Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Mizanul Hikmet (hikmetin ölçüsü) benim, Ali de onun dilidir.” (İhkak’ul Hak, 6/46)

 

Mizan’ul Hikmet

 

10. Cilt

 

Muhammed Muhammedi REYŞEHRİ

 

Çeviri

 

Kadri ÇELİK

 

Tatbik

 

Nuri DÖNMEZ


 

E-Kitap:  http://kitab.nur-az.com/tr  -  http://gadir.free.fr

 

 

3177. Bölüm.. 4

Zorluktan Sonra Kurtuluş. 4

3178. Bölüm.. 4

Zorluk ve Kolaylığın Birbirine Yakınlığı 4

3179. Bölüm.. 7

Hak Olmayan Şeylerle Sevinmek. 7

3180. Bölüm.. 9

İranlılar İslam’dan En Büyük Payı Olanlardır. 9

3181. Bölüm.. 9

İranlılar ve İman. 9

3182. Bölüm.. 11

İranlılar ve İlim.. 11

3187. Bölüm.. 11

Zorla Cennete Sevkedilen Kimseler. 11

3184. Bölüm.. 12

İranlılar (çeşitli). 12

3185. Bölüm.. 14

Müminin Feraseti 14

3186. Bölüm.. 18

Fırsatlar Çabuk Geçer. 18

3187. Bölüm.. 18

Fırsatları Ganimet saymaya Teşvik (1). 18

3188. Bölüm.. 18

Fırsatları Ganimet saymaya Teşvik (2). 18

3189. Bölüm.. 19

Fırsatları Zayi Etmeden Sakındırmak. 19

3190. Bölüm.. 22

Farzları Eda Etmeye Teşvik. 22

3191. Bölüm.. 23

Farzları Müstehaplardan Öne Geçirmenin Farzı 23

3192. Bölüm.. 24

Münezzeh Olan Allah’ın İnsanlara Farz Kıldığı Şey. 24

3193. Bölüm.. 25

Münezzeh Olan Allah’ın Farz Kıldığı İlk Şey. 25

3194. Bölüm.. 25

Münezzeh Olan Allah’ın Farz Kıldığı En Zor Şey. 25

3195. Bölüm.. 25

Farzların Bütünü. 26

3196. Bölüm.. 28

Tefrit ve Kusur Etmekten Sakındırmak. 28

3197. Bölüm.. 29

İfrat ve Tefritten Sakınmak. 29

3198. Bölüm.. 31

Feragat Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

3199. Bölüm.. 34

İslami Fırkalar. 34

3200. Bölüm.. 34

İslam Ümmetinin Üç Fırka Oluşu. 34

3201. Bölüm.. 36

İnsanların Genelini Bozan Şey. 36

2-İhtilaf. 37

4-Haktan Mahrumiyet 38

3202. Bölüm.. 39

Toplumun Seçkinlerinin Bozulmasının Halkın Bozulmasındaki Etkisi 39

3203. Bölüm.. 40

Kur’an’a Göre Fesat Çıkaranlar. 40

3204. Bölüm.. 44

Kendisini Bozma Pahasına Halkı Islah Etmenin Caiz Olmayışı 44

3205. Bölüm.. 45

Fesadı Yok Eden Şey. 45

3206. Bölüm.. 48

Fısk. 48

3207. Bölüm.. 48

Fasık. 48

3208. Bölüm.. 51

Güzel Konuşmak. Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

3209. Bölüm.. 51

İnsanların en Fasih Konuşanı 51

3210. Bölüm.. 53

Fazilet 53

3211. Bölüm.. 53

Faziletlerin Çeşitleri 53

3212. Bölüm.. 54

İnsanın Faziletine Sebep Olan Şey. 54

3213. Bölüm.. 54

Faziletlerin Toplamı 54

3214. Bölüm.. 55

Faziletlerin En Üstünü. 55

3215. Bölüm.. 56

Faziletlerin Başı 56

3216. Bölüm.. 56

Fazilet Ehli 56

3217. Bölüm.. 57

İnsnalrın En Faziletlisi 57

3218. Bölüm.. 59

En Üstün Ahlak. 59

3219. Bölüm.. 59

Fazilet (çeşitli). 59

3220. Bölüm.. 61

Fakirlik ve Küfür. 61

3221. Bölüm.. 66

Fakirliği Kınama. 66

3222. Bölüm.. 68

Fakirliği Övmek. 68

3223. Bölüm.. 69

Fakirliğin Zenginlikten Üstünlüğü Hakkındaki Rivayetler. 69

3224. Bölüm.. 70

Fakirliğin Anlamı 70

3225. Bölüm.. 71

Fakir Kimse Kimdir?. 71

3226. Bölüm.. 72

İnsanların En Fakiri 72

3227. Bölüm.. 72

Nefsin Fakirliği 72

3228. Bölüm.. 72

Zenginlik ve Fakirliğin Ölçüsü. 72

3229. Bölüm.. 73

Övülmüş ve Kınanmış Fakirlik. 73

3230. Bölüm.. 74

Dini Fakirlik Kızıl Ölümdür. 74

3231. Bölüm.. 75

Fakiri Aşağılamak. 75

3232. Bölüm.. 76

Fakirliği Ortadan Kaldıran Şey. 76

3233. Bölüm.. 77

Fakirlik Getiren Şey. 77

3234. Bölüm.. 78

Münezzeh Olan Allah’ın Fakirlerden Özür Dilemesi 78

3235. Bölüm.. 79

Fakirliğin Süsü. 79

3236. Bölüm.. 80

Fakirler Cennetin Hükümdarlarıdır. 80

3237. Bölüm.. 81

Ne Mutlu Fakirlere. 81

3238. Bölüm.. 82

Fakirlik (Çeşitli). 82

3239. Bölüm.. 85

Dinde Fakih Olmak. 85

3240. Bölüm.. 86

Fakihin Özellikleri 86

3241. Bölüm.. 90

Fakih Kimdir. 90

3242. Bölüm.. 90

Fıkhın kemaline Sebep Olan Şey. 90

3243. Bölüm.. 91

İnsanların En Fakihi 91

3244. Bölüm.. 91

Fakihin Nişanelerinden Bazısı 91

3245. Bölüm.. 92

Fakihin Varlığının İblise Ağır Gelmesi 92

3246. Bölüm.. 92

Fakihlik İbadetin Ruhudur. 92

3247. Bölüm.. 93

Fakihin Ölümü. 93

3248. Bölüm.. 93

Fakihlerin Afeti 93

3249. Bölüm.. 95

Fikir ve Düşünce. 95

3250. Bölüm.. 96

Tefekkür. 96

3251. Bölüm.. 98

Mütalaa ve Tefekkür. 98

3252. Bölüm.. 98

Düşünmek Aynadır. 98

3253. Bölüm.. 99

Tefekkür Gibi Bir İbadet Yoktur. 99

3254. Bölüm.. 99

Bir Saat Tefekkürünü Değeri 99

3255. Bölüm.. 100

Düşünceyi Saf Kılan Şey. 100

3256. Bölüm.. 100

Yasaklanmış Tefekkür. 100

3257. Bölüm.. 101

Önceki Milletlerin Durumu Hakkında Düşünmek. 101

3258. Bölüm.. 103

Kurtuluş Sebepleri 103

3259. Bölüm.. 103

Kurtuluşa Erenler. 103

3260. Bölüm.. 104

Kurtuluşun Engelleri 104

3261. Bölüm.. 107

Tefviz (İşleri Allah’a Bırakmak). 107

3262. Bölüm.. 108

Tefviz’in Sonuçları 108

3263. Bölüm.. 112

Kabir. 112

3264. Bölüm.. 113

Kabir Sorgusu. 113

3265. Bölüm.. 113

Mezarda Sorulan Şey. 113

3266. Bölüm.. 115

Kabirde Sorguya Çekilen Kimse. 115

3267. Bölüm.. 115

Mezarda Faydalı Olan Ameller. 115

3268. Bölüm.. 116

Kabır Adabı 116

3269. Bölüm.. 117

Kabir (çeşitli). 117

3270. Bölüm.. 119

Kıblenin Değişmesi 119

İlmi Açıdan İnceleme. 120

Toplumsal Bir İnceleme. 122

Tarihi Açıdan İnceleme. 124

Kabe’nin Şekli 126

Kabe’nin Örtüsü. 127

Kabe’nin Konumu. 127

Kabe’nin Yönetimi 128

3271. Bölüm.. 131

3272. Bölüm.. 131

Mümini Öpmek. 131

3273. Bölüm.. 134

Birini Öldürmek/Cinayet 134

3274. Bölüm.. 137

Mümini Öldürmek. 137

3275. Bölüm.. 139

3276. Bölüm.. 139

Hem Öldürenin ve Hem de Öldürülenin Cehennemde Olduğu Hususlar. 139

3277. Bölüm.. 140

Öldürmek ve kesmek esnasındaUygun Olan Şey. 140

3278. Bölüm.. 140

İntihar Etmenin Haram Oluşu. 140

3279. Bölüm.. 141

Çocuk Düşürmenin Haram Oluşu. 141

3280. Bölüm.. 142

Eli Kolu Bağlanmış Esiri Öldürme Hakkındaki Rivayetler. 142

3281. Bölüm.. 145

Kader. 145

3282. Bölüm.. 146

Kader Konusunu Araştırmaktan Sakınmak. 146

3283. Bölüm.. 147

Taktir ve Tedbir. 147

3284. Bölüm.. 147

Kader ve Amel 147

3285. Bölüm.. 148

Kaderden Olan Şey. 148

3286. Bölüm.. 150

Kaderiye Mezhebini Kınamak. 150

3278. Bölüm.. 150

Kaderiye Kimlerdir?. 150

3288. Bölüm.. 151

Kadir Gecesi 151

3289. Bölüm.. 154

Kudret 154

3290. Bölüm.. 156

Bühtan ve İftira. 156

3291. Bölüm.. 160

Kur’an. 160

3292. Bölüm.. 163

Kur’an İmam ve Rahmettir. 163

3293. Bölüm.. 164

Kur’an En Güzel Sözdür. 164

3294. Bölüm.. 165

Kur’an Her Zaman Yenidir. 165

3295. Bölüm.. 165

Kur’an En Büyük Hastalıklara Şifadır. 165

3296. Bölüm.. 166

Kur’an Bir Servettir ve Kur’an Olmaksızın Zengin Olmak Mümkün Değildir. 166

3297. Bölüm.. 167

Kur’an’daki Mevcut İlimler ve Haberler. 167

3298. Bölüm.. 167

Kur’an’ı Öğrenmek. 167

3299. Bölüm.. 169

Kur’an Öğretmenin Sevabı 169

3300. Bölüm.. 170

Kur’an Ezberlemeye Teşvik. 170

3301. Bölüm.. 171

Kur’an’ı Zihninden Geçirmeye Teşvik. 171

3302. Bölüm.. 171

Kur’an’ı Bilenlerin Sevabı 172

3303. Bölüm.. 173

Kur’an’ı Bilen Kimseye Yakışan Şey. 173

3304. Bölüm.. 173

Kur’an Bilen Kimseye Yakışmayan Şey. 173

3305. Bölüm.. 174

Kur’an’ı Tilavet Etmeye Teşvik. 174

3306. Bölüm.. 175

Kur’an’ı Güzel Bir Sesle Okumak. 175

3307. Bölüm.. 175

Tilavet Hakkı 175

 

 

3308. Bölüm.. 177

Kur’an’ı Kenara İtmek. 177

3309. Bölüm.. 178

Kıraat Adabı 178

1-Ağzı Temizlemek. 178

2-Allah’a Sığınmak. 178

3-Tertil (Açık ve Tane Tane Okumak). 178

4-Tedebbür (Düşünme ve Dikkat Etme). 179

5-Huşu. 180

3310. Bölüm.. 181

Yasaklanmış Tilavetler. 181

3311. Bölüm.. 181

Kur’an’ın Lanet Ettiği Kimse. 181

3312. Bölüm.. 182

Kötü Kariler (Kur’an Okuyanlar). 182

3313. Bölüm.. 182

Karilerin (Kur’an Okuyanların) Çeşitleri 182

3314. Bölüm.. 184

Kur’an Dinlemek. 184

3315. Bölüm.. 184

Kur’an Dinlemenin Adabı 184

3316. Bölüm.. 185

Kuranın bir zahiri ve bir de Batını Vardır. 185

3317. Bölüm.. 185

Kendi Görüşü Üzere Tefsir Etmekten Sakındırma. 185

3318. Bölüm.. 186

Kur’an’ı Kim Tanır?. 186

3319. Bölüm.. 187

Kur’an Ayetlerinin Çeşitleri 187

3320. Bölüm.. 189

Muhkem ve Müteşabih Ayetler. 189

3321. Bölüm.. 191

Kur’an’ın İşaretleri 191

3322. Bölüm.. 191

Kur’an’ın Şekilleri 191

3323. Bölüm.. 192

Ümm’ül-Kur’an (Kur’an’ın Temeli). 192

3324. Bölüm.. 192

En Yüce, En Adaletçi, En Korkutucu ve En Ümit Verici Ayet 192

3325. Bölüm.. 195

Yakınlaştırılmışlar. 195

3326. Bölüm.. 196

Yakınlaştırılmış Kimselerin İbadeti 196

3327. Bölüm.. 197

Münezzeh Olan Allah Nezdinde En Yakınlaştırılmış Kimse. 197

3328. Bölüm.. 197

İnsanın Münezzeh Olan Allah’a En Yakın Hali 197

3329. Bölüm.. 198

İnsanlardan Kıyamet Günü Allah’a En Yakın Olan Kimse. 198

3330. Bölüm.. 198

Yakınlaşmanın Nihayeti 198

3331. Bölüm.. 199

Allah’a Ulaşmak. 199

3332. Bölüm.. 200

Herkim Bana Bir Karış Yaklaşırsa Ben De Ona Bir Zira Yaklaşırım.. 200

3333. Bölüm.. 201

Allah’a Yakınlaşma Vesilesi 201

3334. Bölüm.. 203

Allah’a İnsanlardan En Uzak Olan Kimse. 203

3335. Bölüm.. 205

İkrar. 205

3336. Bölüm.. 205

Mecbur Olan Şahsın İkrarının İtibarsızlığı 205

3337. Bölüm.. 208

Borç. 208

3338. Bölüm.. 210

Eli Darda Olan Borçluya Fırsat Tanımak. 210

3339. Bölüm.. 213

Kura-Çekiliş. 213

3340. Bölüm.. 216

Dinin Her Asırda Yenilenmesi 216

3341. Bölüm.. 218

İktisatlı Olmak. 218

3342. Bölüm.. 218

Geçiminde İktisatlı Olmanın Faydası 218

3343. Bölüm.. 220

İktisatlı Olmak (çeşitli). 220

3344. Bölüm.. 222

En Faydalı Kıssa. 222

Tefsir: 222

3345. Bölüm.. 223

Hikayecilerin Kınanması 223

3346. Bölüm.. 225

Kısas. 225

Meselenin ilmi Boyutlarının İncelenmesi 226

3347. Bölüm.. 231

Kısas Etmekten Vaz Geçmek. 231

3348. Bölüm.. 234

Kaza ve Kader. 234

Birkaç bölümde, ilahi kaza ve kader hakkında konuşma. 239

3349. Bölüm.. 244

İnsana Kaza ve Kaderin Yazılması 244

3350. Bölüm.. 245

İnsanın İradesi ve İlahi Kaza. 245

3351. Bölüm.. 247

Allah’ın Mümin İçin Hükmettiği Şey Hayırdır. 247

3352. Bölüm.. 248

Allah’ın Kazasından Hoşnut Olmayan Kimse. 249

3353. Bölüm.. 249

Kaza Kavramının Müteşabih Oluşu. 249

3354. Bölüm.. 252

Kaza Kader (çeşitli). 252

3355. Bölüm.. 254

Hüküm Verme Hakkı Olan Kimse. 254

3356. Bölüm.. 254

Tağut’un Hükmüne Müracaat Etmek. 254

3357. Bölüm.. 255

Hak Üzere Hükmeden Hakimler. 255

3358. Bölüm.. 256

İslam’ın Hükmüne Teslim Olmak. 256

3359. Bölüm.. 257

Herkim Allah’ın İndirdiği İle Hükmetmezse. 257

3360. Bölüm.. 258

Zalim Hakim.. 258

3361. Bölüm.. 259

Hüküm Verme İşinin Önemi 259

3362. Bölüm.. 259

Zalim Hakimlerin Toplantıları 259

3363. Bölüm.. 260

Hakimin Hesabının Şiddetli Oluşu. 260

3364. Bölüm.. 260

Hakimliği İstemek. 260

3365. Bölüm.. 261

İslam’a Göre Hakimin Özellikleri 261

3366. Bölüm.. 262

Hakimliği Adabı 262

1-Davalı Taraflar Arasında Eşitliğe Riayet Etmek. 262

2-Sesini Hasmın Sesinden Yükseltmemek. 262

3-Mahkemede Bitkinlik İzharında Bulunmamak. 262

4-Davalı Tarafların İddialarını Dinlemeden Hüküm Vermemek. 262

5-Gazap Halinde Hüküm Vermemek. 264

6-Uykulu Bir Halde Hüküm Vermemek. 264

7-Açlık veya Susuzluk Halinde Hüküm Vermemek. 264

8-Hakim Davalı Taraflardan Birinin Ev Sahibi Olmamalıdır. 264

9-Mahkemede Kulağa Gizlice Sohbet Etmemek. 264

10-Sağ Taraftaki Hasma Konuşmada Öncelik Tanımak. 265

11-Şahitlere Telkinde Bulunmamak. 265

12-Hüküm Vermeden Önce İyi Düşünmek. 265

3367. Bölüm.. 265

İnsanların En İyi Hüküm Vereni 265

3368. Bölüm.. 266

Allah’ın Yardım ve Kılavuzluk Ettiği Hakimler. 266

3369. Bölüm.. 266

Hakim Doğru Hüküm Verirse İki Sevaba Sahiptir. 266

3370. Bölüm.. 267

Hakimlerin Çeşitleri 267

3371. Bölüm.. 267

Kadının Hakimliği 267

3372. Bölüm.. 268

“Ben Sizlere Deliller Üzere Hükmederim” Sözünün Anlamı 268

3374. Bölüm.. 269

Hakimin Hatası 269

3374. Bölüm.. 269

Hakimlerin İhtilafi 269

3375. Bölüm.. 271

Hakimlik İşinde Meşveret 271

3376. Bölüm.. 272

Yüce Mahkeme. 272

3377. Bölüm.. 272

İmam’ın, “Bu Bir Hakimliktir” Sözü. 272

3378. Bölüm.. 272

Hakimliğin Başlangıcı 272

3379. Bölüm.. 273

Hakimlik (çeşitli). 273

3380. Bölüm.. 275

Kalp. 275

“Kalb” Kavramının Kur’an’daki Anlamı Üzerine. 276

3381. Bölüm.. 278

Kalbin Bedene Oranla Yeri 278

3382. Bölüm.. 278

Kalbin Özellikleri 278

3383. Bölüm.. 279

Kalpler Allah’ın Kabıdır. 279

3384. Bölüm.. 279

Kalplerle Allah’a Yönelmek. 279

3385. Bölüm.. 280

Kalplerin Çeşitleri 280

3386. Bölüm.. 281

Kalplerin En Hayırlısı 281

3387. Bölüm.. 281

Kalplerin İ’rabı (harekeleri). 281

3388. Bölüm.. 281

Kalbin Esenliği 281

3389. Bölüm.. 282

Kalbin İtminana Ermesi 282

3390. Bölüm.. 283

Kalp Gözü. 283

3391. Bölüm.. 284

Kalp Kulağı 284

3392. Bölüm.. 286

Kalbin Yönelmesi ve Yüz Çevirmesi 286

3393. Bölüm.. 287

Kalbin Temizliği 287

3394. Bölüm.. 288

Kalbin Açılması 288

3395. Bölüm.. 289

Kalbin Mühürlenmesi 289

3396. Bölüm.. 290

Kalbin (Allah Tarafından) Mühürlenmesi 290

3397. Bölüm.. 290

Kalbin Bilinçsizliği 290

3398. Bölüm.. 290

Kalbin Körlüğü. 290

3399. Bölüm.. 291

Kalbin Perdelenmesi 291

3400. Bölüm.. 292

Kalbin Sapması 292

3401. Bölüm.. 293

Kalbin Katılaşması 293

3402. Bölüm.. 294

Kalbin Katılaşmasının Sebepleri 294

3403. Bölüm.. 295

Kalbin Hastalığı 295

3404. Bölüm.. 295

Kalbi Hasta Kılan Şey. 295

3405. Bölüm.. 296

Kalbe Şifa Veren Şey. 296

3406. Bölüm.. 297

Kalbi Öldüren Şey. 297

3407. Bölüm.. 298

Kalbi İhya Eden Şey. 298

3408. Bölüm.. 299

Kalbi Bayındır Kılan Şey. 299

3409. Bölüm.. 299

Kalbi Yumuşatan Şey. 299

3410. Bölüm.. 300

Kalbi Cilalayan Şey. 300

3411. Bölüm.. 300

Kalplere Aydınlık Veren Şey. 300

3412. Bölüm.. 301

Kalbi İslah Eden Şey. 301

3413. Bölüm.. 301

Kalbe Güç Veren Şey. 301

3413. Bölüm.. 302

İnsan İle Kalbi Arasına Girmek. 302

3415. Bölüm.. 302

Kalp (Çeşitli). 302

3416. Bölüm.. 305

Kınanmış Taklit 305

3417. Bölüm.. 307

Taklit Edilmesi Doğru Olan Kimse. 307

Meselenin Bilimsel Ahlaki Açıdan İncelenmesi 309

3418. Bölüm.. 314

Kalem.. 314

3419. Bölüm.. 316

Kumar. 316

3420. Bölüm.. 319

Allah’ın Rahmetinden Ümidini Kesmek. 319

3421. Bölüm.. 320

Allah’ın Rahmetinden Ümidini Kesmekten Sakınmak. 320

3422. Bölüm.. 321

Allah’ın Rahmetinden Mahrum Olan Kimse. 321

3423. Bölüm.. 323

Kanaat 323

3424. Bölüm.. 325

Zenginlik Kanaattedir. 325

3425. Bölüm.. 325

Kanaate Sebep Olan Şey. 325

3426. Bölüm.. 326

Kanaatin Meyvesi 326

3427. Bölüm.. 327

Az Bir Şeye Kani Olmayan Kimse. 327

3428. Bölüm.. 330

Mukamevet/Direnmek. 330

3429. Bölüm.. 331

Direnmenin Faydası 331

3430. Bölüm.. 334

Dinde Kıyas. 334

İçindekiler. 335

 

 

 

 


409. Konu

 

el-Ferec

Kurtuluş-Genişlik

 

 

 

 

 

 


bak. .

F 110. konu, el-Hüzün; el-İmamet (3), 239 ve 240. bölümler

 

 


 

 


 

3177. Bölüm

Zorluktan Sonra Kurtuluş

 

15738.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şiddet son haddine ulaştığında genişlik hasıl olur, bela halkaları iyice sıkıştığında huzur ortaya çıkar.”[1]

15739.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zorluk doruğa ulaştığı zaman kurtuluşa en yakın zamandır.”[2]

15740.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kurtuluşa en yakın zaman, işin daraldığı zamandır.”[3]

15741.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm kapılar kapanınca kurtuluşun nişaneleri ortaya çıkar.”[4]

15742.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her zorluk şiddetlenince, Allah kurtuluşunu yakın kılar.”[5]

15743.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bela ve zorluk halkası daralınca, kurtuluş hasıl olur.”[6]

 

3178. Bölüm

Zorluk ve Kolaylığın Birbirine Yakınlığı

 

Kur’an:

Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.[7]

15744.  Resulullah (s.a.a), Allah-u Tela’nın, “Senin için göğsünü açmadık mı?” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer zorluk bir inde olsa kolaylık dışarı çıkarmak için yanına girer.” Peygamber daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”[8]

15745.  Resulullah (s.a.a), hakeza bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Asla bir zorluk iki kolaylığa üstün gelemez. “Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”[9]

15746.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer zorluk gelir ve bir ine girerse kolaylık da gelir, onun yanına girer ve onu dışarı çıkarır.”[10]

15747.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rahatlık,  eziyete ne kadar da yakındır.”[11]

15748.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mutluluklar mutsuzluklara nede yakındırlar!”[12]

15749.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her hüzün ve gamın bir açılışı vardır.”[13]

15750.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her darlığın bir çıkışı vardır.”[14]

15751.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kurtuluş beklentisi iki rahatlıktan biridir.”[15]



410. Konu

 

el-Ferah

Sevinç

 

 

F Bihar, 73/154, 125. bölüm kesret’ul ferah

 

 

 

 


bak. .

F 229. konu, es-Surur; 309. konu, ez-Zihk; 110. konu, el-Hüzün

F el-Hüzün, 822, 824. bölümler; et-Tama’, 2421. bölümler; el-Ayb, 3019. bölüm



 

3179. Bölüm

Hak Olmayan Şeylerle Sevinmek

 

Kur’an:

“Milleti ona: “Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma dediler.”[16]

“Onlara: “ işte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür.”[17]

bak. Şura suresi, 48. ayet; Hadid suresi, 23. ayet

15752.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice hafif davranmalar malın yağma edilmesiyle  sonuçlanır.”[18]

15753.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Size ne oluyor ki, dün­yada edindiğiniz az şeye seviniyor, ahiretten yitirdiğiniz çok şeye üzülmüyorsunuz!?”[19]

15754.  İmam Ali (a.s), Abdullah b. Abbas’a yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “(Ey Abdullah b. Abbas!) Kişi bazen ister istemez sonunda kendisine nasib olacak şey için sevinir ve bazen de kendisine ulaşması mukadder olmayan şey için hüzün duyar. Dünyada kendin için elde ettiğin en faziletli şey, bir lezzete ulaşmak veya öfkeni dindirmek olmasın. Aksine batılı söndürmek ve hakkı ihya etmek olsun. Sevincin, (ahiret için) gönderdiğin iyi amellerden; üzüntü ve kederin ise, terk edip yerine getirmediklerinden ötürü olsun. Tüm himmetin ise, ölümden sonrası (ahiret) için olsun.”[20]

bak. Es-Surur, 1792. Bölüm



411. Konu

 

el-Furs

Farslar-İranlılar

 

 

F Kenz’ul Ummal, 12/90-93, el-Furs

F Bihar, 67/166, 9. bölüm; Esnaf’un-Nas fi’l-İman

 

 

 

 


bak. .

F 59. konu, es-Sevre

 



 

 

3180. Bölüm

İranlılar İslam’dan En Büyük Payı Olanlardır

 

15755.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İslam’da insanlardan en büyük nasibi olanlar İran halkıdır.”[21]

15756.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İslam sayesinde Acemlerden (Arap olmayan) en mutlu millet İran halkıdır.”[22]

15757.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Rüyamda beyaz bir koyun sürüsünün siyah bir koyun sürüsüne karıştığını gördüm.” Ashap şöyle arzetti: “Bunun tabiri nedir, ey Allah’ın Resulü!” Peygamber şöyle buyurdu: “Acemler (Arap olmayanlar) bu din ve nesebinizde, size ortak olacaklardır. Eğer iman Süreyya yıldızına bile asılacak olsa, şüphesiz Acem olan bir topluluk onu elde edecektir. İman açısından onların en mutlusu İranlılardır.”[23]

Bir rivayette ise şöyle yer almıştır: “Rüyamda bir kuyudan su çektiğimi, birinin onun üzerinden atladığını, yanında bir miktar keçi bulunduğunu gördüm. Daha sonra çok sayıda koyun yanıma geldi ve ben onları Müslüman olacak olan Acemler (Arap olmayanlar) diye tabir ettim.”[24]

 

3181. Bölüm

İranlılar ve İman

“Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzerleriniz de olmazlar.”[25]

“Eğer dilerse, ey insanlar, sizi giderir (yok eder) ve başkalarını getirir. Allah, buna güç yetirendir.”[26]

“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner(irtidat eder) se, Allah (yerine), kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.”[27]

"Bu peygamber yine onlardan olup henüz kendilerine yetişmemiş bulunan başka insanlara da gönderdik. O Azizdir, Hakimdir.”[28]

“Biz Kuran'ı arapça bilmeyen kimselerden birine indirseydik de o bunları okusaydı yine de ona inanmazlardı.”[29]

15758.  Resulullah (s.a.a), “Eğer ondan yüz çevirirseniz, sizi ortadan kaldırır. Sizin gibi olmayacak bir milleti yerinize getirir.” ayetini okuyunca, kendisine, “Yüz çevirdiğimiz taktirde Allah’ın onları yerimize geçireceği bu kimseler kimlerdir?” diye sorulması üzerine Selman’ın omzuna dokunarak şöyle buyurmuştur: “Bu şahıs ve kavmidir. Canım elinde olana andolsun ki eğer iman Süreyya’ya da asılacak olsa, İran’dan bir topluluk onu elde edecektir.”[30]

Şöyle diyorum: “Bu hadisin benzeri başka bir yolla Ebu Hureyre’den ve İbn-i Merduye’den o da Cabir’den rivayet edilmiştir.”

15759.  İmam Sadık (a.s), Yakub b. Kays’a şöyle buyurmuştur: “Ey Kays’ın oğlu! “Eğer ondan yüz çevirirseniz, sizi ortadan kaldırır. Sizin gibi olmayacak bir milleti yerinize getirir.” Ayetinden maksat, azat edilmiş kölelerin çocuklarıdır.”[31]

15760.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Arap topluluğu! Eğer sizden bir grup yüz çevirirse, Allah sizin yerinize başka bir topluluğu getirir, yani azat edilmiş köleleri. Allah’a yemin olsun ki onlardan daha iyi bir topluluğu onların yerine geçirmiştir, yani azat edilmiş köleleri.”[32]

15761.  Mecme’ul Beyan’da Allah-u Teala’nın, “Eğer isterse sizi yok eder” ayeti hakkında şöyle yer almıştır: “Yani eğer Allah isterse, sizleri helak eder. “Ey insanlar!” ve sizleri yok eder. Bir görüşe göre de bu ayette taktirde hazfedilmiş bir kelime vardır. Yani aslında ayet şöyledir: Eğer Allah sizi yok etmeyi dilerse sizi yok eder ey insanlar! “Ve yerinize başka bir grubu getirir” yani Peygamberine yardım eden sizden başka bir topluluğu yerinize getirir. Rivayet edildiği üzere bu ayet nazil olduğu zaman Peygamber elini Selman’ın sırtına vurdu ve şöyle buyurdu: “Onlar bunun kavmidir. Yani İranlılardır.”[33]

15762.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Ey iman edenler! Aranızdan dininden kim dönerse bilsin ki Allah kendilerini sevdiği ve onların da Allah’ı sevdiği bir kavim getirir” ayeti sorulunca şöyle buyurmuştur: “(Onlar) Salman’ın omuzuna vurarak bunun kavmidir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Eğer din Süreyya’ya bile asılacak olsa, şüphesiz İranlılardan bir grup onu elde edecektir.”[34]

15763.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer iman Arapların elde edemeyeceği şekilde Süreyya’ya bile asılacak olsa, İranlılardan bir topluluk onu elde edecektir.”[35]

15764.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer din Süreyya’ya asılacak olsa, İranlılardan bir grup onu elde edecektir.”[36]

15765.  Ebu Hureyre şöyle diyor: “Cuma suresi nazil olduğunda, biz Peygamber’in (s.a.a) huzurunda oturmuştuk. Peygamber sureyi tilavet buyurdu ve “Henüz onlardan kendilerine katılmayan diğerleri” ayetine geldiği zaman birisi şöyle arzetti: “Henüz bizlere katılmayan bu kimseler kimlerdir?” Peygamber (s.a.a) elini Selman’ın başına koydu ve şöyle buyurdu: “Canım elinde olana andolsun ki eğer iman Süreyya’da bile olsa bunlardan bir topluluk onu elde edecektir.”[37]

15766.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Eğer onu Arap olmayan bazılarına nazil kılsaydık ve Peygamber onu kendilerine okusaydı, şüphesiz ona iman etmezlerdi” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer Kur’an Araplardan başkasına nazil olsaydı, Araplar asla ona iman etmezlerdi. Halbuki Araplara nazil oldu ve Acemler (Arap olmayanlar) ona iman etti. Bu da Acemler için bir fazilettir.”[38]

 

3182. Bölüm

İranlılar ve İlim

 

15767.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İbrahim (a.s) Iraklılara beddua etti. Allah-u Teala ona şöyle vahyetti: “Bu işi yapma (beddua etme.) Zira ben ilmin hazinelerini onların arasına bıraktım ve rahmeti onların kalbine yerleştirdim.”[39]

15768.   Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer ilim Süreyya’da olsa şüphesiz İranlılardan bir grup onu elde edecektir.”[40]

 

3187. Bölüm

Zorla Cennete Sevkedilen Kimseler

 

15769.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Neden güldüğümü sormayacak mısınız? Ben ümmetinden bir topluluğu zincirlere vurulmuş bir halde zorla cennete doğru çekildiğini gördüm.” Şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Onlar kimlerdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Onlar Acemlerden bir topluluktur, mücahitler onları esir ederler ve onları Müslüman ederler.”[41]

15770.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben zincirlere vurulmuş bir halde cennete doğru sürüklenen bir topluluğu görüyorum.”[42]

15771.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zincire vurulmuş bir halde cennete sürüklenen bir topluluğa şaşıyorum.”[43]

 

3184. Bölüm

İranlılar (Çeşitli)

 

15772.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İranlılar İshak’ın oğullarıdır.”[44]

15773.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İranlılar bizim akrabalarımızdır. Zira ki İsmail İshakoğullarının amcasıdır ve İshak da İsmailoğullarının amcasıdır.”[45]

15774.  Resulullah (s.a.a), yanında Acemlerden söz edilince şöyle buyurmuştur: “Onlara veya bazısına olan güvenim, size veya bazılarınıza olan güvenimden daha çoktur.”[46]



 

412. Konu

 

el-Firaset

Feraset

 

 

F Kenz’ul Ummal, 11/88, 103, Kitab’ul Feraset

F Bihar, 67/73, 2. bölüm; İnn’el Mümin yenzuru binurillahi subhaneh

F Kenz’ul Ummal, 13/178, Firaset-u İmam Ali (a.s)

 

 

 

 

 


 



 

3185. Bölüm

Müminin Feraseti

 

Kur’an:

“Bunda, görebilen insanlar için ibretler vardır.”[47]

15775.  İmam Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın, “Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat feraset sahibi kimselerdir.”[48]

15776.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin ferasetinden sakınınız; zira o Allah-u Teala’nın nuruyla bakar.” Hazreti Peygamber daha sonra “Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır” ayetini okuyarak şöyle buyurdu: “Maksat feraset sahibi kimselerdir.”[49]

15777.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratılan her şeyin iki gözü arasına (alnına) mümin veya kafir olduğu yazılmıştır. Bu sizlere örtülüdür ama Al-i Muhammed’in imamlarına örtülü değildir. Bu onların yanına varan kimselerin mümin veya kafir olduklarını bilirler.” İmam daha sonra, “Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır” ayetini okuyarak şöyle buyurdu: “Bu görebilen insanlar İmamların (a.s) ta kendileridir.”[50]

15778.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Al-i Muhammed’in Kaim’i kıyam edince tıpkı Davud’un hakemliği gibi insanlar arasında hakemlikte bulunur ve hiçbir tanığa ihtiyaç duymaz. Allah-u Teala ona ilhamda bulunur ve kendi ilmi esasınca hükmeder. Her topluluğa içinde gizlediği şeyi haber verir, dost ve düşmanını tiplerinden anlar. Münezzeh olan Allah şöyle buyurmuştur: “Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır.”[51]

15779.  İmam Sadık (a.s) kendisinden bir şey sormak isteyen Medine valisi Hilali’ye şöyle buyurmuştur: “Eğer istersen sen daha sormadan sen daha sormadan sana ne sormak istediğini söyleyebilirim. İstiyorsan da kendin sor.” Hilali şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulilllah! Ben daha sormadan zihnimde hangi sorunun olduğunu nereden biliyorsun?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Nişaneleri görebilme ve ferasetlerle. Aziz ve celil olan Allah’ın şu sözünü işitmedin mi? “Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır.” Hakeza Allah resulünün şu sözünü işitmedin mi? “Müminin ferasetinden korkunuz zira mümin aziz ve celil olan Allah’ın nuruyla Bakar.”[52]

15780.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz İmam’da (a.s) şu nişaneleri görebilenler için nişaneler vardır. O yol üstünde durandır (kılavuzluk için nişanedir) Allah’ın nuruyla Bakar. Allah tarafından konuşur ve istediği hiçbir şey ona gizli değildir.”[53]

15781.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin ferasetinden korkun. Zira o aziz ve celil olan Allah’ın nuruyla bakar.”[54]

15782.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin ferasetinden korkun. Zira o aziz ve celil olan Allah’ın nuruyla bakar ve Allah’ın verdiği başarıyla konuşur.”[55]

15783.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin zanlarından sakınınız, zira Allah-u Teala hakkı onların dilinde karar kılmıştır.”[56]

Bak. Ez-Zenn, 2472. Bölüm

15784.  İmam Kazım (a.s) Süleyman Caferi’ye şöyle buyurmuştur: “Ey Süleyman! Müminin ferasetinden sakın, zira o Allah’ın nuruyla bakar.” (Süleyman şöyle diyor: ) Ben bir şey demedim, sonra halvet olunca şöyle arzettim: “Fedan olayım! Şöyle buyurduğunu işittim: “Müminin ferasetinden sakın, zira o Allah’ın nuruyla bakar” İmam şöyle buyurdu: “Evet ey Süleyman! Allah mümini kendi nurundan yaratmış, onları kendi rahmetinde yüzdürmüş, onlardan bizim velayetimiz hakkında söz almıştır. Mümin müminin anne babadan olma öz kardeşidir, müminin babası nur, annesi rahmettir ve mümin kendisinden yaratılmış olduğu bir nurla bakar.”[57]

“Allame Meclisi şöyle diyor: “Kamil bir feraset kamil müminlere, yani İmamlara (a.s) özgüdür. Onlar İmamet kitabında da söylendiği gibilerin bütün müminleri ve münafıkları yüzünden tanırlar. Diğer müminler ise imanları ölçüsünce ferasetten nasiplenmişlerdir. “Allah Mümini kendi nurundan yaratmıştır” yani onları, Allah’ın temiz nuruyla nurlanmış bir ruhtan veya (ilahi hazinede) gizli ve İmamlarının (a.s) toprağıyla uyumlu bir topraktan yaratmıştır.

Yukarıdaki hadiste geçen “sebeğehum” kelimesi ise “onları yüzdürdü veya boyadı” anlamındadır. “fi rahmetihi” kelimesi ise onları kendi özel rahmetlerini kabullenecek hale getirmesinden kinayedir veya rahmetin yeri olan temiz ruha bağlantısından kinayedir. “Ebuhu ennur ve ummuhu rahmet” cümlesi ise bir tür istiaredir. Yani Allah’ın nurlarıyla ve rahmetleriyle olan aşırı ilişkisi sebebiyle adeta babası nur annesi ise rahmet olmuştur. Ya da nur tabiattan kinayedir, rahmet ise ruhtan kinayedir veya bunun tam tersi. (yani nur ruhtan kinayedir ve rahmet ise tabiattan kinayedir. )”[58]

15785.  İmam Sadık (a.s) kendisine, “mümin Allah’ın nuruyla bakar” cümlesinin anlamını soran Muaviye bin Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Ey Muaviye! Allah mümini kendi nurundan yaratmış, onları kendi rahmetinde yüzdürmüş ve Allah kendisini mümine tanıttığı gün bizim velayetimiz ve kendi marifeti hususunda müminlerden söz almıştır. O halde mümin müminin anne babadan olma öz kardeşidir. Müminin babası nur annesi rahmettir ve o kendisinden yaratıldığı nurla bakar.”[59]



413. Konu

 

el-Fursat

Fırsat

 

 

 

 

 

 


bak. .

F 337. konu, el-Acele; 368. konu, el-Umr; 396. konu, el-İğtinam; 193. konu, el-Murakebet



 

 

3186. Bölüm

Fırsatlar Çabuk Geçer

 

15786.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsatları iyi değerlendirin. Zira fırsatlar bulut gibi geçip gider.”[60]

15787.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsat bulut gibi geçip gider o halde iyi fırsatları ganimet sayın.”[61]

15788.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsatlar çabuk geçer ve geç döner.”[62]

15789.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsat avdır.”[63]

15790.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsat ganimettir.”[64]

 

3187. Bölüm

Fırsatları Ganimet Saymaya Teşvik (1)

 

15791.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Şimdi, şimdi! Pişman olmadan ve “Kişinin: “Allah’a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun. Gerçekten ben alaya alanlardandım” diyeceği günden sakının” “Veya, “Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan olurdum” diyeceği, yahut, azabı gördüğünde: “Keşke benim için dönüş imkanı bulunsa da iyilerden olsam” diyeceği günden sakının” demeden önce (fırsatları ganimet bilin).”[65]

15792.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey ademoğlu! Sen annenin karnına düştüğün andan itibaren sürekli ömür (evini) yıkma yoluna koyuldun. O halde elinde olan şeyden önünde olan şey için faydalan, zira mümin azık alır, kafir ise sadece eğlenir.”[66]

bak. el-Murakebe, 1540. Bölüm; el-umr, 2925. Bölüm

 

3188. Bölüm

Fırsatları Ganimet Saymaya Teşvik (2)

 

15793.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsatlara (elden gitmesiyle) hüzne ve gama sebep olmadan önce koşunuz.”[67]

15794.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsat ortaya çıkınca hedefinize doğru koşunuz ve hiçbir fırsat, bedenlerin sıhhati ile geçirilen boş günler gibi değildir.”[68]

15795.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki dünyanızdan geçenler bu cübbemin püsküllerine bile denk değildir. Dünyanızdan geri kalan ise geçene oranla suyun suya benzemesinden daha çok benzemektedir. Her şey kısa bir müddet kalacak ve çok yakında ortadan kalkacakdır. O halde henüz nefes alma fırsatınız varken, henüz eğeriniz yeni iken, gırtlağınız sıkılmamışken ve pişmanlık fayda etmeyecek duruma gelmemişken amel etmeye koşunuz.”[69]

 

3189. Bölüm

Fırsatları Zayi Etmekten Sakındırmak

 

15796.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin yüzüne hayırdan bir kapı açılırsa onu ganimet saymalıdır. Zira o kapının ne zaman yüzüne kapanacağını bilemez.”[70]

15797.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kime bir fırsat ortaya çıkar da kamil bir fırsat beklentisi içinde onu ertelerse zaman o fırsatı da elinden alır, zira zamanın işi almak, adeti ise kaybetmektir.”[71]

15798.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fırsatları terketmek hüzne sebep olur.”[72]

15799.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsatları zayi etmek hüzne sebep olur.”[73]

15800.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim fırsatları zamanında ertelerse onu kaybedeceğinden emin olmalıdır.”[74]

15801.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsat ortaya çıkınca onu avlayınız. Zira fırsatı kaybetmek hüzne sebep olur.”[75]

15802.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsatları hüzün ve gama dönüşmeden değerlendirin.”[76]

15803.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En şiddetli hüzün fırsatları kaybetmektir.”[77]

15804.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün düşünce (insanın) fırsatları kaybetmemesi ve hüzün ve gama sebebiyet vermemesidir.”[78]

15805.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim fırsatları hızla (duraklamaksızın) değerlendiririse hüzünlerden güvende olur.”[79]

15806.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim fırsatları ganimet sayarsa hüzün ve gamdan güvende olur.”[80]

15807.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dert ve sıkıntılara sabretmek fırsatları elde etmekle sonuçlanır.”[81]

15808.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşler zamanlarının rehinidir.”[82]

15809.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fırsat ortaya çıkmadan acele etmek ve fırsat ortaya çıktıktan sonra duraklamak cehaletin nişanesidir.”[83]



414. Konu

 

el-Feraiz

Farzlar

 

 

F Bihar, 71/194, 65. bölüm; Ara’ul Feraiz

 

 

 

 

 


bak. .

F 421. konu, el-Fazilet; 369. konu, el-Amel (1); 523. konu, en-Nafile

F el-İbadet, 2498. bölüm; er-Ruhsat, 1469. bölüm



 

 

3190. Bölüm

Farzları Eda Etmeye Teşvik

 

Kur’an:

“Allah’tan bir farz olarak…Allah bilendir, hekimdir.”[84]

15810.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Farzlar, farlar! Farzları Allah için eda ediniz ki sizleri cennete ulaştırsın.”[85]

15811.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bununla beraber Allah’a yemin olsun ki şüpheler doğmuş, kesin şeyleri bürümüştür. Hatta sanki, üstlenilen şey (rızık) size farzmış; farz kılınan (amel) da sizden kaldırılmış gibi telakki edilmeye başlanmıştır.”[86]

15812.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah size (oruç, namaz ve hac gibi) bir takım şeyleri farz kılmıştır; o halde onları zayi etmeyin. Sizleri bir takım sınırlar tayin etmiştir; o halde onları aşmayın. Sizlere bir takım şeylerden sakındırmıştır; o halde onlardan sakının.”[87]

15813.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın size farz kıldığı şeyler için çalışın, sizden istediğini eda etme gayretini de vermesini dileyin.”[88]

15814.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini kulluğa alıştır, ona yumuşak davran, ezip azarlama; sana kitapta farz kılınmış olanlar dışında onu hoş tut ve affet. Çünkü farzların, vaktinde ve yerinde eda edil­mesi gerekir.”[89]

15815.  İmam Ali (a.s) Hulvan’ın ordu komutanı Esved bin Kutbe’ye yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah’ın sana farz kıldığı şeyler yolunda sevabını ümit ederek ve azabından korkarak canını feda et.”[90]

15816.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz aziz ve celil olan Allah fazları sizlere kerem ve rahmeti üzere farz kılmıştır, sizlere ihtiyacı olduğu için değil! Aksine kendisinden başka ilah olmayan Allah sizlere olan rahmetinden dolayı (farz kılınmıştır) ki böylece pis olanı temiz olandan ayırsın, göğsünüzde olan şeyleri imtihan etsin ve kalbinizde olan şeyleri halis kılsın.”[91]

15817.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rabbinin farz kıldıklarını eda eden, uğradığı meşak­katlere sabreden, geceleri uykusunu terk eden kimseye ne mutlu!”[92]

15818.  İmam Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın, “Sabredin, direnin ve sınırları koruyun” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Farzları ede etme hususunda sabırlı olun, musibetler karşısında direnin ve İmamları (a.s) koruyun.”[93]

15819.  İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyle amel ederse o insanların en hayırlısıdır.”[94]

15820.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın farzlarıyla emel et ki insanların en takvalısı olasın.”[95]

15821.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala şöyle buyurmuştur: “Kulum kendisine farz kıldığımdan daha sevimli bir şeyle kendisini bana sevimli kılmamıştır.”[96]

15822.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Farzları eda etmek gibi (yüce) bir ibadet yoktur.”[97]

15823.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini, Allah’a itaat etmek, farzları eda etmek hususunda sabretmek, nafile ve vazifeleri yerine getirme hususunda meşakkate katlanmakla imtihan et.”[98]

15824.  İmam Ali (a.s) Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah’a özgü olan farzlarda niyetini halis kılmalı ve özgün vaktinde kılmalısın. O halde gece ve gündüzün bir bölümünde bedenini Allah’a itaate ver, O’na yaklaşmana vesile olan fiillerde bulun, bedeninin yorgun düşmesine neden olsa da fiillerinin eksiksiz ve kusursuz olmasına dikkat et.”[99]

15825.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kedi hakkından sizlere farz kıldığı şeyi ve sizlere beyan ettiği görevleri yerine getirerek Allah’a doğru yola koyulunuz.”[100]

15826.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ah olsun Kur’an’ı okuyup hükümlerini uygulayan, farzlarını düşünüp ifa eden, sünnete hayat verip bidati öldüren kardeşlerime!”[101]

 

3191. Bölüm

Farzları Müstehaplardan Öne Geçirmenin Vacip Olması

 

15827.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer müstehapların faziletine sarılarak farzları yerine getirmekten geri kalırsan şüphesiz elde ettiğin fazilet, zayi ettiğin farza denk olmayacaktır.”[102]

15828.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Altı yüz bin koyun mu, altıyüz bin dinar mı? yoksa altıyüz bin cümle mi istiyorsun?” Ali (a.s) şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Altı yüz bin cümle istiyorum.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Altı yüz bin cümleyi altı cümleye topluyorum. Ey Ali! İnsanların faziletler ve müstehaplarla uğraştığını görürsen sen farzlarını kemale erdirmeye çalış, insanların dünya işlerine koyulduğunu görürsen sen ahiret işlerine koyul. İnsanların birbirinin ayıplarını araştırmaya koyulduğunu görürsen sen kendi ayıplarına bak. İnsanların dünyayı süslemeye koyulduğunu görürsen sen ahiretini süslemeye koyul, insanların amellerin fazlalığına koyulduğunu görürsen sen amelini halis kılmaya çalış ve insanların yaratıklara tevessül ettiğini görürsen sen yaratıcıya tevessül et.”[103]

bak.  en-Nafile, 3951. bölüm; el-kemal, 3533. bölüm

 

3192. Bölüm

Münezzeh Olan Allah’ın İnsanlara Farz Kıldığı Şey

 

15829.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, insanların yoksullukları onları isyana sürüklemesin diye adil imamlara kendilerini insanların en fakirleriyle ölçüp değerlendirmelerini emretti.”[104]

15830.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah, yoksulların rızkını zenginlerin mallarında farz kılmıştır. Zengin, malı kendi zevkine harcadığından dolayı fakir aç kalmıştır.”[105]

15831.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah imanı, şirki temizlemek; namazı, kibirden uzak tutmak ve zekatı, rızka bir sebep kılmak için farz kılmıştır.”[106]

15832.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah tüm organlarına bir takım şeyler farz kılmıştır; kıyamet günü onlarla sana delil getirecektir.”[107]

bak. . eş-Şeriat, 1982. bölüm; 

 

3193. Bölüm

Münezzeh Olan Allah’ın Farz Kıldığı İlk Şey

 

15833.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın ümmetime farz kıldığı ilk şey beş vakit namazdır. Ümmetimden Allah’ın dergahına yükselen ilk şey de beş vakit namazdır. Ümmetimin sorguya çekileceği ilk şey de beş vakit namazdır.”[108]

bak. es-Selat, 2273, 2269. Bölüm; el-Hisab, 833. Bölüm

 

3194. Bölüm

Münezzeh Olan Allah’ın Farz Kıldığı En Zor Şey

 

15834.  İmam Sadık (a.s) Ebu Ubeyde Hezza’ya şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yaratıklarına farz kıldığı en zor şeyi sana haber vermeyeyim mi? İnsanların birbirine karşı insaflı olması, dini kardeşlere yardım ve her durumda Allah’ı hatırlamasıdır. Öyle ki Allah’a itaat ortaya çıktığında insanın onunla amel etmesi ve kendisi için bir günah ortaya çıktığında ise onu terk etmesidir.”[109]

15835.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yaratıklarına farz kıldığı şeylerin en zoru Allah’ı çok zikretmeleridir. Daha sonra şöyle buyurdu: “Maksadım, “Subhanellahi velhamdu lillahi vela ilahe illallahu vellahu ekber” (Allah münezzehtir, hamd Allah’a mahsustur , Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah vasfedilenden büyüktür) zikirlerini demek değildir. Gerçi bu da Allah’ı hatırlamaktır, ama benim Allah’ı zikretmekten maksadım, helal ve haram ile karşılaşıldığında Allah’ı hatırlamaktır. Öyle ki bir itaat ortaya çıkarsa ona amel etmesi ve bir günah ortaya çıktığında onu terk etmedir.”[110]

15836.  İmam Ali (a.s) insanların birbirine karşı hakları hususunda şöyle buyurmuştur: “Bu haklar­dan münezzeh olan Allah’ın farz kıldıklarının en büyüğü, emir sahibi­nin tebası, tebanın da emir sahibi üzerindeki hakkıdır. Bu hakkı eda etmeyi Allah her iki tarafa da farz kılmıştır.”[111]

bak. el-Ahd, 2963. Bölüm; 14119. Hadis

 

3195. Bölüm

Farzların Bütünü

 

15837.  İmam Ali (a.s) oğlu Muhammed bin Hanefiye’ye tavsiyede bulunarak şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Bilmediğin şeyi söyleme, hatta bildiğin bir şeyi bile tümüyle söyleme. Zira Allah Tebarek ve Teala bedeninin tüm organlarına bir takım farzlar taktir etmiştir. Kıyamet günü onlarla sana karşı hüccet (aleyhine delil) getirilir. Ve seni onlardan dolayı hesaba çekecektir. Bu organlara hatırlatmada bulunmuş, öğüt vermiş, onları uyarmış, onlara edep öğretmiş ve onları kendi haline terk etmemiştir. Örneğin aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “İlmin olmadığı şeye uyma, şüphesiz kulak, göz ve kalp, bütün bunlardan sorguya çekilecektir.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü.” Sonra bu organlardan Allah’a itaat ederek ona ibadet ve kulluk etmesini istemiştir. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Rüku edin, secdeye varın, Rabbiniz’e kulluk edin, iyilik yapın ki saadete erişesiniz.” O halde bu, organlara taktir edilen farzların toplamıdır (en kapsamlısıdır. )”[112]

15838.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’ın kendi kitabında farz kıldığı şey İslam’ın dayanaklarıdır. Ve o beş dayanaktır. İslam bu beş farz üzere bina edilmiştir. Münezzeh olan Allah bu farzlardan her birisi için herkesin bilmesi gereken dört sınır taktir etmiştir. Bu farzların ilki namazdır, sonra zekattır, ondan sorna oruçtur, sonra hacdır, ondan sonra da velayettir. Bu sonuncusu (velayet) bütün farzların ve sünnetlerin toplamıdır.”[113]

15839.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yaratıklarına taktir ettiği farzların sınırları en büyük farzlardan olan beş farzdır: Namaz, zekat, hac, oruç ve (önceki diğer dört) farzın koruyucusu olan velayet.”[114]

 



415. Konu

 

et-Tefrit

Tefrit-İhmal

 

 

 



 

 

3196. Bölüm

Tefritten Sakındırmak

 

Kur’an:

“Kişinin: “Allah’a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun (diyeceği günden sakının.)”[115]

15840.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefrit, güçlü insanın musibetidir.”[116]

15841.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefrit, güçlülerin musibetidir.”[117]

15842.  İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefritten dolayı kaynaklanan hasretleri hatırla ve uzak görüşlülüğü öne al.”[118]

15843.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefritin semeresi pişmanlıktır; uzak görüşlülüğün semeresi ise sağlıktır.”[119]

15844.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefritten sakının, şüphesiz tefrit kınanmaya sebep olur.”[120]

15845.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefritten sakının zira tefrit hasretlerin fayda vermediği bir zamanda hasret duymaya sebep olur.”[121]

15846.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim tefrit ederse uçuruma yuvarlanır.”[122]

15847.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim şu üç şey hususunda aşırılık ederse mahrum kalır: “Bağışlayıcı kimseden bağış talep etmek, alimle oturup kalkmak ve sultana meyletmek.”[123]

15848.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah itaati, acizlerin (zayıf iradelilerin) tefrit ettikleri bir zamanda akıllılara ganimet kıldı.”[124]

15849.  İmam Ali (a.s) zikir ehlinin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onları kendi aklınca; övülmüş makamlarında ve o değerli meclislerinde amel defterlerini yaymış, nefislerini hesaba çekmek amacıyla emrolunup da tefrit ettikleri veya nehyolunup da haddi aştıkları bütün küçük büyük işleri ortaya dökmüş görürsün.”[125]

15850.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilim sahibi olan, yaptığı işlerde aşırılığa kaçmaz ve insanlar arasında övgüye layık bir şe­kilde yaşar.”[126]

15851.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennet öne geçenlerin nihayeti ve ateş ise geride kalanların varacağı sondur.”[127]

 

3197. Bölüm

İfrat ve Tefritten Sakınmak

 

15852.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahil insanı ya ifratta veya tefritte görürsün.”[128]

15853.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu insanın damarlarına bağlanmış bir et parçası vardır; bu, insanın içinde olan en şaşılacak bir uzuvdur ve o da kalptir. İşte bunda hikmet ve ondan farklı bir takım şeyler vardır. Eğer onun için bir ümit doğarsa, tamah onu zelil eder; tamah onu heyecanlandırırsa, hırs onu helak eder; eğer ümitsizlik ona musallat olursa, eseflenmek onu öldürür… do­ymak onu ifrata götürürse (fazla yerse), aşırı doymak (mide şişkinliği) onu sıkar. O halde her kusur ona zararlıdır; her ifrat (haddi aşmak) da onu bozguna uğratır.”[129]

15854.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Benim hakkımda iki sınıf helak olacaktır: Bir kısmı kendisini haktan uzaklaştıracak ölçüde beni aşırı sevenlerdir. İkincisi ise kendisini haktan uzaklaştırıp sapıklığa götürecek ölçüde bana aşırı buğzedenlerdir. İn­sanların en hayırlıları, hakkımda ne ileri gidip ne de geri kalan orta yolu se­çenlerdir.”[130]

bak. el-Ğuluvv, 3106. Bölüm; 14955-14958. Hadisler



416. Konu

 

el-Firağ

Boş Vakti Olmak

 

 

 

 

 

 


bak. .

F 105. konu, el-Hirfe; 475. konu, el-Leğv; 478. konu, el-Lehv



 

 

3198. Bölüm

Boş Vakti Olmak

 

Kur’ân:

“Öyleyse, boş vakit bulunca ibadete koyul; Ve ümit edeceğini yalnız Rabbinden iste.” [131]

15855.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü hesabı en şiddetli olan kimse kendisi boşta gezdiği halde işini başkalarının yaptığı kimsedir. Eğer iş sıkıntı ve zahmet sebebiyse şüphesiz boşta gezmek, fesat ve bozulma sebebidir.”[132]

15856.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala çok uyuyan kuldan nefret eder ve Allah-u Teala boşta gezen kulundan nefret eder.”[133]

15857.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah ne dünya işinde ne de ahiret işinde olmayan boşta gezer salim kimseden nefret eder.”[134]

15858.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki şey bir çok insanın fitne (imtihan veya bozulma) sebebidir: Sıhhat ve boş vakti olmak.”[135]

15859.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves boş kalmaktan kaynaklanır.”[136]

15860.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves düşkünlüğü boş gezmekle hasıl olur.”[137]

15861.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şunu bilesin ki dünya, bir bela yurdudur. Orada bir saat boşta kalmak, kıyamet gününde hasret ve pişmanlığa neden olur.”[138]

15862.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer çalışmak sıkıntı ve zahmet sebebi ise sürekli boşta gezmek de fesat ve helak olma sebebidir.”[139]

15863.  İmam Seccad (a.s) bir duasında şöyle buyurmuştur: “Kalplerimizi kendi zikrinle her türlü zikirden, dillerimizi senin şükrünle her türlü şükürden, bedenlerimizi sana itaatle her türlü itaatten alıkoy. Eğer bizler için bir işten boş vakit taktir ettiysen bu boş vakiti salim kıl ki onda bizi bir günah sarmasın, bizlere bir bıkkınlık erişmesin ve böylece kötülükleri yazan melekler günahlardan boş bir kitapla geri dönsünler. İyilikleri yazan melekler bizler için yazdıkları iyilikler sebebiyle sevinç içinde geri dönsünler.”[140]

15864.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) Mekarim’ul Ahlak duasında şöyle buyurmuştur: “Allahım! Muhammed’e ve Al-i Muhammed’e selat-u selam gönder. Beni, kendisine gösterdiğim önemimin (ibadet ve kulluktan) alıkoyduğu işten müstağni kıl. Beni yarın benden soracağın bir işe yönlendir ve günlerimi beni kendisi için yarattığın şeyler yolunda harcat.”[141]

15865.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bana ibadetle geçen bir sıhhat ve dünyadan yüzçevirmekle birlikte olan bir boş vakit nasip eyle.”[142]

15866.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) Arefe günü duasında şöyle buyurmuştur: “Allahım! Senin gücünden ve genişliğinden kaynaklanan bir güç ve genişlikle, senin sevdiğin işleri yapmak için boş vaktin halinin ve sana yaklaştıran şey hususunda çalışmanın tadını bana tattır. Bana armağanlarından bir armağan gönder. Ticaretimi faydalı kıl, dönüşümü zararsız eyle, beni azametli makamından korkut ve seni görmeye iştiyaklı kıl.”[143]

15867.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan için kendisini hiçbir meşguliyetin alıkoyamadığı bir saatinin (vaktin) olması ne de uygundur.”[144]

bak. el-Murakebe, 1544. Bölüm



417. Konu

 

el-Firak

Fırkalar-Mezhepler

 

 

F Kenz’ul Ummal, 1/209-212

F Bihar, 72/178, 104. bölüm; el-Mercie ve’z-Zeydiyye ve’l-Beteriyye ve’l-Vakifiyye

 

 

 

 


bak. .

F 21. konu, el-Ümmet; 145. konu, el-İhtilaf; 71. konu, el-Cemaat



 

 

3199. Bölüm

İslami Fırkalar

 

15868.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Canım elinde olana andolsun ki bana uyan ve benim Şiilerimden olanlar dışında bütün bu fırkalar sapıktır.”[145]

15869.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğullarının başına gelenler kılı kılına ümmetimin başına da gelecektir… İsrailoğulları yetmiş iki millete ayrıldılar, ümmetim de yakında yetmiş üç millete ayrılacaktır. Bunlardan bir fırkası dışında tümü ateştedir.”[146]

15870.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hıristiyanlar şu veya bu yüzden dağıldılar, sizler de ey ümmet! Onlar gibi sizlerin defırka fırka fırka olacağınızı görüyorum. Onlardan bir fırka daha fazla olacaksınız. Biliniz ki ben ve bana uyan kimseler dışında bütün fırkalarınız sapıktır.”[147]

 

3200. Bölüm

İslam Ümmetinin Üç Fırka Oluşu

 

15871.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetim üç fırkaya ayrılacaktır. Hak üzere olan bir fırka ki batıl onlardan en küçük bir şeyi azaltamayacak  beni ve Ehl-i Beyt’imi seveceklerdir. Onların misali saf altın misali gibidir. Ne kadar ateşe koyar ve ateşi alevlendirirsen onun saflığından başka bir şeyi artmaz. Bir fırkası da batıl üzeredir. Hak ondan en küçük bir şeyi eksiltmez… ve bir fırka da şüphe ve kuşku içindeki fırkadır, Samiri dini üzeredirler ama onlar “la mesase” (Bana dokunmayın) dememektedirler. Bunlar, “la kıtale” (savaş yoktur) derler. Bunların önderi Abdullah bin Kays Eş’ari’dir.”[148]

 



418. Konu

 

el-Fesad

Fesad

 

 

F Bihar, 73/395, 144. bölüm; Bab’ul Fesad

 

 

 

 

 


bak. .

F El-Ümmet, 127-129. bölümler; el-Ahiret, 33. bölüm; ed-Devlet, 1282 ve 1283. bölümler; er-Rahmet, 1457. bölüm; el-Kaza (1), 3350. bölüm; el-Mer’e, 3658. bölüm



 

 

3201. Bölüm

 İnsanların Genelini Bozan Şey

1-Günah

Kur’an:

“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesad çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.”[149]

“Ardında ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır; Allah’ın emriyle onu gözetirler. Bir kavim kendi nefislerindekini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah’tan başka hami de bulunmaz. Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O’dur.” [150]

“Başınıza gelen her hangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder. Yeryüzünde O’nu aciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir dostunuz da yardımcınız da yoktur.”[151]

“Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine yemin etmişlerdi.”[152]

“Onlara iki adamı misal olarak göster: Birine iki bahçe vermiştik.”[153]

15872.  İmam Bakır (a.s) “onlardan, ona iman etmeyen kimse…” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar Muhammed’in ve ondan sonra Al-i Muhammed’in düşmanlarıdır. “Ve Rabbin bozgunculuk çıkaranları daha iyi bilir” ayetinde geçen fesattan maksat da Allah ve Resulüne karşı isyan etmektir.”[154]

15873.  İmam Bakır (a.s) kendisine, aziz ve celil olan Allah’ın, “Islah olduktan sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın” ayeti hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Yeryüzü bozulmuştu. Aziz ve celil olan Allah Peygamberi (s.a.a) vasıtasıyla onu islah etti ve şöyle buyurdu: “Yeryüzünde ıslah olduktan sonra fesat çıkarmayın.”[155]

15874.  İmam Rıza (a.s) Muhammed bin Sinan’ın sorularına cevap olarak şöyle yazmıştır: “Allah bir nefsi öldürmeyi haram kılmıştır. Zira eğer helal olsaydı insanları bozar, helak eder ve toplum idaresini bozardı….

Allah-u Teala zinayı haram kılmıştır. Zira zina da nefsin öldürülmesi, soyun ortadan kalkması, çocukların terbiyesinin terk edilmesi, miras sisteminin bozulması ve benzeri bir çok fesatlara sebep olmaktadır.

Aziz ve celil olan Allah iffetli kadınlara iftirada bulunmayı haram kılmıştır. Zira soyların ortadan kalkmasına, evladın inkarına, miras meselesinin bozulmasına, çocukların terbiyesinin terk edilmesine, tanınmaların ortadan kalkmasına ve insanların helak olmasına sebep olan diğer bir çok büyük günahlara ve olaylara sebep olmaktadır…”[156]

15875.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir toplum arasında fuhuş ve fesat yaygınlaşınca mutlaka öncekilerde bulunmayan veba ve hastalıklar da onlar arasında yaygınlaşır.”[157]

15876.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul gizlice günah işlerse sahibinden başkasına zarar vermez. Aşikar bir şekilde yapar ve insanlar da onu engellemezse o günah insanların geneline zarar verir.”[158]

15877.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah insanların geneline, kendi aralarında bir çirkinliği müşahe ettiklerinde bundan alıkoymaya güçleri yettiği halde alıkoymadıkları takdirde belli bir grubun günahı sebebiyle azap etmiştir. Zira böylesi durumda Allah özele ve genele (bütün bir halka) azap eder.”[159]

15878.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk cihadı terk edince Allah mutlaka hepsine azap eder.”[160]

bak. ez-Zenb, 1381, 1382. Bölüm; el-Ma’ruf (2), 2694. Bölüm; el-Kaza (1), 3350. Bölüm

 

2-İhtilaf

15879.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendi peygamberlerinden sonra ihtilafa düşen her ümmetin batıla yönelenleri hakka yönelenlerine üstün gelmiştir.”[161]

15880.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki peygamberinden sonra ihtilafa düşen her ümmetin Allah’ın istemediği durum dışında batıl olanı hak olanına üstün gelmiştir.”[162]

15881.  İmam Ali (a.s) Muaviye ordusunun kendi ordusuna galip geldiğini haber vererek şöyle buyurmuştur: “Vallahi onlar, batıl yolda birlik içindeyken, sizin hak yolunuzda ayrılığa düşmeniz; onlar batıl yolda imamlarına itaat ederken, sizlerin hak yolunda imamınıza isyan etmeniz; onlar emaneti sahibine verirken, sizin emanete hıyanet etmeniz; onlar şehirlerinde islah edici-düzgün hareket ederken sizin fesad-bozgunculuk etmeniz sebebiyle çok geçmeden sizlere galib geleceklerini sanıyorum.”[163]

bak. el-İhtilaf, 1045-1047. Bölümler

3-Eşitlik

Kur’an:

“Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.”[164]

15882.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar çeşitli ve farklı oldukları taktirde hayır ve iyilik üzere olmuşlardır. Eşit ve tekdüze oldukları taktirde ise helak olmuşlardır. ”[165]

bak. el-İcare, 12. Bölüm

4-Haktan Mahrumiyet

15883.  İmam Ali (a.s) hilafete ulaştıktan sonra ordu komutanlarına yazmış olduğu mektupta şöyle buyurmuştur: “Allah’a hamdü senadan sonra, sizden öncekiler helak oldular. Onlar rüşvet vererek elde etmek için insanları haklarından mahrum kıldılar. İnsanları batıl yola sürüklediler, onlar da peşleri sıra gittiler.” [166] [167]

15884.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah, güçlülerinden zayıfların hakkının alınmadığı bir topluluğu nasıl temiz ve pak kılar?!”[168]

15885.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zayıfın hakkının güçlüden hiçbir korku ve titreme olmaksızın alınmadığı bir ümmet asla temizlenemez.”[169]

15886.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, mazlumun hiçbir korku ve titreme olmaksızın hakkını güçlüden alamadığı bir ümmeti asla temizlemez.”[170]

bak. ez-Zulm, 2447. Bölüm

 

3202. Bölüm

Toplumun Seçkinlerinin Bozulmasının Halkın Bozulmasındaki Etkisi

 

15887.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Din ve dünyanın kıvamı dört şey iledir: İlmiyle amel eden alim, ilim öğrenmekten utanmayan cahil, kendi bağışında cimrilik etmeyen cömert ve ahiretini dünyaya satmayan fakir kimse. Zira alim ilmini zayi edince (amel etmeyince) cahil de ilim öğrenmekten çekinir ve zengin kimse bağışında cimrilik edince, fakir de ahiretini dünyasına satar.”[171]

15888.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın kıvamı dört şey iledir: İlmiyle amel eden alim, bağışta bulunan zengin, ilim öğrenmek için tekebbür etmeyen cahil ve ahiretini başkasının dünyası için satmayan fakir. Ne zaman alim ilmiyle amel etmezse, zengin kimse bağıştan el çekerse, cahil ilim öğrenmek hususunda tekebbüre kapılırsa ve fakir ahiretini dünyaya satarsa, eyvahlar olsun onlara!”[172]

15889.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin kıvamı dört şey iledir: İlmiyle söyleyen ve söyledikleriyle amel eden alim, Allah’ın dininin takipçilerine ihsanını esirgemeyen zengin, ahiretini dünyasına satmayan fakir ve ilim öğrenmekten kibirlenmeyen fakir. O halde alim ilmini gizlerse, zengin kimse malında cimrilik ederse, fakir ahiretini dünyaya satarsa ve cahil kimse de ilim öğrenmekten çekinirse, dünya gerisin geriye döner. O halde camilerin çokluğu, çeşitli kavimlerin varlığı sizleri aldatmasın.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey müminler Emiri! O zaman nasıl yaşayalım?” İmam şöyle buyurdu: “Zahirde bunlara karışınız ve batında onların aksine olunuz.”[173]

15890.  İmam Ali (a.s) insanların geneli hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz (halkın çoğunun bozulması) seçkinlerinin bozulmasındandır. Şüphesiz toplumun seçkinleri beş kısma ayrılır: Allah’a doğru kılavuzlar olan alimler, Allah’a doğru birer yol olan zahitler, Allah’ın yeryüzündeki emin kulları olan tacirler, Allah’ın dininin yardımcıları olan mücahitler ve Allah’ın yaratıklarının yöneticileri olan hakimler. Eğer, alimler tamahkar olur ve mal toplamaya koyulurlarsa o halde kimden kılavuzluk istenilir? Eğer zahit dünyaya ve insanların elinde olan şeylere rağbet gösterirse, artık kime uyulur? Eğer tüccar ihanet eder ve zekat vermezse, kime itminan edilip güvenilebilir? Eğer mücahitler gösteriş peşinde koşar, mal ve servet elde etmeye göz dikerse Müslümanlar kimler aracılığıyla savunulur? Eğer yöneticiler zalim olur, hüküm ve emirlerinde adaletsizce ve zalimce davranırlarsa, artık kimin vesilesiyle mazlumun hakkı zalimden alınabilir? Allah’a yemin olsun ki insanları sadece tamahkar alimler, dünyayı talep eden zahitler, hain tüccarlar, riyakar mücahitler ve zalim idareciler helak etmiştir: “Zalim kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını çok yakında anlayacaklardır.”[174]

bak. el-İlm, 2900. Bölüm

 

3203. Bölüm

Kur’an’da Fesat Çıkaranlar

 

1-Firavun

Kur’an:

“Şüphesiz Firavun yeryüzünde azmış ve halkını fırkalara ayırmıştı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu; çünkü o, bozgunculardan biriydi.”[175]

bak. A’raf suresi, 103. ayet; Yunus suresi, 91. ayet; Neml suresi, 14. ayet

2-Ka’run

Kur’an:

“Karun, Mûsa’nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: “Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez” demişlerdi.”[176]

3-Beni İsarail

Kur’an:

“İsrailoğullarına Kitapta: “Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz” diye bildirdik.”[177]

“Yahûdiler, “Allah’ın eli sıkıdır” dediler…Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları sevmez.”[178]

4-Hud Kavmi

Kur’an:

“Rabbinin, hiçbir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad kavmine ne ettiğini görmedin mi? Vadide kayaları kesip yontan Semud kavmine, memleketlerde aşırı giden, oralarda bozgunculuğu artıran, sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun’a Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?”[179]

bak. Şuara suresi, 133-140 ayetler

5-Salih’in Kavmi

Kur’an:

“Allah’ın sizi Ad milletinin yerine getirdiğini, ovalarında köşkler kurup dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini hatırlayın; Allah’ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” dedi.”[180]

bak. A’raf suresi, 73-79. ayetler; Neml suresi, 45-53. ayetler; Şuara suresi, 141-159. ayetler

6-Şuayb Peygamber

Kur’an:

“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tamamı tamamına yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”[181]

Bak. Hud, 84-95, Şuara, 176-189, A’raf, 85-92

7-Lut’un Kavmi

Kur’an:

 “Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz?” Milletinin cevabı: “Doğru sözlülerden isen bize Allah’ın azabını getir” demek oldu. Lut: “Rabbim! Bozgunculara karşı bana yardım et” dedi.”[182]

Bak. Ankebut suresi, 28-34. ayetler; A’raf suresi, 80-84. ayetler

8-Adil İmama Karşı İsyan Eden Kimse

Kur’an:

“Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek…”[183]

9-Hükümdar

Kur’an:

Melike: “Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar dedi.” [184]

15891.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aşağılık insanlar yönetici olunca faziletli insanlar helak olur.”[185]

15892.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aşağılık insanlar hakim olunca yüce insanlar zulme ve zorbalığa maruz kalır.”[186]

15893.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden iki grup doğru olursa ümmetim de doğru olur. Eğer onlar bozulursa, ümmetim de bozulur.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! O iki grup kimlerdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Fakihler ve yöneticiler.”[187]

bak. 494. Konu, el-Mulk

10-Münafık

Kur’an:

“Kendilerine: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” dendiği zaman, “Bizler sadece ıslah edicileriz” derler.” [188]

15894.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benden sonra sizin için en çok korktuğum kimse, konuşmasını bilen her münafığın varlığıdır.”[189]

bak. en-Nifak, 3934, 3931. Bölümler; el-Ummet, 128. Bölüm

11-İsraf Edenler

Kur’an:

“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.”[190]

15895.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinar ve dirhemi (bir takım amaçlar için) kırmak ve meyvenin tohumunu bir köşeye atmak da bozukluktandır.”[191]

15896.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Azığı zayi etmek ve ahireti bozmak da fesattandır (bozulmadandır)”[192]

15897.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz azığı zayi etmek de bozulmadandır.”[193]

bak. 230. Konu, el-İsraf

12-Sıla-i Rahim’de Bulunmayan Kimse

Kur’an:

“Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden?”[194]

“Sağlam söz verdikten sonra Allah’ın ahdini bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lânet onlara ve kötü yurt cehennem, onlaradır.”[195]

bak. er-Rahim, 1467. Bölüm

13-Sihirbaz

Kur’an:

“Sihirbazlar gelince Mûsa onlara: “Atacağınızı atın” dedi. Attıklarında, Mûsa: “Yaptığınız sihirdir, fakat Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah bozguncuların işini elbette düzeltmez dedi.”[196]

bak. 223. Konu, es-Sihr

14-Hırsız

Kur’an:

“Allah’a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmeğe gelmediğimizi ve hırsız da olmadığımızı biliyorsunuz” dediler.” [197]

Tefsir:

El-Mizan tefsirinde şöyle yer almıştır: “Yusuf’un kardeşlerinin, “Sizler çok iyi biliyorsunuz ki biz yer yüzünde fesat çıkarmak için gelmedik” sözü, Mısır’a azık almak için girdikleri zaman Yusuf’un, onların casus oldukları veya kötü niyetlerle Mısır’a geldikleri korkusu nedeniyle araştırıldıklarını; niçin geldikleri, nereden geldikleri, soylarının ve neseplerinin ne olduğu ve benzeri bir çok hususlarda soruşturulduğunu göstermektedir.

15-Dindar ve Güzel Ahlak Sahibi Birinin Evlilik İsteğini Reddeden Kimse

15898.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ahlak ve dinini beğendiğiniz birisi, size görücülüğe gelince, ona kızınızı verin. “Eğer böyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat meydana gelir.”[198] [199]

15899.  İmam Bakır (a.s) evlilik hususunda sorulunca şöyle buyurmuştur: “Birisi kızınızı istemeye geldiğinde, dindarlık ve emanete riayetinden hoşnut olduğunuz taktirde ona kızınızı verin: “Eğer böyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat meydana gelir.”[200]

bak. ez-Zevac, 1642. Bölüm

 

3204. Bölüm

Kendisini Bozma Pahasına Halkı Islah Etmenin Caiz Olmayışı

 

15900.  İmam Ali (a.s), bazı ashabını kınayarak şöyle buyurmuştur: “Allah’a andolsun ki sizler dinlenme alanlarında çok, ama bayraklar altında (savaş meydanlarında) oldukça azsınız. Ben sizleri islah edecek ve eğriliğiniz düzeltecek şeyi biliyorum. (size zorla boyun eğdirebilirim. ) Ama Allah’a andolsun ki nefsimi fesada-bozgunluğa düşürmek pahasına sizi islah etmeyi (uygun) görmüyorum.”[201]

15901.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib Kufe’de halka şöyle buyurdu: “Ey Kufe ehli! Benim sizleri neyin ıslah edeceğini bilmediğimi mi sanıyorsunuz? Elbette ki biliyorum. Ama kendimi bozarak sizleri ıslah etmeyi hoş görmüyorum.”[202]

15902.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Elbette sizleri neyin ıslah edeceğini ve eğriliğinizi düzelteceğini biliyorum. Ama ben kendimi bozma pahasına sizleri ıslah etmeyeceğim.”[203]

15903.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben sizleri düzeltecek şeyin kılıç olduğunu biliyorum. Ve ben kendimi bozma pahasına sizleri ıslah etme niyetinde değilim. Ama çok yakında benden sonra sizlere acımasız bir yönetici hakim olacaktır.”[204]

15904.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ama ben Allah’a yemin olsun ki dünyamı düzeltmek için dinimi bozacak bir şey yapmayacağım.”[205]

15905.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer onlar, sadece benim kendimi bozmamla düzeleceklerse, Allah onları düzeltmesin.”[206]

15906.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben, ehlimi tenbih ettiğim eğitimle sizleri de tenbih ettim. Ama önem vermediniz, rabbimin hadlerini icra ettiğim bu kırbaçla size vurdum. Lakin (hata ve günahtan) el çekmediniz. Sizlere kılıcımla vurmamı mı istiyorsunuz? Biliniz ki ben sizleri neyin düzelteceğini ve eğriliğinizi neyin doğrultacağını biliyorum. Ama ben, kendimi bozma pahasına sizleri ıslah etmeyi almayacağım. Aksine Allah, benim intikamımı sizlerden alacak birini sizlere musallat edecektir. Böylece ne nasiplenip lezzet alacağınız bir dünya kalacak ve ne de kendisine doğru gideceğiniz bir ahiret! Lanet ve ölüm olsun cehennem ehline!”[207]

15907.  İnsanların Ali b. Ebi Talib’in (a.s) etrafından dağılıp bir çoğunun dünyasından nasiplenmek için Muaviye’ye doğru koştuğu bin esnada kendisinin huzuruna gelerek, “Ey Müminlerin Emiri! Bu mallarla bağışta bulun ve arabın seçkinlerini, Kureyş’i ve sana muhalefet edip Muaviye’nin yanına kaçmasından korktuğun kimseleri Arap olmayanlardan üstün kıl” diyen bir grup ashabına Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Benim zaferi, zulüm ve adaletsizlikle elde etmemi mi istiyorsunuz? Hayır Allah’a yemin olsun ki güneş doğdukça ve yıldızlar gökyüzünde parladıkça böyle bir işe kalkışmayacağım.”[208]

bak. Nehc’ul Belağa, 126. Hutbe; el-Bihar, 78/94, 17. Bölüm

 

3205. Bölüm

Fesadı Yok Eden Şey

 

Kur’an:

“Allah’ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.”[209]

15908.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Şiilerimizden namaz kılan kimseler vesilesiyle, Şiilerimizden namaz kılmayan kimselerin azabını defetmektedir. Eğer onların tümü namazı terk etmiş olsalardı, şüphesiz helak olurlardı. Allah Şiilerimizden zekat verenler vesilesiyle de zekat vermeyen Şiilerimizden azabı defetmektedir. Aziz ve celil olan Allah’ın şu sözü de buna işarettir: “Eğer insanlardan bazısı, diğer bazıları vesilesiyle defedilmeseydi, şüphesiz yeryüzü bozulurdu.”[210]

15909.  İmam Ali (a.s), kendisine Allah-u Teala’nın, “Eğer Allah defetmeseydi…” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ayetin anlamı, Allah’ın iyilerin varlığının bereketiyle, kötü kimselerden helak olmayı uzaklaştırmasıdır.”[211]

15910.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah için rükuya varan kullar, süt emen çocuklar ve otlayan hayvanlar olmasaydı, şüphesiz üzerinize şiddetli bir azap inerdi.”[212]

15911.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ilahi takva kalplerinizin hastalığının ilacıdır… ve göğüslerinizin bozukluğunun ıslah sebebi ve nefislerinizin pisliklerinin temizlik aracıdır.”[213]

15912.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine, doğru niyetle ve içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltirdi.”[214]

 



419. Konu

 

el-Fısk

Fısk

 

 

 

 

 

 

 


bak. .

F El-Hidayet, 4003 ve 4004. bölümler



 

 

3206. Bölüm

Fısk

 

Kur’an:

“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilenler, canları çıkmadan önce kesmemişseniz boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fâsıklıktır.”[215]

“Üzerine Allah’ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah’ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.”[216]

15913.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fısk her günahkarın Allah’a karşı işlediği büyük bir günah veya her günaha bulaşan kimsenin lezzet, şehvet ve kendisine galebe çalan şevk sebebiyle bulaştığı günah anlamındadır. Bu fısktır ve bunu yapan kimse de fasık olup fıskı sebebiyle imandan çıkmıştır. Eğer bu işi sürdürür ve önemsememe ve küçük görmek derecesine düşerse bu itinasızlık ve küçük görme sebebiyle de küfrü gerekli olur.”[217]

 

3207. Bölüm

Fasık

 

Kur’an:

“Münafık erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar; elleri de sıkıdır; Allah’ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu. Doğrusu münafıklar fâsıktırlar.” [218]

“And olsun ki, sana apaçık ayetler indirdik. Onlara sadece fasıklar küfreder.” [219]

“İncil sahipleri Allah’ın onda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır.” [220]

“Firavun, milletini küçümsedi ama, onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti.” [221]

bak. Bakara suresi, 59. ayet; Al-i İmran suresi, 82. ayet; En’am suresi, 49. ayet; A’raf suresi, 163. ayet; Tevbe suresi, 84. ayet; Enbiya suresi, 74. ayet; Nur suresi, 4. ayet; Neml suresi, 12. ayet; Kasas suresi, 32. ayet; Ankebut suresi, 34. ayet; Ahkaf suresi, 20 ayet; Zariyat suresi, 46. ayet; Haşr suresi, 19. ayet

 

15914.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fasık insanın nişanesi dört şeydir: Oyalanmak, boş işlerle uğraşmak, düşmanca saldırmak ve iftirada bulunmak.”[222]

15915.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin, dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına karşı büyüklenen, büyüklerinize ve idarecilerinize itaat etmekten sakının… Çünkü onlar, asabiyetin esas sütunları, fitne binasının temelidirler… Onlar fıskın temeli, isyanın ayrılmaz parçalarıdır.”[223]

15916.  İmam Ali (a.s) sapıkların sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “(Dalalet ehli) Dünyayı seçip, ahireti geriye attılar. Arı suyu bırakıp, bulanık, kokuşmuş su içtiler. Onların fasıklarını sanki münkerle arkadaş olmuş, ona alışıp onunla uyum sağlamış görüyorum. Öyle ki günahlarda saçlarını ağartmış, ahlakı günah rengine bürünmüş.”[224]

Bak. El-Cihad (1), 580. Bölüm



420. Konu

 

el-Fesahat

Fesahat

 

 

F Bihar, 17/156, 18. bölüm; Fesahet’un-Nebi (s.a.a) ve’l-Belagatuhu

F Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/278; Kelam li İbn-i Ebi’l-Hadid fi Enne Emir’el Müminin (a.s) Efseh’un-Nas

 

 

 

 


bak. .

F 46. konu, el-Belagat; en-Nahv, 3860. bölüm



 

 

3208. Bölüm

Fesahat

 

15917.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fesahat konuşmanın süsüdür.”[225]

15918.  Zebr’da şöyle yer almıştır: “Hutbelerde fasih bir şekilde konuşuyor, amelde ise kusur ediyorsunuz, oysa amelde fasih olup hutbeyi kısa tutsaydınız bu sizin için daha ümit verici olurdu. Ama sizler ayetlerime kastettiniz, onu alaya aldınız, bana karşı günah işlemeye yöneldiniz. Neticede bu vesileyle de parmakla gösterilir (günahla meşhur) oldunuz.”[226]

 

3209. Bölüm

İnsanların en Fasih Konuşanı

 

15919.  İmam Ali (a.s) kendisine, “İnsanların en fasih konuşanı kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Apaçık soru sorulduğunda susturucu ve ikna edici bir cevap veren kimsedir.”[227]

15920.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz en fasih konuşan, en halis olan (veya en çok hayır dileyen) ve en güzel yüzlü olan kimseleriz.”[228]

 



421. Konu

 

el-Fezilet

Fazilet

 

 

 

 

 

 

 


bak. .

