Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Mizanul Hikmet (hikmetin ölçüsü) benim, Ali de onun dilidir. (İhkakul Hak,
6/46)
Mizanul
Hikmet
12. Cilt
Muhammed Muhammedi
REYŞEHRİ
Çeviri
Kadri ÇELİK
Tatbik
Nuri DÖNMEZ
E-Kitap: http://kitab.nur-az.com/tr - http://gadir.free.fr
İçindekiler
493. Konu
Et-Temelluk
Yalakacılık-Dalkavukluk
F
Kenzul-Ummal, 3/455, et-Temellok
Bak.
F
484. Bölüm, el-Medh
18955. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dalkavukluktan sakın. Zira dalkavukluk
imanın hasletlerinden değildir.[1]
18956. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dalkavukluk Peygamberlerin huyunun bir
parçası değildir.[2]
18957. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En kötü dert boş konuşmak ve
kendini övmektir.[3]
18958. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim çok yalakacılık ederse
gerçek güler yüzlülüğü bilinmez.[4]
18959. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Çok övmek, gurur getiren ve tekebbüre
düşüren yalakacılıktır.[5]
18960. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Şüphesiz sana yalakacılık
etmeyen kimse seni sevmekte ve (övgülerini) kulağına
ulaştırmayan kimse seni övmektedir.[6]
18961. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Liyakatten fazla övmek dalkavukluktur.
Liyakatten az övmek ise sözde acizlik veya kıskançlıktır.[7]
18962. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dalkavukluk ve ilim tahsili
dışında müminin ahlakından değildir.[8]
18963. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah üç kimseyi sever ve üç kimseden
de nefret eder: Allahın sevdiği üç kimseden biri, bir toplulukla
gece yolculuk eden ve uykuyu her şeyden çok sevecek şekilde yorulan
kimsedir. Onlar konaklarlar, başlarını yastığa koyarlar,
ama o (Allahın sevdiği kimse) kalkar, beni över ve ayetlerimi
tilavet buyurur
[9]
494. Konu
El-Mülk
Mülk-Hükümranlık
F
Bihar, 75/335, 81. Bölüm; Ehvalul-Mulk vel-Umera
Bak.
F
500. Konu, el-Mal; 19. Bölüm, el-İmare; 22.
Konu, el-İmamet; 240. Bölüm, es-Sultan; 541. Bölüm, el-Vizaret; 560. Konu,
el-Velayet (1)
F
El-Fesad, 3203. Bölüm; el-Fakr, 3236. Bölüm
Kuran:
De ki: Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü
dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın;
dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik
elindedir. Doğrusu sen, her şeye kadirsin. [10]
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allahındır.
Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk, dilediğine
de erkek çocuk verir. [11]
Göklerin
ve yerin hükümranlığı Allahındır. Dönüş
Allahadır. [12]
Göklerin ve yerin hükümranlığı
Allahındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün,
batıl sözlere uymuş olanlar hüsranda kalırlar. [13]
Göklerin ve yerin hükümranlığı
Allahındır. O, dilediğini bağışlar,
dilediğine azâb eder. Allah bağışlayandır, merhamet
edendir. [14]
Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Kuran
sana vahyedilirken, vahy bitmezden önce, unutmamak için, tekrarda acele edip
durma, Rabbim! İlmimi artır de. [15]
Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Ondan
başka ilah yoktur. O, yüce Arşın Rabbidir.[16]
O, kendisinden başka ilah olmayan,
hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü,
buyruğunu her şeye geçiren, ulu olan Allahtır. Allah
putperestlerin koştukları eşlerden münezzehtir. [17]
Kudretimizle kendileri için hayvanlar
yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip
olmaktadırlar.[18]
18964. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ondan (Allahtan) gayri her malik
memluktur (köledir).[19]
18965. İmam Ali (a.s) lahavle vela kuvvete
illa billahın tefsirinde şöyle buyurmuştur: Biz
Allah ile birlikte bir şeye sahip değiliz; sadece Onun bizi sahip
kıldığı şeylere sahibiz. O halde bizi, bizden daha çok
sahibi olduğu bir şeye sahip kıldığı zaman bize
sorumluluk yüklemiştir; bizden onu geri aldığı zaman da
sorumluluğu üzerimizden kaldırmıştır.[20]
18966. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allahın gazabı padişahların
padişahı olduğunu sanan kimseye çok şiddetlidir.
Şüphesiz Allahtan başka bir hükümdar yoktur.[21]
18967. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Kıyamet günü Allahın en çok
gazabı en aşağılık olduğu halde kendisini padişahların
padişahı olarak adlandıran kimseyedir. Oysa aziz ve celil olan
Allahtan başka hükümdar yoktur.[22]
18968. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah nezdinde isimlerin en
aşağılığı kendisini padişahların
padişahı olarak adlandıran kimsedir (kimsenin adıdır).[23]
İbn-i Ebi Şeybe kendi
rivayetinde şunu eklemektedir: Oysa ki aziz ve celil olan Allahtan
başka malik yoktur. Eşesi ise şöyle diyor: Sufyan,
Şahların şahı gibi demiştir.
Allame Tabatabai, Mallarınızı
kendi aranızda batıl olarak yemeyin[24]
ayeti hakkında malikiyetin toplumsal sabit
ilkelerden biri olduğu hususunda şöyle demektedir:
Yeryüzünde gördüğümüz tüm
varlıklar, bitki, hayvan ve insan da dahil olmak üzere objeler
dünyasında varlığını korumak ve sürdürmek amacı
ile, kendi varlığı dışında bu amacına yönelik
faydalanabileceği her türlü tasarrufta bulunur ve onlardan yararlanma
mücadelesi verir. Buna göre varlıklar bütününde, aktif olmayan bir
varlıktan söz edilemez. Yine varlıklar bütününde, failince sergilenen
bir fiilin, failin yararına dönük olmaması mümkün değildir.
Bitkiler, varlıklarını sürdürmek, gelişip serpilmek ve
türlerinin devamını sağlamak maksadı ile kendi türlerine
özgü bir aktivite içindedirler. İnsan ve hayvan türleri de, sonuçta bir
şekilde kendilerine yarar olarak dönecek bir eylem sergilemektedirler. Bu
yararlanmanın hayali ya da akılsal olması, sonucu
değiştirmez. Bu genel yapıdan kimse şüphe etmemektedir.
Sözünü ettiğimiz bu tekvini
aktivitelerin failleri doğal içgüdüyle, hayvanlar ve insanlar da bir tür
içgüdüsel bilinç aracılığı ile varlıklarını
süğrdürmek nopktasında yararlanma ve doğal
ihtiyaçlarını giderme amacı ile, maddi evrende aktivite
göstermelerinin, ancak o şeyi kendilerine özelleştirme yani tek bir
fiil iki fail tarafından gerçekleştirilemez gerçeği çevresinde
sözkonusu olabileceğini algılarlar. (Meselenin sonucu, özü ve ölçüsü
budur) Bu yüzden insan ya da eylemlerinin özünü
algıladığımız herhangi bir türe mensup bir fail, kendi
işine müdahale edilmesini, aktivite göstermek istediği alanda
başka aktivitelerin gündeme gelmesini önler. İşte ihtisasın
özelliğinin temeli budur. Ki hiçbir insan bu realiteye ilişkin
şüphe etmez.
Li haza bu benimdir. Leke zalike
şu senindir. Li en efale keza Ben şunu yapmalıyım. Leke
en tefale keza Sen şunu yapmalısın gibi ifadelerdeki lam
harfinin altında yatan anlam da budur.
Hayvanların, içinde
yaşadıkları yuva, in ve kulübe için ya da avladıkları
yahut buldukları yiyecekler içni veya eşleri için birbirleriyle
didişmeleri, çocukların yiyecekleri hususnda kavgaya tutuşmaları
bunun tanığıdır. Hatta süt emen çocuklar bile emdikleri
memeyi bir başkasıyla paylaşmak istemezler, bunun için kavga
ederler. Bunun ötesinde insanın öz yaratılışının
gereği ve içgüdüsünün öngörüsü olarak toplumsal bir varlık olarak
yaşamını sürdürmesi, insanın ancak fıtri olarak
algıladığı bütünsel bilinci
sağlamlaştırır. Topluma karışıp
yaşamını bu çerçevede sürdürmesi, ancak bütünsel olarak
algıladığı bu karakteristik özelliğin, ilk
konuluşu esas alınarak, yürürlükteki sosyalojik yasalar biçiminde
düzenlenmesini ve ayrıca önemsemesini gerektirir. Bu aşamada herkeste
bütünsel olarak yer eden o sözünü ettiğimiz özellik farklı türler olarak
çeşitlenir. Farklı biçimlerde kendini gösterir, örneğin mali
ihtisasa mülk, başka ihtisaslara da hak vs. denir.
İnsanların miras,
alış-veriş, sultanın gasbetmesi gibi sebepler bazında,
ya da mülke sahip olan insan (büluğ çağına ermiş, çocuk,
aptal, birey veya topluluk gibi) bazında mülkiyetin gerçekleşme
şekli üzerinde farklı yaklaşımları söz konusu olabilir.
Söz gelimi kiminin mülkiyetinde artırmaya gidilebilir, kimininki
kısılabilir, kimininki olduğu gibi korunabilir, kiminin
mülkiyetine de son verilebilir. Ama mülkiyetin herkes için bir
kaçınılmazlık olduğu gerçeğini kimse inkar edemez. Bu
yüzden mülkiyete karşı çıkanların, neticede onu bireyden
alıp topluma ya da egemen devlete devrettiklerini görüyoruz. Buna
rağmen mülkiyeti tamamen bireyin elinden almaya güç yetiremiyorlar. Bunu
hiçbir zaman gerçekleştiremezler de. Çünkü mülkiyet, fıtrat
yasasının bir gereğidir. Fıtratın devre
dışı bırakılması, insanın yokoluşu ile
eşanlamlıdır.
İleride bu kalıcı
gerçekle sebepler bazında ilintili olan, ücret, kar, miras, ganimet ve
toplama, yine kanun bazında ilintili olan büluğ çağına
ermiş kimse ve çocuk gibi olgular üzerinde inşaallah uygun bir yerde
etraflıca duracağız.[25]
Allame
Tabatabai hakeza De ki: Mülkün sahibi olan Allahım![26]ayeti
hakkında da mülk ve mülkün itibari oluşu çerçevesinde şöyle
yazmaktadır:
Daha
önce yaptığımız açıklamalardan birinde şu
değerlendirmede bulunduk: Mülk olgusu özü itibariyle insanlar için
zorunludur. Gerek birey ve gerekse toplum bazında, mülksüz bir hayat
tasavvur edilemez. Bunun temelinde de özgü kılma itibarı yatar.
Mülkiyet ve bir şeye sahip olma konusunda durum budur.
Egemenlik
anlamında mülke gelince, bu, bireyler üzerinde otoriteyi ifade eder ve o
da bir zorunluluktur. İnsanlar için egemen yöneticisiz bir hayat
düşünülemez. Ancak öncelikli olarak toplumun buna ihtiyacı
vardır. Çünkü toplum, amaçları farklı, istekleri
değişik kesimlerden meydana gelir. Birey, birey bağlamında
öyle değil. Bir araya gelen bireylerin her birinin isteği farklı
bir yöne doğrudur. Amaçları değişiktir. Aralarında
ihtilaf etmeden duramazlar. Birbirilerine üstünlük sağlayıp yenik
olanların ellerinde olan her şeye el koymaktan kaçınmazlar.
Sınırlarına, kişisel etkinlik alanlarına tecavüz
ederler. Haklarını çiğnerler. Böylece toplumsal hayat hercü merc
olur. Mutluluğun bir aracı olarak algılanan toplumsal hayat,
mutsuzluğun ve ölümcül felaketlerin nedeni olur. İlacın kendisi
hastalık yapar hale gelir. Bu ölümcül pratiğe son vermenin tek yolu,
tüm güçler içinde bir gücü etkin kılmaktır. Onun tüm topluma ve
toplumu oluşturan bireylere egemen olmasını
sağlamaktır. O zaman normal sınırların
dışına taşan azgın güçler dizginlenip orta yola doğru
çekilebilir. Yine ölümcül düzeyde alçaltılmış,
kişiliksizleştirilmiş ezilenler de normal yaşamın
düzeyine yükseltilir. Dolayısıyla tüm toplumsal güçler orta çizgide
buluşup bütünleşirler. Buna paralel olarak da her biri kendi özel alanında
faaliyet gösterir, her hak sahibi hakkını eksiksiz olarak alır.
İnsanoğlunun
zihni, daha önce de belirttiğimiz gibi, hiçbir zaman "istihtam
etme" (araç ve alet kullanma) düşüncesinden soyutlanamaz. Geçmiş
çağlarda aşkın-mütegallibe insanlar egemenliği ele
geçirmiş ve toplumun geri kalan bireyleri üzerinde zora dayalı bir
otorite kurmuşlardır. Köleliği
yaygınlıştırmış, insanların mallarına
ve canlarına egemen olmuşlardır.
Hiç
kuşkusuz, sözünü ettiğimiz bu egemenliğin de bazı
yararları olmuştur. burada egemenlik derken, bazı bireylerin
taşkınlığını önleyen diğer bazı
bireylerin otoriteyi ellerine geçirmelerini kastediyoruz. Bu yararlar,
zorbalıkla, üstünlük taslamakla ve egemenlik adına yeryüzünde ceberut
bir sistem kurmakla mücadele eden yöneticilerin varlıkları ile de
belirginleşebilir. Çünkü onlar, ardakçıları ve
kapıkullarıyla birlikte bizzat azgın, haksız ve tiksinilen
güçler olmalarına karşın, bireyleri zillet ve baskı
durumunda koruyup kollamak zorunda hissederler kendilerini. Ki bir kimse
çıkıp da diğer insanların haklarına tecavüz etmesin.
Çünkü böyle biri, fırsat bulduğunda kendilerine karşı da
çıkabilir. Nitekim kendileri de başkalarının elinde bulunan
otoriteyi gasbetmiş değiller miydi?!
Kısacası,
bireylerin büyük bir kısmının, egemen sultanlardan
duydukları korkudan dolayı uzlaşmacı ve uyumlu bir
tavır içinde olmayı yeğlemesi, insanları, toplumsal
egemenliği değerlendirme düşüncesinden alıkoyucu bir rol
oynar. Buna karşılık, güçleri yetmediği zaman, bu
zorbaların yaşam sistemlerini övmekle zaman geçirirler. Ancak bu,
yapılan zulümlerin haddi aşmaması durumunda geçerlidir. Ancak
zulmün dayanılmayacak kadar haddi aşması durumunda zulme
uğradıklarını dile getirip şikayette bulunurlar.
Hiç
kuşkusuz, bazen kral veya başkan dediğimiz bu insanlar ölür veya
öldürülürler. Böyle durumlarda toplum kargaşa ve bozgunluğun baş
göstereceğini algılar. Toplumsal düzen tehdit altına girer, anArşınin
egemen olmasından endişelenilir. Bunun üzerine, derhal
aralarında güç ve etkinlik sahibi olanları ileri sürer ve otorite
dizginlerini eline verirler. Böylece toplumsal işlere egemen bir kral
oluverir. Sonra gün gelir, devran döner, eski zorbalık ve baskı
yeniden ortaya çıkar.
Toplumlar,
sürekli bu arayış içinde olmuşlardır. Ve bu arada söz
konusu egemenlerin kötü yöntemlerinden, zorbalıklardan, mutlak otorite
sahibi oluşlarından çok çekmişlerdir. Bunu önlemeye dönük bir
tedbir olarak, halka egemen olan hükümetlerin görevlerini belirleyen kanunlar
hazırlayıp kralları, sultanları bunlara uymaya
zorlamışlardır. Böylece mutlakiyetçilikten sonra meşruti
krallık düzeni ortaya çıkmıştır. İnsanlar bu
sistemi koruma yönünde çaba gösteriyorlardı ve krallık babadan
oğula geçiyordu.
Daha
sonra, toplumlar kralların azgınlıkları, kötü
uygulamaları, değişmez, ancak miras yoluyla geçen krallık
tahtına oturduktan sonra bildikleri gibi davranmaları yüzünden, bu
sistemi değiştirip yerine cumhuriyet sistemini getirdiler. Böylece
ömür boyu ve meşruti krallıktan süreli meşruti yönetime geçildi. Başka
toplumlarda, yöneticilerin zulmünden kaçış için başka yöntemler
geliştirilmiş olabilir ve insanlık gelecekte, bugün için
düşünülmeyen yönetim tarzlarını geliştirebilir.
Ancak
toplumların, bu işin düzene girmesi uğruna bunca çabalar sarfetmesi,
yönetimini teslim edeceği gücü belirtmek içini yoğun bir
arayış içinde olması, değişik iradeleri ve farklı
güçleri bir arada tutacak otoriteyi tespit etmek için faaliyet göstermesi,
bizim için şu gerçeği belirginleştiriyor: İnsanlık bu
makamdan, değişik isimlerle ortaya çıkan, toplumların
değişmesi ve güçlerin geçmesi ile birlikte farklı
koşullarda belirginleşen yönetim erkinden soyutlanamaz. Çünkü toplumsal
hercumercin, sosyal hayatın altüst oluşunun yolu, her halukarda,
değişik irade ve maksatların bir insanda veya bir makamda
somutlaşan tek iradede belirginleşmemesinden geçer.
Daha
konunun başındayken söylediğimiz de buydu: Yönetim, insan
toplulukları içni zorunlu bir itibari değerdir.
Bu
da diğer itibari değerler gibi, toplumun sürekli
mükemmelleştirmeye, düzeltmeye, eksikliklerini gidermeye, çelişkili
sonuçlarını bertaraf etmeye çalıştığı,
arayış içinde olduğu bir olgudur. Bütün bunlar insanın mutluluğuna
yöneliktir.
Bu
yönetim erkinin ıslah ve düzeltim ameliyesindeki en büyük ve en doyurucu
pay peygamberlik misyonuna ait olmuştur. Çünkü sosyolojide genel kabul
gören bir kural vardır. Herhangi bir sözün özellikle insanın öz
doğasıyla ilintili olan, fıtrat tarafından olumlu karşılanan
ve beklenti içindeki nefisler tarafından güvenilebilen bir sözün genel
düzeyde toplum nezdinde yaygınlık kazanması, değişik
eğilimleri birleştiren, darmadağınık toplumları
tek bir el gibi hareket etmeye yönelten bir iradeye göre açılıp
kapanmasını sağlayan, karşısına dikilen her
engeli aşan en güçlü etken işlevini görür.
