyurdu: “Ondan, babam Musa’dan
sonraki imam hakkında soru soruldu. O şöyle dedi: “Ondan sonra bir
imam tanımıyorum.” Ona şöyle denildi: “Tanımıyor
musun?” Ardından mezarında ona öyle bir darbe vuruldu ki, mezarı
alevler içinde kaldı.”[618]
16263.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul mezara konulup kendisiyle birlikte olanlar
geri dönünce, ayakkabı sesleri işitildiği bir halde, iki melek
yanına gelir, onu oturturlar ve şöyle sorarlar: “Muhammed Peygamber
hakkında hangi inanca sahipsin.” Eğer mümin ise şöyle der.
“Şehadet ederim ki o Allah’ın kulu ve elçisidir” Sonra ona şöyle
denir: “Ateşteki yerine bak. . Allah onun yerine sana cennette bir yer
verdi.” Peygamber (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu: “O her iki yerini de
görür. Ama eğer (ölen kimse) kafir veya münafık olursa şöyle
der: “Bilmiyorum, insanların onun hakkında dediğini ben de
diyordum.”[619]
16264.
Resulullah (s.a.a), başka bir rivayette ise
şöyle buyurmuştur: “İki melek, yanına gelir, onu oturturlar ve sorarlar: “Rabbin
kimdir?” O şöyle cevap verir: “Rabbim Allah’tır” onlar şöyle
sorarlar: “Dinin nedir?” O şöyle cevap verir: “Dinim islamdır.” Onlar
şöyle sorar: “Aranıza gönderilen bu şahıs kimdir?” O
şöyle cevap verir: “O Allah’ın elçisidir” Şöyle sorarlar: “Nereden
biliyorsun?” O şöyle cevap verir: “Allah’ın kitabını
okudum, iman ettim ve tasdik ettim.”[620]
16265.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mezarda
ölüden beş şey hakkında soru sorulur: Namazından,
zekatından, haccından, orucundan ve biz Ehl-i Beyt arasındaki
velayetinden. Velayet kabirn bir köşesinden o dört şeye şöyle
der: “Sizden herhangi birinizin bir eksikliği olursa, onu tamamlamak benim
görevimdir.”[621]
bak. el-Bihar, 6/241, 60. Bölüm
16266.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mezarda
sadece tam kafir veya tam mümin olan kimseler sorguya çekilir.” Ben (ravi)
şöyle arzettim: “O halde diğer insanlar ne olacak?” İmam
şöyle buyurdu: “Onlara göz yumlur.”[622]
16267.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kabirde
sadece tam kafir veya tam mümin olan kimseler sorguya çekilir.”[623]
16268.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin
mezarına konulunca, namaz sağ tarafında ve zekat sol
tarafında durur ve iyilik başına gölge eder. Sabır ise bir
köşede bekler. İki sorgu meleği yanına gelince sabır;
namaz, zekat ve iyiliğe şöyle der: “Arkadaşınızı
gözetiniz, eğer aciz kalırsanız ben size yardım ederim.”[624]
16269.
Resulullah (s.a.a), daha bir gün önce defnedilen
ve ailesinin üzerinde ağladığı bir mezarın
yanından geçince şöyle buyurmuştur: “Sizin gözünüze gelmeyen hafifçe
kılınan iki rekat namaz, bu mezarın sahibi için sizin bütün
dünyanızdan daha sevimlidir.”[625]
bak. es-Sedık, 2219. Bölüm; el-Amel (1),
2938. Bölüm; el-Amel (3), 2961. Bölüm; 555. Konu, el-Vakf
16270.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey Allah’ın
kulları! Bağışlanmamış kimse için ölümden daha
zor olan şey mezardır. O halde, mezarın
darlığından, baskısından, karanlığından
ve yalnızlığından korkunuz… Allah’ın
düşmanlarını hakkında uyardığı dar hayat
kabir azabıdır.”[626]
16271.
İmam Bakır (a.s) veya İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah’ın (s.a.a) kızı
Rukeyye vefat edince Allah Resulü şöyle buyurdu: “Salih
geçmişlerimizden, Osman b. Maz’un ve ashabına katıl.” İmam
şöyle buyurdu: “Fatıma (a.s) kabirn kenarında durmuş, göz
yaşları mezarın üzerine dökülüyordu. Allah Resulü ise ayakta
durduğu bir halde göz yaşlarını elbisesiyle siliyor ve dua
ediyordu. Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: “Onun güçsüz olduğunu
biliyorum, aziz ve celil olan Allah’tan onu mezar baskısından
korumasını istedim.”[627]
16272.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Gerçekten de
siz, içinizden ölen kimselerin gördüklerini görseydiniz feryat eder, inleyip
sızlardınız; korkar, dinler, itaat ederdiniz. Ama onların
gördüklerini göremiyorsunuz, onların gördükleri şey örtülüdür
sizlere. Ama yakında kaldırılacak o perde.”[628]
İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Bu söz
kabir azabına inanmanın doğru olduğuna delalet etmektedir.
Bizim ashabımız da buna inanmaktadır. Gerçi düşmanları
olan Eş’ariler ve diğerleri kabır azabını inkar
ettikleri gerekçesiyle onları kınamaktadırlar. (Oysa biz ve
ashabımız, kabir azabına inanmaktayız)”[629]
bak. 340. Konu, el-Azab; el-Hulk, 1116. Bölüm;
el-Kafi, 3/235. Bölüm;
16273.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gözün
mezara ilişince şöyle de: “Allah’ım! Bunu cennet bahçelerinden
bir bahçe kıl, cehennem çukurlarından bir çukur karar kılma.”[630]
16274.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
namazının rükusunu tam olarak yerine getirirse, mezarda hiçbir korku
ve dehşete maruz kalmaz.”[631]
16275.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
müminin bir hüznünü giderirse, Allah da onun ahiretteki bir hüznünü giderir ve
mezardan serin (huzurlu) bir kalple çıkar.”[632]
428. Konu
el-Kıble
Kıble
F Bihar,
19/195, Bab-u Tahavvul’il-Kıble
F Vesail’uş-Şia,
3/214, Ebvab’ul Kıble
bak. .
F 94. konu,
el-Hac
Kur’an:
“İnsanların
sefihleri, “Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?” diyecekler;
de ki: “Doğu ve batı Allah’ındır. O, dilediğini
doğru yola hidayet eder.”[633]
16276.
İmam Sadık (a.s), kendisine, Allah
Resulü (s.a.a) ne zaman Ka’be’ye doğru döndürüldü? diye soran Muaviye b.
Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Bedir’den döndükten sonra.”[634]
16277.
İmam Askeri (a.s), Allah-u Teala’nın, “Allah’ın hidayet ettikleri
dışındakilere ağır idi” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “O zaman
Beyt’ul Mukadaddes’e doğru yönelmek, Allah’ın hidayet ettikleri
dışındakilere ağır geliyordu. Zira böyle bir kimse,
Allah’ın insanı, kendi istek ve arzularına aykırı
durumlarında da Allah’ın emrine itaat ediyor mu diye istek ve
arzularına aykırı bir şekilde ibadete yönlendirdiğini
biliyordu.”[635]
16278.
Resulullah (s.a.a), Beyt’ul Mukaddes’e bakınca,
Cebrail’e şöyle buyurmuştur: “Allah’tan benim kıblemi, Yahudilerin
kıblesinden başka bir kıbleye çevirmesini istiyorum. Cebrail ona
şöyle buyurdu: “Ben de senin gibi bir kulum. Senin için bana emir
verildiği durum dışında elimden bir şey gelmez. O halde
rabbini çağır ve ondan dile.” Ondan sonra Allah Resulü (s.a.a)
sürekli olarak gök yüzüne bakıyordu. Sonunda Cebrail Allah’tan kendisine
bir cevap getireceği ümidiyle, gök yüzüne bakıyordu. Bunun üzerine
Allah şu ayeti nazil buyurdu: “Biz yüzünü gökyüzüne çevirdiğini
görüyoruz.”[636]
16279.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıblenin
Ka’be’ye doğru çevirilmesi, Peygamber’in (s.a.a) Mekke’de on üç yıl
Beyt’ül-Mukaddes’e doğru namaz kılmasından sonra meydana geldi.
Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra yedi ay boyunca Beyt’ul Mukaddes’e
doğru namaz kıldı. Bu süreden sonra Allah onun kıblesini
Ka’be’ye doğru çevirdi. Zira Yahudiler Allah Resulü’nü (s.a.a)
kınıyor ve şöyle diyorlardı: “Sen de bize tabisin, bizim kıblemize
doğru namaz kılıyorsun.” Allah Resulü (s.a.a) bu söze çok
üzülüyordu. Gece yarısı dışarı çıkıyor ve
yüce Allah’tan bu konuda bir emir gelmesini bekleyerek gökyüzü ufuklarına
bakıyordu. Ertesi gün öğle namazı olduğunda, Resulullah
Ben-i Salim mescidinde öğle namazının iki rekatını
kılmışken, aniden Cebrail (a.s) nazil oldu, Peygamber’in
omuzlarından tuttu ve onu Ka’be’ye doğru çevirdi ve ona şu ayeti
okudu: “Şüphesiz yüzünü gökyüzüne doğru çevirdiğini
görüyoruz, o halde seni beğendiğin bir kıbleye
yönelteceğiz, o halde yüzünü Mescid’ul Haram’a doğru çevir.”
Allah Resulü Bet’ül-Mukaddes’e doğru iki rekat kılmışken,
diğer iki rekatı da Ka’be’ye doğru kıldı. Bu esnada
Yahudiler ve akılsız kimseler şöyle dediler: “Onları
bulundukları kıbleden çeviren şey nedir?” [637]
Allame Tabatabai şöyle diyor: “Bu hususla
ilgili olarak gerek Şia ve gerekse Sünni kanallardan bir çok hadis rivayet
edilmiştir ki bunlar birbirlerine yakın içerikli hadisler olarak
kaynak eserlerde yer alırlar. Ama olayın gerçekleştiği tarih
noktasında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluk
–ki doğrusu budur- kıble değişikliğinin, hicretin
ikinci yılının Recep ayında yani hicretin on yedinci
ayında gerçekleştiği görüşündedir. [638]
İslam dininde kıbleye yönelmek tüm
Müslümanları kapsayan ve genel bir ibadet olan namaz, hayvan kesme ve umum
halkı ilgilendiren diğer bazı konular açısından son
derece önemlidir. Bu yüzden kıbleyi belirlemek için ciddi bir
araştırma yapma gereğini duyarlar. Önceki dönemlerde genellikle
zann, varsayım ve biraz da tahmin esasına dayalı olarak
kıbleyi belirlemeye çalışırlardı. Daha sonraları
ümmetin matematik bilginleri bilimsel bir araştırma ve gerçeğe
en yakın noktayı belirleme gereğini duydular. Bu amaçla,
ülkelerin enlem ve boylamlarını belirleme amacı ile
kullanılan cetvellerden, aletlerden yararlanma yönüne gittiler. Önce,
girinti ve üçgen hesabı ile, Mekke’nin bulunulan yerin güney noktası
karşısındaki sapma konumunu ortaya çıkardılar. Yani
bulunulan yer ile Mekke arasındaki kavuşma çizgisinin, bulunulan yer
ile o yerin güney noktası arasındaki kavuşma çizgisinden
(gündüzün yarı çizgisi) sapma oranını belirlediler. Daha sonra,
gündüzün yarı çizgisini belirleyen ve Hint dairesi olarak bilinen ölçü
yardımıyla tüm İslam ülkeleri açısından bu
noktayı belirlediler. Ardından sapma derecelerini ve kıble
hattını tayin ettiler.
Daha sonra kolaylık olsun diye pusula
olarak bilinen mıknatıslı aleti kullandılar. Çünkü
pusulanın iki ibresinden biri kuzeyi diğeri de güneyi gösterir. Bu
alet, Hint dairesi yerine Güney noktasının belirlenmesi için
kullanılır. Ayrıca ülkenin sapma çizgisi bilindiğinden
kıble tarafını belirleme kolaylaşır.
Ancak bu çalışma Allah kendi
rızasına yönelik bu çalışmaları kabul etsin iki
bakımdan da yanılmadan kurtulamamıştır. Birincisi: Son
dönem matematikçiler, ilk kuşak matematikçilerin boylamı belirlemede
yanıldıklarını ortaya koydular. Bu yüzden yön sapması
ve Kabe’nin bulunduğu noktanın belirlenmesi ile ilgili hesaplar
altüst oldu. Şöyle ki: Bir ülkenin enlemini belirlemeye –Kuzey kutbunun
yüksekliğini göz önünde bulundurarak- ilişkin yöntemler gerçeğe
yakın bir isabetliliğe sahipti. Anak boylamı belirlemeye
ilişkin yöntemler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Bu ise, göksel bir olayla ilgili iki ortak nokta arasındaki mesafeyi göz
önünde bulundurmaktır. Güneş tutulması gibi ki bu olay ancak,
güneşin yörüngesindeki seyri oranında algılanabilirdi. Buna
saatle ölçme denir. Ancak bu yöntem, eskiden kullanılan aletlerle oldukça
güçtü ve titiz bir uygulamadan uzaktı. Ne var ki, günümüzün
gelişmiş araçları ve iletişimin
sağladığı yakınlık, meseleyi son derece
kolaylaştırmışlardır. Kıbleyi tayin etme
gereği de hala geçerlidir. Nitekim faziletli alim Şeyh Serdar Kabuli
(r.a) bu hususta bir çalışma yapmıştır. Yeni
yöntemlerle kıbleye ilişkin yön sapmasını belirlemiştir.
Yaptığı çalışmaları ve incelemeleri “Tuhfetul
ecille fi marifetil kıble” adlı risalede
yayınlamıştır. Bu risale son derece yararlı ve
ayrıntılı bilgiler içeren bir risaledir. Bu risalede Şeyh,
kıblenin nasıl belirleneceğini matematiksel olarak açıklıyor.
Ayrıca ülkelerin kıble şemasını da çiziyor.
Şeyhin ulaştığı
bulguların en ilginci de, Peygamber efendimizin (s.a.a) kerametlerinden
biri olan Medine’deki Mescidinin mihrabı ile ilgili tespitidir.
Şöyle ki: Eskilerin hesaplamasına
göre, Medine’nin coğrafi konumu, enlem: 25◦, boylam: 75◦ 20◦
dk. İdi. Fakat Peygamber efendimizin mescidindeki mihrap bu hesaplara
uymuyordu. Bu yüzden alimler mihrabın kıbleye uyumluluğunu
çeşitli açılardan araştırmaya gidiyor ve yön sapmasına
değişik açıklamalar getirme gereğini duyuyorlardı.
Fakat bunların gerçekle uzaktan yakından bir ilgileri yoktu. Ancak
Şeyh, Medine’nin coğrafi konumunun, enlem 24◦ 25◦
dk. Boylam; 39◦ 59◦ dk. Ve yön sapmasının
ise; 0◦ 45◦ dk. (yaklaşık olarak
şeklinde olduğunu tesbit etti. Bu hesaba göre Resulullah’ın
mihrabı kıbleyle tam uyuşuyordu. Böylece, namaz
kıldığı bir sırada dönüp yüzünü çevirdiği
kıble ile ilgili olarak Resulullah efendimizin akıllara durgunluk
veren bir mucizesi daha gün yüzüne çıkıyordu. Resulullah Cebrail
gelip kolumdan tuttu ve yüzümü Kabe’ye döndürdü demişti. Hiç kuşkusuz
Allah ve Onun elçisi doğru söylüyor.
Daha sonra değerli mühendis ez-Zeim
Abdurrezzak el-Beğairi -Allah rahmet etsin- yeryüzünün bir çok bölgesinin
kıblesini tespit etti ve buna “Marifet’ul Kıble” adlı eserinde
yer verdi. Bu eserde yaklaşık olarak dünyanın bin beş yüz
bölgesinin kıble şeması çizilmiştir. Böylece kıble
tayinine ilişkin ilahi nimet tamamlanmış oldu.
İkincisi: Meselenin manyetik yönüdür. Bilim
adamlarına göre, dünyanın iki manyetik kutbu, dünyanın iki
coğrafik kutbu ile uyuşmazlar. Sözgelimi manyetik kuzey kutbu ile
coğrafi kuzey kutbu arasındaki farklılık zamanla bin mile
kadar çıkar. Dolayısıyla pusula coğrafik güney kutbunu tam
olarak göstermez. Öyle ki bazen hiç de normal karşılanmayacak bir yön
farklılığı ortaya çıkar. Günümüzde, ki 1332 H. Ş.
Yılını kastediyorum, değerli Mühendis Hüseyin Ali Rezmara
bu meseleyi çözümlemiştir. Değişik bölgelere göre coğrafik
kutupla manyetik kutup farklılığını tespit
etmiştir ki, onun tesbit ettiği bölge sayısı bin
kadardır. Onun icad ettiği pusula, kıble tayininde gerçeğe
yakın bir isabetlilik göstermektedir. Günümüzde kullanılan pusula
onun icadıdır. Allah çalışmasını kabul etsin. [639]
İnsan topluluklarının
yapısını inceleyen, toplum adı verilen birimin özellik ve
etkinliklerini gözlemleyen bir insan, toplumunu bir olgu olarak meydana getiren
ardından daha alt düzeyli birimlere ayıran, daha geniş alanlara
doğru yaygınlaştıran etkenin insan doğası
olduğunu görecektir. İnsan yüce Allah’ın fıtratı
kanalıyla kendisine ilham etmesi sonucu varlığını
sürdürme ve eksiğini giderme amacı ile toplumsal hareketlere
girişir. Topluma sığınır, toplumsal eğitim ve
denetim aracılığı ile kendi hareketlerini toplumun
hareketlerine uydurma, toplumla birlikte oturup kalkma gereğini duyar.
Ardından insan bazı bilgilerin farkına varır, kendisine
bazı bilgiler ilham edilir. O ilimler (zihinsel kavramlar) ve bazı
kavrayışlar aracılığı ile maddeyi ve maddi
varlık içinde ihtiyaç duyduğu olguları, kendi hareket biçimini
ve maddi varlık içinde ihtiyaç duyduğu olguları, kendi hareket
biçimini ve amaçlarını belirler. Bunlar onunla kendi hareketleri ve
kendi ihtiyaçları arasındaki bağlantıyı
sağlarlar. Güzel ya da çirkin, gerekli ya da zorunlu olduğuna inanmak
gibi bir takım toplumsal temel prensiplerin benimsenmesi gibi.
Ulusların, bölge ve çağların değişmesiyle
değişim ve başkalaşma arzeden başbakanlık,
başkan tarafından yönetilme durumu, mülkiyet, özel mülkiyet, ortak ve
özel ilişkiler, öteki genel nitelikli kural ve yasalar, ulusal gelenekler
de bunlar arasında yer alır. Şu halde üzerinde birleşilen
ve görüş birliğine varılan toplumsal değerler ve kurallar
yüce Allah’ın ilhamına dayalı insan doğasının
ürünleridirler. İnsan doğası inandığı ve
istediği değeri dış alemde somutlaştırıp
ardından amel, fiil, terk ya da bütünlenme şeklinde pratize etme
saydamlığına sahip kılınmıştır.
Maddi olgulardan münezzeh ve maddi olarak
algılanmaktan uzak olan yüce Allah’a kulluk sunma amacı ile yönelme,
kalp ve vicdan sınırlarının dışına
taşırılmak ve fiiller çerçevesine indirgenmek istenince –ki
fiiller ancak maddi olgularca gerçekleştirilirler- bu duyguların
temsili olarak somutlaştırılmalarından başka seçenek
yoktur ki, kalbi yönelişler farklı nitelikleriyle nazara
alınarak kendi anlamlarına uygun biçim ve şekillerle fiilen
somutlaştırılırlar. Alçalmayı sembolize eden secde,
saygı göstermeyi sembolize eden kıyam ve huzuruna pak ve temiz olarak
çıkmayı sembolize eden gusül ve abdest gibi. Hiç kuşkusuz kulun
mabuduna yönelmesi ibadet ederken yüzünü ona döndürmesi, sunduğu ibadetin
ruhunu oluşturur. Bu ruh olmazsa, ibadetin hayatı ve
varlığı söz konusu olmaz. İbadetin tam, kalıcı,
sürekli ve gerçek olması bakımından bu ruhun sembolize edilmesi
bir zorunluluktur.
Putperestler, yıldızlara ve diğer
cisimlere kulluk sunan insanlar, ibadet ederlerden mabudlarını
karşılarına alıyorlardı. Yüzyüze gelmeyi sağlayan
özel mekanlarda bedenleriyle onlara yöneliyorlardı.
Fakat, peygamberlerin sundukları din,
özellikle de bu dinlerin tümünü tasdik eden İslam dini, kıble olarak
Kabe’yi öngörmüş ve namazda ona yönelmeyi emretmiştir. Bir Müslüman
dünyanın neresinde olursa olsun, Kabe’ye yönelerek namaz kılmak
durumundadır ve bu hususta hiçbir mazeret ileri süremez. İslam
bazı durumlarda kıbleye karşı durmayı, bazı
durumlarda da ona sırt çevirmeyi yasaklamıştır. İslam,
diğer bazı durumlarda ise, Kabe’ye yönelmeyi mendub
saymıştır. İslam bununla insan kalbindeki Allah’a
yöneliş duygusunu, evine yönelterek korumayı
amaçlamıştır ki, yalnızlığında,
kalabalık arasında, ayakta, oturuşunda, uykusunda,
uyanıklığında, ibadet anında ve kulluk kasti
taşıyan herhangi bir davranışında rabbini
unutmasın. Hatta en basit hareketlerde bile bu duygunun göz önünde
bulundurulmasını, korunmasını istemiştir. Bu,
meselenin ferde yönelik kısmıdır.
Meselenin topluma bakan yönü ise, daha hayret
verici, daha etkileyici, daha belirgin ve daha derin etkilidir. İnsanlar
aralarındaki zaman ve mekan farklılığına rağmen
aynı noktaya yönelmek suretiyle birleşmiş oluyorlar. Bu olay
onlar arasındaki düşünce birliğinin, toplumsal
bağlılığını gönüllerin
kaynaşmışlığının somut idadesidir. Ferdin maddi ve manevi hayatı ile
ilintili her olguya nüfuz etmesi mümkün olan bu ruh, toplumsal boyutta daha
engindir ve, oluşturduğu toplumsal birlik daha güçlü ve daha
yetkindir. Yüce Allah bu ayrıcalığı Müslüman kullarına
özgü kılmıştır. Bununla onların birlik
beraberliklerini ve toplumsal heybetlerini korumuştur.
İnsanların iki kişinin bir görüş etrafında
birleşmesi hayal olasıcasına çeşitli hiziplere, değişik
mezheb ve meşreblere bölünmüş olmalarına rağmen, bize
bahşettiği bu nimetlerinden dolayı ulu Allah’a
şükrediyoruz. [640]
Ka’be’yi ilk kez inşa eden kişinin Hz.
İbrahim-i Halil(a.s) olduğu tevatür düzeyinde kesin bir tarihsel olgudur.
O dönemde bölgede İbrahim’in oğlu İslamil ile Yemen’den gelen
kabilelerden olan Curhum[641] kabilesi yaşıyordu. Ka’be
yaklaşık olarak dörtgen şeklinde inşa edilmişti. Dört
yöne bakan köşeleri, esen şiddetli rüzgarların etkisini
kırıyor, zarar vermesini engelliyordu.
Kabe, Amaliklerin yenildikleri güne kadar
İbrahim’in inşa ettiği şekilde kaldı. Sonra Curhum
kabilesi (veya tam tersine önce Curhum ve daha sonra Amalikler) Emir’el
Müminin’den gelen rivayette belirtildiği gibi yeniden onu inşa
ettiler.
Ka’be’nin yönetimi, hicretten önce ikinci
yüzyılda Peygamberimizin atalarından biri olan Kusay b. Kilab’ın
eline geçince, onu yıkıp yeniden sağlam bir şekilde
inşa etti. Devm (bir çeşit hurma ağacına benzer) ve hurma
ağacı kerestesinden bir tavan yaptı. Yanında da
Dar’un-Nedve’yi inşa etti. Yönetim işlerini ve ileri gelenlerle
istişare etmeyi burada yürütüyordu. Sonra Kabe duvarlarının bak.
tığı yönleri Kureyş oymakları arasında
bölüştürdü. Onlar da evlerini Ka’be’nin etrafındaki tavaf
alanının çevresinde yaptılar. Evlerinin
kapılarını Ka’be’ye açılacak şekilde planladılar.
Peygamberimizin Peygamber olarak
gönderilişinden beş yıl önce bir sel sonucu Ka’be
yıkıldı. Kabileler Ka’be’yi yeniden inşa etmek için iş
bölümü yaptılar. Duvarlarını yapan usta Yunanlı (Rum)
Yakum’du. Mısırlı bir marangoz da ona yardım ediyordu.
Sıra Hacer’ül-Esved’in yerleştirilmesine gelince, onu yerine koyma
onuruna kimin erişeceği hususunda aralarında tartışma
çıktı. Sonunda Hz. Muhammed’in (s.a.a) hakemliğine
başvurmaya karar verdiler. Peygamberimiz (s.a.a) o sırada otuz
beş yaşındaydı. Kureyşliler onu akıllı,
ileri görüşlü, doğru biri olarak biliyorlardı. Hz Muhammed bir
aba istedi. Hacer’ül-Esved’i abasının üzerine koydu. Sonra her
kabilenin temsilcisinin örtünün bir tarafından tutup
kaldırmasını istedi. Taşın konulacağı
doğu tarafındaki yere kadar yükselttiklerinde, Hz. Muhammed (s.a.a)
taşı tutup yerine yerleştirdi.
Yapılan harcamalar onlara ağır
gelmeye başlayınca, yapıyı bugünkü hali üzere
bıraktılar. Böylece Ka’be’nin bazı bölümleri yapı
dışında kaldı. Binayı küçülttüklerinden Hacer’ül-Esved
etrafındaki Hicr-i İsmail tarafında yer alan bir bölüm
dışarıda bırakılmış oldu.
Ka’be, Yezid b. Muaviye döneminde Abdullah b.
Zübeyr’in Hicaz’a egemen olduğu zamana kadar bu şekilde kaldı.
Yezid’in Mekke’deki kumandanlarından Husayn, İbn-i Zübeyr’le
savaştı. Kabe mancınık atışından isabet
aldı. Daha sonra yakıldı, örtüsü ve bazı ahşap
bölmeleri yandı. Sonra Yezid ölünce kuşatma
kaldırıldı. İbn-i Zübeyr Kabe’yi yıkıp yeniden
inşa etmek istedi. Bu amaçla Yemen’den arıtılmış kireç
getirildi. Duvarları onunla yapıldı. Hicr-i İsmail Kabe’nin
içine dahil edildi. Kapının yere bitişik olması
sağlandı. Karşı duvarda bir kapı daha
açıldı. İnsanlar birinden girip diğerinden
çıksınlar diye. Yüksekliği yirmi yedi zira (yaklaşık
on üç buçuk metre) olarak öngörüldü. Bina tamamlanınca, Kabe’nin içine ve
dışına misk ve anber sürüldü. Üzeri halis ipek kumaşla
örtüldü. Kabe’nin onarımı Hicri 64 yılında Recep
ayının 17’sinde tamamlandı. Sonra Abdulmelik b. Mervan halife
olunca komutanlarından Haccac b. Yusuf’u İbn-i Zübeyr’le
savaşmak üzere görevlendirdi. Nihayet İbn-i Zübeyr yenildi ve
öldürüldü. Haccac Kabe’ye girdi ve İbn-i Zübeyr’in yaptığı
değişiklikleri Mervan’a duyurdu. Mervan Kabe’yi eski haline döndürmesini
emretti. Bunun üzerine Haccac Kabe’nin kuzey tarafını altı zira’
ve bir karış kadar yıktı.
Bu duvarı Kureyş’in
attığı temel üzerinde yeniden inşa etti. Doğuya bakan
kapının yerden biraz yüksekçe olmasını sağladı,
batıya bakan kapıyı kapattı ve sonra kalan diğer
taşları yerlere döşedi.
960 tarihinde Osmanlı Sultanlarından
Sultan Süleyman tahta gelince, Kabe’nin çatısını
değiştirdi. 1021 tarihinde tahta geçen Sultan Ahmet 1039 tarihinde
meydana gelen büyük selin yıktığı kuzey, doğu ve
batı duvarlarını onardı. Sonra Osmanlı
sultanlarından 4. Murad zamanında bir kez daha onarıldı.
Kabe o günden günümüze, yani hicri kameri bin üç yüz yetmiş beş veya
Hicri- şemsi bin üç yüz otuz sekiz tarihine kadar herhangi bir onarım
geçirmemiştir.
Ka’be yaklaşık olarak dörtgen
şeklindedir. Sert mavi taştan yapılmıştır.
Yüksekliği on altı metredir. Peygamerimiz (s.a.a) zamanında
yüksekliğinin bundan daha az olduğu Fetih günü Peygamberimizin Ali’yi
omuzlarına çıkarıp Ali’nin de Kabe’nin üzerindeki putları
aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen
hadisten anlıyoruz.
İçinde su oluğu bulunan ve tam
karşısında yer alan kenarın uzunluğu on metre ve on
santimdir. Kapının yer aldığı kenarın ve
karşısında bulunan kenarın uzunluğu ise on iki
metredir. Kapı yerden iki metre yüksekliktedir. İçeriye giren içi
kapının solunda yer alan rükünde Hacer’ül-Esved yer alır. Onun
tavaf yerinden yüksekliği bir buçuk metredir. Hacer’ül-Esved
ağır, düzgün olmayan, yumurta şeklinde bir taştır.
Rengi kırmızıya çalan siyahtır. Üzerinde kızıl
noktalar ve sarı kıvrımlar yer alır. Bunlar taşta
meydana gelen çatlamaların sonradan kaynaması sonucunda
oluşmuşlardır. Çapı yaklaşık olarak otuz
santimetredir.
Kabe köşeleri, eski zamanlardan beri
“rükun” olarak adlandırılır. Örneğin kuzey köşesine
“Rükn’ül-İraki, batı köşesine “Şami” güney köşesine
“Yemani” ve Hacer’ul Esved olan doğu köşesine ise “Esved” denir.
Kapı ile Rükn’ül-Esved arasındaki mesafeye “mültezem” denir. Bu
adı almasının nedeni tavaf eden kimsenin devamlı burada dua
ve dilekte bulunmasındandır. Kuzey taraftaki duvarın üzerindeki
su oluğuna Mizab-ur Rahmet (rahmet oluğu) denir. Bu oluğu Haccac
b. Yusuf yapmıştır. 954 tarihinde Sultan Süleyman gümüş bir
olukla 1021 tarhinde ve Sultan Ahmet mavi çini nakışlı ve
altın yıldızlı bir gümüş olukla
değiştirmiştir. Sonra Osmanoğullarından sultan
Abdulmecid 1273 tarihinde altın bir oluk göndermiştir. Yerine konulan
bu oluk hala orada bulunmaktadır.
Oluğun tam karşısında yay
şeklinde “Hatim” adı verilen bir duvar yer alır. Bu yay
şeklinde bir yapıdır. İki ucu Kabe’nin kuzey ve batı
köşelerine bakar. Onlardan uzaklıkları 203 cm. kadardır. Bu
yapının yüksekliği bir kalınlığı bir buçuk
metredir. İç tarafından nakışlı mermer
kullanılmıştır. İçeriden bu yay şeklinde
duvarın ortasından Kabe’nin bir tarafının ortasına
kadarki mesafe 844 cm’dir.
Bu “Hatim” adlı duvarla Kabe’nin
duvarının arasındaki boşluğa Hicr-i İsmail denir.
İbrahim’in ilk kez inşa ettiği zamanlarda bunun
yaklaşık olarak üç metrelik kısmı Kabe’nin içindeydi. Geri
kalan kısmı ise, Hacer ve oğlunun koyunlarının
barınağıydı. Denilir ki, Hacer ve İsmail burada
gömülüdürler.
Kabe’nin içinde yapılan
değişiklikler, onarımlar, Kabe’ye ilişkin kurallar ve
protokoller bizi pek ilgilendirmemektedir. Dolayısıyla bunların
detayına girme gereğini duymuyoruz.
Daha önce bakara suresinin tefsiri çerçevesinde,
Hacer ve İsmail’in kıssası ve Mekke toprağına
konaklamaları ile ilgili olarak aktardığımız
rivayetlerde, Kabe’nin inşasının tamamlanışından
sonra Hacer’in Kabe’nin kapısına kendi çarşafını perde
astığı ifade edilmişti.
Kabe’nin tümünü örten perdeye gelince,
söylendiğine göre ilk kez Kabe’ye örtü giydiren kişi, Yemen
Tubbalarından Ebu Bekir Es’ad’dır. Bu zat Kabe’yi gümüş
sırmalı bir perdeyle örtmüştü. Ondan sonra yönetime gelenler
onun bu uygulamasını sürdürdüler. Daha sonra insanlar
değişik kumaşlardan üretilmiş perdelerle örtmeye devam
ettiler. Böylece üzeri kat kat perdelerle örtülür oldu. Bu perdelerden biri
çürüdüğünde hemen üzerine yenisi konulurdu. Bu durum Kusay zamanına
kadar sürdü. Kusay Kabe’nin örtüsü için Araplardan yılda bir kez olmak
üzere yardım topladı. Bu gelenek onun oğulları
tarafından da sürdürüldü. Ebu Rabia b. Muğire bir yıl,
diğer Kureyş kabileleri de bir yıl örtüyü
değiştirirlerdi.
Peygamber efendimiz (s.a.a) Kabe’yi yemen
kumaşıyla örtmüştü. Abbasi Halifelerinden el-Mehdi’nin
zamanına kadar bu şekilde kaldı. Halife Hac için Mekke’ye
geldiğinde, Kabe bakıcıları perdelerin Kabe’nin yüzünde
birikmiş olmasından şikayet ettiler. Bunların
ağırlık yapıp Kabe’yi yıkmasından
korktuklarını belirttiler. Bunun üzerine Halife bu örtülerin
kaldırılmasını, yerine her yıl bir tek örtü
serilmesini emretti. Bu gelenek günümüze kadar devam etti. Kabe’nin bir de iç
örtüsü vardır. İlk kez Kabe’ye içeriden perde örten kişi Abbas
b. Abdulmuttalib’in annesidir. Oğlu Abbas ile ilgili olarak bir adakta
bulunduğu için bu perdeyi Kabe’nin iç duvarlarına örtmüştü.
Kabe çeşitli toplumlarca kutsal ve azametli
sayılmıştı. Hintliler azametli bir gözle Kabe’ye bakıyorlardı
ve kendilerince Üçüncü Uknum olarak kabul edilen “Sifa”nın ruhunun
eşiyle birlikte Hicazı ziyaret ettiği sırada
Hacer’ül-Esved’e hulul ettiğini söylerlerdi.
Fars ve Keldani Sabileri onu yedi büyük evden[642] biri kabul ederlerdi. Bir de, eski ve uzun süre
ayakta kalmış olması nedeniyle Zühal’in evi olduğuna
inanılırdı.
Farslar da Kabe’ye saygı gösterirlerdi.
Hürmüz’ün ruhunun ona hulul ettiğine inanırlardı. Bazen Hac için
gittikleri de olurdu.
Yahudiler ona saygı gösterir,
İbrahim’in dini üzere orada Allah’a ibadet ederlerdi. İçinde resimler
ve heykeller bulunurdu. Bunlar arasında
ellerinde fal okları bulunan İbrahim ve İsmail’in
resimleri de yer alırdı. bakire Meryem’in ve Mesih’in resmi de
yapılmıştı. Bu da Yahduiler gibi Hıristiyanların
da ona saygı gösterdiklerinin tanığıdır.
Araplar da Kabe’ye büyük bir saygı
gösterirlerdi. Onu Allah’ın evi kabul ederlerdi. Her taraftan gelip ona
hac ziyeretinde bulunurlardı. Kabe’nin İbrahim tarafından
yapıldığını söylüyorlardı. Hac, İbrahim’in
Araplar arasında nesilden nesile gelen dininin bir kuralıydı.
Kabe’nin yönetimi İsmail’in elindeydi.
Ondan sonra bu görev oğullarına geçti. Sonra Curhum kabilesi onlara
karşı üstünlük sağlayıp Kabe’nin yönetimini elde
geçirdiler. Ardından Kerkeroğullarından bir taife olan
Amalikler, Curhum kabilesiyle bir dizi savaşa girşip Kabe’ye sahip
oldular. Amalikler Mekke’nin aşağı kısmına
konaklanmışlardı. Curhumlular da yukarı kısmına
yerleşmişlerdi. İçelerinde melikleri de vardı.
Sonra talih Curhumlulardan yana döndü;
Amalikleri yenilgiye uğratıp Kabe’nin yönetimini ele geçirdiler.
Böylece yaklaşık olarak üç yüz yıl yönetim onların elinde
kaldı. Hz. İbrahim’in yapısına eklemede bulundular,
duvarlarını yükselttiler.
İsmailoğulları güçlenip
çoğalınca ve artık belli bir caydırıcı kuvvete
kavuşunca, Mekke onlara dar gelmeye başladı. Bunun üzerine
Curhumlularla savaştılar, onları yenilgiye uğratıp
Mekke’den çıkardılar. O sırada İsmailoğullarının
başında Amr b. Luhay bulunuyordu. Kendisi Huzaa kabilesinin
büyüğüydü. Mekke’nin yönetimini ele geçirip Kabe’nin işlerini kendi
uhdesine aldı. Kabe’nin üzerine putları koyup insanları onlara
tapmaya çağıran ilk kişi odur. Kabe’nin üzerine koyduğu ilk
put “Hubel”dir. Onu Şam’dan getirmiş, Kabe’nin damına
koymuştu. Ardından başka putlar da getirmişti. Böylece
putların sayısı artmış ve Araplar arasında puta
tapıcılık yayılmış ve tek ilaha kulluğu esas
alan Hanif dini yok olmuştu.
Curhum kabilesinden Şahne b. Halef konuyla
ilgili olarak Amr b. Luhay’a hitaben şöyle der:
“Ey Amr, ilahlar icad ettin sen.
Mekke evinin çevresine çeşit çeşit
putlar diktin.
Oysa Kabe’nin bir tane rabbi vardı, ebedi…
Ama sen, insanlar içinde, onun birçok Rabbinin
olmasını sağladın.
Yakında bileceksiniz ki, Allah kısa
süre sonra,
Sizin dışınızda evi için bir
koruyucu seçecektir.”
Kabe’nin yönetimi Halil el-Huzai zamanına
kadar Huzaa oğullarının elindeydi. Halil kendisinden sonra
yönetimi kızına verdi. Kızı da Kusay b. Kilab’in
karısıydı. Kabe kapısını açıp kapatmayı
Huzaa oğullarından Ebu Gabşan el-Huzai adlı birine verdi.
Ebu Gabşan bu görevi, bir deve ve bir fıçı şarap
karşılığında Kusay b. Kilab’a sattı. Bu olay
Araplar arasında bir deyim olmuştur: “Ebu Gabşan’ın
alış verişinden daha zararlı…” diye.
Böylece yönetim Kureyş’e geçti. Kusay,
Kabe’nin yapısını yeniledi. Daha önce buna
değinmiştik. Durum, Peygamberin (s.a.a) Mekke’yi fethetmesine kadar
bu şekilde devam etti. Resulullah (s.a.a) Kabe’ye girdi, duvarlardaki
resim ve kabartmaların silinmesini, içindeki putların
kırılmasını emretti. Üzerinde İbrahim’in iki
ayağının izi bulunan taş, yani Makam-ı İbrahim, o
sırada Kabe’nin yakınlarında koruma altında bir şeyin
içindeydi. Sonra bugün bilinen yere gömüldü. Burası dört sütun üzerinde
duran bir kubbedir. Tavaf edenler namaz kılmak amacıyla buraya yönelirler.
Kabe’yle ilgili haberler ve onunla
bağlantılı dinsel uygulamalar çok ve uzundur. Biz hac ve Kabe
ayetleri üzerinde düşünen bir araştırmacı için yeterli olan
bu kısmını sunmakla yetindik.
Yüce Allah’ın bereketli
kıldığı ve hidayet olarak öngördüğü Kabe’nin bir
özelliği de, hiçbir İslami grubun onun konumunu tartışma
konusu yapmamış olmasıdır. [643]
429. Konu
et-Tekbil
Öpmek
F Bihar,
76/19, 100. bölüm; et-Tekbil
F Vesail’uş-Şia,
8/565, 133. bölüm; İstihbab’ut-Tekbil’il-Mümin lil Mü’min
16280.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Çocuğu
öpmek, sevgi ve muhabbettir. Eşi öpmek şehvettir. Baba ve anneyi
öpmek ibadettir. Erkeğin kardeşini öpmesi ise dindir.”[644]
16281.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eş
ve küçük çocuk dışında, ağızdan öpmek doğru
değildir.”[645]
16282.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden herkim kendisine mahrem olan ve adet
görme çağına erişmiş birisini –örneğin, kız
kardeşini, halasını veya teyzesini- öpmek isterse, iki gözünün
arasından (alnından) veya başından öpsün. Yüzünü ve
ağzını öpmekten sakınsın.”[646]
16283.
Resulullah (s.a.a), kendisine selam veren ve
elini sıkan Cabir’e şöyle buyurmuştur: “Erkeğin kardeşinin elini
sıkması onu öpmesi mesabesindedir.”[647]
16284.
İmam Bakır (a.s), Cabir Ensari’den
naklen şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Müka’ame ve Mükamea’den nehy etmiştir.
Müka’ame erkeğin erkeği öpmesidir. Müka’mea ise, hiçbir zaruret
olmaksızın aralarında hiçbir elbise olmadığı
halde bir yatakta yatmalarıdır.”[648]
16285.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
sizin dünyada kendisiyle tanındığınız bir nurunuz
vardır. Sizden birisi kardeşiyle görüşünce, alnındaki nur
yerinden öpsün.”[649]
16286.
İmam Sadık (a.s) kendisinin elinden
tutup öpen Ali b. Mezid Sahib’us-Sabiri’ye şöyle buyurmuştur: “Bil ki bu iş (el öpmek) sadece Peygamber
ve Peygamber’in vasisi hakkında caizdir.”[650]
16287.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah
(s.a.a) veya kendisinden Resulullah (s.a.a) kastedilen kimse
dışında birinin başından ve elinden öpmemek gerekir.”[651]
Abdullah b. Amr bir kıssa nakletti ve bir
yerde şöyle dedi: “Peygamber’e (s.a.a) yakınlaştık ve elinden öptük.”[652]
430. Konu
el-Katl
Öldürmek
F Vesail’uş-Şia,
19/2, 1. bölüm; Tahrim’ul Ketl Zulmen
F Bihar,
104/368, 1. bölüm; Ukubet’ul Katl’un-Nefs
F Kenz’ul
Ummal, 15/18-35; fi Veid’il-Kat’ul Nefs
F Kenz’ul
Ummal, 15/98, 99; İhdar
F Kenz’ul
Ummal, 15/35-37, Katil’un-Nefs
F Kenz’ul
Ummal, 15/37-51; 99-102; Katl’ul Hayvanat
bak. .
F 442. konu,
el-Kasas
F er-Resul,
1507. bölüm; el-Hayvan, 984, 985. bölümler
Kur’an:
“Bunun için İsrailoğullarına
şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa
karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş
gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları
diriltmiş gibi olur.” And olsun ki, onlara belgelerle peygamberlerimiz geldi,
sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde
taşkınlık edenler oldular.”[653]
“Haklı bir sebep olmadıkça
Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere
kıymayın. Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki
tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı
gitmesin. Zira kendisi ne de olsa yardım görmüştür.”[654]
bak. Nisa suresi, 29, 92, 93. ayetler; Maide
suresi, 28. ayet; En’am suresi, 140, 151. ayetler; İsra suresi, 31. ayet;
Kehf suresi, 74. ayet; Furkan suresi, 68. ayet; Tekvir suresi, 9. ayet
16288.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en isyankarı
kendisini öldürmeyi kastetmeyen günahsız birini öldüren veya kendisini
vurmayan kimseyi vuran kimsedir.”[655]
Bak. Es-Silah, 1852. Bölüm
16289.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala’ya karşı
insanların en isyankarı kendisini öldürmeyi kastetmeyen birini öldüren
ve kendisine vurmak istemeyen birine vuran kimsedir.”[656]
16290.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul haram olan bir kanı dökmedikçe dininde
bir alana (yere) sahiptir.”[657]
16291.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun kalbi haksız yere kan dökmedikçe
korku ve ümidi kabul eder, ama kan dökünce kalbi ters yüz olur, günah sebebiyle
kızdırılmış ve kararmış demirci küresine
benzer, artık ne iyi bir işi iyi bilir ve ne de kötü bir işi
çirkin sayar.”[658]
16292.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü insanlar arasında hüküm
verilen (sorguya çekilen) ilk şey kanlar hakkındadır.”[659]
16293.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kıyamet günü hakkında
hüküm verdiği ilk şey (dökülen) kanlardır. Allah Adem’in iki
oğlunu (Habil ve Kabil’i) durdurur, onların arasında hüküm
verir. Daha sonra geriye hiç kimse kalmayıncaya kadar ondan sonra gelip
birbiriyle kan davası bulunan kimseler arasında hüküm verilir.
Ardından ondan sonraki insanlar arasında hüküm verilir. Böylece yüzü
kan içinde bir maktul (öldürülen kimse) katilini getirir ve şöyle der: “Bu
beni öldürdü.” Allah şöyle buyurur: “Sen mi onu öldürdün?” O asla
Allah’tan bir söz gizleyemez.”[660]
16294.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala Musa bin İmran’a şöyle vahyetmiştir: “Ey Musa!
İsrailoğullarının eşraf takımına şöyle
de: “Sakın haram olan bir canı haksız yere öldürmeyiniz. Zira
sizden her kim dünyada birini öldürürse onu ateşte o kimseyi
öldürdüğü gibi tam yüzbin defa öldürürüm.”[661]
16295.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kan dökme hususunda küstahlaşan kimse sizi
kandırmasın. Zira onun için Allah nezdinde ölmeyen bir katil
vardır.” Şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Ölmeyen katil de
kimdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Ateştir.”[662]
16296.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bütün dünyanın yok olması Allah
nezdinde haksız yere dökülen kandan daha önemsizdir.”[663]
16297.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü)öldürülen kimse şah
damarlarından kan akar bir halde katilini tutar ve izzet sahibi
Allah’ın nezdine getirerek şöyle der: “Ey Rabbim! Bundan beni hangi
suçla öldürdüğünü sor.” Allah şöyle buyurur: “Onu hangi günahtan
dolayı öldürdün?” O şöyle der: “Onu falan kimse izzete
ulaşsın diye öldürdüm” der. Ona şöyle denir: “İzzet
yalnızca Allah’a aittir.”[664]
16298.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günahı
olsun veya olmasın öldürülen herkes kıyamet günü sağ eliyle
katilini astığı
başı sol elinde olduğu halde şah damarlarından
kan akıtığı bir halde haşrolur ve şöyle arzeder:
“Ey Rabbim! Bundan beni neden öldürdüğünü sor.” Eğer katil, “Onu
Allah’a itaat üzere öldürdüm” derse katiline mükafat olarak cennet verilir.
Öldürülen kimse de ateşe götürülür. Eğer, “Falan kimseye itaat etmek
üzere onu öldürdüm” derse öldürülen kimseye şöyle denir: “Seni
öldürdüğü gibi sen de onu öldür” sonra da aziz ve celil olan Allah o ikisine
istediği şeyi yapar.”[665]
16299.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “(Kıyamet günü) birisi birinin elinden
tutarak gelir ve şöyle der: “Ey Rabim! Bu beni öldürdü.” Allah ona
şöyle buyurur: “Neden onu öldürdün?” O şöyle cevap verir. “Onu izzet
senin olsun diye öldürdüm.” Allah şöyle buyurur: “O izzet benimdir.”
Başka birisi birinin elinden tutarak gelir ve şöyle der: “Ey Rabbim!
Bu beni öldürdü.” Allah şöyle buyurur: “Neden onu öldürdün?” O şöyle
cevap verir: “Falan kimse izzete ulaşsın diye onu öldürdüm.” Allah
şöyle buyurur: “İzzet ona ait değildir.” Böylece onun
kanının intikamı için o katil şahıs öldürülür.”[666]
16300.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah bir
canı öldürmeyi haram kılmıştır. Zira helal
kılmış olsaydı insanlar bozulur, yok olur ve tedbir/düzen
fesada uğrardı.”[667]
16301.
İmam Bakır (a.s) aziz ve celil olan
Allah’ın “Bunun için İsrailoğullarına şöyle yazdık:
“Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa
karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş
gibi olur” ayeti hakkında kendisine, “bir kişiyi
öldürdüğü halde nasıl olur da bütün insanlığı
öldürmüş gibi sayılır?” diye soran Humran’a şöyle
buyurmuştur: “Zira
cehennem ehlinin azabının en şiddetli noktası olan bir yere
yerleştirilir. Eğer bütün insanları öldürecek olsaydı yine
aynı yere giderdi. Ben, (Humran) şöyle arzettim: “Eğer
başka birini öldürse ne olacak?” İmam (a.s) şöyle buyurdu:
Azabı (cehennemin o noktasında) iki kat olur.”[668]
El Mizan Tefisrinde şöyle yer
almıştır:
Allame Tabatabai şöyle diyor: “Dedim ki:
Birini daha öldürürse ne olur?” sözünde, daha önce
yaptığımız açıklamaya yönelik bir işaret
vardır ki orada bir kişiyi öldürmenin vebalının, birkaç
adamı öldürmenin vebalına eşit olması sorunu üzerinde
durulmuştu. İmam burada, “Azabı katlanır”
cevabını veriyor. Burada, “Kim bir cana…karşılık
olmaksızın bir canı öldürürse…” ayetinde işaret edilen
indirgeme olgusunun gerektirdiği eşitliği gündeme getirmiyor.
Çünkü azabın katlanması, birin çoğa veya her kese eşit
olmamasını gerektirir, şeklinde bir problem ileri sürülemez.
Böyle bir problemin ileri sürülmeyecek olmasının nedenine gelince,
konum eşitliği azabın türüyle ilgilidir. O da, bir kişiyi
öldürenle, iki kişiyi öldüren ve herkesi öldürenin cehennemin aynı
vadisine konulacak olmalarıdır. Nitekim İmamın sözü de buna
işaret ediyor: “Eğer bütün insanları öldürmüş olsaydı,
buraya konulacaktı.”
Bizim bu açıklamamız, Ayyaşi’nin
tefsirinde Humran’dan, onun da söz konusu ayetle ilgili olarak İmam Cafer
Sadık’tan (a.s) aktardığı rivayetçe de desteklenmektedir.
İmam (a.s) buyurdu ki: “Cehennemde bir yer var ki burası, cehennem
azabının şiddet bakımından
ulaştığı son nokt adır. Adam öldüren kişi oraya
konur.” –Ravi diyor- dedim ki: “Ya iki kişiyi öldürürse?” Şu
cevabı verdi: “Ateşte, bu yerden daha şiddetli azap veren bir
yer olmadığını bilmez misin? Bu azap, yaptığıyla
orantılı olarak artırılır…”
İmamın (a.s) cevabında
olumlamayla olumsuzlamaya birlikte yer vermiş olması, bizim de
rivayeti yorduğumuz amaca yöneliktir. Şöyle ki: Birlik ve
eşitlik azabın türüyle ilgilidir. Bu da konum birliğine yönelik
bir işarettir. Farklılık, şekil ve katilin
tattığı azabın mahiyeti bakımından söz konusudur.
Ayrıca Hannan b. Sudeyr’in İmam Cafer
Sadık’tan (a.s), “Kim bir canı öldürürse, bütün insanları öldürmüş
gibidir” ayetiyle
ilgili olarak aktardığı şu sözler de bu yorumumuzu bir
açıdan desteklemektedir: “Cehennemde bir vadi var. Bir kimse bütün
insanları öldürse, oraya girer. Bir insanı öldürse, yine oraya
girer.”
Şöyle diyorum: Bu rivayette ayet, anlam
olarak aktarılmış gibidir. [669]
Kur’an:
“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası,
içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazâb etmiş,
lânetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır.” [670]
16302.
Resulullah (s.a.a) Veda haccında şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
kanlarınız ve mallarınız Allah ile görüşünceye ve amellerinizi
soruncaya kadar bu şehir, bu ay ve bu gününüzün haram
kılındığı gibi sizlere haram
kılınmıştır.”[671]
16303.
Resulullah (s.a.a) bir yerde bulunan ve katili
belli olmayan bir cenaze hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir Müslüman öldürülmekte ve katilinin kim olduğu
bilinmemektedir?! Canım elinde olana andolsun ki eğer göklerin ve
yerin ehli bir mümini öldürme hususunda el ele verecek olsalar veya
öldürülmesinden hoşnut olsalar Allah hepsini ateşe sokar. Canım
elinde olana andolsun ki zulüm üzere birine bir kırbaç vuran kimse
yarın cehennem ateşinde kırbaçlanacaktır.”[672]
16304.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insnalar! Ben sizin aranızda iken bir
ölü bulunacak ve katili de belli olmayacak öyle mi? “Eğer gök ve yeryüzü
ehli bir müslümanın öldürülmesi hususunda işbirliği yaparsa
şüphesiz Allah tümüne sayısız ve hesapsız azap eder.”[673]
16305.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “ Her kim yarım bir kelimeyle de olsa bir
müminin öldürülmesine yardımcı olursa kıyamet günü Allah’ı
alnında şöyle yazılmış olarak görür: “Bu Allah’ın
rahmetinden ümitsizdir (mahrumdur).”[674]
16306.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz her kim bir hacamat çizgisi
miktarınca bir müslümanın kanını haksız yere dökerse
bakmaması için cennet kağısının önünden kovulur.”[675]
16307.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim
bir mümini bilerek öldürürse tövbe etme başarısını elde
edemez.”[676]
16308.
İmam Sadık (a.s) kendisine, “Eğer
bir mümin bilerek bir mümini öldürse tövbesi olur mu?” diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Eğer imanı sebebiyle onu öldürmüşse tövbesi olmaz.
Ama eğer gazap üzere ve ya dünya işlerinden bir iş amacıyla
onu öldürürse tevbesi kısas edilmesidir.”[677]
16309.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah nezdinde dünyanın yok
olması Müslüman birinin öldürülmesinden daha hafiftir.”[678]
16310.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde müminin öldürülmesi
dünyanın yok olmasından daha büyüktür (daha önemlidir).”[679]
16311.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim
bir mümini öldürürse Allah-u Teala bütün günahları onun için kaydeder, öldürülen
kimse günahlardan temizlenir. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Benim ve kendi günahını yüklenmeni ve cehennem
ehlinden olmanı istiyorsun?”[680]
Kur’an:
“Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde
bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün
insanları öldürmüş gibi olur.”[681]
16312.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın birliğine ve
peygamberliğime şahadette bulunan kimseyi öldürmek sadece şu üç
yerde caizdir: Evli olduğu halde zina eden kimse hakkında. Böyle bir
kimse taşlanmalıdır; Allah ve Resulüne karşı
savaş ilan eden kimse hakkında, böyle bir kimse de ya öldürülmeli ya
darağacına asılmalı ya da sürgün edilmelidir ve birini
öldüren kimse hakkındaki bu durumda da öldürülmelidir.”[682]
16313.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisinden başka ilah olmayana andolsun
ki Allah’ın birliğine ve risaletime şahadette bulunan birinin
kanını dökmek sadece şu üç hususta caizdir: İslam’dan el
çekip Müslümanların cemaatinden uzaklaşan kimse, evli olduğu
halde zina eden kimse ve birini öldüren kimse hakkında.”[683]
16314.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu üç yer dışında hiçbir
kanın dökülmesi helal değildir: Cana karşı can, eşi
olduğu halde zina eden ve imandan dönen erkek kimse (mürtet) hakkında.”[684]
16315.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim dininden dönerse onu öldürünüz.”[685]
bak. el-Baği, 377, 378. Bölümler;
el-Hevaric, 1014. Bölüm; el-İrtidad, 1472. Bölüm; es-Sebb, 1731. Bölüm;
es-Sihr, 1769. Bölüm
16316.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki Müslüman sünnetten hiç bir delil
olmaksızın birbirine kılıç çekerse hem maktul ve hem de
öldürülen her ikisi de ateştedir.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey
Allah’ın Resulü! Katil doğrudur ama öldürülen kimse neden?” Peygamber
şöyle buyurdu: “Çünkü o da öldürmeyi kastetmiştir.”[686]
16317.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki müslüman
karşılaşır da onlardan biri silahıyla kardeşine
saldırırsa her ikisi de cehennemin kenarındadır. Birisi
diğerini öldürse her ikisi de cehenneme girerler.”[687]
16318.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki müslüman birbirine kılıç
çekince hem öldüren ve hem de öldürülen ateşe girer.”[688]
16319.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah iyilik sahibidir ve iyiliği sever, o
halde öldürünce güzel öldürün ve kesince güzel kesin.”[689]
16320.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hüküm verdiğiniz zaman adilce hükmedin ve
öldürdüğünüz zaman da güzel öldürün, zira Allah iyilik sahibidir ve iyilik
sahiplerini sever.”[690]
16321.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah her hususta iyilikle amel etmeyi
emretmiştir. O halde öldürünce güzel öldürün ve kesince güzel kesin.
Herkes bıçağını bilemeli ve kurbanını
rahatlatmalıdır.”[691]
16322.
İbn-i Abas şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) ayağıyla koyunun
göğüsüne bastığı halde bıçağını bileyen
ve koyunun kendisine şaşkınca baktığı bir
adamı görünce şöyle bujyurmuştur: “Daha önce bıçağını
bilemedin mi? Yoksa bu hayvanın canını iki defa mı almak
istiyorusun?”[692]
bak. el-İhsan, 869. Bölüm; el-Amel (1),
2955. Bölüm; et-Terğib ve’t Terhib, 2/156. Bölüm
Kur’an:
“Ey iman edenler! Mallarınızı
karşılıklı rıza ile yapılan ticaret
dışında batıl ile (haram ve haksızlıkla)
aranızda yemeyin, kendinizi
öldürmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet edicidir.”[693]
16323.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisini boğarsa kendisini
ateşte boğmuştur. Her kim kendisine mızrak vurursa
ateştedir.”[694]
16324.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisini dünyada herhangi bir
şeyle öldürüse kıyamet günü o şeyle azap görür.”[695]
16325.
İmam sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim
bilerek intihar ederse ebedi cehennem ateşindedir.”[696]
16326.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden önceki zamanlarda bir kimse
yaralandı, acı ve sabırsızlıktan dolayı eline bir
bıçak alarak elini kesti ve şiddetli kanamadan dolayı öldü.
Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu: “Kulum canını almak hususunda
benden önce davrandı…Şüphesiz cenneti ona haram kıldım.”[697]
16327.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin her
belaya düçar olur ve her ölümle ölür ama asla intihar etmez.”[698]
16328.
Ebu Said Hudri şöyle diyor: “Biz gazvelerde ondokuz kişilik kafileler
halinde çıkıyor ve işleri kendi aramızda
bölüştürüyorduk. Biri çadırda oturuyor, biri arkadaşları
için çalışıyor, yemeklerini yapıyor develerini suluyor ve
bir grubu da Peygamberin yanına gidiyorlardı. Bizim kafileden birisi
üç kişinin işini görüyordu. Hem odun topluyor, hem yemek
yapıyor, hem de su getiriyordu. Bu konu Peygambere (s.a.a) bildirilince
şöyle buyurdu: “O cehennemliktir.” Düşmanla
karşılaşıp savaşa koyulunca o şahıs
yaralandı, bir ok alarak kendisini o okla öldürdü. Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Ben şehadet ediyorum ki Allah’ın resulü ve
kuluyum.”[699]
bak. Vesail’uş Şia, 19/13, 5. Bölüm;
Sahih-i Muslim, 1/103, 47. Bölüm
16329.
İmam Kazım (a.s) kendisine, “Hamile
olma korkusundan çocuk düşürmek için ilaç yiyen bir kadını soran
İshak bin Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Bu caiz değildir.” Ben (İshak bin
Ammar) şöyle arzettim: “Henüz nutfe aşamasındadır.”
İmam şöyle buyurdu: “Ceninin yaratılışının
başlangıcı nutfedir.”[700]
16330. Ebu İzzet
Cumehi Bedir savaşında esir düştü ve şöyle dedi: “Ey Muhammed!
Ben çoluk çocuk sahibi birisiyim. Bana ihsanda bulun ve beni serbest
bırak.” Peygamber de onu yeniden Müslümanlarla savaşa katılmamak
şartıyla serbest bıraktı. O Mekke’ye gitti ve şöyle
dedi: “Muhammed’i alaya aldım (yalan söyledim) ve böylece beni serbest
bıraktı.” Uhud savaşına yeniden katıldı. Allah
Resulü onun Müslümanların elinden kaçmaması için dua etti. Bunun
üzerine Ebu İzzet yine esir oldu. (önceki defa olduğu gibi yeniden)
şöyle dedi: “Ben çoluk çocuk sahibi biriyim. Bana iyilik edip beni serbest
bırak.” Peygamber şöyle buyurdu: “Seni yeniden serbest
bırakayım da yeniden Kureyş topluluğu arasında
“Muhammedi alaya aldım mı?” diyesin. Mümin bir delikten iki defa
sokulmaz.” Ardından kendi eliyle onu öldürdü.”[701]
16331.
İmam Ali (a.s) Şam ordusundan birini
esir alınca onu serbest bırakıyordu. Sadece ashabından
birini öldüren kimseyi öldürüyordu. Bir esiri azat edince de onu yeniden ele
geçirdiğinde öldürüyor bu defa serbest bırakmıyordu.”[702]
16332.
İmam Ali (a.s) Sıffin günü yanına
bir esiri getirdiklerinde şöyle buyurmuştur: “Ben asla eli kolu bağlı esir kimseyi
öldürmem. Ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. “İmam (a.s)
ondan silah aletlerini alıyor bir daha savaşa gelmemek üzere yemin
ettiriyor ve ona dört dirhem veriyordu.”[703]
16333.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Resulullah
(s.a.a) Ukbe bin Ebu Muayd adlı biri dışında eli kolu
bağlı olan hiç kimseyi, öldürmedi. Ubey bin Ebu Halef’e de bir
mızrak vurdu ve o bu darbe sebebiyle sonradan öldü.”[704]
16334.
Resulullah (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği
gün şöyle buyurmuştur: “Bu günden sonra kıyamete kadar eli kolu bağlı hiç bir
Kureyşli esiri öldürmemek gerekir.”[705]
bak. Cevahir’ul Kelam, 21/132, Sunen-u Ebi
Davud, 3/60
431. Konu
el-Kader
Kader
F Bihar, 5/84,
3. bölüm; el-Kaza ve’l-Kader
F Kenz’ul
Ummal, 1/106, Keder
F Kenz’ul
Ummal, 1/135, Ferun fi zemm’il-Kederiyye ve’l-Mürcie
F Kenz’ul
Ummal, 1/362, Fer’u fi’l-Kaderiyye
bak. .
