Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mizan’ul Hikmet (hikmetin ölçüsü) benim, Ali de
onun dilidir.”
(İhkak’ul Hak, 6/46)
Mizan’ul Hikmet
11. Cilt
Muhammed
Muhammedi REYŞEHRİ
Çeviri
Kadri ÇELİK
Tatbik
Nuri DÖNMEZ
E-Kitap: http://kitab.nur-az.com/tr - http://gadir.free.fr
İçindekiler
Kaf Harfi
ü el-Kibr (Kibir)
ü el-Kitab (Yazmak)
ü el-Mukatebe
(Yazışmak)
ü el-Kitman (Gizlemek)
ü el-Kizb (Yalan)
ü el-Kerem (Kerem-Yücelik)
ü el-Kesb (Kazanç)
ü el-Kesel (Gevşeklik)
ü el-Küfr (Küfür)
ü el-Keffaret
(Kefaret-Bedel)
ü el-Mukafat
(Mükafat-Karşılık)
ü et-Teklif (Teklif)
ü et-Tekellof (Zorluğa
Düşmek)
ü Kelam (Söz)
ü Kemal (Kemal)
ü Kiyaset
(Akıllılık)
ü el-Lu’m
(Soysuzluk-Aşağılık)
ü el-Libas (Elbise)
ü el-Lecac
(İnatçılık)
ü el-Lihye (Sakal)
ü el-Lisan (Dil)
ü el-Len (Lanet)
ü el-Leğv (Boş
Şey)
ü el-Lukte (Bulunmuş
Eşya)
ü el-Lika (Görüşmek)
ü el-Lehv (Oyalanma)
ü el-Livat
(Eşcinsellik-Homoseksüellik)
ü el-Melamet (Kınamak)
ü el-Emsal (Örnek-Benzer)
ü et-Timsal (Resim ve
Heykel)
ü el-İmtihan
(İmtihan)
ü el-Medh (Övmek)
ü el-Mir’et (Kadın)
ü el-Muruvvet (Mürüvvet)
453. Konu
el-Kibr
Kibir
F Bihar,
73/179, 130. Bölüm; el-Kibr
F Kenz'ul-Ummal,
3/525, 828; el-Kibr
F Kenz'ul-Ummal,
3/830; İlac’ul-Kibr
bak.
F 61. konu,
el-Cebbar; 357. konu, et-Taassub; 547. konu, et-Tevazu’; el-Gazab, 3078. Bölüm;
el-Ahiret, 33. Bölüm
Kur’an:
“İblis’ten başka bütün melekler secde
etmişlerdi. O, büyüklük taslamış ve küfredenlerden
olmuştu.”[1]
“Ona, “İn oradan, orada büyüklenmek sana
düşmez, defol, sen alçağın birisin” dedi.”[2]
17206. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbürden sakın. Şüphesiz
tekebbür en büyük günah ve en çok kınanmış ayıptır ve
tekebbür İblis’in süsüdür.”[3]
17207. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbürden sakının. Zira
İblis’i Adem’e secde etmekten alıkoyan tekebbür idi.”[4]
17208. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O halde Allah’ın şeytana
yaptığından ibret alın. Öyle ki uzun amelini, yoğun
çabalarını bir anlık tekebbüründen dolayı boşa
çıkardı… İblisten başka, onun gibi bir günah
işledikten sonra kim Allah karşısında emanda kalabilir?”[5]
17209. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gönlünüzde gizlediğiniz şu
asabiyet ateşini, cahiliye kinini söndürün. Çünkü, Müslüman’daki bu yersiz
kıskançlık, şeytanın vesvese, tekebbür, bozgunculuk ve
üflemesindendir. Tevazuyu başlarınızın üstüne, büyüklenme
duygusunu ayaklarınızın altına alın ve
boyunlarınızdaki kibri atın. Tevazuyu kendiniz ile düşmanınız
olan İblis ve askerleri arasında bir sığınak edinin.”[6]
17210. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın azaba ve belaya
uğrattığı sizden önceki büyüklenen ümmetlerin
başlarına gelenlerden uğradıkları cezadan
düştükleri zorluklardan ve zilletlerinden ibret alın… Zamanın musibetlerinden
Allah’a sığındığınız gibi, kibir
açısından da Allah’a sığının.”[7]
17211. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah için, Allah için, bu dünyada
azgınlıktan, ahirette zulmün korkunç cezasından ve kibrin kötü
akıbetinden sakının. Çünkü, bu (kibir) , iblisin büyük av usulü,
büyük tuzak şeklidir. Bu, insanların gönüllerine öldürücü zehirler
gibi girerek onları zehirler; asla başarısız olmaz, hiç
kimseyi vuruşunda da hata etmez. Ne alim bilgisiyle, ne de yoksul olan
yoksulluğuyla (ondan kurtulup bir yol bulabilir. ) ”[8]
17212. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbürden sakının. Zira
bazen bir elbise giymek bile insanı kibirlenmeye sürükler.”[9]
17213. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür, bazen her sınıftan
en düşük kimselerde bile görülür…Bir gün Allah Resulü (s.a.a) Medine
sokaklarının birinden geçiyordu. Zenci bir kadın
sokağın ortasında hayvanların gübresini topluyordu. O
kadına, “Allah Resulü’nün (s.a.a) yolundan kenara çekil” denilince o
kadın, “Yol geniştir” dedi. Ashap onu kenara itmek isteyince Allah
Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onu bırakın, şüphesiz o dik
başlı bir kadındır.”[10]
17214. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kalbinde bir miktar
kibir ortaya çıkınca az olsun veya çok aynı miktarda
insanın aklı da azalır.”[11]
17215. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbürden sakın. Şüphesiz
tekebbür azgınlığın başı ve rahman olan Allah’a
isyan etmektir.”[12]
17216. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür helak edici bir huydur. Her
kim bu hasletle kendini çoğaltmak (büyütmek) isterse azalır (küçülür)
.”[13]
17217. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En çirkin huy tekebbürdür.”[14]
17218. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim tekebbürden temizlenirse
yücelik elde eder.”[15]
17219. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O insan; rahimlerin
karanlıklarında gizlice tasarlanıp kararlaştırılan
dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan
parçası, bir pıhtı değil miydi?... Ama o büyüyüp
geliştiğinde tekebbüre kapıldı.”[16]
17220. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbürden uzak durunuz. Zira kul
sürekli tekebbür eder ve sonunda aziz ve celil olan Allah şöyle buyurur:
“Bu kulumun adını da ve zorbalar arasına yazınız.”[17]
17221. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan sürekli tekebbür eder, bu
yolda ilerler ve sonunda zorbalardan yazılır. Böylece zorbaların
başına gelen şey onun da başına gelir.”[18]
17222. İmam Ali (a.s) takva sahiplerinin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir
kimseden uzaklaşması, temizliğinden ve zühdündendir. Bir kimseye
yaklaşması, yumuşaklığı ve
acımasındandır. Uzaklaşması büyüklükten ve kibirden;
yaklaşması da hile ve tuzaktan değildir.”[19]
17223. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Emir sahiplerinin insanların
salihlerince en aşağı sayılan durumları, kendilerini
övülme sevgisine kaptırmaları, işlerini kibirlenerek
yapmalarıdır.”[20]
17224. İmam Ali (a.s) , yüce Peygamber’in
fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah
onu insanlar şaşkınlık içinde delalete düşmüşken
gönderdi. Fitneye dalmışlar, heva ve hevesleri onları azdırmış
ve kibir onların ayaklarını kaydırmıştı.”[21]
17225. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ben Allah yolunda hiçbir
kınayıcının kınamasına aldırış
etmeyen topluluktan biriyim… Onlar kibirlenmezler, üstünlük taslamazlar,
hıyanet etmezler ve (yeryüzünde) fesat çıkarmazlar.”[22]
Kur’an:
“O, kendisinden başka ilah olmayan,
hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü,
buyruğunu her şeye geçiren, ulu olan Allah’tır. Allah
putperestlerin koştukları eşlerden münezzehtir.”[23]
“Göklerde ve yerde azamet yalnız O’nundur.
O azimdir ve hakimdir.”[24]
17226. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz kibriya ve büyüklük
alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.”[25]
17227. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hamd, izzet ve kibriya sahip olan, bu
iki sıfatı yarattıklarına vermeyen Allah’a mahsustur.
Onları kendisi ile başkaları arasında bir sınır
kıldı, yüce zatı için seçti.”[26]
17228. İmam Hasan (a.s) , kendisine,
“Sende tekebbür vardır” diyen birine şöyle buyurmuştur: “Asla!
Tekebbür sadece Allah’a mahsustur. Benim vücudumda ise izzet vardır.
Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz izzet,
Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir.”[27]
17229. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kibir Allah’ın ridasıdır
(örtüsüdür) ve (dolayısıyla) mütekebbir insan bu ilahi ridayı
elde etmek için Allah ile savaşa kalkışmıştır.”[28]
17230. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Yüce ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Kibriya benim ridamdır (örtümdür) ve azamet benim
elbisemdir. Her kim bunların biri hakkında benimle savaşmaya
kalkışırsa, onu ateşe atarım.”[29]
17231. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kibir Allah’ın örtüsüdür. O halde
her kim ondan bir şey hakkında Allah ile savaşmaya
kalkışırsa Allah onu baş aşağı ateşe
atar.”[30]
17232. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “ Allah,
kullarından birinin kibirde bulunmasına izin verseydi, onu
peygamberleri ve evliyası arasından seçerdi. Fakat onlar için büyüklük
taslamayı kötü gördü, onlar için tevazuya razı oldu.”[31]
Kur’an:
“Size bir peygamber
nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, büyüklük
taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir
kısmını öldürür müsünüz?”[32]
“Yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimden yüz
çevirteceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de iman etmezler.”[33]
bak.
A’raf, 113, 36, 40; Neml, 22; Yunus, 75.
Kibrin
Münezzeh olan Allah karşısında büyüklenmek olduğunu ve hakkı
inkar anlamına geldiğini belirten ayetler 58 ayete
ulaşmaktadır. Kur’an’a müracaat ediniz.
17233. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Her kim ölür de kalbinde bir
zerre tekebbür olursa, daha önce tövbe etmedikçe asla cennetin kokusunu
alamaz.” O şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Ben güzelliği
seviyorum. Hatta kırbacımın ve ayak bağımın bile
güzel olmasını severim. Bundan dolayı korkmam gerekir mi?”
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kalbini nasıl buluyorsun?” O
şöyle arzetti: “Kalbimi hakkı tanımış ve hak ile
itminana ermiş olarak buluyorum.” Peygamber şöyle buyurdu: “O halde
bu haletin kibir değildir. Aksine kibir hakkı terk etmen,
haksızlığa yönelmen ve insanlara hiçbirinin haysiyetinin senin
haysiyetin gibi olmadığı ve hiçbirinin kanının da
senin kanın gibi olmadığı gözüyle bakmandır.”[34]
17234. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kalbinde zerre miktarınca kibir
bulunan kimse asla cennete giremez.” Bir şahıs şöyle arzetti: “İnsan
elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını sever.”
Peygamber şöyle buyurdu: “Allah güzeldir ve güzeli sever. Kibir ise hak
karşısında kibirlenmek ve insanları küçümsemektir.”[35]
17235. İmam Bakır veya İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbinde
hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse asla cennete giremez.” Muhammed b.
Müslim şöyle diyor: “Ben istirca da bulundum (inna lillah ve inna ileyhi
raciun dedim.)” İmam şöyle buyurdu: “Neden istircada bulunuyorsun?”
Ben şöyle arzettim: “Sizden işittiğim söz sebebiyle.” İmam
şöyle buyurdu: “Bu senin sandığın gibi değildir.
Aksine benim maksadım (hakkı) inkar etmektir ve hakikatte kibirden
maksat, hakkı inkar etmektir.”[36]
17236. İmam Sadık (a.s) Abdullah b.
Talha’ya şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir
bulunan bir kul asla cennete giremez ve kalbinde hardal tanesi kadar iman
bulunan bir kul da asla cehenneme giremez.” Ben (ravi) şöyle arzettim:
“Fedan olayım, insan bazen elbise giyer, bir bineğe biner, acaba bu
kibrin nişanesi midir?” İmam şöyle buyurdu: “Böyle
değildir, aksine kibir hakkı inkar etmektir, iman ise hakkı
itiraf etmektir.”[37]
17237. Muhammed b. Ömer b. Yezid
babasından şöyle dediğini rivayet etmektedir: “İmam
Sadık’a (a.s) şöyle arzedildi: “Ben güzel yemek yiyorum, güzel
kokular kullanıyorum ve rahvan (dolu dizgin, dört nala) bineğe
biniyorum. Köleler arkamdan hareket ediyor. Eğer bu iş de bir tür
tekebbür ise bu işten el çekeyim.” İmam Sadık (a.s) bir müddet
suskun kaldıktan sonra şöyle buyurdu: “Lanet edilmiş zorba
kimse, insanları hor sayan ve hakkı tanımayan kimsedir.”[38]
17238. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Huzuyu aradım. Onu sadece
hakkı kabul etmekte buldum. O halde hakkı kabul edin. Zira hakkı
kabul etmek insanı tekebbürden uzaklaştırır.”[39]
17239. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim, “Esteğfirullah ve etubu
ileyh” (Allah’tan mağfiret dilerim ve Allah’a dönerim) derse, ne
müstekbirdir ve ne de zorba. Zira müstekbir nefsinin hakkında kendisine
galebe çaldığı günahı hususunda ısrar eden ve
dünyayı ahirete tercih eden kimsedir.”[40]
17240. İmam Sadık (a.s) kendisine, “İlhadın (inkarın)
en azı nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Tekebbür,
ilhadın en küçük mertebesidir.”[41]
bak. el-Hakk, 896. Bölüm
17241. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En büyük tekebbür insanları
aşağılık saymak ve hakkı hafife almaktır.” Abdul
A’la b. A’yen şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Halkı aşağılık saymak
ve hakkı hafife almak nedir?”
İmam şöyle buyurdu: “Hak karşısında cahillik etmek ve
hak ehlini kötülemektir. O halde her kim böyle yaparsa aziz ve celil olan Allah
ile ridası (azamet örtüsü) hakkında savaşa girişmiş
olur.”[42]
17242. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür, insanları
aşağılaman ve hakkı hor görmendir.”[43]
17243. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kibirden boş bir kalple
Me’zemey’den[44]
geçerse Allah onu bağışlar.” Ravi şöyle diyor: “(Ben) kibir
nedir?” diye arzedince İmam şöyle buyurdu: “İnsanları
küçümsemek ve hakkı hafife almaktır.”[45]
17244. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kibirden temizlenmiş bir
kalple Mekke’ye girerse Allah günahlarını affeder.” Abdulmelik, “Ben,
“kibir nedir?” diye arzedince İmam şöyle buyurdu:
“İnsanları hor görmek ve hakkı hafife almaktır?” Ben, “Bu
nasıl olur?” diye arzedince de İmam şöyle buyurdu: “Hak
karşısında cahillik etmek ve hak ehlini kötülemekle.”[46]
17245. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim diğerlerinden üstün
olduğuna inanırsa o müstekbirlerden sayılır.” Hafs b.
Gıyaz şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Eğer bir
günahkarı görür ve günahsızlık ve iffeti sebebiyle de kendisini
ondan üstün görürse nasıldır?” İmam şöyle buyurmuştur:
“Heyhat, heyhat! Kim bilir belki o bağışlanır ama seni
hesaba çekerler. Musa’nın (a.s) sihirbazlarının hikayesini
okumadın mı?”[47]
17246. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mekke vadisine
vardığınızda yıpranmış veya eskimiş
veya kaba elbiselerinizi giyiniz. Zira kibirden temizlenmiş bir kalple
Mekke vadisine giren kimseyi Allah bağışlar.” Abdullah b. Ebi
Ya’fur şöyle sordu: “Kibrin haddi nedir?” İmam şöyle buyurdu:
“Kibrin haddi insanın güzel elbise giymesi, kendisine bakması ve
insanların kendisini bu elbiseler içinde görmesini istemesidir.” İmam
daha sonra bu ayeti tilavet buyurdu: “Şüphesiz insan kendi nefsi
hakkında basiret sahibidir.”[48]
Şöyle diyorum: Ebu Hamid Gazali
kibrin hakikati hakkında şöyle yazmaktadır: “Bil ki kibir zahir
ve batın diye ikiye ayrılmaktadır. Batın (gizli) olan kibir
nefiste olan bir huydur. Zahir olan kibir ise insanın
yaptığı amellerdir. Kibrin batıni huy hakkında
kullanılması daha gerçekçidir. Zira insanların amelleri de o
huyun neticesidir ve kibir hasleti o davranışların ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Bu yüzden amellerinde kibir ortaya
çıkınca, “kibre kapıldı” demektedirler. Eğer
davranışlarında kibir ortaya çıkmazsa o zaman da, “ruhun da
kibir vardır” derler. Dolayısıyla asıl olan nefisteki
huydur ve insanın kendisini karşısında tekebbüre
kapıldığı kimseden üstün görmesi anlamındadır.
Zira kibir iki ciheti gerektirmektedir: Birincisi hakkında tekebbüre
kapıldığı kimse ve ikincisi de o şahsa karşı
tekebbüre kapılmasına neden olan konu. Kibrin kendini beğenme
hasletinden farkı da buradadır. Zira kendini beğenmek sadece
kendisinin varlığını gerektirir. Hatta dünyada bir tek
insan bile yaratılmış olsaydı, yine de o şahsın
kendisini beğenmesi mümkün olurdu. Ama mütekebbirin varlığı
ikinci bir şahsın varlığı olmaksızın mümkün
değildir. Zira ikinci şahıs sayesinde insan kemal
sıfatlarına sahip olma hususunda kendisini ondan üstün görmektedir ve
burada tekbbüre ve kendisini üstün görmeye saplanmaktadır. Mütekebbir
olmak için kendini büyük görmek de yeterli değildir. Zira insan bazen
kendini büyük görür, ama başkasını kendisinden daha büyük veya
dengi olarak görür ve dolayısıyla da ona karşı tekebbüre kapılmaz.
Aynı şekilde başkalarını küçümsemek de yeterli
değildir. Zira başkalarını küçük görür, ama kendisini de
onlardan daha küçük veya dengi görürse yine de tekebbüre
kapılmış olmaz. Dolayısıyla kendisi için bir mertebe,
başka birisi için de bir mertebeye inanması ve daha sonra kendi
mertebesini ondan daha üstün görmesidir. Bu üç itikat sayesinde insanda kibir
huyu ortaya çıkmaktadır. Yoksa bu görüşün bizzat kendisi kibir
değildir. Bu görüş ve inanç onda kibir ruhunu ortaya çıkarmakta
ve neticede kalbinde bir tür gurur, kendini beğenmişlik, sevinç, bu
inancına dayanma ortaya çıkmaktadır. Bu kendisiyle övünmesi,
kendinden hoşlanması ve bu inanca dayanması, kibir huyunun
bizzat ta kendisidir. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) de şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Tekebbürün nefhasından (üflemesinden),
sana sığınırım.”[49]
Kur’an:
“Yeryüzünde
böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara
ulaşabilirsin.”[50]
“İnsanları küçümseyip yüz çevirme,
yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi
şüphesiz ki sevmez.”[51]
“Rahman kulları yeryüzünde mütevazi
yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara
güzel ve yumuşak söz söylerler.”[52]
17247. İmam Bakır (a.s) , Allah-u
Teala’nın, “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
tekebbür ve büyüklenerek yürüme”[53]
17248. Resulullah (s.a.a) , bir topluluğun
yanından geçince şöyle buyurmuştur: “Buraya
neden toplandınız?” Onlar şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın
Resulü! Bu deli bayılmış ve biz de onun etrafına
toplanmış bulunmaktayız.” Peygamber şöyle buyurdu: “O deli
değildir, aksine hastadır.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Sizleri
gerçek delinin kim olduğundan haberdar kılmayayım mı?”
Onlar şöyle arzettiler: “Haberdar kıl ey Allah’ın Resulü!”
Peygamber şöyle buyurdu: “Gerçek deli kibir içinde yürüyen kimsedir. O
kibir içinde bakar, omuzlarını hareket ettirir, Allah’a isyan eder ve
bu haline rağmen Allah’ın cennetini arzular. Hiç kimse onun şerrinden
güvende değildir ve hayrı ümit edilmemektedir. Asıl deli budur.
O şahıs ise hastadır.”[54]
17249. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah eşine karşı
yetmiş yaşında bir insan (gibi duran) yolda yürürken ve
görünürde ise yirmi yaşında (bir genç gibi) duran kimseden nefret
eder.”[55]
17250. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala yirmi yaşında
olduğu halde seksen yaşındaki gibi duran kimseyi sever ve yirmi
yaşındaki genç gibi davranan altmış yaşında
(kibirle yürüyen) kimseden nefret eder.”[56]
bak. el-Meşiy, 3696. Bölüm
17251. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en çok nefret
edileni mütekebbir kimsedir.”[57]
17252. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü bana en uzak
olanınız çok konuşanlar, yani müstekbirlerdir.”[58]
17253. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Nezdimde en çok nefret edileniniz ve
ahirette bizden en uzak olanınız, boş konuşan, sözü uzatan
ve mütefeyhiklerdir.” Ashap şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Çok
konuşan ve sözü uzatanları biliyoruz. Mütefeyhikler de kimlerdir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Onlar, mütekebbir kimselerdir.”[59]
17254. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sen Allah’ın yanında
mütekebbir kişilerden sayılırken ondan mütevazi kişilerin
ecrini mi arzuluyorsun?!”[60]
17255. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mütekebbir olan kimse yok olmaktan
güvende değildir.”[61]
17256. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başlangıcı nütfe, sonu
leş ve bu arada ise dışkı dağarcığı
olan kimsenin bu duruma rağmen tekebbüre kapılmasına
şaşarım.”[62]
17257. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dün nutfe olan yarın da leş olacak
olan mütekebbir şahısa şaşarım.”[63]
17258. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nütfeden yaratılan, yarın
leşe dönüşecek olan ve bu arada da kendisine ne
yapılacağını bilmeyen kendini öven mütekebbir kimseye
şaşarım.”[64]
17259. İmam Bakır (a.s),
mevlamız Hz. Sadık’ın (a.s) dışkının ne
olduğunu sorması üzerine şöyle buyurmuştur: “Dışkı
insanoğlunun küçük görülmesi içindir. Böylece
dışkısını kendisiyle taşıyarak kibre
kapılmasını önlemek için karar
kılınmıştır.”[65]
17260. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Selman-i Farsi ve bir şahıs
arasında bir tartışma meydana geldi. O şahıs Selman’a
şöyle dedi: “Sen kimsin ki ey Selman!” Selman şöyle dedi: “Ben, benim
ve senin başlangıcın necis bir nutfe, benim ve senin sonu
kokuşmuş bir leştir. Kıyamet günü olduğunda teraziler
kurulunca, her kimin amel terazisi ağır olursa, şüpesiz o
büyüktür. Her kimin terazisi hafif gelirse o da
aşağılıktır.”[66]
17261. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “ Allah
kendisine hiç bir üstünlük vermediği halde, şeytanın burnuna
üflediği kibirle, kalbindeki öfkeyle tutuşan büyüklük ateşine
düşüp nefsindeki haset düşmanlığı yüzünden,
kardeşine (Habil'e) kibirlenen kişi (Kabil) gibi olma. Allah kibri
yüzünden onu cezalandırdı, pişmanlığa düşürdü.”[67]
17262. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür veya zorbalık eden
herkes, bunu mutlaka nefsinde bulduğu bir aşağılık
kompleksinden dolayı yapmaktadır.”[68]
17263. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür eden herkes, bunu nefsinde
bulduğu bir zilletten dolayı yapmaktadır.”[69]
17264. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her mütekebbir kimse, hordur.”[70]
17265. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sadece düşük olan kimse kibre
kapılır.”[71]
17266. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sadece düşük ve adı
şanı belli olmayan kimse tekebbüre kapılır.”[72]
Ebu Hamid Gazali tekebbürün sebepleri ve
onu harekete geçiren faktörler hususunda
şöyle demektedir: “Bil ki kibir deruni ve batıni bir haslettir.
Zahirde ortaya çıkan ahlak ve davranışlar o huyun neticesi ve
ürünüdür ve onları tekebbür olarak adlandırmak gerekir. Kendini büyük
görmek ve kendi değerini başkalarından üstün görmek gibi
uygunsuz anlamlara özgü bir isimdir. Bu deruni huya sebep olan şeyin
sadece bir sebebi vardır ve o da anlamını
açıklayacağımız, kendini beğenmekten
kaynaklanmaktadır. Bu huy adeta mütekebbir insanın ruhuna
asılmaktadır. Zira insan ilminden amelinden veya kendisiyle ilgili
olan herhangi bir şeyden hoşlandığında ve onlara
oranla kendini beğenmişliğe düştüğünde neticede
kendini büyük görmekte ve tekebbüre kapılmaktadır. Zahiri kibrin ise
üç nedeni vardır. Bir nedeni mütekebbir şahsın
vücudundadır. Bir nedeni ise kendisine tekebbürde bulunduğu kimsenin
varlığındadır. Bir sebebi ise bu iki unsurdan
başkasıyla ilgilidir. Mütekebbir şahsın vücudunda olan
sebep kendini beğenmişliktir. Kendisine tekebbürde bulunduğu
şahıs ile ilgili vücudunda bulunan sebep ise ona karşı
içinde taşıdığı kin ve hasadettir. Bu iki unsurdan
başkasıyla ilgili sebep ise riya ve gösteriştir. O halde zahiri
kibrin sebepleri bu itibarla dört şeydir: Kendini beğenmişlik,
kin, hasadet ve riya.”[73]
bak. el-Kizb, 3462. Bölüm
17267. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın büyüklüğünü
tanıyan kimsenin kendini büyük görmesi doğru değildir. Zira
Allah’ın azametini bilen kimselerin yücelikleri tevazu göstermelerinde ve
Allah’ın azamet ve celalini tanıyanların izzeti de zillet
izharında bulunmalarındadır.”[74]
17268. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ı tanıyan kimselerin
kendisini büyük görmesi doğru değildir.”[75]
17269. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Adem’i
ışığı gözleri alan, görünüş güzelliği
akılları durduran ve kokusu nefesleri kesen bir nurdan yaratmak
isteseydi yaratırdı; böylece boyunlar ona eğilir, meleklerin
imtihanı hafiflerdi. Fakat Allah; birbirinden ayırmak, büyüklenenleri
içlerinden kovmak ve kendini beğenmişleri onlardan
uzaklaştırmak için yarattıklarını aslını
bilmedikleri bazı şeylerle imtihan etmektedir.”[76]
17270. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer elçiler, karşı
konulmaz bir kuvvete… sahib olsalardı halk öğütlerini daha kolay
kabul eder, onlara karşı durmazlardı… Allah peygamberlerine
uymayı, kitaplarını tasdik etmeyi, kendisine huşu etmeyi,
emrini kabul etmeyi ve itaatine teslim olmayı kendisine has
kılmış ve başka şeylerle
karışmasını dilememiştir. Bela ve imtihan ne kadar
büyük olursa, sevabı ve ödülü de o kadar çok olur.”[77]
17271. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalplerindeki kibri çıkarsın,
yerine ruhlarına huzuyu yerleştirsin ve yüzlerine rahmet
kapılarını açsın diye Allah, kullarını
çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve
çeşitli belalara düçar kılmaktadır.”[78]
17272. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah mümin kullarını bundan;
namazlarla, zekatlarla, farz kılınmış günlerdeki orucun
gayretiyle; ellerini ayaklarını sakinleştirip gözlerini
sakındırarak; nefislerini ezip gönüllerine tevazu vererek ve kendini
beğenmeyi onlardan gidererek korur… Bunların içinde bulunan, övünme
belirtilerini yok eden, kibrin izlerini bile yasaklayan hükümlere bakın.”[79]
17273. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah imanı şirki temizlemek
için farz kılmıştır ve namazı da insanları
kibirden uzaklaştırmak için farz kılmıştır.”[80]
Kibrin dermanı ve tevazu elde
etmenin tedavisinin, ilmi ve ameli bir metodu vardır. İlmi metodu
insanın kendisini ve Allah’ı tanımasıdır. Bu tek
başına kibir hasletinin vücudundan temizlenmesine yeterli bir
sebeptir. Zira insan kendisini hakkıyla tanıdığı
taktirde zatı gereği her düşük şeyden daha düşük
olduğunu ve her küçük şeyden daha küçük bulunduğunu anlar.
Dolayısıyla da tevazu zillet ve düşüklükten başka bir
şeye layık olmadığını görür. Rabbini
tanıdığı taktirde ise büyüklük ve azametin hakkında
pak zatına layık olduğunu anlar. Kibrin köklerini ortadan
kaldırmanın ilmi yolu budur.
Ama kibri tedavi etmenin ameli metodu
ise Allah ve yaratıcı karşısında mütevazi
olmasıdır ve mütevazi kimselerin huylarına temiz ve layık
kimselerin hal ve davranışlarına, toprağa oturup, “Ben de
kulum (köleyim) köleler gibi yer ve köleler gibi içerim” diyen Peygamber’in ahvaline
sahip olmaya çalışmasıdır.”[81]
bak. 3438, 3432. Bölümler
17274. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekten de erkeğin sevinç ve
övünç içinde ailesine bir şey götürmesini ve bu vesileyile kibri kendinden
uzak tutmasını severim.”[82]
17275. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendi elbisesini yamar,
ayakkabısını diker ve eşyasını taşırsa
şüphesiz kibirden uzaktır.”[83]
17276. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendi yükünü taşırsa
kibirden güvende olur.”[84]
17277. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendi koyununu sağar,
elbisesini yamar, ayakkabısını diker, hizmetçileriyle yemek yer
ve eşyasını pazardan (eve) taşırsa şüphesiz
kibirden temizlenmiştir.”[85]
17278. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim yün elbise giyer, yamalı
ayakkabı giyer, bineğine biner, koyununu sağar, ailesiyle
birlikte yemek yerse şüphesiz, Allah kibri ondan uzak tutar. Ben kul ve
kulun çocuğuyum. Kul gibi oturur, kul gibi yemek yerim. Bana mütevazi
olmanız ve sizden hiçbirinizin başkasına haksızlık
etmemesi vahyolmuştur.”[86]
17279. Ebu Umame şöyle diyor: “Şüphesiz
bir gün Peygamber Baki mezarlığına doğru yola koyuldu.
Ashap da onun ardından yola düştü. Peygamber durdu ve onlara öne
geçmelerini emretti. Ardından kendi de onların ardından hareket
etti. Bunun sebebini sorduklarında ise Peygamber şöyle buyurdu: “Ben
ayakkabılarınızın sesini işittim ve içimde kibirden
bir şeyin oluşmasından korktum.”[87]
Ben şöyle diyorum: “Şüphesiz
bu hadislerde tevazu ve alçak gönüllü olmanın nişanesi olarak
zikredilen şeyler tümüyle insanda kibrin olmadığının
göstergesi değildir. Aksine şahıslarda, asırlarda ve
çeşitli hususlarda bu durum farklılık arzetmektedir. Nitekim
şöyle demişlerdir: “İnsanlardan bir grubu tevazu niyetiyle yün
elbise giymekte, ama kalpleri kendini beğenmişlik ve kibir ile dolu
bulunmaktadır.” O halde buna dikkat edilmelidir.”
17280. İmam Kazım (a.s) elinde bir balık tutmuş olan
Abdullah b. Cibille’ye şöyle buyurmuştur: “Onu
elinden at. Ben şerafet sahibi ve saygın bir insanın düşük
bir şeyi taşımasını hoş görmüyorum.” İmam
daha sonra şöyle buyurdu: “Ey Şiiler! Sizler düşmanı çok
olan bir topluluksunuz! Sizler halkın kendilerine düşmanlık
ettiği bir grupsunuz. O halde gücünüz yettiğince onlar
karşısında süslü (ve şahsiyet sahibi) olunuz.”[88]
17281. İmam Sadık (a.s) ailesine
aldığı bir şeyi evine taşıyan ve kendisini
gördüğünde ise utanan birisine şöyle buyurmuştur: “Sen
bunları ailen için mi aldın ve onlara mı taşıyorsun?
Bil ki Allah’a yemin olsun eğer Medine halkı olmasaydı, ben de
ailem için alış veriş etmeyi ve onu kendi elimle kendilerine
taşımayı severdim.”[89]
17282. Resulullah (s.a.a) Ebuzer’e şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Ahir zamanda öyle bir zaman
gelecek ki yaz kış yün giyecekler ve bunun başkalarından
üstün olmalarına sebep olduğuna inanacaklardır. Bunlara göklerin
ve yerin ehli lanet etmektedir.”[90]
bak. Vesail’uş Şia, 3/344, 5.
Bölüm
17283. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hırs, kibir ve haset insanı
günaha düşmeye çağıran şeylerdir.”[91]
17284. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kibrin meyvesi sövgüdür (halktan kötü
söz işitmektir) .”[92]
17285. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür yüce mertebe sahibi
insanı aşağılık kılar.”[93]
17286. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür aşağılık
ve rezaleti aşikar kılar.”[94]
17287. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mütekebbir insan dosttan mahrum kalır.”[95]
17288. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbür günahlara dalma sebebidir.”[96]
17289. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekebbürün çokluğu yokluğa
sebep olur.”[97]
17290. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kibir ve israf elbisesini
giyerse, üstünlük ve şeref elbisesini soyunmuş olur.”[98]
17291. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mütekebbir insan
(başkalarının) kendisini övmesini beklememelidir.”[99]
17292. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kibir sahibi olan kimse asla ilim
öğrenemez.”[100]
17293. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kibirlenirse Allah onu
aşağılık kılar.”[101]
17294. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz göklerde insanlar için
tayin edilen iki melek vardır. Bunlar insanlardan biri kibirlenince onu
küçük düşürürler.”[102]
17295. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kibirlenmek yüce makama sahip
insanı aşağılık kılar.”[103]
17296. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlara üstünlük taslarsa hor
olur.”[104]
17297. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kulun başında bir gem
vardır. Bir melek o gemi tutar, insan üstünlük taslayınca melek ona
şöyle der: “Mütevazi ol, Allah seni aşağılık
kılsın! Ondan sonra kendi gözünde insanların en büyüğü ve
insanların gözünde ise herkesin küçüğü haline gelir. Kul mütevazi
olunca da aziz ve celil olan Allah onu yüce makama erdirir, melek ona
şöyle der: “Başını kaldır! Allah seni yüceltsin.”
Ondan sonra sürekli kendi gözünde insanların en küçüğü ve
insanların gözünde ise halkın en yücesi olur.”[105]
17298. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her insanın başında
meleğin elinde bulunan bir gem vardır. İnsan mütevazi olunca
melek ona şöyle der: “Gemini yukarı tut.” Ama her ne zaman
kibirlenirse o meleğe şöyle denir: “Ağzını aşağıya
çek”[106]
17299. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ekin yerde biter ve sert
kayaların üstünde bitmez. İşte hikmet de böyledir. Hikmet
mütevazi insanın kalbinde yeşerir. Mütekebbir kimsenin kalbinde asla
yeşermez. Zira Allah tevazuyu aklın ve bilginliğin, kibri ise
cehaletin aracı kılmıştır. Bilmiyor musun, her kim
başını tavana sürterse başı kırılır.
Her kim de başını önünde tutarsa tavanın altında
gölgeye sığınır. Böylece her kim Allah için tevazu içinde
olmazsa Allah onu aşağılık kılar. Her kim de Allah
için mütevazi olursa Allah onu yüceltir.”[107]
17300. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah için bir derece mütevazi
davranırsa Allah onu bir derece yüceltir. Sonunda onu yücelerin en
yücesinde karar kılar. Her kim de Allah için bir derece kibre
kapılırsa Allah onu da bir derece aşağıya indirir ve
sonunda da aşağıların en aşağısında
karar kılar.”[108]
17301. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah için mütevazi olursa
Allah onu yüceltir ve şöyle buyurur: “Yücel! Allah seni yüceltsin.”
Böylece o insanların gözünde büyür, kendi gözünde ise küçülür. Her kim de
tekebbür ederse Allah onu param parça eder ve şöyle buyurur: “Uzak dur!”
Böylece o insanların gözünde küçülür. Kendi gözünde ise büyür.”[109]
bak. et-Tevazu’ 4099. Bölüm
Kur’an:
“Temelli
kalacağınız cehennemin kapılarından girin.
Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!”[110]
“Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremiyenler alçalmış
olarak cehenneme gireceklerdir” buyurmuştur.”[111]
17302. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mütekebbirler
kıyamet günü, karınca suretinde haşrolurlar. İnsanlar
onları yüce Allah’a itinasızlık etmeleri hasebiyle ayakları
altında çiğnerler.”[112]
17303. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mütekebbirler karınca şekline
dönüştürülürler ve insanlar, Allah kullarının hesabını
bitirinceye kadar onları ayakları altında çiğnerler.”[113]
17304. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizleri cehennem ehlinden haberdar
kılmayayım mı? Şüphesiz her kaba ve haşin ve
mütekebbir olan kimsedir.”[114]
17305. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü mütekebbirler,
karınca şeklinde haşrolurlar. İnsanlar onları
ayakları altınca çiğnerler ve her küçük şey onların
üzerinden yürür.”[115]
17306. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü mütekebbir kimseler
karınca şeklinde haşrolurlar. Horluk ve zillet onları her
yerden çepe çevre sarar.”[116]
17307. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cehennemde heb heb adında bir vadi
vardır. Münezzeh olan Allah her zorba insanı oraya yerleştirir.”[117]
17308. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ateşte mütekebbir kimselerin içinde
bulunduğu ve kapılarının yüzlerine kapandığı
bir saray vardır.”[118]
17309. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cehennemde mütekebbirler için sakar
adında bir vadi vardır. Bu vadi şiddetli
sıcaklığından dolayı aziz ve celil olan Allah’a
şikayette bulundu ve Allah’tan nefes almasına izin vermesini istedi.
Böylece nefes aldı ve nefes aldığından dolayı cehennem
alevlendi.”[119]
bak. Cehennem, 619. Bölüm
454. Konu
el-Kitap
Yazmak
F Bihar,
2/144, 19. Bölüm; Kitabet’ul-Hadis
bak.
F 143. konu,
el-Hatt; 447. konu, el-Kalem
Kur’an:
“Nûn;
kalem ve onunla yazılanlara andolsun ki…”[120]
17310. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kitaplar alimlerin
bostanlarıdır.”[121]
17311. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kitap iki konuşmacıdan
biridir.”[122]
17312. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kitap niyetin tercümanıdır.”[123]
17313. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kitap güzel bir
konuşmacıdır.”[124]
17314. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kitaplarla teselli bulan kimse asla
huzursuzluğa düşmez.”[125]
17315. İmam Sadık (a.s) Mufazzal b. Ömer’e şöyle
buyurmuştur: “Yaz ve ilmini kardeşlerin
arasında yay ve öldüğünde onu çocuklarına miras bırak. Zira
insanlara öyle karışık bir zaman gelecek ki sadece
kitaplarıyla ünsiyet edineceklerdir.”[126]
17316. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah iyi ve kötü
tüm insanlara yazma ve hesaplama nimetini ihsan buyurmuştur. Eğer bu
iki şey olmasaydı onlar yanlışlığa
düşerlerdi.”[127]
17317. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın yazısından
aklı ve görüşü anlaşılır. Elçisinden de
anlayışı ve zekası anlaşılır.”[128]
17318. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin elçin aklının
tercümanıdır. Yazın ise en etkili konuşmacındır.”[129]
17319. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın yazısı
aklının göstergesi ve faziletinin delilidir.”[130]
17320. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın yazısı
faziletinin ve aklının derinliğinin ölçüsüdür.”[131]
17321. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir yazı yazdığında
mühürlemeden önce onu yeniden gözden geçir. Zira gerçekte kendi
aklını mühürlemiş olursun.”[132]
17322. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Faziletli insanların
akılları kalemlerinin uçlarındadır.”[133]
17323. İmam Ali (a.s) , Malik-i
Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Katiplerinin
durumlarını da denetle, işlerini hayırlılarına
havale et; düşmanlarına karşı kullanacağın
planları, gizli tuttuğun şeyleri, büyüklenen, kibirlenen, bu yüzden
de cemaatin önünde sana karşı durmaya cüret eden kişilere
değil, temiz ve iyi ahlak sahibi olanlara yazdır. Onların
memurlarından gelen mektupları sana sunmakta gaflet etmemeleri,
senden aldıkları emri olduğu gibi aktarmaları gerekir.”[134]
17324. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İlmi yazarak kayıt altına
alın.”[135]
17325. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İlmi kayıt altına
alın.” Kendisine, “İlmi kayıt almak nasıl olur?” diye
sorulunca da şöyle buyurmuştur: “Onu yazarak.”[136]
17326. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İlmi alimler vefat etmeden önce
yazınız. Zira alimlerin ölümüyle ilim de ölür.”[137]
17327. İmam Hasan (a.s) ,
çocuklarını ve yeğenlerini yanına çağırarak
onlara şöyle buyurmuştur: “Sizler çok
yakında başka bir kavmin büyükleri olacak olan bir topluluğun
gençlerisiniz. O halde ilim öğreniniz. Sizden her kim ilmi ezberinde
tutamıyorsa, onu yazsın ve evinde korusun.”[138]
17328. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yaz, zira (ilim) sadece yazmakla
korunur.”[139]
17329. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yazınız, zira yazmadıkça
koruyamazsınız.”[140]
17330. İmam Sadık (a.s) , Ebu Basir’e
şöyle buyurmuştur: “Basralılardan
bir grup yanıma geldiler, benden bir takım hadisleri sordular ve
onları yazdılar. Siz neden yazmıyorsunuz? Biliniz ki yazmadan
asla koruyamazsınız.”[141]
17331. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalp, yazmakla huzura erer.”[142]
17332. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin ölünce geride
bıraktığı içinde ilim yazılı bir sayfa
kağıt bile kıyamet günü onunla ateş arasında bir perde
olur. Allah Tebarek ve Teala bu sayfa üzerine yazdığı her harfe
karşılık kendisine dünyadan yedi kat büyük bir şehir
verir.”[143]
17333. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim baki kalsın diye benden
bir ilim veya hadis yazarsa kendisi için sevap yazılır.”[144]
Bak. El-Bihar, 2/144, 19. Bölüm
Kur’an:
“…İnsanların
ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermek
için onlarla birlikte hakka davet eden kitaplar indirdi.”[145]
17334. Resulullah (s.a.a) kendisine
Allah’ın indirdiği kitapların sayısını soran
Ebuzer’e şöyle buyurmuştur: “Yüz
dört kitap inmiştir, elli Sahife Şeys’e, otuz Sahife İdris’e,
yirmi Sahife İbrahim’e inmiştir. Ayrıca Tevrat, İncil,
Zebur ve Furkan (Kur’an) ”[146]
17335. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah kullarını
gönderilmiş elçilerden, indirilmiş kitaptan, gerekli bir hüccetten
ve apaçık doğru yolu göstermekten mahrum
bırakmamıştır.”[147]
17336. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve
rahim olan Allah’ın adıyla) her kitabın anahtarıdır.”[148]
17337. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bismillahirrahmanirrahim’i bir
şiirden önce de olsa asla terk etmeyiniz.”[149]
17338. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’ı ululamak için
Bismillahirrahmanirrahim cümlesini güzel bir hatla yazarsa Allah onu
bağışlar.”[150]
17339. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bismillahirrahmanirrahim cümlesini en
güzel hatla yazınız.”[151]
bak. 247. Konu, “Esmaullah”;
Veail’uş Şia, 8/494, 94. Bölüm;
455. Konu
el-Mukatebe
Yazışmak
F Bihar,
76/48, 102. Bölüm; el-Tekatub ve Adabuhu
F Kenz'ul-Ummal,
10/243; el-Kitabet ve’l-Mürasele
F Vesail’uş-Şia,
8/494, 93. Bölüm; İstihbab’ul-Tekatub fi’s-Sefer
Kur’an:
“Bana,
Bismillahirrahmanirrahim diye başlayan ve sakın bana karşı
baş kaldırmayın ve teslim olarak gelin diyen Süleyman’dan
gönderilen önemli bir mektup bırakıldı” dedi.”[152]
17340. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşler arasındaki
ilişki, vatanda karşılıklı ziyaretleşmek ve
yolculukta (ayrılık ve gurbette) ise mektup yazmak iledir.”[153]
17341. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mektup yazan ilk kimse
Habeşistan’lı bir köle olan Lokman Hekim idi.”[154]
bak. Vesail’uş Şia, 8/494, 93.
Bölüm
17342. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mektuba cevap vermek de tıpkı
selama cevap vermek gibi bir haktır.”[155]
17343. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mektuba cevap vermek tıpkı
selama cevap vermek gibi bir
haktır.”[156]
17344. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mektuba cevap vermek de tıpkı
selamın cevabını vermek gibi farzdır.”[157]
456. Konu
el-Kitman
Gizlemek
F Bihar,
75/68, 45. Bölüm; el-Kitman’us-Sır
F Bihar,
2/64, 13. Bölüm; en-Nehy an’il-Kitman’ul-İlm
F Bihar,
2/212, 27. Bölüm; el-İllet’ul-Leti min Ecliha kitman’ul-Eimme Ba’z’ul-Ulum
ve’l-Ahkam
bak.
F 227. konu,
es-Sırr; el-İlm, 2858. Bölüm; el-Hased, 849. Bölüm;
eş-Şehadet (1) , 2097. Bölüm; el-Musibet, 2343. Bölüm
17345. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki
Şiilerimizin iki hasletini telafi etmek için pazımdan bir miktar eti
fidye olarak vermeye hazırım: Acelecilik ve sırrı az
korumak.”[158]
17346. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar iki hasletle
emrolunmuşlar ama onları zayi etmişlerdir. Bu yüzden de her
şeylerini kaybetmişlerdir: Sabır ve sırrı saklamak.”[159]
17347. İmam Sadık (a.s) Süleyman b. Halid’e şöyle
buyurmuştur: “Ey Süleyman! Sizin öyle bir dininiz
vardır ki her kim onu gizli tutarsa Allah onu aziz kılar, her kim de
onu ifşa ederse Allah onu hor kılar.”[160]
17348. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz bizim işimizin
örtülü ve perde arkasında kalması hususunda söz
alınmıştır. O halde her kim bizim zararımıza
sırrı ifşa ederse Allah onu hor kılar.”[161]
17349. İmam Kazım (a.s) zindandan Ali b. Suveyd’is-Sai’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Senden
gizlemeni istediğim şeyi sakın ifşa etme. Sana diyorum ki,
kardeşinin senin üzerindeki en farz haklarından biri de dünya ve
ahiret işlerinden onun lehine olan bir şeyi kendisinden
gizlememendir.”[162]
17350. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sırrımızı gizli
tutmak, Allah yolunda cihad etmektir.”[163]
17351. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki benim nezdimde
dostlarımın en sevimlisi, en takvalı, en
anlayışlı, en fakih olanı (dini anlayışı
güçlü) ve hadislerimizi en çok saklayanlarıdır.”[164]
17352. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bu iş (imamet meselesi) sadece
tanımak ve sevmek ile ilgili değildir. Aksine onu ehli olmayandan
gizlemeniz gerekir. Bizim dediklerimizi demeniz ve sustuklarımız
hakkında da susmanız yeterlidir.”[165]
17353. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Suskunluk hikmettir, sessizlik
esenliktir, sırrı saklamak ise saadet ve mutluluğun bir
parçasıdır.”[166]
bak. 557. Konu, et-Takiyye
17354. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim hadislerimizi bizim
zararımıza olarak ifşa ederse, hakkımızı inkar
etmiş kimse gibidir.”[167]
17355. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim hadisimizi ifşa ederse,
bizi hatayla öldürmemiş, aksine bilerek öldürmüş sayılır.”[168]
17356. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah dine iki
devlet karar kılmıştır. Adem’in devleti –ve o Allah’ın
devletidir- ve İblis’in devleti. O halde Allah açıkça kendisine
kulluk edilmesini dilerse Adem’in devletini iş başına geçirir ve
Allah gizlice ibadet edilmek isterse, İblis’in devletini iş
başına geçirir. Her kim de Allah’ın gizli kalmasını
istediği bir şeyi ifşa ederse, dinden çıkmış
olur.”[169]
17357. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim hadisimizi bizim
zararımıza ifşa ederse, Allah ondan imanı alır.”[170]
17358. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(bize ait) sırrı ifşa
eden kimse şek edicidir (inancı zayıftır) ve onu ehli
olmayan kimsenin yanında söyleyen ise kafirdir.”[171]
17359. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü kul bir damla kan
dökmediği halde kendisine bir hacamat bardağı dolusu veya daha
fazla kan verilir ve şöyle denir: “Bu senin falanın kanından
payındır.” O şöyle arzeder: “Ey Allah’ım! Senin de
bildiğin gibi canımı aldığın zaman bir damla kan
dökmedim.” Allah şöyle buyurur: “Doğrudur ama falan kimseden,
şöyle ve böyle bir rivayet işittin. Onu aleyhine
tamamlanacağı bir şekilde rivayet ettin. Zira o rivayet
ağızdan ağza dolaşarak falan zalime ulaştı ve onu
bu rivayet sebebiyle öldürdü. Şimdi de bu onun kanından senin
payındır.”[172]
17360. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “Bu Allah’ın ayetlerini inkar
ettikleri ve Peygamberleri haksız yere öldürdükleri sebebiyledir”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki onlar, kendi elleriyle öldürmediler ve kendi
kılıçlarıyla vurmadılar. Aksine sözlerini işittiler,
onları ifşa ettiler ve neticede de o Peygamberler yakalanıp
öldürüldüler.”[173]
17361. İmam Sadık (a.s) Ebu Cafer Muhammed b. Nu’man’il Ehvel’e
şöyle buyurmuştur: “Ey İbn-i
Nu’man! Alim kimse bildiği her şeyi sana söyleyemez. Zira bu
Allah’ın sırrıdır… O halde acele etme. Zira Allah’a yemin
olsun ki bu iş üç defa yakınlaştı, ama sizler ifşa
ettiniz ve Allah da onu erteledi. Allah’a yemin olsun ki sizin nezdinizde
düşmanınızın daha iyi bilmediği hiçbir sır
yoktur.”[174]
17362. Ebu Basir şöyle diyor: “İmam
Sadık’a (a.s) bir çok hadis nakletme konusunu sordum. Şöyle buyurdu:
“Bizim hadislerimizden bir şey gizledin mi?” Ben hatırlamaya
çalıştım. Ama İmam beni bu halde görünce şöyle
buyurdu: “Dostlarına söylediğin şeyin sakıncası
yoktur. İfşa etmek, hadislerimizi dostlarından
başkasına söylemendir.”[175]
17363. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın
tanıdığı ama insanların
tanımadığı, adı sanı olmayan kula ne mutlu!
Bunlar hidayet meşaleleri ve hikmet çeşmeleridir. Her karanlık
fitne onların varlığı sebebiyle ortadan kalkar. Ne sözü
yayarlar, ne sözü ifşa ederler, ne cefa ederler ve ne de iki yüzlüdürler.”[176]
17364. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine itina edilmeyen, adı
sanı bilinmeyen kula ne mutlu! O insanları tanır, ama insanlar
onu tanımaz. Allah onu kendinden bir hoşnutluk ile tanır (kul
Allah’tan hoşnuttur) bu tür kimseler hidayet meşaleleridir.”[177]
17365. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanları
tanıdığı halde insanların kendisini
tanımadığı, adı sanı olmayan kula ne mutlu! Allah
onu kendinden hoşnut olmakla tanır. Onlar hidayet meşaleleridir.
Allah her türlü karanlık fitneyi onlardan gidermiştir. Yakında
da onları rahmetlerinden bir rahmete sokar. Onlar ne sözü yayarlar, ne sözü
ifşa ederler, ne cefa ederler ve ne de iki yüzlüdürler.”[178]
17366. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne mutlu namı olmayan o kimseye ki
insanları tanıyor, zahirde onlar gibi yaşıyor ama kalbiyle
onların yaptıklarına muhaliftir. Çünkü o insanları zahiren
tanıyor, ama insanlar onun batınından habersizdirler.”[179]
17367. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benden sonra karanlık, kör ve
şüpheye düşürücü fitneler ortaya çıkacaktır. Adı
sanı belli olmayan şahıslar dışında hiç kimse
ondan esenliğe kavuşamayacaktır.” Ashap şöyle arzetti: “Ey
müminlerin Emiri! Adı sanı olmayan kimdir?” İmam şöyle
buyurdu: “İnsanların içinden nelerin geçtiğini bilmediği
kimsedir.”[180]
17368. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar kendisini tanımadan,
kendisinin insanları tanıdığı adı sanı
olmayan kula ne mutlu!”[181]
17369. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kötülere karşı güzel ahlak ile
davranın ki kötülüklerinden güvende kalasınız. Amelleriniz ve
yaptıklarınızla onlardan ayrılın ki onlardan
sayılmayasınız.”[182]
17370. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların arasına
dilleriniz ve bedenlerinizle karışınız. Kalpleriniz ve
amellerinizle de onlardan ayrı bir yol tutturunuz.”[183]
457. Konu
el-Kizb
Yalan
F Bihar,
72/232, 114. Bölüm; el-Kizb ve Rivayetuh ve Semauh
F Bihar,
72/264/115. Bölüm ; İstima’ul-Kizb
ve’l-Lağv
F Vesail’uş-Şia,
8/572, 138. Bölüm; Tahrim’ul-Kizb
F Kenz'ul-Ummal,
3/619-628, 873; el-Kizb
F Kenz'ul-Ummal,
3/630-634, 876; Mürehhes’ul-Kizb
F Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/357, Zemm’ul-Kizb
ve’l-Hakaret’ul-Kezzabin
bak.
F 289. konu,
es-Sıdk; el-Hadis, 721-723. Bölümler; eş-Şehadet (1) , 2099.
Bölüm; el-Hulf, 931, 932. Bölümler; et-Ticaret, 442. Bölüm
Kur’an:
“…yalan sözden kaçının.”[184]
“Allah’a
ortak koşmaksızın…”[185]
[186]
17371. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yalan, sözün ilahi konum ile uyum içinde
olmamasıdır.”[187]
17372. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Doğruluk emanet, yalan ise
hıyanettir.”[188]
17373. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine yalan söylediğin halde
kardeşinin söylediği şeyi doğru bilmesi büyük bir
hıyanettir.”[189]
17374. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En az bulunur şey doğruluk ve
emanete riayettir. En çok bulunan şey ise yalan ve hıyanettir.”[190]
17375. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En kötü söz yalandır.”[191]
17376. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hataların en büyüğü
yalancı dildir.”[192]
17377. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah nezdinde hataların en
büyüğü yalancı dildir.”[193]
17378. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmanın nişanesi, her ne
kadar zararına da olsa doğru söylemeyi, her ne kadar yararına da
olsa yalan söylemeye tercih etmendir.”[194]
17379. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah, imanı şirkten
temizlemek için farz kılmıştır…Yalan söylemeyi terk etmeyi
ise doğruluğa değer vermek için farz
kılmıştır.”[195]
17380. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki hiçbir sözü
gizlemedim ve asla yalan söylemedim.”[196]
17381. İmam Ali (a.s) sürekli şöyle
buyururlardı: “Yalandan sakınınız. Zira
her ümitli kimse bulucu ve her korkan kimse kaçıcıdır.”[197]
17382. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalandan sakınınız. Zira
şüphesiz yalan haktan sapmayla birliktedir ve her ikisi de
ateştedir.”[198]
17383. Resulullah (s.a.a)şöyle
buyurmuştur: “Yalandan sakınınız. Zira
yalan insanı haktan sapmaya sürükler ve her ikisi de (yalan ve
sapıklık) ateştedir.”[199]
17384. İmam Kazım (a.s) Hişam’a
verdiği öğüdünde şöyle buyurmuştur: “Akıllı
kimse her ne kadar menfaatine de olsa yalan söylemez.”[200]
17385. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En kötü faiz yalandır.”[201]
bak. Er-Riba, 1438. Bölüm
17386. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul yalan söyleyince
çıkardığı kötü kokudan dolayı melek kendisinden bir
mil uzaklaşır.”[202]
17387. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul yalan söyleyince
çıkardığı kötü kokudan dolayı melek kendisinden bir
mil mesafesince uzaklaşır.”[203]
17388. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalan, nifakın kapılarından
bir kapıdır.”[204]
17389. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizler benim Allah Resulü ile
yakın akrabalığımı ve onun yanındaki özel
makamımı biliyorsunuz. O beni kucağına oturturdu…Benden
hiçbir zaman yalan bir söz ve yanlış bir hareket görmedi.”[205]
17390. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendilerini bu işe isnat edenler
arasında öyle kimseler vardır ki söylediği yalanlara şeytan
bile ihtiyaç duymaktadır.”[206]
17391. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara yalan söylemek zorunda
kalacakları bir sözü telkin etmeyin. Yakub’un çocukları da kurdun
insanları yiyebileceğini bilmiyorlardı. Ama onlara, “Onu kurdun
yemesinden korkuyorum” diye telkin edince onlar da, “Yusuf’u kurt yedi”
dediler.”[207]
Bak, en-Nubuvvet (4) , 3834. Bölüm
17392. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan huyların en utanç
vericisidir.”[208]
17393. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendinizi yalandan
sakındırınız. Zira yalan söylemek huyların en
aşağılık olanıdır ve yalan söylemek bir tür
çirkinlik ve bir tür aşağılıktır.”[209]
17394. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En çirkin şey yalan söylemektir.”[210]
17395. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Huyların en çirkini yalan
söylemektir.”[211]
17396. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Huyların en kötüsü
yalancılık ve ikiyüzlülüktür.”[212]
17397. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hasletlerin en kötüsü yalan söylemektir.”[213]
17398. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalancılıktan daha çirkin bir
haslet yoktur.”[214]
17399. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalancılıktan daha kötü bir
kötülük yoktur.”[215]
Kur’an:
“Yalan uyduranlar ancak Allah’ın ayetlerine
inanmayanlardır. Yalancılar işte onlardır.” [216]
17400. Resulullah (s.a.a) kendisine, “Mümin
korkak olabilir mi?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Evet!”
Kendisine şöyle arzedildi: “Mümin cimri olabilir mi?” Peygamber, “evet”
diye buyurdu. Şöyle arzedildi: “Mümin yalan söyleyebilir mi?” Peygamber,
“Hayır” diye buyurdu.”[217]
17401. Resulullah (s.a.a) , kendisine, “Mümin
hırsızlık yapar mı?” diye soran Ebu Derda’ya şöyle
buyurmuştur: “Hırsızlık etmesi
mümkündür.” O, “Mümin zina edebilir mi?” diye sorunca da Peygamber, “Evet, her
ne kadar Ebu Darda bundan hoşlanmasa da.” O şöyle sordu: “Mümin yalan
söyleyebilir mi?” Peygamber şöyle buyurdu: “Sadece mümin olmayan kimse
yalan söyleyebilir. Şüphesiz kul ayağı sürçer, sonra rabbine
geri döner, tövbe eder, Allah da tövbesini kabul eder.”[218]
17402. İmam Sadık (a.s) , kendisine,
“Mümin cimri olabilir mi?” diye soran Hasan b. Mahbub’a şöyle
buyurmuştur: “Evet” Ben (Hasan b. Mahbub) şöyle
sordum: “Müminin korkak olması mümkün müdür?” İmam, “Evet” diye buyurdu.
Ben, “mümin yalan söyleyebilir mi?” diye sordum. İmam şöyle buyurdu:
“Hayır! mümin hıyanet de edemez.” İmam daha sonra şöyle
buyurdu: “Mümin, hıyanet ve yalan dışında her haslete
bulaşabilir.”[219]
17403. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin, hıyanet ve yalan
dışında her huya bulaşabilir.”[220]
17404. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söylemekten
sakınınız. Zira yalan imanın
dışındadır.”[221]
17405. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zira yalan imandan uzaktır.
Yalandan sakının. Doğru kişi, kurtuluş ve ikram
yerindedir. Yalancı ise, aşağılanma ve helak yerindedir.”[222]
17406. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan imanı harap edicidir.”[223]
17407. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok yalan söylemek azamet ve
yüceliği ortadan kaldırır.”[224]
17408. Resulullah (s.a.a) , kendisine,
insanın cennete girmesine sebep olan amelin ne olduğu sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Doğruluktur.
Kul doğru söyleyince iyilik etmiştir. her kim iyilik ederse iman
etmiştir, Her kim iman ederse cennete girer.” O şahıs şöyle
sordu: “Ey Allah’ın Resulü! İnsanın ateşe girmesine sebep
olan amel nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Yalan söylemektir. Kul yalan
söyleyince doğru yoldan sapar ve doğru yoldan saptığı
zaman da kafir olur ve her kim de kafir olursa ateşe girer.”[225]
bak. es-Sıdk, 2190. Bölüm
17409. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah her kötülük
için bir takım kilitler karar kılmıştır. O kilitlerin
anahtarını ise şarap karar kılmıştır. Yalan
ise şaraptan daha kötüdür.”[226]
17410. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bütün aşağılıklar
bir evde toplanmıştır ve anahtarı da yalan olarak taktir
edilmiştir.”[227]
17411. Resulullah (s.a.a) , kendisine, “Ey
Allah’ın Resulü! Dört işten hoşlanıyorum: Zina, şarap
içmek, hırsızlık ve yalan. Ama hangisini söylerseniz, sizin hatırınız
için terk ederim” diyen birisine şöyle buyurmuştur: “Yalanı
terk et.” O şahıs gitti ve zina etmek istedi ve kendi kendisine
şöyle dedi: “Peygamber bana (zina edip etmediğimi) soracaktır.
Eğer inkar edersem, ona verdiğim sözümde durmamış olurum. Eğer
ikrar edersem, bana had uygular. Daha sonra hırsızlık etmeyi
kararlaştırdı. Sonra da şarap içmeye niyetlendi. Ama her
defasında da aynı düşüncelere kapıldı (Resulullah’a
yalan söyleyemeyeceğini anladı) . Bu yüzden Allah Resulü’nün
yanına geri döndü ve şöyle arzetti: “Siz, yolu tümüyle bana
kapadınız, ben bu işlerin tümünü terk ettim.”[228]
17412. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalan insanı kötülüğe ve
sapıklığa sürükler. Kötülük ve sapıklık ise
insanı ateşe götürür.”[229]
bak. eş-Şerr, 1973. Bölüm
17413. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar haklı da olsa,
sürtüşmeyi terk eden, her ne kadar şaka da olsa yalan söylemekten
sakınan ve ahlakını güzelleştiren kimse için biri cennetin
etrafında, biri cennetin merkezinde, biri de cennetin üzerinde olmak üzere
üç ev garantiliyorum.”[230]
17414. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kul, şaka veya ciddi yalanı
terk etmedikçe imanının tadını alamaz.”[231]
17415. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ciddi veya şaka yollu yalan söylemek
doğru değildir. Erkeğin çocuğuna söz verdiği halde
sözünde durmaması doğru değildir. Şüphesiz doğruluk,
insanı iyiliğe götürür ve iyilik de insanı cennete
kavuşturur. Yalan ise insanı kötülüğe sürükler. Kötülük ve
sapıklık ise insanı ateşe götürür.”[232]
17416. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ciddi veya şaka yalan söylemek
doğru değildir. Sizden birinizin çocuğuna bir şey vaad
etmesi sonra da onunla amel etmemesi doğru değildir. Şüphesiz
yalan sapkınlığa sürükler, sapkınlık ise insanı
ateşe götürür.”[233]
17417. İmam Seccad (a.s) çocuklarına şöyle buyurmuştur:
“Küçük veya büyük, ciddi veya şaka yalan
söylemekten sakınınız. Zira insan küçük bir şeyde dahi
yalan söylerse, büyük yalan hususunda da cesaret elde eder.”[234]
17418. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanları güldürmek için
yalan söyleyen kimseye eyvahlar olsun, eyvahlar olsun, eyvahlar olsun!”[235]
bak. Vesail’uş Şia, 8/576,
140. Bölüm
17419. Esma binti Umeys şöyle diyor: “Ben
Ayşe ile birlikteydim. Onu hazırladım ve Allah Resulü’nün
yanına götürdüm. Bir grup kadınlar da benimle birlikteydi. Allah’a
yemin olsun ki Allah Resulünün yanında bir tabak sütten başka bir
şey yoktu. Allah Resulü bir miktar süt içti sonra kaseyi Ayşe’nin
eline verdi.” Esma şöyle diyor: “Kız (Ayşe) süt kasesini almaktan
utandı. Ben şöyle dedim: “Allah Resulü’nün elini reddetme, kaseyi
al.” Ayşe utangaç bir halde o kaseyi aldı, bir miktar süt içti.
Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: “O kalan sütü kadınlara ver,
onlar da içsinler.” Onlar, “Bizim isteğimiz yok” dediler. Allah Resulü
şöyle buyurdu: “Açlık ve yalanı bir araya toplamayın.” Esma
şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Bizden
birisi bir şeyi istediği halde, “İsteğim yok” demesi yalan
sayılır mı?” Peygamber şöyle buyurdu: “Bu yalan
sayılır. Hatta küçük yalan bile küçük yalan olarak
yazılır.”[236]
17420. Resulullah (s.a.a) , kendisine,
“Eğer bizden biri, bir şeyi istediği halde, “isteğim yok”
derse bu yalan sayılır mı?” diye soran Esma binti Yezid’e
şöyle buyurmuştur: “Yalan yalan olarak
yazılır, hatta küçük yalan bile küçük yalan olarak
yazılır.”[237]
17421. Abdullah b. Amir şöyle diyor: “Bir
gün Allah Resulü bizim evimizde oturmuştu. Annem bana seslendi ve
şöyle dedi: “Gel içeriye sana bir şey vereyim.” Allah Resulü (s.a.a)
ona şöyle buyurdu: “Ona ne vermek istiyorsun?” Annem şöyle arzetti:
“Ona bir hurma vermek istiyorum.” Allah Resulü (s.a.a) anneme şöyle
buyurdu: “Bil ki eğer ona bir şey vermezsen, bu senin için bir yalan
yazılır.”[238]
17422. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsana yalancılık olarak
duyduğu her şeyi nakletmesi yeterlidir.”[239]
17423. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalancılık için sana
duyduğun her şeyi söylemen yeterlidir.”[240]
17424. İmam Ali (a.s) , Haris-i Hemdani’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Duyduğun
her şeyi insanlara aktarma. Zira bu yalancılık için yeterlidir.”[241]
17425. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsana duyduğu her şeyi
söylemesi yalan olarak yeter.”[242]
17426. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan, içindeki
aşağılık kompleksi olmaksızın yalan söylemez.”[243]
17427. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söyleyen kimse, kendisindeki
aşağılık kompleksi nedeniyle yalan söyler. Alay etmenin
kökü ise, yalancılara itimat etmektir.”[244]
17428. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalanın sebebi, sebeplerin en
çirkinidir (veya yalan hastalığı, hastalıkların en
çirkinidir.) ”[245]
17429. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söyleyen kimse hor ve hakirdir.”[246]
17430. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söyleyen kimse uçurumun
kenarında ve horluğun eşiğindedir.”[247]
bak. 3464. Bölüm; el-Kibr, 3439. Bölüm;
en-Nifak, 3929. Bölüm
17431. İmam Sadık (a.s) kendisine, “Her yalan söyleyen kimse kezzab
mıdır?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hayır,
herkes mutlaka bir yalan söyler, ama kezzab içine
yalancılığın adeta sindiği kimsedir.”[248]
17432. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizden birisi o kadar yalan söyler ki
sonunda kalbinde bir iğne ucu kadar doğruluk kalmaz. Böyle
olduğu taktirde de Allah nezdinde kezzab olarak
adlandırılır.”[249]
17433. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul sürekli yalan söyler ve sonunda
Allah onu kezzab olarak yazar.”[250]
17434. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul o kadar yalan söyler ve
yalanın peşice koşar ki sonunda Allah nezdinde kezzab olarak
yazılır.”[251]
17435. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul o kadar yalan söyler ve
yalanın peşice koşar ki kalbinde siyah bir nokta oluşur ve
o nokta yavaş yavaş tüm kalbini karartır. Böylece Allah nezdinde
yalancılardan yazılır.”[252]
17436. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalancı kimsenin nişanesi,
sana gökten, yerden, doğudan ve batıdan haber vermesi, ama kendisine
Allah’ın helal ve haramını sorduğun taktirde senin için bir
şey söylememesidir.”[253]
17437. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(Sözünün doğruluğuna) itimat
etmeksizin bir söz söyleme. Aksi taktirde kezzab (çok yalancı)
sayılırsın.”[254]
17438. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kezzab olan şahıs,
apaçık delillerle helak olur, takipçileri ise şüpheler vesilesiyle
helak olurlar.”[255]
17439. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalancı şahısların
ilminde hiçbir hayır yoktur.”[256]
Kur’an:
Allah şüphesiz yalancı ve kafir
kimseyi doğru yola eriştirmez.”[257]
Doğrusu Allah, aşırı
yalancıyı doğru yola eriştirmez.”[258]
“Allah’a verdikleri sözden caydıkları
ve yalancı oldukları için O’nunla
karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soktu.”[259]
17440. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalanın neticesi, dünyada horluk,
ahirette ise azaptır.”[260]
17441. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalan insanın yüzünü
karartır.”[261]
17442. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söyleme, aksi taktirde azamet ve
yüceliğin gider.”[262]
17443. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın çok yalan söylemesi
azamet ve yüceliğini yok eder.”[263]
17444. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Çok yalan söyleyen kimsenin yüceliği ve
azameti yok olur.”[264]
17445. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok yalan söylemek dini bozar ve
günahı büyük kılar.”[265]
17446. İmam Ali (a.s) , Oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Yalanın
sonu pişmanlıktır.”[266]
17447. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan her şeyi bozar.”[267]
17448. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söylemek, dünyada utanç, ahirette
ise ateş azabıdır.”[268]
17449. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan nifak ile sonuçlanır.”[269]
17450. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan, gıybet ve kötülemeye sebep
olur.”[270]
17451. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan mürüvveti en az olan
kimse, yalan söyleyen kimsedir.”[271]
17452. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim yalan söylerse, mürüvvetini
bozmuş olur.”[272]
17453. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söylemek ve mürüvvet asla bir
araya toplanmaz.”[273]
17454. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalancılıkla tanınan
kimseye itimat az olur. Yalan söylemekten sakınan kimsenin sözlerine
inanılır.”[274]
17455. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cimri kimsede rahatlık, haset eden
kimsede lezzet, padişahlarda (yöneticilerde) vefa ve yalancılarda
mürüvvet olmaz.”[275]
17456. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın değerinin
ortadan kalkış sebebi yalandır.”[276]
17457. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalancı ve ölmüş kimse
eşittirler. Zira canlı insanın ölüye üstünlüğü kendisine
itimat edilmesidir. O halde her kimin sözüne itimat edilmezse hayatı
ortadan kalkmış olur.”[277]
17458. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söyleyen kimse her ne kadar
(sözlerini ispat etmek için) güçlü deliller getirse de ve doğru söylese de
sözleri hususunda ithama maruzdur.”[278]
17459. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Asla yalancı kimseden yardım
dileme… Zira yalancı kimse sana uzağı yakın ve
yakını da uzak gösterir.”[279]
17460. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalancı kimse
yalancılığı ile üç şey elde eder: Kendisine
Allah’ın gazabını, insanların
aşağılayıcı bakışlarını ve
meleklerin düşmanlığını”[280]
17461. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan salah ve doğruluk
yolundan en uzak olan kimse yalancı ve küstah bir yüze sahip olan
kimsedir.”[281]
17462. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan bir yalan söyler ve gece
namazından mahrum kalır.”[282]
17463. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yalan, rızkı azaltır.”[283]
17464. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan söylemeye adet edinmek fakirlik
getirir.”[284]
17465. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Elçinin yalanı bozgunculuğu
artırır, insanı isteklerine ulaşmaktan alı koyar, uzak
görüşlülüğü yok eder ve kararı bozar.”[285]
17466. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın yalan söyleyen kimseler
aleyhine yaptığı yardımlardan biri de
unutkanlıktır. [286]”[287]
17467. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözlerin en kötüsü bir bölümünün
diğer bir bölümüyle çeliştiği sözdür.”[288]
Ben şöyle diyorum: Allame Tabatabai
el-Mizan adlı tefsirinde Allah-u Teala’nın Yusuf suresindeki “Üzerine başka bir kan
bulaşmış olarak Yusuf’un gömleğini de getirmişlerdi.”[289]
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “el-Kezib” kelimesi bir
masdardır ve ism-i fail (etken isim) olarak
kullanılmıştır ve mübalağa ifade etmektedir. Yani
“açıkça yalan bir kana bulaşmış” anlamındadır. Bu
ayette kanlı gömleğin “dem” (kan) kelimesiyle “nekire” (belirsiz) bir
şekilde ifade edilmesi Yakub’un çocuklarının
iddiasının temelsizliğini ve gevşekliğini
göstermektedir- Onların sözünün yalan olduğunu aşikar
kılacak bir tarzda olduğuna işaret etmektedir. Zira
yırtıcı hayvanların parçaladığı ve
yediği kimsenin gömleği geriye sağlam ve parçalanmamış
bir gömleği kalmaz.
Usulen yalanın işte böyle bir
durumu vardır. Yalan söz veya rivayetlerin tümü işte böyledir;
çeşitli bölümleri arasında bir çelişki ve uyuşmazlık
söz konusudur veya dış hal ve durumlarından yalan olduğunu
aşikar eden bir takım kanıtlar vardır ve bu kanıtlar
aynı zamanda gerçeği açığa vurmaktadır ve her ne kadar
güzel ve sevimli bir zahiri olsa da çirkin içini ve batınını
ifşa etmektedir.
Tecrübelerin de sabit kıldığı
gibi yalanın itibarı fazla sürmemektedir ve çok geçmeden yalan
söyleyen kimse ortaya koyduğu bir takım
davranışlarıyla sözlerinin yalan olduğunu bizzat
aşikar kılmaktadır veya verdiği haberin ya da ortaya
attığı iddianın yalan olduğunu ifşa etmektedir.
Bunun sebebi de varlık aleminin sağlam bir düzene dayanması ve
parçaları arasında değişim kabul etmeyen ilişkilerin
ve oranların hakim olmasıdır. Zira dış ve gerçek
alemde ortaya çıkan her hadisenin kendisiyle uyumlu bir takım
gerekleri ve sonuçları vardır. Onlar asla birbirinden ayrılamaz
ve ayırt edilemez. Bu gerekler ve sonuçlar arasında da birbiriyle
ilişkili bir takım hükümler ve etkileşimler söz konusudur. Öyle
ki bunların birinde problem ortaya çıktığı zaman hepsi
altüst olmakta ve bunlardan birinin sağlamlığı da tümünün
sağlamlığının ve kusursuzluğunun delili
sayılmaktadır. Bu tümel ve istisna kabul etmeyen bir kanundur.
Örneğin eğer belli bir zaman diliminde bir madde bir yerden
başka bir yere nakledilince bu intikalin gereklerinden biri de ilk mekandan
ve o ilk mekanla ilişkisi olan her şeyden
ayrılmasıdır. Birinci mekan adeta ondan boşalmakta ve o
ikinci mekanı doldurmaktadır. Aynı şekilde bu iki mekan
arasındaki mesafeyi de kat etmesi ve bu intikalin diğer
sonuçları da aynı şekildedir. Şimdi bu gereklerden
birisinde problem ortaya çıkınca, örneğin varsayılan zaman
diliminde o cisim yine birinci mekanı işgal ediyorsa, o cisme
bağlı olan tüm gereklerde de problem orta çıkar. Ne insan, ne
başka bir sebep ve ne de diğer varsayılan bir etken, varlık
gerçeklerinden birini örtmek isterse, hiçbir hile ve kurnazlıkla o
gerçeklerle ilgili gereklerin tümünü gizli ve örtülü tutamaz veya onları
gerçek yerlerinden uzağa atamaz ve onları varlık
akışından saptıramaz. Eğer bu gereklerin ve
sonuçların birini perdelerse (örterse) diğeri aşikar olur.
Eğer onu da örterse üçüncüsü ortaya çıkar ve bu böylece devam eder.
Her ne kadar batıl ve
yanlış birkaç gün gövde gösterisinde bulunsa da hükümet ve devlet hak
ve hakikate aittir. Yalan her ne kadar bir müddet rağbet edilse de gerçek
değer doğruluk ve sadakate aittir. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah,
yalancı ve nankör kimseyi hidayete kavuşturmaz.”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah aşırı giden yalancıyı hidayete
kavuşturmaz.” Hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yalan yere
iftirada bulunanlar kurtuluşa eremez.” Hakeza
şöyle buyurmuştur: “Onlara hak
ulaştığında onu yalanladılar. Şüphesiz onlar
karışık bir iş içindedirler”
Bunun sebebi de şudur ki, onlar hak ve hakikati yalanladıkları
zaman, kendi hayatlarında batıl ve yanlışlığa
dayanmak zorunda kaldılar ve bu yüzden de parçalarının
birbiriyle uyumsuzluk arzettiği, her birinin diğer bir Bölümünü def
ve ibtal ettiği, bozuk ve kopuk bir akışa kapıldılar.”[290]
Kur’an:
“İnsanları, bilmediklerinden saptırmak için Allah’a
karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim
topluluğu doğru yola eriştirmez.”[291]
“Allah’a karşı
yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken, “bana
vahyolundu, Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden
daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini
uzatmış, “canlarınızı verin, bugün Allah’a
karşı haksız yere söylediklerinizden, O’nun ayetlerine büyüklük
taslamanızdan ötürü alçaltıcı azâbla
cezalandırılacaksınız” derken bir görsen!”[292]
“Diliniz yalana alışmış
olduğu için, “şu haram, bu helaldir” demeyin, zira Allah’a
karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan
uyduranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.”[293]
“Onlardan bir takımı, Kitapta
olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip
bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: “Allah
katındandır” derler, bile bile Allah’a karşı yalan
söylerler.”[294]
“Allah’a karşı yalan
uyduranların, kıyamet günü, yüzlerinin simsiyah olduğunu
görürsün. Böbürlenenler için cehennemde bir durak olmaz olur mu?”[295]
17468. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benden sonra öyle bir zaman gelecek ki,
o zamanda haktan daha gizli, batıldan daha aşikar bir şey olmayacak.
Allah ve Resulüne yalan söylemekten daha fazla artıp yayılan bir
şey olmayacak.”[296]
17469. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Beni (yırtıcı)
kuşların alıp götürmesi söylemediği bir şeyi Allah
Resulüne isnat etmemden, daha sevimlidir.”[297]
17470. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki eğer,
gökten yere düşsem (veya yırtıcı kuşlar beni alıp
götürse) bunu Allah Resulüne yalan isnat etmekten daha çok severim.”[298]
17471. İmam Sadık (a.s) ,
yanında uyduran kimsenin mel’un olduğundan söz edilince şöyle
buyurmuştur: “Uyduran kimseden maksat, Allah ve
Resulü hakkında yalan uyduran kimsedir.”[299]
17472. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir yalan oruçlu kimsenin orucunu
batıl eder.” Ebu Basir şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Bizim
hangimizden böyle bir şey (her gün bir yalan söylediği) görülmez ki?”
İmam şöyle buyurdu: “Maksat senin anladığın gibi
değildir. Aksine maksat, Allah, Resulü ve İmamlar (a.s) hakkında
yalan isnat etmektir.”[300]
17473. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah ve Resulü’ne (s.a.a) yalan isnat
etmek büyük günahlardandır.”[301]
bak. el-Fetva, 3163. Bölüm
17474. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah iki şeyi sever ve iki
şeye de düşman olur: İki saf (İslam ordusu ile küfür
ordusu) arasında korkmadan yürümeyi sever ve (iki kişiyi)
barıştırmak için yalan söylemeyi sever. Sokak ve pazar
yerlerinde böbürlenerek yürümekten nefret eder ve barış hedefi
dışında bir şey için yalan söylemekten nefret eder.”[302]
17475. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
barış ve dostluk icad etmek için yalan söylemeyi sever ve fesat
çıkarmak amacıyla doğru söylemekten nefret eder.”[303]
17476. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan şu iki yer
dışında kınanmıştır: Zalimlerin şerrini
uzaklaştırmak ve iki ikişinin arasında barış
sağlamak.”[304]
17477. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz üç kısımdır:
“Doğru, yalan ve insanların arasını
barıştırmak için söylenen söz.”[305]
17478. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(Müslüman halkın arasında)
barış yaratmaya çalışan kimse yalancı sayılmaz.”[306]
17479. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların arasını
düzeltmek için (yalan yere) güzel bir söz söyleyen veya güzel söz
taşıyan kimse yalancı sayılmaz.”[307]
17480. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç yerde söylenen yalan
dışında her yalan için bir gün sahibi hesaba çekilir: İnsan
savaşta hile yaparsa bu kendisi için günah değildir. Birisi de iki
kişinin arasını bulmak ve barıştırmak ister.
Biriyle bir şekilde görüşür, diğeriyle de başka bir
şekilde. Bundan hedefi de o ikisinin arasını barıştırmaktır.
Diğeri de erkek eşine (veya ailesine) yapmak istemediği bir şeyi
vaad eder.”[308]
Şöyle diyorum: Allame Meclisi (r.
a) şöyle diyor: “Bil ki bu hadisin anlamı, şii ve Sünni herkesin
ittifak ettiği bir anlamdır. Örneğin Tirmizi Peygamber’den
(s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Yalan üç yerde
doğrudur: Erkek eşini kendinden hoşnut etmek için ona
(doğru olmayan) bir söz söyler, savaş meydanlarında yalan
söylemek ve insanların arasını bulmak için yalan söylemek.
Sahih-i Müslim’de de yer aldığına göre Müslim’in ravilerinden
biri olan İbn-i Şehab şöyle diyor: “İnsanlara sadece
şu üç yerde yalan söylemek için izin verilmiştir: “Savaşta,
insanların arasını bulmak için ve erkeğin eşine veya
kadının kocasına (bir maslahat için) söylediği söz.”[309]
bak. es-Sulh (2) , 2263. Bölüm;
Vesail’uş Şia, 8/578, 141. Bölüm; Kenz’ul Ummal, 3/630, 632;
el-Meheccet’ul Beyza, 5/232,
Kur’an:
“İbrahim yıldızlara bir göz
attı ve “Ben rahatsızım” dedi.”[310]
“İbrahim: “Belki onu şu büyükleri
yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun” dedi.”[311]
“Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir
su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münadi
şöyle bağırdı: “Ey kervancılar, siz
hırsızsınız!”[312]
17481. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz kapalı ve perdeli
sözde yalandan kaçınmak için yer geniştir.”[313]
17482. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz kapalı
konuşmalar, akıllı kimseyi yalan söylemekten alıkoyar.”[314]
17483. Ebu Hureyre şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) bir deveye, Ebu Bekir’in arkasına bindi ve şöyle
buyurdu: “Ey Ebu Bekir! İnsanları şaşırt. [315]
Zira bir Peygamber için yalan söylemek doğru değildir.” İnsanlar
Ebu Bekir’e, “Sen kimsin?” diye sormaya başladılar. Ebu Bekir ise,
“yolu arayan bir arayıcıyım” diye cevap verdi. Halk, “arkandaki
kimse kimdir?” diye sorduklarında ise Ebu Bekir şöyle cevap verdi:
“Bana yol gösteren bir kılavuzdur.”[316]
17484. İmam Sadık (a.s) , kendisine
aziz ve celil olan Allah’ın İbrahim kıssasında geçen, “Belki
onların en büyüğü bu işi yapmıştır. Eğer
konuşurlarsa onlara sorunuz” ayeti
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Ne
büyük putları bunu yapmıştı, ne de İbrahim (a.s) yalan
söylemişti.” Kendisine, “Bu nasıl olur?” diye arzedilince İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zira İbrahim şöyle
dedi: “Eğer konuşurlarsa onlara sorunuz.” Eğer
konuşsalardı, putların büyüğünün bu işi
yaptığı belli olurdu ve eğer konuşmasalardı o
halde büyükleri bu işi yapmış değildi. Ama onlar
konuşmadılar ve İbrahim de yalan söylememiş oldu.”
Hakeza İmam’a Yusuf suresindeki, “Ey
kervan sahipleri! Şüphesiz sizler hırsızsınız”
ayeti hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Onlar
Yusuf’u babalarından çalmışlardı. Görmüyor musun, Yusuf’un
kardeşlerine, “Ne kaybettiniz?” diye sorduklarında, onlar, “Sultanın
su kabını kaybettik” dediler. Yusuf onlara, “Padişahın
su kabını çaldınız” demedi. Hakikatte onlar Yusuf’u
babasından çalmışlardı (Yusuf’un onlara, “şüphesiz
sizler hırsızsınız” demesindeki maksadı da buydu.) ”
Hakeza İmam Sadık’a (a.s)
İbrahim’in (a.s) “Sonra
yıldızlara baktı ve, “Şüphesiz ben rahatsızım”
sözü sorulduğunda İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Şüphesiz
İbrahim (a.s) ne rahatsızdı ve ne de yalan söylemişti.
Aksine onun maksadı dini hakkındaki rahatsızlığı
idi. Yani o şüphe içindeydi.”[317]
17485. İmam Sadık (a.s) kendisine, “Birisi birinin evine geliyor ve
onu çağırıyor, ama o şahıs cariyesine burada
olmadığını söylemesini istiyor. (bunun hükmü nedir?) ” diye
soran Abdullah b. Bekir’e şöyle buyurmuştur: “Sakıncası
yoktur, bu yalan değildir.”[318]
Şeyh Ensari Mekasib adlı
kitabında bu hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: “Bu sözün yalan
olmaması, parmağıyla işaret ettiği ve, “Burada
değil” dediği yerin evin boş yeri olması durumunda
geçerlidir. Zira bunun dışında bir yorumu yoktur.”[319]
17486. Hasan Saykal şöyle diyor: “İmam
Sadık’a (a.s) şöyle arzettim: “Bize, İmam Bakır’ın,
Yusuf’un (a.s) , “Ey Kervan Ehli! Şüphesiz sizler hırsızsınız”
sözü hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
Allah’a yemin olsun ki onlar hırsızlık etmiş
değillerdi ve Yusuf da yalan söylememiştir. Hakeza İbrahim’in
(a.s), “Belki onların büyükleri bu işi yapmıştır. O
halde eğer konuşurlarsa onlara sorun” sözü hakkında da
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah’a yemin olsun ki o
putlar bu işi yapmamıştı ve aynı zamanda İbrahim
yalan söylememişti.” Hasan Saykal şöyle diyor: “Bunun üzerine İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Saykal! Sizin bu konudaki görüşünüz
nedir?” Ben şöyle arzettim: “Bizim teslim dışında bir
görüşümüz yoktur.” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
“…İbrahim’in (a.s) , “Belki onların büyükleri bu işi
yapmıştır” derken maksadı hakikatte bu putların
elinden hiçbir işin gelmediği işini ortaya koymaktı. Yusuf
(a.s) da o sözü ıslah etmek için beyan buyurmuştu.”[320]
bak. el-Fıkh, 3234. Bölüm;
el-Meheccet’ul Beyza, 5/248
Kur’an:
“Yahûdilerden yalana kulak verenler
vardır.”[321]
“Orada boş ve yalan söz işitmezler.”[322]
17487. İmam Sadık (a.s) kendisine,
“Nakilcilere ve hikayecilere kulak vermek doğru mudur?” diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Hayır!” ve
şöyle buyurmuştur: “Her kim kulağını bir
konuşmacıya verirse ona kulluk etmiş olur. O halde eğer
konuşmacı Allah hakkında konuşursa işiten kimse de
Allah’a ibadet etmiş olur. Eğer konuşmacı iblisin sözlerini
söylerse o dinleyen kimse de iblise ibadet etmiş olur.”[323]
17488. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyanın yükselttiği kimseyi
yüce görmeyin ve dünyanın göz alıcılığına göz
dikmeyin ve dünya hakkında konuşan kimseye kulak asmayın, zira
dünyanın göz alıcılığı kandırıcı
ve sözleri yalandır.”[324]
17489. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sapıkları
kulaklarınıza musalalt kılmayın.”[325]
bak. el-Bihar, 72/264, 115. Bölüm
17490. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hükmü duyduğunda tabi olana,
olgunluğa çağırıldığında gelene, Allah
rahmet etsin… hevasına karşı direnen, gönlünün yersiz
isteklerini yalanlayana da.”[326]
17491. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah korkusu (takva) Allah’ın
dostlarını O’nun koymuş olduğu haramları
çiğnemekten alı-koyar… Öyle ki onların
yorgunluk yerine rahat, susuzluk yerine suya
kanmışlığı tercih ettikleri görülür. Ölümün yakın
olduğunu gördüklerinden salih amele koşarlar. Emellerini yalanlar, ecellerini
gözetirler.”[327]
17492. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eceli hatırlamak kalbinizden
silinmiş, yalan istekler sizi kuşatmış, dünya sizi
ahiretten fazla avucuna almış, çabuk elde edilen dünya nimeti,
zamanla elde edilecek ahireti gönüllerinizden çıkarmıştır.”[328]
17493. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bu yollar sizi nereye götürüyor?