Şurası
bir gerçek ki Peygamberlik misyonu ortaya çıktığı en eski
dönemlerden bu yana insanları adalete davet etmiş, onları zulüm
işlemekten alıkoymuştur. Allah'a kulluk sunmaya, O'na teslim
olmaya teşvik etmiştir. Azgın Firavunlara, mütegalliblere,
despot ve müstekbir Nemrutlara itaat etmesinler diye onları
uyarmıştır. Bu davet, peşpeşe gelip giden
kuşaklar arasında, ardarda gelen, büyük-küçük değişik zaman
ve mekanda ortaya çıkan ümmetler içinde seslendirile gelmiştir.
Bugüne kadar uzanıp gelen, asırlar boyunca insanlar arasında
seslendirilen böylesine güçlü bir mesajın, onları etkilememiş
olması düşünülemez.
Kur'an-ı
Kerim, geçmiş peygamberlere (hepsine selam olsun) indirilen vahiyden söz
ederken buna ilişkin birçok örnek aktarır. Sözgelimi Hz. Nuh'un
rabbine şöyle şikayette bulunduğunu haber verir: Rabbim
gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan
başka bir şeyi artırmayan kimselere uydular. Ve büyük büyük
hileli düzenler kurdular. Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı
bırakmayın.[27]
Yine
Kuran onunla kavminin ileri gelenleri arasında geçen şu
konuşmayı da aktarır: Dediler
ki: Sana, sıradan aşağılık, insanlar uymuşken
inanır mıyız? Dedi ki: Onların yapmakta oldukları
hakkında benim bilgim yoktur. Onların hesabı yalnızca
Rabbime aittir, eğer sşuurundaysanız anlarsınız.[28]
Hud
Peygamberin kavmine şöyle seslendiğini haber verir: Siz
her yüksek yere bir anıt inşa edip oyalanıp eğleniyor
musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı
ediniyorsunuz? Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi
mi yakalıyorsunuz?[29]
Salih
Peygamberin kavmine şöyle seslendiğini aktarır: Artık
Allahtan sakının ve bana itaat edin. Ve ölçüsüzce davrananların
emrine itaat etmeyin. Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve
ıslah etmiyorlar.[30]
Egemenlik
anlamında mülkün, insanlık toplumu için zorunlu bir değer
olması hususuna gelince, bunun en doyurucu açıklaması Talut
kıssasında geçen şu ifadelerdir: Eğer
Allahın isnanların bir kısmı ile bir
kısmını defi olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada
uğrardı. Ancak allah- alemlere karşı büyük fazl sahibidir.[31]
Daha önce ayetin kanıtsallığının niteliği genel
olarak ifade edilmişti.
Kuranda
yer alan birçok ayette, mülkten, velayet yönetiminden, buna yönelik itaatin
zorunluğundan ve benzeri konulardan söz edilir. Diğer bazı ayetlerde,
bunun bir nimet ve bağış olduğu vygulanır. Şu
ayetleri buna örnek gösterebiliriz: Onlara
büyük bir mülk verdik.[32]
Sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini
size verdi.[33]
Allah kime dilerse mülkünü verir.[34]
Bunun gibi daha birçok ayet örnek
gösterilebilir.
Ne
var ki, Kuran, mülkü egemenliği ancak takva ile birlikte olduğu
zaman bir üstünlük ve saygınlık olarak değerlendirir. Çünkü
Kuran, dünya hayatının ayrıcalıklarından olup
saygınlık ve üstünlük olarak algılanabilecek olgular içinde
sadece takvayı keramet (üstünlük-saygınlık) olarak
nitelendirir. Konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyuruyor: Ey
insanlar! Gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve
birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler
şeklinde kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün
olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.[35]
Takvanın hesabı ise Allaha aittir. Hiç kimse takva
bağlamında bir başkasına üstünlük taslayamaz. Çünkü
eğer söz konusu şey dünyevi bir olguysa, dünyevi olguların
herhangi bir ayrıcalıkları yoktur. Sadece dinin değeri
vardır. Yok eğer uhrevi bir olguysa, bu durumda onun hesabı
Allaha aittir. Kısacası, bu nimeti, yani yöneticilik nimetini elinde
bulunduran kimse, bir müslümanın gözünde, üzerine yük, meşakkat ve cefa
almış kimsedir. Kuşkusuz bir çabasını adalet ve takva
çizgisinde yürütürse, Allah katında büyük bir ödül kazanacaktır.
İşte
dinin dostlarının sergiledikleri salih ve yapıcı hareket
tarzı budur. İnşaallah, Peygamberimizin ve onun pak soyunun
hayat tarzlarını sahih hadisler ışığında
incelerken bu konuyla ilgili doyurucu bilgiler sunacağız.
Göreceğiz ki, onlar bu otoriteyle ancak, zorbalara
başkaldırmaya, yeryüzünde bozgunculuk yapmalarına engel olmaya
ve azgınlıklarına ve müstekbirliklerine karşı koymaya
nail olmuşlardır.
Bu
yüzden Kuran insanları, bir yönetim tarzı kurmak, Kayserlik veya Kisralık
benzeri bir otorite oluşturmak için bir araya gelmeye davet
etmemiştir. Tam tersine yönetimi, toplumsal hayatın gözetilmesi
gereken bir olgusu gibi algılamıştır. Tıpkı
eğitim veya kafirleri caydırmaya yönelik kuvvet bulundurma
girişimi gibi.
Kuran
insanları din etrafında birleşmeye, buluşmaya ve ittifak
etmeye davet etmiştir. Dinde ayrılığı ve
tefrikayı yasaklamıştır. Dini, hayatın vazgeçilmez
temeli olarak sunmuştur. Konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle
buyuruyor: Bu benim dosdoğru yolumdur.
Şu halde ona uyun. Sizi Onun yolundan ayıracak yollara
uymayın.[36]
De ki: Ey Kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek olan bir
kelimeye gelin. Allahtan başkasına kulluk etmeyelim. Ona hiçbir
şeyi ortak koşmayalım ve Allahı bırakıp bir
kısmımız diğer bir kısmımızı Rabler
edinmeyelim... Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahid olun, biz
gerçekten Müslümanlarız.[37]
Görüldüğü
gibi Kuran, insanları tek ve ortaksız Allaha teslim olmaktan
başka bir şeye davet etmiyor. Yalnızca din etrafında
kümelenmiş topluma değer veriyor. Bunun dışında, düzmece
ilahlara yönelik ibadeti, görkemli şatolar ve yüksek rakımlı
tepelerde kurulan anıtlar, Kayser ve Kisra
türü krallıklara yönelik itaati, yapay sınırlarına
bölünmeleri ve ulusal vatanların oluşmasını sert bir dille
eleştirir.[38]
Ben şöyle diyorum: Allame
Tabatabai (r.a) hükümet ve diğer itibari işlerin münezzeh olan
Allaha isnadı hususunda ise şöyle buyurmaktadır:
Hiç kuşkusuz evrende etkin olan
nedenler silsilesi, varlığı zorunlu (vacib-el vücud) olan yüce
Allahta son bulur. Onunla, parça ve bütün olarak evren arasındaki
ilişki nedensellik esasına dayanan bir ilişkidir. Daha önce
irdelediğimiz illet ve malul ile ilintili bölümler de şunu ortaya
koydu: Nedensellik varlıklarla ilgilidir. Şöyle ki: Malulda
somutlaşan gerçek varlık, illetinin varlığından
sızmıştır. Onun dışında kalan mahiyet gibi
olgular ise, sızılmışlıktan,
kaynaklanmışlıktan ve illete gereksinim duymaktan
uzaktırlar. Bunun çelişik evrime önermesi ise şöyle olur: Gerçek
varlığa sahip olmayan bir şey malul olmadığı
gibi, yüce Allaha da gelip dayanmaz.
Salt itibari olguların yüce Allaha
dayandırılması bir problem oluşturur. Çünkü onların
gerçek bir varlıkları yoktur. Varlıklar ve olumlanmaları
bütünüyle itibaridir. Değerlendirme koşullarını, konum ve
varsayım sınırını aşmaz. Şeriatın
kapsadığı emir, yasak, hüküm ve durumların tümü itibari
olgulardır. Bunların da yüce Allaha nispet edilmelerinde problem
vardır. Mülk, izzet ve rızık gibi olgular için de aynı
durum söz konusudur.
Bu düğümü şu şekilde
çözebiliriz: Bunlar gerçi gerçek bir varlıktan yoksundurlar, ancak,
bunların etkileri ve sonuçları vardır ve bunlar, daha önce
defalarca vurguladığımız gibi onların isimlerini
kalıcı kılmaktadır. Bu etkiler ve sonuçlar ise, gerçek
varlıklardır ve itibari olarak amaçlanmışlardır.
Dolayısıyla yüce Allaha nispet edilirler. Şu halde bu
sonuçların nispet edilmeleri, bu itibari olguların da nispet
edilişlerini mümkün kılmaktadır. Buna göre, toplumun bireyleri
olarak aramızda etkin olan hükümranlık, gerçi itibari bir olgudur ve gerçek
varlıktan bir paya sahip değildir, ancak o bizim
tarafımızdan, tasavvur edilen mevhum bir anlamdır. Biz onu,
zihin dışı objektif sonuçlara ulaşmak için araç olarak kullanırız. Eğer bu
mevhum anlam takdir edilip varsayılmazsa, bu sonuçlara ulaşmamız
mümkün olmaz. Sözünü ettiğimiz sonuçlar; zorbaların güç ve etkinlik
sahibi bireylerin, toplumdaki zayıf ve düşkünlerin
haklarını gasbedenlerin ezilmeleri, herkesin olması gereken
yerde olması, her hak sahibine hakkının verilmesi şeklinde
sıralanabilir. Kısacası mülk (egemenlik) itibari bir olgudur
ancak.
Bu tür zihin dışı etki ve
sonuçlar kalıcı oldukları sürece egemenliğin anlamı ve
ismi de kalıcı olacaktır. Dolayısıyla bu zihin
dışı sonuçların, zihin dışı nedenlerine
nispet edilmeleri, mülkün-egemenliğin Ona nispet edilmesi demektir.
Aynı durum itibari izzet, zihin dışı sonuçları ve bu
sonuçların gerçek illetlerine nispet edilişi için de geçerlidir.
Emir, nehiy, hüküm ve kanun koymak ve benzeri olgular da bundan farklı
değildir.
Bütün bunlardan sonra şu husus
açıklığa kavuşuyor: Yukarıda sözü edilen itibari
olguların tümü, sonuçlarının yüce Allaha nispet ediliyor
olması dolayısıyla zatına yaraşır bir
şekilde Ona nispet edilirler.[39]
Bak, el-Mal, 3763. Bölüm
18969. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Denizin komşusu, padişahın dostu ve afiyetin (sağlığın)
kıymeti olmaz.[40]
18970. İmam Sadık (a.s), meclisinde,
ya padişaha komşu ol ya denize denilince şöyle
buyurmuştur: Bu doğru değildir,
doğrusu şöyledir: Ne padişaha komşu ol, ne de deryaya.
Zira padişah sana eziyet eder, derya ise seni suya kandırmaz.[41]
18971. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Halktan en az vefası olanlar
hükümdarlardır. Halktan en az dostu olanlar hükümdarlardır ve
insanların en talihsizi kölelerdir.[42]
18972. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarlarla kaynaşmaya
rağbet etme. Zira onlar selama cevap vermeyi bile çok görürler ve boyun
vurmayı en az ceza olarak sayarlar.[43]
18973. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sakın hükümdarların
yanına fazla gitme. Zira eğer onlarla arkadaşlık edersen
seni bıktırırlar ve eğer onlara nasihat edersen, sana hile
yaparlar.[44]
18974. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Padişahlar nezdinde makam sahibi
olmak, sıkıntı ve mihnetin anahtarıdır ve fitne tohumudur.[45]
18975. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sakın hükümdarlarla dostluğa
tamahlanma. Zira onlar kendileriyle ünsiyet ve ülfetin doruğunda bile seni
yalnız bırakırlar ve yakınlığın
doruğunda bile senden koparlar.[46]
Bak. Es-Sultan, 1845. bölüm
Kuran:
Melike: Doğrusu hükümdarlar bir
şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini
aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar dedi.[47]
18976. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aşağılık kimseler
hükümdar olunca yüce kimseler helak olur.[48]
18977. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aşağılık kimseler
üstün gelince yüce kimseler mağlup olur.[49]
18978. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Güç elde eden, (genelde) diktatör
kesilir.[50]
18979. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarların en yücesi nefsine
hükmeden ve adaleti yayan kimsedir.[51]
18980. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarların en
akıllısı, ülkeyi halkın kendisi üzerinde bir hücceti (ve
itiraz bahanesi) olmayacak aksine kendisinin halk üzerinde hücceti bulunacak
bir şekilde yönetendir.[52]
18981. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarların en iyisi nefsine
hükmeden kimsedir.[53]
18982. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarların en iyisi zulmü
öldüren ve adaleti ihya eden kimsedir.[54]
18983. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarların en üstünü şu üç
haslete sahip olan kimsedir: Yumuşaklık, bağışlayıcılık
ve adalet.[55]
18984. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarların en üstünü, ameli ve
niyeti iyi olan, ordusuna ve milletine adaletle davranan kimsedir.[56]
18985. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Şahlardan hali en güzel olan
kimse, insanların onun zamanında iyilikle
yaşadığı ve adaleti halkı arasında yayan
kimsedir.[57]
18986. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ordularından önce kendisini yönetmesi
ve terbiye etmesi, padişahın üzerinde bir haktır.[58]
18987. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim hükümetini dininin hizmetinde
karar kılarsa, her sultan ona itaat eder. Herkim de dinini hükümetine
hizmetçi kılarsa, her insan hükümetine tamahlanır.[59]
18988. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Padişahın tacı
adaletidir.[60]
18989. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Zaman bozulunca
aşağılık kimseler başa geçer.[61]
18990. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Halk için padişahın
güçsüzlüğü padişahın zulmünden daha kötüdür.[62]
18991. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Şahların
hışmı, ölümün elçisidir.[63]
18992. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünya ve ahiretin hükümdarları (Allahtan)
hoşnut olan fakirlerdir.[64]
18993. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Cennetin hükümdarları takva ve ihlas
sahipleridir.[65]
18994. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Padişahların afeti kötü
davranmaktır, vezirlerin afeti ise, tıynet pisliğidir.[66]
18995. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İnsanların en bedbahtı (mutsuzu)
hükümdarlardır.[67]
18996. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dört kimse bütün dünyaya hükmetti,
bunlardan ikisi mümin idiler, ikisi ise kafir: Mümin olan ikisi: Süleyman b.
Davud ve Zülkarneyn idiler, kafir olan ikisi ise Nemrud ve Buht Nessar idi.[68]
18997. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümdarın etrafındakiler üç kısımdır.
Bir kısmı hayır isteyenlerdir ki bunlar kendilerinin,
sultanın ve halkın bereket sebebidir. Başka bir
kısmının ise hedefi makamını korumakır. Bunlar ne
övülmüşlerdir, ne de kınanmışlardır. Aksine kınanmaya
daha yakındırlar. Başka bir grup ise kötülüğü isteyen
kimselerdir. Bu grup uğursuzdur. Kendilerinin ve sultanın
kınanma ve uğursuzluk sebebidir.[69]
18998. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allahın kendilerini koruduğu
dışında, insanlar hakikatte sultanlar ve dünya iledirler.[70]
18999. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükümet adalet üzere kurulur ve
akıl sütunları üzere yükselirse, Allah onun dostlarına
yardım eder, düşmanlarını ise yalnız ve
yardımsız bırakır.[71]
495. Konu
El-Melaike
Melekler
F
Bihar, 59/144, 23. Bölüm; Hakikatul-Melaike ve
Sıfatuhum
F
Kenz'ul-Ummal, 6/136; Halkul-Melaike
F
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid, 6/431; Ebhas-u Teteallaku bil Melaike
F
Bihar, 5/319, 17. Bölüm; Melaiketu Yektubunel-emal
Bak.
F
El-Haya, 996. Bölüm; el-İlm, 2851. Bölüm;
el-Mevt, 3726. Bölüm
Kuran:
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri
ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allaha mahsustur.
Yaratmada dilediğini artırır. Doğrusu Allah, her şeye
kadir olandır. [72]
Putperestlere sor, kızlar senin Rabbinin
de erkekler onların mı? Yoksa melekleri kız olarak
yarattığımızda onlar hazır mı idiler? [73]
19000. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Daha sonra münezzeh olan Allah göklerinde
yerleştirmek ve melekutunun yüce göğünü imar etmek için eşsiz
yaratıklarını yani meleklerini yarattı. Onlar vesilesiyle
göklerinin geniş yarıklarını doldurdu ve
fezalarının arasındaki fasılayı onlarla giderdi.[74]
19001. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah meleklerini
nurdan yaramıştır.[75]
19002. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Melekler nurdan
yaratılmıştır, cinler ateş
kıvılcımından, Adem ise sizler için (Kuranda) beyan
edilen şeyden.[76]
19003. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah melekleri nurdan
yaratmıştır, onlardan bazısı sinekten daha küçüktürler.[77]
19004. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah yarattığı hiçbir
şeyi meleklerden daha çok yaratmamıştır.[78]
19005. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allahın yarattığı
şeyler arasında meleklerden daha çok bir şey yoktur.[79]
19006. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Canım elinde olana yemin olsun ki
Allahın göklerdeki melekleri yeryüzündeki toprak sayısından
daha çoktur ve gökte atılan her adımda orada bir melek Allahı
tespih ve taktis etmektedir. Yeryüzünde bulunan her ağaç ve taş
parçası üzerinde müvekkel (görevli)
bir melek vardır.[80]
19007. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Gök katlarında secde eden veya
süratle iş gören bir meleğin olmadığı yer yoktur.
İbadet edip durmalarıyla, Allaha dair bilgileri artar, kalplerinde
Rablerinin izzeti daha da büyür.[81]
19008. Resulullah (s.a.a), hel eta
(insan)
suresini okuduktan sonra şöyle
buyurmuştur: Ben sizin görmediğiniz bir
şeyi görüyor ve sizin işitmediğiniz bir şeyi işitiyorum.