F 443. konu,
el-Kaza (1); 40. konu, el-Ecel; 60. konu, el-Cebir;282. konu, el-Meşiyyet;
222. konu, es-Saadet; 272. konu, eş-Şekavet
F el-Hüzün,
819. bölüm; er-Rızk, 1486 ve 1487. bölümler; es-Sabır, 2178 ve 2179.
bölümler
Kur’an:
“Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre
yaratmışızdır.”[706]
“Allah sizi topraktan, sonra nutfeden
yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir.
Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O’nun
bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin
azalması şüphesiz kitaptadır. Doğrusu bu Allah’a
kolaydır.”[707]
16335.
İmam Ali (a.s) ashabından itaatsizlik
gösterenleri kınayarak şöyle buyurmuştur: “Hükmettiğini yapan, takdirini yerine
getiren, beni sizinle imtihan eden Allah’a hamdederim.”[708]
16336.
İmam Ali (a.s) Allah’ı yüce tutarak ve
ululayarak şöyle buyurmuştur: “Enine boyuna düşünmeksizin veya içten bir
planlama yapmaksızın bütün işleri ayarlayandır.”[709]
16337.
İmam Ali (a.s) münenezeh olan Allah’a
hamdederek şöyle buyurmuştur: “O’na, mahlukatından istediği gibi
hamd ediyoruz. O, her şey için bir ölçü, her ölçü için bir süre ve her
süre için bir kitap takdir etmiştir.”[710]
16338.
İmam Ali (a.s) Allah-u Tealanın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Yaratıklarını yaratması,
tedbir ve ıslahı O’nu yormamıştır.
Yaratıkları yaratmak O’nu aciz kılmamıştır.
Emrettiği-takdir ettiği hükümlerde hiç bir şüpheye
kapılmamıştır. Hükmü muhkem, ilmi payidar ve emri
sabittir.”[711]
16339.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her şey, hatta acizlik ve zekilik bile
taktir edilmiştir.”[712]
16340.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Taktir, tevhid düzenidir. O halde herkim Allah’ı
tek bilir ve taktirde inanırsa şüphesiz sağlam bir kulpa
sarılmıştır.”[713]
16341.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taktir edilen
şeyler, güç ve üstün gelmekle defedilmez.”[714]
16342.
İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Taktir
edilen şeyler zihninden bile geçmeyen şeyleri sana gösterir.”[715]
16343.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer İsrafil, Cebrail, Mikail,
Arş’ı yüklenen melekler ve ben hep birlikte senin için dua edecek
olursak yine de senin için yazılmış ve taktir edilmiş
kadından başkasıyla evlenemezsin.”[716]
16344.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kader
Allah’ın sırlarından bir sır, Allah’ın örtülerinden
bir örtü, Allah’ın ulaşılmaz kalelerinden bir kaledir.
Allah’ın hicabının arkasındadır ve Allah’ın
kullarından gizlidir.”[717]
16345.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah bir
şeyi dilerse onu taktir buyurur, taktir edince de hükmünü verir ve hükmünü
verince de yürürlüğe koyar.”[718]
16346.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
kullar için taktir ettiği kısmetler sebebiyle dünya, ayakları
üzerinde durmuş ve ehli için bütünlenmiştir.”[719]
16347.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her insanın
aklı çoğalınca taktire olan imanı da güçlenir ve
değişikliklere önem vermez.”[720]
16348.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sana taktir
edilen şey kesinlikle sana ulaşır.”[721]
16349.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim yakine inanırsa,
başına gelen şeye önem vermez.”[722]
16350.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kadere iman gam ve hüznü yok eder.”[723]
16351.
İmam Ali (a.s), kendisine kaderi soran
birisine şöyle buyurmuştur: “Bu oldukça karanlık bir yoldur, ona ayak
basma.” O şahıs, yeniden arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden
haberdar kıl!” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Bu derin bir denizdir,
ona girme.” Üçüncü defa yine sordu: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden
haberdar kıl.” İmam şöyle buyurdu: “Bu Allah’ın
sırrıdır ve sana gizlidir. O halde onu öğrenmek için
kendini zahmete düşürme.”[724]
16352.
İmam Ali (a.s), kendisine kaderi soran
birisine şöyle buyurmuştur: “Bu çok derin bir denizdir. Ona girme.” O
şahıs şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden
haberdar kıl!” İmam şöyle buyurdu: “Bu Allah’ın bir
sırrıdır. Kendini (bilmek için) zahmete düşürme. Üçüncü
defa yine sordu: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden haberdar kıl.”
İmam şöyle buyurdu: “Madem ki ısrar ettin bil ki kader iki
şey arasındaki bir iştir; ne cebirdir ve ne de tefviz!”[725]
16353.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim kaderin bir şeyi hakkında
konuşursa, kıyamet günü bundan sorguya çekilir. Herkim bu konuda
susarsa, ondan bir şey sorulmaz.”[726]
16354.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taktir bizim
hesaplarımıza öyle bir üstün gelmiştir ki tedbirde afet sebebi
olmuştur.”[727]
16355.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşler
taktire boyun eğmiştir. Öyle ki, tedbir afet sebebi olmaktadır.”[728]
16356.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşler
taktire boyun eğmiştir. Öyle ki, tedbir ölümle
sonuçlanmaktadır.”[729]
16357.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşler,
taktir iledir, tedbir ile değil.”[730]
16358.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taktir edilen
şeyler nazil olunca, tedbir batıl olur.”[731]
16359.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taktir
indiği zaman sakınmak faydasız olur.”[732]
16360.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taktir geri
döndürülemez, o halde sakınmak faydasızdır.”[733]
16361.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taktir
sakınma ve ihtiyata üstün gelmiştir.”[734]
bak. 109. Konu, el-Hazm; el-Keza (1), 3350.
Bölüm
16362.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), kendisine,
“İnsanlara ulaşan şeyler, kaderden midir yoksa amelden mi?” diye
soran birisine şöyle buyurmuştur: “Taktir ve amel, can ve beden mesabesindedir. Can
bedensiz hiçbir şey hissetmez, beden de cansız, hareketsiz bir heykel
gibidir. Ama bu ikisi bir araya gelince, güçlü ve etkili olurlar. Amel ve
taktir de işte böyledir. Eğer taktir amele vaki olmazsa,
yaratıcı, yaratıktan ayırt edilip tanınmaz ve taktir
hissedilmez bir şey olur. Eğer amel taktir ile uyum içinde olmazsa,
asla vuku bulmaz ve sonuçlanmaz. Ama bu ikisi bir araya gelir ve
birleşirse, güç elde eder. Bu arada Allah, salih kullarına
yardım eder.”[735]
16363.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlaç, taktirin bir parçasıdır.
İlaç istediği kimseye, istediği ölçüde fayda verir.”[736]
16364.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Tedavi
olduğumuz ilaç, üzerimizde bulundurduğumuz dua ve
kullandığımız diğer şeyler, Allah’ın taktirinin
önüne geçer mi?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hayır, bunlar da Allah’ın taktirinin
bir parçasıdır.”[737]
16365.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Acaba kendisiyle
şifa umduğumuz üzerimizde bulundurduğumuz dua Allah’ın
kaderini defeder mi?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hayır, o da Allah’ın taktirinin bir
parçasıdır.”[738]
16366.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “Acaba
üzerimizde bulundurduğumuz dua da
kaderden bir şeyi def eder mi?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “O da
kaderdendir.”[739]
16367.
İbn-i Nubate şöyle diyor: “Müminlerin Emiri, eğilmiş bir
duvarın yanından başka bir duvarın yanına geçti.
Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın
kazasından mı kaçıyorsun?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın
kazasından, aziz ve celil olan Allah’ın kaderine kaçıyorum.”[740]
16368.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin
Emiri (a.s) eğilmiş bir duvarın altına oturmuştu ve
insanların arasında hüküm veriyordu. Orada hazır olanlardan biri
şöyle dedi: “Bu yıkılmak üzere olan duvarın altına
oturma.” Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: “İnsanın eceli,
kendisinin koruyucusudur.” İmam oradan kalkınca duvar
yıkıldı.” İmam Sadık (a.s) daha sonra şöyle
buyurdu: “Müminlerin Emiri (a.s) bu tür işleri yapardı ve yakin
işte budur. ”[741]
Bu iki hadisin arasını bulmak için
dikkatle düşününüz.
16369.
İmam Ali (a.s), Siffin’den dönünce bir
şahıs kendisine, “Bu savaşlar Allah’ın kaza ve kaderiyle
midir?” diye sorunca şöyle buyurmuştur: “Çıktığınız her tepeye
ve indiğiniz her ovaya Allah’ın kaza ve kaderiyle çıkıp
indiniz.”[742]
16370.
İmam Ali (a.s), Siffin’den dönerken kendisine,
“Şamlılarla savaşa gitmen Allah’ın kaza ve kaderi üzere mi
olmuştur?” diye soran yaşlı bir adama şöyle
buyurmuştur: “Taneyi
yaran ve insanları yaratan Allah’a yemin olsun ki katettiğim her
vadiye ve çıktığım her tepeye kaza ve kader ile
ulaştım.” O yaşlı adam şöyle dedi: “Bu yolda
çektiğim zahmeti Allah’ın hesabına mı yazayım?” (ve
bir sevabım yok mudur?) Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Hayır,
gittiğiniz bu yolda çıktığınız, her tepede ve
indiğiniz her gecede Allah sizlere büyük bir mükafat
bağışlamıştır. Sizler, işlerinizin hiç
birinde ne mecbur idiniz ve ne de çaresiz.” Yaşlı adam şöyle
arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Nasıl mecbur ve çaresiz değildik?
Oysa kaza ve kader bizi o yöne çekmiştir?” İmam şöyle buyurdu:
“Eyvahlar olsun sana! Yoksa sen kaza ve kaderi gerekli, kesin ve
kaçınılmaz bir şey mi sanıyorsun? (Öyle ki senin irade ve
özgürlüğünü ortadan kaldırmış olsun.) Eğer böyle
olsaydı müjde ve korkutmanın, mükafat ve cezanın anlamı
kalmaz, günahkar Allah tarafından kınanmaz, iyilik sahibi de Allah
tarafından övülmezdi. İyilik sahibinin ihsan ve iyiliklerine liyakati
kötününkinden daha fazla olmazdı. Bu söz putperest kimselerin sözüdür… ve
bu ümmetin Mecusi’sidir. Allah iyi şeyleri emretmiş, insanlar da
irade üzere onu yapmaktadırlar ve uyarma açısından kötülüklerden
sakındırmıştır. Ona ne zorla isyan edilmektedir ve ne
de zor ve icbarla itaat edilmektedir. Yetkilerini kimseye havale de
etmemiştir. Gökleri, yeri ve ilginç ayetlerini boşuna
yaratmamıştır. “Bu küfredenlerin zannıdır,
ateşten dolayı kafirlere eyvahlar olsun!” Yaşlı adam
şöyle dedi: “O halde kendisi esasınca gittiğimiz ve
döndüğümüz kaza ve kader nedir?” İmam şöyle buyurdu: “O
Allah’ın emri ve hikmetinden ibarettir.” İmam daha sonra benim
için şu ayeti tilavet buyurdu: “Rabbin kendisinden başkasına
ibadet edilmemesini emretmiştir.”[743]
16371.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İtaati
emretmek, isyandan sakındırmak, güzel bir iş yapma ve
günahı terk etme gücüne sahip olmak, Allah’a yakın olmaya yardım
etmek, Allah’a itaat etmeyen kimseyi yardımsız bırakmak, korku,
ümit, teşvik ve korkutmak tümüyle Allah’ın amellerimiz ve fiillerimiz
hususundaki kaza ve kaderidir.”[744]
16372.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye (kaderi reddedenler) bu ümmetin
Mecusileridir.”[745]
16373.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye yetmiş Peygamber’in diliyle
lanetlenmiştir.”[746]
16374.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye mezhebinden olanlarla
oturmayınız ve onlarla tartışmayınız.”[747]
16375.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden iki grubun İslam’dan nasibi
yoktur: Mürcie ve Kaderiye.”[748]
16376.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gecenin
geceye ve gündüzün gündüze benzerliği, Mürcie’nin Yahudi’ye ve
Kaderiye’nin Hıristiyan’a benzerliğinden daha fazla değildir.”[749]
Bu iki fırkayı kınama hususunda bir
çok rivayetler nakledilmiştir. (bak. Kenz’ul Ummal, c. S. 118-140; Bihar,
c. 5, s. 2, 1. bölüm)
1/118-140, el-Bihar, 5/2, 1. Bölüm
16377.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye şöyle diyenlerdir: “İyilik ve
kötülük bizim elimizdedir.” Onlara benim şefaatimden bir nasip yoktur. Ne
ben onlardanım ve ne de onlar benden.”[750]
16378.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden iki grubun İslam’dan nasibi
yoktur: Mürcie ve Kaderiye.” Kendisine şöyle arzedildi: “Mürcie
kimlerdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “İman, amelsiz bir sözden
ibarettir” diyenlerdir.” Kendisine şöyle arzedildi: “Kaderiye kimlerdir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Şer ve kötülük Allah’ın taktiri ile
değildir” diyenlerdir.”[751]
16379.
İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zavallı
Kaderiyeciler! Aziz ve celil olan Allah’ı adaletle nitelendirmek
isteyince, kudret ve saltanatını aldılar.”[752]
bak. el-İman, 263. Bölüm
Kur’an:
“Doğrusu, biz, Kur’an’ı kadir
gecesinde indirmişizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?
Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh
(Cebrail) o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece,
tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”[753]
“Biz onu, kutlu bir gecede indirdik.
Doğrusu biz, insanları uyarmaktayız.”[754]
16380.
İmam Bakır (a.s), kendisine, “Şüphesiz biz onu mübarek bir gecede
indirdik” ayetini
soran Umran’a şöyle buyurmuştur: “Evet, maksat kadir gecesidir. O gece her
yıl Ramazan ayının son on günündedir. Kur’an sadece kadir
gecesinde nazil olmuştur. Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “O gece her iş hikmet esasınca karara
bağlanır.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Kadir
gecesinde, o yıl gelecek yılın kadir gecesine kadar tahakkuk
edecek olan her şey, hayır ve şer, itaat ve isyan, birinin
doğumu, birinin ölümü veya rızık taktir edilir. O gece taktir
edilen her şey kesindir. Elbette Allah’ın meşiyet ve iradesi ona
müdahalede bulunur.” Ben (Humman) şöyle arzettim: “Kadir gecesi bin
aydan daha hayırlıdır” maksat kadir gecesinin neyidir?
İmam şöyle bu yurdu: “Bu gece yapılan namaz, zekat ve diğer
benzeri hayır işler, kadir gecesinin olmadığı
işlerden bin ay daha üstün ve iyidir. Eğer Allah müminlerin
iyiliklerini kat kat etmeseydi, onlar, (sevap ve faziletin kemaline)
ulaşamazlardı. Ama aziz ve celil olan Allah onların iyiliklerini
kat kat kılar.”[755]
16381. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayının son on günü
geldiğinde Allah Resulü, amel etmeye koyulur, kadınlardan
uzaklaşır, geceleri uyumaz ve kendisini ibadete vakfederdi.”[756]
bak. Vesail’uş Şia, 7/256, 31. Bölüm
ve s. 258, 32. Bölüm
432. Konu
el-Kudret
Kudret
16382.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kudret zekilik
ve ihtiyatı unutturur.”[757]
16383.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zulüm ve
saldırı kudreti ortadan kaldırır.”[758]
16384.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kudret
beğenilmiş ve kınanmış hasletleri ortaya
çıkarır.”[759]
16385.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zayıf ve
köleye musallat olmak, kudretin gereğidir.”[760]
16386.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kudretin afeti,
ihsanı esirgemektir.”[761]
16387.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kudret
azaldığı zaman, özür ve bahaneye sarılmak
çoğalır.”[762]
16388.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kudret
çoğaldığı zaman, (kudrete) rağbet azalır.”[763]
16389.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşmanına
gücün yettiği taktirde onu affetmeyi kendisine üstün gelmenin şükrü
karar kıl.”[764]
16390.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kudrete
ulaştığında bağışla, öfkelendiğin zaman
sabırlı ol.”[765]
427. Konu
el-Kazf
İftira
F Bihar,
79/103, 83. bölüm; el-Kezf ve’l-Beza’
F Bihar,
79/117, 85. bölüm; Hadd’ul Kezf
F Kenz’ul
Ummal, 5/387, Hadd’ul Kezf
F Vesail’uş-Şia,
18/430; Ebvab’ul Had’il-Kezf
bak. .
F 215. konu,
es-Sıbb; 407. konu, el-Fuhş; 474. konu, el-Le’n
Kur’an:
“(Peygamberin eşi hakkında) o
yalanı uyduranlar içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için kötü
sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her
birine kazandığı günah karşılığı ceza
vardır; içlerinden elebaşılık yapana ise büyük azâb
vardır.”[766]
“İffetli kadınlara zina isnat edip de,
sonra dört şahit getiremeyenlere seksen kırbaç vurun; ebediyen
onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan
çıkmış kimselerdir.”[767]
16391.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
evli kadınlara iftirada bulunmayı haram
kılmıştır. Zira bu iş soyların ortadan
kalkmasına, çocuğun inkar edilmesine, mirasların yok
olmasına, eğitim ve öğretimin terk edilmesine,
tanımaların ortadan kalkmasına ve insanların helak
olmasına sebep olan diğer kötülüklerin meydana gelmesine sebep
olmaktadır.”[768]
16392.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“(Allah’a
şirk koşmak) büyük günahlardandır… ve iffetli mümin
kadınlara zina iftirasında bulunmakta.”[769]
16393.
İmam Sadık (a.s), ashabından
birine şöyle buyurmuştur: “Alacaklı olduğun kimseye ne yaptın?” O şöyle
arzetti: “O veled-i zina!” İmam ona sert bir şekilde bakınca o
şöyle arzetti: “Fedan olayım, o Mecusidir ve kendi
bacısıyla evlenmiştir.” İmam şöyle buyurdu: “Bu
iş onların inancında evlilik sayılmıyor mu?”[770]
16394.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birisi
başka birisine: “Ey altı yırtılmış” veya “Ey
arkasından yapılmış kimse” derse ona iftirada bulunan
kimsenin haddini (seksen kırbaç) uygulamak gerekir.”[771]
16395.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadın
veya erkek, her bulüğa eren kimse, küçük veya büyük, kadın veya
erkek, Müslüman veya kafir, hür veya köle birine iftirada bulunursa, ona iftira
haddi (seksen kırbaç) uygulanır. Eğer baliğ olmazsa, te’dib
haddi uygulanır. (Yani ta’zirle, hakimin uygun gördüğü miktarda
cezalandırılır.)”[772]
16396.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “birine
zina zade diyen kimsenin hükmü nedir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Eğer
annesi hayatta olur ve hazır bulunursa ve gidip kadıya şikayet
eder de hakkının alınmasını isterse, o şahıs
seksen kırbaç yer. Eğer gaip olursa gelinceye kadar bekler ve
hakkını talep eder. Eğer ölmüş ise ve onda iyilikten (ve iffetten)
başka bir şey görülmemişse, iftirada bulunan kimseye seksen
kırbaç vurulur.”[773]
16397.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “Zorla
tecavüz edilmiş bir kadının çocuğuna zinazade diyen
kimsenin hükmü nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Seksen kırbaç yemelidir ve bu
dediğinden dolayı aziz ve celil olan Allah’ın dergahına
tövbe etmelidir.”[774]
16398.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evli (ve iffetli) kadına iftirada bulunmak
yüz yıllık ibadeti boşa çıkarır.”[775]
16399.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir şahıs, başka
birine “Ey Yahudi” derse yirmi kırbaç vurunuz. Eğer, “Ey Muhennes”
(kadın sıfatlı) derse ona da yirmi kırbaç vurunuz.”[776]
16400.
İmam Bakır (a.s), eşine zina
iftirasında bulunan kimsenin hükmü sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kırbaç yer.” Ben (ravi) şöyle
arzettim: “Eğer kadın onu bağışlarsa ne olur?”
İmam şöyle buyurdu: “Hayır, kırbaç yemesi gerekir.”[777]
16401.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kötü bir
kadına, “Kim seninle zina etti?” diye sorduğunda, o, “Falan kimse”
derse ona iki had uygulamak gerekir. Biri yaptığı fısk
sebebiyle, diğeri de Müslüman birine attığı iftira
sebebiyle”[778]
16402.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Namus
iftirasında bulunan kimseye seksen kırbaç vurmak gerekir. Ondan sonra
da asla şehadeti kabul edilmez, meğer ki tövbe etsin veya kendi
sözünü yalanlamış olsun.”[779]
16403.
İmam Sadık (a.s), bir topluluğa
iftirada bulunan kimsenin hükmünü soran Cemil b. Derrac’a şöyle
buyurmuştur: “Eğer
o topluluk birlikte onu hakimin yanına götürürlerse, kendisine bir defa
had uygulanır. Eğer tek tek götürürlerse, her biri
sayısınca ona had uygulanır.”[780]
16404.
İmam Sadık (a.s), birbirine iftira
eden iki şahsın hükmünü soran Abdullah b. Sinan’a şöyle
buyurmuştur: “Onlara
had uygulanmaz, ama cezalandırılırlar.”[781]
16405.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer
bir şahıs, diğer bir şahsa, “Sen
aşağılıksın, sen domuzsun” derse had uygulanmaz. Ama
ona nasihat etmek ve biraz cezalandırmak gerekir.”[782]
16406.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin
Emiri başka birisine, “Ey babası deli kimse!” diyen ve o
şahsın da kendisine, “Senin baban delidir” diye cevap verdiği
kimse hakkında şöyle hüküm verdi: Birincisine diğerine yirmi
kırbaç vurmasını emretti ve ona şöyle buyurdu: “Bil ki onun
da sana yirmi kırbaç vurma hakkı vardır.” Birincisi
kırbacı vurunca, imam kırbacı, kırbaç yiyen kimsenin
eline verdi. O da diğerine yirmi kırbaç vurdu. İmam’ın
ikisine tattırdığı ceza, işte buydu.”[783]
16407.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin
Emiri (a.s) hicveden (yeren, elay eden) kimseye de tazir hükmünü vermiştir
(bir şekilde cezalandırmıştır.)”[784]
434. Konu
el-Kur’an
Kur’an
F Bihar, 92/1,
1. bölüm; Fazl’ul Kur’an ve İ’cazuh
F Kenz’ul
Ummal, 1/510, 2/3-61, 284-610; fi Tilavet’il-Kur’an ve fezailuh
F Bihar,
92/40, 7. bölüm; fi keyfiyyet’il-cem’ul Kur’an
F Vesail’uş-Şia,
4/823, Ebvab-u Kıraet’il-Kur’an
bak. .
F 106. konu,
et-Tahrif; el-Mu’cize, 2536. bölüm; ed-Din, 1318. bölüm; eş-Şek,
2091. bölüm; el-Batıl, 362. bölüm; el-Emsal, 3616, 3617. bölümler;
el-Hidayet, 4005. bölüm
Kur’an:
“And olsun ki, sana daima tekrarlanan yedi ayetli
Fatiha’yı ve Kur’an’ı Azim’i verdik.” [785]
“Kur’an’ı, öğüt olsun diye
kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?”[786]
16408.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Anlayışlı dinleyici veya
konuşan alim dışında hiç kimse için hayatta hayır
yoktur. Ey insanlar! Sizler huzur ve barış zamanında
yaşıyorsunuz. Sizleri hızla götürmekteler. Şahit
olduğunuz gibi gece ve gündüz her yeniyi eskitmekte, her uzağı
yakınlaştırmakta, her vaat edileni gerçekleştirmektedir. O
halde önünüzde duran uzak ve uzun yarışma meydanı için çaba göstermeye
hazırlanın.”
Mikdat şöyle arzetti: Ey Allah’ın Resulü! Barış ve
huzur ne demektir?” peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “(dünya) imtihan ve
kopma yeridir. O halde işler karanlık gece parçaları gibi
sizlere karmaşık ve belirsiz hale gelirse Kur’an’a yöneliniz.
Şüphesiz Kur’an şefaati kabul edilmiş bir şefaatçi ve
şikayeti kabul edilen bir şikayetçidir. Her kim onu önünde tutarsa
Kur’an onu cennete çeker. Her kim de Kur’an’ı arkasına atarsa Kur’an
onu cehenneme sürükler. Kur’an en iyi yola hidayet edicidir, (hak ve
batılı ayırt edicidir) ve şaka değildir.
Kur’an’ın hem zahiri vardır hem de batını. Zahiri; hüküm ve
emirlerdir. Batını ise derin bir ilimdir. Denizinin ilginçlikleri
sayısızdır. Alimler asla ondan doymaz. Kur’an Allah’ın
sağlam bir ipidir. Kur’an dosdoğru bir yoldur. Hidayet
ışıkları, hikmet meşaleleri Kur’an’dadır ve
Kur’an hüccet ve bürhana kılavuzluk eder.”[787]
16409.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Sizler huzur ve barış
ortamında yaşamaktasınız. Yolculuk bineğine
binmişsiniz ve sizi hızla ileri doğru götürmektedir. Gece ve
gündüzün, güneşin ve ayın her yeni şeyi eskittiğine, her
uzağı yakınlaştırdığına, her
vadolunanı ve tehdit edileni gerçekleştirdiğine sizler de
şahitsiniz. O halde bu uzun ve uzak yolu katetmek için azık hazırlayın.
Miktat bin Esved Kindi (r.a) ayağa kalkarak
şöyle arzetti: Ey Allah’ın Resulü! Ne
yapacağımızı buyurunuz. Peygamber şöyle buyurdu: “Dünya bela, imtihan, sonra kopma ve yok olma
diyarıdır. O halde işler karanlık gece parçaları gibi
sizlere karanlık ve şüpheli ıolduğunda Kur’an’a yöneliniz.
Zira Kur’an şefaati kabul edilmiş bir şefaatçi ve şikayeti
makbul olan bir şikayetçidir. Her kim Kur’an’ı önünde tutarsa onu
cennete çeker ve her kim de Kur’an’ı arkasına atarsa onu cehenneme
sürükler. Kur’an doğru yolu gösteren bir kılavuzdur. Kur’an
detaylı açıklama,
aydınlatma ve (hakikatleri) tahsil etme kitabıdır. Hak ve
batılı ayırt edicidir. Şaka değildir. Hem zahiri
vardır hem de batını. Zahiri Allah’ın hükmü ve emridir.
Batını ise Allah-u Tealanın ilmidir. O halde zahiri muhkem ve
sağlamdır, batınının ise bir takım
sınırları vardır. Sınırlarının da bir
takım sınırları vardır. İlginçlikleri
sayısızdır. Acayipliği ve garipliği eskimez ve bitmez.
Hidayet ışıkları ve hikmet meşaleleri
Kur’an’dadır. İnsafı olan kimse için marifet ve tanımaya
sevkeden bir kılavuzdur. O halde insan dikkatle bakmalı ve
insafını göz önünde bulundurmalıdır ki helak olmaktan
kurtulsun, darlıktan dışarı çıksın. Zira ki düşünmek,
basiret sahibi kimsenin kalbinin hayat sebebidir. İnsanın
ışık sayesinde karanlıklarda yol alması, güzel
kurtulması ve (şüphelerde ve karanlıklarda) az beklemesi gibi.”[788]
16410.
Haris A’ver şöyle diyor: “Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (a.s)
huzuruna vardım ve şöyle arzettim: “Ey Müminlerin Emiri! Biz senin
huzurundayken, dinimizi sağlamlaştıracak bir takım sözler
işitiyoruz. Ama senin huzurundan ayrılınca ne olduğunu
bilmediğimiz, karanlık bir takım konular işitmekteyiz.
(şüphe uyandırıcı bir takım sözler işitmekteyiz.)
İmam şöyle buyurdu: “Bu sözleri söylüyorlar mı?” Ben, “Evet!”
diye arzettim. İmam şöyle buyurdu: “Allah Resulü’nden (s.a.a)
şöyle buyurduğunu işittim: “Cebrail benim yanıma geldi ve
bana şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Çok geçmeden ümmetin arasında bir
takım fitneler ortaya çıkacaktır.” Ben şöyle dedim: “Bundan
kurtuluş yolu nedir?” Cebrail şöyle buyurdu: “İçinde, sizden
öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri ve aranızdaki şeylerin
hükümleri beyan edilen Allah’ın kitabıdır.”[789]
16411.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Çok geçmeden
ümmetin fitneye düşecek” denildiğinde ve “Bundan kurtuluş yolu
nedir?” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “Allah’ın değerli kitabıdır.
Bu kitaba, batıl ne önden ve ne arkadan yaklaşabilir. Övülmüş
hikmet sahibi biri tarafından nazil olmuştur. Herkim ilmi Kur’an
dışında bir yerde ararsa, Allah onu saptırır.”[790]
16412.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah, Kur’an’ı alimlerin
susuzluğunu giderici, anlayış, kavrayış sahibi
kalplere bahar ve salihler için bir yol kıldı ve kullanana bir daha
hastalık bulaşmayan bir ilaç ve beraberinde karanlığın
barınamayacağı bir nur.”[791]
16413.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu Kur’an’ın; öğüdünün aldatmayan,
saptırmayıp doğru yolu gösteren, sözünde yalan olmayan bir
nasihatçı olduğunu bilin. Kur’an’la oturup kalkan kimse bir artma ve bir
de eksilme ile kalkar: Hidayetinde artma ve körlüğünde eksilme olur.”[792]
16414.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan Allah hiç kimseye Kur’an’ın benzeri bir şeyle
öğüt vermemiştir. Çünkü O, Allah’ın sağlam ipi ve emin sebebidir.
Gönüllerin baharı, ilmin kaynakları ondadır. Kalp için ondan
başka cila yoktur.”[793]
16415.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an emreden ve sakındıran, sessiz ve konuşandır.
Allah’ın mahlukata hüccetidir. Allah insanlardan Kur’an’la misak
almış, misaklarına karşı onların nefislerini
rehin tutmuştur.”[794]
16416.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En iyi zikir
Kur’an’dır. Göğüsler Kur’an ile genişler ve batınlar Kur’an
ile aydınlanır.”[795]
16417.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah,
kudretini göstererek onlar görmeksizin kitabında tecelli etti; onları
kahrıyla korkuttu.”[796]
16418.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer
alemin doğu ve batısındaki bütün insanlar ölseler Kur’an
yanımda olduktan sonra, asla yalnızlık ve dehşete
kapılmam.”[797]
16419.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekleri
Kur’an yoluyla tanımayan kimse, fitnelerden uzak kalamaz.”[798]
16420.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an, iki
hidayetin en üstünüdür.”[799]
16421.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah için,
Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmede başkası sizden önde
olmasın.”[800]
16422.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim sözüm, Allah’ın sözünü neshetmez,
ama Allah’ın sözü, benim sözümü nesheder ve Allah’ın sözünden
bazısı, diğer bazısını nesheder.”[801]
16423.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Siz,
Allah’ın kitabıyla gerçekleri görüyor, hakikatleri söylüyor ve
hakkı işitiyorsunuz. Kur’an’ın ayetlerinden bazıları
diğerlerini destekler ve bir birbirlerine şahitlik eder. Onda Allah
hakkında çelişki yoktur, dostunu da Allah’a muhalefet ettirmez.”[802]
16424.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın bir bölümü, diğer bir
bölümünü tasdik eder. O halde sizler bazısını diğer
bazısı sebebiyle yalanlamayınız. (“Bu ayet falan ayetle
uyuşmuyor” demeyeniz)”[803]
Kur’an:
“Kur’an’dan önce, Mûsa’nın Kitab’ı, (Tevrat),
bir rahmet ve rehberdir. Bu Kur’an, zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara
müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri
doğrulayan bir Kitab’dır.”[804]
“Rabbinin katından bir belgesi ve onun
arkasından da bir şâhidi olanlar, önlerinde de Mûsa’nın
Kitab’ı önder ve rahmet olarak bulunanlardır ki, işte onlar
Kur’an’a iman ederler.”[805]
16425.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’dan ayrılmayınız.
Kur’an’ı imam ve önder edininiz.”[806]
16426.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Benden
sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda haktan daha gizli, batıldan
daha aşikar bir şey olmayacak… Kur’an ve ehli insanlar içindedir;
fakat, onlarla değil; insanlarla beraberdir, fakat, birlikte değil.
. . Çünkü bir araya gelseler bile dalalet hidayete uymaz. Bu halk
ayrılık üzere birleştiler ve birlikten ayrıldılar.
Sanki kitabın önderleri onlar da, kitap onların önderi
değildir. Onların yanında kitabın ancak adı
vardır; sadece yazısını tanırlar.”[807]
Kur’an:
“Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer
tekrar eden Kitab’ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.
Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri
ve hem de kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar ve yatışır.”[808]
16427.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En güzel söz Allah’ın kitabıdır,
en iyi hidayet Muhammed’in (s.a.a) hidayetidir. En kötü işler ise
bidatlardır.”[809]
16428.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En güzel
kıssa, en etkili öğüt, en faydalı hatırlatma, aziz ve celil
olan Allah’ın kitabıdır.”[810]
16429.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En doğru söz, en etkili öğüt, en
güzel kıssa Allah’ın kitabıdır.”[811]
16430.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah Tebarek ve
Teala’nın kitabını öğreniniz. Zira o sözlerin en güzeli, öğütlerin en
etkilisidir. Kur’an’ı derin anlayınız. Zira o kalplerin
baharıdır. Kur’an’ın nurundan şifa dileyiniz. Zira Kur’an
göğüslerdeki hastalıklara şifa verendir. Kur’an’ı güzel
tilavet ediniz. Zira ki Kur’an kıssaların (ibretli öykülerin) en
güzelidir.”[812]
16431.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sözlerin en doğrusu, öğütlerin en
etkilisi ve kıssaların en güzeli Allah’ın kitabıdır.”[813]
16432.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın diğer sözlere
üstünlüğü, Allah’ın diğer yaratıklarına üstünlüğü
gibidir.”[814]
16433.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı
güzel tilavet ediniz. Zira Kur’an kıssaların en
faydalısıdır. Kur’an’dan şifa talep ediniz. Zira Kur’an
göğüslerin şifasıdır.”[815]
16434.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an her ne kadar
tekrar edilse de ve kulakla işitilse de yine de eskimez.”[816]
16435.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “Kur’an
ne kadar çok okunsa ve konuşulsa da yeniliği ve tazeliği sürekli
artmaktadır. Bunun sırrı nedir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Çünkü
Allah Tebarek ve Teala onu belli bir zaman ve belli insanlar için karar
kılmamıştır. Bu yüzden her zaman, her topluluk için
kıyamet gününe kadar yeni ve tazedir.”[817]
16436.
İmam Rıza (a.s), Kur’an’ın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Kur’an Allah’ın sağlam ipi,
sağlam kulpu ve cennete çeken en üstün yoludur. Kur’an ateşten
kurtarır, zamanın geçmesiyle asla eskimez. Çeşitli diller onu
çökeltip yokluğa sürükleyemez. Zira Kur’an belli bir zaman için karar
kılınmamıştır. Aksine Kur’an her insan için burhan ve
hüccete bir kılavuz olarak taktir edilmiştir. Ne önden ve ne de
arkadan batıl ona yol bulamaz ve Kur’an, övülmüş hikmet sahibinin
nezdinden nazil olmuştur.”[818]
Kur’an:
“Kur’an’dan iman edenlere rahmet ve şifa
olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını
artırır.”[819]
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve
kalplerde olana şifa, iman edenlere doğruyu gösteren bir rehber ve
rahmet gelmiştir.”[820]
“Biz bu Kur’an’ı yabancı bir dil ile
ortaya koysaydık: “Ayetleri uzun açıklanmalı değil miydi?
Bir Araba yabancı bir dille söylenir mi?” derlerdi. De ki: “Bu, iman
edenlere doğruluk rehberi ve gönüllerine şifadır.”
İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır
ve onlara kapalıdır; sanki bunlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da
anlamıyorlar.”[821]
16437.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
o; küfür, nifak, azgınlık ve sapıklık gibi en büyük
dertlere devadır.”[822]
16438.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
bu Kur’an’da nur kandilleri ve göğüslerin şifası vardır. O
halde parlatıcı Kur’an nuruyla parlatmalı ve kalbini o
sıfata gem vurmalıdır. Zira (Kur’an’ın) telkini,
karanlıklarda ışığın yardımıyla yolu
kateden kimse gibi basiret sahibi şahsın kalbinin hayatıdır.”[823]
16439.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tutunulacak
sağlam bir ip, aydınlatıcı bir nur, şifalı bir
kaynak, olan Allah’ın kitabına sarılın… Onunla konuşan
doğru konuşur; onunla amel eden kazanır.”[824]
16440.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an ilaçtır.”[825]
bak. ed-Deva, 1290. bölüm
16441.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an bir servettir. Onsuz zengin olmak mümkün
değildir. Kur’an olduktan sonra fakirlik olmaz.”[826]
16442.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an bir servettir. O olduğu taktirde
fakirlik olmaz. O olmadığı taktirde de zenginlik olmaz.”[827]
16443.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
Kur’an’ı okursa o asla fakir olmayacak bir zengindir.”[828]
16444.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’a
uyduktan sonra yoksulluk, Kur’an’a uymadan önce de zenginlik
gelmeyeceğini bilin. O halde ondan dertlerinize şifa isteyin,
zorluklarınıza karşı yardım dileyin.”[829]
16445.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkime Kur’an verilir de buna rağmen
başkasına bundan daha üstün bir nimet verildiğini sanırsa,
şüphesiz küçük bir şeyi büyük saymış ve büyük bir şeyi
küçük görmüş olur.”[830]
bak. el-Gına, 3112. Bölüm
16446.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’da
sizden öncekilerin haberleri, sizden sonrakilerin haberleri ve aranızdaki
şeylerin hükümleri vardır.”[831]
16447.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Biliniz ki
geleceğin bilgisi, geçmişe ait haberler, derdinizin ilacı,
aranızdaki düzenin gerektirdiği her şey ondadır.”[832]
16448.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim öncekilerin ve sonrakilerin ilmini
isterse, Kur’an’ı araştırıp düşünmelidir.”[833]
16449.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizinle,
öncekilerle ve gelecektekilerle ilgili haberler ile gök ve yer haberleri
Kur’an’dadır. Eğer biri gelir de sizi ondan haberdar kılarsa,
şüphesiz bundan şaşkınlığa düşersiniz.”[834]
16450.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki
kişinin görüş farklılığına düştüğü her
konunun kökü, mutlaka aziz ve celil olan Allah’ın kitabında
mevcuttur. Ama insanların akılları buna erişememektedir.”[835]
bak. el-İmamet (3), 192. Bölüm
16451.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana
ölmeden önce, Kur’an’ı öğrenmesi veya öğrenme halinde ölmesi
yakışır.”[836]
16452.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an, Allah’ın ziyafet
sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince bu sofradan
yararlanın.”[837]
16453.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu Kur’an Allah’ın ziyafet
sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince Allah’ın
sofrasından öğreniniz.”[838]
16454.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an'ı
öğrenin, çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda
anlayışınızı derinleştirip
kavrayışınızı genişletin. Çünkü o gönüllerin
baharıdır. Nuruyla şifa bulun, zira o göğüslerin
şifasıdır. Onu en güzel okuyuşla okuyun. Çünkü o
kıssaların en faydalısıdır.”[839]
16455.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer mutlu insanların
hayatını, şehitlerin ölümünü, hasret gününde kurtuluşu,
yakıcı günde gölgeyi ve sapıklık gününde hidayeti
istiyorsanız, Kur’an’ı öğreniniz. Zira ki Kur’an rahman olan
Allah’ın sözüdür. Şeytandan bir korunma vesilesidir ve (ameller için
kurulan) terazinin ağırlığıdır.”[840]
16456.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Muaz! Eğer mutlu insanların
hayatını, şehitlerin ölümünü, haşr gününde kurtuluşu,
korku gününde güvenliği, karanlıklar gününde nuru, yakıcı günde
gölgelenmeyi, susuzluk gününde suya kanmayı, (amel terazisinin) hafiflik
gününde ağırlığı ve sapıklık gününde
hidayeti istiyorsan, o halde Kur’an’ı öğren. Zira Kur’an
Rahman’ı hatırlamak, şeytandan korunmak ve (ameller) terazisinin
ağırlığıdır.”[841]
16457.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizin en iyileriniz, Kur’an’ı öğrenen
ve öğreteninizdir.”[842]
16458.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizin en iyiniz, Kur’an’ı öğrenen
ve öğretendir.”[843]
16459.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız
Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”[844]
16460.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şiilerimizden
ve dostlarımızdan herkim ölür ve Kur’an’ı iyi bilmezse, kabirde
Allah o sebeple makamını yüceltsin diye kendisine Kur’an
öğretilir. Zira cennet dereceleri, Kur’an ayetleri sayısıncadır.
O halde Kur’an okuyan kimseye şöyle denir: “Oku ve yücel.”[845]
16461.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilen kimseye şöyle denir:
“Oku ve yücel ve dünyada tertil ile okuduğun gibi burada da tertil ile
oku. Zira senin makamın okuduğun son ayettedir.”[846]
16462.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilen kimse cennete girince ona
şöyle derler: “Oku ve yüksel.” O okur ve her ayetle birlikte bir makama
yükselir. Böylece Kur’an’dan bildiği son ayete dek okur.”[847]
16463.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı öğrenmek ve çok okumaktan
ayrılmayın.”[848]
16464.
İmam Ali (a.s), camide Kur’an okuyan
ashabının sesini işitince şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu onlara! Onlar, Allah Resulü’ne en
sevimliler idiler.”[849]
bak. el-Bihar, 92/185, 20. Bölüm
16465.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim birine Kur’an öğretirse onun
mevlasıdır. O şahıs onu yalnız ve yardımsız
bırakmamalı ve kendisini ona tercih etmemelidir.”[850]
16466.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’ın kitabından bir ayeti
bir kula öğretirse, onun mevlasıdır. Dolayısıyla o
kulun onu yalnız ve yardımcısız bırakması ve
kendisini ona tercih etmesi doğru değildir. Eğer böyle yaparsa
İslam’ın halkalarından bir halkayı parçalamış
olur.”[851]
16467.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir grup Allah’ın evlerinden
birinde, Allah’ın kitabını okumak ve müzakere etmek için
toplandığında, onlara huzur inmiş, onları rahmet
kaplamış, melekler onları aralarına almış ve
Allah yanındaki kimselerle onları anmıştır.”[852]
16468.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kim Kur’an’ı öğrenir
ve başkalarına öğretirse veya Kur’an’daki şeylerle amel
ederse ben onu cennete doğru sevkederim ve cennete doğru hidayette
bulunurum.”[853]
16469.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim çocuğuna Kur’an’ı
öğretirse Allah onun boynuna kıyamet günü gören ilk ve son herkesin
şaşkınlığa düşeceği bir kolye asar.”[854]
16470.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Evladın
baba üzerindeki hakkı ise ona güzel isim vermesi, onu güzel terbiye etmesi
ve ona Kur'an'ı öğretmesidir.”[855]
16471.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bulüğa ermeden önce Kur’an okursa,
çocuklukta ona hikmet verilmiş olur.”[856]
16472.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkime Allah kitabını ezberleme
nimeti verdiği halde o kimse başkasına bu nimetten başka
bir nimet verildiğini sanırsa, şüphesiz en büyük nimeti küçük
görmüş ve nankörlüğe düşmüş olur.”[857]
16473.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu asılı Kur’an’lar sizleri
kandırmasın. Allah-u Teala Kur’an’ın yeri olan bir kalbe asla
azap etmez.”[858]
16474.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkimin içinde Kur’an’dan bir şey
olmazsa, şüphesiz yıkık bir evdir.”[859]
16475.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ı
ezberleyen kimse, Kur’an ile amel ederse yüce, iyi, ve mesaj getiren elçilerle
(meleklerle) birliktedir.”[860]
16476.
Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana öyle
bir dua öğreteyim ki, asla Kur’an’ı unutmayasın. Şöyle de:
“Allah’ım! Bana rahmet et ki hayatta olduğum müddetçe asla sana
itaatsizlik etmeyeyim, bana öyle bir rahmet et ki, faydasız şeyler
hususunda zahmete düşmeyeyim ve bana seni hoşnut eden şeylerde
güzel düşünmeyi nasip et. Bana kitabını öğrettiğin
gibi hıfzetmeyi kalbim ile birlikte kıl. Bana seni hoşnut edecek
şekilde onu tilavet etmeyi nasip eyle. Allah’ım! Kitabın
vesilesiyle basiretimi aydınlat, göğsümü geniş tut, dilimi
konuştur, bedenimi Kur’an yolunda çalıştır. Bu konuda
Kur’an’la bana güç ver ve Kur’an hakkında bana yardımcı ol. Bu
konuda senden başka kimse yardım edemez. Şüphesiz senden
başka ilah yoktur.”[861]
16477.
Resulullah (s.a.a), bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Ey
Allah’ım! Bana öyle bir rahmet et ki hayatta olduğum müddetçe sana
asla isyan etmeyeyim, seni hoşnut eden şeylerde iyi düşünmeyi
bana nasip et, bana öğrettiğin gibi kitabını
hıfzetmeyi kalbimle birlikte kıl ve seni benden hoşnut
kılacak bir şekilde Kur’an’ı tilavet etmemi nasip et.
Allah’ım! Basiret gözümü kitabınla aydınlat, Kur’an vesilesiyle
göğsümü geniş tut. Kalbimi Kur’an ile sevindir, dilimi Kur’an ile
konuştur, bedenimi Kur’an yolunda çalıştır. Bu konuda bana
güç ver. Zira senin vesilen dışında hiçbir güç ve kudret
imkanı yoktur.”[862]
bak. el-Emsal, 3617. Bölüm; Kenz’ul Ummal,
8/411, Kenz’ul Ummal, 2/58, et-Targib ve’t Terhib, 2/360,
16478.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu Kur’an’ı koruyunuz. Zira Kur’an
ürkektir. Bu yüzden devenin diz bağından kopup kurtulmasından
daha hızlı bir şekilde Kur’an insanların göğsünden
çıkıp kaçar. Dolayısıyla sizden hiç kimse, “Falan ayeti
unuttum” demesin. Aksine kendisine unutturulmuştur.”[863]
16479.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisinin “Falan ayeti unuttum” demesi
doğru değildir. Aksine ona unutturulmuştur. Kur’an’ı
hatırlayınız. Zira canım elinde olana andolsun ki Kur’an
devenin dizbağından kurtulup kaçmasından daha çabuk bir
şekilde insanların kalbinden kaçıp gider.”[864]
16480.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı ezberleyen kimsenin kendi
zihninde Kur’an’ı korumak için gece ve gündüz okuduğu zamanda ki
Kur’an’ın misali bir devesi olan insanın misalidir ki,
dizbağını bağladığı taktirde devesini tutar
ve diz bağını çözdüğü taktirde ise devesinin kaçar. Kur’an
işte böyledir.”[865]
16481.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
Kur’an surelerinden bir sureyi unutursa, o sure, (cennette) güzel bir yüz ve
yüce bir derece şeklinde karşısında tecelli eder ve onu
görünce şöyle der: “Sen kimsin? Ne kadar da güzelsin?! Keşke benim
olsaydın.” O şöyle cevap verir: “Beni tanımıyor musun? Ben
falan sureyim. Eğer beni unutmasaydın, seni bu mekana yüceltirdim.”[866]
bak. Vesail’uş Şia, 4/845, 12. Bölüm;
Kenz’ul Ummal, 1/615; el-Kafi, 2/576. Bölüm
16482.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmetince kuşatılan ve
aziz ve celil olan Allah’ın nuruyla örtülen kimseler, bu Kur’an’ı
bilenlerdir.”[867]
16483.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilenler, kıyamet günü
cennet ehlinin arifleridir.”[868]
16484.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı
bilen kimseler, cennet ehlinin arifleridirler, Allah yolunda cihat edenler,
cennet ehlinin önderleri ve Peygamberler cennet ehlinin efendileridirler.”[869]
16485.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin büyükleri Kur’an’ı bilenler ve
geceyi ibadetle geçirenlerdir.”[870]
16486.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı
okuyunuz ve onu ezberleyiniz. Zira Allah-u Teala Kur’an olan kalbe azap etmez.”[871]
16487.
Resulullah (s.a.a), Uhud savaşı
şehitleri toprağa verilince şöyle buyurmuştur: “Onlardan hangisinin Kur’an’ı daha çok bir
araya getirdiğine bakınız ve onu kabirnde
arkadaşının önüne geçiriniz.”[872]
16488.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı toplarsa, Allah ölünceye
kadar onu aklından faydalandırır.”[873]
16489.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an ehli, Allah’ın ehlidir ve
Allah’ın dergahının özel misafirleridir.”[874]
16490.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilenler İslam’ın
bayraktarlarıdırlar. Herkim Kur’an’ı yüce kılarsa,
şüphesiz Allah da onu yüce kılar. Herkim de onu hor kılarsa,
aziz ve celil olan Allah’ın laneti ona olsun.”[875]
16491.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilenler, Allah’ın
kelamının öğreticileri ve Allah’ın nuruna bürünmüş
kimselerdir. Herkim onlarla dostluk ederse, şüphesiz Allah ile dostluk
etmiştir. Herkim de onlara karşı düşmanlık ederse
şüphesiz Allah’a karşı düşmanlık etmiştir.”[876]
16492.
Resulullah (s.a.a) Yemen’e bir heyet gönderdi.
Onlar arasından yaşı en az olan birini de
başkanlığa seçti. Birkaç gün geçti ve o heyet daha yola
koyulmadı. Bir şahıs Peygamber’e şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! Yaşı herkesten küçük olan o şahsı mı bizlere
reis seçtin?” Peygamber (bu işin illetini beyan ederek) onun Kur’an okuyan
birisi olduğunu hatırlattı.” [877]
bak. el-Bihar, 92/177, 19. Bölüm; Kenz’ul Ummal,
1/523. Bölüm
16493.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah karşısında gizli ve
açık huşu göstermeye insanlardan en layık olan kimse
Kur’an’ı bilen kimsedir. Gizli ve açık namaz kılmaya, oruç
tutmaya insanlardan en müstahak olan kimse Kur’an’ı bilen kimsedir.”[878]
16494.
Resulullah (s.a.a), bir gün insanların
içine girerek yüksek sesle şöyle buyurmuştur: “Ey Kur’an’ı bilenler! Boş
şeylerle uğraşanların, güldüğü bir zamanda sen göz
yaşlarıyla gözüne sürme çek. Uyuyanlar gece uyuduğu zaman, sen
(ibadet için) kalk, yiyenler yediği zaman sen oruç tut. Sana zulmeden
kimseyi bağışla. Sana kin duyan kimseye kin duyma. Sana
karşı cahilce davranan kimseye cahilce davranma.”[879]
bak. el-İlm, 2886. Bölüm; el-Akl, 2809.
Bölüm
16495.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisine karşı hiddetlenen kimseye
hiddetlenmek, Kur’an sahibi bir kimseye yakışmaz ve içinde
Allah’ın kelamı olan kimseye, kendisine cahilce davranan kimseye
cahilce davranması asla yakışmaz.”[880]
16496.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an bilen kimseye
başkalarının beyinsizce davranışları
karşısında beyinsizce davranması, kendisine hiddetlenen
birisine hiddetlenmesi, kendisine saldırgan davranan birisine
saldırgan davranması yakışmaz. Kur’an’ı bilen kimse,
Kur’an’ın bereketiyle affeder ve bağışlar.”[881]
bak. el-Akl, 2810. Bölüm
Kur’an:
“Allah’ın Kitab’ını okuyanlar,
namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli
ve açık infak edenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler.”[882]
16497.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi rabbiyle konuşmak isterse
Kur’an okusun.”[883]
16498.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu kalpler de aynı demir gibi pas tutar.”
Oradakiler, “Ya Resulullah! Onun cilası nedir?” diye sorduklarında
ise şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumaktır.”[884]
16499.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İmanın
aşılanması Kur’an’ı tilavet etmekledir.”[885]
16500.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim Kur’an
tilavet etmekle ünsiyet edinirse, kardeşlerin ayrılması onu
yalnızlık duygusuna kaptırmaz.”[886]
16501.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumaktan ayrılma. Zira Kur’an
okumak günahlara kefaret, ateş karşısında bir perde ve
azaptan güvenlikte olma sebebidir.”[887]
16502.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kari (Kur’an okuyan kimse) Kur’an okuyunca
(harekelerle ilgili) bir yanlışlığa düşerse veya
Kur’an okuyan kimse Arap değilse melek onun için nazil olduğu
şekilde yazar.”[888]
16503.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Kur’an
okumaktan gaflet etme. Zira Kur’an kalbi diriltir, kötülükten, zulümden ve
günahtan alıkoyar.”[889]
16504.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okuyan kimsenin şüphesiz iki
yanından Peygamberlik yükselir, sadece ona vahyolmaz.”[890]
16505.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okuyan kimsenin adeta iki yanından
Peygamberlik yükselmiş gibidir. Sadece ona vahyedilmez.”[891]
16506.
İmam Ali (a.s), Kur’an’ı hatrmettikten
sonra şu duayı okumuştur: “Allah’ım! Göğsümü Kur’anla
genişlet, bedenimi Kur’an hükümleriyle amel ettir, gözlerimi Kur’an ile
aydınlat, dilimi Kur’an ile konuştur, hayatta olduğum müddetçe,
Kur’an ile amel etme hususunda bana yardım et. Şüphesiz senin vesilen
dışında bir güç ve kudret yoktur.”[892]
bak. Kenz’ul Ummal, 2/349. Bölüm; el-Bihar,
92/369, 126. Bölüm
16507.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Güzel ses Kur’an’ın süsüdür.”[893]
16508.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Her şeyin bir süsü vardır.
Kur’an’ın süsü de güzel sestir.”[894]
16509.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı güzel seslerinizle süsleyin.”[895]
16510.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Kur’an’ı
herkesten daha güzel okuyan kimdir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Kur’an
okumasını işittiğinde kendisinde Allah’ın korkusunu ve
haşyetini gördüğün kimsedir.”[896]
16511.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumada insanların ses
açısından en güzel olanı, Kur’an okuduğunu
işittiğinde, Allah’tan korktuğunu hissettiğin kimsedir.”[897]
16512.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı güzel sesle okuyunuz. Zira güzel
ses, Kur’an’ın güzelliğini artırır.”[898]
16513.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali b.
Hüseyin (a.s) Kur’an’ı bütün insanlardan daha güzel sesle okurdu. Öyle ki
sucular evinin kapısının önünden geçtiğinde duruyor ve onun
Kur’an okumasını dinliyorlardı. İmam Bakır (a.s) da
ses açısından insanların en güzeliydi.”[899]
16514.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve
celil olan Allah her Peygamberi güzel bir sesle göndermiştir.”[900]
Kur’an:
“Kendilerine
verdiğimiz Kitab’ı gereğince okuyanlar var ya, işte ona
ancak onlar iman ederler. Ona küfredenler ise kaybedenlerdir.” [901]
16515.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cahil
yaşayanları ve sapık yol üzere ölenleri Allah’a şikayet
ederim. Hakkıyla okunduğu ve değiştirilmediği halde
onlar nezdinde Allah’ın kitabından daha değersiz bir
meta/şey yoktur. Ama değiştirilir/tahrif edilirse onlar
nezdinde Allah’ın kitabından daha değerli bir şey olamaz.”[902]
16516.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Benden
sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda haktan daha gizli, batıldan
daha aşikar bir şey olmayacak… O zaman halka hakkıyla
okunduğunda Kur’an’dan daha rağbetsiz ve tahrif edildiğinde ise
ondan daha rağbetli şey olmayacaktır. Ülkelerde maruftan daha
münker ve münkerden daha maruf şey olmayacaktır. Kur’an’ı
yüklenenler onu atmış ve hıfzedenler onu unutmuş
olacaktır. O günde Kur’an ve ehli kovulmuş iki sürgün, olacak… bundan
önce de salihlerle her türlü zulmü reva görenler onlardı.”[903]
16517.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Kendilerine
verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Ayetlerini
açık ve sayılır bir şekilde okurlar, anlamını
anlamaya çalışırlar, hükümleriyle amel ederler, vaadlerinden
ümitvar olurlar, azabından korkarlar, kıssalarından ders
alırlar, örneklerinden öğüt alırlar, emirlerini yerine
getirirler, yasaklarından uzak dururlar. Allah’a yemin olsun ki
Kur’an’ı hakkıyla tilavet edilmesi, ayetlerini ezberlemek, kelime ve
harflerini birbiri ardınca okumak, bir sureyi tilavet etmek,
haşiyelerini mütalaa etmek anlamında değildir. Onlar harflerini
ve kelimelerini ezberlediler ama anlamlarını zayi ettiler.
Şüphesiz bu Kur’an’ın hakkıyla tilavet etmek, ayetleri üzerinde
düşünmek ve tedebbür de bulunmak anlamındadır. Nitekim Allah-u
Teala da şöyle buyurmuştur: “Ayetleri hakkında
düşünsünler diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”[904]
16518.
Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın “Hakkıyla tilavet ederler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Yani
hakkıyla tabi olurlar.”[905]
16519.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), Kur’an’ı
hatmettiği zaman şöyle dua etmiştir: “Ey Allah’ım! Kur’an tilavetinde bizlere
yardım ettin, ifadesinin ve beyanının güzelliği sebebiyle,
dilimizin kabalığını ve sertliğini yumuşak ve kolay
kıldın. O halde bizi, Kur’an’a hakkıyla riayet edenlerden ve
muhkem ayetleri karşısında teslimiyet inancıyla sana itaat
edenlerden kıl.”[906]
16520.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakinen
biliniz ki sizler, kimin tahrif ettiğini bilmedikçe Allah’ın
kitabını hakkıyla tilavet etmiş olmazsınız. Zira
onu tanıdığınız taktirde bid’atları ve doğru
olmayan yorumları da tanırsınız.”[907]
16521.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İslam’a
davet edildiğinde kabul eden, Kur’an’ı okuyup onu güzel anlayan
topluluk nerede?”[908]
16522.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ah olsun
Kur’an’ı okuyup hükümlerini uygulayan, farzlarını düşünüp
ifa eden, sünnete hayat verip bidati öldüren, cihada
çağrıldığında icabet eden, kumandanlarına
bağlanıp itaat eden kardeşlerime!”[909]
Kur’an:
“Allah, kitab verilenlerden, “Onu insanlara
açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz” diye ahit
almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir
değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür!” [910]
“Ellerinde
olanı doğrulayan bir peygamber Allah katından onlara gelince
kitab verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi,
Allah’ın kitabını arkalarına attılar.”[911]
16523.
İmam Cevad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her ümmet
semavi kitabını terk edip bir kenara itince Allah onlardan onun
ilmini aldı. Her ümmet düşmanlarını dost ve veli
edindiğinde ise Allah o düşmanlarına velayet ve hükümet
imkanını verdi. Kitabı bir kenara itmek, harf ve kelimelerini
ikame ettikleri halde anlamlarını tahrif etmeleri, kitabı okuyup
rivayet ettikleri halde, riayet etmemeleri ve amel etmemeleri
anlamındadır. Cahiller onu iyi okudukları ve ezberledikleri için
sevinirler, alimler ise ona riayet etmedikleri ve kendisiyle amel etmedikleri
sebebiyle üzülürler.”[912]
16524.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur'an
okuyup da öldükten sonra ateşe giren kimse, Allah'ın ayetleriyle alay
eden kimselerdendir.”[913]
16525.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın yolunu temizleyiniz.” Kendisine
şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Kur’an’ın yolu nedir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Ağızlarınızdır.”
Kendisine şöyle arzedildi: “Neyle temizleyelim?” Peygamber şöyle
buyurdu: “Misvak ile (fırçalamakla)”[914]
16526.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ağıllarınız
Kur’an’ın yolarıdır. O halde misvak kullanarak (fırçalayarak)
ağızlarınızın güzel kokmasını
sağlayın.”[915]
16527.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ağızlarınızı güzel
kokutun. Zira ağızlarınız Kur’an’ın yoludur.’”[916]
Kur’an:
“Kur’an okuyacağın zaman,
kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.”[917]
16528.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günah
kapılarını istiaze ile (“euzu billah
min’eş-Şeytan’ir-Recim” cümlesini diyerek) kapatınız ve
itaat kapılarını besmele (“Bismillahirrahmanirrahim” cümlesi)
ile açınız.”[918]
16529.
İmam Sadık (a.s), kendisine her
surenin başlangıcında kovulmuş şeytanın
şerrinden Allah’a sığınmanın hükmü sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Evet, şeytanların en
aşağılığı olan kovulmuş şeytandan
Allah’a sığın.”[919]
bak. 379. Konu, el-İstiaze
Kur’an:
“…Bir müddet için kalk ve ağır
ağır Kur’an oku.”[920]
16530.
Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın “Kur’an’ı tertil ile oku” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ı
açık ve tane tane oku. Onu ot tohumu gibi saçma ve tıpkı
şiir gibi hızla ve kesik kesik de okuma. İlginçliklerinde
durunuz. Kalpleri onunla harekete geçiriniz. Tüm çabanız, sureyi sonuna
dek okumak olmasın.”[921]
16531.
Resulullah (s.a.a), hakeza bu ayet hakkında
şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı açık ve tane tane okuyunuz. Şiir gibi
hızlı ve kesik kesik okumayınız. İlginç
konularında düşününüz, kalplere onunla neşter vurunuz. Tüm
çabanız sureyi sonuna dek okumak olmamalıdır.”[922]
16532.
İmam Ali (a.s), hakeza bu ayetin tefsirinde
şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı açık seçik oku. Şiir gibi hızla ve
kesik kesik okuma. Çakıl taşları gibi saçıp durma.
Katı kalplerinizi (Kur’an vesilesiyle) korkuya düşürünüz ve tüm
çabanız, sureyi sonuna kadar okuma olmamalıdır.”[923]
16533.
İmam Ali (a.s), takva sahiplerinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Geceleri ayakları üzerinde durup Kur’an
ayetlerini, anlamını düşünerek ağır ağır
(tertil üzere) okurlar. Onunla hüzünlere dalar, dertlerinin çaresini onda
bulurlar.”[924]
Kur’an:
“Bunlar Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa
kalpleri kilitli midir?”[925]
“Sana indirdiğimiz bu kitab mübarektir;
ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar.”[926]
“Söyleneni hiç düşünmezler mi? Yoksa
onlara, önce geçmiş atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?”[927]
“Kur’an’ı durup düşünmüyorlar mı?
Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok
aykırılıklar bulurlardı.”[928]
16534.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Biliniz ki
tefekkür ile okunmayan Kur’an’da hayır yoktur. Biliniz ki
anlayış ve düşünceyle birlikte olmayan ibadette de hayır
yoktur.”[929]
16535.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ın
ayetleri ilim hazineleridir. O halde bir
hazine açılınca, ona bakman gerekir.”[930]
16536.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ın
ayetleri üzerinde tefekkür ediniz ve ondan ibret öğreniniz. Zira Kur’an
ibret ve öğütlerin en etkili olanıdır.”[931]
16537.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı üç günden az okuyan (üç günden
önce bitiren) kimse (Kur’an hakkında) fakih ve alim olamaz.”[932]
16538.