Karanlıklar ne zamana kadar sizi şaşırtacak, yalanlar ne
zamana kadar aldatacak sizi?”[329]
bak. el-Emel, 115. Bölüm; ed-Dunya,
1228, 1229. Bölümler
458. Konu
el-Kerem
Kerem-Yücelik
F
Bihar, 75/140, 55. Bölüm; Hadd’ul-Keramet
ve’n-Nehy an’il-Redd’il-Keramet
F Kenz'ul-Ummal,
9/153; et-Ta’zim ve’l-Kıyam
bak.
F 469. konu,
el-Le’um; ed-Devlet, 1280. Bölüm; ez-Zafer, 2441. Bölüm; el-Afv (2) , 2769.
Bölüm; el-Hulk, 1108, 1112. Bölümler; el-Gaflet, 3101. Bölüm; el-Ecir, 9. Bölüm
17494. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin yüceliği dinidir.”[330]
17495. İmam Hasan (a.s) “yücelik nedir?”
diye sorlunca şöyle buyurmuştur: “Yücelik
istemeden vermek ve kıtlıkta doyurmaktır.”[331]
17496. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik isteyerek ihsanda bulunmak ve
istenmeden önce vermektir.”[332]
17497. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey insanın
yüceliğinin göstergesidir: Güzel huy, öfkesini yenmek ve gözlerini
haramdan kaçındırmak.”[333]
17498. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın yüceliğinin
nişanesi güzel yüzlülüğü ve iyiliğidir.”[334]
17499. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik suç ve kusura tahammül etmektir
(intikam almamaktır) .”[335]
17500. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik güzel sabretmektir.”[336]
17501. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik (insanların)
cezalarını yüklenmektir.”[337]
17502. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik haysiyeti maldan üstün
tutmaktır. Aşağılık ise malı şahsiyetlere
tercih etmektir.”[338]
17503. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik bağışta bulunmak
ve vaat ettiği şeyi yerine getirmektir.”[339]
17504. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik diline sahip olmak ve
bağışta bulunmaktır.”[340]
17505. Resulullah (s.a.a) yücelik sahibi
kimseler hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Mescitlerde
düzenlenen Allah’ı zikretme toplantılarıdır.”[341]
17506. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik gerçekte günahlardan uzak
durmaktır.”[342]
17507. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik iyilik karakterine sahip olmak
ve aşağılıktan sakınmaktır.”[343]
17508. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsinin isteklerine malik ol ve
nefsine karşı sana uygun olmayan şeyler hususunda cimri davran.
Zira nefsine karşı cimri davranman gerçekte yücelik ve
bağıştır.”[344]
17509. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik, yüce himmetin neticesidir.”[345]
17510. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendisi için yüceliğe
inanırsa, nefsani istekleri gözüne düşük gelir.”[346]
17511. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendisi için bir yüceliğe
inanırsa dünya gözüne düşük gelir.”[347]
17512. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yumuşak huyluluk yüceliktendir.”[348]
17513. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Verilen sözlere vefalı davranmak,
yüceliktendir.”[349]
17514. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaybettiği zamana
ağlaması, vatanına iştiyak duyması ve eski
dostlarını koruması, insanın yüceliğindendir.”[350]
17515. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik akrabalıktan daha
duygulandırıcıdır.”[351]
17516. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kendisini
yüceliğe zorlaması güzel bir huydur.”[352]
17517. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah size İslam’ı seçti ve
onunla sizi halis kılmak istedi. İslam, bütün yücelikleri toplayan,
esenlik bildiren bir addır.”[353]
17518. İmam Ali (a.s) , cennet ehlinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar
ahiret yurduna girinceye kadar da ilahi kerametlere erişen ve
yolculukların zahmetinden güvenliğe ermiş kimselerdir.”[354]
17519. İmam Ali (a.s) , hakeza şöyle
buyurmuştur: “O halde kalıcı bir
akıbete ve güzel/tatlı bir keramet ve yüceliğe
ulaştılar.”[355]
17520. İmam Ali (a.s) , hakeza şöyle
buyurmuştur: “Etraflarını melekler
almış, üzerlerine bir sekine ve huzur inmiş, göklerin kapıları
kendilerine açılmış, onlar için Allah’ın bildiği bir
yerde keramet koltukları hazırlanmış.”[356]
bak. eş-Şehadet, 2114. Bölüm
9782. Hadis
Kur’an:
“Fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim
müstağnidir, kerem sahibidir” dedi.”[357]
“Ey insanoğlu! Rabbine karşı seni
aldatan nedir?”[358]
“Kur’an şerefli bir elçinin getirdiği
sözdür.” [359]
17521. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala kerimdir ve
kerem sahibi kimseleri sever.”[360]
17522. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
rabbiniz haya ve yücelik sahibidir.”[361]
17523. Urve şöyle diyor: “Allah
yücelerin en yücesidir.”[362]
17524. Ömer b. Ebi Seleme şöyle diyor: “Şüphesiz
Allah Resulü (s.a.a) hayalı ve yüce bir insandı.”[363]
17525. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz yüce oğlu yüce
oğlu yüce oğlu yüce, İbrahim’in oğlu İshak oğlu
Yakub oğlu Yusuf’tur.”[364]
17526. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben, yüce bir insanla
tanışmaya nefis ve değerli bir cevheri elde etmekten daha çok
rağbet duyarım.”[365]
17527. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz yüce insan yüzünü
ateşin zilletinden yüce tutan insandır.”[366]
17528. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan ihsandan dolayı
sevinir, aşağılık insan ise mal ve mülküyle övünür.”[367]
17529. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan kendisine muhabbet edilince
yumuşar. Aşağılık insan ise kendisine yumuşak
davranılınca katılaşır.”[368]
17530. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan kendisine kaba
davranılınca kabalaşır ve kendisine yumuşak
davranılınca da yumuşar.”[369]
17531. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan güler yüzlü kimsedir.
Aşağılık insan ise ham ve toydur.”[370]
17532. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan, görmezlikten gelir ve
kanmış gözükür.”[371]
17533. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan, ihsanı başlatan
kimsedir.”[372]
17534. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan aza teşekkür eder.
Aşağılık insan ise çoğa bile teşekkür etmez.”[373]
17535. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan, şüphesiz ihsan eden
kimsedir. Aşağılık kimse ise çok minnet eden kimsedir.”[374]
17536. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan verişi
alışından öne geçen kimsedir.”[375]
17537. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan elinde mevcut olanı
bağışlayan kimsedir.”[376]
17538. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan haramlardan uzak duran ve
ayıplardan münezzeh olan kimsedir.”[377]
17539. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanın
bağışlamasının en uygun zamanı günahkar için özür
meydanının daraldığı zamandır.”[378]
17540. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan kendi nefsini iyiliklerine
karşılık iyilik beklentisi içinde olmaktan yüce bilen kimsedir.”[379]
17541. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan aşağılık
insanın övündüğü şeyden uzak durur.”[380]
17542. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan kudret sahibi olunca
affeder, bir mal elde edince bağışlar ve kendisinden bir
şey istenilince temin eder.”[381]
17543. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan utancı kabul etmez,
komşusuna ikramda bulunur.”[382]
17544. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan iyiliklerini kendi boynunda
ödemesi gereken bir borç bilir. Aşağılık insan ise,
geçmiş ihsanlarını başkalarının boynunda tekrar
alması gereken bir borç bilir.”[383]
17545. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan sana muhtaç olunca, seni
muaf görür. Sen ona muhtaç olunca da senin ihtiyacını giderir.
Aşağılık insan ise sana muhtaç olduğunda seni bezdirir
ve sen kendisine muhtaç olduğunda ise seni zahmet ve
sıkıntıya düşürür.”[384]
17546. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan kudret elde ettiğinde
affeder, hükümeti ele geçirdiğinde adaletli davranır, kötülük
etmekten uzak durur ve ihsanını bağışta bulunur.”[385]
17547. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan Allah nezdinde sevinçli ve
ecir sahibidir. İnsanlar içinde ise sevimli ve saygındır.”[386]
17548. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan haysiyetini malıyla
koruyan kimsedir. Aşağılık insan ise, malını
haysiyetiyle koruyan kimsedir.”[387]
17549. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan, kullara güzel davranan
kimsedir.”[388]
17550. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanın vaad ettiği
şey, nakittir ve acildir.”[389]
17551. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan bir şey vaad edince onu
yerine getirir. Bir şey hakkında uyarınca da affeder.”[390]
17552. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanın
düşmanlığı, aşağılık insanın
dostluğundan daha zararsızdır.”[391]
17553. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanın
bağışı, seni onun nezdinde sevimli kılar.
Aşağılık insanın bağışı ise seni
onun nezdinde aşağılık kılar.”[392]
17554. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Horluk içinde yüce insanlarla birlikte olmak
ihsan üzere aşağılık kimselerle birlikte olmaktan daha
hayırlıdır.”[393]
17555. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan çok ihsanda bulunmakla
tanınır.”[394]
17556. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanın devleti onun
faziletlerini ve güzelliklerini aşikar kılar.
Aşağılık insanın devleti ise onun kötülüklerini ve
ayıplarını ortaya çıkarır.”[395]
17557. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer yüce biri olursan, sana
ikramda bulunan kimse şüphesiz seni zahmet ve sıkıntıya
sokmuş olur.”[396]
17558. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Rabbinden korkan kimse yücedir.”[397]
17559. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Selman-i Farsi (r.a) ve bir
şahıs kendi aralarında tartıştılar. O
şahıs Selman’a şöyle dedi: “Ey Selman! Sen kim olduğunu
sanıyorsun?” Selman şöyle dedi: “Benim ve senin her ikimizin de
başlangıcı aşağılık bir nutfe, benim ve
senin akıbetimiz ise kokmuş bir leştir. Kıyamet günü
olduğunda ve (amellerin tartıldığı) terazi
kurulduğunda her kimin terazisi ağır gelirse o yücedir ve her
kimin terazisi de hafif gelirse o aşağılık olacaktır.”[398]
Kur’an:
“Onlar yalan yere şahadet etmezler;
faydasız bir şeye rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla
geçerler.”[399]
17560. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Samimiyet, yüce insanların
ahlakındandır. Hıyanet ve aldatıcılık ise
aşağılık insanların huylarındandır.”[400]
17561. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Af ve bağışta acele
davranmak yüce insanların huylarındandır. İntikam almakta
acele davranmak ise aşağılık kimselerin hasletlerindendir.”[401]
17562. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyilik ve ihsana
koşturmanın fazileti yüce insanlara aittir.”[402]
17563. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların huyu, birbiri
ardınca bağışta bulunmak ve iyilik etmektir.
Aşağılık insanların huyu ise çirkin söz söylemektir.”[403]
17564. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların metodu ahdine vefa
göstermek, aşağılık insanların huyu ise (verdiği
sözlerini) inkar etmektir.”[404]
17565. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların huyu
bağışlamaktır.”[405]
17566. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların adeti iyilik
etmektir. Aşağılık insanların adeti ise,
başkalarını arkasından kötülemektir.”[406]
17567. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların zaferi af ve ihsan
iledir.”[407]
17568. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların
cezalandırması aşağılık insanların
bağış ve affından daha güzeldir.”[408]
17569. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanın esirgemesi,
aşağılık insanın ihsan verişinden daha iyidir.”[409]
17570. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Esirgemeden bağışlamak
yüce insanların hasletlerindendir.”[410]
17571. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların ruhları daha
sabırlı ve çok daha tahammüllüdür.”[411]
17572. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların sevinci
bağışta bulunmaktadır. Aşağılık
insanların sevinci ise (başkalarının ihsanına) kötü
karşılık vermektedir.”[412]
17573. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insanların lezzeti
yedirmekte, aşağılık insanların lezzeti ise
yemektedir.”[413]
17574. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yücelik sahibi kimseler, cimri ve
aşağılık kimselerle dostluktan kaçındıkları
kadar ölümden kaçınmazlar.”[414]
17575. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan kerem ve yüceliğe
en layık kimse, yüce insanlarla tanınan kimsedir.”[415]
17576. İmam Ali (a.s) , ileride olacak
olan fitne ve fesatları haber verdiği bir hutbesinde şöyle
buyurmuştur: “Kötüler çoğalıp
taşkınlıklar artarken, iyiler iyice azalır. Bu zaman
halkı kurt, sultanları canavarlaşır.”[416]
17577. İmam Hüseyin (a.s) Aşura günü yaptığı
konuşmaların birinde şöyle buyurmuştur: “Bilin
ki bu zinazade oğlu zinazade, beni kılıç ve ölüm arasında
serbest bırakmıştır. Heyhat! O benim hakkındaki bu
isteğine ulaşamayacaktır. Zillet ve aşağılık
bizden uzaktır. Allah Resulü, müminler, iffet sahipleri ve temiz
atalarımız bizim aşağılık insanlara itaat etmeyi,
yüce insanların ölümüne tercih etmemizi kabullenmezler.”[417]
17578. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan ve hıyanet yüce
insanların ahlakından değildir.”[418]
17579. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüğe iyilikle
karşılık vermeyen kimse yüce kimselerden değildir.”[419]
17580. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Utanç elbisesini giymek yüce
insanların hasletlerinden değildir.”[420]
17581. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yüce insan kin tutmaz.”[421]
17582. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İntikam almakta acele davranmak
yüce insanların hasletlerinden değildir.”[422]
17583. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim iyiliklerini sayarsa,
bağışlayıcılığını ortadan
kaldırmış olur.”[423]
17584. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Acıktığı zaman yüce
insanların gazabından ve doyduğu zaman aşağılık
insanların azgınlığından sakının.”[424]
17585. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine aşağılık
reva görüldüğünde, yüce kimsenin gazabından ve yüce
kılındığında aşağılık
insanların azgınlığından sakının.”[425]
17586. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hor gördüğünde yüce kimseden,
yaraladığın zaman sabırlı kimseden ve
acıttığın zaman cesur kimseden sakın.”[426]
17587. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hor gördüğün zaman yüce kimseden,
yüce kıldığın zaman aşağılık kimseden
ve bezdirdiğin zaman sabırlı kimseden sakın.”[427]
17588. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aç kaldığı zaman yüce
kimsenin gazabından ve tok olduğu zaman aşağılık
kimseden sakının.”[428]
17589. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir topluluğun yüce şahsiyeti
yanınıza geldiğinde ona ikramda bulunun.”[429]
17590. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her
topluluğun yüce şahsiyetine ikramda bulunun.”[430]
17591. Resulullah (s.a.a) biat etmek için yanına gelen Cerir b.
Abdullah’a şöyle buyurmuştur: “Ey
Cerir! Neden geldin?” Cerir şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Ey
Allah’ın Resulü! Sizin elinizle Müslüman olmaya geldim.” Allah Resulü
abasını onun için yere serdi ve ashabına dönerek şöyle
buyurdu: “Bir topluluğun yüce şahsiyeti yanınıza geldiğinde
ona saygı gösterin.”[431]
17592. İmam Ali (a.s) İran’lı esirler Medine’ye
getirildiğinde Ömer b. Hattab kadınları satmak, erkekleri de
köle edinmek istediği zaman ona şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kavmin yüce şahsiyetine
saygı gösterin.”[432]
bak. 359. Konu “et-Tazim”; Kenz’ul
Ummal, 9/153, 154. Bölümler; Vesail’uş Şia, 8/468, 68. Bölüm
17593. Resulullah (s.a.a) yastığa dayandığı
bir haldeyken Selman yanına gelince sırtlığını
ona verdi ve şöyle buyurdu: “Ey Selman!
Her kim yanına gelen Müslümana saygı göstererek kendisine
sırtlık verirse, Allah onu mutlaka bağışlar.”[433]
17594. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim yanına gelen Müslümana
saygı göstererek sırtlık verirse Allah onu
bağışlar.”[434]
17595. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç kişiyi ululamak,
Allah-u Teala’nın azametini ululamaktandır: Aksakallı Müslüman
(veya saçlarını İslam yolunda ağartmış kimse)
adil önder ve aşırı gitmeden ve (amel etmekten)
uzaklaşmadan Kur’an okuyan kimse.”[435]
17596. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Müslüman kardeşine ikramda
bulunursa hakikatte Allah’a ikramda bulunmuştur.”[436]
17597. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Size misafir geldiğinde, ona
ikramda bulunun.”[437]
17598. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’a ve ahiret gününe iman
etmişse, arkadaşlarına ikramda bulunmalıdır.”[438]
17599. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim hiçbir tamaha kapılmadan
veya birinden korkmadan (merkebine binmesi için) birisinin bineğinin
üzengisinden tutarsa bağışlanır.”[439]
17600. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir topluluğa giren kimse önce
ürkek olur. O halde onunla merhabalaşarak görüşün.”[440]
17601. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yetime ikramda bulun ve komşuna
iyilik et.”[441]
17602. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çocuklarınıza saygı
gösterin ve onları güzel terbiye edin.”[442]
bak. el-Eh, 58. Bölüm;
eş-Şeyb, 2147. Bölüm
17603. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İzzet ve
saygınlığı kabul etmekten sadece merkep kaçınır.”[443]
17604. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden
birine ikram edilince onu reddetmesin. Zira izzet ve
saygınlığı sadece merkep reddeder.”[444]
17605. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki şahıs, müminlerin
Emiri’nin (a.s) yanına vardı. İmam onlardan her birine minder
serdi. Onlardan biri minder üzerine oturdu, diğeri ise bundan
sakındı. Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: “Minderin üzerine otur.
Zira izzet ve saygıyı sadece merkep kabul etmez.”[445]
17606. Ebu Halife şöyle diyor: “Ben
ve Ebu Ubeydet’el-Hezza, İmam Bakır’ın (a.s) yanına
vardık. İmam cariyesine bizler için sırtlık getirmesini
emretti. Ben şöyle arzettim: “Gereği yok, böyle de otururuz.”
İmam şöyle buyurdu: “Ey Ebu Halife! İzzet ve saygıyı
reddetme. Zira izzet ve saygıyı sadece merkep reddeder.”[446]
17607. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzet
ve saygısıyı sadece merkep reddeder.” Hasan b. Cehm şöyle
diyor: “Ben şöyle arzettim: “Bundan (saygıdan) maksat nedir?”
İmam şöyle buyurdu: “Toplantıda onun için yer açmak ve kendisine
ikramda bulunduğu güzel koku.”[447]
17608. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Saygıyı kabul ediniz. En
güzel ikram güzel kokudur, hem hafiftir, hem de çok güzel kokar.”[448]
17609. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hediyesini kabul etmesi, nezdinde
olanı kendisine hediye etmesi ve kendisini zahmete düşürmemesi de
insanın Müslüman kardeşine gösterdiği saygıdandır.”[449]
17610. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim senin
bağışını kabul ederse, bağışlama
hususunda sana yardımcı olmuştur.”[450]
17611. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O halde kişi, yüce
nasihatları kabul etmeli, her şeyi kırıp geçiren
kıyamet gelmeden ondan korkmalıdır. Kişi sayılı
günlerine ve buradaki kısa süren ikametine baksın da burayı
daha iyi bir yere dönüştürsün.”[451]
bak. Vesail’uş Şia, 8/469, 69.
Bölüm
17612. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İzzet ve saygının edep
etmediği kimseyi ihanet ve saygsızlık edeplendirir.”[452]
17613. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimi saygı düzeltmezse
saygısızlık düzeltir.”[453]
17614. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Saygı göstermek fayda etmezse,
saygısızlık daha etkili olur. Kırbacın etkili
olmadığı yerde kılıç daha kesicidir.”[454]
17615. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Saygı göstermek yüce insan için
etkili olduğu kadar, aşağılık insan için de bozucu ve
ifsat edicidir.”[455]
bak. el-Afv (1) , 2766, 2767. Bölümler
17616. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben kendimi övmek istemiyorum. Ben
rabbim karşısında Adem’in en saygın evladıyım.”[456]
17617. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Maksadım övünmek değildir,
ama ben tüm dünyada insanların en saygını ve yücesiyim.”[457]
17618. Resulullah (s.a.a) , kendisine,
“İnsanların en yücesi olmak istiyorum” diye arzeden birisine
şöyle buyurmuştur: “Yaratıkları
nezdinde Allah’tan şikayette bulunma ki insanların en
saygını olasın.”[458]
17619. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir yücelik ve saygınlık
takva gibi değildir.”[459]
bak. et-Takva, 4163. Bölüm; el-Ummet,
120. Bölüm; el-İnsan, 311, 312. Bölümler
17620. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer birine saygı gösterirsen
gerçekte kendine saygı göstermiş ve haysiyetini onunla süslemiş
olursun. O halde kendine yaptığın iyilik ve saygı sebebiyle
başkalarından teşekkür beklentisi içinde olma.”[460]
17621. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendini iyi işlere ve
insanların borçlarını üstlenmeye alıştır ki
nefsin şerafete ersin.”[461]
bak. el-Cihad (3) , 595. Bölüm;
el-İhsan, 870. Bölüm; eş-Şukr, 2062. Bölüm
459. Konu
el-Kesb
Kazanç
F Bihar,
103/1-89; Ebvab’ul-Mekasib
F Bihar,
103/90-138; Ebvab’ut-Ticaret ve’l-Buyu’
F Vesail’uş-Şia,
12/52-248; Ebvab-u ma Yektesibu bihi
F Kenz'ul-Ummal,
4/4; fi Fezail’il-Kesb’il-Helal
F Kenz'ul-Ummal,
4/44; fi’l-Bey’
bak.
F 54. konu,
et-Ticaret; 105. konu, el-Hirfe; 107. konu, el-Haram; 124. konu, el-Hilal; 185.
konu, er-Rızk; 201. konu, ez-Ziraat; 304. konu, es-Senae; 397. konu,
el-Gına; 422. konu, el-Fakr, 440. konu, el-İktisad; 448. konu,
el-Kumar; 222. konu, es-Suht; es-Sual (2) , 1723. Bölüm; es-Seadet, 1812.
Bölüm; ed-Dua, 1197. Bölüm
17622. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz en temiz kazanç,
konuştuğunda yalan söylemeyen, kendilerine bir şey emanet
edildiğinde hıyanet etmeyen, söz verdiğinde sözüne
aykırı davranmayan, bir şey aldıklarında onları
yermeyen, bir şey sattıklarında övüp reklam etmeyen, borçlu
olduklarında (borçlarını ödeme hususunda) bahane aramayan ve
alacaklı olduklarında (alacaklarını almak için) baskı
etmeyen tüccarların kazancıdır.”[462]
17623. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanların en temiz
kazancı Allah yolunda attıkları oktur.”[463]
Kur’an:
“Aranızda mallarınızı haksızlıkla
yemeyin; (kötü yaptığınızı) bildiğiniz halde
günaha girerek insanların mallarından bir kısmını
yemek için onu hakimlere aktarmayın.”[464]
“Mallarınızı karşılıklı rıza
ile yapılan ticaret dışında batıl ile (haram ve
haksızlıkla) aranızda yemeyin.”[465]
Bak. Nisa, 161, Maide,1, Tevbe, 34, Nur, 33
17624. İmam
Sadık (a.s) “Kulların geçimini sağlamanın kapsamına
giren kazanç, muamele (ticaret) ve malları harcamanın kaç yolu
vardır?” diye soran birine şöyle buyurmuştur: “Halk
arasında alış-veriş ve muamelenin çeşitlerini
kapsamına alan ve kazanç vesilesi olan geçim yolları dört kısma
ayrılır.
“Bu dört kısmın hepsi mi helal veya haramdır,
yoksa bazısı helal ve bazısı da haramdır?” diye
sorunca İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Bunlardan her birinin hem helal yönü vardır, hem de
haram yönü. Bunların hepsinin isim ve özellikleri bilinen meşhur
şeylerdir.
Bu dört kısmın birincisi yönetimdir yani
insanların bazılarının diğerlerine olan velayetidir.
(yönetme hakkıdır.)
Bunların başında, yöneticinin velayetidir,
sonra yüksek yönetici makamından en aşağısına kadar
her birinin elinin altındakilere olan velayetleridir.
İkincisi, insanların birbirleriyle
yaptıkları alış-veriş ve ticarettir.
Üçüncüsü, sanatın bütün
kısımlarıdır.
Dördüncüsü, kira ve ücretlerdir.
Bunlardan her birinin hem helal yönleri vardır ve hem
de haram yönleri. Bu muâmelelerde, Allah tarafından kulların üzerine
farz kılınan şey muâmelenin helal olan yönüne girip o yönde
çalışmaları ve haram olan yönünden ise
kaçınmalarıdır.
Velayet iki kısımdır: Bir kısmı
Allah'ın kendilerinin velayetini (yöneticiliğini) insanların
üzerine farz kıldığı adil yöneticilerin ve onlar
tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin velayetidir.
Velayetin diğer kısmı ise zalim yöneticilerin ve onlar tarafından
yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin velayetidir. Velayetin helal
olan kısmı, adil yöneticinin velayetidir. Allah ona, indirdiği
hükme bir şey ekleyip eksiltmeyeceğini, sözünü tahrif
etmeyeceğini ve buyruğundan da çıkmayacağını,
emrettiğinden dolayı insanların onu tanımalarını,
velayetini kabul etmelerini, velayetinde hizmet etmelerini ve onun
tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin yöneticilik
makamında çalışmalarını emretmiştir.
Eğer yönetici zikrettiğimiz şekilde adaletli
olursa onun adına vali olmak, onunla çalışmak, ona yardımda
bulunmak ve onu desteklemek helal ve meşru olduğu gibi onlarla
muâmele yapmak da câizdir. Çünkü, adil yöneticinin ve onun tarafından
tayin edilen yöneticilerin önderliğinde hak ve adalet dirildiği gibi,
her (çeşit) zulüm ve fesat da yok olur. İşte bunun içindir ki, o
yöneticinin hükümetini desteklemek için çalışan ve ona yardımda
bulunan bir kimse, Allah'ın dinini güçlendirdiği gibi Allah'a itaatte
de çaba göstermiştir.
Velayetin (yöneticiliğin) haram kısmı, zalim
yöneticinin velayeti ve en yükseğinden en alt makamına kadar onun
tarafından tayin edilen kimselerin velayetidir. Yönetici olarak onlar için
çalışmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır, bu iş
meşru değildir. Bunu yapan adam, -yaptığı iş ister
az olsun ister çok- bu işinden dolayı azaba uğrayacaktır.
Çünkü, onlara her çeşit yardımda bulunmak büyük bir günahtır.
Bunun sebebi ise şudur: Zalim yöneticinin
yöneticiliğinde hak olan her şey ayak altına alınır ve
batıl olan her şey de dirilir; zulüm, sitem ve fesat aşikar
olur; ilahi kitaplar iptal edilir; peygamber ve müminler öldürülür; camiler
yıkılır ve Allah'ın sünnet ve şeriatı
değiştirilir. Bu yüzden onlarla çalışmak, onlara
yardımda bulunmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır; ama, kan ve murdarı
yemek kadar bir zaruret söz konusu olursa o başka.
Alıcı ve satıcıya helal veya haram olan
bütün ticarî işlemler, temel olarak şundan ibarettir: Allah'ın
emrettiği gibi halkın gıda maddesi olarak
kullandığı, geçimlerini sağladığı ve yemek,
içmek, giymek, evlenmek, mülkiyet ve tasarruf gibi geçimde ihtiyaç duyulan veya
halkın her yönden yararına olup onları koruyan şeylerin
alış-verişi, elde tutulması, hibesi ve emanet verilmesi
helaldir.
Alış-verişin haram olan kısmı ise
şundan ibarettir: İçerisinde bozukluk olan ve yenmesi, içilmesi,
kazancı, nikâhı, mülk edinilmesi, elde tutulması, hibesi ve
emanet verilmesi yönünden nehyedilen veya faiz muâmelesi gibi bir yönden
batıl olan her çeşit alış-veriş, murdar, kan ve domuz
etinin, karada veya havada olan yırtıcı hayvanların etinin
ve derilerinin, şarap ve necis olan herhangi bir şeyin alım
satımı haramdır. Çünkü, bunlarda fesat olduğu için
yenilmesi, içilmesi, mülk edinilmesi, korunması ve tasarrufu
nehyedilmiştir. Böylece eğlenceye, Allah’tan başkasına yönelmeye
ve herhangi bir küfrün, şirkin, sapıklığın ve
batılın takviye edilmesine veya bir hakkın
zayıflamasına sebep olan her şeyin alış-verişi,
korunması, mülkiyeti, hibesi, emaneti ve her çeşit tasarrufu, zaruret
dışında haramdır.
Kira ve icar bir insanın kendi şahsını,
malik olduğu malı, yetkisi dahilinde olan yakınlarını,
atını veya elbisesini helal bir yolla menfaatinden
yararlanılması için başkalarının emrine vermesinden
ibarettir.
Kira ve icarın helal olan kısmı,
insanın kendisini, evini, yerini veya malik olduğu herhangi bir
malı, helal menfaatlerinden yararlanmak için başkalarının
hizmetine bırakması, yöneticinin vekili veya valisi
olmaksızın kendisi, evladı, kölesi veya işçisi
vasıtasıyla herhangi bir işi yapmayı üstlenmesidir.
İnsanın, kendisini, evladını, akrabasını,
kölesini veya işçisini, ecir yapmasının sakıncası
yoktur. Çünkü bunlar, insanın kendi yerine çalışan vekilleridir,
yöneticinin eli altında çalışan kimseler değillerdir.
Hamalın bir yükü belirli bir ücretle malum bir yere götürmesi gibi.
Taşınılması câiz olan helal bir şeyi kendisi, kölesi
veya hayvanı vasıtasıyla taşıması veyahut ücret
karşılığında bir işi kendisi, kölesi
akrabaları veya işçisi vasıtasıyla yapması câizdir.
Bunlar kira ve icarın helal olan kısımlarıdır. Bunlar
sultan, halk, kâfir veya mü’min olan herkes için helaldir. Bu yolla elde edilen
kazancın sakıncası yoktur.
Kira ve icarın haram kısımları ise
şunlardır: Yenilmesi, içilmesi ve giyilmesi haram olan bir şeyi
taşımak için ücret karşılığında
çalışmak veya haram olan bir şeyi yapmak, korumak, giymek veya
ziyan kastıyla camiyi yıkmak veya suçsuzu öldürmek veya heykel put,
saz, kaval, şarap, domuz, murdar ve kan gibi icar olmadan bile
taşınması haram olan şeyleri taşımak veya icar ve
kira olmadan da kendisine haram olan her hangi bozuk bir şeyi
taşımak veya şer’i açıdan nehyedilen bir işte
çalışmak veya yetkisinde olan bir şahsı veya ve bir
şeyi bu iş için icar etmek insana haram kılınmıştır;
ancak, çalıştırılan kimsenin yararına olursa o
başka; örneğin, murdarın kokusundan, kendisinin veya
başkasının kurtulması için onu uzak bir yere götürüp atmak
ve buna benzer bir iş için birini çalıştırmanın
sakıncası yoktur.
Velayet (batıl hükümetlerin yöneticisi veya
işçisi olmak) la kiranın arasındaki fark, her ikisinde de
ücretle çalışılmasına rağmen (birincisinin haram,
diğerinin de helal olmasının sebebi) şudur: Velayette
insan, yöneticiye veya o yöneticinin tayin ettiği bir kimseye hizmet eder.
Hükümette ve kendisinden aşağıdakilere olan nüfuzu ve emrinin
geçerliliğinden dolayı yöneticinin rolünü ifâ eder veya yöneticinin
kudretini sabitleştirmek ve ona yardım etmek için çalışan
vekilleri makamında oturur. Yöneticilerin en küçük ve en
aşağı tabakasında olsa yine de insanları öldürmekte,
zulüm ve bozgunculuğu yaymakta, insanlara hüküm süren büyük makam ve
yöneticilerin yerinde oturur.
Ama kira ve icar, açıkladığımız
gibi insanın, kendi şahsını veya önceden kiraya vermeyip
malik olduğu herhangi bir şeyi ücret
karşılığında başkasının emrine vermesidir.
İnsan, başkasına ücretli olmadığı sürece
kendisinin ve malik olduğu her şeyin yetkisi kendi elinde olur.
Yöneticiye gelince; yönetici, halkın sorularını ve onların
idareciliğini üstlenmedikçe onların herhangi bir işi hususunda
yetki sahibi değildir. Buna göre, kim kendisini, kölesini veya yetkisi
kendi elinde olan bir kimseyi kafire, mü’mine, sultana veya normal halka
açıkladığımız şekilde helal olan işlerde
ecir verirse onun bütün iş ve kazancı helal ve meşrudur.
Sanat, halkın öğrendiği veya
başkalarına öğrettiği herhangi bir işten ibarettir.
Örneğin: Katiplik, muhasebecilik, ticaret, kuyumculuk, saraçlık,
dokumacılık, elbise temizleyiciliği, terzilik, canlı
olmayan şeylere yönelik ressamlık ve halkın şahsi
menfaatleri için ihtiyaç duyduğu, hayatlarını korumaları
için gerekli olan ve ihtiyaçlarını gideren her çeşit aletin
yapımı, bunların öğretimi ve kullanımı, ister
kendisi için olsun ister başkası için, câiz ve helaldir. Gerçi bu
meslek ve aletler, bazen fesat veya günah üzere, bazen de hak ve batıl
yolunda kullanılır. Örneğin; zalim yöneticilerin ve onların
temsilcilerinin güçlenmesi ve yardımı için bazen istifade edilen
katiplik mesleği gibi. Bu tür meslekleri öğretmenin sakıncası
yoktur. Bıçak, kılıç, mızrak ve yay gibi iyi ve kötü yolda
kullanılan ve her iki yön için de yardımcı olan aletler de
böyledir. Bunları öğrenmenin ve öğretmek için ücret almanın
veya bunları, iyi olan bir yolda kullanan kimseler için yapmanın bir
sakıncası yoktur. Ama, halkın bunları bozgunculuk ve
başkalarına zarar verme yolunda kullanmaları caiz değildir.
Bu mesleklerin tabiaten halkın yararına ve onların bekası
için gerekli olduğundan dolayı bunları öğreten ve
öğrenen kimseler için hiçbir suç ve günah yoktur. Suç ve günah ancak
bunları bozgunculuk ve haram yolda kullanan kimselerin üzerinedir. Allah-u
Teala, gitar, kaval ve satranç gibi fesat doğuran ve insanı
boşuna meşgul eden her aleti, haç ve put yapmayı haram
kılmıştır. Yine bunlara benzer, haram olan meşrubatın
ve sırf kötülük olan diğer şeylerin yapımı haram
kılınmıştır. Hayır ve iyilik yönü olmayan her
şeyi öğretmek, öğrenmek, yapmak, onlar için ücret almak ve
onlarla her çeşit tasarrufta bulunmak haramdır; ama helal yararı
olur ama bazen günah işlerde de kullanılırsa, o başka. Kim
bu gibi şeyleri hak ve iyilik dışında kullanırsa
sadece o kimseye haram olur. İşte bunlar, kulların maişet
yollarının beyanı ve kazanç şekillerinin
açıklamasıdır.
Farz veya müstehap olarak malları harcamanın
helal yolları bütünüyle 24 kısma ayrılır. Bunların
yedi kısmı insanın şahsî masraflarıyla ilgilidir.
Beş kısmı, nafakası insanın üzerine farz olan fertlere
mahsustur. Üç kısmı insanın yerine getirmesi gereken şer'î
borçlardır. Beş kısmı gerekli bahşiş ve
hediyelerdir. Dört kısmı da hayır yolda yapılan
harcamalardır.
1- İnsan için gerekli olan şahsî masraflar
şunlardır: Yiyecek, içecek, giyecek, evlenme masrafı, hizmetçi,
ihtiyaç duyduğu eşyaların tamiri, nakli ve korunması için
ücretlilere verilen ücretler, ev ve geçim ihtiyaçlarını karşılamak
için gerekli eşyalar.
2- Nafakası farz olan fertler de şunlardır:
Evlat, anne, baba, hanım ve köle. Bunların nafakasını
vermek, ister varlıkta olsun, ister yoklukta, insana gereklidir.
3- İnsanın yerine getirmesi gereken üç şer’î
borç da şunlardır: Her yıl verilmesi farz olan zekât; (hayâtta
yalnız bir defa) farz olan hac ve kendi zamanında (İslam ve
küfür arasında savaş çıktığında) farz olan cihat
(masrafları) .
4- Müstehap olan beş kısım
bağış ve ihsan da şunlardır: Kendisinden üsttekilere
bağış, akrabalara bağış, müminlere
bağış, sadaka verip ihsanda bulunmak ve köle azat etmek.
5- Hayır yolda yapılan dört harcama da
şunlardır: Borcu ödemek, emaneti vermek, borç vermek ve misafiri
ağırlamak. Bunların hepsi sünnette sabit olan şeylerdir.
Yeryüzünde biten şu üç kısım şeyi yemek
helaldir:
1- Buğday, arpa, pirinç, nohut, hububat ve susamgiller
gibi yerden biten, insanın bedeni ve gücü için yararlı olan her
tanenin yenmesi helaldir. İnsanın zararına olan şeylerin
yenmesi de, zaruret halleri dışında haramdır.
2- İnsanın gıdası ve bedeninin
yararına olan yeryüzünde yetişen bütün meyvelerin yenmesi helaldir.
Zararı olan meyvelerin yenmesi ise haramdır.
3- İnsan için yararlı ve gıda maddesi olan;
yeryüzünde biten bütün sebze ve nebatların yenmesi helaldir. Ama, zehirli
ve öldürücü sebzelerin, ağıağacı gibi zararlı olan
bütün şeylerin yenmesi haramdır.
Sığır, koyun, deve, yabani hayvanların
helal olanları ve köpek dişi ve pençesi olmayan diğer bütün hayvanların
etinin yenmesi helaldir. Kursağı olan bütün kuşların etinin
yenmesi helaldir. Fakat kursağı olmayan kuşların etinin
yenmesi haramdır; yine her çeşit çekirgenin yenmesi
sakıncasızdır.
İki tarafı birbiriyle eşit olmayan, bütün
yumurtaların yenmesi helaldir; ama iki tarafı eşit olanları
yemek haramdır.
Pullu olan her çeşit balığın yenmesi
helaldir. Pullu olmayan balıkların yenmesi ise haramdır.
Çok miktarda içildiğinde sarhoş etmeyen bütün
içecekler helaldir. Ama, çok içildiğinde sarhoş eden içeceklerin
azı da haramdır.
Yeryüzünde (pamuk gibi) biten bütün nebatların
(dokunarak) giyilmesi ve onlarla namaz kılınması
sakıncasızdır. Eti helal olan bütün hayvanların yünü, tüyü
ve kürkünden yapılan elbiseleri giymenin sakıncası yoktur.
Ayrıca İslamî usullere göre kesilmiş olursa, bu tür (eti
yenilen) hayvanların derisinden yapılan elbiseleri giymenin de
sakıncası yoktur. İslamî usullere göre kesilmiş olan temiz
hayvanların, (yani köpek ve domuz hariç eti yenilmeyen tüm
hayvanların) yünlerini, kıllarını, telek ve tüylerini
(elbise yapıp) giymenin ve onlarla namaz kılmanın
sakıncası yoktur. İnsanın yiyecek ve içecek maddesi veya
giysi olarak kullandığı şeyler üzerine namaz kılmak ve
onlara secde etmek caiz değildir. Meyve hariç yeryüzünde biten nebatlara,
eğrilerek iplik yapılmadan önce secde etmek caizdir. Fakat
eğrildikten sonra onlara secde etmek câiz değildir; bir zaruret
olursa o başka.
Câiz olan evlilikler dört çeşittir: Miraslı olan
evlilik (kadın ve erkek için birbirinden miras alma hakkını
doğuran daimi akid) , mirassız evlilik (geçici akid ve mut’â) ,
cariye ile evlilik, efendinin kendi cariyesini başkasına helal
etmesiyle meydana gelen evlilik.
Helal mülkiyetler altı kısımdır:
Ganimet, satın alma, miras, hibe, ödünç ve kira mülkiyeti. İşte
bunlar, ister farz olsun, ister müstehap insan için helal ve câiz olan
şeylerdir.”[466]
17625. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kendimden sonra ümmetim hakkında
en çok korktuğum şey, hiç şüphesiz haram kazançlar, gizli
şehvetler ve faizdir.”[467]
bak. 222. Konu, es-Suht; es-Sihah, 1853.
Bölüm el-Bihar, 103/42, 4. Bölüm
17626. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Hiç kimse el emeği ile elde ettiği
yemekten daha hayırlı bir şey yememiştir. Allah’ın
Peygamberi Davud, kendi el emeğini yiyordu.”[468]
17627. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul, Allah-u Teala nezdinde el
emeğinden daha sevimli bir yiyecek yememiştir. Her kim işten
yorgun düşmüş bir bedenle gece uyursa
bağışlanmış olur.”[469]
17628. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Davud Peygamber sadece el
emeğinden kazandığını yerdi.”[470]
17629. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İşlerin en temizi,
insanın el emeği ile elde ettiği kazançtır.”[471]
17630. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En üstün kazanç insanın el
emeğidir ve dürüst bir şekilde yapılan
alışveriştir.”[472]
17631. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En üstün kazanç dürüstçe yapılan
alışveriş ve insanın el emeğidir.”[473]
17632. Rivayet edildiği üzere İsa’nın
(a.s) Havarileri acıktıkları zaman şöyle diyorlardı:
“Ey Ruhullah! Biz acıktık.” İsa (a.s) da eliyle, çölde veya
dağda olsun yere vuruyor ve havarilerden her birisi için iki ekmek
çıkarıyordu ve onları yiyorlardı. Susadıkları
zaman da şöyle diyorlardı: “Ey Ruhullah! Biz susadık.” İsa
(a.s) da çölde olsun veya dağda olsun, elleriyle yere vuruyor, su
çıkarıyor ve havariler de içiyorlardı. Havariler şöyle
dediler: “Ey Ruhullah! Bizden hangimiz üstündür? Biz istediğimizde bizlere
yemek yediriyorsun, biz istediğimizde bizlere su içiriyorsun ve hepimiz de
sana iman etmiş bulunmaktayız ve sana uymaktayız.” İsa
(a.s) şöyle buyurdu: “Sizin en üstününüz eliyle çalışan ve el
emeğiyle kazandığını yiyen kimsedir.” Ondan sonra
Havariler ücret karşılığında elbise
yıkıyorlardı.”[474]
17633. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En iyi kazanç işinde dürüstlük
sahibi olan işçinin kazancıdır.”[475]
17634. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah Davud’a (a.s)
şöyle vahy buyurmuştur: “Eğer Beyt’ul-Mal’den yiyişin ve
elinle çalışmayışın olmasaydı şüphesiz iyi
bir kuldun.” Bunun üzerine Hz. Davud (a.s) tam kırk gün ağladı.
Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah demire şöyle vahyetti: “Kulum Davud
için yumuşak ol.” Allah-u Teala daha sonra demiri Davud’un eliyle
yumuşattı. Ondan sonra Davud bir gün zırh örüyor ve onu bin
dirheme satıyordu. Böylece (bir yılda) üç yüz altmış
zırh ördü ve onları üçyüz altmış bin dirheme sattı.
Böylece Beyt’ul-Malden müstağni oldu.”[476]
17635. Davud (a.s) , yanından geçtiği
bir ayakkabı tamircisine şöyle buyurmuştur: “Ey
sen! Çalış ve ye! Zira Allah çalışıp yiyen kimseyi
sever. Yiyip de çalışmayan kimseyi ise sevmez.”[477]
17636. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Geçiminizi temin etme yolunda tembellik
etmeyin. Zira babalarınız da geçimlerini temin etmeye
çalışıyor ve geçimlerini elde ediyorlardı.”[478]
17637. Muhammed b. Munkedir şöyle diyordu:
“Ben Ali b. Hüseyin’in (a.s) geriye kendisinden
daha üstün bir çocuk bırakmayacağını düşünüyordum.
Sonunda bir gün onun oğlu Muhammed b. Ali’yi (a.s) gördüm ve ona nasihat
etmek istedim. Ama o bana nasihat etti.” Muhammed b. Münkedir’in dostları
şöyle sordular: “Sana ne nasihatta bulundu?” O şöyle dedi: “Bir gün
hava çok sıcaktı ve ben Medine’nin nahiyelerinden birine gittim. Yol
esnasında semiz bir bedene sahip olan Ebu Cafer Muhammed b. Ali’yi gördüm.
O iki siyah köleye dayanmıştı. Kendi kendime şöyle dedim:
“Sübhanallah! Kureyş yaşlılarından biri bu vakitte bu haliyle dünyanın
peşine düşmüş, ona biraz nasihat edeyim.” Yanına
vardım. Ona selam verdim, yorgun ve ter içinde selamıma
karşılık verdi. Ben şöyle dedim: “Allah sana hayır
versin! Kureyş büyüklerinden biri böyle bir saatte ve bu haliyle
dünyanın peşine düşmüş! Eğer bu hal üzere ecelin gelirse
ne yapacaksın?” İmam bana şöyle buyurdu: “Eğer böyle bir halde
ölümüm gelip çatarsa, aziz ve celil olan Allah’a itaatlerden bir itaat üzere
bulunmaktayım. Bu itaat sayesinde kendimi ve ailemi sana ve insanlara
muhtaç olmaktan alıkoyuyorum. Ben aziz ve celil olan Allah’ın
günahlarından bir günah işlerken ölümün gelip çatmasından
korkuyorum.” Ben şöyle dedim: “Gerçek söylüyorsun, Allah sana rahmet
etsin. Sana nasihat etmek istedim ama sen bana nasihat ettin.”[479]
17638. Hasan b. Ali b. Ebi Hamza
babasından şöyle nakletmektedir: “Ebu’l-Hasanı
(Musa b. Cafer’i –a. s-) tarlada çalışırken gördüm,
ayakları ter içinde kalmıştı. Ona şöyle arzettim:
“Fedan olayım, işçiler nerededirler?” İmam şöyle buyurdu:
“Benden ve babamdan daha hayırlı olan kimse bile kendi eliyle
toprağını işliyordu.” Ben şöyle arzettim: “O kimdir?”
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Allah Resulü (s.a.a) Müminlerin Emiri ve
atalarım tümü kendi elleriyle çalışıyorlardı. Bu
Peygamberlerin, elçilerin ve Allah’ın layık kullarının
işidir.”[480]
17639. Fazl b. Ebi Kurret şöyle diyor: “İmam
Sadık’ın (a.s) yanına vardım. Kendi bağında
çalışıyordu. Ona şöyle arzettim: “Allah bizi sizlere feda
etsin. Bizi çağırın sizin için çalışalım veya bu
işi köleler yapsınlar.” İmam şöyle buyurdu: “Hayır,
beni kendi halime bırakınız. Çünkü aziz ve celil olan
Allah’ın beni kendi ellerimle çalışırken görmesini ve
sıkıntılara düşerek helal rızkı elde etmeye
çalıştığımı görmesini istiyorum.”[481]
17640. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin Emiri hiçbir ihtiyacı
olmadığı halde sıcak bir öğlen vaktinde
çalışmak için dışarı çıkıyordu. Zira o
Allah-u Teala’nın kendisini helal rızık talep etmek için zahmet
çekerken görmesini istiyordu.”[482]
17641. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Müminlerin Emiri, kendi
el emeğinden bin köle aldı ve azad etti.”[483]
Bak, er-Rızk, 1498. Bölüm
17642. Resulullah (s.a.a) kendisine, “Ben bu çocuğuma yazmayı
öğrettim. Şimdi onu hangi işe koyayım” diyen birisine
şöyle buyurmuştur: “Allah babanı
bağışlasın! Onu her işe koy ama beş gruba teslim
etme: Seyya, kuyumcu, kasap, buğday satıcısı ve köle
satıcısı.” O adam şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü!
Seyya kimdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Kefen satan ve ümmetimin
fertlerinin ölümünü arzulayan kimsedir. Oysa ben ümmetimin bir bebeğini
bile güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha çok severim.
Ama kuyumcuya gelince, zira kuyumcu da ümmetimin fertlerini
kandırmanın peşice koşturur. Kasaba gelince… zira kasap da
bir sürü hayvan öldürür ve böylece kalbinden rahmet gider. Buğday
satıcısına gelince o da ümmetimin erzakını stok eder.
Kul hırsız olarak Allah ile görüşmesi, insanların
yiyeceğini kırk gün stok ettiği bir halde görüşmesinden
daha iyidir. Köle satıcısına gelince… Zira Cebrail yanıma
geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Ümmetinin en kötüsü insanları alıp
satanlardır.”[484]
bak. el-Bihar, 103/77, 15. Bölüm
17643. İmam Sadık (a.s) Uzafir’e bin yediyüz dinar verdi ve
şöyle buyurdu: “Bu parayla benim
için ticaret et.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Bil ki ben, her ne
kadar kar olsa da ben onların karına rağbet etmiyorum. Sadece
aziz ve celil olan Allah’ın fazlını ve faydalarını
talep ettiğimi görmesini istiyorum.”[485]
17644. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne mutlu nefsi ram, kazancı
temiz, sırrı (niyet ve itikadı) iyi ve ahlakı güzel olana;
yine ne mutlu malından fazla kalanı infak edene, dilini çok
konuşmaktan alıkoyana.”[486]
17645. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Her ne kadar
yiyeceğinden fazlasını kazanırsan, şüphesiz o konuda
başkaları için biriktirmiş olursun.”[487]
17646. İmam Sadık (a.s) kendisine, “Neden İsa’nın (a.s)
ashabı suyun üstünde yürüdükleri halde Muhammed’in (s.a.a) ashabı
yürüyememektedirler?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Çünkü
İsa’nın (a.s) ashabı geçimini talep etmekten müstağni
olmuşlardı. Ama bunlar geçimlerini temin etmeye mübteladırlar.”[488]
17647. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Haram kazanç soyu etkiler.”[489]
17648. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimin tacirlerine, “Evet Allah’a
yemin olsun” Hayır Allah’a yemin olsun” demeleri sebebiyle eyvahlar olsun
ve ümmetimin sanatkarlarına, “Bugün git yarın gel” demelerinden ötürü
eyvahlar olsun.”[490]
460. Konu
el-Kesel
Tembellik
F Bihar,
73/159, 127. Bölüm; el-Kesel ve’-Zecr ve Teleb-u ma la Yudrik
bak.
F 335. konu,
el-Acz; es-Salat (1) , 2300. Bölüm
17649. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın en
hoşlanmadığı kişi, kendi başına
bıraktığı kimsedir. O, doğru yoldan sapar, delilsiz,
kılavuzsuz olarak gider. Dünya nimetini devşirmeye çağrılsa
çalışır; ahiret ekinini biçmeye çağrılsa tembellik
eder.”[491]
17650. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembellik din ve dünyaya zarar verir.”[492]
17651. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her şey bir biriyle
çiftleşince, tembellik ve acizlik de birbiriyle çiftleştiler ve
onlardan fakirlik doğdu.”[493]
17652. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başarının afeti
tembelliktir.”[494]
17653. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim temizlik ve namazı
hususunda tembellik ederse, ahiret işinde bir hayra erişemez. Her kim
de geçimini düzene sokan şeyler hususunda tembellik ederse dünya
işlerinde hayır elde edemez.”[495]
17654. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben dünya işleri hususunda
tembellik eden kimseden nefret ederim. Her kim dünya işinde tembellik
ederse, ahiret işinde daha da tembeldir.”[496]
17655. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin kalıcı şeylere
rağbet eder ve yok olucu şeylerden yüz çevirir…Tembellikten
uzaktır ve sürekli sevinçli ve neşat içindedir.”[497]
17656. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Neşat ve tembellik durumunda amel
etmeye devam et.”[498]
17657. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer Allah (bir iş
karşılığında) mükafat verecekse o halde tembellik
niye?”[499]
17658. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembel insandan yardım alma ve
aciz kimseyle meşverette bulunma.”[500]
17659. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendi işlerinde tembel adama
dayanma.”[501]
17660. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sürekli tembellik eden kimse
arzularına ulaşma hususunda mutsuz kalır.”[502]
17661. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşin düşmanı
tembelliktir.”[503]
17662. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembellik ahireti ifsat eder.”[504]
17663. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali! İki hasletten sakın:
Dirliksizlik ve tembellik. Zira eğer dirliksiz olursan, hakka
sabredemezsin. Eğer tembel olursan hakkı eda edemezsin.”[505]
17664. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki hasletten sakın:
Dirliksizlik ve tembellik. Zira eğer dirliksiz olursan hakka
sabredemezsin. Eğer tembel olursan hakkı eda edemezsin.”[506]
17665. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembellikten ve dirliksizlikten
sakın. Zira eğer tembel olursan iş yapamazsın, eğer
dirliksiz olursan hakkı ödeyemezsin.”[507]
17666. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembellik ve dirliksizlikten
sakın. Zira bu ikisi her kötülüğün anahtarıdır. Her kim
tembellik ederse hakkı eda edemez. Her kim de dirliksiz olursa hakka
karşı sabırlı olamaz.”[508]
17667. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dirliksizlikten ve tembellikten
sakın. Zira bu iki haslet seni dünya ve ahiret nasibinden mahrum
kılar.”[509]
17668. İmam Sadık (a.s) çocuklarından birine şöyle
buyurmuştur: “Tembellik ve dirliksizlikten
sakın. Zira ki bu iki haslet seni dünya ve ahiret nasibinden alı
koyar.”[510]
17669. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembellikten sakın. Zira tembel
olan kimse aziz ve celil olan Allah’ın hakkını eda edemez.”[511]
17670. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembellikten sakın. Şüphesiz
rabbiniz rahimdir ve az amele bile karşılık verir. İnsan
aziz ve celil olan Allah’ın rızası için iki rekat namaz
kılar. Allah bu sebeple onu cennetine sokar. Aziz ve celil olan Allah için
bir dirhem müstahap sadaka verir ve Allah da bu sebeple onu cennete sokar.”[512]
17671. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İçinde özür
bulamayacağın iş hususunda ihmalkarlık etme. Zira
pişman olanlar, bu haslete sığınırlar.”[513]
17672. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim ihmalkarlık ederse
hakları zayi eder.”[514]
17673. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gevşeklik ve acizlikten helak (yok
oluş) doğmuştur.”[515]
17674. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mahrumiyet sebeplerinden biri de
(işlerde) gevşeklik etmektir.”[516]
17675. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tembellik ihmalkarlıktan
doğar.”[517]
17676. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(İşlerde) gevşeklik ve
ihmalde bulunmak (ömür ve fırsatı) zayi eder.”[518]
17677. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(İşlerde) gevşeklik ve
ihmal (fırsatların) kaybolmasına sebep olur.”[519]
17678. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gevşeklik ve ihmal, insanın
(fırsatları) kaybetmesine sebep olur.”[520]
17679. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendini beğenmeyi ve
ihmalkarlığı terk ederse hiçbir tatsız olayla
karşılaşmaz.”[521]
17680. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gevşeklik ve ihmal hafif
akıllı kimselerin hasletidir.”[522]
17681. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gevşekliğe itaat
ederse pişmanlık onu çepeçevre sarar.”[523]
17682. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Azim ve irade ile
ihmalkarlığa karşı savaş açın.”[524]
17683. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Tembelliğin alameti dört şeydir. O
kadar tembellik eder ki sonunda tefrite düşer. O kadar tefrite düşer
ki sonunda zayi eder ve o kadar zayi eder ki sonunda günaha düşer
vedirliksiz olur.”[525]
17684. Lokman (a.s) oğluna şöyle buyurmuştur: “Tembelliğin
üç nişanesi vardır: O kadar gevşeklik eder ki sonunda tefrite
düşer. O kadar tefritte bulunur ki sonunda zayi eder ve o kadar zayi eder
ki sonunda günah işler.”[526]
17685. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşi ertelemek
tembelliğin nişanesidir.”[527]
17686. Resulullah (s.a.a) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Bizlere neşat
nimetini bağışla ve bizleri gevşeklikten, tembellikten,
acizlikten, bahanecilikten, zarardan, dirliksizlikten ve utangaçlıktan
koru.”[528]
17687. Resulullah (s.a.a) hakeza şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ım! Ben gam, hüzün, acizlik ve tembellikten sana
sığınırım.”[529]
17688. İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s) bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Senin sevdiğin iş ve sözü
bana da sevdir ki lezzet ile içine gireyim, neşat ile onun içinden
çıkayım. Onda seni dileyeyim ve onda lütfun ve ihsanın bana
yönelsin.”[530]
17689. İmam Rıza (a.s) , Hüccet b.
Hasan için yaptığı duasında şöyle buyurmuştur: “Onun
işinde bizleri bıkkınlığa, tembelliğe,
gevşekliğe ve zayıflığa mübtela kılma ve bizleri
kendileri vesilesiyle dinine yardım ettiğin kimselerden kıl.”[531]
17690. İmam Zeyn’ül-Abdin (a.s) Mekarim’ul-Ahlak duasında şöyle
buyurmuştur: “Beni ibadetinde tembelliğe, yolun
hususunda körlüğe (sapıklığa) ve sevginin aksine davranmaya
mübtela kılma.”[532]
461. Konu
el-Küfr
Küfür
F Bihar,
72/74, Ebvab’ul-Küfr
F Bihar,
72/74; 98. Bölüm; el, Küfr ve levazimuh
F Vesail’uş-Şia,
1/20, 2. Bölüm; Subut’ul-Kufr ve’l-İrtidad bi’l-Cumudu Ba’z’iz-Zaruriyyat
F Kenz'ul-Ummal,
3/635, Kelemat’ul-Küfr ve Mucibatuh
F Kenz'ul-Ummal,
3/639, İkrah-u bi’l-Küfr
bak.
F 23. konu,
el-İman; 264. Bölüm, eş-Şirk; el-Cehl, 598 ve 599. Bölümler;
el-Kur’an, 3295. Bölüm; el-Hased, 851. Bölüm; er-Rüşvet, 1510. Bölüm;
ez-Zekat, 1581. Bölüm; es-Selat, 2303. Bölüm; ez-Zulüm, 2449. Bölüm; el-Fakr,
3220. Bölüm; en-Ni’met, 3913. Bölüm; el-Gayret, 3145. Bölüm
Kur’an:
Küfredenlerin ise dostları tağutlardır.
Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler.”[533]
“Küfredenlerin işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan
kimse onu su zanneder…Allah’ın kendisi için nur karar vermediği kimse
için nur yoktur.”[534]
“Eğer küfrederseniz
bilin ki Allah sizden müstağnidir. Kullarının küfründen
hoşnut olmaz.”[535]
“Mûsa: “Siz ve yeryüzünde olanlar, hepiniz inkar etseniz, Allah yine
de müstağni ve övülmeğe layık olandır” demişti.”[536]
“Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve ahiret gününü küfrederse, şüphesiz derin bir
sapıklığa sapmıştır.” [537]
17691. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnkar ve cehdi kendisiyle birlikte
getiren her şey küfürdür.”[538]
17692. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Küfrün anlamı, kendisiyle cehd,
inkar, hafife alma ve büyük ve küçük oluşuna itinasızlık
gösterilerek Allah’a isyan edilen her günahtır. Bunu yapan kimse de
kafirdir… Böyle bir kimse eğer nefsinin istekleri sebebiyle günaha
yönelirse ve amacı inkar, hafife alma ve itinasızlık olursa,
kafir olmuş olur. Eğer nefsinin istekleri sebebiyle
dindarlığa yönelirse ve amacı da te’vil, taklit, teslim, baba ve
atalarının sözlerinden hoşnutluk olursa şüphesiz şirke
düşmüş olur.”[539]
17693. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki küfür
şirkten daha eski, aşağılık ve kötüdür.” İmam
daha sonra İblis’in, Allah’ın kendisine, “Adem’e secde et”
dediği zaman ki küfrünü hatırlattı. Zira İblis secde
etmekten imtina etmişti. Dolayısıyla küfür, şirkten daha
kötü ve büyüktür. O halde her kim kendi isteklerini aziz ve celil olan
Allah’ın isteklerine tercih eder, itaatten yüz çevirir ve büyük günahlar
işlemeye devam ederse o kafirdir. Her kim de müminlerin dininden ayrı
bir din ihya ederse, böyle bir kimse de müşriktir.”[540]
17694. İmam Sadık (a.s) kendisine, “Küfür mü daha eskiye
dayanmaktadır yoksa şirk mi?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Küfür daha eskiye dayanmaktadır.
Çünkü İblis küfreden ilk kimsedir. Onun küfrü hiçbir şirkle içiçe
değildi. Zira o Allah’ın gayrisine tapmaya davet etmemişti.
Aksine daha sonra bu işe davet etti ve böylece müşrik oldu.”[541]
17695. İmam Kazım (a.s) , kendisine,
“Küfür ve şirkten hangisi daha öncedir?” diye soran Musa b. Bukeyr’e
şöyle buyurmuştur: “Sen ki insanlarla
sürtüşme ve çekişme ehli değildin.” O şöyle arzetti:
“Hişam b. Salim benden bu konuda sana sormamı istedi.” İmam
şöyle buyurdu: “Küfür daha eskidir ve o inkardır. Aziz ve celil olan
Allah şöyle buyurmuştur: “Sadece İblis ki sakındı,
ululandı ve böylece kafirlerden oldu.”[542]
17696. İmam Sadık (a.s) Haysem et-Temimiye şöyle
buyurmuştur: “Ey Heysem et-Temimi! Bir grub zahiren
iman etmiş, batında ise küfretmişlerdir. Bu yüzden de onlara
hiçbir şey fayda etmemiştir. Onlardan sonra bir grup geldiler ki
batınlarıyla iman ettiler, ama zahirlerinde kafir oldular. Bu da
onlara bir fayda vermedi. Bir şeyin zahirine iman etmek batınına
iman etmekle birlikte olmadığı taktirde iman değildir. Bir
şeyin batınına iman etmek de zahirine iman etmekle birlikte
olmadığı taktirde iman değildir.”[543]
17697. İmam Ali (a.s) savaş esnasında ashabına
şöyle buyurmuştur: “Tohumu yarana,
insanı yaratana and olsun ki onlar (Muaviye ve taraftarları) Müslüman
olmadılar, belki zahiren teslim oldular. Küfürlerini gizlediler,
kendilerine yardımcılar bulunca da açığa vurdular.”[544]
17698. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz aziz ve celil olan Allah
kullarına bir takım görevler farz kılmıştır. Her
kim bu farz görevleri eda etmez ve onunla amelde bulunmazsa ve inkar ederse
kafirdir.”[545]
17699. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah ve Resulü hakkında
şek ederse kafirdir.”[546]
17700. Mansur b. Hazim şöyle diyor: “İmam
Sadık’a (a.s) Allah Resulü (s.a.a) hakkında şek eden kimsenin
hükmünü sordum, şöyle buyurdu: “O kafirdir.” Ben şöyle arzettim:
“Şek eden kimsenin kafir oluşunda şek eden kimse de kafir
midir?” İmam bana cevap vermekten sakındı. Ben bu sorumu üç kez
tekrarladım. Bunun üzerine İmam’ın yüzünde
kızgınlık belirtileri ortaya çıktı.”[547]
17701. Muhammed b. Müslim şöyle diyor: “Ben
İmam Sadık’ın (a.s) yanında iken, Ebu Basir oraya geldi ve
şöyle sordu: “Ey Eba Abdilah! Allah hakkında şek eden kimse
hakkında ne diyorsun?” İmam şöyle buyurdu: “Ey Eba Muhammed! O
kimse kafirdir” Ebu Basir şöyle sordu: “Eğer Allah Resulü
hakkında şek ederse hükmü nedir?” İmam şöyle buyurdu:
“Kafirdir” Ravi şöyle diyor: “İmam daha sonra Zürare’ye döndü ve şöyle
buyurdu: “Hakikatte inkar ettiği zaman kafir olur.”[548]
17702. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İkrar ve teslimden kaynaklanan her
şey imandır. İnkar ve cehtten (nefyetmekten) kaynaklanan her
şey de küfürdür.”[549]
Bir rivayete göre de İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer kullar bilmediklerinde
durmuş olsalar ve inkar etmeye kalkışmasalar asla küfre
düşmezler.”[550]
17703. İmam Bakır veya İmam
Sadık (a.s) İbrahim’in (a.s)
yıldızı gördüğünde, “Bu benim rabbimdir” sözü hakkında
şöyle buyurmuştur: “O gerçekte rabbini arıyordu
ve küfür merhalesine erişmemişti. İnsanlardan her kim de böyle
düşünürse aynı duruma sahiptir.”[551]
bak. el-Murted, 1474. Bölüm;
eş-Şubhe, 1950. Bölüm
Kur’an:
“Ey iman edenler! Alışverişin,
dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi
rızıklandırdığımızdan infak edin.
Küfredenler ancak zulmedenlerdir.” [552]
“Allah küfreden kavme hidayet etmez. [553]
“Sana Kitab’ı böylece indirdik; işte,
kendilerine Kitab verdiklerimiz ona inanırlar; bunlardan da ona iman eden
bulunur. Ayetlerimizi ancak küfredenler tanımazlar.”[554]
“Hayır; Kur’an, kendilerine ilim
verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi,
zalimlerden başka kimse küfretmez.” [555]
“Allah’la berâber, varlığına
hiçbir delili olmadığı halde başka ilaha tapanın
hesabını Rabbi görecektir. Küfredenler elbette kurtulamazlar.”[556]
“Senden azabı acele bekliyorlar.
Doğrusu cehennem küfredenleri kuşatacaktır.”[557]
“Doğrusu Allah, iman edip yararlı
işler işleyenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.
Durakları ateş olduğu halde kâfirler, zevklenirler ve hayvanlar
gibi yerler.”[558]
17704. İmam Sadık (a.s) , Allah-u
Teala’nın, “Aşırı giden, alçak
zorbaya”[559]
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Utul”
büyük küfre saplanan kimsedir. Zenim ise başka hiçbir şey
düşünmeyecek şekilde küfre saplanan kimsedir.”[560]
17705. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dünya müminin zindanı ve kafirin
cennetidir.”[561]
17706. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kafirin cenneti dünya, himmeti geçici
dünya, mutsuzluğu ölüm, nihayeti ise ateştir.”[562]
17707. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kafir kimse kurnaz, hilekar,
acımasız ve haindir.”[563]
17708. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kafir düzenbazdır,
aşağılıktır, haindir, cehaletine
aldanmıştır ve zarar etmiştir.”[564]
17709. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kafirin derdi, hüznü ve çabası
geçici olan dünyası içindir. Maksadı ise şehvettir.”[565]
17710. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kafir kötü ve cahildir.”[566]
17711. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kafir, sadece cehaleti sebebiyle küfre
sürüklenir.”[567]
bak. el-Emsal, 3609. Bölüm; el-Mevt,
3725. Bölüm; ed-Dunya, 1241. Bölüm
17712. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Küfrün en küçük derecesi, insanın
kardeşinden duyduğu bir sözü (bir gün) kendisini bu vesileyle rezil
rüsva etmek için saklamasıdır. Bunlar hayır ve iyilikten
nasipsizdirler.”[568]
17713. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın küfre en yakın
haleti birisiyle dini kardeşlikte bulunması, sonra da kendisini
kınayacağı güne kadar hatalarını ve sürçmelerini
saymasıdır.”[569]
17714. İmam Ali (a.s) , kendisine,
“İnsanı küfre düşüren en küçük şey nedir?” diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: “İnsanı
küfre düşüren en küçük şey, insanın bir şeye dini inançla
bağlanması, Allah’ın kendisine yasakladığı
şeyi Allah’ın emrettiğini sanması, ardından o
şeyi bayraklaştırması, onun sebebiyle dostluk veya
düşmanlık etmesi ve bu işle Allah’a ibadet ettiğini
sanmasıdır.”[570]
17715. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanı küfre düşüren en
küçük şey, kulun Allah’ın yasakladığı şeyi
emrettiğini sanması, onu din karar kılması, ona itaat
etmesi, Allah’a kendisine (sözde) emrettiği bu işle ibadet
ettiğini sanmasıdır. Oysa o gerçekte şeytana kulluk
etmektedir.”[571]
17716. İmam Sadık (a.s) , kendisine,
“İlhad ve küfrün en küçük derecesi nedir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Kibir de onun örneklerinden biridir.”[572]
17717. İmam Sadık (a.s) kendisine, “Konuştuğunda yalan
söyleyen, söz verdiğinde sözüne aykırı davranan, emin
sayıldığında hiyanet eden kimse küfür ve imanın hangi
derecesindedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bunlar
küfre en yakın makamlarda bulunur, ama kafir değildir.”[573]
bak. el-İman, 285. Bölüm;
eş-Şirk, 1989. Bölüm; 30. Konu, el-Bid’at
17718. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Küfür
dört esas üzerindedir: Gereksiz yere derinleşmek, niza, haktan sapmak ve
düşmanlık. Gereksiz yere derinleşen, hakka ulaşamaz;
bilgisizce çok niza eden hakkı asla göremez; haktan sapan güzeli kötü,
kötüyü ise güzel zanneder ve dalalet sarhoşluğuyla sarhoş
olur; düşmanlık edenin ise (kurtuluş) yolları
zorlaşır, işleri içinden çıkılmaz hale gelir ve (dalaletten)
çıkış yolu oldukça daralır.”[574]
17719. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Küfür dört sütun üzere kuruludur:
Allah’ın emrinden dışarı çıkmak, dinde
aşırı gitmek, şek ve şüphe.”[575]
17720. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Küfür dört sütun üzere kuruludur: Cefa,
körlük, gaflet ve şek.
Zira cefa eden kimse hakkı küçük sayar,
açık bir şekilde batıldan söz eder, alimlere düşmanlık
eder ve büyük günahlar hususunda ısrarda bulunur. Kalbi kör olan kimse ise
Allah’ın zikrini unutur, zanna uyar, tövbe etmeden ve yalvarıp
yakınmadan bağışlanma diler. Gafil kimse ise doğru
yoldan sapar, arzularına aldanır, hasret ve pişmanlık
içinde kalır ve kendisi için Allah tarafından hiç
ummadığı şeyler ortaya çıkar. Her kim de ilahi
işlerde isyan ederse şekke düşer. Her kim de şekke düşerse,
Allah ona yücelikle davranır, böylece kudretiyle onu hor kılar ve
işlerinde kusur ettiği gibi, celal ve azametiyle de onu küçük
düşürür. Böylece kerim olan rabbine karşı gurura
kapılır.”[576]
17721. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Küfrün kökleri üç tanedir: Hırs,
kibirlenmek ve haset. Hırs ve ihtirasın örneği Adem’dir (a.s) ki
ağaçtan yasaklanınca hırs onu ağacı yemeye
zorladı. Ama kibrin örneği ise İblis’tir, Adem’e secde ile
emredildiğinde kibre kapıldı. Hasedin örneği ise Adem’in
iki çocuğudur ki birisi (haset sebebiyle) diğerini öldürdü.”[577]
17722. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Küfür dört sutun üzer kurulmuştur:
Rağbet, korku, hoşnutsuzluk ve gazap.”[578]
bak. en-Nifak, 3935. Bölüm; el-Hased,
851. Bölüm; el-Bihar, 72/104, 99. Bölüm
17723. İmam Sadık (a.s) kendisine aziz ve celil olan Allah’ın
kitabında küfrün çeşitleri hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın kitabında küfür
beş çeşittir. Onlardan biri (Allah-u Teala’yı) inkar küfrüdür.
İnkar da iki çeşittir, Allah’ın emrettiği bir şeyi
terk etmekten kaynaklanan küfür, beraat küfrü ve nimetlerin küfrü.
İnkar küfrü, rububiyeti inkardan
ibarettir ve “Ne bir rab vardır, ne cennet vardır, ne de cehennem”
diyen kimselerin sözüdür. Bu inanç dehriye olarak adlandırılan
Zındıklardan iki grubun inancıdır. Onlar şöyle
diyenlerdir: “Bizi sadece zaman helak eder.” Bu kendi zevkleri ve
beğenileri üzere kendileri için uydurdukları bir dindir. Bu dedikleri
hakkında en küçük bir araştırma ve düşünme içine
girmemişlerdir. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar
sadece zan içindedirler.”[579]
Gerçeğin o dedikleri şeyden ibaret olduğunu sanırlar.
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz küfredenleri
uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler.”[580]
Yani onlar Allah-u Teala’nın birliği hakkında kafir
olmuşlardır. O halde bu küfrün çeşitlerinden biridir.
İnkarın diğer bir
çeşidi ise, hakkı tanıdığı halde inkar etmektir.
O da inkarcı kimsenin konunun hak olduğunu bildiği ve kendisi
için sabit
olduğu halde yine de inkara saplanmasıdır. Aziz ve celil olan
Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde,
haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile
küfrettiler.”[581] Hakeza Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “Daha önce küfredenlere karşı
kendilerine yardım/zafer gelmesini bekledikleri halde Allah katından
onlara, kendilerinde olanı (Tevrat’ı) tasdik eden Kitab ve
tanıdıklar (Peygamber) gelince ona küfrettiler. Allah’ın lâneti,
küfredenlerin üzerine olsun.”[582]
İnkarın iki çeşidinin izahı işte budur.
Küfrün üçüncü çeşidi
ise nimetlere küfretmektir (nankörlük etmektir) . Allah-u Teala’nın
Süleyman’ın sözünden naklettiği sözü de buna işaret etmektedir: “Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük
mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfündendir. Şükreden
ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki
Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir” dedi.”[583] Hakeza şöyle
buyurmuştur: “Rabbiniz: “Şükrederseniz andolsun ki, size
karşılığını artıracağım; nankörlük
ederseniz bilin ki azabım pek çetindir” diye bildirmişti.”[584] Hakeza şöyle
buyurmuştur: “Artık beni anın, ben de sizi anayım; bana
şükredin, nankörlük etmeyin.”[585]
Küfrün dördüncü çeşidi
ise, aziz ve celil olan Allah’ın emirlerini terk etmektir. Aziz ve celil
olan Allah’ın şu sözü de buna işaret etmektedir: “Kanınızı
dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sizden söz
almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz
şahitsiniz. Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir
takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve
düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size
esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz.
Kitab’ın bir kısmına iman edip, bir kısmını küfür
mü ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak…”[586]
Burada Allah onları aziz ve celil olan Allah’ın emirlerini terk
etmeleri sebebiyle kafir saymıştır. Onlara iman isnat
etmiş, ama imanlarını kabul etmemiştir. Allah’a göre bu
imanlarının kendileri için hiçbir faydası
olmamıştır. Bu yüzden de şöyle buyurmuştur: “Aranızda
böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır.
Ahiret gününde de onlar azabın en şiddetlisine
uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil
değildir.”[587]
Küfrün
beşinci çeşidi ise, beraat ve uzak olduğunu ilan etme
anlamında küfürdür. Aziz ve celil olan Allah’ın İbrahim’in
sözünden naklettiği şu sözü de buna işaret etmektedir: “Bizimle
sizin aranızda yalnız Allah’a inanmanıza kadar ebedi
düşmanlık ve öfke baş göstermiştir.”[588]
Yani biz sizlerden uzağız. Aynı şekilde Allah-u Teala
şeytanı ve şeytanın kıyamet günü insanlardan olan
dostlarından uzak kaldığını ilan edeceğini
hatırlatarak şöyle buyurmuştur: “Bena ortak
koşmanızı daha önce kabul etmemiştim.”[589]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatında, Allah’ı
bırakıp aranızda putları muhabbet vesilesi
kıldınız. Sonra kıyamet günü, birbirinize küfreder ve
karşılıklı lânet okursunuz. Varacağınız yer
ateştir; yardımcılarınız da yoktur.”[590]
Yani sizlerden bazısı diğer bazısından beri
olduğunu ilan edecektir.”[591]
bak. el-Bihar, 93/60, 72/100;
Mustedrek’ul Vesail, 1/76; 2. Bölüm
462. Konu
el-Keffaret
Kefaret-Bedel
F Vesail’uş-Şia,
15/548, Ebvab’ul-Keffarat
bak.
F ez-Zenb,
1387. Bölüm; es-Salat, 2272. Bölüm; el-Had, 744. Bölüm
17724. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey kaferettir (günahları
temizleyicidir) : Selamı yaygınlaştırmak, yemek yedirmek ve
insanların uyuduğu zaman gece ibadet etmek.”[592]
17725. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sultan (zalim) için
çalışmanın kefareti kardeşlere ihsanda bulunmaktır.”[593]
17726. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Büyük günahın kefaretlerinden biri
de mazlumların yardımına koşmak ve üzüntülü kimseyi
sevindirmektir.”[594]
17727. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aileye hizmet etmek büyük
günahların kefaretidir ve Allah’ın gazabını söndürür.”[595]
17728. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybetin kefareti, gıybet
ettiğin kimse için mağfiret dilemendir.”[596]
17729. Resulullah (s.a.a) kendisine,
“Gıybetin kefareti nedir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Gıybetini ettiğin kimseye
kendisini hatırladığın şekilde mağfiret
dilemendir.”[597]
17730. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim birine zulmeder ve onu
(helallık almak için) bulamazsa kendisi için Allah’tan mağfiret
dilemelidir. Zira bu iş zulmünün kefaretidir.”[598]
17731. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ölüm müminlerin günahlarının
kefaretidir.”[599]
17732. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kamil bir şekilde abdest almak da
(günahların) kefaretindendir.”[600]
17733. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müezzinin davetine icabet etmek, günahların
kefaretindendir.”[601]
17734. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim akşam namazı için
abdest alırsa bu abdesti o gün işlediği büyük günahlar hariç tüm
günahlarının kefaretidir.”[602]
17735. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir gece ateşi, bir
yıllık günahların kefaretidir.”[603]
17736. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sultan (zalim) için
çalışmanın kefareti, kardeşlerinin ihtiyaçlarını
ve sorunlarını gidermektir.”[604]
17737. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gülmenin kefareti, “Allah’ım! Bana
gazaplanma” demektir.”[605]
17738. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kötüye yorumlamanın kefareti
tevekküldür.”[606]
17739. Resulullah’ın (s.a.a) , bir
topluluktan kalkmak istediğinde söylediği son söz şuydu: “Subhaneke
Allahumme ve bihemdike, Eşhedu en la ilahe illa ente. Esteğfiruke ve
etubu ileyk” (Allah’ım! Şüphesiz ki sen münezzehsiz. Sana hamd
ederim. Şehadet ederim ki senden başka ilah yoktur, senden
mağfiret dilerim ve sana tövbe ederim. ) ” Bir şahıs şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Siz daha önce söylemediğiniz bir
şey söylüyorsunuz?” Peygamber şöyle buyurdu: “Bu mecliste geçen
şeylerin kefaretidir.”[607]
17740. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Toplantıların kefareti,
toplantıdan kalkınca şöyle demendir: “Subhane rabbike rabbil
izzeti emma yesifun ve selamun alel murselin vel hamdu lillahi rabbil alemin”
(izzet sahibi olan Rabbin onların nitelendirdiklerinden münezzehtir, selam
olsun peygamberlere ve hamd Allah’a mahsustur.”[608]
bak. el-Meclis, 522. Bölüm
17741. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Günahın kefareti
pişmanlıktır.”[609]
17742. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Her kim ilim talep ederse bu ameli
geçmişinin kefaretidir.”[610]
17743. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümine ulaşan her hastalık
veya dert, günahının kefareti olur.”[611]
17744. Resulullah (s.a.a) günahların kefareti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Zorluklarda
abdestini tam olarak almaktır.”[612]
Kur’an:
“Her kim dönerse Allah ondan
intikamını alır. Allah güçlüdür, öç alıcıdır.” [613]
17745. İmam Sadık (a.s) , kendisine,
ihram halinde avlanan kimse hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Kefaret vermelidir.” Ben (ravi)
şöyle arzettim: “Eğer ikinci defa avlanıyorsa hükmü nedir?”
İmam şöyle buyurdu: “Eğer ikinci defa avlanırsa, onun
kefareti yoktur. (Ondan hiçbir şey kabul edilmez) Bu şahıs aziz
ve celil olan Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu
kimselerdendir: “Her kim geri dönerse Allah ondan intikam alır.”[614]
17746. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer ihrama giren kimse
yanlışlıkla avlanırsa kefaret vermelidir. Eğer ikinci
defa yine yanlışlıkla avlanırsa, yine kefaret vermelidir.
Yanlışlık yaparak avlandığı her defasında
kefaret vermelidir. Ama eğer bilerek avlanırsa (ilk defa için)
kefaret vermesi gerekir. Eğer ikinci defa bilerek avlanırsa,
artık Allah’ın kendilerinden intikam alacağı ve üzerlerinde
hiçbir kefaret olmadığı kimselerden sayılır.”[615]
bak. ez-Zenb, 1368. Bölüm;
Vesail’uş Şia, 9/244, 48. Bölüm
463. Konu
el-Mukafat
Mükafat-Karşılık
F Bihar,
75/271, 68. Bölüm; el-Mukafat ale’s-Su’
F Bihar,
75/41, 36. Bölüm; el-Mukafat al’es-Senaiy ve Zemm’ul-Mukafat’ul-İhsan bi’l
Esaet
bak.
F 66. konu,
el-Ceza; 274. konu, eş-Şükür (2) ; 364. konu, el-Ukubet; 442. konu,
el-Kasas
Kur’an:
“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha
iyisiyle selam verin veya aynıyla mukabele edin. Allah her şeyin
hesabını gereği gibi yapandır.” [616]
“İyiliğin
karşılığı ancak iyilik değil midir?”[617]
17747. İmam Ali (a.s) , hakları beyan
ederek şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan
Allah, ayrıca insanların birbiri üzerinde olan haklarını da
düzenlemiştir. Çeşitli yönleriyle o hakları eşit
kılmış, bazılarının vücudunu diğer
bazılarına bağlamıştır. Biri, ancak öbürü
yapılınca yapılmalıdır.”[618]
17748. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Telafi etmek (iyiliğe iyilikle
karşılık vermek) insanın (ihsan hakkından) özgür
olmasına neden olur.”[619]
17749. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyilik ve ihsan sadece telafi
etmek veya teşekkür ile açılan bir zincirdir.”[620]
17750. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kime ihsan edilirse ve bu ihsanı
telafi edebilirse onu telafi etsin. Eğer telafi edemezse onu övsün. Zira
ihsanı öven kimse de hakikatte ona teşekkür etmiştir. Her kim de
ihsanı görmezlikten gelirse nankörlük etmiş olur.”[621]
17751. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Birisi size iyilik ettiği zaman
onu telafi ediniz. Eğer onu telafi edecek bir şeye sahip
değilseniz, ihsanına karşılık verdiğinizi
sanıncaya kadar kendisi için Allah’a dua ediniz.”[622]
17752. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana iyilik edene
karşılık vermek için elini uzat
(karşılığını ver). Eğer telafi etmeye gücün
yoksa, en azından ona teşekkür et.”[623]
17753. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin iyiliğine karşı
teşekkür eden kimse senden aldığından daha çok sana
vermiş olur.”[624]
17754. İmam Kazım (a.s) Allah-u Teala’nın, “İyiliğin
karşılığı iyilikten başka bir şey midir?”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu
ayet, mümin ve kafir, iyi ve kötü hakkında geçerlidir. Her kime iyilik
edilirse, onu telafi etsin. Telafi etmek onun yaptığı
iyiliğin aynısını yapman değildir. Bu üstünlüğünü
gösterinceye kadar böyledir. Zira eğer onun yaptığını
yaparsan ihsanı başlatması hasebiyle üstünlük ona aittir.”[625]
17755. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana selam verildiğinde, sen daha
güzel bir şekilde selam ver; sana doğru iyilikle uzanan ele, sen
daha üstün bir şekilde karşılık ver; her halükârda
üstünlük, ilk iyilik yapanındır.”[626]
17756. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendisine yapılan
iyiliğin aynısını yaparsa ona karşılık
vermiş olur. Her kim de daha fazlasıyla onu telafi ederse,
şekurdur (çok şükreden kimsedir) .”[627]
bak. eş-Şukr (2) , 2078. Bölüm
Kur’an:
“Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir, hürmetler
karşılıklıdır; o halde, size tecavüz edene, size
tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin. Allah’tan sakının ve
Allah’ın muttakilerle berâber olduğunu bilin.”[628]
“Eğer ceza vermek isterseniz size
yapılanın aynıyla mukabele edin. Sabrederseniz andolsun ki bu,
sabredenler için daha iyidir.”[629]
“Bu böyledir; kim kendisine verilen kadar ceza verirse
ve kendisine yine de saldırılırsa, Allah ona, andolsun ki
yardım edecektir. Allah şüphesiz, affeder ve
bağışlar.”[630]
“Ancak iman edip salih amel işleyenler,
Allah’ı çok çok ananlar ve haksızlığa
uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun
dışındadır. Haksızlık eden kimseler nasıl
bir yıkılışla yıkılacaklarını
anlayacaklardır.”[631]
“Bir haksızlığa
uğradıklarında, üstün gelmek için aralarında
yardımlaşırlar. Bir kötülüğün
karşılığı, aynı şekilde bir kötülüktür. Ama
kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah’a aittir. Doğrusu
O, zulmedenleri sevmez. Zulüm gördükten sonra hakkını alan kimselere,
işte onların aleyhine bir yol yoktur. İnsanlara zulmedenlere,
yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı
durulmalıdır. İşte, can yakıcı azâb
bunlaradır. Ama sabredip bağışlayanın işi,
işte bu, azmedilmeye değer işlerdendir.”[632]
17757. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim zulümle davranırsa, ona da
aynıyla mukabele edilir.”[633]
bak. 3506. Bölüm, 364. Konu, el-Ukubet,
4420; el-Kısas; el-Kerem, 3479. Bölüm
17758. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim beyinsiz kimseye beyinsizlikle
karşılık verirse, kendisine yapılan hareketten razı
olmuş olur. Zira onun benzerine uymuştur.”[634]
17759. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En çirkin karşılık
vermek (iyiliğe) kötülükle karşılık vermektir.”[635]
17760. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim sana ikramda bulunursa sen de
ona ikramda bulun. Her kim sana saygısızlık ederse, sen nefsini
ondan yüce tut (kendini onun derecesine düşürme.) ”[636]
bak. es-Sefeh, 1837, 1838. Bölümler;
el-Afv (1) , 2766. Bölüm
17761. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İntikam almak ile efendilik
olmaz.”[637]
17762. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İntikam almada acele davranmak,
günahların en büyüğüdür.”[638]
17763. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim güzel bir şekilde
affetmezse kötü bir şekilde intikam alır.”[639]
17764. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötü karşılık vermek
zaferin aşağılığındandır.”[640]
17765. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güçlü insanın en çirkin işlerinden
biri de intikam almasıdır.”[641]
17766. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öfke anında sabır gücü,
intikam alma gücünden daha üstündür.”[642]
17767. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim günahkar birinden intikam
alırsa, dünyadaki üstünlük ve değerini ortadan kaldırır,
ahiret sevabını da elden kaybeder.”[643]
17768. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar ağzına toprak
saçsa da kardeşine karşılık verme peşinde olma.”[644]
17769. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tevrat’ta şöyle yer
almıştır: “Ey Ademoğlu! Sana zulmedilince benim
alacağım intikamdan razı ol. Zira ben senin için daha iyi bir
şekilde intikam alırım.”[645]
17770. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanların adeti, iyiliğe kötülükle karşılık
vermektir.”[646]
17771. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötüsü
iyiliğe kötülükle karşılık veren kimsedir.”[647]
17772. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim iyiliğe kötülükle
karşılık verirse, insanlıktan uzak düşmüş olur.”[648]
bak. eş-Şukr (2) , 2079, 2080.
Bölümler
17773. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) ,
Mekarim’ul-Ahlak adlı duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Muhammed’e ve Ehl-i Beytine selam gönder ve bana başarı ver ki beni
aldatan kimselerin hayrını dileyeyim. Bana küsen kimselere dostlukla
karşılık vereyim, benden esirgeyen kimseye
bağışla karşılık vereyim. Benden kopan kimseyle
ilişki kurarak karşılık vereyim. Gıybetimi eden
kimseyi de güzellikle anayım.”[649]
17774. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmanın kemal
nişanelerinden biri de kötülük edene iyilikle karşılık
vermektir.”[650]
17775. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kötülüğe iyilikle
karşılık vermezse yüce kimselerden sayılmaz.”[651]
bak. el-İhsan, 866. Bölüm;
er-Rahim, 1466. Bölüm; el-Hayr, 1170. Bölüm; el-İnsaf, 3876. Bölüm;
el-Hediyye, 4013. Bölüm
17776. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim birinin perdesini kenara iterse
(yüz suyunu dökerse) kendi evinin ayıpları ortaya çıkar. Her kim
zulüm kılıcını çekerse onunla öldürülür. Her kim
kardeşi için bir kuyu kazarsa içine kendisi düşer. Her kim
beyinsizlere karışırsa değersiz olur. Her kim alimlerle
oturursa vakarlı ve değerli olur. Her kim de kötü yerlere girerse
ithama uğrar.”[652]
17777. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşi için bir kuyu kazarsa
kendisi içine düşer. Her kim başkasının (hürmet) perdesini
yırtarsa kendi evinin içindeki ayıplar ortaya çıkar.”[653]
17778. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Babalarınıza karşı
güzel davranın ki çocuklarınız da size güzel davransın.