F 7. konu, el-Edeb; 149. konu, el-Hulk; 115. konu, el-İhsan; 467. konu, el-Kemal; el-Cebr, 485. bölüm; el-Feraiz, 3191. bölüm; el-Adl, 2544. bölüm; el-İbtila, 396. bölüm



 

3210. Bölüm

Fazilet

 

Kur’an:

“Onları birbirlerinden nasıl üstün kıldığımıza bir bak. ! Doğrusu ahirette daha büyük dereceler ve daha büyük üstünlükler vardır.”[229]

“İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah’ın kendilerine hitab ettiği, derecelerle yükselttikleri vardır.”[230]

“İsmail’i, Elyesa’yı, Yunus’u, Lut’u da (doğru yola eriştirdik.) Hepsini alemlere üstün kıldık.”[231]

15921.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletler merdiveninden yukarı çıkmak zor ama kurtarıcıdır. Aşağılık şeylere çöküş ise kolay ama helak edicidir.”[232]

15922.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini faziletleri kabullenmeye zorla. Zira tabiatın aşağılık üzere kuruludur.”[233]

15923.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En güçlü vesile güzel faziletlerdir.”[234]

15924.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletleri elde etmekle düşman yere serilir.”[235]

15925.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın övüncü faziletiyledir, soyu ile değil.”[236]

15926.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin faizletleri az olursa vesileleri de zayıf olur.”[237]

15927.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın faziletleri birbiri ardınca inen zorluklarda ortaya çıkar.”[238]

 

3211. Bölüm

Faziletlerin Çeşitleri

 

15928.  İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletler dört çeşittir: Birincisi, kıvamı düşünce olan hikmettir, ikincisi, kıvamı şehvet olan iffettir. Üçüncüsü kıvamı gazap olan kudrettir. Ve dördüncüsü kıvamı nefsani güçlerin itidali olan adalettir.”[239]

bak. el-Hulk, 1105. Bölüm

 

3212. Bölüm

İnsanın Faziletine Sebep Olan Şey

 

15929.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fazilet, kemal güzelliği ve yüce işler iledir, mal çokluğu ve işlerin büyüklüğü (makamlar ile değil.)”[240]

15930.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir fazileti vardır, yüce insanların fazileti ise insanlara iyilik etmektir.”[241]

15931.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim fedakarlık ederse fazilet ismini elde etmeye hak kazanır. ”[242]

15932.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsana kendisini eksik sayması fazilet olarak yeter.”[243]

15933.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyi ameller insanın faziletlerindendir.”[244]

15934.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Büyük insanların fazileti ibadet güzelliğidir.”[245]

15935.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fazilet, kudret elde ettiğinde (intikam alabildiğinde) affetmektir.”[246]

15936.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fazilet iyilikle beraberdir.”[247]

15937.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin kemali huyların şerafetiyledir.”[248]

15938.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana bir selam verildiğinde ona en iyi selamla cevap ver. Sana bir iyilik yapıldığında onu daha üstün bir iyilikle telafi et. Elbette bu konuda üstünlük onu başlatan kimsenindir.”[249]

15939.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletleri elde etmek zulüm ve zorbalıktan sakınmak, hak ve insafla amel etmek, fesattan uzak durmak ve ahireti islah etmekle kendisinizi süsleyiniz.”[250]

15940.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva sahipleri dünyada fazilet ehli olan kimseldir. Onlar sözleri doğruluk, giyimleri ise orta halli olan kimselerdir.”[251]

 

3213. Bölüm

Faziletlerin Toplamı

 

15941.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisini kötülüğe karşılık vermekten daha yüce bilirse faziletlerin toplamını elde etmiştir.”[252]

15942.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisine kötülük eden birine iyilik ederse şüphesiz faziletlerin toplamını elde etmiş olur.”[253]

15943.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim suçları affederse faziletlerin toplamını elde etmiş olur.”[254]

15944.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mürüvvet/insanlık diğer faziletleri ve iyilikleri bir araya toplayan bir isimdir.”[255]

15945.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin toplamı, özgür insana ihsanda bulunmak, hayır ve iyilik ehli kimseye iyilik etmektir.”[256]

15946.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret sahibi olduğunda affedici ol, zorluk ve darlık durumunda bağışlayıcı ol ve fakirliğine rağmen fedakar ol ki fazilet ve üstünlüğün kemale ersin.”[257]

15947.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haramlardan sakınınca, şüphelerden el çekince, farzları yerine getirince ve nafileleri eda edince şüphesiz dini faziletleri kemale ulaştırmış olursun.”[258]

 

3214. Bölüm

Faziletlerin En Üstünü

 

15948.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin en üstünü, terk eden kimseyle ilişki kurmak, ürken kimseyle ünsiyet edinmek ve sürçen bir kimsenin elinden tutmaktır.”[259]

15949.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsaf, faziletlerin en üstünüdür.”[260]

bak. es-Sevab, 471. Bölüm

15950.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin en üstünü (insanların) arzusunu temin etmek (veya insanın ilgi duyduğu şeyleri bağışlamak), yardım isteyene yardım etmek ve istekleri giderme hususunda ılımlı davranmaktır.”[261]

15951.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dili korumak ve ihsanda bulunmak insanın faziletlerinin üstünlüğündendir.”[262]

15952.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir fazilet ihsandan daha yüce değildir.”[263]

15953.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir menkıbe ihsandan daha yüce değildir.”[264]

15954.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Seni seven kimseye değer ver ve düşmanını affet ki faziletin kemale ersin.”[265]

15955.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötülüğe iyilikle karşılık vermek ve suçları bağışlamakla örtmek faziletlerin en iyisi ve beğenilmiş hasletlerin en yücesidir.”[266]

15956.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhsanda bulunmak ve iyiliği yaymak en üstün faziletlerdendir.”[267]

bak. el-Hulk, 1112, 1119, 1120. Bölümler; el-İsar, 2. Bölüm; el-Hayr, 1170. Bölüm; et-Takva, 4156. Bölüm

 

3215. Bölüm

Faziletlerin Başı

 

15957.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin başı ilimdir.”[268]

15958.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öfkeye hakim olmak ve şehveti öldürmek faziletlerin başıdır.”[269]

15959.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce insanlara iyilik etmek faziletlerin başıdır.”[270]

15960.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin nihayeti akıldır.”[271]

15961.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletlerin doruğu ilimdir.”[272]

 

3216. Bölüm

 Fazilet Ehli

 

15962.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü olunca Allah Tebarek ve Teala ilk ve son bütün insanları bir çölde toplar, ardından bir münadi şöyle nida eder: “Fazilet ehli kimseler nerededir?” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Böylece insanlardan bir grup kalkar, melekler onları karşılar ve şöyle derler: “Sizin faziletiniz neydi?” onlar şöyle der: Biz bizimle ilişkisini kesen kimseyle ilişki kurar, bizi mahrum kılana bağışta bulunur, bize zulmedeni affederdik.” Böylece onlara şöyle denir: “Doğru söylediniz, cennete giriniz.”[273]

15963.  Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü bir münadi şöyle seslenir: Fazilet ehli kimseler nerede?” sayısı az olan bir grup ayağa kalkar ve hızla cennete doğru gider. Melekler öne çıkarak şöyle der: “Cennete doğru hızla koştuğunuzu görüyoruz” onlar şöyle cevap verirler: Fazilet ehli kimseler bizleriz.” Melekler şöyle der: “Sizin faziletiniz neydi?” Onlar şöyle der: Biz, birinden zulum görünce bağışlar, kötülük görünce affederdik. Bize karşı cahilce karşı bir hareket yapıldığında yumuşak davranırdık.” Bunun üzerine kendilerine şöyle denir: “Cennete girin; Şüphesiz cennet amel eden kimseler için ne güzel bir mükafattır.”[274]

bak. el-Hisab, 842. Bölüm

 

3217. Bölüm

İnsanların En Faziletlisi

 

15964.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların dünyada en faziletlisi en cömert olanıdır. Ahirette ise en takvalı olanlarıdır.”[275]

15965.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde insanların en üstünü aklını ihya eden, şehvetini öldüren ve ahiretini bayındır kılma yolunda kendisini meşakkate düşüren kimsedir.”[276]

15966.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en üstünü kudreti olduğu halde yumuşak davranan, imkanı olduğu halde züht içinde yaşayan ve gücü olduğu halde insaflı davranan kimsedir.”[277]

15967.  Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Tala nezdinde en yüce makama sahip olanınız uzun bir süre açlık çeken ve düşünceye koyulanınızdır. Allah-u Teala nezdinde en nefret edileniniz ise çok uyuyan, çok yiyen ve çok içeninizdir.”[278]

15968.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde kulların en üstünü, doğru yola erişip (insanlara) doğru yolu gösteren böylece bilinen bir sünneti ayakta tutup bilinmeyen bir bidatı öldüren adil imamdır.”[279]

15969.  İmam Ali (a.s) Haris Hemdani’ye yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur: “Bil ki müminlerin en üstünü kendisinden, ailesinden, malından herkesten önce infak eden, onları Allah yoluna adayandır. Zira önceden gönderdiğin hayır, sana azığın o-larak kalır, geriye bıraktığın ise senden başkalarının hayrı olur.”[280]

15970.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratıkların en üstünü hak üzere en çok hüküm veren kimsedir.”[281]

15971.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Şüphesiz insanların en üstünü makamı yüce olduğu halde tevazu gösteren, zengin olduğu halde dünyadan yüz çeviren, gücü olduğu halde insaf üzere amel eden ve kuderti olduğu halde yumuşak huylu olan kimsedir. Biliniz ki insanların en üstünü dünyadan kendisine yetecek miktarını alan, dünyada iffet ve nefis izzeti içinde yaşayan ve (ahiret) yolculuğu için azık alıp yolculuk için hazırlanan kimsedir.”[282]

15972.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah katında insanların en üstünü kazancını azaltsa, onu kedere, meşakkatlere sürüklese bile hakla amel etmeyi, kendine fayda veren batıldan daha çok seven kimsedir.”[283]

15973.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Salih kul olan Lokman’a şöyle denildi: “İnsanların en üstünü kimdir?” Lokman şöyle dedi: “Zengin mümindir.” Kendisine şöyle denildi: “Mal ve servet açısından zengin olan mı?” Lokman şöyle buyurdu: “Hayır, ilim açısından zengin olandır. Böylece kendisine ihtiyaç duyulduğunda ilminden istifade edilir. Eğer ihtiyaç duyulmazsa, kendisine kifayet eder.” Şöyle denildi: “O halde insanların en kötüsü kimdir?” Lokman şöyle dedi: “İnsanların onu kötü bir şeyi yaparken görmesine önem vermeyen kimsedir.”[284]

15974.  Resulullah (s.a.a), kendisine “insanların en iyisi kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Az yiyen, az gülen ve bedenini örten şeyle kifayet eden kimsedir.”[285]

15975.  Mesih (a.s), kendisine, “insanların en üstünü kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Sözü Allah’ı zikir, sükutu tefekkür ve bakışı ibret olan kimsedir.”[286]

bak. el-Ma’rifet, 2585. Bölüm; el-İman, 298. Bölüm; et-Takva, 4163. Bölüm; ed-Dunya, 1244. Bölüm

 

3218. Bölüm

En Üstün Ahlak

 

15976.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en üstün ahlakı hilimdir (yumuşak huyluluktur.)”[287]

15977.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cömertlik ve haya en üstün ahlaktır.”[288]

bak. 3214. Bölüm; el-Hulk, 1119. Bölüm; el-İsar, 2. Bölüm; el-Hayr, 1170. Bölüm

 

3219. Bölüm

Fazilet (Çeşitli)

 

15978.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fazilet, ihsanda bulunmak iledir.”[289]

15979.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Faziletleri bilmemek, en çirkin rezalettendir.”[290]

15980.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün şey, uyumlu olmaktır.”[291]

15981.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz fazilet ehlinin faziletini sadece fazilet ehli kimseler bilir.”[292]

15982.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşmanına karşı fazilet ile davran. Şüphesiz bu iki zaferden biridir.”[293]

15983.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara çok ısırıcı (çetin) bir zaman gelecektir; o dönemde zengin iki elindeki malı ısıracaktır (infak etmeyecektir); oysa böyle davranmaya emredilmemiştir. Allah şöyle buyurmuştur: “Aranızda ihsan etmeyi unutmayın.”[294]

 



422. Konu

 

el-Fakr

Fakirlik

 

 

F Bihar, 72/1, 94. bölüm, Fazl’ul Fakr ve’l-Fukara

F Kenz’ul Ummal, 6/467, 490, 612, 618, el-fakir ve’l-fukara

F Kenz’ul Ummal, 6/492, 618; Fakr’ul İztirari

F Kenz’ul Ummal, 6/491, Fakr’un-Nebiyy (s.a.a)

F Bihar, 76/314, 60. bölüm; ma yures’ul Fakr ve’l-Ganiyy

F El-Müheccet’ül-Beyza, 7/313, Kitab’ul Fakr ve’z-Zühd

 

 

 

 


bak. .

F 29. konu, el-Buhl; 397. konu, el-Ganiy; 185. konu, er-Rızk; 500. konu, el-Mal; el-Hırs, 789. bölüm; es-Sual (2), 1709, 1711-1715, 1733. bölümler; ez-Zeyf, 2392. bölüm



 

 

3220. Bölüm

Fakirlik ve Küfür

 

15984.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Neredeyse fakirlik küfür olacaktı.”[295]

15985.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben küfürden ve fakirlikten sana sığınırım.” Bir adam şöyle arzetti: “Bu ikisi birlikte midir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Evet.”[296]

15986.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer Rabbimin ümmetimin fakirlerine merhameti olmasaydı, fakirlik neredeyse küfürle sonuçlanacaktı.”[297]

Şöyle diyorum: Allame Meclisi (r.a) Resulullah’ın (s.a.a), “Fakirlik neredeyse küfür olacaktı” sözünü izah ederken şöyle diyor: “Bu rivayet Şia ve Sünni arasında meşhur olan rivayetlerdendir ve fakirliği büyük bir şekilde eleştirmektedir. Ama daha önceden zikredilen rivayetler ve Peygamber’in (s.a.a), “Fakirlik benim övüncümdür, ben fakirlikle övünürüm” ve “Allah’ım beni fakir olarak yaşat, fakir olarak öldür ve fakirler zümresinde haşreyle” hadisi, bizim burada sözünü ettiğimiz hadisle çelişki içindedir. Bu rivayet Ehl-i Sünnet’in Peygamber’den (s.a.a) naklettiği, “Fakirlik her iki dünyada da insanın yüzünün kara olmasına (sefaletine) sebep olur” rivayeti de teyit etmektedir. Bu iki grup hadisin arasını bulmada ve uyum sağlamada bir takım görüşler ifade edilmiştir:

Rağib İsfahani, Müfredat’ında şöyle diyor: “Fakirlik dört anlamda kullanılmıştır:

Birincisi zaruri ihtiyacın varlığı anlamındadır. Bu anlam dünyada olduğu müddetçe tüm insanlara, hatta bütün varlıklara şamildir. Allah-u Teala’nın, “Ey insanlar! Şüphesiz sizler, Allah’a muhtaçsınız, Allah ise müstağni ve övülmüştür”[298] ayeti de bu anlamı ifade etmektedir. Hakeza insanı nitelendiren, “Biz onları yemek yemeyen bir ceset kılmadık”[299] ayeti de bu fakirliğe işaret etmektedir.

İkincisi ise, gerçek yoksulluk anlamındadır. Allah-u Teala’nın şu ayetleri de bu anlamda bir yoksulluğa işaret etmektedir: “(Bu sadakalar) Allah yolunda mahsur kalan kimseleredir.” Hakeza: “İffetlerinden dolayı bilmeyenler onları zengin sanırlar”[300] Hakeza, “Şüphesiz sadakalar fakirlere ve yoksullara aittir.”[301]

Üçüncüsü ise, nefis fakirliğidir ve bu doymazlık ve aç gözlülük anlamındadır. Nitekim Resulullah’ın (s.a.a) şu sözü de bu anlamdadır: “Neredeyse fakirlik küfür olacaktı.” Bu anlam Resulullah’ın şu sözünün tam karşıtıdır: “Zenginlik nefis zenginliğidir.” Yine, “Kanaate sahip olmayan kimseyi mal ve serveti zengin kılamaz” sözü de bu anlamdadır.

Dördüncüsü ise, Allah’a muhtaç olmaktır. Resulullah’ın (s.a.a) şu sözü de buna işaret etmektedir: “Allah’ım! Beni, sana muhtaç olmakla zengin kıl ve kendinden müstağni olmakla fakir kılma.” Allah-u Teala’nın şu ayeti de bu anlama işaret etmektedir: “Ey Rabbim! Ben üzerime indirdiğin iyiliklere muhtacım.”[302] Aşağıdaki şiirde de şair bu anlamı kastetmiştir: “Sana muhtaç olmayı seviyorum. Eğer aşkın olmasaydım, fakirliği hoş görmezdim.”

Şöyle denilmiştir: “İftekere fehuve, muftekirun ve fakirun” Dolayısıyla da, “fekere” şeklinde hiçbir yerde kullanılmamıştır. Gerçi kıyas kaidesi böyle bir kullanımı gerektirmektedir ve fakir aslında bel kemiği kırılan kimse demektir.[303] (Rağib’in sözü burada bitmektedir.)

Bu yorum bu bölümde söylenmiş en güzel yorumdur. Bazıları yüzü kara olmayı da övgü ve medhedilmeye yorumlamışlardır. Yani fakirlik sevgilinin yüzünde bulunan ve onu çirkinleştirmeyen, güzelleştiren bir ben gibidir. Bir görüşe göre de yüzün kara olmasından maksat, mümkün (olabilir) olan varlıktır. Fakirlikten maksat da mümkün olan varlığın, varlığı ve diğer kemal sıfatları hususunda başkasına olan ihtiyacı anlamındadır. İhtiyacın yüz karalığı diye ifade edilmesi de mümkün olan varlıkla ayrılmazlığı sebebiyledir. [304] Siyahlık kendi mahallinden yok olmadığı gibi, ihtiyaç da mümkün olan varlıktan asla ayrılmaz.

Bu iki yorumun uzak oluşu açıktır. Daha iyi olan yorum ise, hadis doğru olduğu taktirde kınanmış fakirlik diye yorumlanmasıdır.

Gazali ise bu hadisin şerhinde şöyle yazmıştır: “Zira kendisinden kurtulmanın mümkün olmadığı ızdırap ile iç içe bulunan fakirlik, insanı küfrün eşiğine getirir. Çünkü ilk önce zenginlere haset etmeye sebep olur. Haset ise iyilikleri ortadan kaldırır. İkinci olarak ise fakir insanın zenginler karşısında zillet ve horluk izharında bulunmasına neden olur. Bu da insanın haysiyetini ve dinini lekeler. Üçüncü olarak da ilahi kader ve rızık hususunda hoşnutsuzluğa neden olur. Bu da küfür olmasa bile insanı küfre sürükler. İşte bu deliller esasınca peygamber olan Mustafa (s.a.a), bile fakirlikten Allah’a sığınmıştır.

Bazıları ise şöyle demiştir: “Öldüğüm zaman geriye kırk bin dinar bırakmayı, bir gün fakir yaşayıp insanlara zillet elini uzatmaya tahammül etmekten daha çok seviyorum. Zira Allah’a yemin olsun ki fakirlik veya hastalık gibi bir belaya düçar olduğum taktirde, hangi akıbete uğrayacağımı bilemiyorum. Belki de küfre düştüğüm halde bundan haberim bile olmaz. Peygamber de bu yüzden şöyle buyurmuştur: “Fakirlik neredeyse, küfür olacaktı.” Zira yoksulluk insanı her türlü uygunsuz işe zorlamaktadır. Hatta Allah’a itiraz etmeye ve Allah’ın mülkünde tasarrufta bulunmaya sürüklemektedir. Öte yandan fakirlik insanı Allah’a yönlendiren, Allah’a sığındıran ve Allah’a doğru el açmaya çağıran ilahi bir nimettir. Bu fakirlik, Peygamberlerin süsü, evliyanın ziyneti ve salih insanların örtüsüdür. İşte bu yüzden bir rivayette de şöyle yer almıştır: “Fakirlik sana yöneldiğinde şöyle de: “Hoş geldin ey salihlerin bedenini örten örtü.” Ama buna rağmen fakirlik, acıdır ve tahammülü çok zordur.

Gazali şöyle diyor: “Bu hadis mal ve serveti öven bir hadistir. Elbette biz sadece zenginliğin hikmet ve felsefesini, zenginliğin hedefini, faydalarını, zararlarını ve bozukluklarını tanıdığımız ve mal ve servetin bir açıdan iyi ve bir açıdan ise kötü olduğunu, ne mutlak iyi ve ne de mutlak kötü olduğunu tanıdığımız taktirde servetin övünme ve kınanma sırlarını ve bu iki yorumu bir araya getirmenin yolunu anlayabiliriz. Mal ve servet aynı zamanda hem iyi ve hem de kötüdür. Bu açıdan bazen övülmüş ve bazen de kınanmıştır. Basiret ehli ve ince anlayışlı kimseler övülmüş servet ile kınanmış servetin farkını bilirler.

Ashabımızdan bazısı ise duasında şöyle demişlerdir: “Allah’ım! Fakirlikten ve noksanlıktan sana sığınırız.” Söylenildiği üzere kendisinden Allah’a sığınılan bu fakirlikten maksat, nefis fakirliğidir. Şüphesiz nefis yoksulluğuna mübtela olan bir kimse, Allah’ın nimetlerine küfranda bulunur, Allah’ı hatırlamayı unutur, ihtiyaç ve yoksulluğunu gidermek için de din ve haysiyetine zarar veren işlere koyulur. Eksiklikten maksat ise az sabretmek veya techizat eksikliğidir. Rivayette de yer aldığı üzere Peygamber (s.a.a) fakirlikten Allah’a sığınmıştır. Başka bir rivayette de şöyle yer almıştır: “Fakirlik benim övüncümdür, ben fakirlik sebebiyle diğer Peygamberlere karşı övünürüm.” Bu iki tür rivayetin arasını bulmak ve uzlaşma sağlamak için şöyle denilebilir: “Peygamber’in (s.a.a) kendisinden Allah’a sığındığı fakirlik, insanlara muhtaç olmak ve yeterli miktardan daha az rızkı elde etmektir. Peygamber’in övündüğü fakirlik ise Allah-u Teala’ya olan fakirliktir. Peygamber’in diğer peygamberlere karşı övünme kaynağıdır. Gerçi onlar da bu açıdan Peygamber ile ortak durumdadırlar. İşte bu yüzden Peygamber’in tevhidi ilahi dergah ile olan irtibatı ve Allah’a olan yakınlığı hiç kimsenin kendisine ulaşamayacağı bir mertebedeydi. Neticede  Allah’a olan fakirliği, diğer peygamberlerin fakirliğinden daha kamil ve mükemmel idi.

Kirmani ise Buhari şerhinde, Peygamber’in (s.a.a), “Allah’ım! Fakirlikten sana sığınırım” sözünün yorumunda şöyle demiştir: “Bu cümle zenginliğin üstünlüğüne delalet etmektedir ve aynı zamanda Allah-u Teala’nın, “Eğer hayır bırakırsa” ayeti, mal ve servet üstünlüğüne delalet etmektedir. Peygamber (s.a.a) de geçiminin çok iyi olduğu bir durumda vefat etti. Zira Allah’ın kendisine bağışta bulunduğu ganimetler sebebiyle zenginlik içinde yaşıyordu. Ayrıca gani (zengin) sıfatı da hak olan Allah’ın sıfatlarından biridir. Bütün bunlar da zenginliğin üstünlüğüne delalet etmektedir. “Cennet ehlinin çoğu fakirlerdir” hadisi de bir gerçeği haber vermektedir. Nitekim, “Dünya insanlarının çoğu da fakirlerdir” denilmektedir. Ama Peygamber’in bu dünya lezzetlerini terk etmesinin sebebi ise bu dünyada hayatın güzelliklerine ve lezzetlerine kavuşmak istememesidir. Başkaları ise şöyle cevap vermişlerdir: “Cennet ehlinin çoğu fakirlerdir” hadisi de cennet ehlinin fakirler olduğuna işarettir. Peygamber’in dünyanın güzelliklerini terk etmesi de fakirliğin üstünlüğünün bir delilidir. Peygamber’in fakirlikten Allah’a sığınması ile Peygamber’in zenginlikten Allah’a sığınması zahirde bir çelişki arzetmektedir. Elbette malın iyi ve üstün olduğu hususunda tartışma yoktur. Resulullah vefat edince zırhı rehin olarak verilmişti. Allah-u Teala’nın zenginliği ise başka bir anlamdadır. (Kirmani’nin sözü burada bitmiştir)

Çoğunluğun görüşü ise kifayet  (yeterlilik) durumunun fakirlik ve zenginlikten daha üstün olduğudur. Zira, zenginlik ve fakirliğin kötü sonuçları ve afetlerinden uzaktır. Bu görüşün doğru olması uzak bir ihtimal değildir.

Alimlerden biri de şöyle demiştir: “Bütün bunların hepsi de doğrudur, ama zenginliğin mi yoksa fakirliğin mi daha üstün olduğu sorusu, aynı şekilde (cevapsız) baki kalmıştır. Zira tartışma konusu, insanın bu iki durumdan birine mübtela olduğu durumda geçerlidir. Böyle bir kimse hakkında fakirlik mi yoksa zenginlik mi daha üstündür? Bu yüzden “hangisi daha üstündür?” sorusu denilmiştir. Zira onlardan biri doğru ve layık bir şekilde amel edebilir ve diğeri ise etmeyebilir. Bu durumda o iyi ve üstündür. O halde fakir kimse, salih amel açısından kendisiyle eşit durumda bulunan bir zenginle mukayese edildiğinde hangisinin Allah nezdinde daha yüce makama sahip olduğu sorulmalıdır. Bu yüzden bu konunun ihtiraslı olmayan fakir ve cimri olmayan zengin hakkında söz konusu edilmesinin doğru olmadığı söylenmiştir. Zira kanaatkar olan fakir, cimri olan zenginden daha üstündür ve bunun tersine bağışlayıcı olan zengin de ihtiraslı olan fakirden daha üstündür.

Bu alim şöyle diyor: Başka bir şeye vesile olan ve bizzat kastedilmeyen her şeyin fazilet ve üstünlüğünün belli olması için onu kendisiyle takip edilen hedefle birlikte göz önünde bulundurmak gerekir. O halde mal ve servet bizzat kınanmış veya sakındırılmış değildir. Zira insana engel olduğu ve Allah’tan alı koyduğu durumda kınanmıştır. Bunun tersi de doğrudur. Nice zengin insanı mal ve serveti Allah’tan alı koymamıştır ve nice fakir kimseyi, fakirliği Allah’tan gafil kılmış ve alıkoymuştur.”

Hakeza o alim şöyle diyor: “Elbette eğer çoğunluk boyutunu göz önünde bulunduracak olursak, fakir şahıs tehlikeden daha uzaktır. Zira servet fitnesi ve tehlikesi fakirlik tehlikesinden daha şiddetlidir.”

Başka bir alim ise şöyle demiştir: “Alimler bu konunun aslı hakkında ihtilaf etmişlerdir, bazısı fakirliği tercih etmiş, bazısı zengiliği ve serveti, bazısı da yeterlilik ve kifayet miktarını. Bunların hepsi de ihtilaf konusundan uzaktır. Biz daha çok bu haletlerden hangisinin Allah nezdinde kul için daha iyi ve üstün olduğunu ve böylece kulun o durumu ve hali elde etmesi gerektiğini soruyoruz. Yani mal ve servetin az olması mı iyidir, ki bu durumda insan kalbini Allah’ı zikretmekten alıkoyan işlerden uzak tutsun, münacat lezzetini tatsın, mal ve servet elde etmeye koyulmasın ve böylece kıyamet günü, uzun hesaba çekilme zahmetinden kurtulsun. Yoksa, mal elde etmek mi daha iyidir, ki böylece de insan iyilik ederek, fakirlere hizmette bulunarak Allah nezdinde daha fazla yakınlık elde etsin. Elbette bunun yanısıra mal ve servetin, insanlara yardım ve ihsanda bulunma karşılığında elde edilecek bir faydası da vardır.

O şöyle diyor: “Bu durumda elbette Peygamber’in (s.a.a) ve ashabın genelinin tercih ettiği metot, yani dünya malının azlığı ve dünya debdebesinden uzak bulunma durumu daha üstündür. Burada başka bir varsayım da söz konusudur ve o da şudur: “Birisi hiç zahmet çekmeden mesela, miras veya ganimet payı sebebiyle, bir dünya malı ve serveti elde ederse, bu durumda bu şahıs bütün malını ve servetini ihsan ve hayır yolunda mı harcamalı ve böylece kendisi için hiçbir şey kalmamalı mı yoksa sermaye yatırımında mı bulunmalı ve ondan faydalanmaya mı koyulmalı ve böylece malını ikiye mi katlamalıdır?”

Bu alim şöyle cevap veriyor: “Bu durum da ilk iki kısım gibidir.”

İbn-i Hacer şöyle diyor: “Bu durum kifayet (yeterlilik) haline ulaşıncaya dek malını bağışlamasını gerektirmektedir ve eğer bu metodu devam ettirir ve yeniden bir servet elde ederse, hiçbir zarar görmez. Ama sahabenin çoğunun fakir ve zahit olduğu iddiası ise doğru değildir. Zira onların durumu ve hali hakkında yaygın olan inanç Allah’ın kendilerine nasip ettiği fetihlerden sonra iki kısma ayrıldığıdır. Bir kısmı elde ettiği serveti ellerinde tutmuş, iyi işler yaparak insanlara yardımda bulunarak ve fakirlere mali katkılarda bulunarak Allah’a yakınlaşmaya çalışıyorlardı.” Aynı zamanda nefis zenginliğine sahip olup her türlü hırs ve ihtirastan uzak idiler. Bir grubu ise, daha önce sahip olduğu metodunu sürdürerek, elde ettiği ganimetler ve fetihlerden nasiplendikleri nimetleri kendileri için bırakmıyorlardı. Bu grubun sayısı ise çok az idi.

Bu konuda birbiriyle çelişen rivayetler mevcuttur. Hakkında şüphe olan ve tartışılması gereken konulardan biri de hiçbir şeyi olmayan ve tümüyle yoksul olan kimsedir. Böyle bir kimse, kendi haysiyetini korumak ve dilenmenin zilletinden kurtulmak için, kazanç peşinde mi koşturmalı, yoksa sabredip Allah’ın dilencilik dışında kendi yüzüne bir kapı açmasını mı beklemelidir.” (İbn-i Hacer’in sözü burada bitmektedir)

Şöyle diyorum: Velhasıl, bu konuda var olan hadislerin arasını bulmak, şu yorum ile mümkündür: Fakirlik de servet de kendi yerinde ilahi bir nimet mesabesindedir. Allah-u Teala insanın tam maslahatına teveccüh ederek, onlara bu iki nimetten birini taktir etmektedir ve kul fakirlik durumunda sabretmeli, hatta şükretmelidir. Eğer Allah kendisine bir mal ve servet bağışlarsa şükrünü eda etmeli ve bunun gereği ile amel etmelidir. O halde fakirlik ve zenginliğin gerekleriyle mutlaka amel etmelidir. Elbette genelde sabreden fakirlerin sevabı, şükreden zenginlerden daha çoktur. Ama her ikisinin de durumları her ikisinden tümüyle farklıdır ve her iki taraftan biri hakkında genel bir hüküm vermek doğru değildir. Şüphesiz yetecek kadarıyla yetinmek, daha sağlıklı ve fakirlik ve zenginliğe oranla daha az tehlikelidir. Bu yüzden bir çok dualarda, Allah’tan kifayet derecesi istenmiş, Peygamber (s.a.a) de onu kendi Ehl-i Beyt’i için Allah’tan dilemiştir. Bu konuda daha fazla açıklama Allah’ın izniyle Mekasib kitabında yapılacaktır. [305]

 

3221. Bölüm

Fakirliği Kınama

 

15987.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik büyük ölümdür.”[306]

15988.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik, zeki insanın dilini, delilini beyan etmekten keser ve fakir insan kendi şehrinde bile gariptir.”[307]

15989.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik her iki dünyada da insanın yüz karasıdır.”[308]

15990.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik borç ile birlikte en büyük bir mutsuzluktur.”[309]

15991.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik öldürülmekten daha kötü ve zordur.”[310]

15992.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik nefsi hor kılar, aklı dehşete düşürür ve (insan için) bir çok hüzün getirir.”[311]

15993.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kabir, fakirlikten daha iyidir.”[312]

15994.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a şöyle buyurmuştur: “Günlük rızkını elde etmenin peşinde olan kimseyi kınama. Zira günlük yiyeceği olmayan kimsenin hataları çok olur. Ey oğulcağızım! Fakir insan hordur, sözlerine itina edilmez, makam ve mertebesi tanınmaz ve bilinmez, fakir eğer doğru sözlü olursa onu yalancı sayarlar. Eğer zahit ve dünyadan yüz çeviren biri olursa, onu cahil kabul ederler. Ey oğulcağızım! Herkim fakirliğe düçar olursa, dört haslete düçar olmuş olur: “Yakinde gevşekliğe, akılda eksikliğe, dinde kırgınlığa ve yüzde hayanın azlığına. O halde fakirlikten Allah’a sığınırız.”[313]

15995.  İmam Ali (a.s), Oğlu Muhammed b. Hanefiyye’ye şöyle buyurmuştur: Ey oğulcağızım! Fakirliğe düşmenden korkarım. Ondan Allah’a sığın; çünkü fakirlik, dini noksanlaştırır, aklı şaşkınlığa düşürür ve düşmanlığa sebep olur.[314]

15996.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala İbrahim’e (a.s) şöyle vahyetti: “Seni yarattım ve Nemrud’un ateşine mübtela kıldım. Eğer seni fakirliğe düçar kılsaydım ve senden sabrı alsaydım ne yapardın?” İbrahim şöyle buyurdu: “Fakirlik benim için Nemrud’un ateşinden daha zordur.” Allah-u Teala şöyle buyurdu: “İzzet ve celalime andolsun ki gök ve yer arasında fakirlikten daha zor bir şey yaratmadım.”[315]

15997.  Lokman (a.s), oğluna şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Bil ki ben sabrı ve bir çok zorlukları tattım. Ama fakirlikten daha acı bir şey bulmadım. O halde eğer bir gün fakir olursan, fakirliği kendinle rabbin arasında (gizli) tut ve yoksulluğunu insanlara söyleme. Aksi taktirde insanlar nezdinde hor ve değersiz olursun.”[316]

15998.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dört şey bel kırıcıdır: …Sahibinin tedavisi için hiçbir çözüm bulamadığı fakirlik.”[317]

15999.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik vatanda bile gurbettir.”[318]

16000.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakir insanın heybeti (azameti) imkansızdır.”[319]

bak. 3230. Bölüm

 

3222. Bölüm

Fakirliği Övmek

 

16001.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik benim övüncümdür.”[320]

16002.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik benim övüncümdür ve ben fakirlikte övünüyorum.”[321]

16003.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik insanlar nezdinde çirkinlik sebebidir. Allah nezdinde ise kıyamet günü süstür.”[322]

16004.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Musibetler Allah’ın hediyeleridir, fakirlik Allah’ın hazinesinde korunur, (onu herkese vermez.)”[323]

16005.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik, şehadet gibi Allah’ın hazinesinde korunur ve onu istediğine verir.”[324]

16006.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik mümin için atın yanağındaki gemden daha süslüdür.”[325]

16007.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirler Allah’ın dostlarıdırlar.”[326]

16008.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik rahatlık, zenginlik ise cezadır.”[327]

16009.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim esenliği seviyorsa, fakirliği seçmelidir. Herkim rahatlığı seviyorsa, dünyadan yüz çevirmeyi seçmelidir.”[328]

16010.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Beni fakir olarak yaşat, fakir olarak öldür ve fakirler topluluğuyla birlikte haşret.”[329]

16011.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Beni fakir olarak öldür zengin olarak öldürme. Kıyamet günü beni fakirler topluluğu ile haşret.”[330]

16012.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah yolunda tattığım korku hiç kimseye tattırılmaz ve Allah yolunda gördüğüm eziyeti hiç kimse görmez. Ben ve Bilal otuz gün geçtiği halde her canlının yediği (günlük) yiyeceğe bile sahip değildik. Sadece Bilal’ın koltuğunun altında gözükmeyecek şekilde bir şeye sahiptik.”[331]

16013.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Muhammed’in canı elinde olana andolsun ki Al-i Muhammed’in nezdinde ne bir ölçek tane (buğday veya arpa) ve ne de bir ölçek hurma vardı.”[332]

16014.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Peygamberler, peygamberlerin çocukları ve peygamberlerin takipçileri üç şeye özgün kılınmışlardır: Bedensel hastalık, hakim sınıftan korku ve fakirlik.”[333]

16015.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü’ne (s.a.a), “Fakirlik nedir?” diye sorulunca şöyle buyurdu: “Fakirlik Allah’ın hazinelerinden bir hazinedir.” Yeniden, “Ey Allah’ın Resulü! Fakirlik nedir?” diye soruldu. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah tarafından keramet ve yüceliktir.” Üçüncü defa soruldu, “Fakirlik nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ın sadece mürsel Peygambere veya Allah-u Teala nezdinde değerli olan mümine bağışta bulunduğu bir şeydir.”[334]

bak. 3224. Bölüm

 

3223. Bölüm

Fakirliğin Zenginlikten Üstünlüğü Hakkındaki Rivayetler

 

16016.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Musa b. İmran’a şöyle vahyetti: “Ey Musa! Kendisiyle açlığını giderdiğin bir parça arpa ekmeği ve kendisiyle çıplaklığını örttüğün bir parça kumaş ile hoşnut ol, musibetler ve zorluklar karşısında sabret. Dünyanın sana yöneldiğini görünce, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Bu dünyada bana ulaşan bir cezadır” de. Dünyanın sana sırt çevirdiğini ve fakirliğin sana yöneldiğini görünce de şöyle de: “Hoş geldin ey salihlerin örtüsü.”[335]

16017.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Musa’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Fakirliğin sana yöneldiğini görünce şöyle de: “Hoş geldin ey salihlerin örtüsü” Zenginliğin sana yöneldiğini görünce de şöyle de, “Bu zenginlik, cezası bana doğru hızla gelen bir günahtır.”[336]

16018.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cezasını ödemeyi üstlenen ve zorluklarda başkalarına yardım eden kimse dışında, fakirlik zenginlikten daha hayırlıdır.”[337]

16019.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirliğin zenginlikten üstün olduğunun delili

Ve fakirin zenginden daha hayırlı olduğunun delili

İnsanların zenginlik sebebiyle Allah’ı unuttuğunu görmemdir

Ama hiçbir yaratığın fakirlik sebebiyle Allah’a isyan ettiğini göremezsin.”[338]

16020.  Resulullah (s.a.a), müminin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Fakirliğine sevinir.”[339]

16021.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirliğin zararı, zenginliğin sarhoşluğundan daha beğenilmiştir.”[340]

16022.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Hangi durumda olduğumu nereden bileyim?” diye soran birisine şöyle buyurmuştur: “Dünya işlerinden birini istediğin halde (ona ulaşmak) senin için zor olursa, bil ki hayır ve iyilik içindesin. Dünya işlerinden birini istediğin halde ona kolayca ulaşırsan (bu durumda da) bil ki o şey senin için kötüdür.”[341]

 

3224. Bölüm

Fakirliğin Anlamı

 

16023.  İmam Hasan (a.s), kendisine, “Fakirlik nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Nefsin her şeye ihtiras duymasıdır.”[342]

16024.  İmam Hasan (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “İhtiras ve aç gözlülüktür.”[343]

16025.  İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik nefsin aç gözlülüğü ve şiddetli ümitsizliğidir.”[344]

16026.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en fakiri tamahkar kimsedir.”[345]

16027.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en fakiri, zengin ve imkan sahibi olduğu halde hayatı kendisine daraltan ve malını başkaları için elinde bırakan kimsedir.”[346]

16028.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cehalet gibi bir fakirlik yoktur.”[347]

16029.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ahmaklıktan daha büyük bir fakirlik yoktur.”[348]

16030.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice fakir kimse, her zenginden daha zengindir.”[349]

bak. 3222. Bölüm; 161015. Hadis; 3230. Bölüm, 321. Konu, et-Tema’ 266, eş-Şereh; el-Gına, 3212. Bölüm; el-Hırs, 789. Bölüm

 

3225. Bölüm

Fakir Kimse Kimdir?

 

16031.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Size göre fakir kimdir?” Kendisine şöyle arzettiler: “Serveti olmayan kimsedir.” Peygamber şöyle buyurdu: “Hayır, gerçek fakir, her ne kadar kendisinden sonra çok mal bıraksa da Allah nezdinde hesaba katacak hiçbir şeyi önceden göndermeyen kimsedir.”[350]

16032.  İmam Sadık (a.s), Hüseyin b. Osman’a şöyle buyurmuştur: “Kibirli fakirin kim olduğunu biliyor musun?” Hüseyin b. Osman şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Malı az olan kimsedir.” İmam Sadık şöyle buyurdu: “Hayır, kibirli fakir, kendi malından hiçbir şeyiyle aziz ve celil olan Allah nezdinde yakınlık dilemeyen kimsedir.”[351]

16033.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Acaba iflas edenin kim olduğunu biliyor musunuz?” Şöyle dediler: “Bize göre iflas eden kimse, ne dirhemi ne de malı olan kimsedir.” Resulullah şöyle buyurdu: “Ümmetimin iflas edeni, kıyamet günü kendisiyle birlikte, namaz, zekat ve oruç getiren, ama bazen buna söven, iftirada bulunan, malını yiyen, falanın kanını döken ve birini dövendir. Neticede iyilikleri ona buna verilir, eğer iyilikleri biterse, henüz hataları tamamlanmadan onların günahları alınır ve buna verilir ve ateşe atılır ve sonra şöyle denilir: “Gerçek iflas eden kimse bu şahıstır.”[352]

 

3226. Bölüm

İnsanların En Fakiri

 

16034.  İmam Ali (a.s), kendisine, “En zor fakirlik hangisidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “İmandan sonra küfür.”[353]

16035.  İdris’in suhufunda şöyle buyurulmuştur: “Benden müstağni olduğunu izhar eden kimseye zenginlik yoktur ve bana muhtaç olduğunu izhar eden kimseye de fakirlik yoktur.”[354]

bak. el-Gına, 3114. Bölüm

 

3227. Bölüm

Nefsin Fakirliği

 

16036.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gerçek fakirlik kalp fakirliğidir.”[355]

16037.  İmam Bakır (a.s), Cabir b. Yezid Cu’fi’ye yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Hiçbir fakirlik kalp fakirliği gibi değildir ve hiçbir zenginlik nefis zenginliği gibi değildir.”[356]

16038.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En büyük bela nefsin fakirliğidir.”[357]

16039.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsin fakirliği en kötü fakirliktir.”[358]

bak. el-Gına, 3115. Bölüm

 

3228. Bölüm

Zenginlik ve Fakirliğin Ölçüsü

 

16040.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik ve fakirlik ameller Allah’ın dergahına sunulduğu zaman belli olur.”[359]

16041.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennet olduğu taktirde fakirlik yoktur ve cehennem olduğu taktirde ise zenginlik yoktur.”[360]

16042.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirler arasında kendiniz için bir takım eller (makamlar) elde ediniz. Zira kıyamet günü onlar için bir güç vardır.”[361]

16043.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik iki çeşittir: Dünya fakirliği ve ahiret fakirliği. Dünya fakirliği ahiret zenginliğine sebep olur. Dünya zenginliği ise ahiret fakirliğine neden olur. Helak olmak ise dünyanın süslerine ve mallarına aşık olmaktır. Ahiret fakirliği ve ahiret azabı da budur.”[362]

16044.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ali’den sonra Ali’nin itretinden ve Şiilerinden fakirleri küçük görmeyin. Zira onlardan her biri, Rabia ve Muzer kabilesi sayısınca (insanlar hakkında) şefaatte bulunurlar.”[363]

 

3229. Bölüm

Övülmüş ve Kınanmış Fakirlik

 

16045.  İmam Sadık (a.s), kendisine, Ebuzer’in, “Üç şey vardır ki insanlar ondan nefret eder ama ben onları severim: Ben ölümü, fakirliği ve belayı severim” sözü sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bu konu insanların anladığı şekilde değildir. Aksine maksat şudur: Ben Allah’a itaat yolunda ölümü, Allah’a isyan ile iç içe olan hayattan daha çok severim. Ben Allah’a itaat yolunda fakirliği Allah’a isyan ile birlikte olan zenginlikten daha çok severim ve ben Allah’a itaat yolunda hastalık ve belayı Allah’a isyan ile birlikte olan sağlıktan daha çok severim.”[364]

16046.  İmam Sadık (a.s), Müminlerin Emiri’ne, “Ben seni seviyorum” diye arzeden birine, “O halde fakirlik için bir örtü hazırla” sözü sorulunca şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri böyle buyurmamıştır. O şöyle buyurmuştur: “Yoksulluğun için, yani kıyamet günü için bir örtü hazırla.”[365]

16047.   “Fuzeyl b. Yesar, İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sizden hiç birisi, şu üç haslete sahip olmadıkça, imanın hakikatine erişemezsiniz. Ölüm onun nezdinde hayattan, fakirlik zenginlikten ve hastalık sağlıktan daha sevimli olmalıdır.” Ben şöyle arzettim: “Kim böyledir?” İmam şöyle buyurdu: “Hepiniz.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Bu ikisinden hangisini daha çok seviyorsunuz: Bizim sevgimiz yolunda ölmeyi mi, yoksa bize düşmanlık yolunda yaşamayı mı?” Ben şöyle arzettim: “Allah’a andolsun ki sizin sevginiz üzere ölmeyi daha çok seviyorum. İmam şöyle buyurdu: “Fakirlik, zenginlik, hastalık ve sağlık da aynı şekildedir.” Ben şöyle arzettim: “Allah’a yemin olsun ki evet öyledir.”[366]

16048.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizimle olmakla birilikte fakir olmak, bizden gayrisiyle birlikte olmakla beraber zengin olmaktan ve bizimle birlikte olmakla öldürülmek, bizden başkasıyla hayatta olmaktan daha iyidir.”[367]

16049.  Lokman (a.s), oğluna şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Fakirlik, (servet sahibi olup bu sebeple) zulüm etmenden ve azmandan daha hayırlıdır.”[368]

16050.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Seni zulümden alı koyan servet, seni günaha sürükleyen fakirlikten daha iyidir.”[369]

16051.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bel kıran fakirlik, rüsva eden zenginlikten daha iyidir.”[370]

16052.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik kızıl ölümdür.” Ben (ravi), Ebu Abdillah’a (a.s) şöyle arzettim: “Maksadınız, dinar ve dirhem fakirliği midir?” İmam şöyle buyurdu: “Hayır, dini fakirliktir.”[371]

16053.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mümin için fakirlik,  birinin geçimini üstlenmek veya zorluklarda insanlara yardım etmek dışında, zenginlikten daha hayırlıdır.”[372]

16054.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzetle birlikte olan fakirlik karşısında sabretmek, zilletle birlikte olan zenginlikten daha güzeldir.”[373]

16055.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirliğin zararı, zenginliğin sarhoşluğundan daha çok beğenilmiştir.”[374]

16056.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice eksikliği olan insan kar elde eder ve nice zengin kimse hüsrana uğrar.”[375]

 

3230. Bölüm

Dini Fakirlik Kızıl Ölümdür

 

16057.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik kızıl ölümdür.” Şöyle arzedildi: “Dirhem ve dinardan doğan fakirlik mi?” İmam şöyle buyurdu: “Hayır, dini fakirlik.”[376]

16058.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dini, fakirlik, (ya da borçla birlikte olan fakirlik) kızıl ölümdür.”[377]

16059.  Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Fakirlik en büyük ölümdür. Şöyle arzedildi: “Dirhem ve dinar fakirliği mi?” Peygamber şöyle buyurdu: “Dini fakirlik.”[378]

bak. 3221. Bölüm; 3224. Bölüm; ed-Din, 1305. Bölüm

 

3231. Bölüm

Fakiri Aşağılamak

 

Kur’an:

“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla berâber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma.”[379]

“Sabah akşam, Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın.”[380]

16060.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakir kardeşlerinizi aşağılamayın. Zira herkim bir mümini aşağılarsa aziz ve celil olan Allah cennette, tövbe etmedikçe o ikisinin arasını birleştirmez.”[381]

16061.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim fakir bir Müslümanı aşağılarsa Allah sürekli, mümine karşı aşağılayıcı bakışından vazgeçinceye kadar ona aşağılayıcı ve gazap edici bir gözle bakar.”[382]

16062.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim kadın veya erkek bir mümini fakirlik ve elinde az şeyin olması sebebiyle aşağılar veya hor görürse, Allah-u Teala da kıyamet günü onu (bu çirkin işiyle) meşhur kılar ve sonra da rezil eder.”[383]

16063.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Musa’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Fakiri hor görme ve az bir şeye sahip olması hasebiyle zengin bir kimseye imrenme.”[384]

16064.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim fakir bir Müslümanla karşılaşır ve ona zengine verdiği selamdan farklı bir selam verirse kıyamet günü aziz ve celil olan Allah onu kendisine gazaplandığı bir halde karşılar.”[385]

16065.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kim fakir bir müslümanı hafife alırsa, Allah’ın hakkını hafife almış olur ve Allah da kıyamet günü onu hafife alır; meğer ki tövbe etmiş olsun.”

Peygamber hakeza şöyle buyurmuştur: “Herkim fakir bir Müslümanı yüce tutarsa kıyamet günü Allah’ı kendisinden hoşnut bir şekilde karşılar.”[386]

 

3232. Bölüm

Fakirliği Ortadan Kaldıran Şey

 

16066.  İmam Ali (a.s) Münezzeh olan Allah’tan yardım dileme hakkında şöyle buyurmuştur: “Yeterliliğine (kifayetine) olan ihtiyacımdan dolayı O’ndan yardım dilerim. Allah’ın hidayet ettiği sapmaz, kendisine düşmanlık eden kurtulmaz, kendisine yeterli olduğu (kifayet ettiği) kimse yoksul olmaz.”[387]

16067.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Herkim iktisatlı hareket ederse, asla helak olmaz ve herkim de züht içinde yaşarsa asla fakir düşmez.”[388]

16068.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben iktisatlı davranan kimseye fakir olmayacağı hususunda kefilim.”[389]

16069.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilik etmek ve gizli sadaka vermek, fakirliği ortadan kaldırır.”[390]

16070.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirliği sadaka ve bağışta bulunmakla tedavi ediniz.”[391]

16071.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sıla-i rahim ömrü uzatır ve fakirliği ortadan kaldırır.”[392]

16072.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günlük yiyeceğinden hoşnut olmak ve kanaat gibi hiçbir şey, fakirliği ortadan kaldırmaz… Sabır yoksulluk karşısında bir kalkandır.”[393]

16073.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkimden fakirlik el çekmezse sürekli şu cümleyi söylesin: “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” (azim ve yüce olan Alla’tan başka bir güç ve kuvvet yoktur.)”[394]

bak. el-Hac, 695. Bölüm

 

3233. Bölüm

Fakirlik Getiren Şey

 

16074.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim kendisini fakir gösterirse fakir olur.”[395]

16075.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hırsını ortaya vurmak fakirlik getirir.”[396]

16076.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyadan fazlalık isteyen kimse fakirliğe mahkumdur. Dünyadan yüz çeviren kimseyle ise rahatlık ve huzur arkadaş olur.”[397]

16077.  İmam Sadık (a.s), babalarından şöyle nakletmiştir: “Herkim Allah’ın fazlından dilemezse, fakir olur.”[398]

16078.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Emanete riayet etmek zenginlik getirir, emanete hıyanet etmek ise fakirliğe sürükler.”[399]

16079.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin çiftleştiği bir zamanda tembellik ve acizlik de çiftleşti ve onlardan fakirlik meydana geldi.”[400]

16080.  İmam Bakır (a.s), Ebu Nu’man’a şöyle buyurmuştur: “Bizleri insanları sömürme aracı kılma. Zira bu durumda Allah fakirliğini arttırır.”[401]

16081.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim kendi yüzüne dilenmeden bir kapı açarsa, Allah da onun yüzüne fakirlikten bir kapı açar.”[402]

16082.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuğuna beddua eden kimse, kendisine fakirliği miras bırakır.”[403]

16083.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Odalarda örümcek ağlarının var olması fakirlik getirir. Hamamda idrar etmek fakirlik getirir. Cenabet halinde yemek fakirlik getirir. Dişleri ılgın ağacının dallarıyla temizlemek fakirlik getirir. Ayakta durarak saçı taramak fakirlik getirir. Evde çerçöp bırakmak fakirlik getirir. Yalan yere yemin etmek fakirlik getirir. Zina etmek fakirlik getirir. İhtirası açığa vurmak fakirlik getirir. Akşam ve yatsı arasında uyumak fakirlik getirir. Güneş doğmadan önce uyumak fakirlik getirir. Geçiminde planlı olmamak fakirlik getirir. Akrabalık bağlarını kesmek fakirlik getirir. Yalan söylemeyi adet edinmek fakirlik getirir. Çok şarkı dinlemek fakirlik getirir. Gece erkek bir dilenciyi reddetmek fakirlik getirir.”[404]

16084.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice zenginlik kalıcı fakirliğe sebep olur.”[405]

bak. el-Bihar, 76/74, 86, 117, 121, 144, 165, 175, 315,

 

3234. Bölüm

Münezzeh Olan Allah’ın Fakirlerden Özür Dilemesi

 

16085.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah fakirlere özür dileyen bir bakışla bakar ve şöyle buyurur: “İzzet ve celalime andolsun ki ben sizleri dünyada hor gördüğüm veya itina göstermediğim için fakir kılmadım. Şüphesiz bu gün sizlere nasıl davrandığımı görüyorsunuz.”[406]

16086.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Kıyamet günü) Övgüsü yüce olan Allah kardeşin kardeşten özür dilediği gibi, dünyada fakir olan mümin kulundan özür diler ve şöyle buyurur: “İzzet ve celalime andolsun ki ben seni dünyada hor gördüğüm için muhtaç kılmadım. Şimdi bu örtüyü kaldır ve dünyanın yerine sana verdiğimi gör.” O örtüyü kaldırır ve şöyle der: “Dünyada benden aldıysan da verdiğin bu karşılık sebebiyle zarar etmiş sayılmam.”[407]

 

3235. Bölüm

Fakirliğin Süsü

 

Kur’an:

 “(İnfaklarınızı) Allah yolunda mahsur kalanlara, yeryüzünde dolaşamayanlara, hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, insanlardan yüzsüzlük ederek bir şey istemezler.”[408]

16087.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffetli olmak fakirliğin süsüdür.”[409]

16088.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin kendi dininde güçlüdür…Zenginlik zamanında ılımlı, fakirlik zamanında ise süslüdür.”[410]

16089.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim fakirliğini izhar ederse, kendi değerini düşürmüş olur.”[411]

16090.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşlerin en zoru ve zahmetlisi, fakirliğini gizli tutmaktır.”[412]

16091.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yoksulluk ve hastalıkları gizli tutmak mürüvvettendir.”[413]

16092.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah fakirliği yaratıklarına emanet olarak vermiştir. O halde herkim onu gizli tutarsa, Allah, gündüzü oruç tutan, geceyi ibadetle geçiren kimsenin sevabını ona verir.”[414]

16093.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlik emanettir. O halde herkim onu gizli tutarsa bu işi ibadettir. Herkim onu aşikar kılarsa, Müslüman kardeşlerinin boynuna tasma takmıştır (onların boynuna sorumluluk yüklemiştir. )”[415]

16094.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala iffetli fakir mümini sever.”[416]

bak. 210. Konu, ez-Zinet, 360. Konu, el-İffet; es-Sual (2), 1712. Bölüm; es-Sedaka, 2240. Bölüm; el-Cemal, 539. Bölüm; Vesail’uş Şia, 3/342, 3. Bölüm

 

3236. Bölüm

Fakirler Cennetin Hükümdarlarıdır

 

16095.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakirler cennet ehlinin hükümdarlarıdır. İnsanların tümü cennete iştiyak duyar ve cennet ise fakirlere iştiyak duyar.”[417]

16096.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya ve ahiretin hükümdarları (Allah’tan) hoşnut olan fakirlerdir.”[418]

16097.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennetin kapıları fakirlerin yüzüne açıktır.”[419]

16098.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennete bir başvurdum. Ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. ”[420]

16099.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Acaba Allah’tan korkanlar, Allah karşısında huşu ve tevazu içinde olanlar ve Allah’ı çok zikredenler, diğer insanlardan daha önce mi cennete girerler?” diye soran Ebu Zer’e şöyle buyurmuştur: “Hayır, fakir müminler gelir ve insanların omuzlarının üzerinden geçip (cennete) giderler.”[421]

16100.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim ölür de kendisinden geriye dirhem ve dinar bırakmazsa, hiç kimse ondan daha zengin olarak cennete giremez.”[422]

16101.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakir Müslümanlar, zenginlerden kırk sonbahar[423] önce cennet bahçelerinde gezinip dururlar.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Bu konuda senin için bir örnek vereyim. Bu grubun hikayesi vergi alan birinin yanından geçen iki gemiye benzer. Vergi alan kimse, o ikisinden birine bakar, onda bir şey görmez ve şöyle der: “Bunu serbest bırakın gitsin” Diğerine bakar ve onu yük dolu bir halde görür ve şöyle der: “Bunu tutun.”[424]

16102.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü tam bir aydınlıkla sizlere müjdeler olsun ey fakir muhacirler! Sizler zenginlerden yarım gün daha önce cennete gireceksiniz ve o yarım gün beş yüz yıla denktir.”[425]

16103.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslüman fakirler zenginlerden beş yüz yıla denk olan yarım günden daha önce cennete girerler.”[426]

16104.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bütün peygamberler Süleyman b. Davud’dan kırk yıl daha önce cennete girerler.”[427]

16105.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennete giren en son peygamber Süleyman’dır ve bu da kendisine verilen dünya sebebiyledir.”[428]

bak. el-Cennet, 561. Bölüm; el-Hisab, 842. Bölüm

 

3237. Bölüm

Ne Mutlu Fakirlere

 

Kur’an:

“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla berâber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma.”[429]

bak. . Furkan suresi, 10. ayet; Zuhruf suresi, 33-35. ayetler

16106.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey fakirler grubu! Allah benden sizin meclislerinize katılmamı istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Sabah akşam Rablerini çağıranlarla birlikte sabret.” Zira sizin meclisleriniz sizden önceki peygamberlerin meclisleridir.”[430]

16107.  Resulullah (s.a.a) kendisine, “Pazarda çeşitli meyveler görüp canımız çektiği halde alamıyoruz bunun için bir sevabımız var mıdır?” diye soran fakirlere şöyle buyurmuştur: “Sevap bundan başka bir şey midir?”[431]

16108.  İmam Sadık (a.s) Muhammed Hezzaz’a şöyle buyurmuştur: “Pazara gitmiyor musun? Satılan meyveleri ve canının çektiği şeyleri görmüyor musun?” Ben (Muhammed Hezzaz) şöyle arzettim: “Elbette görüyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Görüp de alamadığın şeyin karşılığında senin için bir iyilik vardır.”[432]

16109.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu sabırlı fakirlere! Onlar göklerin ve yerin melekutunu görenlerdir.”[433]

16110.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey fakirler grubu! Allah’tan kalben hoşnut olun ki fakirliğin sevabına erişesiniz, aksi taktirde erişemezsiniz.”[434]

16111.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey fakirler topluluğu! Nefsinizi temiz tutun ve Allah’tan kalben hoşnut olun ki aziz ve celil olan Allah fakirliğiniz karşısında sizlere ecir versin. ”[435]

16112.  İmam Ali (a.s) peygamberlerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer istiyorsan, Musa Kelimullah’ın şöyle dediğini i-kinci örnek olarak sunabilirim; “Ya Rabbi! Bana indireceğin iyiliklere ihtiyacım var.” Allah’a yemin olsun ki o, yiyeceği ekmekten başka bir şey istemedi.”[436]

16113.  Resulullah (s.a.a) Ebuzer’e şöyle buyurmuştur: “Cuayl’i nasıl görüyorsun?” Ben Ebuzer şöyle arzettim: “O kendi benzerleri gibi bir fakirdir.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Falan kimseyi nasıl görüyorsun?” Ben şöyle arzettim: “O da insanların büyüklerinden bir büyüktür.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Cuayl ondan bir dünya daha iyidir.” Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Bu şahsın şöyle bir durumu vardır ve siz ona şöyle davranıyorsunuz.” Peygamber şöyle buyurdu: “O kendi kavminin başkanıdır ve ben onların kalbini elde etmek için bu işi yapıyorum.”[437]

16114.  Ümeyye bin Halit Ebi’l Ays şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) fakir Müslümanların yardımıyla fetih ve zafer elde etti. ”[438]

16115.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde kulun en değerli haleti bir dirhem aradığı halde elde edemediği halettir.” Abdullah bin Sinan şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) bu sözü buyurunca benim yüz bin dirhemim vardır ama bugün bir dirhemim bile yoktur.”[439]

bak. el-Mehebbet (4), 681. Bölüm

 

3238. Bölüm

Fakirlik (Çeşitli)

 

16116.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsteklerini azalt ki fakirliğe tahammül sana kolaylaşsın.”[440]

16117.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirliği kendinize telkin etmeyin. Zira kendisine fakirliği telkin eden kimse cimri olur.”[441]

16118.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice fakir kimse aslandan daha izzetlidir.”[442]

16119.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirin dirhemi Allah nezdinde zenginin dinarlarından daha değerli ve üstündür.”[443]

16120.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amelsiz ahireti ümit eden kimse gibi olma…eğer zengin olursa azgınlığa ve günaha düşer ve eğer fakir olursa ümitsizliğe ve gevşekliğe kapılır.”[444]

16121.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakirlerin, miskinlerin, muhtaçların, hakkından mahrum kalanların, borçluların ve yolda kalmışların Allah katında düşman olduğu kimsenin vay haline!.”[445]

16122.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın mükafatını elde etmek için, zenginin fakire gösterdiği tevazu ne kadar da güzeldir. Bundan daha güzeli ise, fakirlerin Allah'a dayanarak zenginlere karşı alçalmamalarıdır.”[446]

16123.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zenginliğinden dolayı ihsanda bulunan kimse fakirliği dolayısıyla alan kimseden daha üstün değildir.”[447]

16124.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz mutsuzların en mutsuzu kendisinde dünyanın fakirliği ile ahiretin azabı bir araya gelen kimsedir.”[448]

 

 



423. Konu

 

el-Fıkh

Fıkıh

 

 

 

 

 

 


bak. .

F 98. konu, el-Hadis; 365. konu, el-Akl; 367. konu, el-İlm; 424. konu, el-Fikr; 158. konu, ed-Diraset; er-Riba, 1435. bölüm; el-İbadet, 2491. bölüm; el-İlim, 2918. bölüm



 

 

3239. Bölüm

Dinde Fakih Olmak

 

Kur’an:

“İman edenler toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler.”[449]

16125.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer fakih olmak istersen Allah’ın dininde fakih ol.”[450]

16126.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın dininde fakih olunuz, zira fıkıh basiretin anahtarı, ibadetin kemal sebebi ve dini ve dünyevi yüce makamlara ulaşma vesilesidir. Fakihin abid kimseye üstünlüğü güneşin yıldızlara üstünlüğü gibidir. Her kim kendi dini hakkında fakih olmazsa Allah onun hiçbir amelinden hoşnut olmaz.”[451]

16127.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulun iyiliğini dileyince onu dinde fakih kılar ve doğru yolunu ona ilham eder.”[452]

16128.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulun iyiliğini isterse onu dinde fakih kılar, onu dünyaya itinasız eder ve ona ayıplarını gösterir.”[453]

16129.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulun hayrını dileyince onu dinde fakih kılar ve kalbine yakin ilham eder.”[454]

16130.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Küçüğünüz, büyüğünüze uysun; büyüğünüz de kü­çüğünüze merhamet etsin. Allah hakkında düşünmeyen, dinde kavra­yış sahibi olmayan cahiliye zalimleri gibi olmayın.”[455]

16131.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kur’an'ı öğrenin, çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda anla­yışınızı derinleştirip kavrayışınızı genişletin. Çünkü o gönüllerin baharıdır.”[456]

16132.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’ya dinde fakih olmaktan daha üstün bir şeyle ibadet edilmemiştir.”[457]

16133.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En üstün ibadet fıkıhtır (dini tanımaktır).”[458]

16134.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz her şeyin bir dayanağı vardır, bu dinin dayanağı da fıkıhtır.”[459]

16135.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim dinde fakih olursa (yardımcıları) çoğalır.”[460]

16136.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Haftada bir gününü dini işleri öğrenmeye ve dini meseleleri sormaya ayırmayan Müslüman’a of olsun.”

Bazısı ise şu şekilde rivayet etmiştir: “…Her Müslüman erkeğe of olsun.”[461]

16137.  İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Hakkı bulmak için nerede olursa olsun en zor girdaplara dal ve dinde fakih ol.”[462]

 

3240. Bölüm

Fakihin Özellikleri

 

16138.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun; fıkıh ve dini tanıması artınca amelde ılımlılığı da artar.”[463]

16139.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak fakihin hasletidir.”[464]

16140.  İmam Ali (a.s) Mısır’a vali olarak tayin ettiğinde Muhammed bin Ebi Bekir’e verdiği emrinde şöyle buyurmuştur: “En üstün fıkıh ve dini anlayış Allah’ın dini hakkında sakınmak ve Allah’ın emirlerini uygulamaktır. O halde gizli ve açık işlerinde takvaya riayet etmen gerekir.”[465]

16141.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsana Allah’a ibadet etmesi fıkıh olarak yeter ve kendi görüşünden dolayı gurura kapılması da kendisine cehalet olarak yeter.”[466]

16142.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsana hangi elbiseyi giydiği ve ne ile karnını doyurduğu önemsiz olmadıkça fakih olmaz.”[467]

16143.  Rivayet edildiği üzere bir şahıs kendisine Kur’an öğretmesi için Peygamberin (s.a.a) huzuruna vardı. Peygamber (s.a.a), “O halde her kim zerre miktarınca hayır yaparsa onu görür ve her kim de zerre miktarınca kötülük yaparsa onu görür” ayetine gelince o şahıs, “Bu bana yeter” diyerek gitti. Allah Resulü (s.a.a) şöyle arzetti: “Bu şahıs fakih olarak geri döndü.”[468]

16144.  İmam Rıza (a.s) babalarında (a.s) naklen şöyle buyurmuştur: “Peygamberin (s.a.a) gazvelerinin birinde bir grubu Peygamberin (s.a.a) huzuruna getirdiler. Peygamber (s.a.a) “Onlar kimlerdir?” diye sordu. “Mümindirler ey Allah’ın Resulü!” diye arzettiklerinde ise Peygamber şöyle buyurdu: “İmanınızdan ne fayda gördünüz?” Onlar şöyle arzettiler: “Zorluk ve sıkıntılarda sabretmek ve genişlik halinde şükretmek ve Allah’ın taktirinden hoşnut olmak.” Bunun üzerine Allah resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bunlar halim ve alim insanlardır. Fıkıhlarından ) dolayı nerede ise Peygamber olacaklardı.”[469]

bak. el-İman, 259. Bölüm; 1277. Hadis

Şöyle diyorum: Ebu Hamid Gazali ilim kavramının değişikliği hususunda şöyle demiştir: “Bil ki yanlışlıkların ve kınanmış ilimlerin şer’i ilimlerle karışmasının kökeni, beğenilmiş isimlerin tahrif edilmesi ve doğru olmayan hedefler esasınca selefi salihin ve ilk neslin gözönünde bulundurduğu manalara aykırı anlamlara intikal etmesidir. Bu değişmiş kavramlar beş tanedir: Fıkıh, ilim, tevhit, tezkir ve hikmet. Bunlar güzel ve beğenilmiş isimlerdi. Bu sıfatlara sahip olan kimseler dini makamlara sahipti. Ama bugün kınanmış anlamlara nakledilmişlerdir. Bu yüzden kalpler, bu isim ve sıfatlara sahip olan kimselerden şiddetle kaçmaktadır.

Birinci kavram fıkıhtır. Bu kavramda yapılan tasarruf ve müdahale tahsisi (özelleştirme tasarrufu) tasarruf idi.  Anlamın intikali ve değişikliği değil. Çünkü bu kavramı fetvalarda garip ve fer’i meseleleri tanımaya, bu meselelerin sebeplerinin detaylarını bilmeye, onlardaki uzun bahislere, tafsilata ve bu meselelerle ilgili söz ve görüşlere tahsis etmişlerdir. Bu konularda derinleşmiş ve bu konulara fazlaca yönelmiş kimseler için, “O daha fakihtir” denilmiştir. Oysa İslam’ın ilk asrında fıkıh ünvanı ahiret yolunun ilmi, nefsin afetlerinin detayları, amelleri zayi eden şeyler, dünyayı küçümsemede ihata gücü, ahiret nimetlerine göz dikmek, ilahi korku ve haşyetin kalbe hakimiyeti anlamında kullanılıyordu. Bu konunun delili ise Allah Tebarek ve Teala’nın şu sözü idi: “Ta ki dinde fakih olsunlar ve kavimlerini kendilerine geri döndüklerinde uyarsınlar.”[470] Dolayısıyla korku ve uyarı sebebi olan ilim gerçek ilim ve fıkıhtır, boşanma, lanetleşme, barışma ve kiralamanın feri konuları değil. Çünkü bu konularla ne bir uyarı hasıl olmaktadır ve ne de bir korkutma, hatta bütün vaktini ve çabasını bu konular için harcamak kalbi katılaştırır ve ilahi korku ve haşyeti ortadan kaldırır. Bunun örneği de bu tür insanlarda görülen davranışlarıdır. Nitekim Allah Tebarek ve Teala şöyle buyurmuştur: “Onların kalpleri vardır ama onunla anlamazlar”[471] Elbette maksat iman anlamlarını anlamaktır, fetvaları değil. Gerçek şudur ki fıkıh ve fehm (anlama) lugatte aynı anlamda olan iki kelimedir. Geçmişte de şu anda da bu anlamda (kavramak, anlamak) kullanılmaktadır. Hakeza Allah-u Tela şöyle buyurmuştur: “Onlarıniçlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir. Çünkü onlar, anlamayan kimselerdir”[472] bu ayette onların aziz ve celil olan Allah’tan az korkmaları ve yaratığın kudretine önem vermeleri onların fıkıhlarının azlığına isnat edilmiştir. Şimdi biraz düşünün, acaba Allah’tan az korkmaları ve Allah’ın yaratıklarından korkmaları fetvaların detaylarını hükümleri ve hadiseleri ezberlememekten mi kaynaklanmaktadır yoksa zikrettiğimiz ilimlerden nasipsiz olduklarından mı?

Resulullah (s.a.a) elçi olarak yanına gelen kimselere şöyle buyurmuştur: “Onlar alimdir, hikmet sahibidir ve fakihtirler.” [473] Peygamber hakeza şöyle buyurmuştur: “Sizlere kamil ve tam bir fakihi bildirmeyeyim mi?” Onlar, “Tabi” diye arzedince Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “İnsanları münezzeh olan Allah’ın rahmetinden ümitsiz kılmayan, insanları aziz ve celil olan Allah’ın hilesinden güvende kılmayan, Allah’ın fazlından ve kereminden ümitsiz etmeyen ve Kur’ana isteksizlikten ve rağbetsizlikten dolayı başka bir şeye yönelmeyen kimsedir.”[474]

Peygamber hakeza şöyle buyurmuştur: “Kulun gazabı ve öfkesi aziz ve celil olan Allah için olmadıkça ve Kur’an için bir çok anlamlara inanmadıkça tam ve kamil bir fakih olamaz.”[475]Bu sözü Ebu Derda da merfu’ olarak nakletmiştir. Ayrıca peygamberin şu sözünü de nakletmiştir: “Sonra kendi nefsine yönelir ve herkesten çok kendi nefsini düşman bilir.”[476] Seleften (önceki alimlerden) bazıları şöyle demişlerdir: Fakih dünyada zahit olan, ahirete rağbet eden, görüşünde basiret sahibi olan kimsedir. Fakih kimse Rabbine[477] daima ve sürekli ibadet eder. Rabbinden sakınır, Müslümanların haysiyetiyle oynamaz, Müslümanların malı hakkında iffetli olur. Müslümanların topluluğu için hayır diler. Bütün bu hususlarda, “fetvaları ve şer’i detayları da bilmelidir” kaydı zikredilmemiştir. Ben fıkıh kavramının zahiri hükümler hakkındaki fetvaları da içermediğini de söylemiyorum ama bu iş genel, şumul veya tabi olma yoluyladır. Dolayısıyla fıkıh kavramı daha çok ahiret ilmi ve kalp ile hükümler hakkında kullanılmıştır. Bu kavramın o anlamlardan bu yaygın olan anlamlara tahsisi ise bazı kimselerin kendisini bu tahsis edilmiş anlama vakfetme yanlışlığına düşmesine, ahiret ilmi ve kalple ilgili hükümlerden yüz çevirmesine sebep olmuştur. Özellikle bu iş insanın tabiatıyla da daha çok uyum içindedir. Çünkü batın ilmi zordur ve onunla amel etmek müşküldür ve hükümet makamı, yargı, mal ve makama ulaşmak için bir bahane kılınması mümkün değildir. Şeytan da bu fırsattan istifade ederek  fıkıh isminin şeriattaki cezb ediciliğini tahsis edilmiş anlamını kalplere süslü göstermiştir.[478]

Şehid-i Sani (r.a) Münyet’ul Mürid adlı kitabında şöyle diyor: “Sadece tedvin edilmiş bu konuları öğrenmek Allah-u Teala nezdinde fıkıh sayılmamaktadır. Allah-u Teala nezdinde, fıkıh hakikatte Allah’ın celal ve azametini algılamaktır. Allah-u Teala hakkında huşu, heybet ve korku icat eden de bu ilimdir. Bu ilim takvaya yönelmeye, uygun olmayan sıfatları tanımaya ve neticede ilgili sıfatlardan uzak durmaya, beğenilmiş sıfatları tanımaya ve sıfatlarla amel etmeye sebep olmaktadır. Bu ilim Allah’tan korkuya neden olmakta ve ruhlarda bir hüzün icat etmektedir. Nitekim Allah-u Teala da kendi kitabında bu nükteye teveccüh etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?” Uyarma ve korkuya sebep olan ilim bu tedvin edilmiş ilim değildir. Zira bu tedvin edilmiş ilimden maksat muamele şartlarıyla amel ederek malları korumak, malları vasıtasıyla bedenleri korumak ve cinayet ve yaralamalara engel olmaktır. Dolayısıyla önemli olan ilim Allah-u Teala’nın yolunu katetme şeklini tanımak kalbin zorluklarını ve sıkıntılarını geride bırakmaktır. Yani kul ile Allah-u Teala arasında bir örtü olan kınanmış sıfatlardan soyutlanmaktır. Zira eğer kul bu kötü sıfatlara bulaşırsa Allah-u Teala’ya ulaşamaz. İşte bu sebeple de ilim (fıkıh) Allah’tan korku ve haşyete sebep olmaktadır.[479]

 

3241. Bölüm

Fakih Kimdir?

 

16145.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere gerçek fakihi haber vermeyeyim mi? Allah’a isyan hususunda insanlara ruhsat vermeyen, insanları Allah’ın rahmetinden ümitsiz kılmayan, insanları Allah’ın düzeninden ve azabından güvende kılmayan ve Kur’andan gayrisine rağbet etmek için Kur’an’ı terk etmeyen kimsedir.”[480]

16146.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Mükemmel fakih (İslami ilimlerde mütehassıs), halkı Allah’ın rahmetinden ümitsiz etmeyen, onları Allah’ın şefkatinden ümitsizliğe düşürmeyen ve Allah’ın düzeninden (cezasından) onları güvende kılmayan kimsedir.”[481]

16147.  İmam Bakır (a.s) kendisine soru soran birisine cevap verdi. O şahıs kendisine, “fakihler bunu söylememektedir” deyince İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun sana! Sen hiç fakih görmedin mi? gerçek fakih dünyaya itinasız olan ahirete rağbet eden ve peygamberin (s.a.a) sünnetine sarılan kimsedir.”[482]

 

3242. Bölüm

Fıkhın Kemaline Sebep Olan Şey

 

16148.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul, insanlara karşı sadece Allah için kin ve öfke duymadıkça ve nefsinden nefret ettiği kadar hiç kimseden nefret etmedikçe asla gerçek bir fakih olamaz.”[483]

16149.  Resulullah (s.a.a) Ebuzer’e yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “İnsanları kendi gözünde bir avuç deve gibi görmedikçe (itina göstermedikçe) ve onların varlığına önem verdikçe insan asla kamil bir fakih olamaz. Yanında bir devenin olması kendi hali için bir farklılık arzetmediği gibi insanların varlığı da onda hiçbir değişiklik ve etki yaratmamalıdır. Bu hal üzere kendisine dönünce de en çok aşağılamayı ve itinasızlığı kendisine reva görür.”[484]

16150.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsan, insanları Allah-u Tealnın yanında bir avuç deve gibi görmedikçe ve bu hal üzere kendisine döndüğünde herkesten daha çok kendi nefsini küçük görmedikçe asla kamil bir fakih olmaz.”[485]

bak. . 333. Konu, el-Ucb,

 

3243. Bölüm

İnsanların En Fakihi

 

16151.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizler eğer sözlerimizin maksadını anlayacak olursanız insanların en fakihi olursunuz. Şüphesiz sözler çeşitli şekillerde beyan edilebilir. O halde eğer insan istediği taktirde sözlerini istediği bir şekilde beyan edebilir ve yalan söylemeyebilir.”[486]

16152.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sözlerimizin anlamını bilmedikçe sizden hiç kimse fakih olamaz.”[487]

16153.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki biz kendisine söylenen kinayeli bir sözün maksadının ne olduğunu anlamadıkça Şiilerimizden herhangi birisini fakih saymayız.”[488]

bak. . el-Hadis, 719. Bölüm; el-İlm, 2921. Bölüm

 

3244. Bölüm

Fakihin Nişanelerinden Bazısı

 

16154.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın faklihliğinin nişanelerinden biri de geçimini düzeltmesidir. Seni islah edecek  şeyi talep etmek dünya sevgisinden değildir.”[489]

16155.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haklardan biri de fakih olmanız, fıkhın nişanelerinden biri de gaflet ve aldanmaya kapılmamanızdır.”[490]

16156.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakih olmanız şüphesiz uzak görüşlülükten ve gaflet ve aldanmaya kapılmamanız da fıkıhtandır.”[491]

16157.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın fakih olmasının nişanelerinden biri de kendisini ilgilendirmeyen hususlarda az konuşmasıdır.”[492]

16158.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilim, ilim ve suskunluk fakihliğin nişanelerindendir.”[493]

 

3245. Bölüm

Fakihin Varlığının İblise Ağır Gelmesi

 

16159.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir fakihin iblis için varlığı bin abidin varlığından daha ağırdır.”[494]

16160.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) veya İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinde fakih olan birinin varlığı şeytan için bin abidin varlığından daha ağırdır.”[495]

16161.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir şey iblis için bir kabileden bir alimin çıkması kadar bel kırıcı değildir.”[496]

bak. el-İlm, 2843. Bölüm

 

3246. Bölüm

Fakihlik İbadetin Ruhudur

 

16162.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fıkhı az bilen kimse çok ibadet eden (fıkıh bilmeyen) kimseden daha hayırlıdır.”[497]

16163.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fıkıh ile birlikte olmayan ibadette hayır yoktur. Düşünmekle birlikte olmayan ilimde hayır yoktur. Tedebbür ve tefekkürle birlikte olmayan Kur’an okumada hayır yoktur.”[498]

16164.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fıkıh ve anlayış ile birlikte olmayan hiçbir ibadet, ibadet değildir.”[499]

16165.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En iyi ibadet fıkıhtır.”[500]

bak. el-İbadet, 2491. Bölüm

 

3247. Bölüm

Fakihin Ölümü

 

16166.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mümin bir fakih ölünce islamda hiçbir şeyin dolduramadığı bir gedik açılır.”[501]

16167.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir mümin ölünce İslamda hiçbir şeyin kapatamayacağı bir gedik açılır. Zira fakih müminler şehri koruma sebebi olan şehir kalesi gibi islamın kaleleridirler.”[502]

16168.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şeytan için hiçbir müminin ölümü bir fakihin ölümünden daha sevimli değildir.”[503]

bak. el-İlm, 2844. Bölüm

 

3248. Bölüm

Fakihlerin Afeti

 

16169.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakihlerin afeti korunmamaktır.”[504]

16170.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimlerin afeti makam sevgisidir.”[505]

16171.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin afeti ilimle amel etmemektir.”[506]

16172.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakihler dünyevileşmedikçe peygamberlerin eminleridirler.” Kendisine, “Ey Allah’ın Resulü! Onların dünyevileşmeleri nasıldır?” diye arzedilince de şöyle buyurmuştur: “Sultana (hakim güce) itaat etmekledir. O halde her kim böyle yaparsa din ve inançlarınız hususunda ondan sakının.”[507]

bak. el-İlm, 2905. Bölüm

 



424. Konu

 

el-Fikr

Fikir-Düşünme

 

 

F Bihar, 71/314, 80. bölüm, et-Tefekkür ve’l-İ’tibar

F Kenz’ul Ummal, 3/106, 696, et-Tefekkür

F El-Müheccet’ül-Beyza, 8/192, Kitab’ut-Tefekkür

 

 

 

 


bak. .

F 131. konu, el-Hile; 551. konu, el-Mevize; 365. konu, el-Akl; 367. konu, el-İlm; es-Selat (1), 2292. bölüm; el-Müstazaf, 2276. bölüm; el-Ma’rifet (3), 2616. bölüm; el-Akl, 2787. bölüm



 

 

3249. Bölüm

Fikir ve Düşünce

 

16173.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin düşünce gözü sabahlarsa isteklerinin doruğuna ulaşmış olur.”[508]

16174.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünce hikmet ile sonuçlanır.”[509]

16175.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünce akılların cilasıdır.”[510]

16176.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünce aklı nurlandırır.”[511]

16177.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünce rüşttür, gaflet ise yolu kaybetmektir.”[512]

16178.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünce iki hidayetten biridir.”[513]

16179.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyilikleri düşünmek, iyiliklere amele davet eder.”[514]

16180.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşlerin sonucunu düşünmek, insanı helak edici şeylerden korur.”[515]

16181.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünmek, ibret almaya sebep olur, sürçmelerden güvende kılar, ihtiyat etmeye ve zekiliğe sebep olur.”[516]

16182.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşün ki (gaflet uykusundan) uyanasın (veya yüce mertebeye erişesin).”[517]

16183.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşüncesi güzel olan kimse, hor düşmez.”[518]

16184.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın kökü düşüncedir, meyvesi ise (hata, sürçme, günah veya ahiret azabından) salim kalmaktır.”[519]

16185.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hatalardan salim kalmanın kökü, amel etmeden önce düşünmek ve konuşmadan önce ölçüp biçmektir.”[520]

16186.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşlerin karanlıkları düşünceyle aydınlanır.”[521]

16187.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer tüm işlerinde düşünceyi öne alırsan her işinin sonu iyi olur.”[522]

16188.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sürekli düşünce ve ihtiyat insanı sürçmelerden korur, (nimetlerin) değişiminden kurtarır.”[523]

16189.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim uzun süre düşünürse, görüşü güzel olur.”[524]

16190.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünceyle birlikte olduğun her gün, senin ibret almanı sağlar.”[525]

 

3250. Bölüm

Tefekkür

 

Kur’an:

“Böylece Allah düşünesiniz diye size ayetleri açıklar.” [526]

“Eğer biz Kur’an’ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.”[527]

bak. bakara suresi, 266, 269. ayetler; Al-i İmran suresi, 13, 137, 191. ayetler; En’am suresi, 11, 36, 50, 152. ayetler; A’raf suresi, 3, 176, 185, 201. ayetler; Yunus suresi, 24, 73, 101. ayetler; Yusuf suresi, 109, 111. ayetler; Ra’d suresi, 3. ayet; Hicr suresi, 75. ayet; Nahl suresi, 11, 36. ayetler; Mü’minun suresi, 86. ayet; Furkan suresi, 50, 73. ayetler; Neml suresi, 62, 69. ayetler; Ankebut suresi, 20, 24, 35, 43. ayetler; Rum suresi, 8, 9, 21. ayetler; Mü’min suresi, 13, 58, 82. ayetler; Casiye suresi, 3-5, 13. ayetler; Muhammed suresi, 10. ayet; Kamer suresi, 4, 15. ayetler; Haşr suresi, 2. ayet; Hakka suresi, 12. ayet; Müzzemmil suresi, 19. ayet; İnsan suresi, 29. ayet

16191.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefekkür etmek, basiretli insanın kalbinin hayatıdır.”[528]

16192.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefekkür etmekle kalbini uyandır, gece yatağından kalk ve rabbin olan Allah’tan kork.”[529]

16193.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefekkür etmek iyiliğe ve iyilikle amel etmeye davet eder.”[530]

16194.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini, hikmetini arttıran tefekkürden ve sana korunma kazandıran ibretten boş bırakma.”[531]

16195.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere sürekli olarak ilahi takvayı ve tefekkürü tavsiye ediyorum. Zira tefekkür etmek tüm iyiliklerin anne babasıdır.”[532]

16196.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalıcı şeyleri gidici şeylerden ayırt etmek en üstün düşüncedendir.”[533]

16197.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Basiretli kimse, işitip tefekkür eden, görüp basiretli olan ve ibretlerden faydalanan, daha sonra apaçık yolu tutturan ve uçurumlara yuvarlanmaktan uzak duran kimsedir.”[534]

16198.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünüp ibret alan ve ibretiyle basiret sahibi olana Allah rahmet etsin. Çok yakında göreceksiniz, dünyada var olanlar, az bir zamanda yok olacaktır; ahirettekiler ise, hiç bir zaman yok olmaz, devam eder.”[535]

16199.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim düşünürse basiret elde eder.”[536]

16200.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey dinleyen, sarhoşluktan ayıl, gafletinden uyan, çok acele etme. Ümmi nebinizin (s.a.a) diliyle sana gelen kaçınılmaz ve olacağı muhakkak şeyleri iyi düşün.”[537]

16201.  İmam Ali (a.s), müminin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Vakti (ibadet ile) doludur, şükredicidir, sabırlıdır ve kendi düşüncesine dalmıştır.”[538]

16202.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Ey Allah’ın kulları! Allah’tan gönlünü O’na veren, düşüncesiyle bedenini korku saran akıllı kişinin korktuğu gibi kor­kun.[539]

16203.  Ata şöyle diyor: “Ben ve Ubeyd b. Umeyr Ayşe’nin yanına gittik. Bizimle onun arasında bir perde vardı. O şöyle dedi: “Ey Ubeyd! Senin bizi görmene engel olan şey nedir?” Ubeyd şöyle dedi: “Peygamber’in (s.a.a) şu emridir: “Arada bir ziyaret et ki sevgin artsın” Daha sonra İbn-i Umeyr şöyle dedi: “Bizler için Allah Resulü’nden gördüğün en ilginç şeyi anlat.” Ata şöyle diyor: “Ayşe ağladı ve şöyle dedi: “Onun bütün işleri ilginçti. Peygamber’in benim evimde kalma sırasının geldiği bir gece, yanıma geldi. Öyle ki bedenim, onun bedenine dokundu. Ama şöyle buyurdu: “Beni bırak da, aziz ve celil olan Rabbime ibadet edeyim.” Sonra kalktı su kırbasının yanına gitti. O sudan abdest aldı. Sonra namaza durdu ve sakalları ıslanıncaya kadar ağlamaya başladı. Ardından secdeye kapandı ve secdede ağladı. Öyle ki yer ıslanmıştı. Namazdan sonra yanı üzerine yattı. Daha sonra Bilal sabah namazı vaktini ilan etmek için huzuruna vardı ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Neden ağlıyorsun, oysa Allah geçmiş ve gelecek tüm günahlarını affetmiştir.” Peygamber şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun sana ey Bilal! Neden ağlamayayım ki?! Oysa Allah bu gece bana şu ayeti nazil buyurmuştur: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için nişaneler vardır.” Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: “Bunu okuduğu halde, hakkında düşünmeyen kimseye eyvahlar olsun.”[540]

16204.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz tefekkür, basiretli insanın kalbinin hayatıdır. Tıpkı karanlıklarda bir ışıkla aydınlanarak yürüyen, kendisini güzel kurtaran ve çok az duraklayan kimse gibi.”[541]

 

3251. Bölüm

Mütala ve Tefekkür

 

16205.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çok tefekkür etmek ve anlamak, çok tekrarlamaktan ve okumaktan daha faydalıdır.”[542]

16206.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim öğrendiği şeyler hakkında tefekkür ederse, ilmini sağlamlaştırır ve anlamadığı şeyi anlamış olur.”[543]

16207.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir ilim düşünmek gibi değildir.”[544]

Bak. 158. Konu, el-Biraset

3252. Bölüm

Düşünmek Aynadır

 

16208.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünmek saf bir aynadır.”[545]

16209.  Fıkh’ur-Rıza’da (a.s) şöyle yer almıştır: “Düşünmek senin aynandır, sana kötülüklerini ve iyiliklerini gösterir.”[546]

16210.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünmek iyiliklerin aynası ve kötülüklerin örtüsüdür.”[547]

16211.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın düşünmesi iyi ve kötü amellerini gösteren bir aynadır.”[548]

 

3253. Bölüm

Tefekkür Gibi Bir İbadet Yoktur

 

16212.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İbadet, namaz ve orucun çokluğuyla değildir; aksine ibadet, Allah’ın işleri hususunda düşünmekledir.”[549]

16213.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ebu Zer’in (r.a) ibadetlerinin çoğu düşünmek ve ibret almak idi.”[550]

16214.  Ebu Zer’in annesi, kendisine Ebu Zer’in ibadeti sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bütün bir gün boyunca insanlardan uzak durur ve tefekküre dalardı.”[551]

16215.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın nimetleri hakkında tefekkür etmek ne güzel bir ibadettir.”[552]

16216.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Göklerin ve yerin melekutu hakkında tefekkür etmek, halis insanların ibadetidir.”[553]

16217.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalıcı şeyleri (ahireti) geçici şeylerden (dünyadan) ayırt etmek, en üstün düşüncedendir.”[554]

16218.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gözlerinize ibadetteki paylarını veriniz.” Kendisine şöyle arzettiler. “Ey Allah’ın Resulü! Gözlerin ibadetten payları nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Kur’an’a bakmak, Kur’an hakkında tefekkür etmek ve ilginçliklerinden ibret almaktır.”[555]

16219.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün ibadet, sürekli Allah ve Allah’ın kudreti hakkında tefekkür etmektir.”[556]

16220.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir ibadet aziz ve celil olan Allah’ın yaratışı hakkında tefekkür etmek gibi değildir.”[557]

bak. el-İbadet, 2494. Bölüm

 

3254. Bölüm

Bir Saat Tefekkürün Değeri

 

16221.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir saat düşünmek, bir yıllık ibadetten daha iyidir: “Şüphesiz sadece akıl sahipleri ibret alır.”[558]

16222.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir saat düşünmek, bir yıllık ibadetten daha iyidir.”[559]

16223.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kısa bir müddet düşünmek, uzun ibadetten daha hayırlıdır.”[560]

16224.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “Bir saat tefekkür etmek, bir gece ibadet etmekten daha mı hayırlıdır?” diye soran Hasan Saykal’a şöyle buyurmuştur: “Evet! Nitekim Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir saat düşünmek, bir geceyi ibadetle geçirmekten daha iyidir.” Ben şöyle arzettim: “Nasıl düşünmek gerekir?” İmam şöyle buyurdu: “Yıkılmış evlere gitmeli ve şöyle demelidir: “Seni  yapanlar nerededir? Sende oturanlar nerededir? Neden konuşmuyorsun, ne oldu sana?”[561]

 

3255. Bölüm

Düşünceyi Saf Kılan Şey

 

16225.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim az yerse düşüncesi saf olur.”[562]

16226.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sürekli karnı tok olan kimsenin düşüncesi nasıl saf ve berrak olabilir.”[563]

bak. el-Kalb, 3402. Bölüm; el-Gaflet, 3097. Bölüm; el-Ma’rifet (1), 2593, 2594. Bölümler; el-Akl, 2825. Bölüm

 

3256. Bölüm

Yasaklanmış Tefekkür

 

16227.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hikmet dışında tefekkür etmek heva ve hevestir.”[564]

16228.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günahlar hakkında çok düşünen kimseyi, günahlar kendisine doğru çeker.”[565]

16229.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim lezzetler hakkında çok düşünürse, lezzetler ona galip gelir.”[566]

16230.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’ın azametini çok düşünürse şaşkınlığa düşer.”[567]

bak. el-Ma’rifet (3), 2616. Bölüm

 

3257. Bölüm

Önceki Milletlerin Durumu Hakkında Düşünmek

 

Kur’an:

“Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp alt üst ederek onlardan çok imar etmiş kimseydiler ve onlara belgelerle peygamberler gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı.”[568]

“Sizden önce neler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin de, yalancıların sonunun ne olduğuna bir bakın.”[569]

bak. En’am suresi, 11. ayet; Yusuf suresi, 109. ayet; Nahl suresi, 36. ayet; Neml suresi, 69. ayet; Rum suresi, 42. ayet; Fatır suresi, 44. ayet; Gafir suresi, 21, 82. ayetler; Muhammed suresi, 10. ayet

16231.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: Yavrucuğum, ben benden öncekiler gibi ömür sürmediysem de, onların yaptıklarına baktım, haberleri üze-rinde düşündüm, bıraktıkları eserlerini gezdim, böylece, onlardan biri gibi oldum; belki de başlangıçtan sonuna kadar onlarla birlikte yaşamış, ömürleri benimle sona er-miş gibi oldu.”[570]

bak. es-Sunnet, 1918. Bölüm; el-İhtilaf, 1046. Bölüm, 4828. Hadis

 



425. Konu

 

el-Felah

Felah-Kurtuluş

 

 

 

 

 

 


bak. .