Resulullah (s.a.a), İbn-i Ömer’e
yaptığı bir konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bir ayda oku.” İbn-i Ömer
şöyle diyor: “Ben, “Bundan daha kısa sürede okuyabilirim” deyince
Peygamber şöyle buyurdu: “Yirmi gecede oku.” İbn-i Ömer şöyle
diyor: “Ben, “Bundan daha da az bir sürede okuyabilirim.” Peygamber şöyle
buyurdu: “On gecede oku.” İbn-i Ömer şöyle arzetti: “Ben, “Bundan
daha az bir sürede okuyabilirim” diye arzedince Peygamber şöyle buyurdu:
“Yedi gecede oku ve bundan daha ileri gitme.”[933]
16539.
İmam Sadık (a.s), Kur’an’ın bir
gecede hatmedilmesinin hükmünü soran birine şöyle buyurmuştur: “Onu bir aydan daha az bir sürede okumayı
hoş görmüyorum.”[934]
bak. el-İbadet, 2491. Bölüm
Kur’an:
“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı
anması ve O’ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı
daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitab verilenler gibi
olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri
katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir.”[935]
16540.
İmam Rıza (a.s) (Horasan’a
yaptığı yolculuğunda) geceleri yatağında çok
Kur’an okuyordu. İçinde cennet veya cehennemden söz edilen bir ayete
ulaştığında ağlıyor, Allah’tan cenneti istiyor ve
ateşten Allah’a sığınıyordu.”[936]
16541.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben Kur’an okuduğum halde,
saçımın beyazlamamasına şaşıyorum.”[937]
16542.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı hüzünlü bir sesle okuyunuz. Zira
o hüzünlü bir sesle nazil olmuştur.”[938]
16543.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı okuyunuz ve
ağlayınız. Eğer ağlayamıyorsanız, kendinizi
ağlamaya vurun. Kur’an’ı (gamlı bir) sesle okumayan kimse bizden
değildir.”[939]
16544.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okuduğu için yaş döken her
göz, kıyamet günü aydın olur.”[940]
16545.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Kur’an’ı en
güzel okuyan kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumasını duyduğunuzda,
Allah’tan korktuğunuzu gördüğünüz kimsedir.”[941]
bak. 16511. Hadis
16546.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı Arap şivesiyle ve sesiyle
okuyunuz. Fasıkların ve günahkarların şivesiyle okumaktan
sakınınız. Zira benden sonra öyle bir topluluk gelecektir ki
Kur’an’ı tıpkı bir şarkı, ağıt ve
ruhbanların (İncil’i) okuması gibi boğazlarında evirip
çevirerek okuyacak, ama boğazlarından aşağıya
inmeyecektir ve onların Kur’an okumasından hoşlananların
kalbi ters çevrilmiştir.”[942]
16547.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim sizler hakkınızdaki korkum bu
dini hafife almanız ve Kur’an’ı melodi ile okumanızdır.”[943]
16548.
Abdullah b. Revaha şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) bizi, bizden birinin cenabet
halinde Kur’an okumasından sakındırdı.”[944]
16549.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumayı insanlardan geçinme
vesilesi edinen bir kimse, kıyamet günü yüzü etsiz bir iskelet halinde
(mahşer sahnesine) gelir.”[945]
bak. 3312, 3313. Bölümler
16550.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nice Kur’an okuyan kimseye, Kur’an lanet eder.”[946]
16551.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an ne tilavet etmekledir, ne de rivayetini
bilmekle. Aksine Kur’an hidayet, anlamak ve dirayet ilmi (anlamak) iledir.”[947]
16552.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sen, seni günahtan alıkoyduğu
müddetçe Kur’an okumuş olursun. O halde eğer seni günahtan alıkoymazsa
Kur’an okumamış sayılırsın.”[948]
16553.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an seni (günahlardan)
sakındırdığı müddetçe Kur’an oku. Zira eğer seni
günahlardan sakındırmazsa, gerçekte Kur’an okumamış
sayılırsın.”[949]
16554.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın garipleri dört kişidir:
Zalimin içinde (kalbinde) bulunan Kur’an, içinde insanların namaz
kılmadığı mahallede bulunan cami, evde okunmayan Kur’an ve
kötü insanlar arasında yaşayan salih bir insan.”[950]
16555.
Misbah’uş-Şeria’da şöyle yer
almıştır: “Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin
münafıklarının çoğu karilerdir (Kur’an okuyanlardır).”[951]
16556.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cehennemde demirden bir değirmen
vardır. Onunla karilerin (Kur’an okuyanların) ve günahkar alimlerin
başı öğütülür.”[952]
16557.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
zalim bir imamın yanına varır da mal ve makam elde etmek için
ona Kur’an okursa, bu kariye (Kur’an okuyan kimse) okuduğu her harfe
karşılık on defa lanet edilir. Dinleyen kimseye de her harf için
bir defa lanet edilir.”[953]
16558.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı dünya ve dünya süsü için
öğrenirse, Allah cenneti ona haram kılar.”[954]
bak. el-İlm, 2893. Bölüm
16559.
İmam Ali (a.s) İlyas b. Amir’e
şöyle buyurmuştur: “Ey Ekkeli kardeş! Eğer hayatta kalırsan Kur’an
okuyanların üç grup olduğunu görürsün: Bir grubu aziz ve celil olan
Allah için okur, bir grubu dünya için, bir grubu da cedelleşmek için okur.
Sen aziz ve celil olan Allah için Kur’an okuyanlardan biri olmaya güç
yetirebilirsen böyle yap.”[955]
16560.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kariler
(Kur’an okuyanlar) üç gruptur: Kur’an okuyarak hükümdarlardan nasiplenmek ve
insanlara karşı onunla övünmek isteyen kari. Böyle bir kimse
cehennemliklerdendir. Harflerini ve kelimelerini ezberleyen ama
anlamlarını terk eden kari, bu da cehennemliklerdendir. Kur’an
okuyarak başlıklı elbisesinin içine gizlenen (gösteriş
yapmaktan kaçınan) muhkem ayetlerle amel eden, müteşabih ayetlere
iman eden, farzlarını yerine getiren, helalini helal ve
haramını haram sayan kari. Bu kari Allah’ın kendisini fitnelerin
sapıklığından kurtardığı cennet ehli bir
kimsedir. O istediği bir kimse hakkında şefaatte bulunur. ”[956]
16561.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an karileri üç kısımdır:
Birincisi Kur’an okur ve onu padişahlara yakınlaşma ve
insanların dikkatini çekme vesilesi kılar. İkincisi, Kur’an
okur, lafız ve kelimelerini ikame eder ama anlamlarını terkeder.
Bu karilerin sayısı çoktur. Allah onların
sayısını çok kılmasın. Diğeri ise Kur’an okuyan,
Kur’an ilacını kalbinin yarasına süren, geceyi Kur’an’la
sabahlayan gündüzünü susamış bir halde Kur’an’la geçiren karidir.
Kur’an’ı camilerinde ayakta tutarlar ve başlıklı
elbiselerin içine gizlerler. Bunlar Allah’ın varlıklarının
bereketiyle belayı defettiği düşmanları ortadan
kaldırdığı ve gökten yağmur indirdiği
kimselerdir. Allah’a yemin olsun ki bu kariler simyadan daha az bulunan
kimselerdir.”[957]
16562.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan
bazısı sadece insanlar, “Falan kimse karidir” desinler diye
Kur’an’ı öğrenir, diğer basızı ise güzel sesle okumak
ve insanların falan kimsenin güzel sesi var” demesi için Kur’an’ı
öğrenirler. Bunlarda hayır yoktur. Bazı kimseler de
Kur’an’ı öğrenir, gece ve gündüzlerini Kuru’an ile geçirir ve bunu
hiç kimsenin bilip bilmemesine önem vermezler. ”[958]
16563.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim şöhret elde etmek veya herhangi
bir şeye ulaşmak için Kur’an okursa kıyamet günü kemikten etsiz
bir yüzle aziz ve celil olan Allah ile karşılar… Her kim de kuran
okur onunla amel etmezse Allah-u Teala onu kıyamet günü kör olarak
haşreder. Dolayısıyla şöyle der: “Ey Rabbim! Neden beni
kör olarak haşrettin.”[959]
bak. el-İlm, 2867. Bölüm
16564.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bilin ki her kim Allah’a iştiyak duyuyorsa
o halde Allah’ın sözüne kulak versin.”[960]
16565.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Kur’an’dan bir ayet dinlerse bu kendisi
için altından olan bir Sebir’den daha hayırlıdır. Sebir
Yemen’de büyük bir dağın adıdır.”[961]
16566.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an karilerinden dünya belası
uzaklaşır. Kur’an’ı dinleyen kimselerden ise ahiret belası
uzaklaşır.”[962]
16567.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ın kitabında bir ayet
dinlerse kendisi çin iki kat sevap yazılır. Her kim de Allah’ın
kitabından bir ayet tilavet ederse kıyamet günü o ayet kendisi için
bir nur olur.”[963]
Kur’an:
“Kur’an okunduğu zaman ona kulak verin,
dinleyin ki merhamet olunasınız.”[964]
“De ki: “Kur’an’a ister iman edin, ister
inanmayın, O’ndan önceki bilginlere o okunduğu zaman, yüzleri üzerine
secdeye varırlar” ve “Rabbimiz münezzehtir. Rabbimiz’in sözü şüphesiz
yerine gelecektir” derler.
“Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar;
bu, onların gönüllerindeki huşuyu artırır.”[965]
“İşte bunlar Allah’ın kendilerine
nimetler sunduğu peygamberler; Adem’in soyundan, Nuh ile berâber
taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail’in
neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip
beğendiklerimizdendirler. Rahman’ın ayetleri onlara okunduğu
zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[966]
“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı
anması ve O’ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı
daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitab verilenler gibi
olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri
katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir.”[967]
16568.
İmam Sadık (a.s) kendisine sessiz
kalmanın ve Kur’an okuyan birini dinlemenin farz olup
olmadığını” soran Zurare’ye şöyle buyurmuştur: “Evet Kur’an senin huzurunda okununca dinlemen
ve sessiz kalman farzdır.”[968]
16569.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
müminlere şöyle buyurmuştur: “Kur’an okunduğu zaman…”
“Yani farz namazda imamın arkasında: “Dinleyiniz.”[969]
16570.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın indirdiği
her ayetin bir zahiri ve bir de batını vardır. Her harfin bir
haddi ve her haddin bir kesiti vardır.”[970]
16571.
İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Aziz ve celil
olan Allah’ın kitabı dört şey üzeredir: İbaret (zahiri
ifade), işaret, letayif (incelikler) ve hakikatler. İbaret (zahiri
ifade) insanların geneli içindir. İşaret özel kimseler içindir.
Letayif (incelikler) veliler içindir. Hakikatler ise peygamberler içindir. ”[971]
16572.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
Kur’an’ın bir batını vardır ve batının da bir
batını vardır. Kur’an’ın bir zahiri vardır ve zahirin
de bir zahiri vardır…insanların aklına Kur’an’ın
tefsirinden daha uzak bir şey yoktur. Zira Kur’an’ın ayetlerinin
başlangıcı bir şey hakkındadır ve sonu ise
başka bir şey hakkındadır. Kur’an çeşitli
şekillere ve anlamlara gelebilen birleşik tek bir sözdür.”[972]
16573.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ın
zahiri güzel ve ilginçtir, batını ise derindir.”[973]
16574.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an
baştan başa kınamadır, batını ise
yakınlaştırıcıdır.”[974]
bak. el-Bihar, 92/78, 8. Bölüm
16575.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: Benim sözümü kendi görüşü esasınca yorumlayan kimse
bana iman etmemiştir.”[975]
16576.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ı
kendi görüşü üzere tefsir eden kimse tefsiri doğru olsa bile sevap
elde etmez. Eğer yanlış olursa günahı boynuna olur.”[976]
16577.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bilmeden Kur’an hakkında söz
söylerse yeri ateştir.”[977]
16578.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an hakkında kendi görüşüne
uygun konuşursa, sözü doğru olsa bile yine de hata etmiştir.”[978]
16579.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an hakkında bilmeden bir
şey söylerse, kıyamet günü ağzına ateşten bir gem
vurulmuş bir halde getirilir.”[979]
16580.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benden sonra ümmetim hakkında en çok
korktuğum şey Kur’an’ı haksız yere tevil eden kimsedir.”[980]
16581.
İmam Ali (a.s), Muaviye’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı tevil ederek, dünyanın
peşice koşturdun.”[981]
bak. 176. Konu, er’rey (2); Tefsir’ul Mizan,
3/44
16582.
İmam Bakır (a.s), Katade b. Diamete’e
şöyle buyurmuştur: “Ey Katade! Sen Basra’lıların fakihi misin?” O şöyle
arzetti: “Öyle sanıyorlar.” İmam şöyle buyurdu: “Duyduğuma
göre Kur’an’ı tefsir ediyorsun.” Katade, “Evet” diye arzetti. İmam
Bakır şöyle buyurdu: “İlim üzere mi tefsir ediyorsun yoksa
cehalet üzere mi?” Katade şöyle arzetti: “Hayır, ilim üzere tefsir
ediyorum.” Sonunda İmam şöyle buyurdu: “Ey Ketade! Kur’an’ı
sadece gerçekte muhatabı olan kimse tanır.”[982]
16583.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu
Kur’an’dır, onu konuşturmaya çalışın; ama o
konuşmaz. Lakin ben ondan haber vereyim size.”[983]
16584.
İmam Ali (a.s), Peygamber’in Ehl-i Beytini
nitelendirerek şöyle buyurmuştur: “Onlar hakkın öncüleri, dinin alameti ve
doğruluğun dilidirler. Onları Kur’an'ın en güzel menzillerine
(kalplerinize) indirin. Susuz kimsenin suya koşuşu gibi onlara
koşun.”[984]
16585.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah biz
Ehl-i Beyt’in velayetini Kur’an’ın ve bütün kitapların kutbu karar
kılmıştır. Muhkem olan Kur’an onların etrafında
döner, onlar sebebiyle kitaplar azamet elde eder ve iman aşikar olur.”[985]
Kur’an:
“Sana
Kitab’ı indiren O’dur. Onda Kitab’ın temeli/esası olan muhkem
ayetler vardır, diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde
eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak ve tevil etmek için
müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların tevilini ancak Allah
ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir. (İlimde
derinleşmiş olanlar da) “Ona inandık, (muhkem ve müteşabih)
hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Bunu ancak akıl sahipleri
düşünebilirler.”[986]
16586.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an beş şekilde nazil
olmuştur: Helal, haram, muhkem, müteşabih ve emsal (misal, örnek)
olarak. O halde helaliyle amel edin, haramlarından sakının,
muhkemiyle amel edin, müteşabihini bırakın ve misallerinden
(örneklerinden) ibret alın.”[987]
16587.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an yedi harf üzere nazil olmuştur:
Emireden, nehyeden, rağbet ettirme, korkutma, cedel, kıssa ve misal
(örnek.)”[988]
16588.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah Tebarek ve
Teala Kur’an’ı yedi kısım üzere nazil buyurmuştur. Her
bölümü şifa verici ve kifayet edicidir. Bu yedi kısım
şunlardır: Emir, nehiy, rağbet ettirme, korkutma, cedel, örnek
ve kıssa. Kur’an ayetlerinde nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, özel,
genel, önce, sonra, vacipler, ruhsatlar, helal, haram, farzlar, hükümler,
(önceden) kopuk olanlar, atfedilen kesik ile atfedilmeyen kesik ayetler, bir
harfin yerine geçen başka bir harf mevcuttur.
Kur’an’ın bazı kelimelerinin
lafzı özeldir, bazılarının lafzı geneldir ve umumiyeti
ifade etmektedir. Bazı lafızları ise tekildir ama manası
çoğuldur. Bazılarının lafzı çoğuldur, manası
tekildir. Bazılarının lafzı geçmiş zamanı ifade eder,
ama anlamı gelecek zaman ile ilgilidir. Bazılarının
lafzı haber verme şeklindedir. Manası ise başka bir kavmin
hikayesidir. Onlardan bazısı bakidir. Cihet ve asıl
anlamından (başka bir anlama) döndürülmüştür. Onlardan
bazısının Tenzil’e (nazil olduğu anlama) aykırı bir
anlamı vardır. Bazısının tenzil ve tevili birdir.
Bazısının tevili tenzilinden öncedir. Bazısının
tevili tenzilinden sonradır.
Kur’an’daki bazı ayetlerin bir bölümü bir
surededir, devamı ise başka bir surededir. Bazı ayetlerinin ise
yarısı nesholmuştur. Diğer yarısı ise kendi
halinde bakidir (neshedilmemiştir). Bazı ayetlerin
lafızları farklıdır, ama anlamları birdir. Bazı
ayetlerin lafızları birdir, ama anlamları farklıdır.
Bazı ayetler ruhsat ifade eder ve kesinlikten sonra bir serbestlik
tanınmıştır. Zira aziz ve celil olan Allah, vacipleriyle ve
kesin hükümleriyle amel edildiği gibi, izin ve ruhsatlarıyla amel
edilmesini sevmektedir.
Kur’an’ın bazısı ise
ruhsattır, mükellef olan şahıs, istediği taktirde onu
yapmak ve istemediği taktirde ise terketmek hususunda özgürdür.
Kur’an’ın bazısında var olan ruhsatın zahiri batının
aksinedir. Zahiriyle, takiyye zamanında amel edilir, ama
batınıyla, takiyye babından bile olsa, amel edilmez.
Kur’an’ın bazı bölümlerinin hitabı bir grubadır. Ama
maksadı başkalarıdır. Onlardan bazısının
muhatabı Peygamber’dir. Ama kastedilen onun ümmetidir. Kur’an’dan
bazısının haram kılınışı, sadece helal
kılınışıyla bilinir. Kur’an’ın bir bölümünün ise
te’lif ve tenzili, nazil olduğu anlamda değildir.
Kur’an’ın bazı bölümleri ise, Allah-u
Teala’nın inkarcılara, zındıklara, dehriyecilere,
seneviyecilere, kaderiyecilere, cebiryecilere, putperestlere ve
ateşperestlere verdiği cevaplar ve gösterdiği delillerdir. Bunun
bir bölümü, Mesih (a.s) hakkında Hıristiyanlar aleyhine hüccettir.
Bir bölümü ise Yahudilere reddiyedir. Bir bölümü ise, “Ne iman artar ve
eksilir, ne de küfür” diyenlere cevaptır. Bir bölümü ise, ölümden sonra ve
kıyametten önce, hiçbir cezanın olmadığını hayal
eden kimselere cevaptır.”[989]
16589.
İmam Ali (a.s), kendisine, “Aziz ve celil
olan Allah’ın kitabında muhkem ve müteşabihin anlamı
nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Muhkem, Kur’an’dan hiçbir şeyin
neshetmediği ayettir. Aziz ve celil olan Allah’ın şu sözü de
bunu ifade etmektedir: “Sana kitabı indiren O’dur. Kitabın bir
bölümü muhkem ayetlerdir ve onlar kitabın esasıdır. Diğer
bir bölümü ise müteşabihtirler.” İnsanlar müteşabih ayetler
hususunda helak olmuşlardır. Zira asıl anlamına vakıf
olmamışlar ve hakikatini anlamamışlardır. Bu yüzden de
kendi görüşleri esasınca onu te’vil etmeye kalkışmışlar,
böylece kendilerini vasilere müracaat etmekten ve onlara sormaktan
müstağni bilmişlerdir…
Ama Kur’an’ın müteşabihleri ise ondan
sapılmış olanlarıdır. Lafzi olarak
birleştirilmişlerdir ama anlam olarak farklıdırlar.
Tıpkı aziz ve celil olan Allah’ın şu sözü gibi: “Allah
istediğini saptırır ve istediğini hidayet eder.” Burada
Allah saptırmayı kendisine isnat etmiştir. Bu
yaptıkları ameller sebebiyle onların cennetten
saptırılmasıdır. Başka bir yerde ise,
sapıklığı kafirlere isnat etmiştir. Başka bir
ayette ise putlara isnat edilmiştir.”[990]
bak. ez, Zelalet, 2383. Bölüm; el-Kaza (1),
3353. Bölüm; el-Fitne, 3151. Bölüm
16590.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “muhkem
ve müteşabih nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Muhkem kendisiyle amel ettiğimiz ayettir.
Müteşabih ise, kendisini tanımayan kimseye, belirsiz (anlamı
karmaşık) olan ayettir.”[991]
16591.
İmam Sadık (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Muhkem,
kendisiyle amel edilendir. Müteşabih ise, bazısı
bazısına benzeyendir.”[992]
16592.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
Kur’an’da muhkem ve müteşabih ayetler vardır. Muhkem ayetine iman
ederiz ve onlarla amel ederiz. Müteşabih ayetlere ise iman ederiz ama
onlarla amel etmeyiz.”[993]
16593.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
Kur’an’ın müteşabihlerini muhkem olanına döndürürse, doğru
yola hidayet olmuştur.”[994]
Allame Tabatabai Mizan tefsirinde
müteşabihin anlamı hususunda Masumlardan (a.s) nakledilen rivayetleri
zikrettikten sonra, şöyle yazmıştır: Diyorum ki:
“Görüldüğü gibi, müteşabih kavramının anlamı ile
ilgili olarak aktarılan rivayetler, birbirine yakın şeylere
temas etmektedir. Rivayetler, daha önce yaptığımız
açıklamayı destekler niteliktedir. Demiştik ki:
Benzeşmelik, müteşabihlik, ortadan kaldırılabilecek bir durumdur.
Bunu ortadan kaldırmanın yolu da muhkem ifadeler
aracılığıyla onları tefsir etmektedir. Mensuh
ifadelerin müteşabihler kategorisine girmesi meselesine gelince, bu da
yukarıda yaptığımız açıklamanın kapsamı
içinde açıklığa kavuşturulmuştur. Mensuh ifadelerin
müteşabihlikleri, görünürde hükmün devam ediyor olması ve
kalıcılık niteliğine kavuşmuş olması ile
ilintilidir. Dolayısıyla, nesheden bir ifade, sürekliğinin
kesintiye uğradığını vurgulamak suretiyle, onu bizim
için tefsir etmiş olur.
El-Uyun’da yer alan rivayette, işaret
edilen: “Bizden aktarılan haberler içinde de Kur’an’ın kine benzer
muhkem ifadeler ve Kur’an’dakine benzer müteşabih ifadeler de vardır”
sözüne gelince, Ehl-i Beyt imamlarından bu anlamı destekleyen
müstafiz haddinde bir çok rivayet aktarılmıştır. Akli
değerlendirme de bunu desteklemektedir. Çünkü hadisler, ancak
Kur’an’ın içerdiği şeyleri açıklarlar. Nitekim daha önce
şöyle demiştik: Müteşabihlik, sözün işaret ettiği
anlamın niteliğidir. Bununla da anlamın hem kastedilene, hem de
başka bir şeye uyarlanabilir olması kastedilir. Yoksa
müteşabihlik, lafzın bir anlama işaret etmek
bağlamında niteliği değildir. Garip ya da mücmel bir
lafızda olduğu gibi. Lafız ve anlamın her ikisini kapsayan
bir nitelik de değildir.
Diğer bir ifadeyle: Hiç kuşkusuz,
Kur’an ayetleri içinde bazıları için benzeşmelik (müteşabihlik)
durumunun ortaya çıkmış olması, yalnızca onların
açıklamalarının, ilahi, hak esaslı bilgiler
açısından birer örnek konumunda olması ile ilintili bir
durumdur. Bu husus ise, bizzat nakledilen rivayetler için de söz konusudur.
Dolayısıyla onlarda da Kur’an’dakine benzer muhkemlik ve
müteşabihlik durumu vardır. Nitekim Peygamber efendimizin şöyle
buyurduğu rivayet edilir: “Biz, peygamberler topluluğu, insanlarla
akıllarının kapasitesine göre konuşuruz.”[995]
bak. el-Hadis, 734. Bölüm; el-Bihar, 92/373,
127. Bölüm
16594.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah Peygamberini, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit”
misali üzerine göndermiştir.”[996]
16595.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an,
“Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” misali esasınca
nazil olmuştur.”[997]
16596.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve
celil olan Allah, Peygamberini kınadığı her yerde, maksat
diğerleridir. Tıpkı Allah’ın şu sözü gibi: “Eğer
seni sabit kılmasaydık, neredeyse, birazcık onlara
meyledecektin.” Bu sözden maksat Peygamberden başkasıdır.”[998]
16597.
İmam Rıza (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Allah
seni bağışlasın, neden onlara izin verdin?” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Bu cümle,
“Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” misali üzere nazil olan
bir ayettir. Hakeza aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer
şirk koşarsan, şüphesiz amelin batıl olur.” Hakeza aziz
ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer biz seni sabit
kılmasaydık onlara meylederdin” (bütün bunlarda asıl muhatap
Peygamber’den başkasıdır.)”[999]
16598.
İmam Ali (a.s), Abdullah b. Abbas’ı
Haricilerle görüşmeye ve onlara delil göstermeye gönderdiği zaman,
kendisine şöyle buyurmuştur: “Onlarla Kur’an’a dayanarak tartışma; çünkü
Kur’an, pek çok anlam taşıyan bir kitaptır. Sen bir şey
söylersin, onlar da bir şey söylerler. Fakat, onlara sünnetle delil getir;
çünkü onlar, ondan kaçmaya hiçbir yol bulamazlar.”[1000]
16599.
İkrime şöyle diyor: “İbn-i Abbas’ın, Hariciler, yani
hakemliği kabul etmeyip, Ali b. Ebi Talib’den ayrılanlar ile
konuştuğunu işittim. O şöyle diyordu: “Haricilerden on
ikibin kişi Ali’nin ordusundan ayrıldı. Ali beni
çağırdı ve şöyle buyurdu: “Onların yanına git,
onları kitaba ve sünnete davet et, onlara Kur’an vesilesiyle delil
gösterme. Zira Kur’an’ın çeşitli yüzleri (anlamları)
vardır. Onlarla Peygamber’in (s.a.a) sünneti vesilesiyle
tartış.”[1001]
16600.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an çeşitli yüzlere sahiptir, o halde
onu en güzel yüzüne (anlamına) yükleyiniz.”[1002]
16601.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hamd suresi, Ümm’ül-Kur’an, Ümm’ül-Kitap ve
Seb’ul Mesani’dir. İki defa inen (yedi ayete sahiptir.)”[1003]
16602.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hamd suresinin yedi ayeti vardır.
“Bismillahirrahmanirrahim” cümlesi de o yedi ayetten biridir. Hamd suresi,
Seb’ul Mesani, Kur’an’ul Azim ve Ümm’ül-Kur’an’dır.”[1004]
16603.
Resulullah (s.a.a), namaz kılmakta olan
Said b. Mualla’ya seslendi. O cevap vermeyince Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Allah-u
Teala şöyle buyurmamış mıdır: “Allah ve Resulü sizi
çağırınca cevap veriniz.” Peygamber daha sonra şöyle
buyurdu: “Camiyi terk etmeden önce Kur’an’ın en yüce suresini sana
öğreteceğim.” Sonra elimi tuttu. Caminin kapısına
yaklaşınca da ben (Said b. Mualla) şöyle arzettim: “Ey
Allah’ın Resulü! Siz bana Kur’an’ın en yüce suresini sana
öğreteceğim diye buyurdunuz.” Peygamber şöyle buyurdu: “Elhamdu
lillahi rebbil alemin” (Hamd suresi), Seb’ul Mesani ve bana verilen Kur’an-i
Azimdir.”[1005]
16604.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne
Zebur’da ve ne de Furkan’da Ümm’ül-Kur’an’ın bir benzerini nazil
buyurmamıştır.”[1006]
16605.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Fatihat’ul Kitabı okursa,
Tevrat’ı, Zebur’u ve Kur’an’ı okumuş gibi olur.”[1007]
bak. eş-Şeytan, 2023. Bölüm; Tefsir’ul
Mizan, 3/43
16606.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın en azametli ayeti Ayet’el
Kursi’dir. Kur’an’ın en çok adaletçi ayeti, “Şüphesiz, Allah
adaleti ve ihsanı emreder” ayetidir. Kur’an’ın en korkutucu ayeti
şu ayettir: “O halde herkim zerre miktarınca hayır
işlerse onu görür ve her kimde zerre miktarınca kötülük işlerse
onu görür.” Kur’an’ın en ümit verici ayeti ise bu ayettir: “De ki:
Ey kendilerine zulmedilen kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyin.”[1008]
bak. er-Reca, 1448. Bölüm
435. Konu
el-Mukarrebun
Mukarrebler-Yakınlaştırılmışlar
F Bihar,
70/213, 54. bölüm; Men’el Kurbihi Teala
bak. .
F 90. konu,
el-Muhabbet (2); 191. konu, er-Rıza (2); 477. konu, el-Lika; 561. konu,
el-Velayet (2); el-Uns, 310. bölüm; el-Car, 646. bölüm; es-Selat (1); 2267.
bölüm; el-İstiğfar, 3087. bölüm; el-Kalb, 3384 ve 3383. bölümler
Kur’an:
“Sonra bu Kitab’ı kullarımızdan
seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır.
Onlardan kimi kendine zulmeder kimi orta davranır, kimi de, Allah’ın
izniyle, iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur.”[1009]
“İyilik işlemekte önde olanlar,
karşılıklarını almakta da önde olanlardır.
Allah’a en çok yaklaştırılmış olanlar işte
bunlardır.”[1010]
“Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise,
rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.”[1011]
“Gözdelerin içtiği yüce kaynaktandır.”
[1012]
16607.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Sonra bu
kitabı miras olarak bıraktık” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Zalim
kendi nefsi etrafında döner[1013], itidalli kimse kendi kalbi etrafında
döner, (iyiliklere doğru) öne geçen kimse ise aziz ve celil olan rabbi
etrafında döner.”[1014]
16608.
İmam Bakır (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “İyiliklere
doğru öne geçen kimse imamdır. İtidalli kimse ise imamı
tanıyan kimsedir. Kendine zulmeden kimse ise imamı tanımayan
kimsedir.”[1015]
16609.
İmam Bakır (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Kendine
zulmeden bu kimse bizdendir ve o hem iyilik yapan, hem de kötülük yapan
kimsedir. İtidalli kimse ise ibadet eden ve ibadetleri hususunda çaba
gösteren kimsedir. İyiliklere doğru öne geçen kimse ise, Ali, Hasan,
Hüseyin ve Al-i Muhammed’den şehit olan herkestir.”[1016]
16610.
İmam Bakır (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebu
İshak! Bu ayet bize mahsustur. İyiliklere doğru öne geçen kimse,
Ali b. Ebi Talib, Hasan, Hüseyin ve bizim şehitlerimizdir. İtidalli
kimse ise, gündüzleri oruç tutan ve geceleri ibadetle geçiren kimsedir. Kendine
zulmeden kimse ise, diğer insanlar gibi günah işleyen ama
bağışlanan kimsedir.”[1017]
16611.
Resulullah (s.a.a), hakeza şöyle
buyurmuştur: “(İyiliklere
doğru) Öne geçen kimse, sorguya çekilmeksizin cennete girer. İtidalli
kimse kolay bir hesaba çekilir. Kendine zulmeden kimse ise, mahşer çölünde
durdurulur, sonra cennete girer. Onlar şöyle diyenlerdir: “Bizden hüznü
gideren Allah’a hamdolsun”[1018]
16612.
Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın, “Muhacir ve Ensar’lardan ilk öncüler…” ayeti
ve, “İlkler,
öncülerdir ve onlar yakınlaştırılmış kimselerdir” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala bu ayeti Peygamberler ve vasileri hakkında nazil buyurmuştur.
Ama ben Peygamberlerin ve Allah’ın elçilerinin en üstünüyüm. Vasim olan
Ali b. Ebi Talib de vasilerin en yücesidir.”[1019]
16613.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İncil’de
şöyle yazılmıştır: “İnsanların
arasını düzelten kimseye ne mutlu! Bunlar kıyamet günü
(Allah’ın dergahına) yakınlaştırılmış
kimselerdir.”[1020]
16614.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Gerçek ihlastan
ve güzel yakinden ayrılmayın. Zira ki bu ikisi,
yakınlaştırılmış kimselerin en üstün ibadetidir.”[1021]
16615.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda
bağışta bulunmak, yakınlaştırılmış
kimselerin ibadetidir.”[1022]
16616.
Şüphesiz İsa (a.s) bedenleri
zayıf düşmüş ve renkleri değişmiş üç kişinin
yanından geçince onlara şöyle buyurdu: “Sizi bu gördüğüm duruma ne düşürdü?”
Onlar şöyle arzettiler: “Ateşten korku.” İsa (a.s) şöyle
buyurdu: “Korkan kimseyi, güvenli kılması Allah için bir haktır.”
Daha sonra, onlardan geçerek, o üçünden daha zayıf ve rengi solmuş üç
kişiyi gördü. Onlara şöyle buyurdu: “Sizleri bu gördüğüm hale
düşüren nedir?” Onlar şöyle arzetti: “Cennet şevkidir.” O
şöyle buyurdu: “Sizin ümitlerinizi gerçekleştirmesi Allah için bir
haktır.” Daha sonra onlardan geçerek öncekilerden daha zayıf ve
solmuş üç kişiyi gördü. Bunların yüzleri, adeta nurdan bir ayna
gibi parlıyordu. Onlara şöyle buyurdu: “Sizleri gördüğüm bu hale
düşüren nedir?” Onlar şöyle arzettiler: “Biz aziz ve celil olan
Allah’ı seviyoruz.” İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Sizler
yakınlaştırılmış kimselersiniz. Sizler
yakınlaştırılmış kimselersiniz.”[1023]
Bak. 90. Konu, el-Mehabbet(2)
16617.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlardan
münezzeh olan Allah’a en yakın kimse, imanı en güzel olan kimsedir.”[1024]
16618.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizlerden
Allah’a en yakın olan kimse, huyu en geniş olan kimsedir.”[1025]
16619.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kullardan
Allah-u Teala’ya en yakın kimse, her ne kadar zararına da olsa,
hakkı söyleyen ve her ne kadar isteğine aykırı da olsa, hak
üzere amel eden kimsedir.”[1026]
16620.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve
celil olan Allah, Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Ey Davud!
Şüphesiz insanlardan Allah’a en yakın olanlar, mütevazi
olanlardır. İnsanlardan Allah’a en uzak olan kimseler ise kibirli
kimselerdir.”[1027]
16621.
İmam Ali (a.s), yüce meleklerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar, yaratıklarından seni en iyi
bilen, senden en çok korkan ve sana en yakın olanlardır.”[1028]
bak. el-Muhabbet (2), 662. Bölüm
16622.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun Allah’a en yakın olduğu zaman,
secdede olduğu zamandır.”[1029]
16623.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulun
rabbine en yakın olduğu zaman, secdede olduğu halde rabbini
çağırdığı zamandır.”[1030]
16624.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulun,
aziz ve celil olan Allah’a en yakın olduğu zaman, karnı hafif
olduğu zamandır. Kulun aziz ve celil olan Allah’a, en nefret edilecek
halde olduğu zaman ise, karnı dolu olduğu zamandır.”[1031]
bak. es-Sucud, 1742. Bölüm
16625.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet
günü üç kimse, insanların hesabı sona erinceye kadar Allah’a
yaratıklardan en yakın olanlardır: Öfke anında kudreti
kendisini elinin altındakine zulmetmeye sevketmeyen kimse, iki
kişinin arasında hareket ettiği halde, bir arpa tanesi kadar
birine yakın durmayan (adil olan) kimse ve kendi lehine veya aleyhine olan
şeylerde hakkı söyleyen kimse.”[1032]
16626.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çiftçiler
insanların hazineleridirler. Onlar aziz ve celil olan Allah’ın
yarattığı temiz ve helal tohumları ekerler. Onlar
kıyamet günü bütün insanlardan daha güzel ve daha yakın bir makama
sahiptirler ve “mübarek kimseler” (bereketli kimseler) olarak
çağırılırlar.”[1033]
16627.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir kul, kendisine farz kıldığım
şeyden daha sevimli bir vesileyle, bana
yakınlaşmamıştır. Şüphesiz o nafile namazlarla
bana yaklaşır ve böylece onu severim. Sevince de duyduğu
kulağı, gördüğü gözü, konuştuğu dili, darbe
vurduğu eli olurum. Eğer beni çağırırsa ona icabet
ederim, eğer benden dilerse ona veririm.”[1034]
16628.
Resulullah (s.a.a), gökyüzüne götürüldüğü
gece şöyle buyurmuştur: “Ey Rabbim! Müminin senin yanındaki hali nedir?” Allah Teala
şöyle buyurdu: “Ey Muhamemd! Kullarımdan hiç biri kendisine farz
kıldığım şeyden daha sevimli bir vesileyle bana
yakın olmamıştır. Şüphesiz o nafile namaz vesilesiyle
bana yakınlaşır, böylece onu severim, onu sevdiğim zaman da
duyduğu kulağı, gördüğü gözü, darbe vurduğu eli
olurum. Eğer beni çağırırsa ona icabet ederim. Eğer
benden bir şey isterse ona istediğini veririm.”[1035]
16629.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala şöyle
buyurmuştur: Kulum kendisine farz kıldığım şeyi
yerine getirmek gibi başka bir şeyle bana yakın
olmamıştır. Kulum sürekli benim dergahıma yalvarıp yakarır.
Böylece onu severim. Onu sevince de kulağı, gözü, eli ve
sığınağı olurum. Eğer beni
çağırırsa ona icabet ederim ve eğer benden bir şey
isterse onu bağışlarım.”[1036]
16630.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
…”Kulum nafile namazlar vesilsiyle sürekli bana yakınlaşır.
Böylece onu severim. Bu durumda onun duyduğu kulağı,
gördüğü gözü, konuştuğu dili, düşündüğü kalbi olurum.
Beni çağırdığı taktirde ona icabet ederim. Benden bir
şey istediği taktirde ona bağışlarım.”[1037]
16631.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
Mümin kulum kendisine farz kıldığım şeyleri yerine
getirmek gibi başka bir şeyle bana yakın
olmamıştır. Mümin kulum sürekli nafile namazları kılar,
böylece onu severim. Onu sevdiğim zaman kulağı, gözü, eli ve
dayanağı olurum. Eğer benden bir şey isterse ona
bağışlarım, eğer beni çağırırsa ona
icabet ederim.”[1038]
16632.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
…”Kulum kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli
bir şeyle kendisini bana yakın kılmamıştır. Kulum
nafile namazlar kılarak sürekli bana yakın olur. Böylece onu severim
ve onu sevdiğim zaman da işittiği kulağı
oluırum.”[1039]
16633.
İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve
celil olan Allah’a ulaşmak sadece gece merkebine binmekle (gece
namazı kılmakla) katedilen bir yolculuktur.”[1040]
16634.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a
ulaşmak insanlardan kopmakla olur.”[1041]
16635.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim Allah’a
ulaşmak yolunda sabrederse Allah’a ulaşır.”[1042]
16636.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yaratıklardan
kopmadıkça yaratıcıya ulaşamazsın.”[1043]
16637.
İmam Ali (a.s) Şabaniye duasında
şöyle buyurmuştur: “Allahım! Herkesten koparak tümüyle sana yönelmeyi bana nasip
et. Kalp gözlerimizi sana bakma nuruyla aydınlat ki kalp gözlerimiz nurdan
perdeleri yırtsın ve azamet ve yücelik madenine ulaşsın.”[1044]
16638.
İmam Sadık (a.s) Allah-u
Tealanın, “…ve
onunla Rableri huzurunda haşrolmaktan korkan kimseleri uyar” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Yani Rabbine
ulaşmayı ümit edenleri Kur’an vesilesiyle uyar, onları Allah
nezdinde olan şeylere teşvik et. Zira Kur’an, şefaati kabul
edilmiş bir şefaatçidir.”[1045]
16639.
İmam Seccad (a.s), bir münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Sen pak ve münezzehsin, senin kılavuzu olmadığın
kimseye yol ne de dardır. Senin kendisine yolu gösterdiğin kimseye
hak ne de aşikardır! Bizleri sana ulaşma yollarında hareket
ettir. Bizleri sana varmak için, en yakın yollardan götür.”[1046]
16640.
İmam Seccad (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım!
Bizleri sana ulaşan doğru yolda çabalayan, geride kalmayan, sana
ulaşma yolunu kat eden, ondan asla sapmayan, sana ulaşmak için sana
dayanan ve sonunda sana ulaşan kimselerden kıl.”[1047]
16641.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah şöyle buyurmuştur: “Herkim bana
bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zira’
yaklaşırım. Herkim bana bir zira yaklaşırsa, ben ona
bir ba’[1049] yaklaşırım ve herkim bana
yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim.”[1050]
16642.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Herkim bana bir karış yaklaşırsa ben ona
bir zira’ yaklaşırım. Herkim bana bir zira yaklaşırsa,
ben ona bir ba’ yaklaşırım ve herkim bana yürüyerek gelirse ben
ona koşa koşa giderim.”[1051]
16643.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim aziz ve celil olan Allah’a bir adım
yaklaşırsa, Allah ona bir zira yaklaşır. Herkim Allah’a bir
zira yaklaşırsa Allah ona bir ba’ yaklaşır. Herkim aziz ve
celil olan Allah’a yürüyerek gelirse, Allah ona koşa koşa gelir. Oysa
Allah daha yüce ve azimdir. Oysa Allah daha yüce ve azimdir. Oysa Allah daha
yüce ve azimdir.”[1052]
16644.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Benim yanıma gelmek için yerinden kalk ki ben de sana doğru geleyim.
Bana doğru yürü ki ben de sana koşa koşa geleyim.”[1053]
16645.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer siz
Allah’a yönelirseniz, Allah da size yönelir. Eğer siz Allah’tan yüz
çevirirseniz, yüz çevirilirsiniz.”[1054]
16646.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Kullar iyilik etmekle rabbine
yaklaşınca sen akıl ile ona yaklaş ki onlardan öne
geçesin.”[1055]
16647.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kulun münezzeh
olan Allah’a yaklaşması, niyetini halis
kılmasıyladır.”[1056]
16648.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Farzları ve
müstahapları yerine getirmekle Allah’a yakınlaşan kimse, iki kat
fayda görür.”[1057]
16649.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan
Allah’a yaklaşmak, O’ndan istemekle mümkündür. İnsanlara
yaklaşmak ise, onlardan istemeyi terk etmekle mümkündür.”[1058]
16650.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala Tur dağında Musa’ya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Musa! Kavmine bildir ki bana yakınlaşmak isteyen kimseler, benim
korkumdan ağlamak gibi başka
bir şeyle bana yakın olmamışlardır. İbadet
edenler de haramlardan sakınmak gibi bir şeyle bana ibadet
etmemişlerdir. Süslenenler ise dünyadan ihtiyaç duymadıkları
şeyden yüzçevirmek gibi başka bir şeyle kendilerini
süslememişlerdir.”
Musa şöyle arzetti: “Ey yücelerin en
yücesi! Onları bu yolda sabit kılan nedir?” Allah şöyle buyurdu:
“Ey Musa! Ağlayarak bana yakınlaşmaya çalışan
kimseler, cennetin en yüce makamındadırlar. Hiç kimse onlara bu
makamında ortak değildir.”[1059]
16651.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala Musa’ya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Bana yakınlaşmak
isteyenler, haramlardan sakınmak gibi bir şeyle bana yakın
olmamışlardır. Ben Adn cennetlerimi onlara
bağışlarım ve hiç kimseyi onlara ortak etmem.”[1060]
16652.
Lokman (a.s), oğluna yaptığı
vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Seni
altı işe teşvik ediyorum. Onların hepsi de seni aziz ve
celil olan Allah’ın hoşnutluğuna yaklaştırır ve
onun gazabından uzak tutar:
Birincisi Allah’a ibadet etmen ve ona bir şeyi ortan
koşmamandır. İkincisi
Allah’ın taktirinden ister hoşuna gitsin ister gitmesin,
hoşnut olmandır. Üçüncüsü, dost ve
düşmanlığının Allah için olmasıdır.
Dördüncüsü, kendin için beğendiğini insanlar için beğenmen ve
kendin için beğenmediğini onlar için de beğenmemendir.
Beşincisi, öfkeni yenmen ve sana kötülük eden kimseye iyilik etmendir. Altıncısı
ise nefsinin isteklerini terk etmen ve helak edici etkenlerle
savaşmandır.”[1061]
16653.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a andolsun
ki yavrusu ölmüş hüzünlü develer gibi de bağırsanız,
güvercinler gibi de ötseniz, dünyayı terk eden rahip gibi feryad da
etseniz veya O’nun nezdinde yüce makamlara ermek için bir yakınlık
dilemek veya ilahi katiplerin yazdığı ve elçilerin (meleklerin)
kaydettiği günahların bağışlanmasını istemek
için Allah yolunda mal ve evlatlarınızdan da geçseniz (bu amelleriniz
karşılığında ümit et-tiğiniz sevab) benim sizler
için Allah’tan vereceğini ümit ettiğim sevab ve mükafattan çok daha
az ve değersizdir.”[1062]
16654.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Seni
Allah’a yaklaştıran şeyin, ateşten
uzaklaştırdığını, Allah’tan
uzaklaştıranın da ateşe yaklaştırdığını
bil.”[1063]
16655.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yaratıklardan Allah’a en uzak olan kimse
iki kişidir: Emir sahipleriyle oturup onların zulüm üzere
söylediği her sözü tasdik eden kimse ile çocukların tümüne aynı
gözle bakmayan ve yetim çocuk hakkında Allah’ı göz önünde
bulundurmayan öğretmendir.”[1064]
16656.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulun
aziz ve celil olan Allah’a en uzak hali midesinden ve tenasül organından
başka bir şeyi düşünmediği haldir.”[1065]
16657.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kulun Allah’tan
en uzak olduğu hal tek derdinin karnı ve tenasül organının
olduğu haldir.”[1066]
bak. el-Buğz, 365. Bölüm
16658.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıllı insanların kendi
aleyhlerine ikrarı caizdir (kabul edilir.)”[1067]
16659.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz akıllı insanın
kendi aleyhine ikrarda bulunması caizdir (kabul edilir.)”[1068]
16660.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben
fasık insanın sadece kendi aleyhine şahadetini
(ikrarını) kabul ederim.”[1069]
16661.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin
kendi hakkındaki sözü yetmiş müminin onun hakkındaki sözünden
daha doğrudur.”[1070]
16662.
İmam Ali (a.s), Kufe’den çöle
gönderdiği zekat memuruna şöyle buyurmuştur: “Sonra onlara şöyle de: “Ey Allah’ın
kulları! Allah’ın velisi beni mallarınızdan Allah’ın
hakkını almam için size doğru gönderdi. Malınızda
Allah’ın velisine ödeyeceğiniz Allah’ın bir hakkı var
mıdır?” Eğer birisi sana, “Hayır” derse artık ona
müracaat etme.”[1071]
16663.
Esbağ b. Nubate şöyle diyor: “Bir şahıs, Müminlerin Emiri’nin (a.s)
huzuruna geldi ve şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Ben zina ettim.
Beni temizle.” Müminlerin Emiri ondan yüz çevirdi ve sonra, “Otur” diye
buyurdu. Ardından Ali (a.s) insanlara döndü ve şöyle buyurdu: “Sizden
biri bu günahı işlediği taktirde, Allah’ın kendisini
örttüğü gibi, kendisi de gizleyemez mi?”[1072]
Şöyle diyorum: Bu rivayetten de
anlaşıldığı üzere insanların nezdinde
günahını itiraf etmek, tümüyle kınanmıştır.
bak. et-Tevbe, 458. Bölüm
16664.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim tehdit,
tutuklanma veya işkence sebebiyle, haddi olan bir günahı ikrar
ederse, ikrarı kabul edilmez ve ona had uygulanmaz.”[1073]
16665.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
işkence, zindana atılma, korkutma veya tehdit sebebiyle ikrarda bulunursa
ona had uygulanmaz.”[1074]
16666.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
Ali (a.s) şöyle buyururdu: “Herkim dayak yemek, bağlanmak, zindana
atılmak, kınanmak veya baskı görmekle korkutulur (ve itirafta
bulunursa) eli kesilmez ve eğer itiraf etmezse, korkutulduğu için ona
had uygulanmaz.”[1075]
16667.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “Birisi
hırsızlık etti ve inkar etmektedir. Ama onu vurduklarında
çalınmış malı getirmektedir. Elini kesmek gerekir mi?” diye
soran Süleyman b. Halid’e şöyle buyurmuştur: “Evet, ama eğer hırsızlığı
ikrar eder ve çaldığı malı getirmezse eli kesilmez. Zira o
işkenceden dolayı itiraf etmiştir.”[1076]
437. Konu
el-Karz
Borç
F Bihar,
103/138, ed-Deyn ve’l-Kerz
F Kenz’ul
Ummal, 6/209, fi’d-Deyn
F Vesail’uş-Şia,
13/76; Ebvab’ud-Deyn-i ve’l-Kerz
bak. .
F 168. konu,
ed-Deyn
Kur’an:
“Allah’a kim güzel bir ödünç takdiminde
bulunursa, Allah karşılığını kat kat verir, ona
cömertçe verilecek bir ecir de vardır.”[1077]
16668.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim Allah’a
borç verirse Allah da ona mükafat verir.”[1078]
16669.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim ona
dayanırsa o, ona kafidir. Kendisinden isteyene verir, ona (yolunda) borç
verenin borcunu eda eder, kendisine şükredenin mükafatını
verir.”[1079]
16670.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah’a yardım ederseniz Allah
da size yardım eder ve ayaklarınızı
sağlamlaştırır.” ve yine şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a karşı
güzel bir borç verirse…” Allah sizden, zilletten dolayı yardım,
azlıktan dolayı borç istemez. Sizden yardım istemektedir. “Göklerin
ve yerin orduları O'nun içindir. O aziz ve hakimdir.”… Böylece Allah “Hanginiz
daha güzel amel işleyecek diye sizi imtihan etmeyi istemiştir.”[1080]
16671.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birisi cennete girdi ve kapısında
şöyle yazıldığını gördü: “Sadakanın
sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kat.”[1081]
16672.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe götürüldüğüm gece, cennetin
kapısında şöyle yazıldığını gördüm:
“Sadakanın sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on
sekiz kat.”[1082]
16673.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cennet
kapısına şöyle yazılmıştır: “Sadakanın
sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kat.”[1083]
16674.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sadakanın sevabı on kattır. Borç
vermenin sevabı ise on sekiz kat. Kardeşlerini ziyaret etmenin
sevabı yirmi kattır. Akrabaları ziyaret etmenin sevabı ise
yirmi dört kattır.”[1084]
16675.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Borç
vermenin sevabı on sekiz kattır. Eğer (borç alan kimse) ölürse,
o borç zekattan sayılır.”[1085]
16676.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cennete girdim ve kapısında
şöyle yazıldığını gördüm: “Sadakanın
sevabı on kattır. Borç vermenin sevabı ise on sekiz kat.
Şöyle dedim: “Neden sadaka on, borç vermek ise onsekiz kattır.”
Cebrail şöyle buyurdu: “Zira sadaka ihtiyacı olan ve olmayan kimsenin
eline ulaşır. Ama borç sadece ihtiyacı olan kimsenin eline
ulaşır.”[1086]
16677.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cennet
kapısına şöyle yazılmıştır: “Sadaka vermenin
sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz
kattır.” Sebebi ise, borç sadece ihtiyacı olan kimsenin eline
ulaşır. Ama sadaka bazen ihtiyacı olmayan kimseye
ulaşır.”[1087]
16678.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe götürüldüğüm gece cennet kapısına
şöyle yazıldığını gördüm: “Sadakanın
sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz
kattır.” Ben şöyle dedim: “Ey Cebrail! Neden borç vermek sadaka
vermekten daha üstündür?” Cebrail şöyle buyurdu: “Çünkü isteyen kimse,
bazen sahip olduğu halde ister. Ama borç isteyen kimse sadece ihtiyaç
üzere ister.”[1088]
16679.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cennet
kapısına şöyle yazılmıştır: “Sadakanın
sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kat. Borç
vermenin sadakadan üstün olmasının sebebi ise borç isteyen kimsenin,
sadece ihtiyaç üzere borç istemesidir. Ama sadakayı bazen ihtiyacı
olmayan kimse de isteyebilir.”[1089]
16680.
Rivayet edildiği üzere borç vermenin
sevabı, sadaka vermenin sevabının on sekiz katıdır.
Zira borç kendisini sadaka almak için hor ve hafif düşürmeyen kimsenin
eline ulaşır.”[1090]
16681.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Ben dünyayı kullarım arasında,
değiş tokuş için bir mal karar kıldım. O halde
eğer, birisi bana dünyadan bir şeyi borç verirse, bu her bir borca
karşılık kendisine on ila yediyüz kat ve istediğim kadar
veririm. Eğer birisi ondan bana bir şey borç vermezse ve ben ondan
zorla alırsam, ona birini dahi meleklere verdiğim taktirde
hoşnut olacakları üç şey bağışlarım: Namaz,
hidayet ve rahmet. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Ona bir musibet geldiğinde: “Biz
Allah’ınız ve elbette O’na döneceğiz” derler.” Rablerinin
mağfiret ve rahmeti onlaradır. Hidayeti bulanlar da onlardır.” Bu
o üçünden biridir, “rahmet onların ikincisidir” ve “Onlar
hidayete ermiş olanlardır” ayeti de onların üçüncüsüdür.”[1091]
16682.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer
bir borç ödersem, bunu aynı miktarda sıla-i rahimde bulunmaktan daha
çok severim.”[1092]
16683.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim üzüntülü (ve malını kaybeden)
birine borç verir ve geri almada ona riayet ederse amele yeniden
başlamış olur (günahları silinir) ve Allah verdiği her
dirheme karşılık ona cennetten bin kıntar[1093] verir.”[1094]
16684.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Yoksul kimselerden kıyamet gününe kadar
azığını yüklenecek ve kıyamette ihtiyacın
olacağı günde sana geri verecek birini bulduğun zaman bunu
ganimet bil, ona yükle ve kudretin olduğu halde ona çokça yardımda
bulun. Belki, sonra yardım etmek istersin de bulamazsın. Sen
zenginken borç isteyeni ganimet sayıp ver ki, o da senin zorluk gününde
karşılığını ödesin.”[1095]
16685.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir Müslüman kardeşi borç alma
hususunda kendisine muhtaç olur da o verebildiği halde böyle yapmazsa,
Allah ona cennetin kokusunu haram kılar.”[1096]
Kur’an:
“Borçlu
darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş
olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha
hayırlıdır.”[1097]
16686.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim darda olan birine fırsat verirse,
hakkını alıncaya kadar her gün alacağı miktarınca
kendisine sadaka sevabını vermek Allah’ın üzerinedir.”[1098]
16687.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim darda olan birisine fırsat verirse,
Allah kendisinden başka hiçbir gölgenin olmadığı gün onu
kendi gölgesinde tutar.”[1099]
16688.
Resulullah (s.a.a), camiye girdi ve şöyle
buyurdu: “Sizden
hangi biriniz aziz ve celil olan Allah’ın kendisini cehennemin
yakıcı ateşinden korumasını ister.” Biz (ashap)
şöyle arzettik: “Ey Allah’ın Resulü! Hepimiz bunu severiz.” Peygamber
şöyle buyurdu: “O halde herkim zorda kalan birine mühlet verirse veya onu
bağışlarsa, aziz ve celil olan Allah onu cehennemin
yakıcı sıcaklığından korur.”[1100]
16689.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bir mümine borç verir de eli
açılıncaya kadar sabrederse malı zekat sayılır ve
namazı ise alacağı kendisine verilinceye kadar meleklerle
birlikte olur.”[1101]
16690.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim alacaklısına fırsat
verirse veya alacağından vazgeçerse, kıyamet günü
arşın gölgesinde olur.”[1102]
16691.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim duasının müstecap
olmasını ve hüznünün giderilmesini isterse, eli darda olan kimseye
fırsat versin.”[1103]
16692.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakkını tam veya tam olmayan bir
iffetle al. (hakkını alırken en azından günah
işlememeye bak. )”[1104]
16693.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Darda olan kimsenin bedduasından korkun.”[1105]
16694.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Geçmişlerden biri ilahi hesaba çekildi ve
zengin olması, insanlarla kaynaşması, hizmetçilerine darda kalan
kimseyi affetmelerini emretmesi dışında bir iyiliği
görülmedi. Allah-u Teala şöyle buyurdu: “Biz bu işe
(bağışlamaya) daha layıkız. Onu
bağışlayınız.”[1106]
16695.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alacaklın olan kimsenin, zengin
olduğu halde borcunu ödemede bahane peşinde koşturması
doğru olmadığı gibi, senin de darda olduğunu
bildiğin halde onu baskı altına alman doğru değildir.”[1107]
bak. el-Velayet (1), 3231. Bölüm; ed-Deyn, 1328.
Bölüm
438. Konu
el-Kur’a
Kura-Çekiliş
F Bihar,
104/323, 6. bölüm; el-Kur’e
F Vesail’uş-Şia,
18/187, 13. bölüm; el-Hukm-u bi’l-Kur’e fi Kazayat’il-Muşkile
Kur’an:
“Bu
Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’e hangisi kefil olacak
diye (kura çekmek için) kalemlerini atarlarken sen yanlarında
değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.”[1108]
“Gemide olanlarla karşılıklı
kura çekmişti de (Yunus) yenilenlerden olmuştu.”[1109]
16696.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kura
işinde iş Allah’a bırakılırsa, kura çekme hususunda
Allah’tan adil kim vardır? Allah-u Teala şöyle buyurmuyor mu: “Böylece
onlarla kura çekmişti de (Yunus) yenilenlerden olmuştu.”[1110]
16697.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Okların
kendisi için atıldığı hakemlikten daha adil bir hakemlik
var mıdır? Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Onlarla
birlikte kura çekmişti de (Yunus) yenilenlerden olmuştu.”
İmam daha sonra şöyle buyurdu: “İki kişinin ihtilaf
ettiği her konunun hükmü mutlaka Allah’ın kitabında mevcuttur.
Ama insanların akılları ona ulaşamamaktadır.”[1111]
16698.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakkında
kura çekilen ilk kimse, İmran’ın kızı Meryem’dir. Ve o da
aziz ve celil olan Allah’ın şöyle buyurmasıdır: “Hangisi
Meryem’in sorumluluğunu üstlensin diye kalemlerini attıkları
zaman sen orada değildin.”[1112]
16699.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kura
çeken ve (bu amelleriyle) işlerini Allah-u Teala’ya bırakan her
topluluk hakkında bu çekiliş hak sahibi adına
çıkmıştır.”[1113]
16700.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İmam Ali
(a.s) Yemen’de olduğu zaman bir temizlik müddetince, aynı
kadınla (cariye ile) yatan üç kişiyi huzuruna getirdiler. (O
kadın da bir çocuk doğurmuş idi.) İmam o iki kişiye
şöyle sordu: “Bu çocuğun sizin olduğunuzu itiraf ediyor
musunuz?” Onlar, “Hayır” dediler. Bunun üzerine İmam iki kişiye
sordu: “Bunun sizin çocuğunuz olduğu itiraf ediyor musunuz?” Onlar,
“Hayır” dediler. İmam o iki kişiye, “bu çocuğun sizin
olduğunu itiraf ediyor musunuz?” diye sorduğu her defasında,
onlar “hayır” dediler. Bunun üzerine İmam (a.s) kura çekti ve kura
birinin adına çıktı. Çocuğu ona verdi ve diyetin (o
kadının kıymetinin) üçte ikisini de onun sorumluluğuna
bıraktı. Bu olay Peygambere (s.a.a) iletildi. Peygamber, akıl
dişleri gözükecek şekilde güldü.”[1114]
16701.
Resulullah (s.a.a), İmam Ali’ye (a.s)
şöyle sormuştur: “Yemen’de karşılaştığın en ilginç durum
neydi?” Ali (a.s) şöyle arzetti: “Bir grup yanıma geldi.
Ortaklaşa bir cariye almışlardı. Onların hepsi de bir
temizlik müddetince onunla yatmıştı. O kadın bir çocuk
dünyaya getirmişti. Onlar o çocuk hakkında ihtilafa
düşmüşlerdi. Her biri çocuğun kendisine ait olduğunu iddia
ediyordu. Ben aralarında çekiliş yaptım ve çocuğu
çekilişte adı çıkan kimseye verdim ve onu diğerlerinin
payını vermekle yükümlü kıldım.” Allah Resulü şöyle
buyurdu: “Birbiriyle ihtilaf eden bir topluluk, kura çekerek işlerini
Allah’a havale ederlerse, kura mutlaka hak sahibinin adına çıkar.”[1115]
Seduk bu hadisin benzerini İmam
Bakır’dan da rivayet etmiştir. O rivayette sadece şu fark
mevcuttur: “Kura çeken her grup…”[1116]
16702.
Ayşe şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) yolculuğa gideceği
zaman, eşleri arasında (onlardan birisini kendisiyle götürmek için)
kura çekerdi.”[1117]
16703.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Belli
olmayan her iş çekilişe bırakılır.”[1118]
439. Konu
el-Karn
Asır-Çağ
F Kenz’ul
Ummal, 12/193; el-Müctehid Ala Re’si Kullu Maet’in li yecdude
lihazih’il-Ummet-u Emr-u Dinuha
16704.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her asırda ümmetimden öncüler
vardır.”[1119]
16705.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala, her yüz yılın
başında bu ümmet için dini kendilerine ihya etsin diye birini
gönderir.”[1120]
16706.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biz Ehl-i
Beyt arasında her asırda, aşırı gidenlerin tahrifini,
batıl ehlinin müdahalesini ve cahillerin tevilini dinden silip
uzaklaştıracak adil kimseler olur.”[1121]
16707.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu dinin her asırda, batıl ehlinin
tevillerini, aşırı gidenlerin tahrifini, cahillerin
müdahalesini, ocağın demirin pasını eritip yok ettiği
gibi dinden uzak tutacak adil kimseleri vardır.”[1122]
16708.
İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın “Her
ümmetin bir elçisi vardır” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bunun batıni tefsiri şudur: “Her
asırda bu ümmet için, Al-i Muhammed’den bir elçi vardır. Kendilerine
gönderilen o nesil arasında zuhur eder. Allah’ın velileri ve elçileri
onlardır.”[1123]
16709.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın “Her
topluluğun imamlarıyla çağrıldığı gün” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Bu
ümmetten her nesil, imamlarının adıyla çağrılır.”
Ben (ravi) şöyle arzettim: “O halde Allah Resulü, kendi nesliyle gelir,
Ali (a.s) kendi nesliyle, Hasan kendi nesliyle, onların arasında
şehadete ulaşan Hüseyin de kendi nesliyle mi gelir?” İmam,
“Evet” diye buyurdu.”[1124]
16710.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah
Peygamberinden (s.a.a) sonra, yaratıkları arasında kendine has
kullar taktir etti. Kendi yüceltişiyle onları yüce kıldı.
Kendi makamına yükseltti, onları kendisine davet eden ve kendi
varlığına kılavuzluk eden kimseler kıldı. Onlar
asırdan asıra, zamandan zamana gelirler.”[1125]
440. Konu
el-İktisad
İktisatlı Olmak
F Kenz’ul
Ummal, 3/49, el-İktisad ve’r-Rıfk fi’l-Meişet
F Bihar,
71/344, 86. bölüm; el-İktisat ve Zemm’ul İsraf
F El-Kafi,
4/52, Fazl’ul Kasd
16711.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
Müslümanların ve İslam’ın baki kalmasının
sebeplerinden birisi de malların, hak ve hukuku tanıyan, onu iyilik
yollarında harcayan kimsenin elinde bulunmasıdır.