Gökler (ağırlıktan) seslendi ve de seslenmesi gerekir. Zira
gökte bir meleğin alnını dayayıp Allah için secdeye
kapanmadığı bir yer yoktur.[82]
19009. İmam Ali (a.s) meleklerin sıfatı
hakkında şöyle buyurmuştur: Onlar
yerden yükselttiğin, senden en çok korkan ve sana en yakın olanlar yaratıklardır.
Sulbe yerleşmemiş, rahme
sokulmamışlar, nutfeden yaratılmamışlardır.
Zamanın hadiseleri onları dağıtmaz. Onlar senin
katındaki yerlerindedirler, yerleri senin yanındadır. İstekleri
sende toplanır. İbadetlerinin hepsi sanadır. Emrinden gafletleri
azdır. O halde kendilerine gizli olan hakikatinin künhüne de erseler,
amellerini hiçe sayıp kendilerini kınarlar.[83]
19010. İmam Ali (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: O melekleri yarattın ve göklerinde
onlara yer verdin onlarda ne bir gevşeklik, ne bir gaflet, ne bir isyan,
ne bir günah vardır. Onlar yaratıklarından seni en çok bilenlerdir
ve yaratıklarından senden en çok korkanlardır ve
yaratıklarından sana en yakın olanlardır ve
yaratıklarından sana itaat ile en çok amel edenlerdir. Ne gözlerin
uykusu, ne akılların yanlışlığı, ne de
bedenlerin gevşekliği onlar için söz konusudur. Onlar
babalarının sırtlarında ve annelerinin rahimlerinde yer
almadılar, onlar aşağılık bir sudan
yaratılmadılar. Aksine onları birden vücuda getirdin ve sonra da
onları göklerinde yerleştirdin.[84]
19011. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Melekler ne yer, ne içer, ne
evlenirler. Aksine onlar, Arşın nesimi ile yaşarlar.[85]
19012. Resulullah (s.a.a), müşriklere
hüccet ve delil göstererek şöyle buyurmuştur: Sizin
duyularınız meleği algılayamaz. Zira onlar görülmeyen hava
cinsindendir. Eğer gözleriniz bir meleği görecek kadar güçlü ve
keskin olursa şöyle dersiniz: Bu melek değil, aksine beşerdir.[86]
Kuran:
Sıra
sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allahı andıkça
anan meleklere and olsun [87]
Birbiri
ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara,
Allahın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile
batılın arasını ayırdıkça ayıranlara,
kötülüğü önlemek veya uyarmak, için vahiy getiren meleklere and olsun. [88]
Canları
boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun, canları
kolaylıkla alanlara and olsun, yüzüp yüzüp gidenlere and olsun,
yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere
and olsun.
[89]
19013. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sonra o yüce göklerin arasını
yardı ve o yarıkları çeşitli meleklerle doldurdu.
Bazıları rüku etmeksizin sürekli secde halindedir. Bazıları
dik durmaksızın, rüku halindedir. Bazıları saflar halinde
kıyamda durmuş, birbirinden ayrılmazlar. (Hepsi de)
usanmaksızın tespih ederler. Gözlerine uyku girmez,
akılları yanılmaz, bedenleri zayıf düşmez ve unutma
gafletine düşmezler.
Bazıları Onun vahyinin eminleri ve
elçilerine (vahyini bildiren) dilidirler, emrini ve kesinleşmiş
hükümlerini getirir götürüler. Bazıları kullarını gözetirler
ve cennet kapılarında hizmetçilik ederler. Bazılarının
ayakları yeryüzünün en alt katmanlarında sabittir, boyunları en
yüksek göklerden (yukarı) taşmış haldedir, organları
alemin kenarlarına taşmıştır, omuzları Arşın
ayaklarını yüklenmeye uygundur. Gözleri Onun karşısında
eziktir. Onun altında kanatlarına bürünmüşlerdir. Kendilerinden
başkası arasına izzet örtüsü ve kudret perdesi gerilmiştir.
Rablerini tasvir (şekillendirme/betimleme) vehmine kapılmazlar,
yaratıkların sıfatlarını Ona isnat etmezler, Onu mekanla
sınırlamazlar, ona benzerleriyle işaret etmezler.[90]
19014. İmam Ali (a.s) meleklerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Onları
çeşitli şekillerde ve ölçülerde yaratmıştır, Kanatları
vardır, Onun gücünün yüceliğini tesbih ederler. Onun eseri olan bir
yaratığı kendilerine mal etmezler. Onlardan yağmur yüklü
bulutların, büyük yalçın dağların ve
şaşırtıcı karanlıkların yaratılışında
bulunanlar vardır. Ve onlardan ayakları alt zeminin
sınırlarını aşmışları vardır ki,
hava deliklerine konmuş beyaz bayrakları andırırlar, altlarında
hoş bir esinti, belli bir noktaya kapatmıştır onları.
Ona ibadetle meşgul olmaları, onları başka şeylerle
meşgul olmaktan alıkoymuştur.[91]
19015. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah melekleri çeşit çeşit
yarattı, Resulullah (s.a.a) Cebraili gördüğünde altıyüz
kanadı vardı, baldırında bitkilerin
yaprağının üzerindeki yağmur taneleri gibi inciler
vardı. O gökle yer arasını doldurmuştu.
Hakeza şöyle buyurmuştur:
Allah Mikaile dünyaya inmesini emrettiğinde sağ ayağı
yedinci göktedir, diğer ayağı ise yeryüzün yedinci katına
varmakta. [92]
19016. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allahın kıyamet gününe kadar
rüku halinde olan melekleri vardır ve Allahın kıyamete kadar
secde halinde olan melekleri vardır.[93]
19017. İmam Zeynul Abidin (a.s) Arşı
taşıyan ve her mukarreb meleğe selavat gönderme duasında
şöyle buyurmuştur: Allahım, seni
tesbih etmekten bıkmayan, seni kutsamaktan usanmayan, sana ibadet etmekten
yorulmayan, emrini yerine getirmede ciddiyetle çalışıp
ihmalkârlık etmeyen, sana olan iştiyaklarından asla gaflete
düşmeyen, Arşının taşıyıcılarına;
kirpik kırpmadan izninin ve emrinin gelmesini bekleyen, (emrin gelince de)
Sura üfleyerek kabir rehinleri olan baygınları ayıltacak Sur
sahibi İsrafile; indinde şan-şeref sahibi olan, sana itaat
ederek yüksek bir yere ulaşan Mikaile; vahyinin emini, gökler ehlinin
yanında kendisine itaat edilen, nezdinde saygın olan, katında
mukarreb (yakınlaştırılmış) olan Cebraile;
perdeler meleklerine müvekkel olan Ruha (bir melek) ve senin emrinden olan
Ruha (bir başka melek) salat eyle.
Onlardan alttaki, göklerinin sakinleri,
elçiliğin hususunda güvenilir olan, çalışmaktan
bıkkınlık duymayan; zor işlerden yorulup yılmayan,
nefsani istekleri kendilerini seni tesbih etmekten alıkoymayan, gafletler
unutkanlığıyla seni ululamaktan geri kalmayan, yere bakan
gözleriyle sana doğru bakmaya kasdetmeyen, çenelerini aşağı
indirmiş, katındakine büyük rağbet duyan, nimetlerini anmaya
aşırı derecede düşkün olan, azametinin, büyüklüğünün
yüceliği karşısında alçalan; günah ehline karşı
cehennemin uğultusunu görünce: Her türlü eksiklikten münezzehsin sen,
sana hakkıyla ibadet etmedik söyleyen meleklerine de (salat eyle,
Allahım).
Bütün bunlara salat ettiğin gibi;
rahmet meleklerine; katında yakınlık sahibi olanlara; gaybı
peygamberlerine taşıyanlara; vahyinin eminleri olanlara; kendin için
ayırdığın, kutsamanla kendilerini yiyip içmekten
müstağni kıldığın ve gök tabakalarına
yerleştirdiğin melekler kabilelerine; göklerin uçlarında
vaadinin sona ermesiyle emrinin (kıyametin) gerçekleşmesini
bekleyenlere; yağmur hazinelerinin bekçilerine; bulutları
sevkedenlere, sevketmesiyle yıldırım seslerinin duyulup
şimşeklerin çakmasına vesile olanlara; kar ve doluyu
uğurlayanlara; yağmur damlalarıyla birlikte inenlere; rüzgarların
hazineleriyle ilgilenenlere; yerinden oynamasın diye dağları
tutmakla görevli olanlara; suların ölçüleri, şiddetli ve sağanak
yağmurların ölçeğiyle
tanıştırdıklarına; istenmeyen belalarla veya sevilen
bollukla yeryüzüne gönderdiğin meleklerine; çok kıymetli, iyilik
sever elçilerine; çok değerli, (amelleri) yazan koruyuculara; ölüm
meleği ve yardımcılarına; (kabir
sorgulayıcıları) Münker ve Nekire; kabir ehlini sınava
tabi tutan Rumana; Beyt-i Mamur etrafında tavaf edenlere; Malike ve
(cehennem) bekçilerine; Rızvana ve cennetlerin hizmetçilerine;
kendilerine emir verildiği konuda Allaha isyan etmeyen ve emredildikleri
şeyi yapan (Tahrim/6) meleklere; (cennet ehline:) Selam size,
sabrettiğiniz için; (dünya) yurdun(un) sonu ne güzel! (Rad/24)
diyenlere; kendilerine: Tutun onu, derhal bağlayın onu; sonra
cehenneme atın onu. (Hâkka/30-31) dendiği zaman bekletmeden hemen
emri yerine getiren zebanilere; anmadığımız, katındaki
yerini, ne işle memur kıldığını bilmediğimiz
diğerlerine; havadakilere, yerdekilere, sudakilere ve yaratıklar
üzerindeki denetleyicilere, bütün bunlara her nefsin bir sürücü (melek) ve bir
tanık (melek) eşliğinde geleceği gün salat eyle ve yine
onların yüceliklerine yücelik katacak ve temizliklerine temizlik katacak
bir salat eyle.[94]
Melekler Hakkında Bir çift Söz
Kuran-ı Kerimde defalarca
melekler zikredilmiştir. Ama onlar arasında sadece Cebrail ve
Mikailin adı anılmıştır. Diğer melekler ise
sıfatlarıyla anılmıştır. Örneğin
Melekul-Mevt (ölüm meleği), Kiramel-Katibin, Seferetul-Kiram, el-Verere
ve Rakib ve Atid vb
Münezzeh olan Allahın kendi
sözünde (Kuranda) melekler hakkında zikrettiği amel ve
sıfatlar ile bu konuda daha önce zikredilmiş hadislerden de
anlaşıldığı üzere evvela melekler yüce
varlıklardır. Allah-u Teala ile meşhud (maddi) alem
arasında vasıta konumundadırlar. Zira küçük ve büyük bütün
olaylarda meleklerin bir etkisi vardır. Olayların boyutlarına
bağlı olarak her olaya mutlaka bir veya birden fazla melek vekil
kılınmıştır. Elbette onların bu konudaki rolü
sadece ilahi emri akışına koymak veya onları yerli yerine
yerleştirmektir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: Allahtan önce söz söyleyemezler; ancak Onun emri
üzerine iş işlerler.[95]
İkinci olarak melekler asla
Allahın emrine isyan etmezler. Zira melekler bağımsız bir
iradeye sahip varlıklar değillerdir. Dolayısıyla da onlar
münezzeh olan Allahın iradesine aykırı bir şey dilemezler.
Bu yüzden de hiçbir şeyi küçük görmezler ve kendi sorumluluklarına
verilen hiçbir ilahi emri tahrif etmezler, azaltıp çoğaltmazlar ve
değiştirmezler. Nitekim Allah-u Teala bizzat şöyle
buyurmuştur: Allahın kendilerine verdiği emirlere baş
kaldırmayan, kendilerine buyurulanları yerine getiren pek haşin
meleklerdir.[96]
Üçüncü olarak melekler
sayıları çok olmakla birlikte çok çeşitli mertebelere
sahiptirler. Onlardan bazısı yüce, bazısı düşük
makamlıdır. Onlardan bazısı emir vermekte ve emirlerine
itaat edilmektedir. Diğer bazısı da memurdur ve emre itaat
etmektedir. Emir veren melekler Allahın emriyle emretmekte ve onun emrini
memura götürmektedir. Memur olan kimse de Allahın emriyle memurdur ve
hakikatte Allaha itaat etmektedir. O halde meleklerin kendiliğinden
hiçbir bağımsızlığı yoktur ve hiçbir role sahip
değildirler. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: Bizim her birimizin bilinen bir makamı
vardır.[97]
Hakeza şöyle buyurmuştur: sözü dinlenen ve güvenilen.[98]
Hakeza şöyle buyurmuştur: Rabbiniz ne söyledi? Diye sorarlar; Hak
söyledi derler.[99]
Dördüncü olarak melekler asla
mağlub ve yenilgi haline düşmezler. Zira onlar Allahın emri ve
iradesi üzere hareket etmektedirler. NE göklerde ne de yerde Allahı aciz
bırakacak bir güç vardır.[100]
Hakeza Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: Allah, işinde hakimdir, fakat
insanların çoğu bunu bilmezler.[101]
Hakeza şöyle buyurmuştur: Allah, buyruğunu yerine getirendir.[102]
Buradan da açıkça
anlaşıldığı üzere melekler cismani maddeden münezzeh
olan varlıklardır. Zira madde, zeval, fesat ve
değişikliğe maruzdur. Maddi varlıkların özelliği
kendi hedeflerine doğru harekette, tedricen kemale ermeleridir. Elbette
bazen de bir takım engel ve afetlerle karşılaşmakta,
hedefinden mahrum hale düşmekte ve hedefine ulaşmadan önce ortadan
kalkmaktadır.
Buradan da
anlaşıldığı üzere meleklerin suretleri, şekilleri
ve cismani heyetleri hakkında rivayetlerde yer alan bilgiler ve bizim
rivayi bahsimizde daha önce aktardığımız miktar, meleklerin
Peygamberler ve imamlara temessül ve zuhur hakikatini beyan etmektedir. Onlar
sadece melekleri böyle nitelendirmişlerdir. Halbuki onların hiçbir suret
veşekille irtibatları yoktur. Zira temessül ve teşekkül (zuhur
ve şekle dönüşme) arasında fark vardır. Meleğin insana
temessülü bir meleğin kendisini müşahade eden kimseye insan
şeklinde zuhur etmesidir. O halde melek, müşahade ve idrak
kalıbında insani şekil ve surete girer. Ama haddi zatında
ve idrak çerçevesi dışında meleksel surete sahip bir melektir.
Bu ise teşekkül ve tasavvurun (şekillenme ve surete bürünmenin) tam
tersinedir. Zira eğer melek, insan şeklinde şekillenip ve insan
suretinde olursa, haddi zatında da insandır ve de idrak ile
dış alem arasında bir fark yoktur. Zira bu durumda, her
dışarıda, hem de zihinde insandır.
Meryem suresinin tefsirinde de temessül
hakkında yeterli açıklamada
bulunmuştuk.
Münezzeh olan Allah da temessül
hakkında dediğiniz anlamı tasdik etmekte, Mesih ve Meryem
olayında şöyle buyurmaktadır: Cebraili göndermiştik de ona tam bir insan
olarak görünmüştü. [103]
Bu ayetin tefsiri daha önce (Meryem suresinde) geçmişti.
Ama dillerde dolaşan bilgilere
bakıldığında melek, köpek ve domuz dışında her
şekle bürünen latif bir cisimdir. Cin ise çeşitli şekillere,
hatta köpek ve domuz şekline dahi bürünen latif bir cisimdir. Bu
söylentinin, ne akli delili vardır, ne de kitap ve muteber sünnette nakli
bir kaynağa sahiptir. Bazıları da bu konuda icma iddiasında
bulunmuşlardır. Bunlara cevap olarak şöyle demek gerekir:
Evvela bu iddianın gerçeği yoktur, böyle bir icma söz konusu
değildir, ayrıca icma olsa da bu tür itikadi meselelerde icmanın
hüccet oluşu hakkında delil mevcut değildir.[104]
Kuran-ı Kerimden
anlaşıldığı kadarıyla meleklerin bu dünyada ve
hem de diğer dünya Allah-u Teala ve varlıkları arasında
vasıtadırlar. Yani olaylar hakkında ölüm gelmeden ve başka
aleme intikal etmeden önce ve hakeza ondan sonra melekler meşhud (görülen)
alemin sebeplerinden daha üstün birer vasıta konumundadırlar.
Ama dönüş anında yani, ölümün
nişanelerinin zuhur ettiği, canın alındığı,
soruların sorulduğu, kabir azabı, öldürme ve herkesin sura üfürülüşle
yeniden diriltildiği, haşredildiği, amel defterlerinin
kulların eline verildiği, terazilerin ikame edildiği,
kulların hesabının görüldüğü, kulların cennete ve
cehenneme doğru sürüldüğü zamanlarda, meleklerin vasıta
oluşu, açıklamaya bile gerek duyulmayan bir konudur. Bu konuya
delalet eden ayetler oldukça çoktur. Onları zikretmeye ihtiyaç yoktur.
Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt imamlarından (a.s) bu konuda nakledilen
rivayetler de sayısızdır.
Meleklerin teşrii, yani vahiy
nüzulu, bu konuda şeytanların müdahalesini önleme, Peygamberleri
takviyet etme, müminleri teyit etme ve istihbar vesilesiyle onları
temizleme hususunda da meleklerin vasıta olduğu tümüyle açık bir
mevzudur, beyan ve açıklamaya hiçbir gerek yoktur.
Ama meleklerin bu dünyada işleri tedbir
vasıtası olduğu hususunun delili ise bu surenin
başındaki ilk ayetlerin mutlak oluşudur. Nitekim şöyle
buyurmuştur: Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara And
olsun. Canları kolaylıkla alanlara And olsun. Yüzüp yüzüp gidenlere
And olsun. Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten
meleklere And olsun. Ki
bu ayetlerin beyanı daha önce geçmişti.
Hakeza başka bir delili de şu
ayettir: Hamd, melekleri
ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allaha mahsustur.[105]
Bu ayetin tefsirinde de dediğimiz gibi ayetin mutlak oluşu,
meleklerin yaratıldığına ve işlerinin de Allah-u Teala
ve yaratıkları arasında vasıta olduğuna ve
Allahın emirlerini icra için gönderildiklerine delalet etmektedir.