İnsanların eşlerine karşı iffetli olun ki sizin
eşlerinize karşı iffetli olunsun.”[654]
17779. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanların
ayıplarını araştırırsa, insanlar da onun
ayıbını araştırır. Her kim kötü söz söylerse kötü
cevap alır. Her kim takva ağaçlarını ekerse arzu meyvelerini
toplar.”[655]
17780. İncil’de şöyle yer
almıştır: “Bilin ki bizzat siz
hatalıyken cezalandırmayınız. Aksi taktirde azapla
cezalandırılırsınız. Zulüm üzere hükmetmeyin ki
hakkınızda azapla hükmedilir. Ölçtüğünüz ölçek ile sizler
ölçülürsünüz ve hükmettiğiniz gibi hakkınızda hüküm verilir.”[656]
17781. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ettiğini bulursun.”[657]
464. Konu
et-Teklif
Teklif
F Bihar,
5/298, 14. Bölüm, Şerait’us-Sihhet’ut-Teklif
F Bihar,
5/309, 15. Bölüm; İllet’ul-Halk’il-İbad ve Teklifihim
F Bihar,
5/318, 16. Bölüm; Umum’ut-Tekalif
F Bihar,
5/288, 13. Bölüm; Etfal ve men lem yetime aleyhim’ul-Hüccet fi’d-Dünya
F Vesail’uş-Şia,
1/27, 3. Bölüm; İştirat’ul-Akl fi Taalluk’ut-Teklif
F Vesail’uş-Şia,
1/30, 4. Bölüm; İştirat’ut-Teklif…bi’l-İhtilam
bak.
F 97. konu,
el-Hüccet; 262. konu, eş-Şeriat; 48. konu, el-Bulüğ; el-Usul,
95. Bölüm; el-Emanet, 305. Bölüm
17782. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilesiniz ki, sorumluluğunuz
kolaydır, ama ecri büyüktür. Allah’ın nehyettiği
azgınlığın, düşmanlığın, kötülüğün
korkulacak bir cezası olmasaydı bile, ondan kaçınmakta o kadar
sevap var ki, onu elde etmeye çalışmakta bir mazeret/bahane olamaz.”[658]
17783. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah, kullarına
irade ve ihtiyar ile emretti; onları korkutarak nehyetti; onlara kolay
olanı teklif etti; zor olanla yükümlü tutmadı; aza, çok şeyle
karşılık verdi; mağlup olduğundan O’na karşı
isyan edilememiş; icbarla da emrine uyulmamış; peygamberleri
oyun olsun diye göndermemiş; Kitab’ı kullarına abes olarak
indirmemiş; gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları da
boş yere yaratmamıştır: “İşte bu kafir olanların zannıdır;
ateşten (görecekleri azaptan) dolayı vay kafirlerin haline!”[659]
17784. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilmelisiniz ki, sizden öncekilere
gazaplandığı bir şeye sizin için asla razı
olmayacaktır ve sizden öncekilerden razı olduğu bir şeyden
dolayı size gazab etmeyecektir. Siz, apaçık bir iz üzerinde hareket
etmektesiniz. Sizden önceki insanların söylemiş olduğu
şeyleri söylüyorsunuz.”[660]
Allame Tabatabai (r. a) , “Teklifin
Ortaya Çıkışı ve Devamı Hususunda Felsefi
Tartışma” başlığı altında şöyle
yazmaktadır: “Nübuvvet ile ilgili konuların ve semavi şeriatların
meydana geliş şekli hususunda bu kitapta beyan ettiğimiz üzere
varlık türlerinin her biri kemali bir hedef ve amaca sahiptir ve bu hedefe
doğru hareket etmektedir. Varlığıyla uyumlu varlıksal
hareketleri ve davranışlarıyla bu hedefe doğru hareket
etmekte ve bu hedefe ulaşmadıkça da sükuna ermeyeceği
gözlemlenmektedir. Elbette bu bir engel ortaya çıkmadığı ve
o türün kemalinin nihayetine ermesine engel olmadığı durumda söz
konusudur. Örneğin bir ağaç afete düçar olunca, varlığının
nihayetine erişmeden önce, gelişimden ve büyümeden alıkonur. O
hususlarda da beyan ettiğimiz üzere hedef ve nihayete erişmekten
mahrum kalmak hakikatte varlık türlerinin belli bireyleri için söz konusu
olmakta ve türün bizzat kendisi türselliği açısından böyle bir
duraklamaya ve mahrumiyete düçar olmamaktadır.
Önceden de söylediğimiz gibi
varlık türlerinden biri olan insan da varlıksal bir hedefe sahiptir
ve de medeni bir toplum aracılığı dışında bu
hedefe ulaşacak değildir. Bunun delili de kendileri sebebiyle türünün
diğer bireylerine muhtaç olduğu özelliklerle
donatılmış olmasıdır. Bu özellikler erkeklik,
dişilik, duygu ve sayısız ihtiyaçlardan ibarettir.
Bu toplumun tahakkuk etmesi ve
İslami camianın şekillenmesi de bu toplumun bireylerini bir
takım kanunlara ve yasalara muhtaç kılmaktadır. Bu kanunlara saygı
gösterdikleri ve bu kanunla amel ettikleri taktirde de
dağınıklıkları düzene girecek, kaçınılmaz
ihtilafları ortadan kalkacak, her birey kendine layık yerde yer
alacak ve bu kanun ve yasalarla da varlıksal kemal ve saadetini temin
etmiş olacaktır. Bu pratik kanun ve hükümler, gerçekte insanın
varlığının hususiyetinin ve özel
yaratılışının ruhsal ve bedensel techizata sahip
olmasının gerektirdiği bir takım ihtiyaçlardan kaynaklanmaktadır.
İnsanın yaratılış ve varlığının
hususiyeti de insanın varlığını meydana getiren
sebeplerin ve tümel varlık nedenlerinin hususiyeti ile irtibat içinde
bulunmaktadır.
Dinin fıtri oluşunun
anlamı da işte budur. Yani din insanın yaratışsal
varlığının yönlendiği kanunlar ve hükümler
topluluğudur. Başka bir tabirle tüm varlığın iktiza
ettiği hükümler ve kanunlardır. Bu yüzden bu hüküm ve kanunlara
riayet edilecek olursa insanlık toplumu düzelir, toplum bireyleri
varlıksal amacına ve istenilen kemale erişir. Ama eğer
başıboş bırakılır ve hakkıyla
kullanılmazsa insanlık dünyasını ifsat eder, varlık
alemine hakim olan düzenle çelişki ve tezat içine girer. Bu hükümler ve
kanunlar ister toplumun durumunun düzelmesine ve uyum içine girmesine sebep
olan toplumsal davranışlar olsun ve isterse de insanı tanıma
ve temiz ve salih bir toplumda temiz yaşama alanında nihai kemaline
ulaştıran ibadetle ilgili olsun, her haliyle bu toplumsal ve ibadi
kanunların tümünü insan, ilahi nubuvvet ve semavi vahiy yoluyla elde
etmelidir.
Daha önce nübuvvet ve semavi
şeriatlerin vücuda gelişi ile ilgili
açıkladığımız bu temel ilkelere teveccühen açıkça
anlaşıldığı üzere, insan bu dünyevi hayatta
yaşadığı müddetçe ister nakıs olsun ve henüz
varlıksal kemal aşamasına ulaşmamış olsun ve
isterse de ilim ve amel merhalesinde kemale ulaşmış olsun, ilahi
teklif sürekli insan ile birliktedir ve kendisi için gereklidir.
İnsanın bu tekliflere olan ihtiyacı, eğer nakıs ve
istenilen kemale ulaşmadığı bir halde ise çok açık bir
şekilde anlaşılmaktadır. Ama eğer kamil olursa, yine
de bu ilahi teklife muhtaç durumdadır. Zira insanın kemalinin
anlamı ilmi ve ameli boyutlarda kendisi için üstün melekelerin ortaya
çıkışıdır. Bu üstün melekelerden toplumsal
davranışlar ortaya çıkmakta ve bu toplumsal
davranışlar da toplum ile uyumlu bulunmaktadır, toplumun
islahına neden olmaktadır ve hakeza ilahi inayetin insanın
saadetine kılavuzluk etmesinin gerektirdiği şekilde
tanımanın ve marifetin kemalini elde etmeye ve bu tanıma ile
uyumlu olan ibadi amellerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Açıkça görüldüğü gibi kamil insandan tekliflerin ortadan
kalkmasının cevazı da onun bu hüküm ve kanunlardan
sapmasının cevazını gerektirir ve bu da toplumsal
davranışlar boyutunda toplumun bozulmasına neden olur ve de
ilahi inayet ile uyumlu değildir. İbadet boyutunda da melekelerin
etkilerinden sapmasına neden olur. Zira ibadi ameller melekelerin ortaya
çıkışına ortam sağlayan öncüllerdir. Bu melekeler
ortaya çıkınca da bu ameller kaçınılmaz bir şekilde bu
üstün melekelerden kaynaklanan etkilere dönüşmektedir.
İşte bu yüzden tekliften
maksadın insanı kemale erdirmek ve varlığının
nihayetine ulaştırmak olduğu vehminin
yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Bu esas üzere
insan istenilen kemale ulaşınca artık teklifin baki
kalmasının bir anlamı da olmamaktadır.
Bu anlayışın doğru
olmayışının sebebi de her ne kadar toplumsal
davranışlar sahasında kemale erişmiş olsa da
insanın ilahi tekliflerden sapmasının toplumu fesada sürüklemesi
ve bunun da ilahi inayetin insan türüne oranla iptaline neden
olmasıdır. İbadet sahasında da bu sakınma
melekelerinin etkilerinden sapmasını gerektirir ve bu da caiz
değildir. Zira eğer melekelerin etkilerinden sapması caiz olursa
bu melekelerin ibtalini gerektirir ve bu da ilahi inayet ile uyum içinde
değildir. Evet kamil insan ile kamil olmayan insan arasında
amellerinin ortaya çıkışı arasında bir
farklılık vardır. Bu da kamil insanın melekelerin vücudunda
kökleşmesi sebebiyle muhalefetten korunmuş olması, ama kamil
olmayan insanın ise böyle bir korunmaya sahip olmamaı sebebiyledir.”[661]
bak. el-Bihar, 5/318, 16. Bölüm
Kur’an:
“Allah
kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı
iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. [662]
Bak.
En’am, 152, Araf, 42, Müminun, 62, Talak, 7, Bakara, 233
17785. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimden hata, unutkanlık ve mecbur
olundukları şey kaldırılmıştır.”[663]
17786. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç kimseden (teklif) kalemi
kaldırılmıştır: İyileşinceye kadar
aklını kaybeden deliden, uyanıncaya kadar uyuyan kimseden ve ihtilam
oluncaya kadar çocuktan.”[664]
17787. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah hiçbir kula hata veya mecburen
yaptığı bir iş sebebiyle azap etmez.”[665]
17788. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dokuz şey ümmetimden
kaldırılmıştır: Hata, unutkanlı, mecbur
olundukları şey, bilmedikleri şey, güçlerinin yetmediği
şey, çaresiz kaldıkları şey, haset, kötüye yorumlamak ve
dile getirilmediği müddetçe yaratılış hakkındaki
vesvesede tefekkür.”[666]
17789. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dokuz haslet ümmetimden kaldırılmıştır:
Hata, unutkanlık, bilmedikleri şey, güçlerinin yetmediği
şey, mecbur olundukları şey, zorlandıkları şey,
kötüye yorumlamak, yaratılışta tefekkür vesvesesi ve dilleriyle
aşikar kılmadıkları müddetçe haset.”[667]
17790. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kullar, güçlerinin yettiği
dışında bir şeyle emrolunmamışlardır. O
halde insanların emrolundukları her şeye güçleri yeter.
Güçlerinin yetmediği şey onların sorumluluğundan kaldırılmıştır.”[668]
17791. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah kullarını güçlerinin
yettiğinden fazlasıyla mükellef kılmamıştır.” İmam
daha sonra farzları zikrederek şöyle buyurmuştur: “Onları
güçleri daha fazlasına yettiği halde yılda bir ay oruç tutmakla
mükellef kılmıştır.”[669]
17792. İmam Ali (a.s) kendisine insanların, “la havle ve la
kuvvete illa billah” (Allah’tan başka bir güç ve kuvvet yoktur) sözü
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Biz
Allah ile birlikte bir şeye sahip değiliz; sadece O’nun bizi sahip
kıldığı şeylere sahibiz. O halde bizi, bizden daha çok
sahibi olduğu bir şeye sahip kıldığı zaman bize
sorumluluk yüklemiştir; bizden onu geri aldığı zaman da
sorumluluğu üzerimizden kaldırmıştır.”[670]
465. Konu
et-Tekelluf
Zorluğa Düşmek
F Bihar,
73/394, 143. Bölüm; et-Tekellof ve’d-De’va
F Kenz'ul-Ummal,
3/805; et-Tekellof
bak.
F ez-Ziyafet,
2397. Bölüm
Kur’an:
“De ki: “Buna karşılık sizden bir
ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia eden kimselerden de
değilim.”[672]
17793. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Muhammed’i (s.a.a) üç şeyden
beri kılmıştır: Allah’a yalan isnat etmek, nefsani istekler
üzere konuşmak ve kendini zorluğa düşürmek.”[673]
17794. Misbah’uş-Şeria’da şöyle
yer almıştır: “Allah Resulü (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Biz Peygamberler grubu, emin, takva sahibi ve
tekellüften (kendini rağbet üzere değil de zorla bir işe
zorlamaktan) beri kimseleriz.”[674]
17795. Misbah’uş-Şeria’da şöyle
yer almıştır: “İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini zorla bir işe zorlayan kimse
her ne kadar doğru amel etse de hatakardır ve gönüllü yapan kimse de
her ne kadar hata etse de ameli doğrudur.”[675]
17796. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar Allah Resulü’ne (s.a.a)
şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer kendilerine üstün
geldiğin kimseleri İslam’ı kabul etmeye zorlasaydın,
sayıları çoğalırdı ve böylece de
düşmanlarımız karşısında güçlü olurduk.” Allah
Resulü şöyle buyurdu: “Ben aziz ve celil olan Allah’ı hakkında
bana bir şey buyurmadığı bir bidat içinde görmek
istemiyorum: “Kendiliğimden
bir şey iddia eden kimselerden de değilim.”[676]
17797. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dostlarının en kötüsü kendisi
sebebiyle zahmet ve tekellüfe düştüğün kimsedir.”[677]
17798. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşlerin en kötüsü tekellüfe
sahip olan kimsedir.”[678]
17799. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En tatlı hayat tekellüfleri bir
kenara itmektir.”[679]
17800. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekellüf (gösteriş,)
münafıkların ahlakındandır.”[680]
17801. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dostluk ve ülfetin en kötüsü tekellüf
ile birlikte olandır.”[681]
17802. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük tekellüf seni ilgilendirmeyen
şeylerle meşgul olmandır.”[682]
17803. İmam Hasan (a.s) , kendisine,
“Tekellüf nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Seni
ilgilendirmeyen şeyler hususunda konuşmamandır.”[683]
17804. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tekellüfleri kenara itmek, (insan için)
en üstün azıktır.”[684]
17805. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim seni gücünün
olmadığı bir şeyle mükellef kılarsa senin kendisine
itaat etmemen hükmünü vermiştir.”[685]
17806. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendisini, hakkında
ilminin olmadığı bir şey hususunda tekellüfe düşürürse
işini zayi etmiş ve arzusuna ulaşmamış olur.”[686]
17807. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu on kişi kendisini ve
diğerlerini sıkıntı ve zahmete düşürür: Az bir ilme
sahip olduğu halde kendisini zahmete düşürerek insanlara fazla bir
şey öğretmeye çalışan kimse…”[687]
17808. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dostluğun zorluğa
düşürücü, nefretin ise yok edici olmasın. Dostunu itidal ölçüsünce
sev ve düşmanına da ölçü üzere düşmanlık et.”[688]
17809. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah'ın koruduğu
dışında tüm insanlar nakıs ve kusurludur. Soru soranlar
inatçıdırlar, cevap verenleri ise cevap vermede külfet içindedirler.”[689]
17810. Resulullah (s.a.a) , bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Bana merhamet et ki
beni ilgilendirmeyen işlerde kendimi zorluğa düşürmeyeyim.”[690]
17811. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisini tekellüfe düşüren
kimsenin üç nişanesi vardır: Kendinden üstündekilere isyan ile
savaş açar, altındakilere galebe ile zulmeder ve zalimleri
güçlendirir.”[691]
17812. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ama mütekellif insanın (ilim
iddiasında bulunan alimin) nişanesi ise dört şeydir: Kendisiyle
ilgisi olmayan hususlarda tartışır, üstündekilerle mücadele
eder, ulaşamayacağı şeylere el uzatır ve tüm
çabasını kendisini kurtarmayacak şeylerde harcar.”[692]
17813. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisini tekellüfe düşüren
kimsenin üç nişanesi vardır: Huzurda dalkavukluk eder, arkadan
insanı kötüler. (başkalarının) musibet ve zorluğuna
sevinir.”[693]
17814. Lokman (a.s) çocuklarına şöyle
buyurmuştur: “Kendini tekellüfe düşüren kimsenin
üç nişanesi vardır: Üstündekilerle çatışır,
bilmediği şeyi söyler ve ulaşamadığı şeylere
el uzatır.”[694]
17815. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bazı alimler kendisini fetva
makamına oturtur ve şöyle der: “Benden istediğiniz şeyi
sorun.” Oysa belki de bir harfi bile doğru değildir ve Allah kendini
zorluğa düşüren kimseleri (ilmi olmadığı halde alim
görünenleri) sevmez.”[695]
17816. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Sadece emir, memur veya kendini tekellüfe
düşüren (gösteriş yapan) kimse hikaye söyler. [696]”[697]
17817. İmam Hasan (a.s) kendisine,
“Tekellüf nedir?” diye soran Müminlerin
Emiri’ne şöyle buyurmuştur: “Sana
eman vermeyen birine sarılman ve seni ilgilendirmeyen şeyleri
düşünmendir.”[698]
17818. İmam Ali (a.s) kendisine kader hakkında sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Karanlık bir
yoldur, o yola girmeyiniz; derin bir denizdir, ona dalmayınız; ilahi
bir sırdır, onu keşfetmek için kendinizi zahmete
düşürmeyiniz.”[699]
17819. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilmediğin şeyler hususunda
konuşmayı terk et ve mükellef olmadığın şeyler
hususunda konuşmaktan vaz geç.”[700]
17820. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bil ki ilimde derinleşenler;
örtülüp gizlenmişleri tefsir etme hususunda bütün bilgisizliklerini ikrar
edişlerinin, kendilerini büyük gayb kapılarına girmekten
müstağni kıldığı kimselerdir. İlimleriyle
kuşatıp-kavrayamadıkları şeylerdeki acizliklerini
itiraf etmeleri sebebiyle Allah da onları övmüştür. Allah,
onların, künhünden bahsetmekle mükellef
kılınmadıkları şeylerde derinleşmemelerini,
“ilimde derinleşme” olarak isimlendirir.”[701]
17821. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah size (oruç, namaz ve hac gibi)
bir takım şeyleri farz kılmıştır; o halde onlar
zayi etmeyin…” Bazı şeyler hakkında susmuştur;
unuttuğundan değildir. O halde onları elde etmek için kendinizi
zahmete atmayın. [702]
17822. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üstlendiği işi ihmal edip,
başkalarına bırakılan işe girişen kimse
düşüncesiz aciz bir kimsedir.”[703]
466. Konu
el-Kelam
Söz-Kelam
F Bihar,
71/274, 78. Bölüm; es-Sukut ve’l-Kelam
F Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/87, Medh-u Kıllet’il-Kelam
ve Zemmu kisretih
F Bihar,
71/309, 79. Bölüm; Kevl’ul-Hayr ve’l-Hekl’ul-Hasen ve’t-Tefekkur fi ma
yetekellem
F Kenz'ul-Ummal,
3/561, 837; et-Teşeddek-u fi’l-Kelam
bak.
F 46. konu,
el-Belagat; 85. konu, el-Cevab; 303. konu, es-Semet; 420. konu, el-Fesahat;
473. konu, el-Lisan; el-İstima’, 1899. Bölüm; el-Marifet (3) , 2654. Bölüm
Kur’an:
“Kudret
isteyen kimse bilsin ki, kudret, bütünüyle Allah’ındır. Güzel sözler
O’na yükselir, o sözleri de salih amel yükseltir. Kötülük yapmakta düzen
kuranlara, onlara, çetin azâb vardır. İşte bunların
kurdukları düzenler boşa çıkar.”[704]
17823. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözün ekildiği yer kalptir. Sözün
ambarı düşünce takviyet edicisi akıl, aşikar
kılıcısı dil, cismi harfler (ve kelimeler) ruhu mana, süsü
i’rab (doğru ve anlaşılır bir şekilde beyan etmek) ve
düzeni ise dürüstlüktür.”[705]
17824. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir yağ parçasıyla gören, bir
et parçasıyla konuşan, şu insana şaşırın
doğrusu!”[706]
17825. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan için iki fazilet
vardır: Akıl ve konuşma. İnsan aklıyla faydalanır
ve konuşmasıyla fayda verir.”[707]
17826. İmam Ali’ye (a.s) “Allah-u
Teala’nın yaratıklarından hangisi daha güzeldir?” diye
sorduklarında “Kelamdır (sözdür) ” buyurdular. “hangisi
daha kötüdür?” diye sorduklarında ise yine, “kelamdır”
buyurdular. Daha sonra ise şöyle buyurdular: “İnsanın yüzünü
ağartan da karartan da kelamdır.”[708]
17827. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bazen insan Allah’tan hoşnutluk
üzere konuşur ve o sözünün ulaşması gereken yere
ulaştığını tahmin etmez. Ve Allah-u Teala o söz
sebebiyle kendisiyle görüşeceği güne kadar hoşnutluğunu
yazar. Bazen de insan Allah’ın gazabı ve öfkesi üzere konuşur
sözünün ulaşacağı yere ulaştığını
bilemez. Allah da o söz sebebiyle kendisiyle görüşeceği güne kadar
ona gazap ve hoşnutsuzluğunu yazar.”[709]
bak. 3524. Bölüm
17828. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Saldırıştan daha
tehlikeli nice söz vardır.”[710]
17829. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadının sureti
(güzelliği) yüzündedir. Erkeğin sureti (güzelliği) ise
sözündedir.”[711]
17830. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice söz kılıç gibi
keskindir.”[712]
17831. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice söz derin bir şekilde
yaralar.”[713]
17832. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice söz oktan daha etkilidir.”[714]
bak. eş-Şi’r, 2025. Bölüm;
el-Cihad (1) , 575. Bölüm; el-Ma’ruf (2, 2699, 2700. Bölümler
17833. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çirkin söz söylemekten sakın, zira
çirkin söz aşağılık kimseleri etrafına toplar ve yüce
insanları senden uzaklaştırır.”[715]
17834. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çirkin sözden sakın zira çirkin
söz kalpleri kin ile doldurur.”[716]
17835. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Asla cevabından rahatsız
olacağın bir söz söyleme.”[717]
17836. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin sözü kötü olursa bir çok azar
işitir.”[718]
17837. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin sözü kötü olursa nasibi de
kötü olur.”[719]
17838. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar cevap vermekten aciz
kalsan da kötü söz söyleme.”[720]
17839. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimselerin
metodu çirkin söz söylemektir.”[721]
17840. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çirkin söz söylemek değerini ve
insanlığını lekeler.”[722]
17841. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötü dilli olmak insanın makam ve
mevkisini lekeler ve kardeşliği ortadan kaldır.”[723]
17842. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
anlayışının nişanesi çok az boş
konuşmasıdır.”[724]
17843. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
İslam’ının güzelliğinin nişanesi boş
konuşmayı terk etmesidir.”[725]
17844. İmam Ali (a.s) boş
konuşan birinin yanından geçince şöyle buyurmuştur: “Bil
ki sen amellerini yazan koruyucu iki meleğe bir yazı
yazdırıyorsun ve onu rabbine gönderiyorsun. O halde sana faydalı
olacak bir söz söyle ve boş sözler konuşmayı terk et.”[726]
17845. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ebuzer şöyle demiştir:
“Dünyayı iki kelime karar kıl: Bir kelimeyi helal rızık
talep etmek için, diğer kelimeyi ise ahiretin için, üçüncü kelime ise sana
zarar verir hiçbir fayda ulaştırmaz. O halde ondan sakın.”[727]
17846. İmam Hüseyin (a.s) İbn-i
Abbas’a şöyle buyurmuştur: “Sakın
boş söz söyleme! Zira senin için günahtan korkuyorum. Yerinde
olmadıkça faydalı bir söz dahi söyleme.”[728]
17847. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en günahkarı
en çok boş konuşan kimselerdir.”[729]
17848. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü en çok günahı
olan kimse en çok boş konuşan kimsedir.”[730]
17849. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok konuşmaktan sakın. Zira
fazla konuşmak senin ayıplarını aşikar kılar ve
düşmanlarının dinmiş kinlerini senin aleyhine tahrik eder.”[731]
17850. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her fazlalığın fazla bir
söze ihtiyacı vardır.”[732]
17851. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Alim asla boş şey
konuşmaz.”[733]
17852. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne mutlu malından fazla
kalanı infak edene, dilini çok konuşmaktan alıkoyana.”[734]
17853. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne dünyada kendisine fayda veren ve ne
de ahirette kendisi için bir sevap yazılan boş söz konuşan
kimseye şaşarım.”[735]
17854. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisinden nakledildiğinde ona
zarar veren ve nakledilmediğinde ise kendisine hiçbir fayda vermeyen
boş sözler konuşan kimseye şaşarım.”[736]
17855. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İyiliği emretmek, kötülükten
sakındırmak ve aziz ve celil olan Allah’ı zikretmek
dışında insanoğlunun her sözü kendi yararına
değil zararınadır.”[737]
17856. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan bazen konuşur ve kötü
bir niyeti yoktur, sadece insanları güldürmek ister (ama bu işi
sebebiyle) göklerden daha uzak olan derin bir uçuruma yuvarlanır.”[738]
17857. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki bazen sizden birisi
insanları güldürmek için konuşur, o sebeple de gökten daha uzak olan
derin bir uçuruma yuvarlanır. Bilin ki bazen de sizden biri
dostlarını güldürmek için bir söz söyler ve o söz sebebiyle de Allah
kendisine gazap eder ve cehenneme götürülmedikçe ondan asla razı olmaz.”[739]
17858. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bazen insan bir mızrak ölçüsünde
cennete yakınlaşır ve sonra bir söz söyler Sen’a şehrinden
uzak bir mesafe miktarında cennetten uzaklaşır.”[740]
17859. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş konuşmaktan sakın,
zira boş konuşmanın en küçük zararı kınanmadır.”[741]
17860. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş konuşmaktan sakın
zira her kim boş konuşursa günahları da çok olur.”[742]
17861. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Konuşma hususunda aciz
kalmanın çirkinliği boş konuşan insanın (dil)
yarasından daha iyidir.”[743]
17862. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok konuşmak utanç
kazandırır.”[744]
17863. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok konuşmak arkadaşları
usandırır ve başkanı hürmetsiz kılar.”[745]
17864. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş konuşmak insanı
durum değiştiren tehlikeli olaylara yaklaştırır.”[746]
17865. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş konuşmak cana zarar
verir.”[747]
17866. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok konuşmak sözün
haşiyelerini genişletir, anlamları azaltır ve neticede söz
için bir son ve netice görülmez ve hiç kimse ondan istifade edemez.”[748]
17867. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok konuşmaktan sakın zira
çok konuşmak sürçmeleri artırır ve insanı
usandırır.”[749]
17868. Hızır (a.s) Musa’ya (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Asla
çok konuşma. Zira çok konuşmak alimleri lekeler ve aklı hafif
kimselerin kötülüklerini aşikar kılar.”[750]
17869. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim çok konuşursa saçmalamaya
başlar ve her kim de düşünürse basiret elde eder.”[751]
17870. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözün afeti uzun
konuşmaktır.”[752]
17871. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim sözü uygun
olmadığı bir şekilde uzatırsa şüphesiz kendisini
kınanmaya maruz bırakmıştır.”[753]
17872. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok konuşmak usandırır.”[754]
17873. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok konuşmak hikmet sahibi kimseyi
kaydırır, sabırlı kimseyi bezdirir. O halde fazla
konuşma ki usandırırsın ve az konuşma ki
horlanırsın.”[755]
17874. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın zikri
dışında çok konuşmayın. Zira Allah’ın zikri
dışında çok konuşmak kalbin katılaşmasına
sebep olur. İnsanlardan Allah’a en uzak olan kimse ise kalbi katı
olan kimsedir.”[756]
17875. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim çok konuşursa hataları da
çok olur. Her kim çok hata ederse haya ve utanması azalır ve her
kimin de haya ve utanması azalırsa takvası azalır ve her
kimin de takvası azalırsa kalbi ölür ve her kimin de kalbi ölürse
ateşe girer.”[757]
17876. Hz. Mesih (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın zikri
dışında fazla konuşmayınız. Zira Allah’ın
zikri dışında çok konuşanların kalbi
katılaşır ama bunu bilmezler.”[758]
17877. Mirac hadisinde şöyle yer
almıştır: “Ey Ahmed!
Susmayı bil, zira en şen ve bayındır meclis salihlerin ve
susanların kalpleridir, en bozuk meclis ise boş
konuşanların kalpleridir.”[759]
bak. el-Kalb, 2406. Bölüm
17878. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
İslam’ının güzelliğinin nişanelerinden biri de
boş konuşmayı azaltmasıdır.”[760]
17879. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Az konuşan kimsenin
ayıpları yok olur.”[761]
17880. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Az konuş ki kınanmaktan
güvende olasın.”[762]
17881. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıl kemale erince konuşmak
azalır.”[763]
17882. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben insanın ilminin ölçüsünün
aklının ölçüsünden fazla olmasını hoş görmediğim
gibi insanın dilinin ölçüsünün de ilminin ölçüsünden fazla
olmasını hoş görmüyorum.”[764]
17883. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eskiden ilahi bir kardeşim
vardı… (Hak söze yenilir, sessizliğe yenilmezdi (hakkı kabul
edip susardı.) Sessizliğe konuşmaktan daha haristi.”[765]
17884. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer canının esenlikte
olmasını ve ayıplarının gizli kalmasını
istiyorsan az konuş ve çok sessiz kal ki düşüncen artsın ve
kalbin nurlansın.”[766]
17885. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah kulunun
maslahatını dilerse kalbine az konuşmayı, az yemeyi ve az
uyumayı ilham eder.”[767]
17886. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Az konuşmak ayıpları
örter ve günahları azaltır.”[768]
17887. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Az konuşmak ayıpları
örter ve insanı sürçmelerden güvende kılar.”[769]
bak. 3523. Bölüm
17888. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Konuşmadığın sürece
söz senin bağındadır (mahkumundur) ; söylediğin zaman sen
onun bağındasın (mahkumusun) . O halde altın ve
gümüşünü koruduğun gibi, dilini de koru. Nice bir söz vardır ki,
nimeti elden alır ve azabı celp eder.”[770]
17889. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Konuştuğun zaman o sözün sana
malik olur, onu söylemediğin zaman ise sen ona malik olursun.”[771]
17890. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilini koru, şüphesiz söz
insanın ipinde esirdir. Onu salıverdiği zaman kendisi o sözün
ipinde esir olur.”[772]
17891. İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cahil kimse kendi dilinin esiridir.”[773]
17892. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Suskunluk pişmanlıktan
güvende olma sebebidir. Suskunluğun sebebiyle kaybettiğin
şeyleri elde etmek konuşman sebebiyle kaybettiğin faydaları
telafi etmekten daha kolaydır. Kaba olan şeyin korunması kapağının
kapanmasıyladır.”[774]
17893. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sessiz kalışınla
kaybettiklerini telafi etmen, konuşmanla kaybettiklerini telafi etmenden
daha kolaydır. Kabın içindekini korumak, ağzını
sıkı kapamakla mümkündür.”[775]
17894. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin sözün senin için korunur ve amel
defterine kalıcı olarak yazılır. O halde sözünü seni
(Allah’a yaklaştıracak) şeylerde karar kıl.”[776]
17895. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sözünü amelinin bir parçası sayan kimsenin
faydalı şeyler dışındaki sözü azalır.”[777]
17896. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözünün de amelinden
sayıldığını bilen kimse, zaruret
dışında konuşmaz.”[778]
17897. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim sözünün ameline oranla konumunu
bilirse boş şeylerdeki sözü azalır.”[779]
17898. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim sözünün ameline oranla konumunu
görürse boş şeylerdeki sözü azalır.”[780]
17899. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sözünü amelinden sayılmayan
kimsenin hataları çok olur ve azabı hazır bulunur.”[781]
17900. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözü sebebiyle sorguya
çekileceğini bilen kimse sözlerini kısa tutmalıdır.”[782]
17901. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözümü işitin. Şüphesiz bu,
el ve ayakları siyah çizgili kül rengi develerden sizler için daha
hayırlıdır. Sizden hiç kimse sözü için uygun yer bulmadıkça
konuşmasın ve bir çok faydalı şeyleri de diliyle ifade
etmesin. Zira bir çok kimse yersiz yerde konuştuğu için o sözüyle
kendisi aleyhine cinayet işlemiş olur.”[783]
17902. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilmediğin şeyleri söyleme;
hatta bildiğin her şeyi bile söyleme. Zira Allah tüm organlarına
bir takım şeyler farz kılmıştır; kıyamet
günü onlarla sana delil getirecektir.”[784]
17903. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın bildiği her
şeyi söylememesi akllılığındandır.”[785]
17904. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bildiğin her şeyi söyleme,
zira bu iş cehaletin göstergesidir.”[786]
17905. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Duyduğun her şeyi insanlar
için nakletme; bu ahmaklığın nişanesidir.”[787]
17906. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın yalancı
olması için işittiği her şeyi söylemesi yeterlidir.”[788]
bak. el-Kizb, 3461. Bölüm
17907. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz ilaç gibidir. Azı fayda verir,
çoğu ise öldürür.”[789]
17908. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz azalınca doğru söz
çoğalır, cevaplar çoğalınca doğru cevap tanınmaz
olur.”[790]
17909. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı kimse ya ihtiyacı
veya delili için konuşur.”[791]
17910. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz iki çirkin haslet arasında yer
almıştır: Çok konuşmak ve az konuşmak. Zira çok
konuşmak boş konuşma ile sonuçlanır. Az konuşmak ise
konuşmada acizliğin ve güçsüzlüğün göstergesidir.”[792]
17911. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı kimsenin sözü
doğru olunca ilaç, doğru olmadığı taktirde
hastalıktır.”[793]
17912. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
kendisine, “Konuşmak mı daha üstündür yoksa sessiz kalmak mı?”
diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Her
ikisinin de bir takım afetleri vardır. Eğer her ikisi afetten
uzak kalırsa o taktirde konuşmak sessiz kalmaktan daha üstündür.”
Kendisine, “Nasıl olur ey İbn-i Resulillah?” diye arzedilince
İmam şöyle buyurdu: “Zira aziz ve celil olan Allah peygamberlerine ve
vasilerine susmayı emretmemiştir. Aksine onları söz ve kelam ile
göndermiştir. Ne cennet susmakla birisine layık görülmüş, ne
velayet ve Allah dostluğu birisine farz kılınmış ne de
birisi susmakla ateşten uzak kalmıştır. Aksine bunların
tümü söz ve konuşma vasıtasıyla hasıl olmuştur.”[794]
17913. İmam Bakır (a.s) huzurunda çok
konuşan birisine şöyle buyurmuştur: “Ey
adam! Sözü ve konuşmayı küçümsüyorsun. Bil ki aziz ve celil olan
Allah peygamberlerini gönderince onları altın ve gümüşle
göndermedi aksine onları söz ve konuşmayla gönderdi. Aziz ve celil
olan Allah söz, delil ve nişaneler yoluyla kendisini
yaratıklarına tanıttı.”[795]
17914. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz canların
rahatlığı, sessizlik ise aklın
rahatlığıdır.”[796]
17915. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hak söz söylemek, konuşmaktan aciz
kalmaktan ve sessiz kalmaktan daha hayırlıdır.”[797]
bak. 3511. Bölüm
17916. Hz. Lokman (a.s) çocuğuna
şöyle buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Eğer sözün gümüşten olduğunu
sanıyorsan bil ki konuşmamak altındandır.”[798]
17917. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Suskunluk altın, söz ise gümüştür.”[799]
17918. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin kul sessiz kaldığı
müddetçe iyilik sahibi olarak yazılır. Ama konuşunca ya iyilik
sahibi olarak yazılır veya kötü kimse olarak.”[800]
17919. Davud (a.s) Süleyman’a (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey oğulcağızım!
Hayır dışında uzun süre susmaktan ayrılma. Zira uzun
süre susmaktan dolayı bir defa pişmanlık, çok konuşmaktan
dolayı defalarca pişmanlıktan daha hayırlıdır.
Oğulcağızım! Eğer söz gümüş ise bil ki
suskunluğun altından olması revadır.” [801]
Şöyle diyorum: Bu iki Bölümdeki
hadislerin arasını bulmak ve ortak bir yorum çıkarmak için
dikkatlice düşünülmelidir.”
17920. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cehalet üzere konuşmakta
hayır olmadığı gibi hikmet hususunda susmakta da hayır
yoktur.”[802]
17921. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İçinde düşünce olmayan her
sessizlik gaflettir.”[803]
17922. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ı zikreden kimse için
sessizlik ibadettir.”[804]
17923. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Düşüncesiz suskunluk
dilsizliktir.”[805]
17924. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Alim insan için ilmini beyan hususunda
susması doğru değildir. Cahil insan için de cehaleti üzere
susması doğru değildir. Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”[806]
17925. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir yere girerse bir tür
şaşkınlık içinde olur. O halde onunla konuşarak onu
açmaya çalışın.”[807]
bak. el-bid’at, 334. Bölüm; 349. Konu,
el-Ma’ruf (2) ,
17926. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana vakar ve azamet
bağışlayan suskunluk, utanç örten sözden daha
hayırlıdır.”[808]
17927. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ardından sana esenlik veren
suskunluk, senin kınanmana neden olan sözden daha
hayırlıdır.”[809]
17928. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana yücelik elbisesini giydiren
suskunluk, sana pişmanlık getiren sözden daha
hayırlıdır.”[810]
17929. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Suskunluk kötülüğü (amellerin
katibi olan meleklere) yazdırmaktan daha hayırlıdır.
İyiliği yazdırmak ise suskunluktan daha
hayırlıdır.”[811]
17930. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Suskunluk yalan söylemekten daha
hayırlıdır.”[812]
17931. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Konuşmak hususunda acizlik,
boş konuşmaktan daha hayırlıdır.”[813]
17932. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah’ın velileri
susarlar ve bu suskunlukları da Allah’ı zikretmektir, bakarlar ve
bakışları ibrettir ve konuşurlar ve konuşmaları
hikmettir.”[814]
17933. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın, Allah korkusunun
kalplerini kırdığı dillerini konuşmaktan
alıkoyduğu kulları vardır. Oysa onlar konuşan
konuşmacı ve akıllı kimselerdir. Temiz işlerle Allah’a
doğru yarışırlar, Allah nezdinde ameli fazla görmezler ve
az amellerinden hoşnut olmazlar.”[815]
bak. en-Nazar, 3883. Bölüm; el-Hayr,
1157. Bölüm; 5325. Bölüm
17934. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi söz kulakların
işitmekten usanmadığı ve düşünceleri
sıkıntıya sokmayan sözdür.”[816]
17935. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi söz güzel düzeninin
süslediği ve özel ve genel herkesin anladığı sözdür.”[817]
17936. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi söz bezdirmeyen ve az olmayan
sözdür. ”[818]
17937. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En iyi söz Allah’ın sözüdür.”[819]
bak. el-Kur’an; 3293. Bölüm
17938. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben kapsamlı kelimeler ile
gönderildim ve (Allah’ın kafirlerin kalbine attığı) korku
ve dehşetle üstün geldim.)”[820]
17939. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben (Allah’ın kafirlerin kalbine
attığı) korku ve dehşet ile düşmana galip geldim ve
bana kapsamlı söz verilmiştir.”[821]
17940. İmam Bakır’ın (a.s)
babalarından naklettiğine göre Allah Resulu (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benden önce hiçbir peygambere
verilmeyen beş şey bana verilmiştir: Ben beyaz, zenci ve
kızıldereliye (tüm insanlara) gönderildim. Yeryüzü bana secde yeri
olarak karar kılınmıştır. Ben korku ve dehşetle
galip geldim ve bana ganimetler helal kılınmıştır.
Oysa hiç kimse için –veya şöyle buyurdu: Benden önce hiçbir peygamber için
helal kılınmamıştır- ve bana kapsamlı söz
verilmiştir. Ata şöyle diyor: İmam Bakır (a.s) ’a
şöyle sordum: “Kapsamlı söz nedir?” İmam şöyle buyurdu:
“Kur’an.”[822]
17941. “Resulullah
(s.a.a) kendisine “Bana kapsamlı söz öğret diyen” bir bedeviye şöyle
buyurdu: “Sana öfkelenmemeni tavsiye ederim.” O bedevi isteğini üç
defa tekrarladı ve aynı cevabı işitti. Sonunda o
şahıs kendine geldi ve şöyle dedi: “Bundan sonra artık
sormayacağım.”[823]
17942. Resulullah (s.a.a) kendisinden
kapsamlı söz öğretmesini isteyen Yezid Cu’fiye şöyle
buyurmuştur: “Bildiğin şeyler hususunda
Allah’tan kork.”[824]
bak. el-İslam, 1872. Bölüm;
el-Hayr, 1157, 1158. Bölümler
Kur’an:
“…İnsanlarla güzel konuşun, ”[825]
“Kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar.
Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan
şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.”[826]
“Ey iman edenler! Allah’tan sakının,
dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendinize yararlı
kılsın ve günahlarınızı size
bağışlasın. Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse,
şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[827]
“Onlar, boş söz işittikleri vakit
ondan yüz çevirirler. Bizim işlediğimiz bize, sizin
işlediğiniz sizedir. Size selam olsun, cahillerle ilgilenmeyiz”
derler.”[828]
17943. Resulullah (s.a.a) kendisine,
“İşlerin en üstünü hangisidir?” diye soran birine şöyle
buyurmuştur: “Yemek yedirmek ve güzel konuşmak.”[829]
17944. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey iyilik
kapılarındandır: “Nefsin cömertliği, güzel söz ve eziyetler
karşısında sabretmek.”[830]
17945. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz cennette içleri
dışlarından ve dışları içlerinden gözüken odalar
vardır. Bu odalarda ümmetimden güzel konuşan, insanlara yemek
yediren, selamı yayan, oruç tutmaya devam eden ve insanlar gece uyurlarken
namaz kılan kimseler oturmaktadırlar.”[831]
17946. İmam Bakır (a.s) aziz ve celil
olan Allah’ın “İnsanlarla
güzel konuşun” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Sizler hakkında
söylenmesini istediğiniz en iyi sözleri söyleyiniz.”[832]
17947. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Şialar! Bizim için süs sebebi olun
utanç ve ar sebebi olmayın. İnsanlarla güzel konuşun,
dillerinizi koruyun, boş konuşmaktan ve çirkin sözler söylemekten
alıkoyun.”[833]
17948. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’tan korkun ve insanları
omuzlarınıza bindirmeyin. Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara güzel söz söyleyiniz.”[834]
17949. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Güzel söz
varlığı artırır, rızkı çoğaltır,
eceli erteler, insanı Allah nezdinde sevimli kılar ve (sahibini)
cennete götürür.”[835]
17950. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Canım elinde olana andolsun ki insanlar
güzel sözden daha sevimli bir infakta bulunmamışlardır.”[836]
17951. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel söz söyleyiniz ki onunla
tanınasınız, güzel amelde bulununuz ki ehlinden
olasınız.”[837]
17952. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Güzel söz söyleyiniz ki güzel cevap
işitesiniz.”[838]
17953. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cevabın çirkinliği sözün
çirkinliğindendir.”[839]
17954. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin sözü güzel olursa zafer,
karşısında yer alır.”[840]
17955. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendine, en küçük ve çirkin söz söyleme
veya çirkin amelde bulunma iznini verme.”[841]
17956. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilini güzel konuşmaya
alıştır ki kınanmadan güvende olasın.”[842]
17957. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilini yumuşak konuşmaya ve
selam vermeye alıştır ki dostların çoğalsın ve
kötülüğünü isteyenler azalsın.”[843]
17958. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin dili tatlı olursa
kardeşleri çok olur.”[844]
17959. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözün bir takım afetleri vardır.”[845]
17960. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Söz üç kısımdır:
Faydalı, salim ve bitkin söz. Faydalı olan söz Allah’ı zikreden
kimsenin sözüdür. Salim söz ise Allah’ın sevdiği şeyi söyleyen
kimsenin sözüdür. Bitkin söz ise insanları kınama ve alay ile meşgul
olan kimsenin sözüdür.”[846]
17961. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
kötü söz bir bölümünün diğer bölümünü yalanladığı sözdür.”[847]
17962. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Lafızlar anlamların
kalıplarıdır.”[848]
17963. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her yerin bir sözü vardır.”[849]
17964. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözün için yer bulamazsan
konuşma.”[850]
17965. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözlerin değişmesi
anlayış sahibi kimseler içindir.”[851]
17966. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hal dili söz dilinden daha çok
doğru söyler.”[852]
17967. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözü hoşuna giden kimse
aklını batırmış olur.”[853]
467. Konu
el-Kemal
Kemal
F Bihar,
4/70, 40. Bölüm; ma bi kemal’ul-İnsan
bak.
F el-İman,
267-270. Bölümler; el-Bela, 407. Bölüm
17968. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı kimse kemali talep
eder, cahil insan ise mal talep eder.”[854]
17969. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan, akıl ve suretten
ibarettir. O halde her kimin aklı kendisinden uzaklaşır ve
sureti kendisiyle birlikte olursa kamil değildir. Ruhsuz bir beden
gibidir. Her kim de bildik ve aşina bir akıl talep ederse usul ve
detayları tanımalıdır. Zira insanlardan bir çoğu
detayların peşinden koşmaktadır. Temel ilkeleri ise terk
etmektedirler. O halde her kim temelini ve aslını elde ederse
detaylardan mustağni olur. Dinde işlerin temeli namazlara dayanmak,
büyük günahlardan uzaklaşmak ve bunların hepsinden önemlisi göz
açıp kapanıncaya kadar dahi kendisinden mustağni olunmayan
şeye bağlılıktır. Eğer ondan mahrum kalırsan
helak olursun. Eğer onu anlayış ve ibadetle yerine getirirsen
nasiplenmiş olursun.”[855]
bak. el-Feraiz, 3191. Bölüm
17970. İmam Ali (a.s) kendisine isnat
edilen bir şiirinde şöyle buyurmuştur: “İnsanların
en kamili kusurunu en iyi bilen kimsedir.
Şehvet ve ihtirasını en
çok ezen kimsedir.
Esenliğini hiçbir değere
satmayandır.
Küçük de olsa her acıyı
küçümsemeyen kimsedir.”[856]
17971. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sadece kamil insan kendisini nakıs
sayar.”[857]
17972. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
noksanlıklarının olduğunu bilmesi kemalinin ve fazilet
çokluğunun nişanesidir.”[858]
17973. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kemal dünyada kayıptır.”[859]
17974. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Erkeklerinizden bir çoğu kemale
erişmiştir. Ama kadınlardan sadece dördü kemale
erişmiştir. Firavın’un karısı, Asiye binti Müzahim,
Meryem binti İmran ve Fatıma binti Muhamemd .”[860]
17975. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cennet kadınlarının en
üstünü Hatice Bint-i Hüveylid, Fatıma Bint-i Muhamemd, Meryem Bint-i
İmran ve Firavun’un karısı Asiye Bint-i Müzahim’dir.”[861]
17976. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin kemali altı haslet
iledir: İki küçük uzvu ve iki büyük uzvu ve iki heyeti ile. İki küçük
uzvu kalbi ve dilidir. Eğer savaşırsa kalbi ile
savaşır eğer konuşursa da diliyle konuşur. İki
büyük uzvu ise aklı ve himmetidir. İki heyeti (dış görümü)
ise malı ve güzelliğidir.”[862]
bak. el-İnsan, 318. Bölüm
17977. Resulullah (s.a.a) uzun boylu ve güzel
endamlı Abbas’ı (İbn-i Abdulmuttalib) görünce tebessüm etti ve
şöyle buyurdu: “Ey amca! Sen
yakışıklısın.” Abbas şöyle dedi: “Erkeğin
yakışıklılığı ve güzelliği ne iledir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Hak sözü doğru söylemekledir.” Abbas,
“Kemali ne iledir?” diye sorunca, Peygamber şöyle buyurdu: “Aziz ve celil
olan Allah’tan korkmak ve güzel ahlak sahibi olmakla.”[863]
17978. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gerçek kemal, dinde anlayış,
zor belalar karşısında sabır ve geçimde ölçülü
olmaktır.”[864]
17979. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kemal üç şeydedir: Musibetler
karşısında sabır, istek ve arzulardan sakınmak ve
yardım isteyen kimseye yardım etmekte.”[865]
17980. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefis, akıl ile kemale erişir
ve nefis mücahade (nefis ile mücadele) ile ıslah olur.”[866]
17981. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kemali
aklıdır, değeri ise faziletidir.”[867]
17982. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kemali
aklıdır.”[868]
17983. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın iyilikleri
kötülüklerinden çok olursa o kamildir. İyilikleri ve kötülükleri eşit
olursa o kendini helak olmaktan korumuştur. Ve eğer kötülükleri
iyiliklerinden daha fazla olursa o helak olmuştur.”[869]
17984. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kamil insan ciddiliği
şakasından üstün olan kimsedir.”[870]
17985. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana yakışmayan
şeyleri terketmesi kemalindendir.”[871]
17986. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç haslet kime verilirse o
insan kamildir: Akıl, güzellik ve güzel konuşmak”[872]
17987. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Alim olmayan kimsenin mutlu
sayılması doğru değildir. Sevgisi olmayan kimsenin
övünmüş sayılması doğru değildir ve çok
sabırlı olmayan kimsenin kamil sayılması doğru
değildir.”[873]
17988. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Haya elbisesini örtün, vefa zırhına
bürün, kardeşini koru ve kadınlarla az konuş ki yüce merteben
kemale erişsin.”[874]
bak. el-Eh, 54. Bölüm
468. Konu
el-Kiyaset
Akıllılık-Zekilik
bak.
F el-İğtinam,
3108. Bölüm; el-Himmet, 4027. Bölüm; el-Gadr, 3037. Bölüm
17989. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimse kendisini tanıyan ve
amellerini halis kılan kimsedir.”[875]
17990. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zeki kimse, kökü aklı, mürüvveti
ahlakı ve dini hasebi (soy güzelliği) olan kimsedir.”[876]
17991. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimse, bugünü dününden daha iyi
olan ve kınanmayı kendisinden uzaklaştıran kimsedir.”[877]
17992. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Zeki kimse, faziletlerini ihya eden ve
şehvet ve nefsani isteklerini söküp atarak ahlaki rezaletlerini öldüren
kimsedir.”[878]
17993. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimse, kendisinden
başkasından gafil olan ve nefsini çok sorguya çeken kimsedir.”[879]
17994. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimse, şehvetinin
dizginlerini elinde bulunduran kimsedir.”[880]
17995. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimse haya elbisesini giyen ve
sabır zırhına bürünen kimsedir.”[881]
17996. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimse nefsini mahkum eden ve
ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Aciz kimse ise heva ve
heveslerine uyan ve aziz ve celil olan Allah’tan arzuları ve yersiz
beklentileri olan kimsedir.”[882]
17997. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki insanın dostu hak, düşmanı
ise batıldır.”[883]
17998. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki insan şehvetini önleyen ve
gazap anında hiddetini kontrol eden kimsedir.”[884]
17999. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimse gerçekte kötülük
ettiğinde mağfiret dileyen ve günah işlediğinde pişman
olan kimsedir.”[885]
18000. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel namaz kılınız,
ahiretiniz için çalışınız ve kendiniz için biriktiriniz.
Zira bazen insan dünya işlerinde uyanık olur ve bu yüzden de
kendisine, “Falan kimse ne de zekidir” denir ama hakikatte zeki insan ahiret
işlerinde zeki olandır.”[886]
18001. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zekilik münezzeh olan Allah’tan
sakınmak, haramlardan uzak durmak ve ahireti düzeltmek iledir.”[887]
18002. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin en şerafetlisi en zeki
olanlarıdır.”[888]
18003. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyanıklıkla
salaklığa karşı savaşınız.”[889]
18004. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan
uyanıklığı iledir şekli ile değil.”[890]
18005. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Anlayış uyanıklık
iledir.”[891]
18006. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyanıklık hidayete sebep
olur.”[892]
18007. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakin
de idrak etmede basiretli olmak, hikmeti incelikleriyle kavramak, ibretlerden
öğüt almak ve öncekilerin sünnetlerine uymak olmak üzere dört
kısımdır. O halde idrak etmede basiretli olana, hikmet
açıklanır; hikmeti açık olarak gören, ibreti tanır; ibreti
tanıyan, öncekilerle yaşamış gibi olur.”[893]
18008. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zeki kimseler dünyayı düşman
bilen, dünyanın debdebesine gözlerini yuman, kalpleriyle dünyadan yüz
çeviren ve ebedi yurda aşık olan kimselerdir.”[894]
18009. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünya zeki insanların
boşadığı kadındır.”[895]
18010. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah itaati, acizlerin (zayıf
iradelilerin) kusur ettikleri bir zamanda zekilere ganimet kıldı.”[896]
18011. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice oruç tutan kimsenin, oruçtan elde
ettiği ancak açlık ve susuzluktur. Nice gece namazı kılan
kimsenin gece namazından elde ettiği, ancak uykusuzluk ve yorgunluktur.
Akıllıların uykusu ve iftarları ne güzeldir!”[897]
18012. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çünkü, itaat için belirli alametler, aydınlık
yollar, apaçık deliller ve arzu edilen bir sonuç vardır; zeki olanlar
o yoldan gider, kötü kişilerse ona muhalefet ederler.”[898]
bak. el-İ’ğtinam, 3108. Bölüm
3531. Bölüm
İnsanların En Zekisi
18013. Resulullah (s.a.a) kendisine,
“Müminlerin en zekisi kimdir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Onlardan
en çok ölümü hatırlayan ve kendisini ölüme daha çok hazırlayan
kimsedir.”[899]
18014. Resulullah (s.a.a) kendisine,
“İnsanların en zekisi ve uzak görüşlü olanı kimdir?” diye
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Herkesten
daha çok ölümü hazırlan ve herkesten daha çok kendisini ölüme
hazırlayandır. Onlar zeki kimselerdir. Onlar dünyanın
şerafetine ve ahiretin yüceliğine sahip olmuş kimselerdir.”[900]
18015. İmam Ali (a.s) kendisine,
“İnsanların en zekisi kimdir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Hidayet yolunu sapıklıktan
ayırt eden ve hidayet ve kurtuluşuna yönelen kimsedir.”[901]
18016. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en zekisi dünyayı
kenara iten kimsedir.”[902]
18017. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizlerin en zeki olanınız
günahlardan en çok kaçınanınızdır.”[903]
18018. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en üstünü en çok
yumuşak davrananı ve insanların en zekisi hak yolunda sabreden
kimsedir.”[904]
18019. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zekilerin en zekisi dünyayı
düşman bilen, dünyaya olan arzu ve ümidini kesen, dünyaya olan ihtiras ve
arzusunu yok eden kimsedir.”[905]
18020. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zekiliğin en zekisi takva sahibi
olmaktır. Ahmaklığın en ahmaklığı da günah
işlemektir.”[906]
18021. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zekiliğin en zekisi takva sahibi
olmaktır.”[907]
18022. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zekilerin en zekisi nefsini hesaba
çeken ve ölümden sonrası için amel eden kimsedir. Ahmakların en
ahmağı ise kendisini nefsine tabi kılan ve (buna rağmen)
Allah’tan arzuları bulunan kimsedir.”[908]
18023. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsana zekilik olarak
ayıplarını tanıması yeter.”[909]
18024. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana zekilik olarak nefsani
isteklerine üstün gelmesi ve iradeli olması yeter.”[910]
18025. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana zekilik olarak
ayıplarından haberdar olması ve istekleri hususunda itidalli
bulunması yeter.”[911]
18026. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana zekilik olarak
ihtiyaçlarında ılımlı olması ve isteklerinde itidal
yolunu tutturması yeterlidir.”[912]
Lam Harfi
ü el-Lu’m (Aşağılık)
ü el-Libas (Elbise)
ü el-Lecac
(İnatçılık)
ü el-Lihye (Sakal)
ü el-Lisan (Dil)
ü el-Len (Lanet)
ü el-Leğv (Boş
Şey)
ü el-Lukata (Bulunmuş
Eşya)
ü el-Lika (Görüşmek)
ü el-Lehv (Oyalanma)
ü el-Livat (Homoseksüellik)
ü el-Melamet (Kınamak)
18027. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
kötülüğün temelidir (başıdır.[913])”[914]
18028. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
kınanmaların toplamıdır.”[915]
18029. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık bütün
faziletlerin düşmanıdır ve bütün rezalet, kötülük ve
alçakları toplayıcıdır.”[916]
18030. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık çirkindir.
O halde onu elbisen karar kılma.”[917]
18031. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık, mal
sevgisini övgü ve sena lezzetine tercih etmektir.”[918]
18032. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılığın
nişanelerinden biri de kötü huylu olmaktır.”[919]
18033. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılığın
nişanelerinden biri de söz ve anlaşmalara hıyanet etmektir.”[920]
18034. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılığın
nişanelerinden biri de kötü komşuluk etmektir.”[921]
18035. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılığın
en çirkini iyilerin arkasından kötü söz söylemektir.”[922]
18036. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin dünyaya ihtiras ve dünyaya
oranla cimriliği bir araya toplanırsa
aşağılığın iki sütununa sarılmış
olur.”[923]
18037. İmam Hasan (a.s)
aşağılın ne olduğunu soran birisine şöyle buyurmuştur:
“Az bağışlamak ve kötü söz
söylemektir.”[924]
18038. İmam Hasan (a.s)
aşağılığın anlamı hakkında şöyle
buyurmuştur: “İnsanın canını
koruyup eşini tecavüz eden kimseye teslim etmesidir.”[925]
bak. 3546. Bölüm 18053. Hadis
18039. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimse
ölçüsünü aşınca hali ve davranışları
değişir.”[926]
18040. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimse
utanç zırhına bürünür ve özgür kimselere eziyet eder.”[927]
18041. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimsenin
hayrı umulmaz, kötülüğünden güvende olunmaz ve zararından esende
olunmaz.”[928]
18042. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanın utanması olmaz.”[929]
18043. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık insan güç
elde edince tecavüz eder (veya kötü söz söyler) ve söz verdiğinde sözünde
durmaz.”[930]
18044. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık insan
bağışlayınca kin besler
bağışlandığı zaman ise inkar eder( nankörlük
eder) .”[931]
18045. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanın ihsanda bulunması rezaletlerin en çirkinidir.”[932]
18046. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimsenin
en iyi ihsanı eziyet etmemesi ve en çirkin işi ise
bağışını esirgemesidir.”[933]
18047. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın aşağılık
kimseye itimat etme. Zira aşağılık kimse kendisine itimat
eden herkesi yalnız bırakır.”[934]
18048. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanın makamı her ne kadar yücelse insanlar onun gözünde o kadar
alçalır, ama yüce insan bunun tam tersidir.”[935]
18049. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık insanın
nişanesi kötü iş yapması, çirkin huya sahip olması ve
kınanmış cimrilik hasletidir.”[936]
18050. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Selman-i Farisi (r. a) ve bir
şahıs tartıştı. O şahıs Selman’a, “Sen kimsin, sen nesin?” dedi. Selman
şöyle dedi: “Biz her ikimizde başlangıçta
aşağılık bir nütfe idik ve her ikimiz de sonunda
kokuşmuş bir leşe dönüşeceğiz. Kıyamet günü
olduğunda ve amel terazisi kurulduğunda kimin tartısı
ağır gelirse o yücedir ve kimin de amel tartısı hafif
gelirse o aşağılıktır.”[937]
bak. 3547. Bölüm
18051. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en
aşağılık olanı gıybet eden kimsedir.”[938]
18052. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En aşağılık ahlak
kin beslemektir.”[939]
18053. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük aşağılıklardan
biri de insanın kendisini koruması ama eşini saldırgana
teslim etmesidir.”[940]
18054. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimselerin
bedenleri daha sabırlıdır, yüce insanların ise ruhları
daha sabırlıdır.”[941]
18055. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık ve cahil
insanların adeti yüce insanlara ve özgür kimselere eziyet etmektir.”[942]
18056. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimselerin
önünde yüzsuyunu dökmek en büyük ölümdür.”[943]
18057. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
kimselerden rızık talep eden kimse mahrum kalmaktan hoşnut
olmuştur.”[944]
18058. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
insanların yanına varınca oruçlu olduğun bahanesini öne
sür.”[945]
18059. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Taş kalplilik,
aşağılık insanların hasletindendir.”[946]
470. Konu
el-Libas
Elbise
F Bihar,
79/295-324; Ebvab’uz-Ziyy ve’t-Tecemmül
F Vesail’uş-Şia,
3/340; Ebvab’ul-Ahkam’ul-Melabis
F Mustedrek’ul-Vesail,
3/206, 11. Bölüm
F Kenz'ul-Ummal,
15/308-326; fi Mehzurat’il-Libas
bak.
F 257. konu,
et-Teşebbuh; 74. konu, el-Cemal
F el-Halik,
1083. Bölüm; en-Nezafet, 3898. Bölüm; el-Kibir, 3441. Bölüm; et-Takva, 4159.
Bölüm
Kur’an:
“Ey insanoğulları! Ayıp yerlerinizi
örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva elbisesi ise
bunlardan daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri öğüt
almanız içindir.”[947]
“Her birinden taze balık eti yersiniz;
takındığınız süsler çıkarırsınız.[948]
bak. Nahl, 14; A’raf, 27; Enbiya, 80
18060. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Elbiseni giyin ve çıplak olarak
yol yürüme.”[949]
18061. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Beyaz elbise giyinin, şüphesiz
beyaz elbise en iyi elbiselerinizdendir. Ölülerinizi de beyaz parça ile
kefenleyin.”[950]
18062. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mezarlarınızda ve
mescitlerinizde aziz ve celil olan Allah’la mülakat ettiğiniz en güzel
elbiseniz beyaz elbisedir.”[951]
18063. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah nezdinde elbiselerin en sevimlisi
beyaz elbisedir. O halde beyaz elbise içinde namaz kılınız ve
ölülerinizi beyaz parça ile kefenleyiniz.”[952]
18064. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Beyaz elbise giyininiz, zira beyaz
elbise daha güzel ve daha temizdir. Ölülerinizi de beyaz parça içinde
kefenleyiniz.”[953]
18065. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Pamuk elbise giyininiz, şüphesiz
pamuk elbise Allah resulünün ve bizim elbisemizdir.”[954]
18066. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Pamuk elbise giyininiz, şüphesiz
beyaz elbise Allah Resulünün ve bizim elbisemizdir. Allah resulü (s.a.a) bir
özrü olmadıkça yün ve kürkten elbise giymezdi.”[955]
18067. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Keten elbiseler peygamberlerin
elbiselerindendir ve keten elbisesi et bitirir (insanı geliştirir.)”[956]
18068. İmam Ali (a.s) takva sahiplerinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Sözleri
hak ve doğrudur, elbiseleri ise ılımlı ve
iktisatlıdır.”[957]
18069. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmran oğlu Musa, kardeşi
Harun ile birlikte, sırtlarında yünden elbiseler, ellerinde asalar
olduğu halde Firavun'un yanına gittiler. Ona, eğer hakka teslim
olursa saltanatının süreceğini ve kudretinin devam
edeceğini söylediler. Firavun: “Fakirlik ve çaresizlik içinde
olduklarını gördüğünüz şu ikisinin bana
saltanatımın ve üstünlüğümün devam edeceğini söyleyip
şart koşmalarına şaşmıyor musunuz?” dedi.
Altın sahibi olmayı bir büyüklük, yün giyinmeyi alçaklık
saydı da “Neden onlara altın bilezikler verilmemiş?” dedi.”[958]
18070. İmam Ali (a.s) İsa’nın
(a.s) sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “İstersen
İsa b. Meryem hakkında söz söyleyeyim. O da taşı
yastık yapıyor, sert şeyler giyiyordu”[959]
18071. İmam Ali (a.s) Peygamberin (s.a.a)
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Peygamber
(s. a. a) yerde yemek yer, kul gibi otururdu. Ayakkabısını kendisi
tamir eder, elbisesini kendisi yamardı.”[960]
18072. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben kaba elbise giyer, yere oturur,
semeri olmayan eşeğe binerim, arkama da birini bindiririm. O halde
her kim sünnetimden yüzçevirirse benden değildir.”[961]
18073. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Kaba elbise, kalın ve
sert giysi giyin ki övünmeyesin.”[962]
18074. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali (a.s) yün parça ile
yamanmış kaba yün elbise giymiş bir halde insanlara hutbe
okuyordu. Bu konuda kendisine itiraz edilince şöyle buyurdu: “Bu elbise
kalbi mütevazi kılar ve mümin de ona uyar.”[963]
18075. Bir rivayette şöyle yer
almaktadır: “Ali’yi (a.s) eski ve yamalı bir
elbise içinde gördüler ve ona bu sebeple itiraz ettiler. İmam (a.s)
şöyle buyurdu: “Bu elbise kalbi huşu içinde kılmakta, nefsi
zelil etmektedir ve müminler ona iktiza uymaktadırlar.”[964]
18076. Akabe bin Alkame şöyle diyor: “Müminlerin
Emiri’nin (a.s) yanına vardım. İmam’ın
karşısında ekşi olduğu kokusundan anlaşılan
bir ayran ve birkaç parça kuru ekmek vardı. Ben şöyle arzettim: “Ey Müminlerin
Emiri! Böyle yiyecekler mi yiyorsunuz?” Bana şöyle buyurdu: “Ey Ebu’l
Cunud! Ben bizzat Allah Resulünün de bundan daha kuru ekmek yediğine ve bu
elbiseden daha kaba elbiseler giyindiğine tanık oldum. O halde Allah
resulünün metodunu takip etmezsem ona katılmamaktan korkarım.”[965]
18077. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İki elbiseyi giymek
yasaklanmıştır: Güzelliğiyle meşhur ve
çirkinliğiyle meşhur olan elbise.”[966]
18078. Resulullah (s.a.a) iki şöhretli elbiseyi
yasaklamıştır; inceliği ve kalınlığı,
yumuşaklığı ve kabalığı uzunluğu ve
kısalığı meşhur olan elbise. Aksine bu özelliklerin
ortasını ve iktisatlı olanını giyinmek gerekir.”[967]
18079. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mal; Allah’ın malıdır ve
Allah onu insana emanet vermektedir ve insanlara bu maldan
ılımlı bir şekilde yemeleri ve ılımlı bir
şekilde giymeleri için izin vermiştir.”[968]
18080. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Öyle elbise giy ki ne kendisiyle
meşhur olasın ve ne de küçümsenmene sebep olsun.”[969]
bak. eş-Şuhre, 2127. Bölüm
18081. Hammad bin Osman şöyle diyor: “İmam
Sadık’ın (a.s) yanındaydım. Bir şahıs İmam’a
(a.s) şöyle arzetti: “Allah seni ıslah etsin! Sizler Ali bin Ebi
Talib’in (a.s) kaba elbise giydiğini, dört dirhemlik elbise giydiğini
ve benzeri şeyler söylüyorsunuz. Oysa sizin güzel elbise giydiğinizi
görüyorum!” Hammad şöyle diyor: “İmam (a.s) ona şöyle buyurdu:
“Ali bin Ebi Talib (a.s) o elbiseyi ayıp olmadığı bir zamanda
giyiyordu. Eğer o elbiseyi bugün giyecek olsaydı şöhrete sebep
olurdu.” O halde her zamanın en iyi elbisesi o zamanın
insanlarının giydiği elbisedir. Kaimimiz kıyam edince
Ali’nin (a.s) elbisesine benzer elbiseler giyer ve onun gibi davranır.”[970]
18082. İmam Sadık (a.s) Ubeyd bin
Ziyad’a şöyle buyurmuştur: “Allah
nezdinde, nimeti aşikar kılmak onu elbise içinde saklı tutmaktan
daha sevimlidir. O halde en iyi elbiseler dışında halkın
içinde gözükme.” Ravi şöyle diyor: “Ondan sonra Ubeyd hayatta
kaldığı müddetçe insanlar arasında sürekli en güzel
elbiseler içinde göründü.”[971]
18083. İmam Sadık (a.s) İmam
Ali’nin (a.s) giyimini zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: “Bu
sizin de giyinmeniz gereken elbisedir. Ama bugün biz böyle elbise giyemeyiz.
Zira eğer bu işi yaparsak, “delidir” veya, “riyakardır” derler.
Ama Kaimimiz zuhur edince o elbiseyi giyecektir.”[972]
18084. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tavaf ile meşgul iken, birinin
elbisemden çektiğini gördüm. Dönüp baktığımda onun Abbad
Basri olduğunu gördüm. O şöyle dedi: “Ey Cafer bin Muhammed! Sen
Ali’nin yerine oturduğun halde böyle elbise mi giyiyorsun?” Ben şöyle
dedim: “Eyvahlar olsun sana! Bu bir buçuk dinara aldığım kuhi
(bir tür beyaz giysi) elbisedir. Ali (a.s) kendi zamanıyla uyumlu elbise
giyiyordu. Ama bu zamanda ben öyle bir elbise giyecek olursam insanlar, “Bu da
Abbad gibi riyakardır” derler.”[973]
18085. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benim fakir dostlarım keçenin
üzerinde oturmamı, kaba elbise giymemi seviyorlar. Oysa
zamanımız bunları kabul etmemektedir.”[974]
18086. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki eğer bu
işe (veliahtlığa) ulaşacak olursam lezzetli yemekler yerine
güzel olmayan yemekler yiyeceğim, yumuşak elbiseler yerine kaba
elbiseler giyeceğim ve rahatlık yerine kendimi
sıkıntıya sokacağım.”[975]
18087. İmam Rıza (a.s) Ahmed bin
Muhamemd bin Ebi Nasr’a şöyle buyurmuştur: “Kaba
elbise hakkında görüşü nedir?” Ben (Ahmed bin Muhammed bin Ebi Nasr)
şöyle arzettim: “Duyduğuma göre Hasan (a.s) kaba elbise giyiniyordu,
Cafer bin Muhammed (a.s) yeni elbise alıyor ve onu suya
koymalarını emrediyordu.” İmam Rıza (a.s) bana şöyle
buyurdu: “Giy ve süslü ol, zira Ali bin Hüseyin (a.s) beşyüz dirhemlik
kürkten cübbe giyiniyordu. Kışın da beşyüz dirhemlik
desenli kürkten bir elbise giyiniyordu. Kış bittiğinde onu
satıyor ve parasını sadaka veriyordu.” İmam daha sonra
şu ayeti okudu: “De ki: Allah’ın kullarına
çıkardığı zineti ve temiz rızıkları kim
haram kılmıştır?”[976]
18088. Süfyan es’Sevri şöyle diyor: “İmam
Sadık’a (a.s) şöyle arzettim: “Sen Ali bin Ebi Talib’in (a.s) kaba
elbise giydiğini rivayet ediyorsun, oysa kendin kuhi[977] ve
mervi elbiseler giyiyorsun.” İmam bana şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun
sana! Ali bin Ebi Talib (a.s) ekonomik sıkıntılar içinde
yaşıyordu, ama ekonomik durum düzeldiğinde iyilerin bolluktan
istifade etmesi daha evladır.”[978]
bak. el-Cemal, 534. Bölüm; et-Tevazu’,
4094. Bölüm
18089. Ebi Abbad şöyle diyor: “İmam
Rıza (a.s) yazın hasırın, kışın ise
palasının üzerinde oturuyordu. Elbiseleri kalın ve kabaydı.
ama insanların arasına girince kendisini süslerdi.”[979]
18090. Şöyle rivayet edilmiştir: “İmam
Rıza (a.s) yün elbisesinin üzerinden kürkten bir elbise giyerdi. Cahil
sufilerden birisi İmam’ın üzerindeki kürkten elbiseyi görünce
şöyle dedi: “Bu kürkten elbise içinde yaşadığın halde
nasıl oluyor da kendini züht ehli zannediyorsun?” İmam elbisesini
açınca altında yünden elbise giydiğini gördüler. İmam (a.s)
şöyle buyurdu: “Bu Allah içindir bu da (kürkten elbise) insanlar için.”[980]
18091. Kamil bin İbrahim şöyle diyor:
“Efendim Ebu Muhammed’in huzuruna vardım.
Beyaz ve ince bir elbise giydiğini gördüm. Kendi kendime şöyle dedim:
“Allah’ın velisi ve hücceti yumuşak ve latif elbiseler giydiği
halde bizlere kardeşlerin dertleriyle dertlenmeyi emretmekte ve bizleri
böyle elbiseler giymekten sakındırmaktadır.” İmam tebessüm
etti ve şöyle buyurdu: “Ey Kamil! –kollarını çemreyince
altında siyah ve kaba palastan bir elbise olduğunu gördüm, İmam
daha sonra şöyle buyurdu-: “Bu Allah içindir ve bu da sizler için.”[981]
18092. (Şöyle nakledilmiştir) : “Sufyan-i
Sevri Mescid’ul Haram’dan geçerken İmam Sadık’ın (a.s) güzel ve
değerli bir elbise giydiğini gördü ve (kendi kendisine) şöyle
dedi: “Allah’a yemin olsun ki gidip onu kınayacağım.”
İmam’ın yanına yaklaştı ve şöyle dedi: “Ey
İbn-i Resulillah! Ne Allah resulü (s.a.a) böyle bir elbise giymiştir,
ne Ali (a.s) ve ne de babalarından hiç biri.” İmam (a.s) ona
şöyle buyurdu: “Resulullah (s.a.a) çok zor ve darlıkta
yaşıyordu ve bu zor şartlarla uyum içinde bulunuyordu, ama daha
sonra zorluklarını giderdi ve böylece dünya kırbasının
ağzını açtı. Nimet seli aktı. O halde insanlardan,
dünyadan nasiplenmeye en evla olanı iyilerdir.” Daha sonra İmam
şu ayeti okudu: “De ki: Allah’ın kullarına
çıkardığı zineti ve temiz rızıkları haram
kılan kimdir?” Biz Allah’ın verdiği nimetlerden istifade
etmeye en layık kimseleriz. Ey Sevri! Elbette üzerimde gördüğün bu
elbiseleri insanlar için giyindim.” İmam daha sonra Sufyan’ın elinden
tuttu ve onu kendisine doğru çekti ve üstündeki elbiseyi kenara çekti ve
altına giydiği ve bedeniyle temas eden kalın elbiseyi
dışarı çıkardı ve şöyle buyurdu: “Onu da kendim
için giyindim. Gördüğün şeyi ise insanlar için giyiniyorum.”
İmam daha sonra Sufyan’ın kalın elbisesini kenara itti ve
altındaki yumuşak ve latif elbiseyi dışarı çıkardı
ve şöyle buyurdu: “Sen de bu kaba elbiseyi insanlar için giyinmişsin
ve altındaki elbiseyi ise kendi nefsini sevindirmek için.” [982]
18093. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sarıklar Arapların
tacıdır.”[983]
18094. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s. a.a) kendi eliyle
Ali’nin (a.s) bağına sarığı taktı ve
köşesini önünden saldı, başının arkasından da
dört parmak kısalttı ve, “Arkanı dön” diye buyurdu. Ali (a.s)
arkasını döndü. Peygamber, “Yüzünü bana dön” diye buyurdu. Ali (a.s)
yüzünü Peygambere çevirdi ve Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Meleklerin
tacları işte böyledir.”[984]
18095. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedir günü melekler, arkasından
kuyruğu salıverilen beyaz sarıklar takmışlardı.”[985]
18096. Cabir şöyle diyor: “Allah
resulü (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği gün başında siyah
sarık olduğu halde Mekke’ye girdi.”[986]
18097. Amr bin Haris babasından naklen
şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a.) başında
siyah sarık olduğu ve bir ucunu iki omuzun arasına
saldığı bir halde minberde konuşurken gördüm.”[987]
18098. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Güler yüz ve sarıkla camilere
giriniz zira sarıklar Müslümanların taclarıdır.”[988]
18099. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sarıklar müminin vakar sebebi ve
Arapların izzetidir. O halde Araplar sarıklarını kenara
bırakınca izzetlerini kenara bırakmış (terk
etmiş) olurlar.”[989]
18100. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Huneyn ve Bedir
savaşında başlarında bu sarıklar bulunan meleklerle
yardım etti. Sarık küfür ve imanın arasında engeldir.”[990]
18101. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bizimle müşriklerin farkı
takkenin üzerine giyilen sarıktır.”[991]
18102. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetim takkenin üzerine sarık
sardıkları müddetçe sürekli fıtrat (tevhid) dini üzere
olacaktdır.”[992]
18103. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gündüz başını örtmek
alimliğin nişanesidir, gece başını örtmek ise şüphe
uyandırıcıdır.”[993]
Kur’an:
“Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada
altın bilezikler ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri de ipektir.”[994]
“İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek
karşılıklı otururlar.”[995]
bak. Kehf suresi, 31. ayet; hac suresi, 23. ayet
18104. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer süs ve cennet ipeğini
seviyorsanız onu dünyada giymeyiniz.”[996]
18105. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dünyada ipek giyerse ahirette
onu giyemez.”[997]
18106. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’ın günlerine ümit
bağlarsa ipek kullanmaz.”[998]
18107. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İpek
giyinmek ve altın takmak ümmetimin erkekleri için haram ve
kadınları için helal kılınmıştır.”[999]
18108. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkek savaş dışında
ipek ve diba (renkli bir tür ipek elbise) giymemelidir.”[1000]
18109. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalın ve kaba elbise giyiniz zira
ince elbise giyenin dini de ince olur (zayıflar) .”[1001]
18110. Aişe şöyle diyor: “Ebu
Bekir’in kızı Esma üzerinde ince bir elbise olduğu halde Allah
Resulünün yanına vardı Allah resulü ondan yüz çevirerek şöyle
buyurdu: “Ey Esma! Kadının adet çağına erişince
artık bedeninden (yüzüne ve avuçlarına işaret ederek) bunlar
dışında görülmesi doğru değildir.”[1002]
18111. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlar kendisine baksın
diye bir elbise giyerse Allah o elbiseyi bedeninden çıkarmadıkça ona
asla nazar etmez.”[1003]
18112. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim insanlar kendisine baksın diye
bir elbise giyerse Allah o elbiseyi bedeninden çıkarıncaya kadar ona
bakmaz.”[1004]
18113. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim meşhur (göz
alıcı) elbiseler giyerse Allah kıyamet günü ondan yüz çevirir.”[1005]
bak. el-Kibr, 3435. Bölüm; 17246. Hadis
18114. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İyilik adettir, kötülük ise
inattır.”[1006]
18115. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnat, insanın görüşünü
gevşetir.”[1007]
18116. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçı kimsenin görüşü
ve yoktur.”[1008]
18117. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık düşünceyi
yok eder.”[1009]
18118. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçı kimsenin tedbiri
yoktur.”[1010]
18119. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık kötülüğün
tohumudur.”[1011]
18120. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık nefsi
kötüler.”[1012]
18121. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık savaşlara
neden olur ve kalpleri kin ile doldurur.”[1013]
18122. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnatçılık savaşlara neden
olur.”[1014]
18123. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kınanmış
inatçılık hasletinden sakın. Zira ki inatçılık
savaş ateşlerini alevlendirir.”[1015]
18124. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık dünya ve
ahirette en çok zarar verici şeydir.”[1016]
18125. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık insanın
asla ihtiyaç duymadığı bir şeyi vücuda getirir.”[1017]
18126. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık bineğine
binmek, insanı bela ve sıkıntılara maruz
bırakır.”[1018]
18127. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık merkebinin
seni helak etmesinden sakın.”[1019]
18128. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık merkebinin
huysuzluk ederek seni helak olmaya doğru götürmesinden sakın.”[1020]
18129. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılıktan daha inat
bir binek yoktur.”[1021]
18130. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılıktan sakın
ki seni yüzüstü düşürmesinden kurtulmuş olasın.”[1022]
18131. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılık bineği
binicisini yüz üstü yere serer.”[1023]
18132. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kınamada aşırı
gitmek inatçılık ateşini alevlendirir.”[1024]
18133. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılıktan sakın
zira ki inatçılığın başlangıcı cehalet, sonu
ise pişmanlıktır.”[1025]
18134. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Huyların en iyisi
inatçılıktan en uzak olanıdır.”[1026]
18135. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüklerin toplamı
inatçılık ve çok çekişmektir.”[1027]
18136. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kim de inadında direnir ve
sapıklığında kalırsa ahdini bozan biri
sayılır. Allah onun kalbini perdesiyle örter, kötülük değirmeni,
başında devamlı döner.”[1028]
18137. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zamanı gelmeden işlerde acele
etmekten, zamanı geldiğinde işler hususunda ağır
davranmaktan, işler belirsiz olduğunda inatlaşmaktan, işler
açık olduğu halde gevşeklik etmekten sakın. O halde her
şeyi yerli yerine koy.”[1029]
18138. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnatçılığın
meyvesi helak olmaktır.”[1030]
472. Konu
el-lihye
Sakal
F Bihar,
76/109, 13. Bölüm; el-Lihye ve’ş-Şarib
F Vesail’uş-Şia,
1/422, 67. Bölüm; Adem-u Cevaz’il-Hulk’ul-Lihye
F Sahih-i
Müslim, 1/221, 16. Bölüm; Hisal’ul-Fıtrat
18139. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bıyıklarınızı
kısaltın, sakallarınızı uzatın ve kendinizi
Yahudilere benzetmeyin.”[1031]
18140. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Mecusiler sakallarını kesiyor,
bıyıklarını bırakıyorlardı. Biz ise
bıyıklarımızı keser sakallarımızı
uzatınız. Bu yaratılışa da uygun bir şeydir.”[1032]
18141. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bıyıkları kökünden
kazıyın ve sakalları uzun bırakın.”[1033]
18142. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müşriklerin aksine olun.
Bıyıklarınızı dipten kesin ve
sakallarınızı uzun bırakın.”[1034]
473. Konu
el-Lisan
Dil
F el-Müheccet’ül-Beyza,
5/190-288; Kitab’ul-Afat’il-Lisan
bak.
F 303. konu,
es-Semet; 466. konu, el-Kelam; 46. konu, el-Belagat; en-Nifak, 3936 ve 3937.
Bölümler; es-Sıdk, 2195. Bölüm
18143. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer dil olmasaydı insan
tecessüm etmiş bir şekil veya salıverilmiş hayvandan
başka bir şey olmazdı.”[1035]
18144. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dil, cahilliğin kefesini
hafiflettiği ve akıllılığın kefesini
ağırlaştırdığı bir terazidir.”[1036]
18145. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dil, insanın terazisidir.”[1037]
18146. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki dil insanın bedeninin
bir parçasıdır. O halde herkim çekinirse, söz ona yardımcı
olmaz ve açıldığında ise konuşmak, kendisine
fırsat vermez.”[1038]
18147. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanları çekmek için dilden
daha etkili bir şey yoktur ve nefis için şeytandan daha
kandırıcı bir şey yoktur.”[1039]
18148. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kalbi dili, aklı
ise dinidir.”[1040]
18149. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tanınmanız için konuşun;
çünkü insan, dilinin altında gizlidir.”[1041]
18150. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan, dilinin altında
gizlidir.”[1042]
18151. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dört söz söyledim, Allah da kendi
kitabında onları tasdik etti. Ben şöyle dedim: “İnsan
dilinin altında gizlidir ve konuşunca aşikar olur.” Allah-u
Teala da şu ayeti nazil buyurdu: “Şüphesiz onları seslerinin
tonundan tanırsın…”[1043]
18152. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan bir şeyi dilinin
altında saklı tutarsa mutlaka (bu sakladığı şey)
dil sürçmelerinde ve yüz hatlarında ortaya çıkmıştır.”[1044]
18153. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın sözü
aklının ölçüsüdür.”[1045]
18154. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dil kalbin tercümanıdır.”[1046]
18155. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dil insanın içinde gizli
tuttuklarını dile getirir.”[1047]
18156. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın diliyle söyledikleri
aklının delili sayılır.”[1048]
18157. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin dilin aklının
tercümanıdır.”[1049]
18158. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yolunu bilmediğin ve hakikatini
tanımadığın şey hakkında konuşmaktan sakın.