İslam’ın ve Müslümanların yok oluşunun sebeplerinden biri
de malın hak ve hukuk tanımayan ve onu iyilik yolunda harcamayan
birinin elinde bulunmasıdır.”[1126]
16712.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’nın hoşnutluğunun
nişanesi, kulları arasında adil bir sultanın oluşu ve
fiyatların ucuzluğudur. Allah Tebarek ve Teala’nın
kullarına gazap ettiğinin nişanesi de aralarında zalim bir
sultanın oluşu ve fiyatların pahalılığıdır.
”[1127]
16713.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fiyatların
pahalı oluşu ahlakı kötü kılar, emanete riayeti ortadan
kaldırır ve Müslüman insanı üzüntülü ve kararsız
kılar.”[1128]
16714.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Ben
sizleri hayırda görüyorum” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onların arasında ucuzluk vardı.”[1129]
Şöyle diyorum: İslam ekonomisini
tanımak için şu bablara müracaat edilmelidir:
3. Konu, el-İcare; 11. el-Arz; 33,
et-Tebzir; 54, et-Ticaret; 67, el, Cizye; 29, el-Buhl; 105, el-Hirfe; 107,
el-Haram; 120, el-Hukuk; 121, el-İhtikar; 124, el-Helal, 129, el-Hacet;
230, el-İsraf; 238, el-Mesken; 151, el-Hums; 154, el-Hıyanet; 161,
ed-Dunya; 168, ed-Deyn; 177, er-Riba; 185, er-Rızk; 188, er-Ruşvet;
202, ez-Zekat; 206, ez-Zuhd; 213, es-Sual (2); 222, es-Suht; 231,
es-Sırket; 253, es-Suk; 260, eş-Şuhh; 265, eş-Şirket;
292, es-Sadaka; 304, es-Senaat; 315, ez-Zeman; 321, et-Tema’; 329, ez-Zulm,
338, el-Adl; 348, el-Ma’ruf (1); 382, el-Ayş; 389, el-Üaşş; 394,
el-Ğill; 397, el-Gına; 422, el-Fakr; 437, el-Karz; 450, el-Kanaat;
448, el-Kimar; 459, el-Kesb; 500, el-Mal; 521, el-İnfak; 522, el-Enfal;
539, el-İrs; 555, el-Vakf
16715.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İktisatlı
olmak hayatın yeterliliğini temin eder.”[1130]
16716.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İktisatlı
olmak geçim masraflarının yarısıdır.”[1131]
16717.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İktisatlı
olmak az malı çoğaltır ve israf çok malı yok eder.”[1132]
16718.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Harcamalarda iktisatlı olmak, geçimin
yarısıdır.”[1133]
16719.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
iktisatlı olursa geçim masrafları hafif olur.”[1134]
16720.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir
insan, iktisatlı olduğu taktirde fakir olmaz.”[1135]
16721.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İktisatlı
olan kimse asla fakir olmaz.”[1136]
16722.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
iktisatlı olmakla arkadaş olursa, zenginlik onunla sürekli olur ve
iktisatlı olmak, fakirliğini telafi eder.”[1137]
16723.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben
iktisatlı olan kimseye, fakir olmayacağına dair garanti veririm.
Nitekim aziz ve celil olan Allah da şöyle buyurmuştur: “Senden ne
infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Affı.” Aftan maksat ise orta
yoldur. Hakeza aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar,
infak ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta
bir yol tutarlar.” Ayette keçen “kavam” ise itidal ve orta yol
anlamındadır.”[1138]
16724.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İsraf
yokluk sebebidir. İktisatlı olmak ise zenginlik sebebi.”[1139]
16725.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim zenginlik
ve fakirlik zamanında iktisatlı olursa, kendisini hayatın zor
olayları karşısında hazır (ve sigortalı)
kılmıştır.”[1140]
16726.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
vefat ederken yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Oğulcağızım! Geçim
işlerinde iktisatlı ol.”[1141]
16727.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim iktisatlı olursa Allah onu zengin
kılar.”[1142]
bak. el-Libas, 3549. Bölüm
16728.
İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İktisatlı
olmanın da bir sınırı vardır. O sınır
aşılırsa, cimrilik olur.”[1143]
16729.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İktisatlı
olmanın nihayeti kanaattir.”[1144]
16730.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Müminin
tarzı iktisatlı olmaktır. Metodu ise doğru yolu
katetmektir.”[1145]
16731.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde hiçbir harcama, iktisatlı
yapılan harcamadan daha sevimli değildir.”[1146]
16732.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İktisatlı
olmak aziz ve celil olan Allah’ın sevdiği bir şeydir. İsraf
ise aziz ve celil olan Allah’ın nefret ettiği bir şeydir.”[1147]
16733.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmak, iyi tarz, doğru
ve beğenilmiş metot ve
nübüvvetin yirmi küsür parçasından bir parçadır.”[1148]
441. Konu
el-Kısas
Kıssalar-Hikayeler
F Bihar,
11/97, Ebvab’ul Kısas-u Adem ve Havva (a.s)
F Bihar,
11/270, Bab-u Kısas’ul İdris (a.s)
F Bihar,
11/285, Ebvab-u Kısas’un-Nuh (a.s)
F Bihar,
11/343, Ebvab-u Kısas’un-Hud (a.s)
F Bihar,
11/366, Ebvab-u Kısas’un-Şeddad ve İreme Zat’il-İmad
F Bihar,
11/370, Ebvab-u Kısas’un-Salih (a.s) ve kavmihi
F Bihar,
11/392, Ebvab-u Kısas’un-İlvas ve’l-İlya ve’l-Yese’ (a.s)
F Bihar,
11/404, Ebvab-u Kısas’un-Zi’l-Kifl (a.s)
F Bihar,
11/408, Ebvab-u Kısas’un-Lokman (a.s) ve hukmuh
F Bihar,
11/435, Ebvab-u Kısas’un-İşmuyel (a.s) ve Talut ve’l-Calut
F Bihar,
14/1, Ebvab-u Kısas’un-Ashab’us-Sibt
F Bihar,
14/1, Ebvab-u Kısas’un-Murur’us-Süleyman (s. a) Bivad’in-Neml
F Bihar,
14/1, Ebvab-u Kısas’un-Süleyman (a.s) me’e Belkis
F Bihar,
14/1, Ebvab-u Kısas’un-Davud (a.s)
Kur’an:
“Sen onlara bu kıssayı anlat, belki
düşünürler.”[1149]
“Biz bu Kur’an’ı vahyederek, sana en güzel
kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan
habersizdin.”[1150]
“And olsun ki, peygamberlerin
kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kur’an
uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitabları
tasdik eden, iman eden millete her şeyi açıklayan, doğru yolu
gösteren bir rehber ve rahmettir.”[1151]
16734.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sizden
önceki müminlerin halini bir düşünün! Belaya ve imtihana
uğradıkları zaman halleri nasıldı? Onların
birlik içinde, dilekleri bir, gönülleri ılımlı olduğu
zamanlarda nasıl olduklarına bakın... Bir
de işlerinin sonunun nasıl olduğuna bakın; birbirlerinden
ayrıldıkları, birlikleri bozulduğu, arzuları,
gönülleri birbirlerine zıtlaştığı, çeşitli
fırkalara, bölüklere ayrılıp birbirleriyle savaşmaya
kalkınca da Allah onlardan keramet elbisesini soyup çıkardı,
nimetlerinin genişliğini esirgedi; onlardan geriye, yalnız,
içinizden ibret alanların işine yarayan hikayeler kaldı.”[1152]
16735.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an'ı
öğrenin. Çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda
anlayışınızı derinleştirip
kavrayışınızı genişletin. Çünkü o gönüllerin
baharıdır. Nuruyla şifa bulun. Zira o göğüslerin
şifasıdır. Onu en güzel okuyuşla okuyun. Çünkü o
kıssaların en faydalısıdır.”[1153]
Allah-u Teala’nın, “Biz sana en güzel
kıssaları anlatıyoruz” ayeti hakkında, Rağib,
Müfredat adlı kitabında şöyle diyor: “el-Kass” bir izi takip
etmek anlamındadır. Dolayısıyla, “kasasatu eserehu”, “Onun
izini takip ettim” anlmındadır. “el-kasas” ise iz
anlamındadır: “Böylece araştıranlar, ayak izlerini takip
ettiler ve geri göndüler.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “O’nun
(Musa’nın) kız kardeşine şöyle dedi: “Onun peşinden
git” el-Kasas ise, baştan geçen macera anlamındadır. Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, hak kıssalar odur”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Onların kıssasında ibret
vardır.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Başından
geçen olayları, ona anlattı.” Hakeza şöyle buyurmuştur:
“Biz, en güzel kıssaları sana anlatıyoruz.”
Neticede kasas, kıssa ve hikaye
anlamındadır. “Ehsen’ul Kısas” ise en güzel hikaye ve kıssa
anlamındadır. Bazıları şöyle demişlerdir: “Kasas,
hikaye anlatmak anlamına gelen bir masdardır. Dolayısıyla
eğer kasas ismi masdar olursa Yusuf’un kıssası en güzel
kıssadır. Zira kullukta, tevhit ihlasını nitelendirmekte,
münezzeh olan Allah’ın kulunu gözetlemesini ve korumasını beyan
etmektedir ve kulun aşk ve muhabbet yolunu katetmesiyle, Allah’ın onu
terbiye ettiğini, büyüttüğünü, zillet düşüklüğünden izzetin
zirvesine yücelttiğini, esaret kuyusunun derinliklerinden, gazap ve
intikam zindanlarından, izzet ve padişahlık tahtına
oturttuğunu göstermektedir. Eğer masdar olursa, bu durumda da
Yusuf’un hikayesini, münezzeh olan Allah’ın bildirdiği şekliyle
nakletmek, en iyi bildirme türüdür. Zira aşık birinin hikayesini en
iffetli, en hayalı ve en mümkün şekilde haber vermiştir.
Ayetin anlamı şudur: - elbette Allah
daha iyi bilir-: Biz en iyi hikayeleri bu Kur’an sebebiyle sana vahyettik,
senin için haber verdik. Sen bizim sana bu hikayeleri bildirmemizden önce
onlardan haberdar değildin.”[1154]
bak. el-Kur’an, 3293. Bölüm
16736.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin
Emiri (a.s) mescidde hikaye anlatan birini gördü. Onu tasma ile dövdü ve
dışarı çıkardı.”[1155]
16737.
İmam Sadık (a.s), yanında
hikayecilerden söz edilince şöyle buyurmuştur: “Allah onlara lanet etsin, onlar bizim
aleyhimize söylenti çıkarıyorlar.”[1156]
16738.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Şairlere
ancak azgınlar uyar” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar, hikayeciler (ve boş olayları)
nakledicilerdir.”[1157]
442. Konu
el-Kısas
Kısas
F Bihar,
104/384, 3. bölüm; Ahkam’ul Kısas
F Kenz’ul
Ummal, 15/3; Kitab’ul Kısas
F Vesail’uş-Şia,
19/2, Kitab’ul Kısas
bak.
F 430. konu,
el-Ketl; 364. konu, el-Ukubet
Kur’an:
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin
için hayat vardır. Artık, umulur ki takva sahibi olursunuz.”[1158]
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında
size kısas farz kılındı.” [1159]
“Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir, hürmetler
karşılıklıdır; o halde, size tecavüz edene, size
tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin. Allah’tan sakının ve
Allah’ın muttakilerle beraber olduğunu bilin.”[1160]
“Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara
karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından
vazgeçerse bu, onun günahlarına kefaret olur. Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir.” [1161]
“Allah’ın haram kıldığı
cana haksız yere kıymayın. Haksız yere öldürülenin velisine
bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmekte
aşırı gitmesin. Zira kendisi ne de olsa yardım
görmüştür.”[1162]
16739.
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar!
Kısası ihya ediniz, hakkı ihya ediniz,
dağılmayınız, Müslüman ve hakka teslim olanlardan olunuz ki
salim kalasınız.”[1163]
16740.
İmam Seccad (a.s), Allah-u Teala’nın “Sizler için kısasta hayat vardır” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Çünkü eğer
birisi, bir gün başka birini öldürmek ister, bu durumda kısas
edileceğini bilir ve bu sebeple öldürmekten vazgeçerse, hem öldürmek
istediği kimsenin hayatta kalmasını sağlar hem adam
öldürmek isteyen bu kimsenin hayatta kalmasına sebep olur hem de bu başkalarının
hayatta kalmasına sebeptir. Zira kısasın farz ve gerekli
olduğunu bildikleri taktirde, kısas korkusundan asla insan öldürmeye
cesaret edemezler.”[1164]
16741.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ben dört kelime
söyledim, Allah da kitabında sözümü tasdik etti: …Ben öldürmek, öldürmeyi
azaltır dedim. Aziz ve celil olan Allah şu ayeti nazil buyurdu: “Sizler
için kısasta hayat vardır.”[1165]
16742.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah
imanı, şirki temizlemek için… ve kısası ise kanların
korunması için farz kıldı.”[1166]
16743.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taşı
geldiği yere geri çevir. Zira kötülük sadece kötülükle defedilir.”[1167]
16744.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
Muhammed’i beş kılıçla gönderdi: Onlardan biri
kılıfındadır, onu kılıfından çıkarmak
bizden başkalarının elindedir. Hükmü ise bizimledir.
Kılıfında olan kılıç, kendisiyle kısas edilen
kılıçtır. Zatı yüce olan Allah şöyle buyurmuştur:
“Cana karşı can.” Bu kılıcı çekmek öldürülenin
ailesine aittir. Hüküm ve emri bizim elimizdedir.”[1168]
Bak. Es-Silah, 1851. bölüm
16745.
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Ben
de sizler gibi bir insanım, belki de aranızdan gitmem
yaklaşmıştır. O halde birinin haysiyetine, saçına,
derisine ve malına zarar verdiysem, işte bu Muhammed’in haysiyeti,
saçı, derisi ve malıdır. Kalkıp kısas etsin! Sizden
hiç kimse, “Ben Muhammed’in düşmanlığından ve kininden
korkuyorum” demesin. Biliniz ki bu iki haslet benim tabiatımdan ve
ahlakımdan uzaktır.”[1169]
Kısas ayetinin indiği sıralarda
ve öncesinde Araplar, adamı öldürmeye karşılık
kısasın uygulanması gerektiğine inanırlardı. Ne
var ki bunun nasıl uygulanacağına ilişkin kesin bir
modelleri yoktu. Bu durum daha çok soruna taraf olan kabilelerin güçlülük veya
zayıflılıklarına bağlı bir gelişme gösterirdi.
Bazen öldürülen bir erkeğe karşılık bir erkek, bir
kadına karşılık bir kadın öldürülerek öldürmede
eşitlik ilkesi gözetilirdi. Bazen bir adama karşılık on
adam, köleye karşılık hür adam, tabiye karşılık
başkan öldürülürdü. Zaman olurdu bir kabile öldürülen bir adamlarına
karşılık bir kabileyi topluca kılıçtan geçirirdi.
Tevrat’ın “çıkış”
kitabının yirmi birinci ve yirmi ikinci bölümlerinde ve “sayı”
kitabının beşinci ve otuzuncu bölümlerinde de
yazıldığı gibi Yahudiler de kısas ilkesine inanırlardı.
Kur’an-ı Kerim, bu hususa ilişkin olarak Yahudilere getirilen
yükümlülüğü şu ifadelerle aktarır: “Orada onlara: Cana can, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık
kısas yazdık.”[1170]
Elimize ulaşan bilgilere göre
Hıristiyanlar adam öldürme suçuna karşılık olarak
bağışlama ve diyetten başka bir tutum benimsemezlerdi.
Konum ve uygarlık düzeylerinin farklılığına
karşın hemen her ulus ve topluluk bir şekilde kısas
ilkesini benimserdi. Fakat son çağlara kadar bile bu ilke tam bir sistem
şeklini almış değildir.
İslam bu hususta bütünüyle ortadan
kaldırma (ilga) ile kesinlikle uygulama (isbat) arasında orta yolu
benimsemiştir. Yani kısasın gerekliğini
vurgulamış, ama uygulanışını vazgeçilmez olarak
sunmamıştır. Aksine, bağışlamaya ve diyete de açık
kapı bırakmıştır. Bunun yanısıra kısas
ilkesini denklik esasına dayandırmıştır. Öldürenle
öldürülen arasında denklik esastır. Hüre hür, köleye köle ve
kadına kadın.
İleri ulusların koydukları uygar
yasalar bu ilkeyi içermiyor ve günümüzde uygulanmasını kabul görmüyor
diye genelde kısas ilkesine özelde ve adam öldürme suçunun cezası
olarak kısas ilkesinin uygulanmasına karşı
çıkılmıştır.
Diyorlar ki: Adam öldüreni öldürmek insanın
tiksindiği doğasının benimsemediği, bir
uygulamadır. Böyle bir durumla karşı karşıya
kaldığı zaman insan vicdanı, insanlığa yönelik
acıma duygusundan ve hizmet istediğinden dolayı buna engel olmak
ister. Yine diyorlar ki: Birinci öldürme ferdin kayıbı demekse,
ikinci öldürme de kayıp üstüne kayıptır. Ve diyorlar ki:
Kısas ilkesine dayanarak adam öldürmek kan yürekliliktir, intikam alma
arzusunun ifadesidir. Bu ise genel eğitim planı çerçevesinde insandan
uzaklaştırılması gereken bir eğilimdir. Adam öldürme
suçunu cezalandırırken de işin eğitimsel yönünü göz önünde
bulundurup terbiyenin zorluğuyla cezalandırmak lazımdır. Bu
da, öldürmenin dışında hapis ve benzeri ağır cezalarla
gerçekleştirilebilir.” Bu görüşün mensupları düşüncelerini
şu şekilde savunurlar. Bir suçlu, ancak akıl hastası
olduğu zaman suçlu olabilir. Dolayısıyla suç işleyen
katilin akıl hastanesine konulup tedavi edilmesi gerekir.” Bir
itirazları da şudur: Uygar yasalar mevcut olan topluma
uygulanır. Toplum hep aynı durumda kalmadığı için
kanunlar da hep aynı durumda kalmazlar. Bu yüzden kısas ilkesini,
günümüzün ileri toplumları başta olmak üzere tüm toplumlar için
öngörülmüş ebedi bir uygulama olarak sunmak yersizdir. Bir toplum elinden
geldiğince bireylerinin varlığından
yararlanmalıdır. Suçluyu öldürmenin dışında verim ve
sonuç açısından işlenen suça denk bir cezayla
cezalandırılması mümkündür, müebbed hapis ve yıllarca
hapiste kalmak gibi. Bu uygulama ile iki hak birden gözetilmiş olur,
toplumun hakkı ve öldürülenin akrabalarının hakkı…” Adam
öldürmenin cezalandırılmasına kısas ilkesini öngören
yasayı inkar edenlerin asıl düşünsel dayanakları
bunlardır.
Kur’an-ı Kerim bütün bunlara bir cümleyle
cevap vermiştir: “Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk
yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları
öldürmüş gibidir. Kim de onu diriltirse, bütün insanları
diriltmiş gibi olur.”[1171]
Açıklama: Bireyler arasında yürürlükte
olan yasalar, itibari ve farazi olmakla beraber, bunların konuluşunda
toplumsal çıkar gözetilir. Şu kadarı var ki, bu hususta temelden
etkin rol oynayan illet insanın dışsal karakteridir ki,
insanın eksikliklerinin giderilmesini ve organik ihityaçlarının
karşılanmasını öngörür. Bu dış realite, insana
arız olan sayı ve toplumsal tek biçim değildir. Çünkü toplumsal
biçimin bizzat kendisi de insanın organik varlığının
bir eseridir. Bu dış realite, insanın kendisi ve karekteridir.
Tümünün insan olması ve varlık olarak bireyin toplum, toplumun da
birey gibi olması noktasında bir insan ile bir araya gelmiş
binlerce insan arasında bir fark yoktur.
Bu varoluşsal karakter yapısal olarak
bir takım güçler ve araçlarla donatılmıştır. Bunlar
aracılığı ile yokluğu kendisinden
uzaklaştırır. Çünkü yaratılış olarak varolma
sevgisine ve hayatını tehlikeye sokan her türlü olumsuzluğu
bertaraf etme eğilimine sahiptir. Bunun için mümkün olan her yöntemi,
ulaşabildiği en uç noktaya kadar kullanır. Öldürmeye ve idam
etmeye kadar vardırır işi. Bu yüzden hiç bir insan göremezsin
ki, yaratılış olarak kendisini öldürmek isteyeni öldürmek
istemesin ve amacına ulaşmadan ondan vazgeçsin. Sözü edilen
kalkınmış ve ileri uluslar,
bağımsızlıklarını, özgürlüklerini ve ulusal
varlıklarını savunmak için savaşmaktan kaçınmazlar.
Nerde kaldı kendilerini öldürmek isteyenleri?! Kanunları
çiğneyenlere karşı da sonuna kadar mücadele ederler. Bunun için
adam öldürmekten de çekinmezler. Çıkarlarını korumak için
eğer başka yöntemler çözüm getirmiyorsa, savaşı bir yöntem
olarak kabul ederler ve bu savaş dünya için bir yıkım, çevre ve
nesil için yok oluştan başka bir şey değildir. Bir
takım uluslar alabildiğine silahlanıyor, elindeki silahları
geliştirme savaşımını veriyor, başka uluslar da
dengeyi sağlamak için silahlanıyor ve hergün biraz daha ileri silah
teknolojisinden yararlanma gereğini duyuyorlar. Bütün bunları ancak
toplumun durumunu gözetmek ve toplumsal hayatı korumakla izah edebiliriz.
Toplum ise, doğanın öngördüğü, insanın öz
yaratılışının gerektirdiği bir oluşumdur.
Doğa ve öz yaratılış,
ayrıntı niteliğindeki ürünün korunması için onun özünün
öldürülmesine, yok edilmesine ortadan kaldırılmasına izin verir
mi? bakınız uygar toplumlar kendi hayatlarını korumak
gerekçesiyle buna izin vermiyorlar, bu nasıl uygarlıktır ki,
öldürmeye kastedip de öldürmeyenin öldürülmesini uygun görüyor da, öldürmeye
kastedip ve bizzat fiili gerçekleştirenin öldürülmesine izin vermiyor? Bu
nasıl doğadır ve bu nasıl karakterdir ki, tarihsel
realitenin aksi bir durumu öngörür? “Kim zerre ağırlığınca
hayır yapmışsa onu görür ve kim zerre
ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.”[1172] Her amelin bir aksulameli vardır. Etki
tepki yaratır esasına dayalı yasalara göre hareket eden
tabiatın, adam öldürmenin karşılığı olarak adam
öldürmeyi zulüm olarak nitelendirmesi kendi kendisiyle çelişmez mi?
Kaldı ki İslam, tevhit dinine
bağlı olmadığı sürece insana bir değer ve
evrensel terazide bir ağırlık tanımaz. İslam’a göre
bütün insanlık alemi ile tevhit dinine mensup bir tek insan aynı
ağırlığa sahiptirler, dolayısıyla her ikisine
ilişkin hüküm de bir olmalıdır. Dolayısıyla bir
mü’mini öldüren kimse, evrensel gerçeğin onurunu küçük
düşürdüğü, lekelediği için bütün insanları öldürmüş
gibidir. Bir cana kıyan kimsenin varoluşun tabiatına göre tüm
canlara kıymış olması gibi. Fakat, uygar denilen uluslar
dini önemsemezler. Şayet, onların ölçülerinde din de –üstün olması
bir yana- medeni toplumla aynı ölçü ve değere sahip olsaydı,
toplum için verdikleri hükmü din için de verirlerdi.
Ayrıca İslam bütün dünya için geçerli
olmak üzere yasalar koyar, özel bir ulus ve belli bir ümmet için değil.
Kalkınmış olarak nitelendirilen toplumlar ise, bireylerinin
teker teker eğitilmediklerine ve hükümetlerinin uygulamasının
iyi olduğuna kesin olarak inanmaktalar. Cinayetlere ve facialara
ilişkin istatistiklerin mevcut eğitimin etkin olduğunu
gösterdiğine, yapılan eğitimin sonucu olarak toplumun öldürme ve
şiddetten nefret ettiğine, ancak bazı istisnai durumlarda
ittifak edebildiklerine, inanmaktalar. Eğer yanlışlıkla
öldürme olayı olsa öldürülenin
velisi öldürmeden daha az bir cezaya rızayet vermektedir. Elbette İslam
bu eğitimi ve bunun sonucu olan bağışlama duygusunu
dışlamaz. Fakat bundan önce kısas ilkesini bir esas olarak
yasamanın temeline oturtur.
Yüce Allah’ın kısas ayetindeki şu
sözü buna yönelik bir işarettir: “Ama kimin lehine kardeşi tarafından
bir şey bağışlanırsa o zaman uygun olanı
yapması ve güzelce ödemesi gerekir.”[1173] Bu ayetin ifadesi, eğitme amacına
yöneliktir. Bir kavim, ulusal övüncün affetmekte olduğuna
inandıklarında hiçbir zaman intikam almaya yönelmezler.
Diğer toplumlarda ise, durum bunun
tersinedir. Bunun kanıtı da canilerin, bozguncuların ve
suçluların durumudur ki, bunları ne ağır hapis, ne de
meşakkatli bir çalışma yıldırır. Hiçbir vaaz ve
hiçbir öğüt bunlar üzerinde etkili olmaz. İnsan hakları gibi bir
dertleri, ya da değerleri yoktur. Hapishanelerdeki hayat onlar için
dışarıdaki aşağılık, meşakkatli ve
çileli hayattan daha üstün, daha sempatik ve daha konforludur. Bu yüzden hiçbir
kınama, hiçbir yergi onları ürkütmez, hapis ve dayak onları
korkutmaz. Yine istatistiklerden öğrendiğimiz kadarıyla suç
oranları günden güne artmaktadır. Şu halde her iki toplumun –özellikle
ikincisini- saadetini kapsayacak genel hüküm kısastır ve
bağışlamaya da cevaz verilmelidir. Şayet toplum ileri bir
düzeye gelmişse ve bağışlamaya ilişkin eğitim
planı başarıya ulaşmışsa muhakkak af ve
bağışlamayla amel edecektir. -İslam, eğitim için azami
çabayı sarfetmekten kaçınmaz- Ama toplum bir çöküşe doğru
gidiyorsa ya da Rabbinin nimetlerini inkar etmesi söz konusuysa ve doğru
yoldan sapmışsa, bu durumda kısas ilkesini uygulamak gerekir ve
bağışlamaya da cevaz verilmelidir.
İnsancıl acıma duygusu ve
merhamete ilişkin sözlere gelince; her acıma övgüye değer
olmadığı gibi, her merhamet de iyi değildir. Bir caniye,
bir gaddara, taş kafalıya, inatçıya, cana ve ırza kasteden
birine merhamet etmek salih fertlere ağır bir darbedir. Her yerde bu
duyguyu önplana çıkarmak evrensel düzenin bozulmasına,
insanlığın yokluğua doğru yuvarlanmasına ve üstün
niteliklerin geçersiz olmasına yol açar.
Bu açıklamamız, “kısas ilkesi
katı kalpliliğin ve intikam alma duygusunun ifadesidir”
şeklindeki bir yaklaşım için de geçerlidir. Çünkü zulme
uğrayanın kendisine zulmeden birinden intikam alması adalet ve
hakkın gerçekleşmesi demektir. Yani kınanması gereken
çirkin bir davranış değildir. Adalet sevgisi de kötü bir nitelik
sayılmaz. Kaldı ki, adam öldürmeye karşılık olarak
kısas ilkesini uygulamak sırf intikam alma duygusuna dayanmaz.
Tersine bu uygulamada toplumsal eğitim ve fesat kapısının
kapatılması esastır.
“Adam öldürmek bir akıl
hastalığıdır. Bunun hastanede tedavi edilmesi gerekir”
şeklinde ifade bir mazerettir, bir bahanedir. (ne güzel mazeret) ki,
toplum içinde adam öldürmenin, utanmazlığın ve cinayetlerin
yaygınlaşmasına yol açar. Adam öldürmeyi ve fesat
çıkarmayı seven birisi, bu karakterin akli bir hastalık ve geçerli
bir özür sayıldığını ve hükümetlerin bu suçları
işleyenleri özenle ve şefkatle tedavi etmelerinin gerekliliğini
ve hükümetlerin de böyle bir inanca sahip olduğunu bilen birisi nasıl
olurda her gün cinayet işlemez?
“Zor işlerde kullanmak, bununla beraber
hapislerde tutarak topluma karışmalarına engel olmak suretiyle
suçluların varlığından yararlanmak gerekir” şeklinde
iddia eğer bir gerçeğe dayanıyorsa, şu halde neden yasalara
karşı işlenen suçlara idam cezası vermek suretiyle çelişkiye
düşüyorlar –Çünkü hemen hemen dünyanın tüm ülkelerinde sisteme
karşı işlenen suçlar ölümle cezalandırılır- Bunun
tek nedeni sisteme karşı işlenen suçları ölümle
cezalandıracak kadar önemsemeleridir. Oysa, daha önce fert ve toplumun
doğa açısından eşit öneme sahip olduklarını
vurgulamıştık. [1174]
bak. ez-Zulm, 2452. Bölüm; 11117. Hadis
Kur’an:
“Kim hakkından vazgeçerse bu, onun
günahlarına kefaret olur.”[1175]
16746.
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Müslüman birinin
bedeni bir zarar görür de kısas etmekten vaz geçerse, Allah bu sebeple onu
bir makam yukarı çıkarır ve bir günahını affeder.”[1176]
16747.
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Herkimin bedeni
yaralanır ve onu affederse, Allah-u Teala, yaptığı bu
bağış gibi günahını bağışlar.”[1177]
16748.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkimin bedenine diyetinin yarısı
miktarınca zarar gelir ve affederse, Allah da günahlarının
arısını bağışlar. Eğer üçte biri veya dörtte
biri miktarınca olursa, günahlarını siler.”[1178]
16749.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bir kanın kısas edilmesinden
vaz geçerse, onun mükafatı sadece cennettir.”[1179]
16750.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkimin bedenine bir zarar gelir de, o sadece
Allah-u Teala için vaz geçerse, o vazgeçmesi, günahları için bir
kefarettir.”[1180]
16751.
İmam Sadık (a.s), aziz ve celil olan
Allah’ın “Herkim
ondan (kısastan) vazgeçerse, o (günahlarına) kefarettir” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yaptığı
bağış miktarınca günahlarından silinir.”[1181]
16752.
İmam Sadık (a.s), kendisine bu ayeti
soran Ebu Basir’e şöyle buyurmuştur: “Aldığı yara veya yara
dışında bağışladığı şey
miktarınca günahları temizlenir.”[1182]
bak. el-Afv, 2767. Bölüm
443. Konu
el-Kaza (1)
Kaza ve Kader
F Bihar,
5/84, 3. bölüm; kaza ve’l-kader ve’l-meşiyyet’il-ve’l-İrade
F Vesail’uş-Şia,
2/898, 75. bölüm; Vucub’ur-Rıza bi’l-Kaza
bak.
F 4. konu,
el-Ecel; 60. konu, el-Cebir; 282. konu, el-Meşiyyet; 190. konu,
er-Rıza (1); 431. konu, el-Kader; 232. konu, es-Saadet; 272. konu,
eş-Şekavet
F el-Hased,
853. bölüm; ed-Dua, 1191. bölüm; eş-Şehadet (2); 2107. bölüm
Kur’an:
“De ki: “Allah’ın bize
yazdığından başkası başımıza gelmez. O
bizim mevlamızdır, İman edenler Allah’a güvensin.”[1183]
“…Fakat Allah olacak işi yaptı.”[1184]
“Allah’ın Peygambere farz
kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu,
Allah’ın öteden beri, gelmiş geçmişlere
uyguladığı yasasıdır. Allah’ın emri şüphesiz
gereği gibi yerine gelecektir.”[1185]
16753.
İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’a hamd
hususunda şöyle buyurmuştur: “O Allah’ın hilmi çoktur ve
bağışlar; verdiği her hükümde adaletli davranır.”[1186]
16754.
İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın
azameti hakkında şöyle buyurmuştur: “O’nun hükmü kesin ve hikmet
esasıncadır. O’nun rızası eman ve rahmettir. İlimle
hüküm verir, hilimle affeder.”[1187]
16755.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“(Haklar
karşılıklıdır.
) Başkasının üzerinde hakkı olanın,
başkasının da onun üzerinde hakkı vardır. Başkasının
kendi üzerinde hakkı olanın da, başkası üzerinde hakkı
vardır. Birinin üzerinde hakkı olan, ama başkasının
kendi üzerinde hakkı olmayan biri olsaydı, bu yarattıkları
değil, ancak münezzeh olan Allah olurdu. Zira kulları üzerinde güç
sahibi ve her işi adaletiyle icra eden O’dur.”[1188]
16756.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan
Allah, işleri, hüküm ve kaderi esasınca cari kılar, senin
hoşnut olduğun şekilde değil.”[1189]
16757.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaza ve
kader Allah’ın yaratıklarından iki yaratıktır. Allah
yarattığı şey hususunda istediğini artırır.”[1190]
16758.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet
günü olduğunda ve Allah yaratıklarını bir araya
topladığında, onlara tavsiye ve emrettiği şeylerin
hesabını sorar. Onlar için taktir ettiği ve hüküm verdiği
şeyleri sormaz.”[1191]
16759.
İmam Ali (a.s), Sıffin’den dönerken,
Hazirin’de[1192] oğlu Hasan’a (a.s) yazdığı
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Dinini, dünyanı Allah’a emanet et. Şu
tez geçen dünyada da, az zaman sonra gelecek ahirette de akibetinin
hayırlı olmasını dile. ve’s-Selam.”[1193]
16760.
İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın
velilerinin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Üzerlerine musibetler
yağdığı zaman sana sığınırlar. Çünkü
işlerin dizginlerinin senin elinde ve kaynaklarının senin
emrinde olduğunu bilirler.”[1194]
16761.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah bir
şeyi irade edince onu taktir eder, taktir edince hükmünü verir, hükmünü
verince de onu yürürlüğe koyar.”[1195]
Şöyle diyorum: Seduk (r.a) şöyle
diyor: “Kaza ve kader hakkındaki inancımız, İmam
Sadık’ın, kendisine, “Kaza ve kader hakkındaki görüşünüz
nedir?” diye soran Zürare’ye verdiği cevaptır. Bu cevapta İmam
şöyle buyurmuştur: “Biz inanıyoruz ki, aziz ve celil olan Allah
kıyamet günü kullarını toplayınca, kendilerine tavsiyede
bulunduğu ve emrettiği şeyler hakkında sorguya çekecektir.
Kendileri için taktir ettiği ve hüküm verdiği şeylerden hesaba
çekmeyecektir. Kader hakkında tartışma yapılması
yasaklanmıştır. Nitekim Müminlerin Emiri (a.s) kendisinden
kaderi soran birisine şöyle buyurmuştur: “Bu derin bir denizdir,
içine girme.” O şahıs yeniden aynı soruyu sorunca şöyle
buyurdu: “Karanlık bir yoldur, bu yola adım atma.” Bu şahıs
üçüncü defa yine aynı soruyu sorunca İmam şöyle buyurdu:
“Allah’ın sırlarından bir sırdır, kendini
öğrenmek için boşuna zahmete düşürme.” Hakeza Müminlerin Emiri
(a.s) kader hakkında şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki kader,
Allah’ın sırlarından bir sır, Allah’ın kalelerinden
bir kaledir. Allah’ın örtüsünün gerisinde gizlidir, Allah’ın
yaratıklarına örtülüdür, üzerine Allah’ın mührü
vurulmuştur. Allah’ın ezeli ilmindedir. Allah onun ilmini kullardan
kaldırmış, onları müşahade ettiği şeyler
çerçevesinden yüce kılmıştır. Zira ne Rabbaniyet
gerçeğinin yardımıyla ona ulaşabilirler, ne samediyet
kudretiyle, ne nuraniyet azametiyle, ne de vahdaniyet azametiyle ona
ulaşabilirler. Zira o dalgalı bir denizdir, aziz ve celil olan
Allah’a özgüdür. Derinliği gökle yer kadardır. Genişliği
doğudan batıya kadardır. Kap karanlık bir gece gibi
karanlıktır, bir çok yılanları ve balinaları
vardır. Gel git olayı vardır, derinliklerinde nurlu bir
güneş vardır, hiç kimse bir ve yegane olan Allah
dışında hiç kimse o güneşe bakamaz. Herkim ona bakarsa,
Allah’ın hükmüne karşı çıkmış olur. Kudreti
hakkında onunla çatışmış olur. Böylece kendisi için
Allah’ın gazabını kazanmış sayılır. Yeri
cehennem olur ve bu kötü bir akıbettir.”
Hakeza rivayet edildiği üzere Müminlerin
Emiri (a.s) yıkılmak üzere olan bir duvarın altından
kalkmış, başka bir yere gitmiştir. Kendisine, “Ey
Müminlerin Emiri! Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun?” diye
sorulunca da şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kazasından
Allah’ın kaderine kaçıyorum.” Hakeza İmam Sadık’a (a.s) da,
“Acaba dua ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınma
taktiri def eder mi?” diye sorulduğunda İmam şöyle
buyurmuştur: “Bunlar da taktirdir.”
Şeyh Müfid bu hadisin
açıklamasında şöyle diyor: “Ebu Ca’fer (Şeyh Seduk) Bu
konuda nadir ve sayılı hadislerle amel etmiştir. Bu hadisler
çeşitli anlamlara gelmektedir. Bu hadislerin senetleri doğru ve
sağlam olduğu taktirde bu çeşitli anlamlar, alimlere gizli
değildir. O bu konuda belli bir anlam ortaya koymamıştır.
Kaza hakkında bir anlam belirlemediği için de bu konuda
konuşmaktan sakınması daha iyi olurdu. Kaza kavramı,
lugatte bellidir. Bu konuda Kur’an’dan da bir takım şahitler
vardır. Kaza dört anlam ifade etmektedir. Birincisi yaratmak, ikincisi
emir ve buyruk, üçüncüsü haberdar kılmak ve dördüncüsü ise hakemlik ve
yargılamak. Birinci anlamın şahidi Allah-u Teala’nın
şu sözüdür: “Böylece onları yedi gök olarak yarattı.”[1196] İkinci anlamının şahidi ise
Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “Ve rabbin kendisinden başkasına
ibadet edilmemesini emretti.”[1197] Üçüncü anlamının şahidi ise
Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “İsrailoğullarına haber verdik.”[1198] Dördüncü anlamın şahidi ise şu
ayettir: “Allah hak
üzere hükmeder”[1199] yani insanlar arasında hak üzere hükmeder.
Hakeza şu ayet: “Onlar arasında hak üzere hükmedilir”[1200] bazıları kazanın beşinci
bir anlamının olduğunu da söylemişlerdir. Bu da işi
sona erdirmektir. Bu konuda da Yusuf’un (a.s) şu sözünü şahit olarak
göstermişlerdir: “Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir”[1201] yani o iş sona erdi ve gerçekleşti. Kazanın bu
anlamı gerçekte birinci anlama, yani yaratmak anlamına dönmektedir.
Kaza kavramının anlamları
hakkında söylediğimiz bu bilgiler ışığında
cebirye inancının batıl olduğu da ortaya
çıkmaktadır. Onlar: “Şüphesiz Allah-u Teala yaratıklarının
aleyhine günahı taktir etmiştir” inancına sahiptirler. Zira
eğer bundan maksatları Allah’ın yaratıkları
arasında günahı yaratması ise, şöyle demeleri gerekir:
“Yaratıkları hakkında günahı taktir etti” Dolayısıyla,
“Aleyhlerine taktir etti” dememeleri gerekir. Zira yaratmak, onların arasındadır,
onların aleyhinde ve üzerinde değil. Oysa Allah-u Teala, “O Allah her şeyin
yaratışını güzel kılmıştır”[1202] ayeti ile günahı yaratmayı Allah’a
isnat edenleri yalanlamaktadır.
Eğer bundan maksatları kazanın
günahı emretmek olduğu ise bu da doğru değildir. Allah-u
Teala, “Şüphesiz Allah, kötülüğü emretmez.
Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”[1203] ayeti ile böyle kimselerin iddiasını
yalanlamıştır.
Eğer bundan maksatları Allah’ın
yaratıkları yaptıklarını günahtan haberdar
kıldığı ise, bu da anlamsızdır. Zira insanlar
gelecekte, itaat mi edecekler yoksa günah mı işleyecekler bilemezler.
Bu yüzden de gelecekte ne yapacakları hususunda detaylı ve dakik bir
ilme sahip değillerdir.
Eğer maksatları Allah’ın
kulları arasında günahla hükmettiği ise bu da doğru
değildir. Zira Allah-u Teala’nın hükmetmesi ve hakemliği
haktır. Günahların yaratıkların kendisinden
kaynaklanmaktadır. O halde bunların sözü anlamsızdır ve
ittifak edildiği üzere boş ve doğru olmayan bir sözdür.
Dolayısıyla da Allah-u Teala’nın günah ve çirkinliklerle
hükmettiği inancının batıl olduğu apaçık
ortadadır.
Verdiğimiz bu açıklama esasınca,
bizim inancımıza göre, kaza ve kaderin anlamı şudur:
Allah-u Teala yaratıklarını kaza ve kader esası üzerine
yaratmakta, onların fiillerinde
belli bir kaza ve kaderi belirlemektedir. Yani Allah’ın
kulların iyi fiillerindeki kazası, bu tür işleri emretmesidir ve
çirkin işlerdeki kazası ise onları bundan sakındırmasıdır.
Nefis ve canlarında ise onları yaratmak, aralarında
yaptığı şeyler hususunda ise o şeyleri icad etmektir.
Kendi yaptığı şeylerde kader ise, o şeyleri hak olan
yerlerinde karar kılmasıdır. Kullarının fiileri
hakkında ise, onlar hakkında hükmettiği, emir, nehiy, ceza ve
mükafattır. Zira bütün bunları, kendi yerinde karar
kılmıştır, ne boş yere onlarda yer almış, ne
de batıl üzere taktir edilmişlerdir.
O halde eğer kazayı Allah-u
Teala’nın fiillerinde ve kaderi verdiğimiz bu bilgiler
ışığında tefsir edecek olursak, bu konu ile ilgili
şüphe de ortadan kalkar, konu akıl sahibi herkes için
açıklığa kavuşur ve bu konuda hiçbir şek ve şüphe
kalmaz. Ama Seduk’un (r.a) naklettiği kaza ve kader hakkında
konuşmayı yasaklayan rivayetler hakkında iki ihtimal mevcuttur:
Birincisi şudur ki bu yasaklama, bu konudaki tartışmaların
inançlarının bozulmasına ve dinden sapmalarına neden olan
kimseler için olduğudur. Bu tür insanların yegane kurtuluş yolu,
bu tartışmalardan sakınmaları ve bu konuya girmemeleridir.
Bu yasaklama bütün mükellef insanları kapsamamaktadır. Zira bazen,
bir takım şeyler bazı kimselerin inancının
bozulmasına sebep olmakta, diğer bazı kimseler için ise
faydalı bulunmaktadır ve bunun tersi de geçerlidir.
Dolayısıyla İmamlar dini takipçilerine, onların
maslahatını göz önünde bulundurarak kılavuzluk etmişlerdir.
İkinci ihtimal ise kaza ve kader
hakkında konuşmanın yasaklanması, Allah’ın
yaratıkları hakkında konuşma, sebeplerini merakla
araştırmak, ilahi emir ve ibadetler ile sebeplerini sormanın
yasaklanmasıdır. Zira yaratıkların yaratılış
sebeplerini ve emir ve hükümlerin teşri nedenlerini araştırmak
yasaktır. Çünkü Allah-u Teala onları, bir çok kulundan gizli
tutmuştur. Zaten Allah’ın bütün yaratıklarının
yaratılış sırlarını araştırmak,
yasaklanmış değil midir? İnsanın bütün
yaratıkları tek tek sayarak, “Bunlar neden
yaratılmıştır?” demesi, şüphesiz
yasaklanmıştır. Hakeza, “Allah neden bunu emretmiş, o
ibadeti istemiş, falan şeyden sakındırmış” diye
sorulması da caiz değildir. Zira Allah’ın emir ve ibadet
istemeleri, yaratıkların maslahatı esasına
dayalıdır ve Allah bu maslahatı herkesten daha iyi bilmektedir.
Hiç kimseyi, varlıkların yaratılış sebeplerinin
detaylarından, emir ve yasakların durumlarından haberdar
kılmamıştır. Gerçi insanoğlunu, genel anlamda bundan
haberdar kılmış, yaratılışın boş ve
beyhude bir şey olmadığını ifade etmiştir. Her
şeyin hikmet ve maslahat üzere yaratıldığını
belirtmiş, bu konu hususunda akıl ve vahyi de kılavuz
kılmıştır. Örneğin Allah şöyle buyurmuştur: “Biz, gökleri, yeri ve ikisinin
arasındakileri eğlence olsun diye yaratmadık.”[1204] Hakeza şöyle buyurmuştur: “Sizi abes olsun diye
yarattığımızı mı sanıyorsunuz?[1205]” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Biz her şeyi bir ölçü üzere
yarattık.”[1206] Yani hak üzere yarattık ve onu kendi
yerinde taktir ettik. Hakeza şöyle buyurmuştur: “Cinleri ve insanları sadece bana ibadet
etsinler diye yarattım.”[1207] Hakeza kurban kesme ibadeti hakkında da
şöyle buyurmuştur: “Asla onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Lakin
Allah’a sizin takvanız ulaşır.”[1208]
Belki de şöyle dersek doğrudur:
“Allah-u Teala falan hayvanı yarattığı taktirde bir grup
kafirin bu yaratılışla iman edeceğini, bir grup
günahkarın tövbe edeceğini, bir grup müminin ondan istifade
edeceğini, bir grup zalimin ondan ibret alacağını veya o
varlığın yaratılıştan istifade edeceğini
veya yeryüzünde veya gökte birisi için ibret sebebi olacağını
bildiği için yaratmıştır. Elbette bütün bunlar bizlere
gizli kalmıştır. Sadece Allah’ın, yarattığı
her şeyi hikmete dayalı bir maksatla yarattığını
ve boş yere yaratmadığını bilmekteyiz. Hakeza
Allah’ın bizlere namaz ibadetini emretmesi de bizi Allah’a itaate
yakınlaştırması, günah ve isyandan
uzaklaştırması sebebiyle olabilir. O halde namaz ibadeti,
kılan herkes için veya onlardan bazısı için bir lütuftur.
Dolayısıyla bu ihtimaller bizlere
gizli ve örtülüdür, bizler için aşikar değildir. Onlar hakkında
detaylı bir bilgi almak hususunda herhangi bir delile de sahip
değiliz. Sadece genel olarak bu işin, hikmete
dayandığını biliyoruz. Dolayısıyla da kaza ve
kader hakkında konuşmaktan sakındırmak, bu sebeplerin
detaylarını araştırmak anlamındadır, kaza ve
kaderin anlamı hakkında konuşmaktan sakınmak anlamında
değil.
Elbette bütün bu ihtimaller Ebu Cafer’in
(Seduk’un) naklettiği rivayetlerin doğru olması halinde
geçerlidir. Ama eğer doğru olmazsa veya senetleri doğru olmazsa,
artık bu rivayetler karşısında hiçbir sorumluluk
taşımamaktayız.
Onun naklettiği rivayetler arasında
Zürare’den naklettiği hadis doğru bir hadistir. Anlamı da
doğrudur, akıl ehline örtülü değildir. Bu hadis adalet
inancını vurgulamaktadır. Bu rivayette İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala yaratıklarını
mahşerde bir araya toplayınca onlara emrettiği şeyi sorar.
Onlara hükmettiği ve taktir ettiği şeyi ise sormaz.”
Kur’an-ı Kerim de insanın
yapmış olduğu amellerden dolayı sorguya çekileceğini
haber vermektedir. [1209]
Ben (Meclisi) şöyle diyorum: Herkim kulun
iradesi, cebir ve irade meselesinin detayları, kaza ve kadar hakkında
düşünecek olursa, Masum’un (a.s) bu konuda konuşmaktan
sakındırmasının sebebini de kolayca anlayabilir. Zira bu
konuda araştırmaya dalıp da ayakları sürçmeyen kimse çok
azdır. Sadece Allah’ın lütfü ve fazlıyla koruduğu kimseler,
korunabilmiştir. [1210]
1-Anlamı ve tanımı hakkında:
Dış olayları ve varlık işlerini kendilerini gerektiren
sebeplerle gözönünde bulunduracak olursak, iki haletten dışarı
değildir. Zira bu hadise ve işler, kendilerini gerektiren
şartlar ve sebepler meydana gelmeden ve bu olayların meydana
gelişinin kendilerine bağlı olduğu engeller ortadan
kalkmaksızın ne kesin bir tahakkuk ve subuta sahiptir ve ne de
yokluğuna. Gerçekleşmek ve gerçekleşmemek arasında tümüyle
eşittir. Ama bu işleri gerektiren sebepler, meydana gelmesini
sağlayan şartlar kemale erer ve engeller ortadan kalkarsa, artık
sadece tahakkuk etme halleri baki kalır. Bu tereddüt ve belirsizlikten
dışarı çıkar. İki taraftan biri, yani varlık ve
yokluğu kesin bir şekilde gerçekleşir. Meydana gelmemek ise o
olayların varlığının kendisine bağlı
olduğu şart ve sebepler yok olduğu
varsayıldığı taktirde geçerlidir ve böylece vuku bulur.
Tahakkukun gerçekleşmesi de, tahakkukun kendisinden asla ayrılmaz.
Bu iki itibar, bizim dış fiillerimizde
de cereyan etmektedir. Zira bir işe teşebbüste
bulunmadığımız müddetçe o iş vaki olup olmamak
hususunda tereddüt halindedir. Ama sebepler şartlar ve gerektirici
durumlar ortaya çıkarsa, irade ve kararımız da bunu bütünlerse
ve fiilin meydana gelmesi için hiçbir engel de kalmazsa, imkan ve tereddüt
taraflarından biri vaki olur ve o amel meydana gelmiş olur. Bu durum
itibari ameller konusunda da geçerlidir. Örneğin iki kişi bir mal
konusunda ihtilafa düşünce ve her birisi o malın sahibi olduğunu
iddia edince, o şeyin memlukiyeti o ikisinden biri için mümkün ve tereddüt
arasındadır. Ama aralarında hüküm versin diye bir hakeme baş
vurur ve hakem de onlardan birinin lehine hükmederse, o belirsizlik ve tereddüt
hali ortadan kalkar. İki taraftan biri gerçekleşmiş olur ve
diğeriyle irtibatı kesilir.
Burada hakimlik ve iki taraftan birinin sözünün
gerçekleşmesi, fiili hakimlik ve belirginleşme gibidir. Zira hakimin
malın falan şahsa ait olduğuna dair sözü ihtilafı sona
erdirmiş, aralarında tereddüt ve belirsizlik olan davalı iki
taraftan biri hak sahibi olarak ortaya çıkmıştır.
“Şöyle böyledir” diye haber veren, habercinin sözü de sona erdirici ve
belirticidir. Bu da bizim kaza ve hakemlik olarak
adlandırdığımız şeydir.
Bu alemdeki olaylar varlık ve
gerçekleşme hususunda münezzeh olan Allah’a dayalı ve Allah’ın
bir fiili olduğu hasebiyle de bu iki itibar, aynen gerçekleşme
olayı onlarda da aynı şekilde cereyan etmektedir. Zira bu
olaylar, Allah’ın kendilerini tahakkuk ettirme ve var etmeyi
istemediği ve de varlıklarını gerektirecek şart ve
sebepler mevcut olmadığı taktirde, aynı şekilde imkan
ve tereddüt arasında vaki olma ve vaki olmama haletinde baki
kalmaktadır. Ama Allah onların vuku bulmasını ister,
gerçekleşmlerini irade eder, tahakkuk etmesi için gerekli şartlar ve
sebepler de mevcut olursa, artık gerçekleşme dışında
bir yol kalmaz. Bu hakkın meşiyeti şart ve sebepleri temin etmesi,
Allah’ın iki taraftan birini tayin etmesi varlığı tereddüt
ve belirsizlikten çıkarmaktadır ve bu ilahi kaza diye
adlandırılmaktadır.
Bu iki itibar teşrii ve yasama hususunda da
aynı şekilde cereyan etmektedir. Allah’ın şeri bir iş
hususundaki kesin hükmü, Allah’ın kazasıdır. Bu yüzden, kazadan
söz edilen her ilahi cümlede bu gerçek göze çarpmaktadır. Örneğin
şu ayet: “O, bir işin olmasını dilerse, ona
ancak “ol” der ve olur.”[1211] Başka bir ayet: “Bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti”[1212] hakeza başka bir ayet ise: “Sorduğunuz iş işte böylece
kesinleşmiştir”[1213] hakeza başka bir ayet ise: “İsrailoğullarına Kitapta:
“Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaksınız diye
bildirdik”[1214] ve tekvini (yaratışsal) kazayı
ifade eden diğer ayetler…Ama teşrii kazaya işaret eden ayetler
ise, örneğin şu ayettir: “Rabbin, yalnız kendisine
tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur.”[1215] Hakeza şu ayet: “Şüphesiz ki Rabbin, kıyamet günü
onların aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler
hakkında hükmedecektir.”[1216] Hakeza şu ayet: “Artık insanların aralarında
adaletle hüküm olunmuştur. “Övgü, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir”
denir”[1217] elbette bu ve daha önceki ayetlerde yer alan
kaza, teşrii anlaşmazlığı çözme anlamındadır
ve başka bir tabirle, tekvini hakemlik ve kaza manasını ifade
etmektedir.
Görüldüğü gibi bu ayeti kerimeler, bu iki
akli itibarın Allah’ın fiilleri olduğu hasebiyle, tekvini
(yaratışsal) olaylarda, Allah’ın teşrii fiili olduğu
hasebiyle de teşrii (yasamaya ait) hükümlerde ve Allah’a isnat edilen her
hüküm ve sona erdirici hakemlikte de geçerliliğini ve
doğruluğunu imza ve teyit etmektedir. Bazen bir itibara göre kaza,
hüküm ve söz diye de tabir edilmektedir. Örneğin şöyle
buyurmaktadır: “Hüküm sadece Allah’a aittir”[1218] hakeza şöyle buyurmaktadır: “Hüküm Allah’ındır, O’nun hükmünü takip
edip bozacak yoktur”[1219] ve hakeza şöyle buyurmaktadır: “Benim katımda söz değişmez”[1220] ve şöyle buyurmaktadır: “Ben hakikati söylüyorum”[1221]
2-Kazanın Anlamına Felsefi Bir
Bakış: Şüphesiz nedensellik kanunu bir gerçektir ve mümkün
(olabilir) olan her varlık vasıtalı veya vasıtasız,
münezzeh olan Allah’ın sonucu olan bir şeydir. Hiç şüphesiz
sonuç, tam sebebine isnat edildiğinde, o sebep açısından zaruret
ve vücuba sahiptir. Zira her mümkün varlık, vacip olmadıkça vücuda
gelemez. Ama eğer sonucu tam nedenine isnat etmezsek, imkan haleti kendisi
için eşittir. Burada ister zaten mümkün olan mahiyetler gibi, haddi
zatında ve başka bir şeyle mukayese edilmeksizin mülahaza
edilsin ve isterse de tam nedeninin bazı parçalarına isnat edilsin,
her haliyle mümkündür. Zira bu parça veya parçalar o sonucun zaruret ve
farziyetini farz kılacak olursa, onun tam nedeni olur. Oysa biz, o
parçaların tam neden var olmadıklarını, tam nedenin bir parçası
olduklarını varsaydık.
Zaruret ve vücup, imkanın iki
tarafından birinin tahakkuku (varlık veya yokluk) ve bir şeyin
belirsizlik ve tereddüt halinden çıkışı anlamında
olduğu için mümkün varlıklar silsilesine hakim olan zaruret,
eşyadan her birini kendine özgü şartlarında farz kılan,
yüce vacib’ul Vücuda isnatları cihetinden ötürü, Allah-u Teala
tarafından genel bir kazadır. Nitekim bu varlıklardan her birine
özgü zaruret de her birine oranla, özel bir kazasıdır. Zira kazadan
maksadımız işi sona erdirmek ve o şeyi belirsizlik ve
tereddüt haletinden dışarı çıkarmaktır.
Buradan da anlaşıldığı
üzere kaza Allah’ın fiili sıfatlarından biridir ve o fiilin tam
ve vacip kılıcı nedenine isnadı mülahazası
esasınca fiilden elde edilmektedir.
3-Bir çok rivayetler de bu görüşü teyit
etmektedir. Örneğin el-Mehasin kitabında, Berki babasından, o da
İbn-i Ebi Umeyr’den, o da Hişam b. Salim’den şöyle dediğini
nakletmektedir: “İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
bir şeyi icad etmek istediğinde, evvela onu taktir eder. Taktir
ettiğinde, kazada bulunur. Kaza ettikten sonra da imza ve icra eder.”
Hakeza, el-Mehasin kitabında (Berki),
babasından, o da İbn-i Ebi Umeyr’den, o da Muhammed b. İshak’tan
şöyle dediğini nakletmiştir: “Ebu’l-Hasan (a.s) Ali b. Yaktin’in
kölesi Yunus’a şöyle buyurmuştur: “Ey Yunus! Kader konusuyla
ilgilenme” O şöyle arzetti: “Ben kader konusuyla ilgilenmiyorum, ama
şöyle diyorum: “Sadece Allah’ın irade, meşiyyet, kaza ve
kaderinin istediği şey tahakkuk eder.” İmam şöyle buyurdu:
“Ama ben böyle demiyorum. Aksine şöyle diyorum: “Allah’ın
meşiyyet, irade ve kazasının istediği şey
gerçekleşir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Meşiyetin olduğunu
biliyor musun?” O, “Hayır” diye arzetti. İmam şöyle buyurdu:
“Bir şeyi kararlaştırmasıdır. Sen Allah’ın iradesinin
ne olduğunu biliyor musun?” O, “Hayır” diye arzetti. İmam
şöyle buyurdu: “Bir şeyi meşiyyeti esasınca
tamamlamasıdır. Sen Allah’ın taktirinin ne olduğunu biliyor
musun?” O, “hayır” diye arzetti. İmam şöyle buyurdu: “Uzunluk,
genişlik ve baki kalış müddeti hususunda bir şeye ölçü
vermektir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah bir şey
isterse, onu irade eder. İrade ettiği zaman ise onu taktir eder.
Taktir ettiği zaman ise, ona kaza eder (hükmeder). Kaza ettiği
taktirde de, onu icra eder.”
Başka bir rivayette ise, Yunus
Ebu’l-Hasan’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Sadece Allah’ın, meşiyyet, irade, taktir ve kazasının
gerektirdiği şey vücuda gelir.” Ben (Yunus), şöyle arzetim: “Meşiyyetin
anlamı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Fiilin başlamasıdır.”
Ben şöyle arzettim: “İradenin anlamı nedir?” İmam
şöyle buyurdu: “Hakkında sebat ve mukavemet göstermektir.” Ben
şöyle arzettim: “Taktirin anlamı nedir?” İmam şöyle
buyurdu: “Genişlik ve uzunluk açısından ölçü vermektir.” Ben
şöyle arzettim: “Kaza ne demektir?” İmam şöyle buyurdu:
“Kazasını yapınca (hükmünü verince) onu icra eder ve hiçbir
şey onun meydana gelmesine engel olamaz.”
Tevhid-i Seduk’da, Dekkak Kuleyni’den, o da
İbn-i Amir’den, o da Mualla’dan şöyle dediğini
nakletmiştir. “Alime (a.s) şöyle soruldu: “Allah’ın ilmi
nasıldır?” O şöyle buyurdu: “Allah bilir, ister, irade eder,
taktir buyurur, kaza ve hüküm verir, imza ve icra eder. Kazasını
verdiği bir şeyi icra ve imza eder, taktir ettiği bir şeye
kaza eder ve irade ettiği bir şeyi taktir eder. O halde Allah’ın
meşiyyeti onun ilmidir, iradesi meşiyyeti iledir, taktiri iradesi
iledir, kazası taktiri iledir ve imzası kazası iledir. O halde,
ilmi meşiyetinden öncedir ve meşiyyeti ikinci aşamadadır.
İrade ise üçüncü makamdadır ve taktir imza vesilesiyle tahakkuk eder.
O halde, ilim, meşiyyet, irade ve eşyanın taktiri hususunda,
Allah Tebarek ve Teala için beda hasıl olmaktadır. Ama eğer
kaza, imza ve icra merhalesine ulaşırsa, artık beda vücuda
gelmez.”
İmam’ın (a.s) buyurduğu bu
sıralama, meşiyeti ilimden sonra ve iradeyi meşiyetten sonra
bilmesi, akli bir sıralamadır. Akıl bu sıralamayı
doğru bulmaktadır.
Aynı kitapta kendi senediyle İbn-i
Nubate’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Müminlerin Emiri (a.s)
eğilmiş bir duvarın altından kalkıp başka bir
duvarın altına geçti. Ona şöyle arzedildi: “Ey Müminlerin Emiri!
Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun?” İmam şöyle
buyurdu: “Allah’ın kazasından aziz ve celil olan Allah’ın
kaderine kaçıyorum.”
Ben (Allame Tabatabai) şöyle diyorum:
“Bunun sebebi ise şudur: Taktir, mukadder olduğu şeye kesinlik
ve sapmazlık kazandırmamaktadır ve mukadder kılınan
şeyin tahakkuk etmemesi ümit edilir. Ama kaza ve hükmü verilirse,
artık ondan kaçmak mümkün değildir. Bütün bu geçen konular
hakkında, Ehl-i Beyt imamları (a.s) yoluyla bir çok rivayetler
nakledilmiştir. [1222]
16762.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nutfe, rahimde kırk gece yer aldıktan
sonra, yanına bir melek gelir ve şöyle der: “Ey rabbim! Emrin nedir?
Bu mutlu mudur yoksa mutsuz mu? Bu kız mıdır yoksa erkek mi?”
Böylece Allah emreder. O nutfenin mutlu veya mutsuz, erkek veya kız
olduğunu, eseri, musibeti, rızkı ve eceli yazılır.”[1223]
16763.
İmam Bakır (a.s), insanın rahimde
yaratılışı hakkında şöyle buyurmuştur: “Dört ay kamil olunca, Allah iki melek gönderir
ve o ikisi şöyle arzeder: “Ey Rabbimiz! Ne buyuruyorsun? Kız mı
yoksa erkek mi?” Kendilerine gerekli emir verilir. Sonra şöyle arzederler:
“Ey rabbimiz! Mutlu mudur yoksa mutsuz mu?” Bu konuda da gerekli emir verilir.
Ardından şöyle arzederler: “Ey rabbimiz, yaşama müddeti ve
rızkı ne kadardır?” Bütün halleri –ki imam onlardan
bazısını zikretmiştir- yazılır ve melek bu
sözleşmeyi iki gözlerinin arasına (alnına) yazar.”[1224]
16764.