Nitekim meleklerin niteliğini beyan eden şu ayetten de bu gerçek
anlaşılmaktadır: Hayır; melekler şerefli
kılınmış kullardır. Allahtan önce söz söyleyemezler;
ancak Onun emri üzerine iş işlerler.[106]
Üstlerinde
olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.[107]Ayrıca
meleklerin kanatlarının olması da bu konuya işaret
etmektedir.
O halde melekler Allah ile
yaratıkları arasında, Allahın emrini onlar arasında
icra etmekten başka bir role sahip değildir ve bu vasıta
oluş da sıradan bir olay değildir. Yani münezzeh olan Allah emrini
onlar vasıtasıyla icra etmektedir. Böylece onların da daha sonra
vasıtasız olarak icra etmesi sağlanmaktadır. Zira Allah-u
Tealanın sünnetinde ihtilaf ve sapma yoktur. Rabbim elbette doğru yoldadır.[108]
Hakeza şöyle buyurmuştur: Sen Allahın yasasında bir
değişiklik bulamazsın. Sen Allahın yasasında bir
başkalaşma da bulamazsın.[109]
Bazı meleklerin diğerlerinden
üstün oluşu, üst meleğin, bir alt meleğe emredişi de bu
aracılık örneğindendir. Zira itaat edilen melek gerçekte Allah-u
Teala ile itaat eden melek arasında, Allah-u Tealanın emrini
ulaştırmaya aracılık etmektedir. Tıpkı
Melekul-Mevtin (ölüm meleğinin) yardımcılarından birine,
bir kimsenin canını almasını emretmesi gibi
Nitekim
Allah-u Teala da meleklerin sözünden şöyle nakletmektedir: Bizim her birimizin bilinen bir makamı
vardır. [110]
Hakeza şöyle buyurmuştur: güçlü, güvenilen[111]
Hakeza şöyle buyurmuştur: Sonunda, gönüllerindeki korku giderilince
birbirlerine Rabbiniz ne söyledi? diye sorarlar; Hak söyledi derler.[112]
Buraya kadar söylediklerimiz, yani
meleklerin Allah-u Teala ile yaratıkları arasında vasıta
oluşu ve meleklerin, olayların kendilerine isnat edildiği
etkenler olduğu gerçeğinin olayların maddi yakın sebeplere
isnadı ile hiçbir aykırılığı yoktur. Zira
nedensellik olayı, uzunluğuna bir iştir, enine değil. Yani
yakın sebep olayı meydana getiren sebeptir, uzak sebep ise nedenin
nedenidir.
Hakeza meleklerin vasıta oluşu
ve olayların kendilerine isnadı, olayların Allaha isnadı
ile ve de Rububiyet tevhidi gereğince bütün varlıkların ve
olayların yegane sebebinin Allah oluşu ile hiçbir
aykırılığı yoktur. Zira söylendiği gibi
nedensellik olayı, uzunlamasına gerçekleşen bir olgudur, enine
değil! Olayların meleklere isnadı, onların yakın
doğal sebeplere isnadı ile hiçbir çelişkisi yoktur.
Kuran-ı Kerim olayların doğal nedenlere ve olaylara isnadını
teyit etmiştir. Hakeza onların meleklere istinadını da
kabul etmektedir.
Nedenlerin hiç birisi Allah-u Teala karşısında
bir bağımsızlığa sahip değildir.
Dolayısıyla Allahtan kopmamıştır ve
dolayısıyla da o nedene isnad edilen şey münezzeh olan Allaha
istinattan ayrı değildir. Putperestlerin söylediği ve
inandığı inanç, yani Allahın işlerin idaresini
yakın meleklere bıraktığı ve kendisinin artık bu
işlerde bir rolünün olmadığı, onların tümüyle
bağımsız çalıştığı doğru
değildir. Zira Kuran-i tevhit, her şeyden, tam
bağımsızlığı reddetmektedir. Onlar kendileri için
hiçbir fayda, zarar, ölüm, hayat ve diriliş hususunda irade ve yetki
sahibi değildir.
Eşyanın uzak ve yakın
sebeplere isnadı ve bu sebeplerin münezzeh olan Allaha dayanması
olayını bir yazıya benzetmek mümkündür. Zira insan da kendi eli
ve kalemiyle yazmaktadır. Bu yazıyı hem kaleme isnat etmek
mümkündür, hem de el ve kalem vesilesiyle yazan kimseye isnat etmek mümkündür.
Ama gerçek anlamıyla asıl neden, nedensellik hususunda
bağımsızlığı olan insandır ve insanın
yazmaya istinadı ile çelişmemektedir.
Hakeza meleklerin tedbir işlerinde
aracı olmasının Allah-u Tealanın sözünden
anlaşıldığı üzere bazı meleklerin veya tümünün
sürekli ibadet, tespih ve Allaha secde durumunda olmasıyla da hiçbir
aykırılığı yoktur. Nitekim ayette şöyle yer
almıştır: Katında olanlar Ona kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar.
Gece ve gündüz, bıkmadan tespih ederler.[113]
Hakeza şöyle buyurulmuştur: Doğrusu Rabbinin katında olanlar, Ona
kulluk etmekten büyüklenmezler, Onu tenzih ederler ve yalnız Ona secde
ederler.[114]
Zira meleklerin ibadet, secde ve tespihi de Allahın izzeti
tarafından gelen bir emrin tedbir ve emri yerine gerirme işinin aynısı
olabilir. Nitekim şu ayet de buna işaret ediyor olabilir: Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve
melekler, büyüklük taslamaksızın Allaha secde ederler.[115][116]
Kuran:
O, kulların
üstünde yegane kahirdir ve size koruyucular gönderir. Artık birinize ölüm
gelince elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun canını
alırlar.
[117]
Ardında
ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır; Allahın emriyle onu
gözetirler. Bir kavim kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah
onları değiştirmez. Allah
bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne
geçilmez. Onlar için Allahtan başka hami de bulunmaz. [118]
Oysa,
yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi
gözetlemektedirler.
[119]
19018. Tefsir-i Kumide
Sizi
gözetlemektedirler ayeti hakkında şöyle yer
almıştır: Yani insana tayin edilen iki melek demektir. Yaptıklarınızı
bilen değerli yazıcılar ise iyilikleri ve kötülükleri
yazarlar.[120]
19019. İmam Sadık (a.s), kendisine,
Neden Allah gizlilikleri ve en gizlilikleri bildiği halde melekleri tayin
etmiştir? diye soran Zındıka şöyle buyurmuştur: Allah
bu iş ile melekleri kul edinmiş, onları kendi
yaratıklarına şahit kılmıştır. Böylece
kullar da meleklerin kendileriyle beraber olması hasebiyle, Allaha itaate
daha fazla dikkat göstermekte, Allaha isyan etmekten daha çok
sakınmaktadır. Nice defa kul günahı kastetmekte, ama iki
müvekkel meleği hatırlaması sebebiyle günahtan sakınmakta
ve kendini korumaktadır. Zira şöyle demektedir: Rabbim beni
görmektedir, beni gözetleyen melekler de bu günahıma tanıklık
edeceklerdir.
Allah lütfü ve merhameti sebebiyle
melekleri kullarına müvekkel kılmış, böylece insanları
isyankar şeytanlardan, yeryüzünde eziyet eden haşerelerden, bir çok
afetlerden ve diğer zararlardan Allahın izniyle kendilerinin de
anlamadığı bir şekilde aziz ve celil olan Allahın
emri gelinceye kadar korumaktadır.[121]
19020. İmam
Bakır (a.s), Allah-u Tealanın, Ardında ve önünde
insanoğlunu takip edenler vardır; Allahın emriyle onu gözetirler
ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: Allahın emriyle onu bir
kuyuya düşmekten veya başına bir duvarın
yıkılmasından veya bir musibetin çatmasından korurlar.
Eceli geldiğinde ise onu yalnız bırakırlar ve onu
mukadderatına (taktir edilen şeylere) doğru sürerler. Bu
koruyucular gece kendisini koruyan iki melek ile gündüz kendisini koruyan iki
melektir ve bu işi sırayla yaparlar.[122]
19021. İmam Sadık (a.s), Al-i
Samın kölesi Abdulalaya şöyle buyurmuştur: Sana
göre Biz onları saydıkça sayıyoruz Ayetinden maksat
nedir? Ben (Abdulala) şöyle arzettim: Günlerin
sayısıdır. İmam şöyle buyurdu: Babalar ve anneler de
bunu saymaktadır. Hayır, ayetin maksadı, nefeslerin
sayısıdır.[123]
Bak. El-Murakebe, 1537. Bölüm; el-Mead
(3), 2990. Bölüm
19022. Davud b. Farkedil-Attar şöyle
diyor: Dostlarımızdan biri bana şöyle
dedi: Acaba melekler uyurlar mı? Ben, Bilmiyorum dedim. O şöyle
dedi: Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: Gece ve
gündüz, bıkmadan tespih ederler.[124]
Daha sonra da şöyle dedi: Bu
konuda sana İmam Sadıktan (a.s) bilgi aktarayım mı? Ben,
Evet dedim. O şöyle dedi: Bu soru, İmam Sadıka (a.s) da
soruldu. İmam şöyle buyurdu: Aziz ve celil olan Allahtan başka
her varlık, uyumaktadır, melekler de uyumaktadır. Ben
şöyle arzettim: Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: Gece ve gündüz, bıkmadan tespih ederler.
İmam şöyle buyurdu: Onların
nefesleri de tesbihtir.[125]
19023. İmam Sadık (a.s), kendisine,
Meleklerin yemesi, içmesi ve evlenmesi var mıdır? diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: Hayır onlar, Arşın
esintileriyle hayattadırlar. Şöyle arzedildi: Onların
uyumasının nedeni nedir? İmam şöyle buyurdu: Böylece
onlar aziz ve celil olan Allah
arasında bir farklılık olsun. Zira uyumayan ve uyuklamayan
sadece Allahtır.[126]
Bak. 3708. Bölüm 19010. Hadis
19024. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Cebrail (a.s) yanıma geldi ve
şöyle dedi: Biz melekler, içinde köpek, heykel veya idrar edilmiş
kabın bulunduğu eve girmeyiz.[127]
19025. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Cebrail (a.s)
şöyle buyurmuştur: Ey Allahın Resulü! Biz içinde resim bulunan
eve, içinde idrar edilen eve veya içinde köpek olan eve girmeyiz.[128]
19026. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Cebrail bana geldi ve şöyle
buyurdu: Ey Muhammed! Misvak kullanmadığınız, su ile
temizlenmediğiniz ve parmaklarınızın oynak yerlerini
(boğumlarını) yıkamadığınız halde
nasıl üzerinize nazil oluruz.[129]
496. Konu
El-Melekut
Melekut
F
Bihar, 12/56, 3. Bölüm;
İraetul-İbrahim (a.s) melekutus-Semavat-i vel-Erz
Kuran:
Göklerin ve yerin melekutunu, Allahın
yarattığı her şeyi ve ecellerinin yaklaşmış
olması ihtimalini düşünmüyorlar mı? Bundan sonra hangi söze
inanacaklar?
[130]
Böylece yakin edenlerden olması için
İbrahime göklerin ve yerin melekutunu gösterdik. [131]
Her şeyin melekutu elinde olan ve sizin de
kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir.[132]
19027. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey münezzeh, şanın ne yüce!
Ey münezzeh, görebildiğimiz yaratıkların ne yüce! Her büyük
senin kudretinin yanında ne küçük! Görebildiğimiz melekutun ne kadar
muhteşem! Bunlar, gözümüzden kaçan hükümranlığının
yanında ne cılız![133]
19028. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: O hiç bir örneğe bakmadan
yaratandır
Kudretinin melekutunu ve hikmetinin eserlerini ifade eden
inceliklerini bize göstermesi ve her varlığın sadece Onun kudretiyle
ayakta durabildiğini itiraf etmesi, bir hüccet olarak bizleri gayr-i
ihtiyari Onu tanımaya ve marifetine sevk etmiştir
[134]
19029. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Öyle bir kudret sahibidir ki vehim ve
akıllar onun kudretinin derecesini anlamaya çalışsa, vesvese
tehlikesinden uzak yüce bilginlerin zekası melekut gaybının
derinliklerini derk etmek için çabalasa, yine de hepsi eli boş geri döner ve gaybın
karanlıklarında kendi kurtuluşları için Allah-u Tealaya
sığınırlar.[135]
19030. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sonra o münezzeh Allah, göklere
yerleştirmek ve melekutunun yüce göğünü bayındır
kılmak için meleklerden güzel bir topluluk yarattı.[136]
19031. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sıfatların kendisini tanımaktan
aciz kaldığı, azametini akılların kavrayamadığı
ve böylece mülkünün sonuna erişilemediği Al-laha hamd olsun.[137]
19032. İmam Sadık (a.s), Allah-u Tealanın,
Böylece İbrahime gösterdik ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: Yeryüzü
ve yeryüzünde olan her şey, gökyüzü ile gökyüzünde olan her şey, Arşı
yüklenen melek ve Arşın üzerindeki herkes, İbrahim (a.s) için
keşfoldu. Allah Resulü (s.a.a) ve Müminlerin Emiri (a.s) için de öyle
yapıldı.[138]
19033. İmam Bakır (a.s), hakeza bu
ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: Yeryüzü
onun için keşfoldu, böylece yeryüzü ve onda olan her şeyi gördü,
gökyüzü de kendisine keşfoldu ve böylece onu ve onda olan herkesi gördü.
Gökleri yüklenen meleği, Arşı ve Arşın üzerinde olan
her şeyi müşahade etti. Aynı şekilde sizin dostunuza da
(İmam Bakıra) gösterilmiştir.[139]
19034. Zürare, İmam Bakırdan (a.s) ve
İmam Sadıktan (a.s), Böylece
ayeti hakkında şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Gökler
onun (İbrahim) için keşfoldu. Böylece Arşı ve üzerinde olan
her şeyi müşahade etti. Zürare şöyle dedi: Gökler, yeryüzü,
Arş ve Kürsü de mi? İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
Yeryüzü onun için keşfoldu ve böylece onu apaçık bir şekilde
gördü. Hakeza gökleri, göklerde olan her şeyi, gökleri yüklenen
meleği, Kürsüyü ve Kürsüde olan her şeyi açık bir şekilde
müşahade etti.[140]
19035. İmam Bakır (a.s), hakeza bu
ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: Gözüne
öyle bir güç verildi ki gözleri göklere nüfus etti, onda olan her şeyi
müşahade etti, Arşı, Arşın üzerinde olan herşeyi,
yeryüzü ve yeryüzünde olan her şeyi gördü.[141]
19036. İmam Sadık (a.s), hakeza bu
ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: Yedi
gök İbrahim (a.s) için keşfoldu. Böylece Arşın üzerinde
olan her şeye baktı, yeryüzü de kendisi için keşfoldu. Böylece
havada olan her şeyi müşahade etti. Muhammede (s.a.a) de böyle bir
şey gerçekleşti ve sizin dostunuz (İmam Sadık a.s-) için
ve ondan sonraki imamlar için de durum böyle olmuştur.[142]
19037. İmam Seccad (a.s) Sonra
yakınlaştı ve daha da yakınlaştı
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: Maksat
hicaplara yakın olan ve göklerin melekutunu gören Allah Resulüdür. Böylece
Peygamber çok yakınlaştı, ayaklarının altından
yeryüzünün melekutuna baktı, böylece yeryüzüyle iki ok miktarınca
uzaklıkta olduğunu zannetti.[143]
19038. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İbrahim Halil yukarı melekut
alemine götürüldü ve bu benim Rabbimin buyurduğudur: Böylece yakin
edenlerden olması için İbrahime göklerin ve yerin melekutunu
gösterdik.
Allah onu göğün altına
doğru yukarı çıkardığında gözlerine öyle bir güç
verdi ki yeryüzünü, gizli ve açık
varlıkları müşahade etti. Sonra zina eden bir erkek ve
kadını gördü. Onlara beddua etti, her ikisi de helak oldular. Daha
sonra (aynı hal üzere) iki kişiyi gördü. Onlara da beddua etti, her
ikisi de helak oldular. Yeniden iki kişiyi gördü, onlara da beddua etti,
böylece her ikisi de helak oldular. Sonra başka iki kişiyi gördü.
Onlara da beddua etmek istedi, ama Allah ona şöyle buyurdu: Ey
İbrahim! Benim kölelerime ve cariyelerime (kullarıma) beddua etmekten
el çek. Zira ben bağışlayan, rahim, cabbar (telafi eden) ve
halim biriyim. Kullarımın itaatleri bana bir zarar vermediği
gibi isyanları da bana bir fayda vermez. Ben senin gibi değilim ki
gönlümü yatıştırmak için onları tenbih edeyim. O halde
kullarıma beddua etmekten el çek. Zira sen gerçekte uyarıcı bir
kulsun, mülküme ortak değil! Sen ne beni ne de kullarımı
gözetensin. Kullarım benim hakkımda üç kısımdır: Ya
benim dergahıma tövbe eder, ben de onların tövbesini kabul ederim,
günahlarını bağışlarım, ayıplarını
örterim. İkinci grup ise, azaplarımı onlardan
alıkoyarım. Çünkü çok yakında onların sırtından
mümin bir neslin çıkacağını biliyorum. Bu yüzde de
onların kafir babalarını idare ediyorum. Onların kafir
annelerine karşı sabırla davranıyorum, azabımı
onlardan kaldırıyorum ki onlardan mümin bir soy vücuda gelsin. Birbirinden
ayrıldıklarında (yani mümin dünyaya geldiğinde) ise azabım
onlar hakkında gerçekleşir, belam onları çepe çevre sarar.