Zira senin sözün aklının göstergesidir ve senin açıklaman, senin
marifetini haber verir.”[1050]
18159. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanda dilin aşikar
kıldığı on haslet vardır. İnsanın içinden
haber veren bir tanık, davaları sonuçlandıran bir hakem, kendisi vesilesiyle (sorulara) cevap veren
bir konuşma, kendisi vesilesiyle sorunların ortadan
kalktığı bir aracı, eşyanın kendisiyle
tanındığı bir nitelendirici, iyiliği emredici,
kötülükten alıkoyan bir öğütçü, hüzünleri teskin eden bir teselli
verici, kendisiyle kinlerin ortadan kalktığı bir hazır ve
kulakların kendisiyle lezzet aldığı bir sevgili.”[1051]
18160. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Güzellik dildedir.”[1052]
18161. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin güzelliği
dilindedir.”[1053]
18162. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Güzellik dilde kemal ise
akıldadır.”[1054]
18163. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kadının sureti (zahiri
güzelliği) yüzünde, erkeğin sureti (zahiri güzelliği) ise
sözündedir.”[1055]
18164. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin güzelliği dilinin
akıcılığı iledir.”[1056]
18165. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin akıcı oluşu en
üstün varlıktır.”[1057]
18166. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin dili tatlı olursa
aklı gelişir.”[1058]
18167. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim güzel konuşmasını
bilirse kavmi onu emir edinir.”[1059]
bak. el-Cemal, 538. Bölüm
18168. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekten de bu dil her iyiliğin
ve kötülüğün anahtarıdır. O halde mümine altın ve
gümüşünü mühürlediği gibi (ağzını
kapadığı gibi) dilini de mühürlemesi yakışır.”[1060]
18169. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ebuzer şöyle diyordu: “Ey ilim
arayan kimse! Şüphesiz ki bu dil iyilik ve kötülüğün
anahtarıdır. O halde altın ve gümüşlerini mühürlediğin
gibi dilini de mühürle.”[1061]
18170. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kulun kalbi doğrulmadıkça
imanı asla doğrulmaz ve dili doğrulmadıkça da kalbi asla
doğrulmaz.”[1062]
18171. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) “Bir kulun dili
doğrulmadıkça kalbi, kalbi doğrulmadıkça imanı
doğrulmaz.” buyurmuştur. Kim Müslümanların kanlarından ve
mallarından eli temiz ve haysiyetlerinden dili salim olarak yüce Allah’a
ulaşabilirse, bunu yapsın.”[1063]
18172. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan sabahlayınca bütün
organları dilden yetinmesini ister. Yani şöyle der: “Bizim
hakkımızda Allah’tan kork. Zira eğer sen doğrulursan biz de
doğruluruz ve eğer sen eğrilirsen biz de eğriliriz.”[1064]
18173. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan sabahlayınca bütün
organları dili karşısında yalvarıp yakarıp
şöyle derler: Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana
bağlıyız. Eğer sen doğru olursan biz de doğru
oluruz ve eğer sen eğri olursan biz de eğri oluruz.”[1065]
bak. 3568. Bölüm, 18215. Hadis
18174. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı insanın dili
kalbinin ötesindedir, cahilin dili ise ölümünün anahtarıdır.”[1066]
18175. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıllının dili, kalbinin
arkasındadır; ahmağın kalbi ise dilinin
arkasındadır.”[1067]
18176. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahmak insanın kalbi
ağzında, hikmet sahibi kimsenin ağzı ise kalbindedir.”[1068]
18177. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mü’minin dili, kalbinin arkasında;
münafığın kalbi ise dilinin arkasındadır. Mümin, bir
söz söylemek istediğinde kendi kendine düşünür, hayırsa söyler,
şer ise vazgeçer. Münafık ise, kendisine ne getireceğini, ne
götüreceğini düşünmeden diline geleni söyler.”[1069]
18178. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ki müminin dili kalbinin
ötesindedir. Mümin bir şeyi dile getirmek istediğinde, önce kalbiyle
onu düşünür, sonra diliyle ifade eder. Şüphesiz
münafığın dili ise kalbinin önündedir. Bir şeye himmet
edince diliyle ifade eder ve kalbiyle asla düşünmez.”[1070]
18179. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Dilin hakkı onu
kötü söylemekten münezzeh kılmak, iyiliğe alıştırmak,
fazla konuşmaları terk etmek, insanlara iyilik etmek ve onlar
hakkında güzel şeyler söylemektir.”[1071]
bak. el-Kelam, 3531. Bölüm
18180. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın selameti dilini
korumasındadır.”[1072]
18181. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dili korumak ve iyilikte bulunmak
insanın en üstün faziletlerindendir.”[1073]
18182. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dilini korursa Allah da
ayıplarını örter.”[1074]
18183. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim dilini korursa kendisini
yüceltmiş olur.”[1075]
18184. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin kurtuluşu dilini
korumasındadır.”[1076]
18185. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dilini korumadığı
müddetçe hiç kimse günahtan güvende değildir.”[1077]
18186. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın
rahatlığı dilini tutuklamasındadır.”[1078]
18187. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dili korumak imandandır.”[1079]
18188. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dilini korumayan kimse amel
etmemiştir.”[1080]
18189. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan için dilini korumaktan ve
ihsanda bulunmaktan daha faydalı bir şey yoktur.”[1081]
bak. el-Huzn, 818. Bölüm; 3786. Hadis;
Vesail’uş Şia, 8/532, 119. Bölüm;
18190. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin sürçmesi mızrağın
isabet etmesinden daha etkilidir.”[1082]
18191. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin sürçmesi mızrak
yarasından daha kötüdür.”[1083]
18192. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin sürçmesi insanı helak eder.”[1084]
18193. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin sürçmesi en şiddetli yok
oluştur.”[1085]
18194. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başını dilinin
sürçmesinden koru ve dilini sağlam görüşlülük, sakınmak ve
akılla dizginle.”[1086]
18195. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın ayağı
sürçerse, toprağa bürünür, ama dili sürçerse başı kesilir.”[1087]
18196. İmam Ali (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Gözlerimin işaretlerini, faydasız sözlerimi, kalbimin yersiz
isteklerini ve dilimin sürçmelerini bağışlamanı
diliyorum.”[1088]
18197. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dilin fitnesi kılıç
darbesinden daha şiddetlidir.”[1089]
18198. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dil darbesi mızrak ucunun
darbesinden daha acı verir.”[1090]
18199. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Burnunun havasına, (kibrine)
hiddetinin sertliğine, elinin darbesine ve dilinin keskinliğine sahip
ol.”[1091]
18200. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin keskinliği
mızrağın keskinliğinden daha keskindir.”[1092]
18201. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mızrağın keskinliği
bedenin bağlarını koparır. Dilin keskinliği ise ecel
bağlarını koparır.”[1093]
18202. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dil darbesi mızrak darbesinden
daha acı vericidir.”[1094]
bak. 3568. Bölüm; el-İslam, 1868.
Bölüm
18203. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice diller insanın ömrünü sona
erdirir.”[1095]
18204. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kanları bir ağız
(dil) dökmüştür.”[1096]
18205. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice insanı dili helak
etmiştir.”[1097]
18206. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice nimeti bir söz ortadan
kaldırmıştır. O halde altın ve gümüşünü
koruduğun gibi dilini de koru.”[1098]
18207. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın belası
dilindendir.”[1099]
18208. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bela dile havale edilmiştir.”[1100]
18209. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dilini koru zira dili korumak kendin
için verdiğin bir sadakadır.”[1101]
18210. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilki dil, serbest bıraktığın
zaman ısıran, ısırgan bir köpektir.”[1102]
18211. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dil yırtıcıdır;
serbest bırakılırsa ısırır.”[1103]
18212. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilden sakın. Zira dil hata
etmeyen bir oktur.”[1104]
18213. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah kulunu rezil etmek isterse dili
vesilesiyle onu rezil eder.”[1105]
18214. Resulullah (s.a.a) kendisini cennete sokan ve cehennem
ateşinden uzak tutan şeyi soran Muaz b. Cebel’e şöyle
buyurmuştur: “…Sana bütün bunların temelini
haber vereyim mi?” Ben (Muaz b. Cebel) şöyle arzettim: “Haber ver ey
Allah’ın Resulü!” Resulullah (s.a.a) diline işaret etti ve şöyle
buyurdu: “Bunu koru” Ben şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Acaba
biz söylediğimiz şeyler sebebiyle sorguya çekilecek miyiz?”
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Annen yasına otursun! (Allah)
insanları sadece dilinin biçtiklerinden başka bir şey sebebiyle
mi yüz üstü –veya, “Burnu üzere” buyurdu- ateşe atmaktadır.”[1106]
18215. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: “İnsanın
dili her gün bir organına yaklaşır ve ona şöyle der:
“Nasılsınız?” Onlar, “Eğer sen bizi kendi halimize
bırakacak olursan iyiyiz” ve şöyle derler: “Allah’tan kork ve bize
karışma. Sonra ona ant içirir ve şöyle derler: “Biz sadece senin
vasıtanla mükafat elde ederiz ve senin vasıtanla
cezalandırılırız.”[1107]
bak. 3561. Bölüm
18216. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın salahı dilini
hapsetmesindedir.”[1108]
18217. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir şey dil kadar uzun müddet
hapsedilmeye layık değildir.”[1109]
18218. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin seni uzun ve helak edici zindana
atmadan önce sen onu hapset. Zira hiçbir şey hak yoldan sapan ve cevap
vermeye koşan dilden daha çok uzun süre hapsedilmeye layık
değildir.”[1110]
18219. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim dilini hapsederse pişman olmaktan
güvende olur.”[1111]
18220. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir kul dilini saklamadıkça
imanın hakikatine erişemez.”[1112]
18221. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan dilini
korumalıdır. Çünkü bu dil sahibine asidir. Allah’a andolsun ben,
dilini korumadıkça sakınan kula bu sakınmasının fayda
verdiğini görmedim.”[1113]
18222. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilini koru, sözlerini sayarak
konuş ki hayır dışındaki sözlerin azalsın.”[1114]
18223. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın hatalarının
çoğu dilindedir.”[1115]
18224. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü insanların en
günahkarı herkesten daha çok batıl işlere dalan kimsedir.”[1116]
18225. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözün afetleri vardır.”[1117]
bak. 51. Konu, el-Buhtan; 381,
et-Ta’yir; 215, Es-Sebbe; 407, el-, Fuhş; 474, el-Lean; 398, el-Gına;
400, el-Gıybet; 225, es-Sihriyye_ 227- es-Sirr_ 268, eş-Şi’r;
457, el-Kizb; 484, el-Medh; 489, el-Mizah; 488, el-Mira’; 524, en-Nemime; 141,
el-Husume; 123, el-Half; el-Kelam; 3514, 3515. Bölümler; el-Belağe, 389.
Bölüm; et-Tevbe, 468. Bölüm; es-Sual (1) , 1704. Bölüm; en-Nifak, 3936. Bölüm;
Kenz’ul Ummal, 3/836-889
18226. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah dile diğer organlardan
hiçbirine etmediği azabı eder. Bunun üzerine dil şöyle der: “Ey
Rabbim! Sen hiçbir şeye vermediğin azabı bana verdin.” Ona
şöyle cevap verilir: “Senden bir söz çıktı, doğu ve
batıya yayıldı, bu sebeple haksız yere bir kan döküldü, bir
mal yağmalandı ve haram kılınmış bir namus
çiğnendi.”[1118]
18227. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü kafir dilini
ardından çeker.”[1119]
18228. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İlmin dili doğruluk,
cehaletin dili ise kabalıktır.”[1120]
18229. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Doğru dil insan için kendisini
taktir etmeyen kimseye miras bırakacağı maldan daha
hayırlıdır.”[1121]
18230. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki Allah’ın insanlar içinde
bir kişiye güzel ün (doğru dil) vermesi, teşekkür etmeyene miras
bırakacağı mal vermesinden daha hayırlıdır.”[1122]
18231. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Suçlu, hata eden kimsenin dili
kısadır.”[1123]
18232. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sözlerin en doğrusu hal diliyle
söylenen sözdür.”[1124]
bak. es-Sıdk, 2195. Bölüm
474. Konu
el-La’n
Lanet
F Bihar,
72/202, 106. Bölüm; Men yestehik’ul-Le’n
F Bihar,
72/208, 107. Bölüm; Le’n-u men la yestehik’ul-Le’n
F Vesail’uş-Şia,
8/613, 160. Bölüm; Tahrim’ul-Le’n-i Gayr’il-Müstahak
F Vesail’uş-Şia,
15/586, Kitab’ul-Le’n
F Kenz'ul-Ummal,
3/614, 877
F Kenz'ul-Ummal,
15/220, Kitab’ul-Le’n
bak.
F 215. konu,
es-Sıbb; 407. konu, el-Fuhş; er-Rişve, 1511. Bölüm; el-Kur’an,
3311. Bölüm
18233. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümine lanet etmek onu öldürmek
gibidir.”[1125]
18234. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ben lanet edici olarak
gönderilmedim aksine ben bir rahmet olarak gönderildim.”[1126]
18235. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümine lanet edici olması
yakışmaz.”[1127]
18236. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin lanet edici değildir.”[1128]
18237. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sıddıka (dosdoğru
kimseye) lanet edici olması yakışmaz.”[1129]
18238. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Lanet eden kimseler kıyamet günü
ne şefaat ederler ve ne de tanıklık.”[1130]
18239. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer bir şeye lanet etmemeye
güç yetirebilirsen bunu yap (lanet etme) .”[1131]
18240. Resulullah (s.a.a) bindiği devesine
lanet eden kimseye şöyle buyurmuştur: “Onu
bizim arkamızdan (bizden uzak) getir zira lanetin müstecap olmuştur.”[1132]
18241. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Devesine lanet eden kimdir? Ondan in ve
lanet ettiğin hayvanı bizimle getirme. Ne kendinize lanet ediniz, ne
çocuklarınıza ve ne de mallarınıza.”[1133]
18242. Resulullah (s.a.a) devesine lanet eden
bir kadına şöyle buyurmuştur: “Yükünüzü
o devenin sırtından aşağı indirin ve onu
salıverin zira o lanet edilmiştir.”[1134]
18243. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Lanet lanet edici kimsenin
ağzından çıkınca bakar; eğer yöneldiği şeye
bir yol bulabilirse ona doğru gider, aksi taktirde ağzından
çıkaran kimseye geri döner.”[1135]
18244. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Lanet edici kimsenin ağzından
lanet çıktığında
kendisi ve lanet ettiği kimse arasında hareket halinde olur.
Eğer (lanet edilen kimseye doğru) bir yol bulamazsa lanet eden
kimseye geri döner ve o, bu lanete daha layıktır. O halde mümine
lanet etmekten sakının ki bu lanet size geri döner.”[1136]
18245. Şöyle rivayet edilmiştir: “Nueyman
Ensari’yi Allah Resulünün (s.a.a) yanına getiriyorlardı ve Peygamber
de onu işlediği suçlar sebebiyle cezalandırıyordu. Sonunda
onu bir gün peygamberin yanına getirdiler ve peygamber ona had
uyguladı. Bir şahıs ona lanet etti ve şöyle dedi: “Onu ne
kadarda Allah Resulünün yanına getiriyorlar.” Allah Resulü (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Ona lanet etme zira o Allah ve resulünü sevmektedir.”[1137]
Bak. El-Hadd, 745. bölüm
18246. Resulullah (s.a.a) kendisine, “Bana
tavsiyede bulun” diye söyleyen Curmuz Huceymi’ye şöyle buyurmuştur: “Sana
lanet edici olmamanı tavsiye ederim.”[1138]
18247. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ne Allah’ın laneti ile beddua
edin, ne Allah’ın gazabı ve ne de ateşle.”[1139]
Kur’an:
“Yalan söyleyerek Allah’a iftira edenden daha
zalim kim vardır? İşte bunlar Rablerine götürülürler ve
şahitler: “Rablerine yalan söyleyenler bunlardır” derler. Bilin ki
Allah’ın lâneti haksızlık yapanlaradır.”[1140]
“Sürekli sözlerini bozdukları için onlara
lânet ettik, kalplerini katılaştırdık.”[1141]
“Allah şüphesiz, küfredenlere lânet
etmiş ve onlara çılgın alevli cehennemi
hazırlamıştır.”[1142]
bak. Nisa suresi, 46, 47, 52, 94. ayetler; Maide
suresi, 60, 78. ayetler; Barka suresi, 88, 159, 161. ayetler; Tevbe suresi, 68.
ayet; Muhammed suresi, 23. ayet; Fetih suresi, 6. ayet; Nur suresi, 7. ayet;
A’raf suresi, 44. ayet; Hicr suresi, 35. ayet; Sad suresi, 78. ayet
18248. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Marufu emredip kendisi terk edene,
kendisi işlediği halde münkerden nehyetmeye kalkışana Allah
lanet etsin!”[1143]
18249. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın laneti gözleri görmeyen
kimseyi yoldan saptıran kimsenin üzerine olsun.”[1144]
18250. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın laneti Lut kavminin
yaptığı işi yapan kimsenin üzerinde olsun.”[1145]
18251. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah’ın laneti Allah’tan
başkası için hayvan kesenin üzerine olsun.” [1146]
18252. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın laneti kendisini
babasından başkasına isnat eden kimsenin üzerine olsun.” [1147]
18253. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın laneti helal ediciye[1148],
helal edici kimseyi tutan kimseye, kendisini bağlılarından başkasına
isnat eden kimseye, kendisini tanınmamış bir soya isnat eden
kimseye, kadınlara benzeyen erkeklere, erkeklere benzeyen kadınlara,
İslam’da bir şey ortaya çıkaran (adam öldüren veya bidat çıkaran
kimseye) veya bir olay çıkarana (katile veya bidat ehline)
sığınak veren kimseye, katilinden başkasını
öldüren kimseye, kendisini vurmayan kimseyi vurana ve anne ve babasına
lanet eden kimsenin üzerine olsun. Kendisine şöyle arzedildi. “Ey
Alalh’ın Resulü! Anne babasına lenet eden bir kimse bulunabilir mi?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Evet, insanların anne babasına lanet
eder, onlarda buna karşılık olarak onun anne babasına lanet
eder.”[1149]
18254. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın laneti rüşvet veren,
rüşbet alan ve ikisi arasında vasıta olan kimsenin üzerine
olsun.” [1150]
18255. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yahudi din adamları ve Hiristiyan
Ruhbanlar iyiliği emredip kötülükten sakındırma işini terk
edince Allah da peygamberlerinin diliyle onlara lanet etti ve böylece bela
hepsini çepeçevre kuşattı.” [1151]
18256. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç kimseye Allah lanet
etmiştir: anne babasına itinasızlık eden kimseye, karı
kocanın aralarını ayırarak karısıyla evlenmek
için eşler arasında laf taşıyan kimseye ve birbirine
düşman olsunlar diye müminler arasında laf taşıyan
kimseye.” [1152]
18257. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ben yedi gruba lanet
ettim. Allah ve duası müstecap olan her peygamber de benden önce onlara
lanet etmiştir. Kendisine şöyle arzedildi: Onlar kimdir ey
Allah’ın Resulü)” peygamber şöyle buyurdu: Allah’ın
kitabına ekleme yapan, Allah’ın taktirini yalanlayan, sünnetime
muhalefet eden, Ehl-i Beyt’im hakkında Allah’ın haram
kıldığını helal kılan, Allah’ın hor
kıldığı kimseyi aziz kılmak ve Allah’ın izzet
bağışladığı kimseyi zelil kılmak için
devleti zorla ele geçiren, Müslümanların beytülmalını kendisine
helal kılıp onu tekeline geçiren ve aziz ve celil olan Allah’ın
helal kıldığı şeyi haram kılan kimse.”[1153]
18258. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben ve duası müstecap olan her
Peygamber yedi kişiye lanet ettik: “Allah’ın kitabına ilavede
bulunan, Allah’ın taktirine iman etmeyen, Allah’ın haramını
helal sayan, Ehl-i Beyt’im hakkında Allah’ın haram
kıldığı şeyi helal sayan, sünnetimi terk eden, fey’i
(beytülmali) tekeline geçiren, Allah’ın zelil
kıldığını aziz kılmak ve Allah’ın izzet
bağışladığı kimseyi hor kılmak için zorla
hükümeti elde eden ve kudretinde zorbalıkta bulunan kimseye.”[1154]
18259. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu altı gruba, Allah ve
duası müstecap olan her peygamber lanet etmiştir: “Allah’ın
kitabına ilavede bulunan, Allah’ın taktirini yalanlayan, sünnetimi
terk eden, Ehl-i Beyt’im hakkında Allah’ın haram
kıldığını helal sayan, Allah’ın aziz
kıldığını zelil ve zelil
kıldığını aziz kılmak için zorla hakimiyet elde
eden, Müslümanların beytülmalını kendisi için helal sayan ve onu
kendi tekeline geçiren kimseye.”[1155]
18260. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir olay yaratır veya olay
çıkaran kimseye sığınak verirse Allah’ın, meleklerin
ve tüm insanların laneti üzerine olsun.” Kendisine şöyle arzedildi:
“Ey Allah’ın Resulü! Olay çıkaran kimseden maksat kimdir?” Peygamber
şöyle buyurdu: “Hiçbir had söz konusu olmaksızın birini
kırbaçlayan veya haksız yere birini öldüren kimsedir.”[1156]
18261. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) namahrem bir
kadının avret mahalline bakan, dini kardeşinin eşine
hıyanet eden, insanlar dini anlamak için kendilerine muhtaç olduğunda
onlardan rüşvet talep eden kimseye lanet etmiştir.”[1157]
18262. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) on kişiye
lanet etmiştir: “Faiz yiyen, faiz veren, faizde tanıklık eden,
faizi yazan, dövme yapan kadın, güzelliği için dövme yaptıran
kadın, zekat vermekten sakınan kimse, helal edici kimse, helal edici
kimseyi tutan kimse! Allah Resulü ayrıca ağıt yakmaktan
sakındırmıştır. Ama onlar hakkında lanet
etmemiştir.”[1158]
18263. Ebu Musa şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) anne ve çocuğunu ayıran kimseye lanet etmiştir.”[1159]
18264. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü helal edici kimseye ve helal
edici kimseyi tutan kimseye lanet etmiştir.”[1160]
18265. Ebu Hureyre şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) kadınların örtüsünü örtünen kimseye lanet
etmiştir.”[1161]
18266. Ayşe şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) erkeklere benzeyen kadınlara lanet etmiştir.”[1162]
18267. Allah Resulü (s.a.a) Sedir
ağacını kesen kimseye lanet etmiştir.”[1163]
18268. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mel’undur, anne babasını
vuran kimse, mel’undur! Mel’undur, anne babasına isyan eden kimse,
mel’undur! Mel’undur, mescide saygı göstermeyen kimse.”[1164]
18269. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müneccim mel’undur, kahin mel’undur,
sihirbaz mel’undur, şarkı söyleyen kadın mel’undur, ona
sığınak veren kimse mel’undur, onun kazancıyla geçinen
kimse mel’undur.”[1165]
18270. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç şeyi yapan kimse
mel’undur, mel’undur! İnsanların oturduğu gölgelik yerlerde
def-i hacet eden, başkalarının su nöbetine engel olan ve
insanların yolunu kapayan kimse.”[1166]
18271. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dirhem ve dinara köle olan kimse
mel’undur, mel’undur.”[1167]
18272. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dirhemin kuluna lanet edilmiştir,
dinarın kuluna lanet edilmiştir.”[1168]
Kur’an:
“Allah’ı ve Peygamberini incitenlere, Allah
dünyada da ahirette de lânet eder; onlara alçaltıcı bir azab
hazırlar.”[1169]
“İffetli, habersiz mümin kadınlara
zina isnat edenler dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. Onlar büyük azaba
uğrayacaklardır.”[1170]
bak. Hud suresi, 60, 99. ayetler; Kasas suresi,
42. ayet
18273. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu dört kimseye dünya ve ahirette
lanet edilmiştir ve melekler de buna amin demişlerdir: Allah
kendisini erkek yarattığı halde kadın sıfatına
bürünen, kendisini kadınlar şekline sokan erkeğe, Allah
kendisini kadın yarattığı halde erkek sıfatına
bürünen ve kendisini erkek şekline sokan kadın, gözleri görmeyen
kimseyi yoldan saptıran kimseye ve kadından kaçan kimseye. Zira Allah
Yahya b. Zekeriyya dışında hiç kimseyi kadınlardan
kaçıcı kılmamıştır.”[1171]
475. Konu
el-Leğv
Boş Şey
F Bihar,
72/264, 115. Bölüm; İstima’ul-Leğv
F Kenz'ul-Ummal,
3/640, 880
bak.
F 478. konu,
el-Lehv; el-Kelam, 3514, 3515, 3516. Bölümler
Kur’an:
“Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.”[1172]
“Onlar yalan yere şahadet etmezler;
faydasız bir şeye rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla
geçerler.”[1173]
18274. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İçinde Allah’ın zikrinin
olmadığı her söz boş sözdür.”[1174]
18275. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın, “boş
şeylerden yüz çevirenler” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
senin hakkında doğru olmayan şeyler uyduran veya sana sende
olmayan bir şeyi sana isnat eden ve böylece senin de Allah için
kendisinden yüz çevirdiğin kimse.”[1175]
Başka bir rivayette ise şöyle
yer almıştır: “Şüphesiz
boş şeylerden maksat, şarkı söylemek ve gaflete
düşürücü boş şeylerdir.”
18276. Tefsir-i Kumi’de, “Yüce
cennette boş söz işitmezler”
ayetinin tefsirinde şöyle yer almıştır: “Boş
şeylerden maksat, boş şaka ve yalandır.”[1176]
18277. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en değerlisi
faydalı olmayan şeyleri terk eden kimsedir.”[1177]
18278. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kendisini
ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi İslam’ının
güzelliğindendir.”[1178]
18279. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Canın rahatlığı,
kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesindedir.”[1179]
18280. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hak ile amel et ve sana bu yolda
ulaşan şeylere itina gösterme ve boş şeylerden uzak dur.”[1180]
18281. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş şeylerle
uğraşmaktan sakın, aksi taktirde hor ve hakir düşersin.”[1181]
18282. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Boş şeyleri terk etmek,
sakınmanın süsüdür.”[1182]
18283. Resulullah (s.a.a) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! bana
merhamet et ki hayatta olduğum müddetçe günahları terk edeyim ve bana
merhamet buyur ki faydasız olan şey uğruna zahmete
düşmeyeyim.”[1183]
18284. İdris (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım!
Kalbimi sana doğru azık edinmeyeceğim ve seninle
görüştüğüm gün kendisinden faydalanmayacağım helal veya
haram her şeyden uzak kıl.”[1184]
18285. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faydalı olan bir şeyi terk etmekle
kendini faydasız olan bir şeye maruz bırakma.”[1185]
18286. İmam Ali (a.s) Abdullah bin Abbas’a
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah’a
hamd ve Peygambere selamdan sonra…Seni ilgilendiren (faydalı) şeyi
talep et, seni ilgilendirmeyen (faydalı olmayan) şeyleri ise terket.
Zira seni ilgilendirmeyen şeyleri terk etmek, seni ilgilendiren
(faydalı) şeylere ulaşmaktır.”[1186]
18287. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendisini ilgilendirmeyen
boş şeylerle meşgul olursa kendisini ilgilendiren işleri
kaybeder.”[1187]
18288. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendisini ilgilendiren
şeyleri terk ederse kendisini ilgilendirmeyen şeylere düçar olur.”[1188]
18289. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar oyun (ve şaka) üzere söylesen
de veya onu faydasız ve maksatsız saysan da asla nefsine uygun bir
söz söyleme. Zira nice şaka özgür insanı senden uzak düşürür ve
nice boş söz sana doğru kötülüğü çeker.”[1189]
18290. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Boş işlere dalmakla ateş
alevlerini yüzlerinize doğru alevlendirmeyin.”[1190]
18291. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice boş söz ve amel ardından
bir kötülük getirir.”[1191]
18292. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin ölümden sonra kendisiyle
birlikte olmayacağı şeylere koyulması, görüşün
gevşekliğindendir.”[1192]
18293. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş iş ve sözleri terk edin
ki beyinsiz kimseler sizden uzak dursun.”[1193]
18294. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim ayrıntılara yönelirse,
istenilen asıl hedefini kaybeder.”[1194]
18295. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendisi için zaruri olmayan bir
şeye yönelirse, kendisi için faydalı olan şeyi kaybeder.”[1195]
18296. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim önemli olmayan şeye
yönelirse, daha önemli olan şeyi kaybeder.”[1196]
18297. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim zaruri olmayan şeyle
meşgul olursa, kendisine zaruri olan şeyi zayi eder.”[1197]
18298. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın insanlar seni kendinden
gafil kılmasın. Zira bunun sonucu onlara değil sana
ulaşır. Gününü boş şeylerle geçirme. Zira
yaptığın her şeyi kaydeden biri seninle birlikte
bulunmaktadır.”[1198]
Tefsir
“Onlar boş şeylerden yüz
çevirirler” ayetinde geçen boş işten
maksat faydası olmayan iş demektir. Boş iş göreceli bir
şeydir. Zira bir işe oranla boş sayılan herhangi bir
şey başka bir işe oranla faydalı olabilir.
Din açısından boş
şeyden maksat bir şekilde ahiretle sonuçlanmayan, dünya
işlerinde hiçbir faydası bulunmayan mübah işlerdir. Örneğin
Allah’a itaat ve ibadet için kendisinden yardım alınan yemek ve içmek
bir anlamda yeme ve şehveti amacıyla da yerine getirilebilir.
Neticede eğer bir işin ne dünyaya ne de ahirete faydası olmazsa
o iş boş iştir. Daha dikkatli bir bakışla söyleyecek
olursak, boş iş, farz ve müstahap işlerin dışında
kalan işlerdir.
Münezzeh
olan Allah müminleri boş işleri mutlak bir şekilde terk etmekle
sıfatlandırmamıştır. Çünkü insan sürçmeye ve hataya
maruzdur. İnsanoğlu büyük günahlardan sakındığı
taktirde Allah diğer günahlarını bağışlar.
Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Size yasak edilen büyük günahlardan
kaçınırsanız, kötülüklerinizi örter ve sizi şerefli bir
yere yerleştiririz. ”[1199]
Aksine onları boş
işlerden yüz çevirmekle nitelendirmiştir, mutlak bir şekilde
terk etmekle değil! Yüz çevirmek, insanı bir işle meşgul
olmaya çağıran bir işin varlığının gereğidir.
Ama insan, itinasızlık ve önemsememek sebebiyle o işten yüz
çevirmekte ve başka bir işe yönelmektedir. Bu yüz çevirmenin
gereği de insanın kendisini boş şerafet ve keramete
aykırı işlere koyulmaktan daha üstün ve yüce bilmesi, büyük ve
yüce hedeflere yönelmesidir.
Gerçek iman da insanı buna davet
etmektedir. Zira iman azamet, yücelik, izzet kaynağı, mecd ve
değer ile ilgilidir. İman sıfatına sahip olan kimse ebedi
saadet dolu hayatından başkasına önem vermez ve sadece
hakkın azametini kabul ettiği şeyleri büyük kabul eder ve
aşağılık ve cahil kimselerin önem verdiği işlere
önem vermez. “Eğer cahiller ona hitap edecek
olursa, onlara yumuşaklıkla cevap verir. Boş işlerin
yanından geçince, yücelikle geçerler.”[1200]
Buradan da
anlaşıldığı üzere müminlerin boş işlerden
yüz çevirmesiyle nitelendirilmesi, onların himmet büyüklüğü ve
şahsiyet yüceliklerinden kinayedir.”[1201]
18299. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaybolmuş bir şeyi
sapıklardan başkası yemez.”[1202]
18300. İmam Sadık (a.s) bulunmuş şey hakkında
şöyle buyurmuştur: “Ona el vurma.
Eğer insanlar buldukları şeylere el sürmeselerdi sahibi gelir ve
onu alırdı.”[1203]
18301. İmam Ali (a.s) bulunmuş bir şey hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Onu
ilan etmeli, eğer sahibi bulunursa ona vermelidir. Eğer gelmezse bir
yıl tutmalıdır. Bu müddet boyunca sahibi veya onu isteyen kimse
gelmezse, onu sadaka vermelidir. Eğer o şeyi sadaka verdikten sonra
sahibi bulunur ve isterse, yanında bulunan şeyin bedelini sahibine
ödemelidir. Bu taktirde sadaka verdiği malın sevabı kendisine
aittir.”[1204]
bak. Vesail’uş Şia, 17/349, 2.
Bölüm
477. Konu
el-Lika
Görüşmek
Münezzeh ve Yüce Allah İle (Görüşmek)
F Bihar,
6/124, 4. Bölüm; Hubb-u Lika’ullah-i Subhaneh
F Kenz'ul-Ummal,
14/437, Ruyet’ullahi Subhaneh
F el-Müheccet’ül-Beyza,
8/3-101, Kitab’ul-Muhabbet ve’ş-Şevk ve’r-Rıza ve’l-Üns
bak.
F 435. konu,
el-Mukarrebun
F el-Üns,
310. Bölüm; el-Bela, 408. Bölüm; es-Sevab, 472. Bölüm; el-Muhabbet (2) , 671.
Bölüm; el-Marifet (2) , 2634-2638. Bölümler; el-Kalb, 3390, 3391. Bölümler
Kur’an:
“Ey Mûsa! Seni milletinden daha çabuk gelmeye
sevk eden nedir?” dedik. “Mûsa: “Onlar ardımdadır, Rabbim!
Hoşnut olman için sana acele geldim” dedi.”[1205]
18302. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şevk yakin sahiplerinin huyudur.”[1206]
18303. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şevk ariflerin halis dostudur.”[1207]
18304. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Marifet benim sermayem, akıl benim
dinimin kökü, sevgi benim eşyam, şevk benim bineğim ve aziz ve
celil olan Allah’ı zikretmek benim dostumdur.”[1208]
18305. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah üç gün üç gece
zarfında Musa bin İmran (a.s) ile yüzyirmi dört bin kelime münacatta
bulundu. Bu süre boyunca Musa (a.s) hiçbir şey yemedi ve içmedi.
İsrailoğullarına dönüp onların sözünü işitince
onlardan nefret etti. Bunun sebebi ise kulağında aziz ve celil olan
Allah ile görüşme tatlılığının
varlığı idi.”[1209]
18306. Resulullah (s.a.a) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Allahım! Senden
kazana hoşnutluk, ölümden sonra güzel hayat, yüzüne bakmanın
lezzetini, seni görmenin ve görüşmenin şevkini dilerim.”[1210]
18307. Ebu Derda, Ka’bul Ahbar’a şöyle
dedi: “Bana Tevrat’ın en özel ayetini haber ver:
“Ka’bul Ahbar şöyle dedi: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “İyiler benimle görüşmeye büyük bir iştiyak
duyarlar ama benim onlarla görüşme şevkim daha çoktur.” Ka’bul Ahbar
şöyle dedi: “Bu ayetin kenarında ise şöyle
yazmıştır: “Her kim beni ararsa beni bulur ve her kim de
başkasını ararsa beni bulamaz.”
Ebu Derda şöyle diyor: “Şahadet
ederim ki Allah resulünün (s.a.a) de bunu aynı şekilde ifade
ettiğine tanıklık ederim.”[1211]
18308. Davud’un (a.s) haberlerinde aziz ve
celil olan Allah’ın kendisine şöyle vahyettiği yer
almıştır: “Ey Davud! Daha ne
zamana kadar cenneti hatırlayacak ve bana olan şevki benden
dilemeyeceksin.” Davud şöyle arzetti: “Ey Rabbim! Sana iştiyak
duyanlar kimlerdir?” Allah şöyle buyurdu: “Bana müştak olanlar
kendilerini her türlü bulanıklıktan arıttığım,
uyanıklıkla kendilerini uyandırdığım ve
kalplerinde içinden bana baktıkları bir pencere açtığım
kimselerdir.”[1212]
18309. Hakeza Davud’un haberlerinde aziz ve
celil olan Allah’ın kendisine şöyle vahyettiği yer
almıştır: “Benim muhabbetimle
bana yönelen kullarıma de ki: Benimle sizin aranızdaki perdeyi kalp
gözlerinizle bana bakmanız için ortadan kaldırdığım
zaman yaratıklarımdan gizli kalmanızın size ne zararı olabilir
ki?”[1213]
18310. Hakeza Davud’un haberlerinde aziz ve
celil olan Allah’ın kendisine şöyle vahyettiği yer
almıştır: “Kalp gözünle bana
bak, başındaki gözlerinle akıllarını beni görmekten
örttüğüm kimselere bakma.”[1214]
18311. İmam Ali (a.s) Muaviye’ye
yazdığı bir mektubunda
şöyle buyurmuştur: “Muhacir ve
Ensar’dan toplanmış büyük bir orduyla tez elden üzerine
geleceğim… Hepsi kefenlerini giymiş. Bu ordunun en çok sevdiği
şey ise Rablerine kavuşmalarıdır.”[1215]
18312. İmam Ali (a.s) ashabını
savaşa teşvik ederken şöyle buyurmuştur: “Suya
koşan susuz kimse gibi, Allah’a doğru giden kimse kimdir? Cennet,
mızrakların gölgeleri altındadır. Bugün haberler
açıklanır. (İman iddialarının doğru olup
olmadığı belli olur.) Allah’a andolsun, ben
düşmanların kendi diyarlarına kavuşmayı özlemesinden
daha çok kavuşmayı özlüyor, şevk duyuyorum.”[1216]
18313. İmam Ali (a.s) Mısır
halkına yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Ben
Allah’a kavuşmayı özlüyor, onun güzel
karşılığını ümit ediyor, bekliyorum.”[1217]
18314. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’ı arzularsa arzu ve ümidinin
nihayetine erişir.”[1218]
18315. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim münezzeh olan Allah’tan
gayrisine umut bağlarsa umudu yalan (boşa) çıkar.”[1219]
18316. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’tan başkasını
kasteden kimse zayi olur.”[1220]
bak. el-Meheccet’ul Beyza, 8/27
18317. Davud’un (a.s) haberlerinde yer
aldığı üzere aziz ve celil olan Allah ona şöyle
vahyetmiştir: “Ey Davud! Ben iştiyak sahiplerinin
kalbini kendi hoşnutluğumdan yarattım ve onları kendi
zatımın nuruyla nimetlendirdim…
Davud şöyle arzetti: “Ey Rabbim!
Onlar hangi vesileyle senin nezdinde bu makama eriştiler.” Allah
şöyle buyurdu: “Güzel zanda bulunmak, kendini dünyadan ve dünyanın
ehlinden uzak tutmak, halvet etmek ve benimle münacatta bulunmak ile ve
şüphesiz bu da sadece dünya ve ehlini kenara iten, dünya ve ehlini asla
anmayan, kalbini benim için boş tutan ve beni bütün
yaratıklarıma tercih eden kimsenin ulaşabileceği bir
makamdır. Bu durumda ben ona yönelirim. Onu kendim için kılarım,
kendimle onun arasındaki örtüyü kaldırırım, böylece gözüyle
bir şeyi gören kimse gibi beni görür.”[1221]
18318. Hakeza Davud’un (a.s) haberlerinde şöyle yer
almıştır: “Ey Davud! Benden
yüzçevirenler için nasıl beklediğimi, onları nasıl
sevdiğimi, onların günahı terk edişlerine nasıl
iştiyak duyduğumu bilecek olsalardı şüphesiz bana
şevkten dolayı ölür, bana duydukları aşktan dolayı
bedenlerinin eklemleri birbirinden ayrılırdı.”[1222]
18319. Resulullah (s.a.a) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey Allahım!
Bana senin sevgini, seni seven kimselerin sevgisini ve senin sevgine
yaklaştıran şeyleri sevmeyi bana nasip et ve nezdinde senin
sevgini (sıcak bir günde içilen) soğuk bir sudan daha sevimli
kıl.”[1223]
18320. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Canlarınızı cennet
nimetine müştak kılınız ki ölümü sevip hayata düşman
olasınız.”[1224]
18321. İmam Ali (a.s) kendisine, “Hangi
sebeple Allah’la görüşmeyi sevdin?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Çünkü Allah’ın benim için
meleklerin, elçilerin ve peygamberlerin dinini seçtiğini gördüm ve
anladım ki beni böyle saygın kılan kimse beni asla unutmaz ve bu
yüzden de onu görmeyi sevdim.”[1225]
bak. el-Mevt, 3737. Bölüm
18322. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah ile görüşmeyi
severse Allah da onunla görüşmeyi sever ve her kim de Allah’la
görüşmeyi sevmezse Allah da onunla görüşmeyi sevmez.”[1226]
18323. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah ile görüşmeyi
severse Allah da onunla görüşmeyi sever. Ve her kim de Allah’la
görüşmeyi sevmezse Allah da onunla görüşmeyi hoş görmez.”şöyle
arzettiler: “Ey Alalh’ın Resulü! Şüphesiz biz ölümü hoş
görmüyoruz.” Peygamber şöyle buyurdu: “Bunun ölümü hoş görmemekle hiç
bir ilişkisi yoktur. Mümin ölümü gelip çattığında Allah
tarafından bir müjdeleyici gelir ve kendisine doğru gitmekte
olduğu şeyleri ona müjdeler. Bu esnada kendisi için Allahla
görüşmekten daha sevimli bir şey yoktur. O halde o Allahla
görüşmeyi sever ve Allah da onunla görüşmeyi sever. Ama günahkar
kimsenin ölüm anı çattığında kendisini bekleyen kötü
akibeti yanına gelir. Bu yüzden o
Allahla görüşmeyi hoş görmez Allah da onunla görüşmeyi hoş
görmez.”[1227]
18324. İmam Sadık (a.s) kendisine,
“Her kim Allah ile görüşmeyi severse Allah da onunla görüşmeyi sever
ve her kim de Alah’la görüşmekten nefret ederse Allah da onunla
görüşmekten nefret eder” hadisi sorulunca şöyle buyurmuştur: “Evet
öyledir.” Ben (Ravi) şöyle arzettim: “Allaha yemin olsun ki biz ölümü
hoş görmüyoruz.” İmam şöyle buyurdu: “Bu sizin
düşündüğünüz gibi değildir. Aksine maksat ölümü müşahade
ettiğinde Allah’la görüşmekten hoşlanmak veya hoşlanmamaktır.
O esnada eğer sevdiği bir şeyi görürse onun için ilerlemekten
daha sevimli bir şey yoktur. Bu esnada Allah onunla görüşmeyi sever
ve o da Allah ile görüşmeyi sever ama eğer
hoşlanmadığı bir şeyi görürse bu durumda da hiçbir
şey onun için Allah ile görüşmekten daha nefret edilir değildir.
Aziz ve celil olan Allah da onunla görüşmekten nefret eder.”[1228]
18325. Yahya bin Sabur şöyle diyor: “İmam
Sadık’ın (a.s) ölmek üzere olan birinin gözlerinden
yaşların boşalması hakkında şöyle
buyurduğunu işittim: “Bu Allah Resulünü (s.a.a) müşahade
esnasındadır. Zira kendisini sevindiren bir şeyi görmektedir.”
Yahya şöyle diyor: “İmam daha sonra şöyle buyurdu:
“İnsanın kendisini sevindiren ve sevdiği bir şeyi
gördüğünde gözlerinden yaşların
boşaldığını ve güldüğünü görmüyor musun?”[1229]
18326. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın sizlere emrettiği
şeylere sarılın. Zira sizlerden biriyle kendisini sevindiren ve
sevdiği şeyi görmesi Allah Resulünün (s.a.a) yanında hazır
olmasından başka bir şey midir? Allah nezdinde olan şey ise
daha iyi ve kalıcıdır. Aziz ve celil olan Allah tarafından
kendisine bir müjde gelir ve neticede gözleri aydınlanır ve Allahla
görüşmeyi sever.”[1230]
18327. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala İbrahim’in
canını almak isteyince ölüm meleğini ona doğru gönderdi. O
da geldi ve şöyle dedi: “Selam olsun sana ey İbrahim!” İbrahim
(a.s) şöyle buyurdu: “Sana selam olsun ey ölüm meleği! Sen bir
davetçi misin yoksa ölüm haberini mi getirdin?” o şöyle buyurdu: “Ben
davetçiyim ey İbrahim! O halde (hakkın davetine) icabet et.
İbrahim (a.s) şöyle buyurdu:
“Acaba dostun kendi dostunu öldürdüğünü gördün mü?” Bunun üzerine aziz ve
celil olan Allah şöyle buyurdu: “Ey ölüm meleği! İbrahim’in
yanına git ve ona şöyle de: “Dostun dostla görüşmekten
hoşlanmadığını gördün mü? Şüphesiz dost dostuyla
görüşmeye iştiyak duyar.” [1231]
Başka bir rivayette ise şöyle
yer almıştır: “…Bunun üzerine
İbrahim (a.s) şöyle buyurdu: “Ey ölüm meleği! Şimdi
canımı al.”[1232]
18328. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim iştiyak duyarsa gece
boyunca yol kateder.”[1233]
18329. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir şeye iştiyak duyan kimse
(ondan başka her şeyi) unutur.”[1234]
18330. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim münezzeh olan Allah’la
görüşmeyi severse dünyayı unutur.”[1235]
18331. Ebu Muammer Se’dani şöyle diyor: “Bir
şahıs Müminlerin Emiri Ali bin Ebi Talib’in (a.s) huzuruna vardı
ve şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın semavi kitabı
hakkında şek içindeyim.” İmam (a.s) ona şöyle buyurdu:
“Yazıklar olsun sana! Söyle bakayım, şek ettiğin şey
nedir?” o şöyle arzetti: “Azameti yüce olan Allah şöyle
buyurmaktadır: “Onlar rableriyle görüşmeyi inkar ederler.”[1236]
Müminler hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Onlar
Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler”[1237]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Onunla görüştükleri gün
sözleri selamdır”[1238]
hakeza şöyle buyurmuştur: “Her kim Rabbiyle görüşmeyi
ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir”[1239]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Her kim Rabbiyle görüşmeye
ümit ederse salih amelde bulunmalıdır.”[1240]
Allah bu ayetlerin birinde onunla
görüşeceklerini söylüyor. Bir defasında gözlerinin kendisini
görmeyeceğini ve onun gözleri kuşattığını
söylüyor ve bir defasında da “O’nu ilim olarak ihata edemezler”
demektedir. Bunlar nedir ey Müminlerin Emiri! Bu işittiğim şeyler
hakkında nasıl şek etmeyeyim?” Bunun üzerine İmam
şöyle buyurdu: “Onlar rableriyle görüşmeyi inkar ederler” ayeti
ile müminleri zikrettiği “Onlar Rableriyle görüşeceklerine
inanır ve şüphesiz ona geri dönerler” ayeti başkaları
hakkındaki “Allah’a verdikleri sözünde durmadıkları için
onunla görüştükleri güne kadar…”[1241]
ayeti ve “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde
bulunmalıdır” “Onlar rableriyle görüşmeyi inkar ederler” ayetine
gelince…maksat aziz ve celil olan Allah’ın kendisiyle görüşmek olarak
adlandırdığı kıyamettir. Müminler hakkındaki “Onlar
Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler”
ayetinden maksat ise onların dirilmeye, haşrolmaya ve hesaba
çekileceklerine sevap ve mükafat göreceklerine yakin ettikleri anlamındadır.
O halde ayette geçen zandan maksat yakin anlamındadır.
Dolayısıyla “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih
amelde bulunmalıdır” ayeti ile “Her kim Rabbiyle
görüşmeyi ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir” ayetinden maksat
ise dirilişe iman eden kimsedir. Zira Allah’ın mükafat ve ceza
hakkındaki vadi gerçekleşecektir. Buradaki görüşmek ise görmek
anlamında değildir; diriliş anlamındadır. O halde
Allah’la görüşme hakkında yer alan ayetleri anla ki bunların
tümünde diriliş anlamındadır. Hakeza “Onunla
görüştükleri gün sözleri selamdır” ayetinden maksat, dirildikleri
gün kalplerinden imanın asla çıkmayacağıdır.”
O adam şöyle arzetti: “Beni
rahatlattın ey Müminlerin Emiri! Zira işimin düğümünü çözdün.”[1242]
478. Konu
el-Lehv
Oyalanma
F Bihar,
73/154, 125. Bölüm; el-Gaflet ve’l-Lehv
F Kenz'ul-Ummal,
15/211-231, Kitab’ul-Lehv
bak.
F 475. konu,
el-Leğv; 398. konu, el-Gına;
F ed-Dünya,
1226. Bölüm; ed-Din, 1038. Bölüm; et-Ticaret, 446. Bölüm
Kur’an:
“Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma,
süslenme, aranızda övünmeden ibarettir.”[1243]
“İnsanlar arasında, bir bilgisi
olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği
boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar
vardır. İşte alçaltıcı azâb bunlar içindir.”[1244]
“Onlar bir kazanç veya bir eğlence
gördüklerinde, seni ayakta bırakarak oraya yöneldiler. De ki: “Allah
katında olan, eğlenceden de kazançtan da hayırlıdır.
Allah, rızık verenlerin en iyisidir.”[1245]
18332. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey Allah’ın kulları! Nimetler
içerisinde ömür sürenler nerede? İlim öğrenip anlayanlar nerede?
Onlara mühlet verildi de gaflete daldılar.”[1246]
18333. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah'tan korkun; hiç
kimse oynasın diye boşuna yaratılmamış, boş
işler yapsın diye kendi haline terk edilmemiştir.”[1247]
18334. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah hiçbir işi
abes olsun diye yaratmamıştır ki neticede oyalanma ve gafletle
geçirsin. Münezzeh olan Allah hiç bir şeyi kendi haline bırakmamıştır
ki boş şey yapmış olsun.”[1248]
18335. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş şeylerden uzak dur, zira
sen boş yere yaratılmamışsın ki neticede boş
şeylerle oyalanasın ve başı boş
bırakılmadın ki boş şeylerle
uğraşasın.”[1249]
18336. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bana, “Müminlerin Emiri” denildikten
sonra zamanın zorluklarında onlara ortak olmamaya,
sıkıntılı yaşayışlarında onlara örnek
olmamaya razı olur muyum? Ben, güzel şeyleri yemekle meşgul
olmak için yaratılmadım. Ben bütün derdi/tasası yiyeceği
olan ahırda bağlı bir hayvan veya işi gücü çöplükler
arasında yiyecek aramak olan, sahibinin maksadından haberi bile
bulunmayan bir hayvan değilim. İşsiz güçsüz gezeyim veya abesle
meşgul olayım.”[1250]
18337. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Meşguliyet (gaflet)
ahmakların yiyeceğidir.”[1251]
18338. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Oyalanmak, cahilliğin
meyvelerindendir.”[1252]
18339. İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş konuşmak beyinsizlerin
şakası ve cahillerin işidir.”[1253]
18340. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün akıl boş
şeylerden uzak durmaktır.”[1254]
18341. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine muhtaç
olmadığınız her işten uzak durunuz.”[1255]
18342. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni batıl bir şey
vesilesiyle hoşnut eden, boş işlerle meşgul kılan
ciddi olmayan işlere rağbet ettiren kimse sana ihanet etmiştir.”[1256]
18343. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyanın yalancı
oyalanmalarla seni kandırmasından sakın zira heva ve heves sona
erer ve elde ettiğin günahlar senin için baki kalır.”[1257]
18344. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ömrün içinde heba olduğu en kötü
şey oyundur.”[1258]
18345. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelsiz ahiretten ümidi olan kimseden
olma; Hastalanırsa, pişman olur; sıhhate kavuşursa, gaflete
dalıp korkusuz ve endişesiz olur. Ona göre zenginlerle eğlenceye
dalmak, fakirlerle beraber zikirden daha sevimlidir.”[1259]
18346. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş şeylerle oyalanmak rahman
olan Allah’ı gazaplandırır, şeytanı hoşnut
kılar ve Kur’an’ı unutturur.”[1260]
18347. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Boş şeyle uğraşan kimseyle
oturmak insana Kur’an’ı unutturur ve şeytanı hazır
bulundurur.”[1261]
18348. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş şeylerle oyalanmak ciddi
kararları heba eder.”[1262]
18349. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Batıl ve boş işler
insanı sapıklıklara düşürür.”[1263]
18350. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Oyalanma oyunla başlar, savaş
ve kavga ile sona erer.”[1264]
18351. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice boş oyalanmalar hür
insanı ürkütür.”[1265]
18352. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ömrünü boş oyalanmalarda tüketme;
aksi taktirde hiçbir ümidin olmaksızın ayrılırsın.”[1266]
18353. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş şeylerle oyalanma
toplantıları imanı yok eder.”[1267]
18354. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan doğruluk ve
dürüstlüğe en uzak kimse oyalanma düşkünü kimsedir.”[1268]
18355. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan başarıya en
uzak olan kimse boş şeyleri ve şakayı seven kimsedir.”[1269]
18356. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok oyalanan kimse ahmak
sayılır.”[1270]
18357. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş şeylerle çok oyalanan
kimsenin aklı azdır.”[1271]
18358. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Oyun, oyalanma ve işret
düşkünü kimse asla kurtuluşa eremez.”[1272]
18359. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Oyun, oyalanma ve işret
düşkünü kimse akıllı değildir.”[1273]
18360. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin sonunda gafil olacağı
hiçbir işle oyalanmaz, dolayısıyla da mümin düşününce
hüzünlenir.”[1274]
18361. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin oyalanmaktan hoşlanmaz ciddi
işlerle ülfet edinir.”[1275]
18362. İmam Ali (a.s) müminin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Vakti
hep doludur.”[1276]
18363. İmam Sadık (a.s) oyalanmak
için av peşinde koşturan birine şöyle buyurmuştur: “Müminin
böyle şeyler için fırsatı yoktur. ahireti talep etmek onu
oyalanmaktan alıkoymuştur.” İmam (a.s) daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Mümin bu işlerden hiç birisine fırsat bulamaz.
Onun oyalanmayla ne işi vardır? Oyalayıcı işler kalbi
katılaştırır ve (kalpte) nifak bitirir.”[1277]
18364. Mecmeul Beyan’da şöyle yer
almıştır: “Ma’mer’den
şöyle dediği nakledilmiştir: “Şüphesiz çocuklar Yahya’ya
şöyle dediler: “Gel birlikte oynayalım.” Yahya şöyle dedi: Biz
oyun için yaratılmadık. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Henüz çocukken kendisine hikmet (nübüvvet
makamını) verdik.” Bu konu İmam Rıza’dan da rivayet
edilmiştir.”[1278]
18365. İmam Sadık (a.s) kendisine,
imamet makamına sahip olan kimseyi soran Sefvan Cemaml’a şöyle
buyurmuştur: “Bu makama sahip olan kimse
oynaşıp oyalanmaz” bu esnada henüz çocuk olan Ebu’l Hasan Musa içeri
girdi. Onun yanında yavru bir Mekke keçisi vardır ve sürekli ona
şöyle diyordu: “Rabbine secde et.” İmam Sadık (a.s) onu
kucağına aldı ve şöyle buyurdu: “Babam ve annem boş
şeyle oyalanıp oynamayan kimseye feda olsun.”[1279]
18366. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nabiğa’nın oğluna
şaşarım; beni mizah ehli, şakacı ve halkı
eğlendiren bir kişi olarak tanıtmış Şam
halkına. Ama gerçekten batıl bir söz söyleyip günaha
dalmıştır…Bilin ki Allah’a andolsun ölümü anmak beni oyundan
alıkoyar; ahireti unutmak ise onu hak söz söylemekten meneder”[1280]
18367. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin oyalanması üç
şeydedir: “Helali olan kadınlardan lezzet almak, kardeşlerle
sıradan konuşmak ve gece namazı.”[1281]
18368. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin için şu üç şey
dışında her oyalayıcı boş şeyler batıldır:
Atını terbiye etmek, okçuluk yapmak ve eşiyle oynaşmak.
Zira bu üç iş haktır.”[1282]
18369. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin en iyi oyalanması yüzmek,
kadının en iyi oyalanması ise dokumaktır.”[1283]
18370. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu dört şey
dışında Allah’ın zikri sayılmayan her şey birer
oyalanma ve oyundur: İnsanın eşiyle oynaşması,
insanın atını terbiye etmesi, iki hedef (ok atımı)
arasında yürümek ve yüzmeyi öğretmek.”[1284]
18371. Resulullah (s.a.a)şöyle
buyurmuştur: “Oyalanıp oynaşınız
zira ben dininizde zorlukla kabalığın görülmesinden
hoşlanmam.”[1285]
Şöyle diyorum: bu hadis doğru
olduğu taktirde mümin için faydalı olan dinlenme ve eylenme
anlamına alınmalıdır.
18372. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Güvercin kuşları
münafıkların işi gücüdür.”[1286]
18373. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Peygamber (s.a.a) güvercin uçuran
birini gördüğünde şöyle buyurdu: “Bir şeytan başka bir
şeytanın peşice koşturmaktadır.”[1287]
18374. Enes bin Malik şöyle diyor: “Allah
Resulü güvercinin peşine koşan birini görünce şöyle
buyurmuştur: “Bir şeytan başka bir şeytanın
peşine düşmüştür.”[1288]
18375. Ebu Hureyre şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) dişi bir güvercini takip eden birini gördü ve şöyle
buyurdu: “Bir şeytan dişi bir şeytanın peşine
düşmüştür.”[1289]
479. Konu
el-Livat
Eşcinsellik
F Bihar,
79/62, 71. Bölüm; Tahrim’ul-Livat
F Vesail’uş-Şia,
18/416, Ebvab-u Hadd’il-Livat
F Bihar,
79/77, 73. Bölüm; men eta biheyme
Kur’an:
“Lut’u da gönderdik, kavmine “Dünyalarda hiç
kimsenin sizden önce yapmadığı bir
hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz
kadınları bırakıp erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?
Doğrusu çok aşırı giden bir kavimsiniz” dedi.”[1290]
bak. Enbiya suresi, 74. ayet; Şuara suresi,
165-174. ayetler, Neml suresi, 54, 55. ayetler; Ankebut suresi, 28-35. ayetler
18376. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetim için en çok korktuğum
şey Lüt kavminin amelidir.”[1291]
18377. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Lut kavminin işini yapan birini
gördüğünüzde hem faili ve hem de mefulu (hem yapanı ve hem de
kendisine yapılan) kimseyi öldürünüz.”[1292]
18378. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim erkeklerle cinsel ilişkide
bulunmaya devam ederse mutlaka ölmeden önce erkekleri kendisiyle ilişkiye
davet eder.”[1293]
18379. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hem kim istek ve rağbetiyle
kendisiyle oynaşılmasına izin verirse Allah onda
kadınların şehvetini karar kılar.”[1294]
18380. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkeklerin erkeklere ve
kadınların kadınlara yönelmesinin haram
kılınışının bir sebebi kadınların
varlıksal yapısıyla erkeklerin varlıksal
yapısıdır (her birisi muhalif bir cinsi için yaratılmıştır)
. Diğer bir sebebi ise erkeklerin erkeklere kadınların da
kadınlara yönelmesiyle insan neslinin ortadan kalkması toplumda düzen
ve tedbirin altüst olması ve dünyanın harap olmasıdır.”[1295]
18381. İmam Sadık (a.s) kendisine
eşcinselliğin neden haram kılındığını
soran bir zındıka şöyle buyurmuştur: “Zira
eğer homoseksüel ilişkiler helal olsaydı bu durumda erkekler
kadınlardan müstağni olur ve bu da neslin ortadan kalkmasına ve
kadınların eşsiz kalmasına sebep olurdu. Hakeza
homoseksüelliğin caiz oluşunda bir çok fesat ve bozukluk
bulunmaktadır.” Zındık şöyle sordu: “Neden hayvanlarla
ilişki kurmak haram kılınmıştır? İmam
şöyle buyurdu: Allah erkeğin kendi bel suyunu heder etmesini ve kendi
türünden olmayan şeylerle ilişkiye girmesini hoş
görmemiştir. Eğer bu işe izin verseydi herkes dişi bir
merkep alır hem ona biner ve hem de onunla ilişkiye girerdi. Bunda
bir çok bozukluklar ve fesatlar vardır bu yüzden Allah-u Teala
sırtına (binmeyi) helal kılmış, ilişkiye girmeyi
ise haram kılmıştır. Erkekler için kendileriyle ünsiyet
edinmesi ve onlara huzur vermesi için kadınları
yaratmıştır. Kadınlar erkeklerin şehvet yerleri ve
çocuklarının anneleridir.”[1296]
18382. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah imanı, şirki
temizlemek… eşcinselliğin terkini ise nesli çoğaltmak için farz
kılmıştır.”[1297]
18383. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki Allah’ın, meleklerin ve
bütün insanların laneti mastürbasyon yapan veya homoseksüellik yapan
kimselerin üzerine olsun.”[1298]
18384. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimden her kim Lut kavminin
işini yapar ve bu iş üzere ölürse ona mezara konuluncaya kadar mühlet
verilir. Kabre konulduğu zaman ise üç gün geçmeden yer, onu helak
olmuş Lut kavminin arasına atar ve böylece kıyamet günü onlarla
haşrolur.”[1299]
18385. Meymun Lebban şöyle diyor: “Ben
İmam Sadık’ın (a.s) yanındayken huzurunda Hud suresinin
birtakım ayetleri okundu “Buyruğumuz gelince oraların
altını üstüne getirdik; üzerlerine (balçıktan) pişirilip
istif edilmiş sert taş yağdırdık. (O taşlar) Rabbin katında işaretlenerek
(yağdırılmıştır.) Onlar (diğer) zalimlerden
uzak değildir”[1300]
ayeti okunduğuında ise imam (a.s) şöyle buyurdu: “Her kim
homoseksüellik ilişkilere devam eder ve tevbe etmeden ölürse Allah da ona
bu taşlardan birini vurur ve ölümü ondan olur ve hiç kimse o
taşı göremez.”[1301]
18386. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala müminin şehvetini
belinde, kafirin şehvetini ise arkasında karar
kılmıştır.”[1302]
18387. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şialarımızda şu üç
haslet dışında her haslet olabilir: Onlar arasında hiç
kimse dilenmez, onlar arasında cimri olmaz ve onlar arasında
homoseksüel bulunmaz.”[1303]
18388. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah cennet tahtına oturmayı nikahlanmış arkalara
(tevbe etmeden ölen Lut kavminin işini yapan homoseksüellere) haram
kılmıştır.”[1304]
bak. 257. Konu, et-Teşebbuh
Kur’an:
“İş
olup bitince, şeytan: “Doğrusu Allah size gerçeği söz
vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi
zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz.
O halde, beni değil kendinizi kınayın.” Dedi.[1305]
18389. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hamd eden sadece Rabbine hamd etsin ve
kınayan sadece kendini kınasın.”[1306]
18390. Hz. Mesih (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey kötü kullar! İnsanları
kendi zanlarınız esasınca kınıyor, kendinizi ise sahip
olduğunuz (kötülükleriniz ve günahlarınız hususundaki) yakininiz
sebebiyle kınamıyor musunuz?”[1307]
18391. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim kendisini itham yerinde karar
kılarsa kendisine kötü zanda bulunan kimseyi
kınamamalıdır.”[1308]
18392. İmam Hasan (a.s)
kardeşlerinden birinin niteliği hakkında şöyle
buyurmuştur: “Özür dilemesi mümkün olan hiçbir
iş hususunda herhangi bir kimseyi kınamazdı.”[1309]
18393. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eskiden ilahi bir kardeşim
vardı… Benzerinde özür bulduğu bir işte, özrünü dinleyinceye
kadar hiç kimseyi kınamazdı.”[1310]
18394. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kınanmış kimsenin
suçu yoktur.”[1311]
18395. İmam Ali (a.s) Muaviye’ye
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Ona
defalarca tekrarladığı bidatlerin kötülüğünü bildirmemden
dolayı özür dilemiyorum. Eğer ona karşı kusurum onu
irşat ve hidayet etmekse (bu kusur değildir) nice günahsızlar
vardır ki günahla itham olunmuştur.”[1312]
18396. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kınamak sevginin
hayatıdır.”[1313]
18397. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cahil kimseyi kınama ki sana
düşman kesilir, akıllı kimseyi kına ki seninle dost olur.”[1314]
18398. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kınadığın zaman
(dostluk için bir yer) baki bırak.”[1315]
18399. İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a
yaptığı bir vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Dostundan
ayrılmak istersen, barışmak için açık kapı bırak
ki bir gün dönmek istediğinde dönebilsin.”[1316]
18400. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gazabından hoşnutluğun
için bir yer bırak ve uçtuğun zaman kanatlanmamış civciv
gibi yere kon (fazla kızdığın zaman yükselme ve hemen gazap
semalarından yere kon.”[1317]
18401. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne dostluğun bir yük olsun ve ne
de düşmanlığın helak edici. Dostunu itidal çizgisinde sev
ve düşmanına da itidal çizgisinde düşmanlık et.”[1318]
bak. el-İşre, 2734. Bölüm
18402. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kınamada aşırı gitmek
inatçılık ateşini alevlendirir.”[1319]
18403. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Defalarca kınamaktan sakın,
zira bu iş günah hususunda insanı küstahlaştırır ve
kınamayı değersiz kılar.”[1320]
18404. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla kınama zira bu iş kin
oluşturur ve düşmanlık ve nefrete sebep olur.”[1321]
18405. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla kınamak şek ve
şüpheye sebep olur.”[1322]
Mim Harfi
ü el-Emsal (Örnek-Benzer)
ü et-Timsal (Resim ve
Heykel)
ü el-İmtihan
(İmtihan)
ü el-Medh (Övmek)
ü el-Mir’et (Kadın)
ü el-Muruvvet (Mürüvvet)
ü el-Merez (Hastalık)
ü el-Mira (Mücadele)
ü el-Mizah
(Mizah-Şaka)
ü el-Mesh (Mesh)
ü el-Meşy (Yürümek)
ü el-Mekr (Hile-Düzen)
ü et-Temellok
(Yalakacılık-Dalkavukluk)
ü el-Mülk (Mülk)
ü el-Melaike (Melekler)
ü el-Melekut (Melekut)
ü el-İmla (Mühlet
vermek )
ü el-İstimna
(Mastürbasyon)
ü el-Mevt (Ölüm)
ü el-Mal (Mal)
481. Konu
el-Emsal
Örnekler- Misaller
F Sünen-i
Türmüzi, 5/144, Kitab’ul-Emsal
bak.
F er-Riba,
1432. Bölüm; el-Haya, 994. Bölüm
Kur’an:
“Biz bu misalleri insanlara veriyoruz,
onları ancak bilenler anlayabilir.”[1323]
“And olsun ki, biz Kur’an’da insanlara türlü
türlü misal gösterip açıkladık. Öyleyken insanların çoğu
nankör olmakta direndiler.”[1324]
“And olsun ki, biz bu Kur’an’da insanlara türlü
türlü misali gösterip açıkladık. İnsanın en çok
yaptığı iş tartışmadır.”[1325]
“And olsun ki, size apaçık ayetler, sizden
önce geçenlerden misal ve sakınanlara öğüt indirdik.”[1326]
18406. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları! Size
örnekler getiren, ecellerinize vakit tayin eden Allah’tan
sakınmanızı tavsiye ediyorum.”[1327]
18407. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her türlü örnek akıl ve gönül sahipleri
için verilmektedir.”[1328]
18408. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Örnekler ibret alan kimseler için
verilmektedir.”[1329]
18409. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Örnekler ders almak için
verilmektedir.”[1330]
18410. Resulullah (s.a.a) İbrahim’in
suhufu hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Onların
tümü örneklerden ibaretti.”[1331]
18411. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cin ve insanlara dünyanın
üzerindeki perdeyi kaldırmak, zararlardan korumak, türlü türlü örnekler
vermek için elçilerini gönderen O’dur.”[1332]
18412. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne kadar ilginç olurdu, bu
dosdoğru misaller ve şifa verici öğütler tertemiz gönüllere,
işitip anlayan kulaklara, sabit görüşlere ve uzak görüşlü
kalplere ulaşabilseydi!”[1333]
18413. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşler karıştığında
(iyiyle kötü anlaşılmadığında) , sonları
evvelleriyle mukayese edilir.”[1334]
18414. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Olmayanı olup bitenden çıkar
da anla. Çünkü işler, birbirine benzer.”[1335]
18415. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki bu dünyanızdan
geçen her şey bu elbisemin iplerine denk değildir. Baki kalanın
geçmiş olana benzerliği ise suyun suya
yakınlığından daha fazladır.”[1336]
18416. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an seni güzel bir haslete davet
ettiğinde kendini o hasletin benzerleriyle de süsle.”[1337]
18417. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(Kendine gel de) bunları iyi
düşün. Çünkü örnek, benzerine de delalet eder.”[1338]
18418. İmam Ali (a.s) Kasıa
hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
azabına uğrattığı günler ile belalara, çetin olaylara
düşürdüğü günlere ait önünüzde pek çok örnek var. O halde azabı
hakkında bilginiz olmadığı bahanesiyle Allah’ın
intikamını hafif sayarak ve kendinizi Allah’ın intikamından
uzak görerek Allah’ın azabından emin olmayın.”[1339]
18419. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İsmail’in evladından,
İshak oğulları'ndan, İsrailoğulları’ndan (a.s)
ibret alın. Hallerinin benzerliği ne kadar çok, durumları
birbirlerine ne kadar da yakındır.”[1340]
bak. 332. Konu, el-İbret
Kur’an:
“Allah gökten su indirir, dereler onunla dolar
taşar. Sel, üste çıkan köpüğü alır götürür. Süslenmek veya
faydalanmak için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer bir köpük
vardır. Allah, hak ve batıl için şöyle misal verir: Köpük uçup
gider, insanlara fayda veren ise yerde kalır. Allah bunun gibi daha nice
misaller verir.”[1341]
bak. el-Hak, 886. Bölüm; el-Batıl, 360.
Bölüm
Kur’an:
“Bu,
dosdoğru olan yolumdur. Öyleyse ona uyun. Sizi Allah yolundan ayrı
düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları
sakınasınız diye buyurmaktadır.”[1342]
18420. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah doğru yola bir örnek
vermiştir ki iki tarafında açık kapıları olan iki oda
vardır. Kapıların önüne perdeler asılıdır, yolun
başında bir davetçi davet etmekte yolun üstünde ise başka bir
davetçi davet etmektedir. Allah ise esenlik yurduna davet etmektedir. Her kim
isterse doğru yola hidayet olur. Yolun iki tarafında bulunan
kapılar Allah’ın hudutlarıdır. Her kim Allah’ın
hududuna girerse perde yukarı çekilir ve yukarıdan davet eden davetçi
ise Rabbinin vaizidir.”[1343]
18421. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah doğru yolu
örneklendirmiştir ki iki tarafında iki duvar vardır; geniş
kapılara sahiptir, kapılarının önünde perdeler
asılıdır, yolun girişinde bir davetçi şöyle
demektedir: Ey insanlar! Hepiniz doğru yola geliniz
dağılmayınız.” Başka bir davetçi ise yolun üstünde
insanları yola girmeye davet eder dolayısıyla insan o
kapılardan birini açmak istediğinde o şöyle der: “Eyvahlar olsun
sana! Onu açma, zira eğer açacak olursan ona girersin. O yol İslam
yoludur ve o iki duvarda Allah’ın hududları, açıok kapılar
Allah’ın haremi ve o yolun başındaki davetçi ise Allah’ın
kitabı, yolun üzerindeki davetçi ise her Müslüman’ın kalbinde bulunan
Allah-u Teala’nın vaizidir.”[1344]
18422. İbn-i Mes’ud şöyle diyor: “Allah
Resulü eliyle bir çizgi çizdi ve daha sonra şöyle buyurdu: “Bu
Allah’ın doğru yoludur.” Daha sonra sağ ve sol tarafa bir
takım çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu yollardan her birinin
üzerinde o yola davet eden bir şeytan vardır” Peygamber daha sonra
şu ayeti okudu: “Şüphesiz budur doğru yolum. O halde ona
uyunuz ve diğer yollara uymayınız.”[1345]
bak. 218. Konu; es-Sebil, 293, es-Sirat,
el-İmamet (1) , 135. Bölüm
18423. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benim ve sizin örneğiniz ateş
yakan, ardından kendisini ateşe atan kelebek ve çekirgeleri
ateşten uzaklaştıran kimsenin misalidir. Ben de sizin
kemerinizden tutmuş sizi ateşten uzaklaştırmaya çalışıyorum;
sizler ise elimden kaçıyorsunuz.”[1346]
18424. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benim ve sizin örneğiniz
düşmanın saldırısından korktukları için
kendilerine nöbet tutması için bir adam görevlendiren grubun misalidir. O
adam düşmanı görür, arkadaşlarını yanına dönüp
onları uyarmadan düşmanın saldırıya geçeceğinden
korktuğu için elbisesiyle üç defa onlara işaret verip, “Ey insanlar!
Size karşı saldırıya geçilmiş” der.”[1347]
18425. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benim, sizin ve peygamberlerin misali
yakıcı ve susuz bir çölü kateden, ama katettiği yolun mu veya
kalan mesafenin mi daha uzun olduğunu bilmeyen topluluğun misalidir.
Onlar; yorulup yorgun düşer, azıkları sona erer, çölün
ortasına düşer ve yok olacaklarına yakin ederler. Bu durumda
ansızın başından su damlayan ipek elbiseler giymiş
birisi ortaya çıkar. O grup şöyle der: Bu kimse kasabadan daha yeni
gelmiştir” o şahıs yanlarına varınca şöyle der:
“Hey, sizlere ne olmuş?! O grup şöyle der: “Görüyorsun ki halden
düşmüş durumdayız, azığımız bitmiş,
çölün ortasında yere yığılmışız, yolun
çoğunu mu yoksa azını mı katettiğimizi bilemiyoruz” o
şahıs şöyle der: “Eğer sizi içilecek tatlı bir suya,
yemyeşil bağ ve bahçelere ulaştıracak olursam bana ne
verirsiniz?” onlar şöyle der: “Sen neyi emredersen…
O şahıs onları
yemyeşil bağ ve bahçelere, içilecek tatlı suya
ulaştırır, kısa bir müddet sonra onlara şöyle der:
“Kalkınız da sizleri bundan daha yeşil bağ ve bahçelere,
daha tatlı suyu olan bir yere götüreyim.” Ama o grubun çoğu
şöyle der: “Neredeyse bunu bile elde edemeyecektik” lakin onlardan bir
gurubu şöyle der: “Bu adama isyan etmeyeceğinize dair söz vermediniz
mi?” o başta size doğru söyledi, bu sözü de o birinci sözü gibi
doğrudur.” Bunun üzerine o grup onunla yola düşer ve onları
yemyeşil bağlara ve tatlı salara ulaştırır. Ama
diğerleri gece ansızın düşmanın
saldırısına uğrar ve sabahleyin bir grubu öldürülür,
diğer bir gurubu da esir düşer.”[1348]
18426. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benimle Allah’ın beni
gönderdiği şeyin misali bir topluluğun yanına gidip şöyle
diyen kimsenin misali gibidir: “Ey insanlar! Ben kendi gözlerimle düşman
ordusunu gördüm, ben sizler için çıplak bir uyarıcıyım.
Kendinizi kurtarmaya bakın. Kendisiniz kurtarınız.” O
topluluktan bir grubu ona itat eder ve geceleyin yola düşer sessizce yol
alır ve kurtuluşa ererler. Bir gurubu ise onun sözünü yalanlar
kaldıkları yerde gecelerler, o ordu seher vakti onlara
saldırır, hepsini yerle bir eder ve öldürür, bana itaat eden,
getirdiğim şeye tabi olan kimse ile bana isyan eden ve benim haktan
getirdiğimi yalanlayan kimsenin misali işte budur.”[1349]
bak. et-Tergib ve’t Terhib, 4/452, 453,
Sahih-i Müslim, 4/1787, 5-7. Bölümler
18427. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benim ve kıyametin misali iki
yarış atı misali gibidir. Benim ve kıyametin misali bir
grubun düşmanın durumundan haberdar olmak için önceden
gönderdiği kimsenin misalidir. O düşman kendisinden önce
topluluğuna ulaşır korkusuyla elbisesini çıkarır ve
onlara şöyle işaret verir: Sizlere saldırıya
geçilmiştir! Sizlere saldırıya geçilmiştir! Bu benim! Bu
benim!”[1350]
bak. el-Miad (1) , 2974. Bölüm
18428. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an ve insanların misali
yeryüzü ve yağmurun misali gibidir. Yeryüzü kurumuş ve ölü bir
haldeyken aniden Allah ona yağmur yağdırır, yeryüzü
harekete geçer, ardından şiddetli yağmurlar indirir, yeryüzü
hareketlenir ve gelişir. Ardından yeryüzünün tohumları
yeşersin, bitsin ve bitkileri büyüsün diye nehirleri ve vadileri
akıtır. Allah yeryüzünün süsü, insanların ve hayvanların
yiyeceği olan şeyi yeryüzünün bağrından çıkarır,
Kur’an da insanlara işte böyle yapar.”[1351]
18429. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın beni kendisiyle
gönderdiği hidayet ve ilmin misali bir toprağa inen şiddetli
yağmurun misalidir. Tertemiz olan o toprağın bir bölümü suyu
kendine çeker, onda bir çok bitkiler ve bir çok otlar yetişir. Sert olan
bir bölümü ise suyu tutar, Allah onunla insanları faydalandırır.
Zira oranın suyundan içerler, tarlalarını sularlar, hayvanlarını
otlatırlar. Yağmur suyunun bir bölümü de çöl olan başka
topraklara yağar, orada ne bir su tutulur ve ne de bir bitki biter.
Allah’ın dininde derin bir anlayış sahibi olan, Allah’ın
beni kendisine gönderdiği şeyin kendisine fayda verdiği,
öğrendiği ve öğrettiği kimse ile bu sebeple
başını bile kaldırmayan ve kendisi için gönderildiği
ilahi hidayeti kabullenmeyen kimsenin misali işte budur.”[1352]
Kur’an:
“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun
berâberinde bulunanlar, küfredenlere karşı sert, birbirlerine
merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken, Allah’tan
lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile
tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat’ta anlatılan
vasıflarıdır. İncil’de de şöyle
vasıflandırılmışlardı: Filizini
çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş,
kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin
hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları
çoğaltıp kuvvetlendirmekle küfredenleri öfkelendirir. Allah, iman
edip yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve
büyük ecir vadetmiştir.”[1353]
18430. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimin örneği Allah-u
Teala’nın başlangıcını ve sonunu hayır ve bereket
kıldığı yağmur gibidir.”[1354]
18431. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimin örneği; evvelinin veya
sonunun hayırlı olacağı bilinmeyen yağmur gibidir. ”[1355]
18432. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz bu ümmetin örneği
evvelinin mi yoksa sonunun mu hayırlı olduğu bilinmeyen bir
yağmur gibidir ve bu arada eğri bir yol vardır; ne ben ondanım
ve ne de o benden.”[1356]
18433. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey ümmet! Sizin örneğiniz evveli
hareket eden ve göç emri verilen bir ordu örneğidir. Çok yakında
ordunun sonuncusu ilkine ulaşacaktır. Allah’a yemin olsun ki dünya
ahiret karşısında bir tavşanın nefesi kadardır.
Koşunuz! Koşunuz, ey Allah’ın kulları! Rabbiniz olan
Allah’tan yardım alınız.”[1357]
18434. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bu ümmetimin örneği gerçekte bir
gurubu bir yıl ondan besleyen ve başka bir yıl ise
başkalarını ondan besleyen bir bahçe gibidir. Belki de bu
ümmetin son gurubu kökleri sağlam, dalları ve yaprakları güzel,
meyveleri tatlı, çok hayırlı, adaleti görülmemiş ve
hakimiyeti uzun süreli olacak.”[1358]
18435. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bu ümmetimin örneği sahibinin
baktığı, kuyu ve arklarını kazdığı,
evlerini hazırladığı ve ağacının kuru
dallarını kestiği bağın hikayesidir. Öyle ki bir
yıl bir gruba meyve verir ve ertesi yıl ise başka bir gruba
meyve verir. Son yıllarda salkımları daha da bir iri,
dalları daha da bir uzun olur. Beni hak üzere gönderene yemin olsun ki
şüphesiz ümmetim arasında İsa bin Meryem kendi havarilerini
mutlaka bulacaktır.”[1359]
18436. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ehl-i Beyt’imin örneği Nuh’un
gemisinin misali gibidir. Her kim ona binerse kurtulur ve her kim de ondan geri
kalırsa suya gark olur.”[1360]
18437. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekte Ehl-i Beyt’imin sizin
aranızdaki misali Ona binenin kurtulduğu ve binmeyenin ise
boğulduğu Nuh’un gemisinin misali gibidir.”[1361]
18438. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ehl-i Beyt’imin sizin aranızdaki
örneği ona binenin kurtulduğu ve binmeyenin ise helak olduğu
Nuh’un gemisi’nin örneği gibidir.”[1362]
18439. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ehl-i Beyt’imin sizin aranızdaki
örneği Nuh’un gemisinin örneği gibidir. Nuh kavminden ona binen
kurtulmuş ve geri kalan kimse ise helak olmuştur ve aynı
şekilde (Ehl-i Beyt’imin örneği) İsrailoğulları
içindeki “Hitte” kapısının örneği gibidir.”[1363]
18440. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ehl-i Beyt’imin ümmetimin içindeki
örneği Nuh’un kavmi arasındaki gemisinin örneğidir. Ona binen
kurtulmuş ve binmeyen ise helak olmuştur ve aynı şekilde
(Ehl-i Beyt’imin örneği) İsrailoğullarıındaki “Hitte”
kapısının örneği gibidir.”[1364]
18441. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dinime uyar, yolumda yürür ve
metodumu takip ederse Ehl-i Beytimin imamlarının tüm ümmetimden daha
üstün olduğuna inanmalıdır. Zira onların bu ümmet
arasındaki örneği İsrailoğulları arasındaki
“Hitte kapısı” gibidir.”[1365]
18442. Ebu Zer (a.s) şöyle diyor: Allah
Resulünün (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “Ehl-i
Beyt’imin bu ümmet arasındaki misali, ona binenin kurtulduğu ve
binmeyenin ise gark olduğu Nuh’un gemisinin misalidir.”
Ve yine Resulullah’ın (s.a.a)
şöyle buyurduğunu işittim: “Ehl-i
Beyt’imi kendi aranızda bedendeki baş ve baştaki iki göz
mesabesinde tutunuz. Zira baş olmadığı yerde beden ve gözün
olmadığı yerde ise baş yolu bulamaz.”[1366]
18443. Resulullah (s.a.a) Ali’ye (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Ben hikmetin
şehri sen ise kapısısın… Senin ve senin soyundan (benden
sonra) gelecek olan imamların örneği Nuh’un gemisinin misali gibidir.
Her kim ona binerse kurtulur ve her kim de ondan geri kalırsa gark olur.
Sizin örneğiniz kıyamete kadar birinin battığı ve onun
yerine diğerinin doğduğu gökteki yıldızlar gibidir.”[1367]
18444. Peygamber (s.a.a) Ali’ye (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Senin
ümmetimin arasındaki varlığın Nuh’un gemisinin
varlığı gibidir. Kim ona binerse kurtulur ve her kim de ondan
geri kalırsa gark olur.”[1368]
18445. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
” Gerçekte bizim sizin aranızdaki
örneğimiz Ashab-ı Kehf’in mağarası ve “Hıtte”
kapısı örneğidir. O
teslimiyet ve itaat kapısıdır. O halde hepiniz (Allah’a)
teslimiyet içine giriniz.”[1369]
18446. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın “ve terk edilmiş bir
kuyu ve yükseltilmiş bir köşk”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Terkedilmiş
kuyudan maksat sessiz olan imamdır, yükseltilmiş köşkten maksat
ise konuşan imamdır.”[1370]
18447. İmam Sadık (a.s) “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru,
içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer”
ayeti hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bu,
Allah’ın bizler hakkında verdiği bir örnektir. Zira peygamber ve
İmamlar (a.s) Allah’ın varlığının alamet ve
nişanelerindedir. Onlar vesilesiyle tevhit, dinin maslahatları,
islam’ın şeri ilkeleri farzları ve sünnetleri elde edilir.”[1371]
18448. İmam Bakır (a.s) aynı
ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “kandil”den
maksat Allah Resulü’nün (s.a.a) göğsündeki ilim nurudur ve “içinde ışık bulunan bir kandil
yuvası”ndan
maksat ise Ali’nin (a.s) göğsüdür. Peygamberin (s.a.a) ilmi Ali’nin (a.s)
göğsünde karar kılınmıştır.”[1372]
18449. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben o zeytin ağacının
dallarından biriyim, nübüvvet evinin kandillerinden bir kandilim.
Elçilerin (meleklerin) terbiye ettiği bir kimseyim. İyilik ve yücelik
sahibi kimselerin terbiye ettiği kimseyim. İçinde nurların
nurunun bulunduğu bir kandil ve kıyamete kadar seçkin kimselerin
sırtında baki olan seçkin bir kelimeyim.”[1373]
18450. İmam Hadi (a.s) Camia ziyaretinde
şöyle buyurmuştur: “Sizleri nurlardan yarattı
ve sonra halkalar halinde arşının etrafına topladı.
Sonra bize ihsanda bulundu. Allah sizleri de (makam ve mevkisinin) yücelmesine
izin verdiği evlerde karar kıldı ve adı oralarda
anıldı.”[1374]
18451. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benim içinizdeki durumum, karanlığın
içindeki ışığa benzer; karanlığa dalan onunla
aydınlanır.”[1375]
bak. el-Bihar, 23/304, 18. Bölüm ve s.
119-126
18452. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biz takva kelimesi, hidayet yolu, en
yüce örnek, en azametli hüccet ve en sağlam kulpuz.”[1376]
18453. Resulullah (s.a.a) Ali’ye (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Ey Ali!
Allah’ın hücceti sensin, Allah’ın kapısı sensin, Allah’a
ulaşan yol sensin, o büyük haber sensin, sırat-ı mustakim
(doğru yol) sensin ve en yüce örnek sensin.”[1377]
18454. İmam Hadi (a.s) Camia ziyaretinde
şöyle buyurmuştur: “Hidayet
imamlarına, karanlıkların meşalelerine, takva
nişanelerine, akıl ve zeka sahiplerine, yaratıkların
sığınağına, peygamberlerin varislerine ve en yüce
örneğe selam olsun.”[1378]
bak. 3612, 3613. Bölümler
Kur’an:
“Allah’ın, temiz bir sözü; kökü
sağlam, dalları göğe doğru olan Rabbinin izniyle her zaman
meyve veren temiz bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini
görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misal
gösteriyor.”[1379]
18455. İmam Sadık (a.s) “temiz
bir ağaç gibi” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın Resulü
(s.a.a) bu ağacın kökleri, Müminlerin Emiri (a.s), onların
soyundan gelen imamlar ise dalları, imamların ilmi meyveleri ve mümin
olan Şiileri ise yapraklarıdır.”[1380]
18456. İmam Bakır ve İmam
Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın “temiz bir ağaç gibi…” ayeti hakkında
şöyle buyurmuşlardır: “Yani
Peygamber (s.a.a) ve ondan sonraki imamlar (bu ağacın) sağlam
kökleridir. Dalları ise onu kabul eden kimseler için velayettir.”[1381]
Allame Tabatabai el-Mizan’da ilk
rivayeti naklettikten sonra şöyle diyor: “Bu rivayet temiz kelimeden
maksadın
Peygamber (s.a.a) olduğunu ifade
etmektedir. Kelime kavramı Allah-u Teala’nın sözünde insan
hakkında da kullanılmıştır. Örneğin Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Kendinden bir Kelime’yi, adı Meryem oğlu
İsa olan Mesih’i…” [1382]
Her haliyle bu rivayet tatbik ve
örneğini belirtmek babındandır. Bunun delili de tatbik ve
örneğini gösterme hususunda varolan çok çeşitli rivayetlerdir.
Örneğin onların bazısında, yani bu rivayette yer
aldığı üzere (temiz ağacın) kökü Allah Resulü, bedeni
Ali (a.s) ve dalları İmamlar (a.s) meyveleri onların ilimleri,
yaprakları Şiiler ve diğer bazı rivayetlerde, yani Seduk’un
Cabir’den onun da İmam Bakır’dan (a.s) rivayet ettiği hadiste de
yer aldığına göre ise ağaç Allah Resulüdür, gövdesi Ali
(a.s) dalı Fatıma, meyvesi onun çocukları, yaprakları ise
onların Şiilerimizdir. Diğer bazısında yer
aldığına göre Peygamber ve imamlar bu ağacın
sağlam kökleri ve gövdesi de onu kabul eden kimsenin velayetidir. Nitekim
Kafi kendi senediyle Muhammed Halebi’den o da İmam Sadık’tan (a.s)
bunu rivayet etmiştir. [1383]
Tefsir
Alimler ve müfesirler bu ayet hakkında çeşitli ve farklı görüşlere inanmışlardır. Onların ihtilafı evvela temiz kelimesinden maksadın ne olduğu hususundadur. Onlardan bazısı şöyle demişlerdir: “Maksat Allah’ın birliğine tanıklık etmektir.” Diğer bazısı ise, “maksat imandır” demişlerdir. Diğer bazısı ise maksat Kur’andır”demişlerdir. Diğer bir görüşe göre Alalh’ı mutlak bir şekilde tesbih ve tenzih etmektir. Bir görüşe göre de Allah’ı mutlak bir şeklide övmektir. Başka bir görüşe göre ise maksat, “Her haliyle güzel bir sözdür. Bir görüşe göre ise maksat bütün itaatlerdir ve başka bir görüşe göre ise ondan maksat mümindir.
Alimlerin diğer bir ihtilafı
ise temiz ağaçtan maksadın ne olduğu hususundadır.
Müfessirlerin çoğunun görüşüne göre maksat hurma
ağacıdır. Diğer bir görüşe göre Hindistan cevizi ağacıdır. Ve diğer bir
görüşe göre ise temiz meyve veren, yenilen ve kendisiyle beslenilen
ağaçtır. Örneğin, incir üzüm ve nar ağacı gibi.
Diğer bir görüşe göre her ne
kadar vakı olmasa da Allah’ın niteliklerini belirttiği
ağaçtır.
Bu iki ihtilaf husususun yanı
sıra “her zaman” kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda da
ihtilaf edilmiştir. Bazısına göre maksat iki aydır,
diğer bazısına göre, altı ay demektir, bazısına
göre ise tam bir yıl demektir, diğer bazısına göre ise her
sabah akşam ve bir görüşe göre ise bütün vakitler
anlamındadır.
Bu tür ihtilaflara karışmak
insanı asıl konusundan ve kendisi için önemli olan her şeyden
yani Allah’ın kitabındaki öğretilerden hedefe ulaşmaktan ve
ayeti kerimelerin hedeflerinden alı koyar.
Ayetler hakkındaki dikkatli
düşünceden elde edildiği gibi şöyle ve böyle
sıfatlarıyla bir ağaca benzetilen temiz kelimeden maksat hak ve
sabit inançtır. Zira Allah-u Teala bu örneği verdikten sonra örnek
olarak şöyle buyurmaktadır: “Allah
iman eden kimseleri dünya ve ahiret hayatında sağlam bir sözle sabit
kılar.” Yani maksat aynı kelimedir. Ama
lafız olması ve dille ifade edilmesi açısından
değildir. Aksine inanç ve azme dayalı bir kelimedir. Bu da
insanın kolladığı ve amel ve davranışlarında
asla sapmadığı bir kelimedir.
Allah-u
Teala kendi sözlerinin birkaç yerinde bu anlamda bir ifadede bulunmuştur.