F 363. konu, el-Afiyet; 508. konu, en-Necat



 

 

3258. Bölüm

Kurtuluş Sebepleri

 

Kur’an:

 “Müminler saadete ermişlerdir. Onlar namazda huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.”[571]

“Arınmış olan, Rabbinin adını anıp namaz kılan, saadete erişecektir.”[572]

“Nefsini tezkiye eden kurtuluşa ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.”[573]

“Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah’ın lütfünden rızık isteyin; Allah’ı çok anın ki saadete erişesiniz.”[574]

“Saadete ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah’ın hükmüne dönün.”[575]

“Ey iman edenler! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya vesile arayın, yolunda cihat edin ki kurtulasınız.”[576]

“Kurtuluşa erişebilmeniz için Allah’ın nimetlerini anın.”[577]

16232.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkimin aklı heva ve heveslerine üstün gelirse kurtuluşa erer.”[578]

16233.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlme itaat ve cehalete isyan et ki, kurtuluşa eresin.”[579]

16234.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kalbini iman için halis eder, kalbini temiz ve salim kılar, dilini doğru, ruhunu huzurlu, ahlakını dürüst, kulağını işitici, gözlerini de görücü kılarsa kurtuluşa ermiş olur.”[580]

 

3259. Bölüm

Kurtuluşa Erenler

 

Kur’an:

“İyi bilin ki, saadete erecek olanlar, Allah’tan yana olanlardır.”[581]

“Allah’a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının, buyruklarını dinleyin, itaat edin; kendinizin iyiliğine olarak mallarınızdan infak edin; nefsinin tamahkarlığından korunan kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.”[582]

bak. Bakara suresi, 5. ayet; Al-i İmran suresi, 104. ayet; A’raf suresi, 8, 157. ayet; Tevbe suresi, 88. ayet; Mü’minun suresi, 102. ayet; Nur suresi, 51. ayet; Rum suresi, 38. ayet; Lokman suresi, 5. ayet

16235.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanadıyla (taraftarlarıyla) uçan (kıyam eden) kurtulmuştur. Teslim olan (yeterli taraftarı olmadığı için inzivaya çekilen) halkı rahatlığa kavuşturmuştur.”[583]

16236.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Fitne dalgalarını kurtuluş gemisiyle aşın, nefret yolundan ayrılıp gurur tacını başınızdan atın. Kana­dıyla uçan (yeterli taraftarlarıyla kıyam eden) kurtulur ve teslim olan (yeterli taraftarı olmadığından inzivaya çekilen) halkı rahatlığa kavuşturur.”[584]

bak. el-Hizb, 806. Bölüm

 

3260. Bölüm

Kurtuluşun Engelleri

 

Kur’an:

“Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Zalimler bunun için saadete ulaşamazlar.”[585]

“Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette saadete erişemezler.”[586]

“Allah’la berâber, varlığına hiçbir delili olmadığı halde başka ilaha tapanın hesabını Rabbi görecektir. Küfredenler elbette kurtulamazlar.”[587]

“De ki: “Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa erişemezler.”[588]

16237.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan bir günah işleyince, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tövbe ederse o nokta temizlenir. Ama eğer günahlarını artırırsa o nokta daha da büyür, sonunda tüm kalbini sarar. Ondan sonra asla kurtuluşa eremez.”[589]

16238.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsan kırk yaşına ulaştığı halde, iyilikleri kötülüklerine üstün gelmezse, şeytan onun alnından öper ve şöyle der: “Bu kurtuluşa eremeyecek bir yüzdür.”[590]

İmam Ali’den (a.s) de şöyle nakledilmiştir: “Herkim yarının rızkı için tasalanırsa, asla kurtuluşa erişemez.”[591]

bak. ez-Zenb, 1378. Bölüm

 



426. Konu

 

et-Tefviz

Tefviz

 

 

F Bihar, 71/98, 63. bölüm; et-Tevekkül ve’t-Tefviz ve’r-Rıza ve’t-Teslim

F Bihar, 5/2, 1. bölüm; İbtal’ul Cebr ve’-Tefviz

 

 

 

 


bak. .

F 558. konu, et-Tevekkül; 190. konu, er-Rıza (1); 243. konu, et-Teslim; 60. konu, el-Cebr



 

 

3261. Bölüm

Tefviz (İşleri Allah’a Bırakmak)

 

Kur’an:

“Size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a bırakıyorum. Doğrusu Allah, kulları görür.”[592]

16239.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dört şeyden korktuğu halde, dört şeye sığınmayan kimseye şaşarım. (Aynı şekilde) korktuğu halde, aziz ve celil olan Allah’ın şu sözüne sığınmayan kimseye şaşarım: “Allah bize yeter ve o ne güzel vekildir.” Zira aziz ve celil olan Allah’ın bu ayetin hemen ardında şöyle buyurduğunu işittim: “Hiçbir zarar görmediğiniz halde (savaş meydanlarından) Allah tarafından bir nimet ve ihsanla geri döndünüz.”

Hüzünlendiği halde aziz ve celil olan Allah’ın şu sözüne sığınmayan kimseye şaşarım: “Senden başka ilah yoktur, sen münezzehsin, şüphesiz ben zalimlerden idim.” Zira aziz ve celil olan Allah’ın bu ayetin ardından şöyle buyurduğunu işittim: “Ona icabet ettik ve onu hüzünden kurtardık, iman edenleri işte böyle kurtarırız.”

Kendisine hile yapıldığı halde Allah’ın şu sözüne de sığınmayan kimseye şaşarım: “İşimi Allah’a havale ettim. Şüphesiz Allah kullarını görendir.” Zira yüce ve mukaddes olan Allah’ın bu ayetin ardından şöyle buyurduğunu işittim. “Böylece Allah onu, yaptıkları düzenin kötülüklerinden korudu.”

Dünyayı ve dünyanın süslerini istediği halde Allah Tebarek ve Teala’nın şu sözüne sığınmayan kimseye şaşarım: “Sadece Allah’ın istediği şey, Allah’tan başka güç yoktur.” Zira ismi yüce olan Allah’ın bu ayetin ardından şöyle buyurduğunu işittim: “Eğer mal ve çocuk açısından beni kendinden daha az görüyorsan, rabbimin bana senin bahçenden daha iyisini vermesi, umulur.” Ayette geçen “esa” (umulur) kelimesi olumlu ve kesin bir ifadedir.”[593]

16240.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın dört esası vardır: Aziz ve celil olan Allah’ı tefekkür, Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnutluk, Allah’ın emri karşısında teslimiyet ve işlerini Allah’a teslim etmek. Nitekim Salih kul şöyle demiştir: “İşimi Allah’a havale ediyorum… Böylece Allah onu kurdukları düzenin kötülüklerinden korudu.”[594]

 

Tefsir:

“İşimi Allah’a havale ederim” ayetinde yer alan tefviz, Rağib-i İsfahani’ye göre, geri döndürmek anlamındadır. O halde işin Allah’a tefviz edilmesi, işin Allah’a döndürülmesi anlamındadır. Bu taktirde de tefvizin anlamı, tevekkül ve teslim anlamına yakındır. Farkeden şey ise bakış açılarıdır. Eğer tefviz diyorlarsa bu kulun zahirde kendisine mensup olan işleri, münezzeh olan Allah’a döndürmesi itibariyledir ve kul böyle bir durumda tümüyle kenarda olan ve hiçbir işin kendisine dönmediği (isnat edilmediği) kimse konumundadır. Eğer tevekkül diyorlarsa bu da kulun işlerinde istediği gibi tasarrufta bulunması için rabbini kendisine vekil tutması itibariyledir. Eğer teslim deniyorsa, bu da kulun, münezzeh olan Allah’ın kendisi hakkında irade ettiği her şeye salt teslimiyet içinde olması ve boyun eğmesi ve kendisine hiçbir şey isnat etmemesi itibariyledir. O halde bunlar ubudiyet makamlarından üç makamdır. Önce tevekkül, sonra tevekkülden daha zarif ve dakik olan tefviz ve ardından da her ikisinden daha fazla dakik ve zerafeti olan teslim makamı.”[595]

bak. el-İman, 259. Bölüm, 1277. Hadis

 

3262. Bölüm

Tefviz’in Sonuçları

 

16241.  İmam Bakır (a.s), Cabir b. Yezid Cu’fi’ye yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Tefviz’in sıhhatiyle nefis rahatlığına eriş.”[596]

16242.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşlerini Allah’a havale eden kimse, ebedi bir rahatlık ve sürekli bir tatlı hayat içindedir. İşlerini Allah’a gerçek anlama teslim eden kimse, Allah’tan başka her türlü istekten el çeken kimsedir. Tıpkı müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in şu sözü gibi: “Allah’ın bana kısmet ettiğinden hoşnut oldum,

İşlerimi yaratıcıma ısmarladım,

Allah geçmişte ihsan ettiği gibi,

Ömrümün geri kalanında da ihsan edecektir.”

…İşlerini Allah’a havale eden kimse, gecesini her türlü afetten salim bir şekilde geçirir ve gündüzünü de salim bir dinle yaşar.”[597]

16243.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’ın kendisi için yaptığı güzel seçimine dayanırsa Allah’ın kendisi için seçtiği halet dışında, kendisi için başka bir halet arzu etmez.”[598]

16244.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim işlerini Allah’a havale ederse, Allah onun işlerini düzene sokar.”[599]

bak. el-İlm, 2875. Bölüm

 


 


Kaf Harfi

 

ü el-Kebr (Kabir-Mezar)

ü el-Kıble (Kıble)

ü et-Tekbil (Öpmek)

ü el-Ketl (Öldürmek)

ü el-Keder (Kader)

ü el-Kudret (Kudret)

ü el-Kezf (İftira)

ü el-Kur’an (Kur’an)

ü el-Mukarrebun (Mukarrebler-Yakınlar)

ü el-İkrar (İkrar)

ü el-Kerz (Borç)

ü el-Kur’e (Kura-Çekiliş)

ü el-Kern (Asır-Çağ)

ü el-İktisad (İktisad-Ekonomi)

ü el-Kıses (Kıssalar-Hikayeler)

ü el-Kısas (Kısas)

ü el-Keza (1) (Kaza ve Kader)

ü el-Keza (2) (Kaza ve Kader)

ü el-Kelb (Kalb)

ü et-Teklid (Taklit-Öykünmek)

ü el-Kelem (Kalem)

ü el-Kımar (Kumar)

ü el-Kunut (Ümitsizlik)

ü el-Kenaet (Kanaat)

ü el-İstikamet (Mukavemek-Direnmek)

ü el-Kıyas (Kıyas)




427. Konu

 

el-Kabr

Kabir-Mezar

 

 

F Bihar, 6/202, 8. bölüm; Ehval’ul Berzah ve’l-Kabr ve Azabuhu ve Sualuh

F Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/273, fi Zikr’il-Kabr ve sual’ul Münker ve’n-Nekir

 

 

 

 


bak. .

F 35. konu, el-Berzah; 209. konu, Ziyaret’ul Kubur

F eş-Şehadet (2), 2113. bölüm; er-Rehn, 1556. bölüm



 

 

3263. Bölüm

Kabir

 

Kur’an:

“Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah’ı ve peygamberini küfrettiler, fâsık olarak öldüler.”[600]

16245.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kabir ahiretin ilk durağıdır. Kim ondan kurtulursa, ondan sonraki duraklar, daha kolaydır ve eğer kurtulmazsa, sonraki durağın zorluğu ondan daha az değildir.”[601]

16246.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ahiret adaletinin ilk durağı kabirlerdir; düşük ve seçkin hiç kimse tanınmaz.”[602]

16247.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu mezarlara bir bakın, evlerin önüne dizilmiş, önündeki meydana yazılmış satırlar gibidirler. Mezar taşları, birbirine yakındır. Ama birbirini görmekten uzaktırlar. (dünyada) yaptılar ve bozdular, kaynaştılar ve birbirinden ayrılıp yalnız kaldılar, bir yer edindiler sonra dışarı atıldılar, ikamet etmeye niyetlendiler, ama (ikamet edemeyip) göç ettiler.”[603]

16248.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kabir, geçirdiği her gün dile gelir ve şöyle der: “Ben gurbet diyarıyım, ben yalnızlık eviyim, ben kurtlar eviyim.” Daha sonra mümin kul toprağa verilince kabir ona şöyle der: “Hoş geldin, sefa getirdin…” Kötü bir kimse veya kafir defnedilince de mezar ona şöyle der: “Hoş gelmedin, sefa getirmedin.”[604]

16249.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mezar her gün sohbet eder ve şöyle der: “Ben gurbet eviyim, ben yalnızlık eviyim, ben kurtlar eviyim, ben kabirim, ben cennet bahçelerinden bir bağım veya cehennem çukurlarından bir çukurum.”[605]

16250.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey çareler, görüşler, anlayışlar ve haber sahipleri! Ölümü ve babalarınızın ortadan yok oluşunu hatırlayın. Çok yakında canlar alınacak, bedenler çıplak kalacak, miraslar dağıtılacak ve sen ey işveli, heybetli ve güzel yüzlü kimse! Eski püskü bir konağa, tozlanmış bir yere doğru gideceksin. Mezarında yanakların üzerine yatırılacaksın ve mezarlardan çıkarılıp mahşer sahnesine gönderilinceye kadar, ziyaretçisi az ve işçileri bitkin olan bu konakta kalırsın.”[606]

16251.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mezardan daha çirkin bir manzara görmedim.”[607]

16252.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın düşmanı kabre doğru omuzlara kaldırılınca kendisini teşyi edenlere şöyle nida eder: “Ey kardeşler! Benim mübtela olduğum şeyden sakınınız, sizlere beni aldatan dünyayı şikayette bulunuyorum. Ona itminan ettiğim için beni yere serdi. Beni sevince boğan heva ve heves dostlarımı şikayette bulunuyorum. Onlara yardım ettiğim halde, benden uzak durdular, beni yalnız bıraktılar ve yardımsız koydular.”[608]

16253.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mezarlara komşu ol ki ibret alasın.”[609]

16254.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mezar güzel bir damatlıktır.”[610]

16255.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Övünmeyi ve kibir bırak, kabir hatırla, çünkü va­racağın yer oradan geçer.”[611]

16256.  İmam Kazım (a.s), bir mezarın yanında şöyle buyurmuştur: “Sonu bu olan şeyden, yüz çevirmek yakışır, başlangıcı bu olan şeyin de sonucundan korkmak yakışır.”[612]

 

3264. Bölüm

Kabir Sorgusu

 

16257.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Onu uğurla­yanlar ve ayrılık acısına düşenler geri dönünce, şaşırıp kalacağı soruyu cevaplaması, derde dert katan imtihana hazırlanması için çukurunda oturtulur.”[613]

16258.  Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın, “Allah iman eden kimseleri dünya ve ahiret hayatında sabit bir sözle sabit kılar” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Ahiretten maksat, kabirde ölülerin sorguya çekildiği andır.”[614]

 

3265. Bölüm

Mezarda Sorulan Şey

 

16259.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çok geçmeden ömrün sona erecek, melek canını alacak ve tek başına bir konağa doğru yola düşeceksin. Orada ruhun sana geri iade edilecek, münker ve nekir adında iki melek seni sorguya çekmek ve şiddetli bir imtihandan geçirmek için kabirne girecektir.

Bil ki o ikisinin senden soracağı bir soru taptığın rabbin senin için gönderilen Peygamber’in, inandığın dinin, tilavet ettiğin kitabın ve velayetini taşıdığın imamet hakkındadır. Sonra ömrünü nerede harcadığın, nereden elde ettiğin ve nerede harcadığın malın hakkındadır. O halde uyanık ol, kendin için bir şeyler düşün, imtihan başlamadan, sorguya çekilmeden ve denenmeden cevap için hazırlıklı ol.”[615]

16260.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin ölünce yetmiş bin melek onu mezara kadar teşyi eder. Mezara konulunca da münker ve nekir yanına gelir, onu oturturlar ve sorarlar: “Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamber’in kimdir?” O ise şöyle cevap verir: “Rabbim Allah’tır, Muhammed benim Peygamberimdir ve İslam benim dinimdir.” Daha sonra o iki melek göz alabildiğince kendisi için mezarını genişletirler, cennetten kendisi için bir yiyecek getirirler ve onu hoş ve mutlu kılarlar.”[616]

16261.  İmam Rıza (a.s), İbn-i Ebi Hamza’nın ölümünden sonra şöyle buyurmuştur: “O kabirnde oturtuldu, ona imamlar (a.s) hakkında soru soruldu ve o hepsinin adını söyledi ve sonunda sıra bana geldi ve benim hakkımda soruldu. O hiçbir cevap vermedi. Başına öyle bir darbe vurdular ki mezarı ateşle doldu.”[617]

16262.  İmam Rıza (a.s), Yunus’a şöyle buyurmuştur: “Ali b. Ebi Hamza öldü mü?” Ben (Yunus), “Evet” diye arzettim. İmam şöyle buyurdu: “Ateşe gitti.” Yunus şöyle diyor: “Ben bu sözünden dehşete kapıldım. İmam şöyle buyurdu: “Ondan, babam Musa’dan sonraki imam hakkında soru soruldu. O şöyle dedi: “Ondan sonra bir imam tanımıyorum.” Ona şöyle denildi: “Tanımıyor musun?” Ardından mezarında ona öyle bir darbe vuruldu ki, mezarı alevler içinde kaldı.”[618]

16263.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul mezara konulup kendisiyle birlikte olanlar geri dönünce, ayakkabı sesleri işitildiği bir halde, iki melek yanına gelir, onu oturturlar ve şöyle sorarlar: “Muhammed Peygamber hakkında hangi inanca sahipsin.” Eğer mümin ise şöyle der. “Şehadet ederim ki o Allah’ın kulu ve elçisidir” Sonra ona şöyle denir: “Ateşteki yerine bak. . Allah onun yerine sana cennette bir yer verdi.” Peygamber (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu: “O her iki yerini de görür. Ama eğer (ölen kimse) kafir veya münafık olursa şöyle der: “Bilmiyorum, insanların onun hakkında dediğini ben de diyordum.”[619]

16264.  Resulullah (s.a.a), başka bir rivayette ise şöyle buyurmuştur: “İki melek, yanına gelir, onu oturturlar ve sorarlar: “Rabbin kimdir?” O şöyle cevap verir: “Rabbim Allah’tır” onlar şöyle sorarlar: “Dinin nedir?” O şöyle cevap verir: “Dinim islamdır.” Onlar şöyle sorar: “Aranıza gönderilen bu şahıs kimdir?” O şöyle cevap verir: “O Allah’ın elçisidir” Şöyle sorarlar: “Nereden biliyorsun?” O şöyle cevap verir: “Allah’ın kitabını okudum, iman ettim ve tasdik ettim.”[620]

16265.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mezarda ölüden beş şey hakkında soru sorulur: Namazından, zekatından, haccından, orucundan ve biz Ehl-i Beyt arasındaki velayetinden. Velayet kabirn bir köşesinden o dört şeye şöyle der: “Sizden herhangi birinizin bir eksikliği olursa, onu tamamlamak benim görevimdir.”[621]

bak. el-Bihar, 6/241, 60. Bölüm

 

3266. Bölüm

Kabirde Sorguya Çekilen Kimse

 

16266.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mezarda sadece tam kafir veya tam mümin olan kimseler sorguya çekilir.” Ben (ravi) şöyle arzettim: “O halde diğer insanlar ne olacak?” İmam şöyle buyurdu: “Onlara göz yumlur.”[622]

16267.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kabirde sadece tam kafir veya tam mümin olan kimseler sorguya çekilir.”[623]

 

3267. Bölüm

Mezarda Faydalı Olan Ameller

 

16268.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin mezarına konulunca, namaz sağ tarafında ve zekat sol tarafında durur ve iyilik başına gölge eder. Sabır ise bir köşede bekler. İki sorgu meleği yanına gelince sabır; namaz, zekat ve iyiliğe şöyle der: “Arkadaşınızı gözetiniz, eğer aciz kalırsanız ben size yardım ederim.”[624]

16269.  Resulullah (s.a.a), daha bir gün önce defnedilen ve ailesinin üzerinde ağladığı bir mezarın yanından geçince şöyle buyurmuştur: “Sizin gözünüze gelmeyen hafifçe kılınan iki rekat namaz, bu mezarın sahibi için sizin bütün dünyanızdan daha sevimlidir.”[625]

bak. es-Sedık, 2219. Bölüm; el-Amel (1), 2938. Bölüm; el-Amel (3), 2961. Bölüm; 555. Konu, el-Vakf

 

3268. Bölüm

Kabır Adabı

 

16270.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları! Bağışlanmamış kimse için ölümden daha zor olan şey mezardır. O halde, mezarın darlığından, baskısından, karanlığından ve yalnızlığından korkunuz… Allah’ın düşmanlarını hakkında uyardığı dar hayat kabir azabıdır.”[626]

16271.  İmam Bakır (a.s) veya İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah’ın (s.a.a) kızı Rukeyye vefat edince Allah Resulü şöyle buyurdu: “Salih geçmişlerimizden, Osman b. Maz’un ve ashabına katıl.” İmam şöyle buyurdu: “Fatıma (a.s) kabirn kenarında durmuş, göz yaşları mezarın üzerine dökülüyordu. Allah Resulü ise ayakta durduğu bir halde göz yaşlarını elbisesiyle siliyor ve dua ediyordu. Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: “Onun güçsüz olduğunu biliyorum, aziz ve celil olan Allah’tan onu mezar baskısından korumasını istedim.”[627]

16272.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gerçekten de siz, içinizden ölen kimselerin gördüklerini görseydiniz feryat eder, inleyip sızlardınız; korkar, dinler, itaat ederdiniz. Ama onların gördüklerini göremiyorsunuz, onların gördükleri şey örtülüdür sizlere. Ama yakında kaldırılacak o perde.”[628]

İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Bu söz kabir azabına inanmanın doğru olduğuna delalet etmektedir. Bizim ashabımız da buna inanmaktadır. Gerçi düşmanları olan Eş’ariler ve diğerleri kabır azabını inkar ettikleri gerekçesiyle onları kınamaktadırlar. (Oysa biz ve ashabımız, kabir azabına inanmaktayız)”[629]

bak. 340. Konu, el-Azab; el-Hulk, 1116. Bölüm; el-Kafi, 3/235. Bölüm;

 

3269. Bölüm

Kabir (Çeşitli)

 

16273.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gözün mezara ilişince şöyle de: “Allah’ım! Bunu cennet bahçelerinden bir bahçe kıl, cehennem çukurlarından bir çukur karar kılma.”[630]

16274.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim namazının rükusunu tam olarak yerine getirirse, mezarda hiçbir korku ve dehşete maruz kalmaz.”[631]

16275.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim müminin bir hüznünü giderirse, Allah da onun ahiretteki bir hüznünü giderir ve mezardan serin (huzurlu) bir kalple çıkar.”[632]

 



428. Konu

 

el-Kıble

Kıble

 

 

F Bihar, 19/195, Bab-u Tahavvul’il-Kıble

F Vesail’uş-Şia, 3/214, Ebvab’ul Kıble

 

 

 

 


bak. .

F 94. konu, el-Hac



 

 

3270. Bölüm

Kıblenin Değişmesi

 

Kur’an:

“İnsanların sefihleri, “Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?” diyecekler; de ki: “Doğu ve batı Allah’ındır. O, dilediğini doğru yola hidayet eder.”[633]

16276.  İmam Sadık (a.s), kendisine, Allah Resulü (s.a.a) ne zaman Ka’be’ye doğru döndürüldü? diye soran Muaviye b. Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Bedir’den döndükten sonra.”[634]

16277.  İmam Askeri (a.s), Allah-u Teala’nın, “Allah’ın hidayet ettikleri dışındakilere ağır idi” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “O zaman Beyt’ul Mukadaddes’e doğru yönelmek, Allah’ın hidayet ettikleri dışındakilere ağır geliyordu. Zira böyle bir kimse, Allah’ın insanı, kendi istek ve arzularına aykırı durumlarında da Allah’ın emrine itaat ediyor mu diye istek ve arzularına aykırı bir şekilde ibadete yönlendirdiğini biliyordu.”[635]

16278.  Resulullah (s.a.a), Beyt’ul Mukaddes’e bakınca, Cebrail’e şöyle buyurmuştur: “Allah’tan benim kıblemi, Yahudilerin kıblesinden başka bir kıbleye çevirmesini istiyorum. Cebrail ona şöyle buyurdu: “Ben de senin gibi bir kulum. Senin için bana emir verildiği durum dışında elimden bir şey gelmez. O halde rabbini çağır ve ondan dile.” Ondan sonra Allah Resulü (s.a.a) sürekli olarak gök yüzüne bakıyordu. Sonunda Cebrail Allah’tan kendisine bir cevap getireceği ümidiyle, gök yüzüne bakıyordu. Bunun üzerine Allah şu ayeti nazil buyurdu: “Biz yüzünü gökyüzüne çevirdiğini görüyoruz.”[636]

16279.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıblenin Ka’be’ye doğru çevirilmesi, Peygamber’in (s.a.a) Mekke’de on üç yıl Beyt’ül-Mukaddes’e doğru namaz kılmasından sonra meydana geldi. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra yedi ay boyunca Beyt’ul Mukaddes’e doğru namaz kıldı. Bu süreden sonra Allah onun kıblesini Ka’be’ye doğru çevirdi. Zira Yahudiler Allah Resulü’nü (s.a.a) kınıyor ve şöyle diyorlardı: “Sen de bize tabisin, bizim kıblemize doğru namaz kılıyorsun.” Allah Resulü (s.a.a) bu söze çok üzülüyordu. Gece yarısı dışarı çıkıyor ve yüce Allah’tan bu konuda bir emir gelmesini bekleyerek gökyüzü ufuklarına bakıyordu. Ertesi gün öğle namazı olduğunda, Resulullah Ben-i Salim mescidinde öğle namazının iki rekatını kılmışken, aniden Cebrail (a.s) nazil oldu, Peygamber’in omuzlarından tuttu ve onu Ka’be’ye doğru çevirdi ve ona şu ayeti okudu: “Şüphesiz yüzünü gökyüzüne doğru çevirdiğini görüyoruz, o halde seni beğendiğin bir kıbleye yönelteceğiz, o halde yüzünü Mescid’ul Haram’a doğru çevir.” Allah Resulü Bet’ül-Mukaddes’e doğru iki rekat kılmışken, diğer iki rekatı da Ka’be’ye doğru kıldı. Bu esnada Yahudiler ve akılsız kimseler şöyle dediler: “Onları bulundukları kıbleden çeviren şey nedir?” [637]

Allame Tabatabai şöyle diyor: “Bu hususla ilgili olarak gerek Şia ve gerekse Sünni kanallardan bir çok hadis rivayet edilmiştir ki bunlar birbirlerine yakın içerikli hadisler olarak kaynak eserlerde yer alırlar. Ama olayın gerçekleştiği tarih noktasında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluk –ki doğrusu budur- kıble değişikliğinin, hicretin ikinci yılının Recep ayında yani hicretin on yedinci ayında gerçekleştiği görüşündedir. [638]

 

İlmi Açıdan İnceleme

İslam dininde kıbleye yönelmek tüm Müslümanları kapsayan ve genel bir ibadet olan namaz, hayvan kesme ve umum halkı ilgilendiren diğer bazı konular açısından son derece önemlidir. Bu yüzden kıbleyi belirlemek için ciddi bir araştırma yapma gereğini duyarlar. Önceki dönemlerde genellikle zann, varsayım ve biraz da tahmin esasına dayalı olarak kıbleyi belirlemeye çalışırlardı. Daha sonraları ümmetin matematik bilginleri bilimsel bir araştırma ve gerçeğe en yakın noktayı belirleme gereğini duydular. Bu amaçla, ülkelerin enlem ve boylamlarını belirleme amacı ile kullanılan cetvellerden, aletlerden yararlanma yönüne gittiler. Önce, girinti ve üçgen hesabı ile, Mekke’nin bulunulan yerin güney noktası karşısındaki sapma konumunu ortaya çıkardılar. Yani bulunulan yer ile Mekke arasındaki kavuşma çizgisinin, bulunulan yer ile o yerin güney noktası arasındaki kavuşma çizgisinden (gündüzün yarı çizgisi) sapma oranını belirlediler. Daha sonra, gündüzün yarı çizgisini belirleyen ve Hint dairesi olarak bilinen ölçü yardımıyla tüm İslam ülkeleri açısından bu noktayı belirlediler. Ardından sapma derecelerini ve kıble hattını tayin ettiler.

Daha sonra kolaylık olsun diye pusula olarak bilinen mıknatıslı aleti kullandılar. Çünkü pusulanın iki ibresinden biri kuzeyi diğeri de güneyi gösterir. Bu alet, Hint dairesi yerine Güney noktasının belirlenmesi için kullanılır. Ayrıca ülkenin sapma çizgisi bilindiğinden kıble tarafını belirleme kolaylaşır.

Ancak bu çalışma Allah kendi rızasına yönelik bu çalışmaları kabul etsin iki bakımdan da yanılmadan kurtulamamıştır. Birincisi: Son dönem matematikçiler, ilk kuşak matematikçilerin boylamı belirlemede yanıldıklarını ortaya koydular. Bu yüzden yön sapması ve Kabe’nin bulunduğu noktanın belirlenmesi ile ilgili hesaplar altüst oldu. Şöyle ki: Bir ülkenin enlemini belirlemeye –Kuzey kutbunun yüksekliğini göz önünde bulundurarak- ilişkin yöntemler gerçeğe yakın bir isabetliliğe sahipti. Anak boylamı belirlemeye ilişkin yöntemler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bu ise, göksel bir olayla ilgili iki ortak nokta arasındaki mesafeyi göz önünde bulundurmaktır. Güneş tutulması gibi ki bu olay ancak, güneşin yörüngesindeki seyri oranında algılanabilirdi. Buna saatle ölçme denir. Ancak bu yöntem, eskiden kullanılan aletlerle oldukça güçtü ve titiz bir uygulamadan uzaktı. Ne var ki, günümüzün gelişmiş araçları ve iletişimin sağladığı yakınlık, meseleyi son derece kolaylaştırmışlardır. Kıbleyi tayin etme gereği de hala geçerlidir. Nitekim faziletli alim Şeyh Serdar Kabuli (r.a) bu hususta bir çalışma yapmıştır. Yeni yöntemlerle kıbleye ilişkin yön sapmasını belirlemiştir. Yaptığı çalışmaları ve incelemeleri “Tuhfetul ecille fi marifetil kıble” adlı risalede yayınlamıştır. Bu risale son derece yararlı ve ayrıntılı bilgiler içeren bir risaledir. Bu risalede Şeyh, kıblenin nasıl belirleneceğini matematiksel olarak açıklıyor. Ayrıca ülkelerin kıble şemasını da çiziyor.

Şeyhin ulaştığı bulguların en ilginci de, Peygamber efendimizin (s.a.a) kerametlerinden biri olan Medine’deki Mescidinin mihrabı ile ilgili tespitidir.

Şöyle ki: Eskilerin hesaplamasına göre, Medine’nin coğrafi konumu, enlem: 25, boylam: 75 20 dk. İdi. Fakat Peygamber efendimizin mescidindeki mihrap bu hesaplara uymuyordu. Bu yüzden alimler mihrabın kıbleye uyumluluğunu çeşitli açılardan araştırmaya gidiyor ve yön sapmasına değişik açıklamalar getirme gereğini duyuyorlardı. Fakat bunların gerçekle uzaktan yakından bir ilgileri yoktu. Ancak Şeyh, Medine’nin coğrafi konumunun, enlem 24 25 dk. Boylam; 39 59 dk. Ve yön sapmasının ise; 0 45 dk. (yaklaşık olarak şeklinde olduğunu tesbit etti. Bu hesaba göre Resulullah’ın mihrabı kıbleyle tam uyuşuyordu. Böylece, namaz kıldığı bir sırada dönüp yüzünü çevirdiği kıble ile ilgili olarak Resulullah efendimizin akıllara durgunluk veren bir mucizesi daha gün yüzüne çıkıyordu. Resulullah Cebrail gelip kolumdan tuttu ve yüzümü Kabe’ye döndürdü demişti. Hiç kuşkusuz Allah ve Onun elçisi doğru söylüyor.

Daha sonra değerli mühendis ez-Zeim Abdurrezzak el-Beğairi -Allah rahmet etsin- yeryüzünün bir çok bölgesinin kıblesini tespit etti ve buna “Marifet’ul Kıble” adlı eserinde yer verdi. Bu eserde yaklaşık olarak dünyanın bin beş yüz bölgesinin kıble şeması çizilmiştir. Böylece kıble tayinine ilişkin ilahi nimet tamamlanmış oldu.

İkincisi: Meselenin manyetik yönüdür. Bilim adamlarına göre, dünyanın iki manyetik kutbu, dünyanın iki coğrafik kutbu ile uyuşmazlar. Sözgelimi manyetik kuzey kutbu ile coğrafi kuzey kutbu arasındaki farklılık zamanla bin mile kadar çıkar. Dolayısıyla pusula coğrafik güney kutbunu tam olarak göstermez. Öyle ki bazen hiç de normal karşılanmayacak bir yön farklılığı ortaya çıkar. Günümüzde, ki 1332 H. Ş. Yılını kastediyorum, değerli Mühendis Hüseyin Ali Rezmara bu meseleyi çözümlemiştir. Değişik bölgelere göre coğrafik kutupla manyetik kutup farklılığını tespit etmiştir ki, onun tesbit ettiği bölge sayısı bin kadardır. Onun icad ettiği pusula, kıble tayininde gerçeğe yakın bir isabetlilik göstermektedir. Günümüzde kullanılan pusula onun icadıdır. Allah çalışmasını kabul etsin. [639]

 

Toplumsal Bir İnceleme

 

İnsan topluluklarının yapısını inceleyen, toplum adı verilen birimin özellik ve etkinliklerini gözlemleyen bir insan, toplumunu bir olgu olarak meydana getiren ardından daha alt düzeyli birimlere ayıran, daha geniş alanlara doğru yaygınlaştıran etkenin insan doğası olduğunu görecektir. İnsan yüce Allah’ın fıtratı kanalıyla kendisine ilham etmesi sonucu varlığını sürdürme ve eksiğini giderme amacı ile toplumsal hareketlere girişir. Topluma sığınır, toplumsal eğitim ve denetim aracılığı ile kendi hareketlerini toplumun hareketlerine uydurma, toplumla birlikte oturup kalkma gereğini duyar. Ardından insan bazı bilgilerin farkına varır, kendisine bazı bilgiler ilham edilir. O ilimler (zihinsel kavramlar) ve bazı kavrayışlar aracılığı ile maddeyi ve maddi varlık içinde ihtiyaç duyduğu olguları, kendi hareket biçimini ve maddi varlık içinde ihtiyaç duyduğu olguları, kendi hareket biçimini ve amaçlarını belirler. Bunlar onunla kendi hareketleri ve kendi ihtiyaçları arasındaki bağlantıyı sağlarlar. Güzel ya da çirkin, gerekli ya da zorunlu olduğuna inanmak gibi bir takım toplumsal temel prensiplerin benimsenmesi gibi. Ulusların, bölge ve çağların değişmesiyle değişim ve başkalaşma arzeden başbakanlık, başkan tarafından yönetilme durumu, mülkiyet, özel mülkiyet, ortak ve özel ilişkiler, öteki genel nitelikli kural ve yasalar, ulusal gelenekler de bunlar arasında yer alır. Şu halde üzerinde birleşilen ve görüş birliğine varılan toplumsal değerler ve kurallar yüce Allah’ın ilhamına dayalı insan doğasının ürünleridirler. İnsan doğası inandığı ve istediği değeri dış alemde somutlaştırıp ardından amel, fiil, terk ya da bütünlenme şeklinde pratize etme saydamlığına sahip kılınmıştır.

Maddi olgulardan münezzeh ve maddi olarak algılanmaktan uzak olan yüce Allah’a kulluk sunma amacı ile yönelme, kalp ve vicdan sınırlarının dışına taşırılmak ve fiiller çerçevesine indirgenmek istenince –ki fiiller ancak maddi olgularca gerçekleştirilirler- bu duyguların temsili olarak somutlaştırılmalarından başka seçenek yoktur ki, kalbi yönelişler farklı nitelikleriyle nazara alınarak kendi anlamlarına uygun biçim ve şekillerle fiilen somutlaştırılırlar. Alçalmayı sembolize eden secde, saygı göstermeyi sembolize eden kıyam ve huzuruna pak ve temiz olarak çıkmayı sembolize eden gusül ve abdest gibi. Hiç kuşkusuz kulun mabuduna yönelmesi ibadet ederken yüzünü ona döndürmesi, sunduğu ibadetin ruhunu oluşturur. Bu ruh olmazsa, ibadetin hayatı ve varlığı söz konusu olmaz. İbadetin tam, kalıcı, sürekli ve gerçek olması bakımından bu ruhun sembolize edilmesi bir zorunluluktur.

Putperestler, yıldızlara ve diğer cisimlere kulluk sunan insanlar, ibadet ederlerden mabudlarını karşılarına alıyorlardı. Yüzyüze gelmeyi sağlayan özel mekanlarda bedenleriyle onlara yöneliyorlardı.

Fakat, peygamberlerin sundukları din, özellikle de bu dinlerin tümünü tasdik eden İslam dini, kıble olarak Kabe’yi öngörmüş ve namazda ona yönelmeyi emretmiştir. Bir Müslüman dünyanın neresinde olursa olsun, Kabe’ye yönelerek namaz kılmak durumundadır ve bu hususta hiçbir mazeret ileri süremez. İslam bazı durumlarda kıbleye karşı durmayı, bazı durumlarda da ona sırt çevirmeyi yasaklamıştır. İslam, diğer bazı durumlarda ise, Kabe’ye yönelmeyi mendub saymıştır. İslam bununla insan kalbindeki Allah’a yöneliş duygusunu, evine yönelterek korumayı amaçlamıştır ki, yalnızlığında, kalabalık arasında, ayakta, oturuşunda, uykusunda, uyanıklığında, ibadet anında ve kulluk kasti taşıyan herhangi bir davranışında rabbini unutmasın. Hatta en basit hareketlerde bile bu duygunun göz önünde bulundurulmasını, korunmasını istemiştir. Bu, meselenin ferde yönelik kısmıdır.

Meselenin topluma bakan yönü ise, daha hayret verici, daha etkileyici, daha belirgin ve daha derin etkilidir. İnsanlar aralarındaki zaman ve mekan farklılığına rağmen aynı noktaya yönelmek suretiyle birleşmiş oluyorlar. Bu olay onlar arasındaki düşünce birliğinin, toplumsal bağlılığını gönüllerin kaynaşmışlığının somut idadesidir.  Ferdin maddi ve manevi hayatı ile ilintili her olguya nüfuz etmesi mümkün olan bu ruh, toplumsal boyutta daha engindir ve, oluşturduğu toplumsal birlik daha güçlü ve daha yetkindir. Yüce Allah bu ayrıcalığı Müslüman kullarına özgü kılmıştır. Bununla onların birlik beraberliklerini ve toplumsal heybetlerini korumuştur. İnsanların iki kişinin bir görüş etrafında birleşmesi hayal olasıcasına çeşitli hiziplere, değişik mezheb ve meşreblere bölünmüş olmalarına rağmen, bize bahşettiği bu nimetlerinden dolayı ulu Allah’a şükrediyoruz. [640]

 

Tarihi Açıdan İnceleme

Ka’be’yi ilk kez inşa eden kişinin Hz. İbrahim-i Halil(a.s) olduğu tevatür düzeyinde kesin bir tarihsel olgudur. O dönemde bölgede İbrahim’in oğlu İslamil ile Yemen’den gelen kabilelerden olan Curhum[641] kabilesi yaşıyordu. Ka’be yaklaşık olarak dörtgen şeklinde inşa edilmişti. Dört yöne bakan köşeleri, esen şiddetli rüzgarların etkisini kırıyor, zarar vermesini engelliyordu.

Kabe, Amaliklerin yenildikleri güne kadar İbrahim’in inşa ettiği şekilde kaldı. Sonra Curhum kabilesi (veya tam tersine önce Curhum ve daha sonra Amalikler) Emir’el Müminin’den gelen rivayette belirtildiği gibi yeniden onu inşa ettiler.

Ka’be’nin yönetimi, hicretten önce ikinci yüzyılda Peygamberimizin atalarından biri olan Kusay b. Kilab’ın eline geçince, onu yıkıp yeniden sağlam bir şekilde inşa etti. Devm (bir çeşit hurma ağacına benzer) ve hurma ağacı kerestesinden bir tavan yaptı. Yanında da Dar’un-Nedve’yi inşa etti. Yönetim işlerini ve ileri gelenlerle istişare etmeyi burada yürütüyordu. Sonra Kabe duvarlarının bak. tığı yönleri Kureyş oymakları arasında bölüştürdü. Onlar da evlerini Ka’be’nin etrafındaki tavaf alanının çevresinde yaptılar. Evlerinin kapılarını Ka’be’ye açılacak şekilde planladılar.

Peygamberimizin Peygamber olarak gönderilişinden beş yıl önce bir sel sonucu Ka’be yıkıldı. Kabileler Ka’be’yi yeniden inşa etmek için iş bölümü yaptılar. Duvarlarını yapan usta Yunanlı (Rum) Yakum’du. Mısırlı bir marangoz da ona yardım ediyordu. Sıra Hacer’ül-Esved’in yerleştirilmesine gelince, onu yerine koyma onuruna kimin erişeceği hususunda aralarında tartışma çıktı. Sonunda Hz. Muhammed’in (s.a.a) hakemliğine başvurmaya karar verdiler. Peygamberimiz (s.a.a) o sırada otuz beş yaşındaydı. Kureyşliler onu akıllı, ileri görüşlü, doğru biri olarak biliyorlardı. Hz Muhammed bir aba istedi. Hacer’ül-Esved’i abasının üzerine koydu. Sonra her kabilenin temsilcisinin örtünün bir tarafından tutup kaldırmasını istedi. Taşın konulacağı doğu tarafındaki yere kadar yükselttiklerinde, Hz. Muhammed (s.a.a) taşı tutup yerine yerleştirdi.

Yapılan harcamalar onlara ağır gelmeye başlayınca, yapıyı bugünkü hali üzere bıraktılar. Böylece Ka’be’nin bazı bölümleri yapı dışında kaldı. Binayı küçülttüklerinden Hacer’ül-Esved etrafındaki Hicr-i İsmail tarafında yer alan bir bölüm dışarıda bırakılmış oldu.

Ka’be, Yezid b. Muaviye döneminde Abdullah b. Zübeyr’in Hicaz’a egemen olduğu zamana kadar bu şekilde kaldı. Yezid’in Mekke’deki kumandanlarından Husayn, İbn-i Zübeyr’le savaştı. Kabe mancınık atışından isabet aldı. Daha sonra yakıldı, örtüsü ve bazı ahşap bölmeleri yandı. Sonra Yezid ölünce kuşatma kaldırıldı. İbn-i Zübeyr Kabe’yi yıkıp yeniden inşa etmek istedi. Bu amaçla Yemen’den arıtılmış kireç getirildi. Duvarları onunla yapıldı. Hicr-i İsmail Kabe’nin içine dahil edildi. Kapının yere bitişik olması sağlandı. Karşı duvarda bir kapı daha açıldı. İnsanlar birinden girip diğerinden çıksınlar diye. Yüksekliği yirmi yedi zira (yaklaşık on üç buçuk metre) olarak öngörüldü. Bina tamamlanınca, Kabe’nin içine ve dışına misk ve anber sürüldü. Üzeri halis ipek kumaşla örtüldü. Kabe’nin onarımı Hicri 64 yılında Recep ayının 17’sinde tamamlandı. Sonra Abdulmelik b. Mervan halife olunca komutanlarından Haccac b. Yusuf’u İbn-i Zübeyr’le savaşmak üzere görevlendirdi. Nihayet İbn-i Zübeyr yenildi ve öldürüldü. Haccac Kabe’ye girdi ve İbn-i Zübeyr’in yaptığı değişiklikleri Mervan’a duyurdu. Mervan Kabe’yi eski haline döndürmesini emretti. Bunun üzerine Haccac Kabe’nin kuzey tarafını altı zira’ ve bir karış kadar yıktı.

Bu duvarı Kureyş’in attığı temel üzerinde yeniden inşa etti. Doğuya bakan kapının yerden biraz yüksekçe olmasını sağladı, batıya bakan kapıyı kapattı ve sonra kalan diğer taşları yerlere döşedi.

960 tarihinde Osmanlı Sultanlarından Sultan Süleyman tahta gelince, Kabe’nin çatısını değiştirdi. 1021 tarihinde tahta geçen Sultan Ahmet 1039 tarihinde meydana gelen büyük selin yıktığı kuzey, doğu ve batı duvarlarını onardı. Sonra Osmanlı sultanlarından 4. Murad zamanında bir kez daha onarıldı. Kabe o günden günümüze, yani hicri kameri bin üç yüz yetmiş beş veya Hicri- şemsi bin üç yüz otuz sekiz tarihine kadar herhangi bir onarım geçirmemiştir.

 

Kabe’nin Şekli

Ka’be yaklaşık olarak dörtgen şeklindedir. Sert mavi taştan yapılmıştır. Yüksekliği on altı metredir. Peygamerimiz (s.a.a) zamanında yüksekliğinin bundan daha az olduğu Fetih günü Peygamberimizin Ali’yi omuzlarına çıkarıp Ali’nin de Kabe’nin üzerindeki putları aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen hadisten anlıyoruz.

İçinde su oluğu bulunan ve tam karşısında yer alan kenarın uzunluğu on metre ve on santimdir. Kapının yer aldığı kenarın ve karşısında bulunan kenarın uzunluğu ise on iki metredir. Kapı yerden iki metre yüksekliktedir. İçeriye giren içi kapının solunda yer alan rükünde Hacer’ül-Esved yer alır. Onun tavaf yerinden yüksekliği bir buçuk metredir. Hacer’ül-Esved ağır, düzgün olmayan, yumurta şeklinde bir taştır. Rengi kırmızıya çalan siyahtır. Üzerinde kızıl noktalar ve sarı kıvrımlar yer alır. Bunlar taşta meydana gelen çatlamaların sonradan kaynaması sonucunda oluşmuşlardır. Çapı yaklaşık olarak otuz santimetredir.

Kabe köşeleri, eski zamanlardan beri “rükun” olarak adlandırılır. Örneğin kuzey köşesine “Rükn’ül-İraki, batı köşesine “Şami” güney köşesine “Yemani” ve Hacer’ul Esved olan doğu köşesine ise “Esved” denir. Kapı ile Rükn’ül-Esved arasındaki mesafeye “mültezem” denir. Bu adı almasının nedeni tavaf eden kimsenin devamlı burada dua ve dilekte bulunmasındandır. Kuzey taraftaki duvarın üzerindeki su oluğuna Mizab-ur Rahmet (rahmet oluğu) denir. Bu oluğu Haccac b. Yusuf yapmıştır. 954 tarihinde Sultan Süleyman gümüş bir olukla 1021 tarhinde ve Sultan Ahmet mavi çini nakışlı ve altın yıldızlı bir gümüş olukla değiştirmiştir. Sonra Osmanoğullarından sultan Abdulmecid 1273 tarihinde altın bir oluk göndermiştir. Yerine konulan bu oluk hala orada bulunmaktadır.

Oluğun tam karşısında yay şeklinde “Hatim” adı verilen bir duvar yer alır. Bu yay şeklinde bir yapıdır. İki ucu Kabe’nin kuzey ve batı köşelerine bakar. Onlardan uzaklıkları 203 cm. kadardır. Bu yapının yüksekliği bir kalınlığı bir buçuk metredir. İç tarafından nakışlı mermer kullanılmıştır. İçeriden bu yay şeklinde duvarın ortasından Kabe’nin bir tarafının ortasına kadarki mesafe 844 cm’dir.

Bu “Hatim” adlı duvarla Kabe’nin duvarının arasındaki boşluğa Hicr-i İsmail denir. İbrahim’in ilk kez inşa ettiği zamanlarda bunun yaklaşık olarak üç metrelik kısmı Kabe’nin içindeydi. Geri kalan kısmı ise, Hacer ve oğlunun koyunlarının barınağıydı. Denilir ki, Hacer ve İsmail burada gömülüdürler.

Kabe’nin içinde yapılan değişiklikler, onarımlar, Kabe’ye ilişkin kurallar ve protokoller bizi pek ilgilendirmemektedir. Dolayısıyla bunların detayına girme gereğini duymuyoruz.

 

Kabe’nin Örtüsü

Daha önce bakara suresinin tefsiri çerçevesinde, Hacer ve İsmail’in kıssası ve Mekke toprağına konaklamaları ile ilgili olarak aktardığımız rivayetlerde, Kabe’nin inşasının tamamlanışından sonra Hacer’in Kabe’nin kapısına kendi çarşafını perde astığı ifade edilmişti.

Kabe’nin tümünü örten perdeye gelince, söylendiğine göre ilk kez Kabe’ye örtü giydiren kişi, Yemen Tubbalarından Ebu Bekir Es’ad’dır. Bu zat Kabe’yi gümüş sırmalı bir perdeyle örtmüştü. Ondan sonra yönetime gelenler onun bu uygulamasını sürdürdüler. Daha sonra insanlar değişik kumaşlardan üretilmiş perdelerle örtmeye devam ettiler. Böylece üzeri kat kat perdelerle örtülür oldu. Bu perdelerden biri çürüdüğünde hemen üzerine yenisi konulurdu. Bu durum Kusay zamanına kadar sürdü. Kusay Kabe’nin örtüsü için Araplardan yılda bir kez olmak üzere yardım topladı. Bu gelenek onun oğulları tarafından da sürdürüldü. Ebu Rabia b. Muğire bir yıl, diğer Kureyş kabileleri de bir yıl örtüyü değiştirirlerdi.

Peygamber efendimiz (s.a.a) Kabe’yi yemen kumaşıyla örtmüştü. Abbasi Halifelerinden el-Mehdi’nin zamanına kadar bu şekilde kaldı. Halife Hac için Mekke’ye geldiğinde, Kabe bakıcıları perdelerin Kabe’nin yüzünde birikmiş olmasından şikayet ettiler. Bunların ağırlık yapıp Kabe’yi yıkmasından korktuklarını belirttiler. Bunun üzerine Halife bu örtülerin kaldırılmasını, yerine her yıl bir tek örtü serilmesini emretti. Bu gelenek günümüze kadar devam etti. Kabe’nin bir de iç örtüsü vardır. İlk kez Kabe’ye içeriden perde örten kişi Abbas b. Abdulmuttalib’in annesidir. Oğlu Abbas ile ilgili olarak bir adakta bulunduğu için bu perdeyi Kabe’nin iç duvarlarına örtmüştü.

 

Kabe’nin Konumu

 

Kabe çeşitli toplumlarca kutsal ve azametli sayılmıştı. Hintliler azametli bir gözle Kabe’ye bakıyorlardı ve kendilerince Üçüncü Uknum olarak kabul edilen “Sifa”nın ruhunun eşiyle birlikte Hicazı ziyaret ettiği sırada Hacer’ül-Esved’e hulul ettiğini söylerlerdi.

Fars ve Keldani Sabileri onu yedi büyük evden[642] biri kabul ederlerdi. Bir de, eski ve uzun süre ayakta kalmış olması nedeniyle Zühal’in evi olduğuna inanılırdı.

Farslar da Kabe’ye saygı gösterirlerdi. Hürmüz’ün ruhunun ona hulul ettiğine inanırlardı. Bazen Hac için gittikleri de olurdu.

Yahudiler ona saygı gösterir, İbrahim’in dini üzere orada Allah’a ibadet ederlerdi. İçinde resimler ve heykeller bulunurdu. Bunlar arasında  ellerinde fal okları bulunan İbrahim ve İsmail’in resimleri de yer alırdı. bakire Meryem’in ve Mesih’in resmi de yapılmıştı. Bu da Yahduiler gibi Hıristiyanların da ona saygı gösterdiklerinin tanığıdır.

Araplar da Kabe’ye büyük bir saygı gösterirlerdi. Onu Allah’ın evi kabul ederlerdi. Her taraftan gelip ona hac ziyeretinde bulunurlardı. Kabe’nin İbrahim tarafından yapıldığını söylüyorlardı. Hac, İbrahim’in Araplar arasında nesilden nesile gelen dininin bir kuralıydı.

 

Kabe’nin Yönetimi

Kabe’nin yönetimi İsmail’in elindeydi. Ondan sonra bu görev oğullarına geçti. Sonra Curhum kabilesi onlara karşı üstünlük sağlayıp Kabe’nin yönetimini elde geçirdiler. Ardından Kerkeroğullarından bir taife olan Amalikler, Curhum kabilesiyle bir dizi savaşa girşip Kabe’ye sahip oldular. Amalikler Mekke’nin aşağı kısmına konaklanmışlardı. Curhumlular da yukarı kısmına yerleşmişlerdi. İçelerinde melikleri de vardı.

Sonra talih Curhumlulardan yana döndü; Amalikleri yenilgiye uğratıp Kabe’nin yönetimini ele geçirdiler. Böylece yaklaşık olarak üç yüz yıl yönetim onların elinde kaldı. Hz. İbrahim’in yapısına eklemede bulundular, duvarlarını yükselttiler.

İsmailoğulları güçlenip çoğalınca ve artık belli bir caydırıcı kuvvete kavuşunca, Mekke onlara dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Curhumlularla savaştılar, onları yenilgiye uğratıp Mekke’den çıkardılar. O sırada İsmailoğullarının başında Amr b. Luhay bulunuyordu. Kendisi Huzaa kabilesinin büyüğüydü. Mekke’nin yönetimini ele geçirip Kabe’nin işlerini kendi uhdesine aldı. Kabe’nin üzerine putları koyup insanları onlara tapmaya çağıran ilk kişi odur. Kabe’nin üzerine koyduğu ilk put “Hubel”dir. Onu Şam’dan getirmiş, Kabe’nin damına koymuştu. Ardından başka putlar da getirmişti. Böylece putların sayısı artmış ve Araplar arasında puta tapıcılık yayılmış ve tek ilaha kulluğu esas alan Hanif dini yok olmuştu.

Curhum kabilesinden Şahne b. Halef konuyla ilgili olarak Amr b. Luhay’a hitaben şöyle der:

“Ey Amr, ilahlar icad ettin sen.

Mekke evinin çevresine çeşit çeşit putlar diktin.

Oysa Kabe’nin bir tane rabbi vardı, ebedi…

Ama sen, insanlar içinde, onun birçok Rabbinin olmasını sağladın.

Yakında bileceksiniz ki, Allah kısa süre sonra,

Sizin dışınızda evi için bir koruyucu seçecektir.”

Kabe’nin yönetimi Halil el-Huzai zamanına kadar Huzaa oğullarının elindeydi. Halil kendisinden sonra yönetimi kızına verdi. Kızı da Kusay b. Kilab’in karısıydı. Kabe kapısını açıp kapatmayı Huzaa oğullarından Ebu Gabşan el-Huzai adlı birine verdi. Ebu Gabşan bu görevi, bir deve ve bir fıçı şarap karşılığında Kusay b. Kilab’a sattı. Bu olay Araplar arasında bir deyim olmuştur: “Ebu Gabşan’ın alış verişinden daha zararlı…” diye.

Böylece yönetim Kureyş’e geçti. Kusay, Kabe’nin yapısını yeniledi. Daha önce buna değinmiştik. Durum, Peygamberin (s.a.a) Mekke’yi fethetmesine kadar bu şekilde devam etti. Resulullah (s.a.a) Kabe’ye girdi, duvarlardaki resim ve kabartmaların silinmesini, içindeki putların kırılmasını emretti. Üzerinde İbrahim’in iki ayağının izi bulunan taş, yani Makam-ı İbrahim, o sırada Kabe’nin yakınlarında koruma altında bir şeyin içindeydi. Sonra bugün bilinen yere gömüldü. Burası dört sütun üzerinde duran bir kubbedir. Tavaf edenler namaz kılmak amacıyla buraya yönelirler.

Kabe’yle ilgili haberler ve onunla bağlantılı dinsel uygulamalar çok ve uzundur. Biz hac ve Kabe ayetleri üzerinde düşünen bir araştırmacı için yeterli olan bu kısmını sunmakla yetindik.

Yüce Allah’ın bereketli kıldığı ve hidayet olarak öngördüğü Kabe’nin bir özelliği de, hiçbir İslami grubun onun konumunu tartışma konusu yapmamış olmasıdır. [643]

 

 



429. Konu

 

et-Tekbil

Öpmek

 

 

F Bihar, 76/19, 100. bölüm; et-Tekbil

F Vesail’uş-Şia, 8/565, 133. bölüm; İstihbab’ut-Tekbil’il-Mümin lil Mü’min

 

 

 

 



 

 


3271. Bölüm

Öpmek

 

16280.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuğu öpmek, sevgi ve muhabbettir. Eşi öpmek şehvettir. Baba ve anneyi öpmek ibadettir. Erkeğin kardeşini öpmesi ise dindir.”[644]

16281.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eş ve küçük çocuk dışında, ağızdan öpmek doğru değildir.”[645]

16282.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden herkim kendisine mahrem olan ve adet görme çağına erişmiş birisini –örneğin, kız kardeşini, halasını veya teyzesini- öpmek isterse, iki gözünün arasından (alnından) veya başından öpsün. Yüzünü ve ağzını öpmekten sakınsın.”[646]

16283.  Resulullah (s.a.a), kendisine selam veren ve elini sıkan Cabir’e şöyle buyurmuştur: “Erkeğin kardeşinin elini sıkması onu öpmesi mesabesindedir.”[647]

16284.  İmam Bakır (a.s), Cabir Ensari’den naklen şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Müka’ame ve Mükamea’den nehy etmiştir. Müka’ame erkeğin erkeği öpmesidir. Müka’mea ise, hiçbir zaruret olmaksızın aralarında hiçbir elbise olmadığı halde bir yatakta yatmalarıdır.”[648]

 

3272. Bölüm

Mümini Öpmek

 

16285.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz sizin dünyada kendisiyle tanındığınız bir nurunuz vardır. Sizden birisi kardeşiyle görüşünce, alnındaki nur yerinden öpsün.”[649]

16286.  İmam Sadık (a.s) kendisinin elinden tutup öpen Ali b. Mezid Sahib’us-Sabiri’ye şöyle buyurmuştur: “Bil ki bu iş (el öpmek) sadece Peygamber ve Peygamber’in vasisi hakkında caizdir.”[650]

16287.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) veya kendisinden Resulullah (s.a.a) kastedilen kimse dışında birinin başından ve elinden öpmemek gerekir.”[651]

Abdullah b. Amr bir kıssa nakletti ve bir yerde şöyle dedi: “Peygamber’e (s.a.a) yakınlaştık ve elinden öptük.”[652]

 



430. Konu

 

el-Katl

Öldürmek

 

 

F Vesail’uş-Şia, 19/2, 1. bölüm; Tahrim’ul Ketl Zulmen

F Bihar, 104/368, 1. bölüm; Ukubet’ul Katl’un-Nefs

F Kenz’ul Ummal, 15/18-35; fi Veid’il-Kat’ul Nefs

F Kenz’ul Ummal, 15/98, 99; İhdar

F Kenz’ul Ummal, 15/35-37, Katil’un-Nefs

F Kenz’ul Ummal, 15/37-51; 99-102; Katl’ul Hayvanat

 

 

 

 


bak. .

F 442. konu, el-Kasas

F er-Resul, 1507. bölüm; el-Hayvan, 984, 985. bölümler



 

 

3273. Bölüm

Birini Öldürmek/Cinayet

 

Kur’an:

Bunun için İsrailoğullarına şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur.” And olsun ki, onlara belgelerle peygamberlerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde taşkınlık edenler oldular.”[653]

“Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendisi ne de olsa yardım görmüştür.”[654]

bak. Nisa suresi, 29, 92, 93. ayetler; Maide suresi, 28. ayet; En’am suresi, 140, 151. ayetler; İsra suresi, 31. ayet; Kehf suresi, 74. ayet; Furkan suresi, 68. ayet; Tekvir suresi, 9. ayet

16288.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en isyankarı kendisini öldürmeyi kastetmeyen günahsız birini öldüren veya kendisini vurmayan kimseyi vuran kimsedir.”[655]

Bak. Es-Silah, 1852. Bölüm

16289.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala’ya karşı insanların en isyankarı kendisini öldürmeyi kastetmeyen birini öldüren ve kendisine vurmak istemeyen birine vuran kimsedir.”[656]

16290.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul haram olan bir kanı dökmedikçe dininde bir alana (yere) sahiptir.”[657]

16291.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun kalbi haksız yere kan dökmedikçe korku ve ümidi kabul eder, ama kan dökünce kalbi ters yüz olur, günah sebebiyle kızdırılmış ve kararmış demirci küresine benzer, artık ne iyi bir işi iyi bilir ve ne de kötü bir işi çirkin sayar.”[658]

16292.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü insanlar arasında hüküm verilen (sorguya çekilen) ilk şey kanlar hakkındadır.”[659]

16293.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kıyamet günü hakkında hüküm verdiği ilk şey (dökülen) kanlardır. Allah Adem’in iki oğlunu (Habil ve Kabil’i) durdurur, onların arasında hüküm verir. Daha sonra geriye hiç kimse kalmayıncaya kadar ondan sonra gelip birbiriyle kan davası bulunan kimseler arasında hüküm verilir. Ardından ondan sonraki insanlar arasında hüküm verilir. Böylece yüzü kan içinde bir maktul (öldürülen kimse) katilini getirir ve şöyle der: “Bu beni öldürdü.” Allah şöyle buyurur: “Sen mi onu öldürdün?” O asla Allah’tan bir söz gizleyemez.”[660]

16294.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Musa bin İmran’a şöyle vahyetmiştir: “Ey Musa! İsrailoğullarının eşraf takımına şöyle de: “Sakın haram olan bir canı haksız yere öldürmeyiniz. Zira sizden her kim dünyada birini öldürürse onu ateşte o kimseyi öldürdüğü gibi tam yüzbin defa öldürürüm.”[661]

16295.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kan dökme hususunda küstahlaşan kimse sizi kandırmasın. Zira onun için Allah nezdinde ölmeyen bir katil vardır.” Şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Ölmeyen katil de kimdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Ateştir.”[662]

16296.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bütün dünyanın yok olması Allah nezdinde haksız yere dökülen kandan daha önemsizdir.”[663]

16297.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü)öldürülen kimse şah damarlarından kan akar bir halde katilini tutar ve izzet sahibi Allah’ın nezdine getirerek şöyle der: “Ey Rabbim! Bundan beni hangi suçla öldürdüğünü sor.” Allah şöyle buyurur: “Onu hangi günahtan dolayı öldürdün?” O şöyle der: “Onu falan kimse izzete ulaşsın diye öldürdüm” der. Ona şöyle denir: “İzzet yalnızca Allah’a aittir.”[664]

16298.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günahı olsun veya olmasın öldürülen herkes kıyamet günü sağ eliyle katilini astığı  başı sol elinde olduğu halde şah damarlarından kan akıtığı bir halde haşrolur ve şöyle arzeder: “Ey Rabbim! Bundan beni neden öldürdüğünü sor.” Eğer katil, “Onu Allah’a itaat üzere öldürdüm” derse katiline mükafat olarak cennet verilir. Öldürülen kimse de ateşe götürülür. Eğer, “Falan kimseye itaat etmek üzere onu öldürdüm” derse öldürülen kimseye şöyle denir: “Seni öldürdüğü gibi sen de onu öldür” sonra da aziz ve celil olan Allah o ikisine istediği şeyi yapar.”[665]

16299.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “(Kıyamet günü) birisi birinin elinden tutarak gelir ve şöyle der: “Ey Rabim! Bu beni öldürdü.” Allah ona şöyle buyurur: “Neden onu öldürdün?” O şöyle cevap verir. “Onu izzet senin olsun diye öldürdüm.” Allah şöyle buyurur: “O izzet benimdir.” Başka birisi birinin elinden tutarak gelir ve şöyle der: “Ey Rabbim! Bu beni öldürdü.” Allah şöyle buyurur: “Neden onu öldürdün?” O şöyle cevap verir: “Falan kimse izzete ulaşsın diye onu öldürdüm.” Allah şöyle buyurur: “İzzet ona ait değildir.” Böylece onun kanının intikamı için o katil şahıs öldürülür.”[666]

16300.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bir canı öldürmeyi haram kılmıştır. Zira helal kılmış olsaydı insanlar bozulur, yok olur ve tedbir/düzen fesada uğrardı.”[667]

16301.  İmam Bakır (a.s) aziz ve celil olan Allah’ın Bunun için İsrailoğullarına şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur” ayeti hakkında kendisine, “bir kişiyi öldürdüğü halde nasıl olur da bütün insanlığı öldürmüş gibi sayılır?” diye soran Humran’a şöyle buyurmuştur: “Zira cehennem ehlinin azabının en şiddetli noktası olan bir yere yerleştirilir. Eğer bütün insanları öldürecek olsaydı yine aynı yere giderdi. Ben, (Humran) şöyle arzettim: “Eğer başka birini öldürse ne olacak?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: Azabı (cehennemin o noktasında) iki kat olur.”[668]

El Mizan Tefisrinde şöyle yer almıştır:

Allame Tabatabai şöyle diyor: “Dedim ki: Birini daha öldürürse ne olur?” sözünde, daha önce yaptığımız açıklamaya yönelik bir işaret vardır ki orada bir kişiyi öldürmenin vebalının, birkaç adamı öldürmenin vebalına eşit olması sorunu üzerinde durulmuştu. İmam burada, “Azabı katlanır” cevabını veriyor. Burada, “Kim bir cana…karşılık olmaksızın bir canı öldürürse…” ayetinde işaret edilen indirgeme olgusunun gerektirdiği eşitliği gündeme getirmiyor. Çünkü azabın katlanması, birin çoğa veya her kese eşit olmamasını gerektirir, şeklinde bir problem ileri sürülemez. Böyle bir problemin ileri sürülmeyecek olmasının nedenine gelince, konum eşitliği azabın türüyle ilgilidir. O da, bir kişiyi öldürenle, iki kişiyi öldüren ve herkesi öldürenin cehennemin aynı vadisine konulacak olmalarıdır. Nitekim İmamın sözü de buna işaret ediyor: “Eğer bütün insanları öldürmüş olsaydı, buraya konulacaktı.”

Bizim bu açıklamamız, Ayyaşi’nin tefsirinde Humran’dan, onun da söz konusu ayetle ilgili olarak İmam Cafer Sadık’tan (a.s) aktardığı rivayetçe de desteklenmektedir. İmam (a.s) buyurdu ki: “Cehennemde bir yer var ki burası, cehennem azabının şiddet bakımından ulaştığı son nokt adır. Adam öldüren kişi oraya konur.” –Ravi diyor- dedim ki: “Ya iki kişiyi öldürürse?” Şu cevabı verdi: “Ateşte, bu yerden daha şiddetli azap veren bir yer olmadığını bilmez misin? Bu azap, yaptığıyla orantılı olarak artırılır…”

İmamın (a.s) cevabında olumlamayla olumsuzlamaya birlikte yer vermiş olması, bizim de rivayeti yorduğumuz amaca yöneliktir. Şöyle ki: Birlik ve eşitlik azabın türüyle ilgilidir. Bu da konum birliğine yönelik bir işarettir. Farklılık, şekil ve katilin tattığı azabın mahiyeti bakımından söz konusudur.

Ayrıca Hannan b. Sudeyr’in İmam Cafer Sadık’tan (a.s), “Kim bir canı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir” ayetiyle ilgili olarak aktardığı şu sözler de bu yorumumuzu bir açıdan desteklemektedir: “Cehennemde bir vadi var. Bir kimse bütün insanları öldürse, oraya girer. Bir insanı öldürse, yine oraya girer.”

Şöyle diyorum: Bu rivayette ayet, anlam olarak aktarılmış gibidir. [669]

 

3274. Bölüm

Mümini Öldürmek

 

Kur’an:

“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazâb etmiş, lânetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır.” [670]

16302.  Resulullah (s.a.a) Veda haccında şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kanlarınız ve mallarınız Allah ile görüşünceye ve amellerinizi soruncaya kadar bu şehir, bu ay ve bu gününüzün haram kılındığı gibi sizlere haram kılınmıştır.”[671]

16303.  Resulullah (s.a.a) bir yerde bulunan ve katili belli olmayan bir cenaze hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir Müslüman öldürülmekte ve katilinin kim olduğu bilinmemektedir?! Canım elinde olana andolsun ki eğer göklerin ve yerin ehli bir mümini öldürme hususunda el ele verecek olsalar veya öldürülmesinden hoşnut olsalar Allah hepsini ateşe sokar. Canım elinde olana andolsun ki zulüm üzere birine bir kırbaç vuran kimse yarın cehennem ateşinde kırbaçlanacaktır.”[672]

16304.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insnalar! Ben sizin aranızda iken bir ölü bulunacak ve katili de belli olmayacak öyle mi? “Eğer gök ve yeryüzü ehli bir müslümanın öldürülmesi hususunda işbirliği yaparsa şüphesiz Allah tümüne sayısız ve hesapsız azap eder.”[673]

16305.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “ Her kim yarım bir kelimeyle de olsa bir müminin öldürülmesine yardımcı olursa kıyamet günü Allah’ı alnında şöyle yazılmış olarak görür: “Bu Allah’ın rahmetinden ümitsizdir (mahrumdur).”[674]

16306.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz her kim bir hacamat çizgisi miktarınca bir müslümanın kanını haksız yere dökerse bakmaması için cennet kağısının önünden kovulur.”[675]

16307.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir mümini bilerek öldürürse tövbe etme başarısını elde edemez.”[676]

16308.  İmam Sadık (a.s) kendisine, “Eğer bir mümin bilerek bir mümini öldürse tövbesi olur mu?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Eğer imanı sebebiyle onu öldürmüşse tövbesi olmaz. Ama eğer gazap üzere ve ya dünya işlerinden bir iş amacıyla onu öldürürse tevbesi kısas edilmesidir.”[677]

16309.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah nezdinde dünyanın yok olması Müslüman birinin öldürülmesinden daha hafiftir.”[678]

16310.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde müminin öldürülmesi dünyanın yok olmasından daha büyüktür (daha önemlidir).”[679]

16311.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir mümini öldürürse Allah-u Teala bütün günahları onun için kaydeder, öldürülen kimse günahlardan temizlenir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Benim ve kendi günahını yüklenmeni ve cehennem ehlinden olmanı istiyorsun?”[680]

 

3275. Bölüm

 Öldürmenin Caiz Olduğu Yerler

 

Kur’an:

“Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.”[681]

16312.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın birliğine ve peygamberliğime şahadette bulunan kimseyi öldürmek sadece şu üç yerde caizdir: Evli olduğu halde zina eden kimse hakkında. Böyle bir kimse taşlanmalıdır; Allah ve Resulüne karşı savaş ilan eden kimse hakkında, böyle bir kimse de ya öldürülmeli ya darağacına asılmalı ya da sürgün edilmelidir ve birini öldüren kimse hakkındaki bu durumda da öldürülmelidir.”[682]

16313.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisinden başka ilah olmayana andolsun ki Allah’ın birliğine ve risaletime şahadette bulunan birinin kanını dökmek sadece şu üç hususta caizdir: İslam’dan el çekip Müslümanların cemaatinden uzaklaşan kimse, evli olduğu halde zina eden kimse ve birini öldüren kimse hakkında.”[683]

16314.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu üç yer dışında hiçbir kanın dökülmesi helal değildir: Cana karşı can, eşi olduğu halde zina eden ve imandan dönen erkek  kimse (mürtet) hakkında.”[684]

16315.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim dininden dönerse onu öldürünüz.”[685]

bak. el-Baği, 377, 378. Bölümler; el-Hevaric, 1014. Bölüm; el-İrtidad, 1472. Bölüm; es-Sebb, 1731. Bölüm; es-Sihr, 1769. Bölüm

 

3276. Bölüm

Hem Öldürenin ve Hem de Öldürülenin Cehennemde Olduğu Hususlar

 

16316.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki Müslüman sünnetten hiç bir delil olmaksızın birbirine kılıç çekerse hem maktul ve hem de öldürülen her ikisi de ateştedir.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Katil doğrudur ama öldürülen kimse neden?” Peygamber şöyle buyurdu: “Çünkü o da öldürmeyi kastetmiştir.”[686]

16317.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki müslüman karşılaşır da onlardan biri silahıyla kardeşine saldırırsa her ikisi de cehennemin kenarındadır. Birisi diğerini öldürse her ikisi de cehenneme girerler.”[687]

16318.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İki müslüman birbirine kılıç çekince hem öldüren ve hem de öldürülen ateşe girer.”[688]

 

3277. Bölüm

Öldürmek ve Kesmek Esnasında Uygun Olan Şey

 

16319.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah iyilik sahibidir ve iyiliği sever, o halde öldürünce güzel öldürün ve kesince güzel kesin.”[689]

16320.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hüküm verdiğiniz zaman adilce hükmedin ve öldürdüğünüz zaman da güzel öldürün, zira Allah iyilik sahibidir ve iyilik sahiplerini sever.”[690]

16321.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah her hususta iyilikle amel etmeyi emretmiştir. O halde öldürünce güzel öldürün ve kesince güzel kesin. Herkes bıçağını bilemeli ve kurbanını rahatlatmalıdır.”[691]

16322.  İbn-i Abas şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) ayağıyla koyunun göğüsüne bastığı halde bıçağını bileyen ve koyunun kendisine şaşkınca baktığı bir adamı görünce şöyle bujyurmuştur: “Daha önce bıçağını bilemedin mi? Yoksa bu hayvanın canını iki defa mı almak istiyorusun?”[692]

bak. el-İhsan, 869. Bölüm; el-Amel (1), 2955. Bölüm; et-Terğib ve’t Terhib, 2/156. Bölüm

 

3278. Bölüm

İntihar Etmenin Haram Oluşu

 

Kur’an:

“Ey iman edenler! Mallarınızı karşılıklı rıza ile yapılan ticaret dışında batıl ile (haram ve haksızlıkla) aranızda yemeyin, kendinizi  öldürmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet edicidir.”[693]

16323.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisini boğarsa kendisini ateşte boğmuştur. Her kim kendisine mızrak vurursa ateştedir.”[694]

16324.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisini dünyada herhangi bir şeyle öldürüse kıyamet günü o şeyle azap görür.”[695]

16325.  İmam sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bilerek intihar ederse ebedi cehennem ateşindedir.”[696]

16326.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden önceki zamanlarda bir kimse yaralandı, acı ve sabırsızlıktan dolayı eline bir bıçak alarak elini kesti ve şiddetli kanamadan dolayı öldü. Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu: “Kulum canını almak hususunda benden önce davrandı…Şüphesiz cenneti ona haram kıldım.”[697]

16327.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin her belaya düçar olur ve her ölümle ölür ama asla intihar etmez.”[698]

16328.  Ebu Said Hudri şöyle diyor: “Biz gazvelerde ondokuz kişilik kafileler halinde çıkıyor ve işleri kendi aramızda bölüştürüyorduk. Biri çadırda oturuyor, biri arkadaşları için çalışıyor, yemeklerini yapıyor develerini suluyor ve bir grubu da Peygamberin yanına gidiyorlardı. Bizim kafileden birisi üç kişinin işini görüyordu. Hem odun topluyor, hem yemek yapıyor, hem de su getiriyordu. Bu konu Peygambere (s.a.a) bildirilince şöyle buyurdu: “O cehennemliktir.” Düşmanla karşılaşıp savaşa koyulunca o şahıs yaralandı, bir ok alarak kendisini o okla öldürdü. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben şehadet ediyorum ki Allah’ın resulü ve kuluyum.”[699]

bak. Vesail’uş Şia, 19/13, 5. Bölüm; Sahih-i Muslim, 1/103, 47. Bölüm

 

3279. Bölüm

Çocuk Düşürmenin Haram Oluşu

 

16329.  İmam Kazım (a.s) kendisine, “Hamile olma korkusundan çocuk düşürmek için ilaç yiyen bir kadını soran İshak bin Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Bu caiz değildir.” Ben (İshak bin Ammar) şöyle arzettim: “Henüz nutfe aşamasındadır.” İmam şöyle buyurdu: “Ceninin yaratılışının başlangıcı nutfedir.”[700]

 

3280. Bölüm

Eli Kolu Bağlanmış Esiri Öldürme Hakkındaki Rivayetler

 

16330.  Ebu İzzet Cumehi Bedir savaşında esir düştü ve şöyle dedi: “Ey Muhammed! Ben çoluk çocuk sahibi birisiyim. Bana ihsanda bulun ve beni serbest bırak.” Peygamber de onu yeniden Müslümanlarla savaşa katılmamak şartıyla serbest bıraktı. O Mekke’ye gitti ve şöyle dedi: “Muhammed’i alaya aldım (yalan söyledim) ve böylece beni serbest bıraktı.” Uhud savaşına yeniden katıldı. Allah Resulü onun Müslümanların elinden kaçmaması için dua etti. Bunun üzerine Ebu İzzet yine esir oldu. (önceki defa olduğu gibi yeniden) şöyle dedi: “Ben çoluk çocuk sahibi biriyim. Bana iyilik edip beni serbest bırak.” Peygamber şöyle buyurdu: “Seni yeniden serbest bırakayım da yeniden Kureyş topluluğu arasında “Muhammedi alaya aldım mı?” diyesin. Mümin bir delikten iki defa sokulmaz.” Ardından kendi eliyle onu öldürdü.”[701]

16331.  İmam Ali (a.s) Şam ordusundan birini esir alınca onu serbest bırakıyordu. Sadece ashabından birini öldüren kimseyi öldürüyordu. Bir esiri azat edince de onu yeniden ele geçirdiğinde öldürüyor bu defa serbest bırakmıyordu.”[702]

16332.  İmam Ali (a.s) Sıffin günü yanına bir esiri getirdiklerinde şöyle buyurmuştur: “Ben asla eli kolu bağlı esir kimseyi öldürmem. Ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. “İmam (a.s) ondan silah aletlerini alıyor bir daha savaşa gelmemek üzere yemin ettiriyor ve ona dört dirhem veriyordu.”[703]

16333.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) Ukbe bin Ebu Muayd adlı biri dışında eli kolu bağlı olan hiç kimseyi, öldürmedi. Ubey bin Ebu Halef’e de bir mızrak vurdu ve o bu darbe sebebiyle sonradan öldü.”[704]

16334.  Resulullah (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği gün şöyle buyurmuştur: “Bu günden sonra kıyamete kadar eli kolu bağlı hiç bir Kureyşli esiri öldürmemek gerekir.”[705]

bak. Cevahir’ul Kelam, 21/132, Sunen-u Ebi Davud, 3/60

 



431. Konu

 

el-Kader

Kader

 

 

F Bihar, 5/84, 3. bölüm; el-Kaza ve’l-Kader

F Kenz’ul Ummal, 1/106, Keder

F Kenz’ul Ummal, 1/135, Ferun fi zemm’il-Kederiyye ve’l-Mürcie

F Kenz’ul Ummal, 1/362, Fer’u fi’l-Kaderiyye

 

 

 

 


bak. .

F 443. konu, el-Kaza (1); 40. konu, el-Ecel; 60. konu, el-Cebir;282. konu, el-Meşiyyet; 222. konu, es-Saadet; 272. konu, eş-Şekavet

F el-Hüzün, 819. bölüm; er-Rızk, 1486 ve 1487. bölümler; es-Sabır, 2178 ve 2179. bölümler



 

 

3281. Bölüm

 Kader

 

Kur’an:

“Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.”[706]

“Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O’nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz kitaptadır. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.”[707]

16335.  İmam Ali (a.s) ashabından itaatsizlik gösterenleri kınayarak şöyle buyurmuştur: “Hükmettiğini yapan, takdirini yerine getiren, beni sizinle imtihan eden Allah’a hamdederim.”[708]

16336.  İmam Ali (a.s) Allah’ı yüce tutarak ve ululayarak şöyle buyurmuştur: “Enine boyuna düşünmeksizin veya içten bir planlama yapmaksızın bütün işleri ayarlayandır.”[709]

16337.  İmam Ali (a.s) münenezeh olan Allah’a hamdederek şöyle buyurmuştur: “O’na, mahlukatından istediği gibi hamd ediyoruz. O, her şey için bir ölçü, her ölçü için bir süre ve her süre için bir kitap takdir etmiştir.”[710]

16338.  İmam Ali (a.s) Allah-u Tealanın sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Yaratıklarını yaratması, tedbir ve ıslahı O’nu yormamıştır. Yaratıkları yaratmak O’nu aciz kılmamıştır. Emrettiği-takdir ettiği hükümlerde hiç bir şüpheye kapılmamıştır. Hükmü muhkem, ilmi payidar ve emri sabittir.”[711]

16339.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her şey, hatta acizlik ve zekilik bile taktir edilmiştir.”[712]

16340.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Taktir, tevhid düzenidir. O halde herkim Allah’ı tek bilir ve taktirde inanırsa şüphesiz sağlam bir kulpa sarılmıştır.”[713]

16341.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir edilen şeyler, güç ve üstün gelmekle defedilmez.”[714]

16342.  İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir edilen şeyler zihninden bile geçmeyen şeyleri sana gösterir.”[715]

16343.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer İsrafil, Cebrail, Mikail, Arş’ı yüklenen melekler ve ben hep birlikte senin için dua edecek olursak yine de senin için yazılmış ve taktir edilmiş kadından başkasıyla evlenemezsin.”[716]

16344.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kader Allah’ın sırlarından bir sır, Allah’ın örtülerinden bir örtü, Allah’ın ulaşılmaz kalelerinden bir kaledir. Allah’ın hicabının arkasındadır ve Allah’ın kullarından gizlidir.”[717]

16345.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bir şeyi dilerse onu taktir buyurur, taktir edince de hükmünü verir ve hükmünü verince de yürürlüğe koyar.”[718]

16346.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kullar için taktir ettiği kısmetler sebebiyle dünya, ayakları üzerinde durmuş ve ehli için bütünlenmiştir.”[719]

16347.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her insanın aklı çoğalınca taktire olan imanı da güçlenir ve değişikliklere önem vermez.”[720]

16348.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana taktir edilen şey kesinlikle sana ulaşır.”[721]

16349.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim yakine inanırsa, başına gelen şeye önem vermez.”[722]

16350.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kadere iman gam ve hüznü yok eder.”[723]

 

3282. Bölüm

Kader Konusunu Araştırmaktan Sakınmak

 

16351.  İmam Ali (a.s), kendisine kaderi soran birisine şöyle buyurmuştur: “Bu oldukça karanlık bir yoldur, ona ayak basma.” O şahıs, yeniden arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden haberdar kıl!” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Bu derin bir denizdir, ona girme.” Üçüncü defa yine sordu: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden haberdar kıl.” İmam şöyle buyurdu: “Bu Allah’ın sırrıdır ve sana gizlidir. O halde onu öğrenmek için kendini zahmete düşürme.”[724]

16352.  İmam Ali (a.s), kendisine kaderi soran birisine şöyle buyurmuştur: “Bu çok derin bir denizdir. Ona girme.” O şahıs şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden haberdar kıl!” İmam şöyle buyurdu: “Bu Allah’ın bir sırrıdır. Kendini (bilmek için) zahmete düşürme. Üçüncü defa yine sordu: “Ey Müminlerin Emiri! Beni kaderden haberdar kıl.” İmam şöyle buyurdu: “Madem ki ısrar ettin bil ki kader iki şey arasındaki bir iştir; ne cebirdir ve ne de tefviz!”[725]

16353.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim kaderin bir şeyi hakkında konuşursa, kıyamet günü bundan sorguya çekilir. Herkim bu konuda susarsa, ondan bir şey sorulmaz.”[726]

 

3283. Bölüm

Taktir ve Tedbir

 

16354.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir bizim hesaplarımıza öyle bir üstün gelmiştir ki tedbirde afet sebebi olmuştur.”[727]

16355.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşler taktire boyun eğmiştir. Öyle ki, tedbir afet sebebi olmaktadır.”[728]

16356.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşler taktire boyun eğmiştir. Öyle ki, tedbir ölümle sonuçlanmaktadır.”[729]

16357.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşler, taktir iledir, tedbir ile değil.”[730]

16358.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir edilen şeyler nazil olunca, tedbir batıl olur.”[731]

16359.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir indiği zaman sakınmak faydasız olur.”[732]

16360.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir geri döndürülemez, o halde sakınmak faydasızdır.”[733]

16361.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir sakınma ve ihtiyata üstün gelmiştir.”[734]

bak. 109. Konu, el-Hazm; el-Keza (1), 3350. Bölüm

 

3284. Bölüm

Kader ve Amel

 

16362.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), kendisine, “İnsanlara ulaşan şeyler, kaderden midir yoksa amelden mi?” diye soran birisine şöyle buyurmuştur: “Taktir ve amel, can ve beden mesabesindedir. Can bedensiz hiçbir şey hissetmez, beden de cansız, hareketsiz bir heykel gibidir. Ama bu ikisi bir araya gelince, güçlü ve etkili olurlar. Amel ve taktir de işte böyledir. Eğer taktir amele vaki olmazsa, yaratıcı, yaratıktan ayırt edilip tanınmaz ve taktir hissedilmez bir şey olur. Eğer amel taktir ile uyum içinde olmazsa, asla vuku bulmaz ve sonuçlanmaz. Ama bu ikisi bir araya gelir ve birleşirse, güç elde eder. Bu arada Allah, salih kullarına yardım eder.”[735]

 

3285. Bölüm

Kaderden Olan Şey

 

16363.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İlaç, taktirin bir parçasıdır. İlaç istediği kimseye, istediği ölçüde fayda verir.”[736]

16364.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Tedavi olduğumuz ilaç, üzerimizde bulundurduğumuz dua ve kullandığımız diğer şeyler, Allah’ın taktirinin önüne geçer mi?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hayır, bunlar da Allah’ın taktirinin bir parçasıdır.”[737]

16365.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Acaba kendisiyle şifa umduğumuz üzerimizde bulundurduğumuz dua Allah’ın kaderini defeder mi?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hayır, o da Allah’ın taktirinin bir parçasıdır.”[738]

16366.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “Acaba üzerimizde bulundurduğumuz  dua da kaderden bir şeyi def eder mi?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “O da kaderdendir.”[739]

16367.  İbn-i Nubate şöyle diyor: “Müminlerin Emiri, eğilmiş bir duvarın yanından başka bir duvarın yanına geçti. Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın kazasından, aziz ve celil olan Allah’ın kaderine kaçıyorum.”[740]

16368.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri (a.s) eğilmiş bir duvarın altına oturmuştu ve insanların arasında hüküm veriyordu. Orada hazır olanlardan biri şöyle dedi: “Bu yıkılmak üzere olan duvarın altına oturma.” Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: “İnsanın eceli, kendisinin koruyucusudur.” İmam oradan kalkınca duvar yıkıldı.” İmam Sadık (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Müminlerin Emiri (a.s) bu tür işleri yapardı ve yakin işte budur. ”[741]

Bu iki hadisin arasını bulmak için dikkatle düşününüz.