Eğer o ve bu olmasaydı (eğer tövbe etmeselerdi ve onların
soyundan mümin bir soy vücuda gelmeseydi) onlar için
hazırladığım azap, senin onlar için istediğin azaptan
daha büyüktür. Zira benim kullarım içim azabım, celal ve büyüklüğüm
esasıncadır. O halde ey İbrahim! Beni kullarımla baş
başa bırak, zira ben senden daha merhametliyim. Beni kullarımla
baş başa bırak. Zira ben cabbar, sabırlı, ilim ve
hikmet sahibiyim. İlmimle onları tedbir eder, kaza ve kaderini onlar
arasında icra ederim.[144]
19039. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: İbrahim (a.s) göklerin ve yerin
melekutunu müşahade ettiğinde, zina halinde olan bir şahsı
gördü. Ona beddua etti, o öldü. Sonra başka birini (o halde) gördü, ona da
beddua etti ve o da öldü. Üç kişiyi daha aynı halde gördü, onlar
beddua etti ve onlar da öldüler. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah ona
şöyle vahyetti: Ey İbrahim! Sen duası müstecap olan birisin. O
halde kullarıma beddua etme. Zira eğer isteseydim, onları
yaratmazdım. Ben kullarımı üç çeşit yarattım: Biri
bana ibadet eden ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayan kuldur, o halde
ben ona mükafat veririm. Diğeri ise benden başkasına tapan bir
kuldur, bu kul asla benim elimden kaçamaz. Diğer kul ise benden
başkasına tapan, ama onun sırtından bana ibadet eden bir
nesli çıkaracağım kuldur.[145]
Böylece yakin edenlerden olması için
İbrahime göklerin ve yerin melekutunu gösterdik.
Ayetinin zahirinden de anlaşıldığı üzere kezalike (böylece)
kelimesi Hani İbrahim, (üvey) babası (veya kayınbabası,
veya amcası veya öğretmeni) Azere, Putları ilah olarak mı
benimsiyorsun? Doğrusu ben seni
ayetinin içeriğine işarettir. Yani bu konuda İbrahime (a.s)
hakikati göstermeyi ifade etmektedir. O halde ayetin anlamı şöyledir:
Bu tür göstermekle biz, göklerin ve yerin melekutunu İbrahime gösterdik.
Bu işaretin ve sonraki ayetin Gece basınca bir yıldız gördü
ve sonraki ayetle önceki ayetin irtibatına delalet eden Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte
bulunmak onları önderler kılmak, onları varis yapmak istiyorduk
ayetinin yardımıyla açıkça anlaşıldığı
gibi nurî kelimesi, gelecek zamana delalet etmektedir. Geçmiş zamanı
hikaye etmektedir. Tıpkı Biz
yeryüzünde zayıf bırakılanlara minnet koymayı istiyoruz[146]
ayetindeki nuridu kelimesi gibi.
O halde ayetin anlamı
şöyledir: Biz göklerin ve yerin melekutunu İbrahime gösterdik ve bu
da amcası ve kavmiyle putlar hakkında tartışmasına,
kendilerine sapıklıklarını göstermesine sebep oldu. Biz bu
inayet ve ihsan sayesinde, yani melekut alemini ona göstererek ona yardım
ulaştırdık. Bu hal üzere akşam gelip çattı ve gözleri
yıldızlara ilişti.
Bu yüzden müfessirlerin ve kezalike
nurî (ve böylece gösterdik) cümlesi, önceki ve sonraki cümleyle bir
irtibatı olmayan cümledir. Ve hakeza bazılarının melekutu
ilk defa İbrahime gösterme meselesi gece gelip çattığında
ve yıldızları gördüğünde gerçekleşti, sözü asla
doğru değildir ve bu görüşe itina etmemek gerekir.
Göklerin ve yerin melekutunun
anlamına gelince
Melekut mülk (hükümranlık) demektir ve de masdar
anlamındadır. Tıpkı tağut ve ceberut kelimeleri gibi.
Dolayısıyla da adeta mülk ile mukayesede melekut kelimesi,
anlamı daha büyük bir vurguyla ifade etmektedir. Nitekim tağut ve
ceberut kelimeleri de tuğyan, cebr veya cübran kelimelerini daha büyük
önemle vurgulamaktadır.
Kuran da bu kavramı, sözlük anlamında
kullanmıştır. Nitekim Allahın kelamındaki diğer
kelimeler de aynen böyledir. Sadece Kuranın örneği ile bu kelimenin
örneği arasında bir fark vardır. Zira bir tür saltanat ve
hükümdarlık olan mülk ve melekut bizim aramızda farazi ve itibari bir
anlamdır. Onu itibar etmemize ve varsaymamıza sebep olan şey ise
toplumun insani bireylerde ve davranışlarda insanın
varlığına duyduğu ihtiyaçtır. Öyle ki toplumsal
meselelerin güçlülüğüne, adalet ve emniyetin sağlanmasına sebep
olsun. Bu anlam tıpkı insani topluluklarda sürekli müşahade
ettiğimiz gibi kendiliğinden intikal bağışlama, gazap
ve zor ve galebeyle tasarruf imkanına sahiptir.
Bu anlam itibari olmasına
rağmen ve de insani topluluklarda gerçek hükümet münezzeh olan
Allahın hakkı olmasına rağmen, Allah-u Teala hakkında
da tasavvur edilebilir. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: Hüküm ancak Allahındır.[147]
Hamd,
dünyada da ahirette de Onun içindir
[148]
Ama, bu itibari mülk ve
yöneticiliğin anlamının yorumu da açıkça ortaya
koyulduğu üzere gerçeklerde kök salmış ve sübut etmiş bir
yorumdur ve bu asla zail olacak ve intikal edecek bir durumda değildir.
Nitekim bizim her birimiz, kendimizin maliki ve sahibi konumundayız. Yani
hepimiz, kulak, göz, diğer organ ve fiillerimize hakim durumdayız.
Onlarda apaçık bir şekilde tasarrufta bulunmaktayız. Öyle ki kulak
ve göz, insanın emriyle işitmekte ve görmektedir, başka bir
insanın emri ve iradesine bağlı olarak değil! Bu anlam
bizim hakkımızda da gerçekleştiği hususunda şüphe
etmediğimiz güzel bir anlamdır ve bu gerçeklik yok olacak ve intikal
edecek bir gerçek de değildir. Zira insan kuvvet ve fiillerine maliktir.
Bu kuvvet ve fiiller de bütünüyle insanın vücuduna tabidir ve onun
vücuduyla ayakta durmaktadır. Onun varlığından
bağımsız ve ihtiyaçsız değildir. Örneğin göz,,
bakan insanın izniyle görmektedir, kulak onun izniyle işitmektedir. Eğer
insan olmasaydı, ne göz olurdu, ne görme olurdu, ne kulak olurdu ve ne de
duyma. Toplumda da insan gerçekte padişah ve yöneticinin emriyle iş yapmaktadır.
Eğer toplumdaki işlerin dizginlerini elinde tutan bu idare edici güç
olmasaydı, toplum vücuda gelmezdi. Eğer yönetici ve hakim bir kimseyi
amel ve tasarruftan alı koyacak olursa o artık buna isyan edemez.
Şüphesiz bu anlam aynen varlıkların
vücuda gelme kaynağı ve alemin düzeninin idare menşei olan
münezzeh olan Allah hakkında da gerçekleşmektedir. Hiçbir varlık
ne varlığında mertebesi yüce yaratıcıdan müstağnidir
ve ne de varlığının etkilerinde, yani kuvvet ve fiilleri
hususunda kendiliğinden hiçbir bağımsızlığa sahip
değildir. Ne bireysel durumda, ne de toplumsal durumda bağımsız
değildir. Bu kuvve ve fiiller varlık aleminin diğer cüzleriyle
irtibat halindedir. Dünyadaki kuvvetler ile bu kuvvetlerin irtibatı ve bu
kuvvetlerin birbirine karışımı da bu görülen genel düzeni
vücuda getirmektedir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: De ki: Mülkün sahibi olan Allahım![149]
Hakeza şöyle buyurmuştur: Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların
egemenliği Allahındır, Allah her şeye kadirdir.[150]
Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O
her şeye kadirdir. Ölümü ve dirimi yaratan odur.
Gökleri yedi kat üzerine yaratan odur.[151]
Bu ayetlerde mülahaza edildiği gibi
mülk ve padişahlığı yaratıcılığa neden
kılmaktadır. O halde varlıkların varlığı
Allahtandır. Onların varlık ve gerçekliklerinin Allaha nisbeti
de Allahın mülk ve padişahlığının
gerçekleşme ölçüsüdür ve bu da hiç kimsenin Allahın mülkünde ortak
olmadığı ve ondan başkasına intikal etmediği ve
aslında intikal ve başkasına havale imkanına sahip
bulunmadığı anlamındadır. Yani Allah-u Teala onlardan
asla sarf-ı nazar etmemekte ve diğerini kendi yerine geçirmemektedir.
Bu
melekut kelimesinin bu ayette yorumlandığı anlamının
aynısıdır. Bir şeyi dilediği zaman, Onun buyruğu sadece, o
şeye Ol demektir hemen olur. Her şeyin egemenliği elinde olan
ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir.[152]
Zira ikinci ayetin de açıkça ifade
ettiği gibi her şeyin melekutu münezzeh olan Allahın o
şeye buyurduğu Kun (ol) kelimesidir. Allahın sözü de onun
fiilinin ve eşyanın icadının aynısıdır. O
halde açıkça anlaşıldığı üzere melekut
eşyanın varlığının bizzat kendisidir ve
onların münezzeh olan Allah ile ayakta durduğunun ifadesidir. Bu
hiçbir şekilde ortaklık kabul etmeyen bir iştir. Mğnezzeh
ve tek olan Allaha mahsustur. Neticede saltanat ve tedbir anlamında olan
rububiyet başkasına bırakılmayı ve intikali kabul
edemez. İşte bu yüzden dolayı eşyanın melekutunu
incelemek insanı kesin bir hidayetle tevhide götürmektedir. Nitekim Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: Göklerin
ve yerin hükümranlığına, Allahın yarattığı
her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine
bakmadılar mı? O halde Kurandan sonra hangi söze inanacaklar?[153] Mülahaza edildiği
gibi bu ayetin anlamı da daha önce zikredilen mülk suresinin ayeti ile
aynıdır.
O halde
anlaşıldığı üzere göklerin ve yerin melekutundan maksat,
diğer ilgili ayetler üzerinde düşünmeden
anlaşıldığı kadarıyla, Hz. İbrahimin (a.s)
ruhunu, eşyayı müşahadeye yönlendirmekten ibarettir. Yani bütün
varlıkların varlığı Allah ile kaimdir ve bu istinad
ortaklık kabul eden bir istinat da değildir. İbrahim çok
geçmeden şu neticeye vardı ki, hiçbir mahlukat, başka bir
rububiyete, alemi tedbire ve alemdeki işleri idareye kadir değildir.
Çünkü putlar, insanların bizzat yaptığı ve
adlandırdığı heykellerdir. Allah onların
gerçekliği hakkında bir delil indirmemiştir. Böyle bir duruma
sahip olan varlıklar ise, onları bizzat yapmış olan
insanın rabbi ve maliki olamaz. Yıldız, ay ve güneş gibi
semavi cisimler de değişiklik içindedirler. Zira bazen insan için
zahir olmakta, bazen de insanın gözlerinden gizli kalmaktadır. Bu
varlıklar da bu hal üzere daha ileride diyeceğimiz gibi, varlık
aleminin yöneticisi ve idarecisi olamaz.
Böylece yakin edenlerden olması
ayetindeki lam harfi (liyekune) nedensellik içindir. Bu cümlenin geneli de
hazf edilen başka bir cümleye atfedilmiştir ve cümlenin takdiri ise
şöyledir: Liyekune keza ve keza ve liyekune minel mukinin (Böylece
şöyle veya böyle olması için ve yakin edenlerden olması için
)
Yakin hiçbir şek ve şüpheyle
karışmayan bir ilimden ibarettir. Şayet yakinden maksat da
Allahın ayetlerine ve nişanelerine yakin etmektir. Nitekim
başka bir yerde şöyle buyurmuştur: Sabredip ayetlerimize kesin olarak
inanmalarından ötürü, aralarından, onları buyruğumuzla
doğru yola götüren önderler yaptık.[154] Bu yakinin neticesi
ise Allahın güzel isimlerine ve üstün sıfatlarına yakindir.
Allah-u Tealanın Peygamber (s.a.a)
hakkında nazil buyurduğu ayetler de bu anlamı ifade etmektedir. Kulunu (Muhammedi) bir gece Mescid-i Haramdan,
kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren Allahın
şanı yücedir.[155]
Hakeza
şöyle buyurmuştur: Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu
aştı. O rabbinin büyük ayetlerinden bazısını gördü.[156]
Ama Allah-u Tealanın zatına
yakin hususuna gelince
Kuran-ı Kerim Allahın zatının her
türlü şek ve şüpheden yüce olduğunu ve hiçbir ilmin
Allahın zatını ihata edemeyeceğini, aksine burada tümüyle
teslim olmak gerektiğini ifade etmektedir.
Kuran-ı Kerim, Allah-u
Tealanın nişanelerine yakinî bir ilmin özelliklerinden birinin de
Allahın dilediği ölçüde his perdesinin ötesinde varlık
hakikatlerinin keşfedilmesi olarak zikretmiştir. Örneğin bir
ayette şöyle buyurmuştur: Dikkat edin, şayet
yaptığınızın sonucunu kesin olarak bir bilseniz! And
olsun ki, cehennemi göreceksiniz.[157]
Hakeza
şöyle buyurmuştur: Ama iyilerin defteri yüksek katlardadır. O
yüksek katların ne olduğunu sen bilir misin? O, gözde meleklerin
gördüğü, yazılı bir kitaptır.[158]
19040. Resulullah (s.a.a), Mirac gecesinde
şöyle buyurmuştur: Aşağıya
inip dünya semasına vardığımda, kendimden
aşağıya baktım. Aniden bir bulut, toz, duman ve velvele ile
karşılaştım. Ey Cebrail! Bu nedir? diye sordum. O
şöyle buyurdu: Bunlar, göklerin ve yerin melekutu hakkında
düşünmesinler diye insanların gözünün üstünde dönen
şeytanlardır. Eğer bunlar olmasaydı, insanlar bir çok
ilginçlikleri görürlerdir.[159]
19041. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Eğer şeytanlar
insanların kalpleri etrafında dönmeseydi, şüphesiz göklerin
melekutunu görürlerdi.[160]
19042. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ne mutlu sabreden fakirlere! Onlar
göklerin ve yerin melekutunu görenlerdir.[161]
Bak. El-Kalb, 3390, 3399. Bölümler
497. Konu
el-İmla
Mühlet Vermek
F
Bihar, 73/377, 139. Bölüm; el-İmla
vel-İmhal alel-Kuffar
F
Bihar, 73/387, 141. Bölüm; Vak-u ma Yugallizu
alal-Abd fil-Measi ve İstihracillah Teala
Bak.
F
483. Konu, el-İmtihan
F
El-Bela, 403. Bölüm; en-Nimet, 3910. Bölüm;
ez-Zulüm, 2457. Bölüm
Kuran:
Küfredenler,
kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için
hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak,
günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab
onlaradır. [162]
Medyen
halkı da peygamberlerini yalancı saymış ve Mûsa da yalanlanmıştı.
Ama ben, kâfirlere önce mühlet verdim, sonra da onları
yakalayıverdim. Beni tanımamak nasılmış görsünler.
Nice kasabaların halkını haksızlık yaparken yok ettik.
Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, sarayları
bomboş kalmıştır. Yeryüzünde dolaşmıyorlar
mı ki, orada olanları akıl edecek kalpleri, işitecek
kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde
olan kalpler de körleşir. Senden, başlarına acele azâb getirmeni
istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir
gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir. Nice kasabalara,
haksız oldukları halde, mühlet vermiştim; sonunda onları
yakalayıverdim. Dönüş ancak banadır.[163]
Bak. Al-i İmran sıresi 196, 197. Ayetler;
maide suresi, 71. Ayet; Enam suresi, 44. Ayet; araf suresi, 94, 95, 182, 183.
Ayetler; tevbe suresi 85. Ayet; Yunus sursi, 11. Ayet; Hud suresi, 48. Ayet;
Rad suresi, 32. Ayet; Hicr suresi, 3. Ayet; Nahl suresi, 61. Ayet; Kehf
suresi, 85. Ayet; Meryem suresi, 84. Ayet; Ta-Ha suresi, 129-131. Ayetler;
Enbiya suresi, 44, 111. Ayetler; Müminun suresi, 54, 55. Ayetler; Furkan
suresi, 18.ayet; Şuara suresi, 146, 205-207. Ayetler; Ankebut suresi, 53. Ayet;
Lokman suresi, 124; Fatır suresi, 45. Ayet; Şura suresi, 21. Ayet;
Zuhruf suresi, 29. Ayet; Zariyat suresi, 43, 44. Ayetler; Kalem suresi, 45. Ayet;
Muddessir suresi, 11-16. Ayetler; Murselat suresi, 46. Ayet; Tarık suresi,
15-16. Ayetler
19043. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah hiçbir kimseyi insana
verdiği fırsat gibi bir şeyle imtihan etmemiştir.[164]
19044. İmam Rıza (a.s), kendisine, Ben
İbn-i Kıyamayı[165]
Allahın yaratıklarından sana en çok düşman kesilen biri
olduğu halde terk ettim diyen Hüseyin b. Hasana şöyle
buyurmuştur: Bu onun için kötüdür. (Hüseyin
şöyle diyor:) Ben şöyle arzettim, sizden çok ilginç bir şey
işitiyorum. İmam şöyle buyurdu: Ondan daha ilginç olanı
İblistir. O aziz ve celil olan Allaha daha yakın bir
makamdaydı, Allah ona emretti, ama o Allahın emrine isyan etti,
üstünlük tasladı ve kafirlerden oldu. Bunun üzerine Allah ona mühlet verdi.