Nitekim şöyle buyurmuştur: “Doğrusu, “Rabbimiz Allah’tır” deyip,
sonra da dosdoğru gidenlere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”[1384]
Hakeza
şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” deyip
sonra da doğrulukta devam edenlerin üzerine melekler iner. Onlara:
“Korkmayınız, üzülmeyiniz,” derler.”[1385]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de salih
amel yükseltir.” [1386]
Bu temiz söz ve kelime de Allah-u
Telanın ehline yani müminlere dünya ve ahirette neticesini sabit
kıldığı şeydir. Nitekim onun karşısında
ise sapıkları saptırmak vardır ve başka bir tabirle
müşriklerin şirki onun eseridir. Böylece
anlaşıldığı üzere tevhid kelimeden maksat temiz
kelimesi ve Allah’ın birliğine gerçek anlamda tanıklık
etmektir.
Allah’ın birliğini kabullenmek
ve bu konuda sebat göstermek, kökleri sağlam ve her türlü
değişim, yokluk ve batıl oluştan korunmuş hak bir
inançtır. O kök adı yüce olan Allah veya hakikatler zeminidir. Bu
ağacın dalları hiçbir engele takılmadan gelişmektedir.
Bu dallar, fer’i hak inançlar, temiz sıfatlar ve salih amellerdir. Mümin,
bunlara sahip olduğu için temiz bir hayat yaşamakta, bunlar
vasıtasıyla insani dünya bayındır olmakta ve de varlık
aleminin hareketiyle uyum içinde bulunmaktadır. Bu hareket, hak inanç ve
salih amel üzere yoğrulmuş, insanın ortaya
çıkışıyla sonuçlanan bir harekettir.
“Rabbimiz Allah’tır” diyen, bu
konuda sebat gösteren ve böylece sağlam sözü ve temiz kelimeyi
gerçekleştiren kamil müminlerin örneği, sebat gösterdikleri sözleri
gibidir. İnsanlar sürekli olarak varlıklarının hayır
ve bereketlerinden istifade etmektedirler. Her türlü hak söz ve salih amel de
aynı hüküm ve örnek sahibidir. Kökleri sağlam, dalları uzun,
meyveleri temiz ve faydalıdır. O halde ayette verilen örnek,
“Tayyibe” kelimesinin “nekire” (belirsiz) olarak zikredilmesinden de
anlaşıldığı üzere bütün bu hususları
kapsamaktadır. Ayetin akışından da
anlaşıldığı üzere bu ayetteki “tayyibe” kelimesinden
maksat, diğer hak inançların kendisinden türediği, huyların
geliştiği ve salih amellerin meydana geldiği tevhit kökü ve
aslıdır.
Allah-u Teala daha sonra bu ayeti
şu şekilde sonuçlandırmaktadır: “İnsanlar
öğüt alsınlar diye Allah onlara çeşitli öğütler verir.”
Yani öğüt alanlar, bu örnek vasıtasıyla öğüt alırlar
ki herkim saadeti istiyorsa, mutlaka tevhit kelimesini hayata geçirmeli ve bu
konuda sebat göstermelidir.”[1387]
bak. el-Bihar, 24/136, 44. Bölüm
Kur’an:
“Çirkin bir söz de, yerden
koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.”[1388]
“Sana: “Rabbin şüphesiz insanları
kuşatmıştır” demiştik; sana gösterdiğimiz rüya
ile ve Kur’an’da lânetlenmiş ağaçla, sadece insanları denedik.
Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onlara büyük taşkınlık
vermekten başka bir şeye yaramıyor.”[1389]
18457. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Talanın “Allah örnek vermiştir” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu
Allah’ın peygamberin Ehl-i Beyti ve düşmanları hakkında
verdiği bir örnektir. Onların düşmanlarının
örneği yerden koparılan ve hiçbir istikrarı olmayan çirkin bir
ağaca benzeyen çirkin bir sözün hikayesidir.”[1390]
18458. İmam Bakır (a.s) Allah-u
Teala’nın “lanetli ağaç”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat
Ümeyye oğullarıdır.”[1391]
18459. Tefsir-i
Kumi’de “sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur’an’da lânetlenmiş
ağaçla, sadece insanları denedik” ayeti hakkında
şöyle yer almıştır: “Peygamber (s.a.a) rüyasında
maymunların minberine çıktığını gördü ve bu
gördüğü rüyadan dolayı rahatsız olup şiddetle hüzünlendi.
Bunun üzerine Allah-u Teala ona şu ayeti nazil buyurdu: “sana
gösterdiğimiz rüya ile ve Kur’an’da lânetlenmiş ağaçla
insanları denedik (şaşkınlıkta kalmaları için)…”
Onlardan maksat Ümeyye oğullarıdır.”[1392]
18460. İmam Bakır (a.s) Allah-u
Teala’nın “Allah göklerin ve yerin nurudur…Bununla
insanlara misal vermek ister” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu Allah-u Teala’nın mümin
hakkında verdiği bir örnektir.” İmam daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Mümin beş nur içinde yüzmektedir: Girişi
nurdur, çıkışı nurdur, ilmi nurdur, sözü nurdur ve
kıyamet günü cennete doğru hareket edişi nurdur.”[1393]
18461. “Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mümin güzel koku satan kimse gibidir.
Eğer onunla oturursan sana fayda verir eğer onunla yürürsen sana
fayda verir. Eğer onunla ortak olursan yine sana fayda verir.”[1394]
18462. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin tıpkı bir hurma
ağacı gibidir. Ondan ne kadar alırsan işine yarar.”[1395]
18463. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin örneği yaprakları
dökülmeyen, afet ve çürüklüğe uğramayan bir ağacın hikayesi
gibidir ve bu ağaç hurma ağacıdır.”[1396]
18464. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin buğday veya arpa sümbülü
gibidir. Bazen eğilir ve bazen de doğrulur.”[1397]
18465. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin (arpa veya buğday) sümbülü
gibidir. Bazen doğrulur ve bazen de kızarır. Kafir ise çam
ağacı gibi her zaman diktir, ama aniden kırılır.”[1398]
18466. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin örneği yeni biten bir
bitki gibidir; bazen kızarır ve bazen de sararır ama kafir ise
çam ağacına benzer.”[1399]
18467. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin örneği kendisine her
taraftan rüzgarın estiği ekin örneğidir. Rüzgar onu eğer ve
rüzgar durduğunda ise doğrulur. Mümin de işte böylece belalarla
eğilir bükülür. Ama facir sert ve dik olan çam ağacı gibidir.
Allah dilediği vakit onu yıkıp döker.”[1400]
18468. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin örneği sürekli rüzgarların
her tarafa eğdiği bir ekin hikayesidir. Mümin de sürekli belalara
maruzdur. Münafığın örneği ise kesilme vakti gelinceye
kadar kıpırdamayan çam ağacı gibidir.”[1401]
18469. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin bal arısı gibidir.
Eğer yerse temiz ve güzel şeyler yer. Eğer üretirse temiz ve
güzel şeyler üretir. Eğer çürümüş dallar üzerine konarsa onu
asla kırmaz.”[1402]
18470. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin altın parçası gibidir.
Ateşe konursa kızarır ve tartılırsa hafif göstermez.”[1403]
18471. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin hikayesi dışı
virane olan ama içine girdiğin taktirde güzel ve süslü gördüğün bir
ev misalidir. Facirin hikayesi ise süslenmiş ve gören herkesin
hoşlandığı ama içi pislik dolu olan mezar gibidir.”[1404]
18472. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin ve imanın hikayesi
bağlandığı kazıktaki halkalı ipiyle dönen ve
sonra da ona geri dönen at misalidir. Mümin de yanlışlık yapar
sonra (hatasından) döner.”[1405]
Kur’an:
“Küfredenlerin (hidayete davet edenin) misali,
bağırıp çağırmadan başkasını
işitmeyene (hayvanlara) seslenen kimsenin (çobanın) misalidir.
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden onlar akıl
edemezler.”[1406]
“Bu iki
zümrenin durumu, kör ve sağır kimse ile gören ve işiten kimsenin
durumuna benzer. Durumları hiç eşit olabilir mi? İbret
almıyor musunuz?”[1407]
“Rab’lerine küfredenlerin işleri,
fırtınalı bir günde, rüzgarın şiddetle savurduğu
küle benzer; yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler.
İşte bu uzak sapıklıktır.”[1408]
“Küfredenlerin işleri engin çöllerdeki
serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde
hiçbir şey bulamaz. Orada Allah’ı bulur ve O da hesabını
görür. Allah hesabı çabuk görendir. Veya engin denizin
karanlıklarına benzer. Onu üst üste dalgalar ve dalgaların
üstünde de bulutlar örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; insan
elini uzattığı zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah’ın
nur vermediği kimsenin nuru olmaz.”[1409]
“Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir
halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı
kalkıktır. Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir.
Gözlerini perdelediğimizden dolayı artık göremezler.”[1410]
Tefsir
“Mesel” dilden dile dolaşan atasözü
demektir. Ve yine “mesel”, vasıf anlamına da gelir. Şu ayet-i
kerimede olduğu gibi: “Sana nasıl misaller getirdiklerine
bir bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar. [1411]”
Tefsirini sunduğumuz ayet-i kerimenin
orjinalinde geçen “Yan’iku “naik” (kelimesindendir) . Çobanın sürüsünü
engellemek amacıyla bağırmasına denir. Çoban sürüsünü bir
yerden alıkoymak amacıyla bağırdığı zaman,
Araplar “neaka-r Rai bil ganem Yen’ikunaika” derler. Nide, nada, Yunadi,
munadaten kelimelerinin masdarıdır ve dua yani “çağırma”dan
daha özel niteliklidir. Çünkü bu ifadenin altında, “dua”nın aksine,
sesi yükseltme ve benzeri bir anlam yatar. Allah doğrusunu herkesten daha
iyi bilir, ama ayetin anlamı şöyle olsa gerek: “Senin kafirleri
inanmaya çağırman tıpkı, hayvanlara haykıran birinin
durumuna benzer. Bu hayvanlar onun haykırışından, ses ve
çağrıdan başka bir şey duymazlar. Sırf bu sesin
çıkardığı yankıdan ürker de yöneldikleri tarafa
gitmekten vazgeçerler ve duyduklarından hiçbir şey düşünüp
anlamazlar. Onlar kendilerine yararlı olan sözleri duymayan
sağırlardır, yararlı bir söz konuşmayan dilsizlerdir,
hiçbir şey göremeyen körlerdirler. Onlar hiçbir şey düşünmezler.
Çünkü düşünmeyi sağlayan yollar tıkanmış
durumdadır.
Böylece,
ifadede kalb sanatının ya da ona yönelik bir ifade
sanatının var olduğu ortaya çıkıyor. Buna göre,
bağırıp çağırmadan başka bir şey
işitmeyene haykıran kimsenin örneği, kafirleri doğru yola
çağıranın örneğidir. Hidayete çağırılan
kafirlerin değil. Fakat, bunun bir sonucu ve gereği olarak sunulan üç
sıfat, yani “Onlar sağır, lal ve kördürler” sözü kafirlere özgü
niteliklerdir. Onları hakka çağıranların değil. Bu,
örneğin kafirlere nisbet verilmesini daha uygun kıldı.
Allah’ın elçisine değil. Bundan dolayı ifadede kalb
(dönüşüm) sanatı benzeri bir durumun söz konusu olduğunu
söyleyebiliriz. [1412]
“Rablerine
küfredenlerin işleri fırtınalı bir günde rüzgarın
şiddetle savurduğu bir küle benzer” ayetinde
geçen “Fırtınalı bir günde
rüzgarın şiddetle savurduğu” misali
sonuç açısından kafirlerin amellerinin uğradığı
durum için verilen bir misaldir ve bu amellerin rüzgara savrulduğu,
batıl olduğu ve onların saadetinde hiçbir etkisinin
olmadığı nüktesini beyan etmektedir. Nitekim Allah-u Teala
benzeri bir yerde de şöyle buyurmuştur: “Yaptıkları her işi ele alır,
onu toz duman ederiz.”[1413]
O
halde kafirlerin ameli de fırtınalı bir günde üzerine
şiddetli rüzgarların estiği kül
yığınlarının savurduğu ve kendisinden hiçbir
şeyin baki kalmadığı kül zerreleri gibidir ve bu
onların amelleri için verilmiş bir örnektir.
Buradan
da anlaşıldığı üzere Allah-u Tealanın
kelamında herhangi bir şeyi taktire almak gerekmemektedir ve onu
örneğin şu cümleye döndürmek mümkündür: “Kafir
olan kimselerin amelleri...” Zahiren ayet
Musa’nın (a.s) sözünün devamı değildir. Aksine ondan nakledilen
sözden alınan bir sonuçtur. [1414]
“Küfredenlerin
işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder” ayetinde
geçen serap ise çölde su gibi parlayan ama gerçekte su olmayan şey
demektir. Ayette geçen “kı’ ve ka’” kelimeleri de düz çöl toprakları
anlamındadır. Bu her iki kelimenin de tekili “kie ve kae”
kelimeleridir. Tıpkı tekilleri “tın ve temr” olan “tine ve temre”
kelimeleri gibidir.”zem’an” kelimesi ise susuz kimse anlamındadır.
Münezzeh
olan Allah mümini anarken ve onu nitelendirirken büyük ve azametli evlerde
Allah’ı andığını, hiçbir ticaret ve
alışverişin onu Allah’ı zikretmekten gafil
kılmadığı ve de Allah’ın göklerin ve yerin nuru
olduğu gerçeğini beyan ettikten sonra onları bu özelliğe
sahip oldukları sebebiyle kendi nuruna hidayet etmekte ve onları
kendi nuruyla müşerref kılmaktadır. Evet bu konuyu beyan
ettikten sonra bunun karşısında kafirleri anmakta, gerçek
olmayan amellerini sonu olmayan çöldeki bir seraba benzetmektedir. Bir defa
hiçbir nura sahip olmayan üst üste yığılmış ve içinden
hiçbir ışığın olmadığı
karanlığa benzetmektedir. Bu ayet bunların ilk niteliğini
içermektedir.
“Küfredenlerin
işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder orya
geldiğinde ise hiç bir şey bulamaz” ayeti
kafirlerin amelini –yani onların kendileri vesilesiyle Allah’a
yakınlaştıklarını sandıkları
kurbanları, zikirleri, duaları ve diğer ibadetleri- çöldeki bir
seraba benzetmektedir ki susuz insan onun su olduğunu zannetmektedir oysa
o su değildir. Dolayısıyla da suyun etkilerine yani
susuzluğu giderme ve benzeri etkilere sahip değildir.
Bu
yüzden “Susayan kimse onu su zanneder” diye
buyurmuştur. Oysa serap kendisini gören herkes için su olarak
gözükmektedir. Sebebi de bu ayetteki hedef seraba doğru gitmeyi beyan
etmektir. Dolayısıyla da seraba sadece susuzluğun kendisini
seraba doğru sürüklediği kimse gider. Bu yüzden de ayetin
devamında şöyle buyurmaktadır: “Fakat
oraya geldiğinde ise hiçbir şey bulamaz” adeta
şöyle demiştir: tıpkı susuz insanın su diye hayal
ettiği çöldeki bir serap gibidir bu yüzden susayan kimse su içmek ve
susuzluğunu gidermek için ona doğru gidip yanına
vardığında hiçbir şey bulamaz.
“Fakat
oraya geldiğinde” diye
buyurmuştur; “Ona ulaşır veya ona erişir” ve benzeri
tabirler kullanılmamıştır. Bu da orada kendisini birinin
beklediğine işarettir ve o kimse de şüphesiz münezzeh olan
Allah’tır bu sebeple de ayetin devamında şöyle buyurmuştur:
“Orada Allah’ı bulur ve o da
hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir.”
Ayetin devamı kafirlerin kendi
amelleriyle, fıtratlarının kendisini ona doğru
sürüklediği bir şeye ulaşmak istediklerini beyan etmektedir.
Şüphesiz o şey de insanın fıtratı gereği
peşine düştüğü saadet ve mutluluktur. Esasen fıtrat ve
tabiat sürekli o şeyin peşindedir. Ama kafirlerin amelleri
onları bu hedefe ulaştırmaz ve kafirlerin amelleriyle kendisinden
iyi bir mükafat bekledikleri tanrılarının da bir gerçeği yoktur.
Kafirlerin amellerinin ulaştığı, işlerini ihata eden
ve amellerinin cezasını veren kimse ise münezzeh olan Allah’tır.
Allah onların hesabını tam olarak görür. Allah’ın
hesabı tam olarak görmesi ise
verdiği cezanın tıpkı amelleri esasınca
olmasından kinayedir ve amel sahibini bu şekilde cezalandırmak
da amellerinin ona müstahak oluşu hasebiyledir.
O
halde bu ayeti şerifede kafirlerin amelleri seraba bizzat kendileri de su
isteyen susuz insana benzetilmiştir. Bu kimsenin tatlı suyu
olduğu halde ondan yüz çevirmekte, kendisine nasihat eden ve kendisini o
sudan içmeye davet eden mevlasının sözlerine kulak vermemektedir.
Aksine serabı su sanmakta ve seraba doğru hareket etmektedir. Hakeza
ölümünün gelip çatması ve amellerinin sona ermesiyle Alah’a doğru hareket
etmeleri de seraba doğru giden serap yerine varan ve orada
mevlasını bulan susamış kimseye teşbih
edilmiştir. Mevlası ise ona nasihat ediyor ve onu tatlı sudan
içmeye davet ediyordu.
Bu
insanlar, kendilerini saadet verici nura davet eden layık işlerden ve
Rablerinden gaflete düşmüş ve saadetlerinin kendilerini
çağıran tanrıların ve kendi kanaatlerince onları bu
tanrılara yakın kılan amellerinin sayesinde olduğunu hayal
etmişlerdir. Bu yüzden de seraba benzer ameller ile meşgul
olmuş, bütün ömürleri boyunca tüm güçlerini bu tür amelleri yerine
getirmede tüketmişlerdir. Sonunda da ecelleri gelip çatmış
ahiret yurduna göçmüşlerdir. Ne amellerinden bekledikleri ümit ve
arzularından bir şey bulabilmişlerdir, ne de mabudlarının
uluhiyyetinden bir eser görmüşlerdir. Allah onların
hesabını tam bir şekilde görür. Allah şüphesiz çabuk hesap
görendir.
Nitekim
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Allah
hesabı çabuk görendir” bunun da sebebi
şudur ki Allah az ve çoğu, küçük ve büyüğü, ince ve kabayı,
önü ve arkayı eşit bir şekilde ilmiyle ihata etmiştir.
Ayrıca
bilmek gerekir ki ayeti şerife gerçi zahirde bütün kafirlerin ve özellikle
de puta tapan müşriklerin niteliğini beyan etmektedir. Ama bu nitelik
alemlerin yaratıcısını inkar eden diğer
inkarcılar hakkında da geçerlidir. Zira her insan kendi
hayatında saadet ve mutluluğun peşinde koşar. Şüphesiz
bu mutluluğa ulaşmanın en çönemli vesilesi de insanın
yaptığı amel ve davranışlardır. O halde eğer
bir yaratıcının varlığına inanır ve bu
mutluluğunda bu yaratıcının bir etkisi olduğuna kanaat
ederse güzel amel ve davranışlarıyla onun rızayetini elde
etmeye çalışır ve yaratıcının kendisine taktir
ettiği saadeti elde etmek için didinir. Ama eğer yaratıcıyı
inkar eder ve mutluluğu hususunda onu etkili görmezse kendi amelleri
vesilesiyle tesiri olduğuna inandığı ve örneğin
zamanın, tabiatın veya maddenin dikkatini üzerine çekmeye
çalışır zira o sadece dünyevi hayatın mutluluğunu
düşünür ve onun ötesinde bir şeye inanmaz.
Bu
kimseler, hayatlarındaki saadetin Allah-u Tealadan başka bir
varlığın elinde olduğuna inanırlar. Ve ondan
başka bir varlığın olduğunu reddederler. Onların
inancına göre dünyevi çabaları, kendilerini istedikleri saadete
ulaştırmaktadır. Oysa bu zanları ve mutluluk hakikatten
uzak olan bir seraptan başka bir şey değildir. Onlar sürekli
olarak çaba ve gayret içinde olur ve taktir edilen ecelleri geldiğinden de
amelleri sona erer. Bütün o iş ve amellerden hiçbir faydanın
olmadığını ve amellerinden bekledikleri arzularının
bir avuç hayal ve rüyadan başka bir şey
olmadığını görürler. Bu durumda Allah onların
hesabını kamil bir şekilde görür. Şüphesiz Allah
hesabı çabuk görendir.
“Veya
engin denizin karanlıklarına benzer onu üst üste dalgalar ve
dalgaların üstünde de bulutlar örter” ayeti
de kafirlerin amelinin başka bir benzetmesidir. Bu benzetmede onların
amelleri kalplerine kat kat gelmiş perdelerdir. Bu perdeler marifet
nurunun kalplerine girmesine engel olmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de
kafirlerin zulmet veya karanlıklarda oluşu defalarca söz konusu
edilmiştir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Küfredenlerin ise dostları tağutlardır. Onları
aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar
cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.” [1415]
Hakeza
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “karanlıklarda kalıp çıkamayan
kimsenin durumu gibi midir?”[1416]
Hakeza
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Hayır, hayır; onların
kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir.
Hayır; doğrusu onlar o gün, Rablerinden yoksun kalacaklardır.”[1417]
Allah-u
Teala’nın “Veya engin denizin karanlıklarına
benzer” sözü önceki ayette geçen “serab”
kelimesine atfedilmiştir. Arapça ifadede yer alan “behrin lucciyyin”
kelimesi de üst üste dalgaları geren deniz anlamındadır. Ve
dalgalarının gidip gelmesini ifade eden denizin karanlıklarına
mensuptur. Cümlenin anlamı da şudur: “Kafirlerin ameli dalgalı
denizlerde vaki olan karanlıklar gibidir”
“Onu
üst üste dalgalar ve dalgaların üstündeki bulutlar örter” ifadesi
denizin niteliği konumundadır ve onun varsayılan
karanlıklarını beyan etmek için ifade edilmiştir. O halde
bu denizin niteliği şöyledir: “Bir dalga onu bütünüyle örter ve bunun
üzerine yeni bir dalga, onun da üzerine yeni bir dalga ve onun da üzerine
başka bir dalga gelir. Onların tümü de güneş ay ve yıldızların
ışığının denize ulaşmasına engel olur.
Allah-u
Telaanın “karanlıklar üstünde
karanlıklar” ifadesi de
varsayılan karanlıklardan maksadın üst üste
yığılmış karanlıklar olduğunu, perakende ve
dağınık bulutlar olmadığını beyan etmek
içindir bu konuyu önemle vurgulamak için de şöyle buyurmuştur: “İnsan
elini uzattığı zaman neredeyse onu bile göremez.”
Zira
insanın gördüğü en yakın şey bizzat kendisidir. İnsan
kendi elini bedeninin diğer organlarından daha rahat ve iyi
görebilir. Çünkü istediği taktirde elini herhangi bir şekilde gözünün
önüne getirebilir. Bu esas üzere eğer birisi elini önüne getirir ve onu
zorla görürse bundan karanlıkların çok şiddetli olduğu
anlaşılır. O halde Allah’a doğru hareket eden ve
dönüşleri mutlaka Allah’a olan bu kafirler, amel ve davranışlar
açısından dalgalı denizlerde yürüyen kimse gibidir. Bu denizde
dalgalar üst üste gelir ve bu dalgaların üzerinde bir de bulut
vardır. Varolan her şey karanlıktır.
Karanlığın üzerinde nurdan en küçük bir nişane yoktur ve
onun ışığında kurtuluş sahiline asla
ulaşamazlar. [1418]
Allah-u
Teala’nın, “Boyunlarına çenelerine varana
kadar demir halkalar geçirmişizdir” ayetinde
yer alan “e’nak” kelimesi “unuk” kelimesinin çoğulu olup boyun
anlamındadır.”e’lal” kelimesi de “ğilk” kelimesinin
çoğuludur. Ve “ğilk” söylendiğine göre bir işkençe
aletidir. Bu aletle eller boyuna bağlanmaktadır. “mukmehun” kelimesi
de ismi mef’uldur ve başını yukarıya kaldırma
anlamına gelen “ikmah” kelimesinden türemiştir. Yani adeta bu
zincirler göğüsten çenelerine kadar onları örtmüştür. Adeta bu
başları yukarıya doğru tutulmuştur onu eğemez ve
önlerini göremezler. Onun doğru yol olmadığını
teşhis edemezler.”eğlal” kelimesinin belirsiz ifade edilmesinin de
konunun önemli ve korkunç olması hasebiyledir. Bu ayet önceki cümlenin,
yani “onlar iman etmezler” cümlesi
için bir sebep konumundadır.
Allah-u
Tealanın “önlerine ve arkalarına sed
çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden dolayı artık
göremezler.” Ayetinde geçen “sedd” kelimesi iki
şey arasındaki engel anlamındadır. “Önlerine
ve arkalarına” ifadesi de tüm cihetlerden
ve yönlerden kinayedir.”ğaşiyy” ve “ğeşeyan” kelimeleri ise
örtmek anlamındadır. “ğeşiyehu keza” denildiğinde,
“onu örttü” anlamındadır. “eğşel emre fulanen” ifadesi de
“o işi falan kimse örttü” anlamındadır. Bu ayet de önceki sonuç
hakkındaki bir tamamlamadır.”cealna” cümlesi ise önceki ayette geçen
“cealna” kelimesine atfedilmiştir.
Razi’nin
tefsirinde bu iki ayetteki teşbihin anlamında şöyle yer
almıştır: “Allah’ın ayetleri hakkında düşünmeye
ve tefekkür etmeye engel olan şey iki çeşittir: Bir kısmı
enfüsi ayetlerde tefekkür ve bakışa engel olmaktadır. Allah bu
engeli zincire bağlı insanın başını yukarı
tutmasına kendisini görmemesine ve gözlerinin bedenine ilişmemesine
sebep olan bir zincire benzetmektedir. İkinci kısmı ise afaki
ayetlerde tefekkür ve bakışa engel olan şeydir. Allah bu engeli
de insanın etrafına vurulan bir baraja benzetmektedir. Bu
barajın kuşattığı kimse ise afakı göremez. Bu
yüzden de kendisi için bir takım nişaneler ve ayetler gözükmez. O
halde bu iki engele düçar olan kimse kendisini ve çevresini görmekten tümüyle
mahrum kalır. İki ayetin anlamı kafirlerin iman
etmeyeceğidir. Çünkü evvela boyunlarına zincirler vurduk ve o
zincirlerle ellerini boyunlarına bağladık. Bu zincirler çenelerine
kadar uzanmıştır. Bu yüzden de onlar başlarını
yukarı kaldıramazlar. Onlar bu hal üzere baki kalırlar.
İkinci olarak onların her tarafına engeller ve barajlar karar
kıldık. Bu baraj onları dağıtır, bu yüzden de
onlar asla doğru yolu bulamazlar. Bu iki ayette onların imana
erişmekten mahrumiyetini ifade etmek için iki örnek yer
almıştır ve Allah küfür, sapıklık ve küfür ile
sapıklıktaki tuğyanlarının cezası olarak
imanı onlara haram kılmış ve yasaklamıştır.
Bu kitabın (el-Mizan’ın) birinci cildinde, “Allah örnek vermekten
çekinmez” ayetinin tefsirinde söylediğimiz gibi mümin ve kafirlerin
niteliği hakkında Kur’anı kerimde yer alan bu ve benzeri
nitelikler de bu dünyevi hayatın kalbinde insan için başka bir
hayatın da olduğunu göstermektedir. Bu hayat maddi hislerin elinden
çok uzaklarda bulunmaktadır. Ölürken ve kıyamet gününde de hakikatler
açığa çıkınca bu hayatta insan için hakikatleriyle tecelli
eder. O halde bu tür ayetler hakkında yer alan sözler gerçek bir boyuta
sahiptir. Bazı müfessirlerin inandığı gibi mecazî bir anlam
ifade etmemektedir.”[1419]
bak.
el-Kufr, 3494. Bölüm
Kur’an:
“Allah’tan başka dostlar edinenlerin
durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Evlerin en
dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin
yuvasıdır. Keşke bilseler.”[1420]
“Allah’a ortak koşmaksızın O’na
yönelerek pis putlardan kaçının. Allah’a ortak koşan kimse,
gökten düşüp de kuşların kaptığı veya
rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer.”[1421]
“Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla,
yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak
verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu
bilmezler.”[1422]
“Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve
başkasının malı olan bir köle ile, kendisine
verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça infak eden kimseyi
misal gösterir: “Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan
Allah’tır, fakat çoğu bilmezler. Allah iki adamı misal veriyor:
Biri hiçbir şeye gücü yetmeyen bir dilsiz -ki efendisine yüktür, nereye
gönderse bir hayır çıkmaz- bu, doğru yolda olan, adaletle
emreden kimse ile bir olabilir mi?”[1423]
Tefsir
“Dostlar edinenlerin örneği” ayetinde teveccüh edilmesi gereken husus
Allah’tan başka bir takım kimseleri dost ve yönetici kabul etmektir.
Bu yüzden de cümle “sıla ve mevsul” kalıbında beyan
edilmiştir. “kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir” cümlesinde de örümceğin ev yapmasına
teveccüh edilmiştir. O halde cümlenin anlamı aslında şunu
ifade etmektedir: “müşriklerin Allah’tan başka veli ve yönetici
seçimindeki özellik kendisine ev yapan örümceğin özelliği gibidir.
Cümlede “ev” kelimesinin nekire (belirsiz) şekilde ifade edilmesi de bu
niteliğin göstergesidir. “Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz
örümceğin yuvasıdır” cümlesi örümceğin yaptığı
evin bir özelliğidir. Burada “İnne evhenel buyut le beytuha”
denilmemesinin sebebi de cümlenin bir deyim kalıbında
alınması ve deyimin hiç kimse tarafından
değiştirilememesidir. Oysa ayetin zahiri de bu tür beyanı
gerektirmektedir.
Ayetin anlamı şudur: “Allah’tan
gayrisinin müşrikler tarafından veli ve dost edinilmesi –yani
kendileri için yönetici kabul edip dayandıkları putları
örümceğin ev yapması gibidir. Şüphesiz evlerin en
gevşeği de örümceğin yaptığı evdir. Zira
örümceğin yaptığı evin sadece adı vardır. Ne
sıcak ve soğuktan korur, ne insana bir sığınak verir
ne de zararlara karşı dayanma gücüne sahiptir. Müşriklerin
dostlarının velayeti de aynı durumdadır. Onların
yöneticilik ve hakimiyetlerinin sadece adı vardır. Ne bir
faydası ne de bir ziyanı olur. Onlar ne ölüm ne hayat ve ne de
diriliş hakkında hiçbir irade sahibi değillerdir.
Burada verilen örneğin belirttiği
husus, müşrikler tarafından Allah’ın yerine seçilen
mabudlardır. İlah ve mabudlar yerine “evliya” tabirinin ifade
edilmesi de, müşriklerin bu putlara tapmalarında onların bir
tedbir ve irade sahibi olduklarını ve kendi işlerinin
onların elinde bulunduğunu sanmaları sebebiyledir. Onlar bu
putların kendilerine hayır getirdiklerini kötülükleri kendilerinden
uzaklaştırdıklarını ve haklarında şefaatte
bulunacaklarını sanıyorlardır.
Söz konusu ayet –bu nükteleri ifade etmesinin
yanı sıra- sahip olduğu itlak sebebiyle de kendi işlerinde
Allah’tan başka bir kimseyi veya şeyi yönetici kabul eden, ona
dayanan ve ondan bir etki ümit eden ve amelde her ne kadar put olmasa da
bağımsızlığına inanan herkesi kapsamaktadır.
Elbette velayeti Allah’ın velayetine
erişen velayetler bunun dışındadır. Tıpkı
peygamberin, imamların ve müminlerin velayeti gibi. Nitekim Allah-u Teala
da açıkça şöyle buyurmuştur: “Onların çoğu, ancak ortak
koşarak Allah’a iman ederler.”[1424]
“Eğer bilselerdi” ifadesinin anlamı da şudur: “Yani
eğer onlar kendi hikayelerinin tıpkı örümceklerin hikayesi gibi
olduğunu bileselerdi o tanrıları ve mabudları veli ve
yönetici kabul etmezlerdi.”[1425]
“Biz bu misalleri
insanlara veriyoruz, onları ancak bilenler akledebilir.”[1426] ayeti de Kur’andaki örneklerin umumi olduğuna delalettir ve
insanların kulağına gitmesine rağmen, manalarının
hakikatine erişmek ve hedeflerinin gerçeğini öğrenmek sadece
alim ve bilgin kimselere özgüdür. İşlerin gerçekleri
hususlarında düşünenler ve onların zahiriyle yetinemeyenler bunu
anlayabilirler. Bu anlamın delili de “onları ancak bilenler akledebilir” tabiridir. Burada “Onlara iman etmezler” ve
benzeri ifadeler beyan edilmemiştir.
İnsanlar, Allah’ın Kur’anda
verdiği örnekler hususunda sahip oldukları farklı
anlayışlar sebebiyle, farklı derk ve düşüncelere
sahiptirler. Onlardan bazıları Allah’ın bu örneklerinden sadece
lafızları anlamakta ve sade mefhumları derketmektedir. Onlar bu
örnekler hakkında derin düşünmez ve inceliğe girmezler.
Bazıları da diğerleri gibi bu örnekleri duyar ama
derinliğine iner ve ilginç gerçekleri hususunda düşünürler.
Bu ayette, tek olan Allah’ın
yöneticiliği yerine çeşitli ilahların yöneticiliği
örneği, evlerin en gevşeği olan örümceğin evine
benzetilmiştir. Bu şairane bir örnek ve her türlü delilden boş
bir iddia değildir. Aksine bürhani gerçek sabit ve reel bir delili
vardır. Sonraki ayet buna işaret etmektedir. [1427]
Kur’an:
“Onlar, ateş
yakan kimseye benzer; ateş etraflarını aydınlatınca
Allah nurlarını yok eder, onları karanlıklar içinde terk
eder de (hiçbir şeyi) göremezler.”[1428]
“Veya (onlar) karanlıklarda, gök gürlemeleri ve
şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup,
yıldırımlardan ölüm korkusu ile parmaklarını
kulaklarına tıkayan kimseye benzer. Şüphesiz Allah kafirleri
çepeçevre kuşatmıştır.”[1429]
“Ne onlarla, ne de bunlarla, ikisi arasında
bocalayıp durmaktalar. Allah’ın saptırdığı
kimseye yol bulamazsın.”[1430]
18473. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin, münafık ve kafirin
örneği bir nehire doğru giden üç kişilik bir gurubun örneği
gibidir: Önce mümin nehire iner, ondan alır, sonra münafık nehre
iner, neredeyse mümine yaklaşır ama kafir ona “Bana doğru gel,
gel senin için endişeleniyorum” der. Mümin de ona seslenir: “Bana
doğru gel, zira benim yanımda faydalanacaksın.” Münafık
sürekli o ikisi arasında gider gelir ve sonunda kendisine bir zarar gelir
ve onu boğar. Evet münafık sürekli şek ve şüphe içindedir.
Sonunda ölümü gelip çatar işte onun böyle bir haleti vardır.”[1431]
18474. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın hikayesi iki
koyun sürüsü arasında şaşkın şaşkın dönüp
dolaşan bir koyunun örneğidir. O bazen o sürüye gider ve bazen de bu
sürüye gider. Hangisinin peşice gitmesi gerektiğini bilmez.”[1432]
18475. “İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın örneği yaprakları
yeşil ama tadı acı olan Ebu Cehil karpuzu örneği gibidir. [1433]
18476. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın örneği
hurma ağacının gövdesinin örneği gibidir: sahibi onu evinin
bir bölümünü yapma hususunda istifade etmek ister. Ama onu nereye koyarsa o
orda doğru durmaz ve bu yüzden onu evin başka bir yerine koyar,
orası da kendisi için münasip olmaz sonunda işi kendisini
yakacağı bir yere varır.”[1434]
Tefsir
Allah-u Teala’nın “Onlar,
ateş yakan kimseye benzer” ayeti
münafıkların haletini beyan etmek için bir örnektir ve ayet
şöyle buyurmaktadır: Münafıklar karanlıklarda hiçbir yerin
görünmediği iyi ve kötünün, faydalı ve zararlı şeyin
birbirinden ayırt edilmediği zulmette karar kılan kimseler gibidirler.
Bu yüzden bu karanlıklarda ateş ve ateş gibi aydınlatıcı
vesilelere sarılmakta ve onların ışığı
altında etrafını görmeye çalışmaktadırlar. Ama bu
ateş yanıp etraflarını aydınlatınca Allah rüzgar,
yağmur veya ateşi söndüren başka bir vesileyle o ateşi
söndürmekte ve yeniden ortalık kararmaktadır. Böylece bu kimse iki
karanlıkta kalmaktadır: Önce bulunduğu karanlık ve sonra
aydınlık vesilesinin ortadan yok olmasından kaynaklanan hayret
ve şaşkınlık karanlığı.
Münafık kimsenin hali ve durumu
işte budur. Onlar iman izharında bulunup bu sebeple miras, evlilik ve
benzeri şeyler hususunda müminlerle ortak olarak dinin bazı
faydalarından istifade ederler. Ama ölüm zamanı geldiğinde ve
imandan kamil bir şekilde istifade etmek zamanı
çattığında Allah onlardan imanın nurunu alır, amellerini batıl kılar, içinde en
küçük şeyin dahi derk edilmediği karanlıklara onu terk eder.
Onlar asli karanlıklar ile kendi amelleriyle vücuda getirdikleri
karanlıklar arasında kalırlar.
“Gökten
boşanan sağanağa tutulup”
ayetinde (Arapça metninde) geçen “seyyib” kelimesi sağanak şeklinde
yağan yağmur anlamındadır. “berk” şimşek
manasına gelmektedir. “rad” (gök gürültüsü) şimşek
çaktığında bulutlardan vücuda gelen ses anlamındadır.”
“Saika” ise yere inen yıldırımdır.
Bu ikinci örnek iman izharında
bulunan münafıkların halinin niteliğidir. Onlar da şiddetli
yağmurun altında kalan, bu yağmurun karanlıkları
içinde bocalayan, görme ve teşhis etme gücünü kaybeden kimselere benzer.
Sağanak yağmur onu şaşkınlığa düşürür.
Böylece kurtuluşu için kaçmaya başlar ama karanlıklar ona engel
olur. Şiddetli dolular ve korkunç yıldırımlar her taraftan
onu kuşatır, bu yüzden de sürekli, kalıcı ve kesintisiz
olmayan gökteki şimşekten ve şimşeğin meydana
getirdiği ışıktan istifade etmeye çalışır.
Dolayısıyla da şimşek çaktığında ve
etrafı biraz aydınlandığında o hemen yola düşer
ve her şey karardığında ise yeniden durur.
Münafık da işte böyle bir
halet içindedir. Zira bir taraftan iman etmeye ilgi duymaz, ama öte taraftan da
iman izharında bulunmaktan başka bir çaresi
olmadığını anlar. Kalbiyle dili arasında ki bu
uyumsuzluk sebebiyle de iman onların yolunu tümüyle aydınlatmaz. Bu
yüzden sürekli yanlışlık yaparlar. Adım adım
düşerler, biraz yürür ve biraz dururlar. Böylece Allah onları rezil
rüsva eder. Eğer Allah dileseydi onların ilk günden beri gözlerini
kör, kulaklarını sağır kılar ve rezil rüsva ederdi.”[1435]
“Allah,
geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye
bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit
midir?” ayeti hakkında Ragib-i İsfahani
şöyle diyor: “şekis” (kötü huylu kimse anlamındadır ve
“şurekau müteşakisun” ifadesi ise kötü yaratılışı
sebebiyle sürekli bir biriyle dövüşüp tartışan ortaklar
anlamındadır” ayette geçen “selemen” kelimesini ise bir kişiye
özgü olan ve birden çok kelimesinin ortak olmadığı şey
anlamına tefsir etmişlerdir.
Bu ayet de Allah’ın müşrik hakkında verdiği bir örnektir.
Müşrik çeşitli ilahlara ibadet eder ve ilahların tümü de adeta
onun hakkında ortaktır ve onun hakkında birbiriyle kavga
etmektedir. Birisi ona bir şey emretmekte ve diğeri ise onu o
şeyden alıkoymaktadır. İlahlardan her biri o
şahsı tek başına kendisine köle etmek sadece kendisine
hizmet etmesini sağlamak istemektedir.
Hakeza muvahhid hakkında da bir
örnektir. Muvahhid ise sadece bir efendiye özgüdür. Başkaları onun
hakkında ortak değildir. Bu yüzden de tıpkı irade ve isteği hususunda ona hizmet eder.
Böylece hakkında hayret ve şaşkınlığa sebep
olacak bir çekişme ve kavga olmaz. O halde müşrik kötü huylu ve kavga
eden ortakları bulunan kimsedir. Muvahhid ise sadece bir kişiye
özgüdür. Bu iki kimsenin durumu aynı değildir. Bir kişiye teslim
olan ve özgü olan kimsenin hali ve durumu diğerinden daha iyidir.
Bu da oldukça sade ve herkesin
anlayacağı bir örnektir. Ama dikkat edildiği taktirde hakikatte
şu ayete döndürülmektedir: “Eğer yerle gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı,
ikisi de bozulurdu.”[1436]
Aynı zamanda da birden fazla ilah
olduğunu reddeden güçlü bir kanıttır. “elhamdulillah” (hamd
Allah’a mahsustur) ifadesi de Allah’a kulluğun başkasına
kulluktan daha iyi olması hasebiyle söylenen Allah’a bir sena ve övgüdür.
“Onların çoğu bilmezler”
ifadesi ise Allah’a kulluğun diğerlerine kulluktan üstünlüğünü
bilmediklerini ifade etmektedir. Bu üstünlük az bir basiret sahibi olan kimse
için de tümüyle apaçık ortadadır.”[1437]
“Allah,
hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir
köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça
infak eden kimseyi misal gösterir” ayetinde
ise Allah-u Teala kendinden hiçbir iradesi olmayan bir memluk köleyi varsaymaktadır.
Allah-u Teala bu ayette kendi iradesi olmayan memluk köle ile kendisine iyi
rızık veren gizli ve açıkta ondan infakta bulunan kimseyi örnek
vermektedir. Allah bu örneği verdikten sonra da şöyle
sormaktadır: “Acaba bu iki kimse eşit midir?” Bu iki varsayılan
şahsın birbiriyle mukayesesiyle ortaya çıkan bu taraflardan her
birinin diğerinin sıfatına aykırı bir sıfata
sahip olmasıdır ve bu sıfatlar gerçekten birbirini
açıklığa kavuşturmaktadır. Bu örnekte varsayılan
köle satın alınan bir köledir. Hiçbir şeye malik değildir.
Ne kendisine ve ne dünya malından bir şeye sahiptir. Hiçbir malda
tasarruf hakkı da yoktur. Buna mukabil varsayılan diğer bir
şahıs ise özgürdür ve kendisine maliktir. Allah ona iyi bir rızık
vermiştir ve bütün bu rızıkta tasarrufta bulunma hakkında
sahiptir. Gizli ve açıkta da o maldan sadaka ve infakta
bulunmaktadır.”Eşit midirler?” ifadesi
de bu iki kişinin eşit olup olmadığı hakkında bir
sorudur ve şüphesiz bunun cevabı da olumsuzdur. Bu örnekle de
münezzeh olan Allah’ın her şeye malik olduğunu, bütün nimetleri
onun verdiğini ve yaratıklardan hiçbiriyle eşit
olmadığını açıklığa
kavuşturmaktadır. Bu yaratıklar ne kendisine maliktir, ne
başkasına maliktir ve ne de en küçük tasarrufta bulunma yetkisine
sahiptir. O halde müşriklerin “Allah’la birlikte diğer bir takım
tanrılar da vardır ve o tanrılar onun
yaratıklarıdır” sözü de batıl ve boş bir sözdür.
Ayette “yesteviyan” yerine “yestevun”
ifadesi de denildiği üzere şu nükteyi beyan etmektedir: Ondan maksat
köle kimsedir ve belli bir köleye has değildir.
“Hamd Allah’a mahsustur” ifadesi
de hamdın hakikat ve cinsinin Allah’a özgü olduğunu beyan etmektedir.
Hamd ise iradeye dayalı iyi bir iş karşısında
yapılan sena ve övgüdür. Zira iyilik nimeti Allah’tandır ve sadece iyi
olan nimet övgüye layıktır. O halde ne kadar hamd ve sena varsa
Allah-u Tealaya özgüdür. Nitekim hamdın cinsi de Allah’a özgüdür!
Bu cümle de aslında hüccet ve
delili tamamlamaktadır. Bu hüccet ve bürhanın özeti şudur: Hiç
bir şeyde tasarrufta bulunma hakkına sahip olmayan, hiçbir nimet
vermeyen kul, rızık elinde bulunduran, her türlü tasarrufta bulunma
gücüne sahip olan ve istediği gibi tasarrufta bulunan ve nimet veren malik
ile eşit ve yeksan değildir. Münezzeh olan Allah her övgüyle
övülmüştür. Zira varolan bütün nimeti o yaratmıştır. O
halde övgü dolu her sıfat örneğin yaratmak, rızık vermek,
bağışlamak, rahmet, ihsan, doyurmak ve benzer şeyler
Allah’a özgüdür. O halde her türlü övgü ve hamd Allah’a mahsustur.
Allah’ın karşısında ibadet edilen her şey memluk ve
köledir. Hiçbir güce sahip değildir. O halde sadece münezzeh olan Allah
Rabdir, başkası değil.
Bazısına göre ise bu ayette
yer alan hamd, nimetleri karşısında münezzeh olan Allah-u
Teala’ya şükürdür ve bazısının dediğine göre ise kemal
burhanın ve delilin güçlüğü karşısında Allah’a bir
övgüdür. Bir görüşe göre ise kullara bir telkindir ve anlamı
hakkında da şöyle demişlerdir: “hamd bizleri tevhide ve
nimetlerine şükretmeye yönlendiren Allah’a mahsustur. Bütün bu
ihtimallerin fazla bir önemi yoktur.
“Onların çoğu bilmezler” ifadesi
ise müşriklerin her nimetin Allah’a ait olduğunu ve diğerlerinin
hiç bir şeye malik olmadığını ve hiçbir gücü elinde
bulundurmadıklarını bilmezler anlamındadır, ama
müşrikler kendi yönetici ve mabutları için malikiyet ve güçlerinden
bir kısmını tefviz esasınca onlara
bırakmışlardır. Bu yüzden korku ve tamah üzere onlara
kullukta bulunmaktadırlar. Bu müşriklerin çoğunun halidir ama
bazı kimseleri hakikati bilmektedir. Sadece isyan ve inat sebebiyle ondan
yüz çevirmektedirler.
Bütün bu dediklerimiz de
açıklığa kavuşturduğu gibi bu örnek münezzeh olan
Allah rububiyet hususunda Allah’a ortak kabul ettikleri ilahlar
hakkındadır. Bazılarının dediğine göre bu örnek
kafirlerin halini nitelendirmektedir. Bu örnek kendi hallerine
bırakılan kafir ile başarılı olan ve Allah
tarafından savunulan müminin örneğidir. Zira kafirin örneği
amelinin yok olması ve Allah tarafından ameline itina gösterilmemesi
sebebiyle hiçbir iradesi ve özgürlüğü kendiliğinden olmayan para ile
satın alınan bir kölenin örneğidir. Bu yüzden ne kadar infak
ederlerse yine de işleri ihsana varmaz. Kafirlerin aksine Allah mümini
kendi rızayetini elde etme yolunda başarılı kılar ve
çabaları karşısında kendilerine teşekkürde bulunur ve
çabaları taktir edilir. Böyle bir mümin kendi malından gizli veya
açık infakta bulunur.
Bu görüşe yapılan önemli
itiraz şudur: “Bu yorum ayetin akışıyla uyum içinde
değildir. Daha önce dediğimiz gibi Allah’ın nimetlerini sayma
konusunda bir biri ardınca yönelen üç ayetten biridir ve bu ayet her türlü
nimete sahip olan kimsenin durumunu, hiçbir şeye sahip olmayan kimsenin
durumuyla mukayese etmektedir. Tevhidi hatırlatmakta ve sonuç
almaktadır ki Allah her şeyin gerçek sahibidir.
“Allah iki adamı misal veriyor: Biri hiç bir
şeye gücü yetmeyen bir dilsiz…”
cümlesi hakkında ise “Mecme’ul Beyan”
kitabında şöyle yazılmaktadır: “ebkem” kelimesi,
“konuşamaz bir durumda doğan bir kimse” anlamındadır. Böyle
bir kimse anlama ve anlatma gücüne de sahip değildir. Başka bir
görüşe göre ise “ebkem” konuşamayan ve sohbet edemeyen kimse”
anlamındadır.”Kell” kelimesi de ağırlık
anlamındadır. Bu yüzden de “kelle’anil’ emr yekullü kella” ifadesi
“ona iş ağır geldi, ve o işi yapmadı” anlamındadır.
“Kelleti’l sikkin kululen” ifadesi de bıçak köreldi anlamınadır.”
Kelle lisanuhu” ifadesi de dili köreldi hızlı hızlı
konuşamadı” anlamındadır. O halde kelle sözünün anlamı
nüfuz edilmeye engel olan sertlik anlamındadır ve tevcih kelimesi ise
“herhangi bir taraftan yoldan bir yöne göndermek” anlamındadır.
“Veccehtuhu ila mevziil keza feteveccehe ileyh” ifadesi de “onu falan yere
gönderdin o da o yöne doğru gitti” anlamındadır.
“Allah iki
adamı misal veriyor” cümlesi de söz
konusu sıfatları bir birinin tam karşısında yer
aldığı varsayılan iki şahsiyet arasında başka
bir mukayese makamındadır.
“Biri hiç
bir şeye gücü yetmeyen bir dilsiz.”
Yani sözü anlamaktan ve dil vasıtasıyla başkasına
anlatmaktan mahrumdur. Zira o sağırdır, işitme ve
konuşma gücüne sahip değildir. O insanın kulak
vasıtasıyla elde ettiği bütün faaliyetten ve üstünlüklerden
mahrum durumdadır. Kulak, diğer duyu organlarından daha
kapsamlı ve detaylı bir organdır. İnsan kulak
vasıtasıyla eskilerin haberlerini, gözden uzak olayları,
insanların içinde olan şeyleri ilimler ve fenleri elde eder.
İnsan kulak vasıtasıyla başkalarına ince ve dakik
anlamlar ilka eder. Oysa sağır kimse bunlardan hiç birini derk etme
gücüne sahip değildir. Sadece göz ve işaret yoluyla onlardan çok
azını elde edebilir.
“Biri hiç
bir şeye gücü yetmeyen” cümlesinin genel
anlamı “bir dilsiz”
cümlesiyle tahsis edilmiştir ve anlamı da şudur: Sağır
kimse sağır olmayan kimsenin aksine bir takım bilgileri derk
etmeye ve anlatmaya kadir değildir.
“Ki
efendisine yüktür,” cümlesi ise şu
anlamdadır: Yani işlerini yöneten ve düzene koyan kimsenin külfeti
konumundadır. Zira kendisi işlerini asla idare edemez.
“Nereye gönderse bir hayır çıkmaz”
cümlesi de şu anlamdadır: “Yani eğer yöneticisi ve velisi onu
kendi işleri veya efendisinin işleri için bir yere gönderecek olursa
onları yapmaya kadir değildir. Bu yüzden kendisi için bir iş
yapamadığı gibi başkaları için de her hangi bir
iş yapamaz ve hiçbir fayda veremez. O halde “Biri hiç bir şeye gücü yetmeyen dilsiz”
cümlesi, münezzeh olan Allah’ın diğerinin örneğini
vermediği iki şahıstan birinin örneğidir. Çünkü “bu, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?”
cümlesinden de açıkça anlaşılmaktadır. Bu beyanda da çok
ince bir icaz ve üstün anlatım söz konusudur.
“Bu,
doğru yolda olan, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?”
cümlesi ise ikinci varsayılan şahsın sıfatlarına
işarettir ve bir biriyle mukayese edildiği zaman ikisinin eşit
olup olmadığı sorulmaktadır.
Ama o sıfata gelince... Allah
sağır olmayan bir kimsenin elde edebileceği kendisinin de bizzat
sahip olabileceği ve hem de başkalarına
yansıtabileceği kemal ve iyiliklerin doruğunu yani adaleti
ikinci varsayılan şahıs hakkında zikretmiştir.
Adalet, orta yola riayet etmek, amel ve
davranışlarında itidalli olmak, işlerinde ifrat ve
tefritten sakınmak anlamındadır. Adaleti emretmek, adaletin
hakikatine riayet edildiği taktirde insanın canında salah ve
temizlik vareder. Daha sonra amel ve davranışlarını
etkiler. Bu yüzden işlerinde itidal ve orta yola riayet eder. Bu hasletin
başkalarının amel ve davranışlarında da
olmasını ister. Bu yüzden de onları adalete
çağırır. Adalet dediğimiz gibi mutlak anlamda ifrat ve
tefritten sakınmaktır. Başka bir ifadeyle insanlara
karşı adaletten daha geniş bir anlamda salih bir şekilde
davranmaktır.
Allah-u Teala daha sonra o
şahsın başka bir sıfatını beyan etmekte ve
şöyle buyurmaktadır: “Ve o
doğru yol üzeredir” ayette geçen
sırt-ı müstakim yolcusunu hiçbir sapma ve eğrilik
olmaksızın hedefine ulaştıran doğru ve açık yol
demektir. İnsan kendi hayat yolunda doğru yolu kat eder amel ve
davranışları insani fıtrat üzere gerçekleşir, amelleri
çelişkiye düçar olmaz veya hak bildiği şeyden asla sapmaz. Genel
olarak amel ve davranışlarında haktan sapma, çelişki ve
ihtilaf mevcut değildir.
Adalet ve itidale davet eden, bu ikinci
varsayılan şahsın doğru yolda olmakla nitelendirilmesi de
iki ayrı nükteyi ifade etmektedir: Evvela onun adalete davet etmesi
bazı insanların iyiliği emretmesi gibi değildir. Bazı
insanların amel etmediği halde başkalarına iyiliği emretmesi
türünden değildir. Aksine o hal ve amellerinde doğrudur. Adaleti
emrettiği gibi kendisi de adaletle amel eder. İkinci husus da
şudur ki onun adaleti emretmesi esassız ve temelsiz bir gerçek
değildir. Aksine o kendi içinde de doğru yol üzeredir. Bunun da
gereği adaleti başkaları için de sevmesidir. Bu yüzden de
insanlara doğru yolu tutturmalarını ve ifrat ve tefritten uzak
durmalarını emretmektedir. Ama “bu, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?”
ayetinde yer alan sorunun şüphesiz cevabı olumsuzdur. Böylece ispat
olduğu üzere müşriklerin Allah yerine taptığı, her
türlü kudretten uzak olan ne kendileri ve ne de başkalarını
hidayet edemeyen putlar ile bizzat doğru yol üzere olan ve hem de
peygamberler göndererek dinler getirerek ve semavi kanunlar ortaya koyarak başkalarını
da doğru yola hidayet eden Allah asla eşit ve aynı
değildir.
Buradan da
anlaşıldığı üzere bu ayette verilen örnek şu
ayetin manasını çağrıştırmaktadır: “Gerçeğe eriştiren mi, yoksa, hidayet
verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı uyulmağa daha
layıktır? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?”[1438]
O halde münezzeh olan Allah sıfat
ve fiillerinde doğru yol üzeredir ve doğru yol üzere olduğu için
de yaratıkları için bir hedef taktir etmiştir ve
yaratıkları da o hedef üzere hareket etmektedir. O halde yaratılış
batıl ve boş bir şey değildir. Nitekim Allah-u Teala bizzat
şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri
boş yere yaratmadık.”
Hakeza Allah’ın yolu doğru
olduğu için onları yaratılış sebepleri olan hedefe
doğru hidayet etmektedir. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren,
sonra doğru yola eriştirendir”[1439]
Bu yüzden de insanı doğru yola
sevketmektedir. Nitekim şöyle buyurmuştur: Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir.”[1440] Hakeza şöyle buyurmuştur:“Şüphesiz ona yol gösterdik”[1441]
Bu ilke de nübüvvet ve şeriat
getirmenin en önemli delilidir. Bunun detaylı bilgileri nübüvvet bahsinde
ikinci ciltte ve bu kitabın onuncu ciltinde Nuh’un kıssasında
yer almıştır.
Elde ettiğimiz netice şudur:
Bu ayette örnek verilmesinden maksat nübüvvet ve teşri meselesine
işaret ile tevhit hususunda delil ve bürhan ikame etmektir.
Bazısı ise şöyle
demiştir: Bu örnek kendisinden hayır ümit edilen ve hayır ümit
beklenilmeyen kimse hakkındadır. Oysa her türlü hayır ve
iyiliğin kaynağı Allah-u Teala’dır. Dolayısıyla
da ona ve gayrisine ibadet etmek nasıl aynı olabilir?
Bu görüşün problemi de şudur:
Bu konu söylenilen şeyden daha özel ve dardır. Zira bu örnek bizzat
iyi ve salih olan adaleti emreden kimse hakkındadır. Böyle bir
şey de Allah-u Teala’ya özgüdür, başkasına değil.
O halde müşrikler Allah’a ve
gayrisine aynı şekilde ibadet etmedikleri gibi Allah’ı
bırakıp başkasına ibadet etmişlerdir.
Bazısı ise şöyle
demiştir: Bu örnek mümin ve kafir hakkında verilmiştir.
Sağır kimse kafirdir. Adaleti emreden kimse ise mümindir.
Ama söylemek gerekir ki ayetin mümin ve
kafire hatta adaleti emreden ve bu işten sakınan herkese intibak
sıhhati ayrı bir şeydir. Bu ayetin nimetleri sayma
akışında yer alışı tevhit hakkında delil
getirilişi ve buna dayalı diğer ilkeler apayrı bir
şeydir. Bu cihete teveccühen ayetin ifade ettiği şey söz konusu
örneğin münezzeh olan Allah ve O’nun yerine taptıkları şey
olmasıdır. Bundan başka bir şey değildir. [1442]
bak. 520. Konu, en-Nifak
Kur’an:
“Allah, küfredenlere, Nuh’un karısıyla Lut’un
karısını misal gösterir: Onlar, kullarımızdan iki iyi
kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip
küfürlerini gizlemişlerdi de iki peygamber Allah’tan gelen azabı
onlardan savamamışlardı. O iki kadına: “Cehenneme
girenlerle berâber siz de girin” dendi.”[1443]
Tefsir
“Allah, küfredenlere, Nuh’un karısıyla Lut’un karısını misal gösterir: Onlar, kullarımızdan iki iyi kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip küfürlerini gizlemişlerdi” ayeti hakkında Ragib-i İsfahani şöyle diyor: “Hıyanet ve nifak bir anlamdadır. Sadece hiyanet emanet ve sözleşmeler ile ilgilidir. Nifak ise din ile ilgilidir. Elbette bunlar bazen birbirine müdahalede de bulunur. Böylece hiyanet sözleşmeyi gizlide bozma yoluyla hakka muhalefet etmektir. Hıyanetin zıddı ise emanete riayet etmektir. Nitekim “hinte fulanen ve hunte emanete fulanen” (Falan kimseye hıyanet ettin, falan kimsenin emaneti hususunda hıyanet ettin) denilmektedir.
“lillezine keferu” (küfreden kimseler için) cümlesi
eğer “mesel” (örnek) kelimesine ait ise cümlenin anlamı şudur:
Allah kafirlerin halini beyan eden bir örnek vermiştir. Onların salih
kuluyla irtibatının kendilerine hiçbir faydası yoktur ve
eğer “zerebe” (vermiştir) cümlesine ait ise o zaman da cümlenin
anlamı şudur: “Allah iki kadını ve başlarına
gelenleri kafirler için örnek vermiştir ki bundan ibret alsınlar ve
Allah’ın salih kullarıyla irtibatlarının kendilerine hiç
bir faydasının dokunmayacağını ve bu sebeple de
peygambere (s.a.a) hıyanetleri sebebiyle cehennem ehli
olduklarını bilsinler.
Nuh’un
karısı ve Lut’un karısı cümlesi de “zerebe” fiilinin
mefuludur. “Onlar kullarımızdan iki iyi kulun nikahı
altında iken” cümlesi de o ikisinin eşleri
oldukları anlamındadır.
“Allah’tan gelen azabı onlardan
savamamışlardı” cümlesinde “yuğniya” kelimesindeki
tesniye zamiri de iki kula dönmektedir. “anhuma” tesniye zamirleri ise iki
kadına dönmektedir ve maksat o iki salih kimsenin eşleri
olmalarının o iki kadına hiçbir faydası olmadığıdır.[1444]
Kur’an:
“Allah, inanlara Firavun’un
karısını misal gösterir: O: “Rabbim! Katından bana cennette
bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun işlediklerinden kurtar; beni zalim
milletten kurtar” demişti.” [1445]
18477. Selman (a.s) şöyle diyor: “Firavun’un
eşi (güneşin sıcaklığıyla işkence
ediliyordu. İşkenceciler onun yanından gittiklerinde melekler
kanatlarıyla ona gölge ediyorlardı. O cennetteki evini görüyordu.”[1446]
18478. Ebu Hureyre şöyle diyor: “Firavun,
eşini çarmıha gerdi. Göğsüne değirmen taşını
koydu ve onu güneşin karşısına yatırdı.
Firavun’un eşi başını göğe kaldırdı ve
şöyle dedi: “Rabbim indinde cennette benim için bir ev bina et”
Allah da onun cennetteki evinin üzerindeki perdeyi kaldırdı ve o
evini müşahade etti.”[1447]
18479. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Cenent kadınlarının en iyileri
şınlardır: Hatice binti Huveylid, Fatıma binti Muhammed,
Meryem binti İmran ve Firavun’un karısı Asiye binti Müzahim.”[1448]
18480. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Mümin ve kardeşinin örneği biri
diğerini temizleyen iki el ayası gibidir.”[1449]
18481. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin birbirine karşı
sevgi, merhamet ve duygularının örneği insanın bedeninin
örneğidir bedenin bir organı acıdığında diğer
organları da gece uyumayarak ve ateşlenerek onun dertlerine ortak
olur.”[1450]
18482. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin kardeşlerinin hukukuna
riayet etmeyen müminin örneği bütün duyu organları salim olduğu
halde aklıyla düşünmeyen, gözüyle görmeyen, kulağıyla
işitmeyen, diliyle sorunlarını dile getirmeyen, delil ve
bürhanlar ortaya koyarak belaları kendisinden uzaklaştırmayan,
eliyle bir şeye saldırmayan, ayağıyla bir şeye
doğru yürümeyen kimsenin örneğidir. Öyle bir kimse hiç bir
özelliği olmayan bir parça et gibidir ve her türlü belaya maruzdur. Mümin
de işte böyledir. Kardeşlerinin hakkını bilmeyen
onların haklarına riayet sevabını kaybeder.
Karşısında soğuk su olduğu halde yok oluncaya kadar
ondan içemeyen susuz kimseye benzer... her nimet ondan alınır ve her
belaya müptela olur.”[1451]
bak. el-Eh, 34. Bölüm
18483. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın hududlarını
(ceza hukukunu) ayakta tutan ve bu konuda müsamaha gösteren kimsenin
örneği yeri bölüştürme hususunda gemide kura çeken topluluğun
örneği gibidir. Geminin üst bölümü bir topluluğun adına
aşağısı ise başka bir topluluğun adına
çıktı. Alt kattakiler su almak istediğinde yukarıdakilerin
yanından geçmek zorundaydılar. Geminin üst katında oturanlar ise
şöyle dediler: “Biz onların yukarıya gelmelerine ve bize eziyet
etmelerine izin vermeyeceğiz. Alt kattakiler ise şöyle dediler: “En
iyisi kendi katımızda bir delik açalım ve üst kattakilerimizi
rahatsız etmeyelim. Bu taktirde eğer üst kattakiler bu grubun bçyle
bir iş yapmasına izin verecek olurlarsa hepsi ortadan yok olurlar.
Eğer onlara izin vermezlerse hem onlar ve hem de kendileri kurtuluşa
ererler.”[1452]
18484. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın hududları hususunda
ihmalkarlık gösteren ve aziz ve celil olan Alalh’ın
hududlarını ihya eden, onlara riayet edilmesini emreden ve
hududların çiğnenmesine engel olan kimsenin örneği yer hususunda
gemide kura çeken topluluğun hikayesidir. Geminin en arka bölümü ve en
uzak bölümü tuvaletiyle birlikte onların adına çıktı. Bu
grup cahil kimselerdi. Diğerlerinin yanından geçince onlara eziyet
ediyorlardı. Bunun üzerine şöyle dediler: “Biz diğer gemi
ehlinden tuvalete daha yakınız ama suya daha uzağız.
Kendimiz ile tuvalet arasında kendimize bir delik açalım, suyu
aldığımız taktirde onu kapatırız. Cahil
arkadaşları ise şöyle dediler: “İçeri gir” o da içeri
girdi. Bir balta aldı ve geminin duvarını delmeye yeltendi.
Gemideki yolculardan birisi durumu anlayınca, “ne yapıyorsun?” diye
seslendi. O şöyle dedi: “Biz tuvalete en yakın ama suya en uzak
olanlarınızız. Geminin duvarını yarmak istiyoruz,
ondan su alınca tekrar kapatacağız.” O adam şöyle dedi:
“Sakın böyle yapma. Zira bu taktirde hem kendin ve hem de biz ortadan yok
oluruz.”[1453]
bak. el-Hudud, 737. Bölüm; el-Mudahene,
1275. Bölüm
18485. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an okuyan müminin örneği hem
güzel kokan, hem tadı güzel olan ağaç kavunu örneğidir. Kur’an
okumayan müminin misali ise tadı güzel ama kokusu olmayan hurma
örneği gibidir.”[1454]
18486. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an okuyan kötü kimsenin örneği
güzel kokan ama tadı acı olan reyhane örneğidir. Kur’an okumayan
kötü kimsenin örneği ise tadı acı ve kokusu da olmayan Ebu Cehil
karpuzu örneği gibidir.”[1455]
18487. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an okuyan münafığın
örneği kokusu güzel ama tadı acı olan reyhane örneği
gibidir. Kur’an okumayan münafığın örneği ise hem kokusu
kötü ve hem de tadı acı olan Ebu cehil karpuzu örneği gibidir.”[1456]
18488. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an okuyan ama miras hükümlerini
bilmeyen kimsenin örneği ucu sivri başsız külah örneğidir.”[1457]
18489. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an okuyan ama miras hükümlerini
bilmeyen kimsenin misali başı olmayan kimsenin misalidir.”[1458]
18490. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’anı öğrenen, okuyan ve
amel eden kimsenin örneği her yeri kokusuyla dolduran ve miskle dolu bir
kırba örneğidir. Kur’anı öğrenen ve içi Kur’anla dolu
olduğu halde yatağa giren kimsenin örneği ise ağzı
kapalı olan misk torbası örneğidir.”[1459]
18491. Yahya b. Zekeriyya (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey İsrailoğulları!
Alalh-u Teala size kitabı okumayı emretmiştir. Semavi
kitabı okumanın örneği kalesinde oldukları halde
düşmanların kendilerine doğru geldiği ve kalenin her
köşesinde birilerinin kendilerine tuzak kurduğu topluluğun
örneği gibidir. Böylece her yerden düşman onlara saldırır
ve kendisini kaleden uzaklaştıran kimseyle
karşılaşır. Aynı şekilde Kur’an okuyan kimse de
işte sürekli olarak bu kalede korunmuş olur.”[1460]
bak. el-Kur’an; 3305, 3307, 3308.
Bölümler
18492. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ı ezberleyen kimsenin
örneği devesinin ayağını bağlayan kimsenin örneği
gibidir. Eğer ona dikkat ederse deveyi korur ve eğer onu
salıverirse deve gider.”[1461]
18493. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’anın örneği dizi
bağlanmış devenin örneği gibidir. Eğer sahibi
dizginlerine dikkat edecek olursa deveyi tutar ve eğer ondan gafil olursa
deve gider. Kur’an hafızı da eğer gece gündüz Kur’an okursa
aklında kalır, aksi taktirde bununla uğraşmazsa onu
unutur.”[1462]
bak. el-Kur’an, 3300, 3301. Bölümler
18494. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah yolunda cihad meydanlarından
geri dönünceye kadar cihad eden kimsenin örneği –Allah kimin kendi yolunda
cihat ettiğini daha iyi bilmektedir- sürekli oruç tutan, geceyi ibadetle
geçiren, oruç tutmaktan ve sadaka vermekten asla usanmayan kimsenin örneği
gibidir. Allah-u Teala kendi yolunda cihat eden kimse için yanına
aldığı taktirde onu cennete götüreceğini veya büyük bir
mükafat veya ganimetle salim olarak geri çevireceğini garanti
etmiştir.”[1463]
18495. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah yolunda cihat eden kimsenin misali
her ne kadar cihadı uzarsa da geri dönünceye kadar gündüzleri oruç tutan
ve geceleri ibadetle geçiren kimsenin misali gibidir.”[1464]
bak. el-Cihad (1) , 572. Bölüm
18496. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimden savaşan ve
düşmanlar karşısında güçlenmek için ücret alan kimselerin
örneği oğluna süt verip mükafatını alan Musa’nun annesinin
misali gibidir.”[1465]
18497. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Beş vakit namazın örneği
birinin evinin önünden akıp giden tatlı nehirin örneği gibidir.
O günde beş defa onun içinde yıkanır onda hiç pislik ve kirlilik
diye bir şey kalır mı?”[1466]
bak. es-Selat, 2272. Bölüm; Kenz’ul
Ummal, 7/309, 310. Bölümler
18498. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İyi ve kötü arkadaşın
örneği misk satan dükkan ile demirci ocağı misalidir. Misk satan
dükkandan nasipsiz kalmazsın ya ondan alırsın ya da kokusunu
koklarsın. Ama demirci ocağı evini veya elbiseni yakar veya
ondan kötü koku alırsın.”[1467]
18499. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İyi arkadaşın misali
güzel kokular satan kimsenin misalidir. Eğer sana güzel kokudan vermezse
en azından kokusu sana gelir. Kötü arkadaşın misali ise demirci
misalidir. Eğer elbiseni yakmazsa en azından kötü kokusunu
alırsın.”[1468]
bak. es-Sedik, 2205. Bölüm
Kur’an:
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, her
başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren ta-nenin durumu
gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah (kudret ve rahmet
açısından) geniştir, O her şeyi bilendir.”[1469]
“Allah’ın rızasını kazanmak
ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını infak
edenlerin durumu, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur aldığında
yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi
düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah işlediklerinizi görür.”[1470]
18500. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cimri ile sadaka veren kimsenin misali
bedeninde demir zırh bulunan iki erkek misalidir. Sadaka veren kimse
sadaka vermek istediğinde o zırh eseri temizleninceye kadar bedeninde
açılır. Cimri kimse sadaka vermek istediğinde bedeninde
daralır. Elleri halkalarına bağlanır zırhın halkaları
büzüşür.” Hadisin ravisi olan Ebu Hureyre şöyle diyor: “Allah
Resulünün (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “Böylece o da
zırhı açmak ister ama buna gücü yetmez.”[1471]
bak. 521. Konu, el-İnfak; Sahih-i
Muslim, 2/708, 23. Bölüm
Kur’an:
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe
inanmayıp, insanlara gösteriş için malını infak eden kimse
gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa
çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu
gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır.
Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah küfreden
kimselere hidayet etmez.”[1472]
“Bu dünya hayatında infak ettiklerinin
durumu, kendilerine zulmeden kimselerin ekinlerine isabetle kavurup mahveden
soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi, onlar
kendilerine zulüm ettiler.”[1473]
18501. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Haram bir mal elde eden ve sonra onu
sadaka veren kimsenin misali şudur: Allah zina eden sonra da gelirini hastalara
sadaka veren kimseden kabul etmediği gibi onun da sadakasını
kabul etmez.”[1474]
18502. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüklere bulaşan sonra da
iyilikler yapan kimsenin misali dar ve boğucu bir zırh giyen kimsenin
misalidir. Her defasında iyilik edince o zırhın
halkalarından biri parçalanır sonra da (bedeninden) yere
düşünceye kadar bir diğer halka parçalanır…”[1475]
18503. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Alimlerin örneği gökteki
yıldızlar örneği gibidir. Çöl ve denizin
karanlıklarında onlar vesilesiyle yol bulunur. Yıldızlar
görünmez olduğunda ise kılavuzlar yolu kaybetmenin eşiğine
gelirler.”[1476]
18504. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yeryüzünde alimlerin örneği
gökteki yıldızlar örneğidir. Çöl ve deniz
karanlıklarında onlar vasıtasıyla yol bulunur onlar
görünmez olduklarında da kılavuzlar kaybolmanın
eşiğine gelirler.”[1477]
18505. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Muhammed’in Ehl-i Beyt'i gökteki
yıldızlar gibidir. Bir yıldız batarsa, diğeri
doğar. Allah lütuflarını üzerinize tamamlayacaktır. Ben,
umduğunuza kavuştuğunuzu görüyorum.”[1478]
18506. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gökteki yıldızlar
(insanı) boğulmadan güvende kılar. Benim Ehl-i Beytimde
ümmetimin dinlerinde (dini inançlarında) sapmada güvende kalma
vesilesidir.”[1479]
bak. el-Bihar, 24/119, 41. Bölüm
18507. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelsiz ilim meyvesiz ağaç
gibidir.”[1480]
18508. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelsiz ilim oksuz yay gibidir.”[1481]
Kur’an:
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde,
onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitab
yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan
kimselerin durumu ne kötüdür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.”[1482]
“Onlara, şeytanın peşine
taktığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden
sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını
anlat. Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya
meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan
da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir.
İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu
kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.”[1483]
bak. Gafir suresi, 82. ayet; Şura suresi,
14. ayet
18509. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara iyiliği
öğreten ama kendisi iyiliği unutan kimsenin misali insanlar için nur
saçan ama kendisi yanan fitil (mum) örneğidir.”[1484]
18510. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İyiliği öğreten ama
kendisi iyilikle amel etmeyen kimsenin örneği insanlara nur saçan ama
kendisini yakan kandil örneğidir.”[1485]
18511. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara iyiliği
öğreten ama bizzat kendisini unutan kimsenin örneği insanlara
aydınlık veren ama kendisini yakan bir kandil örneğidir.”[1486]
18512. Hz. Mesih (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey dünyanın kulları! Sizin
hikayeniz, dışı görenlerin hoşuna giden ama içi ölülerin
kemikleri ve günah ile dolu olan güzel yapıyla bezenmiş
mezarların hikayesidir.”[1487]
18513. Hz. Mesih (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey dünyanın kulları! Sizin
örneğiniz kendisi yanan ama insanları aydınlatan kandil
örneğidir.”[1488]
18514. Hz. Mesih (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel unu dışarı veren
kepeğini ise tutan elek gibi olmayın. Böylece sizler de
ağızlarınızdan hikmet verirsiniz ama kalplerinizde kin ve
riyakarlık geri kalır.”[1489]
18515. Hz. Mesih (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Damında
ışığı olan ama içi korkunç ve karanlık eve
(ışığın) ne faydası vardır. Aynı
şekilde ağızlarınızda ilim
ışığı olduğu halde içlerinizin boş
olmasının sizlere ne faydası vardır! O halde koşunuz
ve karanlık evlerinizi aydınlatınız.”[1490]
18516. Hz. Mesih (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey dünyanın kulları!
Güneşin aydınlığında ışık
taşıyorsunuz. Oysa güneşin ışığı sizler
için yeterlidir. Karanlıklarda ise ışığı yere koyuyorsunuz.
Oysa ışıklar karanlıklar için sizlere verilmiştir!
Aynı şekilde sizlere de dünya işi için ilimin nurundan
faydalanıyorsunuz oysa dünya işiniz sizlere garantilenmiştir.
İlmin nurundan ahiret işi için istifade etmeyi terk ediyorsunuz. Oysa
ilim sizlere bunun için verilmiştir.”[1491]
18517. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İlmi dışında amel
eden alim; cehaletten uyanmayan, tereddüt içinde şaşırıp
kalan cahile benzer. Ama onun aleyhindeki hüccet daha büyük, onun
pişmanlığı daha derin pişmanlıktır. Allah
katında daha fazla kınanacak olan da odur.”[1492]
bak. el-İlm, 2888, 2899. Bölümler
18518. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İlim öğrenen ama onu
öğretmeyen kimsenin misali hazine biriktiren ama onu harcamayan kimsenin
misali gibidir.”[1493]
bak. el-İlm, 2858. Bölüm
18519. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Alim olmayan abidin (din hususunda)
örneği gece (bir bina) eden ve gündüz ise onu yıkan kimsenin
misalidir.”[1494]
bak. el-İbadet, 2491. Bölüm;
el-Fıkh, 3246. Bölüm
18520. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Genç yaşta ilim öğrenmenin
misali taşa kazınan bir resim misalidir. Büyük çağlarda ilim
öğrenen kimsenin misali ise suyun üzerine yazı yazan kimsenin
misalidir.”[1495]
bak. eş-Şebab, 1944. Bölüm
18521. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir hikmet işitmek için oturan ama
dostu hakkında işittiği en kötü şeyi konuşan kimsenin
misali bir çobanın yanına gidip ona, “Ey çoban! Kesmek için bana
süründen bir koyun ver” diyen bir adamın misalidir. Çoban ona şöyle
der: “Git ve sen en iyisini al” ama o gider ve sürünün köpeğinin
kulağından tutar.”[1496]
18522. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonradan zengin olmuş birine
muhtaç olmanın hikayesi gerçekte engerek yılanının
ağzındaki dirhemin hikayesidir. Sen ona ihtiyaç duyarsın ama
canın engerek yılanından dolayı tehlike ile karşı
karşıyadır.”[1497]
bak. el-Hacet, 972. Bölüm
18523. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bağışladığı
şeyi geri alan kimsenin örneği doyuncaya kadar yiyen sonra kusan ve
daha sonra da kustuğunu yeniden yiyen köpeğin misalidir.”[1498]
18524. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çirkin sıfat bize (müminlere)
layık değildir. Bağışladığı şeyi
geri alan kimsenin misali kustuğunu yiyen köpeğin misalidir.”[1499]
18525. Resulullah (s.a.a) iki taş
atmış ve şöyle buyurmuştur: “Bunun
ve onun ne olduğunu biliyor musunuz?” Ashap şöyle arzetti: “Allah
ve Resulü daha iyi bilir.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu
ikisinden biri arzu diğer ise eceldir.”[1500]
18526. Sahihi Tirmizi’nin şerhinde
şöyle yer almıştır: “…Rebi’
b. Huseym Abdullah’tan nakletmektedir ve lafzı Buhari’ye aittir:
“Peygamber (s.a.a) bir kare çizdi. Ortasına bir çizgi koydu o çizginin
etrafına da küçük çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu (orta çizgi)
insandır. Ve bu (kare) insanı kuşatan ecelidir. (karenin)
dışında kalan çizgi ise onun arzusudur. Bu küçük çizgiler ise
bela ve hastalıklardır. Eğer onlardan biri hedefini
şaşıracak olursa (insana isabet etmeyecek olursa) diğeri
onu ısırır.”
Aynı şerhte şöyle yer
almıştır: Enes’ten şöyle
nakledilmiştir: “Peygamber (s.a.a) bir takım çizgiler çizdi ve
şöyle buyurdu: “Bu arzudur, bu eceldir ve insan bu arada kalmaktadır
aniden yakın olan çizgi ona isabet eder.”
İbn-i Arabi (r. a) ise şöyle
diyor: “Buhari bu hadisi doğru
nakletmemiştir. Zira Peygamber (s.a.a) üç anlam ifade etmiştir.
Bunlar biri kare, ortasındaki iki çizgi ve diğer üç küçük çizgidir.” Resulullah
(s.a.a) daha sonra şöyle buyurmuştur: “Bunların her biri
için örnek vereceğim” Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu:
“Bunlardan birisi insandır, bu ikisi de onu kuşatan eceldir ve bu
karenin dışında kalan üçü de onun arzularıdır. Bu dört
küçük çizgi ise belalar ve hastalıklardır.”
Ama bu rivayetin doğrusu onun
rivayet ettiğinden başkasıdır.” Abdullah şöyle
diyor: “Resulullah (s.a.a) bizler için bir kare çizdi. Ortasında da bir
çizgi çizdi. Etrafına da küçük çizgiler koydu. Karenin
dışında da bir çizgi çizdi ve şöyle buyurdu: “Bunun ne
olduğunu biliyor musunuz? ” Ashab
şöyle dedi: “Allah ve Resulü daha
iyi bilir? Resulullah şöyle
buyurdu: Bu orta çizgi insandır. Etrafında olan çizgiler ise
insanı her taraftan ısıran belalar ve hastalıklardır.
Eğer bunlardan biri hata edecek olursa diğeri onu hedefinden vurur.
Bu kare de onu her taraftan kuşatan ecelidir. Karenin
dışında kalan çizgi ise onun arzularıdır.
İşte bunun tasviri ise şöyledir:
Ebu Said Hudri’den ise şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) tam
karşısında bir yere bir sopayı dikti yanına da
başka bir sopayı soktu ve onun yanına da üçüncü sopayı
dikti ve şöyle buyurdu: “Bunun ne olduğunu
biliyor musunuz? Ashab şöyle arz etti: “Allah ve Resulü daha iyi
bilir.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu insandır ve bu da
arzusu. İnsan arzusuna doğru gider ama eceli kendisi ile arzusu
arasına engel olur. Bunun da şekli şöyledir: [1501]
18527. İbni-i Mes’ud şöyle
demiştir: “Peygamber (s.a.a) bir kare çizdi
ortasına bir çizgi ve dışına da bir çizgi çizdi.[1502]
Orta çizginin yanında da küçük çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu
(orta çizgi) insandır ve bu da onun etrafını alan veya takriben
onu ihata eden ecelidir. Dışardan olan şey ise insanın
arzularıdır. Bu küçük çizgiler ise olaylar ve
hastalıklardır. Eğer bunlardan biri hedefini
şaşırırsa diğeri onu ısırır.[1503]
Eğer bu da hata edecek olursa diğeri ona ulaşır.
Bu da Peygamberin (s.a.a) çizdiği
şeyin şeklidir:
18528. Enes şöyle diyor: “Allah
Resulu (s.a.a) bir çizgi çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu insandır.” Bunun
yanı sıra başka bir çizgi çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu da
insanın ecelidir.” Daha sonra biraz daha uzak bir çizgi çizip şöyle
dedi: “Bu da insanın arzularıdır. Bu çekişmede yakın
olan çizgi (eceli) ona daha çabuk ulaşır.[1504]”[1505]
18529. Resulullah (s.a.a), şöyle
buyurmuştur: “Bu ademoğludur ve bu da ecelidir-Peygamber
(s.a.a) daha sonra elini ensesine koydu, sonra elini çekti ve şöyle dedi:
“Orası onun arzusudur ve orası onun arzusudur.”[1506][1507]
18530. Mirac hadisinde şöyle yer
almıştır: “Ey Ahmet!
Yumuşak elbiseler giyerek renkli ve tatlı yiyecekler yiyerek ve
yumuşak yataklarda yatarak kendini süsleme. Zira nefis her şerrin
sığınağı ve her kötülüğün
arkadaşıdır. Sen onu Allah’a itaate doğru çekersin, ama o
seni Allah’a isyana sürükler, Allah’a itaat yolunda sana muhalefet eder ve sen
hoşlanmadığın şeyler hususunda sana itaat eder.
Doyunca isyan eder, acıkınca şikayette bulunur. Muhtaç
olduğunda kızar, zengin olduğunda ise ululanır.
Ululanınca da unutur, kendini güvende hissedince gaflet eder.
Şüphesiz nefis şeytanın arkadaşıdır. Nefsin
hikayesi deve kuşu misalidir. Fazla yer ama yük taşımaz. (Nefsin
hikayesi) rengi güzel ama tadı acı olan katmerli zakkum fil
ağacı gibidir. [1508]”[1509]
18531. Resulullah (s.a.a) , Zehhak b. Süfyan’a
şöyle buyurmuştur: “Ey Zehhak! Senin
yiyeceğin nedir?” O şöyle arzetti: “Et ve süt” Peygamber şöyle
buyurdu: “Yediğin zaman neye dönüşmektedir?” O şöyle dedi:
“Kendinin de bildiğin şeye” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah-u
Teala insanın def ettiği şeyi (dışkıyı)
dünya için örnek olarak vermiştir.”[1510]
18532. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz insanoğlunun yiyeceği
dünya için bir örnek olarak taktir edilmiştir. Onu her ne kadar baharatla
doldurup güzel yapsa da sonunda neye dönüştüğüne bir bak.”[1511]
18533. Resulullah (s.a.a) kendisine gelen bir
topluluğa, “yanınızda yiyecek bir şey var mıdır?”
diye sorunca o topluluk, “Evet” dedi.- “Yanınızda içecek bir şey
de var mıdır?” diye sorunca ve onlar da “evet” deyince şöyle
buyurmuştur: “Bu yiyecek ve içeceklerin sonu
tıpkı bu dünyanın sonu gibidir. Sizden biri evinin arkasına
gitmekte ve kokusundan burnunu kapamaktadır.”[1512]
bak. ed-Dunya, 1253, 1263. Bölümler
18534. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyaya tutkuyla bağlanan kimsenin
misali, ipek böceği misalidir. Kendi etrafını ördükçe
çıkışını daha da daraltır ve sonunda da ölür
gider.”[1513]
bak. 104. Konu, el-Hırs
18535. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gücünüz yettiğince insanlara
zulmetmekten sakının. Zira insan kıyamet günü
kurtulacağını düşündüğü iyi işleriyle getirilir.
Ama sürekli ona şöyle denir: “Falan insanın senin üzerinde bir
hakkı vardır.” Sonra da şöyle denir: “Onun iyiliklerini silin.”
Sonunda onun için bir iyilik baki kalmaz. Bu şahsın misali, bir çöle
inen, ama kendisiyle birlikte yakacak bir şeyleri bulunmayan
topluluğun misalidir. Bu yüzden her birisi bir tarafa gider, ateş
yakmak için odun toplar, istedikleri şeyi pişirirler. İşte
günahların misali de böyledir (iyilikleri yakar.) ”[1514]
bak. 94. Konu, el-Habt
18536. Yahya (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sizden sürekli Allah’ı
hatırlamanızı istiyorum. Zira Allah’ı
hatırlamanın misali, düşmanın süratle kendisini takip
ettiği, onun ise güçlü bir kaleye sığındığı,
kendisini onların şerrinden güvende kıldığı kimsenin
misalidir. İşte kul da böyledir. Kendisini sadece Allah’ın
zikriyle şeytanın zararından koruyabilir.”[1515]
bak. ez-Zikr, 1340. Bölüm;
eş-Şeytan, 2016, 2019. Bölümler
482. Konu
et-Timsal
Resim ve Heykel
F Vesail’uş-Şia,
3/560-565, 3 ve 4. Bölümler; et-Temasil
F Sünen-i
Ebi Davud, 4/72, Bab-u fi’s-Suver
F Sahih-i
Müslim, 3/1664, 26. Bölüm; Tahrim-u Tesvir-i Suret’ul-Hayvan
Kur’an:
“Süleyman için, o ne dilerse, mabetler,
heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç
kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi!Şükredin! Kullarımdan
şükredenler pek azdır.”[1516]
18537. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Cebrail bana geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Muhammed!