İmam Bakır (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allah iki
meleğe şöyle vahyeder: “Kaza, kader ve emrimin onun hakkında
cari oluşunu yazınız ve yazdığınız
şeylerde, beda şartımı kaydediniz.” O iki melek şöyle
arzeder: “Ey rabbimiz! Ne yazalım?” Allah başlarını (o
çocuğun) annesinin başına doğru
kaldırmalarını vahyeder. O iki melek başlarını
yukarı kaldırınca annesinin alnına deyen bir levha
görürler. O levhaya bakarlar ve o levhada şeklini, süsünü, ecelini ve
mutlu mu veya mutsuz mu sözleşmesini, özetle onun tüm hallerini o levhada
müşahade ederler.”[1225]
bak. 232. Konu, es-Seadet, 272,
eş-Şekavet; el-Kafi, 6/12
Kur’an:
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
Doğrusu Allah, bilendir, hikmet sahibidir.”[1226]
“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler
bir şey dileyemezsiniz.”[1227]
“Bir kavim kendi nefislerinde olanı
değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”[1228]
16765.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Herhangi bir belde veya ev halkı veya bir bedevi bana
karşı hoşlanmadığım bir günaha düştükten
sonra, hoşlandığım itaate yöneldikleri taktirde ben de
onların hoşlanmadığı azabımdan, onların
hoşlandığı rahmetime yönelirim.”[1229]
16766.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ne şekilde olursanız, sizlere öyle
hükmedilir.”[1230]
16767.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah bir topluluğun kötülüğünü
isteyince, onların işlerinin dizginlerini nimet içinde yüzen
ayyaşlara bırakır.”[1231]
16768.
İmam Ali (a.s), Allah Resulü’nün (s.a.a)
ashabının sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala
doğruluk ve dürüstlüğümüzü görünce düşmanımızı
hor/hakir kıldı ve bizlere zafer nasib etti. Sonunda İslam her
yere yayıldı ve kendine geniş bir yer edindi.”[1232]
16769.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah bizi
sadık ve sabırlı görünce, düşmanlarımız için
horluk ve yenilgi gösterdi ve bizlere ise yardım ve zafer indirdi.”[1233]
16770.
İmam Ali (a.s), Medain harabesinin önünden
geçince şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu insanlar (kendilerinden öncekilerin) varisleri
idiler. Sonra başkaları bunlara varis oldu. Bu insanlar
haramları helal kıldılar. Böylece büyük cezalara düçar oldular.
O halde haramları helal saymayınız ki, sizlere de azap ve ceza
iner.”[1234]
16771.
İmam Ali (a.s), Haricilerin fitnesi
yatıştıktan sonra ashabına şöyle buyurmuştur: “Gerçekten de Allah sizler hakkında ihsanda
bulundu ve sizlere iyi yardım etti. O halde hiç durmadan
düşmanınıza doğru yola koyulun.” Onlar şöyle dediler:
“Ey Müminlerin Emiri! Kılıçlarımız körelmiş,
oklarımız sona ermiş, mızraklarımızın ucu
kırılmıştır. O halde izin verin de (geri dönelim ve)
kendimizi hazırlayalım…” İmam (a.s) şu ayeti okudu: “Ey
kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin,
ardınıza dönmeyin, yoksa kaybedenler olarak dönersiniz”
demişti.”[1235]
16772.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a yemin
olsun ki onların kendi topraklarında islah ve onarımla uğraşması
ve sizin de kendi topraklarınızda fesatla uğraşmanız,
onların emanete riayeti ve sizin hıyanetiniz. Onların
önderlerine itaati ve sizin önderlerinize isyanınız, onların batıl
hususunda el ele verişi ve sizin hakkınız hususunda
dağınıklığınız sebebiyle bu cemaatin galip
gelmesinden korkuyorum. ”[1236]
16773.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu
topluluğun mutlaka size üstün geleceğini görüyorum. Onların
birlik içinde olduğunu, sizin
dağınıklığınızı, onların
önderlerine itaat ettiğini, sizin ise bana isyan ettiğinizi
görüyorum.”[1237]
16774.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Biliniz ki
benden sonra, sizler sürekli bela ve musibetlere düçar olacaksınız.
Öyle ki, beni seven ve bana uyan kimse, kendi zamanındaki insanlar
arasında, bir cariyenin çocuğundan daha hor olacaktır.”
Kendisine, “neden?” diye arzettiler. İmam şöyle buyurdu: “Amelleriniz
sebebiyle ve dinde aşağılığa razı olduğunuz
sebebiyle. Eğer sizden biri zalim önderlerin zulmü ortaya
çıktığında canını rabbine satar ve cihattan
hakkını alırsa (cihat ederse) şüphesiz Allah’ın dini
ikame (hakim) olur.”[1238]
16775.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Taneyi yaran ve
insanları yaratan Allah’a yemin olsun ki şüphesiz bir dağın
kökünden koparılması, sağlam ve istihkamlı bir devletin
yıkılmasından daha kolaydır. Ama aralarında ihtilaf çıkınca,
canım elinde olana andolsun ki, eğer güvercinler bile onların
üzerine saldırsa, şüphesiz kendilerine üstün gelir.”[1239]
16776.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kazanın/kaderin
gerçekleştiğine hükmedildikten sonra imtihan dönemi bitti.
Basiretle kılıç salladılar ve öğüt verenin emriyle
Rablerine yakınlaştılar.”[1240]
bak. el-Kader, 3283. Bölüm; el-Fesad, 3201.
Bölüm; el-Bihar, 5/84, 3. Bölüm
16777.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala Musa b. İmran’a şöyle vahyetmiştir: “Ey Musa!
Yarattığım varlıklardan hiç birisi benim nezdimde, mümin
kulumdan daha sevimli değildir. Onu belaya düçar kılarım ve bu
kendisi için daha iyidir. Ben kulumu hangi şeyin ıslah edeceğini
daha iyi bilirim. O halde belalara karşı sabretmeli, nimetlerime
şükretmeli, kazamdan hoşnut olmalıdır ki onu
dergahımın sıddıklarından (doğrularından)
yazayım. ”[1241]
16778.
, Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Birgün
Allah Resulü (s.a.a) akıl dişleri görülecek şekilde gördü ve
daha sonra şöyle buyurdu: “Bana neden güldüğümü sormayacak
mısınız?” Onlar, “Tabi ey Allah’ın Resulü!” diye arzedince
Peygamber şöyle buyurdu: “Ben, aziz ve celil olan Allah’ın kendisi
için her neye hükmeder ve taktir buyurursa sonunda kendisi için iyi
olacağı Müslüman’a şaşıyorum.”[1242]
16779.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın mümin için
verdiği her kazasında hayır vardır.”[1243]
16780.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
kazasında, mümin için her türlü hayır gizlidir.”[1244]
16781.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisine Allah’ın kaza buyurduğu her
şeyin, -ister hoşuna gitsin ve isterse gitmesin,- kendisi için
hayırlı olduğu mümine şaşarım. Allah mümini
mübtela kılarsa onun günahlarına keffare olur. Eğer ona ihsanda
bulunur ve yüce tutarsa, ona bağışta bulunmuş olur.”[1245]
16782.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve
celil olan Allah’ın kendisi hakkında verdiği her kazada
hayır bulunan Müslüman’a şaşarım. Eğer makasla parça
parça edilse, kendisi için hayırlıdır. Eğer doğudan
batıya bütün alemi ele geçirse, yine kendisi için
hayırlıdır.”[1246]
16783.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin
sürekli olarak hayır ve iyilik üzeredir. Eğer bedeni parça parçaya
ayrılsa, yine kendisi için hayırdır. Eğer doğudan
batıya aleme hükmetse, bu yine kendisi için hayırdır.”[1247]
16784.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
mümin için hoşnut olarak verdiği her kazada mutlaka taktir
ettiği şeyde onun hayrını karar
kılmıştır.”[1248]
16785.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İsrailoğulları
Musa’nın (a.s) yanına geldiler ve ondan kendileri için aziz ve celil
olan Allah’tan istedikleri taktirde yağmur
yağdırmasını ve istemedikleri taktirde de yağmurun
kesilmesini dilemesini istediler. Musa aziz ve celil olan Allah’tan
İsrailoğulları için böyle bir istekte bulundu. Aziz ve celil
olan Allah ona şöyle buyurdu: “Ey Musa! Onların isteğini kabul
ettim.” Musa bu haberi onlara verdi. İsrailoğulları
toprağı ektiler, hiçbir yeri boş bırakmadılar. Daha
sonra istedikleri zaman yağmur yağdı ve istemedikleri zaman
yağmur kesildi. Böylece ziraatları da dağlar ve tepeler gibi yükseldi.
Ekinlerini biçip, harmanlarını dövdükleri zaman, hiçbir tane
göremediler. Bunun üzerine Musa’ya şikayette bulundular ve şöyle
dediler: “Biz senden, Allah’tan gökyüzünün bizim istediğimiz zaman
yağmasını istemeni istedik, Allah da kabul etti. Ama onu bizim
zararımıza dönüştürdü.” Musa şöyle arzetti: “Ey Rabbim!
İsrailoğulları kendilerine yaptığın işten
dolayı inlemektedirler.” Allah şöyle buyurdu: “Neden inliyorlar ey
Musa!” Musa şöyle arzetti: “Onlar, senden istedikleri zaman, gökyüzünden
yağmur yağmasını ve istemedikleri zaman yağmurunu
kesmesini dilememi istediler. Sen de onların isteğini kabul ettin.
Ama gökyüzünün yağdırmasını onların zararına
dönüştürdün.” Allah şöyle buyurdu: “Ey Musa!
İsrailoğullarının taktir edicisi ben idim. Ama onlar benim taktirime
rızayet göstermediler ve bunu onların kendi isteğine
bıraktım. Böylece gördüğün şey oldu.”[1249]
bak. el-Bela, 412. Bölüm
16786.
İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın
kudreti hususunda şöyle buyurmuştur: “Sana karşı gelen
hükümranlığını eksiltmez. Sana boyun eğen, senin
mülkünü arttırmaz. Hükmünden memnun kalmayan, senin kararını
geri çeviremez.”[1250]
16787.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Herkim benim kazamdan boşnut olmaz ve benim taktirime
iman etmezse, benden başka bir mabud arasın.”[1251]
16788.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Herkim benim kaza ve kaderimden hoşnut olmazsa, benden başka bir rab
arasın.”[1252]
16789.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Herkim benim kazamdan hoşnut olmaz ve benim belama sabretmezse, benden
başka bir rab arasın.”[1253]
16790.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Herkim benim kazamdan hoşnut olmaz, nimetlerime
şükretmez ve belama sabretmezse, benden başka bir rab talep etsin.”[1254]
16791.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet
günü insanların en çok azap göreni, Allah’ın kazasından
hoşnut olmayan kimsedir.”[1255]
16792.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim dünya
için üzülürse, Allah’ın kazasından hoşnut değildir.”[1256]
16793.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dikkat
edin, dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına
karşı büyüklenen, kazasına karşı koyarak ve
nimetlerini görmezlikten gelerek Rablerine çirkin şeyler isnad eden ve
Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri inkar eden büyüklerinize ve
idarecilerinize itaat etmekten sakının.”[1257]
bak. er-Rıza (1), 1522. Bölüm
16794.
İmam Ali (a.s), kaza kavramının
müteşabih olduğu hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur:
“Kazanın on
anlamı vardır: İşi bitirmek anlamında kaza, emretmek
anlamında kaza, haber vermek anlamında kaza, yerine getirmek
anlamında kaza, farz kılmak anlamında kaza, kitap ve yazmak
anlamında kaza, sona erdirmek anlamında kaza, hakemlik ve davayı
görmek anlamında kaza, yaratmak anlamında kaza ve ölümün gelip
çatması anlamında kaza.
Ama işi bitirmek anlamında
kazanın delili Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Kur’an’ı
dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar
Kur’an’ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: “Susun” dediler
Kur’an’ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak
milletlerine döndüler.”[1258] Yani sona erince (okunması bitince) ve
bitince anlamındadır. Başka bir delili ise şu ayettir: “Hac
ibadetinizi bitirdiğinizde, Allah’ı anın.”[1259]
Emretmek anlamında kazanın örneği
ise, Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Rabbin, yalnız kendisine
tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur”[1260] yani, ona emrettik demektir. Aynısı
kasas suresinde vardır.
Haber vermek ve bildirmek anlamında
kazanın örneği ise Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Mûsa’ya
emrimizi vahyettiğimiz zaman, sen batı yönünde, bulunmuyordun.”[1261] “Böylece Lut’a bunların
sonlarının kesilmiş olarak sabahlayacaklarını
bildirdik.”[1262] Hakeza şu ayettir: “İsrailoğullarına Kitapta:
“Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaksınız” diye
bildirdik”[1263]
yani “Tevrat’ta onlara hangi işleri yapacaklarını bildirdik”
demekti.
Yerine getirmek anlamında kazanın
örneği ise, Allah-u Teala’nın Taha suresindeki şu ayetidir: “Ne
hüküm vereceksen ver”[1264] Hakeza Enfal suresinde: “Gerekli emri yerine getirsin diye olacak
işi yaptı”[1265]
yani ezeli ilminde olan şeyi yaptı ve bu anlamda kaza Kur’an’da bir
çok yerde kullanılmıştır.
Azabı farz kılma anlamında
kazanın örneği ise, Allah-u Teala’nın İbrahim suresindeki
şu ayetidir: “İş olup bitince, şeytan şöyle der: ”[1266] Yani onlara azap farz olunca. Başka bir
örneği ise Yusuf suresindeki şu ayettir: “Sorduğunuz iş
işte böylece kesinleşmiştir”[1267] yani hakkında sorduğunuz şey
vacip ve gerekli oldu.
Yazmak ve kesinleşmek anlamında
kazanın örneği ise, Allah-u Teala’nın Meryem hikayesindeki
şu ayetidir: “Bu önceden kararlaştırılmış bir
iştir”[1268] yani malum ve kesin.
Sona erdirmek anlamında kazanın
örneği ise Allah-u Teala’nın Kasas suresindeki şu sözüdür: “Mûsa
süreyi doldurunca”[1269] yani, koyduğu şartı sona
erdirince. Hakeza Musa’nın (a.s) şu sözüdür: “Mûsa: “Bu seninle
benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir
kötülüğe uğramayacağım”[1270] yani sona erdirdiğimde.
Hakemlik anlamında kazanın örneği
ise, Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “Artık insanların
aralarında adaletle hüküm olunmuştur. “Övgü, âlemlerin Rabbi olan
Allah içindir” denir”[1271] yani onların arasında hükmetti ve
hakemlikte bulundu. Hakeza Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “Allah,
gerçekle hükmeder. O’nu bırakıp da yalvardıkları putlar bir
şeye hüküm veremez. Şüphesiz Allah işitir ve görür”[1272] hakeza münezzeh olan Allah’ın şu
ayetidir: “O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır”[1273] hakeza Allah-u Teala’nın Yunus suresindeki
şu ayetidir: “Aralarında adaletle hükmolunmuştur.”[1274]
Yaratmak anlamında kazanın örneği
ise, münezzeh olan Allah’ın şu ayetidir: “Bunun üzerine, iki gün
içinde yedi gök var etti”[1275] yani yedi göğü yarattı.
Ölümün nazil olması anlamında kazanın
örneği ise Cehennem ehlinin Zuhruf suresinde yer alan şu sözüdür: “Cehennemde
şöyle seslenirler: “Ey nöbetçi! Rabbin hiç değilse
canımızı alsın.” Nöbetçi: “Siz böyle
kalacaksınız” der”[1276] yani ölümü bizlere indirsin. Diğer bir
örneği ise Allah’ın şu ayetidir: “Ölümlerine hükmedilmez ki
ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez”[1277] yani ölümü rahat etmemeleri için onlara
indirmemektedir. Hakeza Süleyman b. Davud’un hikayesindeki şu ayettir: “Ölümüne
hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü
cinlere fark ettirdi. O, ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı
ki”[1278] Allah-u Teala’nın maksadı şudur:
“Ona ölümü indirdiğimiz zaman.”[1279]
16795.
İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer
ilahi kaza pusuda ise bu zaaf ve zillet de neden?”[1280]
16796.
İmam Cevad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaza
nazil olunca, feza (meydan) daralır.”[1281]
16797. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu sekiz şey sadece Allah’ın
kazası ve kaderiyle gerçekleşir: Uyku, uyanıklık, kuvvet,
zayıflık, sıhhat, hastalık, ölüm ve hayat”[1282]
444. Konu
el-Kaza (2)
Hüküm Vermek-Yargılamak
F Bihar,
104/261-300; Ebvab’ul Kazaya ve’l-Ahkam
F Vesail’uş-Şia,
18/2-224; Kitab’ul Kaza
F Bihar,
104/289, 8. bölüm; Cevami’ul Ahkam ve’l-Kaza
F Vesail’uş-Şia,
18/200, 18. bölüm; lil kazi en yehkume bi lmih
F Kenz’ul
Ummal, 5/801, 6/91; fi’l-Kaza
F Bihar,
40/218, 97. bölüm; Kazaya Emir’el Müminin (a.s)
bak.
F 68. konu,
et-Tecessüs; 188. konu, er-Rişve; 406. konu, el-Fetva; 438. konu,
el-Kur’e; er-Re’y (1); 1424. bölüm; eş-Şirk, 1989. bölüm
Kur’an:
“Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde halife
kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma
yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu,
Allah’ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına
karşılık çetin azâb vardır.”[1283]
16798.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Ey
Şureyh! Sen Peygamber’in veya Peygamberin vasisinin ya da mutsuz insan dışında hiç kimsenin
oturamayacağı bir yere oturmuş bulunmaktasın.”[1284]
16799.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hüküm
vermekten sakın. Zira hüküm vermek, gerçekte, hüküm vermede bilgin olan ve
Müslümanlar arasında adaletle hükmeden imamın, Peygamber’in veya
Peygamber’in vasisinin hakkıdır.”[1285]
Kur’an:
“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce
indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun?
Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa, onları
tanımamakla emrolunmuşlardı.”[1286]
“Kendilerine
Kitap’tan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek
için Allah’ın Kitab’ına çağırılmışlar sonra
onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz
çevirenlerdir.”[1287]
16800.
İmam Sadık (a.s), bir borç veya miras
konusunda aralarında ihtilaf çıkınca hüküm vermesi için
tağuta müracaat eden iki ashabı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Herkim
davayı tağuta götürürse ve tağut da onun lehine hüküm verirse,
aldığı şey her ne kadar kesin hakkı da olsa, kendisi
için haramdır. Zira onu tağutun hükmüyle almıştır.
Oysa Allah tağutu inkar etmesini emretmiştir.”[1288]
16801.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir mümin
başka bir mümini ihtilaflı oldukları bir konuda, zalim bir
kadı veya sultana götürürse ve o kadı veya sultan da Allah’ın
hükmüne aykırı bir hüküm verirse, o mümin kadının (veya
sultanın) günahına ortak olur.”[1289]
16802.
İmam Sadık (a.s), kendisine, Allah-u
Teala’nın “malları
aranızda haksız yere yemeyin ve onu hakimlere (rüşvet olarak)
vermeyin” ayetini
soran Ebu Basir’e şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Basir! Aziz ve celil olan Allah bu
ümmetin arasında zalim hakimlerin olduğunu bilmektedir. Bil ki
Allah’ın bu ayetten maksadı adil hakimler değildir. Maksadı
zalim hakimlerdir. Ey Eba Muhammed! Eğer birinde bir hakkın olur ve
onu adil bir imamın hakimliğine davet edersen ve o bunu kabul etmez
de kendi lehine hükmetmesi için zalim hükümdara müracaat etme hususunda
ısrar ederse, bu şahıs, tağutun hükmüne müracaat etmiş
kimselerdendir. Aziz ve celil olan Allah ise şöyle buyurmuştur: “…Zannedenleri
görmedin mi?”[1290]
bak. Vesail’uş Şia, 18/2, 1. Bölüm
Kur’an:
“Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde halife
kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma
yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu,
Allah’ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına
karşılık çetin azâb vardır.”[1291]
“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline
teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle
hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz
Allah işitir ve görür.”[1292]
“Eğer hükmedersen aralarında adaletle
hüküm ver. Allah adil olanları sever.”[1293]
16803.
Masum (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en iyisi hak üzere
hükmedendir.”[1294]
16804.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların
en üstünü en çok hak üzere hükmedenleridir. İnsanların münezzeh olan
Allah nezdinde en sevimli olanı ise en çok doğru
konuşanlarıdır.”[1295]
16805.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın
sizden (Şiilerden) biri başka birini zalim hakime şikayette
bulunmasın. Sizden kimin bizim hükümlerimizi ve hakimliğimizi daha
iyi bildiğine baksın ve onu kendi aralarında hakem
kılsın. Zira ben onu size hakim karar kıldım. O halde kendi
aranızda yargıda bulunması için, onun yanına gidiniz.”[1296]
16806.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah indinde adil kimseler, kıyamet günü,
rahman olan Allah’ın sağ tarafında nurdan minberler üzerinde
olurlar. Allah’ın her iki eli de sağdır (Allah’ın sağ
ve sol ciheti yoktur.) O adil kimseler, kendi hükümetlerinde, kendi aileleri
arasında ve sorumlusu oldukları kimseler arasında adaletli
davranırlar.”[1297]
16807.
İmam Sadık (a.s), Ebu Hatice’yi
ashabına doğru gönderince ona şöyle buyurmuştur: “Onlara şöyle de: “Sakın sizden biri
herhangi bir ihtilafta; bir borç veya alacak meselesinde bir ihtilaf ortaya
çıktığında, yargı işini bu fasıklardan birine
götürmesin. Aksine kendi aranızdan helal ve haramlarımızı
bilen kimseyi hakim kılın. Zira ben onu hakim tayin ettim.
Davanızı görmesi için zalim sultana müracaat etmekten
sakının.”[1298]
Kur’an:
“Hayır; Rabbine and olsun ki,
aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra
senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen
kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.”[1299]
16808.
İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Hayır,
rabbine andolsun ki…” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Teslim olmak, onun verdiği hükme razı
olmak ve kani olmak anlamındadır.”[1300]
16809.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakim
olan kimse, bizim hükmümüz esasınca hükmederse onun hükmünü kabul etmeyen
kimse gerçekte, Allah’ın hükmünü hor saymış ve sözlerimizi
reddetmiştir. Herkim de bizi redderse Allah’ı reddetmiş olur ve
bu amel Allah’a şirk koşma haddindedir.”[1301]
16810.
Abdullah b. Zübeyr şöyle diyor: “Ensar’dan biri Zübeyr ile
hurmalıkları sulama hakkında ihtilafa düştü. O Zübeyr’e
şöyle dedi: “Suyun önünü aç gitsin” Ama Zübeyr bundan imtina etti ve Allah
Resulü’nün hükmüne müracaat ettiler. Allah Resulü (s.a.a) Zübeyr’e şöyle
buyurdu: “Ey Zübeyr! Hurmalıklarına su ver. Sonra suyu komşunun
toprağına doğru bırak.” Ensar’dan olan şahıs
kızdı ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Halan oğlu
olduğu için mi (böyle hüküm verdin)?” Allah Resulü’nün (s.a.a) öfkeden
rengi değişti ve şöyle buyurdu: “Ey Zübeyr!
Hurmalıklarına su ver, sonra da duvarlara doğru dönmesi için
suyun önünü kapat.” Zübeyr şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki şu
ayetin bu konuda nazil olduğunu zannediyorum: “Hayır rabbine
andolsun ki iman etmezler…”[1302]
bak. 243. Konu, et-Teslim; eş, Şirk,
1989. Bölüm
Kur’an:
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,
işte onlar kâfirlerdir. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,
işte onlar zalimlerdir. İncil sahipleri Allah’ın onda
indirdikleri ile hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,
işte onlar fâsık olanlardır.”[1303]
16811.
İmam Sadık (a.s), Abdullah b. Muskan’a
şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim, iki
dirhem hakkında haksız yere hükmederse, sonra da bu konuda
zorbalık gösterirse, şu ayetin muhatabı olur: “Herkim
Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, şüphesiz onlar kafirlerdir.”
Ben (Abdullah b. Muskan şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! Onun
hakkında zorbalık etmesi ne anlamdadır?” İmam şöyle
buyurdu: “Kırbaç ve zindanın olması, aleyhine hüküm vermesi ve
hükmünü kabul etmediği taktirde ona kırbaç vurup zindana
atmasıdır.”[1304]
16812.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
iki dirhem hakkında Allah’ın nazil buyurduğunun aksine
hükmederse, kafir olmuş olur. Herkim de iki dirhem hakkında hükmeder
ve hatalı hüküm verirse, kafir olur.”[1305]
16813.
Hekim b. Cübeyr şöyle diyor: “İmam Seccad’ın (a.s) huzuruna
vardım. Maide suresindeki ayetler hakkında kendisine soru sordum ve
kendisine bu konuda Said b. Cübeyr ile Miksem’e de sorduğumu bildirdim.
İmam şöyle buyurdu: “Miksem ne cevap verdi?” Ben, Miksem’in
cevabını ona bildirdim. İmam şöyle buyurdu: “Doğru
demiştir, ama küfürdür ve bu küfür şirkten kaynaklanan bir küfür
değildir. Fasıklıktır ve fasıklık şirkten
kaynaklanan bir fasıklık değildir. Zulümdür ve bu zulüm
şirkten kaynaklanan bir zulüm değildir. ”[1306]
16814.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
yarattıklarından en fazla buğzettiği-sevmediği iki
kişidir… Halkın arasında hüküm vermek için oturur,
insanları, şüpheli/bilinmez şeylerden kurtarmayı iş
edinir. Kendine belirsiz bir şey sorulsa kendi görüşünce
saçma-sapan sözler ifade eder. Sonra da buna kendisi de inanır, yakin
eder. O şüpheleri örtmede ağını ören örümcek gibidir.
Doğru mu yanlış mı hüküm verdiğini bilmez…
Onun
zulüm-haksızlık üzere verdiği hükümler neticesinde dökülen
kanlar (hal diliyle) feryat etmektedir, miraslar zalim elinden inlemektedir
(ki, haksız hükümleri neticesinde sahibine erişmemiştir. )”[1307]
16815.
Resulullah (s.a.a), gözünün
ağrısından şikayeti olan Ali’yi (a.s) ziyaret edince ona
şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Sabırsızlık mı ediyorsun yoksa dertten
mi inliyorsun?” İmam şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Asla bu
kadar şiddetli bir acı görmedim.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ey
Ali! Ölüm meleği, canını almak için günahkar bir kula
indiği zaman, kendisiyle birlikte ateşten bir şiş getirir
ve o şişle canını alır ve cehennem feryat eder.” Ali
(a.s) yanında doğrularak oturup şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! Bana sözünüzü tekrar ediniz. Zira söylediğiniz söz bana
acımı unutturdu. Acaba bu azap ümmetinden birine ulaşacak
mı?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet, zalim hakimler, yetim
malını yiyenler ve yalan yere şehadette bulunanlar (bu
azabı görecektir.)”[1308]
16816.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakimlik makamını üstlenirse,
bıçak olmaksızın kendi başını kesmiş
sayılır.”[1309]
16817.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkime hakimlik havale edilirse,
bıçaksız başı kesilmiş demektir.” Kendisine şöyle
arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Başının kesilmesinden
maksadınız nedir?” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Cehennem
ateşi. ”[1310]
16818.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakemliğe tayin edilirse,
bıçaksız başı kesilmiş olur.”[1311]
16819.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir taş Allah’ın dergahına
şikayette bulunarak şöyle dedi: “Ey mabudum ve efendim! Kaç
yıldır sana ibadet ettim. Şimdi beni bir tuvaletin temel
taşı mı kıldın?” Allah şöyle buyurdu: “Seni
hakimlerin oturduğu yerden uzaklaştırdığıma
hoşnut olmuyor musun?”[1312]
16820.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nevavis
ki cehennemde bir yerdir) şiddetli sıcaklıktan dolayı, aziz
ve celil olan Allah’a şikayette bulundu. Aziz ve celil olan Allah ona
hitaben şöyle buyurdu: “Sus, şüphesiz hakimlerin yeri senin yerinden
daha sıcaktır.”[1313]
16821.
Muhammed b. Müslim şöyle diyor: “İmam Bakır (a.s) Medine
kadısının yanında oturduğum bir esnada yanımdan
geçti. Ertesi gün İmam’ın huzuruna vardım. Bana şöyle
buyurdum: “Dün seni gördüğüm o toplantı, ne
toplantısıydı?” Ben şöyle arzettim: “Fedan olayım! Bu
kadı, bazen bana lütfetmekte ve muhabbet göstermektedir. Bu yüzden bazen
onun yanında oturuyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Lanetin
inmeyeceği ve bu lanetin seni de kapsamayacağı hususunda bir
teminin var mıdır?”[1314]
16822.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü adil hakimi getirirler ve onu
öyle zor bir hesaba çekerler ki iki kişi arasında bir tek hurma
tanesi hakkında bile hüküm vermemiş olmayı arzu eder.”[1315]
16823.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü adil hakime öyle bir an gelir
ki, iki kişi arasında bir tek hurma tanesi hakkında bile
hükmetmemiş olmayı arzu eder.”[1316]
16824.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü adil hakimi getirirler ve
öyle bir şiddetli hesapla karşı karşıya kalır ki
iki kişi arasında bir tek hurma tanesi hakkında bile
hükmetmemiş olmayı arzu eder.”[1317]
16825.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü hakimi getirirler ve hesaba
çekilmeden önce, öyle bir korku ve dehşetle karşı
karşıya gelir ki, iki kişi arasında bir tek hurma tanesi
hakkında bile hükmetmemiş olmayı arzu eder.”[1318]
Şöyle diyorum: “Bu rivayetler sahih ve
doğru olduğu taktirde bu hususlar adil olan hakim için hüküm vermesi
farz olmayan hususlara yorumlanabilir.”
bak. 111. Konu, el-Hisab; el-Velayet (1), 4217.
Bölüm
16826.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakimlik makamını talep eder
ve bu makama ulaşmak için ona buna tevessül ederse, Allah onu kendi haline
bırakır. Herkim de bu makamı kabul etmeye mecbur kalırsa,
Allah onu sağlam kılsın diye kendisine bir melek indirir.”[1319]
16827.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim, hakimlik makamını talep
ederse, Allah onu kendi haline bırakır. Herkime de bu makam zorla
verilirse kendisine bir melek iner ve onu sağlam kılar.”[1320]
16828.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) insanlar arasında hüküm vermeyi ve yöneticilikte
bulunmayı talep etmekten sakındırarak şöyle
buyurmuştur: “Herkim yöneticiliği isterse, Allah yöneticilik
işinde ona yardımcı olmaz ve onu o işle baş başa
bırakır. Herkim de istemeden bu makam kendisine bırakılırsa,
bu işte (Allah tarafından) yardım görür.”[1321]
16829.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakimlik makamını talep eder
ve bu makama ulaşmak için birinden yardım alırsa, o makamla
baş başa bırakılır. Herkim de onu talep etmez ve bu
hakimlik makamına ulaşmak için kimseden yardım istemezse, Allah
onu sağlam kılsın diye kendisine bir melek indirir.”[1322]
bak. 3368. Bölüm; el-Vilayet, 4224. Bölüm
16830.
İmam Ali (a.s), Mısır’a vali
tayin ettiğinde Malik Eşter’e yazdığı mektubunda
şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında hükmedecek
kişileri; halkın en üstünlerinden, işlerden bunalmayacak,
hasımlarına yenilmeyecek, hatada ısrar etmeyecek, hakkı
tanıyınca uymada gecikmeyecek, nefsi tamaha yönelmeyecek,
araştırmaksızın az bir anlayışla yetinmeyecek,
şüpheli işleri herkesten iyi tanıyacak ve herkesten çok delile
sarılacak kişilerden seç. Hasmın müracaatından daralıp
sıkılmayan; gerçekleri keşfetmede herkesten çok sabreden, hüküm
belli olduğunda kesin hükmü veren, övgü ve yalakacılıklara
aldanıp kendini beğenmeyen, başkalarının
teşvikiyle davalılardan birine yönelmeyen kişiler olsunlar.
Böyle kimseler pek azdır ya! Böyle birinin hakimliğini güzel
üstlen/güzel tut, ona mal (maaş) vermede elin açık olsun.”[1323]
16831.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim
fıkhı (hukuki meseleleri ve yargı hükümlerini) az bilirse, asla
hakimlik makamına ihtiras duymamalıdır.”[1324]
16832.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
emrini, ancak yaltaklık yapmayan (veya rüşvete bulaşmayan),
kendini batıla benzetmeyen (boyun eğmeyen) ve tamahlara
kapılmayan kişi uygulayabilir.”[1325]
16833.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar
arasında, bakman, konuşman ve oturman hususunda eşitliğe
riayet et ki yakınların senin taraftarlığını ümit
etmesin ve düşmanların senin adaletinden ümitsizliğe
kapılmasın.”[1326]
16834.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hakimin
davalı taraflardan birine dönüp baktığı halde diğerine
dönüp bakmamaktan sakınması uygundur. Bakışlarını
ikisi arasında adilce bölüştürmeli, davalı tarafların
hiçbirinin, diğerine baskı yapmasına izin vermemelidir.”[1327]
16835.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Müslümanlar arasında hakimliğe
mübtela olursa, bakışlarında, işaret etmesinde, oturma yerinde
ve onlara karşı oturma şeklinde eşit
davranmalıdır.”[1328]
16836.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Müslümanlar arasında hakimliğe
mübtela olursa hasımlardan birine sesini yükseltmeden, diğerine
karşı sesini yükseltmemelidir.”[1329]
bak. Vesail’uş Şia, 18/157, 3. Bölüm
16837.
İmam Ali (a.s), kendisine, hiçbir
hıyanet ve cinayete bulaşmadığı halde kendisini neden
hakimlik makamından azlettiğini soran Ebu’l-Esved Dueliy’e şöyle
buyurmuştur: “Sesini,
hasmının sesinden yüksek tuttuğunu gördüm.”[1330]
16838.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
kendisine sevap taktir ettiği ve hak üzere hükmeden kimse için güzel bir
azık kıldığı yargı duruşmasında
yorgunluk ve bitkinlik izharında bulunma.”[1331]
16839.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah Resulü
(s.a.a) beni hakimlik için Yemen’e gönderdi. Ben şöyle arzettim: “Ey
Allah’ın Resulü! Henüz genç olan ve hakimliği bilmeyen beni mi
gönderiyorsun?” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah çok yakında senin
kalbini hidayet edecektir ve dilini sağlam kılacaktır. İki
hasım senin karşında oturduğu zaman, birincisinin sözünü
dinlediğin gibi, ikincisinin sözünü de dinlemeden hüküm vermekten
sakın. Zira böyle yaptığın (iki tarafın sözünü
dinlediğin) taktirde hüküm vermek senin için açıklığa
kavuşacaktır.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Bu
kılavuzluktan sonra ben sürekli olarak doğru hüküm verdim.” Veya
şöyle buyurdu: “Artık verdiğim hiçbir hükümde şek ve
şüpheye düşmedim.”[1332]
16840.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Peygamber
(s.a.a) beni Yemen’e gönderdi ve şöyle buyurdu: “Sana bir dava için
geldiklerinde, taraflardan birini dinlemeden diğerinin lehine hüküm
verme.” İmam şöyle buyurdu: “O zamandan sonra hiçbir hüküm verme
olayında, şek ve şüpheye düşmedim.”[1333]
16841.
Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hüküm
vermen için iki kişi senin yanına geldiği taktirde taraflardan
birinin açıklamasını işitmeden diğerinin lehine
görüş belirtme. Böyle yaptığın taktirde (her iki
tarafın sözlerini işittiğin durumda) senin için yargı
meselesi ve hüküm verme olayı açıklığa
kavuşacaktır.
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu
tavsiyeden sonra hüküm verme meselesi benim için çok kolaylaştı.”
Peygamber (s.a.a) de kendisi (Ali) için şöyle dua etmiştir:
“Allah’ım! Ona doğru hüküm vermeyi kavrat.”[1334]
16842.
Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki
hasım senin yanına geldiğinde birinin görüşlerini
dinlemeden, diğerinin aleyhine hüküm verme. Zira bu
davranışınla (iki tarafın sözünü dinlemenle) hakikati daha
iyi anlayabilirsin.”[1335]
16843.
Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki
kişi hüküm vermen için senin yanına geldiğinde birinin
açıklamalarını dinlemeden diğerinin lehine hüküm verme.
Zira (eğer her iki tarafın açıklamasını dinlersen) çok
çabuk bir şekilde ne hüküm vereceğini bilmiş olursun.” Ali (a.s)
şöyle buyurmuştur: “O zamandan sonra sürekli olarak doğru hüküm
verdim.”[1336]
bak. Vesail’uş Şia, 18/158, 4. Bölüm
16844.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimliğe mübtela olan kimse, gazap
halinde hüküm vermemelidir.”[1337]
16845.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Yargı
duruşmasında birinin kulağına sohbet etme. Eğer
sinirlenirsen kalk ve gazap halinde asla hüküm verme.”[1338]
16846.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim gazap halinde iki kişi arasında
hüküm vermemelidir.”[1339]
16847.
İmam Ali (a.s), Rifaa’ya şöyle
buyurmuştur: “Sinirli
veya uykulu olduğun bir durumda hüküm verme.”[1340]
16848.
Resulullah (s.a.a) hakimin gazap, açlık
veya uyuklama halinde hüküm vermesini yasaklamıştır.”[1341]
16849.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim iki kişi arasında aç ve susuz
olmadığı bir halde hüküm vermelidir.”[1342]
16850.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Bir
şey yemeden yargı duruşmasına katılma.”[1343]
16851.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birisi
Müminlerin Emirinin (a.s) yanına vardı ve birkaç gün ona misafir
oldu. Daha sonra önceden Müminlerin Emirine bildirmediği bir davayı
bildirdi. İmam şöyle buyurdu: “Sen şikayetçi misin?” O
şöyle arzetti: “Evet.” İmam şöyle buyurmuştur: “O halde
yanımızdan git. Zira Allah Resulü (s.a.a) davalı taraf
hazır olmaksızın şikayetçi bulunan kimsenin (kadıya ve
hakime) misafir olmasını yasaklamıştır.”[1344]
16852.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Yargı
duruşmasında kimsenin kulağına sohbet etme.”[1345]
16853.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a), davalılardan, mahkemenin sağ tarafında
oturanına konuşmada öncelik tanınmasına hükmetmiştir.”[1346]
16854.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hasmınla
valinin veya hakimin yanına gittiğinde hasmının
sağında dur.”[1347]
16855.
Şöyle rivayet edilmiştir: “Allah Resulü, hakimin hasımlardan birine
fazla bakmakla, cevabı hatırlatmakla birinin tarafını
tutmasını ve şahitlere telkinde bulunmasını
yasaklamıştır.”[1348]
16856.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Konuşmadığın
taktirde dilin senin kulundur. Ama konuştuğun taktirde sen dilinin
kulu olursun. O halde ne hüküm verdiğine, ne hakkında hüküm
verdiğine ve nasıl hüküm verdiğine iyi bak.”[1349]
16857.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimin dili iki ateş parçası
arasındadır. Sonunda ya cennete gider, ya da ateşe doğru.”[1350]
Şöyle diyorum: “Yargının
adabı, çoktur ve fıkhi kitaplarda zikredilmiştir. bak.
Cevahir’ul Kelam, 40/72,
16858.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Musa şöyle arzetmiştir:
“Ey Rabbim! En iyi hüküm veren kulun kimdir?” Allah şöyle buyurdu:
“İnsanlar için kendisine hükmettiği gibi hükmeden kimsedir.”[1351]
16859.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim
kendisiyle diğerleri arasında insaflı davranırsa,
başkaları arasında hüküm vermesine rızayet gösterilir.”[1352]
16860.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kendin
hakkındaki verdiğin hüküm etkili olursa, insanların kalbi senin
adaletine yönelir.”[1353]
bak. el-İnsaf, 3877. Bölüm; er’Re’y (1),
1424. Bölüm; el-Adl, 2555. Bölüm
16861.
Ma’kil b. Yesar şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) bana kavmim arasında
hakimlik etmemi emretti. Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Ben
iyi hakimlik yapamam.” Peygamber (s.a.a) üç defa şöyle buyurdu: “Hakim
zulmetmedikçe Allah onunladır.”[1354]
16862.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslüman bir hakim ile mutlaka iki melek
bulunur ve hakim hakikati istediği müddetçe ona hakikate doğru
kılavuzluk ederler. Ama hakikatin peşinde olmaz ve bilerek
zulmederse, o iki melek kendisinden uzaklaşır ve onu kendi haline
bırakırlar.”[1355]
16863.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala bilerek zulmetmediği
müddetçe hakim ile birlikedir.”[1356]
16864.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim, zulmetmediği taktirde Allah
kendisiyle birliktedir. O halde zulmettiği taktirde, Allah ondan el çeker
ve şeytan onunla arkadaş olur.”[1357]
16865.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
rahmet eli, kadının başı üzerinde hareket eder. Hakim
zulmedince Allah onu kendi haline bırakır.”[1358]
16866.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim, gerekli çabayı gösterdikten sonra
hüküm verir ve hükmü doğru olursa, iki sevabı vardır. Gerekli
çabayı gösterdikten sonra hüküm verir, ama hükmü hatalı olursa bir
sevabı vardır.”[1359]
16867.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Elinden gelen çabayı göster. Eğer
verdiğin hüküm doğru olursa, on sevabın olur. Eğer hata
olursa bir sevabın vardır.”[1360]
16868.
Resulullah (s.a.a), iki hasım yanına
geldiğinde, Ukbe b. Amir’e şöyle buyurmuştur: “Bu ikisi arasında hüküm ver.” Ben (Ukbe)
şöyle arzettim: “Hangi esas üzere hüküm vereyim ey Allah’ın Resulü!”
Peygamber şöyle buyurdu: “Elinden gelen çabayı göster. Eğer
verdiğin hüküm doğru olursa on sevabın olur, eğer hata
edersen bir sevabın vardır.”[1361]
bak. 176. Konu, er-Re’y (2), 406, el-Fetva
16869.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakimler
dört kısımdır, üç kısmı ateşte ve bir
kısmı cennettedir: Bildiği halde haksız hüküm veren hakim
ateştedir. Bilmeden haksız hüküm veren hakim de ateştedir.
Bilmeden doğru ve hak hüküm veren hakim de ateştedir. Bilerek hak ve
doğru hüküm veren hakim ise cennetedir.”[1362]
16870.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimler üç kısımdır.
Onların iki kısmı ateşte, bir kısmı ise
cennettedir: Heva ve hevesi üzere hüküm veren hakim ateştedir, bilmeden
hüküm veren hakim de ateştedir, hak ve doğruluk üzere hüküm veren
hakim ise cennettedir.”[1363]
16871.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimler üç kısımdır: “İki
grubu ateşte, bir grubu ise cennettedir: Hakikati tanıyan ve hak
üzere hüküm veren hakim cennettedir. İnsanlar arasında cahilce
hükmeden hakim ateştedir. Hak ve hakikati tanıyan ama doğru
hüküm vermeyen hakim de ateştedir.”[1364]
bak. Kenz’ul Ummal, 14982, 15003, 15004.
hadisler
16872.
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kadın,
hakim olup insanlar arasında hüküm
vermemelidir.”[1365]
16873.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadın
ne hakimlik makamına oturmalı ve ne de yöneticilik makamını
üstlenmeli.”[1366]
16874.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadına
ne yargı makamı verilir ve ne de yöneticilik makamı.”[1367]
16875.
Bir rivayette şöyle yer
almıştır: “Allah-u Teala, Havva’ya cennetten dışarı
çıkmasını emredince ona şöyle buyurdu: “Siz kadınlar
arasından ne bir hakim karar kılacağım ve ne de bir
Peygamber göndereceğim.”[1368]
Şöyle diyorum: Malik, Şafii ve Ahmet
b. Hanbel, kadının yargı makamına oturamayacağına
inanmaktadırlar. Ama Ebu Hanife şöyle diyor: “Kadının
şehadetinin kabul edildiği tüm hususularda, kadın hakim de
olabilir. Başka bir tabirle, kadın, hadler ve yaralanmalar
dışında, diğer hususlarda yargı makamını
üstlenebilir.
bak. Mustedrek’ul Vesail, 17/ 241, 2. Bölüm;
Vesail’uş Şia, 18/6, 2. Bölüm
Kur’an:
“Aranızda
mallarınızı haksızlıkla yemeyin; (kötü
yaptığınızı) bildiğiniz halde günaha girerek
insanların mallarından bir kısmını yemek için onu
hakimlere aktarmayın.”[1369]
16876.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben de şüphesiz bir insanım. Sizden
bazısı delil ikame etme hususunda diğerlerinden daha
konuşkan olabilir. O halde herkim hakkında kardeşinin
hakkından (alıp) kendisinin lehine hüküm verirsem, hakikatte
kendisine ateşten bir parça vermiş olurum.”[1370]
16877.
Resulullah (s.a.a), miras ve bir miktar eski
eşyalar hakkında birbiriyle ihtilafa düşen ve hüküm vermesi için
huzuruna varan iki kişiye şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi delil gösterme hususunda
diğerinden daha konuşkan olabilir. O halde, ben herkime
kardeşinin hakkından (alıp) diğerinin lehine hüküm
verirsem, hakikatte ona ateşten bir parça vermiş olurum.” Bu
esnada her ikisi de şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Ben
hakkımı karşı tarafa bağışlıyorum.”
Allah Resulü şöyle buyurdu: “Hayır, aksine gidiniz, hak üzere
malınızı bölüştürünüz, sonra kura çekiniz ve sonra
birbirinizle helalleşiniz.”[1371]
16878.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Davud
(a.s) Allah’a dua ediyor ve Allah nezdinde olan hakikati kendisine ilham
etmesini ve bu esas üzere insanlar arasında hüküm vermeyi istiyordu. Allah
da ona şöyle buyurdu: “Ey Davud! İnsanlar bu işe tahammül
edemezler.”[1372]
16879.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Al-i
Muhammed’in (s.a.a) Kaim’i kıyam edince, insanlar arasında Davud’un
hükmüyle hükmeder, hiçbir delile ihtiyaç duymaz. Allah-u Teala bu hükmü ona
ilham eder ve o ilmiyle hüküm verir.”[1373]
16880.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şu beş
hususta hakim, hükmün zahirine göre hükmetmelidir: “Velayet hakkı, (Allah
veya İmam’ın herkes için veya çocuğun velisi için tayin
ettiği yöneticilik hakkı.) Nikah (Müslümanlar arasında
meşhur olan evlilik meseleleri), miraslar, kesimler (Müslümanların
kesiminin helal olması) ve şahadetler. Şahitler zahirde emin ve
güvenilir olurlarsa şehadetleri kabul edilir ve onların
batınlarını araştırmak gerekmez.”[1374]
16881.
Resulullah (s.a.a), birisiyle bir arazi
hakkında ihtilafa düşen ve hüküm vermesi için kendisinin huzuruna
gelen İmre’ul Kays’a şöyle buyurmuştur: “Bir delilin var mıdır?” O,
“Hayır” diye arzetti. Peygamber şöyle buyurdu: “O halde ona yemin ettir.”
İmre’ul Kays şöyle arzetti: “Bu durumda toprağımı
alacaktır.” Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer yeminiyle
toprağını alırsa, Allah’ın kıyamet günü kendisine
bakmadığı, amelini kabul etmediği ve kendisi için acı
bir azabın olduğu kimselerden olur.” O şahıs dehşete
kapıldı ve araziyi İmre’ul Kays’a geri verdi.”[1375]
bak. Vesail’uş Şia, 18/169, 2. Bölüm
16882.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hakimlerin
kısas hususunda veya el kesme hususunda yaptığı
yanlışlığın diyeti, Müslümanların Beyt’ül-Malından
verilir.”[1376]
16883.
İmam Ali (a.s), alimlerin fetva vermekteki
ihtilafını kınayarak şöyle buyurmuştur: “Onlardan birine hükümlerden bir hüküm gelince
kendi reyince-görüşünce hüküm verir. Daha sonra aynı mesele olduğu
gibi bir başkasına anlatılır, o da (öncekine)
aykırı bir fetva verir. Sonra bunlar başkadıın
yanına toplanır, verdikleri hükümleri anlatırlar. O da hepsinin
hükmünün doğru olduğuna hükmeder. Halbuki ilahları bir,
peygamberleri bir, kitapları birdir. Allah-u Teala bunlara birbirine
aykırı hüküm vermelerini emretmiş de, bunlar da o emre mi itaat
ediyorlar? Yoksa onları bundan nehyetmiş de bunlar isyan mı ediyor?
Yoksa (haşa) Allah noksan bir din indirmiş de bunlardan dinini
tamamlamak için yardım mı diliyor!”[1377]
16884.
Ebi Abdillah Cafer b. Muhammed’in (İmam
Sadık’ın) ashabından biri olan Amr b. Uzeyne şöyle
naklediyor: “Gençlik
günlerimde bir gün Kufe kadısı, Abdurrahman b. Ebi Leyla’nın
yanına gittim ve şöyle dedim: “Allah sana hayır versin, sana bir
takım sorular sormak istiyorum.” O şöyle dedi: “İstediğini
sor ey kuzenim!” Ben şöyle dedim: “Neden siz hakimlere, mal, namus veya
canla ilgili bir dava getirildiğinde, sen kendi esasınca hüküm
veriyorsun. Aynı dava Mekke hakiminin yanına götürüldüğünde o da
senin hükmüne aykırı bir hüküm vermekte, sonra o hüküm Basra, Yemen
ve Medine hakiminin yanına götürüldüğünde, her birisi birbirinden
farklı hükümler vermektedir. Sonra sizler hakimlik makamına tayin
eden halifenin huzurunda toplandığınızda farklı
görüşlerinizi ona bildiriyor ve o hepinizi doğru sayıyor ve
teyit ediyor. Oysa Allah’ınız bir, Peygamberiniz bir, dininiz de
birdir. Aziz ve celil olan Allah sizlere ihtilafa düşmenizi emretmiş
de siz ona mı uyuyorsunuz, yoksa sizi ihtilaftan
sakındırmış da siz onun yasaklamasına aykırı
mı davranıyorsunuz, yoksa sizler Allah’ın hükmünün
ortakları mısınız da sizin için verdiğiniz hükümler
onun için de razı olduğu hükümler vardır, yoksa Allah eksik bir
din mi göndermiş ve bu dini kemale erdirmek için sizlerden yardım
mı dilemiş, yoksa Allah kamil bir din göndermiş de, Allah Resulü
(s.a.a) onu tebliğ etmede kusur mu etmiştir? Buna ne cevap
vereceksiniz?” Abdurrahman şöyle dedi: “Sen nerelisin ey genç!” Ben,
“Basra ehlindenim” dedim. O, “hangi taifedensin?” diye sordu. Ben, “Abdulkays
taifesindenim” dedim. O, “Hangi boyundansın?” diye sordu. Ben, “Beni
Uzeyne boyundanım” dedim. O, “Abdurrahman b. Uzeyne ile bir ilişkin
var mıdır?” dedi. Ben, “O benim dedemdir” dedim. Bu esnada
Abdurrahman bana hoş geldin dedi ve beni yakınına oturtarak
şöyle dedi: “Ey genç! Çok zor ve karmaşık bir soru sordun. Ben
de Allah’ın izniyle sana cevabını vereceğim. Görüş ve
hüküm farklılıkları sözüne gelince, bil ki eğer bize
getirilen bir meselenin aslı ve temeli Allah’ın kitabında veya
Peygamberin sünnetinde var ise biz kitap ve sünnetten ileri geçme hakkına
sahip değiliz. Ama eğer Allah’ın kitabında veya
Peygamber’in sünnetinde aslı ve kökü yok ise, bu durumda biz kendi
hükmümüzce hükmederiz.” Ben şöyle dedim: “Bana cevap vermedin, zira aziz
ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Biz kitapta hiçbir
şeyi ihmal etmedik” Hakeza Kur’an bu konuda şöyle
buyurmuştur: “O her şeyi açıklayandır.”[1378]
16885.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali’nin
(a.s) hükmettiği her konunun aslını ve kökünü sünnette buldum.
Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: “Eğer iki kişi hüküm vermem için
benim yanıma gelir de aralarında hüküm verirsem ve sonra uzun
yıllar geçer de yeniden o davayı yanıma getirirlerse,
şüphesiz yine aralarında aynı hükmü veririm. Zira hüküm asla
değişmez ve ortadan kalkmaz.”[1379]
16886.
İmam Ali (a.s), Muhammed b. Ebi Bekir’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Bir konuda iki farklı görüş belirtme.
Zira böylece işlerin perişan olur ve haktan saparsın.”[1380]
16887.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ben şöyle
arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer bana bir dava getirirlerse ve bu
davanın hükmünü ne Kur’an’da ve ne de sünnette bulamazsam ne
buyurursunuz?” Peygamber şöyle buyurdu: “Onu Mümin fakihler ve abitler
arasında meşveret et. Belli bir görüş esasınca hüküm
verme.”[1381]
16888.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin en kötü bireyi, hakimlik
makamını üstlenen, karmaşık bir işle
karşılaştığında meşveret etmeyen, doğru
hükmettiği taktirde gurura kapılan ve öfkelendiği taktirde kaba
davranan kimsedir.”[1382]
16889.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben hakkında bir hüküm inmeyen hususlarda
kendi görüşüm esasınca hüküm veririm.”[1383]
16890.
İmam Ali (a.s), Ahvaz’da hakimlik
makamına tayin ettiği Refaa’ya şöyle buyurmuştur: “Hakimlik, hususunda meşveret etme. Zira
meşveret, savaşta ve dünyevi maslahatlarda olur. Ama din,
şahısların görüşüne bağlı değildir. Din,
sadece tabi olmaktır.”[1384]
16891.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer
hakim sağında ve solunda oturan kimseye, “Sen ne diyorsun? Senin
görüşün nedir?” derse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların
lanetini kendisine almış olur. Neden yerinden kalkıp o ikisini
kendi yerine oturtmuyor?”[1385]
bak. eş-Şura, 2138. Bölüm
16892.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin
Emiri (a.s) Şurey’i hakim tayin edince icra edeceği her hükmü
kendisine bildirmesini şart koştu.”[1386]
16893.
İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle
buyurmuştur: “Kısas
veya Allah’ın hadlerinden birini ya da Müslümanların haklarından
bir hakkın hükmünü icra ederken, bana sormadan önce icra etmekten
sakın.”[1387]
16894.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir
okulun öğrencileri, en iyisini seçmesi için el yazılarını
Müminlerin Emiri’nin önüne koydular. İmam onlara şöyle buyurdu:
“Bilin ki bu da bir tür hakimliktir. Bu konuda zulüm hakimlik hususunda zulüm
gibidir. Öğretmeninize de şöyle deyiniz: “Eğer uslandırmak
için üç darbeden fazla vurursa kısas edilir.”[1388]
16895.
Said b. Museyyib şöyle diyor: “Ne Allah Resulü, ne Ebu Bekir ve ne de Ömer
hakim tutmadı. Daha sonra hilafetinin ortalarında Ömer, Nemr’in
yeğeni olan Yezid’e şöyle dedi: “İşlerimden bir bölümünü
üstlen.” Ömer’in maksadı, küçük ve önemsiz işlerdi.”[1389]
bak. Kenz’ul Ummal, 5/814, 815. Bölümler
16896.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hakimlerin afeti
ihtirastır.”[1390]
16897.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En çirkin
şey, hakimlerin zulmüdür.”[1391]
16898.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zan ve
şüpheye dayanarak hüküm vermek, adaletten uzaktır.”[1392]
16899.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Delili, iddia eden kimse getirmeli, yemini ise
aleyhine iddia edilen kimse etmelidir.”[1393]
16900.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Gaip olan
şahıs hakkında hüküm verilmez.”[1394]
bak. Vesail’uş-Şia, 18/170, 3. bölüm
ve s. 216, 26. bölüm
445. Konu
el-Kalb
Kalb
F Bihar,
70/27, 44. bölüm; el-Kelb ve’s-Selahuh ve’l-Fesaduh
F Kenz’ul
Ummal, 1/240 ve 394; fi Hatarat’il-Kalb ve’t-Tekebbulihi
F Kenz’ul
Ummal, 3/516; Umy’ul Kelb
F El-Müheccet’ül-Beyza,
5/3; Kitab-u Şerh-i Acaib’ul Kalb
bak.
F 17. konu,
el-Ülfet; 140. konu, el-Huşu; 198. konu, er-Ruh; 519. konu, en-Nefs;
ez-Zikr, 1340. bölüm; es-Sevm, 2358. bölüm; el-Fakr, 2227. bölüm; el-İlm,
2890. bölüm; el-Eh; 43. bölüm
16901.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalbi, gerçekten değiştiği için
kalb olarak adlandırmışlardır. Kalbin misali bir çölde, bir
ağacın köküne asılan ve rüzgarın altüst ettiği bir tüy
misalidir.”[1395]
16902.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalp, gözün
kitabıdır.”[1396]
16903.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalp, dilin
haznedarıdır.”[1397]
16904.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalp, hikmet
çeşmesidir ve kulak onu (hikmet çeşmesini) doldurandır.”[1398]
16905.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalp boş
olduğu taktirde iri cüsseli veya uzun boylu olmanın faydası
yoktur.”[1399]
16906.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aklın
yeri beyindir. Katılık ve incelik ise kalptedir.”[1400]
Şöyle diyorum: “Allame Tabatabai Allah-u
Teala’nın “Allah sizi,
yeminlerinizdeki rastgele söylemlediğiniz boş, amaçsız sözlerden
dolayı sorumlu tutmaz. Lakin kalplerinizin kazandığından
dolayı hesaba çeker” ayetinin tefsirinde şöyle diyor: “el-Lağvu” sonuç
doğurmayan fiil için kullanılır. Her şeyin sonucu, ait olduğu
şeylere ve yönlerine göre değişiklik arzeder. Şu halde, bir
lafız olması bakımından yeminin sonucu vardır. Sözü
pekiştirici olması bakımından da bir sonuca, bir etkiye
sahiptir. Bir akit ve ayrıca bozulabilir olması açısından
da sonucu ve etkisi sözkonusudur. Ancak ayet-i kerimede, yeminlerdeki rastgele
söylemler, boş, amaçsız sözlerden dolayı kişinin sorumlu
tutulmayacağı hususu ile, kalbin kazandıklarından
dolayı sorumlu tutulacağı hususu arasında, özellikle yemin
açısından bir karşılaştırmanın yapılmış
olması gösteriyor ki, yeminlerdeki rastgelere söylenen, boş ve
amaçsız sözlerden maksat, yeminin maksadı üzerinde etkisi bulunmayan
sözlerdir. Bu da, “Hayır, vallahi” ve “Evet, vallahi” gibi kişinin
bir akit bağlama amacı ile değil, bir dil
alışkanlığından dolayı söylediği sözlerdir.
Ayetin orjinalinde geçen “Kesb” (kazanç) bir
sanat veya bir meslek aracılığı ile çalışıp
menfaat celbetmek demektir. Kelimenin asıl anlamı, insanın maddi
ihtiyaçlarını giderecek şeyleri elde etmesidir. Zamanla
insanın herhangi bir ameli ile edindiği hayır ve şer gibi
her türlü sonuç için kullanılır olmuştur.
Güzel ahlak ve hizmetler sonucu övgü, şan
ve iftihar kazanma, uygun davranışlar sonucu güzel ahlak ve
faydalı ve faziletli ilim sahibi olma; bir takım
davranışlar aracılığı ile kınama, yergi,
lanet, serzeniş, günah ve kötülük kazanma gibi…Kesb ve iktisabın
anlamı budur. Bazılarına göre, iktisab; kişinin herhangi
bir menfaati kendi nefsi için kazanması, kesb ise; hem kendi nefsi, hem de
başkası için kazanması demektir. Kölenin efendisi için velinin
velayeti altına bulunan kimseler için menfaat kazanması gibi.
Her halukarda kasib ve muktesib (kazanan,
iktisab eden) insanın kendisidir başkası değil.
Bu şahitlerden de anlaşıldığı
üzere “kalb” kavramı ile kastedilen şey, nefis ve ruh anlamında
bizzat insanın kendisidir. Çünkü, herhangi bir insan, avam insanların
kanılarına dayanarak, bedendeki kavrayıcı organ olması
hasebiyle, akıl etme, düşünme, sevgi, öfke, korku ve benzeri duyguları
kalbe atfedebilir. İşitme duyusunun kulağa, görme duyusunun göze
ve tatma duyusunun dile nisbet edilmesi gibi, bunlardan her biri bir kavrama
işlemidir ve kavrama da kesb ve iktisab (kazanma) olayının bir
ferdi olması itibariyle ancak insanın kendisine nisbet edilebilir.
Kalb, göz, kulak ve dil gibi organlarsa buna bir araçtırlar sadece. Gerçek
müdrik (kavrayıcı) insanın kendisidir.
Şu ayet-i kerimeler de bu ketegoride
değerlendirilebilir: “Şüphesiz onun kalbi günahkardır.”[1401] Hakeza, “İçten Allah’a yönelmiş bir kalp ile
gelen.”[1402]
Şu açık bir gerçektir ki,
insanoğlu kendisini ve diğer canlı türlerini gözlem altına
alıp üzerinde düşündüğü zaman, şöyle bir durumla
karşı karşıya gelir: Herhangi bir canlı bayılma
ya da sara nöbeti sonucu algılama ve kavrama yeteneğini, bilincini
yitirir. Ancak kalbin hareket etmesi bu durumda hayatın devam
ettiğine dalalet eder. Bu da kesinlikle gösteriyor ki, hayatın
kaynağı kalptir. Yani, canlı türlerinde varolduğuna
inanılan ruhun ilk olarak ilişkisi, kalple olmuştur. Oradan
hayat belirtisi olan diğer organlara da sirayet etmiştir.
Dolayısıyla, bilinç, irade, sevgi, öfke, umut ve korku gibi tüm
vicdani duyarlılıklar, ruhsal özellik ve sonuçlar, ruhun ilgili
olduğu ilk merkez olması bakımından kalple ilintilidirler.
Ancak bu durum her organın kendine özgü olan fiillerin
kaynağı¸olması gerçeği ile çelişmez. Beyinin
düşünce, gözün görme, kulağın duyma, akciğerin
solumanın kaynağı oluşu gibi. Bu organların tümü,
ancak bir aracı ile gerçekleşebilen fiillere ilişkin aletler
konumundadır.
Bu teoriyi bir çok bilimsel deneyler de
desteklemektedir: Örneğin bir operasyonla beyinleri yerinden
çıkarılan kuşlar ölmemektedir; sadece kavrama ve algılama
yeteneklerini yitirmektedirler. Bu yüzden hiçbir şeyi algılayamaz
şekilde gıdasızlıktan kalpleri durana kadar bu halde
beklerler.
Bu teoriyi pekiştirici bir diğer husus
da şudur: Bilimsel araştırmalarla bu güne kadar, bedenler ilgili
tüm hükümlerin kaynağı olan, buyrukları bedendeki tüm organlar
tarafından yerine getirilen merkez konumundaki bir organ tesbit
edilmiş değildir. Oysa bedeni oluşturan organlar, nitelik ve
etkinlik bakımından farklılık göstermelerine
karşın, aynı sancak altında toplanmış, tek bir
komuta merkezinden emir alan gerçek bir birlik görünümündedirler.