16369.  İmam Ali (a.s), Siffin’den dönünce bir şahıs kendisine, “Bu savaşlar Allah’ın kaza ve kaderiyle midir?” diye sorunca şöyle buyurmuştur: “Çıktığınız her tepeye ve indiğiniz her ovaya Allah’ın kaza ve kaderiyle çıkıp indiniz.”[742]

16370.  İmam Ali (a.s), Siffin’den dönerken kendisine, “Şamlılarla savaşa gitmen Allah’ın kaza ve kaderi üzere mi olmuştur?” diye soran yaşlı bir adama şöyle buyurmuştur: “Taneyi yaran ve insanları yaratan Allah’a yemin olsun ki katettiğim her vadiye ve çıktığım her tepeye kaza ve kader ile ulaştım.” O yaşlı adam şöyle dedi: “Bu yolda çektiğim zahmeti Allah’ın hesabına mı yazayım?” (ve bir sevabım yok mudur?) Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Hayır, gittiğiniz bu yolda çıktığınız, her tepede ve indiğiniz her gecede Allah sizlere büyük bir mükafat bağışlamıştır. Sizler, işlerinizin hiç birinde ne mecbur idiniz ve ne de çaresiz.” Yaşlı adam şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Nasıl mecbur ve çaresiz değildik? Oysa kaza ve kader bizi o yöne çekmiştir?” İmam şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun sana! Yoksa sen kaza ve kaderi gerekli, kesin ve kaçınılmaz bir şey mi sanıyorsun? (Öyle ki senin irade ve özgürlüğünü ortadan kaldırmış olsun.) Eğer böyle olsaydı müjde ve korkutmanın, mükafat ve cezanın anlamı kalmaz, günahkar Allah tarafından kınanmaz, iyilik sahibi de Allah tarafından övülmezdi. İyilik sahibinin ihsan ve iyiliklerine liyakati kötününkinden daha fazla olmazdı. Bu söz putperest kimselerin sözüdür… ve bu ümmetin Mecusi’sidir. Allah iyi şeyleri emretmiş, insanlar da irade üzere onu yapmaktadırlar ve uyarma açısından kötülüklerden sakındırmıştır. Ona ne zorla isyan edilmektedir ve ne de zor ve icbarla itaat edilmektedir. Yetkilerini kimseye havale de etmemiştir. Gökleri, yeri ve ilginç ayetlerini boşuna yaratmamıştır. “Bu küfredenlerin zannıdır, ateşten dolayı kafirlere eyvahlar olsun!” Yaşlı adam şöyle dedi: “O halde kendisi esasınca gittiğimiz ve döndüğümüz kaza ve kader nedir?” İmam şöyle buyurdu: “O Allah’ın emri ve hikmetinden ibarettir.” İmam daha sonra benim için şu ayeti tilavet buyurdu: “Rabbin kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretmiştir.”[743]

16371.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İtaati emretmek, isyandan sakındırmak, güzel bir iş yapma ve günahı terk etme gücüne sahip olmak, Allah’a yakın olmaya yardım etmek, Allah’a itaat etmeyen kimseyi yardımsız bırakmak, korku, ümit, teşvik ve korkutmak tümüyle Allah’ın amellerimiz ve fiillerimiz hususundaki kaza ve kaderidir.”[744]

 

3286. Bölüm

Kaderiye Mezhebini Kınamak

 

16372.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye (kaderi reddedenler) bu ümmetin Mecusileridir.”[745]

16373.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye yetmiş Peygamber’in diliyle lanetlenmiştir.”[746]

16374.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye mezhebinden olanlarla oturmayınız ve onlarla tartışmayınız.”[747]

16375.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden iki grubun İslam’dan nasibi yoktur: Mürcie ve Kaderiye.”[748]

16376.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gecenin geceye ve gündüzün gündüze benzerliği, Mürcie’nin Yahudi’ye ve Kaderiye’nin Hıristiyan’a benzerliğinden daha fazla değildir.”[749]

Bu iki fırkayı kınama hususunda bir çok rivayetler nakledilmiştir. (bak. Kenz’ul Ummal, c. S. 118-140; Bihar, c. 5, s. 2, 1. bölüm)

1/118-140, el-Bihar, 5/2, 1. Bölüm

 

3278. Bölüm

Kaderiye Kimlerdir?

 

16377.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kaderiye şöyle diyenlerdir: “İyilik ve kötülük bizim elimizdedir.” Onlara benim şefaatimden bir nasip yoktur. Ne ben onlardanım ve ne de onlar benden.”[750]

16378.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden iki grubun İslam’dan nasibi yoktur: Mürcie ve Kaderiye.” Kendisine şöyle arzedildi: “Mürcie kimlerdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “İman, amelsiz bir sözden ibarettir” diyenlerdir.” Kendisine şöyle arzedildi: “Kaderiye kimlerdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Şer ve kötülük Allah’ın taktiri ile değildir” diyenlerdir.”[751]

16379.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zavallı Kaderiyeciler! Aziz ve celil olan Allah’ı adaletle nitelendirmek isteyince, kudret ve saltanatını aldılar.”[752]

bak. el-İman, 263. Bölüm

 

3288. Bölüm

Kadir Gecesi

 

Kur’an:

“Doğrusu, biz, Kur’an’ı kadir gecesinde indirmişizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”[753]

“Biz onu, kutlu bir gecede indirdik. Doğrusu biz, insanları uyarmaktayız.”[754]

16380.  İmam Bakır (a.s), kendisine, “Şüphesiz biz onu mübarek bir gecede indirdik” ayetini soran Umran’a şöyle buyurmuştur: “Evet, maksat kadir gecesidir. O gece her yıl Ramazan ayının son on günündedir. Kur’an sadece kadir gecesinde nazil olmuştur. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “O gece her iş hikmet esasınca karara bağlanır.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Kadir gecesinde, o yıl gelecek yılın kadir gecesine kadar tahakkuk edecek olan her şey, hayır ve şer, itaat ve isyan, birinin doğumu, birinin ölümü veya rızık taktir edilir. O gece taktir edilen her şey kesindir. Elbette Allah’ın meşiyet ve iradesi ona müdahalede bulunur.” Ben (Humman) şöyle arzettim: “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır” maksat kadir gecesinin neyidir? İmam şöyle bu yurdu: “Bu gece yapılan namaz, zekat ve diğer benzeri hayır işler, kadir gecesinin olmadığı işlerden bin ay daha üstün ve iyidir. Eğer Allah müminlerin iyiliklerini kat kat etmeseydi, onlar, (sevap ve faziletin kemaline) ulaşamazlardı. Ama aziz ve celil olan Allah onların iyiliklerini kat kat kılar.”[755]

16381.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayının son on günü geldiğinde Allah Resulü, amel etmeye koyulur, kadınlardan uzaklaşır, geceleri uyumaz ve kendisini ibadete vakfederdi.”[756]

bak. Vesail’uş Şia, 7/256, 31. Bölüm ve s. 258, 32. Bölüm



432. Konu

 

el-Kudret

Kudret

 

 



 

 

3289. Bölüm

Kudret

 

16382.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret zekilik ve ihtiyatı unutturur.”[757]

16383.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zulüm ve saldırı kudreti ortadan kaldırır.”[758]

16384.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret beğenilmiş ve kınanmış hasletleri ortaya çıkarır.”[759]

16385.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zayıf ve köleye musallat olmak, kudretin gereğidir.”[760]

16386.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudretin afeti, ihsanı esirgemektir.”[761]

16387.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret azaldığı zaman, özür ve bahaneye sarılmak çoğalır.”[762]

16388.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudret çoğaldığı zaman, (kudrete) rağbet azalır.”[763]

16389.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşmanına gücün yettiği taktirde onu affetmeyi kendisine üstün gelmenin şükrü karar kıl.”[764]

16390.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kudrete ulaştığında bağışla, öfkelendiğin zaman sabırlı ol.”[765]



427. Konu

 

el-Kazf

İftira

 

 

F Bihar, 79/103, 83. bölüm; el-Kezf ve’l-Beza’

F Bihar, 79/117, 85. bölüm; Hadd’ul Kezf

F Kenz’ul Ummal, 5/387, Hadd’ul Kezf

F Vesail’uş-Şia, 18/430; Ebvab’ul Had’il-Kezf

 

 

 

 


bak. .

F 215. konu, es-Sıbb; 407. konu, el-Fuhş; 474. konu, el-Le’n

 



 

 

3290. Bölüm

Bühtan ve İftira

 

Kur’an:

“(Peygamberin eşi hakkında) o yalanı uyduranlar içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden elebaşılık yapana ise büyük azâb vardır.”[766]

“İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen kırbaç vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.”[767]

16391.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah evli kadınlara iftirada bulunmayı haram kılmıştır. Zira bu iş soyların ortadan kalkmasına, çocuğun inkar edilmesine, mirasların yok olmasına, eğitim ve öğretimin terk edilmesine, tanımaların ortadan kalkmasına ve insanların helak olmasına sebep olan diğer kötülüklerin meydana gelmesine sebep olmaktadır.”[768]

16392.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Allah’a şirk koşmak) büyük günahlardandır… ve iffetli mümin kadınlara zina iftirasında bulunmakta.”[769]

16393.  İmam Sadık (a.s), ashabından birine şöyle buyurmuştur: “Alacaklı olduğun kimseye ne yaptın?” O şöyle arzetti: “O veled-i zina!” İmam ona sert bir şekilde bakınca o şöyle arzetti: “Fedan olayım, o Mecusidir ve kendi bacısıyla evlenmiştir.” İmam şöyle buyurdu: “Bu iş onların inancında evlilik sayılmıyor mu?”[770]

16394.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birisi başka birisine: “Ey altı yırtılmış” veya “Ey arkasından yapılmış kimse” derse ona iftirada bulunan kimsenin haddini (seksen kırbaç) uygulamak gerekir.”[771]

16395.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadın veya erkek, her bulüğa eren kimse, küçük veya büyük, kadın veya erkek, Müslüman veya kafir, hür veya köle birine iftirada bulunursa, ona iftira haddi (seksen kırbaç) uygulanır. Eğer baliğ olmazsa, te’dib haddi uygulanır. (Yani ta’zirle, hakimin uygun gördüğü miktarda cezalandırılır.)”[772]

16396.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “birine zina zade diyen kimsenin hükmü nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Eğer annesi hayatta olur ve hazır bulunursa ve gidip kadıya şikayet eder de hakkının alınmasını isterse, o şahıs seksen kırbaç yer. Eğer gaip olursa gelinceye kadar bekler ve hakkını talep eder. Eğer ölmüş ise ve onda iyilikten (ve iffetten) başka bir şey görülmemişse, iftirada bulunan kimseye seksen kırbaç vurulur.”[773]

16397.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “Zorla tecavüz edilmiş bir kadının çocuğuna zinazade diyen kimsenin hükmü nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Seksen kırbaç yemelidir ve bu dediğinden dolayı aziz ve celil olan Allah’ın dergahına tövbe etmelidir.”[774]

16398.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evli (ve iffetli) kadına iftirada bulunmak yüz yıllık ibadeti boşa çıkarır.”[775]

16399.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir şahıs, başka birine “Ey Yahudi” derse yirmi kırbaç vurunuz. Eğer, “Ey Muhennes” (kadın sıfatlı) derse ona da yirmi kırbaç vurunuz.”[776]

16400.  İmam Bakır (a.s), eşine zina iftirasında bulunan kimsenin hükmü sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kırbaç yer.” Ben (ravi) şöyle arzettim: “Eğer kadın onu bağışlarsa ne olur?” İmam şöyle buyurdu: “Hayır, kırbaç yemesi gerekir.”[777]

16401.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötü bir kadına, “Kim seninle zina etti?” diye sorduğunda, o, “Falan kimse” derse ona iki had uygulamak gerekir. Biri yaptığı fısk sebebiyle, diğeri de Müslüman birine attığı iftira sebebiyle”[778]

16402.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Namus iftirasında bulunan kimseye seksen kırbaç vurmak gerekir. Ondan sonra da asla şehadeti kabul edilmez, meğer ki tövbe etsin veya kendi sözünü yalanlamış olsun.”[779]

16403.  İmam Sadık (a.s), bir topluluğa iftirada bulunan kimsenin hükmünü soran Cemil b. Derrac’a şöyle buyurmuştur: “Eğer o topluluk birlikte onu hakimin yanına götürürlerse, kendisine bir defa had uygulanır. Eğer tek tek götürürlerse, her biri sayısınca ona had uygulanır.”[780]

16404.  İmam Sadık (a.s), birbirine iftira eden iki şahsın hükmünü soran Abdullah b. Sinan’a şöyle buyurmuştur: “Onlara had uygulanmaz, ama cezalandırılırlar.”[781]

16405.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir şahıs, diğer bir şahsa, “Sen aşağılıksın, sen domuzsun” derse had uygulanmaz. Ama ona nasihat etmek ve biraz cezalandırmak gerekir.”[782]

16406.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri başka birisine, “Ey babası deli kimse!” diyen ve o şahsın da kendisine, “Senin baban delidir” diye cevap verdiği kimse hakkında şöyle hüküm verdi: Birincisine diğerine yirmi kırbaç vurmasını emretti ve ona şöyle buyurdu: “Bil ki onun da sana yirmi kırbaç vurma hakkı vardır.” Birincisi kırbacı vurunca, imam kırbacı, kırbaç yiyen kimsenin eline verdi. O da diğerine yirmi kırbaç vurdu. İmam’ın ikisine tattırdığı ceza, işte buydu.”[783]

16407.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri (a.s) hicveden (yeren, elay eden) kimseye de tazir hükmünü vermiştir (bir şekilde cezalandırmıştır.)”[784]



434. Konu

 

el-Kur’an

Kur’an

 

 

F Bihar, 92/1, 1. bölüm; Fazl’ul Kur’an ve İ’cazuh

F Kenz’ul Ummal, 1/510, 2/3-61, 284-610; fi Tilavet’il-Kur’an ve fezailuh

F Bihar, 92/40, 7. bölüm; fi keyfiyyet’il-cem’ul Kur’an

F Vesail’uş-Şia, 4/823, Ebvab-u Kıraet’il-Kur’an

 

 

 

 


bak. .

F 106. konu, et-Tahrif; el-Mu’cize, 2536. bölüm; ed-Din, 1318. bölüm; eş-Şek, 2091. bölüm; el-Batıl, 362. bölüm; el-Emsal, 3616, 3617. bölümler; el-Hidayet, 4005. bölüm

 



 

 

3291. Bölüm

Kur’an

 

Kur’an:

“And olsun ki, sana daima tekrarlanan yedi ayetli Fatiha’yı ve Kur’an’ı Azim’i verdik.” [785]

“Kur’an’ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?”[786]

16408.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Anlayışlı dinleyici veya konuşan alim dışında hiç kimse için hayatta hayır yoktur. Ey insanlar! Sizler huzur ve barış zamanında yaşıyorsunuz. Sizleri hızla götürmekteler. Şahit olduğunuz gibi gece ve gündüz her yeniyi eskitmekte, her uzağı yakınlaştırmakta, her vaat edileni gerçekleştirmektedir. O halde önünüzde duran uzak ve uzun yarışma meydanı için çaba göstermeye hazırlanın.”

Mikdat şöyle arzetti: Ey Allah’ın Resulü! Barış ve huzur ne demektir?” peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “(dünya) imtihan ve kopma yeridir. O halde işler karanlık gece parçaları gibi sizlere karmaşık ve belirsiz hale gelirse Kur’an’a yöneliniz. Şüphesiz Kur’an şefaati kabul edilmiş bir şefaatçi ve şikayeti kabul edilen bir şikayetçidir. Her kim onu önünde tutarsa Kur’an onu cennete çeker. Her kim de Kur’an’ı arkasına atarsa Kur’an onu cehenneme sürükler. Kur’an en iyi yola hidayet edicidir, (hak ve batılı ayırt edicidir) ve şaka değildir. Kur’an’ın hem zahiri vardır hem de batını. Zahiri; hüküm ve emirlerdir. Batını ise derin bir ilimdir. Denizinin ilginçlikleri sayısızdır. Alimler asla ondan doymaz. Kur’an Allah’ın sağlam bir ipidir. Kur’an dosdoğru bir yoldur. Hidayet ışıkları, hikmet meşaleleri Kur’an’dadır ve Kur’an hüccet ve bürhana kılavuzluk eder.”[787]

16409.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Sizler huzur ve barış ortamında yaşamaktasınız. Yolculuk bineğine binmişsiniz ve sizi hızla ileri doğru götürmektedir. Gece ve gündüzün, güneşin ve ayın her yeni şeyi eskittiğine, her uzağı yakınlaştırdığına, her vadolunanı ve tehdit edileni gerçekleştirdiğine sizler de şahitsiniz. O halde bu uzun ve uzak yolu katetmek için azık hazırlayın.

Miktat bin Esved Kindi (r.a) ayağa kalkarak şöyle arzetti: Ey Allah’ın Resulü! Ne yapacağımızı buyurunuz. Peygamber şöyle buyurdu: “Dünya bela, imtihan, sonra kopma ve yok olma diyarıdır. O halde işler karanlık gece parçaları gibi sizlere karanlık ve şüpheli ıolduğunda Kur’an’a yöneliniz. Zira Kur’an şefaati kabul edilmiş bir şefaatçi ve şikayeti makbul olan bir şikayetçidir. Her kim Kur’an’ı önünde tutarsa onu cennete çeker ve her kim de Kur’an’ı arkasına atarsa onu cehenneme sürükler. Kur’an doğru yolu gösteren bir kılavuzdur. Kur’an detaylı açıklama,  aydınlatma ve (hakikatleri) tahsil etme kitabıdır. Hak ve batılı ayırt edicidir. Şaka değildir. Hem zahiri vardır hem de batını. Zahiri Allah’ın hükmü ve emridir. Batını ise Allah-u Tealanın ilmidir. O halde zahiri muhkem ve sağlamdır, batınının ise bir takım sınırları vardır. Sınırlarının da bir takım sınırları vardır. İlginçlikleri sayısızdır. Acayipliği ve garipliği eskimez ve bitmez. Hidayet ışıkları ve hikmet meşaleleri Kur’an’dadır. İnsafı olan kimse için marifet ve tanımaya sevkeden bir kılavuzdur. O halde insan dikkatle bakmalı ve insafını göz önünde bulundurmalıdır ki helak olmaktan kurtulsun, darlıktan dışarı çıksın. Zira ki düşünmek, basiret sahibi kimsenin kalbinin hayat sebebidir. İnsanın ışık sayesinde karanlıklarda yol alması, güzel kurtulması ve (şüphelerde ve karanlıklarda) az beklemesi gibi.”[788]

16410.  Haris A’ver şöyle diyor: “Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (a.s) huzuruna vardım ve şöyle arzettim: “Ey Müminlerin Emiri! Biz senin huzurundayken, dinimizi sağlamlaştıracak bir takım sözler işitiyoruz. Ama senin huzurundan ayrılınca ne olduğunu bilmediğimiz, karanlık bir takım konular işitmekteyiz. (şüphe uyandırıcı bir takım sözler işitmekteyiz.) İmam şöyle buyurdu: “Bu sözleri söylüyorlar mı?” Ben, “Evet!” diye arzettim. İmam şöyle buyurdu: “Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “Cebrail benim yanıma geldi ve bana şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Çok geçmeden ümmetin arasında bir takım fitneler ortaya çıkacaktır.” Ben şöyle dedim: “Bundan kurtuluş yolu nedir?” Cebrail şöyle buyurdu: “İçinde, sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri ve aranızdaki şeylerin hükümleri beyan edilen Allah’ın kitabıdır.”[789]

16411.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Çok geçmeden ümmetin fitneye düşecek” denildiğinde ve “Bundan kurtuluş yolu nedir?” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “Allah’ın değerli kitabıdır. Bu kitaba, batıl ne önden ve ne arkadan yaklaşabilir. Övülmüş hikmet sahibi biri tarafından nazil olmuştur. Herkim ilmi Kur’an dışında bir yerde ararsa, Allah onu saptırır.”[790]

16412.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah, Kur’an’ı alim­lerin susuzluğunu giderici, anlayış, kavrayış sahibi kalplere bahar ve salihler için bir yol kıldı ve kullanana bir daha hastalık bulaşma­yan bir ilaç ve beraberinde karanlığın barınamayacağı bir nur.”[791]

16413.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu Kur’an’ın; öğüdünün aldatmayan, saptırmayıp doğru yolu gösteren, sözünde yalan olmayan bir nasihatçı olduğunu bilin. Kur’an’la oturup kalkan kimse bir artma ve bir de eksilme ile kalkar: Hidayetinde artma ve körlüğünde eksilme olur.”[792]

16414.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Münezzeh olan Allah hiç kimseye Kur’an’ın benzeri bir şeyle öğüt vermemiştir. Çünkü O, Allah’ın sağlam ipi ve emin se­bebidir. Gönüllerin baharı, ilmin kaynakları ondadır. Kalp için ondan başka cila yoktur.”[793]

16415.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kur’an emreden ve sakındıran, sessiz ve konu­şandır. Allah’ın mahlukata hüccetidir. Allah insanlar­dan Kur’an’la misak almış, misaklarına karşı onların nefislerini rehin tutmuştur.”[794]

16416.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En iyi zikir Kur’an’dır. Göğüsler Kur’an ile genişler ve batınlar Kur’an ile aydınlanır.”[795]

16417.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah, kudretini göstererek onlar görmeksizin kitabında tecelli etti; onları kahrıyla korkuttu.”[796]

16418.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer alemin doğu ve batısındaki bütün insanlar ölseler Kur’an yanımda olduktan sonra, asla yalnızlık ve dehşete kapılmam.”[797]

16419.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gerçekleri Kur’an yoluyla tanımayan kimse, fitnelerden uzak kalamaz.”[798]

16420.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an, iki hidayetin en üstünüdür.”[799]

16421.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah için, Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmede başkası sizden önde olmasın.”[800]

16422.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim sözüm, Allah’ın sözünü neshetmez, ama Allah’ın sözü, benim sözümü nesheder ve Allah’ın sözünden bazısı, diğer bazısını nesheder.”[801]

16423.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Siz, Allah’ın kitabıyla gerçekleri görüyor, hakikatleri söylüyor ve hakkı işitiyorsunuz. Kur’an’ın ayetlerinden bazıları diğerlerini destekler ve bir birbirlerine şahitlik eder. Onda Allah hakkında çelişki yoktur, dostunu da Allah’a muhalefet ettirmez.”[802]

16424.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın bir bölümü, diğer bir bölümünü tasdik eder. O halde sizler bazısını diğer bazısı sebebiyle yalanlamayınız. (“Bu ayet falan ayetle uyuşmuyor” demeyeniz)”[803]

 

3292. Bölüm

Kur’an İmam ve Rahmettir

 

Kur’an:

“Kur’an’dan önce, Mûsa’nın Kitab’ı, (Tevrat), bir rahmet ve rehberdir. Bu Kur’an, zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitab’dır.”[804]

“Rabbinin katından bir belgesi ve onun arkasından da bir şâhidi olanlar, önlerinde de Mûsa’nın Kitab’ı önder ve rahmet olarak bulunanlardır ki, işte onlar Kur’an’a iman ederler.”[805]

16425.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’dan ayrılmayınız. Kur’an’ı imam ve önder edininiz.”[806]

16426.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Benden sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda haktan daha gizli, batıldan daha aşikar bir şey olmaya­cak… Kur’an ve ehli insanlar içindedir; fakat, onlarla değil; insan­larla beraberdir, fakat, birlikte değil. . . Çünkü bir araya gelseler bile dalalet hidayete uymaz. Bu halk ayrılık üzere birleştiler ve birlikten ayrıldılar. Sanki kitabın ön­derleri onlar da, kitap onların önderi değildir. Onların yanında kitabın ancak adı vardır; sadece yazısını tanırlar.”[807]

 

3293. Bölüm

Kur’an En Güzel Sözdür

 

Kur’an:

“Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab’ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar ve yatışır.”[808]

16427.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En güzel söz Allah’ın kitabıdır, en iyi hidayet Muhammed’in (s.a.a) hidayetidir. En kötü işler ise bidatlardır.”[809]

16428.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En güzel kıssa, en etkili öğüt, en faydalı hatırlatma, aziz ve celil olan Allah’ın kitabıdır.”[810]

16429.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En doğru söz, en etkili öğüt, en güzel kıssa Allah’ın kitabıdır.”[811]

16430.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala’nın kitabını öğreniniz. Zira  o sözlerin en güzeli, öğütlerin en etkilisidir. Kur’an’ı derin anlayınız. Zira o kalplerin baharıdır. Kur’an’ın nurundan şifa dileyiniz. Zira Kur’an göğüslerdeki hastalıklara şifa verendir. Kur’an’ı güzel tilavet ediniz. Zira ki Kur’an kıssaların (ibretli öykülerin) en güzelidir.”[812]

16431.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sözlerin en doğrusu, öğütlerin en etkilisi ve kıssaların en güzeli Allah’ın kitabıdır.”[813]

16432.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın diğer sözlere üstünlüğü, Allah’ın diğer yaratıklarına üstünlüğü gibidir.”[814]

16433.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı güzel tilavet ediniz. Zira Kur’an kıssaların en faydalısıdır. Kur’an’dan şifa talep ediniz. Zira Kur’an göğüslerin şifasıdır.”[815]

 

3294. Bölüm

Kur’an Her Zaman Yenidir

 

16434.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an her ne kadar tekrar edilse de ve kulakla işitilse de yine de eskimez.”[816]

16435.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “Kur’an ne kadar çok okunsa ve konuşulsa da yeniliği ve tazeliği sürekli artmaktadır. Bunun sırrı nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Çünkü Allah Tebarek ve Teala onu belli bir zaman ve belli insanlar için karar kılmamıştır. Bu yüzden her zaman, her topluluk için kıyamet gününe kadar yeni ve tazedir.”[817]

16436.  İmam Rıza (a.s), Kur’an’ın sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Kur’an Allah’ın sağlam ipi, sağlam kulpu ve cennete çeken en üstün yoludur. Kur’an ateşten kurtarır, zamanın geçmesiyle asla eskimez. Çeşitli diller onu çökeltip yokluğa sürükleyemez. Zira Kur’an belli bir zaman için karar kılınmamıştır. Aksine Kur’an her insan için burhan ve hüccete bir kılavuz olarak taktir edilmiştir. Ne önden ve ne de arkadan batıl ona yol bulamaz ve Kur’an, övülmüş hikmet sahibinin nezdinden nazil olmuştur.”[818]

 

3295. Bölüm

Kur’an En Büyük Hastalıklara Şifadır

 

Kur’an:

“Kur’an’dan iman edenlere rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır.”[819]

“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, iman edenlere doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[820]

“Biz bu Kur’an’ı yabancı bir dil ile ortaya koysaydık: “Ayetleri uzun açıklanmalı değil miydi? Bir Araba yabancı bir dille söylenir mi?” derlerdi. De ki: “Bu, iman edenlere doğruluk rehberi ve gönüllerine şifadır.” İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır ve onlara kapalıdır; sanki bunlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.”[821]

16437.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz o; küfür, nifak, azgınlık ve sapıklık gibi en büyük dertlere devadır.”[822]

16438.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu Kur’an’da nur kandilleri ve göğüslerin şifası vardır. O halde parlatıcı Kur’an nuruyla parlatmalı ve kalbini o sıfata gem vurmalıdır. Zira (Kur’an’ın) telkini, karanlıklarda ışığın yardımıyla yolu kateden kimse gibi basiret sahibi şahsın kalbinin hayatıdır.”[823]

16439.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Tutunulacak sağlam bir ip, aydınlatıcı bir nur, şifalı bir kaynak, olan Allah’ın kitabına sarılın… Onunla konuşan doğru konu­şur; onunla amel eden kazanır.”[824]

16440.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an ilaçtır.”[825]

bak. ed-Deva, 1290. bölüm

 

3296. Bölüm

Kur’an Bir Servettir, Onsuz Zengin Olmak Mümkün Değildir

 

16441.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an bir servettir. Onsuz zengin olmak mümkün değildir. Kur’an olduktan sonra fakirlik olmaz.”[826]

16442.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an bir servettir. O olduğu taktirde fakirlik olmaz. O olmadığı taktirde de zenginlik olmaz.”[827]

16443.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı okursa o asla fakir olmayacak bir zengindir.”[828]

16444.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kur’an’a uyduktan sonra yoksulluk, Kur’an’a uy­madan önce de zenginlik gelmeyeceğini bilin. O halde ondan dertlerinize şifa isteyin, zorluklarınıza karşı yardım dileyin.”[829]

16445.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkime Kur’an verilir de buna rağmen başkasına bundan daha üstün bir nimet verildiğini sanırsa, şüphesiz küçük bir şeyi büyük saymış ve büyük bir şeyi küçük görmüş olur.”[830]

bak. el-Gına, 3112. Bölüm

 

3297. Bölüm

Kur’an’daki Mevcut İlimler ve Haberler

 

16446.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kur’an’da sizden öncekilerin haberleri, sizden sonrakilerin haberleri ve aranızdaki şeylerin hükümleri vardır.”[831]

16447.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki geleceğin bilgisi, geçmişe ait haberler, derdinizin ilacı, aranızdaki düzenin gerektirdiği her şey ondadır.”[832]

16448.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isterse, Kur’an’ı araştırıp düşünmelidir.”[833]

16449.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizinle, öncekilerle ve gelecektekilerle ilgili haberler ile gök ve yer haberleri Kur’an’dadır. Eğer biri gelir de sizi ondan haberdar kılarsa, şüphesiz bundan şaşkınlığa düşersiniz.”[834]

16450.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki kişinin görüş farklılığına düştüğü her konunun kökü, mutlaka aziz ve celil olan Allah’ın kitabında mevcuttur. Ama insanların akılları buna erişememektedir.”[835]

bak. el-İmamet (3), 192. Bölüm

 

3298. Bölüm

Kur’an’ı Öğrenmek

 

16451.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsana ölmeden önce, Kur’an’ı öğrenmesi veya öğrenme halinde ölmesi yakışır.”[836]

16452.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an, Allah’ın ziyafet sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince bu sofradan yararlanın.”[837]

16453.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu Kur’an Allah’ın ziyafet sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince Allah’ın sofrasından öğreniniz.”[838]

16454.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an'ı öğrenin, çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda anlayışınızı derinleştirip kavrayışınızı genişletin. Çünkü o gönüllerin baharıdır. Nuruyla şifa bulun, zira o göğüslerin şifasıdır. Onu en güzel okuyuşla okuyun. Çünkü o kıssaların en faydalısıdır.”[839]

16455.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer mutlu insanların hayatını, şehitlerin ölümünü, hasret gününde kurtuluşu, yakıcı günde gölgeyi ve sapıklık gününde hidayeti istiyorsanız, Kur’an’ı öğreniniz. Zira ki Kur’an rahman olan Allah’ın sözüdür. Şeytandan bir korunma vesilesidir ve (ameller için kurulan) terazinin ağırlığıdır.”[840]

16456.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Muaz! Eğer mutlu insanların hayatını, şehitlerin ölümünü, haşr gününde kurtuluşu, korku gününde güvenliği, karanlıklar gününde nuru, yakıcı günde gölgelenmeyi, susuzluk gününde suya kanmayı, (amel terazisinin) hafiflik gününde ağırlığı ve sapıklık gününde hidayeti istiyorsan, o halde Kur’an’ı öğren. Zira Kur’an Rahman’ı hatırlamak, şeytandan korunmak ve (ameller) terazisinin ağırlığıdır.”[841]

16457.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizin en iyileriniz, Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”[842]

16458.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizin en iyiniz, Kur’an’ı öğrenen ve  öğretendir.”[843]

16459.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”[844]

16460.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şiilerimizden ve dostlarımızdan herkim ölür ve Kur’an’ı iyi bilmezse, kabirde Allah o sebeple makamını yüceltsin diye kendisine Kur’an öğretilir. Zira cennet dereceleri, Kur’an ayetleri sayısıncadır. O halde Kur’an okuyan kimseye şöyle denir: “Oku ve yücel.”[845]

16461.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilen kimseye şöyle denir: “Oku ve yücel ve dünyada tertil ile okuduğun gibi burada da tertil ile oku. Zira senin makamın okuduğun son ayettedir.”[846]

16462.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilen kimse cennete girince ona şöyle derler: “Oku ve yüksel.” O okur ve her ayetle birlikte bir makama yükselir. Böylece Kur’an’dan bildiği son ayete dek okur.”[847]

16463.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı öğrenmek ve çok okumaktan ayrılmayın.”[848]

16464.  İmam Ali (a.s), camide Kur’an okuyan ashabının sesini işitince şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu onlara! Onlar, Allah Resulü’ne en sevimliler idiler.”[849]

bak. el-Bihar, 92/185, 20. Bölüm

 

3299. Bölüm

Kur’an Öğretmenin Sevabı

 

16465.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim birine Kur’an öğretirse onun mevlasıdır. O şahıs onu yalnız ve yardımsız bırakmamalı ve kendisini ona tercih etmemelidir.”[850]

16466.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’ın kitabından bir ayeti bir kula öğretirse, onun mevlasıdır. Dolayısıyla o kulun onu yalnız ve yardımcısız bırakması ve kendisini ona tercih etmesi doğru değildir. Eğer böyle yaparsa İslam’ın halkalarından bir halkayı parçalamış olur.”[851]

16467.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir grup Allah’ın evlerinden birinde, Allah’ın kitabını okumak ve müzakere etmek için toplandığında, onlara huzur inmiş, onları rahmet kaplamış, melekler onları aralarına almış ve Allah yanındaki kimselerle onları anmıştır.”[852]

16468.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kim Kur’an’ı öğrenir ve başkalarına öğretirse veya Kur’an’daki şeylerle amel ederse ben onu cennete doğru sevkederim ve cennete doğru hidayette bulunurum.”[853]

16469.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim çocuğuna Kur’an’ı öğretirse Allah onun boynuna kıyamet günü gören ilk ve son herkesin şaşkınlığa düşeceği bir kolye asar.”[854]

16470.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Evladın baba üzerindeki hakkı ise ona güzel isim vermesi, onu güzel terbiye etmesi ve ona Kur'an'ı öğretmesidir.”[855]

16471.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bulüğa ermeden önce Kur’an okursa, çocuklukta ona hikmet verilmiş olur.”[856]

 

3300. Bölüm

Kur’an Ezberlemeye Teşvik

 

16472.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkime Allah kitabını ezberleme nimeti verdiği halde o kimse başkasına bu nimetten başka bir nimet verildiğini sanırsa, şüphesiz en büyük nimeti küçük görmüş ve nankörlüğe düşmüş olur.”[857]

16473.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu asılı Kur’an’lar sizleri kandırmasın. Allah-u Teala Kur’an’ın yeri olan bir kalbe asla azap etmez.”[858]

16474.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkimin içinde Kur’an’dan bir şey olmazsa, şüphesiz yıkık bir evdir.”[859]

16475.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı ezberleyen kimse, Kur’an ile amel ederse yüce, iyi, ve mesaj getiren elçilerle (meleklerle) birliktedir.”[860]

16476.  Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana öyle bir dua öğreteyim ki, asla Kur’an’ı unutmayasın. Şöyle de: “Allah’ım! Bana rahmet et ki hayatta olduğum müddetçe asla sana itaatsizlik etmeyeyim, bana öyle bir rahmet et ki, faydasız şeyler hususunda zahmete düşmeyeyim ve bana seni hoşnut eden şeylerde güzel düşünmeyi nasip et. Bana kitabını öğrettiğin gibi hıfzetmeyi kalbim ile birlikte kıl. Bana seni hoşnut edecek şekilde onu tilavet etmeyi nasip eyle. Allah’ım! Kitabın vesilesiyle basiretimi aydınlat, göğsümü geniş tut, dilimi konuştur, bedenimi Kur’an yolunda çalıştır. Bu konuda Kur’an’la bana güç ver ve Kur’an hakkında bana yardımcı ol. Bu konuda senden başka kimse yardım edemez. Şüphesiz senden başka ilah yoktur.”[861]

16477.  Resulullah (s.a.a), bir duasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Bana öyle bir rahmet et ki hayatta olduğum müddetçe sana asla isyan etmeyeyim, seni hoşnut eden şeylerde iyi düşünmeyi bana nasip et, bana öğrettiğin gibi kitabını hıfzetmeyi kalbimle birlikte kıl ve seni benden hoşnut kılacak bir şekilde Kur’an’ı tilavet etmemi nasip et. Allah’ım! Basiret gözümü kitabınla aydınlat, Kur’an vesilesiyle göğsümü geniş tut. Kalbimi Kur’an ile sevindir, dilimi Kur’an ile konuştur, bedenimi Kur’an yolunda çalıştır. Bu konuda bana güç ver. Zira senin vesilen dışında hiçbir güç ve kudret imkanı yoktur.”[862]

bak. el-Emsal, 3617. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 8/411, Kenz’ul Ummal, 2/58, et-Targib ve’t Terhib, 2/360,

 

 

3301. Bölüm

Kur’an’ı Zihninden Geçirmeye Teşvik

 

16478.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu Kur’an’ı koruyunuz. Zira Kur’an ürkektir. Bu yüzden devenin diz bağından kopup kurtulmasından daha hızlı bir şekilde Kur’an insanların göğsünden çıkıp kaçar. Dolayısıyla sizden hiç kimse, “Falan ayeti unuttum” demesin. Aksine kendisine unutturulmuştur.”[863]

16479.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisinin “Falan ayeti unuttum” demesi doğru değildir. Aksine ona unutturulmuştur. Kur’an’ı hatırlayınız. Zira canım elinde olana andolsun ki Kur’an devenin dizbağından kurtulup kaçmasından daha çabuk bir şekilde insanların kalbinden kaçıp gider.”[864]

16480.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı ezberleyen kimsenin kendi zihninde Kur’an’ı korumak için gece ve gündüz okuduğu zamanda ki Kur’an’ın misali bir devesi olan insanın misalidir ki, dizbağını bağladığı taktirde devesini tutar ve diz bağını çözdüğü taktirde ise devesinin kaçar. Kur’an işte böyledir.”[865]

16481.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an surelerinden bir sureyi unutursa, o sure, (cennette) güzel bir yüz ve yüce bir derece şeklinde karşısında tecelli eder ve onu görünce şöyle der: “Sen kimsin? Ne kadar da güzelsin?! Keşke benim olsaydın.” O şöyle cevap verir: “Beni tanımıyor musun? Ben falan sureyim. Eğer beni unutmasaydın, seni bu mekana yüceltirdim.”[866]

bak. Vesail’uş Şia, 4/845, 12. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 1/615; el-Kafi, 2/576. Bölüm

 

3302. Bölüm

Kur’an’ı Bilenlerin Sevabı

 

16482.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmetince kuşatılan ve aziz ve celil olan Allah’ın nuruyla örtülen kimseler, bu Kur’an’ı bilenlerdir.”[867]

16483.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilenler, kıyamet günü cennet ehlinin arifleridir.”[868]

16484.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilen kimseler, cennet ehlinin arifleridirler, Allah yolunda cihat edenler, cennet ehlinin önderleri ve Peygamberler cennet ehlinin efendileridirler.”[869]

16485.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin büyükleri Kur’an’ı bilenler ve geceyi ibadetle geçirenlerdir.”[870]

16486.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı okuyunuz ve onu ezberleyiniz. Zira Allah-u Teala Kur’an olan kalbe azap etmez.”[871]

16487.  Resulullah (s.a.a), Uhud savaşı şehitleri toprağa verilince şöyle buyurmuştur: “Onlardan hangisinin Kur’an’ı daha çok bir araya getirdiğine bakınız ve onu kabirnde arkadaşının önüne geçiriniz.”[872]

16488.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı toplarsa, Allah ölünceye kadar onu aklından faydalandırır.”[873]

16489.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an ehli, Allah’ın ehlidir ve Allah’ın dergahının özel misafirleridir.”[874]

16490.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilenler İslam’ın bayraktarlarıdırlar. Herkim Kur’an’ı yüce kılarsa, şüphesiz Allah da onu yüce kılar. Herkim de onu hor kılarsa, aziz ve celil olan Allah’ın laneti ona olsun.”[875]

16491.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bilenler, Allah’ın kelamının öğreticileri ve Allah’ın nuruna bürünmüş kimselerdir. Herkim onlarla dostluk ederse, şüphesiz Allah ile dostluk etmiştir. Herkim de onlara karşı düşmanlık ederse şüphesiz Allah’a karşı düşmanlık etmiştir.”[876]

16492.  Resulullah (s.a.a) Yemen’e bir heyet gönderdi. Onlar arasından yaşı en az olan birini de başkanlığa seçti. Birkaç gün geçti ve o heyet daha yola koyulmadı. Bir şahıs Peygamber’e şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Yaşı herkesten küçük olan o şahsı mı bizlere reis seçtin?” Peygamber (bu işin illetini beyan ederek) onun Kur’an okuyan birisi olduğunu hatırlattı.” [877]

bak. el-Bihar, 92/177, 19. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 1/523. Bölüm

 

3303. Bölüm

Kur’an’ı Bilen Kimseye Yakışan Şey

 

16493.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah karşısında gizli ve açık huşu göstermeye insanlardan en layık olan kimse Kur’an’ı bilen kimsedir. Gizli ve açık namaz kılmaya, oruç tutmaya insanlardan en müstahak olan kimse Kur’an’ı bilen kimsedir.”[878]

16494.  Resulullah (s.a.a), bir gün insanların içine girerek yüksek sesle şöyle buyurmuştur: “Ey Kur’an’ı bilenler! Boş şeylerle uğraşanların, güldüğü bir zamanda sen göz yaşlarıyla gözüne sürme çek. Uyuyanlar gece uyuduğu zaman, sen (ibadet için) kalk, yiyenler yediği zaman sen oruç tut. Sana zulmeden kimseyi bağışla. Sana kin duyan kimseye kin duyma. Sana karşı cahilce davranan kimseye cahilce davranma.”[879]

bak. el-İlm, 2886. Bölüm; el-Akl, 2809. Bölüm

 

3304. Bölüm

Kur’an Bilen Kimseye Yakışmayan Şey

 

16495.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisine karşı hiddetlenen kimseye hiddetlenmek, Kur’an sahibi bir kimseye yakışmaz ve içinde Allah’ın kelamı olan kimseye, kendisine cahilce davranan kimseye cahilce davranması asla yakışmaz.”[880]

16496.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an bilen kimseye başkalarının beyinsizce davranışları karşısında beyinsizce davranması, kendisine hiddetlenen birisine hiddetlenmesi, kendisine saldırgan davranan birisine saldırgan davranması yakışmaz. Kur’an’ı bilen kimse, Kur’an’ın bereketiyle affeder ve bağışlar.”[881]

bak. el-Akl, 2810. Bölüm

 

3305. Bölüm

Kur’an’ı Tilavet Etmeye Teşvik

 

Kur’an:

“Allah’ın Kitab’ını okuyanlar, namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler.”[882]

16497.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi rabbiyle konuşmak isterse Kur’an okusun.”[883]

16498.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu kalpler de aynı demir gibi pas tutar.” Oradakiler, “Ya Resulullah! Onun cilası nedir?” diye sorduklarında ise şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumaktır.”[884]

16499.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın aşılanması Kur’an’ı tilavet etmekledir.”[885]

16500.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an tilavet etmekle ünsiyet edinirse, kardeşlerin ayrılması onu yalnızlık duygusuna kaptırmaz.”[886]

16501.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumaktan ayrılma. Zira Kur’an okumak günahlara kefaret, ateş karşısında bir perde ve azaptan güvenlikte olma sebebidir.”[887]

16502.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kari (Kur’an okuyan kimse) Kur’an okuyunca (harekelerle ilgili) bir yanlışlığa düşerse veya Kur’an okuyan kimse Arap değilse melek onun için nazil olduğu şekilde yazar.”[888]

16503.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Kur’an okumaktan gaflet etme. Zira Kur’an kalbi diriltir, kötülükten, zulümden ve günahtan alıkoyar.”[889]

16504.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okuyan kimsenin şüphesiz iki yanından Peygamberlik yükselir, sadece ona vahyolmaz.”[890]

16505.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okuyan kimsenin adeta iki yanından Peygamberlik yükselmiş gibidir. Sadece ona vahyedilmez.”[891]

16506.  İmam Ali (a.s), Kur’an’ı hatrmettikten sonra şu duayı okumuştur: “Allah’ım! Göğsümü Kur’anla genişlet, bedenimi Kur’an hükümleriyle amel ettir, gözlerimi Kur’an ile aydınlat, dilimi Kur’an ile konuştur, hayatta olduğum müddetçe, Kur’an ile amel etme hususunda bana yardım et. Şüphesiz senin vesilen dışında bir güç ve kudret yoktur.”[892]

bak. Kenz’ul Ummal, 2/349. Bölüm; el-Bihar, 92/369, 126. Bölüm

 

3306. Bölüm

Kur’an’ı Güzel Bir Sesle Okumak

 

16507.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Güzel ses Kur’an’ın süsüdür.”[893]

16508.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Her şeyin bir süsü vardır. Kur’an’ın süsü de güzel sestir.”[894]

16509.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı güzel seslerinizle süsleyin.”[895]

16510.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Kur’an’ı herkesten daha güzel okuyan kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumasını işittiğinde kendisinde Allah’ın korkusunu ve haşyetini gördüğün kimsedir.”[896]

16511.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumada insanların ses açısından en güzel olanı, Kur’an okuduğunu işittiğinde, Allah’tan korktuğunu hissettiğin kimsedir.”[897]

16512.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı güzel sesle okuyunuz. Zira güzel ses, Kur’an’ın güzelliğini artırır.”[898]

16513.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali b. Hüseyin (a.s) Kur’an’ı bütün insanlardan daha güzel sesle okurdu. Öyle ki sucular evinin kapısının önünden geçtiğinde duruyor ve onun Kur’an okumasını dinliyorlardı. İmam Bakır (a.s) da ses açısından insanların en güzeliydi.”[899]

16514.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah her Peygamberi güzel bir sesle göndermiştir.”[900]

 

3307. Bölüm

Tilavet Hakkı

 

Kur’an:

“Kendilerine verdiğimiz Kitab’ı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar iman ederler. Ona küfredenler ise kaybedenlerdir.” [901]

16515.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Cahil yaşayanları ve sapık yol üzere ölenleri Allah’a şikayet ederim. Hakkıyla okunduğu ve değiştirilmediği halde onlar nezdinde Allah’ın kitabından daha de­ğersiz bir meta/şey yoktur. Ama değiştirilir/tahrif edi­lirse onlar nezdinde Allah’ın kitabından daha değerli bir şey olamaz.”[902]

16516.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Benden sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda haktan daha gizli, batıldan daha aşikar bir şey olmaya­cak… O zaman halka hakkıyla okunduğunda Kur’an’dan daha rağbetsiz ve tahrif edildiğinde ise ondan daha rağbetli şey olmayacaktır. Ülkelerde maruftan daha münker ve münkerden daha maruf şey olmayacaktır. Kur’an’ı yüklenenler onu atmış ve hıfzedenler onu unutmuş olacaktır. O günde Kur’an ve ehli kovulmuş iki sürgün, olacak… bundan önce de salihlerle her türlü zulmü reva görenler onlardı.”[903]

16517.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Ayetlerini açık ve sayılır bir şekilde okurlar, anlamını anlamaya çalışırlar, hükümleriyle amel ederler, vaadlerinden ümitvar olurlar, azabından korkarlar, kıssalarından ders alırlar, örneklerinden öğüt alırlar, emirlerini yerine getirirler, yasaklarından uzak dururlar. Allah’a yemin olsun ki Kur’an’ı hakkıyla tilavet edilmesi, ayetlerini ezberlemek, kelime ve harflerini birbiri ardınca okumak, bir sureyi tilavet etmek, haşiyelerini mütalaa etmek anlamında değildir. Onlar harflerini ve kelimelerini ezberlediler ama anlamlarını zayi ettiler. Şüphesiz bu Kur’an’ın hakkıyla tilavet etmek, ayetleri üzerinde düşünmek ve tedebbür de bulunmak anlamındadır. Nitekim Allah-u Teala da şöyle buyurmuştur: “Ayetleri hakkında düşünsünler diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”[904]

16518.  Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın “Hakkıyla tilavet ederler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani hakkıyla tabi olurlar.”[905]

16519.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), Kur’an’ı hatmettiği zaman şöyle dua etmiştir: “Ey Allah’ım! Kur’an tilavetinde bizlere yardım ettin, ifadesinin ve beyanının güzelliği sebebiyle, dilimizin kabalığını ve sertliğini yumuşak ve kolay kıldın. O halde bizi, Kur’an’a hakkıyla riayet edenlerden ve muhkem ayetleri karşısında teslimiyet inancıyla sana itaat edenlerden kıl.”[906]

16520.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinen biliniz ki sizler, kimin tahrif ettiğini bilmedikçe Allah’ın kitabını hakkıyla tilavet etmiş olmazsınız. Zira onu tanıdığınız taktirde bid’atları ve doğru olmayan yorumları da tanırsınız.”[907]

16521.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: İslam’a davet edildiğinde kabul eden, Kur’an’ı oku­yup onu güzel anlayan topluluk nerede?[908]

16522.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ah olsun Kur’an’ı okuyup hükümlerini uygulayan, farzlarını düşünüp ifa eden, sünnete hayat verip bidati öldüren, cihada çağrıldığında icabet eden, kumandanlarına bağlanıp itaat eden kardeşlerime!”[909]

 

3308. Bölüm

Kur’an’ı Kenara İtmek

 

Kur’an:

“Allah, kitab verilenlerden, “Onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz” diye ahit almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür!” [910]

“Ellerinde olanı doğrulayan bir peygamber Allah katından onlara gelince kitab verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına attılar.”[911]

16523.  İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ümmet semavi kitabını terk edip bir kenara itince Allah onlardan onun ilmini aldı. Her ümmet düşmanlarını dost ve veli edindiğinde ise Allah o düşmanlarına velayet ve hükümet imkanını verdi. Kitabı bir kenara itmek, harf ve kelimelerini ikame ettikleri halde anlamlarını tahrif etmeleri, kitabı okuyup rivayet ettikleri halde, riayet etmemeleri ve amel etmemeleri anlamındadır. Cahiller onu iyi okudukları ve ezberledikleri için sevinirler, alimler ise ona riayet etmedikleri ve kendisiyle amel etmedikleri sebebiyle üzülürler.”[912]

16524.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kur'an okuyup da öldükten sonra ateşe giren kimse, Allah'ın ayetleriyle alay eden kimselerdendir.”[913]

 

3309. Bölüm

Kur’an Okumanın Adabı

 

1-Ağzı Temizlemek

16525.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın yolunu temizleyiniz.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Kur’an’ın yolu nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Ağızlarınızdır.” Kendisine şöyle arzedildi: “Neyle temizleyelim?” Peygamber şöyle buyurdu: “Misvak ile (fırçalamakla)”[914]

16526.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ağıllarınız Kur’an’ın yolarıdır. O halde misvak kullanarak (fırçalayarak) ağızlarınızın güzel kokmasını sağlayın.”[915]

16527.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ağızlarınızı güzel kokutun. Zira ağızlarınız Kur’an’ın yoludur.’”[916]

 

2-Allah’a Sığınmak

Kur’an:

“Kur’an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.”[917]

16528.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günah kapılarını istiaze ile (“euzu billah min’eş-Şeytan’ir-Recim” cümlesini diyerek) kapatınız ve itaat kapılarını besmele (“Bismillahirrahmanirrahim” cümlesi) ile açınız.”[918]

16529.  İmam Sadık (a.s), kendisine her surenin başlangıcında kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınmanın hükmü sorulunca şöyle buyurmuştur: “Evet, şeytanların en aşağılığı olan kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.”[919]

bak. 379. Konu, el-İstiaze

3-Tertil

Kur’an:

“…Bir müddet için kalk ve ağır ağır Kur’an oku.”[920]

16530.  Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın “Kur’an’ı tertil ile oku” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı açık ve tane tane oku. Onu ot tohumu gibi saçma ve tıpkı şiir gibi hızla ve kesik kesik de okuma. İlginçliklerinde durunuz. Kalpleri onunla harekete geçiriniz. Tüm çabanız, sureyi sonuna dek okumak olmasın.”[921]

16531.  Resulullah (s.a.a), hakeza bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı açık ve tane tane okuyunuz. Şiir gibi hızlı ve kesik kesik okumayınız. İlginç konularında düşününüz, kalplere onunla neşter vurunuz. Tüm çabanız sureyi sonuna dek okumak olmamalıdır.”[922]

16532.  İmam Ali (a.s), hakeza bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı açık seçik oku. Şiir gibi hızla ve kesik kesik okuma. Çakıl taşları gibi saçıp durma. Katı kalplerinizi (Kur’an vesilesiyle) korkuya düşürünüz ve tüm çabanız, sureyi sonuna kadar okuma olmamalıdır.”[923]

16533.  İmam Ali (a.s), takva sahiplerinin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Geceleri ayakları üzerinde durup Kur’an ayet­lerini, anlamını dü­şünerek ağır ağır (tertil üzere) okur­lar. Onunla hüzünlere dalar, dertlerinin çaresini onda bulurlar.”[924]

4-Tedebbür (Düşünme ve Dikkat Etme)

Kur’an:

“Bunlar Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli midir?”[925]

“Sana indirdiğimiz bu kitab mübarektir; ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar.”[926]

“Söyleneni hiç düşünmezler mi? Yoksa onlara, önce geçmiş atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?”[927]

“Kur’an’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.”[928]

16534.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki tefekkür ile okunmayan Kur’an’da hayır yoktur. Biliniz ki anlayış ve düşünceyle birlikte olmayan ibadette de hayır yoktur.”[929]

16535.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın ayetleri  ilim hazineleridir. O halde bir hazine açılınca, ona bakman gerekir.”[930]

16536.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın ayetleri üzerinde tefekkür ediniz ve ondan ibret öğreniniz. Zira Kur’an ibret ve öğütlerin en etkili olanıdır.”[931]

16537.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı üç günden az okuyan (üç günden önce bitiren) kimse (Kur’an hakkında) fakih ve alim olamaz.”[932]

16538.  Resulullah (s.a.a), İbn-i Ömer’e yaptığı bir konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı bir ayda oku.” İbn-i Ömer şöyle diyor: “Ben, “Bundan daha kısa sürede okuyabilirim” deyince Peygamber şöyle buyurdu: “Yirmi gecede oku.” İbn-i Ömer şöyle diyor: “Ben, “Bundan daha da az bir sürede okuyabilirim.” Peygamber şöyle buyurdu: “On gecede oku.” İbn-i Ömer şöyle arzetti: “Ben, “Bundan daha az bir sürede okuyabilirim” diye arzedince Peygamber şöyle buyurdu: “Yedi gecede oku ve bundan daha ileri gitme.”[933]

16539.  İmam Sadık (a.s), Kur’an’ın bir gecede hatmedilmesinin hükmünü soran birine şöyle buyurmuştur: “Onu bir aydan daha az bir sürede okumayı hoş görmüyorum.”[934]

bak. el-İbadet, 2491. Bölüm

5-Huşu

Kur’an:

“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı anması ve O’ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitab verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir.”[935]

16540.  İmam Rıza (a.s) (Horasan’a yaptığı yolculuğunda) geceleri yatağında çok Kur’an okuyordu. İçinde cennet veya cehennemden söz edilen bir ayete ulaştığında ağlıyor, Allah’tan cenneti istiyor ve ateşten Allah’a sığınıyordu.”[936]

16541.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben Kur’an okuduğum halde, saçımın beyazlamamasına şaşıyorum.”[937]

16542.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı hüzünlü bir sesle okuyunuz. Zira o hüzünlü bir sesle nazil olmuştur.”[938]

16543.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı okuyunuz ve ağlayınız. Eğer ağlayamıyorsanız, kendinizi ağlamaya vurun. Kur’an’ı (gamlı bir) sesle okumayan kimse bizden değildir.”[939]

16544.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okuduğu için yaş döken her göz, kıyamet günü aydın olur.”[940]

16545.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Kur’an’ı en güzel okuyan kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumasını duyduğunuzda, Allah’tan korktuğunuzu gördüğünüz kimsedir.”[941]

bak. 16511. Hadis

 

3310. Bölüm

Yasaklanmış Tilavetler

 

16546.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı Arap şivesiyle ve sesiyle okuyunuz. Fasıkların ve günahkarların şivesiyle okumaktan sakınınız. Zira benden sonra öyle bir topluluk gelecektir ki Kur’an’ı tıpkı bir şarkı, ağıt ve ruhbanların (İncil’i) okuması gibi boğazlarında evirip çevirerek okuyacak, ama boğazlarından aşağıya inmeyecektir ve onların Kur’an okumasından hoşlananların kalbi ters çevrilmiştir.”[942]

16547.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim sizler hakkınızdaki korkum bu dini hafife almanız ve Kur’an’ı melodi ile okumanızdır.”[943]

16548.  Abdullah b. Revaha şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) bizi, bizden birinin cenabet halinde Kur’an okumasından sakındırdı.”[944]

16549.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an okumayı insanlardan geçinme vesilesi edinen bir kimse, kıyamet günü yüzü etsiz bir iskelet halinde (mahşer sahnesine) gelir.”[945]

bak. 3312, 3313. Bölümler

 

3311. Bölüm

Kur’an’ın Lanet Ettiği Kimse

 

16550.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nice Kur’an okuyan kimseye, Kur’an lanet eder.”[946]

16551.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an ne tilavet etmekledir, ne de rivayetini bilmekle. Aksine Kur’an hidayet, anlamak ve dirayet ilmi (anlamak) iledir.”[947]

16552.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sen, seni günahtan alıkoyduğu müddetçe Kur’an okumuş olursun. O halde eğer seni günahtan alıkoymazsa Kur’an okumamış sayılırsın.”[948]

16553.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an seni (günahlardan) sakındırdığı müddetçe Kur’an oku. Zira eğer seni günahlardan sakındırmazsa, gerçekte Kur’an okumamış sayılırsın.”[949]

16554.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın garipleri dört kişidir: Zalimin içinde (kalbinde) bulunan Kur’an, içinde insanların namaz kılmadığı mahallede bulunan cami, evde okunmayan Kur’an ve kötü insanlar arasında yaşayan salih bir insan.”[950]

 

3312. Bölüm

 Kötü Kariler (Kur’an Okuyanlar)

 

16555.  Misbah’uş-Şeria’da şöyle yer almıştır: “Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin münafıklarının çoğu karilerdir (Kur’an okuyanlardır).”[951]

16556.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cehennemde demirden bir değirmen vardır. Onunla karilerin (Kur’an okuyanların) ve günahkar alimlerin başı öğütülür.”[952]

16557.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim zalim bir imamın yanına varır da mal ve makam elde etmek için ona Kur’an okursa, bu kariye (Kur’an okuyan kimse) okuduğu her harfe karşılık on defa lanet edilir. Dinleyen kimseye de her harf için bir defa lanet edilir.”[953]

16558.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı dünya ve dünya süsü için öğrenirse, Allah cenneti ona haram kılar.”[954]

bak. el-İlm, 2893. Bölüm

 

3313. Bölüm

Karilerin (Kur’an Okuyanların) Çeşitleri

 

16559.  İmam Ali (a.s) İlyas b. Amir’e şöyle buyurmuştur: “Ey Ekkeli kardeş! Eğer hayatta kalırsan Kur’an okuyanların üç grup olduğunu görürsün: Bir grubu aziz ve celil olan Allah için okur, bir grubu dünya için, bir grubu da cedelleşmek için okur. Sen aziz ve celil olan Allah için Kur’an okuyanlardan biri olmaya güç yetirebilirsen böyle yap.”[955]

16560.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kariler (Kur’an okuyanlar) üç gruptur: Kur’an okuyarak hükümdarlardan nasiplenmek ve insanlara karşı onunla övünmek isteyen kari. Böyle bir kimse cehennemliklerdendir. Harflerini ve kelimelerini ezberleyen ama anlamlarını terk eden kari, bu da cehennemliklerdendir. Kur’an okuyarak başlıklı elbisesinin içine gizlenen (gösteriş yapmaktan kaçınan) muhkem ayetlerle amel eden, müteşabih ayetlere iman eden, farzlarını yerine getiren, helalini helal ve haramını haram sayan kari. Bu kari Allah’ın kendisini fitnelerin sapıklığından kurtardığı cennet ehli bir kimsedir. O istediği bir kimse hakkında şefaatte bulunur. ”[956]

16561.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an karileri üç kısımdır: Birincisi Kur’an okur ve onu padişahlara yakınlaşma ve insanların dikkatini çekme vesilesi kılar. İkincisi, Kur’an okur, lafız ve kelimelerini ikame eder ama anlamlarını terkeder. Bu karilerin sayısı çoktur. Allah onların sayısını çok kılmasın. Diğeri ise Kur’an okuyan, Kur’an ilacını kalbinin yarasına süren, geceyi Kur’an’la sabahlayan gündüzünü susamış bir halde Kur’an’la geçiren karidir. Kur’an’ı camilerinde ayakta tutarlar ve başlıklı elbiselerin içine gizlerler. Bunlar Allah’ın varlıklarının bereketiyle belayı defettiği düşmanları ortadan kaldırdığı ve gökten yağmur indirdiği kimselerdir. Allah’a yemin olsun ki bu kariler simyadan daha az bulunan kimselerdir.”[957]

16562.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan bazısı sadece insanlar, “Falan kimse karidir” desinler diye Kur’an’ı öğrenir, diğer basızı ise güzel sesle okumak ve insanların falan kimsenin güzel sesi var” demesi için Kur’an’ı öğrenirler. Bunlarda hayır yoktur. Bazı kimseler de Kur’an’ı öğrenir, gece ve gündüzlerini Kuru’an ile geçirir ve bunu hiç kimsenin bilip bilmemesine önem vermezler. ”[958]

16563.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim şöhret elde etmek veya herhangi bir şeye ulaşmak için Kur’an okursa kıyamet günü kemikten etsiz bir yüzle aziz ve celil olan Allah ile karşılar… Her kim de kuran okur onunla amel etmezse Allah-u Teala onu kıyamet günü kör olarak haşreder. Dolayısıyla şöyle der: “Ey Rabbim! Neden beni kör olarak haşrettin.”[959]

bak. el-İlm, 2867. Bölüm

 

3314. Bölüm

Kur’an Dinlemek

16564.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bilin ki her kim Allah’a iştiyak duyuyorsa o halde Allah’ın sözüne kulak versin.”[960]

16565.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Kur’an’dan bir ayet dinlerse bu kendisi için altından olan bir Sebir’den daha hayırlıdır. Sebir Yemen’de büyük bir dağın adıdır.”[961]

16566.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an karilerinden dünya belası uzaklaşır. Kur’an’ı dinleyen kimselerden ise ahiret belası uzaklaşır.”[962]

16567.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ın kitabında bir ayet dinlerse kendisi çin iki kat sevap yazılır. Her kim de Allah’ın kitabından bir ayet tilavet ederse kıyamet günü o ayet kendisi için bir nur olur.”[963]

 

3315. Bölüm

Kur’an Dinlemenin Adabı

 

Kur’an:

“Kur’an okunduğu zaman ona kulak verin, dinleyin ki merhamet olunasınız.”[964]

“De ki: “Kur’an’a ister iman edin, ister inanmayın, O’ndan önceki bilginlere o okunduğu zaman, yüzleri üzerine secdeye varırlar” ve “Rabbimiz münezzehtir. Rabbimiz’in sözü şüphesiz yerine gelecektir” derler.

“Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar; bu, onların gönüllerindeki huşuyu artırır.”[965]

“İşte bunlar Allah’ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Adem’in soyundan, Nuh ile berâber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail’in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman’ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[966]

“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı anması ve O’ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitab verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir.”[967]

16568.  İmam Sadık (a.s) kendisine sessiz kalmanın ve Kur’an okuyan birini dinlemenin farz olup olmadığını” soran Zurare’ye şöyle buyurmuştur: “Evet Kur’an senin huzurunda okununca dinlemen ve sessiz kalman farzdır.”[968]

16569.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah müminlere şöyle buyurmuştur: “Kur’an okunduğu zaman…” “Yani farz namazda imamın arkasında: “Dinleyiniz.”[969]

 

3316. Bölüm

Kuranın Bir Zahiri ve Bir de Batını Vardır

 

16570.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın indirdiği her ayetin bir zahiri ve bir de batını vardır. Her harfin bir haddi ve her haddin bir kesiti vardır.”[970]

16571.  İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın kitabı dört şey üzeredir: İbaret (zahiri ifade), işaret, letayif (incelikler) ve hakikatler. İbaret (zahiri ifade) insanların geneli içindir. İşaret özel kimseler içindir. Letayif (incelikler) veliler içindir. Hakikatler ise peygamberler içindir. ”[971]

16572.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Kur’an’ın bir batını vardır ve batının da bir batını vardır. Kur’an’ın bir zahiri vardır ve zahirin de bir zahiri vardır…insanların aklına Kur’an’ın tefsirinden daha uzak bir şey yoktur. Zira Kur’an’ın ayetlerinin başlangıcı bir şey hakkındadır ve sonu ise başka bir şey hakkındadır. Kur’an çeşitli şekillere ve anlamlara gelebilen birleşik tek bir sözdür.”[972]

16573.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın zahiri güzel ve ilginçtir, batını ise derindir.”[973]

16574.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an baştan başa kınamadır, batını ise yakınlaştırıcıdır.”[974]

bak. el-Bihar, 92/78, 8. Bölüm

 

3317. Bölüm

Kendi Görüşü Üzere Tefsir Etmekten Sakındırma

 

16575.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: Benim sözümü kendi görüşü esasınca yorumlayan kimse bana iman etmemiştir.”[975]

16576.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı kendi görüşü üzere tefsir eden kimse tefsiri doğru olsa bile sevap elde etmez. Eğer yanlış olursa günahı boynuna olur.”[976]

16577.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bilmeden Kur’an hakkında söz söylerse yeri ateştir.”[977]

16578.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an hakkında kendi görüşüne uygun konuşursa, sözü doğru olsa bile yine de hata etmiştir.”[978]

16579.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an hakkında bilmeden bir şey söylerse, kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulmuş bir halde getirilir.”[979]

16580.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum şey Kur’an’ı haksız yere tevil eden kimsedir.”[980]

16581.  İmam Ali (a.s), Muaviye’ye yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı tevil ederek, dünyanın peşice koşturdun.”[981]

bak. 176. Konu, er’rey (2); Tefsir’ul Mizan, 3/44

 

3318. Bölüm

Kur’an’ı Kim Tanır?

 

16582.  İmam Bakır (a.s), Katade b. Diamete’e şöyle buyurmuştur: “Ey Katade! Sen Basra’lıların fakihi misin?” O şöyle arzetti: “Öyle sanıyorlar.” İmam şöyle buyurdu: “Duyduğuma göre Kur’an’ı tefsir ediyorsun.” Katade, “Evet” diye arzetti. İmam Bakır şöyle buyurdu: “İlim üzere mi tefsir ediyorsun yoksa cehalet üzere mi?” Katade şöyle arzetti: “Hayır, ilim üzere tefsir ediyorum.” Sonunda İmam şöyle buyurdu: “Ey Ketade! Kur’an’ı sadece gerçekte muhatabı olan kimse tanır.”[982]

16583.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Bu Kur’an’dır, onu konuşturmaya çalışın; ama o konuşmaz. Lakin ben ondan haber vereyim size.”[983]

16584.  İmam Ali (a.s), Peygamber’in Ehl-i Beytini nitelendirerek şöyle buyurmuştur: “Onlar hakkın öncüleri, dinin alameti ve doğruluğun dilidirler. Onları Kur’an'ın en güzel menzillerine (kalplerinize) indirin. Susuz kimsenin suya koşuşu gibi onlara koşun.”[984]

16585.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah biz Ehl-i Beyt’in velayetini Kur’an’ın ve bütün kitapların kutbu karar kılmıştır. Muhkem olan Kur’an onların etrafında döner, onlar sebebiyle kitaplar azamet elde eder ve iman aşikar olur.”[985]

 

3319. Bölüm

Kur’an Ayetlerinin Çeşitleri

 

Kur’an:

“Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onda Kitab’ın temeli/esası olan muhkem ayetler vardır, diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak ve tevil etmek için müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların tevilini ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir. (İlimde derinleşmiş olanlar da) “Ona inandık, (muhkem ve müteşabih) hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler.”[986]

16586.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an beş şekilde nazil olmuştur: Helal, haram, muhkem, müteşabih ve emsal (misal, örnek) olarak. O halde helaliyle amel edin, haramlarından sakının, muhkemiyle amel edin, müteşabihini bırakın ve misallerinden (örneklerinden) ibret alın.”[987]

16587.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an yedi harf üzere nazil olmuştur: Emireden, nehyeden, rağbet ettirme, korkutma, cedel, kıssa ve misal (örnek.)”[988]

16588.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala Kur’an’ı yedi kısım üzere nazil buyurmuştur. Her bölümü şifa verici ve kifayet edicidir. Bu yedi kısım şunlardır: Emir, nehiy, rağbet ettirme, korkutma, cedel, örnek ve kıssa. Kur’an ayetlerinde nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, özel, genel, önce, sonra, vacipler, ruhsatlar, helal, haram, farzlar, hükümler, (önceden) kopuk olanlar, atfedilen kesik ile atfedilmeyen kesik ayetler, bir harfin yerine geçen başka bir harf mevcuttur.

Kur’an’ın bazı kelimelerinin lafzı özeldir, bazılarının lafzı geneldir ve umumiyeti ifade etmektedir. Bazı lafızları ise tekildir ama manası çoğuldur. Bazılarının lafzı çoğuldur, manası tekildir. Bazılarının lafzı geçmiş zamanı ifade eder, ama anlamı gelecek zaman ile ilgilidir. Bazılarının lafzı haber verme şeklindedir. Manası ise başka bir kavmin hikayesidir. Onlardan bazısı bakidir. Cihet ve asıl anlamından (başka bir anlama) döndürülmüştür. Onlardan bazısının Tenzil’e (nazil olduğu anlama) aykırı bir anlamı vardır. Bazısının tenzil ve tevili birdir. Bazısının tevili tenzilinden öncedir. Bazısının tevili tenzilinden sonradır.

Kur’an’daki bazı ayetlerin bir bölümü bir surededir, devamı ise başka bir surededir. Bazı ayetlerinin ise yarısı nesholmuştur. Diğer yarısı ise kendi halinde bakidir (neshedilmemiştir). Bazı ayetlerin lafızları farklıdır, ama anlamları birdir. Bazı ayetlerin lafızları birdir, ama anlamları farklıdır. Bazı ayetler ruhsat ifade eder ve kesinlikten sonra bir serbestlik tanınmıştır. Zira aziz ve celil olan Allah, vacipleriyle ve kesin hükümleriyle amel edildiği gibi, izin ve ruhsatlarıyla amel edilmesini sevmektedir.

Kur’an’ın bazısı ise ruhsattır, mükellef olan şahıs, istediği taktirde onu yapmak ve istemediği taktirde ise terketmek hususunda özgürdür. Kur’an’ın bazısında var olan ruhsatın zahiri batının aksinedir. Zahiriyle, takiyye zamanında amel edilir, ama batınıyla, takiyye babından bile olsa, amel edilmez. Kur’an’ın bazı bölümlerinin hitabı bir grubadır. Ama maksadı başkalarıdır. Onlardan bazısının muhatabı Peygamber’dir. Ama kastedilen onun ümmetidir. Kur’an’dan bazısının haram kılınışı, sadece helal kılınışıyla bilinir. Kur’an’ın bir bölümünün ise te’lif ve tenzili, nazil olduğu anlamda değildir.

Kur’an’ın bazı bölümleri ise, Allah-u Teala’nın inkarcılara, zındıklara, dehriyecilere, seneviyecilere, kaderiyecilere, cebiryecilere, putperestlere ve ateşperestlere verdiği cevaplar ve gösterdiği delillerdir. Bunun bir bölümü, Mesih (a.s) hakkında Hıristiyanlar aleyhine hüccettir. Bir bölümü ise Yahudilere reddiyedir. Bir bölümü ise, “Ne iman artar ve eksilir, ne de küfür” diyenlere cevaptır. Bir bölümü ise, ölümden sonra ve kıyametten önce, hiçbir cezanın olmadığını hayal eden kimselere cevaptır.”[989]

 

3320. Bölüm

Muhkem ve Müteşabih Ayetler

 

16589.  İmam Ali (a.s), kendisine, “Aziz ve celil olan Allah’ın kitabında muhkem ve müteşabihin anlamı nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Muhkem, Kur’an’dan hiçbir şeyin neshetmediği ayettir. Aziz ve celil olan Allah’ın şu sözü de bunu ifade etmektedir: “Sana kitabı indiren O’dur. Kitabın bir bölümü muhkem ayetlerdir ve onlar kitabın esasıdır. Diğer bir bölümü ise müteşabihtirler.” İnsanlar müteşabih ayetler hususunda helak olmuşlardır. Zira asıl anlamına vakıf olmamışlar ve hakikatini anlamamışlardır. Bu yüzden de kendi görüşleri esasınca onu te’vil etmeye kalkışmışlar, böylece kendilerini vasilere müracaat etmekten ve onlara sormaktan müstağni bilmişlerdir…

Ama Kur’an’ın müteşabihleri ise ondan sapılmış olanlarıdır. Lafzi olarak birleştirilmişlerdir ama anlam olarak farklıdırlar. Tıpkı aziz ve celil olan Allah’ın şu sözü gibi: “Allah istediğini saptırır ve istediğini hidayet eder.” Burada Allah saptırmayı kendisine isnat etmiştir. Bu yaptıkları ameller sebebiyle onların cennetten saptırılmasıdır. Başka bir yerde ise, sapıklığı kafirlere isnat etmiştir. Başka bir ayette ise putlara isnat edilmiştir.”[990]

bak. ez, Zelalet, 2383. Bölüm; el-Kaza (1), 3353. Bölüm; el-Fitne, 3151. Bölüm

16590.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “muhkem ve müteşabih nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Muhkem kendisiyle amel ettiğimiz ayettir. Müteşabih ise, kendisini tanımayan kimseye, belirsiz (anlamı karmaşık) olan ayettir.”[991]

16591.  İmam Sadık (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Muhkem, kendisiyle amel edilendir. Müteşabih ise, bazısı bazısına benzeyendir.”[992]

16592.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Kur’an’da muhkem ve müteşabih ayetler vardır. Muhkem ayetine iman ederiz ve onlarla amel ederiz. Müteşabih ayetlere ise iman ederiz ama onlarla amel etmeyiz.”[993]

16593.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ın müteşabihlerini muhkem olanına döndürürse, doğru yola hidayet olmuştur.”[994]

Allame Tabatabai Mizan tefsirinde müteşabihin anlamı hususunda Masumlardan (a.s) nakledilen rivayetleri zikrettikten sonra, şöyle yazmıştır: Diyorum ki: “Görüldüğü gibi, müteşabih kavramının anlamı ile ilgili olarak aktarılan rivayetler, birbirine yakın şeylere temas etmektedir. Rivayetler, daha önce yaptığımız açıklamayı destekler niteliktedir. Demiştik ki: Benzeşmelik, müteşabihlik, ortadan kaldırılabilecek bir durumdur. Bunu ortadan kaldırmanın yolu da muhkem ifadeler aracılığıyla onları tefsir etmektedir. Mensuh ifadelerin müteşabihler kategorisine girmesi meselesine gelince, bu da yukarıda yaptığımız açıklamanın kapsamı içinde açıklığa kavuşturulmuştur. Mensuh ifadelerin müteşabihlikleri, görünürde hükmün devam ediyor olması ve kalıcılık niteliğine kavuşmuş olması ile ilintilidir. Dolayısıyla, nesheden bir ifade, sürekliğinin kesintiye uğradığını vurgulamak suretiyle, onu bizim için tefsir etmiş olur.

El-Uyun’da yer alan rivayette, işaret edilen: “Bizden aktarılan haberler içinde de Kur’an’ın kine benzer muhkem ifadeler ve Kur’an’dakine benzer müteşabih ifadeler de vardır” sözüne gelince, Ehl-i Beyt imamlarından bu anlamı destekleyen müstafiz haddinde bir çok rivayet aktarılmıştır. Akli değerlendirme de bunu desteklemektedir. Çünkü hadisler, ancak Kur’an’ın içerdiği şeyleri açıklarlar. Nitekim daha önce şöyle demiştik: Müteşabihlik, sözün işaret ettiği anlamın niteliğidir. Bununla da anlamın hem kastedilene, hem de başka bir şeye uyarlanabilir olması kastedilir. Yoksa müteşabihlik, lafzın bir anlama işaret etmek bağlamında niteliği değildir. Garip ya da mücmel bir lafızda olduğu gibi. Lafız ve anlamın her ikisini kapsayan bir nitelik de değildir.

Diğer bir ifadeyle: Hiç kuşkusuz, Kur’an ayetleri içinde bazıları için benzeşmelik (müteşabihlik) durumunun ortaya çıkmış olması, yalnızca onların açıklamalarının, ilahi, hak esaslı bilgiler açısından birer örnek konumunda olması ile ilintili bir durumdur. Bu husus ise, bizzat nakledilen rivayetler için de söz konusudur. Dolayısıyla onlarda da Kur’an’dakine benzer muhkemlik ve müteşabihlik durumu vardır. Nitekim Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Biz, peygamberler topluluğu, insanlarla akıllarının kapasitesine göre konuşuruz.”[995]

bak. el-Hadis, 734. Bölüm; el-Bihar, 92/373, 127. Bölüm

 

3321. Bölüm

Kur’an’ın İşaretleri

 

16594.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Peygamberini, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” misali üzerine göndermiştir.”[996]

16595.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an, “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” misali esasınca nazil olmuştur.”[997]

16596.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah, Peygamberini kınadığı her yerde, maksat diğerleridir. Tıpkı Allah’ın şu sözü gibi: “Eğer seni sabit kılmasaydık, neredeyse, birazcık onlara meyledecektin.” Bu sözden maksat Peygamberden başkasıdır.”[998]

16597.  İmam Rıza (a.s), Allah-u Teala’nın, “Allah seni bağışlasın, neden onlara izin verdin?” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu cümle, “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” misali üzere nazil olan bir ayettir. Hakeza aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer şirk koşarsan, şüphesiz amelin batıl olur.” Hakeza aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer biz seni sabit kılmasaydık onlara meylederdin” (bütün bunlarda asıl muhatap Peygamber’den başkasıdır.)”[999]

 

3322. Bölüm

Kur’an’ın Şekilleri

 

16598.  İmam Ali (a.s), Abdullah b. Abbas’ı Haricilerle görüşmeye ve onlara delil göstermeye gönderdiği zaman, kendisine şöyle buyurmuştur: Onlarla Kur’an’a dayanarak tartışma; çünkü Kur’an, pek çok anlam taşıyan bir kitaptır. Sen bir şey söylersin, onlar da bir şey söylerler. Fakat, onlara sünnetle delil getir; çünkü onlar, ondan kaçmaya hiçbir yol bulamaz­lar.”[1000]

16599.  İkrime şöyle diyor: “İbn-i Abbas’ın, Hariciler, yani hakemliği kabul etmeyip, Ali b. Ebi Talib’den ayrılanlar ile konuştuğunu işittim. O şöyle diyordu: “Haricilerden on ikibin kişi Ali’nin ordusundan ayrıldı. Ali beni çağırdı ve şöyle buyurdu: “Onların yanına git, onları kitaba ve sünnete davet et, onlara Kur’an vesilesiyle delil gösterme. Zira Kur’an’ın çeşitli yüzleri (anlamları) vardır. Onlarla Peygamber’in (s.a.a) sünneti vesilesiyle tartış.”[1001]

16600.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an çeşitli yüzlere sahiptir, o halde onu en güzel yüzüne (anlamına) yükleyiniz.”[1002]

 

3323. Bölüm

Ümm’ül-Kur’an (Kur’an’ın Temeli)

 

16601.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hamd suresi, Ümm’ül-Kur’an, Ümm’ül-Kitap ve Seb’ul Mesani’dir. İki defa inen (yedi ayete sahiptir.)”[1003]

16602.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hamd suresinin yedi ayeti vardır. “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesi de o yedi ayetten biridir. Hamd suresi, Seb’ul Mesani, Kur’an’ul Azim ve Ümm’ül-Kur’an’dır.”[1004]

16603.  Resulullah (s.a.a), namaz kılmakta olan Said b. Mualla’ya seslendi. O cevap vermeyince Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah-u Teala şöyle buyurmamış mıdır: “Allah ve Resulü sizi çağırınca cevap veriniz.” Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: “Camiyi terk etmeden önce Kur’an’ın en yüce suresini sana öğreteceğim.” Sonra elimi tuttu. Caminin kapısına yaklaşınca da ben (Said b. Mualla) şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Siz bana Kur’an’ın en yüce suresini sana öğreteceğim diye buyurdunuz.” Peygamber şöyle buyurdu: “Elhamdu lillahi rebbil alemin” (Hamd suresi), Seb’ul Mesani ve bana verilen Kur’an-i Azimdir.”[1005]

16604.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da ve ne de Furkan’da Ümm’ül-Kur’an’ın bir benzerini nazil buyurmamıştır.”[1006]

16605.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Fatihat’ul Kitabı okursa, Tevrat’ı, Zebur’u ve Kur’an’ı okumuş gibi olur.”[1007]

bak. eş-Şeytan, 2023. Bölüm; Tefsir’ul Mizan, 3/43

 

3324. Bölüm

En Yüce, En Adaletçi, En Korkutucu ve En Ümit Verici Ayet

 

16606.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın en azametli ayeti Ayet’el Kursi’dir. Kur’an’ın en çok adaletçi ayeti, “Şüphesiz, Allah adaleti ve ihsanı emreder” ayetidir. Kur’an’ın en korkutucu ayeti şu ayettir: “O halde herkim zerre miktarınca hayır işlerse onu görür ve her kimde zerre miktarınca kötülük işlerse onu görür.” Kur’an’ın en ümit verici ayeti ise bu ayettir: “De ki: Ey kendilerine zulmedilen kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”[1008]

bak. er-Reca, 1448. Bölüm

 



435. Konu

 

el-Mukarrebun

Mukarrebler-Yakınlaştırılmışlar

 

 

F Bihar, 70/213, 54. bölüm; Men’el Kurbihi Teala

 

 

 

 


bak. .