Rabbin sana selam etmektedir ve seni evleri süslemekten
sakındırmaktadır.” Ebu Basir şöyle diyor: “Ben şöyle
arzettim: “Evleri süslemekten maksat nedir?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Heykellerin şekilleri.”[1517]
18538. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cebrail yanıma geldi ve şöyle
buyurdu: “Ey Muhammed! Rabbin seni heykellerden
sakındırmaktadır.”[1518]
18539. Resulullah (s.a.a) , Ali’yi (a.s)
Medine’ye gönderince şöyle buyurmuştur: “Gördüğün
resimleri ortadan kaldır.”[1519]
18540. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Melekler, köpeğin resminin ve
cünüp şahsın bulunduğu eve girmezler. ”[1520]
18541. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Melekler içinde köpek veya heykelin
bulunduğu eve girmezler.”[1521]
18542. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cebrail (a.s) yanıma geldi ve bana
şöyle buyurdu: “Dün gece senin yanına geldim, ama benim girişime
engel olan şey kapının üzerindeki heykeller, odaya
asılı olan ince resimli perde ve evdeki köpek idi. O halde odada olan
heykelin yok edilmesini, ağaç şekline dönüştürülmesini, perdenin
kaldırılmasını, ondan iki yastık
yapılmasını emret. Böylece el ve ayaklar altında olsun ve
ayrıca da köpeğin dışarı
çıkarılmasını emret.”[1522]
18543. İmam Ali (a.s) Peygamber’in
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Evinin
kapısına asılmış olan üzerinde resimler bulunan
perdeyi görünce, zevcelerinden birine, “Benden gizle, baktıkça
dünyayı ve süslerini hatırlıyorum” dedi. Dünyadan kalbiyle yüz
çevirmiş, içinde yad etmeyi öldürmüştü ve ziynetini gözünden uzak
tutmayı severdi.”[1523]
18544. Ayşe şöyle diyor: “Üzerinde
kuş resminin bulunduğu bir perde vardı. Birisi içeri
girdiğinde ilk defa onunla karşılaşıyordu. Allah
Resulü (s.a.a) bana şöyle buyurdu: “Bu perdeyi değiştir. Zira
içeri girdiğimde onu görüyor ve dünyayı hatırlıyorum.”[1524]
18545. Ayşe şöyle diyor: “Ben
üzerinde resim bulunan bir perde astım. Allah Resulü içeri girince onu
uzağa attı. Ben de o perdeden iki yastık yaptım.”[1525]
18546. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü azapların en
şiddetlisi resim yapanlaradır.”[1526]
18547. Müslim b. Subeyh şöyle diyor: “Mesrukla
birlikte içinde Meryem’in heykellerinin bulunduğu bir odada idik. Mesruk
şöyle dedi: “Bu heykeller Kisra’nın heykelleriydi.” Ben şöyle
dedim: “Hayır, bu Meryem’in heykelidir.” Mesruk şöyle dedi: Abdulah
b. Mes’ud’dan “Allah Resulünün (s.a.a) şöyle buyurduğunu
işittim: “Kıyamet günü azapların en şiddetlisi resim
yapanlaradır.”[1527]
18548. Said b. Ebi’l Hasan şöyle diyor: “Bir
şahıs İbn-i Abbas’ın yanına geldi ve şöyle dedi:
“Ben bu resimleri yapan bir ressamım. Bunlar hakkında bana fetva
ver.” İbn-i Abbas ona şöyle dedi: “Bana yaklaş.” O
yaklaşınca İbn-i Abbas ona şöyle dedi: “Daha da
yakınlaş” Böylece ellerini başının üzerine koydu ve
şöyle dedi: “Allah Resulünden duyduğum şeyi sana da haber
vereyim: Allah Resulünün şöyle buyurduğunu işittim: “Her resim
yapan kimse ateştedir, çizdiği her resme can verilir ve o heykeller
onu cehenneme doğru sürükleyip işkence eder.” Allah Resulü şöyle
demiştir: “Eğer bu işi yapmaya mecbur olursan ağaç ve
cansız varlıkların resmini yap.”[1528]
18549. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim dünyada bir resim çizerse
kıyamet günü de ona can vermekle sorumlu olur ve bunu da yerine
getiremez.”[1529]
18550. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir resim çizecek olursa
kıyamet günü ona can vermek zorunda kalır.”[1530]
18551. İmam Sadık (a.s) , kendisine,
ağaç, güneş ve ayın resmini soran Muhammed b. Müslim’e
şöyle buyurmuştur: “Canlı resimler
olmadıkça sakıncası yoktur.”[1531]
18552. İmam Sadık (a.s) “Ona
dilediğini yaparlar” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun
ki onlar kadın ve erkeklerin resmi değildi. Aksine onlar
ağaçların ve benzeri şeylerin resimleriydi.”[1532]
18553. İmam Bakır (a.s) evlerdeki
heykellerin sorulması üzerine şöyle buyurmuştur: “Bu
resimler, kadınlara veya kadınların odasına özgüdür.”[1533]
483. Konu
el-İmtihan
İmtihan
F Bihar,
73/154, 125. Bölüm; el-Gaflet ve’l-Lehv
F Kenz'ul-Ummal,
15/211-231, Kitab’ul-Lehv
bak.
F 64. konu,
et-Tecrübe; el-Eh, 56. Bölüm; el-Bela, 395 ve 396. Bölümler
Kur’an:
“Seslerini Peygamberin yanında kısan
kimseler, Allah’ın gönüllerini takva ile sınadığı
kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.”[1534]
“Ey iman edenler! İman etmiş
kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları deneyin, hicretlerinin
sebebini inceleyin. Allah onların imanlarını çok iyi bilir.
Onların mümin kadınlar olduklarını öğrenirseniz,
küfredenlere geri çevirmeyin.”[1535]
18554. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bizim işimiz gerçekten çok zordur;
ancak Allah’ın kalbini imanla imtihan ettiği mümin kul onu yüklenir.”[1536]
18555. İmam Ali (a.s) Peygamberin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah
onları açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara uğratarak
imtihan etti.”[1537]
18556. İmam Ali (a.s) kabirde ölüden
sorulacak soru hakkında şöyle buyurmuştur: “Onu
uğurlayanlar, ayrılık acısına düşenler geri
dönünce, şaşırıp kalacağı soruyu
cevaplaması, derde dert katan imtihana hazırlanması için
çukurunda oturtulur.”[1538]
18557. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dene ki düşman olasın.”[1539]
Seyyid Razi şöyle diyor:
“Bazıları bu cümleyi Allah Resulünden (s.a.a) rivayet etmişlerdir.
Ama teyit edilen hususlar esasınca bu söz Müminlerin Emirine aittir ve
Sa’leb’in İbn-i A’rabi’den naklettiği bir rivayettir ve bu rivayette
Me’mun şöyle demiştir: “Eğer Ali, “Dene ki düşman
olasın” diye buyurmasaydı ben şöyle derdim: “Düşmanlık
et ki deneyesin.”
18558. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların arasına
karış ki onları deneyesin ve denediğin taktirde onlara
düşman olursun.”[1540]
18559. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın yücelmesi veya
aşağılanması imtihan anındadır.”[1541]
18560. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan ameliyle denenir, sözüyle
değil.”[1542]
18561. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların akılları
şu üç şeyle denenir: Mal, dostluk ve musibet.”[1543]
18562. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şiilerimizi üç şeyde
deneyiniz: Namaz vakitlerinde, namazı nasıl gözettiklerine
bakınız; sırlar hususunda, sırları düşmanlardan
nasıl koruduğuna bakınız ve mallar hususunda, onunla
kardeşlerine nasıl yardım ettiğine bakınız.”[1544]
18563. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kula dünyadan sadece ibret alması
için verilir ve de sadece imtihan için alınır.”[1545]
18564. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların ahlakı
şu altı şeyle denenir: Hoşnutluk, gazap, güvenlik, korku,
mahrumiyet ve rağbet.”[1546]
18565. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yöneticilik makamları
insanların yarışma meydanlarıdır.”[1547]
18566. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ameller tecrübe ve imtihan iledir.”[1548]
Hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim,
hidayeti yüce Alalh’a mahsus sayar. Yalnız Kur’an’daki hidayet, ahiret ve
dünya mutluluğuna ulaştıran ihtiyari hidayetten ibaret
değildir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Rabbimiz,
her şeye kendi (özel) yaratılışını veren, sonra
da onu (o doğrultuda) hidayet eden Allah’tır.”[1549]
Görüldüğü gibi yüce Allah hidayete biliçli, akıllı olan ve
olmayan her varlığı kapsayacak biçimde genel bir anlam veriyor.
Ayrıca amaç bakımından da hidayeti mutlak sayıyor. O
başka bir ayette şöyle buyuruyor: “O,
yaratıp düzene koyandır. O, takdir edip hidayet edendir.”[1550]
Bu ayet de daha önceki ayet gibi mutlaktır. Bundan
anlaşılıyor ki bu hidayet, dalalete düşürmenin
karşıtı olan özel hidayetten başkadır. Çünkü yüce
Allah hidayetin bu türünün bazı kesimler için söz konusu
olmadığını, onun yerine dalaletin geçtiğini
belirtiyor. Oysa hiçbir varlığı genel anlamlı hidayetin
kapsamı dışına çıkarmıyor. Allah-u Teala
şöyle buyuruyor: “Allah zalim toplumu
hidayete erdirmez.”[1551];
Yine şöyle buyuruyor: “Allah
Fasık toplumu hidayete erdiremez.”[1552]
Bu anlamda çok sayıda ayet vardır.
Yine ortaya çıkıyor ki söz konusu
hidayet, mümin kafir bütün insanlara yol gösterme anlamına gelen
hidayetten de başkadır. Yüce Allah’ın şu ayetlerde
buyurduğu gibi: “Gerçekten biz ona
yolu gösterdik. Artık ya şükreder veya nankör olur.”[1553];
“Semud oğullarına gelince, biz onlara
doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yola tercih
ettiler.”[1554]
Bu iki ayette ve benzerlerinde söz konusu edilen hidayet sadece bilinç ve
akıl sahibi canlıları kapsar. Daha önce söylediklerimizden
anlaşılmış olmalıdır ki, “Sonra
da onu (o doğrultuda) hidayet eden Allah’tır”
ve “O, taktir edip hidayet edendir.”
ifadelerindeki hidayet, hem kapsam, hem de amaç bakımından geneldir.
Üstelik bu ayetlerin ikincisinde hidayet, takdirin sonucu olarak
alınıyor. Bir şeyi yaratılış gayesinde
yönlendirecek sebepleri ve gerçekleri hazırlamak anlamını
taşıyan taktir ise, özel hidayet ile bağdaşmaz. Her ne
kadar hidayetin bu türü de evrendeki genel düzen açısından taktir
alanının içinde ise de bu bakış o bakıştan
farklıdır. Bunu iyi anlamak gerekir.
Her ne ise; bu genel hidayet yüce
Allah’ın her şeyi varlığının kemaline iletmesi,
onu yaratılış gayesine erdirmesidir. Bu hidayet, söz konusu
şeyin varolma, gelişme, fiiller ve hareketler gibi özünün
(zatının) varlığını sürdürmesi için gerekli olan
şeylerin tümüne yönelik eğitimin itici faktörüdür. Bu sözlerin daha
uzun bir devamı vardır. Eğer Allah muvaffak ederse, ileride bu
açıklamayı genişleteceğiz.
Maksat şudur. Yüce Allah’ın bu
konudaki sözleri gösteriyor ki, bütün nesneler genel ilahi hidayetle
gayetlerine ve ecellerine (son noktalarına) sevk edirlirler. Hiçbir nesne
(şey) bu kuralın dışında değildir. Sözünden
cayması söz konusu olmayan yüce Allah, bu hidayeti kendine borç kabul
etmiştir. Nitekim O şöyle buyuruyor: “Gerçekten
hidayet bizim uhdemizdedir ve gerçekten ahiret ve dünya bize aittir.”[1555]
Görüldüğü gibi, daha önceki iki ayetin anlamlarına ek anlam katma
niteliğindeki bu ayet, mutlak ifadesi ile, hem toplumlara yönelik içtimai
hidayeti ve hem ferdi hidayeti kapsamına alır.
Nesnelerin Allah üzerindeki
haklarından biri, onları oluşum bakımından kendileri
için taktir edilmiş olan kemale doğru hidayet etmenin yanı
sıra onları teşrii kemale doğru da hidayet etmektir.
Teşriin (yasa koymanın) tekvininin kapsamına nasıl
girdiğini, kaza ve kaderin onu nasıl içerdiğini daha önce
yaptığımız nübuvvet hakkındaki
açıklamalarımızdan biliyorsunuz. Bilindiği gibi insan
türünün sahip olduğu varoluş çeşidi, ancak bir dizi iradi ve
ihtiyari fiiller dizisi ile tamamlanır. Bu iradi ve ihtiyari fiiller,
ancak bir takım nazari ve pratik inançlardan meydana gelebilir. Buna göre
insanın birtakım kanunlar altında yaşaması
kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bu kanunlar ister hak, ister
batıl, ister iyi, ister kötü olsun. Böyle olunca insan oluşumunu sevk
ve idare eden yüce Allah’ın, onun için, adına şeriat
dediğimiz bir takım emirler ve yasaklar dizisi, bunun yanı
sıra sosyal ve bireysel olaylar dizisini hazırlaması gerekir.
İnsan, bunlarla karşılaşması sonucunda
potansiyelindeki yetenek ve imkanları fiiliyata çıkarır. Bunun
sonucunda ya mutlu olur veya bedbaht olur ve dolayısıyla
varoluşunda saklı olan ne varsa meydana çıkar. İşte o
zaman bu olaylara ve teşrii kurallara imtihan ve deneyden geçme ismi uygun
düşer.
Bunu şöyle açıklayabiliriz:
İlahi çağrıya uymayarak kendisi için bedbahtlığı
gerekli kılan kimse, eğer bu tutumu sürdürürse, azap hükmünü kendi
aleyhinde kesinleştirmiş olur. O zaman ilahi emir ve yasaklarla
ilgili olarak karşılaştığı ve potansiyeli
fiiliyata çıkaran bütün olaylar, o kimse için yeni bir bedbahtlık
pratiği gerçeğini ortaya çıkarır. Gerçi aynı zamanda
adam içinde bulunduğu durumdan hoşnut da olabilir,
karşısına çıkan durumdan gurur da duyabilir; ama bu gerçek
de ilahi tuzaktan başka bir şey değildir. Çünkü bu durumda yüce Allah,
insanların kendileri için mutluluk sandıkları şeyler ile
onları bedbaht etmekte ve kendileri için başarı
saydıkları şeylerde onların emeklerini boşa
çıkarmaktadır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Tuzak kurdular, Allah da (buna
karşılık) bir tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en
iyisidir.”[1556];
“Kötü tuzak, ancak sahiplerini
kuşatır.”[1557]
“Onlar orada tuzak kurarlar. Fakat aslında
sadece kendilerine tuzak kurarlar da farkında olmazlar.”[1558]
“Ayetlerimizi yalan sayanları hiç
farkına varmayacakları biçimde yavaş yavaş kötü
akıbetlerine yaklaştırırız ve onlara mühlet veririm.
Benim tuzağım oldukça sağlamdır.”[1559]
Bu nedenle cahil ve mağrur kimse Allah’a karşı gelmek, O’nun
buyruklarını dinlememek suretiyle O’nun kendisinden irade ettiği
şeyin önüne geçtiğini sanarak pohpohlanabilir. Fakat aslında o,
Allah’ın irade ettiği şeyde kendi aleyhinde O’na
yardımcı oluyor da farkında değildir. Yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Yoksa o kötülükleri yapanlar bizi
geçeceklerini mi sandılar? Ne kötü bir yargıda bulunuyorlar!”[1560]
Bu konuda ayetlerin en hayret vericilerinden biri, şu ayetti. “Bütün
tuzaklar Allah’a aittir.”[1561]
Buna göre bu adamların dini
görevleri ile ilgili gösterdikleri bütün hileler, karşı
çıkmalar, zulümler ve haddi aşmalar, yine kalplerinde
sakladıkları kötü duyguların meydana çıkarmasını
sağlayan karşılaştıkları bütün olaylar ve nefsani
arzularının kendilerini sürüklediği bütün durumlar, bir tuzak,
bir mühlet verme ve onları yavaş yavaş kötü akibetlerine
yaklaştırmadır. Çünkü onları durumlarının
akıbetine ve sonuna doğru hidayet etmek iletmek) kendilerinin yüce
Allah üzerindeki haklarıdır. Allah da bunu yapıyor. O halde, Allah
işlerinde sürekli galiptir.
Bu işler şeytana isnat
edildiğinde ise, küfrün ve günahların türleri şeytanın o
adamlara yönelik azdırması olur. Bu kötülüklere meyletmek ise,
şeytanın çağrısı, vesvesesi, dürtüsü, işareti ve
şaşırtması olur. Bu kötülüklere yol açan olaylar ve bu tür
olayların işlevini gören şeyler de, şeytanın süsleri,
araçları, ipleri ve ağları olur. İnşaallah A’raf
suresinde bunların açıklaması gelecektir.
Buna karşılık, kalbinde
imanın kökleştiği müminin ortaya koyduğu ibadetler, iyi
davranışlar ve bu tür iyiliklerinin ortaya çıkmasını
sağlayan karşılaştığı olaylarda, ilahi
velayet, ilahi tevfik ve özel anlamdaki hidayetin mazharları olur. Yüce
Allah şöyle buyuruyor: “Allah,
dilediğini yardımıyla destekler”[1562];
“Allah da müminlerin velisidir”[1563];
“Allah müminlerin velisidir; onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarır.”[1564];
“Allah onları imanlarından
dolayı hidayet eder.”[1565];
“Ölü olup da
canlandırdığımız ve insanlar arasında
verdiğimiz nurun aydınlığı ile yürüyen kişi”[1566]
Bu durumlar yüce Allah’a isnat edildiği zaman hüküm budur. Aynı
işler meleklere isnat edildiğinde ise, onların desteği ve
doğru yola koymaları olarak adlandırılır. Nitekim yüce
Allah şöyle buyuruyor: “Allah imanı
onların kalplerine yazmış ve onları kendisinden bir ruh ile
desteklemiştir.”[1567]
Ayrıca bu genel hidayet, nasıl
ki nesnelere, Allah’a dönüş yolculuklarını sürdürdükçe
varoluşlarının başlangıcından
varlıklarının son anlarına kadar eşlik ediyorsa,
aynı şekilde ilahi taktirler de onları arkalarından öne
doğru iterler. Nitekim, “O Alalh ki, taktir
edip hidayet etti.”[1568]
Ayetinden de bu anlaşılmaktadır,
yani nesneleri bir halden ikinci hale, ikinci halden üçüncü hale
dönüştüren etken, onların varlıklarını saran neden ve
sebeplerin taşıdığı taktirlerdir. Böylece taktirler,
nesneleri (eşyayı) arkalarından sürekli itmektedirler.
Öte yandan taktirler nasıl
nesneleri arkalarından itiyorlarsa, eceller (yani nesnelerin
varlıklarının son bulduğu son noktalar) de onları
önlerinden çekerler. Nitekim yüce Allah’ın şu sözü buna delil
oluşturur: “Biz gökleri, yeryüzünü ve bu ikisi
arasındaki varlıkları ancak hak üzere ve belli bir süre için
yarattık. O kafirler ise uyarıldıkları gerçeklerden yüz
çeviriyorlar.”[1569]
Bu ayet, nesneleri gayelerine bağlıyor. Bu gayeler ise onların
ecelleri, yani belirlenmiş varolma sürelerinin sonudur. Birbirine
bağlı iki şeyden biri de diğerinden daha güçlü olursa,
güçlü olan taraf, öbür tarafı kendine doğru çeker. Belirlenmiş
eceller de değişmez, sabit şeyler oldukları için nesneleri
önlerinden çekerler. Bu gayet açıktır.
Buna göre nesneler çeşitli ilahi
güçler tarafından sarılmıştır. Bu güçler, nesneleri
iten güçler, onları çeken güçler, nesnelere eşlik edip onları
yetiştiren güçlerdir. Bunlar Kur’an’da söz konusu edilen asli güçlerdir.
Bunların dışında melekler, şeytanlar ve
başkaları gibi nesneleri koruyan, denetleyen ve onlarla bir arada
olan güçler de vardır.
Bir de nesneler üzerinde belirli bir
maksatla bir takım tasarruflar yapılır. Bu tasarruflar,
eğer söz konusu nesnelerin o maksatla ilgili durumlarının ortada
olmadığı, yani o maksada elverişli olup
olmadığının bilinmemesi halinde, bu durumun bilinmesi veya
ortaya çıkması amacıyla yapılırsa, bu tasarruflara
imtihan veya deneme adını veririz. Yani, sen bir nesnenin durumunun
falanca işe elverişli olup olmadığını bilmezsen
veya gizli durumunu bildiğin halde o durumun ortaya
çıkmasını istersen, o nesneyi sözü edilen maksatla
bağdaşan şeyler ile karşı karşıya
bırakırsın. Böylece nesnenin o şeylere ilişkin hali
meydana çıkar. Onları kendine kabul mu ediyor, yoksa kendinden itiyor
mu, belli olur. Bu işleme imtihan, deneme ve nesnelerin durumu
hakkında bilgi edinme denir; ya da bu anlamı taşıyacak
başka bir terim kullanılır.
Yüce Allah’ın insan gibi
şuurlu ve akıllı nesneleri karşı karşıya
bıraktığı yasalar ve olaylara ilişkin tasarrufu da
aynen böyledir. Yani insanın dini çağrı
aracılığı ile çağrıldığı maksada
ilişkin durumu bu yasalar ve olaylar sayesinde ortaya çıkar. O halde
ilahi tasarrufta mazhar olan bu yasalar ve olaylar birer ilahi imtihandır.
Yalnız yüce Allah’ın imtihanı ile biz insanların
imtihanı arasında şöyle bir fark vardır: Biz insanlar
çoğunlukla nesnelerin gizli durumlarını bilmeyiz. Bu yüzden imtihan
aracılığı ile onların bizce meçhul olan
durumlarını bilmek isteriz. Oysa gayb anahtarları elinin
altında olan yüce Allah için bilmemek diye bir şey yoktur. O halde
insanı iyi akıbete ve mutluluğa çağırmak yolu ile
uyguladığı genel eğitim bir imtihandır. Çünkü bu
eğitim, onun durumunun ortaya çıkmasına, sevap yurdunun mu,
yoksa azap yurdunun mu ehlinden olduğunun belirlenmesine vesile olur.
Bundan dolayı yüce Allah bu
tasarrufu, yani insan için şeriat belirlemeyi ve onu bir takım
olaylarla karşı karşıya bırakmayı kendi
açısından “bela”, “ibtila” ve “fitne” (imtihan ve sınama) olarak
adlandırmış ve genel anlamda şöyle buyurmuştur: “Yeryüzündeki
her şeyi ona süs yaptık ki, insanların hangisinin daha güzel
amel işlediğini ortaya çıkaralım.”[1570];
“Biz insanı imtihan etmek için
karışık bir sıvı damlasından yarattık. Bunun
için onu işitme ve görme yetenekleri ile donattık.”[1571];
“Biz sizi iyilikle ve kötülükle imtihan
ederiz.”[1572]
Yüce Allah ne kastettiğini şu
ayette daha geniş biçimde açıklıyor gibidir: “Rabbi
imtihan etmek için bir insana iyilik edip kendisine nimet verdiği zaman,
“Rabbim beni şerefli kıldı der. Fakat onu sınamak için
rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman,
“Rabbim bana hor baktır” der.”[1573]
“Mallarınız ve evlatlarınız sizin için imtihan
aracıdır.”[1574]
“Allah sizi birbiriniz aracılığı ile imtihan etmek için…”[1575]
“Onlar öteden beri fasık oldukları için biz onları böylece
sınavdan geçiriyoruz.”[1576]
“Allah müminleri güzel bir sınavdan geçirmek için bunu böyle yaptı.”[1577]
“İnsanlar sırf “inandık” demekle kurtulacaklarını
mı sandılar? Biz onlardan önceki milletleri de sınavdan
geçirdik. Alalh bu sınav sonucunda doğru sözlüler ile
yalancıları ayırt edecektir.”[1578]
Yüce Allah, İbrahim’in hikayesinde
şöyle buyuruyor: “Hani Rabbi
İbrahim’i birtakım kelimeler ile imtihan etti.”[1579]
O, İsmail’in boğazlanmasını anlatırken de şöyle
buyuruyor: “Hiç şüphesiz bu açık bir
imtihandır.”[1580]
Musa hakkında ise şöyle buyuruyor: “Biz
seni çeşitli sınavlardan geçirdik.”[1581]
Bu konuda bunlar dışında daha birçok ayet vardır.
Görüldüğü gibi bu ayetler, insan
varlığı ile ilgili şeylerin tümünü, işitme, görme ve
hayat gibi varlığının parçalarını, evlat,
eş, aşiret, arkadaş, mal ve mevki gibi bir biçimde onunla
bağlantılı şeyleri ve bir biçimde faydalandığı
şeylerin tümünü ve bunların yanı sıra ölüm ve insana
yönelik diğer musibetler gibi az önce saydıklarımızın
karşıtı olan şeyleri mihnet ve bela kapsamına
alıyor. Kısacası, okuduğumuz ayetler insanla
bağlantısı olan alemin parçalarını ve durumlarını
insana göre Allah’tan gelen bir deneme ve bir sınav sayıyor.
Bu ayetlerde fertler açısından
da genelleme vardır. Yani mümin, kafir, iyi, kötü, Peygamber ve onun alt
düzeyindeki kimseler hepsi sınava ve denemeye tabidirler. Bu yürürlükte
olan ilahi bir kanundur; hiç kimse bundan müstesna değildir.
Bu dediklerimizden açıkça ortaya
çıktı ki imtihan kanunu, sürekli yürürlükte olan ilahi bir kanundur.
Bu imtihan kanunu diğer bir tekvini kanuna dayanan pratik bir kanundur. O
tekvini kanun ise, daha önce anlatıldığı üzere insan gibi
yükümlüler ile ilişkisi bakımından genel ilahi hidayet kanunu
ile bu kanunun önü ve arkasındaki taktir ve ecel kanunudur.
Buradan anlaşılıyor ki,
bu kanunun yürürlükten kaldırılması, mümkün değildir. Çünkü
onun yürürlükten kaldırılması, tekvinin bozulması ile
aynı şey olur ki, bu da imkansızdır. Yaratılışın
ve ölüm sonrası dirilişin hak olduğunu, hak ilkesine
dayandığını kanıtlayan ayetler bu kanunun
değişmezliğine işaret ediyor. Yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi
arasındaki varlıkları hak üzere ve belirli bir süre için
yarattık.”[1582]
“Yoksa sizi boşu boşuna
yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi
sandınız?”[1583]
“Bu gökleri yeryüzünü ve ikisi arasındaki
varlıkları eğlenmek için yaratmadık. Onları kesinlikle
hak üzere yarattık. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.”[1584]
“Kim Allah’a kavuşmayı arzu ediyorsa,
(bilsin ki) Allah’ın belirlediği süre (ecel) mutlaka gelecektir.”[1585]
Bu gerçeği dile getiren daha birçok ayet vardır.
Bu ayetlerin tümü
yaratılışın hak ilkesine dayalı olduğunu, amaçtan
kopuk ve dayanıksız olmadığını kanıtlar.
Nesnelerin önünde hakka dayalı amaçlar ve eceller, arkalarında hak
ilkesine dayalı taktirler ve beraberlerinde hak ilkesine dayalı
hidayet olunca, genel olarak bütün nesnelerin çatışması, özel
olarak da bu nesnelerin içinde insan gibi yükümlülük taşıyan
varlıkların birtakım hususlarla sınavdan geçirilmeleri
kaçınılmazdır. Bu hususlar, kendileri ile ilişkili olan
yükümlülerin potansiyel kemallerini, eksikliklerini, mutluluklarını
ve bedbahtlıklarını fiiliyata çıkarır. İşte
din yükümlülüğü ile yükümlü olan insanda bu imtihan ve deneme anlamına
gelir. Bunu iyi kavramak gerekir.
Bu anlattıklarımızdan
(ilahi gelenek açısından) yok etme ve arındırmanın ne
demek olduğu da ortaya çıkıyor. Şöyle ki: “Mümin imtihan
ile karşılaşıp da bu imtihan onun gizli erdemlerinin
rezilliklerinden ayırt edilmesini gerektirdiği veya bir toplum
imtihanla karşılaşıp da bu imtihan müminlerin,
münafıklardan ve kalplerinde hastalık olanlardan seçilmesini
gerektirdiği zaman bu imtihana arındırma adını vermek
yerinde olur ki, bu işlem bir ayırt etme işidir.
Yine görünüşlerinde güzel ve
imrenilir sıfatlar ve durumlar bulunan kafire ve münafığa
yönelik ilahi imtihanlar devam edip de bu imtihanlar yavaş yavaş
onlarda saklı duran pisliklerin ortaya çıkmasını
gerektirdikçe ve her ortaya çıkan pislik görünüşteki bir erdemi giderdikçe,
bu süreç o kişi için bir yok etme işlemi, yani iyiliklerini
yavaş yavaş tüketme işlemi olur. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Biz bu günleri insanlar arasında
dolaştırırız. Bu, Allah’ın kimlerin mümin
olduğunu belirlemesi ve aranızdan bazı şahitler edinmesi
içindir. Allah zalimleri sevmez. Bir de (böylece) Allah, müminleri
arındırmak ve kafirleri yok etmek ister.”[1586]
Kafirler için bir başka yok etme
türü daha vardır. Bu da yüce Allah’ın bildirdiği üzere evrenin,
insan soyunun salahına ve dinin sırf Allah’a has olacağı
bir güne doğru gittiği gerçeğidir. Nitekim yüce Allah, “İyi
sonuç takvanındır.”[1587]
“Yeryüzüne benim iyi kullarım varis
olacaktır.”[1588]
diye buyurmuştur.”[1589]
484. Konu
el-Medh
Övmek
F Kenz'ul-Ummal,
3/651, 878, el-Medh
F Kenz'ul-Ummal,
3/653, 879, Mübah’ul-Medh
F Vesail’uş-Şia,
12/132, 43. Bölüm; Tahri-u Medh’uz-Zalim
F Bihar,
72/323, 118. Bölüm; Zemm’us-Su’me ve’l-İğtirar bi Medh’in-Nas
F Bihar,
73/294, 134. Bölüm; en-Nehy an’il-Medh ve’r-Riza bih
F Kenz'ul-Ummal,
3/459, 809; Hubb’ul-Medh
bak.
F 493. konu,
et-Taalluk; eş-Şöhret, 2125. Bölüm; er-Rıza (2) , 1526. Bölüm;
es-Sıdk, 2195. Bölüm
18567. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hamd Allah’a mahsustur ki övenler onu
hakkıyla övemezler.”[1590]
18568. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım, sen, bütün güzel
vasıfların sahibisin, çok övülmeye layıksın. Ümit
beslenenlerin en hayırlısı sensin. İsteneceklerin en
hayırlısı da sensin. Allahım, bana öyle şeyler
bağışladın ki, senden başkasına hamd ve sena
edemem, Ümitsiz kılanları ve güvenilir olmayanları dilimle
övemem. . Sen dilimi insanları övmek-ten, yaratılmış
kullara sena etmekten uzak kıldın… Allahım, bu
makam; sana özgü tevhide erenlerin ve bu övgü ve makamlara senden başkasını
layık görmeyenlerin makamıdır.”[1591]
bak. 3648. Bölüm; el-Hamd, 951. Bölüm;
eş-Şuhret, 2125. Bölüm; es-Sıdk, 2195. Bölüm
18569. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin, çirkinliği veya iyiliği
beyan etmede insafa riayet etmesi çok azdır.”[1592]
18570. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni öven kimse yalancı övme ve
temelsiz methiye ile aklını kandırmakta, sana hıyanet
etmektedir. Onu ihsanından mahrum kılacak veya fazlından
alıkoyacak olursan o zaman seni her türlü rezaletle nitelendirir, her
çirkinliği sana isnad eder.”[1593]
18571. İmam Hasan (a.s), kendisine
öğüt vermesini rica eden birisine cevap olarak şöyle
buyurmuştur: “Sakın beni övme. Zira ben kendimi
senden daha iyi tanıyorum. Hakeza beni yalancı da sayma. Zira
yalancı sayılan kimsenin görüşü yoktur. (Hiç kimse sözüne ve
görüşüne itimat edilmez) . Hakeza benim yanımda hiç kimsenin de
gıybetini yapma.” O şahıs şöyle arzetti: “İzin
verirseniz gideyim.” İmam şöyle buyurdu: “Evet, istediğin zaman
git.”[1594]
18572. Miktat bin Amr şöyle diyor: “Allah
Resulü bizlere öven kimselerin yüzlerine toprak saçmamızı emretti.”[1595]
18573. Bir şahıs Osman’ın
yanına geldi ve onu övdü. Mikdad b. Esved bir avuç toprak alıp o
şahısın yüzüne savurdu ve şöyle dedi: “Allah
Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Öven birisini gördüğünüz
zaman yüzüne toprak saçın.”[1596]
18574. Şöyle rivayet edilmiştir: “Bir
şahıs Peygamber’in (s.a.a) yanında birini övdü. Peygamber ona
şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun sana!
Dostunun boynunu kopardın. Eğer senin bu övgünü duyacak olursa asla
kurtuluşa ermez.” Peygamber (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu:
“Eğer sizden biri, kardeşini övmek zorunda kalırsa şöyle
desin: “Falan kimseyi seviyorum, ama hiç kimsenin batınından ve
akibetinden haberim yoktur. Hesabı Allah’a kalmıştır.” Onun
böyle (temiz ve övgüye layık) olduğu görülmektedir.”[1597]
18575. Abdurrahman b. Ebi Bekrete
babasından şöyle nakletmiştir: “Bir
şahıs Peygamberin (s.a.a) huzurunda birini övdü. Peygamber ona üç
defa şöyle buyurdu: “Arkadaşının boynunu kopardın.”
Daha sonra da şöyle buyurdu: “Sizden biri dostunu övmek zorunda
kalırsa şöyle desin: “Onun söylemek istediği (göstermek
istediği) gibi olduğunu sanıyorum. Onun batınından ve
işinin akıbetinden sadece Allah haberdardır.”[1598]
18576. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eyvahlar olsun sana! Kardeşinin
belini kırdın. Allah’a yemin olsun eğer o senin övgülerini
duyacak olursa asla kurtuluşa ermez. Sizden birisi kardeşini övmek
isterse şöyle desin: “Falan kimse (zahiren iyi ve övgüye
layıktır) ama batınından ve akıbetinden kesin bir
şekilde haberdar değilim.”[1599]
18577. Ebu Musa şöyle diyor: “Bir
şahıs Allah resulünün (s. . a) huzurunda başka bir
şahsı övdü. Resulullah ona şöyle buyurdu: “Bu sözleri ona iletme
ki onu helak etmiş olursun. Eğer (bu övgüleri) senden duyarsa asla
kurtuluşa erişemez.”[1600]
18578. Ümm’ül-A’la şöyle diyor: “Osman
b. Maznun (r. a) öldü. Ben şöyle dedim: “Allah’ın rahmeti senin
üzerine olsun, ey Ebu Saib! Şehadet ederim ki Allah sana ikramda
bulunmuştur.” Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ona Allah’ın
ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun? Rabbinin yakini ona erişti
(ölüm ona gelip çattı) ve ben kendisi için hayır ve iyilik ümit
ediyorum. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın Resulü olan ben bile
Allah’ın bana ve size ne yapacağını bilemiyorum.”
Ümm’ül-A’la şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki bundan sonra hiç kimseyi
temizlik ile övmeyeceğim.”[1601]
18579. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Övgüden sakınınız,
şüphesiz övgü kesmektir.”[1602]
18580. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Birbirinizi övmekten sakının.
Zira bu iş baş kesmektir.”[1603]
18581. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer birisi sivri ve kesici bir
bıçakla birisine saldırırsa bu, onun için onu
karşısında övmesinden daha hayırlıdır.”[1604]
18582. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşini yüzüne karşı
övmek istediğinde boğazına kılıç çekmiş gibi
say.”[1605]
18583. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni öven kimse başını
kesmiştir.”[1606]
18584. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Biliniz ki her kim
hakkında doğru olmayan sözden incinirse akıllı değildir.
Ve her kim de kendi hakkındaki cahilin övgüsünden dolayı sevinirse
hikmet sahibi olamaz.”[1607]
18585. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cahil kimsenin övgüsüne aldanma. Zira
neticede tekebbüre kapılırsın, büyüklenirsin, ve amelinle
kendini beğenirsin. Zira amellerin en iyisi ibadet ve tevazudur.”[1608]
18586. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en cahili dalkavuk
kimsenin övgüsüne aldanan kimsedir. Bu dalkavuk ona çirkini güzel gösterir ve
onu hayırını dileyen kimseden nefret ettirir.”[1609]
18587. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nice kimse insanların kendisi
hakkındaki övgüsüne aldanır. Nice kimse de
başkalarının kendisi hakkındaki övgülerine kanar (veya
fitneye düşer) .”[1610]
bak. 386. Konu, el-Gurur
18588. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Övdüğün zaman kısa tut ve
kınadığın zaman da kısa tut. (övgü ve
kınamayı uzatma) ”[1611]
18589. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük cehalet övgü ve kınamada
aşırı davranmaktır.”[1612]
18590. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla övmek kendini
beğenmişliğe sebep olan dalkavukluktur ve insanı gurur ve
kibire yakınlaştırır.”[1613]
18591. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendini aşırı övmekten
ve methetmekten koru. Zira bu ikisi kalpte gururdan kaynaklanan kötü bir koku
(kibir) icad eder.”[1614]
18592. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mübalağa edilerek yapılan
övgü kendini beğenmişliğe neden olur ve insanı aldanmaya
(ve gaflete) sürükler.”[1615]
18593. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşırı övgüyü sevmek
şeytanın fırsatlarının (ve tuzaklarının) en
sağlamıdır.”[1616]
18594. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “(Öven kimsenin) abartılı
övgüsünü sevmek insanı din hususunda kör ve sağır kılar ve
evleri ehlinden boşaltır.”[1617]
18595. Resulullah (s.a.a)Allah’ı ve
kendisini bir şiir ile öven Esved b. Seri’e şöyle buyurmuştur: “Allah’ın övgü
hakkındaki beyitlerini oku. Bana övgü olarak söylediğin şeyleri
bırak.”[1618]
18596. İmam
Ali’nin (a.s) ashabından biri kalkıp uzun bir konuşmayla cevap verdi,
onu çokça övdü, “emrini işitip, itaat ettiklerini...” söyledi, Bunun
üzerine Hz. Ali de şöyle buyurdu: “Nefsinde
Allah’ın büyüklüğünü duyan ve kalbinde Allah’ın yerini yücelten
kimsenin hakkı, Allah’tan başka her şeyi küçük görmesidir.
Emir sahiplerinin insanların salihlerince
en aşağı sayılan durumları, kendilerini övülme
sevgisine kaptırmaları, işlerini kibirlenerek
yapmalarıdır. Beni övülmeyi seven, övgü duymak isteyen biri
sanmanızdan nefret ederim. Allah’a hamd olsun, böyle değilim.
Eğer böyle demenizden hoşlanan biri olsaydım, yine de
Allah’ın yüceliği ve azameti karşısında bu huydan vaz
geçerdim. (Çünkü, Allah azamete ve yüceliğe en çok layık
olandır. ) Bir çok insan önemli bir faaliyette bulunduktan sonra övülmek
ister. Ama Allah’tan korktuğum için işlerinizi iyi idare ettiğimden
dolayı beni güzel övgülerle övmeyin. Zira henüz yerine getirmem gereken
görevlerim ve eda etmem gereken haklarım var. Zalimlere söylenen övgü dolu
sözleri söylemeyin bana. Öfkeli kişilere söylenemeyen sözleri benden
gizlemeyin. Benimle yalakalık ederek muaşerette bulunmayın.”[1619]
18597. İmam
Hadi (a.s) , kendisini aşırı öven birisine şöyle
buyurmuştur: “Dikkat et! Zira çok övmek zanna sebep olur.
Kardeşinin güvenini kazandığında ise dalkavukluktan el çek
ve hüsn-i niyet içinde ol.”[1620]
18598. Bir
grubun, yüzüne karşı kendisini övmesi üzerine İmam Ali (a.s)
şöyle buyurdu: “Allah’ım! Sen
beni kendimden daha iyi tanırsın; ben de kendimi onlardan daha iyi
tanırım. Allah’ım, bizi, onların sandıklarından
daha iyi kıl ve bilmedikleri şeyleri de bağışla.”[1621]
18599. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Huzurunda seni övdükleri zaman
şöyle de: “Allah’ım! Sen beni bunların
sandığından daha iyi karar kıl ve bilmedikleri
şeylerden dolayı beni
bağışla ve beni onların dedikleri şeylerden
dolayı hesaba çekme.”[1622]
18600. İmam Ali (a.s)
takvalıların sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Bir kimse içlerinden birini överse, o övülmekten
korkar ve “kendimi başkalarından daha iyi bilirim, Rabbim ise beni
benden daha iyi bilir” der.”Allah’ım söyledikleri sözlerden beni sorumlu
tutma, beni zannettiklerinden daha üstün kıl, onların bilmedikleri
suçlarımı da bağışla.” diye söylenirler.”[1623]
18601. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin sadece salim kalmak için susar ve
sadece faydalanmak için konuşur… Eğer temizlikle övünürse söylenilen
şeylerden dolayı korkar ve övenlerin bilmediği şeyler
hususunda Allah’tan mağfiret diler. Kendisini tanımayan ve (öven)
kimsenin sözüne aldanmaz ve (ahirette) amellerinin sayılmasından
korkar.”[1624]
Kur’an:
“Ettiklerine sevinen ve
yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın
azaptan kurtulacaklarını sanma; elem verici azab onlaradır.”[1625]
18602. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın birini onda olmayan
sıfatlarla övme. Zira onun yaptıkları sıfatlarını
olduğu gibi gösterir ve senin yalanını ortaya
çıkarır.”[1626]
18603. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birini kendisinde olmayan şeylerle
öven kimse, gerçekte onu alaya almıştır.”[1627]
18604. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni sende olmayan şeylerle öven
kimse seni alaya almıştır. Zira eğer o şahısa
ihsanda bulunmazsan, seni kınamada ve yermede aşırı gider.”[1628]
18605. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yersiz yere övülen kimse gerçekte alaya
alınmıştır.”[1629]
18606. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni sahip olmadığın bir
şeyle öven birisi eğer akıllı olursan seni gerçekte
kınamaktadır.”[1630]
18607. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni sende olmayan bir şeyle öven
kimse seni sende olmayan şeylerle de kınar.”[1631]
18608. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Seni yersiz yere öven kimseden
sakın, zira çok geçmeden (onun vasıtasıyla) yüzsuyun dökülür,
saygısızlığa uğrarsın.”[1632]
18609. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüğünden bahsedilince
kendisinde o kötülüğü bildiği halde rahatsız olan kimseye
şaşarım. İyiliği övüldüğünde kendisinde o
iyiliği olmadığını bildiği halde sevinen kimseye
de şaşarım.”[1633]
18610. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ehli olmadığı halde övgü
beklentisi içinde olmak cehalettir.”[1634]
18611. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim layık
olmadığı birini överse kendisini itham ve kötülemeye mazhar
kılmış olur.”[1635]
18612. Resulullah (s. . a. a) şöyle
buyurmuştur: Ey İbn-i Mes’ud! “İnsanlar
seni övünce ve, gündüzleri oruç tutuyorsun ve gündüzleri de ibadetle
geçiriyorsun” deyince ve sen böyle değilsen sakın sevinme ve Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “Elbette yaptıkları şeyle
sevinenlerin ve yapmadıkları şeyler sebebiyle övülmeyi
sevenlerin azaptan bir kurtuluşun olduğunu sanma. Onlar için elim bir
azap vardır.”[1636]
18613. İmam Ali (a.s) Malik Eşter’e
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Takva
ehli olan sadık kişilerle dost ol, seni övmemelerini iste;
yapmadığın batıl bir işle seni sevindirmesinler. Çünkü
fazla övünme, insanın kendini beğenmesine neden olur,
azgınlığa sürükler.”[1637]
18614. İmam Bakır (a.s) Cabir bin
Yezid Cu’fiye şöyle buyurmuştur: “Eğer
övülürsen sakın sevinme, eğer kınanırsan
kararsızlık gösterme. Senin hakkında söylenilen şeyleri bir
düşün. Eğer söylenilen şeylerin sende olduğunu görürsen
(bil ki) aziz ve celil olan Allah’ın gözünden hakikate hakka
karşı gazaplanman sebebiyle düşme musibetin korktuğun
insanların gözünden düşme musibetinden daha büyüktür. Ama eğer
dedikleri şeyin tam tersine isen bu da bedenini sıkıntıya
düşürmeden elde ettiğin bir sevaptır.
Bil ki sen bütün hemşerilerinin
senin aleyhine toplanıp, “sen kötü bir adamsın” dediklerinde üzülmeyi
terk etmedikçe ve de “sen iyi bir adamsın” dediklerinde ise sevinmeyi terk
etmedikçe asla dostumuz (takipçimiz) olamazsın. O halde kendini Kur’anla
değerlendir; eğer Kur’an yolunun yolcusu isen, seni
itinasızlık etmeye çağırdığı şeye
itinasızlık etmiş isen ve seni rağbet etmeye davet
ettiği şeye rağbet göstermişsen o halde diren ve sevinçli
ol zira senin hakkında söylenen şeyler sana zarar vermez ama
eğer Kur’andan uzak isen neden insanların sözüne aldanasın.”[1638]
18615. İmam Sadık (a.s)
Misbah’uş Şeria’da yer aldığına göre şöyle
buyurmuştur: “Kul (insanların) övgüsü ve
kınaması kendisi için eşit olmadıkça asla Allah-u Teala
için halis bir kul olamaz. Zira Allah nezdinde övülen kimse insanların
kınanmasıyla kınanmaz. Hakeza Allah nezdinde kınanan kimse
de (insanların övgüsüyle övülmez.) Hiç kimsenin övgüsüne sevinme. Zira
onların övgüsü senin Allah nezdindeki makamını arttırmaz ve
senin için mukadder olan şey seni müstağni kılmaz. Hiç kimsenin
kınamasına da üzülme. Zira ki o senden (değerinden) bir zerre
olsun eksiltmez.”[1639]
18616. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kötü kimse övülünce Allah
gazaplanır.”[1640]
18617. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük aşağılık
kınanmış (kimseyi veya şeyi) övmektir.”[1641]
18618. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ayıpların en çirkini
aşağılık kimseleri övmektir.”[1642]
18619. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günahların en büyüğü kötüleri
temize çıkarmaktır.”[1643]
18620. Resulullah (s. . a. a) şöyle
buyurmuştur: “Kötü kimse övülünce arş titrer ve
Rab gazaba gelir.”[1644]
18621. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim zalim bir hükümdarı över ve
ondan bir beklentisi olduğu için kendisini karşısında küçük
görürse o kendisini ateşe doğru sürükleyen arkadaşı olur.”[1645]
18622. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kimse birisiyle
karşılaştığında ona şöyle der: “Allah
düşmanını alaşağı etsin.” Oysa onun Allah’tan
başka düşmanı yoktur!”[1646]
18623. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Övgülerin en kötüsü kötü kimselerin
dilinde cari olan övgüdür. En iyi övgü ise iyilerin dilinde cari olan övgüdür.”[1647]
Kur’an:
“Küçük günahlar dışında büyük günahlardan
ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbinin
bağışı boldur. Sizi yerden var ederken ve siz annelerinizin
karınlarında cenin halinde iken sizleri en iyi bilen O’dur. O halde
kendinizi temize çıkarmayın. O, sakınanı çok iyi bilir.” [1648]
“Kendilerini temize çıkaranları
görmedin mi? Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine
kıl payı kadar haksızlık yapmaz.” [1649]
18624. İmam Sadık (a.s) aziz ve celil
olan Allah’ın, “O halde kendinizi
temize çıkarmayın” ayeti hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: “…Tıpkı,
“dün gece namaz kıldım, dün oruç tuttum” ve benzeri sözler söyleyen
kimseler gibi. İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Bir grup insan sabah
olunca şöyle diyorlar: “Biz dün gece namaz kıldık ve oruç tuttuk.”
İmam Ali (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Ama ben gece ve gündüz
uyudum, eğer gece ve gündüz arasında da bir fırsat bulsam yine
de uyuyacağım.”[1650]
18625. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Doğru sözlülüğün en çirkini
insanın kendisini övmesidir.”[1651]
18626. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini öven kimse
başını kesmiştir.”[1652]
18627. Resulullah (s. . a. a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim, “Ben insanların tümünden
daha iyiyim” derse o insanların en kötüsüdür. Ve her kim de, “ben
cennetlik bir insanım” derse o cehennemliktir.”[1653]
18628. İmam Ali (a.s) Muaviye’ye
yazdığı bir mektupta
şöyle buyurmuştur: “Eğer
Allah, kişinin nefsini övmesini nehyetmeseydi, söyleyen kendisinin pek
çok üstünlüklerini sayardı da müminlerin kalpleri onları sezinler ve
duyanlar inkar edemezlerdi.”[1654]
18629. İmam Sadık (a.s) , kendisine,
“İnsanın kendisini övmesi reva mıdır?” diye soran Süfyan’a
şöyle buyurmuştur: “Mecbur kalırsa
evet. Sen Yusuf’un, “Beni yeryüzünün hainelerine koruyucu kıl ve
şüphesiz ben koruyucu ve bilenim” sözünü ve salih kulun “Ben sizin
hayrınızı dileyen ve emin biriyim” sözünü işitmedin
mi?”[1655]
18630. Resulullah (s.a.a)
Karşısında durup gözlerini kendisine diken birine şöyle
buyurmuştur: “Ey Yahudi ne istiyorsun?” Yahudi
şöyle dedi: “Sen mi daha faziletlisin yoksa Allah’ın kendisiyle
konuştuğu, kendisine Tevrat ve asayı verdiği, kendisi için
denizi yardığı ve bulutlarla başına gölge
saldığı Musa mı?” Peygamber şöyle buyurdu: “Kul için
insanın kendini övmesi iyi değildir. Ama sana şu kadar
söyleyeyim: “Adem (a.s) sürçüp tövbe ettiğinde şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Muhammed’in ve Al-i Muhammed’in hakkı için beni
bağışlamanı diliyorum.” Allah da bunun üzerine onu
bağışladı.”[1656]
485. Konu
el-Mir’et
Kadın
F Kenz'ul-Ummal,
16/381, 600; Terhibat ve’t-Terğibat Tehtessu bi’n-Nisa
F Vesail’uş-Şia,
14/161, 123. Bölüm; Cumlet-u Mine’l-Ahkam’ul-Muhtesset-i Bi’n-Nisa
bak.
F 95. konu,
el-Hicab; 207. konu, ez-Zevac; el-Harb, 771. Bölüm; et-Teyyib, 2435. Bölüm;
ez-Zevac, 1653. Bölüm
Kur’an:
“Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar,
erkek ve kadın müminler, boyun eğen erkekler ve kadınlar;
doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve
kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren
erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar iffetlerini
koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve
kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük
ecir hazırlamıştır.”[1657]
18631. Mukatil bin Hayyan şöyle diyor: “Esma
binti Umeys kocası Cafer bin Ebi Talib ile Habeşistan’dan dönünce
Allah Resulünün (s. . a) eşlerinin yanına gitti ve şöyle dedi:
“Acaba biz kadınlar hakkında da Kur’anda bir şey var
mıdır?” onlar, “hayır” dediler. Esma Allah resulünün yanına
gitti ve şöyle arzetti: Ey Allah’ın resulü! Kadınlar mahrum ve
hüsran içindedirler.” Peygamber (s.a.a.), “Neden?” diye sordu. O şöyle
arzetti: “Çünkü onlar da erkekler gibi iyilikle anılmamaktadırlar.”
Bunun üzerine Allah-u Teala şu ayeti nazil buyurdu: “Şüphesiz
Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar”[1658]
Gözlem ve tecrübe, erkek ile
kadının ortak bir cevhere sahip bir türün iki ferdi olmasına
hükmediyor. Bu ortak cevher ise insandır. Çünkü erkek kesiminde görülen
bütün sonuçlar, farksız bir şekilde kadın kesiminde de görülüyor.
Hiç şüphesiz bir türe ait sonuçların ortaya çıkması ve o
türün konusunun (objektif varlığının) gerçekleşmesini
gerektirir. Evet şu da var ki kesimlerden biri, bu ortak belirtilerin
bazılarında şiddet ve zayıflık
farklılığı gösterebilir. Fakat bu farklılık
türdeşlik niteliğinin fertte yok olup aradan gitmesini gerektirmez.
Bundan anlaşılıyor ki, iki kesimden biri için mümkün olan türsel
kemal öbürü için de mümkündür. Bunlardan biri de iman ile, ibadet ile ve Allah’a
yaklaştırıcı eylemlerle elde edilen manevi kemallerdir.
Bundan anlayabilirsin ki, bu anlamı ifade eden en güzel ve geniş
kapsamlı söz, yüce Allah’ın “Ben,
erkek olsun, kadın olsun, içinizden çalışan hiçbir kimsenin
yaptığını boşa çıkarmam. Bazınız
bazınızdan meydana gelmedir”
ayetidir.
Eğer bu ayeti, Tevrat’ta yer alan
konuya ilişkin ifadelerle karşılaştırırsan, bu
iki kitabın bu konudaki bakış açısı farkını
açıkça görürsün. Tevrat’ın bir bölümünde şu ifadeler ile
karşılaşıyoruz: “Döndüm ve hikmeti ve şeylerin
sebebini bilmeye ve araştırmaya ve aramaya ve kötülüğün
akılsızlık odluğunu, ve akılsızlık delilik
olduğunu bilmeye koyuldu. Ve kadını ölümden acı buldum, o
kadın ki, yüreği tuzak ve ağlar ve elleri zincirlerdir…” Bu
satırlar şöyle noktalanıyor: Binde bir erkek buldum; fakat
onların hepsinde bir kadın bulmadım.”[1659]
Eski milletlerin çoğu,
kadının amellerinin Allah katında kabul edilmeyeceğini
düşünüyorlardı. Eski Yunan’da, “kadın şeytan işi bir
pislik” olarak adlandırılıyordu. Romalılar ve bazı
eski Yunanlıların görüşüne göre erkek soyut bir insani
benliğin sahibi idi; ama kadının böyle bir benliği yoktu.
Miladi 586 yılında Fransa’da toplanan bir kongrede uzun
tartışmalardan sonra kadının insan olduğu kabul
edilmiş; fakat erkeğe hizmet etmek için
yaratıldığı sonucuna varılmıştır.
İngiltere’de yaklaşık yüz yıl öncesine kadar kadın,
insan toplumunun bir parçası sayılmıyordu. Eğer milletlerin
görüşlerini, inançlarını ve edebiyatlarını inceleyen
kitaplara başvurursan, o milletlerin kadına ilişkin birçok
şaşırtıcı görüşlerini bulursun.”[1660]
bak. Tefsir’ul Mizan, 2/260,
18632. Beyhaki Esma binti Yezid Ensari’den
ashabı arasında oturduğu bir sırada Peygamberin yanına
gelerek şöyle dediğini nakletmektedir: “Babam
ve anam sana feda olsun! Ben kadınların temsilcisi olarak yanına
geldim. Fedan olayım. Alemin doğusunda ve batısında bulunan
her kadın bu sözü işittiğinde benimle aynı görüşü
paylaşacağını biliyorum. Allah seni hak üzere kadın ve
erkeklere gönderdi. Biz de sana ve seni gönderen Allah’a iman ettik. Biz
kadınlar grubu sınırlı ve mahsur haldeyiz. Bizler
evlerinizin esasıyız. Sizin (erkeklerimizin) isteklerini
karşılıyoruz. çocuklarınıza hamile kalıyoruz. Ama
siz erkekler bizlerden üstünsünüz. Örneğin Cuma ve cemaat namazlarına
katılıyorsunuz, hastaların ziyaretine gidiyorsunuz, cenazeleri
teşyi ediyorsunuz, birbiri ardınca hac ziyaretine gidiyorsunuz, bütün
bunlardan da üstünü Allah yolunda cihad ediyorsunuz. Sizden biri hac, umre veya
cihad için evinden çıkınca biz mallarınızı koruyoruz.
Elbiselerinizi dikiyoruz, çocuklarınızı terbiye ediyoruz. O
halde Ey Allah’ın resulü! Ecir ve sevap hususunda da sizlere ortak
mıyız?” Peygamber (s. a. a. ) tümüyle ashabına yöneldi ve
şöyle buyurdu: “Şimdiye kadar acaba dini işleri sorma hususunda
bu kadından daha güzel soru soran birini gördünüz mü?” Onlar şöyle
arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Biz kadının bu dereceye
ulaşabileceğini tahmin etmiyorduk” peygamber (s.a.a) daha sonra
Esma’ya dönerek şöyle buyurdu: Ey kadın! Geri dön ve seni temsilci
olarak gönderen kadınlara şöyle bildir: Siz kadınların
kocasına güzel eşlik etmesi, erkeğinin rizayetini celbetmesi ve
bir işte onun muvafık olduğu görüşe uyması (erkeklerin
yaptığını zikrettiğin) bütün bu amellere
eşittir.” Esma sevincinden tehlil) Lailahe illallah) ve tekbir getirerek
geri döndü.”[1661]
18633. Ebu Said Hudri şöyle diyor: “Bir
kadın Allah resulünün yanına geldi ve şöyle arzeti: Ey
Allah’ın resulü erkekler sizin sözlerinizden istifade etmektedir. Bizler için
bir gün belirle ki sizin huzurunuza gelelim ve Allah’ın size
öğrettiği şeyleri sizde de bize öğretin.” Peygamber
şöyle buyurdu: “Ey falan gün falan yerde toplanınız.” Vadedilen
günde kadınlar bir araya toplandılar. Peygamber (s. a. )
kadınlar topluluğunun yanına vardı ve onlara Allah’ın
kendisine öğrettiklerini öğretti.”[1662]
Allame Tabatabai Esma binti Yezid’in
hadisini açıklarken şöyle buyurmuştur: “Kadınların
Peygamberimizin (s.a.a) yanına gelmelerini, Peygamberin onlarla İslam
dininin yasalarına ilişkin konular ve İslam’ın
kadınlar için belirlediği çeşitli hükümler hakkında
konuştuğunu anlatan ve bu benzeri hadislerin
değerlendirilmesiyle şu gerçek ortaya çıkıyor:
Kadınlara hicap zorunluluğuna ve hayat sorumluluklarından
çoğunlukla sadece ev işleri ile meşgul olmalarına
rağmen devlet başkanının huzuruna çıkmalarına ve
kafalarındaki problemleri çözmeye çalışmalarına engel
olunmamıştır. Bu da inanç özgürlüğü demektir. Biz Al-i
İmran suresinin sonunda, İslam’da insanlar arasındaki
ilişkileri incelerken bu konuya değinmiştik.
Bu ve benzeri rivayetlerden şu
sonuçlar çıkar:
1-) İslam’a göre kadının
en iyi hayat biçimi, evin iç işleri ile ve çocuk yetiştirmekle
meşgul olmasıdır. Bu her ne kadar farz olmayan bir sünnet idiyse
de, ancak İslam –ortama dinin ve takvanın hakim olduğunu,
insanların Allah’ın rızasını kazanma peşinde
koşup ahiretteki sevabı dünya varlığına tercih
ettiklerini, kadınların iffet, haya, çocuk sevgisi ve aile hayatına
bağlılık gibi iyi ahlak örneklerine bağlı olarak
yetiştirildiklerini göz önünde bulundurarak- buna yönelik bulunan müstahap
nitelikli özendirme ve teşviki ile bu sünneti koruyordu.
Kadınların bu hususlarla
meşgul olmaları ve kendilerini yapılarına tevdi edilen
temiz duyguları canlı tutmaya adamaları, onları erkekler
arasına girmekten, hatta kendilerine izin verildiği kadarı ile
bile erkeklerle karışık olmaktan alıkoyuyordu. Bu
geleneğin birçok yüzyıllar boyunca Müslümanlar arasında
yaşaması bunun bir göstergesidir. Ancak sonraları batıdaki
başıboşluk, “Kadın özgürlüğü” adı altında
İslam toplumuna girdi. Bu akımın etkisi ile kadınların
da, erkeklerin de ahlakı bozuldu, hayat düzenleri alt üst oldu. Onlar
bunun farkında değillerdi; ama daha sonra tabi ki (neler
kaybettiklerini) anlayacaklardır. Eğer o ülkelerin halkı iman
edip kötülüklerden sakınsalardı, elbette Allah onların üstüne
gökten ve yerden nice bereket kapıları açardı. Fakat onlar
yalanladılar ve bu yüzden (Allah tarafından azaba)
yakalanıverdiler.
2-) İslam’a göre kadını
yargı ve devlet yönetimi alanlarında görevlendirmemek farz
olduğu gibi, cihatla yükümlü kılmamak da farz olan bir gelenektir.
3-) İslam kadına
getirdiği bu kısıtlamaları –mesela kadının
cihadın faziletinden yoksun bırakılması gibi- gerçek
övünçlere sahip olan meziyetler ve faziletlerle onlara denk gelecek ve
eksikliklerini tamamlayacak şekilde telafi etmeyi de ihmal
etmemiştir. Örnek olarak, kocaya karşı görevini iyi
yapmasını kadın için cihat saymıştır. İslam
tarafından kadına sunulan bu üstünlükler ve taktirler
–ortamımıza bozuk hayat düzeninin hakim olduğunu göz önünde
bulundurarak- neredeyse bizim gözümüzde değersiz gibi görünmektedir.
Fakat davranışları ve
kavramları hakiki değerleri ile değerlendiren, gerçekte
İslami ortamdır. Böyle bir ortamda, yarışlar ancak yüce
Alalh’ın razı olduğu insani faziletlerde yapılır. Bu
faziletleri gerçek değerlerine göre değerlendiren de yüce
Allah’tır. Yüce Allah ise, her bir insanın kendisinin
özendirdiği yolda hareket etmesini ve onun için çizilen hayat yolunu
izlemesini, değer olarak çeşitli hizmetlere ve davranışlara
denk gelecek biçimde değerlendirebilir. Buna göre İslam’da
taşıdığı bütün fazilete rağmen savaş
alanında şehit olmak ve cömertçe can vermek, kadının
eşlik görevini titizlikle yerine getirmesinden daha faziletli
değildir.
Toplumu yöneten bir devlet
başkanının ve yargı koltuğunda oturan bir hakimin de
durumu böyledir. Onların da kocalarına karşı görevini yapan
bir kadına karşı övünecekleri bir üstünlükleri yoktur. Oysa bu
iki görevi üstlenenler, eğer görevlerini gerçek anlamı ile yaparlarsa,
yapacakları işlerde hep hakka bağlı kalırlarsa,
yönetimin ve yargının ağır yükünü taşımaktan
başka bir şey ellerinde kalmaz. Üstelik her an alemlerin rabbinden
başka koruyucusu olmayan kimseler hakkında bunları tehdit eden
haksızlık yapma tehlikesi ile de karşı
karşıyadırlar. [Unutmamak gerekir ki, haksızlık
edecekleri kimselerin tek koruyucusu Allah’tır] ve “Rabbin
(her an) gözetlemededir.”[1663]
Şimdi bu kimselerin, dinin emri ile
onların çalışma alanlarına girmesi yasaklanan, kendileri
için başka yol çizlen ve devamlı bu yolu izlemeleri emredilen
kimselere (kadınlara) karşı ne gibi bir övünme gerçekleri
olabilir?!
Bu övülen değerleri ancak
fertlerini herhangi bir çelişki söz konusu olmaksızın
istediği amaçlara uygun biçimde yetiştiren toplumlar, halkı harekete
geçirerek ihya eder ve onları sağlamlaştırır.
Toplumlardaki ortam değişikliklerine bağlı olarak sosyal
mevkilerin ve insan davranışlarının da değişik
olacağını hiç kimse inkar edemez.
Mesela kendisini tehlikelerin en
büyüğüne atan şu askeri düşünelim. Adam bombaların arka
arkaya patladıkları bir alanda ölümün kucağına
atılıyor. Maksadı, onurlu ve artış vesilesi olarak
gördüğü şeyi kazanmaktır. Bu ise adının kendini vatanına
feda edenler arasında anılmasıdır. Böylece övülen herkesten
daha çok övüneceği bir konum kazanacağını düşünüyor.
Oysa ölümün kesin bir yok oluş olduğunu öngören bir inanca sahiptir.
Buna göre onun bu arzusu, asılsız bir amaç ve hayali bir onur
arayışından başka bir şey değildir.
Bunun yanı sıra şu sinema
yıldızlarının bıraktığı etkilere
bakalım. Bunlar bu yaptıkları işler sayesinde büyük
devletlerin başkanlarının göremedikleri itibarı görüyorlar.
Fakat onların mesleğinin ve uzun süre insanlara verdiklerinin,
kadınların değerini en çok alçaltan ve en çirkin şekilde
kınanmalarını gerektiren şey olduğunu görürüz.
Bunların hepsinin gösterdiği
tek şey şudur: Yaşama hakim olan belirli şartlar
belirlediği her şeyi, halk kitlelerinin beğenisini kazanma,
önemsiz şeyleri büyütme, önemli ve saygın şeyleri de küçültme
amacıyla belirler. Buna göre bizim böylesine bir karışık
ortamda önemsiz gördüğümüz bazı şeyleri İslam’ın
önemli sayması veya önemli gördüğümüz ve uğrunda birbirimizle
yarıştığımız bazı şeyleri küçümsemesi
uzak bir ihtimal değildir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki,
İslam’ın ilk dönemindeki ortam takva ve ahireti dünyaya tercih etme
ortamı idi.”[1664]
Kur’an:
“Allah’ın
kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından
infak etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler.”[1665]
18634. İmam Ali (a.s) Sıffın
savaşında düşmanla karşılaşmadan önce ordusuna
şöyle buyurmuştur: “Liderlerinize veya
şahsınıza sövseler bile, kadınlara eziyet etmeyin. Çünkü
onların (savaşı yönlendirme açısından)
akılları, nefisleri ve güçleri zayıftır. Gerçekten biz,
müşrik kadınlardan bile el çekmekle emrolunduk. Cahiliye döneminde
de bir kimse taş ya da sopa ile bir kadına saldırsa, bu hareket
kendisi için ve sonra da torunları için yüz karası
sayılırdı.”[1666]
18635. İmam Ali (a.s) , Cemel
savaşında okuduğu hutbenin bir bölümünde şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir kadını eziyet ederek
tahrik etmeyin… Eğer erkek kadını sopayla veya hurma
dalıyla döverse onun geride kalanları bu iş sebebiyle
kınanırdı. Onun soyundan gelenler bu iş sebebiyle kınanır.”[1667]
18636. Abdullah b. Cündeb babasından
şöyle nakletmektedir: “Ali (a.s)
düşmanla savaşırken bize emrediyor ve şöyle buyuruyordu:
“Hiçbir kadını tahrik etmeyin… Cahiliyye döneminde erkek
kadını sopa ve demirle dövecek olursa, ondan sonraki çocukları
da bu iş sebebiyle kınanırdı.”[1668]
18637. İmam Ali (a.s) , Cemel
savaşından sonra şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Kadınlar iman, pay ve akıl bakımından
noksandırlar. İman bakımından noksanlıkları,
hayızlı günlerde, namazlardan ve oruçtan uzak olmalarıdır.
Akıllarının noksanlığı iki kadının
şahitliğinin bir erkeğin şahitliği yerine geçmesidir.
Payların noksanlığı ise mirastaki paylarının
erkeklerin yarısı olmasıdır.”[1669]
Allah-u Teala’nın, “Allah’ın
insanlardan bir kısmını diğer kısımdan üstün
kılması ve mallarında harcamalar yaptıkları için
erkekler kadınların yöneticisidir”
ayetinin orjinalinde “kavvam” kelimesinin türevi olan “kayyim”
kavramı, başkasının işini üstlenen kişi
demektir.”Kavvam” ve “kayyam” kelimeleri de aynı anlamda
mübalağayı ifade etmek için kullanılır.
“Allah’ın insanlardan bir
kısmını diğer kısmından üstün kılması”
ifadesinden, tabii olarak erkeklerin kadınlara üstün ve fazla olan
yönleri kastediliyor. Bu da erkeklerdeki akıl yürütme gücünün
fazlalığı ve bunun uzantısı olan güçlü-kuvvetli olma
ve zor işlere dayanma gibi ayrıcalıkları ifade eder.
Kadınlar ise inceliğe ve nazikliğe dayalı duygusal ve
heyecan ağırlıklı insanlardır.”Mallarından
harcamalar yaptıkları için” ifadesi ile de erkeklerin mehir
vermeleri ve kadının geçim masraflarını
sağlamaları kastedilmektedir.
Ayette gerekçe olarak gösterilen
hususların [Allah’ın üstün kılması ve mali harcamada
bulunmak] olgularının kapsamlı olması [Bütün erkek ve
kadınlarda geçerli olması], bu gerekçeye dayandırılan hükmün
yani “Erkekler kadınların yöneticisidirler” hükmünün sadece kocalarla
sınırlı olmadığını gösterir. Yani söz konusu
yönetim yetisi sadece aile içinde kocanın karısını
yönetmeye yetkili olmasından ibaret bir ayrıcalık değildir.
Bu ayrıcalık, kadınlarla erkeklerin hayatları ile
bağlantılı olan bütün kamusal alanlarda erkeğin
kadını yönetmesi gerektiğini ifade eder. Erkeklerin
üstünlüğü ile bağlantılı olan örneğin toplumun
temelini oluşturan ve doğal olarak erkeklerde kadınlardan daha
fazla bulunan akıl yürütme gücü ile yönlendirilen devlet yönetimi ve yargı
mekanizması gibi kamusal alanlarda ve yine vücut yapısı ve
akıl gücü ile sıkı ilişkisi olan savunma gibi alanlarda
erkeklerin kadınlara karşı üstünlükleri ve yönetim
ayrıcalıkları vardır.
Buna göre, “Erkekler
kadınların yöneticisidr” ifadesi, tam
anlamı ile mutlak bir ifadedir. Bu ifadenin arkasından gelen ve
aşağıda anlatılacağı üzere sırf
karı-koca ilişkilerine yönelik açıklamada bulunan “O
halde iyi kadınlar…” ifadesi ise, bu
mutlak hükmün bir uzantısı, onun bir parçası ve ondan
çıkarılmış bir sonuçtur. Yoksa hükmün
mutlaklığını kayıtlandıracak bir niteliğe
sahip değildir.
“O halde iyi kadınlar,
Allah’ın (erkeklerin haklarını) koruduğu için
(eşlerine karşı) itaatkar ve kocaları yanlarında
olmadığı halde (onların haklarını)
koruyucudurlar.”
Ayette geçen “salihat” /iyiler)
kelimesinin kökü olan “salah” burada “nefis liyakati” diye ifade edilen sözlük
anlamındadır. Yine ayetteki “kanitat” kelimesinin kökü olan “kunut”
kelimesi, “devamlı itaat ve boyun eğme hali” anlamındadır.
Bu ifadenin karşıtı
olarak, “Serkeşlik etmelerinden
korktuğunuz kadınlara” ifadesinin yer
alması, “iyi kadınlar” demekle iyi eşlerin kastedildiğini
ve bu hükmün kadınların evlilik hali için geçerli olduğunu,
mutlak şekilde bütün kadınlara hitap edilmediğini gösterir.
Ayrıca sıfat olarak getirilen ama emir maksatlı olan “itaatkar
ve koruyucudurlar” –yani itaatkar
olmalı, kocalarının haklarını
korumalıdırlar- ifadesi de bu hükmün, karı-koca ilişkileri
ile aile hayatına yönelik bir hüküm olduğunun bir diğer
kanıtıdır. Bununla birlikte bu hüküm genişlik ve
darlık bakımından gerekçesine, yani erkeğin
kadını eşi olması sıfatı ile yönetme yetkisine
sahip olmasına bağlıdır. Buna göre kadın kocasına
itaat etmekle ve karı-koca ilişkilerine yönelik kocasının
haklarını korumakla yükümlüdür.
Başka bir deyişle burada
şu mesaj verilmek isteniyor. Erkeklere tanınan kadınları
toplum içinde yönetme yetkisi, sadece iki taraf arasında ortak olan
kamusal alanlar için geçerlidir. Bu alanlar devlet yönetimi, yargı mekanizması
ve savaş alanları gibi erkeğin üstün akıl gücü ve
güçlü-kuvvetli oluşu ile ilişkilidir. Bu yetki, kadınların
ferdi irade özgürlüğünü ve kendine ait iş yapma hakkını
ortadan kaldıramaz. Şöyle ki, kadın sevdiği şeyleri
elde etmeye çalışmakta ve istediği işi yapmakta serbesttir.
Erkeğin –şeriata aykırı işler hariç- bu gibi konularda
o kadına engel olmaya hakkı yoktur. Dolayısıyla
kadınların kendileri hakkında yaptıkları meşru
şeylerden dolayı erkekler için herhangi bir sorumluluk ve günah
yoktur.
İşte, toplumla ilgili
işlerde erkekler topluluğunun kadınlar topluluğunu yönetme
yetkisi, ancak iki taraf arasında ortak olan kamusal alanlarda geçerli
olduğu ve bunun kadınların irade özgürlüğünü ortadan
kaldırmadığı gibi, aynı şekilde aile
hayatında da erkeğin eşini yönetmeye yetkili olması demek,
kadının kendi malı üzerinde ifade ve tasarruf hakkından
mahrum olması, kendi haklarına ulaştıran ön tedbirlere
başvurmakla ferdi ve sosyal haklarını korumakta ve savunmakta
bağımsız olmaması ve bu amaçlara
ulaştırıcı ön tedbirlere girişememesi demek değildir.
Erkeğin eşini yönetmeye yetkili olması şu demektir. Erkek,
eşinden yararlanmanın karşılığı olarak onun
için mali harcama yaptığına göre kadın, kocası
yanında iken yararlanma ve cinsel ilişki kurma ile ilgili bütün
konularda kocasına itaat etmekle, onun arzularına cevap vermekle
yükümlüdür. Kocası evde yokken de onun haklarını korumakla, ona
ihanet etmemekle, yani kocasının yatağını
başkasına çiğnetmemekle, sadece kocasının yararlanabileceği
yönlerinden başkasını yararlandırmamakla, evli
kaldıkları ve ortak aile hayatı yaşadıkları
sürece eline verdiği ve tasarruf yetkisine sunduğu malları
konusunda kocasına ihanet etmemekle yükümlüdür.”[1670]
Kur’an-ı Kerim’in insandaki
aklıselimi güçlendirmesi; onu heva ve hevese, nefsin isteklerine uymaya,
hissiyatın ve coşkun duyguların hükmü karşısında
boyun eğmeye tercih etmesi, ona uymayı özendirip teşvik etmesi
ve bu ilahi armağanı zayi olmaktan korumayı tavsiye etmesi gayet
açık gerçeklerdendir. Bunun böyle olduğunu kanıtlamak için
Kur’an’dan delil göstermeye ihtiyaç yoktur. Kur’an’da bu gerçeği
kanıtlayan açıkça ve ima yolu ile belirten ve bütün ifade biçimleri
ile vurgulayan çok sayıda ayet vardır.
Kur’an-ı Kerim bununla birlikte
güzel ve temiz duygular konusunu, onların fertlerin ruhi
gelişimlerindeki olumlu etkilerinin önemini, toplumu ayakta tutan
katkılarını da ihmal etmiş değildir.
Aşağıdaki ayetler bu gerçeğin delilidir: “Kafirlere
karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.”[1671]
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)
nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet koyması,
O’nun (varlığının) delillerindendir.”[1672]
“De ki: Allah’ın, kulları için
yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram
kıldı?”[1673]
Fakat Allah-u Teala bu duyguları, aklın hükümleriyle uyum içerisinde
olmakla dengelemiş ve böylece bu duygular ve eğilimler uyarınca
hareket etmek, aklın hükümlerine uymakla aynı şey olmuştur.
Daha önceki bazı incelemelerde
söylediğimiz gibi İslam’ın aklı koruduğunun, ortaya
koyduğu hükümleri ona dayandırdığının en önemli
delili, aklın hüküm vermedeki doğruluğunu ortadan kaldıran,
hükümlerinin yanlış olmasına yol açan ve toplumun
gelişmelerini değerlendirmesini engelleyen içki, kumar,
aldatıcı alışveriş çeşitleri, yalan, iftira ve
dedikodu gibi bütün eylem, durum ve davranışların İslam
dininde haram olmasıdır.
Dikkatle araştırma yapan bir
kimse, bu kadarından şunu sezer: Genel kapsamlı meselelerin ve
kamusal alanların dizginleri, akıl fazlalığı
ayrıcalığını taşıyan ve duyguların
üzerlerindeki etkisi zayıf olan insanlara verilmelidir. Bu insanlar da
erkeklerdir, kadınlar değildir. Çünkü bu kamusal meseleleri akıl
gücü incelemeli, bunlarla uğraşırlarken duyguların ve
nefsani eğilimlerin etkisi altında kalmaktan kaçınılmalıdır.
Devlet yönetimi, yargı alanı ve savaş meselesi gibi.
Bu iş böyledir. Çünkü yüce Allah, “Erkekler
kadınların yöneticisidir”
buyuruyor. Kur’an’daki mesajların tercümanı olan Peygamberimizin
(s.a.a) sünneti bunun böyle olduğunu açıkladığı gibi,
Resulullah’ın (s.a.a) uygulamaları da bu ilke doğrultusunda olmuştur.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.a) hiçbir topluma kadın vali göndermemiş,
hiçbir kadını yargı görevine tayin etmemiş ve hiçbir zaman
fiilen vuruşmak anlamında kadınları savaşlara çağırmamıştır.
Bunların dışında
kalan eğitim ve öğretim, ticaret ve üretim, tıp ve
eczacılık gibi duyguların başarıya ulaşmaya engel
oluşturmadığı alanlara gelince, sünnet bu alanlarda
kadınların çalışmasını engellemiyor. Hatta
Peygamberimizin (s.a.a) sireti (gidişatı) bu alanların
çoğunu onaylamıştır. Kur’an’da da bu alanlarda
kadınların çalışabilme haklarının olduğuna
dalalet eden ayetler vardır. Bu hak, hayatın birçok alanında
kadınlara tanınan irade ve çalışma özgürlüğünün
gereğidir. Çünkü hem onları erkeklerin velayeti dışına
çıkarıp kendilerine mülk edinme yetkisi tanımak ve sonra da
ellerindeki mülkü herhangi bir şekilde değerlendirmelerini yasaklamak
anlamsızdır. Tıpkı bunun gibi hem onlara mahkemeye
başvurma ve şahitlik yapma hakkı tanımak ve sonra valinin
veya hakimin karşısına çıkmalarını engellemek de
anlamsız olur. Bunun gibi daha nice örnekler vardır.
Ama eğer kadının bu
alanlardaki çalışması kocasının (farz) hakları
ile çelişecek olursa, o zaman durum fark eder. Çünkü erkeğin kendi
karısı üzerinde yetkisi vardır; yanında olduğu zaman
kadının ona itaat etmesi, yanında olmadığı zaman
da haklarını koruması gerekir. Bu nedenle İslam,
kocasının haklarıyla çelişen durumlarda kadının
caiz olan alanlarda bile çalışmasına izin vermemiştir.”[1674]
bak. 3658. Bölüm; el-Kemal, 3535. Bölüm
18638. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınların en iyi
sıfatları, erkeklerin en kötü sıfatlarıdır.
(Örneğin: ) Kibir, korku ve cimrilik. Kadın kibirli olursa,
eşinden başkasına teslim olmaz. Cimri olursa, kendisinin ve
eşinin malını korur. Korkak olursa, kendine yönelen her
şeyden korkar, uzaklaşır.”[1675]
18639. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İşini bir kadının
hakimiyetine veren bir topluluk asla kurtuluşa erişemez.”[1676]
18640. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kadının hükümet ettiği bir
topluluk asla kurtuluşa erişemez.”[1677]
18641. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşlerini kadının
ellerine veren bir topluluk asla kurtuluşa erişemez.”[1678]
18642. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadının yönettiği her
erkek mel’undur.”[1679]
18643. Ebu Bekret şöyle diyor: “Allah
beni, Allah Resulünden (s.a.a) duyduğum söz sebebiyle korudu. Kisra
öldüğünde Allah Resulü (s.a.a) , “Onun yerine kimi geçirdiler” diye sordu.
Şöyle arzettiler: “Onun kızını.” Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Kendilerine kadını önder edinen topluluk asla
kurtuluşa erişemez.
Ebu Bekret şöyle diyor: “Ayşe
Basra’ya gidince ben de Allah Resulü’nün (s.a.a) bu sözünü hatırladım
ve bu söz sebebiyle Allah beni korudu.”[1680]
18644. Ebu Bekret şöyle diyor: “Talha
ve Zübeyr Basra’ya girdiklerinde onlara yardım için
kılıcımı aldım. Ayşe’nin yanına gittim. Onun
emredip sakındırdığını ve ferman verdiğini
gördüm. Bu esnada Allah Resulü’nden (s.a.a) işittiğim bu hadisi
hatırladım. İşlerini kadının yönettiği
topluluk asla kurtuluşa eremez.” Bunun üzerine geri döndüm ve onlardan
uzaklaştım. [1681]
Ben şöyle diyorum: İbn-i
Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Bu haber şu şekilde de rivayet
edilmiştir: “Benden sonra bir grup kıyam
edecek, onların başında bir kadın olacaktır. Bu
topluluk asla kurtuluşa erişmeyecektir.”
18645. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yöneticileriniz en iyileriniz,
zenginleriniz en çok bağışlayanınız olduğunda ve
işleriniz meşveretle yapıldığında yeryüzü sizler
için yerin altından daha iyidir. Yöneticiler en kötüleriniz, zenginler en
cimrileriniz olur ve işleriniz de kadınların eline düşerse
yerin altı sizler için yerin üzerinden daha iyidir.”[1682]
18646. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınları güçlerini aşan
işlere koşma; çünkü kadın zarif bir güldür; sert bir kahraman
değil. Onları aşırı yüceltme ve başkasına
şefaatçi olma hususunda tamahlandırma.”[1683]
18647. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kulun imanı arttıkça
kadın sevgisi de artar.”[1684]
18648. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kimin bizlere ilgisi çok olursa
kadına ve helvaya ilgisi de çok olur.”[1685]
18649. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dünyadan sadece kadın ve güzel
koku bana sevdirildi.”[1686]
18650. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınları sevmek
Peygamberlerin ahlakındandır.”[1687]
18651. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fitneler üç tanedir: Şeytanın
kılıcı olan kadın sevgisi… kadını seven kimse
hayatından faydalanamaz.”[1688]
18652. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala’ya altı
haslet sebebiyle isyan edildi: “Dünya sevgisi, makam sevgisi, yiyecek sevgisi,
kadın sevgisi, uyku sevgisi ve rahatlık sevgisi.”[1689]
18653. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İblisin kadınlardan ve
gazaplardan daha büyük bir ordusu yoktur.”[1690]
18654. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınlar en büyük fitnelerdir.”[1691]
18655. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınları fazla sevmekten ve
dünya lezzetine bağlanmaktan sakının. Zira kadını
fazla seven kimse sıkıntıya düşer, lezzetlere bağlanan
kimse ise hor olur.”[1692]
18656. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kadınlara tutkun olmak ahmakların
hasletidir.”[1693]
18657. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınlarla fazla halvet etmeyin ki
birbirinizden bıkarsınız. Onların yanına gitmeyi
azaltarak bir miktar canını ve aklını baki bırak.”[1694]
18658. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Haya elbisesini giyin, vefadarlık
zırhına bürün, kardeşliği koru, kadınlarla
konuşmayı azalt ki yüceliğin kemale ersin.”[1695]
18659. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cahil kimselerle çekişme ve
kadınlara tutkun olma. Zira bunlar akıl sahipleri için
ayıptır.”[1696]
18660. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her sabah iki melek şöyle
seslenir: “Kadınların elinden erkeklere eyvahlar olsun ve erkeklerin
elinden kadınlara eyvahlar olsun.”[1697]
18661. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadının korunması halini
güzel ve güzelliğini kalıcı kılar.”[1698]
18662. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a ve kıyamet gününe iman
eden kimse namahrem kadının nefesini işittiği yerde
sabahlamaz.”[1699]
18663. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir erkek bir kadınla halvet
ettiğinde mutlaka üçüncüleri şeytan olur.”[1700]
18664. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadınlara ne ezan ve ne de ikame
vardır. Ne Cuma ve ne de cemaat vardır.”[1701]
bak. Vesail’uş Şia, 14/161,
123. Bölüm
486. Konu
el-Muruet
Mürüvvet-Mertlik
F Bihar, 76/311,
59. Bölüm; Me’nel-Fütüvvet ve’l-Mürüvvet
F Kenz'ul-Ummal,
3/408, 788; el-Mürüvvet
bak.
F 405. konu,
el-Fütüvvet; es-Sefer, 1828. Bölüm
18665. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet bütün faziletleri ve
güzellikleri toplayan bir isimdir.”[1702]
18666. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet yüceliklere yöneltir.”[1703]
18667. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet her türlü
aşağılığa engeldir.”[1704]
18668. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet her türlü sövgüden
arınmış ve uzaktır.”[1705]
18669. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet her türlü alçaklıktan
uzaktır.”[1706]
18670. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet sövmekten ve ahdini
çiğnemekten beridir.”[1707]
18671. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkeğin ayırım ölçüsü
aklıdır ve güzelliği ise mürüvvetidir.”[1708]
18672. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkek mürüvetten daha ağır
bir yük yüklenmemiştir.”[1709]
18673. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın kendisi
hakkındaki mürüvveti geride kalanlara ve kabilesi için bir soydur.”[1710]
18674. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet nefsin şerafeti
ölçüsüncedir.”[1711]
18675. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın mürüvveti
akıllılığı miktarıncadır.”[1712]
18676. Resulullah (s.a.a) Sakif kabilesinden
birine şöyle buyurmuştur: “Ey Sakifli
adam! Sizlerin arasında mürüvvet nedir?” O şöyle arzetti: “Ey
Allah’ın resulü! İnsaf ve ıslah yanlısı
olmakladır.” Peygamber şöyle buyurdu: “Bizler arasında da
aynı şekildedir.”[1713]
18677. İmam Ali (a.s) , mürüvvetin
anlamı hakkında konuşan Kureyşli gençlere şöyle
buyurmuştur: “Neden bahsediyorsunuz?” Onlar
şöyle dediler: “Mürüvvetten.” İmam şöyle buyurdu: “İhsan ve
insaf üzerine kuruludur.”[1714]
18678. İmam Ali (a.s) , birbiriyle
konuşan gençlere şöyle buyurmuştur: “Ne
yapıyorsunuz?” Onlar şöyle arzettiler: “Mürüvvet hakkında
konuşuyoruz.” İmam şöyle buyurdu: “Acaba Allah kendi
kitabında size cevap vermemiş midir?” Nitekim şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah adaleti ve ihsanı
emretmektedir.” Adalet insaftır ve ihsan ise bağışta
bulunmaktır. Bunlardan başka bir şey var mıdır?”[1715]
18679. İmam Ali (a.s) kendisine, “mürüvvet
hakkında sorulunca sorulunca şöyle buyurmuştur: “Açıkça
yapmaktan utandığın bir şeyi gizlice yapmamandır.”[1716]
18680. İmam Hasan (a.s), kendisine
yüceliği, cesurluğu ve
mürüvveti soran Muaviye’ye cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Yücelik
ve iyiliği istemek, istemeden vermek, ve kıtlık
yılında doyurmaktır… Mürüvvet ise insanın dinini
koruması, kendisini her türlü pislikten hıfzetmesi, malına iyi
bakması, haklarını ödemesi ve herkese selam vermesidir.”[1717]
18681. İmam Hasan (a.s) kendisine mürüvvet
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Dinini
korumak, nefsin izzeti, yumuşaklığı, iyiliklere devam
etmek, hakları eda etmek ve insanları sevmektir.”[1718]
18682. İmam Hasan (a.s) , aynı soruya
cevap olarak şöyle buyurmuştur: “İnsanın
dini hakkında cimri olması, malını mülkünü düzene
sokması ve hakları eda etmesidir.”[1719]
18683. İmam Hasan (a.s) , aynı soruya
cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Dinde
iffetini korumak, geçim işini ölçülü tutmak ve zor olaylar
karşısında sabretmek.”[1720]
18684. İmam Bakır (a.s) , huzurunda
bulunan kimselere şöyle buyurmuştur: “Mürüvvet
nedir?” Onlardan her birisi bir şey söyledi. Sonunda İmam şöyle
buyurdu: “Mürüvvet tamaha kapılmamandır. Zira bu durumda hor
düşersin. Sakın el açma, aksi taktirde fakir olursun ve cimri olma.
Aksi taktirde sövülürsün ve bilmeden konuşma. Aksi taktirde mahçup
olursun.”[1721]
18685. İmam Sadık (a.s) mürüvvet
nedir diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
nehyettiği şeylerde seni hazır görmemesi ve seni emrettiği
şeylerde ise yok olmamandır.”[1722]
18686. Resulullah (s.a.a) , Sakif kabilesinden
birisine şöyle buyurmuştur: “Sizin
aranızda mürüvvetin anlamı nedir?” O şöyle arzetti: “Dinde
doğru olmak, geçimini güzelleştirmek, nefsin cömertliği ve güzel
ahlak.” Resulullah şöyle buyurdu: “Bizim aramızda da mürüvvet bu
anlamdadır.”[1723]
18687. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet hükümet işinde adalete
riayet etmek, (intikam almaya) gücü olduğ halde bağışlamak
ve kendisiyle muaşeret eden kimselerin derdini paylaşmaktır.”[1724]
18688. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet
aşağılıktan uzak durmaktır.”[1725]
18689. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet verdiği sözde
durmaktır.”[1726]
18690. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Vefadarlık mürüvvettir.”[1727]
18691. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet insanın utanç verici
şeylerden uzak durması ve ziynetlenmesine sebep olan şeyleri
elde etmesidir.”[1728]
18692. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet akrabalarına
yardımda bulunmaktır.”[1729]
18693. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet ihsanda bulunmak ve
misafirleri ağırlamaktır.”[1730]
18694. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cömertlik mürüvvet ölçüsüncedir.”[1731]
18695. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet kanaattir ve süslenmektir.