Bu değerlendirmeyi, beynin fonksiyonundan,
onun kavrama yeteneğinden gafil olma şeklinde algılamak gerekir.
Çünkü insanoğlu en eski çağlardan beri “baş”ın öneminin
farkındadır. Bunun somut kanıtı da, dillerinin farklılığına
rağmen tüm ulusların ve tüm toplulukların hüküm ve emir merciini
“baş” olarak nitelemeleri, bundan çeşitli kavram ve adları
türetmiş olmalarıdır. Başbakan, başbakanlık, ipin
başı, sürenin başı, mesafenin başı, sözün
başı, dağın başı, canlı türlerinin
başı, kılıçların başı vb.
Görüldüğü kadarıyla kavrama,
algılama, sevgi, öfke, umut, korku, yönetme kıskançlık, iffet,
cesaret ve cüret gibi kavrayış ve algılayış
kategorisine giren duyguları kalbe isnat etmenin sebebi de budur.
Aslında bu nisbet edişle insanların asıl kastettikleri,
bedenle ilintili olan ya da kalp aracılığı ile bedene
sirayet eden ruhtur. Bu yüzden söz konusu faaliyetleri ruha ve kendi
nefislerine nisbet ettikleri gibi kalbe de nisbet edebiliyorlar. Örneğin
insanlar: Onu sevdim “ruhum onu sevdi”, “nefsim onu sevdi” ve “kalbim onu
sevdi” diyebiliyorlar. Zamanla bu mecazi kullanım dile yerleşti ve
kalb mutlak olarak algılanıp onunla mecazen nefis kastedilebilir
oldu. Bazı durumlarda mecazi kullanım kalbi de aşıp
göğüs kavramını da kapsayabiliyor. İnsanlar kalbi
kapsamına aldığı için göğsü kavrama faaliyetinin
ruhsal eylem ve sıfatların merkezi olarak algılıyorlar.
Kur’an-ı Kerim’de bu tür nisbetlerin bir
çok örnekleri vardır: “Onun göğsünü İslam’a açar.”[1403] Hakeza, “Senin göğsün daralıyor”[1404] ve hakeza, “Kalpler hancereye gelip
dayanmıştır.”[1405] Bu ifade ile göğsün daralması
kastedilmiştir. “Şüphesiz Allah göğüslerin özünde olanı bilir.”[1406] Allah’ın kitabındaki bu örneklerle o
kadar açık olmasa bile sözkonusu teorinin gerçekliğine işaret
ediliyor olması pek de uzak bir ihtimal değildir.
Şeyh Ebu Ali İbn-i Sina kavrama
yeteneğinin kalple ilgili olduğunu söylemiştir. Ona göre, beynin
kavrama olgusundaki fonksiyonu, alet olmaktır. Şu halde kalp kavrar,
beyin de buna aracı olur. [1407]
bak. el-Bihar, 70/34; el-Meheccet’ul Beyza, 5/4
16907.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
kalbin bedene oranla yeri İmam’ın halka oranla yeri gibidir.”[1408]
16908.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın kalbi temiz olursa, bedeni de
temiz olur. Kalbi kirli olursa bedeni de kirli olur. (uygunsuz bir takım
hareketlere girişir.)”[1409]
16909.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanda bir parça et vardır ki
eğer o salim ve doğru olursa, diğer organları da onun
vesilesiyle salim olur. Eğer o hasta olursa, bedenin diğer
organları da hasta olur ve bozulur. O et parçası kalptir.”[1410]
16910.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın huzurunda öyle bir et
parçası vardır ki eğer o salim olursa diğer bedeni de salim
olur. Eğer o hasta olursa bedenin diğer organları da hasta olur.
O et parçası kalptir.”[1411]
16911.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalp bir takım orduları olan bir
padişahtır. Padişah layık birisi olursa orduları da
layık olur. Padişah bozuk birisi olursa, orduları da bozuk
olur.”[1412]
16912.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu,
insanın içinde olan en şaşılacak uzuv kalptir.
İşte bunda hikmet ve ondan farklı bir takım şeyler
vardır. Eğer onun için bir ümit doğarsa, tamah onu zelil eder;
tamah onu heyecanlandırırsa, hırs onu helak eder; eğer
ümitsizlik ona musallat olursa, eseflenmek onu öldürür; gazaplanırsa,
öfkesi şiddetlenir; hoşnutluk onu mesut ederse, sakınmayı
unutur; korku onu sararsa, kaçınmak onu meşgul eder;
genişliğe kavuşursa (veya emniyet ve rahatlığı
artarsa), gaflet onu yakalar; bir mal elde ederse, zenginlik onu azdırır;
bir musibet ona ulaşırsa, sabırsızlanma onu rüsva eder;
yokluk onu ısırırsa, bela onu oyalar; açlık onu takatsiz
ederse, zaaf onu çökertir; doymak onu ifrata götürürse (fazla yerse),
aşırı doymak (mide şişkinliği) onu sıkar. O
halde her kusur ona zararlıdır; her ifrat (haddi aşmak) da onu
bozguna uğratır.”[1413]
16913.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala’nın yeryüzünde
bir takım kapları vardır. Bilin ki o kaplar, kalplerdir. O halde Allah nezdinde en sevimli
kalp, en ince, en saf ve en sağlam olanıdır. Yani
kardeşlerine karşı en ince, günahlara karşı en saf
(temiz) ve Allah yolunda en sağlam olanıdır.”[1414]
16914.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’nın yeryüzünde bir
takım kapları vardır. Allah-u Teala’nın nezdinde en sevimli
olan kap ise, saf, ince ve sağlam olandır. Bu kaplar, kalplerdir. Ama
ince kalp, kardeşlerine karşı en ince olan kalptir. En
sağlam kalp, hakkı söyleyen ve Allah yolunda hiçbir
kınayıcının kınamasından korkmayan kalptir. Saf
olan kalp ise, günahlara karşı saf (temiz) olan kalptir.”[1415]
16915.
İmam Cevad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerle
Allah-u Teala’ya yönelmek, bedenin organlarını amellerle zahmete
düşürmekten daha etkilidir.”[1416]
16916.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerle
Allah’a yönelmek, bedenle Allah’a yönelmekten daha etkilidir. Kalbin
hareketleri amellerin hareketinden daha etkilidir.”[1417]
16917.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Tebarek ve Teala, sizin yüzlerinize ve
mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.”[1418]
16918.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah lütfü ve
rahmetiyle bizi ve sizi, kalbiyle iyilerin menzillerine doğru koğulan
kimselerden kılsın.”[1419]
16919.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalpler dört kısımdır:
İçinde iman olup Kur’an olmayan kalp, içinde hem iman ve hem Kur’an olan
kalp, içinde Kur’an olan, ama iman olmayan kalp ve içinde ne iman ve ne de
Kur’an olan kalp.
Birinci kalp, hurma gibi olan kalptir, tadı
güzeldir ama kokusu yoktur. İkinci kalp misk kutusu gibidir. Eğer
kapağını açarsan güzel kokar, eğer kapatırsan yine
güzel kokar. Üçüncü kalp ise (çöğen) bitkisi gibidir, güzel kokar, ama
tadı kötüdür. Dördüncü kap ise, Ebu Cehil karpuzu gibidir, kötü kokuludur
ve tadı kötüdür.”[1420]
16920.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalpler
dört çeşittir: İçinde hem nifakın ve hem de imanın
olduğu kalp, ters yüz olan kalp, mühürlenmiş kalp ve nurani olan
kalp… Mühürlenmiş kalp, münafığın kalbidir…Nurani olan kalp
müminin kalbidir…Ters yüz olmuş kalp müşriğin kalbidir…
İçinde hem iman hem de nifak olan kalp ise Taif’te bulunan bir
topluluğun kalbidir. Eğer nifak haleti içinde ölüm kendilerine gelip
çatarsa helak olurlar. Eğer iman haleti içinde ölürlerse kurtuluşa
ererler.”[1421]
16921.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalpler dört kısımdır:
İçinde kandil gibi bir şeyin yandığı saf kalp,
kılıfı kapalı bir kılıf içinde bulunan kalp, ters
yüz olmuş kalp ve (haktan) yüz çevirmiş kalp.”[1422]
16922.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalpler
üç kısımdır. İçinde hiçbir hayrın
olmadığı tersyüz olmuş kalp ve bu kalp kafirin kalbidir;
içinde siyah bir nokta bulunan kalp, bu kalpte iyilik ve kötülük birbiriyle
savaşır. Hangisi güçlü olursa diğerine üstün gelir ve içinde bir
kandil yanan ışığı, kıyamet gününe kadar sönmeyen
bir kalp ki bu kalp de müminin kalbidir.”[1423]
16923.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin kalbi saftır. İçinde bir
kandil yanar. Kafirin kalbi ise siyah ve ters yüzdür.”[1424]
16924.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu
kalpler bir çeşit kaplardır; en hayırlısı içindekini
en iyi koruyandır.”[1425]
16925.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
münezzeh olan Allah kalplerden sadece hikmeti en iyi şekilde
barındıranı ve insanlardan hakka en hızlı şekilde
icabet edeni övmüştür.”[1426]
16926.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz bu
kalpler kablardır. En iyisi ise hayır ve iyiliği en iyi
şekilde alan kalptir.”[1427]
16927.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalplerin en
iyisi, anlayış dolu kalptir.”[1428]
16928.
Misbah’uş-Şeria’da yer
aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerin
harekeleri dört şekildir: Ötre, üstün, esre ve durak. Kalbin ötresi
Allah’ı hatırlamaktır, kalbin üstünü Allah’tan hoşnut
olmaktır, kalbın esresi ise Allah’tan başkasına yönelmektir.
Kalbin durağı ise Allah’tan gaflet etmektir.”[1429]
bak. en-Nahv, 3860. Bölüm
Kur’an:
“İnsanların diriltileceği gün,
Allah’a temiz bir kalple gelenden başka kimseye malın ve
oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme.”[1430]
“İbrahim de şüphesiz O’nun yolunda
olanlardandı. Nitekim Rabbine temiz bir kalple geldi.”[1431]
16929.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Selim kalp
hangisidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Şek ve nefsani isteklerden uzak bir din ve
şöhret düşkünlüğü ve riyadan uzak bir amel (sahibi olan kalptir)
”[1432]
16930.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Meğer
ki Allah’a selim (temiz) bir kalp getiren kimse” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Selim
olan kalp, Allah’tan başka içinde hiçbir şey olmadığı halde Allah ile
görüşen kalptir. İçinde şirk veya şüphe bulunan kalp ise
düşen kalptir.”[1433]
16931.
İmam Sadık (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Selim
kalp, dünya sevgisinden salim olan kalptir.”[1434]
16932.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin
niyeti sadık olursa, selim bir kalbe sahiptir. Zira kalbin nefsani
düşüncelerden salim olması, tüm işlerde niyeti Allah için halis
kılar. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Allah’a
temiz bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların
fayda vermeyeceği gün.”[1435]
16933.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Esenlik
talep etmek gibi bir ilim yoktur ve kalp esenliği gibi bir esenlik
yoktur.”[1436]
16934.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Selim olan
kalpten, doğru bir anlam
dışında bir şey çıkmaz.”[1437]
16935.
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalpler eğer şehvetler
tarafından parçalanmaz, tamahlar tarafından kirlenmez, nimetler
sebebiyle katılaşmazsa, çok geçmeden hikmet kabları haline
gelirler.”[1438]
16936.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kendin için
beğendiğin bir şeyi müminler için de beğenmedikçe, kalbin
senin için selim olmaz.”[1439]
16937.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerin
en selimi, şüphelerden en temiz olandır.”[1440]
16938.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah bir kulunu
severse, ona selim bir kalp ve güzel bir ahlak bağışlar.”[1441]
bak. 3404. Bölüm
Kur’an:
“Onlar iman etmişler, kalpleri Allah’ı
anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı
anmakla huzura kavuşur.”[1442]
“İman edenlerin, imanlarını kat
kat artırmaları için, kalplerine güven indiren O’dur. Göklerdeki ve
yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, hikmet sahibi
olandır.”[1443]
“Ey huzur içinde olan nefis! O senden, sen de
O’ndan hoşnut olarak Rabbine dön!”[1444]
16939.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
kalp içeride dolaşıp, hakkı aramakta, hakka ulaşınca
güvene ermektedir.” İmam daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Allah
birini hidayet etmek isterse…adeta göğe çıkmış gibi olur.”[1445]
16940.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalp,
hakka ulaşmadığı müddetçe sürekli yerinden çıkıp
boğazına gelir ve geri döner. Hakka ulaştığı
zaman ise huzura erer.” İmam daha sonra parmaklarını
topladı ve şu ayeti tilavet buyurdu: “Allah birini hidayet
etmek isterse …”[1446]
16941.
İmam Sadık (a.s), müminin ruhunun
alınması hususunda şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Müminlerin Emiri,
Fatıma, Hasan, Hüseyin ve onların soyundan olan İmamlar (a.s)
müminin gözleri önünde tecelli eder ve ona şöyle denir: “Bu Allah’ın
Resulü, Müminlerin Emiri, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve İmamlar senin
arkadaşlarındır.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Böylece
gözlerini açar, bakar, Rabb’ul İzzet olan Allah nezdinden bir münadi
müminin ruhuna şöyle nida eder: “Ey (Muhamemd ve Ehl-i Beyt’iyle) huzura
ermiş nefis! (Velayetten) Hoşnut ve (sevapla) sevinçli
olarak rabbine geri dön. Kullarımın arasına gir (yani
Muhammed ve Ehl-i Beyt’inin yanına gir.) ve cennetime gir.” Bu
esnada onun için canının alınmasından ve o münadiye
katılmaktan daha sevimli bir şey yoktur.”[1447]
bak. ez-Zikr, 1340. Bölüm; el-İman, 271.
Bölüm; ed-Din, 1292. Bölüm 6184. Hadis
16942.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kulun yüzünde kendisiyle dünya
işlerini gördüğü iki gözü ve kendisiyle ahiret işlerini
müşahade ettiği iki kalp gözü vardır. Allah kulunun
iyiliğini isterse iki kalp gözlerini açar. Bu vesileyle, Allah’ın
gaybi vaadlerini görür ve gayp üstüne gaybe inanır.”[1448]
16943.
İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz
ki kulun dört gözü vardır: İki gözüyle din ve dünya işlerini
görür, iki gözüyle de ahiret işlerini müşahade eder. O halde Allah
bir kulun iyiliğini dilerse, kalbinde olan iki gözünü açar, onlar
vesilesiyle, ahiretin gaybi işlerini görür, onun hayrını
istemediği zaman da kalbini kendi haline bırakır.”[1449]
16944.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şiilerimiz
gerçekte dört göze sahiptir. İki gözü başta, iki gözü ise kalptedir.
Elbette bütün insanlar böyledirler. Ama aziz ve celil olan Allah sizlerin
gözlerini açmış, onların gözlerini ise kör
kılmıştır.”[1450]
16945.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer şeytanlar, insanın kalbinin
etrafına toplanmış olmasalardı, şüphesiz insanlar,
melekutu görürlerdi.”[1451]
16946.
İmam Ali (a.s), bir münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! her şeyden kopmayı ve sana tümüyle
yönelmeyi bana nasip et. Kalp gözlerimizi sana bakma nuru vasıtasıyla
aydınlat. Böylece kalp gözleri, nurdan perdeleri yırtsın, azamet
madenine ulaşsın, canlarımız mukaddes izzetine
asılsın.”[1452]
16947.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir
duasında şöyle buyurmuştur: “Kalplerimizden şek perdelerini ve
hicabı kenara it.”[1453]
16948.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Neredeyse
kalplerin batınları örtülü ayıplardan haberdar olacaktı.”[1454]
16949.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbiyle
gören ve basiretiyle amel eden kimsenin, işine başlarken
yaptığı işin lehine mi yoksa aleyhine mi olduğunu
bilmesi gerekir. Lehine ise yapar; aleyhine ise bırakır.”[1455]
bak. 3398. Bölüm; ez-Zuhd, 1623. Bölüm;
eş-Şia, 2151. Bölüm; el-Mevt, 3738, 3739. Bölümler; el-Ma’rifet (3),
2637. Bölüm; 496. Konu, el-Melekut
16950.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz,
kalbin iki kulağı vardır. İman ruhu ona hayır
fısıldar, şeytan ise ona kötü şeyler fısıldar. O
halde o ikisinden biri diğerine üstün gelince, diğerini mağlub
eder.”[1456]
16951.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
kalbin iki kulağı vardır. O halde kul bir günah işlemek
isteyince, iman ruhu ona, “yapma” der ve şeytan ise, “yap” der. Kötü
kadının üzerine çıkınca da (zina etmek isteyince de) ondan
iman ruhu çekip alınır.”[1457]
16952.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
her kalbin iki kulağı vardır: Her birinin yanında
kılavuz bir melek vardır. Diğerinin yanında ise
aldatıcı bir şeytan vardır. Bu ona emreder, o ise
sakındırmaya çalışır. Şeytan ona günahları
emreder, melek ise onu günahlardan sakındırır. Allah-u Teala’nın
şu ayeti de bu anlamdadır: “Sağında ve solunda iki melek
vardır. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen yazmaya
hazır bir melek bulunmasın.”[1458]
16953.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her
müminin kalbinin iki batıni kulağı vardır. Gizlice vesvese
eden şeytanın üflediği kulak ve meleğin üflediği
kulak. O halde Allah mümini melek vesilesiyle güçlendirir. Allah-u
Teala’nın şu ayeti de bu anlamdadır: “Onları kendisinden
bir ruhla destekledi.”[1459]
16954.
İmam Sadık (a.s), kendisine, “Ben
bazen seviniyorum. Ama bunun sebebini ne kendimde, ne malımda ve ne de
dostumda bulamıyorum. Bazen de üzülüyorum. Ama sebebini ne kendimde, ne
malımda ve ne de dostumla ilgili bir hususta bulamıyorum” diyen Harun
b. Harice’ye şöyle buyurmuştur: “Evet şüphesiz şeytan kalbe
yakınlaşır ve şöyle der: “Eğer Allah’ın nezdinde
bir itibarın olsaydı, Allah düşmanını sana üstün
kılmaz ve seni düşmanına muhtaç etmezdi. Acaba öncekilerden
farklı bir akıbet mi bekliyorsun? Acaba onlar bir şey dediler
mi?” İşte bu yüzden sebepsiz yere (insan) üzülür. Ama sevinmenin
sebebi ise şudur: Melek kalbe yaklaşır ve ona şöyle der:
“Eğer Allah düşmanını sana üstün kılsaydı ve seni
bazı şeylerde ona muhtaç kılsaydı, bu birkaç günden fazla
çekmezdi. Bu çok az bir müddet sayılır. Allah’ın
bağışlaması ve lütfü sebebiyle sana müjdeler olsun.
Allah’ın şu sözü de bunu ifade etmektedir: “Şeytan size
fakirliği vaat eder ve sizlere kötülüğü emreder. Allah ise sizlere
kendinden bir mağfiret ve bağış vaat eder.”[1460]
16955.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
senin bir kalbin bir de kulağın vardır. Şüphesiz Allah kulu
hidayet etmek isterse, kalp kulaklarını da açar. Bundan
başkasını istediği taktirde, kalp kulaklarını
kapatır. Artık asla insan islah olamaz. Allah-u Teala’nın
şu sözü de bu anlamdadır: “Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi
var?”[1461]
Bak. 1160. bölüm, 5357. Hadis
16956.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer kalplerin
dağınıklığı ve sizin sözdeki
dağınıklığınız olmasaydı, şüphesiz
benim duyduğum şeyi siz de duyardınız.”[1462]
16957.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Vahyin ve
risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım. Gerçekten de Ona
(s.a.a) vahiy geldiği zaman, şeytanın inlemesini duydum da “Ya
Resulullah! Bu inleme nedir?” dedim. “Bu, kendisine kulluk edilmesinden ümidini
kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü
görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin lakin sen vezirsin ve hayır
üzeresin” dedi.”[1463]
16958.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Benim
içinizdeki durumum, karanlığın içindeki
ışığa benzer; karanlığa dalan onunla
aydınlanır. Ey insanlar! İşitip belleyin, düşünmek
için can kulaklarınızı açın.”[1464]
16959.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalplerin
isteme, yönelme ve yüz çevirmesi vardır; o halde kalplere, meyil ve
isteği üzere yaklaşın; zira kalp bir şeye
zorlandığında kör (yorgun ve aciz) olur.”[1465]
16960.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalplerin
yöneliş ve yüz çevirişi vardır; yönelince onu nafilelere
yöneltin; yüz çevirince de farzlarla yetinin.”[1466]
16961.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
kalp de yaşar ve ölür. O halde diri ve sevinçli olduğu zaman onu
müstahap amellerle terbiye et. Öldüğü zaman da farzlarla
sınırlandır.”[1467]
16962.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz
kalplerin yönelmesi ve yüz çevirmesi vardır. Bir sevinci ve bir de
durgunluğu vardır. O halde yöneldiği zaman
anlayışlı ve basiretli olun. Kalper yüz çevirdiği zaman
ise, yorgun ve bitkin olur. O halde yöneldikleri ve sevindikleri zaman onlara
sarılın. Yüz çevirdikleri ve durgun oldukları zaman da
onları kendi haline bırakın. ”[1468]
16963.
İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalpler
sevindiğinde onlara (bir şeyler) emanet edin. Göç ettikleri zaman da
onlara veda edin.”[1469]
16964.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu
kalpler, bedenlerin usandığı gibi usanır; o halde bu
kalplere yeni hikmetler arayın.”[1470]
Kur’an:
“Ey Ehl-i Beyt Allah ancak sizden her türlü
pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[1471]
bak. Ahzab suresi, 53. a yet; Maide suresi, 41.
ayet; Tevbe suresi, 108. ayet
16965.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalplerinizi
günahın pisliklerinden temizleyin ki, iyilikleriniz iki kat artsın.”[1472]
16966.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ruhlarınızı
şehvet pisliğinden temizleyin ki, yüce derecelere
ulaşasınız.”[1473]
16967.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalplerinizi
kinden temizleyin. Zira kin, bulaşıcı bir
hastalıktır.”[1474]
16968.
Musa (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Rabbim! Senin gölgenden başka hiçbir
gölgenin olmadığı günde senin arşının gölgesinde
olanlar kimlerdir?” Allah ona şöyle vahyetti: “Temiz kalpli kimseler.”[1475]
16969.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kulların
temiz kalpleri, münezzeh olan Allah’ın baktığı yerlerdir. O
halde kalbinizi temizleyin ki Allah ona baksın.”[1476]
16970.
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zahiri doğru, batını ise bozuk
olmasının bedene ne faydası vardır. Aynı şekilde
hoşlandığınız bedenlerinizin güzel olmasının
ama kalplerinizin bozuk olmasının size ne faydası vardır.
Bedenlerinizin temiz, ama kalplerinizin pis olmasının size ne
faydası vardır.”[1477]
16971.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir
duasında şöyle buyurmuştur: “Muhammed’e ve Al-i Muhammed’e selam gönder.
Bizi yüzlerine, evliyanın ismet perdelerini çektiğin, kalplerini
temizlik ve sefayla özgün kıldığın kimselerden kıl.
Onların kalplerini seçkin insanların konağında
anlayış ve haya ile süslemiş, himmetlerini göklerin melekutunda
perde perde gezdirmiş ve böylece girişlerini kendine eriştirmişsin.”[1478]
bak. et-Teharet, 2425. Bölüm
Kur’an:
“Allah kimi doğru yola hidayet etmek
isterse onun kalbini İslam’a açar, kimi de saptırmak isterse,
göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı
kılar. Allah böylece, inanmayanları pislik içinde bırakır.”[1479]
“Senin gönlünü açmadık mı?”[1480]
16972.
Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın “Allah kimse hidayet etmek isterse…” ayeti nazil olduğunda kendisine, kalbin
açılması hakkında, “Bu nedir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Bu (kalp açıklığı)
Allah’ın müminin kalbine attığı bir nurdur ve bu nur
sebebiyle göğsünü ferahlatır.” Kendisine şöyle arzedildi: “Acaba
bunu tanımanın bir belirtisi var mıdır?” peygamber şöyle
buyurdu: “Evet. Ebedi yurda yönelmek, boş ve aldatıcı yurttan
yüz çevirmek ve ölüm gelip çatmadan ölüme hazırlanmak.”[1481]
16973.
Resulullah (s.a.a), İbn-i Mes’ud’a
yaptığı tavsiyelerinde şöyle buyurmuştur: “Ey İbn-i Mes’ud! Herkimin Allah
göğsünü İslam’a açarsa, rabbinden bir nur içindedir. Zira nur, kalbe
düştüğü zaman, kalp açılır ve genişler ve feraha
kavuşur.” Kendisine, “Ey Allah’ın Resulü! Bunun bir nişanesi var
mıdır?” diye sorulunca, Peygamber şöyle buyurdu: “Evet, boş
ve aldatıcı yurttan yüz çevirmek, ebedi yurda yönelmek, yokluk gelip
çatmadan ölüme hazırlanmak. O halde herkim dünyadan yüz çevirirse dünyada
arzuları kısalır ve onu dünyayı talep edenlere
bırakır.”[1482]
16974.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), Ariflerin
münacaatında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Beni, göğüs bahçelerinde
sana olan şevk ağaçlarının, dal budak
saldığı kimselerden eyle… İnançlarda şüphe zulmeti
düşüncelerinden silinmiş, şek ızdırabı
kalplerinden ve içlerinden çıkıp gitmiş, gerçek bir
tanımayla göğüsleri açılıp ferahlığa kavuşmuştur.”[1483]
bak. 3389. Bölüm; el-Hakk, 895. Bölüm; ez-Zuhd,
1622. Bölüm; en-Nur, 3959. Bölüm; el-Akl, 2817. Bölüm; el-Hayr, 1160. Bölüm;
5375 ve 5376. hadisler; ed-Durr’ul Mensur, 3/354
Kur’an:
“Bunlar, Allah’ın ayetlerini üzerinde
kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu,
Allah katında da, iman edenlerin yanında da öfkeyi
arttırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan
dolayı mühürler.”[1484]
“Sonra onun ardından milletlere
peygamberler gönderdik, onlara belgeler getirdiler. Diğerlerinin daha önce
yalan saymış olduklarına bunlar da inanmadılar.
Aşırı gidenlerin kalplerini işte böylece mühürleriz.”[1485]
“Allah bilmeyenlerin kalplerini işte
böylece kapatır.”[1486]
“İşte kasabalıların
haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler
getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah
kâfirlerin kalplerini böylece kapatıp mühürler.”[1487]
bak. Nisa suresi, 155. ayet; Nahl suresi, 108.
ayet
16975.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mühür vurucu arşın sütunlarına
asılmıştır. Bir hürmet çiğnenince, günahlar
işlenince ve Allah’a karşı küstahlık edilince, Allah mühür
vurucuyu gönderir ve böylece Allah böyle bir şahsın kalbini mühürler,
ondan sonra artık hiçbir şeyi anlayamaz.”[1488]
16976.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Tamah giysisini giymekten sakın. Zira
tamah kalbe şiddetli bir ihtiras karıştırır ve
kalplere dünya sevgisi mührünü vurur.”[1489]
16977.
İmam Hüseyin (a.s), Amr b. Sa’d’ın
ordularını kendisiyle savaş için seferber ettiği, her
taraftan kendisini ablukaya aldığı bir esnada düşman
ordusunun yanına vararak onları sessizliğe davet etti. Ama onlar
dinlemeyince şöyle buyurmuştur: “Eyvahlar olsun size! Beni dinlemenizin ve
sizleri doğru yola çağırdığım sözümü
işitmenizin size ne zararı olabilir…Hepiniz bana itaatsizlik ediyor,
sözlerime kulak vermiyorsunuz. Zira karınlarınız haramla
dolmuş ve kalpleriniz mühürlenmiştir.”[1490]
Kur’an:
“Heva ve hevesini ilah edinen, bilgisi
olduğu halde Allah’ın şaşırttığı,
kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği
kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola
eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?”[1491]
“Allah
onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde
de perde vardır ve büyük azap onlar içindir.”[1492]
16978.
İmam Rıza (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Allah
mühürlemişti” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “(Ayette geçen) “hateme” el-Hatm kökünden olup
küfürlerinin cezası olarak kafirlerin kalbine mühür vurmak
anlamındadır. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Oysa Allah küfürleri sebebiyle kalplerini
mühürlemiştir. Onların çok azı dışında iman
etmezler.”[1493]
Kur’an:
“And olsun ki, cehennem için de bir çok cin ve
insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri
vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler.
İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar.
İşte bunlar gafillerdir.”[1494]
“Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda
kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu
saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.”[1495]
bak. bakara suresi, 171. ayet; En’am suresi, 25.
ayet; Yunus suresi, 42. ayet
16979.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbi olan
herkes akıl (gönül) sahibi, kulağı olan herkes duyucu ve bakan
herkes görücü değildir.”[1496]
Kur’an:
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki,
orada olanları akıl edecek kalpleri, işitecek kulakları
olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de
körleşir.”[1497]
“Bu dünyada kalbi kör olan, ahirette de kör ve
daha şaşkındır.”[1498]
16980.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En kötü körlük, kalp körlüğüdür.”[1499]
16981.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En büyük körlük, hidayetten sonraki
sapıklık körlüğüdür. En kötü körlük, kalp körlüğüdür.”[1500]
16982.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gerçek
kör, kalbi kör olan kimsedir. “Zira gerçekte gözler kör değildir. Oysa
göğüslerde olan kalpler kördür.”[1501]
16983.
İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Herkim bu
dünyada kör olursa, ahirette de kördür” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Göklerin
ve yerin yaratılışının, gece ve gündüzün birbiri
ardınca gelişinin, güneşin ve ayın yörüngesinde
dönüşünün ve diğer bir çok ilginç nişanelerin kendisini bu
şeylerin ötesinde büyük ve azametli bir şeyin olduğuna
kılavuzluk etmediği kimse, ahirette de kördür.” Hakeza şöyle
buyurmuştur: “O görmediği şey hususunda daha kör ve yol
açısından daha sapıktır.”[1502]
16984.
İmam Rıza (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Yani, var
olan gerçekleri görmek hususunda kör ve acizdir.”[1503]
bak. 3390, 3392. bölümler
Kur’an:
“Hayır, hayır; onların
kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir.
Hayır; doğrusu onlar o gün, Rablerinden örtülü kalacaklardır.”[1504]
16985.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u
Teala Davud’a şöyle vahyetti: “Ey Davud! Arkadaşlarını
şehvet sevgisinden korkut ve sakındır. Zira kalpleri,
şehvetlere bağlanan kimselerin kalpleri benden örtülüdür.”[1505]
16986.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mümin günah işleyince, kalbinde siyah bir
nokta belirir. Eğer tövbe eder, günahtan el çeker, mağfiret dilerse
kalbi o siyah lekeden temizlenir. Ama eğer günahını
arttırırsa o nokta büyür. Bu Allah-u Teala’nın kendi
kitabında zikretmiş olduğu pastır. “Hayır,
hayır; Onların kazandıkları şey kalplerini
paslandırıp körletmiştir.”[1506]
16987.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Helak olma
dizginleri, sizleri öne çekmiş, paslı ve pis kilitler, kalplerinizi
kapamıştır.”[1507]
16988.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul günah işleyince, kalbinde siyah bir
nokta belirir. Eğer tövbe ederse, kalbi o noktadan saf ve temiz hale
gelir. Eğer günahı tekrar ederse, o leke artar ve sonunda kalbinde
büyük bir lekeye dönüşür.”[1508]
16989.
İmam Ali (a.s), Muaviye’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Vallahi, sen hala benim bildiğim kalbi
kilitli, aklı eksik ve zayıf kişisin.”[1509]
16990.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim de
inadında direnir ve sapıklığında kalırsa ahdini
bozan biri sayılır, Allah onun kalbini perdesiyle örter, kötülük
değirmeni, başında devamlı döner.”[1510]
bak. el-Ma’ruf (3), 2639: Bölüm; ez-Zenb, 1378.
Bölüm
Kur’an:
“Rabbimiz!
Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme,
katından bize rahmet bağışla; şüphesiz sen sonsuz
bağışta bulunansın.”[1511]
“Mûsa kavmine: “Ey kavmim! Beni niçin
incitirsiniz!? Oysa, benim size gönderilmiş Allah’ın bir peygamberi
olduğumu biliyorsunuz” demişti. Ama onlar yoldan sapınca, Allah
da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan
çıkan milleti doğru yola eriştirmez.”[1512]
“Kalplerinde eğrilik olan kimseler,
müteşabih olanlarına uyarlar.”[1513]
16991.
İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve
celil olan Allah salih bir topluluğun dilinden şöyle
buyurmuştur: “Ey Rabbimiz! Kalbimizi saptırma” Zira onlar,
kalplerin saptığını önceki körlük ve helak oluşa geri
dönebileceğini biliyorlardı.”[1514]
16992.
İmam Ali (a.s), fitnelerden
sakındırma hususunda şöyle buyurmuştur: “Bundan sonra sarsıp titreten ve kasıp
kavuran bir fitne ortaya çıkar. Doğruluk içindeki kalpler
eğriliğe düşer. Selamet içinde olan kimseler
sapıklığa yönelir.”[1515]
16993.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kadınlarla
konuşmak (insanı) belaya davet eder ve kalpleri saptırır.”[1516]
16994.
Resulullah (s.a.a), şu cümleyi çok
söylerdi: “Ey
kalpleri değiştiren Allah! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.”[1517]
Şöyle diyorum: “Peygamber’in bu duayı
çok okuduğunun delili olarak, Kenz’ul Ummal, 1684, 1686, 1687, 1694, 1695.
hadislere müracaat ediniz.
Kur’an:
“Sonra
kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da
katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar
fışkıran vardır; yarılıp su çıkan
vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah
yaptıklarınızı bilmez değildir.”[1518]
Bak.
En’am, 43 Zümer, 22
16995.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
kalplere ve bedenlere verdiği bir takım cezaları vardır.
Geçim darlığı, ibadette gevşeklik, kul kalbin
katılaşmasından daha büyük bir cezaya
çarptırılmamıştır.”[1519]
16996.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kafirin kalbi taştan
daha katıdır.”[1520]
16997.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Gönüller o
paydan ve olgunluktan nasipsiz, gaflete dalarak kaskatı kesilmiş,
asıl yolundan sapmış, başka bir yolda yürüyor. Sanki
hakkın maksadı kendilerinden başkasıdır ve sanki
doğru yolu bulmak dünyaları elde etmekten ibarettir.”[1521]
16998.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Gencin kalbi ekilmemiş tarlaya benzer,
oraya ne eksen tutar, yeşerir. Kalbin katılaşmadan,
öğütleri reddetmeden ve aklın başka şeylere yönelmeden sana
edepten bir şeyler öğretmek istedim.”[1522]
Kur’an:
“Sürekli sözlerini bozdukları için onlara
lânet ettik, kalplerini katılaştırdık.”[1523]
“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı
anması ve O’ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı
daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitab verilenler gibi
olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri
katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir.”[1524]
16999.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Gözyaşları
sadece kalbin katılaşması sebebiyle kurumuş ve kalpler de
günahın çok oluşu sebebiyle katılaşmıştır.”[1525]
17000.
Aziz ve celil olan Allah Musa’ya (a.s)
münacatında şöyle vahyetmiştir: “Ey Musa! Dünyada uzun arzulara kapılma.
Aksi taktirde kalbin katılaşır ve katı kalpli kimse benden
uzaktır.”[1526]
17001.
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Merkepler binilmez ve yük
taşıtılmazlarsa, inatçı olur ve ahlakları ve
huyları değişir. Kalpler de işte böyledir. Ölümü
hatırlamakla yumuşamaz ve sürekli ibadete koyulmazlarsa
katılaşırlar ve kaba olurlar.”[1527]
17002.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın zikri dışında çok
konuşmayınız. Zira Allah’ın zikri dışında
çok konuşmak, kalbin katılaşmasına sebep olur.
İnsanlardan Allah’a en uzak kimse de katı kalpli kimsedir.”[1528]
17003.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Üç şey kalbi
katılaştırır: Boş şeyler işitmek, avlanmak
ve sultanın (yöneticilerin) yanına gidip gelmek.”[1529]
17004.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sakın
hayatınızın son noktasını (ölümü) uzak ve uzun
görmeyiniz. Aksi taktirde kalbiniz katılaşır.”[1530]
17005.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İbadeti terk etmek, kalbi
katılaştırır ve Allah’ın zikrini terk etmek ruhu
öldürür.”[1531]
17006.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yarın
hayatta kalacağını ümit eden kimse, ebedi hayatı ümit
etmiştir. Ebedi hayatı ümit eden kimsenin ise kalbi katılaşır
ve dünyaya rağbet eder.”[1532]
17007.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mal ve servetin
çokluğu dinin bozulmasına ve kalbin katılaşmasına
sebep olur.”[1533]
17008.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim, itinasızlık yüzünden üç Cuma
namazını terk ederse, Allah kalbini mühürler.”[1534]
17009.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cimri kimseye
bakmak, kalbi katılaştırır.”[1535]
17010.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizleri
akrabalarınızın cenazesinin üzerine toprak dökmekten
sakındırıyorum. Zira bu iş, kalbin
katılaşmasına sebep olur ve her kimin kalbi
katılaşırsa, Rabbinden uzak düşer.”[1536]
bak. el-Bihar, 73/396, 135. Bölüm
Kur’an:
“Kalplerinde
hastalık vardır, Allah hastalıklarını
artırmıştır. Yalan söyledikleri için onlara elem verici azap
vardır.”[1537]
17011.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Belalardan biri
de yoksulluktur. Ondan daha kötüsü beden hastalığıdır.
Ondan daha kötüsü kalp hastalığıdır. Nimetlerden biri de
malın genişliğidir. Ondan daha üstünü bedenin
sağlıklı olmasıdır. Bedenin sağlıklı
olmasından daha üstünü de kalplerin takvasıdır.”[1538]
17012.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer
insanlar, Allah’ın yüce kudretini ve büyük nimetlerini düşünselerdi
(İslami) yola gelirler ve (cehennemdeki) yakıcı azaptan
çekinirlerdi. Fakat kalpler hasta, gönüller yıkık!”[1539]
17013.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cedelleşmekten
ve çekişmekten sakının. Zira bu iki iş, kalplerinizi
kardeşlerinize oranla hasta kılar ve onlarda nifak biter.”[1540]
17014.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir
hastalık kalpler için günahlardan daha acı verici değildir.”[1541]
17015.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalp için
hiçbir şey, günahtan daha bozucu değildir. Zira kalp günaha
bulaşır, günaha devam etme sebebiyle de günah kendisine üstün gelir
ve onu alaşağı eder.”[1542]
17016.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fitneler (günahlar ve saptırıcı
sebepler) tıpkı hasır kamışları gibi birbiri
ardınca, kalplere sunulur. Bu günahların sevgisinin
karıştığı kalpte siyah bir nokta meydana gelir. Buna
muhalefet gösteren kalpte ise beyaz bir nokta meydana gelir. Böylece iki kalp
vücuda gelir. Beyaz kalp sefa gibidir, gökler ve yeryüzü baki
kaldığı müddetçe hiçbir fitne ona zarar veremez. Siyah ve kül
rengi, kalp ise alaşağı olmuş testi gibidir. Ne
iyiliği iyilik sayar, ne de kötülüğü çirkin sayar. Sadece kalbine
karışan heva ve hevesi tanır.”[1543]
17017.
İmam Ali (a.s), Mısır’a vali
tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e yazdığı mektubunda
şöyle buyurmuştur: “Ben onların üzerinde emir sahibiyim, emirlerime uyulması
gerek” demeye kalkışma; çünkü bu, kalbin fesadına yol açıp,
dini zayıflatır.”[1544]
17018.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalplere
atılan en kötü şey hıyanettir.”[1545]
bak. 3406. Bölüm; ez-Zenb, 1378. Bölüm;
el-Felah, 3260. Bölüm
Kur’an:
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve
kalplerde olana şifa, iman edenlere (doğruyu gösteren) bir rehber ve
rahmet gelmiştir.”[1546]
17019.
İmam Ali (a.s), Peygamber’in
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O (Peygamber), dertlerine deva bulmak için
tıp bilgisiyle hastalarını dolaşan bir hekimdir.
İlaçlarını hazırlamış, tıp malzemelerini
ısıtmış, ihtiyaç duyulduğunda onlarla kör gönülleri,
sağır kulakları, söylemez dilleri iyileştirir. Gaflet ve
şaşkınlık içinde olanları ilaçlarıyla
iyileştirmek için arar bulur.”[1547]
17020.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki
doğudan kalkan bir şeye tabi olursanız, sizleri Peygamber’in
(s.a.a) yollarına götürür. Körlük, sağırlık ve dilsizlik
hastalığınızı tedavi eder.”[1548]
17021.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’tan
korkmak kalplerinizin devası, akıllarınızın
körlüğünün basireti, bedenlerinizin hastalıklarının
şifası, göğüslerinizin fesadının sAllahı,
nefislerinizin kirlerinin temizleyicisi, görmeyen gözlerinizin
aydınlığıdır.”[1549]
bak. 3407. Bölüm; ed-Deva, 1290. Bölüm; ez-Zikr,
1340. Bölüm; ez-Zenb, 11385. Bölüm; et-Takva, 4164. Bölüm
17022.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her
kim şeye aşık olursa gözlerini körleştirir, kalplerini
hasta eder. Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan
bir kulakla işitmektedirler. Hevesleri, akıllarını
çelmiş; dünya kalplerini öldürmüştür.”[1550]
17023. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dört şey kalbi öldürür: Günah üstüne günah işlemek,
kadınlarla çok konuşmak, cahille çekişmek, sen söylersin o
söyler ve asla yola gelmez ve ölülerle arkadaşlık etmek” Kendisine
şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Ölülerden maksat kimdir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Ayyaş olan her zengin.”[1551]
17024.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dört şey kalbin bozulmasına sebep
olur: Kadınlarla yalnız kalmak, kadınların sözüne kulak
vermek, onların görüşüyle amel etmek ve ölülerle arkadaşlık
etmek.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Ölülerle
arkadaşlık nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “İmandan
sapmış ve ilahi hükümlerden yüz çevirmiş kimselerle
arkadaşlık etmek.”[1552]
17025.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu üç grupla arkadaşlık etmek
kalpleri öldürür: Aşağılık insanlarla arkadaşlık
etmek, zenginlerle arkadaşlık etmek ve kadınlarla çok
konuşmak.”[1553]
17026.
Resulullah (s.a.a), Ebu Zer’e
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Çok gülmekten sakın. Zira bu kalbi
öldürür.”[1554]
17027.
İmam Seccad (a.s), Taibin (tövbe edenler)
adlı münacaatında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Günahlar bana horluk elbisemi
giydirmiş, senden uzaklık yoksulluk elbisemi bürütmüş,
günahlarımın büyüklüğü, kalbimi öldürmüştür. O halde
tövbemi kabul etmekle onu ihya et. Ey ümidim ve ey yegane isteğim!”[1555]
17028.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkimin
sakınması az olursa, kalbi ölür. Herkimin de kalbi ölürse cehenneme
gider.”[1556]
bak. el-Kelam, 3518. Bölüm; el-Mevt, 3741. Bölüm;
el-Ma’ruf (2), 2699. Bölüm; ed-Dünya, 1239. Bölüm
17029.
İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Kalbine öğütle hayat ver ve onu züht ile
öldür, ”[1557]
17030.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Düşünmek
basiret sahibi kimsenin kalbinin hayatıdır.”[1558]
17031.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşünmekten
elçekmeyin. Çünkü düşünmek basiret sahibi kalbin hayatı ve hikmet
kapılarının anahtarlarıdır.”[1559]
17032.
Hz. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey İsrailoğulları! (cemiyetin kalabalık
oluşundan dolayı) dizüstü oturmak zorunda bile kalsanız
alimlerin meclislerini (ders halkalarını) doldurun. Zira Allah, ölü
toprakları şiddetli yağmurla ihya ettiği gibi ölü kalpleri
hikmet nuruyla ihya eder.”[1560]
17033.
Hz. Lokman (a.s) oğluna verdiği
öğütte şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağazım! Alimlerle otur
onlarla dizdize ver. Zira aziz ve celil olan Allah yeryüzüne göğün
yağışıyla hayat verdiği gibi kalpleri de hikmet
nuruyla ihya eder.”[1561]
17034.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Fazilet sahibi
kimselerle oturmak kalplerin hayhatıdır.”[1562]
17035.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Biliniz ki, dünyada olan her şeyin sahibi ondan
doyar, bıkar. Ancak hayat öyle değildir; zira ölümde huzur bulamaz.
İşte bu, ölü kalpleri diriltecek, kör gözlere basiret verecek,
sağır kulakları işittirecek, susuzları kandıracak
bir hikmet mesabesindedir.”[1563]
17036.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: Benim emrime (dinin esas ve detaylarına)
ulaştıkları taktirde kullarım arasındaki ilmi
tartışmalar, ölü kalpleri dirilten şeylerdendir.”[1564]
17037.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh
olan Allah hiç kimseye Kur’an’ın benzeri bir şeyle öğüt
vermemiştir… Gönüllerin baharı, ilmin pınarları
ondadır.”[1565]
bak. ez-Zikr, 1340. Bölüm; ed-Deva, 1290. Bölüm;
et-Takva, 4164. Bölüm
17038.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hayır ve
iyilik sahibi kimselerle görüşmek kalbin bayındır
olmasını sağlar.”[1566]
17039.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Marifet ehliyle
görüşmek kalplerin bayındırlık sebebidir ve hikmetten
istifade etmektir.”[1567]
17040.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalplerin
bayındır olması akıl sahipleri ile muaşeret
etmektedir.”[1568]
17041.
İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey oğlum! Allah’tan korkup
sakınmanı, emrine sürekli itaat etmeni, kalbini zikriyle imar etmeni
tavsiye ederim.”[1569]
bak. ez-Ziyaret, 1670. Bölüm
17042.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalnızlık
hallerinde (Allah’ı) çok zikrederek kalbin inceliğini
(yumuşaklığını) talep et.”[1570]
17043.
Resulullah (s.a.a) kalbinin
katılığından şikayette bulunan bir kimseye şöyle
buyurmuştur: “Kalbinin
yumuşamasını istiyorsan fakire ihsanda bulun yetimin
başını okşa.”[1571]
17044.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinize yumuşaklık verin, çok düşünün
ve Allah’ın korkusundan çok ağlayın.”[1572]
17045.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbini
öğütle dirilt… ölümü hatırlatmakla zelil et…
dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl, onu zamanın
saldırısından, günlerin, gecelerin geçmesiyle oluşan
kötülüklerden koru. Ona geçmişlerin haberlerini arz et.”[1573]
17046.
İmam Ali (a.s) üzerindeki eski ve
yamalı elbisenin sebebini sorduklarında şöyle buyurmuştur: “Bununla kalp mütevazi olur, asi nefis ram olur
ve müminler ondan örnek alır.”[1574]
bak. 140. Konu, el-Huşu’
17047.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan
Allah hiç kimseye Kur’an gibi bir şeyle öğüt vermemiştir… kalbi
cilalamak için ondan başka bir şey yoktur.”[1575]
17048.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh
ve yüce olan Allah, zikri kalplerin cilası kılmıştır.
Ağır duyan kulaklar onunla (zikirle) iyi duymuştur.”[1576]
17049.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Demirin suya temas ettiğinde
paslandığı gibi bu kalplerde paslanır.” Kendisine
şöyle arzedildi: “Kalpleri cilalamak ne iledir?” Peygamber şöyle
buyurdu: “Ölümü çok hatırlamak ve kuran okumakla.”[1577]
17050.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Açlığı
kendine yemek kıl, kanaatle kendini yetiştir. Kalbinin rehavetini
azim ve iradeyle ve gözlerinin gaflet uykusunu uyanıklıkla tedavi
et.”[1578]
17051.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerde
bakır gibi pas tutar o halde onları mağfiret dileyerek
cilalayın.”[1579]
17052.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu kalpleri cilalayan şey Allah’ın
zikri ve Kur’an okumaktır.”[1580]
17053.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbini
öğütle dirilt … ve kalbini hikmetle aydın kıl.”[1581]
17054.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İman, kalpte beyaz bir nokta gibi belirir; iman arttıkça o
beyaz nokta da artar.”[1582]
17055.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yakin,
aydınlıktır.”[1583]
17056.
İmam Ali (a.s) saldırı ve
kötülükten sakındırmak hususunda şöyle buyurmuştur: “Her kim de Allah'ın kelimesi yücelsin ve
zalimlerin kelimesi alçalsın diye kılıcıyla reddederse,
kurtuluş yoluna ermiş, Allah yolunda kıyam etmiş ve kalbini
yakin nuruyla aydınlatmış olur.”[1584]
17057.
Resulullah (s.a.a) bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Ey
kalpleri değiştiren! Ey kalplerin tabibi! Ey kalpleri nurlu
kılan! Ey kalplerin dostu!”[1585]
bak. 3407. Bölüm; ez-Zikr, 1340. Bölüm; 526.
Konu, en-Nur; 564. Konu, el-Yakin
17058.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbin islah
olmasının aslı Allah’ın zikriyle meşgul
olmasıdır.”[1586]
17059.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Benim hastalığımı senin tabliğinden
başka bir şey tedavi edemez. Benim hüznümü sana
yakınlaşmaktan başka hiç bir şey gidermez. Benim
yaramı senin affından başka hiçbir şey iyileştiremez.
Ve kalbimin pasını bağışından başka hiç bir
eşey cilalayamaz.”[1587]
17060.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalbi doğru olmadıkça hiç bir kulun
imanı doğru değildir ve dili doğru olmadıkça da hiç
bir kulun kalbi doğru olmaz.”[1588]
17061.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Salih insanın nişanesi dört şeydir: Kalbini saf kılar,
amelini islah eder, gelirini ıslah eder ve tüm işlerini ıslah
eder.”[1589]
17062.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbin
güçlülüğünün kökü Allah’a tevekküldür.”[1590]
17063.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbini
öğütle ihya et züht ile öldür ve yakin ile güçlendir. ”[1591]
17064.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz,
müminin gücü kalbindedir. Zira onun zayıf ve cılız bir bedende
sahip olduğunu görmektesiniz ve buna rağmen gecesini ibadetle
gündüzünü de oruç tutmakla geçirmektedir.”[1592]
bak. 558. Konu, et-Tevekkül, 564, el-Yakin;
el-İman, 293. Bölüm
Kur’an:
“Ey iman edenler! Allah ve Peygamber, sizi,
hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin.
Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun
katında toplanacağınızı bilin.”[1593]
17065.
İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın “Şüphesiz
Allah (insan ile kalbi) arasına girer.” Ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“İnsan
aklı gözü dili ve eliyle bir şeyi arzu eder ama o şey kendisine
doğru geldiği zaman kalbi onu inkar eder kabul etmez ve o şeyin
hak olmadığını bilir. Hişam’ın İmam’dan (a.s)
naklettiği bir hadiste İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
onunla batılı hak kabul etmesi arasına girer (batılı
hak olarak kabul etmesini önler.)”[1594]
17066.
İmam Sadık (a.s) hakeza bu ayetin
tefsirinde şöyle buyurmuştur: “İnsan kulağı gözü eli ve diliyle
bir şeyi arzular ama bu arzusuna rağmen onlardan bir şeyin
peşice gitmez. Eğer o şey kendisine nasip olursa kalbi onu inkar
eder onu kabul etmekten sakınır ve onun hak
olmadığını bilir. ”[1595]
17067.
İmam Bakır (a.s) hakeza bu ayetin
tefsirinde şöyle buyurmuştur: “İnsan bir şeyi kalbi, gözü ve
kulağıyla arzular, ruhu ondan başka bir şeye iştiyak
duymaz ama onunla kalbinin kendisine duyduğu iştiyak arasına bir
engel girer.”[1596]
bak. el-Batıl, 363. Bölüm; el-Halik, 1094.
Bölüm
17068.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
kalpler için nefsi aşırılıktan uzak tutan şahitler
vardır.”[1597]
17069.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın
beyanı kalbinin gücünden haber verir.”[1598]
17070.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalpler kendilerine iyilik eden kimseyi sevmek
ve kendilerine kötülük eden kimseden nefret etmek üzere
yaratılmıştır.”[1599]
17071.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalp delilin
ipoteğidir.”[1600]
17072.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hatayı
azaltmakla kalbin huzurunu elde et.”[1601]
17073.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akibeti
düşünmek kalbi faydalı kılar.”[1602]
17074.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dağları
yerinden sökmek kalpleri yerinden sökmekten daha kolaydır.”[1603]
17075.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalbini,
ortağı olacağın akrabalık kıl.”[1604]
17076.
İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kime hilim,
gazabın boğaza düğümlendiği yudumlarını
içirmezse, kalp huzurunun tadını tadamaz.”[1605]
17077.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her
şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi ise Yasin suresidir.”[1606]
17078.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalbin kötü
duyguları vardır akıl ise onlardan kendisini engeller.”[1607]
17079.
Hz. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinizi takva için evler kılın
ve kalplerinizi şehvetlerin sığınağı
kılmayın”[1608]
446. Konu
et-Teklit
Taklit-Öykülenmek
F Bihar,
2/81, 14. bölüm; Zemm’ut-Taklit ve’n-Nehy an Mutabiet’il-Gayr-i Masum
F Vesail’uş-Şia,
18/89, 10. bölüm; Adem-u Cevaz-i Taklit-i Gayr-i Masum fi ma Yekulu bi’r-Re’y
bak.
F 176. konu,
er-Re’y (2); 323. konu, et-Ta’et; 406. konu, el-Fetva; 444. konu, el-Kaza (2)
Kur’an:
“Onlara, “Gelin Allah’ın indirdiği
(kitaba) ve peygambere uyun” dendiğinde, “Atalarımızı
üzerinde bulduğumuz yol bize yeter” derler; ya ataları bir şey
bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?”[1609]
“Senden önce, her hangi bir kasabaya
gönderdiğimiz uyarıcıya, o kasabanın şımarık
varlıkları sadece: “Doğrusu babalarımızı bir din
üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz” derlerdi.”[1610]
17080.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Taklitçi ve iradesiz olmayınız ve,
“eğer insanlar iyilik ederse, biz de iyilik ederiz. Eğer
zulmederlerse biz de zulmederiz” demeyiniz. Kendinizden irade sahibi olunuz.
Eğer insanlar iyilik ederlerse siz de iyilik ediniz. Eğer onlar
kötülük ederlerse siz zulmetmeyiniz.”[1611]
17081.
İmam Sadık (a.s), ashabından
birinde şöyle buyurmuştur: “Taklitçi olmayınız ve “Ben de diğer insanlardan
biriyim” demeyiniz.”[1612]
17082.
Cezeri Nihaye adlı kitabında şöyle
diyor: “Bir
hadiste şöyle yer almıştır: “Ya alim ol, ya da
öğrenci. Taklitçi olma ve “immea” olma. “İmmea” kendiliğinden
bir görüş ve iradesi olmayan, onun bunun görüşüne tabi olan kimse
demektir. Kelimenin sonunda bulunan ha harfi, mübalağa içindir, te’nis
(dişiliği belirtmek) için değil. Bu açıdan “immea” de
denilmektedir. Kadın için “immea” denilmemektedir. (aksine “imma”
denmektedir. Zira sonundaki “ha” harfi mübalağa içindir, te’nis için
değil)… Bazıları şöyle demişlerdir: “İmmea,
herkese “Ben sizinleyim” diyen kimsedir. İbn-i Mes’ud’un naklettiği
bu hadis de bu anlamdadır: “Sizden hiç kimse “immea” olmasın.”
Kendisine, “immea nedir?” diye sorulunca da şöyle buyurmuştur:
“İmmea, ben insanlar ile birlikteyim (insanlara tabiyim) diyen kimsedir.”[1613]
17083.
İmam Ali (a.s), kendisine isnat edilen bir
şiirinde şöyle buyurmuştur: “Belirsiz ve zor işler bana yönelince
Düşünceyle hakikatlerini keşfederim
Ben insanların mukallidi değilim ki
Ona buna, “ne haber?” diye sorayım.
Aksine iki küçük organı[1614] eğitirim
Geçmişe bakarak geleceği
aydınlatırım.”[1615]
17084.
İmam Sadık (a.s), Ebi Hamza-i
Sumali’ye şöyle buyurmuştur: “Riyasetten sakın. Şahsiyetlerin
peşinden koşturmaktan sakın.” Kendisine şöyle arzettim:
“Fedan olayım! Riyaseti biliyoruz, ama şahsiyetlerin peşinden
koşturma meselesine gelince sahip olduğum (hadis, rivayet ve
ilimlerden) üçte ikisini bu şahsiyetlerin peşinde koşturmakla
elde ettim.” İmam şöyle buyurdu: “Sen maksadımı
anlamadın. Benim maksadım birisini delilsiz olarak bayraktar (ve put)
karar kılman ve neticede dediği her şeyi tasdik etmendir.”[1616]
17085.
İmam Sadık (a.s), Süfyan b. Halid’e
şöyle buyurmuştur: “Ey Süfyan! Siyasetten sakın. Zira siyasetin peşinden
koşan herkes helak olmuştur.” Ben, (Süfyan b. Halid) şöyle
arzettim: “Fedan olayım! O halde hepimiz helak olduk. Zira hepimiz,
adının anılmasını, insanlar tarafından
amaçlamasını ve kendisinden ilim öğrenilmesini sever.” İmam
şöyle buyurdu: “Anlamadın! Maksadım şuydu: İnsan
hiçbir delil olmaksızın birini kendisine bayraktar (ve put)
kılması, dediği her şeye inanması ve insanları
onun sözüne davet etmesidir.”[1617]
17086.
Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın, “Hahamlarını ve
ruhbanlarını…edindiler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlara (Haham ve ruhbanlara) ibadet
etmiyorlardı. Aksine hahamları ve ruhbanları kendilerine bir
şey helal kılıyor, onlar da onu helal biliyorlardı. Onlara
bir şeyi haram kıldıklarında da, insanlar onu haram
sayıyorlardı.”[1618]
17087.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Hahamlarını
ve ruhbanlarını Allah’tan başka rabler edindiler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Allah’a yemin
olsun ki, onlar için namaz kılmıyor, oruç tutmuyorlardı. Sadece
onlar insanlar için bir haramı helal ve bir helalı haram
kılıyorlardı. İnsanlar da onlara tabi oluyorlardı.”[1619]
17088.
İmam Sadık (a.s), hakeza bu ayet
hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki, onlar halkı
kendilerine ibadete davet etmiyorlardı. Eğer onları ibadete
davet etselerdi, elbette kabul etmezlerdi. Sadece insanlar için bir haramı
helal ve bir helali haram kılıyorlardı. Böylece insanlar
bilmeden onlara ibadet etmiş oluyorlardı.”[1620]
17089.
İmam Bakır (a.s), Sa’d’ul Hayr’a
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Haham ve ruhban gibilerini tanı. Onlar
Allah’ın kitabını gizlediler, tahrif ettiler, onların
ticareti fayda vermedi ve hidayete erişemediler.
Evet onların bu ümmet arasındaki
benzerlerini tanı. Onlar Kur’an’ın lafzına riayet eden, ama
anlam ve hakikatlerini tahrif edenlerdir. Onlar büyüklerle ve başkanlarla
birlikte olurlar ve heva ve heves önderleri dağılıp çeşit
çeşit olunca bu hahamlar, dünyadan daha çok nasibi olan kimselerle
birlikte olur. Bunların ilim ve bilgiden nasipleri işte budur.
Bunlar, haham ve ruhbanların benzeridir. Heva ve heves önderleridir. Helak
ve yokluk efendileridir.”[1621]
17090.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim hidayet
olduğu hayaliyle bir dalaletin peşinden koşar veya dalalet
olduğu hasebiyle bir hakkı terk ederse ve bu işiyle helak olursa
hiç kimse onu mazur görmez.”[1622]
bak. el-Kufr, 3292. Bölüm; 17392. Hadis; en-Nas,
3973. Bölüm
17091.
İmam Askeri (a.s), Allah-u Teala’nın, “Elleriyle kitap yazıp, “bu Allah
katındandır” diyenlere eyvahlar olsun” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Birisi
İmam Sadık’a (a.s) şöyle arzetti: “Eğer, Yahudi
topluluğu Tevrat’ı tanımak için alimlerinden işitmek ve
öğrenmek durumunda iseler, o halde Allah onları, neden alimlerini
taklit etti ve sözlerini kabullendiği için kınamıştır?
Zira Yahudi halkı da bizim halkımız gibi alimlerini taklit
etmektedir.” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Bizim halk ve
alimlerimiz ile Yahudi halkı ve alimleri arasında bir açıdan
farklılık vardır ve bir açıdan da ortak nokta vardır.
Ortak noktaları şudur ki Allah Yahudi halkının
kınadığı gibi bizim halkımızı da alimlerini
taklit ettiği için kınamıştır. Ama birbiriyle
farklı oldukları açısından değil.” O şahıs
şöyle arzetti: “Ey İbn-i Resulillah! Bana biraz da izah et.”
İmam şöyle buyurdu: “Yahudi halkı, alimlerinin açıkça yalan
söylediğini biliyor, haram ve rüşvet yediğini, farz hükümleri
aracılık, tolerans tanıma ve rüşvet alma yoluyla
değiştirdiklerini biliyorlardı. Onlar alimlerinin şiddetli
bir taraftarlık içinde olduğunu, bu sebeple din ve
inançlarını bir kenara bıraktıklarını, aleyhine
bağnazlık gösterdikleri kimselerin haklarını
çiğnediklerini, başkalarının mallarını
haksız yere taraftarlarına verdiklerini, onlar için zulme ve
haksızlığa başvurduklarını biliyorlardı.
Onların harama bulaştıklarını biliyor, bu kalbi
tanımalarına rağmen ister istemez hahamların ve ruhbanların
işlerini yapan kimsenin fasık olduğuna da
inanıyorlardı. Onların halk arasında Allah’ın sözcüsü
ve aracısı olamayacağını çok iyi biliyorlardı. O
halde haklarında böyle bir bilgi sahibi olduklarını, sözlerinin
kabul edilmemesi gerektiğini, rivayetlerine inanılmaması icab
ettiğini bildiklerini halde onlara tabi oluyordu. Allah da onları bu
yüzden kınamıştır.
Bizim ümmetimizin halkı da işte
böyledir. Onlar eğer alimlerinin açıkça fısk ve günah
işlediğini, şiddetli bir taraftarlık ve bağnazlık
içinde bulunduğunu, dünyanın süslerine vurulduğunu,
haramlarına kapıldığını…bilecek olurlarsa ve buna
rağmen bu fakihleri taklit ediyorlarsa, Allah’ın kendilerini taklit
ve fasık fakihlere uyma sebebiyle kınadığı Yahudi
alimleri gibi olurlar. Ama fakih sakınır, dinini korur, nefsinin
istekleriyle savaşır, rabbinin fermanına itaat ederse,
halkın onu taklit etmesi gerekir. Elbette bu özellikler, sadece bazı
Şia fakihlerinde mevcuttur, hepsinde değil.”[1623]
17092.
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer
birinin zahiren iyi olduğunu, sözlerinde takvadan söz ettiğini,
hareket ve davranışlarında tevazu gösterdiğini görürseniz,
sizi kandırmamasına dikkat edin. Zira bir çoğu düşünce
hakkındaki zayıflık ve gevşeklik ile ödleklik sebebiyle
dünyadan ve haram işleyebilme gücünden mahrumdurlar. Bunlar dini
dünyanın tuzağı kılmışlardır.