F 90. konu, el-Muhabbet (2); 191. konu, er-Rıza (2); 477. konu, el-Lika; 561. konu, el-Velayet (2); el-Uns, 310. bölüm; el-Car, 646. bölüm; es-Selat (1); 2267. bölüm; el-İstiğfar, 3087. bölüm; el-Kalb, 3384 ve 3383. bölümler



 

 

3325. Bölüm

Yakınlaştırılmışlar

 

Kur’an:

“Sonra bu Kitab’ı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine zulmeder kimi orta davranır, kimi de, Allah’ın izniyle, iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur.”[1009]

“İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Allah’a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.”[1010]

“Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.”[1011]

“Gözdelerin içtiği yüce kaynaktandır.” [1012]

16607.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Sonra bu kitabı miras olarak bıraktık” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Zalim kendi nefsi etrafında döner[1013], itidalli kimse kendi kalbi etrafında döner, (iyiliklere doğru) öne geçen kimse ise aziz ve celil olan rabbi etrafında döner.”[1014]

16608.  İmam Bakır (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “İyiliklere doğru öne geçen kimse imamdır. İtidalli kimse ise imamı tanıyan kimsedir. Kendine zulmeden kimse ise imamı tanımayan kimsedir.”[1015]

16609.  İmam Bakır (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Kendine zulmeden bu kimse bizdendir ve o hem iyilik yapan, hem de kötülük yapan kimsedir. İtidalli kimse ise ibadet eden ve ibadetleri hususunda çaba gösteren kimsedir. İyiliklere doğru öne geçen kimse ise, Ali, Hasan, Hüseyin ve Al-i Muhammed’den şehit olan herkestir.”[1016]

16610.  İmam Bakır (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu İshak! Bu ayet bize mahsustur. İyiliklere doğru öne geçen kimse, Ali b. Ebi Talib, Hasan, Hüseyin ve bizim şehitlerimizdir. İtidalli kimse ise, gündüzleri oruç tutan ve geceleri ibadetle geçiren kimsedir. Kendine zulmeden kimse ise, diğer insanlar gibi günah işleyen ama bağışlanan kimsedir.”[1017]

16611.  Resulullah (s.a.a), hakeza şöyle buyurmuştur: “(İyiliklere doğru) Öne geçen kimse, sorguya çekilmeksizin cennete girer. İtidalli kimse kolay bir hesaba çekilir. Kendine zulmeden kimse ise, mahşer çölünde durdurulur, sonra cennete girer. Onlar şöyle diyenlerdir: “Bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun”[1018]

16612.  Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın, “Muhacir ve Ensar’lardan ilk öncüler…”  ayeti ve, “İlkler, öncülerdir ve onlar yakınlaştırılmış kimselerdir” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala bu ayeti Peygamberler ve vasileri hakkında nazil buyurmuştur. Ama ben Peygamberlerin ve Allah’ın elçilerinin en üstünüyüm. Vasim olan Ali b. Ebi Talib de vasilerin en yücesidir.”[1019]

16613.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “İncil’de şöyle yazılmıştır: “İnsanların arasını düzelten kimseye ne mutlu! Bunlar kıyamet günü (Allah’ın dergahına) yakınlaştırılmış kimselerdir.”[1020]

 

3326. Bölüm

Yakınlaştırılmış Kimselerin İbadeti

 

16614.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gerçek ihlastan ve güzel yakinden ayrılmayın. Zira ki bu ikisi, yakınlaştırılmış kimselerin en üstün ibadetidir.”[1021]

16615.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda bağışta bulunmak, yakınlaştırılmış kimselerin ibadetidir.”[1022]

16616.  Şüphesiz İsa (a.s) bedenleri zayıf düşmüş ve renkleri değişmiş üç kişinin yanından geçince onlara şöyle buyurdu: “Sizi bu gördüğüm duruma ne düşürdü?” Onlar şöyle arzettiler: “Ateşten korku.” İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Korkan kimseyi, güvenli kılması Allah için bir haktır.” Daha sonra, onlardan geçerek, o üçünden daha zayıf ve rengi solmuş üç kişiyi gördü. Onlara şöyle buyurdu: “Sizleri bu gördüğüm hale düşüren nedir?” Onlar şöyle arzetti: “Cennet şevkidir.” O şöyle buyurdu: “Sizin ümitlerinizi gerçekleştirmesi Allah için bir haktır.” Daha sonra onlardan geçerek öncekilerden daha zayıf ve solmuş üç kişiyi gördü. Bunların yüzleri, adeta nurdan bir ayna gibi parlıyordu. Onlara şöyle buyurdu: “Sizleri gördüğüm bu hale düşüren nedir?” Onlar şöyle arzettiler: “Biz aziz ve celil olan Allah’ı seviyoruz.” İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Sizler yakınlaştırılmış kimselersiniz. Sizler yakınlaştırılmış kimselersiniz.”[1023]

Bak. 90. Konu, el-Mehabbet(2)

 

3327. Bölüm

Münezzeh Olan Allah Nezdinde En Yakınlaştırılmış Kimse

 

16617.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan münezzeh olan Allah’a en yakın kimse, imanı en güzel olan kimsedir.”[1024]

16618.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlerden Allah’a en yakın olan kimse, huyu en geniş olan kimsedir.”[1025]

16619.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kullardan Allah-u Teala’ya en yakın kimse, her ne kadar zararına da olsa, hakkı söyleyen ve her ne kadar isteğine aykırı da olsa, hak üzere amel eden kimsedir.”[1026]

16620.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah, Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Ey Davud! Şüphesiz insanlardan Allah’a en yakın olanlar, mütevazi olanlardır. İnsanlardan Allah’a en uzak olan kimseler ise kibirli kimselerdir.”[1027]

16621.  İmam Ali (a.s), yüce meleklerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar, yaratıklarından seni en iyi bilen, senden en çok korkan ve sana en yakın olanlardır.”[1028]

bak. el-Muhabbet (2), 662. Bölüm

 

3328. Bölüm

İnsanın Münezzeh Olan Allah’a En Yakın Hali

 

16622.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun Allah’a en yakın olduğu zaman, secdede olduğu zamandır.”[1029]

16623.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun rabbine en yakın olduğu zaman, secdede olduğu halde rabbini çağırdığı zamandır.”[1030]

16624.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun, aziz ve celil olan Allah’a en yakın olduğu zaman, karnı hafif olduğu zamandır. Kulun aziz ve celil olan Allah’a, en nefret edilecek halde olduğu zaman ise, karnı dolu olduğu zamandır.”[1031]

bak. es-Sucud, 1742. Bölüm

 

3329. Bölüm

İnsanlardan Kıyamet Günü Allah’a En Yakın Olan Kimse

 

16625.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü üç kimse, insanların hesabı sona erinceye kadar Allah’a yaratıklardan en yakın olanlardır: Öfke anında kudreti kendisini elinin altındakine zulmetmeye sevketmeyen kimse, iki kişinin arasında hareket ettiği halde, bir arpa tanesi kadar birine yakın durmayan (adil olan) kimse ve kendi lehine veya aleyhine olan şeylerde hakkı söyleyen kimse.”[1032]

16626.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çiftçiler insanların hazineleridirler. Onlar aziz ve celil olan Allah’ın yarattığı temiz ve helal tohumları ekerler. Onlar kıyamet günü bütün insanlardan daha güzel ve daha yakın bir makama sahiptirler ve “mübarek kimseler” (bereketli kimseler) olarak çağırılırlar.”[1033]

 

3330. Bölüm

Yakınlaşmanın Nihayeti

 

16627.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kul, kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli bir vesileyle, bana yakınlaşmamıştır. Şüphesiz o nafile namazlarla bana yaklaşır ve böylece onu severim. Sevince de duyduğu kulağı, gördüğü gözü, konuştuğu dili, darbe vurduğu eli olurum. Eğer beni çağırırsa ona icabet ederim, eğer benden dilerse ona veririm.”[1034]

16628.  Resulullah (s.a.a), gökyüzüne götürüldüğü gece şöyle buyurmuştur: “Ey Rabbim! Müminin senin yanındaki hali nedir?” Allah Teala şöyle buyurdu: “Ey Muhamemd! Kullarımdan hiç biri kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli bir vesileyle bana yakın olmamıştır. Şüphesiz o nafile namaz vesilesiyle bana yakınlaşır, böylece onu severim, onu sevdiğim zaman da duyduğu kulağı, gördüğü gözü, darbe vurduğu eli olurum. Eğer beni çağırırsa ona icabet ederim. Eğer benden bir şey isterse ona istediğini veririm.”[1035]

16629.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala şöyle buyurmuştur: Kulum kendisine farz kıldığım şeyi yerine getirmek gibi başka bir şeyle bana yakın olmamıştır. Kulum sürekli benim dergahıma yalvarıp yakarır. Böylece onu severim. Onu sevince de kulağı, gözü, eli ve sığınağı olurum. Eğer beni çağırırsa ona icabet ederim ve eğer benden bir şey isterse onu bağışlarım.”[1036]

16630.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: …”Kulum nafile namazlar vesilsiyle sürekli bana yakınlaşır. Böylece onu severim. Bu durumda onun duyduğu kulağı, gördüğü gözü, konuştuğu dili, düşündüğü kalbi olurum. Beni çağırdığı taktirde ona icabet ederim. Benden bir şey istediği taktirde ona bağışlarım.”[1037]

16631.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: Mümin kulum kendisine farz kıldığım şeyleri yerine getirmek gibi başka bir şeyle bana yakın olmamıştır. Mümin kulum sürekli nafile namazları kılar, böylece onu severim. Onu sevdiğim zaman kulağı, gözü, eli ve dayanağı olurum. Eğer benden bir şey isterse ona bağışlarım, eğer beni çağırırsa ona icabet ederim.”[1038]

16632.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: …”Kulum kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli bir şeyle kendisini bana yakın kılmamıştır. Kulum nafile namazlar kılarak sürekli bana yakın olur. Böylece onu severim ve onu sevdiğim zaman da işittiği kulağı oluırum.”[1039]

 

3331. Bölüm

Allah’a Ulaşmak

 

16633.  İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’a ulaşmak sadece gece merkebine binmekle (gece namazı kılmakla) katedilen bir yolculuktur.”[1040]

16634.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ulaşmak insanlardan kopmakla olur.”[1041]

16635.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’a ulaşmak yolunda sabrederse Allah’a ulaşır.”[1042]

16636.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratıklardan kopmadıkça yaratıcıya ulaşamazsın.”[1043]

16637.  İmam Ali (a.s) Şabaniye duasında şöyle buyurmuştur: “Allahım! Herkesten koparak tümüyle sana yönelmeyi bana nasip et. Kalp gözlerimizi sana bakma nuruyla aydınlat ki kalp gözlerimiz nurdan perdeleri yırtsın ve azamet ve yücelik madenine ulaşsın.”[1044]

16638.  İmam Sadık (a.s) Allah-u Tealanın, “…ve onunla Rableri huzurunda haşrolmaktan korkan kimseleri uyar” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani Rabbine ulaşmayı ümit edenleri Kur’an vesilesiyle uyar, onları Allah nezdinde olan şeylere teşvik et. Zira Kur’an, şefaati kabul edilmiş bir şefaatçidir.”[1045]

16639.  İmam Seccad (a.s), bir münacaatında şöyle buyurmuştur: “Sen pak ve münezzehsin, senin kılavuzu olmadığın kimseye yol ne de dardır. Senin kendisine yolu gösterdiğin kimseye hak ne de aşikardır! Bizleri sana ulaşma yollarında hareket ettir. Bizleri sana varmak için, en yakın yollardan götür.”[1046]

16640.  İmam Seccad (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Bizleri sana ulaşan doğru yolda çabalayan, geride kalmayan, sana ulaşma yolunu kat eden, ondan asla sapmayan, sana ulaşmak için sana dayanan ve sonunda sana ulaşan kimselerden kıl.”[1047]

 

3332. Bölüm

Herkim Bana Bir Karış Yaklaşırsa Ben De Ona Bir Zira[1048] Yaklaşırım

 

16641.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah şöyle buyurmuştur: “Herkim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zira’ yaklaşırım. Herkim bana bir zira yaklaşırsa, ben ona bir ba’[1049]  yaklaşırım ve herkim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim.”[1050]

16642.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Herkim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira’ yaklaşırım. Herkim bana bir zira yaklaşırsa, ben ona bir ba’ yaklaşırım ve herkim bana yürüyerek gelirse ben ona koşa koşa giderim.”[1051]

16643.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim aziz ve celil olan Allah’a bir adım yaklaşırsa, Allah ona bir zira yaklaşır. Herkim Allah’a bir zira yaklaşırsa Allah ona bir ba’ yaklaşır. Herkim aziz ve celil olan Allah’a yürüyerek gelirse, Allah ona koşa koşa gelir. Oysa Allah daha yüce ve azimdir. Oysa Allah daha yüce ve azimdir. Oysa Allah daha yüce ve azimdir.”[1052]

16644.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Benim yanıma gelmek için yerinden kalk ki ben de sana doğru geleyim. Bana doğru yürü ki ben de sana koşa koşa geleyim.”[1053]

16645.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer siz Allah’a yönelirseniz, Allah da size yönelir. Eğer siz Allah’tan yüz çevirirseniz, yüz çevirilirsiniz.”[1054]

 

3333. Bölüm

Allah’a Yakınlaşma Vesilesi

 

16646.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Kullar iyilik etmekle rabbine yaklaşınca sen akıl ile ona yaklaş ki onlardan öne geçesin.”[1055]

16647.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun münezzeh olan Allah’a yaklaşması, niyetini halis kılmasıyladır.”[1056]

16648.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Farzları ve müstahapları yerine getirmekle Allah’a yakınlaşan kimse, iki kat fayda görür.”[1057]

16649.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’a yaklaşmak, O’ndan istemekle mümkündür. İnsanlara yaklaşmak ise, onlardan istemeyi terk etmekle mümkündür.”[1058]

16650.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Tur dağında Musa’ya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Kavmine bildir ki bana yakınlaşmak isteyen kimseler, benim korkumdan  ağlamak gibi başka bir şeyle bana yakın olmamışlardır. İbadet edenler de haramlardan sakınmak gibi bir şeyle bana ibadet etmemişlerdir. Süslenenler ise dünyadan ihtiyaç duymadıkları şeyden yüzçevirmek gibi başka bir şeyle kendilerini süslememişlerdir.”

Musa şöyle arzetti: “Ey yücelerin en yücesi! Onları bu yolda sabit kılan nedir?” Allah şöyle buyurdu: “Ey Musa! Ağlayarak bana yakınlaşmaya çalışan kimseler, cennetin en yüce makamındadırlar. Hiç kimse onlara bu makamında ortak değildir.”[1059]

16651.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Musa’ya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Bana yakınlaşmak isteyenler, haramlardan sakınmak gibi bir şeyle bana yakın olmamışlardır. Ben Adn cennetlerimi onlara bağışlarım ve hiç kimseyi onlara ortak etmem.”[1060]

16652.  Lokman (a.s), oğluna yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Seni altı işe teşvik ediyorum. Onların hepsi de seni aziz ve celil olan Allah’ın hoşnutluğuna yaklaştırır ve onun  gazabından uzak tutar: Birincisi Allah’a ibadet etmen ve ona bir şeyi ortan koşmamandır. İkincisi  Allah’ın taktirinden ister hoşuna gitsin ister gitmesin, hoşnut olmandır. Üçüncüsü, dost ve düşmanlığının Allah için olmasıdır. Dördüncüsü, kendin için beğendiğini insanlar için beğenmen ve kendin için beğenmediğini onlar için de beğenmemendir. Beşincisi, öfkeni yenmen ve sana kötülük eden kimseye iyilik etmendir. Altıncısı ise nefsinin isteklerini terk etmen ve helak edici etkenlerle savaşmandır.”[1061]

16653.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a andolsun ki yavrusu ölmüş hüzünlü develer gibi de bağırsanız, güvercinler gibi de ötseniz, dünyayı terk eden rahip gibi feryad da etseniz veya O’nun nezdinde yüce makamlara ermek için bir yakınlık dilemek veya ilahi katiplerin yazdığı ve elçilerin (meleklerin) kaydettiği günahların bağışlanmasını istemek için Allah yolunda mal ve evlatlarınızdan da geçseniz (bu amelleriniz karşılığında ümit et-tiğiniz sevab) benim sizler için Allah’tan vereceğini ümit ettiğim sevab ve mükafattan çok daha az ve değersizdir.”[1062]

16654.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Seni Allah’a yaklaştıran şeyin, ateşten uzaklaştırdığını, Allah’tan uzaklaştıranın da ateşe yak­laştırdığını bil.”[1063]

 

3334. Bölüm

Allah’a İnsanlardan En Uzak Olan Kimse

 

16655.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yaratıklardan Allah’a en uzak olan kimse iki kişidir: Emir sahipleriyle oturup onların zulüm üzere söylediği her sözü tasdik eden kimse ile çocukların tümüne aynı gözle bakmayan ve yetim çocuk hakkında Allah’ı göz önünde bulundurmayan öğretmendir.”[1064]

16656.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun aziz ve celil olan Allah’a en uzak hali midesinden ve tenasül organından başka bir şeyi düşünmediği haldir.”[1065]

16657.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun Allah’tan en uzak olduğu hal tek derdinin karnı ve tenasül organının olduğu haldir.”[1066]

bak. el-Buğz, 365. Bölüm



436. Konu

 

el-İkrar

İkrar

 

 

F Vesail’uş-Şia, 16/110, Kitab’ul İkrar

 

 

 

 

 


bak. .

F El-Hudud, 746. bölüm



 

 

3335. Bölüm

İkrar

 

16658.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Akıllı insanların kendi aleyhlerine ikrarı caizdir (kabul edilir.)”[1067]

16659.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz akıllı insanın kendi aleyhine ikrarda bulunması caizdir (kabul edilir.)”[1068]

16660.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben fasık insanın sadece kendi aleyhine şahadetini (ikrarını) kabul ederim.”[1069]

16661.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin kendi hakkındaki sözü yetmiş müminin onun hakkındaki sözünden daha doğrudur.”[1070]

16662.  İmam Ali (a.s), Kufe’den çöle gönderdiği zekat memuruna şöyle buyurmuştur: “Sonra onlara şöyle de: “Ey Allah’ın kulları! Allah’ın velisi beni mallarınızdan Allah’ın hakkını almam için size doğru gönderdi. Malınızda Allah’ın velisine ödeyeceğiniz Allah’ın bir hakkı var mıdır?” Eğer birisi sana, “Hayır” derse artık ona müracaat etme.”[1071]

16663.  Esbağ b. Nubate şöyle diyor: “Bir şahıs, Müminlerin Emiri’nin (a.s) huzuruna geldi ve şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Ben zina ettim. Beni temizle.” Müminlerin Emiri ondan yüz çevirdi ve sonra, “Otur” diye buyurdu. Ardından Ali (a.s) insanlara döndü ve şöyle buyurdu: “Sizden biri bu günahı işlediği taktirde, Allah’ın kendisini örttüğü gibi, kendisi de gizleyemez mi?”[1072]

Şöyle diyorum: Bu rivayetten de anlaşıldığı üzere insanların nezdinde günahını itiraf etmek, tümüyle kınanmıştır.

bak. et-Tevbe, 458. Bölüm

 

3336. Bölüm

Mecbur Olan Şahsın İkrarının İtibarsızlığı

 

16664.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim tehdit, tutuklanma veya işkence sebebiyle, haddi olan bir günahı ikrar ederse, ikrarı kabul edilmez ve ona had uygulanmaz.”[1073]

16665.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim işkence, zindana atılma, korkutma veya tehdit sebebiyle ikrarda bulunursa ona had uygulanmaz.”[1074]

16666.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Ali (a.s) şöyle buyururdu: “Herkim dayak yemek, bağlanmak, zindana atılmak, kınanmak veya baskı görmekle korkutulur (ve itirafta bulunursa) eli kesilmez ve eğer itiraf etmezse, korkutulduğu için ona had uygulanmaz.”[1075]

16667.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “Birisi hırsızlık etti ve inkar etmektedir. Ama onu vurduklarında çalınmış malı getirmektedir. Elini kesmek gerekir mi?” diye soran Süleyman b. Halid’e şöyle buyurmuştur: “Evet, ama eğer hırsızlığı ikrar eder ve çaldığı malı getirmezse eli kesilmez. Zira o işkenceden dolayı itiraf etmiştir.”[1076]

 



437. Konu

 

el-Karz

Borç

 

 

F Bihar, 103/138, ed-Deyn ve’l-Kerz

F Kenz’ul Ummal, 6/209, fi’d-Deyn

F Vesail’uş-Şia, 13/76; Ebvab’ud-Deyn-i ve’l-Kerz

 

 

 

 


bak. .

F 168. konu, ed-Deyn



 

 

3337. Bölüm

Borç

 

Kur’an:

“Allah’a kim güzel bir ödünç takdiminde bulunursa, Allah karşılığını kat kat verir, ona cömertçe verilecek bir ecir de vardır.”[1077]

16668.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’a borç verirse Allah da ona mükafat verir.”[1078]

16669.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim ona dayanırsa o, ona kafidir. Kendisinden isteyene verir, ona (yolunda) borç verenin borcunu eda eder, kendisine şükredenin mükafatını verir.”[1079]

16670.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.” ve yine şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a karşı güzel bir borç verirse…” Allah sizden, zilletten dolayı yardım, azlıktan dolayı borç istemez. Sizden yardım istemektedir. “Göklerin ve yerin orduları O'nun içindir. O aziz ve hakimdir.”… Böylece Allah “Hanginiz daha güzel amel işleyecek diye sizi imtihan etmeyi istemiştir.”[1080]

16671.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birisi cennete girdi ve kapısında şöyle yazıldığını gördü: “Sadakanın sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kat.”[1081]

16672.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe götürüldüğüm gece, cennetin kapısında şöyle yazıldığını gördüm: “Sadakanın sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kat.”[1082]

16673.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennet kapısına şöyle yazılmıştır: “Sadakanın sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kat.”[1083]

16674.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sadakanın sevabı on kattır. Borç vermenin sevabı ise on sekiz kat. Kardeşlerini ziyaret etmenin sevabı yirmi kattır. Akrabaları ziyaret etmenin sevabı ise yirmi dört kattır.”[1084]

16675.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Borç vermenin sevabı on sekiz kattır. Eğer (borç alan kimse) ölürse, o borç zekattan sayılır.”[1085]

16676.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cennete girdim ve kapısında şöyle yazıldığını gördüm: “Sadakanın sevabı on kattır. Borç vermenin sevabı ise on sekiz kat. Şöyle dedim: “Neden sadaka on, borç vermek ise onsekiz kattır.” Cebrail şöyle buyurdu: “Zira sadaka ihtiyacı olan ve olmayan kimsenin eline ulaşır. Ama borç sadece ihtiyacı olan kimsenin eline ulaşır.”[1086]

16677.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennet kapısına şöyle yazılmıştır: “Sadaka vermenin sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kattır.” Sebebi ise, borç sadece ihtiyacı olan kimsenin eline ulaşır. Ama sadaka bazen ihtiyacı olmayan kimseye ulaşır.”[1087]

16678.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe götürüldüğüm gece cennet kapısına şöyle yazıldığını gördüm: “Sadakanın sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kattır.” Ben şöyle dedim: “Ey Cebrail! Neden borç vermek sadaka vermekten daha üstündür?” Cebrail şöyle buyurdu: “Çünkü isteyen kimse, bazen sahip olduğu halde ister. Ama borç isteyen kimse sadece ihtiyaç üzere ister.”[1088]

16679.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennet kapısına şöyle yazılmıştır: “Sadakanın sevabı on kattır, borç vermenin sevabı ise on sekiz kat. Borç vermenin sadakadan üstün olmasının sebebi ise borç isteyen kimsenin, sadece ihtiyaç üzere borç istemesidir. Ama sadakayı bazen ihtiyacı olmayan kimse de isteyebilir.”[1089]

16680.  Rivayet edildiği üzere borç vermenin sevabı, sadaka vermenin sevabının on sekiz katıdır. Zira borç kendisini sadaka almak için hor ve hafif düşürmeyen kimsenin eline ulaşır.”[1090]

16681.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ben dünyayı kullarım arasında, değiş tokuş için bir mal karar kıldım. O halde eğer, birisi bana dünyadan bir şeyi borç verirse, bu her bir borca karşılık kendisine on ila yediyüz kat ve istediğim kadar veririm. Eğer birisi ondan bana bir şey borç vermezse ve ben ondan zorla alırsam, ona birini dahi meleklere verdiğim taktirde hoşnut olacakları üç şey bağışlarım: Namaz, hidayet ve rahmet. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ona bir musibet geldiğinde: “Biz Allah’ınız ve elbette O’na döneceğiz” derler.” Rablerinin mağfiret ve rahmeti onlaradır. Hidayeti bulanlar da onlardır.” Bu o üçünden biridir, “rahmet onların ikincisidir” ve “Onlar hidayete ermiş olanlardır” ayeti de onların üçüncüsüdür.”[1091]

16682.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir borç ödersem, bunu aynı miktarda sıla-i rahimde bulunmaktan daha çok severim.”[1092]

16683.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim üzüntülü (ve malını kaybeden) birine borç verir ve geri almada ona riayet ederse amele yeniden başlamış olur (günahları silinir) ve Allah verdiği her dirheme karşılık ona cennetten bin kıntar[1093] verir.”[1094]

16684.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Yoksul kimselerden kıyamet gününe kadar azığını yüklenecek ve kıyamette ihtiyacın olacağı günde sana geri verecek birini bulduğun zaman bunu ganimet bil, ona yükle ve kudretin olduğu halde ona çokça yardımda bulun. Belki, sonra yardım etmek istersin de bulamazsın. Sen zenginken borç isteyeni ganimet sayıp ver ki, o da senin zorluk gününde karşılığını ödesin.”[1095]

16685.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir Müslüman kardeşi borç alma hususunda kendisine muhtaç olur da o verebildiği halde böyle yapmazsa, Allah ona cennetin kokusunu haram kılar.”[1096]

 

3338. Bölüm

Eli Darda Olan Borçluya Fırsat Tanımak

 

Kur’an:

“Borçlu darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.”[1097]

16686.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim darda olan birine fırsat verirse, hakkını alıncaya kadar her gün alacağı miktarınca kendisine sadaka sevabını vermek Allah’ın üzerinedir.”[1098]

16687.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim darda olan birisine fırsat verirse, Allah kendisinden başka hiçbir gölgenin olmadığı gün onu kendi gölgesinde tutar.”[1099]

16688.  Resulullah (s.a.a), camiye girdi ve şöyle buyurdu: “Sizden hangi biriniz aziz ve celil olan Allah’ın kendisini cehennemin yakıcı ateşinden korumasını ister.” Biz (ashap) şöyle arzettik: “Ey Allah’ın Resulü! Hepimiz bunu severiz.” Peygamber şöyle buyurdu: “O halde herkim zorda kalan birine mühlet verirse veya onu bağışlarsa, aziz ve celil olan Allah onu cehennemin yakıcı sıcaklığından korur.”[1100]

16689.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bir mümine borç verir de eli açılıncaya kadar sabrederse malı zekat sayılır ve namazı ise alacağı kendisine verilinceye kadar meleklerle birlikte olur.”[1101]

16690.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim alacaklısına fırsat verirse veya alacağından vazgeçerse, kıyamet günü arşın gölgesinde olur.”[1102]

16691.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim duasının müstecap olmasını ve hüznünün giderilmesini isterse, eli darda olan kimseye fırsat versin.”[1103]

16692.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakkını tam veya tam olmayan bir iffetle al. (hakkını alırken en azından günah işlememeye bak. )”[1104]

16693.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Darda olan kimsenin bedduasından korkun.”[1105]

16694.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Geçmişlerden biri ilahi hesaba çekildi ve zengin olması, insanlarla kaynaşması, hizmetçilerine darda kalan kimseyi affetmelerini emretmesi dışında bir iyiliği görülmedi. Allah-u Teala şöyle buyurdu: “Biz bu işe (bağışlamaya) daha layıkız. Onu bağışlayınız.”[1106]

16695.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alacaklın olan kimsenin, zengin olduğu halde borcunu ödemede bahane peşinde koşturması doğru olmadığı gibi, senin de darda olduğunu bildiğin halde onu baskı altına alman doğru değildir.”[1107]

bak. el-Velayet (1), 3231. Bölüm; ed-Deyn, 1328. Bölüm



438. Konu

 

el-Kur’a

Kura-Çekiliş

 

 

F Bihar, 104/323, 6. bölüm; el-Kur’e

F Vesail’uş-Şia, 18/187, 13. bölüm; el-Hukm-u bi’l-Kur’e fi Kazayat’il-Muşkile

 

 

 

 

 



 

 


3339. Bölüm

Kura-Çekiliş

 

Kur’an:

“Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’e hangisi kefil olacak diye (kura çekmek için) kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.”[1108]

“Gemide olanlarla karşılıklı kura çekmişti de (Yunus) yenilenlerden olmuştu.”[1109]

16696.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kura işinde iş Allah’a bırakılırsa, kura çekme hususunda Allah’tan adil kim vardır? Allah-u Teala şöyle buyurmuyor mu: “Böylece onlarla kura çekmişti de (Yunus) yenilenlerden olmuştu.”[1110]

16697.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Okların kendisi için atıldığı hakemlikten daha adil bir hakemlik var mıdır? Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Onlarla birlikte kura çekmişti de (Yunus) yenilenlerden olmuştu.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “İki kişinin ihtilaf ettiği her konunun hükmü mutlaka Allah’ın kitabında mevcuttur. Ama insanların akılları ona ulaşamamaktadır.”[1111]

16698.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakkında kura çekilen ilk kimse, İmran’ın kızı Meryem’dir. Ve o da aziz ve celil olan Allah’ın şöyle buyurmasıdır: “Hangisi Meryem’in sorumluluğunu üstlensin diye kalemlerini attıkları zaman sen orada değildin.”[1112]

16699.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kura çeken ve (bu amelleriyle) işlerini Allah-u Teala’ya bırakan her topluluk hakkında bu çekiliş hak sahibi adına çıkmıştır.”[1113]

16700.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmam Ali (a.s) Yemen’de olduğu zaman bir temizlik müddetince, aynı kadınla (cariye ile) yatan üç kişiyi huzuruna getirdiler. (O kadın da bir çocuk doğurmuş idi.) İmam o iki kişiye şöyle sordu: “Bu çocuğun sizin olduğunuzu itiraf ediyor musunuz?” Onlar, “Hayır” dediler. Bunun üzerine İmam iki kişiye sordu: “Bunun sizin çocuğunuz olduğu itiraf ediyor musunuz?” Onlar, “Hayır” dediler. İmam o iki kişiye, “bu çocuğun sizin olduğunu itiraf ediyor musunuz?” diye sorduğu her defasında, onlar “hayır” dediler. Bunun üzerine İmam (a.s) kura çekti ve kura birinin adına çıktı. Çocuğu ona verdi ve diyetin (o kadının kıymetinin) üçte ikisini de onun sorumluluğuna bıraktı. Bu olay Peygambere (s.a.a) iletildi. Peygamber, akıl dişleri gözükecek şekilde güldü.”[1114]

16701.  Resulullah (s.a.a), İmam Ali’ye (a.s) şöyle sormuştur: “Yemen’de karşılaştığın en ilginç durum neydi?” Ali (a.s) şöyle arzetti: “Bir grup yanıma geldi. Ortaklaşa bir cariye almışlardı. Onların hepsi de bir temizlik müddetince onunla yatmıştı. O kadın bir çocuk dünyaya getirmişti. Onlar o çocuk hakkında ihtilafa düşmüşlerdi. Her biri çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Ben aralarında çekiliş yaptım ve çocuğu çekilişte adı çıkan kimseye verdim ve onu diğerlerinin payını vermekle yükümlü kıldım.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Birbiriyle ihtilaf eden bir topluluk, kura çekerek işlerini Allah’a havale ederlerse, kura mutlaka hak sahibinin adına çıkar.”[1115]

Seduk bu hadisin benzerini İmam Bakır’dan da rivayet etmiştir. O rivayette sadece şu fark mevcuttur: “Kura çeken her grup…”[1116]

16702.  Ayşe şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) yolculuğa gideceği zaman, eşleri arasında (onlardan birisini kendisiyle götürmek için) kura çekerdi.”[1117]

16703.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Belli olmayan her iş çekilişe bırakılır.”[1118]



439. Konu

 

el-Karn

Asır-Çağ

 

 

F Kenz’ul Ummal, 12/193; el-Müctehid Ala Re’si Kullu Maet’in li yecdude lihazih’il-Ummet-u Emr-u Dinuha

 

 

 

 

 



 

 


3340. Bölüm

Dinin Her Asırda Yenilenmesi

 

16704.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her asırda ümmetimden öncüler vardır.”[1119]

16705.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala, her yüz yılın başında bu ümmet için dini kendilerine ihya etsin diye birini gönderir.”[1120]

16706.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz Ehl-i Beyt arasında her asırda, aşırı gidenlerin tahrifini, batıl ehlinin müdahalesini ve cahillerin tevilini dinden silip uzaklaştıracak adil kimseler olur.”[1121]

16707.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu dinin her asırda, batıl ehlinin tevillerini, aşırı gidenlerin tahrifini, cahillerin müdahalesini, ocağın demirin pasını eritip yok ettiği gibi dinden uzak tutacak adil kimseleri vardır.”[1122]

16708.  İmam Bakır (a.s), Allah-u Teala’nın “Her ümmetin bir elçisi vardır” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bunun batıni tefsiri şudur: “Her asırda bu ümmet için, Al-i Muhammed’den bir elçi vardır. Kendilerine gönderilen o nesil arasında zuhur eder. Allah’ın velileri ve elçileri onlardır.”[1123]

16709.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın “Her topluluğun imamlarıyla çağrıldığı gün” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ümmetten her nesil, imamlarının adıyla çağrılır.” Ben (ravi) şöyle arzettim: “O halde Allah Resulü, kendi nesliyle gelir, Ali (a.s) kendi nesliyle, Hasan kendi nesliyle, onların arasında şehadete ulaşan Hüseyin de kendi nesliyle mi gelir?” İmam, “Evet” diye buyurdu.”[1124]

16710.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Peygamberinden (s.a.a) sonra, yaratıkları arasında kendine has kullar taktir etti. Kendi yüceltişiyle onları yüce kıldı. Kendi makamına yükseltti, onları kendisine davet eden ve kendi varlığına kılavuzluk eden kimseler kıldı. Onlar asırdan asıra, zamandan zamana gelirler.”[1125]



440. Konu

 

el-İktisad

İktisatlı Olmak

 

 

F Kenz’ul Ummal, 3/49, el-İktisad ve’r-Rıfk fi’l-Meişet

F Bihar, 71/344, 86. bölüm; el-İktisat ve Zemm’ul İsraf

F El-Kafi, 4/52, Fazl’ul Kasd

 

 

 

 

 

 

 

 



 

 


3341. Bölüm

İktisatlı Olmak

 

16711.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Müslümanların ve İslam’ın baki kalmasının sebeplerinden birisi de malların, hak ve hukuku tanıyan, onu iyilik yollarında harcayan kimsenin elinde bulunmasıdır. İslam’ın ve Müslümanların yok oluşunun sebeplerinden biri de malın hak ve hukuk tanımayan ve onu iyilik yolunda harcamayan birinin elinde bulunmasıdır.”[1126]

16712.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’nın hoşnutluğunun nişanesi, kulları arasında adil bir sultanın oluşu ve fiyatların ucuzluğudur. Allah Tebarek ve Teala’nın kullarına gazap ettiğinin nişanesi de aralarında zalim bir sultanın oluşu ve fiyatların pahalılığıdır. ”[1127]

16713.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fiyatların pahalı oluşu ahlakı kötü kılar, emanete riayeti ortadan kaldırır ve Müslüman insanı üzüntülü ve kararsız kılar.”[1128]

16714.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Ben sizleri hayırda görüyorum” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onların arasında ucuzluk vardı.”[1129]

Şöyle diyorum: İslam ekonomisini tanımak için şu bablara müracaat edilmelidir:

3. Konu, el-İcare; 11. el-Arz; 33, et-Tebzir; 54, et-Ticaret; 67, el, Cizye; 29, el-Buhl; 105, el-Hirfe; 107, el-Haram; 120, el-Hukuk; 121, el-İhtikar; 124, el-Helal, 129, el-Hacet; 230, el-İsraf; 238, el-Mesken; 151, el-Hums; 154, el-Hıyanet; 161, ed-Dunya; 168, ed-Deyn; 177, er-Riba; 185, er-Rızk; 188, er-Ruşvet; 202, ez-Zekat; 206, ez-Zuhd; 213, es-Sual (2); 222, es-Suht; 231, es-Sırket; 253, es-Suk; 260, eş-Şuhh; 265, eş-Şirket; 292, es-Sadaka; 304, es-Senaat; 315, ez-Zeman; 321, et-Tema’; 329, ez-Zulm, 338, el-Adl; 348, el-Ma’ruf (1); 382, el-Ayş; 389, el-Üaşş; 394, el-Ğill; 397, el-Gına; 422, el-Fakr; 437, el-Karz; 450, el-Kanaat; 448, el-Kimar; 459, el-Kesb; 500, el-Mal; 521, el-İnfak; 522, el-Enfal; 539, el-İrs; 555, el-Vakf

 

3342. Bölüm

Geçiminde İktisatlı Olmanın Faydası

 

16715.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmak hayatın yeterliliğini temin eder.”[1130]

16716.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmak geçim masraflarının yarısıdır.”[1131]

16717.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmak az malı çoğaltır ve israf çok malı yok eder.”[1132]

16718.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Harcamalarda iktisatlı olmak, geçimin yarısıdır.”[1133]

16719.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim iktisatlı olursa geçim masrafları hafif olur.”[1134]

16720.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir insan, iktisatlı olduğu taktirde fakir olmaz.”[1135]

16721.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olan kimse asla fakir olmaz.”[1136]

16722.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim iktisatlı olmakla arkadaş olursa, zenginlik onunla sürekli olur ve iktisatlı olmak, fakirliğini telafi eder.”[1137]

16723.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben iktisatlı olan kimseye, fakir olmayacağına dair garanti veririm. Nitekim aziz ve celil olan Allah da şöyle buyurmuştur: “Senden ne infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Affı.” Aftan maksat ise orta yoldur. Hakeza aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar, infak ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” Ayette keçen “kavam” ise itidal ve orta yol anlamındadır.”[1138]

16724.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsraf yokluk sebebidir. İktisatlı olmak ise zenginlik sebebi.”[1139]

16725.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim zenginlik ve fakirlik zamanında iktisatlı olursa, kendisini hayatın zor olayları karşısında hazır (ve sigortalı) kılmıştır.”[1140]

16726.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) vefat ederken yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Oğulcağızım! Geçim işlerinde iktisatlı ol.”[1141]

16727.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim iktisatlı olursa Allah onu zengin kılar.”[1142]

bak. el-Libas, 3549. Bölüm

 

3343. Bölüm

İktisatlı Olmak (Çeşitli)

 

16728.  İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmanın da bir sınırı vardır. O sınır aşılırsa, cimrilik olur.”[1143]

16729.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmanın nihayeti kanaattir.”[1144]

16730.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin tarzı iktisatlı olmaktır. Metodu ise doğru yolu katetmektir.”[1145]

16731.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah nezdinde hiçbir harcama, iktisatlı yapılan harcamadan daha sevimli değildir.”[1146]

16732.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmak aziz ve celil olan Allah’ın sevdiği bir şeydir. İsraf ise aziz ve celil olan Allah’ın nefret ettiği bir şeydir.”[1147]

16733.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İktisatlı olmak, iyi tarz, doğru ve beğenilmiş metot ve  nübüvvetin yirmi küsür parçasından bir parçadır.”[1148]



441. Konu

 

el-Kısas

Kıssalar-Hikayeler

 

 

F Bihar, 11/97, Ebvab’ul Kısas-u Adem ve Havva (a.s)

F Bihar, 11/270, Bab-u Kısas’ul İdris (a.s)

F Bihar, 11/285, Ebvab-u Kısas’un-Nuh (a.s)

F Bihar, 11/343, Ebvab-u Kısas’un-Hud (a.s)

F Bihar, 11/366, Ebvab-u Kısas’un-Şeddad ve İreme Zat’il-İmad

F Bihar, 11/370, Ebvab-u Kısas’un-Salih (a.s) ve kavmihi

F Bihar, 11/392, Ebvab-u Kısas’un-İlvas ve’l-İlya ve’l-Yese’ (a.s)

F Bihar, 11/404, Ebvab-u Kısas’un-Zi’l-Kifl (a.s)

F Bihar, 11/408, Ebvab-u Kısas’un-Lokman (a.s) ve hukmuh

F Bihar, 11/435, Ebvab-u Kısas’un-İşmuyel (a.s) ve Talut ve’l-Calut

F Bihar, 14/1, Ebvab-u Kısas’un-Ashab’us-Sibt

F Bihar, 14/1, Ebvab-u Kısas’un-Murur’us-Süleyman (s. a) Bivad’in-Neml

F Bihar, 14/1, Ebvab-u Kısas’un-Süleyman (a.s) me’e Belkis

F Bihar, 14/1, Ebvab-u Kısas’un-Davud (a.s)

 

 

 

 



 

 


3344. Bölüm

En Faydalı Kıssa

 

Kur’an:

“Sen onlara bu kıssayı anlat, belki düşünürler.”[1149]

“Biz bu Kur’an’ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.”[1150]

“And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kur’an uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitabları tasdik eden, iman eden millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.”[1151]

16734.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Sizden önceki müminlerin halini bir düşünün! Belaya ve imtihana uğradıkları zaman halleri na­sıldı? Onların birlik içinde, dilekleri bir, gönülleri ılımlı olduğu zamanlarda nasıl olduklarına bakın... Bir de işlerinin sonunun nasıl olduğuna bakın; birbirlerinden ayrıldıkları, birlikleri bozulduğu, arzuları, gönülleri birbirlerine zıtlaştığı, çeşitli fırkalara, bölük­lere ayrılıp birbirleriyle savaşmaya kalkınca da Allah onlardan keramet elbisesini soyup çıkardı, nimetlerinin genişliğini esirgedi; onlardan geriye, yalnız, içinizden ibret alanların işine yarayan hikayeler kaldı.[1152]

16735.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an'ı öğrenin. Çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda anlayışınızı derinleştirip kavrayışınızı genişletin. Çünkü o gönüllerin baharıdır. Nuruyla şifa bulun. Zira o göğüslerin şifasıdır. Onu en güzel okuyuşla okuyun. Çünkü o kıssaların en faydalısıdır.”[1153]

Tefsir:

Allah-u Teala’nın, “Biz sana en güzel kıssaları anlatıyoruz” ayeti hakkında, Rağib, Müfredat adlı kitabında şöyle diyor: “el-Kass” bir izi takip etmek anlamındadır. Dolayısıyla, “kasasatu eserehu”, “Onun izini takip ettim” anlmındadır. “el-kasas” ise iz anlamındadır: “Böylece araştıranlar, ayak izlerini takip ettiler ve geri göndüler.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “O’nun (Musa’nın) kız kardeşine şöyle dedi: “Onun peşinden git” el-Kasas ise, baştan geçen macera anlamındadır. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, hak kıssalar odur” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Onların kıssasında ibret vardır.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Başından geçen olayları, ona anlattı.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Biz, en güzel kıssaları sana anlatıyoruz.”

Neticede kasas, kıssa ve hikaye anlamındadır. “Ehsen’ul Kısas” ise en güzel hikaye ve kıssa anlamındadır. Bazıları şöyle demişlerdir: “Kasas, hikaye anlatmak anlamına gelen bir masdardır. Dolayısıyla eğer kasas ismi masdar olursa Yusuf’un kıssası en güzel kıssadır. Zira kullukta, tevhit ihlasını nitelendirmekte, münezzeh olan Allah’ın kulunu gözetlemesini ve korumasını beyan etmektedir ve kulun aşk ve muhabbet yolunu katetmesiyle, Allah’ın onu terbiye ettiğini, büyüttüğünü, zillet düşüklüğünden izzetin zirvesine yücelttiğini, esaret kuyusunun derinliklerinden, gazap ve intikam zindanlarından, izzet ve padişahlık tahtına oturttuğunu göstermektedir. Eğer masdar olursa, bu durumda da Yusuf’un hikayesini, münezzeh olan Allah’ın bildirdiği şekliyle nakletmek, en iyi bildirme türüdür. Zira aşık birinin hikayesini en iffetli, en hayalı ve en mümkün şekilde haber vermiştir.

Ayetin anlamı şudur: - elbette Allah daha iyi bilir-: Biz en iyi hikayeleri bu Kur’an sebebiyle sana vahyettik, senin için haber verdik. Sen bizim sana bu hikayeleri bildirmemizden önce onlardan haberdar değildin.”[1154]

bak. el-Kur’an, 3293. Bölüm

 

3345. Bölüm

 Hikayecilerin Kınanması

 

 

16736.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri (a.s) mescidde hikaye anlatan birini gördü. Onu tasma ile dövdü ve dışarı çıkardı.”[1155]

16737.  İmam Sadık (a.s), yanında hikayecilerden söz edilince şöyle buyurmuştur: “Allah onlara lanet etsin, onlar bizim aleyhimize söylenti çıkarıyorlar.”[1156]

16738.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Şairlere ancak azgınlar uyar” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar, hikayeciler (ve boş olayları) nakledicilerdir.”[1157]

 



442. Konu

 

el-Kısas

Kısas

 

 

F Bihar, 104/384, 3. bölüm; Ahkam’ul Kısas

F Kenz’ul Ummal, 15/3; Kitab’ul Kısas

F Vesail’uş-Şia, 19/2, Kitab’ul Kısas

 

 

 

 


bak.

F 430. konu, el-Ketl; 364. konu, el-Ukubet



 

 

3346. Bölüm

Kısas

 

Kur’an:

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Artık, umulur ki takva sahibi olursunuz.”[1158]

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.” [1159]

“Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir, hürmetler karşılıklıdır; o halde, size tecavüz edene, size tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin. Allah’tan sakının ve Allah’ın muttakilerle beraber olduğunu bilin.”[1160]

“Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu, onun günahlarına kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir.” [1161]

“Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendisi ne de olsa yardım görmüştür.”[1162]

16739.  Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Kısası ihya ediniz, hakkı ihya ediniz, dağılmayınız, Müslüman ve hakka teslim olanlardan olunuz ki salim kalasınız.”[1163]

16740.  İmam Seccad (a.s), Allah-u Teala’nın “Sizler için kısasta hayat vardır” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Çünkü eğer birisi, bir gün başka birini öldürmek ister, bu durumda kısas edileceğini bilir ve bu sebeple öldürmekten vazgeçerse, hem öldürmek istediği kimsenin hayatta kalmasını sağlar hem adam öldürmek isteyen bu kimsenin hayatta kalmasına sebep olur hem de bu başkalarının hayatta kalmasına sebeptir. Zira kısasın farz ve gerekli olduğunu bildikleri taktirde, kısas korkusundan asla insan öldürmeye cesaret edemezler.”[1164]

16741.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben dört kelime söyledim, Allah da kitabında sözümü tasdik etti: …Ben öldürmek, öldürmeyi azaltır dedim. Aziz ve celil olan Allah şu ayeti nazil buyurdu: “Sizler için kısasta hayat vardır.”[1165]

16742.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah imanı, şirki temizlemek için… ve kısası ise kanların korunması için farz kıldı.”[1166]

16743.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taşı geldiği yere geri çevir. Zira kötülük sadece kötülükle defedilir.”[1167]

16744.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Muhammed’i beş kılıçla gönderdi: Onlardan biri kılıfındadır, onu kılıfından çıkarmak bizden başkalarının elindedir. Hükmü ise bizimledir. Kılıfında olan kılıç, kendisiyle kısas edilen kılıçtır. Zatı yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: “Cana karşı can.” Bu kılıcı çekmek öldürülenin ailesine aittir. Hüküm ve emri bizim elimizdedir.”[1168]

Bak. Es-Silah, 1851. bölüm

16745.  Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Ben de sizler gibi bir insanım, belki de aranızdan gitmem yaklaşmıştır. O halde birinin haysiyetine, saçına, derisine ve malına zarar verdiysem, işte bu Muhammed’in haysiyeti, saçı, derisi ve malıdır. Kalkıp kısas etsin! Sizden hiç kimse, “Ben Muhammed’in düşmanlığından ve kininden korkuyorum” demesin. Biliniz ki bu iki haslet benim tabiatımdan ve ahlakımdan uzaktır.”[1169]

 

Meselenin ilmi Boyutlarının İncelenmesi

Kısas ayetinin indiği sıralarda ve öncesinde Araplar, adamı öldürmeye karşılık kısasın uygulanması gerektiğine inanırlardı. Ne var ki bunun nasıl uygulanacağına ilişkin kesin bir modelleri yoktu. Bu durum daha çok soruna taraf olan kabilelerin güçlülük veya zayıflılıklarına bağlı bir gelişme gösterirdi. Bazen öldürülen bir erkeğe karşılık bir erkek, bir kadına karşılık bir kadın öldürülerek öldürmede eşitlik ilkesi gözetilirdi. Bazen bir adama karşılık on adam, köleye karşılık hür adam, tabiye karşılık başkan öldürülürdü. Zaman olurdu bir kabile öldürülen bir adamlarına karşılık bir kabileyi topluca kılıçtan geçirirdi.

Tevrat’ın “çıkış” kitabının yirmi birinci ve yirmi ikinci bölümlerinde ve “sayı” kitabının beşinci ve otuzuncu bölümlerinde de yazıldığı gibi Yahudiler de kısas ilkesine inanırlardı. Kur’an-ı Kerim, bu hususa ilişkin olarak Yahudilere getirilen yükümlülüğü şu ifadelerle aktarır: “Orada onlara: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas yazdık.”[1170]

Elimize ulaşan bilgilere göre Hıristiyanlar adam öldürme suçuna karşılık olarak bağışlama ve diyetten başka bir tutum benimsemezlerdi. Konum ve uygarlık düzeylerinin farklılığına karşın hemen her ulus ve topluluk bir şekilde kısas ilkesini benimserdi. Fakat son çağlara kadar bile bu ilke tam bir sistem şeklini almış değildir.

İslam bu hususta bütünüyle ortadan kaldırma (ilga) ile kesinlikle uygulama (isbat) arasında orta yolu benimsemiştir. Yani kısasın gerekliğini vurgulamış, ama uygulanışını vazgeçilmez olarak sunmamıştır. Aksine, bağışlamaya ve diyete de açık kapı bırakmıştır. Bunun yanısıra kısas ilkesini denklik esasına dayandırmıştır. Öldürenle öldürülen arasında denklik esastır. Hüre hür, köleye köle ve kadına kadın.

İleri ulusların koydukları uygar yasalar bu ilkeyi içermiyor ve günümüzde uygulanmasını kabul görmüyor diye genelde kısas ilkesine özelde ve adam öldürme suçunun cezası olarak kısas ilkesinin uygulanmasına karşı çıkılmıştır.

Diyorlar ki: Adam öldüreni öldürmek insanın tiksindiği doğasının benimsemediği, bir uygulamadır. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığı zaman insan vicdanı, insanlığa yönelik acıma duygusundan ve hizmet istediğinden dolayı buna engel olmak ister. Yine diyorlar ki: Birinci öldürme ferdin kayıbı demekse, ikinci öldürme de kayıp üstüne kayıptır. Ve diyorlar ki: Kısas ilkesine dayanarak adam öldürmek kan yürekliliktir, intikam alma arzusunun ifadesidir. Bu ise genel eğitim planı çerçevesinde insandan uzaklaştırılması gereken bir eğilimdir. Adam öldürme suçunu cezalandırırken de işin eğitimsel yönünü göz önünde bulundurup terbiyenin zorluğuyla cezalandırmak lazımdır. Bu da, öldürmenin dışında hapis ve benzeri ağır cezalarla gerçekleştirilebilir.” Bu görüşün mensupları düşüncelerini şu şekilde savunurlar. Bir suçlu, ancak akıl hastası olduğu zaman suçlu olabilir. Dolayısıyla suç işleyen katilin akıl hastanesine konulup tedavi edilmesi gerekir.” Bir itirazları da şudur: Uygar yasalar mevcut olan topluma uygulanır. Toplum hep aynı durumda kalmadığı için kanunlar da hep aynı durumda kalmazlar. Bu yüzden kısas ilkesini, günümüzün ileri toplumları başta olmak üzere tüm toplumlar için öngörülmüş ebedi bir uygulama olarak sunmak yersizdir. Bir toplum elinden geldiğince bireylerinin varlığından yararlanmalıdır. Suçluyu öldürmenin dışında verim ve sonuç açısından işlenen suça denk bir cezayla cezalandırılması mümkündür, müebbed hapis ve yıllarca hapiste kalmak gibi. Bu uygulama ile iki hak birden gözetilmiş olur, toplumun hakkı ve öldürülenin akrabalarının hakkı…” Adam öldürmenin cezalandırılmasına kısas ilkesini öngören yasayı inkar edenlerin asıl düşünsel dayanakları bunlardır.

Kur’an-ı Kerim bütün bunlara bir cümleyle cevap vermiştir: “Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.”[1171]

Açıklama: Bireyler arasında yürürlükte olan yasalar, itibari ve farazi olmakla beraber, bunların konuluşunda toplumsal çıkar gözetilir. Şu kadarı var ki, bu hususta temelden etkin rol oynayan illet insanın dışsal karakteridir ki, insanın eksikliklerinin giderilmesini ve organik ihityaçlarının karşılanmasını öngörür. Bu dış realite, insana arız olan sayı ve toplumsal tek biçim değildir. Çünkü toplumsal biçimin bizzat kendisi de insanın organik varlığının bir eseridir. Bu dış realite, insanın kendisi ve karekteridir. Tümünün insan olması ve varlık olarak bireyin toplum, toplumun da birey gibi olması noktasında bir insan ile bir araya gelmiş binlerce insan arasında bir fark yoktur.

Bu varoluşsal karakter yapısal olarak bir takım güçler ve araçlarla donatılmıştır. Bunlar aracılığı ile yokluğu kendisinden uzaklaştırır. Çünkü yaratılış olarak varolma sevgisine ve hayatını tehlikeye sokan her türlü olumsuzluğu bertaraf etme eğilimine sahiptir. Bunun için mümkün olan her yöntemi, ulaşabildiği en uç noktaya kadar kullanır. Öldürmeye ve idam etmeye kadar vardırır işi. Bu yüzden hiç bir insan göremezsin ki, yaratılış olarak kendisini öldürmek isteyeni öldürmek istemesin ve amacına ulaşmadan ondan vazgeçsin. Sözü edilen kalkınmış ve ileri uluslar, bağımsızlıklarını, özgürlüklerini ve ulusal varlıklarını savunmak için savaşmaktan kaçınmazlar. Nerde kaldı kendilerini öldürmek isteyenleri?! Kanunları çiğneyenlere karşı da sonuna kadar mücadele ederler. Bunun için adam öldürmekten de çekinmezler. Çıkarlarını korumak için eğer başka yöntemler çözüm getirmiyorsa, savaşı bir yöntem olarak kabul ederler ve bu savaş dünya için bir yıkım, çevre ve nesil için yok oluştan başka bir şey değildir. Bir takım uluslar alabildiğine silahlanıyor, elindeki silahları geliştirme savaşımını veriyor, başka uluslar da dengeyi sağlamak için silahlanıyor ve hergün biraz daha ileri silah teknolojisinden yararlanma gereğini duyuyorlar. Bütün bunları ancak toplumun durumunu gözetmek ve toplumsal hayatı korumakla izah edebiliriz. Toplum ise, doğanın öngördüğü, insanın öz yaratılışının gerektirdiği bir oluşumdur.

Doğa ve öz yaratılış, ayrıntı niteliğindeki ürünün korunması için onun özünün öldürülmesine, yok edilmesine ortadan kaldırılmasına izin verir mi? bakınız uygar toplumlar kendi hayatlarını korumak gerekçesiyle buna izin vermiyorlar, bu nasıl uygarlıktır ki, öldürmeye kastedip de öldürmeyenin öldürülmesini uygun görüyor da, öldürmeye kastedip ve bizzat fiili gerçekleştirenin öldürülmesine izin vermiyor? Bu nasıl doğadır ve bu nasıl karakterdir ki, tarihsel realitenin aksi bir durumu öngörür? “Kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.”[1172] Her amelin bir aksulameli vardır. Etki tepki yaratır esasına dayalı yasalara göre hareket eden tabiatın, adam öldürmenin karşılığı olarak adam öldürmeyi zulüm olarak nitelendirmesi kendi kendisiyle çelişmez mi?

Kaldı ki İslam, tevhit dinine bağlı olmadığı sürece insana bir değer ve evrensel terazide bir ağırlık tanımaz. İslam’a göre bütün insanlık alemi ile tevhit dinine mensup bir tek insan aynı ağırlığa sahiptirler, dolayısıyla her ikisine ilişkin hüküm de bir olmalıdır. Dolayısıyla bir mü’mini öldüren kimse, evrensel gerçeğin onurunu küçük düşürdüğü, lekelediği için bütün insanları öldürmüş gibidir. Bir cana kıyan kimsenin varoluşun tabiatına göre tüm canlara kıymış olması gibi. Fakat, uygar denilen uluslar dini önemsemezler. Şayet, onların ölçülerinde din de –üstün olması bir yana- medeni toplumla aynı ölçü ve değere sahip olsaydı, toplum için verdikleri hükmü din için de verirlerdi.

Ayrıca İslam bütün dünya için geçerli olmak üzere yasalar koyar, özel bir ulus ve belli bir ümmet için değil. Kalkınmış olarak nitelendirilen toplumlar ise, bireylerinin teker teker eğitilmediklerine ve hükümetlerinin uygulamasının iyi olduğuna kesin olarak inanmaktalar. Cinayetlere ve facialara ilişkin istatistiklerin mevcut eğitimin etkin olduğunu gösterdiğine, yapılan eğitimin sonucu olarak toplumun öldürme ve şiddetten nefret ettiğine, ancak bazı istisnai durumlarda ittifak edebildiklerine, inanmaktalar. Eğer yanlışlıkla öldürme  olayı olsa öldürülenin velisi öldürmeden daha az bir cezaya rızayet vermektedir. Elbette İslam bu eğitimi ve bunun sonucu olan bağışlama duygusunu dışlamaz. Fakat bundan önce kısas ilkesini bir esas olarak yasamanın temeline oturtur.

Yüce Allah’ın kısas ayetindeki şu sözü buna yönelik bir işarettir: “Ama kimin lehine kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa o zaman uygun olanı yapması ve güzelce ödemesi gerekir.”[1173] Bu ayetin ifadesi, eğitme amacına yöneliktir. Bir kavim, ulusal övüncün affetmekte olduğuna inandıklarında hiçbir zaman intikam almaya yönelmezler.

Diğer toplumlarda ise, durum bunun tersinedir. Bunun kanıtı da canilerin, bozguncuların ve suçluların durumudur ki, bunları ne ağır hapis, ne de meşakkatli bir çalışma yıldırır. Hiçbir vaaz ve hiçbir öğüt bunlar üzerinde etkili olmaz. İnsan hakları gibi bir dertleri, ya da değerleri yoktur. Hapishanelerdeki hayat onlar için dışarıdaki aşağılık, meşakkatli ve çileli hayattan daha üstün, daha sempatik ve daha konforludur. Bu yüzden hiçbir kınama, hiçbir yergi onları ürkütmez, hapis ve dayak onları korkutmaz. Yine istatistiklerden öğrendiğimiz kadarıyla suç oranları günden güne artmaktadır. Şu halde her iki toplumun –özellikle ikincisini- saadetini kapsayacak genel hüküm kısastır ve bağışlamaya da cevaz verilmelidir. Şayet toplum ileri bir düzeye gelmişse ve bağışlamaya ilişkin eğitim planı başarıya ulaşmışsa muhakkak af ve bağışlamayla amel edecektir. -İslam, eğitim için azami çabayı sarfetmekten kaçınmaz- Ama toplum bir çöküşe doğru gidiyorsa ya da Rabbinin nimetlerini inkar etmesi söz konusuysa ve doğru yoldan sapmışsa, bu durumda kısas ilkesini uygulamak gerekir ve bağışlamaya da cevaz verilmelidir.

İnsancıl acıma duygusu ve merhamete ilişkin sözlere gelince; her acıma övgüye değer olmadığı gibi, her merhamet de iyi değildir. Bir caniye, bir gaddara, taş kafalıya, inatçıya, cana ve ırza kasteden birine merhamet etmek salih fertlere ağır bir darbedir. Her yerde bu duyguyu önplana çıkarmak evrensel düzenin bozulmasına, insanlığın yokluğua doğru yuvarlanmasına ve üstün niteliklerin geçersiz olmasına yol açar.

Bu açıklamamız, “kısas ilkesi katı kalpliliğin ve intikam alma duygusunun ifadesidir” şeklindeki bir yaklaşım için de geçerlidir. Çünkü zulme uğrayanın kendisine zulmeden birinden intikam alması adalet ve hakkın gerçekleşmesi demektir. Yani kınanması gereken çirkin bir davranış değildir. Adalet sevgisi de kötü bir nitelik sayılmaz. Kaldı ki, adam öldürmeye karşılık olarak kısas ilkesini uygulamak sırf intikam alma duygusuna dayanmaz. Tersine bu uygulamada toplumsal eğitim ve fesat kapısının kapatılması esastır.

“Adam öldürmek bir akıl hastalığıdır. Bunun hastanede tedavi edilmesi gerekir” şeklinde ifade bir mazerettir, bir bahanedir. (ne güzel mazeret) ki, toplum içinde adam öldürmenin, utanmazlığın ve cinayetlerin yaygınlaşmasına yol açar. Adam öldürmeyi ve fesat çıkarmayı seven birisi, bu karakterin akli bir hastalık ve geçerli bir özür sayıldığını ve hükümetlerin bu suçları işleyenleri özenle ve şefkatle tedavi etmelerinin gerekliliğini ve hükümetlerin de böyle bir inanca sahip olduğunu bilen birisi nasıl olurda her gün cinayet işlemez?

“Zor işlerde kullanmak, bununla beraber hapislerde tutarak topluma karışmalarına engel olmak suretiyle suçluların varlığından yararlanmak gerekir” şeklinde iddia eğer bir gerçeğe dayanıyorsa, şu halde neden yasalara karşı işlenen suçlara idam cezası vermek suretiyle çelişkiye düşüyorlar –Çünkü hemen hemen dünyanın tüm ülkelerinde sisteme karşı işlenen suçlar ölümle cezalandırılır- Bunun tek nedeni sisteme karşı işlenen suçları ölümle cezalandıracak kadar önemsemeleridir. Oysa, daha önce fert ve toplumun doğa açısından eşit öneme sahip olduklarını vurgulamıştık. [1174]

bak. ez-Zulm, 2452. Bölüm; 11117. Hadis

 

3347. Bölüm

Kısas Etmekten Vaz Geçmek

 

Kur’an:

“Kim hakkından vazgeçerse bu, onun günahlarına kefaret olur.”[1175]

16746.  Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman birinin bedeni bir zarar görür de kısas etmekten vaz geçerse, Allah bu sebeple onu bir makam yukarı çıkarır ve bir günahını affeder.”[1176]

16747.  Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Herkimin bedeni yaralanır ve onu affederse, Allah-u Teala, yaptığı bu bağış gibi günahını bağışlar.”[1177]

16748.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkimin bedenine diyetinin yarısı miktarınca zarar gelir ve affederse, Allah da günahlarının arısını bağışlar. Eğer üçte biri veya dörtte biri miktarınca olursa, günahlarını siler.”[1178]

16749.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim bir kanın kısas edilmesinden vaz geçerse, onun mükafatı sadece cennettir.”[1179]

16750.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkimin bedenine bir zarar gelir de, o sadece Allah-u Teala için vaz geçerse, o vazgeçmesi, günahları için bir kefarettir.”[1180]

16751.  İmam Sadık (a.s), aziz ve celil olan Allah’ın “Herkim ondan (kısastan) vazgeçerse, o (günahlarına) kefarettir” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yaptığı bağış miktarınca günahlarından silinir.”[1181]

16752.  İmam Sadık (a.s), kendisine bu ayeti soran Ebu Basir’e şöyle buyurmuştur: “Aldığı yara veya yara dışında bağışladığı şey miktarınca günahları temizlenir.”[1182]

bak. el-Afv, 2767. Bölüm



443. Konu

 

el-Kaza (1)

Kaza ve Kader

 

 

F Bihar, 5/84, 3. bölüm; kaza ve’l-kader ve’l-meşiyyet’il-ve’l-İrade

F Vesail’uş-Şia, 2/898, 75. bölüm; Vucub’ur-Rıza bi’l-Kaza

 

 

 

 

 


bak.

F 4. konu, el-Ecel; 60. konu, el-Cebir; 282. konu, el-Meşiyyet; 190. konu, er-Rıza (1); 431. konu, el-Kader; 232. konu, es-Saadet; 272. konu, eş-Şekavet

F el-Hased, 853. bölüm; ed-Dua, 1191. bölüm; eş-Şehadet (2); 2107. bölüm



 

 

3348. Bölüm

Kaza ve Kader

 

Kur’an:

“De ki: “Allah’ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim mevlamızdır, İman edenler Allah’a güvensin.”[1183]

“…Fakat Allah olacak işi yaptı.”[1184]

“Allah’ın Peygambere farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah’ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah’ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.”[1185]

16753.  İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’a hamd hususunda şöyle buyurmuştur: “O Allah’ın hilmi çoktur ve bağışlar; verdiği her hükümde adaletli davranır.”[1186]

16754.  İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın azameti hakkında şöyle buyurmuştur: O’nun hükmü kesin ve hikmet esasıncadır. O’nun rızası eman ve rahmettir. İlimle hüküm verir, hilimle affeder.”[1187]

16755.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: (Haklar karşılıklıdır. ) Başkasının üzerinde hakkı olanın, başkasının da onun üzerinde hakkı vardır. Baş­kasının kendi üzerinde hakkı olanın da, başkası üzerinde hakkı vardır. Birinin üzerinde hakkı olan, ama başkasının kendi üzerinde hakkı olmayan biri olsaydı, bu yarattıkları değil, ancak münezzeh olan Allah olurdu. Zira kulları üzerinde güç sahibi ve her işi ada­letiyle icra eden O’dur.”[1188]

16756.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah, işleri, hüküm ve kaderi esasınca cari kılar, senin hoşnut olduğun şekilde değil.”[1189]

16757.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaza ve kader Allah’ın yaratıklarından iki yaratıktır. Allah yarattığı şey hususunda istediğini artırır.”[1190]

16758.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü olduğunda ve Allah yaratıklarını bir araya topladığında, onlara tavsiye ve emrettiği şeylerin hesabını sorar. Onlar için taktir ettiği ve hüküm verdiği şeyleri sormaz.”[1191]

16759.  İmam Ali (a.s), Sıffin’den dönerken, Hazirin’de[1192] oğlu Hasan’a (a.s) yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: Dinini, dünyanı Allah’a emanet et. Şu tez geçen dünyada da, az zaman sonra gelecek ahirette de akibetinin hayırlı olmasını dile. ve’s-Selam.”[1193]

16760.  İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın velilerinin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Üzerlerine mu­sibetler yağdığı zaman sana sığınırlar. Çünkü işlerin dizginlerinin senin elinde ve kaynaklarının se­nin emrinde olduğunu bilirler.”[1194]

16761.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bir şeyi irade edince onu taktir eder, taktir edince hükmünü verir, hükmünü verince de onu yürürlüğe koyar.”[1195]

Şöyle diyorum: Seduk (r.a) şöyle diyor: “Kaza ve kader hakkındaki inancımız, İmam Sadık’ın, kendisine, “Kaza ve kader hakkındaki görüşünüz nedir?” diye soran Zürare’ye verdiği cevaptır. Bu cevapta İmam şöyle buyurmuştur: “Biz inanıyoruz ki, aziz ve celil olan Allah kıyamet günü kullarını toplayınca, kendilerine tavsiyede bulunduğu ve emrettiği şeyler hakkında sorguya çekecektir. Kendileri için taktir ettiği ve hüküm verdiği şeylerden hesaba çekmeyecektir. Kader hakkında tartışma yapılması yasaklanmıştır. Nitekim Müminlerin Emiri (a.s) kendisinden kaderi soran birisine şöyle buyurmuştur: “Bu derin bir denizdir, içine girme.” O şahıs yeniden aynı soruyu sorunca şöyle buyurdu: “Karanlık bir yoldur, bu yola adım atma.” Bu şahıs üçüncü defa yine aynı soruyu sorunca İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın sırlarından bir sırdır, kendini öğrenmek için boşuna zahmete düşürme.” Hakeza Müminlerin Emiri (a.s) kader hakkında şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki kader, Allah’ın sırlarından bir sır, Allah’ın kalelerinden bir kaledir. Allah’ın örtüsünün gerisinde gizlidir, Allah’ın yaratıklarına örtülüdür, üzerine Allah’ın mührü vurulmuştur. Allah’ın ezeli ilmindedir. Allah onun ilmini kullardan kaldırmış, onları müşahade ettiği şeyler çerçevesinden yüce kılmıştır. Zira ne Rabbaniyet gerçeğinin yardımıyla ona ulaşabilirler, ne samediyet kudretiyle, ne nuraniyet azametiyle, ne de vahdaniyet azametiyle ona ulaşabilirler. Zira o dalgalı bir denizdir, aziz ve celil olan Allah’a özgüdür. Derinliği gökle yer kadardır. Genişliği doğudan batıya kadardır. Kap karanlık bir gece gibi karanlıktır, bir çok yılanları ve balinaları vardır. Gel git olayı vardır, derinliklerinde nurlu bir güneş vardır, hiç kimse bir ve yegane olan Allah dışında hiç kimse o güneşe bakamaz. Herkim ona bakarsa, Allah’ın hükmüne karşı çıkmış olur. Kudreti hakkında onunla çatışmış olur. Böylece kendisi için Allah’ın gazabını kazanmış sayılır. Yeri cehennem olur ve bu kötü bir akıbettir.”

Hakeza rivayet edildiği üzere Müminlerin Emiri (a.s) yıkılmak üzere olan bir duvarın altından kalkmış, başka bir yere gitmiştir. Kendisine, “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun?” diye sorulunca da şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kazasından Allah’ın kaderine kaçıyorum.” Hakeza İmam Sadık’a (a.s) da, “Acaba dua ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınma taktiri def eder mi?” diye sorulduğunda İmam şöyle buyurmuştur: “Bunlar da taktirdir.”

Şeyh Müfid bu hadisin açıklamasında şöyle diyor: “Ebu Ca’fer (Şeyh Seduk) Bu konuda nadir ve sayılı hadislerle amel etmiştir. Bu hadisler çeşitli anlamlara gelmektedir. Bu hadislerin senetleri doğru ve sağlam olduğu taktirde bu çeşitli anlamlar, alimlere gizli değildir. O bu konuda belli bir anlam ortaya koymamıştır. Kaza hakkında bir anlam belirlemediği için de bu konuda konuşmaktan sakınması daha iyi olurdu. Kaza kavramı, lugatte bellidir. Bu konuda Kur’an’dan da bir takım şahitler vardır. Kaza dört anlam ifade etmektedir. Birincisi yaratmak, ikincisi emir ve buyruk, üçüncüsü haberdar kılmak ve dördüncüsü ise hakemlik ve yargılamak. Birinci anlamın şahidi Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Böylece onları yedi gök olarak yarattı.”[1196] İkinci anlamının şahidi ise Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “Ve rabbin kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretti.”[1197] Üçüncü anlamının şahidi ise Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “İsrailoğullarına haber verdik.”[1198] Dördüncü anlamın şahidi ise şu ayettir: “Allah hak üzere hükmeder”[1199] yani insanlar arasında hak üzere hükmeder. Hakeza şu ayet: “Onlar arasında hak üzere hükmedilir”[1200] bazıları kazanın beşinci bir anlamının olduğunu da söylemişlerdir. Bu da işi sona erdirmektir. Bu konuda da Yusuf’un (a.s) şu sözünü şahit olarak göstermişlerdir: “Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir”[1201] yani o iş sona erdi ve gerçekleşti. Kazanın bu anlamı gerçekte birinci anlama, yani yaratmak anlamına dönmektedir.

Kaza kavramının anlamları hakkında söylediğimiz bu bilgiler ışığında cebirye inancının batıl olduğu da ortaya çıkmaktadır. Onlar: “Şüphesiz Allah-u Teala yaratıklarının aleyhine günahı taktir etmiştir” inancına sahiptirler. Zira eğer bundan maksatları Allah’ın yaratıkları arasında günahı yaratması ise, şöyle demeleri gerekir: “Yaratıkları hakkında günahı taktir etti” Dolayısıyla, “Aleyhlerine taktir etti” dememeleri gerekir. Zira yaratmak, onların arasındadır, onların aleyhinde ve üzerinde değil. Oysa Allah-u Teala, “O Allah her şeyin yaratışını güzel kılmıştır”[1202] ayeti ile günahı yaratmayı Allah’a isnat edenleri yalanlamaktadır.

Eğer bundan maksatları kazanın günahı emretmek olduğu ise bu da doğru değildir. Allah-u Teala,  “Şüphesiz Allah, kötülüğü emretmez. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”[1203] ayeti ile böyle kimselerin iddiasını yalanlamıştır.

Eğer bundan maksatları Allah’ın yaratıkları yaptıklarını günahtan haberdar kıldığı ise, bu da anlamsızdır. Zira insanlar gelecekte, itaat mi edecekler yoksa günah mı işleyecekler bilemezler. Bu yüzden de gelecekte ne yapacakları hususunda detaylı ve dakik bir ilme sahip değillerdir.

Eğer maksatları Allah’ın kulları arasında günahla hükmettiği ise bu da doğru değildir. Zira Allah-u Teala’nın hükmetmesi ve hakemliği haktır. Günahların yaratıkların kendisinden kaynaklanmaktadır. O halde bunların sözü anlamsızdır ve ittifak edildiği üzere boş ve doğru olmayan bir sözdür. Dolayısıyla da Allah-u Teala’nın günah ve çirkinliklerle hükmettiği inancının batıl olduğu apaçık ortadadır.

Verdiğimiz bu açıklama esasınca, bizim inancımıza göre, kaza ve kaderin anlamı şudur: Allah-u Teala yaratıklarını kaza ve kader esası üzerine yaratmakta, onların fiillerinde  belli bir kaza ve kaderi belirlemektedir. Yani Allah’ın kulların iyi fiillerindeki kazası, bu tür işleri emretmesidir ve çirkin işlerdeki kazası ise onları bundan sakındırmasıdır. Nefis ve canlarında ise onları yaratmak, aralarında yaptığı şeyler hususunda ise o şeyleri icad etmektir. Kendi yaptığı şeylerde kader ise, o şeyleri hak olan yerlerinde karar kılmasıdır. Kullarının fiileri hakkında ise, onlar hakkında hükmettiği, emir, nehiy, ceza ve mükafattır. Zira bütün bunları, kendi yerinde karar kılmıştır, ne boş yere onlarda yer almış, ne de batıl üzere taktir edilmişlerdir.

O halde eğer kazayı Allah-u Teala’nın fiillerinde ve kaderi verdiğimiz bu bilgiler ışığında tefsir edecek olursak, bu konu ile ilgili şüphe de ortadan kalkar, konu akıl sahibi herkes için açıklığa kavuşur ve bu konuda hiçbir şek ve şüphe kalmaz. Ama Seduk’un (r.a) naklettiği kaza ve kader hakkında konuşmayı yasaklayan rivayetler hakkında iki ihtimal mevcuttur: Birincisi şudur ki bu yasaklama, bu konudaki tartışmaların inançlarının bozulmasına ve dinden sapmalarına neden olan kimseler için olduğudur. Bu tür insanların yegane kurtuluş yolu, bu tartışmalardan sakınmaları ve bu konuya girmemeleridir. Bu yasaklama bütün mükellef insanları kapsamamaktadır. Zira bazen, bir takım şeyler bazı kimselerin inancının bozulmasına sebep olmakta, diğer bazı kimseler için ise faydalı bulunmaktadır ve bunun tersi de geçerlidir. Dolayısıyla İmamlar dini takipçilerine, onların maslahatını göz önünde bulundurarak kılavuzluk etmişlerdir.

İkinci ihtimal ise kaza ve kader hakkında konuşmanın yasaklanması, Allah’ın yaratıkları hakkında konuşma, sebeplerini merakla araştırmak, ilahi emir ve ibadetler ile sebeplerini sormanın yasaklanmasıdır. Zira yaratıkların yaratılış sebeplerini ve emir ve hükümlerin teşri nedenlerini araştırmak yasaktır. Çünkü Allah-u Teala onları, bir çok kulundan gizli tutmuştur. Zaten Allah’ın bütün yaratıklarının yaratılış sırlarını araştırmak, yasaklanmış değil midir? İnsanın bütün yaratıkları tek tek sayarak, “Bunlar neden yaratılmıştır?” demesi, şüphesiz yasaklanmıştır. Hakeza, “Allah neden bunu emretmiş, o ibadeti istemiş, falan şeyden sakındırmış” diye sorulması da caiz değildir. Zira Allah’ın emir ve ibadet istemeleri, yaratıkların maslahatı esasına dayalıdır ve Allah bu maslahatı herkesten daha iyi bilmektedir. Hiç kimseyi, varlıkların yaratılış sebeplerinin detaylarından, emir ve yasakların durumlarından haberdar kılmamıştır. Gerçi insanoğlunu, genel anlamda bundan haberdar kılmış, yaratılışın boş ve beyhude bir şey olmadığını ifade etmiştir. Her şeyin hikmet ve maslahat üzere yaratıldığını belirtmiş, bu konu hususunda akıl ve vahyi de kılavuz kılmıştır. Örneğin Allah şöyle buyurmuştur: “Biz, gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri eğlence olsun diye yaratmadık.”[1204] Hakeza şöyle buyurmuştur: “Sizi abes olsun diye yarattığımızı mı sanıyorsunuz?[1205] Hakeza şöyle buyurmuştur: “Biz her şeyi bir ölçü üzere yarattık.”[1206] Yani hak üzere yarattık ve onu kendi yerinde taktir ettik. Hakeza şöyle buyurmuştur: “Cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.”[1207] Hakeza kurban kesme ibadeti hakkında da şöyle buyurmuştur: “Asla onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Lakin Allah’a sizin takvanız ulaşır.”[1208]

Belki de şöyle dersek doğrudur: “Allah-u Teala falan hayvanı yarattığı taktirde bir grup kafirin bu yaratılışla iman edeceğini, bir grup günahkarın tövbe edeceğini, bir grup müminin ondan istifade edeceğini, bir grup zalimin ondan ibret alacağını veya o varlığın yaratılıştan istifade edeceğini veya yeryüzünde veya gökte birisi için ibret sebebi olacağını bildiği için yaratmıştır. Elbette bütün bunlar bizlere gizli kalmıştır. Sadece Allah’ın, yarattığı her şeyi hikmete dayalı bir maksatla yarattığını ve boş yere yaratmadığını bilmekteyiz. Hakeza Allah’ın bizlere namaz ibadetini emretmesi de bizi Allah’a itaate yakınlaştırması, günah ve isyandan uzaklaştırması sebebiyle olabilir. O halde namaz ibadeti, kılan herkes için veya onlardan bazısı için bir lütuftur.

Dolayısıyla bu ihtimaller bizlere gizli ve örtülüdür, bizler için aşikar değildir. Onlar hakkında detaylı bir bilgi almak hususunda herhangi bir delile de sahip değiliz. Sadece genel olarak bu işin, hikmete dayandığını biliyoruz. Dolayısıyla da kaza ve kader hakkında konuşmaktan sakındırmak, bu sebeplerin detaylarını araştırmak anlamındadır, kaza ve kaderin anlamı hakkında konuşmaktan sakınmak anlamında değil.

Elbette bütün bu ihtimaller Ebu Cafer’in (Seduk’un) naklettiği rivayetlerin doğru olması halinde geçerlidir. Ama eğer doğru olmazsa veya senetleri doğru olmazsa, artık bu rivayetler karşısında hiçbir sorumluluk taşımamaktayız.

Onun naklettiği rivayetler arasında Zürare’den naklettiği hadis doğru bir hadistir. Anlamı da doğrudur, akıl ehline örtülü değildir. Bu hadis adalet inancını vurgulamaktadır. Bu rivayette İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala yaratıklarını mahşerde bir araya toplayınca onlara emrettiği şeyi sorar. Onlara hükmettiği ve taktir ettiği şeyi ise sormaz.”

Kur’an-ı Kerim de insanın yapmış olduğu amellerden dolayı sorguya çekileceğini haber vermektedir. [1209]

Ben (Meclisi) şöyle diyorum: Herkim kulun iradesi, cebir ve irade meselesinin detayları, kaza ve kadar hakkında düşünecek olursa, Masum’un (a.s) bu konuda konuşmaktan sakındırmasının sebebini de kolayca anlayabilir. Zira bu konuda araştırmaya dalıp da ayakları sürçmeyen kimse çok azdır. Sadece Allah’ın lütfü ve fazlıyla koruduğu kimseler, korunabilmiştir. [1210]

 

Birkaç Bölümde, İlahi Kaza ve Kader Hakkında Söz

1-Anlamı ve tanımı hakkında: Dış olayları ve varlık işlerini kendilerini gerektiren sebeplerle gözönünde bulunduracak olursak, iki haletten dışarı değildir. Zira bu hadise ve işler, kendilerini gerektiren şartlar ve sebepler meydana gelmeden ve bu olayların meydana gelişinin kendilerine bağlı olduğu engeller ortadan kalkmaksızın ne kesin bir tahakkuk ve subuta sahiptir ve ne de yokluğuna. Gerçekleşmek ve gerçekleşmemek arasında tümüyle eşittir. Ama bu işleri gerektiren sebepler, meydana gelmesini sağlayan şartlar kemale erer ve engeller ortadan kalkarsa, artık sadece tahakkuk etme halleri baki kalır. Bu tereddüt ve belirsizlikten dışarı çıkar. İki taraftan biri, yani varlık ve yokluğu kesin bir şekilde gerçekleşir. Meydana gelmemek ise o olayların varlığının kendisine bağlı olduğu şart ve sebepler yok olduğu varsayıldığı taktirde geçerlidir ve böylece vuku bulur. Tahakkukun gerçekleşmesi de, tahakkukun kendisinden asla ayrılmaz.

Bu iki itibar, bizim dış fiillerimizde de cereyan etmektedir. Zira bir işe teşebbüste bulunmadığımız müddetçe o iş vaki olup olmamak hususunda tereddüt halindedir. Ama sebepler şartlar ve gerektirici durumlar ortaya çıkarsa, irade ve kararımız da bunu bütünlerse ve fiilin meydana gelmesi için hiçbir engel de kalmazsa, imkan ve tereddüt taraflarından biri vaki olur ve o amel meydana gelmiş olur. Bu durum itibari ameller konusunda da geçerlidir. Örneğin iki kişi bir mal konusunda ihtilafa düşünce ve her birisi o malın sahibi olduğunu iddia edince, o şeyin memlukiyeti o ikisinden biri için mümkün ve tereddüt arasındadır. Ama aralarında hüküm versin diye bir hakeme baş vurur ve hakem de onlardan birinin lehine hükmederse, o belirsizlik ve tereddüt hali ortadan kalkar. İki taraftan biri gerçekleşmiş olur ve diğeriyle irtibatı kesilir.

Burada hakimlik ve iki taraftan birinin sözünün gerçekleşmesi, fiili hakimlik ve belirginleşme gibidir. Zira hakimin malın falan şahsa ait olduğuna dair sözü ihtilafı sona erdirmiş, aralarında tereddüt ve belirsizlik olan davalı iki taraftan biri hak sahibi olarak ortaya çıkmıştır. “Şöyle böyledir” diye haber veren, habercinin sözü de sona erdirici ve belirticidir. Bu da bizim kaza ve hakemlik olarak adlandırdığımız şeydir.

Bu alemdeki olaylar varlık ve gerçekleşme hususunda münezzeh olan Allah’a dayalı ve Allah’ın bir fiili olduğu hasebiyle de bu iki itibar, aynen gerçekleşme olayı onlarda da aynı şekilde cereyan etmektedir. Zira bu olaylar, Allah’ın kendilerini tahakkuk ettirme ve var etmeyi istemediği ve de varlıklarını gerektirecek şart ve sebepler mevcut olmadığı taktirde, aynı şekilde imkan ve tereddüt arasında vaki olma ve vaki olmama haletinde baki kalmaktadır. Ama Allah onların vuku bulmasını ister, gerçekleşmlerini irade eder, tahakkuk etmesi için gerekli şartlar ve sebepler de mevcut olursa, artık gerçekleşme dışında bir yol kalmaz. Bu hakkın meşiyeti şart ve sebepleri temin etmesi, Allah’ın iki taraftan birini tayin etmesi varlığı tereddüt ve belirsizlikten çıkarmaktadır ve bu ilahi kaza diye adlandırılmaktadır.

Bu iki itibar teşrii ve yasama hususunda da aynı şekilde cereyan etmektedir. Allah’ın şeri bir iş hususundaki kesin hükmü, Allah’ın kazasıdır. Bu yüzden, kazadan söz edilen her ilahi cümlede bu gerçek göze çarpmaktadır. Örneğin şu ayet: O, bir işin olmasını dilerse, ona ancak “ol” der ve olur.”[1211] Başka bir ayet: Bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti[1212] hakeza başka bir ayet ise: Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir[1213] hakeza başka bir ayet ise: İsrailoğullarına Kitapta: “Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaksınız diye bildirdik[1214] ve tekvini (yaratışsal) kazayı ifade eden diğer ayetler…Ama teşrii kazaya işaret eden ayetler ise, örneğin şu ayettir: Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur.”[1215] Hakeza şu ayet: Şüphesiz ki Rabbin, kıyamet günü onların aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında hükmedecektir.”[1216] Hakeza şu ayet: Artık insanların aralarında adaletle hüküm olunmuştur. “Övgü, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” denir[1217] elbette bu ve daha önceki ayetlerde yer alan kaza, teşrii anlaşmazlığı çözme anlamındadır ve başka bir tabirle, tekvini hakemlik ve kaza manasını ifade etmektedir.

Görüldüğü gibi bu ayeti kerimeler, bu iki akli itibarın Allah’ın fiilleri olduğu hasebiyle, tekvini (yaratışsal) olaylarda, Allah’ın teşrii fiili olduğu hasebiyle de teşrii (yasamaya ait) hükümlerde ve Allah’a isnat edilen her hüküm ve sona erdirici hakemlikte de geçerliliğini ve doğruluğunu imza ve teyit etmektedir. Bazen bir itibara göre kaza, hüküm ve söz diye de tabir edilmektedir. Örneğin şöyle buyurmaktadır: “Hüküm sadece Allah’a aittir”[1218] hakeza şöyle buyurmaktadır: Hüküm Allah’ındır, O’nun hükmünü takip edip bozacak yoktur[1219] ve hakeza şöyle buyurmaktadır: Benim katımda söz değişmez[1220] ve şöyle buyurmaktadır: Ben hakikati söylüyorum[1221]

2-Kazanın Anlamına Felsefi Bir Bakış: Şüphesiz nedensellik kanunu bir gerçektir ve mümkün (olabilir) olan her varlık vasıtalı veya vasıtasız, münezzeh olan Allah’ın sonucu olan bir şeydir. Hiç şüphesiz sonuç, tam sebebine isnat edildiğinde, o sebep açısından zaruret ve vücuba sahiptir. Zira her mümkün varlık, vacip olmadıkça vücuda gelemez. Ama eğer sonucu tam nedenine isnat etmezsek, imkan haleti kendisi için eşittir. Burada ister zaten mümkün olan mahiyetler gibi, haddi zatında ve başka bir şeyle mukayese edilmeksizin mülahaza edilsin ve isterse de tam nedeninin bazı parçalarına isnat edilsin, her haliyle mümkündür. Zira bu parça veya parçalar o sonucun zaruret ve farziyetini farz kılacak olursa, onun tam nedeni olur. Oysa biz, o parçaların tam neden var olmadıklarını, tam nedenin bir parçası olduklarını varsaydık.

Zaruret ve vücup, imkanın iki tarafından birinin tahakkuku (varlık veya yokluk) ve bir şeyin belirsizlik ve tereddüt halinden çıkışı anlamında olduğu için mümkün varlıklar silsilesine hakim olan zaruret, eşyadan her birini kendine özgü şartlarında farz kılan, yüce vacib’ul Vücuda isnatları cihetinden ötürü, Allah-u Teala tarafından genel bir kazadır. Nitekim bu varlıklardan her birine özgü zaruret de her birine oranla, özel bir kazasıdır. Zira kazadan maksadımız işi sona erdirmek ve o şeyi belirsizlik ve tereddüt haletinden dışarı çıkarmaktır.

Buradan da anlaşıldığı üzere kaza Allah’ın fiili sıfatlarından biridir ve o fiilin tam ve vacip kılıcı nedenine isnadı mülahazası esasınca fiilden elde edilmektedir.

3-Bir çok rivayetler de bu görüşü teyit etmektedir. Örneğin el-Mehasin kitabında, Berki babasından, o da İbn-i Ebi Umeyr’den, o da Hişam b. Salim’den şöyle dediğini nakletmektedir: “İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bir şeyi icad etmek istediğinde, evvela onu taktir eder. Taktir ettiğinde, kazada bulunur. Kaza ettikten sonra da imza ve icra eder.”

Hakeza, el-Mehasin kitabında (Berki), babasından, o da İbn-i Ebi Umeyr’den, o da Muhammed b. İshak’tan şöyle dediğini nakletmiştir: “Ebu’l-Hasan (a.s) Ali b. Yaktin’in kölesi Yunus’a şöyle buyurmuştur: “Ey Yunus! Kader konusuyla ilgilenme” O şöyle arzetti: “Ben kader konusuyla ilgilenmiyorum, ama şöyle diyorum: “Sadece Allah’ın irade, meşiyyet, kaza ve kaderinin istediği şey tahakkuk eder.” İmam şöyle buyurdu: “Ama ben böyle demiyorum. Aksine şöyle diyorum: “Allah’ın meşiyyet, irade ve kazasının istediği şey gerçekleşir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Meşiyetin olduğunu biliyor musun?” O, “Hayır” diye arzetti. İmam şöyle buyurdu: “Bir şeyi kararlaştırmasıdır. Sen Allah’ın iradesinin ne olduğunu biliyor musun?” O, “Hayır” diye arzetti. İmam şöyle buyurdu: “Bir şeyi meşiyyeti esasınca tamamlamasıdır. Sen Allah’ın taktirinin ne olduğunu biliyor musun?” O, “hayır” diye arzetti. İmam şöyle buyurdu: “Uzunluk, genişlik ve baki kalış müddeti hususunda bir şeye ölçü vermektir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah bir şey isterse, onu irade eder. İrade ettiği zaman ise onu taktir eder. Taktir ettiği zaman ise, ona kaza eder (hükmeder). Kaza ettiği taktirde de, onu icra eder.”

Başka bir rivayette ise, Yunus Ebu’l-Hasan’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sadece Allah’ın, meşiyyet, irade, taktir ve kazasının gerektirdiği şey vücuda gelir.” Ben (Yunus), şöyle arzetim: “Meşiyyetin anlamı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Fiilin başlamasıdır.” Ben şöyle arzettim: “İradenin anlamı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Hakkında sebat ve mukavemet göstermektir.” Ben şöyle arzettim: “Taktirin anlamı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Genişlik ve uzunluk açısından ölçü vermektir.” Ben şöyle arzettim: “Kaza ne demektir?” İmam şöyle buyurdu: “Kazasını yapınca (hükmünü verince) onu icra eder ve hiçbir şey onun meydana gelmesine engel olamaz.”

Tevhid-i Seduk’da, Dekkak Kuleyni’den, o da İbn-i Amir’den, o da Mualla’dan şöyle dediğini nakletmiştir. “Alime (a.s) şöyle soruldu: “Allah’ın ilmi nasıldır?” O şöyle buyurdu: “Allah bilir, ister, irade eder, taktir buyurur, kaza ve hüküm verir, imza ve icra eder. Kazasını verdiği bir şeyi icra ve imza eder, taktir ettiği bir şeye kaza eder ve irade ettiği bir şeyi taktir eder. O halde Allah’ın meşiyyeti onun ilmidir, iradesi meşiyyeti iledir, taktiri iradesi iledir, kazası taktiri iledir ve imzası kazası iledir. O halde, ilmi meşiyetinden öncedir ve meşiyyeti ikinci aşamadadır. İrade ise üçüncü makamdadır ve taktir imza vesilesiyle tahakkuk eder. O halde, ilim, meşiyyet, irade ve eşyanın taktiri hususunda, Allah Tebarek ve Teala için beda hasıl olmaktadır. Ama eğer kaza, imza ve icra merhalesine ulaşırsa, artık beda vücuda gelmez.”

İmam’ın (a.s) buyurduğu bu sıralama, meşiyeti ilimden sonra ve iradeyi meşiyetten sonra bilmesi, akli bir sıralamadır. Akıl bu sıralamayı doğru bulmaktadır.

Aynı kitapta kendi senediyle İbn-i Nubate’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Müminlerin Emiri (a.s) eğilmiş bir duvarın altından kalkıp başka bir duvarın altına geçti. Ona şöyle arzedildi: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın kazasından aziz ve celil olan Allah’ın kaderine kaçıyorum.”