(veya yüz suyunu korumak ve tatsızlıklar karşısında
sabretmektir. ) ”[1732]
18696. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Süslenmek apaçık bir mürüvvettir”[1733]
18697. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim şehvetini öldürürse
mürüvvetini ihya etmiş olur.”[1734]
18698. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın övüncü
aklıdır. İnsanlığı ise huyudur.”[1735]
18699. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet üç şeydedir: Gözlerini
önüne dikmekte, sesini kısmakta ve itidalli yürümektedir.”[1736]
18700. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç haslet mürüvvettir: Darlık
halinde bağışta bulunmak, horluk olmaksızın tahammül
etmek ve ihtiyacını istemekten sakınmak.”[1737]
18701. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvetin düzeni kardeşinle
Allah’a itaat ve onu günahlardan korumak için mücadele etmen ve bu konuda
(itaati terk etmek ve günah işlemek hususunda) onu çok
kınamandır.) ”[1738]
18702. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet iki tanedir: Vatanda mürüvvet
ve seferde mürüvvet. Vatanda mürüvvet, Kur’an okumak, mescidlerde hazır
olmak, iyilerle oturup kalkmak, fıkıh (dini meseleler) hususunda
düşünmektir. Seferde mürüvvet ise azığından
bağışlamak, Allah’ın gazabına sebep olmayan
şeyler hususunda şakalaşmak, yoldaşlara karşı az
uyumsuzluk göstermek ve yoldaşlarından ayrılınca uolculukta
onların aleyhinde gördüğünü nakletmemek.”[1739]
18703. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gücünden fazla Allah için
çalışmak mürüvvettendir.”[1740]
bak. 82. Konu, el-Cihad (3)
18704. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Komşulara yardımda bulunmak
mürüvvettendir.”[1741]
18705. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her konuştuğunda
kardeşin kardeşe kulak asması mürüvvettendir.”[1742]
18706. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İtidalli olman, israf etmemen,
sözünde durman ve vefasızlık göstermemen mürüvvettendir.”[1743]
18707. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşlerinin günahlarına
tahammül etmen (ve onları telafi etmemen) mürüvvettendir.”[1744]
18708. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senden bir şey istenince kendini
zahmete atman ve bir şey istediğin zaman ise hafif tutman
mürüvvettendir.”[1745]
18709. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gözünü önüne dikmek mürüvvettendir.”[1746]
18710. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakirliği ve
hastalıkları gizlemek mürüvvettendir.”[1747]
18711. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Haramlardan sakınmak mürüvvetin
şartlarındandır.”[1748]
18712. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Malını islah etme
peşinde koşmak da mürüvvettendir.”[1749]
18713. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayvanlarının
şişman olması da insanın mürüvvetindendir.”[1750]
18714. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayvanların şişman
olması da mürüvvettendir.”[1751]
18715. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok hayalı davranmak, çok
bağışta bulunmak ve eziyetten sakınmak mürüvvettendir.”[1752]
18716. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok iyilik etmek, esirgemeden bağışta
bulunmak ve minnet etmekten uzak durmak da insanın mürüvvetindendir.”[1753]
18717. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvetin esası açıkça
yapmaktan utanacağın bir işi gizlice yapmamandır.”[1754]
18718. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç haslet mürüvveti teşkil
eder: “Eli darda olmasına rağmen bağışta bulunmak,
horlukla birlikte olmayan bir tahammül göstermek ve ihtiyacını
başkalarından istemekten sakınmak.”[1755]
18719. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu iki haslet mürüvvetin
esasıdır: İnsanın utanç sebebi olacak şeylerden uzak
durması ve süslenmesine sebep olacak şeyleri elde etmesidir.”[1756]
18720. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç haslet mürüvvetin
esasıdır: İstemeden vermek, sözleşmeden ahde vefa göstermek
ve eli darda olduğu halde bağışta bulunmak.”[1757]
18721. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvetin başlangıcı
Allah’a itaat, sonu ise aşağılıklardan uzak
durmaktır.”[1758]
18722. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvetin başlangıcı
güler yüzlü olmak, sonu ise sürekli ihsan ve iyilikte bulunmaktır.”[1759]
18723. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvetin başlangıcı
güler yüzlülük, sonu ise insanlarla dostça geçinmektir.”[1760]
18724. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Misafirperverlik mürüvvetin
başında yer alır.”[1761]
18725. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın kendini koruması
mürüvvetin esasıdır.”[1762]
18726. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvetin kökü hayadır. Meyvesi
ise sakınmaktır.”[1763]
18727. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın mürüvvetliliği
dininde fakih, hayatında iktisatlı,
karşılaştığı zorluklarda sabırlı
olmadıkça ve kardeşlerinin acısından azap görmedikçe kemale
erişmez.”[1764]
18728. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık
şeylerden uzak durmak mürüvvetin kemalindendir.”[1765]
18729. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Başkalarının üzerinde
olan hakkı unutman ve başkalarının senin üzerinde olan
hakları hatırlaman mürüvvetin kemalindendir.”[1766]
18730. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsana yakışmayan
şeyi terk etmesi de kendisine mürüvvet olarak yeter.”[1767]
18731. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet yumuşaklıkla kemale
erer.”[1768]
18732. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet doğrulukla kemale erer.”[1769]
18733. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet sadece akıl sahibi kimse
için kemale erer.”[1770]
18734. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet ehli için sadakat ve
vefadarlıkla kemale erer.”[1771]
18735. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim şehveti
karşısında korunursa mürüvveti doruğa ermiştir.”[1772]
18736. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Varlığını
geliştirmek de mürüvvetin kemalindendir.”[1773]
18737. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet malını mülkünü
iyileştirmektir.”[1774]
18738. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi mürüvvet kardeşlerle güzel
geçinmektir.”[1775]
18739. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi mürüvvet öfkesini yenmek ve
şehvetini öldürmektir.”[1776]
18740. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün mürüvvet insanın kendi
yüz suyunu korumasıdır.”[1777]
18741. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün mürüvvet kardeşlerinin
günahlarına tahammül etmektir (ve onu telafi etmemektir) ”[1778]
18742. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün mürüvvet kardeşlere mali
yardımda bulunmak ve kendisini onların hal ve günüyle
eşitlemektir.”[1779]
18743. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sıla-i rahimde bulunmak da en
üstün mürüvvettendir.”[1780]
18744. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uzak görüşlü olmak da en üstün
mürüvvettendir.”[1781]
18745. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Halkın genelinden uzak durmak, en
üstün mürüvvettendir.”[1782]
18746. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En iyi mürüvvet dostluğu
korumaktır.”[1783]
18747. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık kimsenin
mürüvveti yoktur.”[1784]
18748. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cimrilik mürüvvet ile uyumlu değildir.”[1785]
18749. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dini olmayan kimsenin mürüvveti de yoktur.
Mürüvveti olmayan kimsenin himmeti de yoktur.”[1786]
18750. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakini gevşek olan kimsenin
mürüvveti değersizdir.”[1787]
18751. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dostlarının sözleşmesine
riayet etmeyen ve düşmanlara karşı insaflı davranmayan
kimse mürüvvet sıfatından uzaktır.”[1788]
18752. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hırs ve tutku mürüvveti lekeler.”[1789]
18753. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Himmeti olmayan kimsenin mürüvveti de
yoktur.”[1790]
18754. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvveti olmayan kimsenin dini yoktur
ve aklı olmayan kimsenin de mürüvveti yoktur.”[1791]
18755. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşlerden kar almak mürüvvetten
uzaktır.”[1792]
18756. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En faziletli din mürüvvettir ve
mürüvveti olmayan dinde hayır yoktur.”[1793]
18757. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mürüvvet
ehlinin sürçmelerini görmezlikten gelin. Zira canım elinde olana andolsun
ki bir mürüvvet sahibi sürçtüğünde
eli Allah’ın elindedir (ve Allah onu kaldırır.) ”[1794]
18758. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet ehlinin sürçmelerini
bağışlayın. Zira onlardan sürçen her birisini Allah elinden
tutup kaldırır.”[1795]
18759. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet ehli birini (işin içinde
Allah’ın hadlerinden biri olmadıkça) cezalandırmaktan
sakının.”[1796]
18760. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hudud ve cezaları şüphelerle
defedin. Mürüvvet ehlinin sürçmelerini Allah’ın hadlerinden bir haddi
gerektirmedikçe bağışlayın.”[1797]
18761. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mürüvvet ehlinin sürçmelerini
bağışlamayı ganimetten sayın.”[1798]
487. Konu
el-Meraz
Hastalık
F Bihar,
81/170, 1. Bölüm; el-Afiyet ve’l-Merez
F Bihar,
81/202, 2. Bölüm; Adab’ul-Meriz
F Bihar,
81/214, 2. Bölüm; İyadet’ul-Meriz
F Vesail’uş-Şia,
2/621, Ebvab’ul-İhtizar
bak.
F 50. konu,
el-Bela; 305. konu, el-Musibet; 363. konu, el-Afiyet; 166. konu, ed-Deva; 317.
konu, et-Tıbb; ez-Zenb, 1387. Bölüm; ez-Zekat, 1587. Bölüm; es-Sadaka,
2225. Bölüm; el-Kalb, 3403 ve 3404. Bölümler; el-Heva, 4037. Bölüm
18762. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hastalık bedenin
zindanıdır.”[1799]
18763. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hastalık iki zindandan biridir.”[1800]
18764. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedenler hastalıklardan
kurtulamaz.”[1801]
18765. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedenin
hastalığının devam etmesinden daha büyük bir musibet
yoktur.”[1802]
18766. Eş’ari’den o da Salih’den kendi
senediyle yazılı olarak şöyle dediğini nakletmektedirler: “Dört
şeyin azı da çoktur: Ateşin azı da çoktur, uykunun azı
da çoktur, hastalığın azı da çoktur ve
düşmanlığın azı da çoktur.”[1803]
18767. İmam Seccad (a.s) , hastalık
anında yaptığı duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Sürekli içinde bulunduğum sağlığımdan dolayı sana
hamd olsun ve sana bedenimde vücuda getirdiğin hastalık sebebiyle
şükürler olsun. Zira ey Allah’ım bilmiyorum bu iki haletten
(sağlık ve hastalıktan) hangisi sana şükretmeye daha
layıktır ve bu zamandan hangisi seni övmeye daha layıktur. Acaba
sağlık zamanında mı yoksa hastalık zamanında
mı beni onun vesileyle (günahlardan) temizledin.”[1804]
18768. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki, yoksulluk belalardan biridir;
yoksulluktan daha şiddetlisi bedenin hastalığıdır; bedenin
hastalığından daha çetin olan gönlün
hastalığıdır. Bilin ki, kalbin takvası, bedenin
sıhhatindendir.”[1805]
18769. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zavallı ve çaresiz ademoğlu!
Eceli gizli (ne zaman geleceğini bilmez) , hastalıkları örtülü
(nereden saldıracağı bilinmez) , ameli ise korunmuştur
(kaybolmaz) . Sivrisinek ısırsa, canını yakar; bir lokma
boğazında kalırsa, onu öldürür; terlerse, pis pis kokar.”[1806]
18770. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hastalıklar sağlıktan
doğar.”[1807]
18771. İmam
Ali (a.s) kendisine “Nasılsın? Ey Müminlerin Emiri!” diye
sorduklarında şöyle buyurdu: “Bekasıyla
fani olan, sıhhatiyle hastalanan, güvendiği yerde ölüm kendisine
ulaşan kimsenin hali nasıl olur?!”[1808]
18772. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İtaatkarları kendi
yanına yerleştirip, ebedi yurdunda ağırlar. Oradan
taşınmayacaklardır. Şartlar kendilerini değiştirmez,
korkuya kapılmaz ve hastalanmaz.”[1809]
18773. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mü’min erkek ve kadının veya
Müslüman erkek ve kadının, Allah yakalandığı hastalık
sebebiyle günahlarını temizler.”[1810]
18774. Resulullah (s.a.a) hasta olan Ummu’l
Al’ay’ı ziyaret edince şöyle buyurmuştur: “Ey
Ummu’l Ala! Sana müjdeler olsun, zira Allah Müslümanların
vasıtasıyla ateşin demir ve gümüşün
alaşımını (pisliğini) giderdiği gibi
müslümanın günahlarını giderir.”[1811]
18775. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hasta kimsenin günahları ağaç
yaprakları gibi dökülür.”[1812]
18776. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümine ve hastalık
karşısındaki sabırsızlığına
şaşarım. Eğer hastalıkta ne sevabın olduğunu
bilseydi, şüphesiz aziz ve celil olan rabbini görünceye kadar sürekli
hasta olmayı severdi.”[1813]
18777. Resulullah (s.a.a) ,
başını gökyüzüne kaldırdı ve tebessüm etti. Bunun
sebebini sorduklarında ise şöyle buyurdu: “Evet,
gökten yere inen ve gece ve gündüz amellerini yazmak için namaz
kıldığı yerde mümin ve doğru kulun yanına varan
iki meleğe şaşıyorum. Ama bu melekler onu namaz
kıldığı yerde bulamayınca göğe gittiler ve şöyle
arzettiler: “Ey rabbimiz! Falan kulun peşice, gece ve gündüz amellerini
yazmak için namaz kıldığı yere gittik ama onu
bulamadık. Aksine onu senin tuzağında (hastalıkta) bulduk.”
Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurdu: “Benim kulum için
tuzağımda olduğu müddetçe sağlık zamanında gece
ve gündüz yaptıkları sevap ve hayırı yazınız.
Zira sağlık zamanında yaptığı işin
mükafatını ona yazmak benim boynumadır.”[1814]
18778. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin hastalanınca aziz ve celil
olan Allah onun solundaki meleğe şöyle vahyeder: “Kulum için benim
zindanımda olduğu müddetçe bir günah yazma” daha sonra sağ
tarafındaki meleğe şöyle vahyeder: “Kulum için
sağlığında yazdığın iyilikleri kendisi için
yaz.”[1815]
18779. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul iyilik yolunda ibadette seyreder ve
hastalanırsa vazifeli olan meleğe şöyle denir: “Özgürlük zamanki amelini yazınız. Böylece ya
onu özgür kılarım ya kendime katarım.”[1816]
18780. İmam Bakır (a.s) veya
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir
gece hastalıktan veya acıdan dolayı uyumamak sevap
açısından bir yıllık ibadetten daha büyük ve üstündür.”[1817]
18781. İmam Ali (a.s) hastalanan bir
dostuna şöyle buyurmuştur: “Allah, hastalığını
günahlarının affedilmesine sebep kılmıştır. O
halde hastalığın bir ecri yoktur; fakat günahları, ağaçların
yapraklarının döküldüğü gibi dökmektedir. Şüphesiz ki ecir
ve mükafat dille konuşma, el ve ayaklarla amel etmekledir. Kuşkusuz
ki Allah, niyet doğruluğu ve batini temizlik sebebiyle
kullarından dilediğini cennete koyacaktır.”[1818]
Seyyid Rezi şöyle diyor: Ve ben
şöyle diyoruz: “İmam Ali (a.s) gerçekten de doğru demiştir
ve hastalığın ecri yoktur. Çünkü hastalık karşılığının
olması gereken işlerden biri değildir. Zira
karşılık Allah-u Teala’nın kula verdiği acı ve
hastalıklara karşı verdiği bir fiildir. Ama mükafat veya
sevap kulun yaptığı işe karşılıktır. O
halde Allah’ın işi ve kulun işinin farkı vardır.
İmam Ali (a.s) da derin ilmi ve nurlu görüşü hasebiyle bunu beyan
etmiştir.”
Şöyle diyorum: “Görüldüğü gibi
karşılık ve ecir hakkındaki hadisler iki
kısımdır: Bir kısmı hastalığın ecrinin
ve mükafatının olmadığını beyan etmektedir. Bu
hadislere göre hastalıklar sadece günahları azaltmaktadır.
Diğer bir grup hadislerde ise hastalıkların ecri ve
mükafatı vardır. Bana göre de Mü’minlerin Emiri’nden (a.s) rivayet
edilen bu hadis, iki grup hadisi bir araya toplamıştır. Zira
hadisin başlangıcında şöyle buyurmuştur:
“Hastalığın ecri yoktur.” Hadisin sonunda ise şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah, doğru niyet sebebiyle…” Hadisin
başlangıcı birinci grup hadisin anlamıyla uyumludur. Son
kısmı ise ikinci grup hadislerle mutabıktır. Zira temiz
niyet ve pak batının ecre ve cennete girmeye sebep olduğunu
göstermektedir. Hastalığın mükafatının olduğunu
beyan eden hadisler bu gerçeği açıkça belirtmektedir ki hasta
şahsın sağlık zamanında yaptığı salih
işler kendisi için hastalık zamanında da
yazılmaktadır. Başka bir ifadeyle hastanın, hasta
olmadığı zaman yapmaya niyet ettiği salih ameller kendisi
için (hastalık anında da) yazılmaktadır. Buna dikkat
edilmelidir.
bak. ez-Zenb, 1387. Bölüm;
Vesail’uş Şia, 2/621, 1. Bölüm
18782. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Musibetleri, hastalıkları ve
sadakayı gizlemek, iyiliğin hazinelerindendir.”[1819]
18783. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dört şey cennetin
hazinelerindendir: Yoksulluğunu gizlemek, sadaka vermeyi gizlemek,
musibetini gizlemek ve acıyı gizlemek.”[1820]
18784. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eskiden ilahi bir kardeşim
vardı. Gözünde dünyanın küçüklüğü, onu benim gözümde
büyütmüştü… Ağrısını, dindikten sonra söylerdi.”[1821]
18785. Allah Uzeyr’e (a.s) şöyle
vahyetmiştir: “Sana bir bela ulaşınca
yaratıklarıma şikayette bulunma. Nitekim ben de kötülüklerin ve
rezaletlerin yukarıya çıkarıldığında meleklere
seni şikayette bulunmuyorum.”[1822]
bak. el-Birr, 342. Bölüm; Vesail’uş
Şia, 2/626, 3. Bölüm
18786. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Her kim üç (gün veya defa) hasta olur ve kendisini ziyarette
bulunan hiç kimseye şikayette bulunmazsa onun sahip olduğu et ve
kanını daha hayırlı bir et ve kana dönüştürürüm. O
halde eğer ona afiyet verirsem günahsız bir afiyet veririm ve
eğer canını alırsam onu rahmetime yakın
kılarım.”[1823]
18787. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir gece gündüz hasta olduğu halde
kendisini ziyaret edenlere şikayette bulunmayan kimseyi, Allah-u Teala
kıyamet günü kendi halili İbrahim Halil’ur-Rahman ile haşreder
ve böylece şimşek gibi sırat köprüsünden geçer.”[1824]
18788. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kendisine ulaşan bir
acıyı üç gün insanlardan gizli tutar ve sadece Allah’a şikayette
bulunursa Allah’a o acısını gidermesi bir hak olur.”[1825]
18789. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim mübtela olduğu
belasını insanlardan örtülü tutar ve onu sadece aziz ve celil olan
Allah’a şikayette bulunursa Allah’ın da onu o beladan kurtarması
bir haktır.”[1826]
18790. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hasta Allah’ın
zindanındadır. Hasta kimse kendini ziyarette bulunanlara
şikayette bulunmadıkça günahları temizlenir.”[1827]
18791. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hastalıklardan şikayette
bulunmak insanın şöyle demesi değildir: “Dün akşam
hastalandım” veya “Dün gece acı içindeydim ve rahatsızdım.”
Aksine şikayet insanın şöyle demesidir: “Hiç kimsenin düçar
olmadığı bir derde düçar oldum.”[1828]
bak. 277. Konu, eş-Şekva
18792. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim hastalığını
doktorlardan gizli tutarsa kendi bedenine hıyanette bulunmuştur.”[1829]
18793. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gizli
hastalığını gizlerse doktorunu kendisine tedavi etmekten
aciz bırakır.”[1830]
18794. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Esenlik için dert yeterlidir.”[1831]
18795. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah, can ve malına zarar
gelmeyen aşağılık iri yarı kimseden nefret eder.”[1832]
18796. Resulullah (s.a.a) , yanından geçen
Bedevi’ye şöyle buyurmuştur: “Ümmü
Mildem’i tanıyor musun?” “Ümmü Mildem kimdir?” diye sorunca Peygamber
şöyle buyurdu: “Başta ortaya çıkan ve bedeni ateşe
boğan acıdır.” Bedevi şöyle dedi: “Asla bu
hastalığa mübtela olmadım.” O şahıs gittikten sonra
Peygamber şöyle buyurdu: “Herkim cehennem ehlinden birini görmek isterse
bu şahsa baksın.”[1833]
18797. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ceset hastalanmayınca azar ve azan
bir cesedin hayırı yoktur.”[1834]
18798. İmam Ali (a.s) , herir günü
(Muaviye ile savaştığı gün) yaptığı
duasında şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ım! Ben sana sığınırım… beni mübtela
kılan hastalıktan ve beni gafil kılan sağlıktan.”[1835]
18799. Davud (a.s) sürekli şöyle
buyururdu: “Allahım! Ne beni yatağa
düşüren bir hastalık nasip et ve ne beni unutkanlık ve gaflete
düşüren bir sağlık! Bu ikisinin arasındakini nasip eyle.”[1836]
bak. 288. Konu, es-Sihhet; el-Bela, 403.
Bölüm
18800. İmam Sadık (a.s) , kendisine,
“Neden hiç günah işlemeyen ve hiçbir suça bulaşmayan küçük bir çocuk
bunca hastalıklara ve dertlere mübtela olmaktadır” diye soran bir
Zındık’a şöyle buyurmuştur: “Hastalıklar
çeşit çeşittir: Bela ve imtihan hastalığı, ceza
hastalığı, ölüm ve yokluğa sebep olan hastalık. Oysa
sen bu hastalıkların kötü yiyeceklerden, kirli içeceklerden veya
annesinin taşıdığı hastalıklardan olduğunu
sanıyorsun. Hakeza bedenine dikkat eden, kendi durumu hakkında iyi
düşünen, faydalı ve zararlı şeyleri tanıyan kimsenin
hasta olmayacağını sanıyorsun ve sözlerinde hastalık
ve ölümün sadece içecek ve yiyeceklerden kaynaklandığını
sanan kimseye eğilim duyuyorsun. Oysa doktorların üstadı Aristo
ve hekimlerin büyüğü Eflatun da öldü. Calinus yaşlandı, gözleri
zayıfladı, ölüm kendisine gelip çattığında onu
kendinden uzaklaştıramadı.”[1837]
18801. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir hastayı ziyaret eden
Allah’ın rahmetine dalar.”[1838]
18802. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan hasta olan kardeşini
ziyaret ederse cennet bahçesinde meyve toplar.”[1839]
18803. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hastayı ziyaret eden kimse
cennetin bahçesinde meyve toplar. Hastanın yanına oturduğu zaman
ise Allah’ın rahmeti onu çepe çevre kuşatır.”[1840]
18804. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir hastayı ziyaret ederse
yetmiş bin melek onunla birlikte yürür ve evine geri dönünceye kadar
kendisi için mağfiret talep eder.”[1841]
18805. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah kıyamet
günü şöyle buyurur: “Ey Ademoğlu! Ben hastalandım ama sen beni
ziyaret etmedin.” O şöyle arzeder: “Sen alemlerin rabbisin seni nasıl
ziyarette bulunayım?” Allah şöyle buyurur: “Falan kulumun hasta
olduğunu bilmiyor muydun? Ve sen onu ziyarette bulunmadın. Onu
ziyaret ettiğin taktirde beni onun yanında bulacağını
bilmiyor muydun?”[1842]
bak. Vesail’uş Şia, 2/633-639,
10-13. Bölümler
18806. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En iyi hasta ziyareti en hafif
olanıdır.”[1843]
18807. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ziyaretlerin en sevaplısı en
hafif olanıdır.”[1844]
18808. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Seni ziyaret etmeyen kimseyi ziyaret
et. Sana hediye vermeyen kimseye sen hediye ver.”[1845]
18809. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İki üç günde bir hastayı
ziyarete gidiniz.”[1846]
18810. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ziyaret zamanı devenin memelerinin
sağılması miktarıncadır.”[1847]
18811. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hastayı ziyaret süresi deve
memesinin sütle dolduğu veya devenin bir defa
sağıldığı miktarınca olmalıdır.”[1848]
18812. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah nezdinde
hastayı ziyaret edenlerden en büyük sevabı olan kimse, hasta kimse
sevmedikçe ve ondan daha fazla kalmasını istemedikçe hastanın
yanında kısa bir müddet kalan kimsedir.”[1849]
18813. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hasta için yapılan tam (kamil)
ziyaret elini hastanın koluna koyman ve yanından çabuk
kalkmandır. Zira ahmakların ziyareti hasta için acısından
daha şiddetlidir.”[1850]
18814. İmam Sadık’ın (a.s)
kölelerinden biri şöyle diyor: “İmam’ın
dostlarından biri hastalandı ve biz İmam’ın bir grup
dostlarıyla birlikte onu ziyaret etmek için dışarı çıktık.
Yol esnasında İmam Sadık (a.s) ile
karşılaştık. O bizlere, “nereye gidiyorsunuz?” diye sordu.
Biz, “falan kimseyi ziyaret etmeye gidiyoruz.” Diye arzettik. İmam (a.s) ,
“durunuz” diye buyurdu. Biz de durduk. İmam sonra şöyle buyurdu:
“Sizden birinin yanında bir elma, ayva, kavun, bir miktar güzel koku veya
güzel kokan bir dal parçası var mıdır?” biz şöyle arzettik:
“Bizde bu şeylerden hiç biri yok.” İmam şöyle buyurdu:
“Hastanın kendisine bir şey götürdüğünüz taktirde
rahatlığa erdiğini bilmiyor musunuz?”[1851]
18815. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hastayı ziyaret ediniz ve cenazeyi
teşyi merasimine katılınız. Zira bu size ahireti
hatırlatır.”[1852]
18816. İmam Sadık (a.s) , kendisine,
“Acaba tüm yaratıkların insan olduğunu sanıyor musun?” diye
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Misvak
kullanmayanlar, sebepsiz yere kendisini hasta gösterenler ve musibeti
olmaksızın üstü başı bölük pörçük olanları
onların sayısından düşünüz.”[1853]
18817. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İki kimse hastadır: Perhiz
eden sakınan sağlıklı kimse ile zararlı yiyecekler
yiyen ve perhiz etmeyen hasta.”[1854]
18818. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelsiz ahiretten ümidi olan ve uzun arzularla
tövbeyi geciktiren kimseden olma… Hastalanırsa,
pişman olur; sıhhate kavuşursa, gaflete dalıp korkusuz ve
endişesiz olur. Afiyette olduğu zaman, bencilleşir; belaya
düşünce, ümitsizliğe kapılır.”[1855]
18819. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer hasta olursa bir iş
yapmadığı için üzülür, eğer sağlık içinde olursa
emin ve gafil olur. Ameli erteler.”[1856]
18820. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hasta olunca insan ihlas ve tövbeye
yönelir.”[1857]
18821. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice hasta kimse kurtuluşa erer ve
nice sağlıklı kimse yok olur.”[1858]
18822. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Acaba sağlığın
sevinci içinde olanlar hastalıkların inmesinden başka bir
şeyi mi bekliyorlar?”[1859]
18823. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hastanın yol yürümesi,
hastalığının dönmesine sebep olur. Babam hasta olunca onu
bir bezin üzerine koyuyor, iş yapmak için, yani abdest almak için
taşıyorlardı ve bu da şu buyuruğu sebebiyleydi:
“Hastanın yol yürümesi hastalığının yeniden dönmesine
sebep olur.”[1860]
488. Konu
el-Mira
Tartışma
F Kenz'ul-Ummal,
3/642, 882; el-Mira ve’l-Cidal
F Vesail’uş-Şia,
8/567, 135. Bölüm; Kerahet’ul-Mera ve’l-Husumet
F Bihar,
73/396, 145. Bölüm; el-Kasavet ve’l-Hurk ve’l-Mira
F Bihar,
2/124, 17. Bölüm; ma cae fi tecviz’il-Mücadele…ve nehyi an’il-Mera
bak.
F 63. konu,
el-Cidal; 141. konu, el-Husumet; 515. konu, el-Münazire
Kur’an:
“Karanlığa taş atar gibi,
“Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir” derler, yahut,
“Beştir, altıncıları köpekleridir” derler, yahut “Yedidir,
sekizincileri köpekleridir” derler. De ki: “Onların
sayısını en iyi bilen Rabbim’dir. Onları pek az kimseden
başkası bilmez.” Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca
anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar,
hakkında kimseden bir şey sorma.”[1861]
O’na inanmayanlar, acele olmasını
beklerler; iman edenler ise korku ile titrerler ve onun gerçek olduğunu
bilirler. İyi bilin ki kıyamet günü hakkında
tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.”[1862]
18824. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tartışmaktan
ve sürtüşmekten sakının. Zira bu iki iş, kalbi
kardeşlere karşı hastalıklı kılar ve kalpte nifak
bitirir.”[1863]
18825. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tartışmaktan
sakın. Zira çekişmek amelini yok
eder. Çekişmekten de sakın. Zira çekişmek da seni helak eder.
Çok sürtüşme. Zira; başkalarıyla sürtüşmek seni Allah’tan
uzak düşürür.”[1864]
18826. İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çekişmek, eski dostluğu
ortadan kaldırır ve sağlam bağları koparır.
Çekişmekte var olan en küçük şey, üstün gelmeyi dilemektir ve üstün
olmayı dilemek de ilişkilerin kopmasının asıl
sebebidir.”[1865]
18827. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çekişmekten sakın. Zira
çekişmek saygınlığını ortadan kaldırır
ve şaka yapma. Aksi taktirde sana karşı küstahça
davranılır.”[1866]
18828. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çekişmenin neticesi
düşmanlık ve kindir.”[1867]
18829. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim haysiyetini korumak isterse
çekişmeyi terk etmelidir.”[1868]
18830. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çekişmeyi terk edin. Zira mümin
çekişmez. Başkalarıyla sürtüşmekten vaz geçin. Zira
başkalarıyla sürtüşen kimse mutlaka zarar görür.”[1869]
18831. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çekişmek kötülüğün
tohumudur.”[1870]
18832. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yakini doğru olan kimse
çekişmeye rağbet göstermez.”[1871]
18833. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu altı kişiyle
çekişmek doğru değildir: Fakih, reis,
aşağılık insan, kötü dilli kimse, kadın ve çocuk.”[1872]
18834. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar haklı da olsa
tartışmayı bırakmadıkça kulun iman hakikati kemale
ermez.”[1873]
18835. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir kul haklı olduğu halde
tartışmaktan vaz geçmedikçe imanın hakikatine erişemez.”[1874]
18836. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar haklı da olsa
tartışmaktan vaz geçen, her ne kadar şaka da olsa yalan
söylemekten kaçınan ve ahlakını güzel yapan kimseye cennetin
etrafında bir ev, cennetin ortasında bir ev ve cennetin üstünde bir
ev garantilerim.”[1875]
18837. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Tartışmaktan ve mücadele
etmekten vazgeçin. Haklı olduğu halde mücadeleden ve
tartışmaktan vaz geçen kimseye ben cennetin etrafında,
ortasında ve üstünde olmak üzere üç ev garantilerim.”[1876]
18838. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Haklı olduğu halde
çekişmeyi terk eden kimseye cennetin etrafında bir ev garantilerim.
Şaka da olsa yalan söylemeyen kimseye de cennetin ortasında bir ev
garantilerim. Batınını güzel kılan kimseye ise cennetin
üstünde bir ev garantilerim.”[1877]
18839. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Haklı olmadığı
durumda cedelleşmeyen kimseye cennetin etrafında bir ev
yapılır. Haklı olduğu halde cedelleşmekten vaz geçen
kimseye cennetin ortasında bir ev yapılır. Ahlakını
güzel kılan kimseye de cennetin üst yerinde bir ev yapılır.”[1878]
18840. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en çok
sakınanı, her ne kadar haklı da olsa çekişmeyi terk eden
kimsedir.”[1879]
18841. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her ne kadar haklı da olsa
insanın sürtüşmeyi terk etmesi tevazudandır.”[1880]
18842. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Haklı olduğu halde
çekişmekten vaz geçen kimseye cennetin üstlerinde bir ev
yapılır. Haklı olmadığı durumda
cedelleşmekten kaçınan kimseye de cennetin etrafında bir ev
yapılır.”[1881]
18843. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Asla hilim sahibi ve beyinsiz
kimselerle tartışma. Zira hilim sahibi kimse sana düşman olur,
beyinsiz kimse de sana eziyet eder.”[1882]
18844. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hilim sahibi ve beyinsiz kimseyle
tartışmaktan sakın. Zira hilim sahibi sana galip gelir. Beyinsiz
kimse ise seni yok eder.”[1883]
18845. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim hilim sahibi bir kimseyle
tartışırsa, onu uzak düşürür. Her kim de beyinsiz kimseyle
tartışırsa onu helak eder.”[1884]
18846. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmultur: Hatice binti Huveylid’in (a.s) yanına gittiğinde Varaka
b. Nevfel ona şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Ey
kardeşimin kızı! Cahil ve alim kimselerle tartışma.
Zira eğer cahille tartışırsan sana eziyet eder ve eğer
alimle tartışırsan ilmini senden esirger.”[1885]
18847. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Alimlerle tartışmaktan
sakın. Zira seni terk ederler. Cahillerle de sürtüşmekten çekin. Zira
sana karşı cehalette bulunurlar.”[1886]
bak. es-Sefe, 1838. Bölüm
18848. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşmanlık ve kinin sebebi fazla
tartışmaktır.”[1887]
18849. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla tartışan kimse
hatalardan güvende olmaz.”[1888]
18850. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüklerin ocağı inat ve
sürtüşmektir.”[1889]
18851. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tartışmakla muhabbet birlikte
olmaz.”[1890]
18852. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Haksız yere çok çekişen kimse
hakkı görmekten mahrum olur.”[1891]
18853. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şek
ve şüphe de dört esas
üzerindedir: Münakaşa, korku, tereddüt ve boyun eğmek. O halde kim
münakaşayı din (adet) edinirse, gecesi sabah olmaz (dalaletten
kurtulmaz) .”[1892]
489. Konu
el-Mizah
Şaka
F Kenz'ul-Ummal,
3/648-650, el-Mürahhas min’el-Mizah
F Kenz'ul-Ummal,
3/880, Mizah’ul-Mahmud
F Bihar,
76/58, 106. Bölüm; ed-Duabe ve’l-Mizah ve’z-Zihk
F Bihar,
16/294, 10. Bölüm
bak.
F ez-Zihk,
2368. Bölüm
18854. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben de şaka yapıyorum. Ama
hak dışında bir şey demiyorum.”[1893]
18855. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümin mizah yapar ve eğlenir.
Münafık ise asık suratlı ve öfkeli olur.”[1894]
18856. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her müminde mutlaka sadece duabe
vardır.” Ravi şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Duabe nedir?”
İmam şöyle buyurdu: “Şaka.”[1895]
18857. İmam Sadık (a.s) , Yunus
Şeybani’ye şöyle buyurmuştur: “Birbirinizle
şakalaşıyor musunuz?” Ben (Yunus Şeybani) , “Çok az” diye
arzettim. İmam şöyle buyurdu: “Böyle yapmayınız. Zira
şaka güzel huydandır ve sen bu vesileyle kardeşlerini sevindirirsin.
Allah Resulü de (s.a.a) birini sevindirmek için onunla
şakalaşırdı.”[1896]
18858. Tenbih’ul-Havatir’de şöyle yer
almıştır: “Yaşlı bir
kadın Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına vardı. Peygamber ona
şöyle buyurdu: “Hiçbir yaşlı kadın cennete giremez.” Yaşlı kadın ağlayınca
Peygamber ona şöyle buyurdu: “O gün sen yaşlı olmayacaksın.
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Gerçekten biz apayrı bir
biçimde yeni yarattık. Onları bakireler kıldık.” [1897]
18859. Muammer b. Hellad şöyle diyor: “İmam
Kazım’a (a.s) şöyle sordum: “Bir şahıs bir grupla oturur,
birlikte konuşurlar, birlikte şakalaşırlar ve birlikte
gülerler.” İmam şöyle buyurdu: “Eğer bir şey olmazsa
sakıncası yoktur.” (Muammer b. Hellad) şöyle diyor: “İmam’ın
sözünden eğer bir şey olmazsa maksadının kötü söz söylemek
olduğunu zannettim.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Bir Bedevi
Peygamber’in (s.a.a) yanına geliyor onun için hediye getiriyor ve
şöyle diyordu: “Hediyemizin parasını ver. Allah Resulü de
gülüyordu. Peygamber (s.a.a) her zaman hüzünlendiğinde şöyle diyordu:
“O Bedevi’ye ne oldu, keşke yanımıza gelseydi.”[1898]
18860. Enes şöyle diyor: “Bir
şahıs Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına geldi ve şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Bana binmem için bir binek ver.” Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Biz seni bir deve yavrusuna bindireceğiz.” O
şahıs şöyle arzetti: “Deve yavrusunu ne yapayım?” Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Deveyi deveden başkası doğurur mu?”[1899]
18861. Avf b. Malik Eşce’i şöyle
diyor: “Tebük savaşında deriden
çadırında oturan Peygamber’in huzuruna vardım, selam verdim.
Peygamber selamımın cevabını verdi ve şöyle buyurdu:
“İçeri gir.” Ben de şöyle dedim: “Ey Allah’ın Resulü! Bütün
bedenim mi gelsin?” Peygamber şöyle buyurdu: “Bütün bedenin gelsin” Ben de
bunun üzerine içeri girdim.”[1900]
18862. Zeyd b. Eslem şöyle diyor: “Ümmü
Eymen adında bir kadın Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına geldi ve
şöyle dedi: “Kocam sizi çağırıyor.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Kocan kimdir? Gözünde beyazlık olan kimse mi?” Kadın
şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki onun gözünde beyazlık yoktur?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Hayır, gözünde beyazlık vardır.”
O şöyle dedi: “Hayır Allah’a yemin olsun ki yoktur.” Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Herkesin gözünde beyazlık vardır.”
Peygamberin maksadı, göz bebeğinin etrafındaki
beyazlıktı.”[1901]
18863. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah kötü laf
etmedikçe, bir topluluk arasında şakalaşan kimseyi sever.”[1902]
18864. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali! Şaka yapma. Şaka
değerini ve saygınlığını ortadan
kaldırır ve yalan da söyleme ki nuraniyetini yok eder.”[1903]
18865. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şaka yapan herkes
aklının bir parçasını kendinden
uzaklaştırmış olur.”[1904]
18866. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şaka, kin ve
düşmanlığa sebep olur.”[1905]
18867. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şakayı bırakın.
Zira şaka kin doğurur.”[1906]
18868. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim şakalaşırsa
(şahsiyet açısından) hafif düşer.”[1907]
18869. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her şeyin bir tohumu vardır.
Düşmanlığın tohumu da şakadır.”[1908]
18870. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Heybetin afeti şakadır.”[1909]
18871. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şaka, küçük sövgüdür.”[1910]
18872. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şaka yapmaktan sakının.
Zira şaka kötülük dilemeye sebep olur, kin doğurur ve şaka küçük
sövgüdür.”[1911]
18873. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şaka yapma. Zira şaka,
nuraniyetini ortadan kaldırır.”[1912]
18874. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şakadan sakının. Zira
şaka imanının nurunu yok eder ve erkekliğini ve
yiğitliğini düşürür.”[1913]
18875. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şakadan sakının. Zira
erkeklerin yüz suyunu ve vakarını yok eder.”[1914]
18876. “Akabe
sözleşmesinde ve Bedir savaşında hazır bulunan Ebu’l-Hasan
şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) ile oturmuştuk. Aramızdan bir
şahıs kalktı, gitti ve ayakkabılarını unuttu.
Başka bir şahıs ayakkabılarını aldı, kendi
altına koydu. O şahıs döndü ve, “Ayakkabılarım
nerede?” diye sordu. Orada oturanlar şöyle dediler: “Biz
ayakkabılarını görmedik.” Ayakkabılarının üzerine
oturan kimse şöyle dedi: “Buradadır.” Allah Resulü şöyle
buyurdu: “Mümini korkutmanın ne anlamı vardır?” O şahıs
şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Bu işi şaka olarak
yaptım.” Peygamber iki veya üç defa şöyle buyurdu: “Mümini
korkutmanının ne anlamı vardır?”[1915]
18877. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kul, şaka ve yalanı terk
etmedikçe ve hak üzere olsa bile tartışmayı bırakmadıkça
halis imana erişemez.”[1916]
18878. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birini sevdiğin zaman onunla ne
şaka yap ne de tartış.”[1917]
18879. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şakalaşma. Aksi taktirde sana
karşı küstahça davranılır.”[1918]
18880. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice şaka ciddiyetle
sonuçlanır.”[1919]
18881. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kork ki sakınasın, alaya alma
ki küçülürsün.”[1920]
18882. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Alaya almaktan, oyun oynamaktan, çok
mizah yapmaktan, gülmekten ve boş konuşmaktan sakın.”[1921]
18883. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Boş yere
şakalaşmanın galebesi ciddi azimleri ortadan
kaldırır.”[1922]
18884. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fazla şakalaşır
ve ciddi olmazsa cahil sayılır.”[1923]
18885. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla alay etmek, cehaletin
nişanesidir.”[1924]
18886. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fazla alay ederse ciddiyeti
ortadan kalkar (insanlar ciddi sözlerini de alaya alır ve ona önem
vermezler.)”[1925]
18887. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim alay etmeyi adet edinirse
ciddiyeti tanınmaz.”[1926]
18888. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkime alay etme üstün gelirse aklı zayi olur.”[1927]
18889. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin aklı az olursa,
şakası ve ciddiyetsizliği çoğalır.”[1928]
18890. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kamil kimse, ciddiyeti
alaycılığa galebe çalan kimsedir.”[1929]
18891. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en
akıllısı ciddiyeti şakacılığına galebe
çalan ve heva ve hevesleri karşısında aklından yardım
alan kimsedir.”[1930]
18892. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fazla şaka insanın
haysiyetini yok eder.”[1931]
18893. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla şakalaşmak insanın
heybetini yok eder.”[1932]
18894. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fazla şakalaşırsa
heybeti azalır.”[1933]
18895. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla şakalaşmak insanın
saygınlığını yok eder ve düşmanlığa
sebep olur.”[1934]
18896. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fazla şakalaşırsa
cahil sayılır.”[1935]
18897. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fazla şakalaşırsa
ahmak sayılır.”[1936]
18898. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fazla şakalaşırsa
vakarı azalır.”[1937]
18899. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fazla şakalaşırsa
kötülüğünü isteyen ve kendisini küçük gören kimseden nasipsiz kalmaz.”[1938]
18900. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Beyinsizlik ve fazla
şakalaşmakta ahmaklık gizlidir.”[1939]
18901. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şakalaşmakta
aşırı gitmek ahmaklıktır.”[1940]
bak. Vesail’uş Şia, 8/480, 83.
Bölüm
490. Konu
el-Mesh
Mesh-İnsanı Hayvana Çevirmek
F Bihar,
14/49, 4. Bölüm; Kısset-u Ashab’us-Sıbt
F Kenz'ul-Ummal,
6/178, el-Mensuh
Kur’an:
“İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette
biliyorsunuz. Onlara “Aşağılık birer maymun olunuz” dedik
Bunu çağdaşlarına ve sonradan geleceklere bir ibret
dersi ve muttakiler için de bir öğüt vesilesi kıldık.”[1941]
Bak. Nisa, 47, 154; Araf, 166; Nahl, 124
18902. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın
Musa’ya emrettiği kanunlardan biri de Cumartesi gününü onlar için
kararlaştırılmış gün kılmasıydı. Herkim
Cumartesi gününü büyük sayar ve Allah korkusundan bu güne
saygısızlığı reva görmezse, Allah onu cennete
götürecek; Herkim de bu güne önem göstermez ve Allah’ın o günde
yasakladığı işi (balık avlamayı) helal sayarsa,
aziz ve celil olan Allah da onu cehenneme götürecekti. Ama onlar
balıkları (avlamayı veya yemeyi) reva gördüler. Cumartesi günü
onları hapsedip (ertesi gün de avladıklarından) ve yediklerinden
dolayı rahmana şirk
koşmadıkları veya Musa’nın getirdiği şeyler
hususunda şek içinde olmadıkları halde Allah onlara gazap etti.
Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “İçinizden
Cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara
“Aşağılık birer maymun olunuz” dedik.”[1942]
18903. İmam Sadık (a.s) , “İsrailoğullarından
kafir olanalr Davut ve İsa bin Meryem’in diliyle lanetlenmiştir”
ayeti hususunda şöyle buyurmuştur: “Davud’un
bedduası sebebiyle domuza dönüştüler, İsa b. Meryem’in
bedduası sebebiyle de maymuna dönüştüler.”[1943]
18904. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali’nin (a.s) kitabında
okuduğumuz üzere Eyke ahalisinden bir grup Semud kavminden idiler ve
Cumartesi günü balıklar onlara doğru geliyordu. Sonunda Allah
onların itaatini denemek istedi. Cumartesi günü balıklar evlerinin önünden
ve toplandıkları yerlerden geçen nehirlere ve ırmaklara
akıyordu. İnsanlar da onu avlamaya koyuldular. Uzun müddet bu
işi yaptılar. Din adamları ve alimleri de onları bu
balıkları avlamaktan alıkoymadı. Aniden şeytan,
onlardan bir grubuna şöyle telkin etti: “Cumartesi günü balık
yemekten sakındırıldınız, avlanmaktan değil.” Bu
yüzden halk cumartesi günü balık avladılar, diğer günler de
avladıkları balıkları yediler.
Onlardan bir grubu şöyle dedi: “O
halde biz de hemen şimdi balıkları avlayacağız.”
Böylece isyan ettiler, onlardan bir grubu sağa gitti (ve balık
avlamaktan sakındı) ve (balık avlayanlara) şöyle dediler:
“Allah’ın emrine isyan etmeyin. Aksi taktirde onun gazabına
uğrarsınız.” Diğer bir grup ise sola doğru gittiler,
sustular, avlayanlara öğüt vermediler ve onlara öğüt veren gruba da
şöyle dediler: “Neden Allah’ın helak edeceği ve kendilerine
elim şiddetli bir azap tattıracağı kimselere öğüt
veriyorsunuz?” Onlara öğüt veren grup ise onlara şöyle cevap
verdi: “Umulur ki Rabbiniz nezdinde bir özrünüz olur ve umulur ki onlar
sakınırlar.” Bunun üzerine de aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurdu: “Kendilerine hatırlatılan şeyi unuttuklarında…”
Yani onlara verilen öğütleri (Allah’a isyan etmemeyi ve balık
avlamamayı) görmezlikten geldikleri ve günaha devam ettikleri sebebiyle de
onlara öğüt verenler şöyle dediler: “Allah’a yemin olsun ki sizlerle
kaynaşmayacağız. Bu gece içinde Allah’a isyan ettiğiniz
şehirde de sizlerle birlikte olmayacağız. Zira sizlere
belanın inmesinden ve bizim de sizin ateşinizde yanmamızdan
korkuyoruz.” Onlara bela ineceği korkusuyla şehiri terk ettiler.
Şehre yakın bir yere gittiler, geceyi gökyüzünün altında
geçirdiler. Sabah olduğunda bu Allah’ın dostları ve Allah’a
itaat edenler, Allah’a isyan edenlerin başına nelerin geldiğini
görmek için şehre gittiler. Şehrin kapısına
vardıklarında kapıyı kapalı buldular. Kapıyı
çaldılar, ama hiçbir cevap alamadılar. Bir tek kelime olsun
duymadılar. Bu yüzden de şehrin duvarına bir merdiven
dayadılar ve aralarından birini yukarı gönderdiler. O
duvarın üstünden şehrin içine baktı. Aniden insanların bir
birine seslenen maymuna dönüştüğünü gördü. Yanındakilere
şöyle dedi: “Ey insanlar! Allah’a yemin olsun ki çok ilginç bir sahne
görüyorum.” Onlar, “Ne görüyorsun?” diye sorduklarında şöyle dedi:
“İnsanlar maymunlar haline gelmiştir, kuyrukları vardır ve
birbirlerine seslenmekteler. O grup kapıyı kırdılar.”
İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Bu maymunlar insanlardan olan
akrabalarını tanıdılar. Ama bu insanlar
maymunlaşmış akrabalarını tanıyamadılar.
Onlar maymunlara şöyle dediler: “Bu işi yapmayın demedik mi?”
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taneyi yaran ve insanı yaratan
Allah’a yemin olsun ki ben onların bu ümmet arasındaki
soylarını tanıyorum. Onlar ne iyiliği emrederler ve ne de
günahları değiştirmeye kastederler. Onlar kendilerine emredilen
şeyi kenara bırakmışlar, darmadağın
olmuşlardır. Aziz ve celil olan Allah da şöyle
buyurmaktadır: “Zalimler (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun”
hakeza şöyle buyurmuştur: “Kötülükten sakındıran
kimseleri kurtardık ve zulmedenleri isyanları sebebiyle kötü bir
azaba düçar kıldık.”[1944]
Şyle diyorum: “Gördüğün gibi
bu süre gerek İsrailoğullarına ve gerekse başka
topluluklara ilişkin kıssalarda sözü edilen bir takım mucizeler
içermektedir. Denizin yarılması ve Firavunoğullarının
denizde boğulmaları gibi.”Sizin
için denizi yarmış ve Firavun hanedanını
boğmuştur.”
İsrailoğullarına yıldırımın çarpması ve
öldükten sonra tekrar diriltilmeleri gibi: “Bir
zaman da: “Ey Musa, biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana
inanmayız” demiştiniz de derhal sizi yıldırım
çarpmıştı.” Üzerlerine bulutun
gölgelik yapılması, kudret helvası ve bıldırcın
etinin indirilmesi gibi: “Bulutu üstünüze
gölgelik çektik.” Taştan göz göz
pınarların fışkırması gibi: “Musa
kavmi için su istemişti” Üzerlerine
dağın kaldırılması gibi: “Üzerinize
dağı kaldırmıştık.”
Aralarında bazılarının başka bir yaratığa
dönüşmesi gibi: “Onlara,
aşağılık maymunlar olun dedik.”
Boğazlanmış ineğin etinden bir parçanın
öldürülmüş adama değdirilmesi sonucu adamın dirilmesi gibi: “İneğin
bir parçasıyla o öldürülene vurun, dedik.”
Başka bir topluluğun diriltilmeleri gibi: “Yurtlarından
çıkanları görmedin mi?” Harap
olmuş bir beldeye uğrayan kişinin öldükten sonra mucizevi bir
biçimde diriltilmesi gibi: “Yahut şu kimse
gibisiniz ki, duvarları çatıları üstüne
yığılmış ıssız bir kasabaya
uğramıştı.” Hz.
İbrahim’in eliyle kuşların diriltilmeleri gibi: “Bir
zaman İbrahim: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster”
demişti.” Sayıları on ikiyi bulan bu
olağanüstü mucizelerin büyük çoğunluğu -Kur’an’da sözü
edildiği gibi- İsrailoğullarının yaşamında
gerçekleşmiştir. Bundan önce, mucizevi olayların
gerçekleşebileceğini ve varlık bütünü içinde olağanüstü
gelişmelerin her zaman mümkün olduğunu vurgulamıştık
ve bunun genel sebep-sonuç yasası ile çelişmediğini dile
getirmiştik. Bununla da, mucizelere ilişkin ayetlerin zahiri
anlamlarını yorumlamanın, bu ayetlere zahirlerinden
anlaşılandan farklı anlamlar yüklemenin bir kanıta
dayanmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü bu gibi olgular,
üçün iki tam sayıya bölünmesi ve çocuğun aynı zamanda kendi
kendisinin babası olması gibi mümkün olmayan şeyler
değiller.
Evet, ölülerin dirilmesi ve başka
bir varlığa dönüşüm gibi mucizeler ayrı bir incelemenin
konusudurlar. Bu gibi mucizelerle ilgili olarak şöyle bir şüphe ileri
sürülmüştür: Yerinde kanıtlanmıştır ki, kemal ve
fiillik kuvvesine sahip bir varlık kuvveden fiile dönüşünce onun bir
kez daha kuveye dönüşmesi imkansız olur. Aynı şekilde
varoluş olarak mükemmellik niteliğine sahip olan bir şey de,
olgunlaşma süreci içinde varoluşsal olarak olduğundan daha
noksan bir mükemmellik konumuna dönüş yapmaz. İnsanoğlu da ölüm
sonucu maddeden soyutlanır, misali ya da akli niteliğe sahip soyut
bir varlığa dönüşür. Bu varoluş aşamalarının
her ikisi de maddi varoluş aşamasından daha ileridirler. Bu
düzeylerdeki varoluş, maddi varoluştan daha güçlüdür.
Dolayısıyla ölümden sonra ruhun tekrar maddeye yönelmesi, ilgi
duyması imkansızdır. Aksi taktirde fiile dönüşen bir
şeyin tekrar kuvveye dönüşmesi gerekecek ki, bu muhaldir. Ayrıca
insanoğlu varoluş bakımından diğer canlı
türlerinden daha güçlü bir konumdadır. Böyle bir varlığın
da “mesh” aracılığı ile öteki canlı türlerinden birine
dönüşmesi imkansızdır.
Ben diyorum ki: Kuveden fiile geçen bir
şeyin tekrar kuvveye dönüşmesinin imkansızlığı,
kuşkusuz gerçektir. Ne var ki, ölenin bir kez daha dünya hayatına
dönmesi, aynı şekilde “başka bir canlıya, varlığa
dönüşüm” olayı, bu genellemenin kapsamına girmez. Bunu
şöylece izah etmek mümkündür: Somut olguların ve kanıtların
verilerine göre, bitkisel maddi cevher hayvani tekamül sürecine girdiği
zaman, hayvaniliğe doğru hareket eder, hayvani bir biçim alır.
Bu biçim, madde ile madde ötesi arasındaki ara aşamaya (berzah) özgü
soyut bir biçimdir.
Bunun hakikati ise, “şeyin”
kendisini cüz’i ve hayali bir kavraşıyla
algılamasıdır. Sözünü ettiğimiz biçim, bitkisel cevher
açısından kamil bir varoluştur ve söz konusu kuvve
açısından cevheri hareketle elde edilen bir fiilliktir.
Dolayısıyla bunun bir gün maddi cevhere yönelmesi, ona dönüşmesi
mümkün değildir. Ancak söz konusu “şeyin” maddesinden
ayrılır, söz konusu maddi bir biçimle baş başa
kalırsa, o başka. Bir hayvanın ölüp hareketsiz bir cesede
dönüşmesi gibi. Bu hayvani biçim kendisinden kaynaklanan algılama
faaliyetlerinin, bilmeyle ilgili durumların kaynağıdır.
Hayvani ruh, sözkonusu eylemlerin gerçekleşmesi ile birlikte bilmeye
ilişkin bu durumları özüne nakşeder.
Öze işlenen bu nakışlar
üst üste yığılınca birbirine benzeyen nakışlardan
yepyeni bir nakış meydana gelir. Ve bu, yok edilmez kalıcı
bir biçim ve köklü bir özvarlık olur. Bu yeni ruhsal biçimden, hayvani bir
tür ortaya çıkabilir. Kendine özgü biçimi ve türü olan özel bir hayvan
belirginleşir. Fakat söz konusu biçimler özvarlık halini
almayınca nefis eski basit aşamasında kalır. Öze
ilişkin cevheri hareketlilikten geri duran bitkiler gibi. Böyle olunca da
bitki olarak kalırlar ve hayvani faaliyet alanına
çıkış yapamazlar. Şayet berzahi nefis aniden biçim elde
etmek suretiyle durumları ve fiilleri açısından tekamül ederse,
varoluşunun ilk aşamasından bedeni ile olan ilişkisi
kesilir. Ama madde ile bağlantılı olan algılama
faaliyetleri aracılığı ile git gide tedrici bir tekamül
gerçekleştirir. Nihayet eğer doğal ömrünü ve kendisi için öngörülen
süreyi tamamlarsa kendine özgü bir canlı türü haline gelir. Eğer
yokedici ölüm gibi herhangi bir engelden dolayı doğal ömrünü
yaşama ve kendisi için öngörülen süreyi tamamlama imkanını
bulamazsa, basit hayvanilik niteliğini korur.
Aynı şekilde eğer hayvan,
insan olma sürecine girerse –insan, zatını maddeden, onun
gereklerinden, oranlar ve renkler gibi ona ilişkin olgulardan
soyutlanmış olarak bütünsel bir yaklaşımla
düşünülebilen bir varlıktır- cevheri hareketle aklın kuvve
merhalesi olan misal fiilliğinden çıkar, soyut akıl
fiilliğine girer. Böylece fiili olarak insan biçimini kazanır.
İşte bu fiili durumun yeniden, hayvan için söz konusu olan kuvvesine,
yani misali soyutluğa dönüşmesi muhaldir.
Ayrıca bu biçimin de kendine özgü
fiil ve durumları vardır. Bunların tedrici birikimi sonucu özel
bir biçim oluşur. Bu da hayvani türe ilişkin olarak sözkonusu edilen
durumun bir benzeri olmak üzere, insan türüne ilişkin yeni bir
çeşitliliğe yol açar.
Yaptığımız
açıklamayı anladıysan, şu varsayımı
rahatlıkla kavrarsın: Diyelim ki, bir insan öldükten sonra tekrar
dünyaya döndü ve ruhu yeniden maddeye bağlandı. Özellikle daha önce
bağlı bulunduğu maddi biçime yeniden kavuştu. Bu durum
ruhunun soyutlanmışlığını geçersiz kılmaz.
Çünkü ruh ilginin kesilmesinden önce de soyutlanmış durumdaydı.
Aynı şekilde ikinci bir bağlantıdan sonra da
soyutlanmışlığını korur. Ölüm olayı ile
birlikte meydana gelen durum, ruhun madde içindeki faaliyetlerinin
bağlantısını sağlayan araçları kaybetmesidir.
Dolayısıyla artık ruh maddi bir eylem
gerçekleştirmemektedir. Tıpkı gerekli araç ve gerecini yitiren
bir sanatkar gibi. Ruh madde ile olan bağlantısını yeniden
sağlayınca, bedensel güçlerini ve araçlarını yeniden
kullanmaya başlar. Fiiller aracılığı ile
kazandığı yeni durumlar ve melekeler sergiler. Bunlar daha önce
elde ettiği durumlardan daha üstün bir konumda olurlar ve bunlar sayesinde
yeni bir tekamül gerçekleştirmiş olur. Ancak, bu madde ile yeniden
bağlantı kurmak, bir geriye dönüş, “kemal” konumundan
noksanlık konumuna iniş ve fiilden kuvveye geçiş değildir.
Desen ki: O zaman sürekli aksiliğin,
zorlamanın mümkün olduğunu söylemek gerekir. Halbuki bunun
yanlış olduğu kesindir. Çünkü bedenden kopmuş soyut ruh,
ikinci kez maddeyle bağlantı kurması dolayısıyla,
maddi fiiller açısından karakteristik bir tekamüle
kavuşabilecekse onu sonsuza dek bu tekamülden yoksun bırakmak,
karakteristik olarak sahip olması gereken bir nitelikten yoksun
bırakmak anlamına gelir. Çünkü her ruh mucizevi bir şekilde ya
da olağanüstü bir yöntemle tekrar dünyaya dönmez. Şu halde kesintisiz
yoksunluk, sürekli bir zorlamadır.
Buna karşılık ben derim
ki: Dünya hayatında kuvveden fiile geçen ve belli bir sınıra
varıp ardından ölen ruhlar açısından, sürekli olarak bir
adım ötede bekleyen bir tekamül imkanı söz konusu değildir.
Aksine; ruh, bir süre sonra sahip bulunduğu fiilillik durumu üzere
istikrar kazanır. Ya da kendine uygun akli biçimi alarak
eriştiği düzeyi korur. Böylece söz konusu imkan da ortadan kalkar.
Çünkü birtakım iyi ve kötü ameller işlemiş olmasına
rağmen basit ve yalın bir ruhla ölen insan, eğer bir süre daha
yaşayacak olsaydı, yalın ruhuna mutlu veya mutsuz bir biçim
kazandırabilirdi. Aynı şekilde eğer öldükten sonra tekrar
dünyaya dönerek bir süre daha yaşayacak olursa, eski biçimi üzerine yeni
ve özel bir biçim edinebilir. Dönmediği taktirde ise, dünya ve ahiret
arası ara dönemde (berzah aleminde) daha önce işlediği
amellerden dolayı ya ödüllendirilir, sevap alır ya da cezaya
çarptırılarak azap görür. Ta ki, geçmiş misali biçimine uygun
akli bir biçim alana kadar. Böylece de söz konusu imkan geçersiz olur ve sadece
akli tekamül imkanı kalır. Eğer dünyaya dönecek olursa, diyelim
ki Peygamberler ve veliler öldükten sonra dönerlerse, maddi bakımdan ve
madde ile bağlantılı fiiller açısından başka bir
akli biçim elde edebilirler. Dönmedikleri taktirde ise, onlar için
kazandıkları kemal ve kemal yolu üzerindeki yüksek derecelerden
başka bir şey yoktur.
Bilindiği gibi bu, sürekli bir
zorlama olarak değerlendirilemez. Eğer ruhun, bir takım etkenler
ve etkin illetlerin sonucu kendisi için mümkün olan tekamülden yoksun
olması sürekli bir zorlama olarak kabul ebilecek olursa, didişme ve
çelişme yurdu olan bu dünyadaki olayların büyük çoğunluğu
ya da tümü sürekli zorlama olarak değerlendirilmelidir. Çünkü
doğanın bütün parçaları bütün olayların üzerinde etkin rol
oynar. Halbuki sürekli zorlama türlerden birinin karakteristik olarak tekamül
gücüne ve kabiliyetine sahip olması, sonra da bunun belirtilerini ya kendi
içinden ya da dışarıdan kaynaklanan ve karakteristik
özelliğin işlevsiz bırakılmasına dönük olarak bir olgunun
etkisi sonucu, hiçbir zaman dışa vuramamasıdır.
Bu durumda söz konusu türün tekamül edebilme
karakteristiğine ve seciyesine sahip kılınması saçma,
gereksiz ve anlamsız olur. Gerisini sen anla artık. Aynı
şekilde eğer bir insanın biçiminin değiştiğini,
maymun ve domuz gibi herhangi bir hayvanın biçimine büründüğünü
varsayarsak, bu, biçim üstüne biçim şeklinde gerçekleşir. Buna göre
o, insan domuzdur veya insan maymundur. İnsanlığı
devredışı kalmış, onun yerini domuzluk veya maymunluk
almış değildir. Çünkü insan kendisi için karakteristik
biçimlerden birini elde ettiği zaman ruhunu onunla biçimlendirmiş
olur. Bu biçimin tıpkı öldükten sonra ahirette olacağı gibi
dünyada da gizlenmişlikten açıklığa çıkmasının
imkansız olduğuna ilişkin bir kanıt elde mevcut
değildir.
Daha önce de vurgulandığı
gibi insan ruhu, ilk varoluş aşamasında, özel bir biçimde
türlenebilecek, belirsizlikten sonra belli bir biçim alabilecek
mutlaklıktan sonra sınırlandırılabilecek bir basitliktedir.
Şu halde meshedilmiş insan, biçim değiştirmiş
insandır. İnsanlığını yitirmiş
değildir. Bizler günlük yayımlarda Avrupa ve Amerika’daki bilimsel
kurumların yayınladıkları bildirilerde ölümden sonra
hayatın olabileceğine ve insan şeklinin mesh yoluyla
değişebileceğine ilişkin haberler okuyoruz. Gerçi biz, bu
tür meseleleri ele alırken sırf bu tür haberlere dayanarak
düşünce üretmeyiz, ama bir araştırmacı da dün
okuduğunu bugün unutmamalıdır.
Desen ki: Şu halde tenasuha
inanmamak için herhangi bir neden yoktur.
Buna karşılık
vereceğimiz cevap şudur: Bu yaklaşım kesinlikle doğru
değildir. Çünkü, kendine özgü tekamülünü tamamlayan bir ruhun bedenden
ayrılmasından sonra diğer bir bedene girmesi demek olan tenasuh
imkansızdır. Çünkü ruhun girdiği bu bedenin eğer bir ruhu
varsa, bu durumda tenasuh sonucu iki ruh aynı bedende bir araya
gelmiş olacaktır. Bu ise, çoğun birliği ve birin
çokluğu demektir. Yok eğer sözkonusu bedenin ruhu yoksa, o zaman da
fiili olanın kuvveye dönüşmesi sözkonusu olur. Yaşlı
adamın çocuk haline gelmesi gibi. Aynı şekilde,
yaptığımız bu açıklamalardan çıkan sonuca göre,
tekamülünü tamamlayıp bedenden ayrılan insan ruhunun bitkisel veya
hayvani bir bedene geçmesi de imkansızdır.”[1945]
18905. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala demesh olmuş kimse
için bir soy bırakmamıştır. Bu maymunlar ve domuzlar
önceden var idiler.”[1946]
18906. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah meshettiği hiçbir
varlık için soy karar kılmamıştır.”[1947]
18907. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah meshettiği hiçbir varlık için soy karar
kılmamıştır.”[1948]
Ben şöyle diyorum:
Mecme’ul-Beyan’da “İçinizden Cumartesi günü azgınlık
edenleri elbette biliyorsunuz” ayetinin
tefsirinde İbn-i Abbas’ın şöyle dediği yer
almıştır: “Allah-u Teala onları meshederek cezalandırmıştır.
Onlar birbirlerine sesleniyor, üç gün bir şey yemiyor, içmiyor ve
üremiyorlardı. Üç günden sonra Allah-u Teala onları helak etti,
rüzgar esmeye başladı ve onları suya attı. Allah-u Teala
meshettiği her topluluğu helak etmiştir. Bu maymunlar ve
domuzlar onların soyundan değildir. Aksine onlar bu hayvanların
şekline dönüşmüşlerdir. Müslümanlar maymunların ve
domuzların Adem’in çocuklarından meydana gelmediği hususunda
görüş birliği içindedirler. Eğer bunlar mesh olmuş insanlar
olsalardı, şüphesiz bu hayvanlar da insanoğlundan
sayılırdı.”
Mücahit şöyle diyor: “Onlar
maymunlara dönüşmediler. Bu Allah-u Teala’nın verdiği bir
örnektir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Kitap
yüklü eşekler gibi” Hakeza Mücahit’e göre
de bu topluluğun kalpleri mesholmuştur. Kalpleri maymunların
kalbi gibi olmuştur, öğüt almaz ve sesten korkmaz
olmuşlardır. Bu iki söz müfessirlerin çoğunluğunun
inandığı ayetin zahirine muhaliftir ve böyle bir tevil ve yorum
yapmaya da gerek yoktur.
Kur’an:
“Rahman’ın kulları yeryüzünde mütevazi
yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara
güzel ve yumuşak söz söylerler.”[1949]
“Yürüyüşünde tabii ol; sesini kıs.
Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”[1950]
18908. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Allah
Resulü’nün yolda yürürken aciz ve tembel kimse gibi yürümediği bilinirdi.”[1951]
18909. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) yol
yürüdüğünde adeta yokuştan iner gibi yürüyordu. Ondan önce ve sonra
onun bir benzerini görmedim.”[1952]
18910. Ali b. Hüseyin (a.s) yol yürüdüğünde
ellerini dizinden öne geçirmez, ellerini yukarı ve aşağı
hareket ettirmezdi. Vakar ve tevazuyla yürürdü. [1953]
18911. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali b. Hüseyin (a.s) yol yürürken
sağ elini sol elinden öne getirmezdi.”[1954]
18912. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali b. Hüseyin (a.s)
başının üzerinde bir kuş varmış gibi yürür,
sağ eli sol elinden öne geçmezdi.”[1955]
18913. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hızlı yürümek müminin
heybetini yok eder.”[1956]
18914. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Acele yol yürümek müminin heybetini
götürür, nurunu söndürür.”[1957]
18915. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin Emiri (a.s) bineğine
binmiş olarak ashabının yanına geldi. Onlar da imamın
peşice yola koyuldular. İmam onlara döndü ve şöyle buyurdu: “Bir
işiniz mi var?” Onlar şöyle arzettiler: “Hayır ey Müminlerin
Emiri! Biz sizinle yol yürümeyi seviyoruz.” İmam şöyle buyurdu: “Geri
dönün, zira yayının süvariyle yürümesi, süvarinin fesadına ve
yayanın horluğuna sebep olur.”[1958]
İmam Sadık (a.s) daha sonra
şöyle buyurdu: “Bir defa Müminlerin
Emiri bineğe binmişti. Ashabı da ardı sıra yola
koyuldular. İmam onlara şöyle buyurdu: “Geri dönün. Zira insanların
arkasındaki ayak sesleri ahmakların kalbinin yok olmasına sebep
olur.
18916. İmam Ali (a.s) Sıffın
savaşından dönerken Kufe’ye gelmişti… “İmam (a.s) ata binmişken kendisini
yaya olarak uğurlamak isteyen Harb'e ise şöyle buyurdu: “Geriye
dön; senin gibi birinin benim gibi birini yaya olarak uğurlaması
yönetici için fitne, mümin içinse zillettir.”[1959]
18917. İmam Ali (a.s) muttakilerin
sıfatı hakkında
şöyle buyurmuştur: “Konuşmalarında
doğrudurlar, tarzları ılımlıdır, yürüyüşleri
tevazu iledir.”[1960]
Kur’an:
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne
yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.”[1961]
“İnsanları küçümseyip yüz çevirme,
yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi
şüphesiz ki sevmez.”[1962]
18918. İmam Ali (a.s) tavus kuşunun
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Yürüyüşü
kendisini beğenen ve işve ile yürüyen kimsenin yürüyüşüne
benzer. Bazen başını çevirerek kanatları ve kuyruğunu
inceden inceye inceler, mücevher ve inciden giymiş olduğu giysisinden
dolayı kahkahalar atarak güler.”[1963]
18919. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yeryüzünde kibirlenerek ve alayla
yürüyen kimseye yerin altında ve üstünde olan her şey lanet eder.”[1964]
18920. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kendini büyük gören ve tekebbürle
yürüyen kimse Allah Tebarek ve Teala’yı kendisine
gazaplandığı bir halde görür.”[1965]
18921. Ebu Dücane Ensari bir sarık
bağladı ve sarığının bir tarafını
arkadan iki omuzları arkasına attı. Daha sonra da iki saf
arasında övünerek yürümeye başladı. Allah Resulü (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Savaş dışında Allah-u Teala bu tür
yürümeye buğzeder.”[1966]
18922. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ebu Dücane Ensari Uhud günü
başına bir sarık bağladı.
Sarığının bir tarafını arkadan iki
omuzlarının arasına attı ve kibirle yürümeye
başladı. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah yolunda
cihad dışında bu tür yol yürümekten aziz ve celil olan Allah
nefret eder.”[1967]
18923. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetim kibirle yürüyünce ve
İranlılar ile Rumlar onlara hizmetkar olunca birbirinin
canlarına düşerler.”[1968]
18924. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetim kibirle yürüdüğünde ve
İranlılar ve Rumlular onlara hizmetçi olduğunda onlar birbirine
musallat olurlar.”[1969]
18925. İmam Bakır (a.s) , kibirle yürüyen
bir zenciyi gördüğünce şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
o zorbadır.” Ravi şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “O bir
dilencidir.” İmam şöyle buyurdu: “O bir zorbadır.”[1970]
bak. el-Kibr, 3436. Bölüm
492. Konu
el-Mekr
Hile-Düzen
F Kenz'ul-Ummal,
3/545, el-Mekr ve’l-Hedie
F Bihar,
75/283, 72. Bölüm; el-Mekr ve’l-Hazie ve’l-Gaşş
F Vesail’uş-Şia,
8/570, 137. Bölüm; Tahrim’ul-Mekr ve’l-Hased ve’l-Gaşş
ve’l-Hıyanet
bak.
F 131. konu,
el-Hile; 154. konu, el-Hıyanet; 385. konu, el-Gadr; 389. konu,
el-Gaş; el-Harb, 765. Bölüm
Kur’an:
“Birbirinden büyük düzenler kurdular.”[1971]
bak. Fatır suresi, 10, 43; Gafir suresi,
25; Tur suresi, 42-46
18926. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zekanın afeti hiledir.”[1972]
18927. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana güvenen kimseye hile yapmak
küfürdür.”[1973]
18928. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hile yapmak
aşağılık, aldatmak ise talihsizliktir.”[1974]
18929. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hilecilik ve ihanet imandan uzaktırlar.”[1975]
18930. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hile yapmak
aşağılık kimselerin işidir.”[1976]
18931. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslüman bir kimseye hile kuran bizden
değildir.”[1977]
18932. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hilekar; insan şekline
bürünmüş bir şeytandır.”[1978]
18933. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir hileci güvenilir değildir.”[1979]
18934. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hile kuran kimsenin hilesi onu
kuşatır.”[1980]
18935. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir kimsede şu üç şeyden
bulunursa onun zararına biter: Hilecilik, ahdini bozmak ve
isyankarlık. Allah-u Teala’nın buyurduğu gibi: “Kötü hile
sadece sahibine döner.” Hakeza aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “O halde onların hilelerinin sonucuna bir bak,
şüphesiz biz onları tümüyle yok ettik.” Hakeza şöyle buyurmuştur:
“Ahdini bozanlar şüphesiz kendi zararlarına ahdini
bozmaktadır.” Ve hakeza şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar
sizin taşkınlığınız sizin aleyhinizedir. Sizler
dünya hayatının metasını dilemektesiniz.”[1981]
18936. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim insanlara hile yaparsa münezzeh
olan Allah da onu kendisine mübtela kılar.”[1982]
18937. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüğü güzel göstermek en büyük
hilelerdendir.”[1983]
18938. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendisini hileden güvende
görürse kötülükle karşı karşıya gelir.”[1984]
18939. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer gerçekte ameller Allah’a
arzedilecek ise o halde hile niye.”[1985]
18940. İmam Ali (a.s) muttakilerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir
kimseden uzaklaşması, temizliğinden ve zühdündendir. Bir
kimseye yaklaşması, yumuşaklığı ve
acımasındandır. Uzaklaşması büyüklükten ve kibirden;
yaklaşması da hile ve tuzaktan değildir.”[1986]
18941. İmam Ali (a.s) Haricilerin
ordularının olduğu yere -onların hükümeti inkar etmede
ısrarlı oldukları bir halde- giderek şöyle
buyurmuştur: “Onlar hile, aldatma, kandırma ve
düzenle mushafları mızraklarının ucuna taktıkları
zaman “Bunlar da dindaş ve kardeşlerimizdir, noksan sıfatlardan
münezzeh olan Allah’ın kitabına sığınarak geçmiş
hatalarını bağışlamamızı diliyorlar. O halde
onları kabul edelim ve kalplerinden hüznü uzaklaştıralım”
diye söylemediniz mi? Ve ben size, “Bu işin dış yüzü iman, iç
yüzü düşmanlıktır; evveli merhamet, sonu ise
pişmanlıktır.”[1987]
18942. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hile ve kandırma ateştedir.”[1988]
18943. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hile aldatma ve hıyanet
ateştedirler.”[1989]
18944. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mümine zarar veren veya ona hile yapan
kimse melundur.”[1990]
18945. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslüman olan kimse, ne hile yapar ne
de aldatır. Zira Cebrail’den (a.s) şöyle buyurduğunu
işittim: “Şüphesiz hile ve tuzak ateştedir.”[1991]
18946. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz hile ve hilekar
ateştedirler. O halde aziz ve celil olan Allah’tan ve onun
saldırısından korkun.”[1992]
18947. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer hile ve kandırma
ateşte olmasalardı, şüphesiz ben Arap halkının en
hilekarı olurdum.”[1993]
18948. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer hile ve tuzak ateşte
olmasalardı, şüphesiz ben insanların en hilekarı olurdum.”[1994]
18949. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ben Allah Resulü’nün
(s.a.a) , “hile, aldatma ve hıyanet ateştedir” diye buyurduğunu
işitmeseydim, şüphesiz Arap halkının en hilekarı
olurdum.”[1995]
18950. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer arada takva meselesi
olmasaydı ben arap halkının en hilekarı olurdum.”[1996]
Allame Meclisi (r. a) 18948. hadisin
açıklamasında şöyle yazmaktadır: “Kamus’ta yer
aldığına göre mekr hile demektir.”Hedeehu” onu aldattı ve
anlamayacağı bir şekilde ona zarar verdi anlamındadır.
Rağib ise şöyle diyor: “Mekr kelimesi birini hile ile
amaçladığı şeyden geri çevirmek anlamındadır ve
bu da iki çeşittir: “Beğenilmiş hile ve bu da hayırlı
bir işi amaçlamaktır. Nitekim “Allah
düzen kuranların en hayırlısıdır”
ayeti de bu anlamdadır. Kınanmış olan hileden hedef ise
çirkin iştir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Kötü
düzen sadece sahibine döner” Her ikisi
hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Onlar
düzen kurdular ve biz de haberleri olmadan düzen kurduk.” Bazıları şöyle
demişlerdir: “Allah-u Teala’nın mekrinden (düzeninden) maksat ise
kuluna mühlet vermesi, dünya metasını eline teslim etmesidir. Bu
sebeple de Müminlerin Emiri şöyle buyurmuştur: “Dünyası
genişlediği halde bunun Allah’ın bir düzeni olduğunu
bilmeyen kimsenin aklı aldanmıştır.” Rağib şöyle
diyor: “Hida’ kelimesi birini hileyle maksadından alı koymak ve
içinde olanın aksini izhar etmektir.”
Misbah’ta ise şöyle yer
almıştır: “Bazen mekr ve hud’a (düzen ve hile) kelimeleri yan
yana kullanıldığı zaman aralarında bir fark oluşmaktadır.
Bu esas üzere mekr kelimesinden maksat yapılması doğru olmayan
bir iş hususunda çare ve düzen bulmaktır. Başkasını
göstermek ve düşünceyi başka yöne yönlendirmektir. Hadiat
kelimesinden maksat ise kastettiği kimse hakkında o düşünceyi
hayata geçirmektir. Hz. Ali (a.s) da halkın Muaviye’yi zeki, kendisini ise
zayıf sanması sebebiyle bu sözü buyurmuştur. Zira Muaviye’nin
hileye ve yalana dayalı siyasetinin daha etkili olduğunu
görüyorlardı. Bu yüzden İmam Ali (a.s) Muaviye’nin hilelerinin tümünü
bildiğini ama Allah’ın emrine aykırı olduğu için onu
kullanmadığını beyan etmiştir. Nitekim Seyyid Rezi de
Nehc’ül-Belağa’da İmam’ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir: “Biz insanların çoğunun hiyaneti uyanıklık
olarak saydığı ve cahil insanların böylesi insanların
güzel düşünceli kimseler olduğunu bildiği bir zamanda
yaşıyoruz. Onlara ne oluyor? Alalh onları öldürsün! Bazen
tecrübeli ve işlerin altını üstünü bilen bir kimse bile her
hususta hileyi de bilmektedir. Ama Alalh’ın emir ve yasakları ona
engel olmaktadır. Bildiği ve bu hileleri uygulayabildiği halde
onları terk etmektedir. Dinde hiçbir sakınması olmayan kimse
zamanı bu tür oyunları hayata geçirmek hususunda ganimet
saymaktadır.”
İmamın cümlesindeki “Herice”
kelimesi takva anlamındadır. Bazı şarihler
İmam’ın bu sözünü şerh ederken şöyle demişlerdir:
“Zira her iki grup da hıyanet ve zorbalığın neticesinden
habersizdirler. Dolayısıyla da onları zekilikten ayırt
edemiyorlar. Zira zorbalık çare düşünmek ve onu kendisine
zorbalığın uygulandığı kimse hakkında hayata
geçirmektir. Kiyaset ve zekilik ise çare bulmak ve doğru olan hususlarda
maslahatı tanımaktır. O halde zorbalık ve zekilik, çare
bulmak ve düşünce yoluyla bir yolunu bulmak hususunda ortaktır.
Sadece zulmeden kimsenin bulduğu çare şer’i kanunlara ve dini
maslahatlara aykırıdır. Zeki kimsenin bulduğu çare ise dini
maslahat ve şeriat ile uyum içindedir. Bu ikisi arasındaki ince
ayırım sebebiyle zorba kimse hilesini zekavet örtüsünde sunmakta,
cahil kimseler de kendisini güzel düşünceli ve zeki sanmaktadır.
Nitekim Muaviye, Amr b. As, Muğire b. Şube ve benzeri kimselerin dahi
ve zeki olduğunu söylemektedirler. Oysa ki zorba ve hokkabaz kimselerin
bulduğu çarenin insanı günaha sürüklediğini ve rezaletle
sonuçlandığını, kötü ve çirkin bir iş olduğunu bilmiyorlar.
Oysa zeki kimsenin bulduğu çare insanı adalete sürüklemektedir.”
İmam birkaç yerde bu konuyu
detaylı bri şekilde beyan etmiştir. İmam (a.s) hileyi daha
iyi bildiği ve uygulayabildiği halde buna
bulaşmamıştır. Bu çok açık bir gerçektir. Zira hile ve
düzen hilelere bulaşmada, zarar verme yollarını tanımak ve
o anlamadan onun hakkında bu planı hayata geçirmektir. Şüphesiz
İmam (a.s) geniş ilmiyle her şeyi herkesten daha iyi
bilmektedir. (Ama takvasından dolayı buna bulaşmamaktadır)
Hile ve düzenin ateşte olmasından maksat ise bu sıfatlara sahip
olan kimselerin ateşte olmasıdır ve bu isnat mecazi bir
isnattır.[1997]
bak. el-Harb, 765. Bölüm
Kur’an:
“Küfredenler, seni bağlayıp bir yere
kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen
kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en
iyisidir.”[1998]
“Onlar bir düzen kurdular. Biz fark ettirmeden
düzenlerini bozduk. Hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak! Biz
onları ve milletlerini, hepsini, yerle bir ettik.”[1999]
18951. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’ın hilesinden
güvende olursa helak olmuştur.”[2000]
18952. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulun insanların
günahlarını araştırdığını, kendi
günahını unuttuğunu gördüğünüzde bilin ki o Allah’ın
hilesine yakalanmıştır.”[2001]
18953. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bu ümmetin en iyisi hakkında bile
Allah’ın azabından emin olma; zira Allah şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın azabından hüsrana
uğrayan topluluktan başkası emin olmaz” Bu ümmetin en kötüsü
hakkında bile Allah’ın rahmetinden ümitsiz olma; çünkü yüce Allah
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
rahmetinden, kafir olan kavimden başkası ümit kesmez.”[2002]
18954. Resulullah (s.a.a) şöyle dua
ederdi: “Ey Allahım! Bana yardım et
ama düşmanıma yardım etme. Bana başarı ve yardım
ver ama düşmanıma başarı ve zafer verme. Benim lehime düzen
kur ama benim aleyhime düzen kurma.”[2003]
bak. el-Havf, 1146. Bölüm; ez-Zenb,
1375. Bölüm; el-Fıkh, 3241. Bölüm; el-İmtihan, 3642. Bölüm
Kendisiyle
Kibirlenmenin Doğru Olmadığı Şey
Allame
Meclisi’nin kibrin tedavisi hususundaki sözü
Her kim
Kibirlenirse Allah Onu Aşağılık Kılar
Allah’ın
Nazil Buyurduğu Kitaplar
Mektubun
Cevabını Yazmaya Teşvik
İslam
Devrimi’nin Sırlarını Gizlemenin Lüzumu
Devrim
Sırlarını İfşa Etmekten Sakınmak
Yalan
Huyların En Aşağılık Olanıdır
Yalan Her
Kötülüğün Anahtarıdır
Ciddi veya
Şaka Yalan Söylemeyi Terk Etme Emri
Kezzab (Çok
Yalan Söyleyen Kimse)
Yalancı
kimsenin kurtuluşa eremeyeceği hakkında bir açıklama
Yalancı
Arzulardan Sakındırmak
Yüce
İnsanların Ahlakından Örnekler
Yüce
İnsanlardan Uzak Olan Hasletler
Yüce
İnsanların Gazabından Sakındırmak
Yüce
İnsanlara İkramda Bulunmaya Teşvik
İnsanlara
Saygı Göstermek Kendine Saygı Göstermektir
Velayetin
(Yöneticiliğin) Kısımlarıyla İlgili Açıklama
Ticaret
Çeşitleriyle İlgili Açıklama
Kira ve
İcarla İlgili Açıklama
Malları
İnfak ve Harcama Yolları
Yenilmesi
Helal Olan Yumurtalar
Yenilmesi
Helal Olan Deniz Hayvanları
Tembellik ve
Dirliksizlikten Sakınmak
Gevşeklikten
ve İhmalden Sakınmak
Tembellikten
Uzaklaşmak İçin Allah’tan Yardım Dilemek
Allah’ın
Kitabında Küfrün Çeşitleri
İyiliğe
İyilikle Karşılık Vermek
Kötülüğe
Kötülükle Karşılık Vermek
İyiliğe
Kötülükle Karşılık Vermek
Kötülüğe
İyilikle Karşılık Vermek
Verdiğin
Elle Alırsın (Ettiğini Bulursun)
Allah Herkesi
Gücü Oranında Mükellef Kılar
Kendini
Tekellüfe Düşüren Kimsenin Nişaneleri
Söz Amelin
Bir Parçası Konumundadır
Her
Bildiğini Aşikar Kılmayı Kınamak
Konuşmanın
Sessizlikten Üstün Oluşu
Sessizliğin
Konuşmaktan Üstünlüğü
Konuşmaktan
Üstün Olan Sessizlik
Allah’ın
Veli Kullarının Suskunluğu
Kapsamlı
Söz (lafzı az anlamı çok olan söz)
Kemalin
Azlığını Bilmenin Önemi
İnsana
Zekilik Olarak Yeten Şey
Her
Zamanın En Hayırlı Elbisesi O zamanın
İnsanlarının Giydiği Elbisedir
Zinet
Elbisesi ve İbadet Elbisesi
İnsan Dilinin
Altında Gizlidir
Dil
Vesilesiyle Ortaya Çıkan Hasletler
Erkeğin
Güzelliği Dilinin Akıcılığındandır
Dil
İyilik ve Kötülüğün Anahtarıdır
Dilin
İmanın Doğruluğundaki Rolü
Akıllı
İnsanın Dili Kalbinin Ötesindedir
İnsanın
Esenliği Dilini Korumadadır
Mel’un (Lanet
Edilmiş Kimsler)
Dünya ve
Ahirette Lanet Edilen Kimseler
Allah
İle Görüşmeyi Seven Kimse
Kur’an da
(Allah ile) Görüşmek
Homoseksüelliğin
Haram Kılınış Sebebi
Nice
Kınanmış Kimsenin Günahı Yoktur
Peygamber’in
(s.a.a) Ümmetinin ve Risaletinin Örneği
Peygamber
(s.a.a) ve Kıyametin Misali
Peygamberin
(s.a.a) Ümmetinin Misali
Peygamberin
(s.a.a) Ehl-i Beyt’inin Örneği
Savaşan
ve Ücret Alan Kimsenin Örneği
Allah Yolunda
İnfak Eden Kimsenin Misali
Gösteriş
İçin Sadaka Veren Kimsenin Misali
Haram Maldan
Sadaka Veren Kimsenin Misali
Kötülükten
Sonra İyiliğin Örneği
İlmini
Başkalarına Öğretmeyen Alimin Hikayesi
Genç
Yaşta İlim Öğrenen Kimsenin Misali
Kötülükten
Başka Bir Şey Demeyen Kimsenin Örneği
Sonradan
Zengin Olmuş Birine Muhtaç Olmanın Örneği
Bağışladığı
Şeyi Geri Alan Kimsenin Örneği
Dünyaya
Tutkuyla Bağlanan Kimsenin Misali
İyi
İşlerin İptal Oluşunun Örneği
Allah’ı
Zikreden Kimsenin Misali
İmtihan
ve İmtihan Gerçeği Hakkında Bir açıklama
Kötü Kimseyi
Övmekten Sakınmak
Kendini
Övmenin Reva Olduğu Yerler
Kadın ve
Erkeğin Kur’an’da Eşitliği
Felsefi Bir
İnceleme ve Karşılaştırma
Peygamber’in
(s.a.a) Yanındaki Kadınların Temsilcisi
Erkeklerin
Kadınlar Üzerindeki Yöneticiliği
Erkeklerin
Kadınları Yönetmelerinin Anlamı Hakkında
Yöneticiliği
Kadınlara Havale Etmekten Sakınmak
Mürüvvetin En
İyisi ve En Kötüsü
Mürüvvet
Ehlinin Hatalarını Bağışlamak
Hastalandığı
Halde Şikayette Bulunmayan Kimse
Hastalığını
Doktorlardan Gizleyen Kimse
Hastayı
Ziyaret Etmenin Hikmeti
Çekişmeyi
Kınama ve Çekişmenin Etkileri
Her ne Kadar
Hak İçin de Olsa Çekişmekten Sakınmak
Kendisiyle
Mücadele Edilmenin Doğru Olmadığı Kimse
Mesh Edilen (dejenere
edilen) Soyun Kesilmesi
Nazlı ve
Övünerek Yürümekten Sakındırmak
[1] Sa’d suresi, 73-74. ayet
[2] A’raf suresi, 13. ayet
[3] Gurer'ul-Hikem, 2652. Bölüm
[4] Kenz'ul-Ummal, 7734
[5] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[6] a. g. e.