Eğer onların haram yemekten
sakındığını görürseniz, sizleri
kandırmamasına dikkat ediniz. Zira insanların istekleri
çeşit çeşittir.
Ama insan, tam anlamıyla insan ve iyi
kimse, nefsini rabbinin emrine tabi kılan, gücünü Allah’ı hoşnut
etme yolunda kullanan kimsedir. Hak ile birlikte olan zaaf ve horluğu,
batıl ile birlikte olan kudret ve izzetten, ebedi kudret ve izzete daha
yakın olduğunu gören ve dünyada tahammül ettiği az
sıkıntıların ve zorlukların kendisini ebedi nimete
yaklaştırdığını bilen kimsedir. İşte
insan, iyi kimse budur. O halde onun eteğine sarılın, yolunu ve
yordamını kendinize örnek alınız. Rabbinizin
dergahında ona tevessül ediniz. Zira onun hiçbir duası reddedilmez ve
onun hiçbir isteği cevapsız bırakılmaz.”[1624]
Kur’an-ı Kerim’de en çok sözü edilen,
hayatlarından kesitler sunulan topluluk
İsrailoğullarıdır. Adı en fazla geçen Peygamber de
İmran oğlu Musa’dır (selam üzerine olsun). Hz. Musa’nın
adı yüz otuz altı yerde geçer, ki bu sayı Hz. Musa’dan sonra en çok
adı geçen Peygamber olan hz. İbrahim’in adının
sayısından bir kat daha fazladır. Söylenene göre Hz.
İrahim’in adı da altmış dokuz yerde geçmiştir. Bundaki
belirgin amaç şudur: İslam, Allah’ın birliği ve
ortaksızlığı esasına danan Hanif Din’dir. Bu dinin
temelleri Hz. İbrahim döneminde atılmış ve nihayet yüce
Allah sevgili Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) gelişi ile birlikte bu
dini tamamlayıp kemale erdrmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Babanız
İbrahim’in dini, o sizi bundan önce de “Müslümanlar” olarak isimlendirdi.”[1625] Uluslar içinde en inatçı, en dikbaş,
hakka boyun eğmekten en çok kaçınan ulus
İsrailoğullarıdır. Nitekim Peygamber efendimizin muhatap
olduğu Arap kafirleri de bu niteliğe sahiptirler. Öyle ki yüce Allah
onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Kafirleri uyarsan da uyarmasan da fark etmez.
Onlar inanmazlar.”[1626] İsrailoğullarıyla ilgili olarak
Kur’an-ı Kerim’in sözünü ettiği hiçbir aşağılık
nitelik yoktur ki, Arap müşriklerinde bulunmasın. Onlar da
tıpkı İsrailoğulları gibi pislik içinde
yüzüyorlardı. Katı yüreklilikte, anlayışsızlıkta
İsrailoğullarından geri kalır bir yanları yoktur.
Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğullarıyla ilgili kıssalar
üzerinde iyice düşündüğün zaman göreceksin ki,
İsrailoğulları maddeye bağlanan, ondan vazgeçmeyen bir topluluktur.
Tek hedefleri duyu organlarının sağladığı maddi
hata ilişkin zevklerdir. Bu topluluk duyu ötesine inanmazdı, sadece
zevklerinin ve maddi doyunluğun peşinde koşarlardı. Bu
günkü Yahudiler de aynı karaktere sahiptirler. Bu karakterlerinden
dolayıdır ki, akılları ve iradeleri duyu
organlarının ve maddenin kontrolündedir. Ancak duyularının
ve maddenin elverdiği ölçüde akledebiliyor ve ancak bunların izin
verdiği sınırlar içinde iradelerini kullanabiliyorlar. Bütünüyle
duyularına bağlı olmalarından dolayı, duyu
organlarıyla algılayamadıkları bir şeyi gerçek de olsa
kabul etmiyorlardı. Maddeye bağlılıkları yüzünden,
maddi güzelliklere ve hayatın çekici süslerine sahip olan büyüklerinin her
dediğini yanlış da olsa kabul ediyorlardı. Bu da
onların söz ve fiillerinin çelişmesine yol açmıştı.
Onlar duyularından uzak olduğu sürece, uyulması gerekiyor olsa
da, gelenek adına uygulanan her hususu kınayarak reddederlerdi. Ama
uyulmaması gerekiyor olsa da, maddi tutkularıyla uyum içinde olan,
hayatın zevki adına diye yapılan her eşyden övgüyle
sözederlerdi. Onların bu karaktere sahip olmalarını
sağlayan etkenlerin başında uzun süre
Mısırlıların egemenliği altında onların
köleleri olarak onur kırıcı bir hayat yaşamaları
gelir. Mısırlıları onları, sistematik olarak işkenceden
geçiriyor, azabın en iğrencini onlara tattırıyorlardı.
Oğullarını öldürüp kadınlarını sağ
bırakıyorlardı. Bunda Rab’lerinden onlara yönelik büyük bir
sınav vardır. Kısacası İsrailoğulları, bu
sebeplerden dolayı Peygamberlerinin ve dini hayata geçirme misyonunu
üstlenen bilginlerinin, onların dünya ve ahiret mutluluklarına
yönelik sözlerine uymada çok ağır davranırlarken,
aralarındaki müstekbirlerin ve haktan yüz çeviren azgınların
çağrılarından çok çabuk etkilenirdi.
Hak ve hakikat bu gün de Batıda ortaya
çıkan madde karakterli medeniyete karşı benzeri bir sınav
vermektedir. Bu medeniyet de duyulara ve maddi hayata dayanmaktadır.
Duyularca algılanmayan hiçbir kanıtı kabul etmiyor ve duyularca
algılanan maddi bir lezzet kapsayan bir şey hakkında da
kanıt arama gereğini duymuyor. Bu yüzden Batı medeniyeti
eşya ve olaylara ilişkin yargılarında insani
karakteristiği devre dışı bırakmıştır.
Yüksek bilgiler ve üstün ahlak insanlık aleminden
uzaklaşmıştır. Dolayısıyla insanlık
yokoluş tehditiyle burun burunadır. İnsanoğlu yeryüzündeki
serüveninde bu güne kadar tanık olmadığı korkunç bir
fesadın, dejenerasyonun ölümcül tehditi altındadır. Bir zaman
sonra bunun haberleri duyulur olacaktır.
Oysa ahlak alanında yapılacak bir
araştırma aksi bir sonuç verecektir. Çünkü her kanıt zorunlu
olarak istenmez ve her gelenek de zorunlu olarak kötülenmez. Şöyle ki:
Beşer türü, insan olması hasebiyle iradeye bağlı fiileri
ile hayatta kendisi için öngörülen kemale doğru yer alır. İradesi
de düşünceye bağlıdır, düşünce olmadan iradenin
gerçekleşmesi imkansızdır. Dolayısıyla zorunlu
varoluş kemalinin dayandığı yegane temel düşüncedir.
Bu yüzden insanın varoluşsal kemali ile dolaylı veya
dolaysız bağlantısı bulunan pratik veya teorik bilgilerinin
bulunması kaçınılmazdır. Bunlar bireysel veya toplumsal
eylemlerimizi ya da zihnimizde tasarlayıp da eylemlerimiz
aracılığı ile dış alemde elde ettiğimiz
şeyleri illetlendirdiğimiz önermelerdir.
Ayrıca, insanın temel bir
özelliği de, karşılaştığı olayların ya
da zihnine hücum eden bilgilerin sebebini araştırma gereğini
duymasıdır. Gerektirici illeti zihninde belirlemediği sürece,
bir insanın dış alemin yansıması olarak zihninde
oluşan şeyin gerçekleşmesine yol açacak bir eylemi
gerçekleştirmesi düşünülmez. Aynı şekilde insanoğlu,
illetinin onaylanmasına dayanmayan teorik bir onayı da kabul etmez.
İşte bu, insanın ayrılmaz bir karakteridir, onsuz
edemediği özelliğidir. Şayet bu karakterin aksini gösteren
bazı örnekler bulursak üzerinde biraz düşündükten sonra hiçbir
kuşku kalmaz, onların da bir illete dayandığı gün
yüzüne çıkmış olur. Çünkü bu temele dayanıp güvenmek
insanın öz yaratılışının bir gereğidir.
İnsanın öz yaratılışı, yani fıtrat ise,
değişmez ve fiileri arasında başkalaşım söz
konusu olmaz. Bu da doğal ihtiyacın çok geniş çaplı
olduğundan dolayı, insanı gücünün üstündeki bir düşünsel
eyleme ve bundan kaynaklanan fiillere yöneltir. İnsanoğlu sırf
kendisine güvenerek ve sadece kendi doğal gücüne başvurarak bu
ihtiyacı ortadan kaldıramaz. İnsanın öz
yaratılışı onu toplum içinde destek ve güç
araştırmasına yöneltir. Medeniyet dediğimiz şey de
budur. Böylece söz konusu ihtiyaç kapıları toplum bireyleri
arasında bölüştürülmüş olur. Her bir ihtiyacın giderilmesi
bir gruba yüklenir. Tıpkı bir canlı organizmanın, görevleri
değişik, ama amaçları bir olan organları gibi, tümünün
çabası organizmanın ihtiyacının giderilmesine yönelik olur.
İnsanlığın ihtiyaçları da nitelik ve kapasite olarak
sürekli gelişme kaydetmekte, sürekli artmaktadır. Yeni sanat, bilim
ve sanayi dalları ortaya çıkmaktadır. Buna paralel olarak
bilginler ve sanatkarlar arasında her gün yeni uzmanlar
yetişmektedir. Bilimler ve sanatların bir çoğu bir zamanlar tek
bir bilim, tek bir sanat sayılıyor, tek bir kişi üstesinden
gelebiliyordu. Ama bu gün bunların her bir dalı başlı
başına bir bilim ya da bir sanat kabul edilmektedir. Sözgelimi,
tıp bilimi geçmişte doğa biliminin bir dalı
sayılıyorken bu gün kendi içinde bir çok dallara
ayrılmış ve bir uzman ancak onun bir dalı ile ilgili olarak
öne çıkabilir.
Bu durum, öz yaratılışın da
ilham etmesi ile birlikte, insanı sadece kendi alanında
bağımsız davranmaya, ilgi alanının illetini
araştırırken kendi uzmanlığını kullanmaya ve
bunun dışındaki hususlarda, deneyimine ve maharetine
güvendiği kimselere uymaya yöneltir.
Toplum fertlerinin akıllıları
deneyimli kişilere başvurmayı öngörürler. Bu tür bir
uymanın ve meşhur deyimiyle taklidin gerçek mahiyeti, insanın,
kanıtsal ayrıntılarını elde edemediği husular da
ayrıntısız, kısa kanıta uymasıdır.
İlletini ve kanıtını ayrıntılı biçimde elde
edebildiği hususlarda tek başına ayrıntılı
kanıtı araştırmaya koyulması insanın öz
yaratılışından olduğu gibi bu da öz
yaratılıştan kaynaklanan bir tavırdır. Meselenin özü
şudur: İnsanoğlu bilgiden başkasına dayanmaz. Öz
yaratılışı açısından zorunlu olan da
içtihattır. İçtihad, elinden geldiği hususlarda
bağımsız araştırma yapmak demektir. Taklit ise,
bilmeyenin, bilgisi ve kapasitesi dahilinde olmayan hususlarda bilene
başvurup verdiği bilgilere uymasıdır. İnsan türü
içinde bir bireyin dünya hayatının temel dayanağı olan tüm
hususlarda kendi başına davranabilmesi, bağımsız
hareket etmesi imkansız olduğu için, herhangi bir hususta
başkasına uymamak ve taklitsizlik imkansızdır. Onun için
kim hayatta hiç kimseyi taklit etmediğini iddia ederse veya böyle bir
sanıya kapılırsa, o kendini bilmeyen bir budaladır.
Evet, tıpkı ulaşılması
ve elde edilmesi mümkün olmayan bir hususta içtihat yapmaya kalkışmak
gibi, insanın illetine ve sebebine ulaşabileceği hususlarda
başkasını körü körüne taklit etmesi de toplumları yok
oluşa sürükleyen, üstün nitelikli uygarlıkları yıkıma
uğratan aşağılık bir hastalıktır. Onun için
sadece yüce Allah’a sorgusuz sualsiz uyulur. Çünkü tüm sebeplerin
vardığı ilk sebep O’dur. [1627]
447. Konu
el-Kalem
Kalem
F Bihar,
57/357, 4. bölüm; el-Kalem ve’l-Levh’ul Mahfuz
bak.
F 454. konu,
el-Kitab; el-Mal, 2766. bölüm
Kur’an:
“Nûn; kalem ve onunla yazılanlara andolsun”[1628]
“Kalemle öğreten…”[1629]
17093.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yüce
insanların akılları kalemlerinin ucundadır.”[1630]
17094.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Senin elçin
zekanın ölçüsüdür ve kalemin sözünden daha etkilidir.”[1631]
17095.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü kalem sahibi (yazar) kimse
üzerine ateşten anahtarların vurulduğu ateşten bir tabut
içinde getirilir. Kalemini hangi yolda kullanıldığına
bakılır, eğer itaat ve Allah’ın hoşnutluğu
yolunda kullanılmışsa, tabutu açılır ve eğer
Allah’a isyan yolunda kullanmışsa, tabutu yetmiş harif[1632] aşağı düşer.”[1633]
448. Konu
el-Kımar
Kumar
F Bihar,
79/228, 98. bölüm, el-Kımar
F Vesail’uş-Şia,
12/119, 35. bölüm; Tahrim-u Kesb’il-Kımar. . . ve tahrim-u
fi’l’il-Kımar
F Vesail’uş-Şia,
12/237, 102. bölüm; Tahrim’ul Le’b bi’ş-Şetrenc ve’n-Nehvih
bak.
F 478. konu,
el-Lehv; ez-Zikr, 1347. bölüm
Kur’an:
“Sana içki ve kumarı sorarlar, de ki
“İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı (maddi) faydalar
vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.”[1634]
“Leş, kan, domuz eti…fal oklarıyla kısmet
aramanız size haram kılındı…”[1635]
“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve
fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan
kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan
şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin
sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık
bunlardan vazgeçersiniz değil mi?”[1636]
17096.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Meysir
kumardır.”[1637]
17097.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Satranç,
tavla ve ondört taş ve kendisiyle kumar oynan her şey meysirdir.”[1638]
17098.
İmam Bakır (a.s), kendisine satranç
oyunu sorulunca şöyle buyurmuştur: “Mümin, oyun oynama fırsatı bulamaz.”[1639]
17099.
İmam Sadık (a.s), kendisine satranç
oyununu soran Bukeyr’e şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz mümin o kadar meşguldür ki
oyuna vakit bulamaz.”[1640]
17100.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanı
Allah’ı hatırlamaktan gafil kılan her şey meyserden
(kumardan) sayılır.”[1641]
17101.
İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Mallarınızı
kendi aranızda batıl üzere yemeyin” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Kureyş
kadın ve malları hakkında birbiriyle kumar oynuyordu. Aziz ve
celil olan Allah onları bu işten
sakındırmıştır.”[1642]
17102.
Sekuni şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) çocukların
oynayarak kazandıkları cevizi yemekten
sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: “O
haramdır.”[1643]
17103.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmam
Seccad (a.s) çocukların birbirinden kazanarak elde ettiği cevizi
yemekten sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: “O
haramdır.”[1644]
17104.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hüseyin b. Ali’nin (a.s) başı Şam’a
getirilince Yezid (Allah ona lanet etsin) Hüseyin’in (a.s)
başını meclisine bırakmalarını, yanına da
sofra kurulmasını emretti. O (Allah lanet etsin) ve
etrafındakiler, yemek yemeye, bira içmeye koyuldular. Yemekleri bitince
de, İmam Hüseyin’in (a.s) başını bir leğen içinde
tahtının altına koymalarını, tahtının
üzerine de satranç tahtalarını koymalarını emretti. Böylece
Yezid (Allah ona lanet etsin) satranç oynamaya koyuldu. Sürekli olarak
Hüseyin’in babasının ve atalarının (Allah’ın
selamı onların üzerine olsun) adını anıyor ve
alaylı bir şekilde dile getiriyordu. Rakibini yenince de,
şarabı kaldırıyor, üç defa içiyor,
artığını, yere bırakılan leğenin yanına
döküyordu. O halde bizim Şialarımız bira içmekten ve satranç
oynamaktan uzak durmalıdırlar. [1645]
17105.
Resulullah (s.a.a), “Şüphesiz içki ve kumar” ayeti nazil olup kendisine, “meysir” (kumar)
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kendisiyle kumar oynanan her şey, hatta
tavla tahtasının zarları ve ceviz bile haramdır.”
Kendisine, “Ensab nedir?” diye arzedilince de şöyle buyurmuştur:
“İlahları için kestikleri şeydir.” Kendisine, “Ezlam nedir?”
diye arzedilince de şöyle buyurmuştur: “Kendisi ile kura çektikleri
oklardır.”[1646]
17106.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah, şarabı, kumarı kubeyi[1647] bana haram kılmıştır.”[1648]
449. Konu
el-Kunut
Ümitsizlik
F Bihar,
72/336, 120. bölüm; el-Ye’s min Revhillah
bak.
F 562. konu,
el-Ye’s; 181. konu, er-Rehmet; 179. konu, er-Rica
Kur’an:
“Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf’u ve
kardeşini arayın. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin;
doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini
kesmez.”[1649]
“Zaten sapıklardan başka kim Rabbinin
rahmetinden umudunu keser?” dedi.”[1650]
“İnsan, iyilik istemekten usanmaz da,
kendisine bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, meyus olur.”[1651]
17107.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İstiğfar etmek elindeyken ümitsizliğe
kapılana şaşarım.”[1652]
17108.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Tövbe
kapısı açık olduğu müddetçe, günahtan ümidinizi kesme.”[1653]
17109.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’nın rahmetini ümit eden
günahkar, ümitsiz abitten Allah’ın rahmetine daha yakındır.”[1654]
17110.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ümitsizlik
tefrit ve kusura sebep olur.”[1655]
17111.
İmam Ali (a.s), Şabaniyye
duasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Ümitsizliği güzel
zannıma üstün kılmam ve güzel ihsanın hakkındaki ümidimi
asla kesmem.”[1656]
17112.
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Bana itaat edenler, benim ziyafetimde olurlar.
Bana şükredenler, benden bir artış üzere olurlar, beni
hatırlayanlar nimetimde olurlar. Bana isyan edenleri, rahmetimden ümitsiz
kılmam. Eğer tövbe ederlerse ben onların dostuyum. Eğer
beni çağırırlarsa, onlara icabet ederim.”[1657]
17113.
İmam Sadık (a.s), bir hekimden naklen
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek, dondurucu soğuktan
daha soğuktur.”[1658]
17114.
İmam Ali (a.s), yağmur duasında
bulunduğu hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmuştur: ““Ey Allah’ım! Dağlarımız
kurudu… İnsanlar ümitsizliğe kapılınca ve
yağacakmış gibi olup da yağmur yüklü bulutlar yağmayınca
sana geldik… Çünkü sen, “Onlar umutsuzluğa düştüğünde
yağmuru indirir ve rahmetini yayarsın. Sen çok övülen bir velisin.”[1659]
17115.
İmam Ali (a.s), hakeza aynı
münasebetle şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Bizi yağmurunla suvar ve
bizi ümitsizlerden karar kılma.”[1660]
17116.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Yere ve göklere tasarruf eden, af dileyip dua
etmene izin vermiş, kabul etmeyi de üzerine almıştır…O
halde icabetindeki gecikme seni ümitsiz kılmasın. Zira
bağış niyetin ölşüsüne bağlıdır.”[1661]
17117.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hamdolsun
Allah’a ki rahmetinden ümit kesilmez, nimeti her şeyi
kuşatmıştır,
mağfiretinden-bağışlamasından ümitsizliğe
düşülmez.”[1662]
17118.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala şöyle
buyurmuştur: “Ey Ademoğlu!. . . Kendin ümitli olduğun halde
insanları Allah-u Teala’nın rahmetinden ümitsiz kılma.”[1663]
17119.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü Allah (rahmetinden) ümitsiz
olanları yüzlerinin siyahlığı beyazlığına
galip geldiği bir halde haşreder ve kendilerine şöyle denir:
“Bunlar Allah’ın rahmetinden ümidini kesenlerdir.”[1664]
17120.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mükemmel
fakih (İslami ilimlerde mütehassıs, zeki ve anlayışlı
kimse), halkı Allah’ın rahmetinden ümitsiz etmeyen, onları
Allah’ın şefkatinden ümitsizliğe düşürmeyen ve
Allah’ın düzeninden (cezasından) onları güvende kılmayan
kimsedir.”[1665]
17121.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Hiçbir
günahkarı ümitsiz kılma. Zira nice kimse bir ömür günah
işlediği halde sonunda güzel akıbete uğrar ve nice insan da
ömrü boyunca amel ettiği halde ömrünün sonunda bozulur ve cehenneme
yuvarlanır. Cehennem ateşinden Allah’a
sığınırız.”[1666]
bak. el-Fıkh, 3241. Bölüm; et-Tevbe, 468.
Bölüm
Kur’an:
“Allah’ın ayetlerini ve O’na
kavuşmayı küfredenler, işte onlar benim rahmetimden ümitlerini
kesmiş olanlardır. İşte can yakıcı azâb onlar
içindir.”
17122.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilerek günah
işleyen kimse, bağışlanmaya müstahak değildir.
Bilmeden günah işleyen kimse ise günahtan münezzehtir.”[1667]
bak. ez-Zenb, 1368. Bölüm; et-Tevbe, 456. Bölüm
450. Konu
el-Kanaat
Kanaat
F Kenz’ul
Ummal, 3/389, 781; el-Kanaat
F Bihar,
73/168, 129. bölüm; Fezl’ul Kanaat
bak.
F 104. konu,
el-Hırs; 266. konu, eş-Şerr; 321. konu, et-Teme’; 213. konu,
es-Sual (2); el-İffet, 2762. bölüm; el-Gina, 3115. bölüm; er-Rızk,
1493, 1503 ve 1504. bölümler; ed-Dünya, 1214 ve 1216. bölümler
Kur’an:
Kadın, erkek, iman etmiş olarak kim
iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız.
Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz. [1668]
17123.
Mecme’ul Beyan’da şöyle yer
almıştır: “Ona hoş bir hayat yaşatacağız” ayeti hakkında birkaç görüş
vardır. Bu görüşlerden birinin sahipleri olan, İbn-i Abbas, Said
b. Cubeyr ve Ata şöyle demişlerdir: “Temiz hayattan maksat, helal
rızıktır.” İkinci görüş sahibi olan Hasan ve Veheb ise
şöyle demişlerdir: “Allah’ın kısmet kıldığı
şeyden razi ve kanaat sahibi olmaktır.” Bu söz Peygamber’den (s.a.a)
de rivayet edilmiştir.”[1669]
17124.
İmam Ali (a.s), “Ona
hoş bir hayat yaşatacağız” ayeti hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “O güzel
hayattan maksat kanaattir.”[1670]
17125.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ahireti
anan, hesap günü için amel eden, kendine yeten rızık ile kanaat eden
ve Allah’tan hoşnut olan kişiye ne mutlu!”[1671]
17126.
İmam Ali (a.s), Hebbab b. Eret
hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah Habbab’a rahmet etsin; isteyerek Müslüman
oldu, itaatkar olarak hicret etti, kifayet edecek miktarla yetindi, Allah’tan
razı idi ve mücahit olarak yaşadı.”[1672]
17127.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Amelsiz
ahiretten ümidi olan kimseden olma… dünya hakkında zahitler
gibi konuşur; fakat dünyayı isteyenlerin
yaptığını yapar; ondan ne kadar verilse doymaz, men
edildiğinde kanaat etmez.”[1673]
17128.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yemin ederim,
öyle bir yemin ki Allah’ın isteğini o yeminde istisna ederim. Nefsimi,
katığı tuz olan bir ekmek parçasıyla yetinip sevinecek
duruma gelinceye kadar terbiye ederim.”[1674]
17129.
İmam Ali (a.s), peygamberlerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi
kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi.
Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir
yokluk verdi.”[1675]
17130.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaati nefsine
telkin et.”[1676]
17131.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat ne güzel
bir nasiptir.”[1677]
17132.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bil ki
kanaat ve hoşnutluğun yiğitliği bağışta
bulunma yiğitliğinden daha çoktur.”[1678]
17133.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşmanından
kısasla intikam aldığın gibi ihtirasından da kanatla
intikam al.”[1679]
17134.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların
en çok şükredeni, en çok kani olanıdır. Nimetler hakkında
en nankör olanı ise, en çok saçıp savurandır.”[1680]
17135.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsana mülk
olarak kanaat ve nimet olarak güzel ahlak yeter.”[1681]
17136.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsan için
az ile yetinmesi ve çok bağışta bulunması ne de güzeldir.”[1682]
17137.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkimin nefsi
kanaatkar olursa, ona sakınmada temizlik ve yardımcı olur.”[1683]
17138.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaate
bağlı olmak, himmeti yüce olmaktandır.”[1684]
17139.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaate
bağlı olmak, nefsin izzetindendir.”[1685]
17140.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat asla
körelmeyen bir kılıçtır.”[1686]
17141.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin en iyileri kanaat sahibi
olanlardır. En kötüleri ise ihtiraslı olanlardır.”[1687]
17142.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin en iyisi, kanaatkar olan kimsedir.
En kötüsü ise tamahkar olan kimsedir.”[1688]
17143.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali (a.s)
bir miktar normal hurmadan yedi, sonra üzerine su içti. Sonra da eliyle
karnına vurarak şöyle buyurdu: “Herkim karnına ateş
koyarsa, Allah onu uzak tutar.” Daha sonra da şu beyti örnek olarak
zikretti:
“Karnının ve tenasül organının
ihtiyacını temin edersen
Sonsuz bir kınanma ve rezalet meydana
getirirler”[1689]
17144.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kanaat bitmeyen bir servettir.”[1690]
17145.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat zenginlik
getirir.”[1691]
17146.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zenginliği
aradım ve onu sadece kanaatte buldum. Kanaat sahibi olun ki zengin
olasınız.”[1692]
17147.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat
zenginliktir. İktisatlı olmak ise yeterliliktir.”[1693]
17148.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat sahibi
kimse, her ne kadar aç ve çıplak olsa da zengindir.”[1694]
17149.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat
zenginliğin başıdır.”[1695]
17150.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir hazine
kanaatten daha dolu değildir.”[1696]
17151.
İmam Bakır veya İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’ın kendisine rızık olarak verdiğine
kani olursa, o insanların en zenginidir.”[1697]
17152.
Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle
vahyetmiştir: “Ben
zenginliği kanaatte karar kıldım. Ama insanlar zenginliği
mal çokluğunda arıyorlar. Bu yüzden de asla bulamıyorlar.”[1698]
bak. el-Gına, 3114. Bölüm
17153.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İhtirastan
uzak durarak kanaatin eşiğine var ve kanaati seçerek ihtiras
dağını geri it.”[1699]
17154.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendinden
daha düşük olanına bak, kendinden daha zengin olanına bakma.
Zira bu iş sana kısmet olan şeye karşı kanaatkar
kılar.”[1700]
17155.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat, iffet
miktarıncadır.”[1701]
17156.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İhtiras kaybolmadıkça
kanaat bulunamaz.”[1702]
17157.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Akıllı
olan kimse kanaatkar olur.”[1703]
17158.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kendini
tanıyan kimseye kanaatkar ve iffetli olması yakışır.”[1704]
17159.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaatin
meyvesi, kazanç ve iş hususunda iktisatlı olmak ve insanlara el
açmaktan sakınmaktır.”[1705]
17160.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaatin meyvesi
izettir.”[1706]
17161.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kendini terbiye
etmek için en iyi yardımcı kanaattir.”[1707]
17162.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Aza kani olmayan
kimse, nasıl hoşnut olabilir.”[1708]
17163.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kanaat
beden rahatlığıdır.”[1709]
17164.
İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kani olan
kimse, asla üzülmez.”[1710]
17165.
İmam Rıza (a.s), kendisine, “kanaat
hakkında?” sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kanaat, nefsin korunmasına, değerin
yücelmesine, insanın fazlalık
dileme zahmetinden ve dünyaya tapanlara kulluktan kurtulmasına sebep olur.
Kanaat yolunu sadece iki kişi kat edebilir: “Ahiret sevabını
dileyen ibadet ehli ve aşağılık insanlardan uzak duran yüce
insan.”[1711]
17166.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İzzet
kanaatle elde edilir.”[1712]
17167.
İmam Ali (a.s), kadı iken ev
aldığını duyan Şureyh’e yazdığı
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Bu evi arzusuna kapılıp aldanan biri;
eceli gelip çatan birinden, kanaatkarlık izzetinden çıkıp, helak
ve istek batağına düşme pahasına satın
almıştır.”[1713]
17168.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sana verilen şeye kani ol ki hesabın
hafiflesin.”[1714]
17169.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
kendisine verdiği az maaştan (rızıktan) hoşnut olan
kimsenin Allah da az amelinden hoşnut olur.”[1715]
17170.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dininizin salim
kalması için dünyanın azlığına kani olun. Zira mümini
dünyadan yeten az bir şey de kanaatkar kılar.”[1716]
17171.
İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Hiçbir zenginlik, az bir yiyecekten hoşnut
olmaktan daha çok fakirliği ortadan kaldırmaz ve herkim hayatın
yeterliliğiyle yetinirse, çok yakında rahatlığı elde
eder, rahat ve müreffeh bir hayata kavuşur.”[1717]
17172.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkimin nefsi
kanaatkar olursa, fakir olduğu halde izzetli olur.”[1718]
17173.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Münezzeh olan
Allah’ın kendisine kanaati ve salih bir eş verdiği kimse, en
güzel hayata sahip olan kimsedir.”[1719]
17174.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kanaat en
tatlı hayattır.”[1720]
17175.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Az bir
şeyin kani etmediği kimseye çok mal fayda vermez.”[1721]
17176.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dünyanın
azına kani olmayan kimseyi, topladığı çok şey
müstağni kılamaz.”[1722]
17177.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey Adem
oğlu! Eğer dünyadan sana yetecek kadarını istersen, bil ki
dünyadan sana az bir şey bile yeter. Eğer dünyadan sana yetecek
kadarını istemezsen, bil ki bütün dünya bile sana yetmez.”[1723]
17178.
İmam Sadık (a.s), kendisine
rızık talep ettiğini, rızkı elde ettiğini, ama
kani olmadığını, nefsinin daha çok talep ettiğini ve
bu yüzden de, “bana bu sorunumu halledecek bir şey öğret” diye
arzeden birine şöyle buyurmuştur: “Eğer sana kifayet eden miktarı, seni
müstağni kılarsa, dünyanın az bir şeyi de seni
müstağni kılar. Eğer sana yetecek miktarda, sana yeten şey
seni müstağni kılmazsa bütün dünya bile seni müstağni
kılamaz. ”[1724]
17179.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
sana kısmet ettiği şeye kani ol. Başkalarının
sahip olduğu şeye göz dikme. Ulaşamadığın
şeyi arzulama. Zira kani olan kimse doyar. Kani olmayan kimse de asla
doymaz ve sürekli ahiret nasibini düşün.”[1725]
17180.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gökten
nazil olan vahiylerden biri de şuydu: “Eğer insan oğlu için
altın ve gümüşten iki nehir bile aksa, yine de üçüncüsünü ister. Ey
Ademoğlu! Senin karnın gerçekte topraktan başka hiçbir
şeyin dolduramadığı vadilerden bir vadi ve denizlerden bir
denizdir.”[1726]
bak. el-Hırs, 791. Bölüm
451. Konu
el-İstikamet
Mukavemet-Direnmek
F Kenz’ul
Ummal, 3/57, 676; el-İstikamet
bak.
F El-İslam,
1872. bölüm; el-Amel (1), 2940. bölüm
Kur’an:
“Bundan ötürü sen birliğe çağır
ve emrolunduğun gibi diren;”[1727]
“Sen, berâberindeki tövbe edenlerle birlikte
emrolunduğun gibi diren. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah
yaptıklarınızı görür.”[1728]
17181.
Hasan şöyle diyor: “Emrolduğun gibi diren” ayeti nazil olduğunda (Allah Resulü -s. a.
a-) şöyle buyurdu: “Hazırlıklı olun!
Hazırlıklı olun!” O günden sonra Peyamberin güldüğü
görülmedi.”[1729]
17182.
Resulullah (s.a.a), kendisine, “Hangi şeye
sarılmak lazım?” diye soran Sufeyn b. Abdullah Sakafi’ye şöyle
buyurmuştur: “De ki:
“Allah benim rabbimdir” sonra da diren.””[1730]
17183.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ben şöyle
arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Bana tavsiyede bulun.” Peygamber şöyle
buyurdu: “De ki: Allah benim rabbimdir” ve diren.” Ben şöyle arzettim:
“Rabbim Allah’tır ve sadece Allah’tan başarı dilerim, ona
tevekkül ederim ve sadece ona doğru dönerim.” Allah Resulü şöyle
buyurdu: “İlim sana afiyet olsun ey Ebe’l-Hasan! İlmi iyi içtin ve
ondan iyi doydun.”[1731]
17184.
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin
dininde güçlüdür ve direnmede iyidir.”[1732]
17185.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Biliniz ki Allah
Tebarek ve Teala, kararsız ve sürekli değişken mizaclı
kullarından nefret eder. O halde haktan ve hakkı arayan kimselerle
arkadaşlıktan uzaklaşmayın. Zira bizi başkalarına
değiştiren kimse helak olur.”[1733]
17186.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşe
koyulun işe! İşin sonu, işin sonu! Direniş, direniş!. . Bilin ki önceden takdir edilen
şeyler gerçekleşmekte, ve kesinleşmiş hükümler ortaya
çıkmaktadır. Ben sizinle Allah’ın vadi ve deliliyle konuşuyorum.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, “Rabbimiz
Allah'tır” deyip sonra da doğrulukta devam edenlerin üzerine melekler
iner” Siz de, “Rabbimiz Allah’tır” dediniz, öyleyse
Allah’ın kitabı, emrettiği metod ve kulluğu sayılan
iyi yol üzerinde sebat gösterin; sonra da o yoldan çıkmayın, onda
bidatler çıkarmayın ve ondan sapmayın.”[1734]
17187.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“En üstün
mutluluk din hususunda direnmektir.”[1735]
17188.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dininde
doğru olmayan kimse, nasıl dosdoğru olsun.”[1736]
17189.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yay gibi eğilinceye kadar namaz da
kılsanız, okun kirişi gibi ince oluncaya kadar oruç da
tutsanız, ama ikiyi birden daha çok severseniz, doğruluğa
ulaşamazsınız.”[1737]
Kur’an:
“Ama doğru yola girmiş olsalardı,
onlara bol su içirirdik.”[1738]
“Doğrusu, “Rabbimiz Allah’tır” deyip,
sonra da dosdoğru gidenlere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”[1739]
“Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” deyip
sonra da doğrulukta devam edenlerin üzerine melekler iner. Onlara:
“Korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin
“derler.”[1740]
17190.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer direnirseniz, kurtuluşa
erersiniz.”[1741]
17191.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim
bunu takip ederse gideceği yer cennet, kim de saparsa gideceği yer
ateştir.”[1742]
17192.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Doğru yolda
direnmek, esenliktir.”[1743]
17193.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim direnmeye
sarılırsa, esenliğe sarılmış olur.”[1744]
17194.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Salim kalmak
direnmek ile birliktedir.”[1745]
17195.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Esenliğe
kavuşmak isteyen kimse, direnmeyi terk etmemelidir.”[1746]
17196.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Doğru yolda
diren. Zira bu iş sana yücelik bağışlar ve senden
kınanmayı alı koyar.”[1747]
17197.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir yol
direnmekten daha salim değildir ve hiçbir yol direnmekten daha yüce
değildir.”[1748]
17198.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim salim
kalmayı isterse, nefsini direnmeye zorlamalıdır.”[1749]
17199.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Doğru yolda
direnmeyi sürdüren kimse, asla esenlikten mahrum kalmaz.”[1750]
452. Konu
el-Kıyas
Kıyas
F Bihar,
2/283, 34. bölüm; el-Bed’ ve’r-Re’y ve’l-Mikayis
F Vesail’uş-Şia,
18/20, 6. bölüm; Adem-u Cevaz’il-Kaza ve’l-Hukm-u Bir’Re’y ve’l-İctihad
ve’l-Mikayiss ve’n-Nehvuha min İstinbatat’il-Zenniyye
F El-Kafi,
4/52, Fazl’ul Kasd
bak.
F 176. konu,
er-Re’y (2)
17200.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dinde kıyasta bulunmayınız. Zira
din kıyas kabul etmez. İlk kıyas eden kimse İblis idi.”[1751]
17201.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hadisimi kendi görüşüyle kıyas
ederse, şüphesiz bana iftira etmiştir.”[1752]
17202.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğulları yetmiş bir
fırkaya bölündüler. Ümmetim de onlardan bir fırka kazla
olacaktır. Onlar arasında ümmetim için hiçbir fırka dinde kendi
görüşüyle kıyas eden, kıyasta bulunan ve neticede Allah’ın
haramını helal ve Allah’ın helalini haram kılan gruptan
daha zararlısı yoktur.”[1753]
17203.
İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey
Zürare! Dinde kıyasa başvuranlardan sakın. Zira bunlar mükellef
oldukları şeyi bilmeyi terk etmişlerdir ve kendilerini mükellef
olmadıkları bir şeyin zahmet ve sıkıntısına
düşürmüşlerdir.”[1754]
17204.
İmam Sadık (a.s), Ebu Hanife’ye
şöyle buyurmuştur: “Allah’tan kork ve dini kendi görüşünle kıyaslama. Zira
kıyas eden ilk kimse İblis idi. Allah-u Teala ona (Adem için) secde
etmesini emredince o şöyle dedi: “Ben ondan daha iyiyim, beni ateşten
yarattın onu ise topraktan…” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “İdrar
mı daha pistir yoksa meni mi?” Ebu Hanife, “İdrar” dedi. İmam
şöyle buyurdu: “O halde senin kıyasın esasınca, idrar için
gusletmek gerekir, meni için değil! Oysa Allah-u Teala guslü meni için
farz kılmıştır, idrar için değil.”[1755]
17205.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim kendisini
kıyasa mübtela kılarsa, bütün ömürünü şüphe ve
yanlışlık içinde tüketmiş olur. Herkim görüş
esasınca Allah’ın dinine girer ve dindar olursa ve bütün ömrü
boyunca, batıl ve sapıklık içinde yaşar.”[1756]
Zorluk ve
Kolaylığın Birbirine Yakınlığı
İranlılar
İslam’dan En Büyük Payı Olanlardır
Zorla
Cennete Sevkedilen Kimseler
Fırsatları
Ganimet saymaya Teşvik (1).
Fırsatları
Ganimet saymaya Teşvik (2).
Fırsatları
Zayi Etmeden Sakındırmak
Farzları
Müstehaplardan Öne Geçirmenin Farzı
Münezzeh
Olan Allah’ın İnsanlara Farz Kıldığı Şey
Münezzeh
Olan Allah’ın Farz Kıldığı İlk Şey
Münezzeh
Olan Allah’ın Farz Kıldığı En Zor Şey
Tefrit ve
Kusur Etmekten Sakındırmak
İslam
Ümmetinin Üç Fırka Oluşu
Toplumun
Seçkinlerinin Bozulmasının Halkın Bozulmasındaki Etkisi
Kur’an’a
Göre Fesat Çıkaranlar
Kendisini
Bozma Pahasına Halkı Islah Etmenin Caiz Olmayışı
İnsanın
Faziletine Sebep Olan Şey.
Fakirliğin
Zenginlikten Üstünlüğü Hakkındaki Rivayetler
Zenginlik
ve Fakirliğin Ölçüsü
Fakirliği
Ortadan Kaldıran Şey.
Münezzeh
Olan Allah’ın Fakirlerden Özür Dilemesi
Fakirler
Cennetin Hükümdarlarıdır
Fıkhın
kemaline Sebep Olan Şey
Fakihin
Varlığının İblise Ağır Gelmesi
Tefekkür
Gibi Bir İbadet Yoktur
Önceki
Milletlerin Durumu Hakkında Düşünmek
Tefviz
(İşleri Allah’a Bırakmak)
Hem
Öldürenin ve Hem de Öldürülenin Cehennemde Olduğu Hususlar
Öldürmek ve
kesmek esnasındaUygun Olan Şey
Eli Kolu
Bağlanmış Esiri Öldürme Hakkındaki Rivayetler
Kader
Konusunu Araştırmaktan Sakınmak
Kur’an En
Büyük Hastalıklara Şifadır
Kur’an Bir
Servettir ve Kur’an Olmaksızın Zengin Olmak Mümkün Değildir
Kur’an’daki
Mevcut İlimler ve Haberler.
Kur’an’ı
Zihninden Geçirmeye Teşvik.
Kur’an’ı
Bilen Kimseye Yakışan Şey
Kur’an
Bilen Kimseye Yakışmayan Şey
Kur’an’ı
Tilavet Etmeye Teşvik
Kur’an’ı
Güzel Bir Sesle Okumak
3-Tertil
(Açık ve Tane Tane Okumak).
4-Tedebbür
(Düşünme ve Dikkat Etme)
Kötü
Kariler (Kur’an Okuyanlar)
Karilerin
(Kur’an Okuyanların) Çeşitleri
Kuranın
bir zahiri ve bir de Batını Vardır
Kendi
Görüşü Üzere Tefsir Etmekten Sakındırma
Ümm’ül-Kur’an
(Kur’an’ın Temeli)
En Yüce, En
Adaletçi, En Korkutucu ve En Ümit Verici Ayet
Yakınlaştırılmış
Kimselerin İbadeti
Münezzeh
Olan Allah Nezdinde En Yakınlaştırılmış Kimse
İnsanın
Münezzeh Olan Allah’a En Yakın Hali
İnsanlardan
Kıyamet Günü Allah’a En Yakın Olan Kimse
Herkim Bana
Bir Karış Yaklaşırsa Ben De Ona Bir Zira
Yaklaşırım
Allah’a
İnsanlardan En Uzak Olan Kimse
Mecbur Olan
Şahsın İkrarının
İtibarsızlığı
Eli Darda
Olan Borçluya Fırsat Tanımak
Geçiminde
İktisatlı Olmanın Faydası
Meselenin
ilmi Boyutlarının İncelenmesi
Birkaç
bölümde, ilahi kaza ve kader hakkında konuşma
İnsana
Kaza ve Kaderin Yazılması
İnsanın
İradesi ve İlahi Kaza.
Allah’ın
Mümin İçin Hükmettiği Şey Hayırdır
Allah’ın
Kazasından Hoşnut Olmayan Kimse
Kaza
Kavramının Müteşabih Oluşu
Tağut’un
Hükmüne Müracaat Etmek
Herkim
Allah’ın İndirdiği İle Hükmetmezse
Hakimin
Hesabının Şiddetli Oluşu
İslam’a
Göre Hakimin Özellikleri
1-Davalı
Taraflar Arasında Eşitliğe Riayet Etmek
2-Sesini
Hasmın Sesinden Yükseltmemek
3-Mahkemede
Bitkinlik İzharında Bulunmamak
4-Davalı
Tarafların İddialarını Dinlemeden Hüküm Vermemek
5-Gazap
Halinde Hüküm Vermemek
6-Uykulu
Bir Halde Hüküm Vermemek
7-Açlık
veya Susuzluk Halinde Hüküm Vermemek
8-Hakim
Davalı Taraflardan Birinin Ev Sahibi Olmamalıdır
9-Mahkemede
Kulağa Gizlice Sohbet Etmemek
10-Sağ
Taraftaki Hasma Konuşmada Öncelik Tanımak
11-Şahitlere
Telkinde Bulunmamak
12-Hüküm
Vermeden Önce İyi Düşünmek
İnsanların
En İyi Hüküm Vereni
Allah’ın
Yardım ve Kılavuzluk Ettiği Hakimler
Hakim
Doğru Hüküm Verirse İki Sevaba Sahiptir
“Ben
Sizlere Deliller Üzere Hükmederim” Sözünün Anlamı
İmam’ın,
“Bu Bir Hakimliktir” Sözü
“Kalb”
Kavramının Kur’an’daki Anlamı Üzerine
Kalbin
Yönelmesi ve Yüz Çevirmesi
Kalbin
(Allah Tarafından) Mühürlenmesi
Kalbin
Katılaşmasının Sebepleri
İnsan
İle Kalbi Arasına Girmek
Taklit
Edilmesi Doğru Olan Kimse.
Meselenin
Bilimsel Ahlaki Açıdan İncelenmesi
Allah’ın
Rahmetinden Ümidini Kesmek
Allah’ın
Rahmetinden Ümidini Kesmekten Sakınmak
Allah’ın
Rahmetinden Mahrum Olan Kimse
Az Bir
Şeye Kani Olmayan Kimse
[1]
Nehc'ül-Belağa, 351. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 19/267
[2] Gurer’ul Hikem,
3035
[3] a. g. e. 3293
[4] a. g. e. 6200
[5] a. g. e. 9566
[6] a. g. e. 6202
[7] İnşirah
suresi, 5 ve 6. ayetler
[8] Kenz’ul Ummal, 3063
[9] a. g. e. 2946
[10] a. g. e. 2947
[11] Gurer’ul Hikem,
9621
[12] a. g. e. 9624
[13] a. g. e. 7265
[14] a. g. e. 7266
[15] a. g. e. 4578
[16] Kasas suresi, 76 ve
77. ayetler
[17] Gafir suresi, 75.
ayet
[18] Gurer’ul Hikem,
5281
[19] Nehc'ül-Belağa,
113. hutbe
[20] a. g. e. 66. mektup
[21] Kenz’ul Ummal,
34126
[22] a. g. e. 34125
[23] a. g. e. 34134
[24] a. g. e. 34135
[25] Muhammed, 38
[26] Nisa, 133
[27] Maide, 54
[28] Cuma, 3
[29] Şuara, 198-199
[30] Tefsir-i el-Mizan,
18/250
[31] Tefsir-i Ali b.
İbrahim, 2/309
[32] Mecme’ul Beyan, 9/164
[33] a. g. e. 3/187
[34] a. g. e. s. 321
[35] Kenz’ul Ummal,
34129
[36] a. g. e. 34130
[37] Dur’ul Mensur,
8/152
[38] Tefsir-i Ali b.
İbrahim, 2/124
[39] Kenz’ul Ummal,
34127; Bu hadiste Irak’tan maksat, İran’ın o zamanki Irak bölgesidir.
çünkü o zaman İran’ın sınırı Afganistan’dan Irak’a
kadar uzanıyordu.
[40] Kenz’ul Ummal,
34131
[41] a. g. e. 10669,
34141
[42] a. g. e. 34140
[43] a. g. e. 34142
[44] a. g. e. 34138
[45] a. g. e. 35124
[46] a. g. e. 34128
[47] Hicr suresi, 75.
ayet
[48] Tefsir-i el-Mizan,
12/186
[49] a. g. e.
[50] a. g. e. 12/187
[51] Bihar, 52/339/86
[52] Mean’il-Ahbar,
350/1
[53] Tefsir-i
Ayyaşi, 2/248/31
[54] Kenz’ul Ummal,
30730
[55] a. g. e. 30731
[56]
Nehc'ül-Belağa, 309. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 19/215
[57] Bihar, 67/73/1
[58] a. g. e. s. 73
[59] a. g. e. s. 74/2
[60] Gurer’ul Hikem,
2501
[61]
Nehc'ül-Belağa, 21. hikmet
[62] Gurer’ul Hikem,
2019
[63] Bihar, 78/79/61
[64] Gurer’ul Hikem, 194
[65] Emali’et-Tusi,
685/1456
[66] Bihar, 78/112/6
[67] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 16/97
[68] Tuhef’ul Ukul, 286
[69] Bihar, 77/183, 184
[70] Kenz’ul Ummal, 43134
[71] Bihar, 78/268/181
[72] a. g. e. 77/165/2
[73]
Nehc'ül-Belağa, 118. hikmet
[74] Gurer’ul Hikem,
8795
[75] a. g. e. 4124
[76] Gurer’ul Hikem,
4362
[77] a. g. e. 3215
[78] a. g. e. 3216
[79] a. g. e. 8063
[80] a. g. e. 9239
[81] a. g. e. 1334
[82] Bihar, 77/165/2
[83]
Nehc'ül-Belağa, 363. hikmet
[84] Tevbe suresi, 60.
ayet
[85]
Nehc'ül-Belağa, 167. hutbe
[86] a. g. e. 114
[87] a. g. e. 105.
hikmet
[88] a. g. e. 113. hutbe
[89] a. g. e. 69. mektup
[90] a. g. e. 59
[91] Bihar, 23/99/3
[92]
Nehc'ül-Belağa, 45. mektup
[93] el-Kafi, 2/81/3
[94] a. g. e. h. 1
[95] el-Kafi, 2/82/4
[96] a. g. e. h. 5
[97]
Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet
[98] Gurer’ul Hikem,
4731
[99]
Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[100] a. g. e. 176. hutbe
[101] a. g. e. 182
[102] Gurer’ul Hikem,
3793
[103] el-Meviz’ul
Adediyye, 293
[104]
Nehc'ül-Belağa, 209. hutbe
[105] a. g. e. 328.
hikmet
[106] a. g. e. 252 (bak.
. tüm söze)
[107] a. g. e. 382
[108] Kenz’ul Ummal,
18859
[109] Emali’el Müfid,
317/1
[110] el-Kafi, 2/80/4
[111]
Nehc'ül-Belağa, 216. hutbe
[112] Fakih, 2/626/3215
[113] Bihar, 68/391/40
[114] a. g. e. s. 388/39
[115] Zümer suresi, 56.
ayet
[116] Gurer’ul Hikem, 987
[117] A’lam’ud-Din, 308
[118] Bihar, 78/370/4
[119]
Nehc'ül-Belağa, 181. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 18/414
[120] Gurer’ul Hikem,
2580
[121] Bihar, 10/95/1
[122] Tuhef’ul Ukul, 356
[123] Bihar, 78/229/3
[124]
Nehc'ül-Belağa, 331. hikmet
[125] a. g. e. 222. hutbe
[126] a. g. e. 31. hutbe
[127] a. g. e. 157. hutbe
[128]
Nehc'ül-Belağa, 70. hikmet
[129] a. g. e. 108
[130] a. g. e. 127. hutbe
[131] İnşirah
suresi, 7-8. ayetler
[132] Tenbih’ul Havatir,
1/60
[133] Fakih, 3/169/3635
[134] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 17/146
[135] el-Kafi, 8/152/136
[136] Gurer’ul Hikem,
9251
[137] a. g. e. 9743
[138]
Nehc'ül-Belağa, 59. mektup
[139] Bihar, 77/419/40
[140]
Sahifet’us-Seccadiye, 51, 11. dua
[141] a. g. e. s. 81, 20.
dua
[142] a. g. e. s. 87; 20.
dua
[143] a. g. e. 200, 47.
dua
[144] Gurer’ul Hikem,
9684
[145] Emali’et-Tusi,
213/3
[146] Kenz’ul Ummal, 928
[147] Kitab’ul Garat,
2/585
[148] Emali’el Müfid,
30/3
[149] Rum suresi, 41.
ayet
[150] Ra’d suresi, 11-12.
ayetler
[151] Şura suresi,
30-31. ayetler
[152] Kalem suresi, 17.
ayet
[153] Kehf suresi, 32.
ayet
[154] Tefsir-i Ali b.
İbrahim, 1/312
[155] el-Kafi, 8/58/20
[156] Fakih, 3/565/4934
[157] et-Terğib
ve’t-Terhib, 2/568/3
[158] Bihar, 100/74/15
[159] Dur’ul Mensur,
3/127
[160] et-Terğib
ve’t-Terhib, 2/331/6
[161] Kenz’ul Ummal, 929
[162] Emali’el Müfid,
235/5
[163]
Nehc'ül-Belağa, 25. hutbe
[164] Zuhruf suresi, 32.
ayet
[165] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 2/53/204
[166] İbn-i Ebi’l
Hadid şöyle diyor: Yani insanları haktan mahrum kıldılar ve
sonuçta insanlar para ve rüşvetle hakkı onlardan aldılar.
Başka bir tabirle işleri yerli yerine oturtmadılar, devlet ve
hükümet işlerini liyakati olan kimselere vermediler, din ve dünya
işleri onların meyilleri, istekleri ve bozuk maksatları üzere
uygulandı. Bu yüzden halk miras ve hakları tıpkı mal gibi
parayla alıyorlardı.” İmam daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Onları batıl yola sevk ettiler, insanlar da onlara
uydular” yani onları batıl bir yola attılar. Sonraki iş
başına gelen nesil de o batıl metot üzere büyüdükleri için bu
metodun hak ve doğru olduğunu zannettiler. Bu yüzden babalarına
ve geçmişlerine uyuyor ve onların metodunu takip ediyorlardı.
[167]
Nehc'ül-Belağa, 79. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 18/77
[168] Bihar, 75/353/62
[169] a. g. e. 77/258/1
[170] Kenz’ul Ummal, 5544
[171] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/303
[172] Tuhef’ul Ukul, 222
[173] Bihar, 2/67/9
[174] Gurer’ul Hikem,
542/106
[175] Kasas sursei, 4.
ayet
[176] KAsas suresi,
76-77. ayetler
[177] İsra suresi,
4. ayet
[178] Maide suresi, 64.
ayet
[179] Fecr suresi, 6-12.
ayetler
[180] A’raf suresi, 74.
ayet
[181] Hud suresi, 85. a
yet
[182] Ankebut suresi,
20-30. ayetler
[183] Maide suresi, 33.
ayet
[184] Neml suresi, 34.
ayet
[185] Gurer’ul Hikem,
4033
[186] a. g. e. 4035
[187] el-Hisal, 37/12
[188] bakara suresi, 11.
ayet
[189] et-Terğib
ve’t-Terhib, 1/127/18
[190] Şuara suresi,
151-152. ayetler
[191] Fakih, 3/167/3625
[192]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[193] el-Kafi, 8/24/4
[194] Muhamemd suresi,
22. ayet
[195] Ra’d suresi, 25.
ayet
[196] Yunus suresi,
80-81. ayetler
[197] Yusuf suresi, 73.
ayet
[198] el-Kafi, 5/347/3
[199] Enfal, 73
[200] a. g. e. h. 1
[201]
Nehc'ül-Belağa, 69. hutbe
[202] Emali’el Müfid,
207/40
[203] İrşad
1/272
[204] a. g. e. s. 281
[205] Nehc’üs-Saade,
1/226
[206] Gurer’ul Hikem,
3758
[207] el-Kafi, 8/361/551
[208] Emali’el Müfid,
175/6
[209] bakara suresi, 251.
ayet
[210] el-Kafi, 2/451/1
[211] Nur’us-Sakaleyn,
1/253/1007
[212] a. g. e.
[213]
Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe
[214] a. g. e. 178. hutbe
[215] Maide suresi, 3. a
yet
[216] En’am suresi, 121.
ayet
[217] Bihar, 68/278/31
[218] Tevbe suresi, 67.
ayet
[219] bakara suresi, 99.
ayet
[220] Maide suresi 47. a
yet
[221] Zuhruf suresi 54.
ayet
[222] Tuhef’ul Ukul, 22
[223]
Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[224] a. g. e. 144
[225] Cami’ul Ahbar,
337/947
[226] Bihar, 14/48
[227] a. g. e. 71/290/60
[228]
Nehc'ül-Belağa, 120. hikmet
[229] İsra suresi,
21. ayet
[230] bakara suresi, 253.
ayet
[231] En’am suresi, 86. a
yet
[232] Gurer’ul Hikem,
1136-1137
[233] a. g. e. 2477
[234] a. g. e. 2980
[235] Gurer’ul Hikem,
4268
[236] a. g. e. 6539
[237] a. g. e. 8677
[238] a. g. e. 6204
[239] Keşf’ul Gumme,
3/138
[240] Gurer’ul Hikem,
1925
[241] a. g. e. 7302
[242] Gurer’ul Hikem,
8845
[243] a. g. e. 7039
[244] a. g. e. 5834
[245] a. g. e. 6559
[246] a. g. e. 2131
[247] a. g. e. 892
[248] a. g. e. 7263
[249]
Nehc'ül-Belağa, 62. hikmet
[250] Gurer’ul Hikem,
4534
[251]
Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[252] Gurer’ul Hikem,
5139
[253] Gurer’ul Hikem, 8905
[254] a. g. e. 8499
[255] a. g. e. 2178
[256] a. g. e. 4797
[257] a. g. e. 7179
[258] a. g. e. 4148
[259] a. g. e. 3357
[260] a. g. e. 805
[261] Gurer’ul Hikem,
3280
[262] a. g. e. 4899
[263] a. g. e. 10625
[264] a. g. e. 10663
[265] a. g. e. 2368
[266] a. g. e. 3492
[267] a. g. e. 9355
[268] a. g. e. 5234
[269] a. g. e. 5237
[270] a. g. e. 5254
[271] a. g. e. 6376
[272] a. g. e. 6379
[273] el-Kafi, 2/107/4
[274] Tenbih’ul Havatir,
1/124
[275] Gurer’ul Hikem,
3210
[276] a. g. e. 3579
[277] a. g. e. 3477
[278] Tenbih’ul Havatir,
1/100
[279]
Nehc'ül-Belağa, 164. utbe
[280] a. g. e. 69. mektup
[281] Gurer’ul Hikem,
3323
[282] A’lam’ud-Din,
337/15
[283]
Nehc'ül-Belağa, 125. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 8/103
[284] Kasas’ul Enbiya,
197/248
[285] Tenbih’ul Havatir,
1/100
[286] Tenbih’ul Havatir,
1/250
[287] Gurer’ul Hikem,
3386
[288] a. g. e. 2169
[289] a. g. e. 892
[290] a. g. e. 2054
[291] a. g. e. 2851
[292] a. g. e. 3913
[293] a. g. e. 5038
[294]
Nehc'ül-Belağa, 468. hikmet
[295] el-Kafi, 2/307/4
[296] Kenz’ul Ummal,
16687
[297] Cami’ul Ahbar,
300/817
[298] Fatır suresi, 15. ayet
[299] Enbiya suresi, 8. ayet
[300] bakara suresi, 273. ayet
[301] Tövbe suresi, 60. ayet
[302] Kasas suresi, 24. ayet
[303] Mufredat-u Elfaz’il Kur’an, 641
[304] Golşen-i Raz’da yer alan şu beyit de hadiste yer alan bu anlama işaret etmektedir: “Yüz karalığı mümkün varlıktan her iki alemde
asla ayrılmamıştır, Allah daha iyi bilir”
[305] Bihar, 72/31/26
[306] Nehc'ül-Belağa,
163. hikmet
[307] a. g. e. 3
[308] Avail’ul Lai,
1/40/41
[309] Gurer’ul Hikem,
1309
[310] Cami’ul Ahbar,
299/816
[311] Gurer’ul Hikem,
3428
[312] a. g. e. 392
[313] Cami’ul Ahbar,
300/818
[314]
Nehc'ül-Belağa, 319. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 19/227
[315] Cami’ul Ahbar,
299/817
[316] Kenz’ul Fevaid,
Keraceki, 2/66
[317] el-Hisal, 206/24
[318]
Nehc'ül-Belağa, 56. hikmet
[319] Bihar, 78/194/9
[320] a. g. e. 72/49/58
[321] a. g. e. s. 55/85
[322] Kenz’ul Ummal,
16595
[323] el-Kafi, 2/260/2
[324] Bihar, 72/48/5
[325] el-Kafi, 2/265/22
[326] el-Firdevs,
3/157/4424
[327] Kenz’ul Ummal,
44144
[328] Gurer’ul Hikem,
8947
[329] Kenz’ul Ummal,
16669
[330] a. g. e. 16670
[331] Müsned-i İbn-i
Hanbel, 4/570/14057
[332] Kenz’ul Ummal,
16679
[333] Bihar, 72/46/57
[334] a. g. e. s. 47/58
[335] Kenz’ul Ummal,
16651
[336] el-Kafi, 2/263/12
[337] Bihar, 72/56/86
[338] a. g. e. 78/85/92
[339] a. g. e. 67/310/45
[340] Gurer’ul Hikem,
5904
[341] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/233
[342] Tuhef’ul Ukul, 225
[343] Mean’il-Ahbar,
244/1
[344] Bihar, 78/368/3
[345] a. g. e. 73/168/1
[346] Gurer’ul Hikem,
3342
[347] Nehc'ül-Belağa,
54. hikmet
[348] a. g. e. 38. hikmet
[349] Gurer’ul Hikem,
5326
[350] Bihar, 77/150/86
[351] el-Hisal, 87/19
[352] Bihar, 72/6/3
[353] a. g. e. 77/377/1
[354] a. g. e. c. 95/462
[355] a. g. e. 72/56/86
[356] Tuhef’ul Ukul, 286
[357] Gurer’ul Hikem,
2965
[358] a. g. e. 6547
[359] Nehc'ül-Belağa,
452. hikmet
[360] Tuhef’ul Ukul, 216
[361] Kenz’ul Ummal,
16582
[362] a. g. e. 16676
[363] Bihar, 72/35/27
[364] Mean’il-Ahbar,
165/1
[365] Bihar, 72/40/37
[366] a. g. e. h. 38
[367] el-Heraic
ve’l-Ceraih, 2/739/54
[368] Bihar, 13/427/22
[369] Fakih, 3/166/3614
[370] Gurer’ul Hikem,
1536
[371] el-Kafi, 2/266/2
[372] Tenbih’ul Havatir,
1/303
[373] Gurer’ul Hikem,
2022
[374] a. g. e. 5904
[375] a. g. e. 6960
[376] Mean’il-Ahbar,
259/1
[377] Gurer’ul Hikem,
1308
[378] Bihar, 77/63/4
[379] Kehf suresi, 28.
ayet
[380] En’am suresi, 52.
ayet Bu ayetin nüzul sebebi şudur: “Fakir müminlerden bir grup Ashab-i
Suffe adıyla Medine’de yaşıyordu. Resulullah (s.a.a) şahsen
onlara yardımda bulunuyor, onları kendisine yakın tutuyordu.
Yanına oturtuyor, onlarla arkadaş oluyordu. Zengin ve nimetler
içindeki ashap bu işten dolayı Peygamberi kınıyor ve
şöyle diyorlardı: “Onları kendi yanından kov.” Bir gün,
Suffe ashabından birisi Peygamber’e sarılmış ve onunla
sohbet ediyordu. Ensar’dan bir şahıs şöyle dedi: “Bunları
kendinden kov ve uzaklaştır.” Bu esnada “…kovma.” ayeti nazil oldu.