Ben (Allame Tabatabai) şöyle diyorum: “Bunun sebebi ise şudur: Taktir, mukadder olduğu şeye kesinlik ve sapmazlık kazandırmamaktadır ve mukadder kılınan şeyin tahakkuk etmemesi ümit edilir. Ama kaza ve hükmü verilirse, artık ondan kaçmak mümkün değildir. Bütün bu geçen konular hakkında, Ehl-i Beyt imamları (a.s) yoluyla bir çok rivayetler nakledilmiştir. [1222]

 

3349. Bölüm

İnsana Kaza ve Kaderin Yazılması

 

16762.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nutfe, rahimde kırk gece yer aldıktan sonra, yanına bir melek gelir ve şöyle der: “Ey rabbim! Emrin nedir? Bu mutlu mudur yoksa mutsuz mu? Bu kız mıdır yoksa erkek mi?” Böylece Allah emreder. O nutfenin mutlu veya mutsuz, erkek veya kız olduğunu, eseri, musibeti, rızkı ve eceli yazılır.”[1223]

16763.  İmam Bakır (a.s), insanın rahimde yaratılışı hakkında şöyle buyurmuştur: “Dört ay kamil olunca, Allah iki melek gönderir ve o ikisi şöyle arzeder: “Ey Rabbimiz! Ne buyuruyorsun? Kız mı yoksa erkek mi?” Kendilerine gerekli emir verilir. Sonra şöyle arzederler: “Ey rabbimiz! Mutlu mudur yoksa mutsuz mu?” Bu konuda da gerekli emir verilir. Ardından şöyle arzederler: “Ey rabbimiz, yaşama müddeti ve rızkı ne kadardır?” Bütün halleri –ki imam onlardan bazısını zikretmiştir- yazılır ve melek bu sözleşmeyi iki gözlerinin arasına (alnına) yazar.”[1224]

16764.  İmam Bakır (a.s) hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah iki meleğe şöyle vahyeder: “Kaza, kader ve emrimin onun hakkında cari oluşunu yazınız ve yazdığınız şeylerde, beda şartımı kaydediniz.” O iki melek şöyle arzeder: “Ey rabbimiz! Ne yazalım?” Allah başlarını (o çocuğun) annesinin başına doğru kaldırmalarını vahyeder. O iki melek başlarını yukarı kaldırınca annesinin alnına deyen bir levha görürler. O levhaya bakarlar ve o levhada şeklini, süsünü, ecelini ve mutlu mu veya mutsuz mu sözleşmesini, özetle onun tüm hallerini o levhada müşahade ederler.”[1225]

bak. 232. Konu, es-Seadet, 272, eş-Şekavet; el-Kafi, 6/12

 

3350. Bölüm

İnsanın İradesi ve İlahi Kaza

 

Kur’an:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Doğrusu Allah, bilendir, hikmet sahibidir.”[1226]

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.”[1227]

“Bir kavim kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”[1228]

16765.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir belde veya ev halkı veya bir bedevi bana karşı hoşlanmadığım bir günaha düştükten sonra, hoşlandığım itaate yöneldikleri taktirde ben de onların hoşlanmadığı azabımdan, onların hoşlandığı rahmetime yönelirim.”[1229]

16766.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ne şekilde olursanız, sizlere öyle hükmedilir.”[1230]

16767.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah bir topluluğun kötülüğünü isteyince, onların işlerinin dizginlerini nimet içinde yüzen ayyaşlara bırakır.”[1231]

16768.  İmam Ali (a.s), Allah Resulü’nün (s.a.a) ashabının sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala doğruluk ve dürüstlüğümüzü görünce düşmanımızı hor/hakir kıldı ve bizlere zafer nasib etti. Sonunda İslam her yere yayıldı ve kendine geniş bir yer edindi.”[1232]

16769.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bizi sadık ve sabırlı görünce, düşmanlarımız için horluk ve yenilgi gösterdi ve bizlere ise yardım ve zafer indirdi.”[1233]

16770.  İmam Ali (a.s), Medain harabesinin önünden geçince şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu insanlar (kendilerinden öncekilerin) varisleri idiler. Sonra başkaları bunlara varis oldu. Bu insanlar haramları helal kıldılar. Böylece büyük cezalara düçar oldular. O halde haramları helal saymayınız ki, sizlere de azap ve ceza iner.”[1234]

16771.  İmam Ali (a.s), Haricilerin fitnesi yatıştıktan sonra ashabına şöyle buyurmuştur: “Gerçekten de Allah sizler hakkında ihsanda bulundu ve sizlere iyi yardım etti. O halde hiç durmadan düşmanınıza doğru yola koyulun.” Onlar şöyle dediler: “Ey Müminlerin Emiri! Kılıçlarımız körelmiş, oklarımız sona ermiş, mızraklarımızın ucu kırılmıştır. O halde izin verin de (geri dönelim ve) kendimizi hazırlayalım…” İmam (a.s) şu ayeti okudu: “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin, ardınıza dönmeyin, yoksa kaybedenler olarak dönersiniz” demişti.”[1235]

16772.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki onların kendi topraklarında islah ve onarımla uğraşması ve sizin de kendi topraklarınızda fesatla uğraşmanız, onların emanete riayeti ve sizin hıyanetiniz. Onların önderlerine itaati ve sizin önderlerinize isyanınız, onların batıl hususunda el ele verişi ve sizin hakkınız hususunda dağınıklığınız sebebiyle bu cemaatin galip gelmesinden korkuyorum. ”[1236]

16773.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu topluluğun mutlaka size üstün geleceğini görüyorum. Onların birlik içinde olduğunu, sizin dağınıklığınızı, onların önderlerine itaat ettiğini, sizin ise bana isyan ettiğinizi görüyorum.”[1237]

16774.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki benden sonra, sizler sürekli bela ve musibetlere düçar olacaksınız. Öyle ki, beni seven ve bana uyan kimse, kendi zamanındaki insanlar arasında, bir cariyenin çocuğundan daha hor olacaktır.” Kendisine, “neden?” diye arzettiler. İmam şöyle buyurdu: “Amelleriniz sebebiyle ve dinde aşağılığa razı olduğunuz sebebiyle. Eğer sizden biri zalim önderlerin zulmü ortaya çıktığında canını rabbine satar ve cihattan hakkını alırsa (cihat ederse) şüphesiz Allah’ın dini ikame (hakim) olur.”[1238]

16775.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taneyi yaran ve insanları yaratan Allah’a yemin olsun ki şüphesiz bir dağın kökünden koparılması, sağlam ve istihkamlı bir devletin yıkılmasından daha kolaydır. Ama aralarında ihtilaf çıkınca, canım elinde olana andolsun ki, eğer güvercinler bile onların üzerine saldırsa, şüphesiz kendilerine üstün gelir.”[1239]

16776.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kazanın/kaderin ger­çekleşti­ğine hükmedildikten sonra imtihan dönemi bitti. Basiretle kılıç salladılar ve öğüt verenin emriyle Rablerine yakınlaştılar.”[1240]

bak. el-Kader, 3283. Bölüm; el-Fesad, 3201. Bölüm; el-Bihar, 5/84, 3. Bölüm

 

3351. Bölüm

Allah’ın Mümin İçin Hükmettiği Şey Hayırdır

 

16777.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Musa b. İmran’a şöyle vahyetmiştir: “Ey Musa! Yarattığım varlıklardan hiç birisi benim nezdimde, mümin kulumdan daha sevimli değildir. Onu belaya düçar kılarım ve bu kendisi için daha iyidir. Ben kulumu hangi şeyin ıslah edeceğini daha iyi bilirim. O halde belalara karşı sabretmeli, nimetlerime şükretmeli, kazamdan hoşnut olmalıdır ki onu dergahımın sıddıklarından (doğrularından) yazayım. ”[1241]

16778.  , Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birgün Allah Resulü (s.a.a) akıl dişleri görülecek şekilde gördü ve daha sonra şöyle buyurdu: “Bana neden güldüğümü sormayacak mısınız?” Onlar, “Tabi ey Allah’ın Resulü!” diye arzedince Peygamber şöyle buyurdu: “Ben, aziz ve celil olan Allah’ın kendisi için her neye hükmeder ve taktir buyurursa sonunda kendisi için iyi olacağı Müslüman’a şaşıyorum.”[1242]

16779.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın mümin için verdiği her kazasında hayır vardır.”[1243]

16780.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kazasında, mümin için her türlü hayır gizlidir.”[1244]

16781.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisine Allah’ın kaza buyurduğu her şeyin, -ister hoşuna gitsin ve isterse gitmesin,- kendisi için hayırlı olduğu mümine şaşarım. Allah mümini mübtela kılarsa onun günahlarına keffare olur. Eğer ona ihsanda bulunur ve yüce tutarsa, ona bağışta bulunmuş olur.”[1245]

16782.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın kendisi hakkında verdiği her kazada hayır bulunan Müslüman’a şaşarım. Eğer makasla parça parça edilse, kendisi için hayırlıdır. Eğer doğudan batıya bütün alemi ele geçirse, yine kendisi için hayırlıdır.”[1246]

16783.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin sürekli olarak hayır ve iyilik üzeredir. Eğer bedeni parça parçaya ayrılsa, yine kendisi için hayırdır. Eğer doğudan batıya aleme hükmetse, bu yine kendisi için hayırdır.”[1247]

16784.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah mümin için hoşnut olarak verdiği her kazada mutlaka taktir ettiği şeyde onun hayrını karar kılmıştır.”[1248]

16785.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğulları Musa’nın (a.s) yanına geldiler ve ondan kendileri için aziz ve celil olan Allah’tan istedikleri taktirde yağmur yağdırmasını ve istemedikleri taktirde de yağmurun kesilmesini dilemesini istediler. Musa aziz ve celil olan Allah’tan İsrailoğulları için böyle bir istekte bulundu. Aziz ve celil olan Allah ona şöyle buyurdu: “Ey Musa! Onların isteğini kabul ettim.” Musa bu haberi onlara verdi. İsrailoğulları toprağı ektiler, hiçbir yeri boş bırakmadılar. Daha sonra istedikleri zaman yağmur yağdı ve istemedikleri zaman yağmur kesildi. Böylece ziraatları da dağlar ve tepeler gibi yükseldi. Ekinlerini biçip, harmanlarını dövdükleri zaman, hiçbir tane göremediler. Bunun üzerine Musa’ya şikayette bulundular ve şöyle dediler: “Biz senden, Allah’tan gökyüzünün bizim istediğimiz zaman yağmasını istemeni istedik, Allah da kabul etti. Ama onu bizim zararımıza dönüştürdü.” Musa şöyle arzetti: “Ey Rabbim! İsrailoğulları kendilerine yaptığın işten dolayı inlemektedirler.” Allah şöyle buyurdu: “Neden inliyorlar ey Musa!” Musa şöyle arzetti: “Onlar, senden istedikleri zaman, gökyüzünden yağmur yağmasını ve istemedikleri zaman yağmurunu kesmesini dilememi istediler. Sen de onların isteğini kabul ettin. Ama gökyüzünün yağdırmasını onların zararına dönüştürdün.” Allah şöyle buyurdu: “Ey Musa! İsrailoğullarının taktir edicisi ben idim. Ama onlar benim taktirime rızayet göstermediler ve bunu onların kendi isteğine bıraktım. Böylece gördüğün şey oldu.”[1249]

bak. el-Bela, 412. Bölüm

 

3352. Bölüm

Allah’ın Kazasından Hoşnut Olmayan Kimse

 

16786.  İmam Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın kudreti hususunda şöyle buyurmuştur: Sana karşı gelen hükümranlığını eksiltmez. Sana boyun eğen, senin mülkünü arttırmaz. Hükmünden memnun kalmayan, senin kararını geri çe­viremez.”[1250]

16787.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Herkim benim kazamdan boşnut olmaz ve benim taktirime iman etmezse, benden başka bir mabud arasın.”[1251]

16788.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Herkim benim kaza ve kaderimden hoşnut olmazsa, benden başka bir rab arasın.”[1252]

16789.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Herkim benim kazamdan hoşnut olmaz ve benim belama sabretmezse, benden başka bir rab arasın.”[1253]

16790.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Herkim benim kazamdan hoşnut olmaz, nimetlerime şükretmez ve belama sabretmezse, benden başka bir rab talep etsin.”[1254]

16791.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü insanların en çok azap göreni, Allah’ın kazasından hoşnut olmayan kimsedir.”[1255]

16792.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim dünya için üzülürse, Allah’ın kazasından hoşnut değildir.”[1256]

16793.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Dikkat edin, dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına karşı büyüklenen, kazasına karşı koyarak ve nimetlerini görmezlikten gelerek Rablerine çirkin şeyler isnad eden ve Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri inkar eden büyüklerinize ve idarecilerinize itaat etmekten sakının.”[1257]

bak. er-Rıza (1), 1522. Bölüm

 

3353. Bölüm

Kaza Kavramının Müteşabih Oluşu

 

16794.  İmam Ali (a.s), kaza kavramının müteşabih olduğu hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kazanın on anlamı vardır: İşi bitirmek anlamında kaza, emretmek anlamında kaza, haber vermek anlamında kaza, yerine getirmek anlamında kaza, farz kılmak anlamında kaza, kitap ve yazmak anlamında kaza, sona erdirmek anlamında kaza, hakemlik ve davayı görmek anlamında kaza, yaratmak anlamında kaza ve ölümün gelip çatması anlamında kaza.

Ama işi bitirmek anlamında kazanın delili Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Kur’an’ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar Kur’an’ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: “Susun” dediler Kur’an’ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler.”[1258] Yani sona erince (okunması bitince) ve bitince anlamındadır. Başka bir delili ise şu ayettir: “Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, Allah’ı anın.”[1259]

Emretmek anlamında kazanın örneği ise, Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur”[1260] yani, ona emrettik demektir. Aynısı kasas suresinde vardır.

Haber vermek ve bildirmek anlamında kazanın örneği ise Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Mûsa’ya emrimizi vahyettiğimiz zaman, sen batı yönünde, bulunmuyordun.”[1261] “Böylece Lut’a bunların sonlarının kesilmiş olarak sabahlayacaklarını bildirdik.”[1262] Hakeza şu ayettir: “İsrailoğullarına Kitapta: “Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaksınız” diye bildirdik”[1263] yani “Tevrat’ta onlara hangi işleri yapacaklarını bildirdik” demekti.

Yerine getirmek anlamında kazanın örneği ise, Allah-u Teala’nın Taha suresindeki şu ayetidir: “Ne hüküm vereceksen ver”[1264] Hakeza Enfal suresinde: “Gerekli emri yerine getirsin diye olacak işi yaptı”[1265] yani ezeli ilminde olan şeyi yaptı ve bu anlamda kaza Kur’an’da bir çok yerde kullanılmıştır.

Azabı farz kılma anlamında kazanın örneği ise, Allah-u Teala’nın İbrahim suresindeki şu ayetidir: “İş olup bitince, şeytan şöyle der: ”[1266] Yani onlara azap farz olunca. Başka bir örneği ise Yusuf suresindeki şu ayettir: “Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir”[1267] yani hakkında sorduğunuz şey vacip ve gerekli oldu.

Yazmak ve kesinleşmek anlamında kazanın örneği ise, Allah-u Teala’nın Meryem hikayesindeki şu ayetidir: “Bu önceden kararlaştırılmış bir iştir”[1268] yani malum ve kesin.

Sona erdirmek anlamında kazanın örneği ise Allah-u Teala’nın Kasas suresindeki şu sözüdür: “Mûsa süreyi doldurunca”[1269] yani, koyduğu şartı sona erdirince. Hakeza Musa’nın (a.s) şu sözüdür: “Mûsa: “Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramayacağım”[1270] yani sona erdirdiğimde.

Hakemlik anlamında kazanın örneği ise, Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “Artık insanların aralarında adaletle hüküm olunmuştur. “Övgü, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” denir”[1271] yani onların arasında hükmetti ve hakemlikte bulundu. Hakeza Allah-u Teala’nın şu ayetidir: “Allah, gerçekle hükmeder. O’nu bırakıp da yalvardıkları putlar bir şeye hüküm veremez. Şüphesiz Allah işitir ve görür”[1272] hakeza münezzeh olan Allah’ın şu ayetidir: “O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır”[1273] hakeza Allah-u Teala’nın Yunus suresindeki şu ayetidir: “Aralarında adaletle hükmolunmuştur.”[1274]

Yaratmak anlamında kazanın örneği ise, münezzeh olan Allah’ın şu ayetidir: “Bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti”[1275] yani yedi göğü yarattı.

Ölümün nazil olması anlamında kazanın örneği ise Cehennem ehlinin Zuhruf suresinde yer alan şu sözüdür: “Cehennemde şöyle seslenirler: “Ey nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın.” Nöbetçi: “Siz böyle kalacaksınız” der”[1276] yani ölümü bizlere indirsin. Diğer bir örneği ise Allah’ın şu ayetidir: “Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez[1277] yani ölümü rahat etmemeleri için onlara indirmemektedir. Hakeza Süleyman b. Davud’un hikayesindeki şu ayettir: “Ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere fark ettirdi. O, ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki[1278] Allah-u Teala’nın maksadı şudur: “Ona ölümü indirdiğimiz zaman.”[1279]

 

3354. Bölüm

Kaza Kader (Çeşitli)

 

16795.  İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer ilahi kaza pusuda ise bu zaaf ve zillet de neden?”[1280]

16796.  İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaza nazil olunca, feza (meydan) daralır.”[1281]

16797.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu sekiz şey sadece Allah’ın kazası ve kaderiyle gerçekleşir: Uyku, uyanıklık, kuvvet, zayıflık, sıhhat, hastalık, ölüm ve hayat”[1282]



444. Konu

 

el-Kaza (2)

Hüküm Vermek-Yargılamak

 

 

F Bihar, 104/261-300; Ebvab’ul Kazaya ve’l-Ahkam

F Vesail’uş-Şia, 18/2-224; Kitab’ul Kaza

F Bihar, 104/289, 8. bölüm; Cevami’ul Ahkam ve’l-Kaza

F Vesail’uş-Şia, 18/200, 18. bölüm; lil kazi en yehkume bi lmih

F Kenz’ul Ummal, 5/801, 6/91; fi’l-Kaza

F Bihar, 40/218, 97. bölüm; Kazaya Emir’el Müminin (a.s)

 

 

 

 

 


bak.

F 68. konu, et-Tecessüs; 188. konu, er-Rişve; 406. konu, el-Fetva; 438. konu, el-Kur’e; er-Re’y (1); 1424. bölüm; eş-Şirk, 1989. bölüm

 



 

 

3355. Bölüm

Hüküm Verme Hakkı Olan Kimse

 

Kur’an:

“Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde halife kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azâb vardır.”[1283]

16798.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Ey Şureyh! Sen Peygamber’in veya Peygamberin vasisinin ya da mutsuz  insan dışında hiç kimsenin oturamayacağı bir yere oturmuş bulunmaktasın.”[1284]

16799.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hüküm vermekten sakın. Zira hüküm vermek, gerçekte, hüküm vermede bilgin olan ve Müslümanlar arasında adaletle hükmeden imamın, Peygamber’in veya Peygamber’in vasisinin hakkıdır.”[1285]

 

3356. Bölüm

Tağut’un Hükmüne Müracaat Etmek

 

Kur’an:

“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa, onları tanımamakla emrolunmuşlardı.”[1286]

“Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek için Allah’ın Kitab’ına çağırılmışlar sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.”[1287]

16800.  İmam Sadık (a.s), bir borç veya miras konusunda aralarında ihtilaf çıkınca hüküm vermesi için tağuta müracaat eden iki ashabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Herkim davayı tağuta götürürse ve tağut da onun lehine hüküm verirse, aldığı şey her ne kadar kesin hakkı da olsa, kendisi için haramdır. Zira onu tağutun hükmüyle almıştır. Oysa Allah tağutu inkar etmesini emretmiştir.”[1288]

16801.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir mümin başka bir mümini ihtilaflı oldukları bir konuda, zalim bir kadı veya sultana götürürse ve o kadı veya sultan da Allah’ın hükmüne aykırı bir hüküm verirse, o mümin kadının (veya sultanın) günahına ortak olur.”[1289]

16802.  İmam Sadık (a.s), kendisine, Allah-u Teala’nın “malları aranızda haksız yere yemeyin ve onu hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin” ayetini soran Ebu Basir’e şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Basir! Aziz ve celil olan Allah bu ümmetin arasında zalim hakimlerin olduğunu bilmektedir. Bil ki Allah’ın bu ayetten maksadı adil hakimler değildir. Maksadı zalim hakimlerdir. Ey Eba Muhammed! Eğer birinde bir hakkın olur ve onu adil bir imamın hakimliğine davet edersen ve o bunu kabul etmez de kendi lehine hükmetmesi için zalim hükümdara müracaat etme hususunda ısrar ederse, bu şahıs, tağutun hükmüne müracaat etmiş kimselerdendir. Aziz ve celil olan Allah ise şöyle buyurmuştur: “…Zannedenleri görmedin mi?”[1290]

bak. Vesail’uş Şia, 18/2, 1. Bölüm

 

3357. Bölüm

Hak Üzere Hükmeden Hakimler

 

Kur’an:

“Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde halife kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azâb vardır.”[1291]

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.”[1292]

“Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever.”[1293]

16803.  Masum (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en iyisi hak üzere hükmedendir.”[1294]

16804.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en üstünü en çok hak üzere hükmedenleridir. İnsanların münezzeh olan Allah nezdinde en sevimli olanı ise en çok doğru konuşanlarıdır.”[1295]

16805.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakın sizden (Şiilerden) biri başka birini zalim hakime şikayette bulunmasın. Sizden kimin bizim hükümlerimizi ve hakimliğimizi daha iyi bildiğine baksın ve onu kendi aralarında hakem kılsın. Zira ben onu size hakim karar kıldım. O halde kendi aranızda yargıda bulunması için, onun yanına gidiniz.”[1296]

16806.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah indinde adil kimseler, kıyamet günü, rahman olan Allah’ın sağ tarafında nurdan minberler üzerinde olurlar. Allah’ın her iki eli de sağdır (Allah’ın sağ ve sol ciheti yoktur.) O adil kimseler, kendi hükümetlerinde, kendi aileleri arasında ve sorumlusu oldukları kimseler arasında adaletli davranırlar.”[1297]

16807.  İmam Sadık (a.s), Ebu Hatice’yi ashabına doğru gönderince ona şöyle buyurmuştur: “Onlara şöyle de: “Sakın sizden biri herhangi bir ihtilafta; bir borç veya alacak meselesinde bir ihtilaf ortaya çıktığında, yargı işini bu fasıklardan birine götürmesin. Aksine kendi aranızdan helal ve haramlarımızı bilen kimseyi hakim kılın. Zira ben onu hakim tayin ettim. Davanızı görmesi için zalim sultana müracaat etmekten sakının.”[1298]

 

3358. Bölüm

İslam’ın Hükmüne Teslim Olmak

 

Kur’an:

“Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.”[1299]

16808.  İmam Bakır (a.s), Allah-u Teala’nın, “Hayır, rabbine andolsun ki…” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Teslim olmak, onun verdiği hükme razı olmak ve kani olmak anlamındadır.”[1300]

16809.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakim olan kimse, bizim hükmümüz esasınca hükmederse onun hükmünü kabul etmeyen kimse gerçekte, Allah’ın hükmünü hor saymış ve sözlerimizi reddetmiştir. Herkim de bizi redderse Allah’ı reddetmiş olur ve bu amel Allah’a şirk koşma haddindedir.”[1301]

16810.  Abdullah b. Zübeyr şöyle diyor: “Ensar’dan biri Zübeyr ile hurmalıkları sulama hakkında ihtilafa düştü. O Zübeyr’e şöyle dedi: “Suyun önünü aç gitsin” Ama Zübeyr bundan imtina etti ve Allah Resulü’nün hükmüne müracaat ettiler. Allah Resulü (s.a.a) Zübeyr’e şöyle buyurdu: “Ey Zübeyr! Hurmalıklarına su ver. Sonra suyu komşunun toprağına doğru bırak.” Ensar’dan olan şahıs kızdı ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Halan oğlu olduğu için mi (böyle hüküm verdin)?” Allah Resulü’nün (s.a.a) öfkeden rengi değişti ve şöyle buyurdu: “Ey Zübeyr! Hurmalıklarına su ver, sonra da duvarlara doğru dönmesi için suyun önünü kapat.” Zübeyr şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki şu ayetin bu konuda nazil olduğunu zannediyorum: “Hayır rabbine andolsun ki iman etmezler…”[1302]

bak. 243. Konu, et-Teslim; eş, Şirk, 1989. Bölüm

 

3359. Bölüm

Herkim Allah’ın İndirdiği İle Hükmetmezse

 

Kur’an:

“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir. İncil sahipleri Allah’ın onda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır.”[1303]

16811.  İmam Sadık (a.s), Abdullah b. Muskan’a şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim, iki dirhem hakkında haksız yere hükmederse, sonra da bu konuda zorbalık gösterirse, şu ayetin muhatabı olur: “Herkim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, şüphesiz onlar kafirlerdir.” Ben (Abdullah b. Muskan şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! Onun hakkında zorbalık etmesi ne anlamdadır?” İmam şöyle buyurdu: “Kırbaç ve zindanın olması, aleyhine hüküm vermesi ve hükmünü kabul etmediği taktirde ona kırbaç vurup zindana atmasıdır.”[1304]

16812.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim iki dirhem hakkında Allah’ın nazil buyurduğunun aksine hükmederse, kafir olmuş olur. Herkim de iki dirhem hakkında hükmeder ve hatalı hüküm verirse, kafir olur.”[1305]

16813.  Hekim b. Cübeyr şöyle diyor: “İmam Seccad’ın (a.s) huzuruna vardım. Maide suresindeki ayetler hakkında kendisine soru sordum ve kendisine bu konuda Said b. Cübeyr ile Miksem’e de sorduğumu bildirdim. İmam şöyle buyurdu: “Miksem ne cevap verdi?” Ben, Miksem’in cevabını ona bildirdim. İmam şöyle buyurdu: “Doğru demiştir, ama küfürdür ve bu küfür şirkten kaynaklanan bir küfür değildir. Fasıklıktır ve fasıklık şirkten kaynaklanan bir fasıklık değildir. Zulümdür ve bu zulüm şirkten kaynaklanan bir zulüm değildir. ”[1306]

16814.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yarattıklarından en fazla buğzettiği-sev­mediği iki kişidir… Halkın arasında hüküm vermek için oturur, insanları, şüpheli/bilinmez şeylerden kurtarmayı iş edi­nir. Kendine belirsiz bir şey sorulsa kendi görüş­ünce saçma-sapan sözler ifade eder. Sonra da buna kendisi de inanır, yakin eder. O şüpheleri örtmede ağını ören örümcek gibidir. Doğru mu yanlış mı hüküm verdiğini bilmez… Onun zulüm-haksızlık üzere verdiği hükümler neticesinde dökülen kanlar (hal diliyle) feryat etmektedir, miraslar zalim elinden inlemektedir (ki, haksız hükümleri neticesinde sahibine erişmemiştir. )”[1307]

 

3360. Bölüm

Zalim Hakim

 

16815.  Resulullah (s.a.a), gözünün ağrısından şikayeti olan Ali’yi (a.s) ziyaret edince ona şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Sabırsızlık mı ediyorsun yoksa dertten mi inliyorsun?” İmam şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Asla bu kadar şiddetli bir acı görmedim.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ey Ali! Ölüm meleği, canını almak için günahkar bir kula indiği zaman, kendisiyle birlikte ateşten bir şiş getirir ve o şişle canını alır ve cehennem feryat eder.” Ali (a.s) yanında doğrularak oturup şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Bana sözünüzü tekrar ediniz. Zira söylediğiniz söz bana acımı unutturdu. Acaba bu azap ümmetinden birine ulaşacak mı?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet, zalim hakimler, yetim malını yiyenler ve yalan yere şehadette bulunanlar (bu azabı görecektir.)”[1308]

 

3361. Bölüm

Hüküm Verme İşinin Önemi

 

16816.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakimlik makamını üstlenirse, bıçak olmaksızın kendi başını kesmiş sayılır.”[1309]

16817.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkime hakimlik havale edilirse, bıçaksız başı kesilmiş demektir.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Başının kesilmesinden maksadınız nedir?” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Cehennem ateşi. ”[1310]

16818.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakemliğe tayin edilirse, bıçaksız başı kesilmiş olur.”[1311]

 

3362. Bölüm

Zalim Hakimlerin Toplantıları

 

16819.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir taş Allah’ın dergahına şikayette bulunarak şöyle dedi: “Ey mabudum ve efendim! Kaç yıldır sana ibadet ettim. Şimdi beni bir tuvaletin temel taşı mı kıldın?” Allah şöyle buyurdu: “Seni hakimlerin oturduğu yerden uzaklaştırdığıma hoşnut olmuyor musun?”[1312]

16820.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nevavis ki cehennemde bir yerdir) şiddetli sıcaklıktan dolayı, aziz ve celil olan Allah’a şikayette bulundu. Aziz ve celil olan Allah ona hitaben şöyle buyurdu: “Sus, şüphesiz hakimlerin yeri senin yerinden daha sıcaktır.”[1313]

16821.  Muhammed b. Müslim şöyle diyor: “İmam Bakır (a.s) Medine kadısının yanında oturduğum bir esnada yanımdan geçti. Ertesi gün İmam’ın huzuruna vardım. Bana şöyle buyurdum: “Dün seni gördüğüm o toplantı, ne toplantısıydı?” Ben şöyle arzettim: “Fedan olayım! Bu kadı, bazen bana lütfetmekte ve muhabbet göstermektedir. Bu yüzden bazen onun yanında oturuyorum.” İmam şöyle buyurdu: “Lanetin inmeyeceği ve bu lanetin seni de kapsamayacağı hususunda bir teminin var mıdır?”[1314]

 

3363. Bölüm

Hakimin Hesabının Şiddetli Oluşu

 

16822.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü adil hakimi getirirler ve onu öyle zor bir hesaba çekerler ki iki kişi arasında bir tek hurma tanesi hakkında bile hüküm vermemiş olmayı arzu eder.”[1315]

16823.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü adil hakime öyle bir an gelir ki, iki kişi arasında bir tek hurma tanesi hakkında bile hükmetmemiş olmayı arzu eder.”[1316]

16824.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü adil hakimi getirirler ve öyle bir şiddetli hesapla karşı karşıya kalır ki iki kişi arasında bir tek hurma tanesi hakkında bile hükmetmemiş olmayı arzu eder.”[1317]

16825.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü hakimi getirirler ve hesaba çekilmeden önce, öyle bir korku ve dehşetle karşı karşıya gelir ki, iki kişi arasında bir tek hurma tanesi hakkında bile hükmetmemiş olmayı arzu eder.”[1318]

Şöyle diyorum: “Bu rivayetler sahih ve doğru olduğu taktirde bu hususlar adil olan hakim için hüküm vermesi farz olmayan hususlara yorumlanabilir.”

bak. 111. Konu, el-Hisab; el-Velayet (1), 4217. Bölüm

 

3364. Bölüm

Hakimliği İstemek

 

16826.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakimlik makamını talep eder ve bu makama ulaşmak için ona buna tevessül ederse, Allah onu kendi haline bırakır. Herkim de bu makamı kabul etmeye mecbur kalırsa, Allah onu sağlam kılsın diye kendisine bir melek indirir.”[1319]

16827.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim, hakimlik makamını talep ederse, Allah onu kendi haline bırakır. Herkime de bu makam zorla verilirse kendisine bir melek iner ve onu sağlam kılar.”[1320]

16828.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) insanlar arasında hüküm vermeyi ve yöneticilikte bulunmayı talep etmekten sakındırarak şöyle buyurmuştur: “Herkim yöneticiliği isterse, Allah yöneticilik işinde ona yardımcı olmaz ve onu o işle baş başa bırakır. Herkim de istemeden bu makam kendisine bırakılırsa, bu işte (Allah tarafından) yardım görür.”[1321]

16829.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hakimlik makamını talep eder ve bu makama ulaşmak için birinden yardım alırsa, o makamla baş başa bırakılır. Herkim de onu talep etmez ve bu hakimlik makamına ulaşmak için kimseden yardım istemezse, Allah onu sağlam kılsın diye kendisine bir melek indirir.”[1322]

bak. 3368. Bölüm; el-Vilayet, 4224. Bölüm

 

3365. Bölüm

İslam’a Göre Hakimin Özellikleri

 

16830.  İmam Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: İnsanlar arasında hükmedecek kişileri; halkın en üstünlerinden, işlerden bunalmayacak, hasımla­rına yenilmeyecek, hatada ısrar etmeyecek, hakkı tanıyınca uymada gecikmeyecek, nefsi tamaha yönelmeyecek, araştırmaksı­zın az bir anlayışla yetinmeyecek, şüpheli işleri herkesten iyi tanıyacak ve herkesten çok delile sarılacak kişilerden seç. Hasmın müracaatından daralıp sıkılmayan; gerçekleri keşfetmede herkesten çok sabreden, hüküm belli olduğunda kesin hükmü veren, övgü ve yalakacılıklara aldanıp kendini beğenmeyen, başkalarının teşvikiyle davalılardan birine yönelmeyen kişiler olsunlar. Böyle kimseler pek azdır ya! Böyle birinin hakimliğini güzel üstlen/güzel tut, ona mal (maaş) vermede elin açık olsun.”[1323]

16831.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim fıkhı (hukuki meseleleri ve yargı hükümlerini) az bilirse, asla hakimlik makamına ihtiras duymamalıdır.”[1324]

16832.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah’ın emrini, ancak yaltaklık yapmayan (veya rüşvete bulaşmayan), kendini batıla benzetmeyen (boyun eğmeyen) ve tamahlara kapılmayan kişi uygulayabilir.”[1325]

 

3366. Bölüm

Hakimliğin Adabı

 

1-Davalı Taraflararasında Eşitliğe Riayet Etmek

16833.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar arasında, bakman, konuşman ve oturman hususunda eşitliğe riayet et ki yakınların senin taraftarlığını ümit etmesin ve düşmanların senin adaletinden ümitsizliğe kapılmasın.”[1326]

16834.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakimin davalı taraflardan birine dönüp baktığı halde diğerine dönüp bakmamaktan sakınması uygundur. Bakışlarını ikisi arasında adilce bölüştürmeli, davalı tarafların hiçbirinin, diğerine baskı yapmasına izin vermemelidir.”[1327]

16835.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Müslümanlar arasında hakimliğe mübtela olursa, bakışlarında, işaret etmesinde, oturma yerinde ve onlara karşı oturma şeklinde eşit davranmalıdır.”[1328]

16836.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Müslümanlar arasında hakimliğe mübtela olursa hasımlardan birine sesini yükseltmeden, diğerine karşı sesini yükseltmemelidir.”[1329]

bak. Vesail’uş Şia, 18/157, 3. Bölüm

 

2-Sesini Hasmın Sesinden Yükseltmemek

16837.  İmam Ali (a.s), kendisine, hiçbir hıyanet ve cinayete bulaşmadığı halde kendisini neden hakimlik makamından azlettiğini soran Ebu’l-Esved Dueliy’e şöyle buyurmuştur: “Sesini, hasmının sesinden yüksek tuttuğunu gördüm.”[1330]

 

3-Mahkemede Bitkinlik İzharında Bulunmamak

16838.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kendisine sevap taktir ettiği ve hak üzere hükmeden kimse için güzel bir azık kıldığı yargı duruşmasında yorgunluk ve bitkinlik izharında bulunma.”[1331]

 

4-Davalı Tarafların İddialarını Dinlemeden Hüküm Vermemek

16839.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) beni hakimlik için Yemen’e gönderdi. Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Henüz genç olan ve hakimliği bilmeyen beni mi gönderiyorsun?” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah çok yakında senin kalbini hidayet edecektir ve dilini sağlam kılacaktır. İki hasım senin karşında oturduğu zaman, birincisinin sözünü dinlediğin gibi, ikincisinin sözünü de dinlemeden hüküm vermekten sakın. Zira böyle yaptığın (iki tarafın sözünü dinlediğin) taktirde hüküm vermek senin için açıklığa kavuşacaktır.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Bu kılavuzluktan sonra ben sürekli olarak doğru hüküm verdim.” Veya şöyle buyurdu: “Artık verdiğim hiçbir hükümde şek ve şüpheye düşmedim.”[1332]

16840.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Peygamber (s.a.a) beni Yemen’e gönderdi ve şöyle buyurdu: “Sana bir dava için geldiklerinde, taraflardan birini dinlemeden diğerinin lehine hüküm verme.” İmam şöyle buyurdu: “O zamandan sonra hiçbir hüküm verme olayında, şek ve şüpheye düşmedim.”[1333]

16841.  Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hüküm vermen için iki kişi senin yanına geldiği taktirde taraflardan birinin açıklamasını işitmeden diğerinin lehine görüş belirtme. Böyle yaptığın taktirde (her iki tarafın sözlerini işittiğin durumda) senin için yargı meselesi ve hüküm verme olayı açıklığa kavuşacaktır.

Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu tavsiyeden sonra hüküm verme meselesi benim için çok kolaylaştı.” Peygamber (s.a.a) de kendisi (Ali) için şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Ona doğru hüküm vermeyi kavrat.”[1334]

16842.  Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki hasım senin yanına geldiğinde birinin görüşlerini dinlemeden, diğerinin aleyhine hüküm verme. Zira bu davranışınla (iki tarafın sözünü dinlemenle) hakikati daha iyi anlayabilirsin.”[1335]

16843.  Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki kişi hüküm vermen için senin yanına geldiğinde birinin açıklamalarını dinlemeden diğerinin lehine hüküm verme. Zira (eğer her iki tarafın açıklamasını dinlersen) çok çabuk bir şekilde ne hüküm vereceğini bilmiş olursun.” Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O zamandan sonra sürekli olarak doğru hüküm verdim.”[1336]

bak. Vesail’uş Şia, 18/158, 4. Bölüm

5-Gazap Halinde Hüküm Vermemek

16844.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimliğe mübtela olan kimse, gazap halinde hüküm vermemelidir.”[1337]

16845.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Yargı duruşmasında birinin kulağına sohbet etme. Eğer sinirlenirsen kalk ve gazap halinde asla hüküm verme.”[1338]

16846.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim gazap halinde iki kişi arasında hüküm vermemelidir.”[1339]

6-Uykulu Bir Halde Hüküm Vermemek

16847.  İmam Ali (a.s), Rifaa’ya şöyle buyurmuştur: “Sinirli veya uykulu olduğun bir durumda hüküm verme.”[1340]

16848.  Resulullah (s.a.a) hakimin gazap, açlık veya uyuklama halinde hüküm vermesini yasaklamıştır.”[1341]

7-Açlık veya Susuzluk Halinde Hüküm Vermemek

16849.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim iki kişi arasında aç ve susuz olmadığı bir halde hüküm vermelidir.”[1342]

16850.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Bir şey yemeden yargı duruşmasına katılma.”[1343]

8-Hakim Davalı Taraflardan Birini Misafir Etmiş Olmamalıdır

16851.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birisi Müminlerin Emirinin (a.s) yanına vardı ve birkaç gün ona misafir oldu. Daha sonra önceden Müminlerin Emirine bildirmediği bir davayı bildirdi. İmam şöyle buyurdu: “Sen şikayetçi misin?” O şöyle arzetti: “Evet.” İmam şöyle buyurmuştur: “O halde yanımızdan git. Zira Allah Resulü (s.a.a) davalı taraf hazır olmaksızın şikayetçi bulunan kimsenin (kadıya ve hakime) misafir olmasını yasaklamıştır.”[1344]

9-Mahkemede Kulağa Gizlice Sohbet Etmemek

16852.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Yargı duruşmasında kimsenin kulağına sohbet etme.”[1345]

10-Sağ Taraftaki Hasma Konuşmada Öncelik Tanımak

16853.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a), davalılardan, mahkemenin sağ tarafında oturanına konuşmada öncelik tanınmasına hükmetmiştir.”[1346]

16854.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hasmınla valinin veya hakimin yanına gittiğinde hasmının sağında dur.”[1347]

11-Şahitlere Telkinde Bulunmamak

16855.  Şöyle rivayet edilmiştir: “Allah Resulü, hakimin hasımlardan birine fazla bakmakla, cevabı hatırlatmakla birinin tarafını tutmasını ve şahitlere telkinde bulunmasını yasaklamıştır.”[1348]

12-Hüküm Vermeden Önce İyi Düşünmek

16856.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Konuşmadığın taktirde dilin senin kulundur. Ama konuştuğun taktirde sen dilinin kulu olursun. O halde ne hüküm verdiğine, ne hakkında hüküm verdiğine ve nasıl hüküm verdiğine iyi bak.”[1349]

16857.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimin dili iki ateş parçası arasındadır. Sonunda ya cennete gider, ya da ateşe doğru.”[1350]

Şöyle diyorum: “Yargının adabı, çoktur ve fıkhi kitaplarda zikredilmiştir. bak. Cevahir’ul Kelam, 40/72,

3367. Bölüm

İnsanların En İyi Hüküm Vereni

 

16858.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Musa şöyle arzetmiştir: “Ey Rabbim! En iyi hüküm veren kulun kimdir?” Allah şöyle buyurdu: “İnsanlar için kendisine hükmettiği gibi hükmeden kimsedir.”[1351]

16859.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim kendisiyle diğerleri arasında insaflı davranırsa, başkaları arasında hüküm vermesine rızayet gösterilir.”[1352]

16860.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendin hakkındaki verdiğin hüküm etkili olursa, insanların kalbi senin adaletine yönelir.”[1353]

bak. el-İnsaf, 3877. Bölüm; er’Re’y (1), 1424. Bölüm; el-Adl, 2555. Bölüm

 

3368. Bölüm

Allah’ın Yardım ve Kılavuzluk Ettiği Hakimler

 

16861.  Ma’kil b. Yesar şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) bana kavmim arasında hakimlik etmemi emretti. Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Ben iyi hakimlik yapamam.” Peygamber (s.a.a) üç defa şöyle buyurdu: “Hakim zulmetmedikçe Allah onunladır.”[1354]

16862.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslüman bir hakim ile mutlaka iki melek bulunur ve hakim hakikati istediği müddetçe ona hakikate doğru kılavuzluk ederler. Ama hakikatin peşinde olmaz ve bilerek zulmederse, o iki melek kendisinden uzaklaşır ve onu kendi haline bırakırlar.”[1355]

16863.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala bilerek zulmetmediği müddetçe hakim ile birlikedir.”[1356]

16864.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim, zulmetmediği taktirde Allah kendisiyle birliktedir. O halde zulmettiği taktirde, Allah ondan el çeker ve şeytan onunla arkadaş olur.”[1357]

16865.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmet eli, kadının başı üzerinde hareket eder. Hakim zulmedince Allah onu kendi haline bırakır.”[1358]

 

3369. Bölüm

Hakim Doğru Hüküm Verirse İki Sevaba Sahiptir

 

16866.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakim, gerekli çabayı gösterdikten sonra hüküm verir ve hükmü doğru olursa, iki sevabı vardır. Gerekli çabayı gösterdikten sonra hüküm verir, ama hükmü hatalı olursa bir sevabı vardır.”[1359]

16867.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Elinden gelen çabayı göster. Eğer verdiğin hüküm doğru olursa, on sevabın olur. Eğer hata olursa bir sevabın vardır.”[1360]

16868.  Resulullah (s.a.a), iki hasım yanına geldiğinde, Ukbe b. Amir’e şöyle buyurmuştur: “Bu ikisi arasında hüküm ver.” Ben (Ukbe) şöyle arzettim: “Hangi esas üzere hüküm vereyim ey Allah’ın Resulü!” Peygamber şöyle buyurdu: “Elinden gelen çabayı göster. Eğer verdiğin hüküm doğru olursa on sevabın olur, eğer hata edersen bir sevabın vardır.”[1361]

bak. 176. Konu, er-Re’y (2), 406, el-Fetva

 

3370. Bölüm

Hakimlerin Çeşitleri

 

16869.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakimler dört kısımdır, üç kısmı ateşte ve bir kısmı cennettedir: Bildiği halde haksız hüküm veren hakim ateştedir. Bilmeden haksız hüküm veren hakim de ateştedir. Bilmeden doğru ve hak hüküm veren hakim de ateştedir. Bilerek hak ve doğru hüküm veren hakim ise cennetedir.”[1362]

16870.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimler üç kısımdır. Onların iki kısmı ateşte, bir kısmı ise cennettedir: Heva ve hevesi üzere hüküm veren hakim ateştedir, bilmeden hüküm veren hakim de ateştedir, hak ve doğruluk üzere hüküm veren hakim ise cennettedir.”[1363]

16871.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakimler üç kısımdır: “İki grubu ateşte, bir grubu ise cennettedir: Hakikati tanıyan ve hak üzere hüküm veren hakim cennettedir. İnsanlar arasında cahilce hükmeden hakim ateştedir. Hak ve hakikati tanıyan ama doğru hüküm vermeyen hakim de ateştedir.”[1364]

bak. Kenz’ul Ummal, 14982, 15003, 15004. hadisler

 

3371. Bölüm

Kadının Hakimliği

 

16872.  Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Kadın, hakim olup  insanlar arasında hüküm vermemelidir.”[1365]

16873.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadın ne hakimlik makamına oturmalı ve ne de yöneticilik makamını üstlenmeli.”[1366]

16874.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadına ne yargı makamı verilir ve ne de yöneticilik makamı.”[1367]

16875.  Bir rivayette şöyle yer almıştır: “Allah-u Teala, Havva’ya cennetten dışarı çıkmasını emredince ona şöyle buyurdu: “Siz kadınlar arasından ne bir hakim karar kılacağım ve ne de bir Peygamber göndereceğim.”[1368]

Şöyle diyorum: Malik, Şafii ve Ahmet b. Hanbel, kadının yargı makamına oturamayacağına inanmaktadırlar. Ama Ebu Hanife şöyle diyor: “Kadının şehadetinin kabul edildiği tüm hususularda, kadın hakim de olabilir. Başka bir tabirle, kadın, hadler ve yaralanmalar dışında, diğer hususlarda yargı makamını üstlenebilir.

bak. Mustedrek’ul Vesail, 17/ 241, 2. Bölüm; Vesail’uş Şia, 18/6, 2. Bölüm

 

3372. Bölüm

“Ben Sizlere Deliller Üzere Hükmederim” Sözünün Anlamı

 

Kur’an:

“Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin; (kötü yaptığınızı) bildiğiniz halde günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemek için onu hakimlere aktarmayın.”[1369]

16876.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben de şüphesiz bir insanım. Sizden bazısı delil ikame etme hususunda diğerlerinden daha konuşkan olabilir. O halde herkim hakkında kardeşinin hakkından (alıp) kendisinin lehine hüküm verirsem, hakikatte kendisine ateşten bir parça vermiş olurum.”[1370]

16877.  Resulullah (s.a.a), miras ve bir miktar eski eşyalar hakkında birbiriyle ihtilafa düşen ve hüküm vermesi için huzuruna varan iki kişiye şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi delil gösterme hususunda diğerinden daha konuşkan olabilir. O halde, ben herkime kardeşinin hakkından (alıp) diğerinin lehine hüküm verirsem, hakikatte ona ateşten bir parça vermiş olurum.” Bu esnada her ikisi de şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Ben hakkımı karşı tarafa bağışlıyorum.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Hayır, aksine gidiniz, hak üzere malınızı bölüştürünüz, sonra kura çekiniz ve sonra birbirinizle helalleşiniz.”[1371]

16878.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Davud (a.s) Allah’a dua ediyor ve Allah nezdinde olan hakikati kendisine ilham etmesini ve bu esas üzere insanlar arasında hüküm vermeyi istiyordu. Allah da ona şöyle buyurdu: “Ey Davud! İnsanlar bu işe tahammül edemezler.”[1372]

16879.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Al-i Muhammed’in (s.a.a) Kaim’i kıyam edince, insanlar arasında Davud’un hükmüyle hükmeder, hiçbir delile ihtiyaç duymaz. Allah-u Teala bu hükmü ona ilham eder ve o ilmiyle hüküm verir.”[1373]

16880.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu beş hususta hakim, hükmün zahirine göre hükmetmelidir: “Velayet hakkı, (Allah veya İmam’ın herkes için veya çocuğun velisi için tayin ettiği yöneticilik hakkı.) Nikah (Müslümanlar arasında meşhur olan evlilik meseleleri), miraslar, kesimler (Müslümanların kesiminin helal olması) ve şahadetler. Şahitler zahirde emin ve güvenilir olurlarsa şehadetleri kabul edilir ve onların batınlarını araştırmak gerekmez.”[1374]

16881.  Resulullah (s.a.a), birisiyle bir arazi hakkında ihtilafa düşen ve hüküm vermesi için kendisinin huzuruna gelen İmre’ul Kays’a şöyle buyurmuştur: “Bir delilin var mıdır?” O, “Hayır” diye arzetti. Peygamber şöyle buyurdu: “O halde ona yemin ettir.” İmre’ul Kays şöyle arzetti: “Bu durumda toprağımı alacaktır.” Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer yeminiyle toprağını alırsa, Allah’ın kıyamet günü kendisine bakmadığı, amelini kabul etmediği ve kendisi için acı bir azabın olduğu kimselerden olur.” O şahıs dehşete kapıldı ve araziyi İmre’ul Kays’a geri verdi.”[1375]

bak. Vesail’uş Şia, 18/169, 2. Bölüm

 

3374. Bölüm

Hakimin Hatası

 

16882.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakimlerin kısas hususunda veya el kesme hususunda yaptığı yanlışlığın diyeti, Müslümanların Beyt’ül-Malından verilir.”[1376]

 

3374. Bölüm

Hakimlerin İhtilafi

 

16883.  İmam Ali (a.s), alimlerin fetva vermekteki ihtilafını kınayarak şöyle buyurmuştur: Onlardan birine hükümlerden bir hüküm gelince kendi reyince-görüşünce hüküm verir. Daha sonra aynı mesele olduğu gibi bir başkasına anlatılır, o da (önce­kine) aykırı bir fetva verir. Sonra bunlar başkadıın yanına toplanır, verdikleri hükümleri anla­tırlar. O da hepsinin hükmünün doğru olduğuna hükme­der. Halbuki ilahları bir, peygamberleri bir, kitapları bir­dir. Allah-u Teala bunlara birbirine aykırı hüküm ver­melerini emretmiş de, bunlar da o emre mi itaat ediyorlar? Yoksa onları bundan nehyetmiş de bunlar isyan mı edi­yor? Yoksa (haşa) Allah noksan bir din indirmiş de bunlardan dinini tamamlamak için yardım mı diliyor![1377]

16884.  Ebi Abdillah Cafer b. Muhammed’in (İmam Sadık’ın) ashabından biri olan Amr b. Uzeyne şöyle naklediyor: “Gençlik günlerimde bir gün Kufe kadısı, Abdurrahman b. Ebi Leyla’nın yanına gittim ve şöyle dedim: “Allah sana hayır versin, sana bir takım sorular sormak istiyorum.” O şöyle dedi: “İstediğini sor ey kuzenim!” Ben şöyle dedim: “Neden siz hakimlere, mal, namus veya canla ilgili bir dava getirildiğinde, sen kendi esasınca hüküm veriyorsun. Aynı dava Mekke hakiminin yanına götürüldüğünde o da senin hükmüne aykırı bir hüküm vermekte, sonra o hüküm Basra, Yemen ve Medine hakiminin yanına götürüldüğünde, her birisi birbirinden farklı hükümler vermektedir. Sonra sizler hakimlik makamına tayin eden halifenin huzurunda toplandığınızda farklı görüşlerinizi ona bildiriyor ve o hepinizi doğru sayıyor ve teyit ediyor. Oysa Allah’ınız bir, Peygamberiniz bir, dininiz de birdir. Aziz ve celil olan Allah sizlere ihtilafa düşmenizi emretmiş de siz ona mı uyuyorsunuz, yoksa sizi ihtilaftan sakındırmış da siz onun yasaklamasına aykırı mı davranıyorsunuz, yoksa sizler Allah’ın hükmünün ortakları mısınız da sizin için verdiğiniz hükümler onun için de razı olduğu hükümler vardır, yoksa Allah eksik bir din mi göndermiş ve bu dini kemale erdirmek için sizlerden yardım mı dilemiş, yoksa Allah kamil bir din göndermiş de, Allah Resulü (s.a.a) onu tebliğ etmede kusur mu etmiştir? Buna ne cevap vereceksiniz?” Abdurrahman şöyle dedi: “Sen nerelisin ey genç!” Ben, “Basra ehlindenim” dedim. O, “hangi taifedensin?” diye sordu. Ben, “Abdulkays taifesindenim” dedim. O, “Hangi boyundansın?” diye sordu. Ben, “Beni Uzeyne boyundanım” dedim. O, “Abdurrahman b. Uzeyne ile bir ilişkin var mıdır?” dedi. Ben, “O benim dedemdir” dedim. Bu esnada Abdurrahman bana hoş geldin dedi ve beni yakınına oturtarak şöyle dedi: “Ey genç! Çok zor ve karmaşık bir soru sordun. Ben de Allah’ın izniyle sana cevabını vereceğim. Görüş ve hüküm farklılıkları sözüne gelince, bil ki eğer bize getirilen bir meselenin aslı ve temeli Allah’ın kitabında veya Peygamberin sünnetinde var ise biz kitap ve sünnetten ileri geçme hakkına sahip değiliz. Ama eğer Allah’ın kitabında veya Peygamber’in sünnetinde aslı ve kökü yok ise, bu durumda biz kendi hükmümüzce hükmederiz.” Ben şöyle dedim: “Bana cevap vermedin, zira aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Biz kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik” Hakeza Kur’an bu konuda şöyle buyurmuştur: “O her şeyi açıklayandır.”[1378]

16885.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali’nin (a.s) hükmettiği her konunun aslını ve kökünü sünnette buldum. Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: “Eğer iki kişi hüküm vermem için benim yanıma gelir de aralarında hüküm verirsem ve sonra uzun yıllar geçer de yeniden o davayı yanıma getirirlerse, şüphesiz yine aralarında aynı hükmü veririm. Zira hüküm asla değişmez ve ortadan kalkmaz.”[1379]

16886.  İmam Ali (a.s), Muhammed b. Ebi Bekir’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Bir konuda iki farklı görüş belirtme. Zira böylece işlerin perişan olur ve haktan saparsın.”[1380]

 

3375. Bölüm

Hakimlik İşinde Meşveret

 

16887.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer bana bir dava getirirlerse ve bu davanın hükmünü ne Kur’an’da ve ne de sünnette bulamazsam ne buyurursunuz?” Peygamber şöyle buyurdu: “Onu Mümin fakihler ve abitler arasında meşveret et. Belli bir görüş esasınca hüküm verme.”[1381]

16888.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin en kötü bireyi, hakimlik makamını üstlenen, karmaşık bir işle karşılaştığında meşveret etmeyen, doğru hükmettiği taktirde gurura kapılan ve öfkelendiği taktirde kaba davranan kimsedir.”[1382]

16889.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben hakkında bir hüküm inmeyen hususlarda kendi görüşüm esasınca hüküm veririm.”[1383]

16890.  İmam Ali (a.s), Ahvaz’da hakimlik makamına tayin ettiği Refaa’ya şöyle buyurmuştur: “Hakimlik, hususunda meşveret etme. Zira meşveret, savaşta ve dünyevi maslahatlarda olur. Ama din, şahısların görüşüne bağlı değildir. Din, sadece tabi olmaktır.”[1384]

16891.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer hakim sağında ve solunda oturan kimseye, “Sen ne diyorsun? Senin görüşün nedir?” derse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetini kendisine almış olur. Neden yerinden kalkıp o ikisini kendi yerine oturtmuyor?”[1385]

bak. eş-Şura, 2138. Bölüm

 

3376. Bölüm

Yüce Mahkeme

 

16892.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri (a.s) Şurey’i hakim tayin edince icra edeceği her hükmü kendisine bildirmesini şart koştu.”[1386]

16893.  İmam Ali (a.s), Şureyh’e şöyle buyurmuştur: “Kısas veya Allah’ın hadlerinden birini ya da Müslümanların haklarından bir hakkın hükmünü icra ederken, bana sormadan önce icra etmekten sakın.”[1387]

 

3377. Bölüm

İmam’ın, “Bu Bir Hakimliktir” Sözü

 

16894.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir okulun öğrencileri, en iyisini seçmesi için el yazılarını Müminlerin Emiri’nin önüne koydular. İmam onlara şöyle buyurdu: “Bilin ki bu da bir tür hakimliktir. Bu konuda zulüm hakimlik hususunda zulüm gibidir. Öğretmeninize de şöyle deyiniz: “Eğer uslandırmak için üç darbeden fazla vurursa kısas edilir.”[1388]

 

3378. Bölüm

Hakimliğin Başlangıcı

 

16895.  Said b. Museyyib şöyle diyor: “Ne Allah Resulü, ne Ebu Bekir ve ne de Ömer hakim tutmadı. Daha sonra hilafetinin ortalarında Ömer, Nemr’in yeğeni olan Yezid’e şöyle dedi: “İşlerimden bir bölümünü üstlen.” Ömer’in maksadı, küçük ve önemsiz işlerdi.”[1389]

bak. Kenz’ul Ummal, 5/814, 815. Bölümler

 

3379. Bölüm

Hakimlik (çeşitli)

 

16896.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakimlerin afeti ihtirastır.”[1390]

16897.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En çirkin şey, hakimlerin zulmüdür.”[1391]

16898.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zan ve şüpheye dayanarak hüküm vermek, adaletten uzaktır.”[1392]

16899.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Delili, iddia eden kimse getirmeli, yemini ise aleyhine iddia edilen kimse  etmelidir.”[1393]

16900.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gaip olan şahıs hakkında hüküm verilmez.”[1394]

bak. Vesail’uş-Şia, 18/170, 3. bölüm ve s. 216, 26. bölüm

 



445. Konu

 

el-Kalb

Kalb

 

 

F Bihar, 70/27, 44. bölüm; el-Kelb ve’s-Selahuh ve’l-Fesaduh

F Kenz’ul Ummal, 1/240 ve 394; fi Hatarat’il-Kalb ve’t-Tekebbulihi

F Kenz’ul Ummal, 3/516; Umy’ul Kelb

F El-Müheccet’ül-Beyza, 5/3; Kitab-u Şerh-i Acaib’ul Kalb

 

 

 

 

 


bak.

F 17. konu, el-Ülfet; 140. konu, el-Huşu; 198. konu, er-Ruh; 519. konu, en-Nefs; ez-Zikr, 1340. bölüm; es-Sevm, 2358. bölüm; el-Fakr, 2227. bölüm; el-İlm, 2890. bölüm; el-Eh; 43. bölüm

 



 

 

3380. Bölüm

Kalp

 

16901.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalbi, gerçekten değiştiği için kalb olarak adlandırmışlardır. Kalbin misali bir çölde, bir ağacın köküne asılan ve rüzgarın altüst ettiği bir tüy misalidir.”[1395]

16902.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalp, gözün kitabıdır.”[1396]

16903.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalp, dilin haznedarıdır.”[1397]

16904.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalp, hikmet çeşmesidir ve kulak onu (hikmet çeşmesini) doldurandır.”[1398]

16905.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalp boş olduğu taktirde iri cüsseli veya uzun boylu olmanın faydası yoktur.”[1399]

16906.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın yeri beyindir. Katılık ve incelik ise kalptedir.”[1400]

Şöyle diyorum: “Allame Tabatabai Allah-u Teala’nın “Allah sizi, yeminlerinizdeki rastgele söylemlediğiniz boş, amaçsız sözlerden dolayı sorumlu tutmaz. Lakin kalplerinizin kazandığından dolayı hesaba çeker” ayetinin tefsirinde şöyle diyor: “el-Lağvu” sonuç doğurmayan fiil için kullanılır. Her şeyin sonucu, ait olduğu şeylere ve yönlerine göre değişiklik arzeder. Şu halde, bir lafız olması bakımından yeminin sonucu vardır. Sözü pekiştirici olması bakımından da bir sonuca, bir etkiye sahiptir. Bir akit ve ayrıca bozulabilir olması açısından da sonucu ve etkisi sözkonusudur. Ancak ayet-i kerimede, yeminlerdeki rastgele söylemler, boş, amaçsız sözlerden dolayı kişinin sorumlu tutulmayacağı hususu ile, kalbin kazandıklarından dolayı sorumlu tutulacağı hususu arasında, özellikle yemin açısından bir karşılaştırmanın yapılmış olması gösteriyor ki, yeminlerdeki rastgelere söylenen, boş ve amaçsız sözlerden maksat, yeminin maksadı üzerinde etkisi bulunmayan sözlerdir. Bu da, “Hayır, vallahi” ve “Evet, vallahi” gibi kişinin bir akit bağlama amacı ile değil, bir dil alışkanlığından dolayı söylediği sözlerdir.

Ayetin orjinalinde geçen “Kesb” (kazanç) bir sanat veya bir meslek aracılığı ile çalışıp menfaat celbetmek demektir. Kelimenin asıl anlamı, insanın maddi ihtiyaçlarını giderecek şeyleri elde etmesidir. Zamanla insanın herhangi bir ameli ile edindiği hayır ve şer gibi her türlü sonuç için kullanılır olmuştur.

Güzel ahlak ve hizmetler sonucu övgü, şan ve iftihar kazanma, uygun davranışlar sonucu güzel ahlak ve faydalı ve faziletli ilim sahibi olma; bir takım davranışlar aracılığı ile kınama, yergi, lanet, serzeniş, günah ve kötülük kazanma gibi…Kesb ve iktisabın anlamı budur. Bazılarına göre, iktisab; kişinin herhangi bir menfaati kendi nefsi için kazanması, kesb ise; hem kendi nefsi, hem de başkası için kazanması demektir. Kölenin efendisi için velinin velayeti altına bulunan kimseler için menfaat kazanması gibi.

Her halukarda kasib ve muktesib (kazanan, iktisab eden) insanın kendisidir başkası değil.

 

“Kalb” Kavramının Kur’an’daki Anlamı Üzerine

Bu şahitlerden de anlaşıldığı üzere “kalb” kavramı ile kastedilen şey, nefis ve ruh anlamında bizzat insanın kendisidir. Çünkü, herhangi bir insan, avam insanların kanılarına dayanarak, bedendeki kavrayıcı organ olması hasebiyle, akıl etme, düşünme, sevgi, öfke, korku ve benzeri duyguları kalbe atfedebilir. İşitme duyusunun kulağa, görme duyusunun göze ve tatma duyusunun dile nisbet edilmesi gibi, bunlardan her biri bir kavrama işlemidir ve kavrama da kesb ve iktisab (kazanma) olayının bir ferdi olması itibariyle ancak insanın kendisine nisbet edilebilir. Kalb, göz, kulak ve dil gibi organlarsa buna bir araçtırlar sadece. Gerçek müdrik (kavrayıcı) insanın kendisidir.

Şu ayet-i kerimeler de bu ketegoride değerlendirilebilir: “Şüphesiz onun kalbi günahkardır.”[1401] Hakeza, “İçten Allah’a yönelmiş bir kalp ile gelen.”[1402]

Şu açık bir gerçektir ki, insanoğlu kendisini ve diğer canlı türlerini gözlem altına alıp üzerinde düşündüğü zaman, şöyle bir durumla karşı karşıya gelir: Herhangi bir canlı bayılma ya da sara nöbeti sonucu algılama ve kavrama yeteneğini, bilincini yitirir. Ancak kalbin hareket etmesi bu durumda hayatın devam ettiğine dalalet eder. Bu da kesinlikle gösteriyor ki, hayatın kaynağı kalptir. Yani, canlı türlerinde varolduğuna inanılan ruhun ilk olarak ilişkisi, kalple olmuştur. Oradan hayat belirtisi olan diğer organlara da sirayet etmiştir. Dolayısıyla, bilinç, irade, sevgi, öfke, umut ve korku gibi tüm vicdani duyarlılıklar, ruhsal özellik ve sonuçlar, ruhun ilgili olduğu ilk merkez olması bakımından kalple ilintilidirler. Ancak bu durum her organın kendine özgü olan fiillerin kaynağı¸olması gerçeği ile çelişmez. Beyinin düşünce, gözün görme, kulağın duyma, akciğerin solumanın kaynağı oluşu gibi. Bu organların tümü, ancak bir aracı ile gerçekleşebilen fiillere ilişkin aletler konumundadır.

Bu teoriyi bir çok bilimsel deneyler de desteklemektedir: Örneğin bir operasyonla beyinleri yerinden çıkarılan kuşlar ölmemektedir; sadece kavrama ve algılama yeteneklerini yitirmektedirler. Bu yüzden hiçbir şeyi algılayamaz şekilde gıdasızlıktan kalpleri durana kadar bu halde beklerler.

Bu teoriyi pekiştirici bir diğer husus da şudur: Bilimsel araştırmalarla bu güne kadar, bedenler ilgili tüm hükümlerin kaynağı olan, buyrukları bedendeki tüm organlar tarafından yerine getirilen merkez konumundaki bir organ tesbit edilmiş değildir. Oysa bedeni oluşturan organlar, nitelik ve etkinlik bakımından farklılık göstermelerine karşın, aynı sancak altında toplanmış, tek bir komuta merkezinden emir alan gerçek bir birlik görünümündedirler.

Bu değerlendirmeyi, beynin fonksiyonundan, onun kavrama yeteneğinden gafil olma şeklinde algılamak gerekir. Çünkü insanoğlu en eski çağlardan beri “baş”ın öneminin farkındadır. Bunun somut kanıtı da, dillerinin farklılığına rağmen tüm ulusların ve tüm toplulukların hüküm ve emir merciini “baş” olarak nitelemeleri, bundan çeşitli kavram ve adları türetmiş olmalarıdır. Başbakan, başbakanlık, ipin başı, sürenin başı, mesafenin başı, sözün başı, dağın başı, canlı türlerinin başı, kılıçların başı vb.

Görüldüğü kadarıyla kavrama, algılama, sevgi, öfke, umut, korku, yönetme kıskançlık, iffet, cesaret ve cüret gibi kavrayış ve algılayış kategorisine giren duyguları kalbe isnat etmenin sebebi de budur. Aslında bu nisbet edişle insanların asıl kastettikleri, bedenle ilintili olan ya da kalp aracılığı ile bedene sirayet eden ruhtur. Bu yüzden söz konusu faaliyetleri ruha ve kendi nefislerine nisbet ettikleri gibi kalbe de nisbet edebiliyorlar. Örneğin insanlar: Onu sevdim “ruhum onu sevdi”, “nefsim onu sevdi” ve “kalbim onu sevdi” diyebiliyorlar. Zamanla bu mecazi kullanım dile yerleşti ve kalb mutlak olarak algılanıp onunla mecazen nefis kastedilebilir oldu. Bazı durumlarda mecazi kullanım kalbi de aşıp göğüs kavramını da kapsayabiliyor. İnsanlar kalbi kapsamına aldığı için göğsü kavrama faaliyetinin ruhsal eylem ve sıfatların merkezi olarak algılıyorlar.

Kur’an-ı Kerim’de bu tür nisbetlerin bir çok örnekleri vardır: “Onun göğsünü İslam’a açar.”[1403] Hakeza, “Senin göğsün daralıyor”[1404] ve hakeza, “Kalpler hancereye gelip dayanmıştır.”[1405] Bu ifade ile göğsün daralması kastedilmiştir. “Şüphesiz Allah göğüslerin özünde olanı bilir.”[1406] Allah’ın kitabındaki bu örneklerle o kadar açık olmasa bile sözkonusu teorinin gerçekliğine işaret ediliyor olması pek de uzak bir ihtimal değildir.

Şeyh Ebu Ali İbn-i Sina kavrama yeteneğinin kalple ilgili olduğunu söylemiştir. Ona göre, beynin kavrama olgusundaki fonksiyonu, alet olmaktır. Şu halde kalp kavrar, beyin de buna aracı olur. [1407]

bak. el-Bihar, 70/34; el-Meheccet’ul Beyza, 5/4

 

3381. Bölüm

Kalbin Bedene Oranla Yeri

 

16907.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kalbin bedene oranla yeri İmam’ın halka oranla yeri gibidir.”[1408]

16908.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın kalbi temiz olursa, bedeni de temiz olur. Kalbi kirli olursa bedeni de kirli olur. (uygunsuz bir takım hareketlere girişir.)”[1409]

16909.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanda bir parça et vardır ki eğer o salim ve doğru olursa, diğer organları da onun vesilesiyle salim olur. Eğer o hasta olursa, bedenin diğer organları da hasta olur ve bozulur. O et parçası kalptir.”[1410]

16910.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın huzurunda öyle bir et parçası vardır ki eğer o salim olursa diğer bedeni de salim olur. Eğer o hasta olursa bedenin diğer organları da hasta olur. O et parçası kalptir.”[1411]

16911.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalp bir takım orduları olan bir padişahtır. Padişah layık birisi olursa orduları da layık olur. Padişah bozuk birisi olursa, orduları da bozuk olur.”[1412]

 

3382. Bölüm

Kalbin Özellikleri

 

16912.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Bu, insanın içinde olan en şaşılacak uzuv kalptir. İşte bunda hikmet ve ondan farklı bir takım şeyler vardır. Eğer onun için bir ümit doğarsa, tamah onu zelil eder; tamah onu heye­canlandırırsa, hırs onu helak eder; eğer ümitsizlik ona musallat olursa, eseflenmek onu öldürür; gazaplanırsa, öfkesi şiddetlenir; hoşnutluk onu mesut ederse, sakınmayı unutur; korku onu sararsa, kaçınmak onu meşgul eder; genişliğe ka­vuşursa (veya emniyet ve rahatlığı artarsa), gaflet onu yakalar; bir mal elde ederse, zenginlik onu azdırır; bir musibet ona ulaşırsa, sabırsızlanma onu rüsva eder; yokluk onu ısırırsa, bela onu oyalar; açlık onu takatsiz ederse, zaaf onu çökertir; do­ymak onu ifrata götürürse (fazla yerse), aşırı doymak (mide şişkinliği) onu sıkar. O halde her kusur ona zararlıdır; her ifrat (haddi aşmak) da onu bozguna uğratır.”[1413]

 

3383. Bölüm

Kalpler Allah’ın Kabıdır

 

16913.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala’nın yeryüzünde bir takım kapları vardır. Bilin ki o kaplar,  kalplerdir. O halde Allah nezdinde en sevimli kalp, en ince, en saf ve en sağlam olanıdır. Yani kardeşlerine karşı en ince, günahlara karşı en saf (temiz) ve Allah yolunda en sağlam olanıdır.”[1414]

16914.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’nın yeryüzünde bir takım kapları vardır. Allah-u Teala’nın nezdinde en sevimli olan kap ise, saf, ince ve sağlam olandır. Bu kaplar, kalplerdir. Ama ince kalp, kardeşlerine karşı en ince olan kalptir. En sağlam kalp, hakkı söyleyen ve Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan kalptir. Saf olan kalp ise, günahlara karşı saf (temiz) olan kalptir.”[1415]

 

3384. Bölüm

Kalplerle Allah’a Yönelmek

 

16915.  İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerle Allah-u Teala’ya yönelmek, bedenin organlarını amellerle zahmete düşürmekten daha etkilidir.”[1416]

16916.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerle Allah’a yönelmek, bedenle Allah’a yönelmekten daha etkilidir. Kalbin hareketleri amellerin hareketinden daha etkilidir.”[1417]

16917.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Tebarek ve Teala, sizin yüzlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.”[1418]

16918.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah lütfü ve rahmetiyle bizi ve sizi, kalbiyle iyilerin menzillerine doğru koğulan kimselerden kılsın.”[1419]

 

3385. Bölüm

Kalplerin Çeşitleri

 

16919.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalpler dört kısımdır: İçinde iman olup Kur’an olmayan kalp, içinde hem iman ve hem Kur’an olan kalp, içinde Kur’an olan, ama iman olmayan kalp ve içinde ne iman ve ne de Kur’an olan kalp.

Birinci kalp, hurma gibi olan kalptir, tadı güzeldir ama kokusu yoktur. İkinci kalp misk kutusu gibidir. Eğer kapağını açarsan güzel kokar, eğer kapatırsan yine güzel kokar. Üçüncü kalp ise (çöğen) bitkisi gibidir, güzel kokar, ama tadı kötüdür. Dördüncü kap ise, Ebu Cehil karpuzu gibidir, kötü kokuludur ve tadı kötüdür.”[1420]

16920.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalpler dört çeşittir: İçinde hem nifakın ve hem de imanın olduğu kalp, ters yüz olan kalp, mühürlenmiş kalp ve nurani olan kalp… Mühürlenmiş kalp, münafığın kalbidir…Nurani olan kalp müminin kalbidir…Ters yüz olmuş kalp müşriğin kalbidir… İçinde hem iman hem de nifak olan kalp ise Taif’te bulunan bir topluluğun kalbidir. Eğer nifak haleti içinde ölüm kendilerine gelip çatarsa helak olurlar. Eğer iman haleti içinde ölürlerse kurtuluşa ererler.”[1421]

16921.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalpler dört kısımdır: İçinde kandil gibi bir şeyin yandığı saf kalp, kılıfı kapalı bir kılıf içinde bulunan kalp, ters yüz olmuş kalp ve (haktan) yüz çevirmiş kalp.”[1422]

16922.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalpler üç kısımdır. İçinde hiçbir hayrın olmadığı tersyüz olmuş kalp ve bu kalp kafirin kalbidir; içinde siyah bir nokta bulunan kalp, bu kalpte iyilik ve kötülük birbiriyle savaşır. Hangisi güçlü olursa diğerine üstün gelir ve içinde bir kandil yanan ışığı, kıyamet gününe kadar sönmeyen bir kalp ki bu kalp de müminin kalbidir.”[1423]

16923.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin kalbi saftır. İçinde bir kandil yanar. Kafirin kalbi ise siyah ve ters yüzdür.”[1424]

 

3386. Bölüm

Kalplerin En Hayırlısı

 

16924.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Bu kalpler bir çeşit kaplardır; en hayırlısı içindekini en iyi koruyandır.”[1425]

16925.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz münezzeh olan Allah kalplerden sadece hikmeti en iyi şekilde barındıranı ve insanlardan hakka en hızlı şekilde icabet edeni övmüştür.”[1426]

16926.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu kalpler kablardır. En iyisi ise hayır ve iyiliği en iyi şekilde alan kalptir.”[1427]

16927.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerin en iyisi, anlayış dolu kalptir.”[1428]

 

3387. Bölüm

Kalplerin  Harekeleri

 

16928.  Misbah’uş-Şeria’da yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerin harekeleri dört şekildir: Ötre, üstün, esre ve durak. Kalbin ötresi Allah’ı hatırlamaktır, kalbin üstünü Allah’tan hoşnut olmaktır, kalbın esresi ise Allah’tan başkasına yönelmektir. Kalbin durağı ise Allah’tan gaflet etmektir.”[1429]

bak. en-Nahv, 3860. Bölüm

 

3388. Bölüm

Kalbin Esenliği

 

Kur’an:

“İnsanların diriltileceği gün, Allah’a temiz bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme.”[1430]

“İbrahim de şüphesiz O’nun yolunda olanlardandı. Nitekim Rabbine temiz bir kalple geldi.”[1431]

16929.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Selim kalp hangisidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Şek ve nefsani isteklerden uzak bir din ve şöhret düşkünlüğü ve riyadan uzak bir amel (sahibi olan kalptir) ”[1432]

16930.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Meğer ki Allah’a selim (temiz) bir kalp getiren kimse” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Selim olan kalp, Allah’tan başka içinde hiçbir şey  olmadığı halde Allah ile görüşen kalptir. İçinde şirk veya şüphe bulunan kalp ise düşen kalptir.”[1433]

16931.  İmam Sadık (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Selim kalp, dünya sevgisinden salim olan kalptir.”[1434]

16932.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkimin niyeti sadık olursa, selim bir kalbe sahiptir. Zira kalbin nefsani düşüncelerden salim olması, tüm işlerde niyeti Allah için halis kılar. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Allah’a temiz bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün.”[1435]

16933.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Esenlik talep etmek gibi bir ilim yoktur ve kalp esenliği gibi bir esenlik yoktur.”[1436]

16934.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Selim olan kalpten, doğru  bir anlam dışında bir şey çıkmaz.”[1437]

16935.  Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalpler eğer şehvetler tarafından parçalanmaz, tamahlar tarafından kirlenmez, nimetler sebebiyle katılaşmazsa, çok geçmeden hikmet kabları haline gelirler.”[1438]

16936.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendin için beğendiğin bir şeyi müminler için de beğenmedikçe, kalbin senin için selim olmaz.”[1439]

16937.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerin en selimi, şüphelerden en temiz olandır.”[1440]

16938.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulunu severse, ona selim bir kalp ve güzel bir ahlak bağışlar.”[1441]

bak. 3404. Bölüm

 

3389. Bölüm

Kalbin Huzura Ermesi

 

Kur’an:

“Onlar iman etmişler, kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.”[1442]

“İman edenlerin, imanlarını kat kat artırmaları için, kalplerine güven indiren O’dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, hikmet sahibi olandır.”[1443]

“Ey huzur içinde olan nefis! O senden, sen de O’ndan hoşnut olarak Rabbine dön!”[1444]

16939.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kalp içeride dolaşıp, hakkı aramakta, hakka ulaşınca güvene ermektedir.” İmam daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Allah birini hidayet etmek isterse…adeta göğe çıkmış gibi olur.”[1445]

16940.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalp, hakka ulaşmadığı müddetçe sürekli yerinden çıkıp boğazına gelir ve geri döner. Hakka ulaştığı zaman ise huzura erer.” İmam daha sonra parmaklarını topladı ve şu ayeti tilavet buyurdu: “Allah birini hidayet etmek isterse …”[1446]

16941.  İmam Sadık (a.s), müminin ruhunun alınması hususunda şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Müminlerin Emiri, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve onların soyundan olan İmamlar (a.s) müminin gözleri önünde tecelli eder ve ona şöyle denir: “Bu Allah’ın Resulü, Müminlerin Emiri, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve İmamlar senin arkadaşlarındır.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Böylece gözlerini açar, bakar, Rabb’ul İzzet olan Allah nezdinden bir münadi müminin ruhuna şöyle nida eder: “Ey (Muhamemd ve Ehl-i Beyt’iyle) huzura ermiş nefis! (Velayetten) Hoşnut ve (sevapla) sevinçli olarak rabbine geri dön. Kullarımın arasına gir (yani Muhammed ve Ehl-i Beyt’inin yanına gir.) ve cennetime gir.” Bu esnada onun için canının alınmasından ve o münadiye katılmaktan daha sevimli bir şey yoktur.”[1447]

bak. ez-Zikr, 1340. Bölüm; el-İman, 271. Bölüm; ed-Din, 1292. Bölüm 6184. Hadis

 

3390. Bölüm

Kalp Gözü

 

16942.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kulun yüzünde kendisiyle dünya işlerini gördüğü iki gözü ve kendisiyle ahiret işlerini müşahade ettiği iki kalp gözü vardır. Allah kulunun iyiliğini isterse iki kalp gözlerini açar. Bu vesileyle, Allah’ın gaybi vaadlerini görür ve gayp üstüne gaybe inanır.”[1448]

16943.  İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki kulun dört gözü vardır: İki gözüyle din ve dünya işlerini görür, iki gözüyle de ahiret işlerini müşahade eder. O halde Allah bir kulun iyiliğini dilerse, kalbinde olan iki gözünü açar, onlar vesilesiyle, ahiretin gaybi işlerini görür, onun hayrını istemediği zaman da kalbini kendi haline bırakır.”[1449]

16944.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şiilerimiz gerçekte dört göze sahiptir. İki gözü başta, iki gözü ise kalptedir. Elbette bütün insanlar böyledirler. Ama aziz ve celil olan Allah sizlerin gözlerini açmış, onların gözlerini ise kör kılmıştır.”[1450]

16945.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer şeytanlar, insanın kalbinin etrafına toplanmış olmasalardı, şüphesiz insanlar, melekutu görürlerdi.”[1451]

16946.  İmam Ali (a.s), bir münacaatında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! her şeyden kopmayı ve sana tümüyle yönelmeyi bana nasip et. Kalp gözlerimizi sana bakma nuru vasıtasıyla aydınlat. Böylece kalp gözleri, nurdan perdeleri yırtsın, azamet madenine ulaşsın, canlarımız mukaddes izzetine asılsın.”[1452]

16947.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir duasında şöyle buyurmuştur: “Kalplerimizden şek perdelerini ve hicabı kenara it.”[1453]

16948.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Neredeyse kalplerin batınları örtülü ayıplardan haberdar olacaktı.”[1454]

16949.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kalbiyle gören ve basiretiyle amel eden kimsenin, işine başlarken yaptığı işin lehine mi yoksa aleyhine mi olduğunu bilmesi ge­rekir. Lehine ise yapar; aleyhine ise bırakır.”[1455]

bak. 3398. Bölüm; ez-Zuhd, 1623. Bölüm; eş-Şia, 2151. Bölüm; el-Mevt, 3738, 3739. Bölümler; el-Ma’rifet (3), 2637. Bölüm; 496. Konu, el-Melekut

 

3391. Bölüm

Kalp Kulağı

 

16950.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, kalbin iki kulağı vardır. İman ruhu ona hayır fısıldar, şeytan ise ona kötü şeyler fısıldar. O halde o ikisinden biri diğerine üstün gelince, diğerini mağlub eder.”[1456]

16951.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kalbin iki kulağı vardır. O halde kul bir günah işlemek isteyince, iman ruhu ona, “yapma” der ve şeytan ise, “yap” der. Kötü kadının üzerine çıkınca da (zina etmek isteyince de) ondan iman ruhu çekip alınır.”[1457]

16952.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz her kalbin iki kulağı vardır: Her birinin yanında kılavuz bir melek vardır. Diğerinin yanında ise aldatıcı bir şeytan vardır. Bu ona emreder, o ise sakındırmaya çalışır. Şeytan ona günahları emreder, melek ise onu günahlardan sakındırır. Allah-u Teala’nın şu ayeti de bu anlamdadır: “Sağında ve solunda iki melek vardır. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”[1458]

16953.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her müminin kalbinin iki batıni kulağı vardır. Gizlice vesvese eden şeytanın üflediği kulak ve meleğin üflediği kulak. O halde Allah mümini melek vesilesiyle güçlendirir. Allah-u Teala’nın şu ayeti de bu anlamdadır: “Onları kendisinden bir ruhla destekledi.”[1459]

16954.  İmam Sadık (a.s), kendisine, “Ben bazen seviniyorum. Ama bunun sebebini ne kendimde, ne malımda ve ne de dostumda bulamıyorum. Bazen de üzülüyorum. Ama sebebini ne kendimde, ne malımda ve ne de dostumla ilgili bir hususta bulamıyorum” diyen Harun b. Harice’ye şöyle buyurmuştur: “Evet şüphesiz şeytan kalbe yakınlaşır ve şöyle der: “Eğer Allah’ın nezdinde bir itibarın olsaydı, Allah düşmanını sana üstün kılmaz ve seni düşmanına muhtaç etmezdi. Acaba öncekilerden farklı bir akıbet mi bekliyorsun? Acaba onlar bir şey dediler mi?” İşte bu yüzden sebepsiz yere (insan) üzülür. Ama sevinmenin sebebi ise şudur: Melek kalbe yaklaşır ve ona şöyle der: “Eğer Allah düşmanını sana üstün kılsaydı ve seni bazı şeylerde ona muhtaç kılsaydı, bu birkaç günden fazla çekmezdi. Bu çok az bir müddet sayılır. Allah’ın bağışlaması ve lütfü sebebiyle sana müjdeler olsun. Allah’ın şu sözü de bunu ifade etmektedir: “Şeytan size fakirliği vaat eder ve sizlere kötülüğü emreder. Allah ise sizlere kendinden bir mağfiret ve bağış vaat eder.”[1460]

16955.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz senin bir kalbin bir de kulağın vardır. Şüphesiz Allah kulu hidayet etmek isterse, kalp kulaklarını da açar. Bundan başkasını istediği taktirde, kalp kulaklarını kapatır. Artık asla insan islah olamaz. Allah-u Teala’nın şu sözü de bu anlamdadır: “Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?”[1461]

Bak. 1160. bölüm, 5357. Hadis

16956.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer kalplerin dağınıklığı ve sizin sözdeki dağınıklığınız olmasaydı, şüphesiz benim duyduğum şeyi siz de duyardınız.”[1462]

16957.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım. Gerçekten de Ona (s.a.a) vahiy geldiği zaman, şeytanın inlemesini duydum da “Ya Resulullah! Bu inleme nedir?” dedim. “Bu, kendisine kulluk edilmesinden ümidini kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin lakin sen vezirsin ve hayır üzeresin” dedi.”[1463]

16958.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Benim içinizdeki durumum, ka­ranlığın içindeki ışığa benzer; karanlığa dalan onunla aydınlanır. Ey insanlar! İşitip belleyin, düşünmek için can kulaklarınızı açın.”[1464]

 

3392. Bölüm

Kalbin Yönelmesi ve Yüz Çevirmesi

 

16959.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kalplerin isteme, yönelme ve yüz çevirmesi vardır; o halde kalplere, meyil ve isteği üzere yaklaşın; zira kalp bir şeye zorlandığında kör (yorgun ve aciz) olur.”[1465]

16960.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kalplerin yöneliş ve yüz çevirişi vardır; yönelince onu nafilelere yöneltin; yüz çevirince de farzlarla yetinin.”[1466]

16961.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kalp de yaşar ve ölür. O halde diri ve sevinçli olduğu zaman onu müstahap amellerle terbiye et. Öldüğü zaman da farzlarla sınırlandır.”[1467]

16962.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kalplerin yönelmesi ve yüz çevirmesi vardır. Bir sevinci ve bir de durgunluğu vardır. O halde yöneldiği zaman anlayışlı ve basiretli olun. Kalper yüz çevirdiği zaman ise, yorgun ve bitkin olur. O halde yöneldikleri ve sevindikleri zaman onlara sarılın. Yüz çevirdikleri ve durgun oldukları zaman da onları kendi haline bırakın. ”[1468]

16963.  İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalpler sevindiğinde onlara (bir şeyler) emanet edin. Göç ettikleri zaman da onlara veda edin.”[1469]

16964.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Bu kalpler, bedenlerin usandığı gibi usanır; o halde bu kalplere yeni hikmetler arayın.”[1470]

 

3393. Bölüm

Kalbin Temizliği

 

Kur’an:

“Ey Ehl-i Beyt Allah ancak sizden her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[1471]

bak. Ahzab suresi, 53. a yet; Maide suresi, 41. ayet; Tevbe suresi, 108. ayet

16965.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinizi günahın pisliklerinden temizleyin ki, iyilikleriniz iki kat artsın.”[1472]

16966.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ruhlarınızı şehvet pisliğinden temizleyin ki, yüce derecelere ulaşasınız.”[1473]

16967.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinizi kinden temizleyin. Zira kin, bulaşıcı bir hastalıktır.”[1474]

16968.  Musa (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Rabbim! Senin gölgenden başka hiçbir gölgenin olmadığı günde senin arşının gölgesinde olanlar kimlerdir?” Allah ona şöyle vahyetti: “Temiz kalpli kimseler.”[1475]

16969.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulların temiz kalpleri, münezzeh olan Allah’ın baktığı yerlerdir. O halde kalbinizi temizleyin ki Allah ona baksın.”[1476]

16970.  Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zahiri doğru, batını ise bozuk olmasının bedene ne faydası vardır. Aynı şekilde hoşlandığınız bedenlerinizin güzel olmasının ama kalplerinizin bozuk olmasının size ne faydası vardır. Bedenlerinizin temiz, ama kalplerinizin pis olmasının size ne faydası vardır.”[1477]

16971.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir duasında şöyle buyurmuştur: “Muhammed’e ve Al-i Muhammed’e selam gönder. Bizi yüzlerine, evliyanın ismet perdelerini çektiğin, kalplerini temizlik ve sefayla özgün kıldığın kimselerden kıl. Onların kalplerini seçkin insanların konağında anlayış ve haya ile süslemiş, himmetlerini göklerin melekutunda perde perde gezdirmiş ve böylece girişlerini kendine eriştirmişsin.”[1478]

bak. et-Teharet, 2425. Bölüm

 

3394. Bölüm

Kalbin Açılması

 

Kur’an:

“Allah kimi doğru yola hidayet etmek isterse onun kalbini İslam’a açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları pislik içinde bırakır.”[1479]

“Senin gönlünü açmadık mı?”[1480]

16972.  Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın “Allah kimse hidayet etmek isterse…” ayeti nazil olduğunda kendisine, kalbin açılması hakkında, “Bu nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bu (kalp açıklığı) Allah’ın müminin kalbine attığı bir nurdur ve bu nur sebebiyle göğsünü ferahlatır.” Kendisine şöyle arzedildi: “Acaba bunu tanımanın bir belirtisi var mıdır?” peygamber şöyle buyurdu: “Evet. Ebedi yurda yönelmek, boş ve aldatıcı yurttan yüz çevirmek ve ölüm gelip çatmadan ölüme hazırlanmak.”[1481]

16973.  Resulullah (s.a.a), İbn-i Mes’ud’a yaptığı tavsiyelerinde şöyle buyurmuştur: “Ey İbn-i Mes’ud! Herkimin Allah göğsünü İslam’a açarsa, rabbinden bir nur içindedir. Zira nur, kalbe düştüğü zaman, kalp açılır ve genişler ve feraha kavuşur.” Kendisine, “Ey Allah’ın Resulü! Bunun bir nişanesi var mıdır?” diye sorulunca, Peygamber şöyle buyurdu: “Evet, boş ve aldatıcı yurttan yüz çevirmek, ebedi yurda yönelmek, yokluk gelip çatmadan ölüme hazırlanmak. O halde herkim dünyadan yüz çevirirse dünyada arzuları kısalır ve onu dünyayı talep edenlere bırakır.”[1482]

16974.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), Ariflerin münacaatında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Beni, göğüs bahçelerinde sana olan şevk ağaçlarının, dal budak saldığı kimselerden eyle… İnançlarda şüphe zulmeti düşüncelerinden silinmiş, şek ızdırabı kalplerinden ve içlerinden çıkıp gitmiş, gerçek bir tanımayla göğüsleri açılıp ferahlığa kavuşmuştur.”[1483]

bak. 3389. Bölüm; el-Hakk, 895. Bölüm; ez-Zuhd, 1622. Bölüm; en-Nur, 3959. Bölüm; el-Akl, 2817. Bölüm; el-Hayr, 1160. Bölüm; 5375 ve 5376. hadisler; ed-Durr’ul Mensur, 3/354

 

3395. Bölüm

Kalbin Mühürlenmesi

 

Kur’an:

“Bunlar, Allah’ın ayetlerini üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katında da, iman edenlerin yanında da öfkeyi arttırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.”[1484]

“Sonra onun ardından milletlere peygamberler gönderdik, onlara belgeler getirdiler. Diğerlerinin daha önce yalan saymış olduklarına bunlar da inanmadılar. Aşırı gidenlerin kalplerini işte böylece mühürleriz.”[1485]

“Allah bilmeyenlerin kalplerini işte böylece kapatır.”[1486]

“İşte kasabalıların haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kâfirlerin kalplerini böylece kapatıp mühürler.”[1487]

bak. Nisa suresi, 155. ayet; Nahl suresi, 108. ayet

16975.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mühür vurucu arşın sütunlarına asılmıştır. Bir hürmet çiğnenince, günahlar işlenince ve Allah’a karşı küstahlık edilince, Allah mühür vurucuyu gönderir ve böylece Allah böyle bir şahsın kalbini mühürler, ondan sonra artık hiçbir şeyi anlayamaz.”[1488]

16976.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Tamah giysisini giymekten sakın. Zira tamah kalbe şiddetli bir ihtiras karıştırır ve kalplere dünya sevgisi mührünü vurur.”[1489]

16977.  İmam Hüseyin (a.s), Amr b. Sa’d’ın ordularını kendisiyle savaş için seferber ettiği, her taraftan kendisini ablukaya aldığı bir esnada düşman ordusunun yanına vararak onları sessizliğe davet etti. Ama onlar dinlemeyince şöyle buyurmuştur: “Eyvahlar olsun size! Beni dinlemenizin ve sizleri doğru yola çağırdığım sözümü işitmenizin size ne zararı olabilir…Hepiniz bana itaatsizlik ediyor, sözlerime kulak vermiyorsunuz. Zira karınlarınız haramla dolmuş ve kalpleriniz mühürlenmiştir.”[1490]

 

3396. Bölüm

Kalbin Mühürlenmesi

 

Kur’an:

“Heva ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduğu halde Allah’ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?”[1491]

“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azap onlar içindir.”[1492]

16978.  İmam Rıza (a.s), Allah-u Teala’nın, “Allah mühürlemişti” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “(Ayette geçen) “hateme” el-Hatm kökünden olup küfürlerinin cezası olarak kafirlerin kalbine mühür vurmak anlamındadır. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Oysa Allah küfürleri sebebiyle kalplerini mühürlemiştir. Onların çok azı dışında iman etmezler.”[1493]

 

3397. Bölüm

Kalbin Bilinçsizliği

 

Kur’an:

“And olsun ki, cehennem için de bir çok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.”[1494]

“Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.”[1495]

bak. bakara suresi, 171. ayet; En’am suresi, 25. ayet; Yunus suresi, 42. ayet

16979.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbi olan herkes akıl (gönül) sahibi, kulağı olan herkes duyucu ve bakan herkes görücü değildir.”[1496]

 

3398. Bölüm

Kalbin Körlüğü

 

Kur’an:

“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akıl edecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir.”[1497]

“Bu dünyada kalbi kör olan, ahirette de kör ve daha şaşkındır.”[1498]

16980.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En kötü körlük, kalp körlüğüdür.”[1499]

16981.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En büyük körlük, hidayetten sonraki sapıklık körlüğüdür. En kötü körlük, kalp körlüğüdür.”[1500]

16982.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gerçek kör, kalbi kör olan kimsedir. “Zira gerçekte gözler kör değildir. Oysa göğüslerde olan kalpler kördür.”[1501]

16983.  İmam Bakır (a.s), Allah-u Teala’nın, “Herkim bu dünyada kör olursa, ahirette de kördür” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Göklerin ve yerin yaratılışının, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinin, güneşin ve ayın yörüngesinde dönüşünün ve diğer bir çok ilginç nişanelerin kendisini bu şeylerin ötesinde büyük ve azametli bir şeyin olduğuna kılavuzluk etmediği kimse, ahirette de kördür.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “O görmediği şey hususunda daha kör ve yol açısından daha sapıktır.”[1502]

16984.  İmam Rıza (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Yani, var olan gerçekleri görmek hususunda kör ve acizdir.”[1503]

bak. 3390, 3392. bölümler

 

3399. Bölüm

Kalbin Perdelenmesi

 

Kur’an:

“Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir. Hayır; doğrusu onlar o gün, Rablerinden örtülü kalacaklardır.”[1504]

16985.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Davud’a şöyle vahyetti: “Ey Davud! Arkadaşlarını şehvet sevgisinden korkut ve sakındır. Zira kalpleri, şehvetlere bağlanan kimselerin kalpleri benden örtülüdür.”[1505]

16986.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mümin günah işleyince, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tövbe eder, günahtan el çeker, mağfiret dilerse kalbi o siyah lekeden temizlenir. Ama eğer günahını arttırırsa o nokta büyür. Bu Allah-u Teala’nın kendi kitabında zikretmiş olduğu pastır. “Hayır, hayır; Onların kazandıkları şey kalplerini paslandırıp körletmiştir.”[1506]

16987.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Helak olma dizginleri, sizleri öne çekmiş, paslı ve pis kilitler, kalplerinizi kapamıştır.”[1507]

16988.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul günah işleyince, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tövbe ederse, kalbi o noktadan saf ve temiz hale gelir. Eğer günahı tekrar ederse, o leke artar ve sonunda kalbinde büyük bir lekeye dönüşür.”[1508]

16989.  İmam Ali (a.s), Muaviye’ye yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: Vallahi, sen hala benim bildiğim kalbi kilitli, aklı eksik ve zayıf kişisin.”[1509]

16990.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim de inadında direnir ve sapıklığında kalırsa ahdini bozan biri sayılır, Allah onun kalbini perdesiyle örter, kötülük değirmeni, başında devamlı döner.”[1510]

bak. el-Ma’ruf (3), 2639: Bölüm; ez-Zenb, 1378. Bölüm

 

3400. Bölüm

Kalbin Sapması

 

Kur’an:

“Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz sen sonsuz bağışta bulunansın.”[1511]

“Mûsa kavmine: “Ey kavmim! Beni niçin incitirsiniz!? Oysa, benim size gönderilmiş Allah’ın bir peygamberi olduğumu biliyorsunuz” demişti. Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez.”[1512]

“Kalplerinde eğrilik olan kimseler, müteşabih olanlarına uyarlar.”[1513]

16991.  İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah salih bir topluluğun dilinden şöyle buyurmuştur: “Ey Rabbimiz! Kalbimizi saptırma” Zira onlar, kalplerin saptığını önceki körlük ve helak oluşa geri dönebileceğini biliyorlardı.”[1514]

16992.  İmam Ali (a.s), fitnelerden sakındırma hususunda şöyle buyurmuştur: Bundan sonra sarsıp titreten ve kasıp kavuran bir fitne ortaya çıkar. Doğruluk içindeki kalpler eğriliğe düşer. Selamet içinde olan kimseler sapıklığa yönelir.”[1515]

16993.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınlarla konuşmak (insanı) belaya davet eder ve kalpleri saptırır.”[1516]

16994.  Resulullah (s.a.a), şu cümleyi çok söylerdi: “Ey kalpleri değiştiren Allah! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.”[1517]

Şöyle diyorum: “Peygamber’in bu duayı çok okuduğunun delili olarak, Kenz’ul Ummal, 1684, 1686, 1687, 1694, 1695. hadislere müracaat ediniz.