[7] a. g. e.
[8] a. g. e. ; Şerh-i
Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/163
[9] Kenz'ul-Ummal, 7735
[10] Bihar, 73/209/2
[11] a. g. e. 78/186/16
[12] Gurer'ul-Hikem, 2609
[13] a. g. e. 1968
[14] a. g. e. 2898
[15] Bihar, 78/229/5
[16] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe
[17] Kenz'ul-Ummal, 7729
[18] a. g. e. 7749
[19] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[20] a. g. e. 216
[21] a. g. e. 95
[22] a. g. e. 192
[23] Haşr suresi, 23. ayet
[24] Casiye,37. ayet
[25] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/91/15
[26] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/127
[27] Bihar, 24/325/40
[28] a. g. e. 73/214/4
[29] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/563/14
[30] Bihar, 73/215/5
[31] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/151
[32] Bakara suresi, 87. ayet
[33] A’raf suresi, 146. a yet
[34] Bihar, 77/90/3
[35] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/567/31
[36] el-Kafi, 2/310/7
[37] Mean’il-Ahbar, 241/1
[38] el-Kafi, 2/311/13
[39] Bihar, 69/399/91
[40] a. g. e. 93/277/3
[41] el-Kafi, 2/309/1
[42] a. g. e. s. 310/9
[43] el-Kafi, 2/310/8
[44] Arefe ve Meş’ar arasında bir
yerin adıdır. (Mecme’ul-Bahreyn)
[45] Bihar, 99/255/25
[46] Mean’il-Ahbar, 242/6
[47] el-Kafi, 8/128/98
[48] Bihar, 79/312/14
[49] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/228
[50] İsra suresi, 37. ayet
[51] Lokman suresi, 18. ayet
[52] Furkan suresi, 63. ayet
[53] Bihar, 73/232/27
[54] el-Hisal, 332/31
[55] Kenz'ul-Ummal, 7731
[56] a. g. e. 7732
[57] Bihar, 73/231/23
[58] a. g. e. s. 232/25
[59] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/214
[60] Nehc'ül-Belağa, 21. mektup
[61] Gurer'ul-Hikem, 8132
[62] Bihar, 73/234/33
[63] Nehc'ül-Belağa, 126. hikmet
[64] Bihar, 73/229/22
[65] İlel’uş-Şerayi’, 275/1
[66] Emali’es-Seduk, 489/7
[67] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/137
[68] el-Kafi, 2/312/17
[69] el-Kafi, 2/312/17
[70] Gurer'ul-Hikem, 6837
[71] a. g. e. 9467
[72] a. g. e. 10808
[73] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/245
[74] Bihar, 78/104/3
[75] Gurer'ul-Hikem, 10739
[76] Nehc'ül-Belağa, 129. hutbe
[77] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[78] a. g. e.
[79] a. g. e.
[80] a. g. e. 252. hikmet
[81] Bihar, 73/201, 205
[82] Tenbih'ul-Havatir, 1/201
[83] Sevab’ul-A’mal, 213/1
[84] Kenz'ul-Ummal, 7794
[85] a. g. e. 7793
[86] a. g. e. 7797
[87] a. g. e. 8878
[88] Sıfat’uş-Şia, 94/31
[89] Vesail’uş-Şia, 3/345/3
[90] a. g. e. s. 362/5
[91] Nehc'ül-Belağa, 371. hikmet
[92] Gurer'ul-Hikem, 4614
[93] a. g. e. 311
[94] Gurer'ul-Hikem, 523
[95] a. g. e. 7464
[96] a. g. e. 1564
[97] a. g. e. 4288
[98] a. g. e. 8736
[99] el-Hisal, 434/20
[100] Gurer'ul-Hikem, 10586
[101] Emali’es-Seduk, 395/1
[102] el-Mehasin, 1/213/388
[103] Gurer'ul-Hikem, 311
[104] Bihar, 77/235/3
[105] el-Kafi, 2/312/16
[106] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/561/8
[107] Tuhef’ul-Ukul, 396
[108] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/560/6
[109] a. g. e. 3/560/7
[110] Nahl suresi, 29. ayet
[111] Mü’min suresi, 60. ayet
[112] Müheccet’ül-Beyza, 6/215
[113] el-Kafi, 2/311/11
[114] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/563/16
[115] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/215
[116] Kenz'ul-Ummal, 7750
[117] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/215
[118] a. g. e.
[119] el-Kafi, 2/310/10
[120] Kalem suresi, 1. ayet
[121] Gurer'ul-Hikem, 991
[122] a. g. e. 1615
[123] a. g. e. 298
[124] a. g. e. 9948
[125] a. g. e. 8126
[126] el-Kafi, 1/52/11
[127] a. g. e. 5/155/1
[128] el-Mehasin, 1/311/618
[129] Nehc'ül-Belağa, 301. hikmet
[130] Gurer'ul-Hikem, 7260
[131] a. g. e. 7261
[132] a. g. e. 4167
[133] a. g. e. 6339
[134] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[135] Kenz'ul-Ummal, 29332
[136] Münyet’ül-Mürid, 340
[137] Kenz'ul-Ummal, 28733
[138] Münyet’ül-Mürid, 340
[139] Bihar, 2/153/46
[140] el-Kafi, 1/52/9
[141] Bihar, 2/153/47
[142] el-Kafi, 1/52/8
[143] Emali’es-Seduk, 40/3
[144] Kenz'ul-Ummal, 28951
[145] Bakara suresi, 213. ayet
[146] el-Hisal, 524/13
[147] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[148] Durr’ul-Mensur, 1/27
[149] el-Kafi, 2/672/1
[150] Durr’ul-Mensur, 1/27
[151] el-Kafi, 2/672/2
[152] Neml suresi, 30-31. ayetler
[153] Tuhef’ul-Ukul, 358
[154] Müstedrek’ül-Vesail, 8/302/9501
[155] Kenz'ul-Ummal, 29294
[156] a. g. e. 29293
[157] el-Kafi, 2/670/2
[158] el-Kafi, 2/221/1
[159] a. g. e. s. 222/2
[160] a. g. e. s. 222/3
[161] a. g. e. s. 226/15
[162] Bihar, 2/75/52
[163] a. g. e. 75/70/7
[164] el-Kafi, 2/223/7
[165] Bihar, 2/77/63
[166] Tuhef’ul-Ukul, 223
[167] el-Kafi, 2/370/2
[168] a. g. e. h. 4
[169] el-Kafi, 2/372/11
[170] a. g. e. s. 370/3
[171] a. g. e. s. 371/10
[172] a. g. e. s. 370/5
[173] a. g. e. s. 371/6
[174] Tuhef’ul-Ukul, 310
[175] el-Mehasin, 1/403/910
[176] el-Kafi, 2/225/11
[177] a. g. e. h. 12
[178] Hilyet’ul-Evliya, 1/76; bak.
Kenz’ul-Ummal, 8522
[179] el-Hisal, 27/98
[180] Mean’il-Ahbar, 166/1
[181] ez-Zühd lil Hüseyin b. Said, 4/2
[182] Bihar, 74/199/37
[183] el-Gaybet’un-Nu’mani, 210/17
[184] Bu ayeti şerifede “zur” kelimesi
yer almıştır. Yalana da kendi yönünden sapması hasebiyle
zur denmiştir. (Mufredat, s. 387)
[185] Hac suresi, 30-31. ayetler
[186] Allame Meclisi şöyle diyor:
“Meşhur olan tanıma göre yalan bir şeyi gerçekte olan şeyin
tam tersini haber vermektir. Bu haber inanç ve zihinle mutabık olsun veya
olmasın fark etmez (önemli olan gerçek ile mutabık olmasıdır.)
Bir görüşe göre de doğru söz verilen haberin inanç ve zihin ile
mutabık olmasıdır ve yalan da bunun tam tersidir. Bir
görüşe göre de doğru haberin hem gerçek alem ve hem de inançla uyum
içinde olmasıdır ve yalan da bunun tam tersidir. (Bihar, c. 72, s.
233)
[187] Gurer'ul-Hikem, 1553
[188] Bihar, 72/261/37
[189] Tenbih'ul-Havatir, 1/114
[190] Gurer'ul-Hikem, 3168 ve 3169
[191] Nehc'ül-Belağa, 84. hutbe
[192] Kenz'ul-Ummal, 8203
[193] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/243
[194] Nehc'ül-Belağa, 458. hikmet
[195] a. g. e. 252
[196] a. g. e. 16. hutbe
[197] Bihar, 72/246/7
[198] Tenbih'ul-Havatir, 1/113
[199] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/592/12
[200] Bihar, 78/305/1
[201] Bihar, 72/263/47
[202] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/597/30
[203] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/357
[204] Kenz'ul-Ummal, 8212
[205] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[206] Bihar, 72/260/28
[207] Kenz'ul-Ummal, 8228
[208] Gurer'ul-Hikem, 970
[209] Bihar, 78/64/157
[210] Gurer'ul-Hikem, 2876
[211] a. g. e. 2855
[212] a. g. e. 5689
[213] a. g. e. 5728
[214] a. g. e. 10634
[215] Bihar, 72/259/23
[216] Nahl suresi, 105. ayet
[217] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/595/24
[218] Kenz'ul-Ummal, 8994
[219] Bihar, 75/172/11
[220] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/595/22
[221] Kenz'ul-Ummal, 8206
[222] Nehc'ül-Belağa, 86. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/354
[223] Bihar, 72/247/8
[224] a. g. e. s. 259/22
[225] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/592/13
[226] Bihar, 72/236/3
[227] ed-Derret’ul-Bahire, 43
[228] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/357
[229] Kenz'ul-Ummal, 8217
[230] el-Hisal, 144/170
[231] Bihar, 72/249/14
[232] Kenz'ul-Ummal, 8217
[233] Emali’es-Seduk, 342/9
[234] Bihar, 72/235/2
[235] Kenz'ul-Ummal, 8215
[236] Bihar, 72/258/20
[237] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/597/32
[238] a. g. e. s. 598/34
[239] Kenz'ul-Ummal, 8208 ve 8209
[240] Tenbih'ul-Havatir, 2/122
[241] Nehc'ül-Belağa, 69. mektup;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/41
[242] Kenz'ul-Ummal, 8207 ve 8224
[243] a. g. e. 8231
[244] Bihar, 72/262/45
[245] a. g. e. 77/212/1
[246] Gurer'ul-Hikem, 339
[247] a. g. e. 1247
[248] el-Kafi, 2/340/12
[249] Bihar, 72/259/24
[250] el-Kafi, 2/338/2
[251] Tenbih'ul-Havatir, 1/114
[252] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/592/14
[253] el-Kafi, 2/340/8
[254] Bihar, 78/10/68
[255] el-Kafi, 2/339/7
[256] Gurer'ul-Hikem, 10716
[257] Zümer suresi, 3. ayet
[258] Gafir suresi, 28. ayet
[259] Tevbe suresi, 77. ayet
[260] Gurer'ul-Hikem, 4640
[261] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/596/28
[262] Bihar, 72/192/8
[263] Gurer'ul-Hikem, 7100
[264] Bihar, 72/192/8
[265] Gurer'ul-Hikem, 7123
[266] Bihar, 77/211/1
[267] Gurer'ul-Hikem, 1116
[268] a. g. e. 1708
[269] a. g. e. 1181
[270] a. g. e. 747
[271] Bihar, 72/259/21
[272] Gurer'ul-Hikem, 7794
[273] a. g. e. 10582
[274] a. g. e. 8888 ve 9181
[275] Bihar, 72/193/13
[276] Gurer'ul-Hikem, 6557
[277] Gurer'ul-Hikem, 2104
[278] a. g. e. 1849
[279] Bihar, 78/230/13
[280] Gurer'ul-Hikem, 11039
[281] a. g. e. 3334
[282] Bihar, 72/260/29
[283] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/596/29
[284] Bihar, 72/261/36
[285] Gurer'ul-Hikem, 7259
[286] “Yalancının mumu
yatsıya kadar yanar” meşhur
cümlesi de bu anlamdadır.
[287] el-Kafi, 2/341/15
[288] Gurer'ul-Hikem, 5703
[289] Yusuf suresi, 18. ayet
[290] Tefsir-i el-Mizan, 11/103-104
[291] En’am, 144
[292] En’am, 93
[293] Nahl suresi, 116. ayet
[294] Al-i İmran suresi, 78. ayet
[295] Zümer suresi, 60. ayet
[296] Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe
[297] Vesail’uş-Şia, 11/102/1
[298] Kurb’ul-Esnad, 133/466
[299] el-Kafi, 2/340/10
[300] a. g. e. h. 9
[301] a. g. e. s. 339/5
[302] el-Kafi, 2/342/17
[303] Bihar, 77/47/3
[304] a. g. e. 72/263/48
[305] el-Kafi, 2/341/16
[306] a. g. e. s. 210/5
[307] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/488/4
[308] el-Kafi, 2/342/18
[309] Bihar, 72/243
[310] Saffat suresi, 88-89. ayetler
[311] Enbiya suresi, 63. ayet
[312] Yusuf suresi, 70. ayet
[313] Kenz'ul-Ummal, 8249
[314] a. g. e. 8253
[315] Belki de maksat şudur ki,
eğer insanlar sana beni sorarlarsa, onlara kapalı olarak cevap ver.
(Kenz’ul-Ummal’ın dipnotu)
[316] Kenz'ul-Ummal, 9001
[317] el-İhticac, 2/256/228
[318] Müstetrafat’is-Serair, 137/1
[319] el-Mekasib, 51
[320] el-Kafi, 2/341/17
[321] Maide suresi, 41. ayet
[322] Nebe suresi, 35. ayet
[323] Bihar, 72/264/1
[324] Nehc'ül-Belağa, 191. hutbe
[325] a. g. e. 10. mektup
[326] a. g. e. 76. hutbe
[327] a. g. e. 114
[328] a. g. e. 113
[329] a. g. e. 108
[330] Müsned-i İbn-i Hanbel, 3/292/8782
[331] Bihar, 78/102/2
[332] a. g. e. 44/89/2
[333] Tuhef’ul-Ukul, 319
[334] Gurer'ul-Hikem, 10963
[335] a. g. e. 964
[336] a. g. e. 1102
[337] a. g. e. 1297
[338] a. g. e. 1323 ve 1324
[339] a. g. e. 1761
[340] a. g. e. 1450
[341] Müsned-i İbn-i Hanbel, 4/137/11652
[342] Gurer'ul-Hikem, 3870
[343] a. g. e. 1695
[344] a. g. e. 2366
[345] a. g. e. 1477
[346] Bihar, 78/13/71
[347] Gurer'ul-Hikem, 9130
[348] Bihar, 77/208/1
[349] a. g. e. s. 209/1
[350] Bihar, 74/264/3
[351] Nehc'ül-Belağa, 247. hikmet
[352] Bihar, 77/211/1
[353] Nehc'ül-Belağa, 152. hutbe
[354] a. g. e. 165
[355] a. g. e. 116
[356] a. g. e. 222
[357] Neml suresi, 40. ayet
[358] İnfitar suresi, 6. ayet
[359] Hakak suresi, 40. ayet
[360] Kenz'ul-Ummal, 15991
[361] Sünen-i İbn-i Mace, 3865
[362] el-Mevetta’ul-Malik, 1/380/147
[363] Müsned-i İbn-i Hanbel,
10/212/26731
[364] Sünen-i Tirmizi, 3116
[365] Gurer'ul-Hikem, 7392
[366] Bihar, 78/82/82
[367] Derret’ul-Bahire, 27
[368] Bihar, 78/41/23
[369] Gurer'ul-Hikem, 1823
[370] a. g. e. 19
[371] a. g. e. 446
[372] a. g. e. 979
[373] a. g. e. 1225
[374] a. g. e. 1260-1261
[375] a. g. e. 1389
[376] a. g. e. 1568
[377] a. g. e. 1565
[378] A’lam’ud-Din, 297
[379] Gurer'ul-Hikem, 2033
[380] a. g. e. 1771
[381] a. g. e. 1863
[382] a. g. e. 1996
[383] a. g. e. 2031-2032
[384] a. g. e. 2068-2069
[385] a. g. e. 2071
[386] a. g. e. 2146
[387] a. g. e. 2159
[388] a. g. e. 713
[389] a. g. e. 10063
[390] a. g. e. 1528
[391] a. g. e. 9764
[392] Bihar, 78/378/3
[393] Gurer'ul-Hikem, 7632
[394] a. g. e. 4328
[395] a. g. e. 5106-5107
[396] a. g. e. 7354
[397] a. g. e. 8283
[398] Bihar, 22/355/1
[399] Furkan suresi, 72. Bölüm
[400] Gurer'ul-Hikem, 1298-1299
[401] a. g. e. 1566-1567
[402] a. g. e. 7353
[403] a. g. e. 5550-5551
[404] Gurer'ul-Hikem, 556-557
[405] a. g. e. 5558
[406] a. g. e. 6242-6243
[407] a. g. e. 6044
[408] a. g. e. 6324
[409] a. g. e. 9763
[410] a. g. e. 9329
[411] a. g. e. 594
[412] a. g. e. 9807
[413] a. g. e. 7638
[414] a. g. e. 9693
[415] Nehc'ül-Belağa, 436. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/83
[416] Nehc'ül-Belağa, 108. hutbe
[417] el-İhticac, 2/99/167
[418] Gurer'ul-Hikem, 1507
[419] a. g. e. 8958
[420] a. g. e. 7457
[421] a. g. e. 10564
[422] a. g. e. 7490
[423] Bihar, 78/113/7
[424] Gurer'ul-Hikem, 2615
[425] a. g. e. 2616
[426] a. g. e. 2605
[427] a. g. e. 7184
[428] Avail’ul-Lai, 4/57/201
[429] Kenz'ul-Ummal, 25484
[430] Bihar, 46/15/33
[431] Mekarim’ul-Ahlak, 1/64/62
[432] Bihar, 46/15/33; bak. tüm söze
[433] a. g. e. 16/235/35
[434] Kenz'ul-Ummal, 25494
[435] Bihar, 92/184/21
[436] Kenz'ul-Ummal, 25488
[437] a. g. e. 25485
[438] a. g. e. 25490
[439] a. g. e. 25501
[440] a. g. e. 25499
[441] Müsned-i İbn-i Hanbel, 5/281/15500
[442] Sünen-i Ebi Mace, 3671
[443] Kenz'ul-Ummal, 25492
[444] Kurb’ul-Esnad, 92/307
[445] el-Kafi, 2/659/1
[446] Bihar, 25/164/32
[447] Mean’il-Ahbar, 268/1
[448] Bihar, 77/164/190
[449] Nevadir’ur-Ravendi, 11
[450] ed-Derret’ul-Bahire, 24
[451] Nehc'ül-Belağa, 214. hutbe
[452] Gurer'ul-Hikem, 8201
[453] a. g. e. 9063
[454] a. g. e. 4164
[455] a. g. e. 2080
[456] Sünen-i Tirmizi, 3610
[457] a. g. e. 3616
[458] Kenz'ul-Ummal, 44154
[459] Nehc'ül-Belağa, 113. hikmet
[460] Gurer'ul-Hikem, 3542
[461] a. g. e. 6232
[462] Kenz'ul-Ummal, 9340-9341
[463] a. g. e. 10516
[464] Bakara suresi, 188. ayet
[465] Nisa suresi, 29. ayet
[466] Tuhef’ul-Ukul, 331
[467] el-Kafi, 5/124/1
[468] Kenz'ul-Ummal, 9223
[469] a. g. e. 9228
[470] a. g. e. 9222
[471] a. g. e. 9220
[472] a. g. e. 9196
[473] a. g. e. 9195
[474] Bihar, 14/276/7
[475] Cami’ul-Ahadis, 76
[476] et-Tehzib, 6/326/896
[477] Tenbih'ul-Havatir, 1/42
[478] el-Fakih, 3/157/3576
[479] el-Kafi, 5/73/1
[480] el-Fakih, 3/162/3593
[481] a. g. e. s. 163/3595
[482] a. g. e. h. 3596
[483] et-Tehzib, 6/326/895
[484] Bihar, 103/77/1
[485] et-Tehzib, 6/326/898
[486] Nehc'ül-Belağa, 123. hikmet
[487] Bihar, 73/144/28
[488] a. g. e. 14/278/9
[489] el-Kafi, 5/125/4
[490] el-Fakih, 3/160/3584
[491] Nehc'ül-Belağa, 103. hutbe
[492] Bihar, 78/180/64
[493] el-Kafi, 5/86/8
[494] Gurer'ul-Hikem, 3968
[495] el-Kafi, 5/85/3
[496] a. g. e. 5/85/4
[497] Bihar, 78/26/92
[498] Gurer'ul-Hikem, 6117
[499] Bihar, 73/159/1
[500] el-Kafi, 5/85/6
[501] Gurer'ul-Hikem, 10205
[502] a. g. e. 7907
[503] el-Kafi, 5/85/1
[504] Müstedrek’ül-Vesail, 13/45/14695
[505] Bihar, 77/48/3
[506] a. g. e. 73/159/2
[507] el-Kafi, 5/85/5
[508] Tuhef’ul-Ukul, 295
[509] Müstetrafat’is-Serair, 80/9
[510] el-Kafi, 5/85/2
[511] el-Hisal, 620/10
[512] Sevab’ul-A’mal, 1/62/1
[513] Tuhef’ul-Ukul, 285
[514] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/70
[515] Bihar, 71/342/15
[516] a. g. e. 77/208/1
[517] Gurer'ul-Hikem, 9284
[518] a. g. e. 9
[519] a. g. e. 48
[520] a. g. e. 4247
[521] a. g. e. 8805
[522] a. g. e. 436
[523] a. g. e. 9096
[524] a. g. e. 5927
[525] Bihar, 1/122/11
[526] a. g. e. 73/159/3
[527] Gurer'ul-Hikem, 4471
[528] Bihar, 94/125
[529] Sünen-i en-Nisai, 8/258
[530] Bihar, 95/298/17
[531] a. g. e. s. 335/5
[532] Sahifet’us-Seccadiye, 84, 20. dua
[533] Bakara sursi, 257. ayet
[534] Nur sursi, 39-40. ayetler
[535] Zümer sursi 7. ayet
[536] İbrahimsuresi, 8. ayet
[537] Nisa suresi 136. ayet
[538] el-Kafi, 2/387/15
[539] Vesail’uş-Şia, 1/24/15
[540] el-Kafi, 2/383/2
[541] Bihar, 72/96/11
[542] el-Kafi, 2/385/6
[543] Bihar, 24/302/11
[544] Nehc'ül-Belağa, 16. mektup
[545] el-Kafi, 2/383/1
[546] a. g. e. s. 386/10
[547] a. g. e. s. 387/11
[548] a. g. e. s. 399/3
[549] a. g. e. s. 387/15
[550] a. g. e. s. 388/19
[551] Bihar, 11/87/10
[552] Bakara suresi, 254. ayet
[553] Bakara suresi, 264. ayet
[554] Ankebut suresi, 47. ayet
[555] Ankebut suresi, 49. ayet
[556] Mü’minun suresi, 117. ayet
[557] Ankebut suresi, 54. a yet
[558] Muhamemd suresi, 12. ayet
[559] Kalem suresi, 13. ayet
[560] Bihar, 72/97/12
[561] Müsned-i İbn-i Hanbel, 3/210/8296
[562] Gurer'ul-Hikem, 1946
[563] a. g. e. 1455
[564] a. g. e. 1900
[565] a. g. e. 10060
[566] a. g. e. 715
[567] a. g. e. 9554
[568] Bihar, 78/276/112
[569] a. g. e. 75/215/13
[570] Kitab-u Suleym b. Kays, 2/615
[571] el-Kafi, 2/415/1
[572] Mean’il-Ahbar, 394/47
[573] el-Kafi, 2/290/5
[574] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/142; Nehc'ül-Belağa, 31. hikmet
[575] el-Kafi, 2/391/1
[576] Kenz'ul-Ummal, 44216
[577] Bihar, 72/104/1
[578] el-Kafi, 2/289/2
[579] Casiye suresi, 23. ayet
[580] Bakara suresi, 6. ayet, İmanı
nefyetmenin bu ayette Allah’ın birliğine has kılınması
da diğer küfrettiği şeylerin de tevhide bağlı
olması hasebiyledir. (Kaynağın dipnotunda yer aldığı
üzere)
[581] Neml, 14
[582] Bakara, 89
[583] Neml suresi, 40. ayet
[584] İbrahim suresi, 7. ayet
[585] Bakara suresi, 152. ayet
[586] Bakara suresi, 84 ve 85. ayetler;
Ayette geçen, “sümme ekrertum” cümlesi, “sonra söz vererek ikrar ettiniz”
ayette geçen “tezaherune” cümlesi ise “yardımlaştınız”
anlamındadır.” (Kaynağın haşiyesinde yer aldığı
üzere)
[587] Bakara suresi, 85. ayet
[588] Mumtehine suresi, 4. ayet
[589] İbrahim suresi, 22. ayet
[590] Ankebut suresi, 25. ayet
[591] el-Kafi, 2/389-391/1
[592] Mekarim’ul-Ahlak, 2/325/2656
[593] Keşf’ul-Gumme, 2/417
[594] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/135
[595] Cami’ul-Ahbar, 276/751
[596] a. g. e. 148/333
[597] el-Fakih, 3/377/4327
[598] Cami’ul-Ahbar, 148/332
[599] Bihar, 82/178/21
[600] Mekarim’ul-Ahlak, 2/375/2661
[601] Cami’ul-Ahbar, 172/407
[602] Sevab’ul-A’mal, 32/1
[603] Bihar, 81/186/39
[604] Fakih, 3/378/4329
[605] Vesail’uş-Şia, 15/584/1
[606] el-Kafi, 8/198/236
[607] Sünen-i Ebi Davud, 4859
[608] el-Fakih, 3/379/4335
[609] Müsned-i İbn-i Hanbel, 1/620/2623
[610] Sünen-i Tirmizi, 2648
[611] Müsned-i İbn-i Hanbel, 9/518/25393
[612] Sünen-i İbn-i Mace, 427
[613] Maide suresi, 95. ayet
[614] Vesail’uş-Şia, 9/245/4
[615] et-Tehzib, 5/373/1298
[616] Nisa suresi, 86. ayet
[617] Rahman suresi, 60. ayet
[618] Nehc'ül-Belağa, 216. hutbe
[619] Gurer'ul-Hikem, 56
[620] ed-Derret’ul-Bahire, 34
[621] Kenz'ul-Ummal, 16567
[622] Bihar, 75/43/8
[623] Gurer'ul-Hikem, 2383
[624] Bihar, 78/82/80
[625] a. g. e. s. 311/1
[626] Nehc'ül-Belağa, 62. hikmet
[627] Bihar, 75/42/4
[628] Bakara suresi, 194. ayet
[629] Nahl sursei, 126. ayet
[630] Hac suresi, 60. ayet
[631] Şuara suresi, 227. ayet
[632] Şura suresi, 39-43. ayetler
[633] Gurer'ul-Hikem, 8475
[634] el-Kafi, 2/322/2
[635] Bihar, 78/553/85
[636] a. g. e. s. 278/113
[637] Gurer'ul-Hikem, 10518
[638] a. g. e. 6766
[639] a. g. e 8959
[640] a. g. e. 5652
[641] a. g. e. 3003
[642] a. g. e. 6808
[643] a. g. e. 8863
[644] Bihar, 77/209/1
[645] el-Kafi, 2/304/10
[646] Gurer'ul-Hikem, 6238
[647] a. g. e. 5750
[648] a. g. e. 8674
[649] Sahifet’us-Seccadiye, 83, 20. dua
[650] Gurer'ul-Hikem, 9413
[651] a. g. e. 8958
[652] Keşf’ul-Gumme, 2/396
[653] Tuhef’ul-Ukul, 88
[654] a. g. e. 359
[655] Keşf’ul-Gumme, 3/136
[656] Bihar, 77/43/12
[657] Gurer'ul-Hikem, 7208
[658] Nehc'ül-Belağa, 51. mektup
[659] a. g. e. 78. hikmet
[660] a. g. e. 183. hutbe
[661] Tefsir’ul Mizan, 12/199
[662] Barka suresi, 286. ayet
[663] Kenz'ul-Ummal, 10307
[664] a. g. e. 10309
[665] a. g. e. 10324
[666] Bihar, 5/303/14
[667] el-Kafi, 2/463/2
[668] et-Tevhid, 347/6
[669] et-Tehzib, 4/154/426
[670] Nehc'ül-Belağa, 404. hikmet
[671] Kendisini rağbet üzere değil
de zorla bir işe zorlamak, zorluğa düşürmek
[672] Sad suresi, 86. ayet
[673] Bihar, 2/178/26
[674] Misbah’uş-Şeria, 209
[675] a. g. e. 207
[676] et-Tevhid, 342/11
[677] Gurer'ul-Hikem, 5706
[678] Nehc'ül-Belağa, 479. hikmet
[679] Gurer'ul-Hikem, 2964
[680] a. g. e. 1176
[681] a. g. e. 5782
[682] a. g. e. 3166
[683] Tuhef’ul-Ukul, 226
[684] Gurer'ul-Hikem, 1209
[685] a. g. e. 9137
[686] ed-Derret’ul-Bahire, 34
[687] Bihar, 2/51/15
[688] a. g. e. 74/178/18
[689] Nehc'ül-Belağa, 343. hikmet
[690] el-Kafi, 2/577/2
[691] a. g. e. 1/37/7
[692] Tuhef’ul-Ukul, 21
[693] Nur’us-Sakaleyn, 4/473/97
[694] el-Hisal, 121/113
[695] Nur’us-Sakaleyn, 4/473/99
[696] Lisan’ul-Arab’da bu hadisin
altında şöyle yer almıştır: “Yani öncekilerin
hikayelerini nakletmek sadece insanlara öğüt veren ve onların ibret
alması için öncekilerin başına gelenleri nakleden emirlere veya
bu işle görevlendirilen memur kimse için uygundur ki gerçekte memur da
burada emir hükmündedir. Bu kimse bir kazanç elde etmek için hikaye
nakletmemektedir veya insanlara üstünlük taslamak ve gösteriş yapmak
isteyen kimse hikaye nakleder. Sözlerini ve amellerini insanlara gösteriş
için yapar, bu kimsenin öğütleri ve sözleri gerçek değildir.
Riyakarca ve gösteriş için yapılan şeylerdir.
[697] Müsned-i İbn-i Hanbel, 9/253/24027
[698] Mean’il-Ahbar, 401/62
[699] Nehc'ül-Belağa, 287. hikmet
[700] a. g. e. 31. mektup
[701] a. g. e. 91. hutbe
[702] a. g. e. 105. hikmet
[703] Nehc'ül-Belağa, 61. mektup
[704] Fatır suresi, 10. ayet
[705] Gurer'ul-Hikem, 9830
[706] Nehc'ül-Belağa, 8. hikmet
[707] Gurer'ul-Hikem, 7356
[708] Tuhef’ul-Ukul, 216
[709] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/537/45
[710] Nehc'ül-Belağa, 394. hikmet
[711] Bihar, 71/293/63
[712] Gurer'ul-Hikem, 5273
[713] a. g. e. 5272
[714] a. g. e. 5322
[715] Gurer'ul-Hikem, 2722
[716] a. g. e. 2675
[717] a. g. e. 10155
[718] a. g. e. 8496
[719] a. g. e. 9173
[720] a. g. e. 10267
[721] a. g. e. 5551
[722] a. g. e. 5621
[723] a. g. e. 5622
[724] Bihar, 2/55/28
[725] a. g. e. s. 136/37
[726] Emali’es-Seduk, 37/4
[727] Bihar, 71/278/16
[728] a. g. e. 78/127/10
[729] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/540/51
[730] Kenz'ul-Ummal, 8293
[731] Gurer'ul-Hikem, 2720
[732] Tuhef’ul-Ukul, 442
[733] Müstedrek’ül-Vesail, 9/33/10127
[734] Nehc'ül-Belağa, 123. hikmet
[735] Gurer'ul-Hikem, 6283
[736] a. g. e. 6284
[737] Sünen-i İbn-i Mace, 3974
[738] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/537/43
[739] a. g. e. h. 44
[740] a. g. e. h. 46
[741] Gurer'ul-Hikem, 2315
[742] a. g. e. 2637
[743] a. g. e. 6802
[744] a. g. e. 7086
[745] a. g. e. 7116
[746] a. g. e. 1267
[747] a. g. e. 1269
[748] Gurer'ul-Hikem, 7130
[749] a. g. e. 2680
[750] Kenz'ul-Ummal, 44176
[751] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 16/97
[752] Gurer'ul-Hikem, 3966
[753] a. g. e. 8892
[754] a. g. e. 181
[755] a. g. e. 2009
[756] Emali’et-Tusi, 3/1
[757] Bihar, 71/286/41
[758] el-Kafi, 2/114/11
[759] İrşad’ul-Kulup, 203
[760] Müsned-i İbn-i Hanbel, 1/429/1732
[761] Gurer'ul-Hikem, 8411
[762] a. g. e. 2283
[763] Bihar, 71/290/62
[764] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/92
[765] Nehc'ül-Belağa, 289. hikmet
[766] Gurer'ul-Hikem, 3725
[767] a. g. e. 4117
[768] a. g. e. 6767
[769] a. g. e. 6770
[770] Nehc'ül-Belağa, 381. hikmet
[771] Gurer'ul-Hikem, 4084
[772] Bihar, 71/293/63
[773] ed-Derret’ul-Bahire, 41
[774] Bihar, 77/215/1
[775] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[776] Gurer'ul-Hikem, 7246
[777] Bihar, 71/279/19
[778] Nehc'ül-Belağa, 349. hikmet
[779] Bihar, 71/289/54
[780] el-Kafi, 2/116/19
[781] Bihar, 71/304/79
[782] Gurer'ul-Hikem, 8124
[783] Bihar, 2/130/15
[784] Nehc'ül-Belağa, 382. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/323
[785] Gurer'ul-Hikem, 9327
[786] a. g. e. 10187
[787] a. g. e. 10250
[788] Kenz'ul-Ummal, 8208
[789] Gurer'ul-Hikem, 2182
[790] a. g. e. 4025-4026
[791] a. g. e. 1732
[792] a. g. e. 1854
[793] a. g. e. 3513
[794] Bihar, 71/274/1
[795] el-Kafi, 8/148/128
[796] Bihar, 71/276/6
[797] Gurer'ul-Hikem, 1462
[798] el-Kafi, 2/114/6
[799] Bihar, 71/294/64
[800] el-Kafi, 2/116/21
[801] Bihar, 71/277/13
[802] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/9
[803] Bihar, 71/275/2
[804] a. g. e. s. 294/64
[805] Gurer'ul-Hikem, 1279
[806] Kenz'ul-Ummal, 29264
[807] Gurer'ul-Hikem, 7315
[808] Gurer'ul-Hikem, 5867
[809] a. g. e. 5865
[810] a. g. e. 5866
[811] Bihar, 71/294/64
[812] Gurer'ul-Hikem, 283
[813] a. g. e. 1266
[814] el-Kafi, 2/237/25
[815] Tuhef’ul-Ukul, 394
[816] Gurer'ul-Hikem, 3371
[817] a. g. e. 3304
[818] a. g. e. 4969
[819] Sünen-i en-Nisai, 3/58
[820] Sahih-i Müslim, 523
[821] a. g. e.
[822] Bihar, 92/14/7
[823] el-Kafi, 2/303/4
[824] Sünen-i Tirmizi, 2683
[825] Barka sursi 83. ayet
[826] İsra sursi, 53. ayet
[827] Ahzab suresi, 70-71. ayetler
[828] KAsas suresi, 55. ayet
[829] Bihar, 71/312/12
[830] el-Mehasin, 1/66/14
[831] Mean’il-Ahbar, 251/1
[832] el-Kafi, 2/165/10
[833] Emali’es-Seduk, 327/17
[834] Bihar, 71/313/16
[835] Emali’es-Seduk, 12/1
[836] Bihar, 71/311/8
[837] a. g. e. h. 9
[838] Gurer'ul-Hikem, 2568
[839] a. g. e. 9963
[840] a. g. e. 8495
[841] a. g. e. 10190
[842] a. g. e. 6233
[843] a. g. e. 6231
[844] a. g. e. 7761
[845] a. g. e. 7319
[846] Bihar, 71/289/55
[847] Gurer'ul-Hikem, 5703
[848] a. g. e. 2206
[849] a. g. e. 7293
[850] a. g. e. 10274
[851] a. g. e. 7630
[852] a. g. e. 7636
[853] a. g. e. 8382
[854] Gurer'ul-Hikem, 579
[855] Bihar, 78/7/59
[856] a. g. e. s. 89/92
[857] Gurer'ul-Hikem, 9470
[858] a. g. e. 9442
[859] a. g. e. 231
[860] Mecme’ul-Beyan, 10/480
[861] ed-Dur’ul-Mensur, 8/229
[862] Mean’il-Ahbar, 150/1
[863] Bihar, 70/290/27
[864] a. g. e. 78/172/3
[865] Gurer'ul-Hikem, 1777
[866] a. g. e. 4318-4319
[867] a. g. e. 7235
[868] a. g. e. 7244
[869] a. g. e. 4175
[870] a. g. e. 2197
[871] A’lam’ud-Din, 292
[872] Tuhef’ul-Ukul, 320
[873] Bhar, 78/246/70
[874] Gurer'ul-Hikem, 4536
[875] a. g. e. 1139
[876] a. g. e. 1739
[877] a. g. e. 1797
[878] a. g. e. 1895
[879] a. g. e. 1986
[880] a. g. e. 2180
[881] a. g. e. 2196
[882] Mekarim’ul-Ahlak, 2/368/2661
[883] Gurer'ul-Hikem, 1524
[884] a. g. e. 3582
[885] a. g. e. 3894
[886] Bihar, 74/162/24
[887] Gurer'ul-Hikem, 1919
[888] a. g. e. 3009
[889] a. g. e. 5926
[890] a. g. e. 2166
[891] a. g. e. 39
[892] a. g. e. 135
[893] Nehc'ül-Belağa, 31. hikmet
[894] Gurer'ul-Hikem, 3559
[895] a. g. e. 441
[896] Nehc'ül-Belağa, 331. hikmet
[897] a. g. e. 145. hikmet
[898] a. g. e. 30. mektup
[899] Zühd, Hüseyin b. Ali, 78/211
[900] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/238/6
[901] Bihar, 77/378/1
[902] Gurer'ul-Hikem, 3075
[903] a. g. e. 2839
[904] a. g. e. 2326
[905] a. g. e. 3276
[906] Bihar, 77/115/8
[907] Gurer'ul-Hikem, 2852
[908] Bihar, 92/250
[909] Gurer'ul-Hikem, 7040
[910] a. g. e. 7069
[911] a. g. e. 7076
[912] a. g. e. 7064
[913] Beyrut ve Tahran baskısında
yer aldığı üzere
[914] Gurer'ul-Hikem, 569
[915] a. g. e. 646
[916] a. g. e. 2177
[917] a. g. e. 1338
[918] a. g. e. 1846
[919] a. g. e. 9388
[920] a. g. e. 9298
[921] a. g. e. 9306
[922] a. g. e. 9311
[923] a. g. e. 9082
[924] Tuhef’ul-Ukul, 225
[925] a. g. e. 226
[926] Gurer'ul-Hikem, 1800
[927] a. g. e. 1997
[928] a. g. e. 1930
[929] a. g. e. 1053
[930] a. g. e. 1529
[931] a. g. e. 1533
[932] a. g. e. 1233
[933] a. g. e. 3106-3107
[934] a. g. e. 2647
[935] a. g. e. 7199
[936] a. g. e. 10967
[937] el-Fakih, 4/404/5874
[938] Gurer'ul-Hikem, 2911
[939] a. g. e. 2917
[940] a. g. e. 9347
[941] a. g. e. 593-594
[942] a. g. e. 6246
[943] a. g. e. 4446
[944] a. g. e. 5416
[945] a. g. e. 4012
[946] a. g. e. 9253
[947] A’raf suresi, 26. ayet
[948] Fatır suresi, 12. ayet
[949] Kenz'ul-Ummal, 41106
[950] a. g. e. 41102
[951] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/88/3
[952] Kenz'ul-Ummal, 41117
[953] el-Kafi, 6/445/2
[954] a. g. e. s. 446/4
[955] a. g. e. s. 450/2
[956] a. g. e. s. 449/1
[957] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[958] a. g. e. 192. hutbe
[959] a. g. e. 160
[960] a. g. e.
[961] Emali’et-Tusi, 531/1162
[962] a. g. e. 539/1162
[963] Bihar, 79/312/14
[964] a. g. e. s. 313/14
[965] a. g. e. s. 314/14
[966] Kenz'ul-Ummal, 41171
[967] a. g. e. 41172
[968] Bihar, 79/304/17
[969] Gurer'ul-Hikem, 2316
[970] el-Kafi, 6/444/15
[971] a. g. e. s. 440/15
[972] Mekarim’ul-Ahlak, 1/248/736
[973] Bihar, 79/315/28
[974] Mekarim’ul-Ahlak, 1/220/648
[975] a. g. e. s. 251/746
[976] Kurb’ul-Ensad, 357/1277
[977] Kuhi bir tür beyaz elbisedir. Mervi de
Merv şehrinde giyilen bir tür elbisedir.
[978] Mekarim’ul-Ahlak, 1/218/642
[979] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/178/1
[980] Bihar, 83/222/8
[981] Gaybet, Tusi, 246, 247/216
[982] el-Kafi, 6/442/8
[983] a. g. e. s. 461/5; Kenz'ul-Ummal, 41132
[984] a. g. e. s. 461/4
[985] a. g. e. h. 3
[986] Sünen-i Ebi Davud, 4076
[987] a. g. e. 4077
[988] Kenz'ul-Ummal, 41113
[989] a. g. e. 41147
[990] a. g. e. 41141
[991] a. g. e. 41142
[992] a. g. e. 41148
[993] a. g. e. 41144
[994] Fatır suresi, 33. Bölüm
[995] Duhan suresi, 53. ayet
[996] Kenz'ul-Ummal, 41209
[997] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/96/3
[998] a. g. e. s. 97/10
[999] Kenz'ul-Ummal, 41210
[1000] el-Kafi, 6/453/1
[1001] Bihar, 83/184/13
[1002] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/95/3
[1003] Kenz'ul-Ummal, 41203
[1004] a. g. e. 41200
[1005] a. g. e. 41202
[1006] Sünen-i Ebi Mace, 221
[1007] Nehc'ül-Belağa, 179. hikmet
[1008] Gurer'ul-Hikem, 887
[1009] a. g. e. 1078
[1010] a. g. e. 7478
[1011] a. g. e. 359
[1012] a. g. e. 375
[1013] a. g. e. 1718
[1014] a. g. e. 406
[1015] a. g. e. 2674
[1016] a. g. e. 2173
[1017] a. g. e. 1542
[1018] a. g. e. 5389
[1019] Bihar, 77/208/1
[1020] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1021] Gurer'ul-Hikem, 10737
[1022] Bihar, 78/10/68
[1023] Gurer'ul-Hikem, 1710
[1024] Bihar, 77/212/1
[1025] Tuhef’ul-Ukul, 14
[1026] Gurer'ul-Hikem, 4975
[1027] a. g. e. 4795
[1028] Nehc'ül-Belağa, 58. mektup
[1029] a. g. e. 53
[1030] Gurer'ul-Hikem, 4596
[1031] Bihar, 76/112/14
[1032] a. g. e.
[1033] Sahih-i Müslim, 259
[1034] a. g. e.
[1035] Gurer'ul-Hikem, 9644
[1036] Tuhef’ul-Ukul, 207
[1037] Gurer'ul-Hikem, 1282
[1038] Nehc'ül-Belağa, 233. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/12
[1039] Gurer'ul-Hikem, 9699
[1040] Bihar, 78/56/119
[1041] Nehc'ül-Belağa, 392. hikmet
[1042] a. g. e. 148
[1043] Bihar, 71/283/33
[1044] Nehc'ül-Belağa, 26. hikmet
[1045] Gurer'ul-Hikem, 7234
[1046] a. g. e. 262
[1047] a. g. e. 1376
[1048] a. g. e. 10957
[1049] Bihar, 77/231/2
[1050] Gurer'ul-Hikem, 2735
[1051] el-Kafi, 8/20/4; Bihar, 77/283
[1052] Bihar, 77/141/24
[1053] Kenz'ul-Ummal, 5164
[1054] Bihar, 78/80/64
[1055] a. g. e. 71/293/63
[1056] Kenz'ul-Ummal, 28775
[1057] Cami’ul-Ahbar, 247/631
[1058] Bihar, 78/278/113
[1059] a. g. e. 71/293/63
[1060] Tuhef’ul-Ukul, 298
[1061] el-Kafi, 2/114/10
[1062] Kenz'ul-Ummal, 24925
[1063] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/28
[1064] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/193
[1065] Sahih-i Tirmizi, 2407
[1066] Gurer'ul-Hikem, 7610-7611
[1067] Nehc'ül-Belağa, 40. hikmet
[1068] Bihar, 78/374/21
[1069] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1070] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/195
[1071] Bihar, 71/286/41
[1072] a. g. e. h. 42
[1073] Gurer'ul-Hikem, 4899
[1074] Bihar, 71/283/36
[1075] Gurer'ul-Hikem, 8005
[1076] Bihar, 71/283/36
[1077] Tuhef’ul-Ukul, 298
[1078] Bihar, 71/286/42
[1079] Gurer'ul-Hikem, 9277
[1080] Bihar, 77/85/3
[1081] Gurer'ul-Hikem, 10860
[1082] a. g. e. 5451
[1083] a. g. e. 5479
[1084] a. g. e. 5478
[1085] a. g. e. 5506
[1086] Gurer'ul-Hikem, 2369
[1087] Bihar, 71/293/63
[1088] Nehc'ül-Belağa, 78. hutbe
[1089] Bihar, 71/286/42
[1090] a. g. e.
[1091] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[1092] Gurer'ul-Hikem, 4898
[1093] a. g. e. 4897
[1094] a. g. e. 6011
[1095] a. g. e. 5309
[1096] a. g. e. 6928
[1097] a. g. e. 6929
[1098] Bihar, 71/287/43
[1099] Bihar, 71/286/42
[1100] a. g. e.
[1101] el-Kafi, 2/114/7
[1102] Bihar, 71/287/43
[1103] Nehc'ül-Belağa, 60. hikmet
[1104] Gurer'ul-Hikem, 2578
[1105] Bihar, 78/228/101
[1106] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/528/23
[1107] Bihar, 71/278/14
[1108] Gurer'ul-Hikem, 5809
[1109] Bihar, 71/277/11
[1110] Gurer'ul-Hikem, 2437
[1111] a. g. e. 8280
[1112] Bihar, 71/298/71
[1113] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1114] Bihar, 71/281/27
[1115] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/194
[1116] a. g. e. s. 207
[1117] Gurer'ul-Hikem, 7319
[1118] el-Kafi, 2/115/16
[1119] Müsned-i İbn-i Hanbel, 2/404/5675
[1120] Gurer'ul-Hikem, 7612-7613
[1121] a. g. e. 7615
[1122] Nehc'ül-Belağa, 120. hutbe
[1123] Gurer'ul-Hikem, 7616
[1124] a. g. e. 2303
[1125] Kenz'ul-Ummal, 8182-8183
[1126] a. g. e. 8176
[1127] a. g. e. 8185
[1128] a. g. e. 8178
[1129] a. g. e. 8180
[1130] a. g. e. 8179
[1131] a. g. e. 8192
[1132] a. g. e. 8195
[1133] a. g. e. 8172
[1134] a. g. e. 8196
[1135] a. g. e. 8169
[1136] Bihar, 72/208/1
[1137] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/70
[1138] Kenz'ul-Ummal, 9009
[1139] a. g. e. 8187
[1140] Hud suresi, 18. ayet
[1141] Maide suresi 13. ayet
[1142] Ahzab suresi, 64. ayet
[1143] Nehc'ül-Belağa, 129. hutbe
[1144] Müsned-i İbn-i Hanbel, 1/662/2817
[1145] a. g. e.
[1146] a. g. e.
[1147] a. g. e. 6/206/17679
[1148] Helal ediciden maksat üç defa
boşadığı ve kendisine haram olan eşinin yeniden
kendisine helal olması için evlenip ilişkiye girip daha sonra da
boşayan kimseye denir.
[1149] A.g.e. 6/206/17679
[1150] el-Kafi, 8/71/27
[1151] Bihar, 104/274/11
[1152] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/231/22
[1153] Bihar, 75/339/17
[1154] Kenz'ul-Ummal, 44038
[1155] Bihar, 75/339/16
[1156] Kenz'ul-Ummal, 44336
[1157] Bihar, 103/54/28
[1158] Kenz'ul-Ummal, 14560
[1159] Sünen-i Ebi Mace, 2250
[1160] a. g. e. 1935
[1161] Sünen-i Ebi Davud, 4098
[1162] a. g. e. 4099
[1163] a. g. e. 5241
[1164] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 1/150
[1165] el-Hisal, 297/67
[1166] Bihar, 104/255/10
[1167] el-Hisal, 129/132
[1168] Sünen-i Tirmizi, 2375
[1169] Ahzab sursi, 57. ayet
[1170] Nur suresi, 23. ayet
[1171] Kenz'ul-Ummal, 43981
[1172] Mu’minun suresi, 3. ayet
[1173] Furkan suresi, 72. ayet
[1174] Bihar, 78/92/101
[1175] Mecme’ul-Beyan, 7/157
[1176] Tefsir-i Kummi, 2/418
[1177] Emali’es-Seduk, 28/4
[1178] Kurb’ul-Esnad, 67/214
[1179] Bihar, 74/167/32
[1180] el-İhtisas, 230
[1181] Bihar, 78/204/42
[1182] Cami’ul-Ahbar, 337/947
[1183] Bihar, 92/294/6
[1184] Bihar, 98/99/2
[1185] a. g. e. 78/7/59
[1186] Tuhef’ul-Ukul, 218
[1187] Gurer'ul-Hikem, 8520
[1188] Gurer'ul-Hikem, 8689
[1189] a. g. e. 10270
[1190] Tenbih'ul-Havatir, 2/116
[1191] Gurer'ul-Hikem, 5290
[1192] a. g. e. 1982
[1193] Bihar, 78/53/89
[1194] Gurer'ul-Hikem, 8633
[1195] a. g. e. 8765
[1196] a. g. e. 8607
[1197] a. g. e. 8528
[1198] Bihar, 71/181/37
[1199] Nisa suresi, 31. ayet
[1200] Furkan suresi, 63
[1201] Tefsir’ul-Mizan, 15/9
[1202] et-Tehzib, 6/396/1193
[1203] a. g. e. s. 390/1166
[1204] a. g. e. s. 389/1164
[1205] Ta-Ha suresi, 83-84. ayetler
[1206] Gurer'ul-Hikem, 663
[1207] a. g. e. 855
[1208] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/101
[1209] el-Hisal, 642/20
[1210] Mekarim’ul-Ahlak, 2/31/2069
[1211] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/58
[1212] a. g. e. s. 59
[1213] a. g. e. s. 61
[1214] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/61
[1215] Nehc'ül-Belağa, 28. mektup
[1216] a. g. e. 124. hutbe
[1217] a. g. e. 62. mektup
[1218] Gurer'ul-Hikem, 8820
[1219] a. g. e. 8953
[1220] a. g. e. 5907
[1221] el-Müheccet’ül-Beyza, 8/59/61
[1222] a. g. e. 8/62
[1223] a. g. e. s. 5
[1224] Gurer'ul-Hikem, 5779
[1225] Bihar, 6/127/11
[1226] Kenz'ul-Ummal, 42121
[1227] a. g. e. 42198
[1228] Mean’il-Ahbar, 236/1
[1229] a. g. e. h. 2
[1230] el-Hisal, 614/10
[1231] Emali’es-Seduk, 164/1
[1232] Tenbih'ul-Havatir, 1/223
[1233] Gurer'ul-Hikem, 9159
[1234] a. g. e. 7730
[1235] a. g. e. 8425
[1236] Secde suresi 10. ayet
[1237] Bakara suresi, 46. ayet
[1238] Ahzab suresi, 44
[1239] Ankebut suresi, 5. ayet
[1240] Kehf suresi, 110. ayet
[1241] Tevbe suresi, 77. ayet
[1242] et-Tevhid, 255 ve 258 ve 267
[1243] Hadid suresi, 20. ayet
[1244] Lokman suresi, 6. ayet
[1245] Cum’a suresi, 11. ayet
[1246] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe
[1247] a. g. e. 370. hikmet
[1248] Gurer'ul-Hikem, 9606, 9607
[1249] a. g. e. 2435
[1250] Nehc'ül-Belağa, 45. mektup
[1251] Gurer'ul-Hikem, 937
[1252] a. g. e. 267
[1253] Bihar, 78/369/4
[1254] Gurer'ul-Hikem, 3001
[1255] a. g. e. 2558
[1256] a. g. e. 6415
[1257] a. g. e. 10363
[1258] a. g. e. 5729
[1259] Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet
[1260] Bihar, 78/9/66
[1261] a. g. e. 77/291/1
[1262] Gurer'ul-Hikem, 2165
[1263] a. g. e. 1274
[1264] a. g. e. 3132
[1265] a. g. e. 5291
[1266] a. g. e. 10360
[1267] a. g. e. 9815
[1268] a. g. e. 3067
[1269] a. g. e. 3333
[1270] a. g. e. 7969
[1271] a. g. e. 8426
[1272] a. g. e. 10876
[1273] a. g. e. 7568
[1274] Tenbih'ul-Havatir, 1/52
[1275] Gurer'ul-Hikem, 1502
[1276] Nehc'ül-Belağa, 333. hikmet
[1277] Müstedrek’ül-Vesail, 13/216/15163
[1278] Mecme’ul-Beyan, 6/781
[1279] Bihar, 48/19/27
[1280] Nehc'ül-Belağa, 84. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/326
[1281] Bihar, 76/59/5
[1282] el-Kafi, 5/50/13
[1283] Kenz'ul-Ummal, 40611
[1284] a. g. e. 40612
[1285] a. g. e. 40616
[1286] Müstedrek’ül-Vesail, 8/306/9512
[1287] a. g. e. h. 9513
[1288] a. g. e. 16/129/19360
[1289] Sünen-i Ebi Davud, 4940
[1290] A’raf suresi, 80-81. ayetler
[1291] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/285/1
[1292] a. g. e. s. 288/7
[1293] Sevab’ul-A’mal, 316/3
[1294] a. g. e. 317/11
[1295] İlel’uş-Şerayi’, 547/1
[1296] Bihar, 10/181/2
[1297] Nehc'ül-Belağa, 252. hikmet
[1298] Kenz'ul-Ummal, 44057
[1299] Bihar, 79/72/24
[1300] Hud, 82, 83
[1301] a. g. e. h. 25
[1302] Mekarim’ul-Ahlak, 1/508/1770
[1303] el-Hisal, 131/137
[1304] Bihar, 79/72/27
[1305] İbrahim suresi, 22. ayet
[1306] Nehc'ül-Belağa, 16. hutbe
[1307] Bihar, 14/305/17
[1308] Nehc'ül-Belağa, 159. hikmet
[1309] Bihar, 69/295/24
[1310] Nehc'ül-Belağa, 289. hikmet
[1311] Gurer'ul-Hikem, 5339
[1312] Nehc'ül-Belağa, 28. mektup
[1313] Gurer'ul-Hikem, 315
[1314] a. g. e. 10215
[1315] a. g. e. 3977
[1316] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1317] Gurer'ul-Hikem, 2340
[1318] Bihar, 74/178/18
[1319] Gurer'ul-Hikem, 1768
[1320] a. g. e. 3748
[1321] a. g. e. 10412
[1322] a. g. e. 7111
[1323] Ankebut suresi, 43. ayet
[1324] İsra suresi, 89. ayet
[1325] Kehf suresi, 54. ayet
[1326] Nur suresi, 34. ayet
[1327] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe
[1328] Gurer'ul-Hikem, 5908
[1329] a. g. e. 7629
[1330] a. g. e. 7330
[1331] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/188/24
[1332] Nehc'ül-Belağa, 183. hutbe
[1333] a. g. e. 83
[1334] a. g. e. 76. hikmet
[1335] a. g. e. 31. mektup
[1336] A’lam’ud-Din, 341/28
[1337] Gurer'ul-Hikem, 4143
[1338] Nehc'ül-Belağa, 153. hutbe
[1339] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[1340] a. g. e.
[1341] Ra’d suresi, 17. ayet
[1342] En’am suresi, 153. Ayet
[1343] Sünen-i Tirmizi, 2859
[1344] Dur’ul-Mensur, 1/39
[1345] a. g. e. 3/385
[1346] Kenz'ul-Ummal, 31920
[1347] Kenz'ul-Ummal, 1022
[1348] a. g. e. 1015
[1349] Kenz'ul-Ummal, 914
[1350] a. g. e. 38332
[1351] a. g. e. 2457
[1352] a. g. e. 897
[1353] Fetih suresi, 29. ayet
[1354] Kenz'ul-Ummal, 34569
[1355] Sünen-i Tirmizi, 2869
[1356] Kenz'ul-Ummal, 44216
[1357] a. g. e. 43163
[1358] a. g. e. 16/196/44216
[1359] a. g. e. 34570
[1360] a. g. e. 34151
[1361] Emali’et-Tusi, 349/721
[1362] Kenz'ul-Ummal, 34169
[1363] a. g. e. 34170
[1364] İhticac, 1/361/58
[1365] Emali’es-Seduk, 69/6
[1366] Emali’et-Tusi, 482/1053
[1367] Kemal’ud-Din, 241/65
[1368] el-Hisal, 573/1
[1369] Gaybet’un-Nu’mani, 44
[1370] Mean’il-Ahbar, 111/2
[1371] et-Tevhid, 157/2
[1372] a. g. e. 158/4
[1373] Emali’es-Seduk, 490/9
[1374] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s),
2/275/1
[1375] Nehc'ül-Belağa, 187. hutbe
[1376] Nur’us-Sakaleyn, 4/181/47
[1377] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/6/13
[1378] a. g. e. s. 273/1
[1379] İbrahim suresi, 24-25. ayetler
[1380] el-Kafi, 1/428/80
[1381] Tefsir-i Ayyaşi, 2/224/10
[1382] Al-i İmran, 45
[1383] Tefsir’ul Mizan, - c. 12, s. 63
[1384] Ahkaf, 13
[1385] Fussilet, 30
[1386] Fatır, 10
[1387] Tefsir’ul-Mizan, 12/51
[1388] İbrahim suresi, 26. ayet
[1389] İSra suresi, 60. ayet
[1390] a. g. e. s. 297/93
[1391] Tefsir-i Kummi, 2/21
[1392] a. g. e. s. 103
[1393] Kenz'ul-Ummal, 726
[1394] a. g. e. 727
[1395] a. g. e. 791
[1396] a. g. e. 730
[1397] a. g. e. 732
[1398] a. g. e. 731
[1399] a. g. e. 733
[1400] Sünen-i Tirmizi, 2866
[1401] Kenz'ul-Ummal, 735
[1402] a. g. e.
[1403] Kenz'ul-Ummal, 736
[1404] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/90/10
[1405] Kenz'ul-Ummal, 869
[1406] Bakara suresi, 171. ayet
[1407] Hud suresi, 24. ayet
[1408] İbrahim suresi, 18. ayet
[1409] Nur suresi, 30-40. ayetler
[1410] Yasin suresi, 8-9. ayetler
[1411] Furkan suresi, 9. ayet
[1412] Tefsir-i el-Mizan, 1/420
[1413] Furkan, 23
[1414] Tefsir’ul Mizan, 12/36
[1415] Bakara, 257
[1416] En’am, 122
[1417] Mutaffifin, 14 ve 15
[1418] Tefsir’ul Mizan, c. 15, s. 130
[1419] Tefsir’ul Mizan, 17/64
[1420] Ankebut suresi, 41. ayet
[1421] Hac suresi, 31. ayet
[1422] Zümer suresi, 29. ayet
[1423] Nahl suresi, 75-76. ayetler
[1424] Yusuf, 106
[1425] Tefsir’ul Mizan, 16/130
[1426] Ankebut, 43
[1427] Tefsir’ul Mizan, c. 16, s. 132
[1428] Bakara suresi, 17. ayet
[1429] a. g. s. , 19. ayet
[1430] Nisa suresi, 143. ayet
[1431] Kenz’ul Ummal, 869
[1432] a. g. e. 85
[1433] Gurer'ul-Hikem, 9878
[1434] el-Kafi, 2/396/5
[1435] Tefsri’ul Mizan, c. 1, s. 55
[1436] Enbiya, 22
[1437] Tefsir’ul Mizan, 117/258
[1438] Yunus, 35
[1439] Ta-Ha, 50
[1440] Nahl, 9
[1441] Dehr suresi, 3. ayet
[1442] Tefsir’ul Mizan, c. 12, s. 299
[1443] Tahrim suresi, 10. a yet
[1444] Tefsir’ul Mizan, 19/343
[1445] Tahrim suresi, 11. ayet
[1446] Dur’ul-Mensur, 8/229
[1447] a. g. e.
[1448] a. g. e
[1449] Kenz'ul-Ummal, 765
[1450] a. g. e. 737
[1451] Tefsir-i Mensub ila İmam Askeri,
320/162
[1452] Kenz'ul-Ummal, 5533
[1453] a. g. e. 5597
[1454] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/20
[1455] Kenz'ul-Ummal, 2337
[1456] Sünen-i Tirmizi, 2865
[1457] Kenz'ul-Ummal, 28929
[1458] a. g. e. 28931
[1459] a. g. e. 2269
[1460] a. g. e. 2438
[1461] a. g. e. 2754
[1462] a. g. e. 2855
[1463] a. g. e. 10626
[1464] a. g. e. 10650
[1465] a. g. e. 10799
[1466] a. g. e. 18931
[1467] a. g. e. 24675
[1468] a. g. e. 24736
[1469] Bakara suresi, 261. ayet
[1470] a. g. s. 265. ayet
[1471] Sahih-i Müslim, 1021
[1472] Bakara suresi, 164. ayet
[1473] Al-i İmran suresi, 117. ayet
[1474] Kenz'ul-Ummal, 9262
[1475] a. g. e. 10355
[1476] a. g. e. 28769
[1477] Bihar, 2/25/85
[1478] Nehc'ül-Belağa, 100. hutbe
[1479] Bihar, 23/123/47
[1480] Gurer'ul-Hikem, 6290
[1481] a. g. e. 6291
[1482] Cum’a suresi, 5. ayet
[1483] A’raf sures, 175-176. ayetler
[1484] Kenz'ul-Ummal, 28975
[1485] Bihar, 2/38/56
[1486] Kenz'ul-Ummal, 44015
[1487] Bihar, 14/305/17
[1488] Tuhef’ul-Ukul, 501
[1489] a. g. e. 510
[1490] a. g. e. 506
[1491] Bihar, 14/308/17
[1492] Nehc'ül-Belağa, 110. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/221
[1493] Kenz'ul-Ummal, 28995
[1494] a. g. e. 28930
[1495] a. g. e. 29336
[1496] a. g. e. 29014
[1497] Tuhef’ul-Ukul, 294
[1498] Kenz'ul-Ummal, 46163
[1499] a. g. e. 46167
[1500] Sünen-i Tirmizi, 2870
[1501] Arizet’ul Ehuzi Bişerhi Sahih-i
Tirmizi 10/317
[1502] Peygamber insanın ölüme, arzusuna, rızkına ve dünyada ona ulaşan olayların yakın olduğuna işaret etmektedir. Bir defa bu ona ulaşır, yarın ise uzaklaşır. İşte bu şekilde insan olaylara maruz kalmaktadır. Bu şekilde insan dünyadan payını ve ona taktir edilmiş şeyleri alır. (kaynağın dipnotundan naklen)
[1503] Yani insan üç şeyin hedefi
konumundadır: Ömrü, arzuları ve rızkı. Akıllı ve
salih amelleri olan insan gemisinin dümenini iyiliğe ve hayırlı
işlere doğru yönlendirir. Böylece kurtuluş sahiline doğru
ulaşır ve neticede hayatından ve amellerinin sonucundan
nasiplenir. Mutluluk meyvesini toplar. Nitekim Allah-u Teala Nahl süresi 32.
ayette şöyle buyurmuştur: Melekler onların
canını temizlenmiş olarak alırken: “Selam size;
yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin”
derler. (et-Terğib
ve’t-Terhib’in dipnotundan naklen)
[1504] Yani insan dünyada tatlı
arzularının okyanusunda hareket eder, (arzu ve hayal aleminde) bir
saray kurar, mal ve mülk alır, çocuklarını eğitir, terbiye eder
ve dünyanın diğer tatlı arzularını
gerçekleştirir. Ama aniden ölüm ona gelip çatar. O halde akıllı
insan sağlık ve güç imkanlarından güzel istifade eden, rabbi
için çalışan ve ahireti için biriktiren kimsedir. (et-Terğib
ve’t-Terhib kitabının dipnotundan naklen)
[1505] a. g. e. 4/244/22
[1506] İnsanoğlu eceli ile yan yanadır. İnsan ve eceli birbirine yapışmış birbirine yakın ve birbiriyle birliktedir. Onların ardından ise kendisine dünyada çalışmayı, çaba göstermeyi, mal kazanıp şöyle ve böyle yapmayı sevdiren arzusu ve hakeza düşünce çeşitleri gelmektedir. Şüphesiz Allah-u Teala dünyada helal rızık için çabalamayı ve çalışmayı helal kılmıştır. Lakin içinde Allah’tan gaflet etmenin, Alalh’ın haklarını zayi etmenin, Alalh’ın farz kılıdğı şeyler hususunda kusur göstermenin, namazın, orucun, sadakanın ve ebedi olarak yapacak hayrın bulunmadığı uzun emellerden sakındırmaktadır. Uzun emel insanı bir çok hayırdan uzak düşünmektedir. Burada Allah için yapılacak salih bir amel yoktur ve insanın sakındırıldığı şey de budur. İnsana yalan söyleyen aldatıcı ve hilekar arzu işte budur. (et-Tergib ve’t Terhib’in dipnotundan naklen)
[1507] a. g. e. 4/245/23
[1508] Arapça metninde geçen ed-Difla kelimesi
acı ve öldürücü bir bitkidir. (el-Kamus’ul-Muhit, 3/376)
[1509] Bihar, 77/23/6
[1510] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/174/44
[1511] a. g. e. h. 45
[1512] a. g. e. s. 173/43
[1513] el-Kafi, 2/316/7
[1514] Kenz'ul-Ummal, 10328
[1515] Sünen-i Tirmizi, 2863
[1516] Sebe suresi, 13. ayet
[1517] el-Kafi, 6/526/1
[1518] el-Mehasin, 2/453/2563
[1519] el-Kafi, 6/528/14
[1520] Sünen-i Ebi Davud, 4152
[1521] a. g. e. 4153
[1522] a. g. e. 4158
[1523] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[1524] Sahih-i Müslim, 2107
[1525] a. g. e.
[1526] a. g. e. 2109
[1527] a. g. e.
[1528] a. g. e. 2110
[1529] a. g. e.
[1530] el-Kafi, 6/527/4
[1531] el-Mehasin, 2/458/2581
[1532] el-Kafi, 6/527/7
[1533] el-Mehasin, 2/460/2588
[1534] Sebe suresi, 3. ayet
[1535] Mümtehine suresi, 10. ayet
[1536] Nehc'ül-Belağa, 189. hutbe
[1537] a. g. e. 192
[1538] a. g. e. 83
[1539] Nehc'ül-Belağa, 434. hikmet
[1540] el-Kafi, 8/176/196
[1541] Gurer'ul-Hikem, 6206
[1542] a. g. e. 11026
[1543] a. g. e. 4664
[1544] el-Hisal, 103/62
[1545] el-Kafi, 2/261/6
[1546] Gurer'ul-Hikem, 5631
[1547] Nehc'ül-Belağa, 441. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/88
[1548] Gurer'ul-Hikem, 37
[1549] Taha suresi, 50. ayet
[1550] A’la suresi, 2-3. ayetler
[1551] Cuma suresi, 5. ayet
[1552] Saf suresi, 5. ayet
[1553] İnsan suresi, 3. ayet
[1554] Fussilet suresi, 17. ayet
[1555] Leyl suresi, 12-13. ayetler
[1556] Al-i İmran suresi, 54. ayet
[1557] Fatır suresi, 43. ayet
[1558] En’am suresi, 123. ayet
[1559] A’raf suresi, 182-183ler
[1560] Ankebut suresi, 4. ayet
[1561] Ra’ad suresi, 42. ayet
[1562] Al-i İmran suresi, 13. ayet
[1563] Al-i İmran suresi, 68. ayet
[1564] Bakara suresi, 257. ayet
[1565] Yunus suresi, 9. ayet
[1566] En’am suresi, 122. ayet
[1567] Mücadele suresi, 22. ayet
[1568] A’la suresi, 3. ayet
[1569] Ahkaf suresi, 3. ayet
[1570] Kehf suresi, 7. ayet
[1571] İnsan suresi, 2. ayet
[1572] Enbiya suresi, 35. ayet
[1573] Fecr suresi, 15-16. ayet
[1574] Teğabün suresi, 15. ayet
[1575] Muhammed suresi, 4. ayet
[1576] Araf suresi, 163. ayet
[1577] Enfal suresi, 17. ayet
[1578] Ankebut suresi, 3. ayet
[1579] Bakara suresi, 124. ayet
[1580] Saffat suresi, 106. ayet
[1581] Taha suresi, 40. ayet
[1582] Ahkaf suresi, 3. ayet
[1583] Müminun suresi, 113. ayet
[1584] Duhan suresi, 38-39. ayetler
[1585] Ankebut suresi, 5. ayet
[1586] Al-i İmran suresi, 140-141.
ayetler
[1587] Taha suresi, 132. ayet
[1588] Enbiya suresi, 105. ayet
[1589] Tefsir-i el-Mizan, 4/31
[1590] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[1591] a. g. e. 91
[1592] Gurer'ul-Hikem, 6724
[1593] a. g. e. 3602
[1594] Tuhef’ul-Ukul, 236
[1595] Sünen-i İbn-i Mace, 3742
[1596] Sünen-i Ebi Davud, 4804
[1597] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/283
[1598] Sünen-i Ebi Davud, 4805
[1599] Kenz'ul-Ummal, 8336
[1600] a. g. e. 8339
[1601] Dur’ul-Mensur, 7/436
[1602] Kenz'ul-Ummal, 8331
[1603] a. g. e. 8330
[1604] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/284
[1605] a. g. e. s. 283
[1606] Gurer'ul-Hikem, 7766
[1607] Tuhef’ul-Ukul, 208
[1608] a. g. e. 304
[1609] Gurer'ul-Hikem, 3262
[1610] a. g. e. 6932, 6931
[1611] a. g. e. 3983-3984
[1612] a. g. e. 2985
[1613] Gurer'ul-Hikem, 7119
[1614] a. g. e. 2539
[1615] a. g. e. 1367
[1616] a. g. e. 4877
[1617] Tenbih'ul-Havatir, 2/122
[1618] Kenz'ul-Ummal, 8346
[1619] Nehc'ül-Belağa, 216. hutbe
[1620] ed-Derret’ul-Bahire, 41
[1621] Nehc'ül-Belağa, 100. hikmet
[1622] Tuhef’ul-Ukul, 12
[1623] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[1624] el-Kafi, 2/231/3
[1625] Al-i İmran suresi, 188. ayet
[1626] Gurer'ul-Hikem, 2714
[1627] a. g. e. 9780
[1628] a. g. e. 9838
[1629] a. g. e. 8831
[1630] a. g. e. 9042
[1631] a. g. e. 8658
[1632] Tenbih'ul-Havatir, 2/17
[1633] Gurer'ul-Hikem, 6281-6282
[1634] a. g. e. 5992
[1635] A’lam’ud-Din, 313
[1636] Mekarim’ul-Ahlak, 2/353/2660
[1637] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 17/44
[1638] Tuhef’ul-Ukul, 284
[1639] Misbah’uş-Şeria, 264
[1640] el-Müheccet’ül-Beyza, 5/283
[1641] Gurer'ul-Hikem, 2978
[1642] a. g. e. 9268
[1643] a. g. e. 2968
[1644] Tuhef’ul-Ukul, 46
[1645] Emali’es-Seduk, 347/1
[1646] Tuhef’ul-Ukul, 294
[1647] Gurer'ul-Hikem, 5698, 4956
[1648] Necm suresi, 32. ayet
[1649] Nisa suresi, 49. ayet
[1650] Mean’il-Ahbar, 243/1
[1651] Gurer'ul-Hikem, 2942
[1652] a. g. e. 9104
[1653] Nevadir’ur-Ravendi, 11
[1654] Nehc'ül-Belağa, 28. mektup;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 15/182
[1655] Tuhef’ul-Ukul, 374
[1656] Emali’es-Seduk, 181/4
[1657] Ahzab suresi, 35. ayet
[1658] Nur’us-Sakaleyn, 4/277/113
[1659] Vaiz Kitabı, 7. Bölüm; 23-28
[1660] Tefsir’ul Mizan, 4/89
[1661] Dur’ul-Mensur, 2/518
[1662] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/76/6
[1663] Fecr suresi, 14. ayet
[1664] Tefsir-i el-Mizan, 4/351
[1665] Nisa suresi, 34. ayet
[1666] Nehc'ül-Belağa, 14. mektup
[1667] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/228
[1668] a. g. e. 4/25
[1669] Nehc'ül-Belağa, 80. hutbe;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/214
[1670] Tefsir-i el-Mizan, 4/343
[1671] Feth suresi, 29. ayet
[1672] Rum suresi, 21. ayet
[1673] A’raf suresi, 32. ayet
[1674] Tefsir-i el-Mizan, 4/346
[1675] Nehc'ül-Belağa, 234. hikmet
[1676] Sahih-i Buhari, 4163
[1677] Müsned-i İbn-i Hanbel, 7/335/20540
[1678] Tuhef’ul-Ukul, 35
[1679] Bihar, 103/228/25
[1680] Sünen-i Tirmizi, 2262
[1681] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/227
[1682] Sünen-i Tirmizi, 2266
[1683] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1684] Nevadir’ur-Ravendi, 12
[1685] Müstetrafat’is-Serair, 143/8
[1686] Sünen-i en-Nisai, 7/61
[1687] el-Kafi, 5/3210/1
[1688] el-Hisal, 113/91
[1689] a. g. e. 330/27
[1690] el-Kafi, 5/515/5
[1691] Gurer'ul-Hikem, 1680
[1692] a. g. e. 2721
[1693] a. g. e. 1317
[1694] Gurer'ul-Hikem, 10414
[1695] Gurer'ul-Hikem, 4536
[1696] a. g. e. 10422
[1697] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/37/12
[1698] Gurer'ul-Hikem, 5820
[1699] Tenbih'ul-Havatir, 2/91
[1700] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/38/14
[1701] Vesail’uş-Şia, 4/638/6
[1702] Gurer'ul-Hikem, 2178
[1703] a. g. e. 1296
[1704] a. g. e. 1475
[1705] a. g. e. 1188
[1706] a. g. e. 1476
[1707] a. g. e. 1486
[1708] a. g. e. 9749
[1709] a. g. e. 9658
[1710] Keşf’ul-Gumme, 2/420
[1711] Gurer'ul-Hikem, 6177
[1712] a. g. e. 9777
[1713] Kenz'ul-Ummal, 8763
[1714] a. g. e. 8762
[1715] a. g. e. 4475
[1716] Tuhef’ul-Ukul, 223
[1717] Nezhet’un-Nazir, 79/32
[1718] Tuhef’ul-Ukul, 225
[1719] a. g. e. 235
[1720] Mean’il-Ahbar, 258/5
[1721] Tuhef’ul-Ukul, 293
[1722] a. g. e. 359
[1723] Tarih-i Yakubi, 2/98
[1724] Gurer'ul-Hikem, 2112
[1725] Gurer'ul-Hikem, 968
[1726] a. g. e. 845
[1727] Keşf’ul-Gumme, 2/242
[1728] Gurer'ul-Hikem, 1815
[1729] a. g. e. 2132
[1730] a. g. e. 2171
[1731] a. g. e. 6176
[1732] a. g. e. 363
[1733] a. g. e. 320
[1734] a. g. e. 8359
[1735] a. g. e. 4891
[1736] a. g. e. 4660
[1737] a. g. e. 4669
[1738] a. g. e. 9997
[1739] Mean’il-Ahbar, 258/8
[1740] Gurer'ul-Hikem, 9303
[1741] a. g. e. 9281
[1742] Kenz'ul-Ummal, 7177
[1743] Gurer'ul-Hikem, 9425
[1744] a. g. e. 9444
[1745] a. g. e. 9424
[1746] a. g. e. 6396
[1747] a. g. e. 1146
[1748] a. g. e. 9337
[1749] el-Fakih, 3/166/3616
[1750] el-Kafi, 6/479/9
[1751] a. g. e.
[1752] Gurer'ul-Hikem, 10966
[1753] a. g. e. 10974
[1754] a. g. e. 4785
[1755] a. g. e. 4669
[1756] a. g. e. 5081
[1757] a. g. e. 4667
[1758] a. g. e. 3195
[1759] a. g. e. 3292
[1760] a. g. e. 3290
[1761] a. g. e. 528
[1762] Tuhef’ul-Ukul, 214
[1763] Gurer'ul-Hikem, 3101
[1764] Tuhef’ul-Ukul, 223
[1765] Gurer'ul-Hikem, 9369
[1766] a. g. e. 9409
[1767] Bihar, 78/80/66
[1768] Gurer'ul-Hikem, 4201
[1769] a. g. e. 4224
[1770] a. g. e. 10609
[1771] a. g. e. 4307
[1772] a. g. e. 8224
[1773] Tuhef’ul-Ukul, 283
[1774] Kenz'ul-Ummal, 7178
[1775] Gurer'ul-Hikem, 2986
[1776] a. g. e. 3102
[1777] Gurer'ul-Hikem, 3155
[1778] Gurer'ul-Hikem, 3116
[1779] a. g. e. 3314
[1780] a. g. e. 9384
[1781] a. g. e. 93968
[1782] a. g. e. 9775
[1783] a. g. e. 3017
[1784] a. g. e. 1012
[1785] a. g. e. 10521
[1786] a. g. e. 7930-7931
[1787] Tuhef’ul-Ukul, 201
[1788] Gurer'ul-Hikem, 7540
[1789] a. g. e. 1108
[1790] Bihar, 78/111/6
[1791] Tuhef’ul-Ukul, 389
[1792] Kenz'ul-Ummal, 7176
[1793] Gurer'ul-Hikem, 9368
[1794] Kenz'ul-Ummal, 12984
[1795] Nehc'ül-Belağa, 20. hikmet
[1796] Kenz'ul-Ummal, 12980
[1797] a. g. e. 12972
[1798] a. g. e. 12978
[1799] Gurer'ul-Hikem, 370
[1800] a. g. e. 1636
[1801] a. g. e. 7459
[1802] a. g. e. 10726
[1803] el-Hisal, 238/84
[1804] Sahifet’us-Seccadiye, 65, 15. dua
[1805] Nehc'ül-Belağa, 388. hikmet
[1806] a. g. e. 419
[1807] Gurer'ul-Hikem, 9269
[1808] Nehc'ül-Belağa, 115. hikmet
[1809] a. g. e. 109. hutbe
[1810] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/292/55
[1811] a. g. e. s. 293/57
[1812] a. g. e. h. 56
[1813] et-Tevhid, 401/3
[1814] el-Kafi, 3/113/1
[1815] a. g. e. s. 114/7
[1816] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/289/49
[1817] el-Kafi, 3/114/6
[1818] Nehc'ül-Belağa, 42. hikmet
[1819] Müstedrek’ül-Vesail, 2/68/1435
[1820] a. g. e.
[1821] Nehc'ül-Belağa, 289. hikmet
[1822] Müstedrek’ül-Vesail, 2/68/1435
[1823] el-Kafi, 3/115/1
[1824] Emali’es-Seduk, 351/1
[1825] el-Hisal, 630/10
[1826] Müstedrek’ül-Vesail, 2/69/1436
[1827] a. g. e. h. 1437
[1828] Bihar, 81/202/2
[1829] Gurer'ul-Hikem, 8545
[1830] a. g. e. 8612
[1831] Tenbih'ul-Havatir, 2/7
[1832] ed-Deavat, Ravendi, 172/482
[1833] Bihar, 81/176/14
[1834] Mişkat’ul-Envar, 280
[1835] Mehec’ud-Deavat, 101
[1836] ed-Deavat lil Ravendi, 134/334
[1837] İhticac, 2/225
[1838] Kenz'ul-Ummal, 25141
[1839] Kenz'ul-Ummal, 25166
[1840] a. g. e. 25127
[1841] el-Kafi, 3/120/2
[1842] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/317
[1843] Kenz'ul-Ummal, 25139
[1844] a. g. e. 25149
[1845] a. g. e. 25150
[1846] a. g. e. 25152
[1847] a. g. e. 25155
[1848] el-Kafi, 3/118/2
[1849] a. g. e. 3/118/6
[1850] a. g. e. h. 4
[1851] a. g. e. h. 3
[1852] Kenz'ul-Ummal, 25143
[1853] Vesail’uş-Şia, 2/660/1
[1854] Mekarim’ul-Ahlak, 2/179/2463
[1855] Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet
[1856] Gurer'ul-Hikem, 3731
[1857] a. g. e.
[1858] a. g. e. 7233
[1859] a. g. e. 10035
[1860] el-Kafi, 8/291/444
[1861] Kehf suresi, 22. ayet
[1862] Şura suresi, 18. ayet
[1863] el-Kafi, 2/300/1
[1864] Tuhef’ul-Ukul, 309
[1865] A’lam’ud-Din, 311
[1866] Tuhef’ul-Ukul, 486
[1867] Gurer'ul-Hikem, 4607
[1868] Nehc'ül-Belağa, 362. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/280
[1869] Bihar, 2/138/54
[1870] Gurer'ul-Hikem, 393
[1871] a. g. e. 8709
[1872] a. g. e. 5634
[1873] Münyet’ül-Mürid, 171
[1874] Kenz'ul-Ummal, 9024
[1875] el-Hisal, 144/170
[1876] et-Terğib ve’t-Terhib, 1/131/2
[1877] a. g. e. h. 1
[1878] a. g. e. s. 130/1
[1879] Emali’es-Seduk, 28/4
[1880] Mean’il-Ahbar, 381/9
[1881] Müyet’ül-Mürid, 170
[1882] Bihar, 78/127/10
[1883] a. g. e. s. 265/176
[1884] Emali’et-Tusi, 225/391
[1885] a. g. e. 302/598
[1886] el-İhtisas, 245
[1887] Gurer'ul-Hikem, 524
[1888] a. g. e. 8115
[1889] a. g. e. 4795
[1890] a. g. e. 10532
[1891] a. g. e. 8853
[1892] Nehc'ül-Belağa, 31. hikmet
[1893] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i
İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/330
[1894] Tuhef’ul-Ukul, 49
[1895] el-Kafi, 2/663/2
[1896] el-Kafi, 2/663/3
[1897] Tenbih'ul-Havatir, 1/112
[1898] el-Kafi, 2/663/1
[1899] Sünen-i Ebi Davud, 4998
[1900] a. g. e. 5000
[1901] Tenbih'ul-Havatir, 1/112
[1902] el-Kafi, 2/663/4
[1903] Mekarim’ul-Ahlak, 2/321/2656
[1904] Nehc'ül-Belağa, 450. hikmet;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 20/100
[1905] Tuhef’ul-Ukul, 86
[1906] Gurer'ul-Hikem, 5134
[1907] Bihar, 77/235/3
[1908] Gurer'ul-Hikem, 7316
[1909] a. g. e. 3943
[1910] el-Kafi, 2/665/15
[1911] a. g. e. s. 664/12
[1912] Emali’es-Seduk, 436/3
[1913] el-Fakih, 4/408/5885
[1914] el-Kafi, 2/665/16
[1915] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/484/5
[1916] a. g. e. s. 594/20
[1917] el-Kafi, 2/664/9
[1918] a. g. e. s. 665/18
[1919] Tuhef’ul-Ukul, 85
[1920] Gurer'ul-Hikem, 2300
[1921] a. g. e. 2603
[1922] a. g. e. 6416
[1923] a. g. e. 7972
[1924] a. g. e. 7129
[1925] a. g. e. 8356
[1926] a. g. e. 8101
[1927] a. g. e. 8429
[1928] a. g. e. 8556
[1929] a. g. e. 2197
[1930] a. g. e. 3355
[1931] Emali’es-Seduk, 223/4
[1932] Gurer'ul-Hikem, 7101
[1933] a. g. e. 8095
[1934] a. g. e. 7126
[1935] a. g. e. 7883
[1936] a. g. e. 7950
[1937] a. g. e. 8432
[1938] a. g. e. 8930
[1939] a. g. e. 6523
[1940] a. g. e. 1184
[1941] Bakara suresi, 65-66. ayetler
[1942] el-Kafi, 2/29/1
[1943] a. g. e. 8/200/240
[1944] Tefsir-i Kummi, 1/244
[1945] Tefsir-i el-Mizan, c. 1, s. 205-209
[1946] Kenz'ul-Ummal, 40022
[1947] a. g. e. 40024
[1948] Müsned-i İbn-i Hanbel, 2/39/3700
[1949] Furkan suresi, 63. ayet
[1950] Lokman suresi, 19. a yet
[1951] Mekarim’ul-Ahlak, 1/60/52
[1952] a. g. e. s. 59/50
[1953] Bihar, 46/98/86
[1954] Emali’et-Tusi, 673/1419
[1955] el-Mehasin, 1/215/393
[1956] Tuhef’ul-Ukul, 36
[1957] a. g. e. 371
[1958] el-Mehasin, 2/470/2632
[1959] Nehc'ül-Belağa, 322. hikmet
[1960] a. g. e. 193. hutbe
[1961] İsra suresi, 37. ayet
[1962] Lokman suresi, 18. ayet
[1963] a. g. e. 165. hutbe
[1964] Sevab’ul-A’mal, 324/1
[1965] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/569/38
[1966] Bihar, 76/302/3
[1967] el-Kafi, 5/8/13
[1968] Mean’il-Ahbar, 301/1
[1969] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/570/39
[1970] el-Mehasin, 1/215/393
[1971] Nuh suresi, 22. ayet
[1972] Gurer'ul-Hikem, 3920
[1973] a. g. e. 1165
[1974] a. g. e. 105
[1975] a. g. e. 1594
[1976] a. g. e. 623
[1977] Sevab’ul-A’mal, 320/1
[1979] a. g. e. 10441
[1980] a. g. e. 7834
[1981] Tuhef’ul-Ukul, 317
[1982] Gurer'ul-Hikem, 8832
[1983] a. g. e. 9260
[1984] a. g. e. 8373
[1985] el-Hisal, 450/55
[1986] Nehc'ül-Belağa, 193. hutbe
[1987] a. g. e. 122
[1988] Kenz'ul-Ummal, 7819
[1989] a. g. e. 7820
[1990] a. g. e. 7821
[1991] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/50/194
[1992] Nehc’üs-Saade, 2/318
[1993] Sevab’ul-A’mal, 320/2
[1994] el-Kafi, 2/336/1
[1995] Sevab’ul-A’mal, 320/3
[1996] Tuhef’ul-Ukul, 99
[1997] El-Bihar, 75/286
[1998] Enfal suresi, 30. ayet
[1999] NEml suresi, 50-51. ayetler
[2000] Gurer'ul-Hikem, 8375
[2001] Tuhef’ul-Ukul, 364
[2002] Nehc'ül-Belağa, 377. hikmet
[2003] Sünen-i Tirmizi, 3551