Allaha yemin olsun ki Allah mühlet vermek gibi şiddetli bir şeyle
azaplandırmamıştır. Ey Hüseyin! Allaha yemin olsun ki
Allah onlara mühlet vermek gibi şiddetli bir azapla
azaplandırmamıştır. [166]
19045. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Firavuna, Ben
sizin en yüce rabbinizim dediği günden, Ben sizin için kendimden
başka bir ilah tanımıyorum sözünü söylediği güne
kadar, tam kırk yıl mühlet verdi. Daha sonra onu dünya ve ahiret
azabına düçar kıldı. Hakeza aziz ve celil olan Allah Musa (a.s) ve
Haruna (a.s) şöyle buyurdu: Şüphesiz sizin duanızı
kabul ettim. Oysa Allah-u Tealanın icabetinin sonucunu ona belli
kılmasına kadar tam kırk yıl çekti.[167]
19046. Yezid b. Meysere şöyle diyor: Allahın
Musaya nazil buyurduğu bilgiler arasında şu cümleleri gördüm:
Acaba mümin kulum dünya kapısını yüzüne açmam sebebiyle ve de
bu sebeple benden uzaklaştığı için sevinir mi veya mümin
kulum dünyayı ondan aldığım ve bu vesileyle de onu kendime
yakın kılmam sebebiyle sabırsızlık gösterir mi? Daha
sonra şu ayeti tilavet buyurdu: Kendilerine mal ve oğullar vermekle,
iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır;
farkında değiller.[168]
19047. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Müddetleri uzadı, böylece
horluklarını nihayete eriştirdiler. Kendilerini
değişikliklere (ve nimetlerin yok olmasına) müstahak
kıldılar.[169]
Allah-u Tealanın, Küfredenler
sanmasın sözü Allahın Peygamberini,
kafirlerin küfürlerinde acele etmeleri hususunda teselli verdiği bir
ayettir ve bu iş gerçekte kafirlere oranla ilahi bir kuşatmayı
ifade etmektedir. Böylece onlar ahirette hiçbir nasiplerinin
olmadığı bir duruma gelip çatmaktadırlar. Kafirlere hitap
etmekte ve açıkça Allahın onlara verdiği mühlet sebebiyle
sevinmemeleri gerektiğini bildirmektedir. Zira bu mühletler onları
yavaş yavaş daha çok günahlara doğru çekmekte ve bu mühletin
ardından düşüklük ve utançtan başka bir sonucu olmayan
insanı hor kılıcı bir azap vardır. Bu olay tümüyle kemale
erme kanunu ve sünneti esasıncadır.[170]
498. Konu
el-İstimna
Mastürbasyon
F
Bihar, 79/95, 80, el-İstimna
F
Bihar, 104/30, 32. Bölüm; el-Hezheze
vel-İstimna
F
Vesailuş-Şia, 18/574, 3. Bölüm; men
İstimna Felih et-Tezir
19048. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Bilin ki Allahın, meleklerin ve
tüm insanların laneti, hakkımızdan bir şey çiğneyen
kimsenin üzerine olsun
hakeza hayvanlarla cinsel ilişki kuran ve kendi
kendini tatmin eden (mastürpasyon yapan) kimsenin üzerine olsun.[171]
19049. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Üç kimse ile Allah-u Teala
kıyamette ne konuşur, ne onlara bakar ve nede onları temizler,
onlar için şiddetli bir de azap vardır: Beyaz saçını
koparan kimse, kendi kendini tatmin eden kimse ve livata (homoseksüellik) yapan
kimse.[172]
19050. İmam Sadık (a.s), mastürbasyon
hakkında soru sorulunca şöyle buyurmuştur: Allah-u
Tealanın kitabında nehyettiği büyük bir günahtır ve bu
fiili yapan kimse kendisiyle evlenmiş gibidir. Eğer bu işi
yapacak birini bilecek olursam, asla onunla yemek yemem. Soru soran kimse
yeniden şöyle sordu: Ey İbn-i Resulillah! Kuranın
neresinde bu işten sakındırılmıştır?
İmam şöyle buyurdu: Allahın şu buyruğunda: Kimde
bunun ötesinde bir şey dilerse şüphesiz ki o aşırı
gidenlerdendir. Bu amel de bunun ötesinde ifadesinin bir
örneğidir.[173]
19051. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Kendi eliyle evlenen kimse
(mastürbasyon yapan kimse) melundur.[174]
19052. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kendi tenasül organıyla oynayan birini Müminlerin
Emirinin (a.s) yanına getirdiler. İmam parmaklarını
kırbaçladı. Sonrada onu Beytülmal parasıyla evlendirdi.[175]
499. Konu
el-Mevt
Ölüm
F
Bihar, 6/116, 1. Bölüm; Hikmetul-Mevt ve
Hakikatuh
F
Kenz'ul-Ummal, 15/542-762; Kitabul-Mevt ve
Ehvalun Tekeu Bedeh
F
Vesailuş-Şia, 2/612,
Ebvabul-İhtizar
F
Bihar, 81/170-397, 1-186; Ebvabul-Cenaiz
Bak.
F
4. Konu, el-Ecel; 35. Konu, el-Berzah; 427. Konu,
el-Kabr; 374. Konu, el-Mead(1); 209. Konu, Ziyaretul-Kubur; 379. Konu,
eş-Şehadet (2); 305. Konu, el-Musibet
F
El-Hac, 706. Bölüm; ez-Zenb, 1387. Bölüm;
ez-Zekat, 1581. Bölüm; el-İlm, 2844. Bölüm; el-Fakr, 3221 ve 3230. Bölümler;
es-Sadaka, 2224. Bölüm
Kuran:
Hanginizin
daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan odur.
O, güçlüdür, bağışlayandır.[176]
19053. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her canlının bir ölümü
vardır.[177]
19054. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm ahiret adaletinin başlangıcıdır.[178]
19055. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm ile dünya sona erer.[179]
19056. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm ahiretin kapısıdır.[180]
19057. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sizden birisi ölünce kıyameti
kopar, o halde Allaha onu görüyormuşcasına ibadet edin ve her an
ondan bağışlanma dileyin.[181]
19058. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Sizden biri ölünce kıyameti
kopmuş olur. Böylece iyiliklerini ve kötülüklerini görür.[182]
19059. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ömürleri uzatıp kısaltarak,
öne salıp erteleyerek yaratmıştır. Ölüme bir takım
sebepler taktir etti. Ölümü uzun ömürleri çeken ip ve hayat düğümlerini
çözen bir unsur kıldı.[183]
19060. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hamd, İslamı şeriat
kılan, uyanlara dinini kolaylaştıran Allaha mahsustur.
Yolu
tasdik, yolunun işaretleri salih amel, ölümü son, dünyası imtihan,
kıyameti toplanma yeri, cenneti de ödüldür.[184]
19061. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben uyarıcıyım, ölüm
ansızın saldırandır ve kıyamet ise vaad edilen yerdir.[185]
19062. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Çünkü ölüm, lezzetlerinizi yok eder,
isteklerinizi karartır, sizi amaçlarınızdan
uzaklaştırır. O, sevilmeyen ziyaretçi, yenilmeyen pehlivan ve
istenmeyen suçludur. Sizleri ipleriyle ve kapanlarıyla avlar
Ölümün yoğun
karanlıklarının ve şiddetli acıların sizi
kuşatacağı (gün) yakındır.[186]
19063. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allahın her gün şöyle nida
eden bir meleği vardır; Ölmek için doğunuz, yok olmak için
toplayınız, harap olması için yapınız.[187]
19064. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölüm! Ölüm! Biliniz ki ölümden kaçmak
mümkün değildir. Ölüm sahip olduğu her şeyi kendisiyle getirir: Ebedi
yurt ehli için yüce cennete doğru hoşluk, rahatlık ve
uğurlu bir diriliş getirir. Bunlar bu ebedi yurt için
çalışmışlar ve ona rağbet göstermişlerdir. Ama
ölüm aldanma yurdunu talep edenler için ise, yakıcı ateşe
doğru sefalet, pişmanlık ve zararlı bir diriliş
getirir, onlar da bu aldanma yurdu için çaba göstermiş ve ona rağbet
göstermişlerdir.[188]
19065. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah insanı neyin uğruna
ölmüşse o şey ile birlikte haşreder.[189]
19066. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Her kul öldüğü şey üzere
dirilir.[190]
19067. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Müslümanın ölümü geldiğinde
bedeninin organları birbiriyle vedalaşır ve şöyle derler:
Selam olsun sana, kıyamet gününe kadar ben senden sen de benden
ayrılıyoruz.[191]
19068. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsan için en korkunç zaman üç
yerdir: Doğduğu, annesinin karnından dışarı
çıktığı ve dünyayı gördüğü gün (zaman),
öldüğü gün ve ahiret ehlini müşahade ettiği gün ve
dirildiği ve dünyada görmediği bir takım hükümleri gördüğü gün.[192]
19069. İmam Zeynül abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: İnsan
oğlunun en zor anları üç andır: Ölüm meleğini gördüğü
an, mezarından kalktığı an ve Allah Tebarek ve
Tealanın karşısında olduğu an. Böylece ya cennete
doğru gider, ya cehenneme doğru.[193]
19070. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir kavim Peygamberlerinin yanına
geldiler ve şöyle dediler: Dua et de Rabbin ölümü bizden
kaldırsın. Allah Tebarek ve Teala ölümü onlardan kaldırdı.
Ama sayıları hızla arttı, evleri kendilerine dar gelmeye,
nesilleri çoğalmaya başladı. Öyle ki sabah olduğunda evin
erkeği babasına, annesine, büyük babasına ve büyük
babasının babasına yemek vermek ve onları hoşnut etmek
(veya temizlemek) ve onlara iyi bakmak zorunda kalıyordu. Bu yüzden de
işinden gücünden oluyordu. İşte bu yüzden yeniden Peygamberlerinin
yanına gelip şöyle dediler: Rabbinden dile de bizi sahip
olduğumuz ömürlerimize geri çevirsin. Peyamber de aziz ve celil olan
rabbinden bunu diledi. Allah da onları (tayin edilmiş) ömürlerinin
müddetlerine geri çevirdi.[194]
19071. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz eski
zamanda bir topluluk Peygamberlerine şöyle demişlerdi: Dua et de
rabbin bizlerden ölümü kaldırsın. O Peygamber kendileri için dua
etti ve Allah onlardan ölümü kaldırdı. Böylece sayıları
arttı, evleri kendilerine dar gelmeye başladı. Nesil
çoğaldı, sabah olunca erkek babasına, dedesine, annesine ve
büyük babasına yemek yediriyor, onları temizliyor, üstüne
başına bakıyordu. Böylece de iş ve kazançlarından geri
kaldılar. Daha sonra (Peygamberlerine) şöyle dediler: Bizleri daha
önce bulunduğumuz hale geri döndürmesini dile. Peygamberleri de dua etti
ve Allah o topluluğu bulundukları ilk hallerine geri çevirdi.[195]
Hanginizin daha iyi iş işlediğini
belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan odur. O, güçlüdür,
bağışlayandır.
Ayetinde geçen hayat kelimesi varlığın his ve irade sahibi
olması ve ölüm ise bu iki özellikten yoksun olması
anlamındadır. Ama ölüm Kuran öğretilerinden de
anlaşıldığı üzere hayatın bir aşamasından
diğer bir aşamasına intikal etmektir ve bu konu daha önce de
söylediğimiz gibi şu ayetten istifade edilmektedir: Ölümü aranızda biz tayin ettik
sizin
bilmediğiniz şekilde[196]
O halde yaratılışın hayat gibi ölüme de taalluk etmesinin
hiçbir engeli ve sakıncası yoktur. Bu hal üzere
eğer ölümü örf ve halk nezdinde olduğu gibi yoklukla ilgili bir
iş olarak alacak olursan, bu durumda ölüm hayat melekesine sahip olmamak
anlamındadır ve yaratılışın kendisiyle ilintisini
doğruladığı vücuddan bir nasibi vardır.
Tıpkı körlüğün görmeye, karanlığın
aydınlığa oranı gibi (ki bu oran meleke ve yeti
yokluğudur.)
Hanginizin daha iyi iş işlediğini
belirtmek için
cümlesi de Allahın ölüm ve hayatı yaratışındaki
hedefini beyan etmektedir. Ayette geçen bela, deneme ve imtihan
anlamındadır ve de maksat şudur: Sizin bu tür
yaratılışınız yani önce yaşamanız ve sonra
ölmeniz hanginizin diğerinden daha iyi amel ettiğini ortaya koyan
deneysel ve öncül bir yaratılıştır. Açıkça
bilindiği gibi imtihan ve ayırt etmek sadece sonradan karşılaşacağınız
şeyler içindir ve o da herkesi, ameli esasınca layık olduğu
şekilde mükafatlandırmak veya cezalandırmaktır. Ayrıca
bu cümlede, yaratılışın asıl maksadının, iyi
mükafat vermek olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü iyi
işten ve iyi iş yapan kimsenin üstünlüğünden söz edilmektedir. O
halde yaratılıştan maksat, iyi amel sahipleridir ve
diğerlerinin yaratılışı ise onlar sebebiyle
gerçekleşmiştir.
Allah kendi sözünü O, güçlüdür, bağışlayandır
cümlesiyle sona erdirmiştir. Zira Allah azizdir ve yenilmezdir. Çünkü
mutlak kudret ve hükümdarlık sadece Allaha aittir ve bu yüzden de hiçbir
güç ona üstün gelemez. Her kime kendisine muhalefet gücü vermişse, bu da
sadece deneme ve imtihan içindir. Çok geçmeden de onlardan intikam
alacaktır. Asıl bağışlayan Allahtır. Zira
dünyada onların bir çok günahını bağışlamaktadır,
ahirette de vaad ettiği gibi onların bir çok günahını
affedecektir.
Bunun yanı sıra, ayetin
sonunda bu iki adın anılması da korkutmak ve İslamın
davet ettiği şeylere teşvik makamındadır.
Bilmek gerekir ki ayetin anlamı da
sadece delilsiz boş bir iddia değildir ve hedef sadece bunu telkin
etmekten ibaret olamaz. Elbette bazıları bu tevehhüme kapılabilir,
ama bu takriben zaruri veya tümüyle zaruri olan bir ön hazırlıktır
ve mükafat ve ceza için dirilişin zaruretine hükmedilmesini
gerektirmektedir. Zira ölümle sonuçlanan dünyevi hayat elbisesini giyen bu
insan, iki halden dışarı değildir: Ya iyi amel sahibi
olmakla nitelendirilecek, veya bunun tersine bürünecektir. Elbette insan
fıtratı gereği, öyle bir şekilde yaratılmış
ve techiz edilmiştir ki eğer bir engel ortaya çıkmazsa
kendiliğinden iyi işe doğru yürümektedir. Elbette çocuklar ve
onların hükmünde olan kimseler bunun dışındadır.
Diğer insanlar şüphesiz ya iyilik sahipleridir, ya da kötülük. Bu iki
hal üzere nitelendirilmenin dışında değildir.
Bir şeyin varlığına ilişkin
olan ve çoğu insanlarda cari olan halet ve sıfat,
varlığının nihayetidir ve
yaratılışının hedefidir. Örneğin bir
ağacın bitkisel hayatı, eğer genelde onun meyve
verişiyle sonuçlanıyorsa, bu meyve o ağacın varlığının
nihayetidir ve onun hedefi konumundadır. İyilik ve salah da
insanın yaratılışının hedefi ve nihayetidir ve bu
nükteden de anlaşıldığı üzere iyilik ve temizlik,
eğer iyi bir şey ise gerçekte bizzat istenilen bir şey
değildir. Aksine ondan hedef başka bir şeydir ve bizzat
istenilen şey ise ne noksanlık ve eksiklikle nitelendirilen ve ne de
başı boşluk ve günahkarlıkla birlikte bulunan temiz ve pak
hayattır. Söz konusu olan ayette, Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan
olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda bize dönersiniz[197]
ayetiyle aynı anlamdadır.[198]
19072. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan
Allah, içinde yakin olmayan bir şekke ölümden daha çok benzeyen içinde
şek bulunmayan bir yakin yaratmamıştır.[199]
19073. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsan için yakinle birlikte bulunan imandan
şekke daha çok benzeyen bir şey görmedim. Şüphesiz o her gün
ölüleri mezara doğru uğurluyor, teşyi ediyor, buna rağmen
yine de aldatıcı dünyaya yöneliyor, şehvet ve günahlardan el
çekmiyor. Şüphesiz bu fakir insanoğlu için topluluklarını
dağıtan, birliklerini bozan ve çocuklarını yetim
bırakan ölüm dışında, işleyecekleri bir günah ve
sorguya çekilecekleri bir hesap olmasaydı bile yine de şüphesiz bu
sıkıntı ve yorgunluk dolu dünyadan sakınması
yakışırdı.[200]
19074. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüleri
gördüğü halde ölümü unutan kişiye şaşarım![201]
19075. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her nefeste bir ölüm vardır.[202]
19076. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her zamanda bir kaybetme vardır.[203]
19077. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her anda bir ecel vardır.[204]
19078. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsanın nefes çekmesi, ölüme
doğru adım atmasıdır.[205]
Bak. el-Umr, 2924. Bölüm
Kuran:
Her insan
ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir.
Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse
artık kurtulmuştur. Dünya hayatı, zaten, sadece
aldatıcı bir metadan ibarettir.[206]
19079. İmam Ali (a.s) oğlu Hasana
yaptığı tavsiyelerin birinde şöyle buyurmuştur: Ey
oğlum! Dünya için değil, ahiret için
yaratıldığını bil. Hayat için değil, ölüm için;
beka için değil, yok olmak için var edildin. Ne kadar
kalacağını bilmediğin bir evde, alınıp götürüleceğin
bir durakta, ahirete varacağın bir yoldasın. Sen, korkan
kimsenin kurtulamayacağı, isteyenin er geç kavuşacağı,
sonunda mutlaka tadacağı ölümün avısın. Seni helak
etmesinden kork; günah bir işle uğraşıp tevbe ederim
ümidinde iken ölümün tevbe ile arana girmesinden ve kendini böylece helak
etmekten sakın.[207]
19080. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Eğer bir kimse bekaya
tırmanmak için bir merdiven, ölümü kendinden savmak için bir yol
bulabilseydi; cinlerin ve insanların hükümeti uhdesine verilen ve nübüvvetle
birlikte büyük yakınlığa mazhar olan Davud oğlu Süleyman
(a.s) bulurdu. Allah, dünya üzerindeki rızkını
tamamladığı ve müddetini doldurduğu zaman Süleyman'ı,
yokluk yaylarından atılan ölüm oklarıyla okladı. Böylece
dünya onsuz kaldı ve evleri yurtları sahipsiz kaldı da
onları başka toplumlar miras aldı.[208]
19081. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Siz, ölümün
kovaladığısınız; onun gelmesini oturarak bekleseniz de
sizi alır, ondan kaçsanız da sizi yakalar. O, size gölgenizden daha
yakındır. Ölüm sizi perçemlerinizden yakalar.[209]
19082. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm sizin perçemlerinize
düğümlenmiştir ve dünya ardınızdan dürülmüştür.[210]
19083. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm size gölgenizden daha çok
yapışmıştır ve sizden daha çok (üzerinizde) irade sahibidir.[211]
19084. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sayılan her şey sona erer,
mukadder olan ve beklenilen her şey ise gelip çatar.[212]
19085. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her canlı için bir yiyecek
vardır, her tane için de bir yiyen vardır ve sen ölümün yiyeceğisin.[213]
19086. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey insanlar! Her insan
kaçışında, kaçtığı şeye ulaşır ve
ecel nefsi ölüme doğru sürendir. Ölümden kaçmak bizzat ölüme ulaşmaya
sebep olur.[214]
19087. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Tealnın, De ki:
Kaçtığınız ölüm, mutlaka size gelip çatacaktır ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: Yılları
sayarsın, sonra ayları sayarsın, sonra günleri sayarsın,
daha sonra anları sayarsın ve daha sonra nefesleri sayarsın: Eceliniz
gelince bir an ertelenmez ve öne alınmaz.[215]
19088. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
(Allah) kendisiyle şöyle bir aht
bağladı: Ruh sahibi her canlıya da ölümü bir vade ve fenayı
işlerinin sonu olarak karar kılmıştır.[216]
19089. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümden korkan ondan kurtulamaz ve
bekayı dünyada sevene beka ihsan edilmez.[217]
19090. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm haristir; ne oturan onun
pençesinden kurtulur; ne de korkan onu acze düşürür.[218]
19091. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümden kaçan kimsenin hikayesi yeryüzünün
kendisinden alacaklı olduğu tilkinin hikayesidir. O tilki yeryüzünden
kaçar, yorulur, nefesten düşer, yuvasına gider. Yeryüzü
kulağına sürekli şöyle der: Ey tilki! Alacağımı
ver! Alacağımı ver! Bu esnada tilkiden bir hava çıkar ve
sürekli bu hal üzere olur. Sonunda boynu kesilir ve ölür.[219]
19092. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey Allahın kulları! Ölümden
ve onun yaklaşmasından sakının. Ona azık
hazırlamaya koyulun. O, büyük bir işle, yüce bir hadise ile, hiçbir
şerrin ebediyen onunla barınamayacağı bir hayırla, ya
da hiç bir hayrın ebediyen onunla olamayacağı bir şerle
geliyor. O halde cennete, cennetlik amel işleyenden daha yakın,
cehenneme de cehennemlik iş yapandan daha yakın kim vardır?![220]
19093. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sen (gün ve yılları) geride
bıraktığında ve ölüm de sana yöneldiğinde, o zaman senin
ölümle görüşmen ne de çabuktur![221]
19094. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim ölüme yakin gözüyle bakarsa onu
yakın görür.[222]
19095. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ahiret yakındır, (dünyada) kalma
süresi ise pek azdır.[223]
19096. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünyadan göç etmek yakındır.[224]
19097. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hiçbir son ölümden daha yakın
değildir.[225]
19098. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm yolcusu, beklenilmeye en
layık olan ve her yolcudan daha erken gelen yolcudur.[226]
19099. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Lahzaların
kısalttığı ve saatlerin geçişinin yok ettiği bu
ömür müddeti, kısa olmaya layıktır ve gece gündüz onu süren
gayip de (insan veya ölüm de) çabuk dönmeye layıktır.[227]
19100. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünyanın vakitleri her ne kadar
uzun da olsa kısadır. Dünyadan, dünya vakitlerinden istifade etmek
her ne kadar çok da olsa azdır.[228]
19101. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Beklenilen her şey gelecektir ve bilki
gelecek olan her şey de önceden varmış gibidir.[229]
19102. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hayat ölüme ne de yakındır.[230]
19103. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Diri ölüye ne de yakındır!
Çünkü sonunda ona katılacaktır. Ölü ise diriden ne kadar
uzaktır. Zira ondan kopmuştur.[231]
19104. İmam Ali (a.s), ölümün anlamı
sorulunca şöyle buyurmuştur: Bilen
bir kimseye sordunuz. Ölüm, insana inen üç işten biridir: Ya ebedi nimeti
müjdeleyen bir müjde, ya ebedi azabı haber veren bir haber, yada korku ve
hüzün sebebidir ve işi belirsizlik içindedir ve hangi zümreden
olduğunu bilmemektedir.[232]
19105. İmam Hasan (a.s), aynı soruya
cevap olarak şöyle buyurmuştur: Ölüm
müminlere ulaşan en büyük sevinçtir. Zira sıkıntı ve
sefalet yurdundan ebedi nimet yurduna intikal etmektedirler. Kafirlere ise
ulaşan en büyük yokluk ve helaktır. Zira cennetlerinden
(nimetlerinden) ortadan kalkmayan ve sona ermeyen ateşe doğru
götürülürler.[233]
19106. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hüseyin b. Ali b. Ebi Talibin (a.s)
durumu ağırlaşınca, yanında bulunanlar ona
baktılar ve halinin onların aksine olduğunu gördüler. Zira
halleri kötüleştikçe renkleri soluyor, bedenleri titriyor, kalpleri
çarpıyordu. Ama Hüseyin (a.s) ve bazı has dostlarının
renkleri daha da bir açılmakta, bedenleri huzura kavuşmakta,
ruhları sükuna ermekteydi. Bunun üzerine birbirlerine şöyle dediler:
Bakınız, ölümden hiç de korkmamaktadır. Hüseyin (a.s) da
onlara şöyle buyurdu: Sabredin ey yüce kimseler! Zira ölüm, sizi
sıkıntı ve sefaletten geniş cennetlere ve ebedi nimetlere
ulaştıran bir köprüden başkası değildir. Sizden
hanginiz zindandan saraya götürülmeyi hoş görmez.[234]
19107. İmam
Zeynul-Abidin (a.s), kendisine ölüm hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: Mümin için ölüm, üzerinden kirli ve bitli bir elbiseyi
çıkarmak, ağır paranga ve zincirleri koparmak ve yerine en
değerli elbiseleri, güzel kokuları, hızlı koşan
merkepleri ve en güvenli evleri geçirmektir. Kafir için ise ölüm bedenindeki
kıymetli elbiseyi çıkarmak, güvenlik dolu evden ayrılmak ve
onları en çirkin ve kaba elbiseler, en korkunç evler ve en büyük azaplarla
değiştirmektir.[235]
19108. İmam
Cevad (a.s), ölüm hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: Her gece sizlere
gelen uyku gibidir, sadece müddeti uzundur ve insanı uykudan sadece
kıyamet günü uyandırmaktadır. Uykusunda sayısız
çeşitli sevinçleri gören ve hesapsız çeşitli korkuları
gören kimsenin, uykuda sevinçli olan ve uykuda korkuya kapılan kimsenin
hali nasıl olur. İşte bu ölümdür. O halde kendinizi ölüme
hazırlayınız.[236]
19109. İmam Sadık (a.s), aynı
soru sorulduğunda şöyle buyurmuştur: Mümin
için kokladığı güzel kokudan daha güzeldir ve güzel kokusundan
uyumaktadır. Sıkıntısı ve eziyeti tümüyle ortadan
kalkar. Kafir için ise yılanların ve akreplerin sokması gibidir.
Belki ondan daha da acıdır.
Şöyle arzedildi:
Bazıları ise ölümün dünyada testereyle biçilmekten, makas ile
kesilmekten, taşlarla ezilmekten ve değirmen taşının
göz bebeği üzerinde dönmesinden daha acı olduğunu
söylemektedirler. İmam şöyle buyurdu: Bazı
kafirler ve günahkarlar için böyledir.[237]
19110. İmam
Kazım (a.s), ölmek üzere olan birisinin yanına vararak şöyle
buyurmuştur: Ölüm, müminleri günahından temizleyen bir arıtma
aracıdır. Vücutlarında olan en son günahın kefaresi olarak
kendilerine ulaşan en son acıdır. Ölüm kafirleri de
temizliklerinden arındırır, sahip oldukları iyiliğin
son sevabı olarak kendilerine ulaşan en son lezzet ve rahatlıktır.[238]
19111. İmam
Rıza (a.s), ashabından birini ziyaret edince şöyle buyurmuştur:
Halin
nasıldır? O şöyle arzetti: Siz gittikten sonra ölümü
gördüm.Maksadı hastalıklardan dolayı gördüğü
sıkıntı ve acılardı- İmam şöyle buyurdu:
Onu nasıl gördün? O şöyle arzetti: Zor ve acı dolu.
İmam şöyle buyurdu: Sen ölümü görmemişsin. Aksine ölümün
uyarıcısını görmüşsün. Sana sadece ölümün bir
parçasını gösteren şeyi görmüşsün.[239]
19112. İmam Cevad (a.s), ölümü hoş
görmemek hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: Zira
insanlar ölümü tanımamaktadırlar. Bu yüzden de ondan
hoşlanmamaktadırlar. Oysa eğer ölümü tanıyacak
olsalardı ve aziz ve celil olan Allahın dostlarından
olsalardı, şüphesiz onu severlerdi ve ahiretin kendileri için daha
iyi olduğunu bilirlerdi. İmam daha sonra şöyle buyurdu: Ey Ebu
Abdillah! Hangi delille çocuk ve deli kimse bedenini salim kılan ve
acılarını ortadan kaldıran ilacı yemekten
sakınmaktadır. O şöyle arz etti: Çünkü onun
faydasını bilmemektedir. İmam şöyle buyurdu: Muhammedi
hak üzere Peygamber olarak gönderene yemin olsun ki herkim kendisini ölüme
hakkıyla hazırlarsa, ölümün faydası tedavi görmekte olan kimseye
bu ilacın faydasından daha çoktur. Bil ki insanlar ölümün hangi
nimetle sonuçlandığını bilselerdi, şüphesiz
hastalıkları ortadan kaldırmak ve esenliğe kavuşmak
için ilaç peşinde koşan akıllı kimseden daha önce ölümü
taleb eder ve onu severlerdi.[240]
19113. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ali b. Muhammed (a.s) hasta olan
ashabının birinin yanına vardı. O ağladı ve ölüm
hakkında sabırsızlık gösterdi. İmam ona şöyle
buyurdu: Ey Allahın kulu! Sen ölümü tanımadığın için
korkuyorsun. Eğer bedenin kirlenir, eziyet göreceğin şekilde pislik
içinde kalır, böylece yaraya dönüşürse, sen de uyuz olur ve hamamda
yıkadığın taktirde bütün bunların ortadan
kalkacağını bilirsen, acaba yine de hamama gidip o pislikleri
kendinden atmayı mı istersin, yoksa hamama gitmeyip o hal üzere baki
kalmayı mı dilersin? O şöyle arzetti: Tabi ki ey İbn-i
Reslulillah (hamama gitmeyi severim) Bunun üzere İmam şöyle buyurdu:
Bu ölüm de işte o hamam gibidir. Son olarak günahlarını ve
kötülüklerini senden temizlemektedir. Böylece onun yanına
vardığında ve ondan geçtiğinde her türlü hüzün ve kederden
kurtulur ve her türlü sevinç ve mutluluğa erişirsin. Bu esnada o
şahıs huzura kavuştu, ölüme teslim oldu. Sükuna erdi, gözlerini
kapadı ve can verdi.[241]
19114. İmam Askeri (a.s) ölüm
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: Ölüm,
olmayan bir şeye inanmaktır. Babam bana babasından, o da
dedesinden, o da İmam Sadıktan (a.s) şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: Mümin ölduğü zaman, (gelecekte) o ölmemiştir.
Aksine ölen kafirdir.[242]
Kuran:
Melekler onların canını
temizlenmiş olarak alırken: Selam size;
yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin
derler.
[243]
Ey huzur içinde olan can! O senden, sen de Ondan
hoşnut olarak Rabbine dön! Ey can! İyi kullarımın
arasına gir. Cennetime gir.
[244]
İyi bilin ki, Allahın
dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allaha iman
etmiş ve Ona karşı gelmekten
sakınmışlardır. Dünya hayatında da, ahirette de müjde
onlaradır. Allahın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte
bu büyük kurtuluştur.
[245]
19115. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Müminin dünyadan
çıkışını sadece çocuğun annesinin karnındaki
karanlık ve sıkıntılardan dünyanın
hoşluğuna
çıkışına benzetebilirim.[246]
19116. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Mümin can verirken ölüm meleği
onun karşısında tıpkı zelil olan kölenin efendisi karşısında
durduğu gibi durur, o ve yardımcıları durur, ona
yakınlaşmazlar, böylece ona selam verir ve onu cennetle müjdeler.[247]
19117. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mümin dünyadan
ayrıldığını, dışarı
çıktığını hissetmez. Allah-u Tealanın şu
sözü de buna işaret etmektedir: Ey nefis
Bu halet dünyada takva sahibi olan ve
kardeşlerine yardımcı olan ve onlarla sürekli ilişki içinde
olan kimse içindir.[248]
19118. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Tealanın, Onlar için dünya hayatında
müjde vardır ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: Ölüm anında Muhammed (s.a.a) ve Ali (a.s) onu cennetle
müjdelerler.[249]
19119. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Bizi en çok seven
taraftarlarımızın can vermesi tıpkı sizden birinin bir
yaz günü içtiği soğuk su gibidir. Onların geriye kalanları
ise kendi yataklarında en güzel hal üzere ölür. Bu hal sizden her birinin
o şekilde ölmeyi arzuladığı bir halettir.[250]
19120. Mirac hadisinde şöyle yer
almıştır: Kul ölüm haletine
büründüğü zaman başının üzerinde melekler durur, her
meleğin elinde Kevser suyundan dolmuş bir bardak bulunur, bir de
cennet şarabından bir bardak bulunur. Ondan ölümün
acılığı ve gevşekliği gitsin diye onun ruhuna
içirirler ve ona büyük müjde vererek şöyle derler: Ne güzel sana! Yerin
kutlu olsun. Sen, yakın, seni seven, hikmet ve izzet sahibi rabbinin
yanına gidiyorsun.[251]
19121. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Müminin müjdelendiği ilk şey,
rahatlık, güzel rızık ve Naim cennetidir. Mümine verilen ilk
müjde ise, ona şöyle denmesidir: Ey Allahın dostu! Seni
Allahın hoşnutluğu ve cennetle müjdeliyorum. Çok hoş
geldin! Allah seni teşyi edenleri bağışladı. Senin
için bağışlanma dileyenlerin duasını kabul etti. Senin
iyi olduğuna dair tanıklık eden kimsenin
tanıklığını kabul etti.[252]
Bak. 3726. bölüm, 19136. hadis
19122. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Mümin için ölüm güzel kokan bir deste
gül gibidir.[253]
19123. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Müminin armağanı ölümdür.[254]
19124. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mümin için en iyi armağan ölümdür.[255]
19125. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İman ve takvayı kalbiyle
bürünen kimseye, ölüm ne de faydalıdır.[256]
19126. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm gibi huzur veren şey yoktur.[257]
19127. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölüm bir ganimettir.[258]
19128. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm iyi kimselerin rahatlık
sebebidir.[259]
19129. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölüm her Müslüman için bir kefarettir.[260]
Kuran:
Melekler kendilerine
yazık etmiş kimselerin canlarını alırken: Biz hiçbir
kötülük yapmıyorduk diyerek teslim olurlar. Hayır; öyle değil;
doğrusu Allah onların yaptıklarını bilmektedir. [261]
Melekler,
onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını
alırken durumları nice olur? [262]
Bak. Nisa, 97, Enfal, 7, Kaf, 29
19130. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Eğer dostlarımıza
düşman olur, düşmanlarımıza dost kesilir, muhaliflerimizin
lakaplarını kullanırsa, ölüm meleği canını almak
için geldiği zaman aziz ve celil olan Allah yerine onları ilah edinen
o kötü kimsenin ilahını çeşitli azaplara mübtela olduğu bir
halde, onun karşısında mücessem kılar. Öyle ki onu görür
görmez helak olur. Ona sürekli olarak tahammül etme güçlerinin
olmadığı azabın sıcaklığı
bulaşır. Böylece ölüm meleği ona şöyle der: Ey kötü kafir!
Sen Allahın dostlarını, Allahın düşmanlarına
bıraktın. Bu gün onlar senin için en küçük şey dahi yapamazlar
ve hiçbir kaçacak yer yoktur. O halde böylece, ona öyle büyük bir azap gelip
çatar ki, onun çok az bir bölümünü dahi, dünya ehli arasında
bölüştürülecek olursa onların hepsi helak olur.[263]
19131. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm, şehvetine köle ve heva ve
heveslerine esir olan kimse için rahatlık sebebidir. Zira hayatı
devam ettikçe günahları da artar ve kendi hakkındaki cinayetleri de
büyür.[264]
Bak. 3722 ve 3785. bölümler
Kuran:
O, kulların üstünde yegane kahirdir, size
koruyucular gönderir. Artık birinize ölüm gelince elçilerimiz, bir
eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar.[265]
Allah, öleceklerin ölümleri anında,
ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır.
Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye
kadar salıverir. Doğrusu bunda düşünen kimseler için dersler
vardır.
[266]
De ki: Size vekil kılınan ölüm
meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. [267]
Bak.