 

3401. Bölüm

Kalbin Katılaşması

 

Kur’an:

“Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.”[1518]

Bak. En’am, 43 Zümer, 22

16995.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kalplere ve bedenlere verdiği bir takım cezaları vardır. Geçim darlığı, ibadette gevşeklik, kul kalbin katılaşmasından daha büyük bir cezaya çarptırılmamıştır.”[1519]

16996.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kafirin kalbi taştan daha katıdır.”[1520]

16997.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gönüller o paydan ve olgunluktan nasipsiz, gaflete dalarak kaskatı kesilmiş, asıl yolundan sapmış, başka bir yolda yürüyor. Sanki hakkın maksadı kendilerinden başkasıdır ve sanki doğru yolu bulmak dünyaları elde etmekten ibarettir.”[1521]

16998.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: Gencin kalbi ekilmemiş tarlaya benzer, oraya ne eksen tutar, yeşerir. Kalbin katılaşmadan, öğütleri reddetmeden ve aklın başka şeylere yönelmeden sana edepten bir şeyler öğretmek istedim.”[1522]

 

3402. Bölüm

Kalbin Katılaşmasının Sebepleri

 

Kur’an:

“Sürekli sözlerini bozdukları için onlara lânet ettik, kalplerini katılaştırdık.”[1523]

“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı anması ve O’ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitab verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir.”[1524]

16999.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gözyaşları sadece kalbin katılaşması sebebiyle kurumuş ve kalpler de günahın çok oluşu sebebiyle katılaşmıştır.”[1525]

17000.  Aziz ve celil olan Allah Musa’ya (a.s) münacatında şöyle vahyetmiştir: “Ey Musa! Dünyada uzun arzulara kapılma. Aksi taktirde kalbin katılaşır ve katı kalpli kimse benden uzaktır.”[1526]

17001.  Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Merkepler binilmez ve yük taşıtılmazlarsa, inatçı olur ve ahlakları ve huyları değişir. Kalpler de işte böyledir. Ölümü hatırlamakla yumuşamaz ve sürekli ibadete koyulmazlarsa katılaşırlar ve kaba olurlar.”[1527]

17002.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın zikri dışında çok konuşmayınız. Zira Allah’ın zikri dışında çok konuşmak, kalbin katılaşmasına sebep olur. İnsanlardan Allah’a en uzak kimse de katı kalpli kimsedir.”[1528]

17003.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Üç şey kalbi katılaştırır: Boş şeyler işitmek, avlanmak ve sultanın (yöneticilerin) yanına gidip gelmek.”[1529]

17004.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakın hayatınızın son noktasını (ölümü) uzak ve uzun görmeyiniz. Aksi taktirde kalbiniz katılaşır.”[1530]

17005.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İbadeti terk etmek, kalbi katılaştırır ve Allah’ın zikrini terk etmek ruhu öldürür.”[1531]

17006.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yarın hayatta kalacağını ümit eden kimse, ebedi hayatı ümit etmiştir. Ebedi hayatı ümit eden kimsenin ise kalbi katılaşır ve dünyaya rağbet eder.”[1532]

17007.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mal ve servetin çokluğu dinin bozulmasına ve kalbin katılaşmasına sebep olur.”[1533]

17008.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim, itinasızlık yüzünden üç Cuma namazını terk ederse, Allah kalbini mühürler.”[1534]

17009.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cimri kimseye bakmak, kalbi katılaştırır.”[1535]

17010.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizleri akrabalarınızın cenazesinin üzerine toprak dökmekten sakındırıyorum. Zira bu iş, kalbin katılaşmasına sebep olur ve her kimin kalbi katılaşırsa, Rabbinden uzak düşer.”[1536]

bak. el-Bihar, 73/396, 135. Bölüm

 

3403. Bölüm

Kalbin Hastalığı

 

Kur’an:

 

“Kalplerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyledikleri için onlara elem verici azap vardır.”[1537]

17011.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Belalardan biri de yoksulluktur. Ondan daha kötüsü beden hastalığıdır. Ondan daha kötüsü kalp hastalığıdır. Nimetlerden biri de malın genişliğidir. Ondan daha üstünü bedenin sağlıklı olmasıdır. Bedenin sağlıklı olmasından daha üstünü de kalplerin takvasıdır.”[1538]

17012.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Eğer insanlar, Allah’ın yüce kudretini ve büyük ni­metlerini düşünselerdi (İslami) yola gelirler ve (cehen­nemdeki) yakıcı azaptan çekinirlerdi. Fakat kalpler hasta, gönüller yıkık![1539]

 

3404. Bölüm

Kalbi Hasta Kılan Şey

 

17013.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cedelleşmekten ve çekişmekten sakının. Zira bu iki iş, kalplerinizi kardeşlerinize oranla hasta kılar ve onlarda nifak biter.”[1540]

17014.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir hastalık kalpler için günahlardan daha acı verici değildir.”[1541]

17015.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalp için hiçbir şey, günahtan daha bozucu değildir. Zira kalp günaha bulaşır, günaha devam etme sebebiyle de günah kendisine üstün gelir ve onu alaşağı eder.”[1542]

17016.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fitneler (günahlar ve saptırıcı sebepler) tıpkı hasır kamışları gibi birbiri ardınca, kalplere sunulur. Bu günahların sevgisinin karıştığı kalpte siyah bir nokta meydana gelir. Buna muhalefet gösteren kalpte ise beyaz bir nokta meydana gelir. Böylece iki kalp vücuda gelir. Beyaz kalp sefa gibidir, gökler ve yeryüzü baki kaldığı müddetçe hiçbir fitne ona zarar veremez. Siyah ve kül rengi, kalp ise alaşağı olmuş testi gibidir. Ne iyiliği iyilik sayar, ne de kötülüğü çirkin sayar. Sadece kalbine karışan heva ve hevesi tanır.”[1543]

17017.  İmam Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Ben onların üzerinde emir sahibiyim, emirlerime uyulması gerek” demeye kalkışma; çünkü bu, kalbin fesadına yol açıp, dini zayıflatır.”[1544]

17018.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplere atılan en kötü şey hıyanettir.”[1545]

bak. 3406. Bölüm; ez-Zenb, 1378. Bölüm; el-Felah, 3260. Bölüm

 

3405. Bölüm

Kalbe Şifa Veren Şey

 

Kur’an:

“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, iman edenlere (doğruyu gösteren) bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[1546]

17019.  İmam Ali (a.s), Peygamber’in sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: O (Peygamber), dertlerine deva bulmak için tıp bilgisiyle hastalarını dolaşan bir hekimdir. İlaçlarını hazırlamış, tıp malzemelerini ısıtmış, ihtiyaç duyulduğunda onlarla kör gönülleri, sağır kulakları, söylemez dilleri iyileştirir. Gaflet ve şaşkınlık içinde olanları ilaçlarıyla iyileştirmek için arar bulur.”[1547]

17020.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilin ki doğudan kalkan bir şeye tabi olursanız, sizleri Peygamber’in (s.a.a) yollarına götürür. Körlük, sağırlık ve dilsizlik hastalığınızı tedavi eder.”[1548]

17021.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan korkmak kalplerinizin devası, akıllarınızın körlüğünün basireti, bedenlerinizin hastalıklarının şifası, göğüslerinizin fesadının sAllahı, nefislerinizin kirlerinin temizleyicisi, görmeyen gözlerinizin aydınlığıdır.”[1549]

bak. 3407. Bölüm; ed-Deva, 1290. Bölüm; ez-Zikr, 1340. Bölüm; ez-Zenb, 11385. Bölüm; et-Takva, 4164. Bölüm

 

3406. Bölüm

Kalbi Öldüren Şey

 

17022.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Her kim şeye aşık olursa gözlerini körleştirir, kalplerini hasta eder. Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duy­mayan bir kulakla işitmektedirler. Hevesleri, akıllarını çelmiş; dünya kalplerini öldürmüştür.”[1550]

17023.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dört şey kalbi öldürür: Günah üstüne günah işlemek, kadınlarla çok konuşmak, cahille çekişmek, sen söylersin o söyler ve asla yola gelmez ve ölülerle arkadaşlık etmek” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Ölülerden maksat kimdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Ayyaş olan her zengin.”[1551]

17024.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dört şey kalbin bozulmasına sebep olur: Kadınlarla yalnız kalmak, kadınların sözüne kulak vermek, onların görüşüyle amel etmek ve ölülerle arkadaşlık etmek.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Ölülerle arkadaşlık nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “İmandan sapmış ve ilahi hükümlerden yüz çevirmiş kimselerle arkadaşlık etmek.”[1552]

17025.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu üç grupla arkadaşlık etmek kalpleri öldürür: Aşağılık insanlarla arkadaşlık etmek, zenginlerle arkadaşlık etmek ve kadınlarla çok konuşmak.”[1553]

17026.  Resulullah (s.a.a), Ebu Zer’e yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Çok gülmekten sakın. Zira bu kalbi öldürür.”[1554]

17027.  İmam Seccad (a.s), Taibin (tövbe edenler) adlı münacaatında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Günahlar bana horluk elbisemi giydirmiş, senden uzaklık yoksulluk elbisemi bürütmüş, günahlarımın büyüklüğü, kalbimi öldürmüştür. O halde tövbemi kabul etmekle onu ihya et. Ey ümidim ve ey yegane isteğim!”[1555]

17028.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkimin sakınması az olursa, kalbi ölür. Herkimin de kalbi ölürse cehenneme gider.”[1556]

bak. el-Kelam, 3518. Bölüm; el-Mevt, 3741. Bölüm; el-Ma’ruf (2), 2699. Bölüm; ed-Dünya, 1239. Bölüm

 

3407. Bölüm

Kalbi İhya Eden Şey

 

17029.  İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: Kalbine öğütle hayat ver ve onu züht ile öldür, [1557]

17030.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünmek basiret sahibi kimsenin kalbinin hayatıdır.”[1558]

17031.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşünmekten elçekmeyin. Çünkü düşünmek basiret sahibi kalbin hayatı ve hikmet kapılarının anahtarlarıdır.”[1559]

17032.  Hz. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey İsrailoğulları! (cemiyetin kalabalık oluşundan dolayı) dizüstü oturmak zorunda bile kalsanız alimlerin meclislerini (ders halkalarını) doldurun. Zira Allah, ölü toprakları şiddetli yağmurla ihya ettiği gibi ölü kalpleri hikmet nuruyla ihya eder.”[1560]

17033.  Hz. Lokman (a.s) oğluna verdiği öğütte şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağazım! Alimlerle otur onlarla dizdize ver. Zira aziz ve celil olan Allah yeryüzüne göğün yağışıyla hayat verdiği gibi kalpleri de hikmet nuruyla ihya eder.”[1561]

17034.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fazilet sahibi kimselerle oturmak kalplerin hayhatıdır.”[1562]

17035.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Biliniz ki, dünyada olan her şeyin sahibi ondan doyar, bıkar. Ancak hayat öyle değildir; zira ölümde huzur bulamaz. İşte bu, ölü kalpleri diriltecek, kör gözlere basiret verecek, sağır kulakları işittirecek, susuzları kandıracak bir hik­met mesabesindedir.”[1563]

17036.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: Benim emrime (dinin esas ve detaylarına) ulaştıkları taktirde kullarım arasındaki ilmi tartışmalar, ölü kalpleri dirilten şeylerdendir.”[1564]

17037.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Münezzeh olan Allah hiç kimseye Kur’an’ın benzeri bir şeyle öğüt vermemiştir… Gönüllerin baharı, ilmin pınarları ondadır.”[1565]

bak. ez-Zikr, 1340. Bölüm; ed-Deva, 1290. Bölüm; et-Takva, 4164. Bölüm

 

3408. Bölüm

Kalbi Bayındır Kılan Şey

 

17038.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hayır ve iyilik sahibi kimselerle görüşmek kalbin bayındır olmasını sağlar.”[1566]

17039.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifet ehliyle görüşmek kalplerin bayındırlık sebebidir ve hikmetten istifade etmektir.”[1567]

17040.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerin bayındır olması akıl sahipleri ile muaşeret etmektedir.”[1568]

17041.  İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: Ey oğlum! Allah’tan korkup sakınmanı, emrine sürekli itaat etmeni, kalbini zikriyle imar etmeni tavsiye ederim.”[1569]

bak. ez-Ziyaret, 1670. Bölüm

 

3409. Bölüm

Kalbi Yumuşatan Şey

 

17042.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yalnızlık hallerinde (Allah’ı) çok zikrederek kalbin inceliğini (yumuşaklığını) talep et.”[1570]

17043.  Resulullah (s.a.a) kalbinin katılığından şikayette bulunan bir kimseye şöyle buyurmuştur: “Kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakire ihsanda bulun yetimin başını okşa.”[1571]

17044.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinize yumuşaklık verin, çok düşünün ve Allah’ın korkusundan çok ağlayın.”[1572]

17045.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbini öğütle dirilt… ölümü hatırlatmakla zelil et… dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl, onu zamanın saldırısından, günlerin, gecelerin geçmesiyle oluşan kötülüklerden koru. Ona geçmişlerin haberlerini arz et.”[1573]

17046.  İmam Ali (a.s) üzerindeki eski ve yamalı elbisenin sebebini sorduklarında şöyle buyurmuştur: Bununla kalp mütevazi olur, asi nefis ram olur ve müminler ondan örnek alır.”[1574]

bak. 140. Konu, el-Huşu’

 

3410. Bölüm

Kalbi Cilalayan Şey

 

17047.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah hiç kimseye Kur’an gibi bir şeyle öğüt vermemiştir… kalbi cilalamak için ondan başka bir şey yoktur.”[1575]

17048.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Münezzeh ve yüce olan Allah, zikri kalplerin cilası kıl­mıştır. Ağır duyan kulaklar onunla (zikirle) iyi duymuştur.”[1576]

17049.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Demirin suya temas ettiğinde paslandığı gibi bu kalplerde paslanır.” Kendisine şöyle arzedildi: “Kalpleri cilalamak ne iledir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Ölümü çok hatırlamak ve kuran okumakla.”[1577]

17050.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Açlığı kendine yemek kıl, kanaatle kendini yetiştir. Kalbinin rehavetini azim ve iradeyle ve gözlerinin gaflet uykusunu uyanıklıkla tedavi et.”[1578]

17051.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerde bakır gibi pas tutar o halde onları mağfiret dileyerek cilalayın.”[1579]

17052.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu kalpleri cilalayan şey Allah’ın zikri ve Kur’an okumaktır.”[1580]

 

3411. Bölüm

Kalplere Aydınlık Veren Şey

 

17053.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbini öğütle dirilt … ve kalbini hikmetle aydın kıl.”[1581]

17054.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: İman, kalpte beyaz bir nokta gibi belirir; iman arttıkça o beyaz nokta da artar.”[1582]

17055.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin, aydınlıktır.”[1583]

17056.  İmam Ali (a.s) saldırı ve kötülükten sakındırmak hususunda şöyle buyurmuştur: Her kim de Allah'ın kelimesi yücelsin ve zalimlerin kelimesi alçalsın diye kılıcıyla reddederse, kurtuluş yoluna ermiş, Allah yolunda kıyam etmiş ve kalbini yakin nuruyla aydınlatmış olur.”[1584]

17057.  Resulullah (s.a.a) bir duasında şöyle buyurmuştur: “Ey kalpleri değiştiren! Ey kalplerin tabibi! Ey kalpleri nurlu kılan! Ey kalplerin dostu!”[1585]

bak. 3407. Bölüm; ez-Zikr, 1340. Bölüm; 526. Konu, en-Nur; 564. Konu, el-Yakin

 

3412. Bölüm

Kalbi İslah Eden Şey

 

17058.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbin islah olmasının aslı Allah’ın zikriyle meşgul olmasıdır.”[1586]

17059.  İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) bir duasında şöyle buyurmuştur: “Benim hastalığımı senin tabliğinden başka bir şey tedavi edemez. Benim hüznümü sana yakınlaşmaktan başka hiç bir şey gidermez. Benim yaramı senin affından başka hiçbir şey iyileştiremez. Ve kalbimin pasını bağışından başka hiç bir eşey cilalayamaz.”[1587]

17060.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalbi doğru olmadıkça hiç bir kulun imanı doğru değildir ve dili doğru olmadıkça da hiç bir kulun kalbi doğru olmaz.”[1588]

17061.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Salih insanın nişanesi  dört şeydir: Kalbini saf kılar, amelini islah eder, gelirini ıslah eder ve tüm işlerini ıslah eder.”[1589]

 

3413. Bölüm

Kalbe Güç Veren Şey

 

17062.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbin güçlülüğünün kökü Allah’a tevekküldür.”[1590]

17063.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbini öğütle ihya et züht ile öldür ve yakin ile güçlendir. ”[1591]

17064.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, müminin gücü kalbindedir. Zira onun zayıf ve cılız bir bedende sahip olduğunu görmektesiniz ve buna rağmen gecesini ibadetle gündüzünü de oruç tutmakla geçirmektedir.”[1592]

bak. 558. Konu, et-Tevekkül, 564, el-Yakin; el-İman, 293. Bölüm

 

3413. Bölüm

İnsan İle Kalbi Arasına Girmek

 

Kur’an:

“Ey iman edenler! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun katında toplanacağınızı bilin.”[1593]

17065.  İmam Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın “Şüphesiz Allah (insan ile kalbi) arasına girer.” Ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsan aklı gözü dili ve eliyle bir şeyi arzu eder ama o şey kendisine doğru geldiği zaman kalbi onu inkar eder kabul etmez ve o şeyin hak olmadığını bilir. Hişam’ın İmam’dan (a.s) naklettiği bir hadiste İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah onunla batılı hak kabul etmesi arasına girer (batılı hak olarak kabul etmesini önler.)”[1594]

17066.  İmam Sadık (a.s) hakeza bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “İnsan kulağı gözü eli ve diliyle bir şeyi arzular ama bu arzusuna rağmen onlardan bir şeyin peşice gitmez. Eğer o şey kendisine nasip olursa kalbi onu inkar eder onu kabul etmekten sakınır ve onun hak olmadığını bilir. ”[1595]

17067.  İmam Bakır (a.s) hakeza bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “İnsan bir şeyi kalbi, gözü ve kulağıyla arzular, ruhu ondan başka bir şeye iştiyak duymaz ama onunla kalbinin kendisine duyduğu iştiyak arasına bir engel girer.”[1596]

bak. el-Batıl, 363. Bölüm; el-Halik, 1094. Bölüm

 

3415. Bölüm

Kalp (Çeşitli)

 

17068.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kalpler için nefsi aşırılıktan uzak tutan şahitler vardır.”[1597]

17069.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın beyanı kalbinin gücünden haber verir.”[1598]

17070.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalpler kendilerine iyilik eden kimseyi sevmek ve kendilerine kötülük eden kimseden nefret etmek üzere yaratılmıştır.”[1599]

17071.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalp delilin ipoteğidir.”[1600]

17072.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hatayı azaltmakla kalbin huzurunu elde et.”[1601]

17073.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akibeti düşünmek kalbi faydalı kılar.”[1602]

17074.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dağları yerinden sökmek kalpleri yerinden sökmekten daha kolaydır.”[1603]

17075.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbini, ortağı olacağın akrabalık kıl.”[1604]

17076.  İmam Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kime hilim, gazabın boğaza düğümlendiği yudumlarını içirmezse, kalp huzurunun tadını tadamaz.”[1605]

17077.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi ise Yasin suresidir.”[1606]

17078.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbin kötü duyguları vardır akıl ise onlardan kendisini engeller.”[1607]

17079.  Hz. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalplerinizi takva için evler kılın ve kalplerinizi şehvetlerin sığınağı kılmayın”[1608]

 



446. Konu

 

et-Teklit

Taklit-Öykülenmek

 

 

F Bihar, 2/81, 14. bölüm; Zemm’ut-Taklit ve’n-Nehy an Mutabiet’il-Gayr-i Masum

F Vesail’uş-Şia, 18/89, 10. bölüm; Adem-u Cevaz-i Taklit-i Gayr-i Masum fi ma Yekulu bi’r-Re’y

 

 

 

 


bak.

F 176. konu, er-Re’y (2); 323. konu, et-Ta’et; 406. konu, el-Fetva; 444. konu, el-Kaza (2)

 



 

 

3416. Bölüm

 Kınanmış Taklit

 

Kur’an:

“Onlara, “Gelin Allah’ın indirdiği (kitaba) ve peygambere uyun” dendiğinde, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter” derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?”[1609]

“Senden önce, her hangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya, o kasabanın şımarık varlıkları sadece: “Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz” derlerdi.”[1610]

17080.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Taklitçi ve iradesiz olmayınız ve, “eğer insanlar iyilik ederse, biz de iyilik ederiz. Eğer zulmederlerse biz de zulmederiz” demeyiniz. Kendinizden irade sahibi olunuz. Eğer insanlar iyilik ederlerse siz de iyilik ediniz. Eğer onlar kötülük ederlerse siz zulmetmeyiniz.”[1611]

17081.  İmam Sadık (a.s), ashabından birinde şöyle buyurmuştur: “Taklitçi olmayınız ve “Ben de diğer insanlardan biriyim” demeyiniz.”[1612]

17082.  Cezeri Nihaye adlı kitabında şöyle diyor: “Bir hadiste şöyle yer almıştır: “Ya alim ol, ya da öğrenci. Taklitçi olma ve “immea” olma. “İmmea” kendiliğinden bir görüş ve iradesi olmayan, onun bunun görüşüne tabi olan kimse demektir. Kelimenin sonunda bulunan ha harfi, mübalağa içindir, te’nis (dişiliği belirtmek) için değil. Bu açıdan “immea” de denilmektedir. Kadın için “immea” denilmemektedir. (aksine “imma” denmektedir. Zira sonundaki “ha” harfi mübalağa içindir, te’nis için değil)… Bazıları şöyle demişlerdir: “İmmea, herkese “Ben sizinleyim” diyen kimsedir. İbn-i Mes’ud’un naklettiği bu hadis de bu anlamdadır: “Sizden hiç kimse “immea” olmasın.” Kendisine, “immea nedir?” diye sorulunca da şöyle buyurmuştur: “İmmea, ben insanlar ile birlikteyim (insanlara tabiyim) diyen kimsedir.”[1613]

17083.  İmam Ali (a.s), kendisine isnat edilen bir şiirinde şöyle buyurmuştur: “Belirsiz ve zor işler bana yönelince

Düşünceyle hakikatlerini keşfederim

Ben insanların mukallidi değilim ki

Ona buna, “ne haber?” diye sorayım.

Aksine iki küçük organı[1614] eğitirim

Geçmişe bakarak geleceği aydınlatırım.”[1615]

17084.  İmam Sadık (a.s), Ebi Hamza-i Sumali’ye şöyle buyurmuştur: “Riyasetten sakın. Şahsiyetlerin peşinden koşturmaktan sakın.” Kendisine şöyle arzettim: “Fedan olayım! Riyaseti biliyoruz, ama şahsiyetlerin peşinden koşturma meselesine gelince sahip olduğum (hadis, rivayet ve ilimlerden) üçte ikisini bu şahsiyetlerin peşinde koşturmakla elde ettim.” İmam şöyle buyurdu: “Sen maksadımı anlamadın. Benim maksadım birisini delilsiz olarak bayraktar (ve put) karar kılman ve neticede dediği her şeyi tasdik etmendir.”[1616]

17085.  İmam Sadık (a.s), Süfyan b. Halid’e şöyle buyurmuştur: “Ey Süfyan! Siyasetten sakın. Zira siyasetin peşinden koşan herkes helak olmuştur.” Ben, (Süfyan b. Halid) şöyle arzettim: “Fedan olayım! O halde hepimiz helak olduk. Zira hepimiz, adının anılmasını, insanlar tarafından amaçlamasını ve kendisinden ilim öğrenilmesini sever.” İmam şöyle buyurdu: “Anlamadın! Maksadım şuydu: İnsan hiçbir delil olmaksızın birini kendisine bayraktar (ve put) kılması, dediği her şeye inanması ve insanları onun sözüne davet etmesidir.”[1617]

17086.  Resulullah (s.a.a), Allah-u Teala’nın, “Hahamlarını ve ruhbanlarını…edindiler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlara (Haham ve ruhbanlara) ibadet etmiyorlardı. Aksine hahamları ve ruhbanları kendilerine bir şey helal kılıyor, onlar da onu helal biliyorlardı. Onlara bir şeyi haram kıldıklarında da, insanlar onu haram sayıyorlardı.”[1618]

17087.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Hahamlarını ve ruhbanlarını Allah’tan başka rabler edindiler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki, onlar için namaz kılmıyor, oruç tutmuyorlardı. Sadece onlar insanlar için bir haramı helal ve bir helalı haram kılıyorlardı. İnsanlar da onlara tabi oluyorlardı.”[1619]

17088.  İmam Sadık (a.s), hakeza bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki, onlar halkı kendilerine ibadete davet etmiyorlardı. Eğer onları ibadete davet etselerdi, elbette kabul etmezlerdi. Sadece insanlar için bir haramı helal ve bir helali haram kılıyorlardı. Böylece insanlar bilmeden onlara ibadet etmiş oluyorlardı.”[1620]

17089.  İmam Bakır (a.s), Sa’d’ul Hayr’a yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Haham ve ruhban gibilerini tanı. Onlar Allah’ın kitabını gizlediler, tahrif ettiler, onların ticareti fayda vermedi ve hidayete erişemediler.

Evet onların bu ümmet arasındaki benzerlerini tanı. Onlar Kur’an’ın lafzına riayet eden, ama anlam ve hakikatlerini tahrif edenlerdir. Onlar büyüklerle ve başkanlarla birlikte olurlar ve heva ve heves önderleri dağılıp çeşit çeşit olunca bu hahamlar, dünyadan daha çok nasibi olan kimselerle birlikte olur. Bunların ilim ve bilgiden nasipleri işte budur. Bunlar, haham ve ruhbanların benzeridir. Heva ve heves önderleridir. Helak ve yokluk efendileridir.”[1621]

17090.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim hidayet olduğu hayaliyle bir dalaletin peşinden koşar veya dalalet olduğu hasebiyle bir hakkı terk ederse ve bu işiyle helak olursa hiç kimse onu mazur görmez.”[1622]

bak. el-Kufr, 3292. Bölüm; 17392. Hadis; en-Nas, 3973. Bölüm

 

3417. Bölüm

Taklit Edilmesi Doğru Olan Kimse

 

17091.  İmam Askeri (a.s), Allah-u Teala’nın, “Elleriyle kitap yazıp, “bu Allah katındandır” diyenlere eyvahlar olsun” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Birisi İmam Sadık’a (a.s) şöyle arzetti: “Eğer, Yahudi topluluğu Tevrat’ı tanımak için alimlerinden işitmek ve öğrenmek durumunda iseler, o halde Allah onları, neden alimlerini taklit etti ve sözlerini kabullendiği için kınamıştır? Zira Yahudi halkı da bizim halkımız gibi alimlerini taklit etmektedir.” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Bizim halk ve alimlerimiz ile Yahudi halkı ve alimleri arasında bir açıdan farklılık vardır ve bir açıdan da ortak nokta vardır. Ortak noktaları şudur ki Allah Yahudi halkının kınadığı gibi bizim halkımızı da alimlerini taklit ettiği için kınamıştır. Ama birbiriyle farklı oldukları açısından değil.” O şahıs şöyle arzetti: “Ey İbn-i Resulillah! Bana biraz da izah et.” İmam şöyle buyurdu: “Yahudi halkı, alimlerinin açıkça yalan söylediğini biliyor, haram ve rüşvet yediğini, farz hükümleri aracılık, tolerans tanıma ve rüşvet alma yoluyla değiştirdiklerini biliyorlardı. Onlar alimlerinin şiddetli bir taraftarlık içinde olduğunu, bu sebeple din ve inançlarını bir kenara bıraktıklarını, aleyhine bağnazlık gösterdikleri kimselerin haklarını çiğnediklerini, başkalarının mallarını haksız yere taraftarlarına verdiklerini, onlar için zulme ve haksızlığa başvurduklarını biliyorlardı. Onların harama bulaştıklarını biliyor, bu kalbi tanımalarına rağmen ister istemez hahamların ve ruhbanların işlerini yapan kimsenin fasık olduğuna da inanıyorlardı. Onların halk arasında Allah’ın sözcüsü ve aracısı olamayacağını çok iyi biliyorlardı. O halde haklarında böyle bir bilgi sahibi olduklarını, sözlerinin kabul edilmemesi gerektiğini, rivayetlerine inanılmaması icab ettiğini bildiklerini halde onlara tabi oluyordu. Allah da onları bu yüzden kınamıştır.

Bizim ümmetimizin halkı da işte böyledir. Onlar eğer alimlerinin açıkça fısk ve günah işlediğini, şiddetli bir taraftarlık ve bağnazlık içinde bulunduğunu, dünyanın süslerine vurulduğunu, haramlarına kapıldığını…bilecek olurlarsa ve buna rağmen bu fakihleri taklit ediyorlarsa, Allah’ın kendilerini taklit ve fasık fakihlere uyma sebebiyle kınadığı Yahudi alimleri gibi olurlar. Ama fakih sakınır, dinini korur, nefsinin istekleriyle savaşır, rabbinin fermanına itaat ederse, halkın onu taklit etmesi gerekir. Elbette bu özellikler, sadece bazı Şia fakihlerinde mevcuttur, hepsinde değil.”[1623]

17092.  İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer birinin zahiren iyi olduğunu, sözlerinde takvadan söz ettiğini, hareket ve davranışlarında tevazu gösterdiğini görürseniz, sizi kandırmamasına dikkat edin. Zira bir çoğu düşünce hakkındaki zayıflık ve gevşeklik ile ödleklik sebebiyle dünyadan ve haram işleyebilme gücünden mahrumdurlar. Bunlar dini dünyanın tuzağı kılmışlardır.

Eğer onların haram yemekten sakındığını görürseniz, sizleri kandırmamasına dikkat ediniz. Zira insanların istekleri çeşit çeşittir.

Ama insan, tam anlamıyla insan ve iyi kimse, nefsini rabbinin emrine tabi kılan, gücünü Allah’ı hoşnut etme yolunda kullanan kimsedir. Hak ile birlikte olan zaaf ve horluğu, batıl ile birlikte olan kudret ve izzetten, ebedi kudret ve izzete daha yakın olduğunu gören ve dünyada tahammül ettiği az sıkıntıların ve zorlukların kendisini ebedi nimete yaklaştırdığını bilen kimsedir. İşte insan, iyi kimse budur. O halde onun eteğine sarılın, yolunu ve yordamını kendinize örnek alınız. Rabbinizin dergahında ona tevessül ediniz. Zira onun hiçbir duası reddedilmez ve onun hiçbir isteği cevapsız bırakılmaz.”[1624]

 

Meselenin Bilimsel ve Ahlaki Açıdan İncelenmesi

Kur’an-ı Kerim’de en çok sözü edilen, hayatlarından kesitler sunulan topluluk İsrailoğullarıdır. Adı en fazla geçen Peygamber de İmran oğlu Musa’dır (selam üzerine olsun). Hz. Musa’nın adı yüz otuz altı yerde geçer, ki bu sayı Hz. Musa’dan sonra en çok adı geçen Peygamber olan hz. İbrahim’in adının sayısından bir kat daha fazladır. Söylenene göre Hz. İrahim’in adı da altmış dokuz yerde geçmiştir. Bundaki belirgin amaç şudur: İslam, Allah’ın birliği ve ortaksızlığı esasına danan Hanif Din’dir. Bu dinin temelleri Hz. İbrahim döneminde atılmış ve nihayet yüce Allah sevgili Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) gelişi ile birlikte bu dini tamamlayıp kemale erdrmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Babanız İbrahim’in dini, o sizi bundan önce de “Müslümanlar” olarak isimlendirdi.”[1625] Uluslar içinde en inatçı, en dikbaş, hakka boyun eğmekten en çok kaçınan ulus İsrailoğullarıdır. Nitekim Peygamber efendimizin muhatap olduğu Arap kafirleri de bu niteliğe sahiptirler. Öyle ki yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Kafirleri uyarsan da uyarmasan da fark etmez. Onlar inanmazlar.”[1626] İsrailoğullarıyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’in sözünü ettiği hiçbir aşağılık nitelik yoktur ki, Arap müşriklerinde bulunmasın. Onlar da tıpkı İsrailoğulları gibi pislik içinde yüzüyorlardı. Katı yüreklilikte, anlayışsızlıkta İsrailoğullarından geri kalır bir yanları yoktur. Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğullarıyla ilgili kıssalar üzerinde iyice düşündüğün zaman göreceksin ki, İsrailoğulları maddeye bağlanan, ondan vazgeçmeyen bir topluluktur. Tek hedefleri duyu organlarının sağladığı maddi hata ilişkin zevklerdir. Bu topluluk duyu ötesine inanmazdı, sadece zevklerinin ve maddi doyunluğun peşinde koşarlardı. Bu günkü Yahudiler de aynı karaktere sahiptirler. Bu karakterlerinden dolayıdır ki, akılları ve iradeleri duyu organlarının ve maddenin kontrolündedir. Ancak duyularının ve maddenin elverdiği ölçüde akledebiliyor ve ancak bunların izin verdiği sınırlar içinde iradelerini kullanabiliyorlar. Bütünüyle duyularına bağlı olmalarından dolayı, duyu organlarıyla algılayamadıkları bir şeyi gerçek de olsa kabul etmiyorlardı. Maddeye bağlılıkları yüzünden, maddi güzelliklere ve hayatın çekici süslerine sahip olan büyüklerinin her dediğini yanlış da olsa kabul ediyorlardı. Bu da onların söz ve fiillerinin çelişmesine yol açmıştı. Onlar duyularından uzak olduğu sürece, uyulması gerekiyor olsa da, gelenek adına uygulanan her hususu kınayarak reddederlerdi. Ama uyulmaması gerekiyor olsa da, maddi tutkularıyla uyum içinde olan, hayatın zevki adına diye yapılan her eşyden övgüyle sözederlerdi. Onların bu karaktere sahip olmalarını sağlayan etkenlerin başında uzun süre Mısırlıların egemenliği altında onların köleleri olarak onur kırıcı bir hayat yaşamaları gelir. Mısırlıları onları, sistematik olarak işkenceden geçiriyor, azabın en iğrencini onlara tattırıyorlardı. Oğullarını öldürüp kadınlarını sağ bırakıyorlardı. Bunda Rab’lerinden onlara yönelik büyük bir sınav vardır. Kısacası İsrailoğulları, bu sebeplerden dolayı Peygamberlerinin ve dini hayata geçirme misyonunu üstlenen bilginlerinin, onların dünya ve ahiret mutluluklarına yönelik sözlerine uymada çok ağır davranırlarken, aralarındaki müstekbirlerin ve haktan yüz çeviren azgınların çağrılarından çok çabuk etkilenirdi.

Hak ve hakikat bu gün de Batıda ortaya çıkan madde karakterli medeniyete karşı benzeri bir sınav vermektedir. Bu medeniyet de duyulara ve maddi hayata dayanmaktadır. Duyularca algılanmayan hiçbir kanıtı kabul etmiyor ve duyularca algılanan maddi bir lezzet kapsayan bir şey hakkında da kanıt arama gereğini duymuyor. Bu yüzden Batı medeniyeti eşya ve olaylara ilişkin yargılarında insani karakteristiği devre dışı bırakmıştır. Yüksek bilgiler ve üstün ahlak insanlık aleminden uzaklaşmıştır. Dolayısıyla insanlık yokoluş tehditiyle burun burunadır. İnsanoğlu yeryüzündeki serüveninde bu güne kadar tanık olmadığı korkunç bir fesadın, dejenerasyonun ölümcül tehditi altındadır. Bir zaman sonra bunun haberleri duyulur olacaktır.

Oysa ahlak alanında yapılacak bir araştırma aksi bir sonuç verecektir. Çünkü her kanıt zorunlu olarak istenmez ve her gelenek de zorunlu olarak kötülenmez. Şöyle ki: Beşer türü, insan olması hasebiyle iradeye bağlı fiileri ile hayatta kendisi için öngörülen kemale doğru yer alır. İradesi de düşünceye bağlıdır, düşünce olmadan iradenin gerçekleşmesi imkansızdır. Dolayısıyla zorunlu varoluş kemalinin dayandığı yegane temel düşüncedir. Bu yüzden insanın varoluşsal kemali ile dolaylı veya dolaysız bağlantısı bulunan pratik veya teorik bilgilerinin bulunması kaçınılmazdır. Bunlar bireysel veya toplumsal eylemlerimizi ya da zihnimizde tasarlayıp da eylemlerimiz aracılığı ile dış alemde elde ettiğimiz şeyleri illetlendirdiğimiz önermelerdir.

Ayrıca, insanın temel bir özelliği de, karşılaştığı olayların ya da zihnine hücum eden bilgilerin sebebini araştırma gereğini duymasıdır. Gerektirici illeti zihninde belirlemediği sürece, bir insanın dış alemin yansıması olarak zihninde oluşan şeyin gerçekleşmesine yol açacak bir eylemi gerçekleştirmesi düşünülmez. Aynı şekilde insanoğlu, illetinin onaylanmasına dayanmayan teorik bir onayı da kabul etmez. İşte bu, insanın ayrılmaz bir karakteridir, onsuz edemediği özelliğidir. Şayet bu karakterin aksini gösteren bazı örnekler bulursak üzerinde biraz düşündükten sonra hiçbir kuşku kalmaz, onların da bir illete dayandığı gün yüzüne çıkmış olur. Çünkü bu temele dayanıp güvenmek insanın öz yaratılışının bir gereğidir. İnsanın öz yaratılışı, yani fıtrat ise, değişmez ve fiileri arasında başkalaşım söz konusu olmaz. Bu da doğal ihtiyacın çok geniş çaplı olduğundan dolayı, insanı gücünün üstündeki bir düşünsel eyleme ve bundan kaynaklanan fiillere yöneltir. İnsanoğlu sırf kendisine güvenerek ve sadece kendi doğal gücüne başvurarak bu ihtiyacı ortadan kaldıramaz. İnsanın öz yaratılışı onu toplum içinde destek ve güç araştırmasına yöneltir. Medeniyet dediğimiz şey de budur. Böylece söz konusu ihtiyaç kapıları toplum bireyleri arasında bölüştürülmüş olur. Her bir ihtiyacın giderilmesi bir gruba yüklenir. Tıpkı bir canlı organizmanın, görevleri değişik, ama amaçları bir olan organları gibi, tümünün çabası organizmanın ihtiyacının giderilmesine yönelik olur. İnsanlığın ihtiyaçları da nitelik ve kapasite olarak sürekli gelişme kaydetmekte, sürekli artmaktadır. Yeni sanat, bilim ve sanayi dalları ortaya çıkmaktadır. Buna paralel olarak bilginler ve sanatkarlar arasında her gün yeni uzmanlar yetişmektedir. Bilimler ve sanatların bir çoğu bir zamanlar tek bir bilim, tek bir sanat sayılıyor, tek bir kişi üstesinden gelebiliyordu. Ama bu gün bunların her bir dalı başlı başına bir bilim ya da bir sanat kabul edilmektedir. Sözgelimi, tıp bilimi geçmişte doğa biliminin bir dalı sayılıyorken bu gün kendi içinde bir çok dallara ayrılmış ve bir uzman ancak onun bir dalı ile ilgili olarak öne çıkabilir.

Bu durum, öz yaratılışın da ilham etmesi ile birlikte, insanı sadece kendi alanında bağımsız davranmaya, ilgi alanının illetini araştırırken kendi uzmanlığını kullanmaya ve bunun dışındaki hususlarda, deneyimine ve maharetine güvendiği kimselere uymaya yöneltir.

Toplum fertlerinin akıllıları deneyimli kişilere başvurmayı öngörürler. Bu tür bir uymanın ve meşhur deyimiyle taklidin gerçek mahiyeti, insanın, kanıtsal ayrıntılarını elde edemediği husular da ayrıntısız, kısa kanıta uymasıdır. İlletini ve kanıtını ayrıntılı biçimde elde edebildiği hususlarda tek başına ayrıntılı kanıtı araştırmaya koyulması insanın öz yaratılışından olduğu gibi bu da öz yaratılıştan kaynaklanan bir tavırdır. Meselenin özü şudur: İnsanoğlu bilgiden başkasına dayanmaz. Öz yaratılışı açısından zorunlu olan da içtihattır. İçtihad, elinden geldiği hususlarda bağımsız araştırma yapmak demektir. Taklit ise, bilmeyenin, bilgisi ve kapasitesi dahilinde olmayan hususlarda bilene başvurup verdiği bilgilere uymasıdır. İnsan türü içinde bir bireyin dünya hayatının temel dayanağı olan tüm hususlarda kendi başına davranabilmesi, bağımsız hareket etmesi imkansız olduğu için, herhangi bir hususta başkasına uymamak ve taklitsizlik imkansızdır. Onun için kim hayatta hiç kimseyi taklit etmediğini iddia ederse veya böyle bir sanıya kapılırsa, o kendini bilmeyen bir budaladır.

Evet, tıpkı ulaşılması ve elde edilmesi mümkün olmayan bir hususta içtihat yapmaya kalkışmak gibi, insanın illetine ve sebebine ulaşabileceği hususlarda başkasını körü körüne taklit etmesi de toplumları yok oluşa sürükleyen, üstün nitelikli uygarlıkları yıkıma uğratan aşağılık bir hastalıktır. Onun için sadece yüce Allah’a sorgusuz sualsiz uyulur. Çünkü tüm sebeplerin vardığı ilk sebep O’dur. [1627]

 

 



447. Konu

 

el-Kalem

Kalem

 

 

F Bihar, 57/357, 4. bölüm; el-Kalem ve’l-Levh’ul Mahfuz

 

 

 

 


bak.

F 454. konu, el-Kitab; el-Mal, 2766. bölüm

 



 

 

3418. Bölüm

Kalem

 

Kur’an:

“Nûn; kalem ve onunla yazılanlara andolsun”[1628]

“Kalemle öğreten…”[1629]

17093.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce insanların akılları kalemlerinin ucundadır.”[1630]

17094.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin elçin zekanın ölçüsüdür ve kalemin sözünden daha etkilidir.”[1631]

17095.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü kalem sahibi (yazar) kimse üzerine ateşten anahtarların vurulduğu ateşten bir tabut içinde getirilir. Kalemini hangi yolda kullanıldığına bakılır, eğer itaat ve Allah’ın hoşnutluğu yolunda kullanılmışsa, tabutu açılır ve eğer Allah’a isyan yolunda kullanmışsa, tabutu yetmiş harif[1632] aşağı düşer.”[1633]

 



448. Konu

 

el-Kımar

Kumar

 

 

F Bihar, 79/228, 98. bölüm, el-Kımar

F Vesail’uş-Şia, 12/119, 35. bölüm; Tahrim-u Kesb’il-Kımar. . . ve tahrim-u fi’l’il-Kımar

F Vesail’uş-Şia, 12/237, 102. bölüm; Tahrim’ul Le’b bi’ş-Şetrenc ve’n-Nehvih

 

 

 

 

 


bak.

F 478. konu, el-Lehv; ez-Zikr, 1347. bölüm

 



 

 

3419. Bölüm

Kumar

 

Kur’an:

“Sana içki ve kumarı sorarlar, de ki “İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı (maddi) faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.”[1634]

“Leş, kan, domuz eti…fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı…”[1635]

“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?”[1636]

17096.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Meysir kumardır.”[1637]

17097.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Satranç, tavla ve ondört taş ve kendisiyle kumar oynan her şey meysirdir.”[1638]

17098.  İmam Bakır (a.s), kendisine satranç oyunu sorulunca şöyle buyurmuştur: “Mümin, oyun oynama fırsatı bulamaz.”[1639]

17099.  İmam Sadık (a.s), kendisine satranç oyununu soran Bukeyr’e şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz mümin o kadar meşguldür ki oyuna vakit bulamaz.”[1640]

17100.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanı Allah’ı hatırlamaktan gafil kılan her şey meyserden (kumardan) sayılır.”[1641]

17101.  İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Mallarınızı kendi aranızda batıl üzere yemeyin” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Kureyş kadın ve malları hakkında birbiriyle kumar oynuyordu. Aziz ve celil olan Allah onları bu işten sakındırmıştır.”[1642]

17102.  Sekuni şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) çocukların oynayarak kazandıkları cevizi yemekten sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: “O haramdır.”[1643]

17103.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmam Seccad (a.s) çocukların birbirinden kazanarak elde ettiği cevizi yemekten sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: “O haramdır.”[1644]

17104.  İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Hüseyin b. Ali’nin (a.s) başı Şam’a getirilince Yezid (Allah ona lanet etsin) Hüseyin’in (a.s) başını meclisine bırakmalarını, yanına da sofra kurulmasını emretti. O (Allah lanet etsin) ve etrafındakiler, yemek yemeye, bira içmeye koyuldular. Yemekleri bitince de, İmam Hüseyin’in (a.s) başını bir leğen içinde tahtının altına koymalarını, tahtının üzerine de satranç tahtalarını koymalarını emretti. Böylece Yezid (Allah ona lanet etsin) satranç oynamaya koyuldu. Sürekli olarak Hüseyin’in babasının ve atalarının (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) adını anıyor ve alaylı bir şekilde dile getiriyordu. Rakibini yenince de, şarabı kaldırıyor, üç defa içiyor, artığını, yere bırakılan leğenin yanına döküyordu. O halde bizim Şialarımız bira içmekten ve satranç oynamaktan uzak durmalıdırlar. [1645]

17105.  Resulullah (s.a.a), “Şüphesiz içki ve kumar” ayeti nazil olup kendisine, “meysir” (kumar) hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kendisiyle kumar oynanan her şey, hatta tavla tahtasının zarları ve ceviz bile haramdır.” Kendisine, “Ensab nedir?” diye arzedilince de şöyle buyurmuştur: “İlahları için kestikleri şeydir.” Kendisine, “Ezlam nedir?” diye arzedilince de şöyle buyurmuştur: “Kendisi ile kura çektikleri oklardır.”[1646]

17106.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah, şarabı, kumarı kubeyi[1647] bana haram kılmıştır.”[1648]

 



449. Konu

 

el-Kunut

Ümitsizlik

 

 

F Bihar, 72/336, 120. bölüm; el-Ye’s min Revhillah

 

 

 

 


bak.

F 562. konu, el-Ye’s; 181. konu, er-Rehmet; 179. konu, er-Rica



 

 

3420. Bölüm

Allah’ın Rahmetinden Ümidini Kesmek

 

Kur’an:

“Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf’u ve kardeşini arayın. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”[1649]

“Zaten sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden umudunu keser?” dedi.”[1650]

“İnsan, iyilik istemekten usanmaz da, kendisine bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, meyus olur.”[1651]

17107.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: İstiğfar etmek elindeyken ümitsizliğe kapılana şa­şa­rım.”[1652]

17108.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tövbe kapısı açık olduğu müddetçe, günahtan ümidinizi kesme.”[1653]

17109.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’nın rahmetini ümit eden günahkar, ümitsiz abitten Allah’ın rahmetine daha yakındır.”[1654]

17110.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ümitsizlik tefrit ve kusura sebep olur.”[1655]

17111.  İmam Ali (a.s), Şabaniyye duasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Ümitsizliği güzel zannıma üstün kılmam ve güzel ihsanın hakkındaki ümidimi asla kesmem.”[1656]

17112.  Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Bana itaat edenler, benim ziyafetimde olurlar. Bana şükredenler, benden bir artış üzere olurlar, beni hatırlayanlar nimetimde olurlar. Bana isyan edenleri, rahmetimden ümitsiz kılmam. Eğer tövbe ederlerse ben onların dostuyum. Eğer beni çağırırlarsa, onlara icabet ederim.”[1657]

17113.  İmam Sadık (a.s), bir hekimden naklen şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek, dondurucu soğuktan daha soğuktur.”[1658]

17114.  İmam Ali (a.s), yağmur duasında bulunduğu hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Dağlarımız kurudu… İnsanlar ümitsizliğe kapılınca ve yağacakmış gibi olup da yağmur yüklü bulutlar yağma­yınca sana geldik… Çünkü sen, “On­lar umutsuzluğa düştüğünde yağmuru indirir ve rahmetini yayarsın. Sen çok övülen bir velisin.”[1659]

17115.  İmam Ali (a.s), hakeza aynı münasebetle şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Bizi yağmurunla suvar ve bizi ümitsizlerden karar kılma.”[1660]

17116.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: Yere ve göklere tasarruf eden, af dileyip dua etmene izin vermiş, kabul etmeyi de üzerine almıştır…O halde icabetindeki gecikme seni ümitsiz kılmasın. Zira bağış niyetin ölşüsüne bağlıdır.”[1661]

17117.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Hamdolsun Allah’a ki rahmetinden ümit kesilmez, ni­meti her şeyi kuşatmıştır, mağfiretinden-bağışlamasın­dan ümitsizliğe düşülmez.”[1662]

 

3421. Bölüm

Allah’ın Rahmetinden Ümidini Kesmekten Sakınmak

 

17118.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala şöyle buyurmuştur: “Ey Ademoğlu!. . . Kendin ümitli olduğun halde insanları Allah-u Teala’nın rahmetinden ümitsiz kılma.”[1663]

17119.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü Allah (rahmetinden) ümitsiz olanları yüzlerinin siyahlığı beyazlığına galip geldiği bir halde haşreder ve kendilerine şöyle denir: “Bunlar Allah’ın rahmetinden ümidini kesenlerdir.”[1664]

17120.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Mükemmel fakih (İslami ilimlerde mütehassıs, zeki ve anlayışlı kimse), halkı Allah’ın rahmetinden ümitsiz etmeyen, onları Allah’ın şefkatinden ümitsizliğe düşürmeyen ve Allah’ın düzeninden (cezasından) onları güvende kılmayan kimsedir.”[1665]

17121.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Hiçbir günahkarı ümitsiz kılma. Zira nice kimse bir ömür günah işlediği halde sonunda güzel akıbete uğrar ve nice insan da ömrü boyunca amel ettiği halde ömrünün sonunda bozulur ve cehenneme yuvarlanır. Cehennem ateşinden Allah’a sığınırız.”[1666]

bak. el-Fıkh, 3241. Bölüm; et-Tevbe, 468. Bölüm

 

3422. Bölüm

Allah’ın Rahmetinden Mahrum Olan Kimse

 

Kur’an:

“Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı küfredenler, işte onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmiş olanlardır. İşte can yakıcı azâb onlar içindir.”

17122.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilerek günah işleyen kimse, bağışlanmaya müstahak değildir. Bilmeden günah işleyen kimse ise günahtan münezzehtir.”[1667]

bak. ez-Zenb, 1368. Bölüm; et-Tevbe, 456. Bölüm



450. Konu

 

el-Kanaat

Kanaat

 

 

F Kenz’ul Ummal, 3/389, 781; el-Kanaat

F Bihar, 73/168, 129. bölüm; Fezl’ul Kanaat

 

 

 

 

 


bak.

F 104. konu, el-Hırs; 266. konu, eş-Şerr; 321. konu, et-Teme’; 213. konu, es-Sual (2); el-İffet, 2762. bölüm; el-Gina, 3115. bölüm; er-Rızk, 1493, 1503 ve 1504. bölümler; ed-Dünya, 1214 ve 1216. bölümler

 



 

 

3423. Bölüm

Kanaat

 

Kur’an:

Kadın, erkek, iman etmiş olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz. [1668]

17123.  Mecme’ul Beyan’da şöyle yer almıştır: “Ona hoş bir hayat yaşatacağız” ayeti hakkında birkaç görüş vardır. Bu görüşlerden birinin sahipleri olan, İbn-i Abbas, Said b. Cubeyr ve Ata şöyle demişlerdir: “Temiz hayattan maksat, helal rızıktır.” İkinci görüş sahibi olan Hasan ve Veheb ise şöyle demişlerdir: “Allah’ın kısmet kıldığı şeyden razi ve kanaat sahibi olmaktır.” Bu söz Peygamber’den (s.a.a) de rivayet edilmiştir.”[1669]

17124.  İmam Ali (a.s), “Ona hoş bir hayat yaşatacağız” ayeti hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “O güzel hayattan maksat kanaattir.”[1670]

17125.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Ahireti anan, hesap günü için amel eden, kendine yeten rızık ile kanaat eden ve Al­lah’tan hoşnut olan kişiye ne mutlu![1671]

17126.  İmam Ali (a.s), Hebbab b. Eret hakkında şöyle buyurmuştur: Allah Habbab’a rahmet etsin; isteyerek Müslüman oldu, itaat­kar olarak hicret etti, kifayet edecek miktarla yetindi, Allah’tan razı idi ve mücahit olarak yaşadı.”[1672]

17127.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Amelsiz ahiretten ümidi olan kimseden olma dünya hakkında zahitler gibi konuşur; fakat dünyayı isteyenlerin yaptığını yapar; ondan ne kadar verilse doymaz, men edildiğinde kanaat etmez.”[1673]

17128.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yemin ederim, öyle bir yemin ki Allah’ın isteğini o yeminde istisna ederim. Nefsimi, katığı tuz olan bir ekmek parçasıyla yetinip sevinecek duruma gelinceye kadar terbiye ederim.”[1674]

17129.  İmam Ali (a.s), peygamberlerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi. Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir yokluk verdi.”[1675]

17130.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaati nefsine telkin et.”[1676]

17131.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat ne güzel bir nasiptir.”[1677]

17132.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bil ki kanaat ve hoşnutluğun yiğitliği bağışta bulunma yiğitliğinden daha çoktur.”[1678]

17133.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşmanından kısasla intikam aldığın gibi ihtirasından da kanatla intikam al.”[1679]

17134.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en çok şükredeni, en çok kani olanıdır. Nimetler hakkında en nankör olanı ise, en çok saçıp savurandır.”[1680]

17135.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsana mülk olarak kanaat ve nimet olarak güzel ahlak yeter.”[1681]

17136.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan için az ile yetinmesi ve çok bağışta bulunması ne de güzeldir.”[1682]

17137.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkimin nefsi kanaatkar olursa, ona sakınmada temizlik ve yardımcı olur.”[1683]

17138.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaate bağlı olmak, himmeti yüce olmaktandır.”[1684]

17139.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaate bağlı olmak, nefsin izzetindendir.”[1685]

17140.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat asla körelmeyen bir kılıçtır.”[1686]

17141.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin en iyileri kanaat sahibi olanlardır. En kötüleri ise ihtiraslı olanlardır.”[1687]

17142.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin en iyisi, kanaatkar olan kimsedir. En kötüsü ise tamahkar olan kimsedir.”[1688]

17143.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali (a.s) bir miktar normal hurmadan yedi, sonra üzerine su içti. Sonra da eliyle karnına vurarak şöyle buyurdu: “Herkim karnına ateş koyarsa, Allah onu uzak tutar.” Daha sonra da şu beyti örnek olarak zikretti:

“Karnının ve tenasül organının ihtiyacını temin edersen

Sonsuz bir kınanma ve rezalet meydana getirirler”[1689]

 

3424. Bölüm

Zenginlik Kanaattedir

 

17144.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kanaat bitmeyen bir servettir.”[1690]

17145.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat zenginlik getirir.”[1691]

17146.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zenginliği aradım ve onu sadece kanaatte buldum. Kanaat sahibi olun ki zengin olasınız.”[1692]

17147.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat zenginliktir. İktisatlı olmak ise yeterliliktir.”[1693]

17148.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat sahibi kimse, her ne kadar aç ve çıplak olsa da zengindir.”[1694]

17149.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat zenginliğin başıdır.”[1695]

17150.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir hazine kanaatten daha dolu değildir.”[1696]

17151.  İmam Bakır veya İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’ın kendisine rızık olarak verdiğine kani olursa, o insanların en zenginidir.”[1697]

17152.  Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Ben zenginliği kanaatte karar kıldım. Ama insanlar zenginliği mal çokluğunda arıyorlar. Bu yüzden de asla bulamıyorlar.”[1698]

bak. el-Gına, 3114. Bölüm

 

3425. Bölüm

Kanaate Sebep Olan Şey

 

17153.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhtirastan uzak durarak kanaatin eşiğine var ve kanaati seçerek ihtiras dağını geri it.”[1699]

17154.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendinden daha düşük olanına bak, kendinden daha zengin olanına bakma. Zira bu iş sana kısmet olan şeye karşı kanaatkar kılar.”[1700]

17155.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat, iffet miktarıncadır.”[1701]

17156.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhtiras kaybolmadıkça kanaat bulunamaz.”[1702]

17157.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı olan kimse kanaatkar olur.”[1703]

17158.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini tanıyan kimseye kanaatkar ve iffetli olması yakışır.”[1704]

 

3426. Bölüm

Kanaatin Meyvesi

 

17159.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaatin meyvesi, kazanç ve iş hususunda iktisatlı olmak ve insanlara el açmaktan sakınmaktır.”[1705]

17160.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaatin meyvesi izettir.”[1706]

17161.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini terbiye etmek için en iyi yardımcı kanaattir.”[1707]

17162.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aza kani olmayan kimse, nasıl hoşnut olabilir.”[1708]

17163.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat beden rahatlığıdır.”[1709]

17164.  İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kani olan kimse, asla üzülmez.”[1710]

17165.  İmam Rıza (a.s), kendisine, “kanaat hakkında?” sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kanaat, nefsin korunmasına, değerin yücelmesine,  insanın fazlalık dileme zahmetinden ve dünyaya tapanlara kulluktan kurtulmasına sebep olur. Kanaat yolunu sadece iki kişi kat edebilir: “Ahiret sevabını dileyen ibadet ehli ve aşağılık insanlardan uzak duran yüce insan.”[1711]

17166.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzet kanaatle elde edilir.”[1712]

17167.  İmam Ali (a.s), kadı iken ev aldığını duyan Şureyh’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: Bu evi arzusuna kapılıp aldanan biri; eceli gelip çatan birinden, kanaatkarlık izzetinden çıkıp, helak ve istek batağına düşme pahasına satın almıştır.”[1713]

17168.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sana verilen şeye kani ol ki hesabın hafiflesin.”[1714]

17169.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kendisine verdiği az maaştan (rızıktan) hoşnut olan kimsenin Allah da az amelinden hoşnut olur.”[1715]

17170.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dininizin salim kalması için dünyanın azlığına kani olun. Zira mümini dünyadan yeten az bir şey de kanaatkar kılar.”[1716]

17171.  İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Hiçbir zenginlik, az bir yiyecekten hoşnut olmaktan daha çok fakirliği ortadan kaldırmaz ve herkim hayatın yeterliliğiyle yetinirse, çok yakında rahatlığı elde eder, rahat ve müreffeh bir hayata kavuşur.”[1717]

17172.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkimin nefsi kanaatkar olursa, fakir olduğu halde izzetli olur.”[1718]

17173.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’ın kendisine kanaati ve salih bir eş verdiği kimse, en güzel hayata sahip olan kimsedir.”[1719]

17174.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaat en tatlı hayattır.”[1720]

 

3427. Bölüm

Az Bir Şeye Kani Olmayan Kimse

 

17175.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Az bir şeyin kani etmediği kimseye çok mal fayda vermez.”[1721]

17176.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın azına kani olmayan kimseyi, topladığı çok şey müstağni kılamaz.”[1722]

17177.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Adem oğlu! Eğer dünyadan sana yetecek kadarını istersen, bil ki dünyadan sana az bir şey bile yeter. Eğer dünyadan sana yetecek kadarını istemezsen, bil ki bütün dünya bile sana yetmez.”[1723]

17178.  İmam Sadık (a.s), kendisine rızık talep ettiğini, rızkı elde ettiğini, ama kani olmadığını, nefsinin daha çok talep ettiğini ve bu yüzden de, “bana bu sorunumu halledecek bir şey öğret” diye arzeden birine şöyle buyurmuştur: “Eğer sana kifayet eden miktarı, seni müstağni kılarsa, dünyanın az bir şeyi de seni müstağni kılar. Eğer sana yetecek miktarda, sana yeten şey seni müstağni kılmazsa bütün dünya bile seni müstağni kılamaz. ”[1724]

17179.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın sana kısmet ettiği şeye kani ol. Başkalarının sahip olduğu şeye göz dikme. Ulaşamadığın şeyi arzulama. Zira kani olan kimse doyar. Kani olmayan kimse de asla doymaz ve sürekli ahiret nasibini düşün.”[1725]

17180.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gökten nazil olan vahiylerden biri de şuydu: “Eğer insan oğlu için altın ve gümüşten iki nehir bile aksa, yine de üçüncüsünü ister. Ey Ademoğlu! Senin karnın gerçekte topraktan başka hiçbir şeyin dolduramadığı vadilerden bir vadi ve denizlerden bir denizdir.”[1726]

bak. el-Hırs, 791. Bölüm



451. Konu

 

el-İstikamet

Mukavemet-Direnmek

 

 

F Kenz’ul Ummal, 3/57, 676; el-İstikamet

 

 

 

 


bak.

F El-İslam, 1872. bölüm; el-Amel (1), 2940. bölüm

 



 

 

3428. Bölüm

Direnmek

 

Kur’an:

“Bundan ötürü sen birliğe çağır ve emrolunduğun gibi diren;”[1727]

“Sen, berâberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi diren. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.”[1728]

17181.  Hasan şöyle diyor: “Emrolduğun gibi diren” ayeti nazil olduğunda (Allah Resulü -s. a. a-) şöyle buyurdu: “Hazırlıklı olun! Hazırlıklı olun!” O günden sonra Peyamberin güldüğü görülmedi.”[1729]

17182.  Resulullah (s.a.a), kendisine, “Hangi şeye sarılmak lazım?” diye soran Sufeyn b. Abdullah Sakafi’ye şöyle buyurmuştur: “De ki: “Allah benim rabbimdir” sonra da diren.””[1730]

17183.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Bana tavsiyede bulun.” Peygamber şöyle buyurdu: “De ki: Allah benim rabbimdir” ve diren.” Ben şöyle arzettim: “Rabbim Allah’tır ve sadece Allah’tan başarı dilerim, ona tevekkül ederim ve sadece ona doğru dönerim.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “İlim sana afiyet olsun ey Ebe’l-Hasan! İlmi iyi içtin ve ondan iyi doydun.”[1731]

17184.  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin dininde güçlüdür ve direnmede iyidir.”[1732]

17185.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki Allah Tebarek ve Teala, kararsız ve sürekli değişken mizaclı kullarından nefret eder. O halde haktan ve hakkı arayan kimselerle arkadaşlıktan uzaklaşmayın. Zira bizi başkalarına değiştiren kimse helak olur.”[1733]

17186.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: İşe koyulun işe! İşin sonu, işin sonu! Direniş, direniş!. . Bilin ki önceden takdir edilen şeyler gerçekleşmekte, ve kesinleşmiş hükümler ortaya çıkmaktadır. Ben sizinle Allah’ın vadi ve deliliyle konuşuyorum. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra da doğrulukta devam edenlerin üzerine melekler iner” Siz de, “Rabbimiz Allah’tır” dediniz, öyleyse Allah’ın kitabı, emrettiği metod ve kulluğu sayılan iyi yol üzerinde sebat gösterin; sonra da o yoldan çıkmayın, onda bidatler çıkarma­yın ve ondan sapmayın.”[1734]

17187.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün mutluluk din hususunda direnmektir.”[1735]

17188.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dininde doğru olmayan kimse, nasıl dosdoğru olsun.”[1736]

17189.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yay gibi eğilinceye kadar namaz da kılsanız, okun kirişi gibi ince oluncaya kadar oruç da tutsanız, ama ikiyi birden daha çok severseniz, doğruluğa ulaşamazsınız.”[1737]

 

3429. Bölüm

Direnmenin Meyvesi

 

Kur’an:

“Ama doğru yola girmiş olsalardı, onlara bol su içirirdik.”[1738]

“Doğrusu, “Rabbimiz Allah’tır” deyip, sonra da dosdoğru gidenlere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”[1739]

“Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da doğrulukta devam edenlerin üzerine melekler iner. Onlara: “Korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin “derler.”[1740]

17190.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer direnirseniz, kurtuluşa erersiniz.”[1741]

17191.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kim bunu takip ederse gideceği yer cennet, kim de saparsa gideceği yer ateştir.”[1742]

17192.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğru yolda direnmek, esenliktir.”[1743]

17193.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim direnmeye sarılırsa, esenliğe sarılmış olur.”[1744]

17194.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Salim kalmak direnmek ile birliktedir.”[1745]

17195.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Esenliğe kavuşmak isteyen kimse, direnmeyi terk etmemelidir.”[1746]

17196.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğru yolda diren. Zira bu iş sana yücelik bağışlar ve senden kınanmayı alı koyar.”[1747]

17197.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir yol direnmekten daha salim değildir ve hiçbir yol direnmekten daha yüce değildir.”[1748]

17198.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim salim kalmayı isterse, nefsini direnmeye zorlamalıdır.”[1749]

17199.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğru yolda direnmeyi sürdüren kimse, asla esenlikten mahrum kalmaz.”[1750]

 



452. Konu

 

el-Kıyas

Kıyas

 

 

F Bihar, 2/283, 34. bölüm; el-Bed’ ve’r-Re’y ve’l-Mikayis

F Vesail’uş-Şia, 18/20, 6. bölüm; Adem-u Cevaz’il-Kaza ve’l-Hukm-u Bir’Re’y ve’l-İctihad ve’l-Mikayiss ve’n-Nehvuha min İstinbatat’il-Zenniyye

 

F El-Kafi, 4/52, Fazl’ul Kasd

 

 

 

 


bak.

F 176. konu, er-Re’y (2)

 



 

 

3430. Bölüm

Dinde Kıyas

 

17200.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dinde kıyasta bulunmayınız. Zira din kıyas kabul etmez. İlk kıyas eden kimse İblis idi.”[1751]

17201.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim hadisimi kendi görüşüyle kıyas ederse, şüphesiz bana iftira etmiştir.”[1752]

17202.  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya bölündüler. Ümmetim de onlardan bir fırka kazla olacaktır. Onlar arasında ümmetim için hiçbir fırka dinde kendi görüşüyle kıyas eden, kıyasta bulunan ve neticede Allah’ın haramını helal ve Allah’ın helalini haram kılan gruptan daha zararlısı yoktur.”[1753]

17203.  İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Zürare! Dinde kıyasa başvuranlardan sakın. Zira bunlar mükellef oldukları şeyi bilmeyi terk etmişlerdir ve kendilerini mükellef olmadıkları bir şeyin zahmet ve sıkıntısına düşürmüşlerdir.”[1754]

17204.  İmam Sadık (a.s), Ebu Hanife’ye şöyle buyurmuştur: “Allah’tan kork ve dini kendi görüşünle kıyaslama. Zira kıyas eden ilk kimse İblis idi. Allah-u Teala ona (Adem için) secde etmesini emredince o şöyle dedi: “Ben ondan daha iyiyim, beni ateşten yarattın onu ise topraktan…” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “İdrar mı daha pistir yoksa meni mi?” Ebu Hanife, “İdrar” dedi. İmam şöyle buyurdu: “O halde senin kıyasın esasınca, idrar için gusletmek gerekir, meni için değil! Oysa Allah-u Teala guslü meni için farz kılmıştır, idrar için değil.”[1755]

17205.  İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim kendisini kıyasa mübtela kılarsa, bütün ömürünü şüphe ve yanlışlık içinde tüketmiş olur. Herkim görüş esasınca Allah’ın dinine girer ve dindar olursa ve bütün ömrü boyunca, batıl ve sapıklık içinde yaşar.”[1756]


 

 

 

 

 


İçindekiler

 

 

3177. Bölüm.. 4

Zorluktan Sonra Kurtuluş. 4

3178. Bölüm.. 4

Zorluk ve Kolaylığın Birbirine Yakınlığı 4

3179. Bölüm.. 7

Hak Olmayan Şeylerle Sevinmek. 7

3180. Bölüm.. 9

İranlılar İslam’dan En Büyük Payı Olanlardır. 9

3181. Bölüm.. 9

İranlılar ve İman. 9

3182. Bölüm.. 11

İranlılar ve İlim.. 11

3187. Bölüm.. 11

Zorla Cennete Sevkedilen Kimseler. 11

3184. Bölüm.. 12

İranlılar (çeşitli). 12

3185. Bölüm.. 14

Müminin Feraseti 14

3186. Bölüm.. 18

Fırsatlar Çabuk Geçer. 18

3187. Bölüm.. 18

Fırsatları Ganimet saymaya Teşvik (1). 18

3188. Bölüm.. 18

Fırsatları Ganimet saymaya Teşvik (2). 18

3189. Bölüm.. 19

Fırsatları Zayi Etmeden Sakındırmak. 19

3190. Bölüm.. 22

Farzları Eda Etmeye Teşvik. 22

3191. Bölüm.. 23

Farzları Müstehaplardan Öne Geçirmenin Farzı 23

3192. Bölüm.. 24

Münezzeh Olan Allah’ın İnsanlara Farz Kıldığı Şey. 24

3193. Bölüm.. 25

Münezzeh Olan Allah’ın Farz Kıldığı İlk Şey. 25

3194. Bölüm.. 25

Münezzeh Olan Allah’ın Farz Kıldığı En Zor Şey. 25

3195. Bölüm.. 25

Farzların Bütünü. 26

3196. Bölüm.. 28

Tefrit ve Kusur Etmekten Sakındırmak. 28

3197. Bölüm.. 29

İfrat ve Tefritten Sakınmak. 29

3198. Bölüm.. 31

Feragat Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

3199. Bölüm.. 34

İslami Fırkalar. 34

3200. Bölüm.. 34

İslam Ümmetinin Üç Fırka Oluşu. 34

3201. Bölüm.. 36

İnsanların Genelini Bozan Şey. 36

2-İhtilaf. 37

4-Haktan Mahrumiyet 38

3202. Bölüm.. 39

Toplumun Seçkinlerinin Bozulmasının Halkın Bozulmasındaki Etkisi 39

3203. Bölüm.. 40

Kur’an’a Göre Fesat Çıkaranlar. 40

3204. Bölüm.. 44

Kendisini Bozma Pahasına Halkı Islah Etmenin Caiz Olmayışı 44

3205. Bölüm.. 45

Fesadı Yok Eden Şey. 45

3206. Bölüm.. 48

Fısk. 48

3207. Bölüm.. 48

Fasık. 48

3208. Bölüm.. 51

Güzel Konuşmak. Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

3209. Bölüm.. 51

İnsanların en Fasih Konuşanı 51

3210. Bölüm.. 53

Fazilet 53

3211. Bölüm.. 53

Faziletlerin Çeşitleri 53

3212. Bölüm.. 54

İnsanın Faziletine Sebep Olan Şey. 54

3213. Bölüm.. 54

Faziletlerin Toplamı 54

3214. Bölüm.. 55

Faziletlerin En Üstünü. 55

3215. Bölüm.. 56

Faziletlerin Başı 56

3216. Bölüm.. 56

Fazilet Ehli 56

3217. Bölüm.. 57

İnsnalrın En Faziletlisi 57

3218. Bölüm.. 59

En Üstün Ahlak. 59

3219. Bölüm.. 59

Fazilet (çeşitli). 59

3220. Bölüm.. 61

Fakirlik ve Küfür. 61

3221. Bölüm.. 66

Fakirliği Kınama. 66

3222. Bölüm.. 68

Fakirliği Övmek. 68

3223. Bölüm.. 69

Fakirliğin Zenginlikten Üstünlüğü Hakkındaki Rivayetler  69

3224. Bölüm.. 70

Fakirliğin Anlamı 70

3225. Bölüm.. 71

Fakir Kimse Kimdir?. 71

3226. Bölüm.. 72

İnsanların En Fakiri 72

3227. Bölüm.. 72

Nefsin Fakirliği 72

3228. Bölüm.. 72

Zenginlik ve Fakirliğin Ölçüsü. 72

3229. Bölüm.. 73

Övülmüş ve Kınanmış Fakirlik. 73

3230. Bölüm.. 74

Dini Fakirlik Kızıl Ölümdür. 74

3231. Bölüm.. 75

Fakiri Aşağılamak. 75

3232. Bölüm.. 76

Fakirliği Ortadan Kaldıran Şey. 76

3233. Bölüm.. 77

Fakirlik Getiren Şey. 77

3234. Bölüm.. 78

Münezzeh Olan Allah’ın Fakirlerden Özür Dilemesi 78

3235. Bölüm.. 79

Fakirliğin Süsü. 79

3236. Bölüm.. 80

Fakirler Cennetin Hükümdarlarıdır. 80

3237. Bölüm.. 81

Ne Mutlu Fakirlere. 81

3238. Bölüm.. 82

Fakirlik (Çeşitli). 82

3239. Bölüm.. 85

Dinde Fakih Olmak. 85

3240. Bölüm.. 86

Fakihin Özellikleri 86

3241. Bölüm.. 90

Fakih Kimdir. 90

3242. Bölüm.. 90

Fıkhın kemaline Sebep Olan Şey. 90

3243. Bölüm.. 91

İnsanların En Fakihi 91

3244. Bölüm.. 91

Fakihin Nişanelerinden Bazısı 91

3245. Bölüm.. 92

Fakihin Varlığının İblise Ağır Gelmesi 92

3246. Bölüm.. 92

Fakihlik İbadetin Ruhudur. 92

3247. Bölüm.. 93

Fakihin Ölümü. 93

3248. Bölüm.. 93

Fakihlerin Afeti 93

3249. Bölüm.. 95

Fikir ve Düşünce. 95

3250. Bölüm.. 96

Tefekkür. 96

3251. Bölüm.. 98

Mütalaa ve Tefekkür. 98

3252. Bölüm.. 98

Düşünmek Aynadır. 98

3253. Bölüm.. 99

Tefekkür Gibi Bir İbadet Yoktur. 99

3254. Bölüm.. 99

Bir Saat Tefekkürünü Değeri 99

3255. Bölüm.. 100

Düşünceyi Saf Kılan Şey. 100

3256. Bölüm.. 100

Yasaklanmış Tefekkür. 100

3257. Bölüm.. 101

Önceki Milletlerin Durumu Hakkında Düşünmek. 101

3258. Bölüm.. 103

Kurtuluş Sebepleri 103

3259. Bölüm.. 103

Kurtuluşa Erenler. 103

3260. Bölüm.. 104

Kurtuluşun Engelleri 104

3261. Bölüm.. 107

Tefviz (İşleri Allah’a Bırakmak). 107

3262. Bölüm.. 108

Tefviz’in Sonuçları 108

3263. Bölüm.. 112

Kabir. 112

3264. Bölüm.. 113

Kabir Sorgusu. 113

3265. Bölüm.. 113

Mezarda Sorulan Şey. 113

3266. Bölüm.. 115

Kabirde Sorguya Çekilen Kimse. 115

3267. Bölüm.. 115

Mezarda Faydalı Olan Ameller. 115

3268. Bölüm.. 116

Kabır Adabı 116

3269. Bölüm.. 117

Kabir (çeşitli). 117

3270. Bölüm.. 119

Kıblenin Değişmesi 119

İlmi Açıdan İnceleme. 120

Toplumsal Bir İnceleme. 122

Tarihi Açıdan İnceleme. 124

Kabe’nin Şekli 126

Kabe’nin Örtüsü. 127

Kabe’nin Konumu. 127

Kabe’nin Yönetimi 128

3271. Bölüm.. 131

3272. Bölüm.. 131

Mümini Öpmek. 131

3273. Bölüm.. 134

Birini Öldürmek/Cinayet 134

3274. Bölüm.. 137

Mümini Öldürmek. 137

3275. Bölüm.. 139

3276. Bölüm.. 139

Hem Öldürenin ve Hem de Öldürülenin Cehennemde Olduğu Hususlar  139

3277. Bölüm.. 140

Öldürmek ve kesmek esnasındaUygun Olan Şey. 140

3278. Bölüm.. 140

İntihar Etmenin Haram Oluşu. 140

3279. Bölüm.. 141

Çocuk Düşürmenin Haram Oluşu. 141

3280. Bölüm.. 142

Eli Kolu Bağlanmış Esiri Öldürme Hakkındaki Rivayetler  142

3281. Bölüm.. 145

Kader. 145

3282. Bölüm.. 146

Kader Konusunu Araştırmaktan Sakınmak. 146

3283. Bölüm.. 147

Taktir ve Tedbir. 147

3284. Bölüm.. 147

Kader ve Amel 147

3285. Bölüm.. 148

Kaderden Olan Şey. 148

3286. Bölüm.. 150

Kaderiye Mezhebini Kınamak. 150

3278. Bölüm.. 150

Kaderiye Kimlerdir?. 150

3288. Bölüm.. 151

Kadir Gecesi 151

3289. Bölüm.. 154

Kudret 154

3290. Bölüm.. 156

Bühtan ve İftira. 156

3291. Bölüm.. 160

Kur’an. 160

3292. Bölüm.. 163

Kur’an İmam ve Rahmettir. 163

3293. Bölüm.. 164

Kur’an En Güzel Sözdür. 164

3294. Bölüm.. 165

Kur’an Her Zaman Yenidir. 165

3295. Bölüm.. 165

Kur’an En Büyük Hastalıklara Şifadır. 165

3296. Bölüm.. 166

Kur’an Bir Servettir ve Kur’an Olmaksızın Zengin Olmak Mümkün Değildir  166

3297. Bölüm.. 167

Kur’an’daki Mevcut İlimler ve Haberler. 167

3298. Bölüm.. 167

Kur’an’ı Öğrenmek. 167

3299. Bölüm.. 169

Kur’an Öğretmenin Sevabı 169

3300. Bölüm.. 170

Kur’an Ezberlemeye Teşvik. 170

3301. Bölüm.. 171

Kur’an’ı Zihninden Geçirmeye Teşvik. 171

3302. Bölüm.. 171

Kur’an’ı Bilenlerin Sevabı 172

3303. Bölüm.. 173

Kur’an’ı Bilen Kimseye Yakışan Şey. 173

3304. Bölüm.. 173

Kur’an Bilen Kimseye Yakışmayan Şey. 173

3305. Bölüm.. 174

Kur’an’ı Tilavet Etmeye Teşvik. 174

3306. Bölüm.. 175

Kur’an’ı Güzel Bir Sesle Okumak. 175

3307. Bölüm.. 175

Tilavet Hakkı 175

3308. Bölüm.. 177

Kur’an’ı Kenara İtmek. 177

3309. Bölüm.. 178

Kıraat Adabı 178

1-Ağzı Temizlemek. 178

2-Allah’a Sığınmak. 178

3-Tertil (Açık ve Tane Tane Okumak). 178

4-Tedebbür (Düşünme ve Dikkat Etme). 179

5-Huşu. 180

3310. Bölüm.. 181

Yasaklanmış Tilavetler. 181

3311. Bölüm.. 181

Kur’an’ın Lanet Ettiği Kimse. 181

3312. Bölüm.. 182

Kötü Kariler (Kur’an Okuyanlar). 182

3313. Bölüm.. 182

Karilerin (Kur’an Okuyanların) Çeşitleri 182

3314. Bölüm.. 184

Kur’an Dinlemek. 184

3315. Bölüm.. 184

Kur’an Dinlemenin Adabı 184

3316. Bölüm.. 185

Kuranın bir zahiri ve bir de Batını Vardır. 185

3317. Bölüm.. 185

Kendi Görüşü Üzere Tefsir Etmekten Sakındırma. 185

3318. Bölüm.. 186

Kur’an’ı Kim Tanır?. 186

3319. Bölüm.. 187

Kur’an Ayetlerinin Çeşitleri 187

3320. Bölüm.. 189

Muhkem ve Müteşabih Ayetler. 189

3321. Bölüm.. 191

Kur’an’ın İşaretleri 191

3322. Bölüm.. 191

Kur’an’ın Şekilleri 191

3323. Bölüm.. 192

Ümm’ül-Kur’an (Kur’an’ın Temeli). 192

3324. Bölüm.. 192

En Yüce, En Adaletçi, En Korkutucu ve En Ümit Verici Ayet 192

3325. Bölüm.. 195

Yakınlaştırılmışlar. 195

3326. Bölüm.. 196

Yakınlaştırılmış Kimselerin İbadeti 196

3327. Bölüm.. 197

Münezzeh Olan Allah Nezdinde En Yakınlaştırılmış Kimse  197

3328. Bölüm.. 197

İnsanın Münezzeh Olan Allah’a En Yakın Hali 197

3329. Bölüm.. 198

İnsanlardan Kıyamet Günü Allah’a En Yakın Olan Kimse  198

3330. Bölüm.. 198

Yakınlaşmanın Nihayeti 198

3331. Bölüm.. 199

Allah’a Ulaşmak. 199

3332. Bölüm.. 200

Herkim Bana Bir Karış Yaklaşırsa Ben De Ona Bir Zira Yaklaşırım   200

3333. Bölüm.. 201

Allah’a Yakınlaşma Vesilesi 201

3334. Bölüm.. 203

Allah’a İnsanlardan En Uzak Olan Kimse. 203

3335. Bölüm.. 205

İkrar. 205

3336. Bölüm.. 205

Mecbur Olan Şahsın İkrarının İtibarsızlığı 205

3337. Bölüm.. 208

Borç. 208

3338. Bölüm.. 210

Eli Darda Olan Borçluya Fırsat Tanımak. 210

3339. Bölüm.. 213

Kura-Çekiliş. 213

3340. Bölüm.. 216

Dinin Her Asırda Yenilenmesi 216

3341. Bölüm.. 218

İktisatlı Olmak. 218

3342. Bölüm.. 218

Geçiminde İktisatlı Olmanın Faydası 218

3343. Bölüm.. 220

İktisatlı Olmak (çeşitli). 220

3344. Bölüm.. 222

En Faydalı Kıssa. 222

Tefsir: 222

3345. Bölüm.. 223

Hikayecilerin Kınanması 223

3346. Bölüm.. 225

Kısas. 225

Meselenin ilmi Boyutlarının İncelenmesi 226

3347. Bölüm.. 231

Kısas Etmekten Vaz Geçmek. 231

3348. Bölüm.. 234

Kaza ve Kader. 234

Birkaç bölümde, ilahi kaza ve kader hakkında konuşma  239

3349. Bölüm.. 244

İnsana Kaza ve Kaderin Yazılması 244

3350. Bölüm.. 245

İnsanın İradesi ve İlahi Kaza. 245

3351. Bölüm.. 247

Allah’ın Mümin İçin Hükmettiği Şey Hayırdır. 247

3352. Bölüm.. 248

Allah’ın Kazasından Hoşnut Olmayan Kimse. 249

3353. Bölüm.. 249

Kaza Kavramının Müteşabih Oluşu. 249

3354. Bölüm.. 252

Kaza Kader (çeşitli). 252

3355. Bölüm.. 254

Hüküm Verme Hakkı Olan Kimse. 254

3356. Bölüm.. 254

Tağut’un Hükmüne Müracaat Etmek. 254

3357. Bölüm.. 255

Hak Üzere Hükmeden Hakimler. 255

3358. Bölüm.. 256

İslam’ın Hükmüne Teslim Olmak. 256

3359. Bölüm.. 257

Herkim Allah’ın İndirdiği İle Hükmetmezse. 257

3360. Bölüm.. 258

Zalim Hakim.. 258

3361. Bölüm.. 259

Hüküm Verme İşinin Önemi 259

3362. Bölüm.. 259

Zalim Hakimlerin Toplantıları 259

3363. Bölüm.. 260

Hakimin Hesabının Şiddetli Oluşu. 260

3364. Bölüm.. 260

Hakimliği İstemek. 260

3365. Bölüm.. 261

İslam’a Göre Hakimin Özellikleri 261

3366. Bölüm.. 262

Hakimliği Adabı 262

1-Davalı Taraflar Arasında Eşitliğe Riayet Etmek. 262

2-Sesini Hasmın Sesinden Yükseltmemek. 262

3-Mahkemede Bitkinlik İzharında Bulunmamak. 262

4-Davalı Tarafların İddialarını Dinlemeden Hüküm Vermemek  262

5-Gazap Halinde Hüküm Vermemek. 264

6-Uykulu Bir Halde Hüküm Vermemek. 264

7-Açlık veya Susuzluk Halinde Hüküm Vermemek. 264

8-Hakim Davalı Taraflardan Birinin Ev Sahibi Olmamalıdır  264

9-Mahkemede Kulağa Gizlice Sohbet Etmemek. 264

10-Sağ Taraftaki Hasma Konuşmada Öncelik Tanımak. 265

11-Şahitlere Telkinde Bulunmamak. 265

12-Hüküm Vermeden Önce İyi Düşünmek. 265

3367. Bölüm.. 265

İnsanların En İyi Hüküm Vereni 265

3368. Bölüm.. 266

Allah’ın Yardım ve Kılavuzluk Ettiği Hakimler. 266

3369. Bölüm.. 266

Hakim Doğru Hüküm Verirse İki Sevaba Sahiptir. 266

3370. Bölüm.. 267

Hakimlerin Çeşitleri 267

3371. Bölüm.. 267

Kadının Hakimliği 267

3372. Bölüm.. 268

“Ben Sizlere Deliller Üzere Hükmederim” Sözünün Anlamı 268

3374. Bölüm.. 269

Hakimin Hatası 269

3374. Bölüm.. 269

Hakimlerin İhtilafi 269

3375. Bölüm.. 271

Hakimlik İşinde Meşveret 271

3376. Bölüm.. 272

Yüce Mahkeme. 272

3377. Bölüm.. 272

İmam’ın, “Bu Bir Hakimliktir” Sözü. 272

3378. Bölüm.. 272

Hakimliğin Başlangıcı 272

3379. Bölüm.. 273

Hakimlik (çeşitli). 273

3380. Bölüm.. 275

Kalp. 275

“Kalb” Kavramının Kur’an’daki Anlamı Üzerine. 276

3381. Bölüm.. 278

Kalbin Bedene Oranla Yeri 278

3382. Bölüm.. 278

Kalbin Özellikleri 278

3383. Bölüm.. 279

Kalpler Allah’ın Kabıdır. 279

3384. Bölüm.. 279

Kalplerle Allah’a Yönelmek. 279

3385. Bölüm.. 280

Kalplerin Çeşitleri 280

3386. Bölüm.. 281

Kalplerin En Hayırlısı 281

3387. Bölüm.. 281

Kalplerin İ’rabı (harekeleri). 281

3388. Bölüm.. 281

Kalbin Esenliği 281

3389. Bölüm.. 282

Kalbin İtminana Ermesi 282

3390. Bölüm.. 283

Kalp Gözü. 283

3391. Bölüm.. 284

Kalp Kulağı 284

3392. Bölüm.. 286

Kalbin Yönelmesi ve Yüz Çevirmesi 286

3393. Bölüm.. 287

Kalbin Temizliği 287

3394. Bölüm.. 288

Kalbin Açılması 288

3395. Bölüm.. 289

Kalbin Mühürlenmesi 289

3396. Bölüm.. 290

Kalbin (Allah Tarafından) Mühürlenmesi 290

3397. Bölüm.. 290

Kalbin Bilinçsizliği 290

3398. Bölüm.. 290

Kalbin Körlüğü. 290

3399. Bölüm.. 291

Kalbin Perdelenmesi 291

3400. Bölüm.. 292

Kalbin Sapması 292

3401. Bölüm.. 293

Kalbin Katılaşması 293

3402. Bölüm.. 294

Kalbin Katılaşmasının Sebepleri 294

3403. Bölüm.. 295

Kalbin Hastalığı 295

3404. Bölüm.. 295

Kalbi Hasta Kılan Şey. 295

3405. Bölüm.. 296

Kalbe Şifa Veren Şey. 296

3406. Bölüm.. 297

Kalbi Öldüren Şey. 297

3407. Bölüm.. 298

Kalbi İhya Eden Şey. 298

3408. Bölüm.. 299

Kalbi Bayındır Kılan Şey. 299

3409. Bölüm.. 299

Kalbi Yumuşatan Şey. 299

3410. Bölüm.. 300

Kalbi Cilalayan Şey. 300

3411. Bölüm.. 300

Kalplere Aydınlık Veren Şey. 300

3412. Bölüm.. 301

Kalbi İslah Eden Şey. 301

3413. Bölüm.. 301

Kalbe Güç Veren Şey. 301

3413. Bölüm.. 302

İnsan İle Kalbi Arasına Girmek. 302

3415. Bölüm.. 302

Kalp (Çeşitli). 302

3416. Bölüm.. 305

Kınanmış Taklit 305

3417. Bölüm.. 307

Taklit Edilmesi Doğru Olan Kimse. 307

Meselenin Bilimsel Ahlaki Açıdan İncelenmesi 309

3418. Bölüm.. 314

Kalem.. 314

3419. Bölüm.. 316

Kumar. 316

3420. Bölüm.. 319

Allah’ın Rahmetinden Ümidini Kesmek. 319

3421. Bölüm.. 320

Allah’ın Rahmetinden Ümidini Kesmekten Sakınmak. 320

3422. Bölüm.. 321

Allah’ın Rahmetinden Mahrum Olan Kimse. 321

3423. Bölüm.. 323

Kanaat 323

3424. Bölüm.. 325

Zenginlik Kanaattedir. 325

3425. Bölüm.. 325

Kanaate Sebep Olan Şey. 325

3426. Bölüm.. 326

Kanaatin Meyvesi 326

3427. Bölüm.. 327

Az Bir Şeye Kani Olmayan Kimse. 327

3428. Bölüm.. 330

Mukamevet/Direnmek. 330

3429. Bölüm.. 331

Direnmenin Faydası 331

3430. Bölüm.. 334

Dinde Kıyas. 334

İçindekiler. 335

 



[1] Nehc'ül-Belağa, 351. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/267

[2] Gurer’ul Hikem, 3035

[3] a. g. e. 3293

[4] a. g. e. 6200

[5] a. g. e. 9566

[6] a. g. e. 6202

[7] İnşirah suresi, 5 ve 6. ayetler

[8] Kenz’ul Ummal, 3063

[9] a. g. e. 2946

[10] a. g. e. 2947

[11] Gurer’ul Hikem, 9621

[12] a. g. e. 9624

[13] a. g. e. 7265

[14] a. g. e. 7266

[15] a. g. e. 4578

[16] Kasas suresi, 76 ve 77. ayetler

[17] Gafir suresi, 75. ayet

[18] Gurer’ul Hikem, 5281

[19] Nehc'ül-Belağa, 113. hutbe

[20] a. g. e. 66. mektup

[21] Kenz’ul Ummal, 34126

[22] a. g. e. 34125

[23] a. g. e. 34134

[24] a. g. e. 34135

[25] Muhammed, 38

[26] Nisa, 133

[27] Maide, 54

[28] Cuma, 3

[29] Şuara, 198-199

[30] Tefsir-i el-Mizan, 18/250

[31] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/309

[32] Mecme’ul Beyan, 9/164

[33] a. g. e. 3/187

[34] a. g. e. s. 321

[35] Kenz’ul Ummal, 34129

[36] a. g. e. 34130

[37] Dur’ul Mensur, 8/152

[38] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/124

[39] Kenz’ul Ummal, 34127; Bu hadiste Irak’tan maksat, İran’ın o zamanki Irak bölgesidir. çünkü o zaman İran’ın sınırı Afganistan’dan Irak’a kadar uzanıyordu.