(Bihar’dan özet bir nakille, 72/38)
[381] el-Hisal, 614/10
[382] Bihar, 72/52/78
[383] a. g. e. s. 44/52
[384] a. g. e. s. 43/49
[385] Emali’es-Seduk,
359/5
[386] Bihar, 72/37/30
[387]
Nehc'ül-Belağa, 2. hutbe
[388] Bihar, 77/212/1
[389] el-Hisal, 9/32
[390] Bihar, 74/81/83
[391] Gurer’ul Hikem,
5156
[392] Bihar, 74/101/6
[393] Tuhef’ul Ukul, 90
[394] Gurer’ul Hikem,
9055
[395] Bihar, 76/316/6
[396] a. g. e. s. 314/1
[397] Tuhef’ul Ukul, 221
[398] Bihar, 76/316/6
[399] a. g. e. 75/114/6
[400] Tuhef’ul Ukul, 220
[401] Bihar, 78/184/11
[402] a. g. e. 103/20/4
[403] a. g. e. 104/99/77
[404] el-Hisal, 504/2
[405] Gurer’ul Hikem,
5328
[406] Bihar, 72/11/11
[407] el-Kafi, 2/264/18
[408] bakara suresi 273.
ayet
[409]
Nehc'ül-Belağa, 68. hikmet
[410] el-Kafi, 2/231/4
[411] Gurer’ul Hikem,
8555
[412] Bihar, 78/249/87
[413] Gurer’ul Hikem,
1146
[414] el-Kafi, 2/260/3
[415] Kenz’ul Ummal, 16596
[416] a. g. e. 16649
[417] Bihar, 72/49/58
[418] Gurer’ul Hikem,
9816
[419] Bihar, 72/46/57
[420] Müsned-i İbn-i
Hanbel, 1/504/2086
[421] Bihar, 72/54/85
[422] a. g. e. 71/267/17
[423] Metinde “Harif” diye yer alan bu kelime, Rivayetlerde bir yıl, yetmiş yıl ve bin yıl olarak tefsir edilmiştir.
[424] el-Kafi, 2/260/1
[425] Kenz’ul Ummal,
16576
[426] a. g. e. 16580
[427] a. g. e. 16621
[428] Bihar, 72/52/76
[429] Kehf suresi, 28.
ayet
[430] Kenz’ul Ummal,
16654
[431] Kenz’ul Ummal,
16657
[432] Bihar, 72/25/19
[433] el-Kafi, 2/263/13
[434] Kenz’ul Ummal,
16655
[435] Bihar, 72/17/16
[436]
Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[437] Kenz’ul Ummal,
17100
[438] a. g. e. 17107
[439] Bihar, 72/49/60
[440] a. g. e. 77/187/10
[441] Tuhef’ul Ukul, 410
[442] Gurer’ul Hikem,
5285
[443] a. g. e. 5122
[444]
Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet
[445] a. g. e. 26. mektup
[446] a. g. e. 406. hikmet
[447] Kenz’ul Ummal,
16590
[448] a. g. e. 16593
[449] Tevbe suresi, 122.
ayet
[450] Gurer’ul Hikem,
4076
[451] Bihar, 78/321/19
[452] Kenz’ul Ummal,
28690
[453] a. g. e. 28689
[454] Gurer’ul Hikem,
4133
[455]
Nehc'ül-Belağa, 166. hutbe
[456] a. g. e. 110
[457] Kenz’ul Ummal,
28752
[458] et-Terğib ve’t-Terhib,
1/93/3
[459] Kenz’ul Ummal,
28768
[460] Gurer’ul Hikem,
7961
[461] Bihar, 1/176/44
[462]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[463] Kenz’ul Ummal, 5404
[464] Gurer’ul Hikem, 995
[465] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/71
[466] Kenz’ul Ummal,
28794
[467] el-Hisal, 40/27
[468] Bihar, 92/107/2
[469] Mişkat’ul
Envar, 34
[470] Tevbe suresi, 122. ayet
[471] A’raf, 179
[472] Haşr suresi 13. ayet
[473] Iraki şöyle diyor: “Bu rivayeti Ebu Naim Hilye’de, Beyhaki ez-Züht’te Hatip ise kendi tarihinde, Suveyd bin Hars’ın hadisinden zayıf bir senetle nakletmişlerdir. (Meheccet’ul Beyza, haşiyesine müracaat ediniz.)
[474] Bu hadisi İbn-i Abdul Birr el-İlim ve muhtasar’da (s. 120) Ali bin Ebi Talib’den o da Peygamber’den (s.a.a) nakletmiştir. Sünen-i Daremi c. 1. s. 89’da da kendi senediyle Yahya bin Abbad’dan o da Ali’den (a.s) nakletmiştir. Hakeza Teysir’ul Vusul, c. 4, s. 162’de de Ali’den (a.s) nakletmiş ve şöyle demiştir: “Rezin de bunu nakletmiştir.” (Meheccet’ul Beyza’nın haşiyesine müracaat ediniz. )
[475] İbn-i Abdul Birr Muhtasar s. 121 de olduğu gibi el-İlim’de de Şeddad bin Evs’in hadisinden nakletmiştir; Müsned’in haşiyesinde basılan Kenz’ul Ummal’ın özeti, 4/36, Hatib’in Fi’l Muttefık ve’l Musterık adlı kitabından o da Şeddad bin Evs’ten nakletmitir ve Iraki şöyle demiştir: “Hadisin senedinde Sadaka bin Abdullah vardır ve bu da onlar nezdinde zayıftır. Onun zayıf olduğu üzere birleşmişlerdir. Bu hadis merfu’ olduğu için sahih değildir. Sahih olan Ebi Derda’nın, Ebi Kalebe’den naklettiği hadistir. Tam ve kamil fakih olamaz… (Meheccet’ul Beyza’nın haşiyesine bakınız.)
[476] İbn-i Abdul Birr Muhtasar, s. 121’de olduğu gibi el-İlim’de de nakletmiştir. (Adı geçen eser haşiyesinde)
[477] Buraya kadar Daremi sünen’inde (1/89) Hasan-i Basri senediyle nakletmiştir. (a.g.e haşiyesine bakınız.)
[478] Meheccet’ul Beyza, 1/81-83
[479] Munyet’ul Mürid, 157
[480] Tuhef’ul Ukul, 204
[481]
Nehc'ül-Belağa, 90. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 18/243
[482] el-Kafi, 1/70/8
[483] Kenz’ul Ummal,
28950
[484] Bihar, 72/304/51
[485] a. g. e. 77/83/3
[486] Mean’il-Ahbar, 1/1
[487] a. g. e. 2/3
[488] Bihar, 2/208/101
[489] Kenz’ul Ummal, 5439
[490] Nehc’üs-Saade, 3/29
[491] Bihar, 2/54/24
[492] a. g. e. s. 55/28
[493] el-İhtisas,
232
[494] Bihar, 1/177/48
[495] a. g. e. s. 213/10
[496] Kenz’ul Ummal,
28755
[497] a. g. e. 28794
[498] Tuhef’ul Ukul, 204
[499] Bihar, 70/204/11
[500] Kenz’ul Ummal,
28909
[501] el-Kafi, 1/38/2
[502] a. g. e. h. 3
[503] a. g. e. h. 1
[504] Gurer’ul Hikem,
3963
[505] a. g. e. 3930
[506] a. g. e. 3948
[507] Bihar, 2/36/38
[508] Gurer’ul Hikem,
8784
[509] a. g. e. 878
[510] a. g. e. 935
[511] a. g. e. 369
[512] a. g. e. 85
[513] a. g. e. 1616
[514] a. g. e. 1395
[515] a. g. e. 1460
[516] a. g. e. 2124
[517] a. g. e. 2225
[518] a. g. e. 9458
[519] a. g. e. 3093
[520] a. g. e. 3098
[521] a. g. e. 4322
[522] a. g. e. 4105
[523] a. g. e. 5149
[524] a. g. e. 8319
[525] a. g. e. 6900
[526] bakara suresi, 219.
ayet
[527] Haşr suresi,
21. ayet
[528] Bihar, 78/115/11
[529] el-Kafi, 2/54/1
[530] a. g. e. s. 55/5
[531] Gurer’ul Hikem,
10307
[532] Tenbih’ul Havatir,
1/52
[533] Gurer’ul Hikem,
4494
[534]
Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[535] a. g. e. 103
[536] a. g. e. 31. mektup
[537] a. g. e. 153. hutbe
[538] a. g. e. 333.
hikmet
[539] a. g. e. 83. hutbe
[540]
el-Müheccet’ül-Beyza, 8/194
[541] Bihar, 92/17/17
[542] Gurer’ul Hikem,
6564
[543] a. g. e. 8917
[544]
Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet
[545]
Nehc'ül-Belağa, 5. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 18/93
[546] Bihar, 71/325/19
[547] a. g. e. s. 326/20
[548] Gurer’ul Hikem,
6546
[549] el-Kafi, 2/55/4
[550] Bihar, 71/323/6
[551] Tenbih’ul Havatir,
1/250
[552] Gurer’ul Hikem,
1147
[553] a. g. e. 1792
[554] a. g. e. 4494
[555]
el-Müheccet’ül-Beyza, 8/195
[556] el-Kafi, 2/55/3
[557] Emali’et-Tusi,
146/240
[558] Bihar, 71/327/22
[559] a. g. e. s. 326/20
[560] Gurer’ul Hikem,
6537
[561] Bihar, 71/324/16
[562] Gurer’ul Hikem,
8462
[563] a. g. e. 6975
[564] a. g. e. 1278
[565] a. g. e. 8561
[566] a. g. e. 8564
[567] a. g. e. 9207
[568] Rum suresi, 9. ayet
[569] Al-i İmran suresi, 137. ayet
[570]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[571] Mü’minun suresi,
1-3. ayetler
[572] A’la suresi, 14-15.
ayetler
[573] Şems suresi,
9-10. ayetler
[574] Cum’a suresi, 10.
ayet
[575] Nur suresi, 31.
ayet
[576] Maide suresi, 35.
ayet
[577] A’raf suresi, 69.
ayet
[578] Gurer’ul Hikem,
8357
[579] a. g. e. 2309
[580] Dur’ul Mensur,
2/724
[581] Mücadele suresi,
22. ayet
[582] Teğabün
suresi, 16. ayet
[583] Gurer’ul Hikem,
1972
[584]
Nehc'ül-Belağa, 5. hutbe
[585] En’am suresi, 21.
ayet
[586] Yunus suresi, 17.
ayet
[587] Mü’minun suresi,
117. ayet
[588] Yunus suresi, 69.
ayet
[589] el-Kafi, 2/271/13
[590] Mişkat’ul
Envar, 169
[591] Gurer’ul Hikem,
9113
[592] Gafir suresi, 44.
ayet
[593] el-Hisal, 2118/43
[594] Bihar, 71/135/13
[595] Tefsir’ul Mizan, 17/334
[596] Tuhef’ul Ukul, 285
[597] Bihar, 71/148/44
[598] Tuhef’ul Ukul, 234
[599] Gurer’ul Hikem,
8070
[600] Tevbe suresi, 84.
ayet
[601] Bihar, 6/242/64
[602]
Müstedrek’ül-Vesail, 2/475/2502
[603] Bihar, 78/171/4
[604] et-Terğib
ve’t-Terhib, 4/237/4
[605] el-Kafi, 3/242/2
[606] Bihar, 77/371/35
[607] Tenbih’ul Havatir,
1/284
[608] a. g. e. 2/224
[609] Gurer’ul Hikem,
4800
[610] a. g. e. 9916
[611]
Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[612] Mean’il-Ahbar,
343/1
[613]
Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 6/270
[614] Bihar, 6/228/29
[615] a. g. e. 78/143/6
[616] Emali’es-Seduk,
239/12
[617] Bihar, 6/242/61
[618] a. g. e. h. 62
[619] et-Terğib
ve’t-Terhib, 4/363/12
[620] a. g. e. s. 365/15
[621] el-Kafi, 3/241/15
[622] Bihar, 6/235/52
[623] el-Kafi, 3/236/4
[624] el-Kafi, 2/90/8
[625] Tenbih’ul Havatir,
2/225
[626] Emali’et-Tusi,
28/31
[627] el-Kafi, 3/241/18
[628]
Nehc'ül-Belağa, 20. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 1/298
[629] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/298
[630] ed-Deavat lil
Ravendi, 264/756
[631] Sevab’ul A’mal,
55/1
[632] a. g. e. 179/1
[633] bakara suresi, 142.
ayet
[634] et-Tehzib, 2/43/135
[635] Nur’us-Sakaleyn,
1/136/412
[636] Dur’ul Mensur,
1/343
[637] Mecme’ul Beyan,
1/413
[638] Tefsir-i el-Mizan,
1/331
[639] Tefsir-i el-Mizan,
1/335-337
[640] Tefsir-i el-Mizan,
1/337
[641] Yemen boylarından
biri olup Mekke’de sükunet etmektedirler. İbrahim’in (a.s) oğlu Hz.
İsmail onlardan evlenmiş ve bu sebeple de onlarla akraba
olmuşlardır. Bu kabile daha sonra Harem’de bir takım kötülüklere
baş vurunca Allah-u Teala da onları yok etmiştir. (Lisan’ul Arap,
c. 12, s. 97)
[642] Bu yedi büyük ev,
el-Mizan’in dipnotunda yer aldığına göre şunlardır:
“1-Kabe, 2-İsfahan’da bir dağın tepesinde bulunan Mars,
3-Hindistan ülkesinde bulunan Mendusan, 4-Belh şehrinde bulunan Nevbahar,
5-Sen’a şehrinde bulunan Beyt-i Gemdan, 6-Horasan’ın Fergane
şehrinde bulunan Kavisan, 7-Çin ülkesinin yüksekliklerinde bulunan bir ev.
[643] el-Mizan Tefsiri,
3/358-363
[644] Mekarim’ul Ahlak,
1/475/1632
[645] el-Kafi, 2/186/6
[646] Nevadir’ur-Ravendi,
19
[647] Bihar, 76/23/10
[648] Mean’il-Ahbar,
300/1
[649] el-Kafi, 2/185/1
[650] a. g. e. h. 3
[651] a. g. e. h. 2
[652] Sünen-i Ebi Davud,
5223
[653] Maide suresi, 32.
ayet
[654] İsra suresi,
33. ayet
[655] Emali’es-Seduk,
28/4
[656] Sevab’ul A’mal,
327/7
[657] Kenz’ul Ummal,
39907
[658] a. g. e. 39951
[659] a. g. e. 39887
[660] el-Kafi, 7/271/2
[661] Sevab’ul A’mal,
327/8
[662] el-Kafi, 7/272/4
[663] et-Terğib
ve’t-Terhib, 3/293/6
[664] a. g. e. s. 296/19
[665] el-Kafi, 7/272/3
[666] Kenz’ul Ummal,
39909
[667] Fakih, 3/565/4934
[668] el-Kafi, 7/271/1
[669] Tefsir-i el-Mizan,
5/322
[670] Nisa, 93
[671] el-Kafi, 7/273/12
[672] Emali’el Müfid,
216/3
[673] Kenz’ul Ummal,
39952
[674] a. g. e. 39895;
Vesail’uş-Şia, 8/615, 163. bölüm
[675] a. g. e. 39921
[676] el-Kafi, 7/272/7
[677] a. g. e. s. 276
[678] et-Terğib
ve’t-Terhib, 3/293/7
[679] Kenz’ul Ummal,
39880
[680] Sevab’ul A’mal,
328/9
[681] Maide suresi 32.
ayet
[682] Kenz’ul Ummal, 367
[683] a. g. e. 380
[684] a. g. e. 382
[685] a. g. e. 386
[686]
Vesail’uş-Şia, 11/113/1
[687] Kenz’ul Ummal,
39899
[688] a. g. e. 39904
[689] a. g. e. 13382
[690] a. g. e. 13381
[691] et-Terğib
ve’t-Terhib, 2/156/1
[692] a. g. e. h. 2
[693] Nisa suresi, 29.
ayet
[694] Kenz’ul Ummal,
39961
[695] a. g. e. 39965
[696] Fakih, 4/95/5163
[697] et-Terğib
ve’t-Terhib, 3/301/4
[698] el-Kafi, 3/112/8
[699] el-Heraic
ve’l-Ceraih, 1/61/104
[700] Fakih, 4/171/5394
[701]
Müstedrek’ül-Vesail, 11/120/12587
[702] a. g. e. s.
50/12406
[703] Kenz’ul Ummal,
31703
[704]
Vesail’uş-Şia, 11/113/1
[705] Sahih-i Müslim,
1782
[706] Kamer suresi, 49.
ayet
[707] FAtır suresi,
11. ayet
[708]
Nehc'ül-Belağa, 180. hutbe
[709] a. g. e. 213
[710] a. g. e. 183
[711]
Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[712] Kenz’ul Ummal, 499
[713] a. g. e. 488
[714] Gurer’ul Hikem,
1412
[715] A’lam’ud-Din, 311
[716] Kenz’ul Ummal, 501
[717] et-Tevhid, 383/32
[718] el-Mehasin,
1/379/837
[719] Gurer’ul Hikem,
4306
[720] a. g. e. 7202
[721]
Nehc'ül-Belağa, 379. hikmet
[722] Gurer’ul Hikem,
8934
[723] Kenz’ul Ummal, 481
[724] a. g. e. 1561
[725] a. g. e. 1567
[726] a. g. e. 539
[727]
Nehc'ül-Belağa, 459. hikmet
[728] Bihar, 78/63/147
[729] Nehc'ül-Belağa,
16. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/120
[730] Gurer’ul Hikem,
1947
[731] a. g. e. 4037
[732] a. g. e. 4031
[733] a. g. e. 4071
[734] Gurer’ul Hikem,
1025
[735] et-Tevhid, 366/4
[736] Kenz’ul Ummal,
28082
[737] a. g. e. 633
[738] Kurb’ul Esnad,
95/320
[739] Bihar, 5/98/24
[740] a. g. e. 41/2/3
[741] el-Kafi, 2/58/5
[742] el-İrşad,
1/225
[743] Kenz’ul Ummal,
1560, bak. Nehc’ul Belağa, 78. hikmet
[744] el-İhticac,
1/492/121
[745] Kenz’ul Ummal, 566
[746] a. g. e. 563
[747] a. g. e. 564
[748] a. g. e. 558
[749] Bihar, 5/120/61
[750] Kenz’ul Ummal, 651
[751] a. g. e. 642
[752] Bihar, 5/54/93
[753] Kadir suresi, 1-5.
ayetler
[754] Duhan suresi, 3.
ayet
[755] Sevab’ul A’mal,
92/11
[756] el-Kafi, 4/155/3
[757] Gurer’ul Hikem, 953
[758] a. g. e. 865
[759] a. g. e. 1153
[760] a. g. e. 2185
[761] a. g. e. 3955
[762] a. g. e. 4038
[763]
Nehc'ül-Belağa, 245. hikmet
[764] a. g. e. 11
[765] a. g. e. 69. mektup
[766] Nur suresi, 11.
ayet
[767] Nur suresi, 4. ayet
[768] Bihar, 79/111/8
[769]
Müstedrek’ül-Vesail, 11/361/13263
[770] Deaim’ul
İslam, 2/458/1614
[771] el-Kafi, 7/208/16
[772] Fakih, 4/51/5075
[773] el-Kafi, 7/205/6
[774] a. g. e. s. 206/9
[775]
Müstedrek’ül-Vesail, 18/90/22134
[776] Kenz’ul Ummal,
13362
[777] Fakih, 4/48/5063
[778] el-Kafi, 7/209/20
[779]
Vesail’uş-Şia, 18/433/5
[780] el-Kafi, 7/2096/1
[781] a. g. e. 240/2
[782] a. g. e. 241/6
[783] a. g. e. s. 242/11
[784] a. g. e. s. 243/19
[785] Hİcr suresi,
87. ayet
[786] Kamer suresi, 17.
ayet
[787] Kenz’ul Ummal, 4027
[788] Nevadir’ur-Ravendi,
21 ve 22
[789] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/3/2
[790] a. g. e. s. 6/11;
bak. . tüm söze
[791]
Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 10/199
[792]
Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 10/18
[793]
Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 10/31
[794]
Nehc'ül-Belağa, 183. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 10/115
[795] Gurer’ul Hikem,
3255
[796]
Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 9/103
[797] el-Kafi, 2/602/13
[798] el-Mehasin,
1/341/702
[799] Gurer’ul Hikem,
1664
[800]
Nehc'ül-Belağa, 47. mektup
[801] Kenz’ul Ummal, 2961
[802]
Nehc'ül-Belağa, 133. hutbe
[803] Kenz’ul Ummal, 2861
[804] Ahkaf suresi, 12.
ayet
[805] Hud suresi, 17.
ayet
[806] Kenz’ul Ummal, 4029
[807]
Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe
[808] Zümer suresi, 23.
ayet
[809] Bihar, 77/122/23
[810] el-Kafi, 8/175/194
[811] Fakih, 4/402/5868
[812] Tuhef’ul Ukul, 150
[813] Bihar, 77/114/8
[814] a. g. e. 92/19/18
[815] Gurer’ul Hikem,
2543
[816]
Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 9/203
[817] Bihar, 92/15/8
[818] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 2/130/9
[819] İsra suresi,
82. ayet
[820] Yunus suresi, 57.
ayet
[821] Fussilet surei, 44.
ayet
[822]
Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 10/19
[823] Keşf’ul Gumme,
2/119
[824]
Nehc’ül-Belağa, 156. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 9/203
[825] Kenz’ul Ummal, 2310
[826] Bihar, 92/19/18
[827] Kenz’ul Ummal, 2307
[828] Mean’il-Ahbar, 279
[829]
Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 10/18
[830] Mean’il-Ahbar, 279
[831]
Nehc'ül-Belağa, 313. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 19/220
[832]
Nehc'ül-Belağa, 158. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 9/217
[833] Kenz’ul Ummal, 2454
[834] el-Kafi, 2/599/3
[835] a. g. e. 1/60/6
[836] ed-Deavat lil Ravendi,
220/600
[837] Bihar, 92/19/18
[838] Kenz’ul Ummal, 2356
[839]
Nehc'ül-Belağa, 110. hutbe
[840] Bihar, 92/19/18
[841] Kenz’ul Ummal, 2439
[842] Bihar, 92/186/2
[843] Kenz’ul Ummal, 2351
[844] a. g. e. 2354
[845] Bihar, 92/188/10
[846] Kenz’ul Ummal, 2330
[847] a. g. e. 2331
[848] a. g. e. 2368
[849] a. g. e. 4025
[850] a. g. e. 2382
[851] a. g. e. 2384
[852] a. g. e. 2320
[853] a. g. e. 2375
[854] a. g. e. 2386
[855]
Nehc'ül-Belağa, 399. hikmet
[856] Kenz’ul Ummal, 2452
[857] a. g. e. 2317
[858] a. g. e. 2400
[859] a. g. e. 2478
[860] el-Kafi, 2/603/2
[861] Bihar, 92/208/5
[862] Kurb’ul Esnad, 5/16
[863] Kenz’ul Ummal, 2850
[864] a. g. e. 2849
[865] a. g. e. 2854
[866] Sevab’ul A’mal,
283/1
[867] Cami’ul Ahbar,
115/202
[868] Kenz’ul Ummal,
2289, 2289, 2290
[869]
Müstedrek’ül-Vesail, 11/7/12275
[870] el-Hisal, 7/21
[871] Cami’ul Ahbar,
115/205
[872] Kenz’ul Ummal,
29890
[873] a. g. e. 2318
[874] a. g. e. 2278
[875] a. g. e. 2344
[876] a. g. e. 2345
[877] Kenz’ul Ummal, 4020
[878] el-Kafi, 2/604/5
[879] Kenz’ul Ummal, 4198
[880] a. g. e. 2347
[881] a. g. e. 2349
[882] Fatır suresi,
29. ayet
[883] Kenz’ul Ummal, 2257
[884] a. g. e. 2441
[885] Gurer’ul Hikem,
7633
[886] a. g. e. 8790
[887] Bihar, 92/17/18
[888] Kenz’ul Ummal, 2284
[889] a. g. e. 4032
[890] a. g. e. 2347
[891] a. g. e. 2349
[892] Bihar, 92/209/6
[893] Bihar, 92/190/2
[894] Kenz’ul Ummal, 2768
[895] Bihar, 92/190/2
[896] a. g. e. s. 195/10
[897] et-Terğib
ve’t-Terhib, 2/364/9
[898] Kenz’ul Ummal, 2765
[899] el-Kafi, 2/616/11
[900] a. g. e. h. 10
[901] bakara suresi, 121.
ayet
[902]
Nehc'ül-Belağa, 17. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 1/284
[903]
Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 9/104
[904]Tenbih’ul Havatir,
2/236
[905] Dur’ul Mensur,
1/272
[906] Sahifet’us-Seccadiye,
158, 42. dua
[907] Bihar, 78/105/3
[908]
Nehc'ül-Belağa, 121. hutbe
[909] a. g. e. 182
[910] Al-i İmran
suresi, 187. ayet
[911] bakara suresi, 101.
ayet
[912] el-Kafi, 8/53/16
[913]
Nehc'ül-Belağa, 228. hikmet
[914] Bihar, 92/213/11
[915] Kenz’ul Ummal, 2751
[916] a. g. e. 2752
[917] Nahl suresi, 98.
ayet
[918] Bihar, 92/216/24
[919] Tefsir-i
Ayyaşi, 2/270/68
[920] Müzzemmil suresi,
4. ayet
[921] Nevadir’ur-Ravendi,
30
[922] Kenz’ul Ummal, 4117
[923] el-Kafi, 2/614/1
[924]
Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[925] Muhammed surei, 24.
ayet
[926] Sad suresi, 29.
ayet
[927] Mü’minun suresi,
68. ayet
[928] Nisa suresi, 82.
ayet
[929] Bihar, 92/211/4
[930] a. g. e. s. 216/22
[931] Gurer’ul Hikem,
4493
[932] Kenz’ul Ummal, 2828
[933] a. g. e. 2815
[934] el-Kafi, 2/617/1
[935] Hadid suresi, 16.
ayet
[936] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/182/5
[937] Bihar, 16/258/42
[938] Kenz’ul Ummal, 2777
[939] a. g. e. 2794
[940] a. g. e. 2824
[941] a. g. e. 4143
[942] el-Kafi, 2/614/3
[943] Bihar, 92/194/8
[944] Kenz’ul Ummal, 4201
[945] a. g. e. 2843
[946] Bihar, 92/184/19
[947] Kenz’ul Ummal, 2462
[948] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/23
[949] Kenz’ul Ummal, 2776
[950] a. g. e. 2845
[951]
Misbah’uş-Şeria, 373
[952] Cami’ul Ahbar,
130/254
[953] İhtisas, 262
[954] Bihar, 77/100/1
[955] Kenz’ul Ummal, 4192
[956] el-Hisal, 143/165
[957] Kenz’ul Ummal, 2882
[958] el-Kafi, 2/608/6
[959] Sevab’ul A’mal,
337/1
[960] Kenz’ul Ummal, 2472
[961] Bihar, 92/20/18
[962] Kenz’ul Ummal, 4031
[963] a. g. e. 2316
[964] A’raf suresi, 204.
ayet
[965] İsra suresi,
107-109. ayetler
[966] Meryem suresi, 58.
ayet
[967] Hadid suresi, 16.
ayet
[968] Bihar, 92/222/7
[969] a. g. e. s. 221/3
[970] Kenz’ul Ummal, 2461
[971] Bihar, 92/20/18
[972] a. g. e. s. 95/48
[973] Nehc'ül-Belağa,
18. hutbe
[974] Mean’il-Ahbar,
232/1
[975] Bihar, 92/107/1
[976] a. g. e. s. 110/11
[977] Kenz’ul Ummal, 2985
[978] Bihar, 92/111/20
[979] a. g. e.
[980] Münyet’ül-Mürid,
369
[981]
Nehc'ül-Belağa, 55. mektup
[982] el-Kafi, 8/311/485
[983]
Nehc'ül-Belağa, 158. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 9/217
[984] a. g. e. 87. hutbe
[985] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/5/9
[986] Al-i İmran
suresi, 7. ayet
[987] Bihar, 92/186/3
[988] Kenz’ul Ummal, 3096
[989] Bihar, 93/4
[990] a. g. e. s. 11
[991] a. g. e. 92/382/15
[992] a. g. e. s. 383/19
[993] a. g. e. h. 21
[994] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 1/290/39
[995] Tefsir-i el-Mizan,
3/68
[996] Bihar, 92/381/12
[997] el-Kafi, 2/631/14
[998] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/10/5
[999] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 1/202/1
[1000]
Nehc'ül-Belağa, 77. mektup
[1001] Dur’ul Mensur, 1/40
[1002] Kenz’ul Ummal, 2469
[1003] Dur’ul Mensur, 1/12
[1004] a. g. e.
[1005] a. g. e. 1/13
[1006] a. g. e.
[1007] a. g. e. 1/16
[1008] Kenz’ul Ummal, 2539
[1009] Fatır suresi,
32. ayet
[1010] Vakıa suresi,
10-11. ayetler
[1011] a. g. s. 88-89.
ayetler
[1012] Mutaffifin suresi,
28. ayet
[1013] Hadisin metninde geçen “hevm ve heveman” kelimesi dönme anlamındadır. Zalimin kendi nefsi etrafında dönüşünden maksat ise, nefsinin isteklerine uyması ve tümüyle sadece nefsini razı etmesi için çabalamasıdır. İtidalli kimsenin kendi kalbi etrafında dömesinden maksat ise onun züht ve ibadet vesilesiyle temizlenmekle meşgul olmasıdır. İyiliklere doğru öne geçen kimsenin Rabbi etrafında dönüşünden maksat ise kendisini Allah için halis kılması, sürekli Allah’ı hatırlaması, Allah’tan gayrisini yad etmemesi, Allah’tan gayrisine ümit bağlamaması ve ondan başka bir şeyi kastetmemesidir. (el-Mizan, 17/50)
[1014] Mean’il-Ahbar,
104/1
[1015] el-Kafi, 1/214/1
[1016] Mecme’ul Beyan,
8/639
[1017] Tefsir-i el-Mizan,
17/49
[1018] Mecme’ul Beyan,
8/638
[1019] Kemaluddin, 276/25
[1020] Tuhef’ul Ukul, 393
[1021] Gurer’ul Hikem,
6159
[1022] a. g. e. 1756
[1023] Tenbih’ul Havatir,
1/224
[1024] Gurer’ul Hikem,
3139
[1025] el-Kafi, 8/69/24
[1026] Gurer’ul Hikem,
3243
[1027] el-Kafi, 2/123/11
[1028]
Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[1029] Kenz’ul Ummal,
18935
[1030] el-Kafi, 3/323/7
[1031] a. g. e. 6/269/4
[1032] el-Hisal, 81/5
[1033] el-Kafi, 5/261/7
[1034] a. g. e. 2/352/7
[1035] a. g. e. h. 8
[1036]
İlel’uş-Şerayi’, 12/7
[1037] Kenz’ul Ummal, 1155
[1038] a. g. e. 1156
[1039] a. g. e. 21327
[1040] Bihar, 78/380/4
[1041] Gurer’ul Hikem,
1750
[1042] ed-Deavat lil
Ravendi, 292/39
[1043] Gurer’ul Hikem,
7429
[1044] İkbal’ul
A’mal, 3/299
[1045] Nur’us-Sakaleyn,
1/720/92
[1046] Bihar, 94/147/21
[1047] a. g. e. 94/156/22
[1048] Parmak uçlarından dirseğe kadar olan bir ölçü birimi
[1049] Açıldığı taktirde iki elin miktarınca bir ölçü birimi.
[1050] Kenz’ul Ummal, 1133
[1051] et-Terğib
ve’t-Terhib, 4/103/30
[1052] a. g. e. s. 104/31
[1053] Kenz’ul Ummal, 1138
[1054] Gurer’ul Hikem,
3852
[1055] Mişkat’ul
Envar, 251
[1056] Gurer’ul Hikem,
4477
[1057] a. g. e. 2056
[1058] a. g. e. 1801
[1059] Sevab’ul A’mal,
205/1
[1060] Mişkat’ul
Envar, 45
[1061]
Müstedrek’ül-Vesail, 11/178/12684
[1062]
Nehc'ül-Belağa, 52. hutbe
[1063] a. g. e. 76. mektup
[1064] Kenz’ul Ummal,
43761
[1065] el-Kafi, 2/319/14
[1066] el-Hİsal,
630/10
[1067] Vesail’uş-Şia,
16/111/2
[1068] el-Hilaf, 3/157
[1069] el-Kafi, 7/395/5
[1070]
Sıfat’uş-Şia, 116/60
[1071] el-Kafi, 3/536/1
[1072] Fakih, 4/31/5017
[1073]
Müstedrek’ül-Vesail, 16/32/19030
[1074] Kurb’ul Esnad,
54/175
[1075]
Vesail’uş-Şia, 18/498/3
[1076] el-Kafi, 7/223/9
[1077] Hadid suresi, 11.
ayet
[1078] Gurer’ul Hikem,
8072
[1079]
Nehc'ül-Belağa, 90. hutbe
[1080] a. g. e. 183
[1081] et-Terğib
ve’t-Terhib, 2/40/3
[1082] a. g. e. s. 41/3
[1083] Fakih, 2/58/1697
[1084] Mekarim’ul Ahlak,
1/293/910
[1085] Sevab’ul A’mal,
167/3
[1086] Kenz’ul Ummal,
15373
[1087] Bihar, 103/138/2
[1088] Kenz’ul Ummal,
15374
[1089] Bihar, 103/139/9
[1090] a. g. e. s. 140/11
[1091] el-Hisal, 130/135
[1092] Sevab’ul A’mal,
167/4
[1093] Yüz ritil
[1094] a. g. e. s. 341/1
[1095]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1096] Emali’es-Seduk,
350/1
[1097] bakara suresi, 280.
ayet
[1098] Bihar, 103/151/17
[1099] el-Kafi, 8/9/1
[1100] et-Terğib ve’t-Terhib,
2/46/15
[1101] Sevab’ul A’mal,
166/1
[1102] Kenz’ul Ummal,
15379
[1103] a. g. e. 15398
[1104] a. g. e. 15405
[1105] a. g. e. 15424
[1106] et-Terğib
ve’t-Terhib, 2/44/7
[1107] Sevab’ul A’mal,
167/5
[1108] Al-i İmran
suresi, 44. ayet
[1109] Saffat suresi, 141.
ayet
[1110] Fakih, 3/92/3391
[1111] el-Kafi, 7/158/3
[1112] el-Fakih, 3/89/3388
[1113] a. g. e. s. 92/3390
[1114] Sünen-i Ebi Mace,
2348
[1115]
Vesail’uş-Şia, 18/188/5
[1116] a. g. e. h. 6
[1117] Sünen-i Ebi Mace,
2347
[1118] el-Fakih, 3/92/3389
[1119] Kenz’ul Ummal,
34626
[1120] a. g. e. 34623
[1121] Besair’ud-Derecat,
10/1
[1122] Bihar, 2/93/22
[1123] Tefsir-i
Ayyaşi, 2/123/23
[1124] Nur’us-Sakaleyn,
3/1960/325
[1125] a. g. e. s. 422/46
[1126] el-Kafi, 4/25/1
[1127] a. g. e. 5/162/1
[1128] a. g. e. s. 164/6
[1129] Fakih, 3/268/3968
[1130] Bihar, 78/10/67
[1131] Gurer’ul Hikem, 565
[1132] a. g. e. 334 ve 335
[1133] Kenz’ul Ummal, 5434
[1134] Bihar, 71/342/15
[1135] Fakih, 2/64/1720
[1136] el-Hisal, 620/10
[1137] Gurer’ul Hikem,
9165
[1138] Fakih, 2/64/1721
[1139] Bihar, 71/347/13
[1140] Gurer’ul Hikem,
9048
[1141] Emali’et-Tusi, 8/8
[1142] Tenbih’ul Havatir,
1/167
[1143] Derret’ul Bahire,
43
[1144] Gurer’ul Hikem,
6364
[1145] a. g. e. 1501
[1146] Bihar, 76/269/17
[1147] el-Hisal, 10/36
[1148] Tenbih’ul Havatir,
1/167
[1149] A’raf sursei, 176.
ayet
[1150] Yusuf suresi, 3.
ayet
[1151] a. g. s. 111. ayet
[1152]
Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[1153] a. g. e. 110. hutbe
[1154] Tefsir-i el-Mizan, 11/75
[1155] el-Kafi, 7/263/20
[1156] Bihar, 72/264/1
[1157] a. g. e.
[1158] bakara suresi, 179.
ayet
[1159] a. g. s. 178. ayet
[1160] a. g. s. 194. ayet
[1161] Maide suresi, 45.
ayet
[1162] İsra suresi,
33. ayet
[1163] Emali’el Müfid,
53/15
[1164] Tefsir-i Mensub ila
İmam Askeri, 595/354
[1165] EMali’et-Tusi,
494/1082
[1166]
Nehc'ül-Belağa, 252. hikmet
[1167] Gurer’ul Hikem,
5394
[1168] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/324/128
[1169] Kenz’ul Ummal,
39831
[1170] Maide suresi, 45.
ayet
[1171] Maide suresi, 32.
ayet
[1172] Zilzal suresi, 7-8.
ayetler
[1173] bakara suresi, 175.
ayet
[1174] el-Mizan tefsiri,
1/434-438
[1175] Maide suresi, 45.
ayet
[1176] Kenz’ul Ummal,
39850
[1177] a. g. e. 39851
[1178] a. g. e. 39861
[1179] a. g. e. 39854
[1180] a. g. e. 39853
[1181] el-Kafi, 7/358/1
[1182] a. g. e. h. 2
[1183] Tevbe suresi, 51.
ayet
[1184] Enfal suresi, 42.
ayet
[1185] Ahzab suresi, 38.
ayet
[1186]
Nehc'ül-Belağa, 191. hutbe
[1187] a. g. e. 160
[1188]
Nehc'ül-Belağa, 216
[1189] Gurer’ul Hikem, 3432
[1190] et-Tevhid, 364/1
[1191] Derret’ul Bahire,
33
[1192] Hazirin, Sıffin dolaylarında bir şehir adıdır.
[1193]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1194] a. g. e. 227. hutbe
[1195] Bihar, 5/121/64
[1196] Fussilet suresi, 12. ayet
[1197] İsra suresi, 23. ayet
[1198] İsra suresi, 4. ayet
[1199] Gafir suresi, 20. ayet
[1200] Zümer suresi, 69. ayet
[1201] Yusuf suresi, 41. ayet
[1202] Secde suresi, 7. ayet
[1203] A’raf suresi, 28. ayet
[1204] Enbiya suresi, 16. ayer
[1205] Müminun suresi, 115. ayetk
[1206] Kamer suresi, 49. ayet
[1207] Zariyat suresi, 56. ayet
[1208] Hac suresi, 37. ayet
[1209] Şeyh Mufid’in (r.a) sözleri burada bitmektedir.
[1210] Bihar, 5/97-101
[1211] Bakara suresi, 117. ayet
[1212] Fussilet suresi, 12. ayet
[1213] Yusuf suresi, 41. ayet
[1214] İsra suresi, 4. ayet
[1215] a. g. a. 23. ayet
[1216]
Yunus suresi, 93. ayet
[1217] Zümer suresi, 75. ayet
[1218]
En’am suresi, 62. ayet
[1219] Ra’d suresi, 41. ayet
[1220] Kaf suresi, 29. ayet
[1221] Sad suresi, 84. ayet
[1222] Tefsir-i el-Mizan, 13/72-75
[1223] Kenz’ul Ummal, 522
[1224] el-Kafi, 6/13/3
[1225] a. g. e. s. 14/4
[1226] Dehr/İnsan
suresi 30. ayet
[1227] Tekvir suresi, 29.
ayet
[1228] Ra’d suresi, 11.
ayet
[1229] Kenz’ul Ummal,
44166
[1230] a. g. e. 14972
[1231] a. g. e. 14973
[1232]
Nehc'ül-Belağa, 56. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 4/33
[1233] Nehc’üs-Saade,
2/259
[1234] Kenz’ul Ummal,
44228
[1235] Nehc’üs-Saade,
2/420
[1236] a. g. e. s. 580
[1237] a. g. e. s. 585
[1238] Nehc’üs-Saade,
3/298
[1239] Kenz’ul Ummal,
31452
[1240]
Nehc'ül-Belağa, 150. hutbe
[1241] Bihar, 82/130/10
[1242] Emali’es-Seduk,
439/15
[1243] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 1/141/42
[1244] et-Temhis, 58/118
[1245] Tuhef’ul Ukul, 48
[1246] e-Kafi, 2/62/8
[1247] et-Temhis, 55/109
[1248] et-Temhis, 59/123
[1249] el-Kafi, 5/262/2
[1250] Nehc'ül-Belağa,
109. hutbe
[1251] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 1/141/42
[1252] Kenz’ul Ummal, 482
[1253] a. g. e. 483
[1254] Bihar, 82/132/16
[1255] Gurer’ul Hikem,
3225
[1256]
Nehc'ül-Belağa, 228. hikmet
[1257] a. g. e. 192. hutbe
[1258] Ahkaf suresi, 29. ayet
[1259] Bakara suresi, 200. ayet
[1260] İsra suresi, 23. ayet
[1261] Kasas suresi, 44. ayet
[1262] Hicr suresi, 66. ayet
[1263] İsra suresi 4. ayet
[1264] Taha suresi, 72. ayet
[1265] Enfal suresi, 42. ayet
[1266] İbrahim suresi, 22. ayet
[1267] Yusuf suresi, 41. ayet
[1268] Meryem suresi, 21. ayet
[1269] Kasas suresi, 29. ayet
[1270] Kasas suresi, 28. ayet
[1271] Zümer suresi, 75. ayet
[1272] Gafir suresi, 20. ayet
[1273] En’am suresi, 57. ayet
[1274] Yunus suresi, 54. ayet
[1275] Fussilet suresi, 12. ayet
[1276] Zuhruf suresi, 77. ayet
[1277] Fatır suresi, 34. ayet
[1278] Sebe suresi, 14. ayet
[1279] Bihar, 93/18-20
[1280] Derret’ul Bahire,
44
[1281] A’lam’ud-Din, 309
[1282] Bihar, 5/95/17
[1283] Sad suresi, 26.
ayet
[1284] el-Kafi, 7/406/2
[1285] a. g. e. h. 1
[1286] Nisa suresi, 60.
ayet
[1287] Al-i İmran
suresi, 23. ayet
[1288] el-Kafi, 7/412/5
[1289] a. g. e. s. 411/1
[1290] el-Kafi, 7/411/3
[1291] Sad suresi, 26.
ayet
[1292] Nisa sursei, 58. ayet
[1293] Maide suresi, 42.
ayet
[1294] Bihar, 104/266/20
[1295] Gurer’ul Hikem,
3223
[1296] el-Fakih, 3/2/3216
[1297] Sünen-i Kübra,
10/150/20162
[1298] et-Tehzib,
6/303/846
[1299] Nisa suresi, 65.
ayet
[1300] Bihar, 2/204/89
[1301] el-Kafi, 1/67/10
[1302] Sahih-i Müslim,
2357
[1303] Maide suresi, 44,
45, 47. ayetler
[1304] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/323/120
[1305] Bihar, 104/265/14
[1306] Dur’ul Mensur, 3/89
[1307]
Nehc'ül-Belağa, 17. hutbe
[1308] et-Tehzib,
6/224/537
[1309] Kenz’ul Ummal,
14999
[1310]
Müstedrek’ül-Vesail, 17/243/21233
[1311]
Vesail’uş-Şia, 18/8/8
[1312] Kenz’ul Ummal,
14991
[1313] Fakih, 3/6/3226
[1314] a. g. e. 3/5/3224
[1315] Kenz’ul Ummal,
14988
[1316] a. g. e. 14989
[1317] a. g. e. 15008
[1318] a. g. e. 15009
[1319] a. g. e. 14994
[1320] a. g. e. 14995
[1321]
Müstedrek’ül-Vesail, 17/407/21682
[1322] Sünen-i Ebi Davud,
3578
[1323]
Nehc'ül-Belağa, 53. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid,
17/58
[1324] Bihar, 104/264/5
[1325]
Nehc'ül-Belağa, 110. hikmet
[1326]
Vesail’uş-Şia, 18/155/1
[1327]
Müstedrek’ül-Vesail, 17/350/21550
[1328] Kenz’ul Ummal,
15032
[1329] a. g. e. 15033
[1330]
Müstedrek’ül-Vesail, 17/359/21581
[1331] el-Kafi, 7/413/1
[1332] Sünen-i Ebi Davud,
3582
[1333] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 2/65/286
[1334] Fakih, 3/13/3238
[1335] Bihar, 104/277/7
[1336] Kenz’ul Ummal,
15023
[1337] Fakih, 3/11/3224
[1338] el-Kafi, 7/413/5
[1339] Kenz’ul Ummal,
15030
[1340]
Müstedrek’ül-Vesail, 17/349/21545
[1341] a. g. e. h. 21544
[1342] Kenz’ul Ummal,
15040
[1343] el-Kafi, 7/413/1
[1344] a. g. e. h. 4
[1345] a. g. e. h. 5
[1346] el-Fakih, 3/14/3240
[1347] a. g. e. h. 3241
[1348]
Müstedrek’ül-Vesail, 17/350/21549
[1349] Kenz’ul Ummal,
14433
[1350] a. g. e. 14992
[1351] a. g. e. 44261
[1352] el-Kafi, 2/146/12
[1353] Gurer’ul Hikem,
4095
[1354] Kenz’ul Ummal,
14427
[1355] a. g. e. 14993
[1356] a. g. e. 14986
[1357] a. g. e. 14985
[1358] el-Kafi, 7/410/1
[1359] Kenz’ul Ummal,
14597
[1360] a. g. e. 15019
[1361] a. g. e. 14428
[1362] el-Kafi, 7/407/1
[1363] Kenz’ul Ummal,
14981
[1364] a. g. e. 14980
[1365] a. g. e. 14921
[1366] Bihar, 104/275/1
[1367] el-Hisal, 585/12
[1368]
Müstedrek’ül-Vesail, 14/286/16732
[1369] bakara suresi, 188.
ayet
[1370] Kenz’ul Ummal,
15043
[1371] Mean’il-Ahbar, 279
[1372] Bihar, 14/5/13, bak
hadisin tamamına, ve hakeza 14,15,16. ve 20. hadislere bak.
[1373] Bihar, 14/14/23
[1374] el-Hisal, 311/88
[1375] Tenbih’ul Havatir,
2/171
[1376] el-Fakih, 3/7/3231
[1377] Nehc'ül-Belağa,
18. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/288
[1378] Deaim’ul
İslam, 1/92
[1379] Emali’el Müfid,
286/5
[1380] Emali’et-Tusi,
30/31
[1381] Kenz’ul Ummal,
14456
[1382] a. g. e. 14990
[1383] Sünen-i Ebi Davud,
3585
[1384]
Müstedrek’ül-Vesail, 17/348/21542
[1385] el-Fakih, 3/11/3235
[1386] el-Kafi, 7/407/3
[1387] a. g. e. s. 413/1
[1388]
Vesail’uş-Şia, 18/582/2
[1389] Kenz’ul Ummal,
14463
[1390] Gurer’ul Hikem,
3936
[1391] a. g. e. 3011
[1392]
Nehc'ül-Belağa, 220. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 19/42
[1393] el-Kafi, 7/415/1
[1394]
Vesail’uş-Şia, 18/217/4
[1395] Kenz’ul Ummal, 1210
[1396] Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/46
[1397] Gurer’ul Hikem, 261
[1398] a. g. e. 2046
[1399] a. g. e. 6309
[1400] Tuhef’ul Ukul, 371
[1401] bakara suresi, 283.
ayet
[1402] Kaf suresi, 33.
ayet
[1403] En’am suresi, 125.
ayet
[1404] Hicr suresi, 97.
ayet
[1405] Ahzap suresi, 10.
ayet
[1406] Maide suresi, 7.
ayet
[1407] Tefsir-i el-Mizan,
2/223
[1408]
İlel’uş-Şerayi’, 109/8
[1409] Kenz’ul Ummal, 1222
[1410] el-Hisal, 31/109
[1411] Kenz’ul Ummal, 1223
[1412] a. g. e. 1205
[1413]
İlel’uş-Şerayi’, 109/7
[1414] Kenz’ul Ummal, 1125
[1415] Nevadir’ur-Ravendi,
7
[1416] Derret’ul Bahire,
39
[1417] Mişkat’ul
Envar, 257
[1418] Emali’et-Tusi,
536/1162
[1419]
Nehc'ül-Belağa, 165. hutbe
[1420] Nevadir’ur-Ravendi,
4
[1421] Mean’il-Ahbar,
395/51
[1422] Kenz’ul Ummal, 1126
[1423] Mean’il-Ahbar,
395/50
[1424] Bihar, 70/59/39
[1425]
Nehc'ül-Belağa, 147. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 18/346
[1426] Gurer’ul Hikem,
11005
[1427] Gurer’ul Hikem,
3449
[1428] a. g. e. 3078
[1429]
Misbah’uş-Şeria, 20
[1430] Şuara suresi,
87-89. ayetler
[1431] Saffat suresi,
83-84. ayetler
[1432]
Müstedrek’ül-Vesail, 1/113/124
[1433] el-Kafi, 2/16/5
[1434] Nur’us-Sakaleyn, 4/58/50
[1435] a. g. e. h. 51
[1436] Bihar, 78/164/1
[1437] Gurer’ul Hikem,
10874
[1438] Tuhef’ul Ukul, 504
[1439] Bihar, 78/8/64
[1440] Tuhef’ul Ukul, 235
[1441] Gurer’ul Hikem,
4112
[1442] Ra’d suresi, 28.
ayet
[1443] Fetih suresi, 4.
ayet
[1444] FEcr suresi, 27-28.
ayetler
[1445] Mişkat’ul
Envar, 255
[1446] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/377/95
[1447] el-Kafi, 3/127/2
[1448] Kenz’ul Ummal, 3043
[1449] el-Hisal, 240/90
[1450] el-Kafi, 8/215/260
[1451] Bihar, 70/59/39
[1452] İkbal’ul
A’mal, 3/299
[1453] Bihar, 94/147/21
[1454] Gurer’ul Hikem,
4486
[1455]
Nehc'ül-Belağa, 154. hutbe
[1456] Kurb’ul Esnad,
33/108
[1457] el-Kafi, 2/267/2
[1458] a. g. e. s. 266/1
[1459] a. g. e. s. 267/3
[1460] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/150/495
[1461] el-Mehasin,
1/318/633
[1462] et-Terğib
ve’t-Terhib, 3/497/3
[1463]
Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[1464] a. g. e. 187. hutbe
[1465] a. g. e. 193.
hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/11
[1466]
Nehc'ül-Belağa, 312. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 19/219
[1467] A’lam’ud-Din, 304
[1468] Bihar, 78/353/9
[1469] Derret’ul Bahire,
43
[1470]
Nehc'ül-Belağa, 91. hikmet
[1471] Ahzab suresi, 33.
ayet
[1472] Gurer’ul Hikem,
6021
[1473] a. g. e. 6020
[1474] a. g. e. 6017
[1475] el-Mehasin,
1/457/1058
[1476] Gurer’ul Hikem,
6777
[1477] Tuhef’ul Ukul, 393
[1478] Bihar, 94/128/19
[1479] En’am suresi, 125.
ayet
[1480] İnşirah
suresi, 1. ayet
[1481] Mecme’ul Beyan,
4/561
[1482] Mekarim’ul Ahlak,
2/340/2660
[1483] Bihar, 94/150/21
[1484] Gafir sursei, 35.
ayet
[1485] Yunus suresi, 74. ayet
[1486] Rum suresi, 59.
ayet
[1487] A’raf suresi, 101.
ayet
[1488] Kenz’ul Ummal,
10213
[1489] A’lam’ud-Din, 340
[1490] Bihar, 45/8
[1491] Casiye suresi, 23.
ayet
[1492] bakara suresi, 7.
ayet
[1493] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 1/123/16
[1494] A’raf suresi, 179.
ayet
[1495] En’am suresi, 39.
ayet
[1496] Nehc'ül-Belağa,
88. hutbe
[1497] Hac suresi, 46.
ayet
[1498] İsra suresi,
72. ayet
[1499] Emali’es-Seduk,
395/1
[1500] Nur’us-Sakaleyn,
3/197/356
[1501] Fakih, 1/379/1109
[1502] el-İhticac,
2/165/193
[1503] Nur’us-Sakaleyn,
3/195/350
[1504] Mutaffifin suresi,
14-15. ayetler
[1505] Tuhef’ul Ukul, 397
[1506] Nur’us-Sakaleyn,
5/532/24
[1507] Gurer’ul Hikem,
6689
[1508] Kenz’ul Ummal,
10288
[1509]
Nehc'ül-Belağa, 64. mektup
[1510]
Nehc'ül-Belağa, 58. mektup
[1511] Al-i İmran
suresi, 8. ayet
[1512] Saf suresi, 5. ayet
[1513] Al-i İmran
suresi, 7. ayet
[1514] Tuhef’ul Ukul, 388
[1515]
Nehc'ül-Belağa, 151. hutbe
[1516] Tuhef’ul Ukul, 151
[1517] Kenz’ul Ummal, 1682
[1518] bakara suresi, 74.
ayet
[1519] Tuhef’ul Ukul, 296
[1520] Cami’ul Ahbar,
383/1071
[1521]
Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe
[1522] a. g. e. 31. mektup
[1523] Maide suresi, 13.
ayet
[1524] Hadid suresi, 16.
ayet
[1525]
İlel’uş-Şerayi’, 81/1
[1526] el-Kafi, 2/329/1
[1527] Bihar, 14/309/17
[1528] Emali’et-Tusi, 3/1
[1529] el-Hisal, 126/122
[1530] Keşf’ul Gumme,
3/140
[1531] Tenbih’ul Havatir,
2/120
[1532]
Müstedrek’ül-Vesail, 12/94/13613
[1533] a. g. e. s.
93/13609
[1534] Kenz’ul Ummal,
21133
[1535] Tuhef’ul Ukul, 214
[1536] ed-Deavat lil Ravendi,
269/767
[1537] bakara suresi, 10.
ayet
[1538] Emali’et-Tusi,
146/240
[1539]
Nehc'ül-Belağa, 185. hutbe
[1540] el-Kafi, 2/300/1
[1541] a. g. e. s. 275/28
[1542] el-Kafi, 2/268/1
[1543] et-Terğib
ve’t-Terhib, 3/231/24
[1544]
Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[1545] Gurer’ul Hikem,
5696
[1546] Yunus suresi, 57.
ayet
[1547]
Nehc'ül-Belağa, 108. hutbe
[1548] el-Kafi, 8/66/22
[1549]
Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe
[1550]
Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[1551] el-Hisal, 228/65
[1552] Emali’et-Tusi,
83/122
[1553] el-Hisal, 125/122
[1554] Mean’il-Ahbar,
335/1
[1555] Bihar, 94/142/21
[1556]
Nehc'ül-Belağa, 349. hikmet
[1557] a. g. e. 31. mektup
[1558] Derret’ul Bahire,
22
[1559] A’lam’ud-Din, 297
[1560] Tuhef’ul Ukul, 393
[1561] Bihar, 1/204/22
[1562] Gurer’ul Hikem,
9769
[1563]
Nehc'ül-Belağa, 133. hutbe
[1564] el-Kafi, 1/41/6
[1565]
Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1566] Bihar, 77/208/1
[1567] Gurer’ul Hikem,
7635
[1568] a. g. e. 6313
[1569]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1570] Tuhef’ul Ukul, 285
[1571] Mişkat’ul
Envar, 167
[1572] A’lam’ud-Din,
365/33
[1573]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1574] a. g. e. 103.
hikmet
[1575] a. g. e. 176. hutbe
[1576] a. g. e. 222
[1577] Kenz’ul Ummal,
42130
[1578] Gurer’ul Hikem,
4561, 4562
[1579] İddet’ud-Dai, 249
[1580] Tenbih’ul Havatir,
2/122
[1581]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1582] a. g. e.
[1583] Gurer’ul Hikem, 68
[1584]
Nehc'ül-Belağa, 373. hikmet
[1585] Bihar, 94/385/3
[1586] Gurer’ul Hikem,
3083
[1587] Bihar, 94/150/21
[1588]
Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1589] Tuhef’ul Ukul, 20
[1590] Gurer’ul Hikem,
3082
[1591]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1592] el-Fakih,
3/560/4924
[1593] Enfal suresi, 24.
ayet
[1594] Tefsir-i
Ayyaşi, 2/52/35, 36
[1595] a. g. e. h. 37
[1596] a. g. e. h. 38
[1597] el-Kafi, 8/22/4
[1598] Gurer’ul Hikem,
4429
[1599] Tuhef’ul Ukul, 37
[1600] Bihar, 78/11/70
[1601] Tuhef’ul Ukul, 285
[1602] Emali’et-Tusi,
301/595
[1603] Tuhef’ul Ukul, 358
[1604] a. g. e. 304
[1605] Derret’ul Bahire,
44
[1606] Sevab’ul A’mal,
138/1
[1607] Gurer’ul Hikem,
3433
[1608] Tuhef’ul Ukul, 393
[1609] Maide suresi, 104.
ayet
[1610] Zuhruf suresi, 23.
ayet
[1611] et-Terğib
ve’t-Terhib, 3/341/23
[1612] Mean’il-Ahbar,
266/1
[1613] Nihaye, 1/67
[1614] Dili ve kalbi
[1615] Emali’et-Tusi,
514/1125
[1616] Mean’il-Ahbar,
169/1
[1617] a. g. e. 180/1
[1618] Durr’ul Mensur,
4/174
[1619] el-Mehasin,
1/383/847
[1620] a. g. e. h. 848
[1621] el-Kafi, 8/54/16
[1622] Bihar, 5/305/23
[1623] el-İhticac,
2/510/337
[1624] a. g. e. s. 159/192
[1625] Hac suresi, 78.
ayet
[1626] bakara suresi, 6.
ayet
[1627] Tefsir-i el-Mizan, 1/209
[1628] Kalem suresi, 1.
ayet
[1629] Alak suresi, 4.
ayet
[1630] Gurer’ul Hikem,
6339
[1631] a. g. e. 5437
[1632] Harif, bir mevsim, bir yıl, yetmiş yıl veya her yılı bin yıl olan bin yıl demektir. (Mecme’ul Bahreyn)
[1633] Kenz’ul Ummal,
14957
[1634] bakara suresi, 219.
ayet
[1635] Maide suresi, 3.
ayet
[1636] a. g. s. 90-91.
ayetler
[1637] el-Kafi, 5/124/9
[1638] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/339/182
[1639] el-Hisal, 26/92
[1640] Kurb’ul Esnad,
174/641
[1641] Emali’et-Tusi,
336/681
[1642] el-Kafi, 5/122/1
[1643] a. g. e. s. 123/6
[1644] Tefsir-i
Ayyaşi, 1/322/116
[1645] Uyun-u
Ahbar’ir-Rıza, 2/22/50
[1646] el-Kafi, 5/123/2
[1647] Tavla, büyük davul, küçük davul, ud tambur veya tavla, satranç ve küçük davulun toplamı (Mecme’ul Bahreyn)
[1648] Sünen-i Ebi Davud,
3696
[1649] Yusuf suresi, 87.
ayet
[1650] Hicr suresi, 56.
ayet
[1651] Fussilet suresi,
49. ayet
[1652]
Nehc'ül-Belağa, 87. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 18/239
[1653] Tuhef’ul Ukul, 214
[1654] Kenz’ul Ummal, 5869
[1655] Bihar, 77/211/1
[1656] a. g. e. 94/99/13
[1657] a. g. e. 77/42/10
[1658] a. g. e. 72/338/1
[1659]
Nehc'ül-Belağa, 115. hutbe
[1660] a. g. e. 143
[1661]
Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1662] a. g. e. 45. hutbe
[1663]
Sahifet’ur-Rıza, 43/14
[1664] Bihar, 2/55/30
[1665]
Nehc'ül-Belağa, 90. hikmet
[1666] Bihar, 77/239/1
[1667] Gurer’ul Hikem,
1516, 1723
[1668] Nahl suresi, 97.
ayet
[1669] Mecme’ul Beyan, 6/593
[1670]
Nehc'ül-Belağa, 229. hikmet
[1671] a. g. e. 44
[1672] a. g. e. 43
[1673] a. g. e. 150
[1674] a. g. e. 45. mektup
[1675] a. g. e. 192. hutbe
[1676] Bihar, 78/9/64
[1677] Gurer’ul Hikem,
9887
[1678] Bihar, 78/111/6
[1679] Gurer’ul Hikem,
2339
[1680] Bihar, 77/422/40
[1681]
Nehc'ül-Belağa, 229. hikmet
[1682] Gurer’ul Hikem,
9660
[1683] a. g. e. 8663
[1684] a. g. e. 9435
[1685] a. g. e. 9452
[1686] Bihar, 71/96/61
[1687] Kenz’ul Ummal, 7095
[1688] a. g. e. 7126
[1689] a. g. e. 8741
[1690] a. g. e. 7080
[1691] Gurer’ul Hikem, 22
[1692] Bihar, 69/399/91
[1693] a. g. e. 78/10/67
[1694] Gurer’ul Hikem,
1405
[1695] a. g. e. 1106
[1696]
Nehc'ül-Belağa, 371. hikmet
[1697] el-Kafi, 2/139/9
[1698] Bihar, 78/453/21
[1699] a. g. e. s. 163/1
[1700] el-Kafi, 8/244/338
[1701] Gurer’ul Hikem,
6179
[1702] a. g. e. 7424
[1703] a. g. e. 7724
[1704] a. g. e. 10927
[1705] a. g. e. 4634
[1706] a. g. e. 4646
[1707] a. g. e. 3191
[1708] a. g. e. 6979
[1709] Bihar, 78/128/11
[1710] Gurer’ul Hikem,
7771
[1711] Bihar, 78/349/6
[1712] Gurer’ul Hikem,
4244
[1713]
Nehc'ül-Belağa, 3. mektup
[1714] Bihar, 77/187/37
[1715] el-Kafi, 2/138/3
[1716] Gurer’ul Hikem,
2549
[1717] Bihar, 77/238/1
[1718] Gurer’ul Hikem,
8439
[1719] a. g. e. 3295
[1720] a. g. e. 933
[1721] Bihar, 78/71/33
[1722] Gurer’ul Hikem,
8484
[1723] el-Kafi, 2/138/6
[1724] a. g. e. s. 139/10
[1725] a. g. e. 8/243/337
[1726] el-Fakih,
4/418/5912
[1727] Şura suresi,
15. ayet
[1728] Hud suresi, 112.
ayet
[1729] Durr’ul Mensur,
4/480
[1730] et-Terğib
ve’t-Terhib, 3/527/19
[1731] Kenz’ul Ummal,
36524
[1732] Bihar, 67/271/3
[1733] a. g. e. 10/105/1
[1734]
Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1735] Gurer’ul Hikem,
2869
[1736] a. g. e. 6994
[1737] Kenz’ul Ummal, 5478
[1738] Cin suresi, 16.
ayet
[1739] Ahkaf suresi, 13.
ayet
[1740] Fussilet suresi,
30. ayet
[1741] Kenz’ul Ummal, 5479
[1742]
Nehc'ül-Belağa, 119. hutbe
[1743] Gurer’ul Hikem, 245
[1744] Bihar, 78/91/95
[1745] a. g. e. 77/213/1
[1746] Gurer’ul Hikem,
8041
[1747] a. g. e. 6127
[1748] a. g. e. 10636,
10556
[1749] a. g. e. 8497
[1750] a. g. e. 8117
[1751] Kenz’ul Ummal, 1049
[1752] a. g. e. 1050
[1753] a. g. e. 1052,
1056, 1058
[1754] Emali’el Müfid,
51/12
[1755] Bihar, 10/212/13
[1756] a. g. e. 2/299/24