[40] Kenz’ul Ummal, 34131

[41] a. g. e. 10669, 34141

[42] a. g. e. 34140

[43] a. g. e. 34142

[44] a. g. e. 34138

[45] a. g. e. 35124

[46] a. g. e. 34128

[47] Hicr suresi, 75. ayet

[48] Tefsir-i el-Mizan, 12/186

[49] a. g. e.

[50] a. g. e. 12/187

[51] Bihar, 52/339/86

[52] Mean’il-Ahbar, 350/1

[53] Tefsir-i Ayyaşi, 2/248/31

[54] Kenz’ul Ummal, 30730

[55] a. g. e. 30731

[56] Nehc'ül-Belağa, 309. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/215

[57] Bihar, 67/73/1

[58] a. g. e. s. 73

[59] a. g. e. s. 74/2

[60] Gurer’ul Hikem, 2501

[61] Nehc'ül-Belağa, 21. hikmet

[62] Gurer’ul Hikem, 2019

[63] Bihar, 78/79/61

[64] Gurer’ul Hikem, 194

[65] Emali’et-Tusi, 685/1456

[66] Bihar, 78/112/6

[67] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 16/97

[68] Tuhef’ul Ukul, 286

[69] Bihar, 77/183, 184

[70] Kenz’ul Ummal, 43134

[71] Bihar, 78/268/181

[72] a. g. e. 77/165/2

[73] Nehc'ül-Belağa, 118. hikmet

[74] Gurer’ul Hikem, 8795

[75] a. g. e. 4124

[76] Gurer’ul Hikem, 4362

[77] a. g. e. 3215

[78] a. g. e. 3216

[79] a. g. e. 8063

[80] a. g. e. 9239

[81] a. g. e. 1334

[82] Bihar, 77/165/2

[83] Nehc'ül-Belağa, 363. hikmet

[84] Tevbe suresi, 60. ayet

[85] Nehc'ül-Belağa, 167. hutbe

[86] a. g. e. 114

[87] a. g. e. 105. hikmet

[88] a. g. e. 113. hutbe

[89] a. g. e. 69. mektup

[90] a. g. e. 59

[91] Bihar, 23/99/3

[92] Nehc'ül-Belağa, 45. mektup

[93] el-Kafi, 2/81/3

[94] a. g. e. h. 1

[95] el-Kafi, 2/82/4

[96] a. g. e. h. 5

[97] Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet

[98] Gurer’ul Hikem, 4731

[99] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup

[100] a. g. e. 176. hutbe

[101] a. g. e. 182

[102] Gurer’ul Hikem, 3793

[103] el-Meviz’ul Adediyye, 293

[104] Nehc'ül-Belağa, 209. hutbe

[105] a. g. e. 328. hikmet

[106] a. g. e. 252 (bak. . tüm söze)

[107] a. g. e. 382

[108] Kenz’ul Ummal, 18859

[109] Emali’el Müfid, 317/1

[110] el-Kafi, 2/80/4

[111] Nehc'ül-Belağa, 216. hutbe

[112] Fakih, 2/626/3215

[113] Bihar, 68/391/40

[114] a. g. e. s. 388/39

[115] Zümer suresi, 56. ayet

[116] Gurer’ul Hikem, 987

[117] A’lam’ud-Din, 308

[118] Bihar, 78/370/4

[119] Nehc'ül-Belağa, 181. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/414

[120] Gurer’ul Hikem, 2580

[121] Bihar, 10/95/1

[122] Tuhef’ul Ukul, 356

[123] Bihar, 78/229/3

[124] Nehc'ül-Belağa, 331. hikmet

[125] a. g. e. 222. hutbe

[126] a. g. e. 31. hutbe

[127] a. g. e. 157. hutbe

[128] Nehc'ül-Belağa, 70. hikmet

[129] a. g. e. 108

[130] a. g. e. 127. hutbe

[131] İnşirah suresi, 7-8. ayetler

[132] Tenbih’ul Havatir, 1/60

[133] Fakih, 3/169/3635

[134] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 17/146

[135] el-Kafi, 8/152/136

[136] Gurer’ul Hikem, 9251

[137] a. g. e. 9743

[138] Nehc'ül-Belağa, 59. mektup

[139] Bihar, 77/419/40

[140] Sahifet’us-Seccadiye, 51, 11. dua

[141] a. g. e. s. 81, 20. dua

[142] a. g. e. s. 87; 20. dua

[143] a. g. e. 200, 47. dua

[144] Gurer’ul Hikem, 9684

[145] Emali’et-Tusi, 213/3

[146] Kenz’ul Ummal, 928

[147] Kitab’ul Garat, 2/585

[148] Emali’el Müfid, 30/3

[149] Rum suresi, 41. ayet

[150] Ra’d suresi, 11-12. ayetler

[151] Şura suresi, 30-31. ayetler

[152] Kalem suresi, 17. ayet

[153] Kehf suresi, 32. ayet

[154] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 1/312

[155] el-Kafi, 8/58/20

[156] Fakih, 3/565/4934

[157] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/568/3

[158] Bihar, 100/74/15

[159] Dur’ul Mensur, 3/127

[160] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/331/6

[161] Kenz’ul Ummal, 929

[162] Emali’el Müfid, 235/5

[163] Nehc'ül-Belağa, 25. hutbe

[164] Zuhruf suresi, 32. ayet

[165] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/53/204

[166] İbn-i Ebi’l Hadid şöyle diyor: Yani insanları haktan mahrum kıldılar ve sonuçta insanlar para ve rüşvetle hakkı onlardan aldılar. Başka bir tabirle işleri yerli yerine oturtmadılar, devlet ve hükümet işlerini liyakati olan kimselere vermediler, din ve dünya işleri onların meyilleri, istekleri ve bozuk maksatları üzere uygulandı. Bu yüzden halk miras ve hakları tıpkı mal gibi parayla alıyorlardı.” İmam daha sonra şöyle buyurmuştur: “Onları batıl yola sevk ettiler, insanlar da onlara uydular” yani onları batıl bir yola attılar. Sonraki iş başına gelen nesil de o batıl metot üzere büyüdükleri için bu metodun hak ve doğru olduğunu zannettiler. Bu yüzden babalarına ve geçmişlerine uyuyor ve onların metodunu takip ediyorlardı.

[167] Nehc'ül-Belağa, 79. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/77

[168] Bihar, 75/353/62

[169] a. g. e. 77/258/1

[170] Kenz’ul Ummal, 5544

[171] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/303

[172] Tuhef’ul Ukul, 222

[173] Bihar, 2/67/9

[174] Gurer’ul Hikem, 542/106

[175] Kasas sursei, 4. ayet

[176] KAsas suresi, 76-77. ayetler

[177] İsra suresi, 4. ayet

[178] Maide suresi, 64. ayet

[179] Fecr suresi, 6-12. ayetler

[180] A’raf suresi, 74. ayet

[181] Hud suresi, 85. a yet

[182] Ankebut suresi, 20-30. ayetler

[183] Maide suresi, 33. ayet

[184] Neml suresi, 34. ayet

[185] Gurer’ul Hikem, 4033

[186] a. g. e. 4035

[187] el-Hisal, 37/12

[188] bakara suresi, 11. ayet

[189] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/127/18

[190] Şuara suresi, 151-152. ayetler

[191] Fakih, 3/167/3625

[192] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[193] el-Kafi, 8/24/4

[194] Muhamemd suresi, 22. ayet

[195] Ra’d suresi, 25. ayet

[196] Yunus suresi, 80-81. ayetler

[197] Yusuf suresi, 73. ayet

[198] el-Kafi, 5/347/3

[199] Enfal, 73

[200] a. g. e. h. 1

[201] Nehc'ül-Belağa, 69. hutbe

[202] Emali’el Müfid, 207/40

[203] İrşad 1/272

[204] a. g. e. s. 281

[205] Nehc’üs-Saade, 1/226

[206] Gurer’ul Hikem, 3758

[207] el-Kafi, 8/361/551

[208] Emali’el Müfid, 175/6

[209] bakara suresi, 251. ayet

[210] el-Kafi, 2/451/1

[211] Nur’us-Sakaleyn, 1/253/1007

[212] a. g. e.

[213] Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe

[214] a. g. e. 178. hutbe

[215] Maide suresi, 3. a yet

[216] En’am suresi, 121. ayet

[217] Bihar, 68/278/31

[218] Tevbe suresi, 67. ayet

[219] bakara suresi, 99. ayet

[220] Maide suresi 47. a yet

[221] Zuhruf suresi 54. ayet

[222] Tuhef’ul Ukul, 22

[223] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe

[224] a. g. e. 144

[225] Cami’ul Ahbar, 337/947

[226] Bihar, 14/48

[227] a. g. e. 71/290/60

[228] Nehc'ül-Belağa, 120. hikmet

[229] İsra suresi, 21. ayet

[230] bakara suresi, 253. ayet

[231] En’am suresi, 86. a yet

[232] Gurer’ul Hikem, 1136-1137

[233] a. g. e. 2477

[234] a. g. e. 2980

[235] Gurer’ul Hikem, 4268

[236] a. g. e. 6539

[237] a. g. e. 8677

[238] a. g. e. 6204

[239] Keşf’ul Gumme, 3/138

[240] Gurer’ul Hikem, 1925

[241] a. g. e. 7302

[242] Gurer’ul Hikem, 8845

[243] a. g. e. 7039

[244] a. g. e. 5834

[245] a. g. e. 6559

[246] a. g. e. 2131

[247] a. g. e. 892

[248] a. g. e. 7263

[249] Nehc'ül-Belağa, 62. hikmet

[250] Gurer’ul Hikem, 4534

[251] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe

[252] Gurer’ul Hikem, 5139

[253] Gurer’ul Hikem, 8905

[254] a. g. e. 8499

[255] a. g. e. 2178

[256] a. g. e. 4797

[257] a. g. e. 7179

[258] a. g. e. 4148

[259] a. g. e. 3357

[260] a. g. e. 805

[261] Gurer’ul Hikem, 3280

[262] a. g. e. 4899

[263] a. g. e. 10625

[264] a. g. e. 10663

[265] a. g. e. 2368

[266] a. g. e. 3492

[267] a. g. e. 9355

[268] a. g. e. 5234

[269] a. g. e. 5237

[270] a. g. e. 5254

[271] a. g. e. 6376

[272] a. g. e. 6379

[273] el-Kafi, 2/107/4

[274] Tenbih’ul Havatir, 1/124

[275] Gurer’ul Hikem, 3210

[276] a. g. e. 3579

[277] a. g. e. 3477

[278] Tenbih’ul Havatir, 1/100

[279] Nehc'ül-Belağa, 164. utbe

[280] a. g. e. 69. mektup

[281] Gurer’ul Hikem, 3323

[282] A’lam’ud-Din, 337/15

[283] Nehc'ül-Belağa, 125. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 8/103

[284] Kasas’ul Enbiya, 197/248

[285] Tenbih’ul Havatir, 1/100

[286] Tenbih’ul Havatir, 1/250

[287] Gurer’ul Hikem, 3386

[288] a. g. e. 2169

[289] a. g. e. 892

[290] a. g. e. 2054

[291] a. g. e. 2851

[292] a. g. e. 3913

[293] a. g. e. 5038

[294] Nehc'ül-Belağa, 468. hikmet

[295] el-Kafi, 2/307/4

[296] Kenz’ul Ummal, 16687

[297] Cami’ul Ahbar, 300/817

[298] Fatır suresi, 15. ayet

[299] Enbiya suresi, 8. ayet

[300] bakara suresi, 273. ayet

[301] Tövbe suresi, 60. ayet

[302] Kasas suresi, 24. ayet

[303] Mufredat-u Elfaz’il Kur’an, 641

[304] Golşen-i Raz’da yer alan şu beyit de hadiste yer alan bu anlama işaret etmektedir: “Yüz karalığı mümkün varlıktan her iki alemde

asla ayrılmamıştır, Allah daha iyi bilir”

[305] Bihar, 72/31/26

[306] Nehc'ül-Belağa, 163. hikmet

[307] a. g. e. 3

[308] Avail’ul Lai, 1/40/41

[309] Gurer’ul Hikem, 1309

[310] Cami’ul Ahbar, 299/816

[311] Gurer’ul Hikem, 3428

[312] a. g. e. 392

[313] Cami’ul Ahbar, 300/818

[314] Nehc'ül-Belağa, 319. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/227

[315] Cami’ul Ahbar, 299/817

[316] Kenz’ul Fevaid, Keraceki, 2/66

[317] el-Hisal, 206/24

[318] Nehc'ül-Belağa, 56. hikmet

[319] Bihar, 78/194/9

[320] a. g. e. 72/49/58

[321] a. g. e. s. 55/85

[322] Kenz’ul Ummal, 16595

[323] el-Kafi, 2/260/2

[324] Bihar, 72/48/5

[325] el-Kafi, 2/265/22

[326] el-Firdevs, 3/157/4424

[327] Kenz’ul Ummal, 44144

[328] Gurer’ul Hikem, 8947

[329] Kenz’ul Ummal, 16669

[330] a. g. e. 16670

[331] Müsned-i İbn-i Hanbel, 4/570/14057

[332] Kenz’ul Ummal, 16679

[333] Bihar, 72/46/57

[334] a. g. e. s. 47/58

[335] Kenz’ul Ummal, 16651

[336] el-Kafi, 2/263/12

[337] Bihar, 72/56/86

[338] a. g. e. 78/85/92

[339] a. g. e. 67/310/45

[340] Gurer’ul Hikem, 5904

[341] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/233

[342] Tuhef’ul Ukul, 225

[343] Mean’il-Ahbar, 244/1

[344] Bihar, 78/368/3

[345] a. g. e. 73/168/1

[346] Gurer’ul Hikem, 3342

[347] Nehc'ül-Belağa, 54. hikmet

[348] a. g. e. 38. hikmet

[349] Gurer’ul Hikem, 5326

[350] Bihar, 77/150/86

[351] el-Hisal, 87/19

[352] Bihar, 72/6/3

[353] a. g. e. 77/377/1

[354] a. g. e. c. 95/462

[355] a. g. e. 72/56/86

[356] Tuhef’ul Ukul, 286

[357] Gurer’ul Hikem, 2965

[358] a. g. e. 6547

[359] Nehc'ül-Belağa, 452. hikmet

[360] Tuhef’ul Ukul, 216

[361] Kenz’ul Ummal, 16582

[362] a. g. e. 16676

[363] Bihar, 72/35/27

[364] Mean’il-Ahbar, 165/1

[365] Bihar, 72/40/37

[366] a. g. e. h. 38

[367] el-Heraic ve’l-Ceraih, 2/739/54

[368] Bihar, 13/427/22

[369] Fakih, 3/166/3614

[370] Gurer’ul Hikem, 1536

[371] el-Kafi, 2/266/2

[372] Tenbih’ul Havatir, 1/303

[373] Gurer’ul Hikem, 2022

[374] a. g. e. 5904

[375] a. g. e. 6960

[376] Mean’il-Ahbar, 259/1

[377] Gurer’ul Hikem, 1308

[378] Bihar, 77/63/4

[379] Kehf suresi, 28. ayet

[380] En’am suresi, 52. ayet Bu ayetin nüzul sebebi şudur: “Fakir müminlerden bir grup Ashab-i Suffe adıyla Medine’de yaşıyordu. Resulullah (s.a.a) şahsen onlara yardımda bulunuyor, onları kendisine yakın tutuyordu. Yanına oturtuyor, onlarla arkadaş oluyordu. Zengin ve nimetler içindeki ashap bu işten dolayı Peygamberi kınıyor ve şöyle diyorlardı: “Onları kendi yanından kov.” Bir gün, Suffe ashabından birisi Peygamber’e sarılmış ve onunla sohbet ediyordu. Ensar’dan bir şahıs şöyle dedi: “Bunları kendinden kov ve uzaklaştır.” Bu esnada “…kovma.” ayeti nazil oldu. (Bihar’dan özet bir nakille, 72/38)

[381] el-Hisal, 614/10

[382] Bihar, 72/52/78

[383] a. g. e. s. 44/52

[384] a. g. e. s. 43/49

[385] Emali’es-Seduk, 359/5

[386] Bihar, 72/37/30

[387] Nehc'ül-Belağa, 2. hutbe

[388] Bihar, 77/212/1

[389] el-Hisal, 9/32

[390] Bihar, 74/81/83

[391] Gurer’ul Hikem, 5156

[392] Bihar, 74/101/6

[393] Tuhef’ul Ukul, 90

[394] Gurer’ul Hikem, 9055

[395] Bihar, 76/316/6

[396] a. g. e. s. 314/1

[397] Tuhef’ul Ukul, 221

[398] Bihar, 76/316/6

[399] a. g. e. 75/114/6

[400] Tuhef’ul Ukul, 220

[401] Bihar, 78/184/11

[402] a. g. e. 103/20/4

[403] a. g. e. 104/99/77

[404] el-Hisal, 504/2

[405] Gurer’ul Hikem, 5328

[406] Bihar, 72/11/11

[407] el-Kafi, 2/264/18

[408] bakara suresi 273. ayet

[409] Nehc'ül-Belağa, 68. hikmet

[410] el-Kafi, 2/231/4

[411] Gurer’ul Hikem, 8555

[412] Bihar, 78/249/87

[413] Gurer’ul Hikem, 1146

[414] el-Kafi, 2/260/3

[415] Kenz’ul Ummal, 16596

[416] a. g. e. 16649

[417] Bihar, 72/49/58

[418] Gurer’ul Hikem, 9816

[419] Bihar, 72/46/57

[420] Müsned-i İbn-i Hanbel, 1/504/2086

[421] Bihar, 72/54/85

[422] a. g. e. 71/267/17

[423] Metinde “Harif” diye yer alan bu kelime, Rivayetlerde bir yıl, yetmiş yıl ve bin yıl olarak tefsir edilmiştir.

[424] el-Kafi, 2/260/1

[425] Kenz’ul Ummal, 16576

[426] a. g. e. 16580

[427] a. g. e. 16621

[428] Bihar, 72/52/76

[429] Kehf suresi, 28. ayet

[430] Kenz’ul Ummal, 16654

[431] Kenz’ul Ummal, 16657

[432] Bihar, 72/25/19

[433] el-Kafi, 2/263/13

[434] Kenz’ul Ummal, 16655

[435] Bihar, 72/17/16

[436] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe

[437] Kenz’ul Ummal, 17100

[438] a. g. e. 17107

[439] Bihar, 72/49/60

[440] a. g. e. 77/187/10

[441] Tuhef’ul Ukul, 410

[442] Gurer’ul Hikem, 5285

[443] a. g. e. 5122

[444] Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet

[445] a. g. e. 26. mektup

[446] a. g. e. 406. hikmet

[447] Kenz’ul Ummal, 16590

[448] a. g. e. 16593

[449] Tevbe suresi, 122. ayet

[450] Gurer’ul Hikem, 4076

[451] Bihar, 78/321/19

[452] Kenz’ul Ummal, 28690

[453] a. g. e. 28689

[454] Gurer’ul Hikem, 4133

[455] Nehc'ül-Belağa, 166. hutbe

[456] a. g. e. 110

[457] Kenz’ul Ummal, 28752

[458] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/93/3

[459] Kenz’ul Ummal, 28768

[460] Gurer’ul Hikem, 7961

[461] Bihar, 1/176/44

[462] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[463] Kenz’ul Ummal, 5404

[464] Gurer’ul Hikem, 995

[465] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/71

[466] Kenz’ul Ummal, 28794

[467] el-Hisal, 40/27

[468] Bihar, 92/107/2

[469] Mişkat’ul Envar, 34

[470] Tevbe suresi, 122. ayet

[471] A’raf, 179

[472] Haşr suresi 13. ayet

[473] Iraki şöyle diyor: “Bu rivayeti Ebu Naim Hilye’de, Beyhaki ez-Züht’te Hatip ise kendi tarihinde, Suveyd bin Hars’ın hadisinden zayıf bir senetle nakletmişlerdir. (Meheccet’ul Beyza, haşiyesine müracaat ediniz.)

[474] Bu hadisi İbn-i Abdul Birr el-İlim ve muhtasar’da (s. 120) Ali bin Ebi Talib’den o da Peygamber’den (s.a.a) nakletmiştir. Sünen-i Daremi c. 1. s. 89’da da kendi senediyle Yahya bin Abbad’dan o da Ali’den (a.s) nakletmiştir. Hakeza Teysir’ul Vusul, c. 4, s. 162’de de Ali’den (a.s) nakletmiş ve şöyle demiştir: “Rezin de bunu nakletmiştir.”  (Meheccet’ul Beyza’nın haşiyesine müracaat ediniz. )

[475] İbn-i Abdul Birr Muhtasar s. 121 de olduğu gibi el-İlim’de de Şeddad bin Evs’in hadisinden nakletmiştir; Müsned’in haşiyesinde basılan Kenz’ul Ummal’ın özeti, 4/36, Hatib’in Fi’l Muttefık ve’l Musterık adlı kitabından o da Şeddad bin Evs’ten nakletmitir ve Iraki şöyle demiştir: “Hadisin senedinde Sadaka bin Abdullah vardır ve bu da onlar nezdinde zayıftır. Onun zayıf olduğu üzere birleşmişlerdir. Bu hadis merfu’ olduğu için sahih değildir. Sahih olan Ebi Derda’nın, Ebi Kalebe’den naklettiği hadistir. Tam ve kamil fakih olamaz… (Meheccet’ul Beyza’nın haşiyesine bakınız.)

[476] İbn-i Abdul Birr Muhtasar, s. 121’de olduğu gibi el-İlim’de de nakletmiştir. (Adı geçen eser haşiyesinde)

[477] Buraya kadar Daremi sünen’inde (1/89) Hasan-i Basri senediyle nakletmiştir. (a.g.e haşiyesine bakınız.)

[478] Meheccet’ul Beyza, 1/81-83

[479] Munyet’ul Mürid, 157

[480] Tuhef’ul Ukul, 204

[481] Nehc'ül-Belağa, 90. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/243

[482] el-Kafi, 1/70/8

[483] Kenz’ul Ummal, 28950

[484] Bihar, 72/304/51

[485] a. g. e. 77/83/3

[486] Mean’il-Ahbar, 1/1

[487] a. g. e. 2/3

[488] Bihar, 2/208/101

[489] Kenz’ul Ummal, 5439

[490] Nehc’üs-Saade, 3/29

[491] Bihar, 2/54/24

[492] a. g. e. s. 55/28

[493] el-İhtisas, 232

[494] Bihar, 1/177/48

[495] a. g. e. s. 213/10

[496] Kenz’ul Ummal, 28755

[497] a. g. e. 28794

[498] Tuhef’ul Ukul, 204

[499] Bihar, 70/204/11

[500] Kenz’ul Ummal, 28909

[501] el-Kafi, 1/38/2

[502] a. g. e. h. 3

[503] a. g. e. h. 1

[504] Gurer’ul Hikem, 3963

[505] a. g. e. 3930

[506] a. g. e. 3948

[507] Bihar, 2/36/38

[508] Gurer’ul Hikem, 8784

[509] a. g. e. 878

[510] a. g. e. 935

[511] a. g. e. 369

[512] a. g. e. 85

[513] a. g. e. 1616

[514] a. g. e. 1395

[515] a. g. e. 1460

[516] a. g. e. 2124

[517] a. g. e. 2225

[518] a. g. e. 9458

[519] a. g. e. 3093

[520] a. g. e. 3098

[521] a. g. e. 4322

[522] a. g. e. 4105

[523] a. g. e. 5149

[524] a. g. e. 8319

[525] a. g. e. 6900

[526] bakara suresi, 219. ayet

[527] Haşr suresi, 21. ayet

[528] Bihar, 78/115/11

[529] el-Kafi, 2/54/1

[530] a. g. e. s. 55/5

[531] Gurer’ul Hikem, 10307

[532] Tenbih’ul Havatir, 1/52

[533] Gurer’ul Hikem, 4494

[534] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe

[535] a. g. e. 103

[536] a. g. e. 31. mektup

[537] a. g. e. 153. hutbe

[538] a. g. e. 333. hikmet

[539] a. g. e. 83. hutbe

[540] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/194

[541] Bihar, 92/17/17

[542] Gurer’ul Hikem, 6564

[543] a. g. e. 8917

[544] Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet

[545] Nehc'ül-Belağa, 5. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/93

[546] Bihar, 71/325/19

[547] a. g. e. s. 326/20

[548] Gurer’ul Hikem, 6546

[549] el-Kafi, 2/55/4

[550] Bihar, 71/323/6

[551] Tenbih’ul Havatir, 1/250

[552] Gurer’ul Hikem, 1147

[553] a. g. e. 1792

[554] a. g. e. 4494

[555] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/195

[556] el-Kafi, 2/55/3

[557] Emali’et-Tusi, 146/240

[558] Bihar, 71/327/22

[559] a. g. e. s. 326/20

[560] Gurer’ul Hikem, 6537

[561] Bihar, 71/324/16

[562] Gurer’ul Hikem, 8462

[563] a. g. e. 6975

[564] a. g. e. 1278

[565] a. g. e. 8561

[566] a. g. e. 8564

[567] a. g. e. 9207

[568] Rum suresi, 9. ayet

[569] Al-i İmran suresi, 137. ayet

[570] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[571] Mü’minun suresi, 1-3. ayetler

[572] A’la suresi, 14-15. ayetler

[573] Şems suresi, 9-10. ayetler

[574] Cum’a suresi, 10. ayet

[575] Nur suresi, 31. ayet

[576] Maide suresi, 35. ayet

[577] A’raf suresi, 69. ayet

[578] Gurer’ul Hikem, 8357

[579] a. g. e. 2309

[580] Dur’ul Mensur, 2/724

[581] Mücadele suresi, 22. ayet

[582] Teğabün suresi, 16. ayet

[583] Gurer’ul Hikem, 1972

[584] Nehc'ül-Belağa, 5. hutbe

[585] En’am suresi, 21. ayet

[586] Yunus suresi, 17. ayet

[587] Mü’minun suresi, 117. ayet

[588] Yunus suresi, 69. ayet

[589] el-Kafi, 2/271/13

[590] Mişkat’ul Envar, 169

[591] Gurer’ul Hikem, 9113

[592] Gafir suresi, 44. ayet

[593] el-Hisal, 2118/43

[594] Bihar, 71/135/13

[595] Tefsir’ul Mizan, 17/334

[596] Tuhef’ul Ukul, 285

[597] Bihar, 71/148/44

[598] Tuhef’ul Ukul, 234

[599] Gurer’ul Hikem, 8070

[600] Tevbe suresi, 84. ayet

[601] Bihar, 6/242/64

[602] Müstedrek’ül-Vesail, 2/475/2502

[603] Bihar, 78/171/4

[604] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/237/4

[605] el-Kafi, 3/242/2

[606] Bihar, 77/371/35

[607] Tenbih’ul Havatir, 1/284

[608] a. g. e. 2/224

[609] Gurer’ul Hikem, 4800

[610] a. g. e. 9916

[611] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe

[612] Mean’il-Ahbar, 343/1

[613] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/270

[614] Bihar, 6/228/29

[615] a. g. e. 78/143/6

[616] Emali’es-Seduk, 239/12

[617] Bihar, 6/242/61

[618] a. g. e. h. 62

[619] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/363/12

[620] a. g. e. s. 365/15

[621] el-Kafi, 3/241/15

[622] Bihar, 6/235/52

[623] el-Kafi, 3/236/4

[624] el-Kafi, 2/90/8

[625] Tenbih’ul Havatir, 2/225

[626] Emali’et-Tusi, 28/31

[627] el-Kafi, 3/241/18

[628] Nehc'ül-Belağa, 20. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/298

[629] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/298

[630] ed-Deavat lil Ravendi, 264/756

[631] Sevab’ul A’mal, 55/1

[632] a. g. e. 179/1

[633] bakara suresi, 142. ayet

[634] et-Tehzib, 2/43/135

[635] Nur’us-Sakaleyn, 1/136/412

[636] Dur’ul Mensur, 1/343

[637] Mecme’ul Beyan, 1/413

[638] Tefsir-i el-Mizan, 1/331

[639] Tefsir-i el-Mizan, 1/335-337

[640] Tefsir-i el-Mizan, 1/337

[641] Yemen boylarından biri olup Mekke’de sükunet etmektedirler. İbrahim’in (a.s) oğlu Hz. İsmail onlardan evlenmiş ve bu sebeple de onlarla akraba olmuşlardır. Bu kabile daha sonra Harem’de bir takım kötülüklere baş vurunca Allah-u Teala da onları yok etmiştir. (Lisan’ul Arap, c. 12, s. 97)

[642] Bu yedi büyük ev, el-Mizan’in dipnotunda yer aldığına göre şunlardır: “1-Kabe, 2-İsfahan’da bir dağın tepesinde bulunan Mars, 3-Hindistan ülkesinde bulunan Mendusan, 4-Belh şehrinde bulunan Nevbahar, 5-Sen’a şehrinde bulunan Beyt-i Gemdan, 6-Horasan’ın Fergane şehrinde bulunan Kavisan, 7-Çin ülkesinin yüksekliklerinde bulunan bir ev.

[643] el-Mizan Tefsiri, 3/358-363

[644] Mekarim’ul Ahlak, 1/475/1632

[645] el-Kafi, 2/186/6

[646] Nevadir’ur-Ravendi, 19

[647] Bihar, 76/23/10

[648] Mean’il-Ahbar, 300/1

[649] el-Kafi, 2/185/1

[650] a. g. e. h. 3

[651] a. g. e. h. 2

[652] Sünen-i Ebi Davud, 5223

[653] Maide suresi, 32. ayet

[654] İsra suresi, 33. ayet

[655] Emali’es-Seduk, 28/4

[656] Sevab’ul A’mal, 327/7

[657] Kenz’ul Ummal, 39907

[658] a. g. e. 39951

[659] a. g. e. 39887

[660] el-Kafi, 7/271/2

[661] Sevab’ul A’mal, 327/8

[662] el-Kafi, 7/272/4

[663] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/293/6

[664] a. g. e. s. 296/19

[665] el-Kafi, 7/272/3

[666] Kenz’ul Ummal, 39909

[667] Fakih, 3/565/4934

[668] el-Kafi, 7/271/1

[669] Tefsir-i el-Mizan, 5/322

[670] Nisa, 93

[671] el-Kafi, 7/273/12

[672] Emali’el Müfid, 216/3

[673] Kenz’ul Ummal, 39952

[674] a. g. e. 39895; Vesail’uş-Şia, 8/615, 163. bölüm

[675] a. g. e. 39921

[676] el-Kafi, 7/272/7

[677] a. g. e. s. 276

[678] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/293/7

[679] Kenz’ul Ummal, 39880

[680] Sevab’ul A’mal, 328/9

[681] Maide suresi 32. ayet

[682] Kenz’ul Ummal, 367

[683] a. g. e. 380

[684] a. g. e. 382

[685] a. g. e. 386

[686] Vesail’uş-Şia, 11/113/1

[687] Kenz’ul Ummal, 39899

[688] a. g. e. 39904

[689] a. g. e. 13382

[690] a. g. e. 13381

[691] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/156/1

[692] a. g. e. h. 2

[693] Nisa suresi, 29. ayet

[694] Kenz’ul Ummal, 39961

[695] a. g. e. 39965

[696] Fakih, 4/95/5163

[697] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/301/4

[698] el-Kafi, 3/112/8

[699] el-Heraic ve’l-Ceraih, 1/61/104

[700] Fakih, 4/171/5394

[701] Müstedrek’ül-Vesail, 11/120/12587

[702] a. g. e. s. 50/12406

[703] Kenz’ul Ummal, 31703

[704] Vesail’uş-Şia, 11/113/1

[705] Sahih-i Müslim, 1782

[706] Kamer suresi, 49. ayet

[707] FAtır suresi, 11. ayet

[708] Nehc'ül-Belağa, 180. hutbe

[709] a. g. e. 213

[710] a. g. e. 183

[711] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe

[712] Kenz’ul Ummal, 499

[713] a. g. e. 488

[714] Gurer’ul Hikem, 1412

[715] A’lam’ud-Din, 311

[716] Kenz’ul Ummal, 501

[717] et-Tevhid, 383/32

[718] el-Mehasin, 1/379/837

[719] Gurer’ul Hikem, 4306

[720] a. g. e. 7202

[721] Nehc'ül-Belağa, 379. hikmet

[722] Gurer’ul Hikem, 8934

[723] Kenz’ul Ummal, 481

[724] a. g. e. 1561

[725] a. g. e. 1567

[726] a. g. e. 539

[727] Nehc'ül-Belağa, 459. hikmet

[728] Bihar, 78/63/147

[729] Nehc'ül-Belağa, 16. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/120

[730] Gurer’ul Hikem, 1947

[731] a. g. e. 4037

[732] a. g. e. 4031

[733] a. g. e. 4071

[734] Gurer’ul Hikem, 1025

[735] et-Tevhid, 366/4

[736] Kenz’ul Ummal, 28082

[737] a. g. e. 633

[738] Kurb’ul Esnad, 95/320

[739] Bihar, 5/98/24

[740] a. g. e. 41/2/3

[741] el-Kafi, 2/58/5

[742] el-İrşad, 1/225

[743] Kenz’ul Ummal, 1560, bak. Nehc’ul Belağa, 78. hikmet

[744] el-İhticac, 1/492/121

[745] Kenz’ul Ummal, 566

[746] a. g. e. 563

[747] a. g. e. 564

[748] a. g. e. 558

[749] Bihar, 5/120/61

[750] Kenz’ul Ummal, 651

[751] a. g. e. 642

[752] Bihar, 5/54/93

[753] Kadir suresi, 1-5. ayetler

[754] Duhan suresi, 3. ayet

[755] Sevab’ul A’mal, 92/11

[756] el-Kafi, 4/155/3

[757] Gurer’ul Hikem, 953

[758] a. g. e. 865

[759] a. g. e. 1153

[760] a. g. e. 2185

[761] a. g. e. 3955

[762] a. g. e. 4038

[763] Nehc'ül-Belağa, 245. hikmet

[764] a. g. e. 11

[765] a. g. e. 69. mektup

[766] Nur suresi, 11. ayet

[767] Nur suresi, 4. ayet

[768] Bihar, 79/111/8

[769] Müstedrek’ül-Vesail, 11/361/13263

[770] Deaim’ul İslam, 2/458/1614

[771] el-Kafi, 7/208/16

[772] Fakih, 4/51/5075

[773] el-Kafi, 7/205/6

[774] a. g. e. s. 206/9

[775] Müstedrek’ül-Vesail, 18/90/22134

[776] Kenz’ul Ummal, 13362

[777] Fakih, 4/48/5063

[778] el-Kafi, 7/209/20

[779] Vesail’uş-Şia, 18/433/5

[780] el-Kafi, 7/2096/1

[781] a. g. e. 240/2

[782] a. g. e. 241/6

[783] a. g. e. s. 242/11

[784] a. g. e. s. 243/19

[785] Hİcr suresi, 87. ayet

[786] Kamer suresi, 17. ayet

[787] Kenz’ul Ummal, 4027

[788] Nevadir’ur-Ravendi, 21 ve 22

[789] Tefsir-i Ayyaşi, 1/3/2

[790] a. g. e. s. 6/11; bak. . tüm söze

[791] Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/199

[792] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/18

[793] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/31

[794] Nehc'ül-Belağa, 183. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/115

[795] Gurer’ul Hikem, 3255

[796] Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/103

[797] el-Kafi, 2/602/13

[798] el-Mehasin, 1/341/702

[799] Gurer’ul Hikem, 1664

[800] Nehc'ül-Belağa, 47. mektup

[801] Kenz’ul Ummal, 2961

[802] Nehc'ül-Belağa, 133. hutbe

[803] Kenz’ul Ummal, 2861

[804] Ahkaf suresi, 12. ayet

[805] Hud suresi, 17. ayet

[806] Kenz’ul Ummal, 4029

[807] Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe

[808] Zümer suresi, 23. ayet

[809] Bihar, 77/122/23

[810] el-Kafi, 8/175/194

[811] Fakih, 4/402/5868

[812] Tuhef’ul Ukul, 150

[813] Bihar, 77/114/8

[814] a. g. e. 92/19/18

[815] Gurer’ul Hikem, 2543

[816] Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/203

[817] Bihar, 92/15/8

[818] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/130/9

[819] İsra suresi, 82. ayet

[820] Yunus suresi, 57. ayet

[821] Fussilet surei, 44. ayet

[822] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/19

[823] Keşf’ul Gumme, 2/119

[824] Nehc’ül-Belağa, 156. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/203

[825] Kenz’ul Ummal, 2310

[826] Bihar, 92/19/18

[827] Kenz’ul Ummal, 2307

[828] Mean’il-Ahbar, 279

[829] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/18

[830] Mean’il-Ahbar, 279

[831] Nehc'ül-Belağa, 313. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/220

[832] Nehc'ül-Belağa, 158. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/217

[833] Kenz’ul Ummal, 2454

[834] el-Kafi, 2/599/3

[835] a. g. e. 1/60/6

[836] ed-Deavat lil Ravendi, 220/600

[837] Bihar, 92/19/18

[838] Kenz’ul Ummal, 2356

[839] Nehc'ül-Belağa, 110. hutbe

[840] Bihar, 92/19/18

[841] Kenz’ul Ummal, 2439

[842] Bihar, 92/186/2

[843] Kenz’ul Ummal, 2351

[844] a. g. e. 2354

[845] Bihar, 92/188/10

[846] Kenz’ul Ummal, 2330

[847] a. g. e. 2331

[848] a. g. e. 2368

[849] a. g. e. 4025

[850] a. g. e. 2382

[851] a. g. e. 2384

[852] a. g. e. 2320

[853] a. g. e. 2375

[854] a. g. e. 2386

[855] Nehc'ül-Belağa, 399. hikmet

[856] Kenz’ul Ummal, 2452

[857] a. g. e. 2317

[858] a. g. e. 2400

[859] a. g. e. 2478

[860] el-Kafi, 2/603/2

[861] Bihar, 92/208/5

[862] Kurb’ul Esnad, 5/16

[863] Kenz’ul Ummal, 2850

[864] a. g. e. 2849

[865] a. g. e. 2854

[866] Sevab’ul A’mal, 283/1

[867] Cami’ul Ahbar, 115/202

[868] Kenz’ul Ummal, 2289, 2289, 2290

[869] Müstedrek’ül-Vesail, 11/7/12275

[870] el-Hisal, 7/21

[871] Cami’ul Ahbar, 115/205

[872] Kenz’ul Ummal, 29890

[873] a. g. e. 2318

[874] a. g. e. 2278

[875] a. g. e. 2344

[876] a. g. e. 2345

[877] Kenz’ul Ummal, 4020

[878] el-Kafi, 2/604/5

[879] Kenz’ul Ummal, 4198

[880] a. g. e. 2347

[881] a. g. e. 2349

[882] Fatır suresi, 29. ayet

[883] Kenz’ul Ummal, 2257

[884] a. g. e. 2441

[885] Gurer’ul Hikem, 7633

[886] a. g. e. 8790

[887] Bihar, 92/17/18

[888] Kenz’ul Ummal, 2284

[889] a. g. e. 4032

[890] a. g. e. 2347

[891] a. g. e. 2349

[892] Bihar, 92/209/6

[893] Bihar, 92/190/2

[894] Kenz’ul Ummal, 2768

[895] Bihar, 92/190/2

[896] a. g. e. s. 195/10

[897] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/364/9

[898] Kenz’ul Ummal, 2765

[899] el-Kafi, 2/616/11

[900] a. g. e. h. 10

[901] bakara suresi, 121. ayet

[902] Nehc'ül-Belağa, 17. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/284

[903] Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/104

[904]Tenbih’ul Havatir, 2/236

[905] Dur’ul Mensur, 1/272

[906] Sahifet’us-Seccadiye, 158, 42. dua

[907] Bihar, 78/105/3

[908] Nehc'ül-Belağa, 121. hutbe

[909] a. g. e. 182

[910] Al-i İmran suresi, 187. ayet

[911] bakara suresi, 101. ayet

[912] el-Kafi, 8/53/16

[913] Nehc'ül-Belağa, 228. hikmet

[914] Bihar, 92/213/11

[915] Kenz’ul Ummal, 2751

[916] a. g. e. 2752

[917] Nahl suresi, 98. ayet

[918] Bihar, 92/216/24

[919] Tefsir-i Ayyaşi, 2/270/68

[920] Müzzemmil suresi, 4. ayet

[921] Nevadir’ur-Ravendi, 30

[922] Kenz’ul Ummal, 4117

[923] el-Kafi, 2/614/1

[924] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe

[925] Muhammed surei, 24. ayet

[926] Sad suresi, 29. ayet

[927] Mü’minun suresi, 68. ayet

[928] Nisa suresi, 82. ayet

[929] Bihar, 92/211/4

[930] a. g. e. s. 216/22

[931] Gurer’ul Hikem, 4493

[932] Kenz’ul Ummal, 2828

[933] a. g. e. 2815

[934] el-Kafi, 2/617/1

[935] Hadid suresi, 16. ayet

[936] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/182/5

[937] Bihar, 16/258/42

[938] Kenz’ul Ummal, 2777

[939] a. g. e. 2794

[940] a. g. e. 2824

[941] a. g. e. 4143

[942] el-Kafi, 2/614/3

[943] Bihar, 92/194/8

[944] Kenz’ul Ummal, 4201

[945] a. g. e. 2843

[946] Bihar, 92/184/19

[947] Kenz’ul Ummal, 2462

[948] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/23

[949] Kenz’ul Ummal, 2776

[950] a. g. e. 2845

[951] Misbah’uş-Şeria, 373

[952] Cami’ul Ahbar, 130/254

[953] İhtisas, 262

[954] Bihar, 77/100/1

[955] Kenz’ul Ummal, 4192

[956] el-Hisal, 143/165

[957] Kenz’ul Ummal, 2882

[958] el-Kafi, 2/608/6

[959] Sevab’ul A’mal, 337/1

[960] Kenz’ul Ummal, 2472

[961] Bihar, 92/20/18

[962] Kenz’ul Ummal, 4031

[963] a. g. e. 2316

[964] A’raf suresi, 204. ayet

[965] İsra suresi, 107-109. ayetler

[966] Meryem suresi, 58. ayet

[967] Hadid suresi, 16. ayet

[968] Bihar, 92/222/7

[969] a. g. e. s. 221/3

[970] Kenz’ul Ummal, 2461

[971] Bihar, 92/20/18

[972] a. g. e. s. 95/48

[973] Nehc'ül-Belağa, 18. hutbe

[974] Mean’il-Ahbar, 232/1

[975] Bihar, 92/107/1

[976] a. g. e. s. 110/11

[977] Kenz’ul Ummal, 2985

[978] Bihar, 92/111/20

[979] a. g. e.

[980] Münyet’ül-Mürid, 369

[981] Nehc'ül-Belağa, 55. mektup

[982] el-Kafi, 8/311/485

[983] Nehc'ül-Belağa, 158. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/217

[984] a. g. e. 87. hutbe

[985] Tefsir-i Ayyaşi, 1/5/9

[986] Al-i İmran suresi, 7. ayet

[987] Bihar, 92/186/3

[988] Kenz’ul Ummal, 3096

[989] Bihar, 93/4

[990] a. g. e. s. 11

[991] a. g. e. 92/382/15

[992] a. g. e. s. 383/19

[993] a. g. e. h. 21

[994] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/290/39

[995] Tefsir-i el-Mizan, 3/68

[996] Bihar, 92/381/12

[997] el-Kafi, 2/631/14

[998] Tefsir-i Ayyaşi, 1/10/5

[999] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/202/1

[1000] Nehc'ül-Belağa, 77. mektup

[1001] Dur’ul Mensur, 1/40

[1002] Kenz’ul Ummal, 2469

[1003] Dur’ul Mensur, 1/12

[1004] a. g. e.

[1005] a. g. e. 1/13

[1006] a. g. e.

[1007] a. g. e. 1/16

[1008] Kenz’ul Ummal, 2539

[1009] Fatır suresi, 32. ayet

[1010] Vakıa suresi, 10-11. ayetler

[1011] a. g. s. 88-89. ayetler

[1012] Mutaffifin suresi, 28. ayet

[1013] Hadisin metninde geçen “hevm ve heveman” kelimesi dönme anlamındadır. Zalimin kendi nefsi etrafında dönüşünden maksat ise, nefsinin isteklerine uyması ve tümüyle sadece nefsini razı etmesi için çabalamasıdır. İtidalli kimsenin kendi kalbi etrafında dömesinden maksat ise onun züht ve ibadet vesilesiyle temizlenmekle meşgul olmasıdır. İyiliklere doğru öne geçen kimsenin Rabbi etrafında dönüşünden maksat ise kendisini Allah için halis kılması, sürekli Allah’ı hatırlaması, Allah’tan gayrisini yad etmemesi, Allah’tan gayrisine ümit bağlamaması ve ondan başka bir şeyi kastetmemesidir. (el-Mizan, 17/50)

[1014] Mean’il-Ahbar, 104/1

[1015] el-Kafi, 1/214/1

[1016] Mecme’ul Beyan, 8/639

[1017] Tefsir-i el-Mizan, 17/49

[1018] Mecme’ul Beyan, 8/638

[1019] Kemaluddin, 276/25

[1020] Tuhef’ul Ukul, 393

[1021] Gurer’ul Hikem, 6159

[1022] a. g. e. 1756

[1023] Tenbih’ul Havatir, 1/224

[1024] Gurer’ul Hikem, 3139

[1025] el-Kafi, 8/69/24

[1026] Gurer’ul Hikem, 3243

[1027] el-Kafi, 2/123/11

[1028] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe

[1029] Kenz’ul Ummal, 18935

[1030] el-Kafi, 3/323/7

[1031] a. g. e. 6/269/4

[1032] el-Hisal, 81/5

[1033] el-Kafi, 5/261/7

[1034] a. g. e. 2/352/7

[1035] a. g. e. h. 8

[1036] İlel’uş-Şerayi’, 12/7

[1037] Kenz’ul Ummal, 1155

[1038] a. g. e. 1156

[1039] a. g. e. 21327

[1040] Bihar, 78/380/4

[1041] Gurer’ul Hikem, 1750

[1042] ed-Deavat lil Ravendi, 292/39

[1043] Gurer’ul Hikem, 7429

[1044] İkbal’ul A’mal, 3/299

[1045] Nur’us-Sakaleyn, 1/720/92

[1046] Bihar, 94/147/21

[1047] a. g. e. 94/156/22

[1048] Parmak uçlarından dirseğe kadar olan bir ölçü birimi

[1049] Açıldığı taktirde iki elin miktarınca bir ölçü birimi.

[1050] Kenz’ul Ummal, 1133

[1051] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/103/30

[1052] a. g. e. s. 104/31

[1053] Kenz’ul Ummal, 1138

[1054] Gurer’ul Hikem, 3852

[1055] Mişkat’ul Envar, 251

[1056] Gurer’ul Hikem, 4477

[1057] a. g. e. 2056

[1058] a. g. e. 1801

[1059] Sevab’ul A’mal, 205/1

[1060] Mişkat’ul Envar, 45

[1061] Müstedrek’ül-Vesail, 11/178/12684

[1062] Nehc'ül-Belağa, 52. hutbe

[1063] a. g. e. 76. mektup

[1064] Kenz’ul Ummal, 43761

[1065] el-Kafi, 2/319/14

[1066] el-Hİsal, 630/10

[1067] Vesail’uş-Şia, 16/111/2

[1068] el-Hilaf, 3/157

[1069] el-Kafi, 7/395/5

[1070] Sıfat’uş-Şia, 116/60

[1071] el-Kafi, 3/536/1

[1072] Fakih, 4/31/5017

[1073] Müstedrek’ül-Vesail, 16/32/19030

[1074] Kurb’ul Esnad, 54/175

[1075] Vesail’uş-Şia, 18/498/3

[1076] el-Kafi, 7/223/9

[1077] Hadid suresi, 11. ayet

[1078] Gurer’ul Hikem, 8072

[1079] Nehc'ül-Belağa, 90. hutbe

[1080] a. g. e. 183

[1081] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/40/3

[1082] a. g. e. s. 41/3

[1083] Fakih, 2/58/1697

[1084] Mekarim’ul Ahlak, 1/293/910

[1085] Sevab’ul A’mal, 167/3

[1086] Kenz’ul Ummal, 15373

[1087] Bihar, 103/138/2

[1088] Kenz’ul Ummal, 15374

[1089] Bihar, 103/139/9

[1090] a. g. e. s. 140/11

[1091] el-Hisal, 130/135

[1092] Sevab’ul A’mal, 167/4

[1093] Yüz ritil

[1094] a. g. e. s. 341/1

[1095] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[1096] Emali’es-Seduk, 350/1

[1097] bakara suresi, 280. ayet

[1098] Bihar, 103/151/17

[1099] el-Kafi, 8/9/1

[1100] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/46/15

[1101] Sevab’ul A’mal, 166/1

[1102] Kenz’ul Ummal, 15379

[1103] a. g. e. 15398

[1104] a. g. e. 15405

[1105] a. g. e. 15424

[1106] et-Terğib ve’t-Terhib, 2/44/7

[1107] Sevab’ul A’mal, 167/5

[1108] Al-i İmran suresi, 44. ayet

[1109] Saffat suresi, 141. ayet

[1110] Fakih, 3/92/3391

[1111] el-Kafi, 7/158/3

[1112] el-Fakih, 3/89/3388

[1113] a. g. e. s. 92/3390

[1114] Sünen-i Ebi Mace, 2348

[1115] Vesail’uş-Şia, 18/188/5

[1116] a. g. e. h. 6

[1117] Sünen-i Ebi Mace, 2347

[1118] el-Fakih, 3/92/3389

[1119] Kenz’ul Ummal, 34626

[1120] a. g. e. 34623

[1121] Besair’ud-Derecat, 10/1

[1122] Bihar, 2/93/22

[1123] Tefsir-i Ayyaşi, 2/123/23

[1124] Nur’us-Sakaleyn, 3/1960/325

[1125] a. g. e. s. 422/46

[1126] el-Kafi, 4/25/1

[1127] a. g. e. 5/162/1

[1128] a. g. e. s. 164/6

[1129] Fakih, 3/268/3968

[1130] Bihar, 78/10/67

[1131] Gurer’ul Hikem, 565

[1132] a. g. e. 334 ve 335

[1133] Kenz’ul Ummal, 5434

[1134] Bihar, 71/342/15

[1135] Fakih, 2/64/1720

[1136] el-Hisal, 620/10

[1137] Gurer’ul Hikem, 9165

[1138] Fakih, 2/64/1721

[1139] Bihar, 71/347/13

[1140] Gurer’ul Hikem, 9048

[1141] Emali’et-Tusi, 8/8

[1142] Tenbih’ul Havatir, 1/167

[1143] Derret’ul Bahire, 43

[1144] Gurer’ul Hikem, 6364

[1145] a. g. e. 1501

[1146] Bihar, 76/269/17

[1147] el-Hisal, 10/36

[1148] Tenbih’ul Havatir, 1/167

[1149] A’raf sursei, 176. ayet

[1150] Yusuf suresi, 3. ayet

[1151] a. g. s. 111. ayet

[1152] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe

[1153] a. g. e. 110. hutbe

[1154] Tefsir-i el-Mizan, 11/75

[1155] el-Kafi, 7/263/20

[1156] Bihar, 72/264/1

[1157] a. g. e.

[1158] bakara suresi, 179. ayet

[1159] a. g. s. 178. ayet

[1160] a. g. s. 194. ayet

[1161] Maide suresi, 45. ayet

[1162] İsra suresi, 33. ayet

[1163] Emali’el Müfid, 53/15

[1164] Tefsir-i Mensub ila İmam Askeri, 595/354

[1165] EMali’et-Tusi, 494/1082

[1166] Nehc'ül-Belağa, 252. hikmet

[1167] Gurer’ul Hikem, 5394

[1168] Tefsir-i Ayyaşi, 1/324/128

[1169] Kenz’ul Ummal, 39831

[1170] Maide suresi, 45. ayet

[1171] Maide suresi, 32. ayet

[1172] Zilzal suresi, 7-8. ayetler

[1173] bakara suresi, 175. ayet

[1174] el-Mizan tefsiri, 1/434-438

[1175] Maide suresi, 45. ayet

[1176] Kenz’ul Ummal, 39850

[1177] a. g. e. 39851

[1178] a. g. e. 39861

[1179] a. g. e. 39854

[1180] a. g. e. 39853

[1181] el-Kafi, 7/358/1

[1182] a. g. e. h. 2

[1183] Tevbe suresi, 51. ayet

[1184] Enfal suresi, 42. ayet

[1185] Ahzab suresi, 38. ayet

[1186] Nehc'ül-Belağa, 191. hutbe

[1187] a. g. e. 160

[1188] Nehc'ül-Belağa, 216

[1189] Gurer’ul Hikem, 3432

[1190] et-Tevhid, 364/1

[1191] Derret’ul Bahire, 33

[1192] Hazirin, Sıffin dolaylarında bir şehir adıdır.

[1193] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[1194] a. g. e. 227. hutbe

[1195] Bihar, 5/121/64

[1196] Fussilet suresi, 12. ayet

[1197] İsra suresi, 23. ayet

[1198] İsra suresi, 4. ayet

[1199] Gafir suresi, 20. ayet

[1200] Zümer suresi, 69. ayet

[1201] Yusuf suresi, 41. ayet

[1202] Secde suresi, 7. ayet

[1203] A’raf suresi, 28. ayet

[1204] Enbiya suresi, 16. ayer

[1205] Müminun suresi, 115. ayetk

[1206] Kamer suresi, 49. ayet

[1207] Zariyat suresi, 56. ayet

[1208] Hac suresi, 37. ayet

[1209] Şeyh Mufid’in (r.a) sözleri burada bitmektedir.

[1210] Bihar, 5/97-101

[1211] Bakara suresi, 117. ayet

[1212] Fussilet suresi, 12. ayet

[1213] Yusuf suresi, 41. ayet

[1214] İsra suresi, 4. ayet

[1215] a. g. a. 23. ayet

[1216] Yunus suresi, 93. ayet

[1217] Zümer suresi, 75. ayet

[1218] En’am suresi, 62. ayet

[1219] Ra’d suresi, 41. ayet

[1220] Kaf suresi, 29. ayet

[1221] Sad suresi, 84. ayet

[1222] Tefsir-i el-Mizan, 13/72-75

[1223] Kenz’ul Ummal, 522

[1224] el-Kafi, 6/13/3

[1225] a. g. e. s. 14/4

[1226] Dehr/İnsan suresi 30. ayet

[1227] Tekvir suresi, 29. ayet

[1228] Ra’d suresi, 11. ayet

[1229] Kenz’ul Ummal, 44166

[1230] a. g. e. 14972

[1231] a. g. e. 14973

[1232] Nehc'ül-Belağa, 56. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 4/33

[1233] Nehc’üs-Saade, 2/259

[1234] Kenz’ul Ummal, 44228

[1235] Nehc’üs-Saade, 2/420

[1236] a. g. e. s. 580

[1237] a. g. e. s. 585

[1238] Nehc’üs-Saade, 3/298

[1239] Kenz’ul Ummal, 31452

[1240] Nehc'ül-Belağa, 150. hutbe

[1241] Bihar, 82/130/10

[1242] Emali’es-Seduk, 439/15

[1243] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/141/42

[1244] et-Temhis, 58/118

[1245] Tuhef’ul Ukul, 48

[1246] e-Kafi, 2/62/8

[1247] et-Temhis, 55/109

[1248] et-Temhis, 59/123

[1249] el-Kafi, 5/262/2

[1250] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe

[1251] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/141/42

[1252] Kenz’ul Ummal, 482

[1253] a. g. e. 483

[1254] Bihar, 82/132/16

[1255] Gurer’ul Hikem, 3225

[1256] Nehc'ül-Belağa, 228. hikmet

[1257] a. g. e. 192. hutbe

[1258] Ahkaf suresi, 29. ayet

[1259] Bakara suresi, 200. ayet

[1260] İsra suresi, 23. ayet

[1261] Kasas suresi, 44. ayet

[1262] Hicr suresi, 66. ayet

[1263] İsra suresi 4. ayet

[1264] Taha suresi, 72. ayet

[1265] Enfal suresi, 42. ayet

[1266] İbrahim suresi, 22. ayet

[1267] Yusuf suresi, 41. ayet

[1268] Meryem suresi, 21. ayet

[1269] Kasas suresi, 29. ayet

[1270] Kasas suresi, 28. ayet

[1271] Zümer suresi, 75. ayet

[1272] Gafir suresi, 20. ayet

[1273] En’am suresi, 57. ayet

[1274] Yunus suresi, 54. ayet

[1275] Fussilet suresi, 12. ayet

[1276] Zuhruf suresi, 77. ayet

[1277] Fatır suresi, 34. ayet

[1278] Sebe suresi, 14. ayet

[1279] Bihar, 93/18-20

[1280] Derret’ul Bahire, 44

[1281] A’lam’ud-Din, 309

[1282] Bihar, 5/95/17

[1283] Sad suresi, 26. ayet

[1284] el-Kafi, 7/406/2

[1285] a. g. e. h. 1

[1286] Nisa suresi, 60. ayet

[1287] Al-i İmran suresi, 23. ayet

[1288] el-Kafi, 7/412/5

[1289] a. g. e. s. 411/1

[1290] el-Kafi, 7/411/3

[1291] Sad suresi, 26. ayet

[1292] Nisa sursei, 58. ayet

[1293] Maide suresi, 42. ayet

[1294] Bihar, 104/266/20

[1295] Gurer’ul Hikem, 3223

[1296] el-Fakih, 3/2/3216

[1297] Sünen-i Kübra, 10/150/20162

[1298] et-Tehzib, 6/303/846

[1299] Nisa suresi, 65. ayet

[1300] Bihar, 2/204/89

[1301] el-Kafi, 1/67/10

[1302] Sahih-i Müslim, 2357

[1303] Maide suresi, 44, 45, 47. ayetler

[1304] Tefsir-i Ayyaşi, 1/323/120

[1305] Bihar, 104/265/14

[1306] Dur’ul Mensur, 3/89

[1307] Nehc'ül-Belağa, 17. hutbe

[1308] et-Tehzib, 6/224/537

[1309] Kenz’ul Ummal, 14999

[1310] Müstedrek’ül-Vesail, 17/243/21233

[1311] Vesail’uş-Şia, 18/8/8

[1312] Kenz’ul Ummal, 14991

[1313] Fakih, 3/6/3226

[1314] a. g. e. 3/5/3224

[1315] Kenz’ul Ummal, 14988

[1316] a. g. e. 14989

[1317] a. g. e. 15008

[1318] a. g. e. 15009

[1319] a. g. e. 14994

[1320] a. g. e. 14995

[1321] Müstedrek’ül-Vesail, 17/407/21682

[1322] Sünen-i Ebi Davud, 3578

[1323] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 17/58

[1324] Bihar, 104/264/5

[1325] Nehc'ül-Belağa, 110. hikmet

[1326] Vesail’uş-Şia, 18/155/1

[1327] Müstedrek’ül-Vesail, 17/350/21550

[1328] Kenz’ul Ummal, 15032

[1329] a. g. e. 15033

[1330] Müstedrek’ül-Vesail, 17/359/21581

[1331] el-Kafi, 7/413/1

[1332] Sünen-i Ebi Davud, 3582

[1333] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/65/286

[1334] Fakih, 3/13/3238

[1335] Bihar, 104/277/7

[1336] Kenz’ul Ummal, 15023

[1337] Fakih, 3/11/3224

[1338] el-Kafi, 7/413/5

[1339] Kenz’ul Ummal, 15030

[1340] Müstedrek’ül-Vesail, 17/349/21545

[1341] a. g. e. h. 21544

[1342] Kenz’ul Ummal, 15040

[1343] el-Kafi, 7/413/1

[1344] a. g. e. h. 4

[1345] a. g. e. h. 5

[1346] el-Fakih, 3/14/3240

[1347] a. g. e. h. 3241

[1348] Müstedrek’ül-Vesail, 17/350/21549

[1349] Kenz’ul Ummal, 14433

[1350] a. g. e. 14992

[1351] a. g. e. 44261

[1352] el-Kafi, 2/146/12

[1353] Gurer’ul Hikem, 4095

[1354] Kenz’ul Ummal, 14427

[1355] a. g. e. 14993

[1356] a. g. e. 14986

[1357] a. g. e. 14985

[1358] el-Kafi, 7/410/1

[1359] Kenz’ul Ummal, 14597

[1360] a. g. e. 15019

[1361] a. g. e. 14428

[1362] el-Kafi, 7/407/1

[1363] Kenz’ul Ummal, 14981

[1364] a. g. e. 14980

[1365] a. g. e. 14921

[1366] Bihar, 104/275/1

[1367] el-Hisal, 585/12

[1368] Müstedrek’ül-Vesail, 14/286/16732

[1369] bakara suresi, 188. ayet

[1370] Kenz’ul Ummal, 15043

[1371] Mean’il-Ahbar, 279

[1372] Bihar, 14/5/13, bak hadisin tamamına, ve hakeza 14,15,16. ve 20. hadislere bak.

[1373] Bihar, 14/14/23

[1374] el-Hisal, 311/88

[1375] Tenbih’ul Havatir, 2/171

[1376] el-Fakih, 3/7/3231

[1377] Nehc'ül-Belağa, 18. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/288

[1378] Deaim’ul İslam, 1/92

[1379] Emali’el Müfid, 286/5

[1380] Emali’et-Tusi, 30/31

[1381] Kenz’ul Ummal, 14456

[1382] a. g. e. 14990

[1383] Sünen-i Ebi Davud, 3585

[1384] Müstedrek’ül-Vesail, 17/348/21542

[1385] el-Fakih, 3/11/3235

[1386] el-Kafi, 7/407/3

[1387] a. g. e. s. 413/1

[1388] Vesail’uş-Şia, 18/582/2

[1389] Kenz’ul Ummal, 14463

[1390] Gurer’ul Hikem, 3936

[1391] a. g. e. 3011

[1392] Nehc'ül-Belağa, 220. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/42

[1393] el-Kafi, 7/415/1

[1394] Vesail’uş-Şia, 18/217/4

[1395] Kenz’ul Ummal, 1210

[1396] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/46

[1397] Gurer’ul Hikem, 261

[1398] a. g. e. 2046

[1399] a. g. e. 6309

[1400] Tuhef’ul Ukul, 371

[1401] bakara suresi, 283. ayet

[1402] Kaf suresi, 33. ayet

[1403] En’am suresi, 125. ayet

[1404] Hicr suresi, 97. ayet

[1405] Ahzap suresi, 10. ayet

[1406] Maide suresi, 7. ayet

[1407] Tefsir-i el-Mizan, 2/223

[1408] İlel’uş-Şerayi’, 109/8

[1409] Kenz’ul Ummal, 1222

[1410] el-Hisal, 31/109

[1411] Kenz’ul Ummal, 1223

[1412] a. g. e. 1205

[1413] İlel’uş-Şerayi’, 109/7

[1414] Kenz’ul Ummal, 1125

[1415] Nevadir’ur-Ravendi, 7

[1416] Derret’ul Bahire, 39

[1417] Mişkat’ul Envar, 257

[1418] Emali’et-Tusi, 536/1162

[1419] Nehc'ül-Belağa, 165. hutbe

[1420] Nevadir’ur-Ravendi, 4

[1421] Mean’il-Ahbar, 395/51

[1422] Kenz’ul Ummal, 1126

[1423] Mean’il-Ahbar, 395/50

[1424] Bihar, 70/59/39

[1425] Nehc'ül-Belağa, 147. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/346

[1426] Gurer’ul Hikem, 11005

[1427] Gurer’ul Hikem, 3449

[1428] a. g. e. 3078

[1429] Misbah’uş-Şeria, 20

[1430] Şuara suresi, 87-89. ayetler

[1431] Saffat suresi, 83-84. ayetler

[1432] Müstedrek’ül-Vesail, 1/113/124

[1433] el-Kafi, 2/16/5

[1434] Nur’us-Sakaleyn, 4/58/50

[1435] a. g. e. h. 51

[1436] Bihar, 78/164/1

[1437] Gurer’ul Hikem, 10874

[1438] Tuhef’ul Ukul, 504

[1439] Bihar, 78/8/64

[1440] Tuhef’ul Ukul, 235

[1441] Gurer’ul Hikem, 4112

[1442] Ra’d suresi, 28. ayet

[1443] Fetih suresi, 4. ayet

[1444] FEcr suresi, 27-28. ayetler

[1445] Mişkat’ul Envar, 255

[1446] Tefsir-i Ayyaşi, 1/377/95

[1447] el-Kafi, 3/127/2

[1448] Kenz’ul Ummal, 3043

[1449] el-Hisal, 240/90

[1450] el-Kafi, 8/215/260

[1451] Bihar, 70/59/39

[1452] İkbal’ul A’mal, 3/299

[1453] Bihar, 94/147/21

[1454] Gurer’ul Hikem, 4486

[1455] Nehc'ül-Belağa, 154. hutbe

[1456] Kurb’ul Esnad, 33/108

[1457] el-Kafi, 2/267/2

[1458] a. g. e. s. 266/1

[1459] a. g. e. s. 267/3

[1460] Tefsir-i Ayyaşi, 1/150/495

[1461] el-Mehasin, 1/318/633

[1462] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/497/3

[1463] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe

[1464] a. g. e. 187. hutbe

[1465] a. g. e. 193. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/11

[1466] Nehc'ül-Belağa, 312. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/219

[1467] A’lam’ud-Din, 304

[1468] Bihar, 78/353/9

[1469] Derret’ul Bahire, 43

[1470] Nehc'ül-Belağa, 91. hikmet

[1471] Ahzab suresi, 33. ayet

[1472] Gurer’ul Hikem, 6021

[1473] a. g. e. 6020

[1474] a. g. e. 6017

[1475] el-Mehasin, 1/457/1058

[1476] Gurer’ul Hikem, 6777

[1477] Tuhef’ul Ukul, 393

[1478] Bihar, 94/128/19

[1479] En’am suresi, 125. ayet

[1480] İnşirah suresi, 1. ayet

[1481] Mecme’ul Beyan, 4/561

[1482] Mekarim’ul Ahlak, 2/340/2660

[1483] Bihar, 94/150/21

[1484] Gafir sursei, 35. ayet

[1485] Yunus suresi, 74. ayet

[1486] Rum suresi, 59. ayet

[1487] A’raf suresi, 101. ayet

[1488] Kenz’ul Ummal, 10213

[1489] A’lam’ud-Din, 340

[1490] Bihar, 45/8

[1491] Casiye suresi, 23. ayet

[1492] bakara suresi, 7. ayet

[1493] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/123/16

[1494] A’raf suresi, 179. ayet

[1495] En’am suresi, 39. ayet

[1496] Nehc'ül-Belağa, 88. hutbe

[1497] Hac suresi, 46. ayet

[1498] İsra suresi, 72. ayet

[1499] Emali’es-Seduk, 395/1

[1500] Nur’us-Sakaleyn, 3/197/356

[1501] Fakih, 1/379/1109

[1502] el-İhticac, 2/165/193

[1503] Nur’us-Sakaleyn, 3/195/350

[1504] Mutaffifin suresi, 14-15. ayetler

[1505] Tuhef’ul Ukul, 397

[1506] Nur’us-Sakaleyn, 5/532/24

[1507] Gurer’ul Hikem, 6689

[1508] Kenz’ul Ummal, 10288

[1509] Nehc'ül-Belağa, 64. mektup

[1510] Nehc'ül-Belağa, 58. mektup

[1511] Al-i İmran suresi, 8. ayet

[1512] Saf suresi, 5. ayet

[1513] Al-i İmran suresi, 7. ayet

[1514] Tuhef’ul Ukul, 388

[1515] Nehc'ül-Belağa, 151. hutbe

[1516] Tuhef’ul Ukul, 151

[1517] Kenz’ul Ummal, 1682

[1518] bakara suresi, 74. ayet

[1519] Tuhef’ul Ukul, 296

[1520] Cami’ul Ahbar, 383/1071

[1521] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe

[1522] a. g. e. 31. mektup

[1523] Maide suresi, 13. ayet

[1524] Hadid suresi, 16. ayet

[1525] İlel’uş-Şerayi’, 81/1

[1526] el-Kafi, 2/329/1

[1527] Bihar, 14/309/17

[1528] Emali’et-Tusi, 3/1

[1529] el-Hisal, 126/122

[1530] Keşf’ul Gumme, 3/140

[1531] Tenbih’ul Havatir, 2/120

[1532] Müstedrek’ül-Vesail, 12/94/13613

[1533] a. g. e. s. 93/13609

[1534] Kenz’ul Ummal, 21133

[1535] Tuhef’ul Ukul, 214

[1536] ed-Deavat lil Ravendi, 269/767

[1537] bakara suresi, 10. ayet

[1538] Emali’et-Tusi, 146/240

[1539] Nehc'ül-Belağa, 185. hutbe

[1540] el-Kafi, 2/300/1

[1541] a. g. e. s. 275/28

[1542] el-Kafi, 2/268/1

[1543] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/231/24

[1544] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup

[1545] Gurer’ul Hikem, 5696

[1546] Yunus suresi, 57. ayet

[1547] Nehc'ül-Belağa, 108. hutbe

[1548] el-Kafi, 8/66/22

[1549] Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe

[1550] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe

[1551] el-Hisal, 228/65

[1552] Emali’et-Tusi, 83/122

[1553] el-Hisal, 125/122

[1554] Mean’il-Ahbar, 335/1

[1555] Bihar, 94/142/21

[1556] Nehc'ül-Belağa, 349. hikmet

[1557] a. g. e. 31. mektup

[1558] Derret’ul Bahire, 22

[1559] A’lam’ud-Din, 297

[1560] Tuhef’ul Ukul, 393

[1561] Bihar, 1/204/22

[1562] Gurer’ul Hikem, 9769

[1563] Nehc'ül-Belağa, 133. hutbe

[1564] el-Kafi, 1/41/6

[1565] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe

[1566] Bihar, 77/208/1

[1567] Gurer’ul Hikem, 7635

[1568] a. g. e. 6313

[1569] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[1570] Tuhef’ul Ukul, 285

[1571] Mişkat’ul Envar, 167

[1572] A’lam’ud-Din, 365/33

[1573] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[1574] a. g. e. 103. hikmet

[1575] a. g. e. 176. hutbe

[1576] a. g. e. 222

[1577] Kenz’ul Ummal, 42130

[1578] Gurer’ul Hikem, 4561, 4562

[1579] İddet’ud-Dai, 249

[1580] Tenbih’ul Havatir, 2/122

[1581] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[1582] a. g. e.

[1583] Gurer’ul Hikem, 68

[1584] Nehc'ül-Belağa, 373. hikmet

[1585] Bihar, 94/385/3

[1586] Gurer’ul Hikem, 3083

[1587] Bihar, 94/150/21

[1588] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe

[1589] Tuhef’ul Ukul, 20

[1590] Gurer’ul Hikem, 3082

[1591] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[1592] el-Fakih, 3/560/4924

[1593] Enfal suresi, 24. ayet

[1594] Tefsir-i Ayyaşi, 2/52/35, 36

[1595] a. g. e. h. 37

[1596] a. g. e. h. 38

[1597] el-Kafi, 8/22/4

[1598] Gurer’ul Hikem, 4429

[1599] Tuhef’ul Ukul, 37

[1600] Bihar, 78/11/70

[1601] Tuhef’ul Ukul, 285

[1602] Emali’et-Tusi, 301/595

[1603] Tuhef’ul Ukul, 358

[1604] a. g. e. 304

[1605] Derret’ul Bahire, 44

[1606] Sevab’ul A’mal, 138/1

[1607] Gurer’ul Hikem, 3433

[1608] Tuhef’ul Ukul, 393

[1609] Maide suresi, 104. ayet

[1610] Zuhruf suresi, 23. ayet

[1611] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/341/23

[1612] Mean’il-Ahbar, 266/1

[1613] Nihaye, 1/67

[1614] Dili ve kalbi

[1615] Emali’et-Tusi, 514/1125

[1616] Mean’il-Ahbar, 169/1

[1617] a. g. e. 180/1

[1618] Durr’ul Mensur, 4/174

[1619] el-Mehasin, 1/383/847

[1620] a. g. e. h. 848

[1621] el-Kafi, 8/54/16

[1622] Bihar, 5/305/23

[1623] el-İhticac, 2/510/337

[1624] a. g. e. s. 159/192

[1625] Hac suresi, 78. ayet

[1626] bakara suresi, 6. ayet

[1627] Tefsir-i el-Mizan, 1/209

[1628] Kalem suresi, 1. ayet

[1629] Alak suresi, 4. ayet

[1630] Gurer’ul Hikem, 6339

[1631] a. g. e. 5437

[1632] Harif, bir mevsim, bir yıl, yetmiş yıl veya her yılı bin yıl olan bin yıl demektir. (Mecme’ul Bahreyn)

[1633] Kenz’ul Ummal, 14957

[1634] bakara suresi, 219. ayet

[1635] Maide suresi, 3. ayet

[1636] a. g. s. 90-91. ayetler

[1637] el-Kafi, 5/124/9

[1638] Tefsir-i Ayyaşi, 1/339/182

[1639] el-Hisal, 26/92

[1640] Kurb’ul Esnad, 174/641

[1641] Emali’et-Tusi, 336/681

[1642] el-Kafi, 5/122/1

[1643] a. g. e. s. 123/6

[1644] Tefsir-i Ayyaşi, 1/322/116

[1645] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/22/50

[1646] el-Kafi, 5/123/2

[1647] Tavla, büyük davul, küçük davul, ud tambur veya tavla, satranç ve küçük davulun toplamı (Mecme’ul Bahreyn)

[1648] Sünen-i Ebi Davud, 3696

[1649] Yusuf suresi, 87. ayet

[1650] Hicr suresi, 56. ayet

[1651] Fussilet suresi, 49. ayet

[1652] Nehc'ül-Belağa, 87. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/239

[1653] Tuhef’ul Ukul, 214

[1654] Kenz’ul Ummal, 5869

[1655] Bihar, 77/211/1

[1656] a. g. e. 94/99/13

[1657] a. g. e. 77/42/10

[1658] a. g. e. 72/338/1

[1659] Nehc'ül-Belağa, 115. hutbe

[1660] a. g. e. 143

[1661] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[1662] a. g. e. 45. hutbe

[1663] Sahifet’ur-Rıza, 43/14

[1664] Bihar, 2/55/30

[1665] Nehc'ül-Belağa, 90. hikmet

[1666] Bihar, 77/239/1

[1667] Gurer’ul Hikem, 1516, 1723

[1668] Nahl suresi, 97. ayet

[1669] Mecme’ul Beyan, 6/593

[1670] Nehc'ül-Belağa, 229. hikmet

[1671] a. g. e. 44

[1672] a. g. e. 43

[1673] a. g. e. 150

[1674] a. g. e. 45. mektup

[1675] a. g. e. 192. hutbe

[1676] Bihar, 78/9/64

[1677] Gurer’ul Hikem, 9887

[1678] Bihar, 78/111/6

[1679] Gurer’ul Hikem, 2339

[1680] Bihar, 77/422/40

[1681] Nehc'ül-Belağa, 229. hikmet

[1682] Gurer’ul Hikem, 9660

[1683] a. g. e. 8663

[1684] a. g. e. 9435

[1685] a. g. e. 9452

[1686] Bihar, 71/96/61

[1687] Kenz’ul Ummal, 7095

[1688] a. g. e. 7126

[1689] a. g. e. 8741

[1690] a. g. e. 7080

[1691] Gurer’ul Hikem, 22

[1692] Bihar, 69/399/91

[1693] a. g. e. 78/10/67

[1694] Gurer’ul Hikem, 1405

[1695] a. g. e. 1106

[1696] Nehc'ül-Belağa, 371. hikmet

[1697] el-Kafi, 2/139/9

[1698] Bihar, 78/453/21

[1699] a. g. e. s. 163/1

[1700] el-Kafi, 8/244/338

[1701] Gurer’ul Hikem, 6179

[1702] a. g. e. 7424

[1703] a. g. e. 7724

[1704] a. g. e. 10927

[1705] a. g. e. 4634

[1706] a. g. e. 4646

[1707] a. g. e. 3191

[1708] a. g. e. 6979

[1709] Bihar, 78/128/11

[1710] Gurer’ul Hikem, 7771

[1711] Bihar, 78/349/6

[1712] Gurer’ul Hikem, 4244

[1713] Nehc'ül-Belağa, 3. mektup

[1714] Bihar, 77/187/37

[1715] el-Kafi, 2/138/3

[1716] Gurer’ul Hikem, 2549

[1717] Bihar, 77/238/1

[1718] Gurer’ul Hikem, 8439

[1719] a. g. e. 3295

[1720] a. g. e. 933

[1721] Bihar, 78/71/33

[1722] Gurer’ul Hikem, 8484

[1723] el-Kafi, 2/138/6

[1724] a. g. e. s. 139/10

[1725] a. g. e. 8/243/337

[1726] el-Fakih, 4/418/5912

[1727] Şura suresi, 15. ayet

[1728] Hud suresi, 112. ayet

[1729] Durr’ul Mensur, 4/480

[1730] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/527/19

[1731] Kenz’ul Ummal, 36524

[1732] Bihar, 67/271/3

[1733] a. g. e. 10/105/1

[1734] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe

[1735] Gurer’ul Hikem, 2869

[1736] a. g. e. 6994

[1737] Kenz’ul Ummal, 5478

[1738] Cin suresi, 16. ayet

[1739] Ahkaf suresi, 13. ayet

[1740] Fussilet suresi, 30. ayet

[1741] Kenz’ul Ummal, 5479

[1742] Nehc'ül-Belağa, 119. hutbe

[1743] Gurer’ul Hikem, 245

[1744] Bihar, 78/91/95

[1745] a. g. e. 77/213/1

[1746] Gurer’ul Hikem, 8041

[1747] a. g. e. 6127

[1748] a. g. e. 10636, 10556

[1749] a. g. e. 8497

[1750] a. g. e. 8117

[1751] Kenz’ul Ummal, 1049

[1752] a. g. e. 1050

[1753] a. g. e. 1052, 1056, 1058

[1754] Emali’el Müfid, 51/12

[1755] Bihar, 10/212/13

[1756] a. g. e. 2/299/24