Araf suresi, 37. Ayet; Yunus suresi, 104. Ayet; Nahl suresi, 28,32. Ayetler
19132. İmam Ali (a.s), Kuranda
çelişki olduğunu iddia eden bir Zındıka cevap olarak
şöyle buyurmuştur: Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de
uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölüm meleği
canınızı alacak. Melekler onların canını
temizlenmiş olarak alırken: Melekler kendilerine yazık
etmiş kimselerin canlarını alırken ayetlerine
gelince, Allah Tebarek ve Teala bu işi (canları almayı) bizzat
üstlenmekten çok daha yücedir. Elçilerinin ve meleklerinin işi onun
işi sayılmaktadır. Zira onlar Allahın emriyle
çalışmaktadır
O halde herkim itaat ve teslimiyet ehli olursa,
rahmet melekleri canını almayı üstlenir. Herkim de günah ve
isyan ehli olursa, ruhunu almayı azap melekleri üstlenir. Ölüm
meleğinin rahmet melekleri ve azap
melekleri diye yardımcıları vardır ve sadece onun emrini
yerine getirirler. Dolayısıyla onların işi de gerçekte onun
işi sayılmaktadır. Onlar her ne yaparlarsa, ölüm meleğine
isnat edilir. O halde onların ameli de ölüm meleğinin amelidir. Ölüm
meleğinin ameli de Allahın amelidir. Zira Allah canları
istediği kimsenin eliyle alır.[268]
19133. İmam Ali (a.s), hakeza
Zındık birine cevap olarak şöyle buyurmuştur: Allah
Tebareke ve Teala işleri, istediği şekilde idare eder. Yaratıklarından
istediği kimseyi istediği işe tayin eder. Ölüm meleğini
kullarından istediği hususunda tayin eder. Meleklerinden elçilerini,
yaratıklarından istediklerine has kılar. Aziz ve celil olan
Allahın adlarını anan melekleri de yaratıklarından
istediği kimselere tayin eder. Allah Tebarek ve Teala işleri
istediği gibi idare eder. Her ilim ve bilgiyi, bilgi sahibi insanlar için
açıklayamaz. Zira bazı insanlar (konuları anlama hususunda)
güçlüdür, bazıları ise zayıftır. Hakeza algılama ve
bazı ilimleri öğrenmeye tahammül etme kolaydır. Diğer bazısına
ise Allahın has evliya kulları dışında hiç kimse
tahammül edemez. Allah bu ilmi yüklenmeyi, onlar için
kolaylaştırır. Onu anlama yolunda kendilerine yardım eder.
Ama senin için sadece şunu bilmen yeterlidir ki dirilten, öldüren
Allahtır. Canlarını ister meleklerden, ister diğerlerinden
olsun, yaratıklarından istediğinin eliyle alır. [269]
19134. İmam Sadık (a.s), zikredilen
ayetlerin açıklamasında şöyle buyurmuştur: Allah
Tebareke ve Teala ölüm meleği için, meleklerden yardımcılar
karar kılmıştır ve onlar canları alırlar.
Tıpkı yardımcıları olan, onları kendi işleri
için gönderen bir hakim gibidir. Böylece melekler insanların
canını alırlar. Ölüm meleği de bizzat aldığı
canlar yanında o canları da meleklerden teslim alır, aziz ve
celil olan Allah ise, o canların hepsini ölüm meleğinden teslim
alır.[270]
19135. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm meleğine (a.s) şöyle denildi: Biri batıda,
diğeri ise doğuda olan canları aynı zamanda nasıl
alıyorsun? O şöyle dedi: Ben onları
çağırıyorum, onlar da icabet ediyorlar. İmam daha sonra
şöyle buyurdu: Ölüm meleği şöyle buyurdu: Dünya benim karşımda,
sizlerden birinin istediği şekilde elinin altında olan ve
istediği kadar aldığı bir kab gibidir. Ve yine dünya benim
karşımda sizlerden birinin elinin içinde istediği gibi evirip
çevirdiği bir dirhem gibidir.[271]
19136. Resulullah (s.a.a), Ensardan birinin
yanında ölüm meleğini görünce şöyle buyurmuştur: Ey
ölüm meleği! Benim sahabemi idare et. Zira o mümindir. Ölüm meleği
şöyle dedi: Emin ol ve üzülme. Bil ki ben her mümini idare ederim. Ey
Muhammed! Bil ki ben ademoğlunun canını alırım,
ailesinden biri feryat edince, aldığım ruhla birlikte bahçenin
ortasında durur ve şöyle derim: Bu ne feryattır! Allaha yemin
olsun ki biz ona zulmetmedik. Canını almada ecelinden öne geçmedik.
Takdirinden daha çabuk yanına gelmedik. Canını alma hususunda
bizim de bir günahımız yoktur. Eğer Allahın
yaptığı şeyden mutlu olursanız mükafatını
alırsınız ve eğer üzgün ve öfkeli olursanız günahkar sayılırsınız.[272]
Bak. El-Bihar, 6/139, 5. Bölüm
19137. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İyilerin ölümü canlarının
rahatlık sebebedir. Kötülerin ölümü ise alem için bir
rahatlıktır.[273]
19138. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: (İnsanoğlu ölümüyle) ya
rahatlığa kavuşmaktadır, ya da kendisinden
rahatlığa erişilmektedir. Mümin kul dünyanın
sıkıntı ve zorluğundan, Allah-u Tealanın rahmetine
yakın olmaktadır. Kötü kul ise (onun ölümüyle) kullar, şehirler,
ağaçlar ve canlılar, elinden rahata kavuşmaktadır.[274]
19139. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İnsanlar iki
kısımdır: Biri rahat eder, diğerinden ise rahat olunur.
Rahat olan kimse mümindir, öldüğü taktirde dünyadan ve
sıkıntılarından rahatlığa
kavuşmaktadır. Kendisinden rahatlığa erişilen kimse
ise kafirdir, öldüğü zaman ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir
çoğu (onun şerrinden) rahatlığa erişirler.[275]
19140. Resulullah (s.a.a), kendisine, Falan
kimse öldü ve rahatlığa erişti diye arzedilince şöyle
buyurmuştur: Bağışlanan kimse
rahatlığa kavuşmuştur.[276]
19141. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Dünya hakkında en iyi zühd, ölümü
hatırlamak, en üstün ibadet ise düşünmektir. O halde herkim vücudunu
ölümü hatırlamayla doldurursa, mezarını cennet bahçelerinden
biri olarak bulur.[277]
19142. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Dünya hakkında en üstün züht ölümü
hatırlamak, en üstün ibadet, ölümü hatırlamak ve en üstün
düşünce de ölümü hatırlamaktır. Her kimin vücudu ölümü
hatırlamakla dolarsa, mezarında cennet bahçelerinden bir bahçe bulur.[278]
19143. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: Ailenin önünde ölüm
yatağına düştüğün, hiçbir tabibin seni ölümden
koruyamadığı ve hiçbir dostun sana fayda vermediği anı
hatırla.[279]
19144. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: O lezzetleri altüst eden, istekleri
acılaştıran ve dağınıklığın
davetçisini (ölümü) hatırlayın. O toplulukları dağıtan,
arzuları uzaklaştıran, ölümleri yaklaştıran,
ayrılıkları ve dağınıklıkları ilan
edeni hatırlayın.[280]
19145. Zeburda şöyle yer
almıştır: Herkim kendisini
ölümden korkutursa, dünya gözünde değersiz olur.[281]
19146. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim ölümü hatırlarsa, dünyadan
az bir şeye razı olur.[282]
19147. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Nişaneleri sana
hatırlattığı halde, nasıl olur da ölümü unutursun.[283]
19148. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümü hatırlamak, nefsin
isteklerini öldürür. Gafletin yeşerdiği yerlerin kökünü kazar,
kalpleri Allahın vaadleriyle güçlendirir, tabiatı inceltir, heves
bayraklarını yerle bir eder, hırs ateşini söndürür ve
dünyayı insanın gözünde küçük düşürür.[284]
19149. Resulullah (s.a.a), kendisine, Acaba
şehitlerle haşrolan kimse var mıdır? Diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: Gece gündüz yirmi
defa ölümü hatırlayan kimse (şehitler ile haşrolur.)[285]
19150. Resulullah (s.a.a), gülen bir
topluluğun yanından geçerken şöyle buyurmuştur: Topluluklarınızı
tatlılıkları bozan şeyi hatırlamakla karıştırın!
Kendisine, Tatlılıkları bozan şey nedir? diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: Ölümdür.[286]
19151. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümü çokça
hatırlamanızı ve Ondan gafletinizi azaltmanızı
tavsiye ederim. Sizden gaflet etmeyen bir şeyden nasıl gafil olabiliyorsunuz?!
Ve size göz açtırmayacak, mühlet tanımayacak birisine nasıl tamah
ediyorsunuz? Gözlerinizle gördüğünüz kimselerin ölümü size öğüt
olarak yeter.[287]
Bak. Ez-Zuhd, 1617. Bölüm
19152. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Lezzetleri yok eden şeyi çok
hatırlayınız. Bunun üzerine şöyle arzedildi: Ey
Allahın Resulü! Lezzetleri yok eden şey nedir? Peygamber şöyle
buyurdu: Ölümdür. Müminlerin en zeki olanı ölümü çok hatırlayan
ve kendisini ona hazırlayandır.[288]
19153. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümü çok hatırlayın. Zira ki
ölümü hatırlamak günahları temizler ve insanı dünyaya
rağbetsiz kılar. Eğer zenginlik anında ölümü
hatırlarsanız, onu altüst eder ve eğer fakirlik halinde ölümü anarsanız,
sizi hayatınızdan hoşnut kılar.[289]
19154. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ölümü çok anınız. Zira ölümü
çok anan kimsenin kalbini Allah mutlaka ihya etmiş ve ölümü ona
kolaylaştırmıştır.[290]
19155. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümü, kabirlerden çıkacağınız
günü ve aziz ve celil olan Allahın huzurunda duracağınız
günü çok hatırlayın ki musibetler size kolay gelsin.[291]
19156. Enes şöyle diyor: Allah Resulü
(s.a.a) gülen bir topluluğun yanından geçti ve şöyle dedi: Tatlılıkları
bozan şeyi çok anınız. Zannediyorum şöyle buyurdu: Hayatın
darlığında ölümü anan herkese bu hayat genişlemiş ve
hayatın genişliğinde bu ölümü anan kimseye ise bu hayat
daralmıştır.[292]
19157. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Tatlılıkları altüst eden
şeyi çok anınız. Zira çoklukta ölüm anılınca onu
(nimet çokluğunu) mutlaka azaltmış ve (nimet)
azlığında ölüm hatırlandığında ise o (nimet
azlığı) mutlaka kifayet etmiştir.[293]
19158. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümü çok anınız.
Şüphesiz ölümü anmak, başka her şeyi senin zihninden silip
götürür.[294]
19159. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Nefsiniz sizleri arzularınıza
ve şehvetlerinize sürükleyince ölümü çok anınız. Ölüm
öğütçü olarak yeterlidir. Allah Resulü (s.a.a) bir çok defa ashabına ölümü
hatırlamayı tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: Ölümü
çok anınız, zira ölüm tatlılıkları bozan ve sizin ve
isteklerinizin aranıza engel olandır.[295]
19160. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümü çok anınız. Zira ölümü çok anan insan
mutlaka dünyadan yüz çevirmiştir.[296]
19161. İmam Ali (a.s) oğlu Hasana şöyle
buyurmuştur: Ey oğlum! Ölümü anmayı
çoğalt, birden bire saldırıya geçişini ve ölümden sonraki
olayları düşün. Ölümü hep önünde bil, gafil olma; ölüm, seni gitmeye
hazır, güçlü bir halde bulsun; ansızın gelerek seni yenip helak
etmesin.[297]
19162. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümü çok anan kimsenin dünyaya
rağbeti azalır.[298]
19163. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümü çok anan kimse, dünyadan yetecek
kadarıyla hoşnut olur.[299]
Bak. El-Kalb, 3410. Bölüm
19164. Resulullah (s.a.a), Tarık b.
Abdullah Muharibiye şöyle buyurmuştur: Ey
Tarık! Ölüm gelmeden önce kendini ölüme hazırla.[300]
19165. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüme hazır olun ki gölgesi
üzerinize düştü. Kendilerine seslenilince uyanan ve dünyanın (karar
kılınacak bir) yurt olmadığını anlayınca
onu (ahiretle) değiştiren topluluk olun
İçinizden biriyle
cennet veya cehennem arasında sadece kendisine inecek bir ölüm
vardır
Münezzeh olan Allahtan dileriz ki bizleri ve sizleri hiç bir
nimetin azdıramadığı, hiç bir amacın rabbine itaatten
alıkoyamadığı ve (dolayısıyla da) ölümden sonra
pişmanlık ve hüzne kapılmayan kimselerden eylesin.[301]
19166. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Göçe hazırlanın. Zira sizi
götürmek için acele edilmektedir. Ölüme hazırlıklı olun.
Şüphesiz üzerinize gölge etmiştir.[302]
19167. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Seni ne zaman çepe
çevre saracağını bilmediğin korku hususunda neden aniden
sana gelip çatmadan önce kendini ona hazırlamıyorsun.[303]
19168. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Seni ne zaman gafil avlayacağını
bilmediğin bir iş hususunda seni çepe çevre sarmadan önce
hazırlıklı bulun.[304]
19169. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Davet edilmeden önce ölümün davetini
kulaklarınızla işitiniz.[305]
19170. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Akıllı kimseye bu dünyada
ölüm hakkında uyanık olması ve ölümü arzuladığı
halde bulamayacağı yurda erişmeden önce, kendisini ölüme iyice
hazırlaması yakışır.[306]
19171. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümün saldırısından
güvende olunmadığına göre, ölüme hazırlanmamak
acizliktendir.[307]
19172. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kendini ölüme hazırlamayan ve
fırsatları ganimet saymayan kimse, ecelin ani
saldırısından gafildir. Göç azığınızı
hazırlayınız. Zira sizi götürmek için acele edilmektedir. Ölüme
hazırlanınız. Zira ölüm üzerinize gölge
salmıştır.[308]
19173. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Önünde sarp, çıkılması
zor bir geçit olduğunu bil. Orada hafif olanın durumu, ağır
olanınkinden daha iyidir; yavaş gidenin durumu, çabucak göçenlerinkinden
kötüdür
O halde oraya inmeden önce azık edin, bir konak hazırla.[309]
19174. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Nur kalbe girince göğüs
genişler. Kendisine şöyle arzedildi: Bu işi
tanımanın nişanesi var mıdır? Peygamber şöyle
buyurdu: Yalan yurdundan uzak durmak, ebedi yurda yönelmek ve ölüme gelip
çatmadan önce hazırlıklı olmak.[310]
19175. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sakın ölüm sana dünyayı talep
ederken, Rabbinden kaçmaya çalıştığın bir halde gelip
çatmasın.[311]
19176. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm seni hızla takip eder, o
halde gafil olma.[312]
19177. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Yolculuğu için hazırlanan
kimse, vatanında da mutlu ve huzurlu olur.[313]
19178. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümü gözetleyen kimse, iyi
işlerde çalışır.[314]
19179. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kendisiyle kurtuluşu ve
mutsuzluğu getiren kimse, en iyi hazırlığı görmelidir.[315]
19180. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünyaya karşı itinasız
ol, ondan uzak dur. Sakın dünya talebinde rabbinden
kaçtığın bir halde ölüm sana gelip çatmasın. Aksi taktirde
neticede besbaht olursun.[316]
19181. İbrahim (a.s), ölümü
yaklaştığı bir zamanda (Allaha) şöyle arzetti: Neden
bana bir elçi göndermedin ki (böylece) kendimi ölüme hazırlayayım? (Allah)
Ona şöyle buyurdu: Beyaz saçının benim elçim olduğunu
bilmiyor musun?[317]
19182. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her gün canından ve ömründen
azaldığını gören kimsenin buna rağmen ölüm için
hazırlanmamasına şaşarım.[318]
19183. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Amelsiz, ahiretten ümidi olan kimseden
olma
Ölümden korkar; ama fırsatı elden çıkmadan iyi amellere
koşmaz.[319]
19184. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Gelip çatmadan ölüme ve şiddetine
hazırlanın, inmeden ona hazırlık görün.[320]
19185. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kaçtığınızda size
yetişen, durduğunuzda sizi yakalayan ve unuttuğunuzda sizi
unutmayan ölüme koşunuz.[321]
19186. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hepinize teker teker gelip çatacak olan
genel ölüme koşunuz. İnsanlar (veya korku) önünüzdedir, kıyamet
ise ardınızdan sizi sürüp durmaktadır. Yükünüzü hafifletin de
kervana katılın; çünkü ilk gideniniz, son geleni beklemektedir.[322]
19187. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Dünyayı bina ediniz, ahiretiniz
için de yarın ölecekmişsiniz gibi amel ediniz.[323]
19188. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Yarını ömründen sayan kimse
ölümü layık olduğu yere koymamış demektir.[324]
19189. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Yarını ömründen sayan kimse
ölüme kötü arkadaş olmuştur.[325]
Kuran:
Hac bilinen aylardadır. O aylarda
hac farizasını eda eden kimse bilmelidir ki, hacda kadına
yaklaşmak, sövüşmek, dövüşmek yoktur. Ne hayır
yaparsanız Allah onu bilir. Kendinize azık edinin, şüphe yok ki
azığın en iyisi takvadır. Ey akıl sahipleri sadece
benden korkun.[326]
19190. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünyadayken yarın (kıyamette)
sizi (ebedi azaptan) koruyacak/kurtaracak şeyleri dünyadan azık
edininiz.[327]
19191. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bunun için, tükenecek günlerinizde tükenmeyecek
günler için azık hazırlayın. Gereken azık ise size
tanıtılmış, göç etmekle emrolunmuşsunuz ve süratle
harekete geçirilmişsiniz.[328]
19192. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: O halde sebat ve gayret göstermeli,
hazırlıklı olmalı ve azık alabileceğiniz bu
diyardan çok azık almalısınız.[329]
19193. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsanın sayılı
günlerinde eceli gelip çatmadan, çalışıp çabalaması
varacağı yeri dayayıp döşemesi, oturacağı yere
azık hazırlaması gerekir.[330]
19194. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sizden önce daha çok yaşayıp
eser bırakanların yurdunda değil misiniz?... Onlar da dünyaya
taptılar, nasıl da (dinlerini bırakıp) dünyaya
aldandılar, taptılar. Ondan sonra, kendilerini menzile
ulaştıracak azık almadan, o güç yolları aşacak
binekleri olmadan göçüverdiler.[331]
19195. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünya, ona doğru davranana
doğruluk yurdu, ondan bir şey anlayana afiyet yurdu, ondan azık
toplayana zenginlik yurdudur.[332]
19196. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünya ancak kör (kalpli) olanların
görme sınırının son noktasıdır, dünyanın
ötesinde ne olduğunu görmez. İnsan basiretiyle dünyayı deler
geçer ve (esas) dünyanın öteki dünya olduğunu bilir. Bu yüzden
basiretli kimse dünyadan yüz çevirir, kör ise ona yönelir. Basiretli kimse ondan
azık toplar, kör ise onun için azık biriktirir.[333]
19197. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Çünkü, dünya sizin için ebedi bir
karargah olarak yaratılmamıştır. Aksine, ebedi yurda
amellerle azık hazırlamak için geçiş yeri olarak
yaratılmıştır.[334]
19198. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Fırsatı ganimet bilerek
sürekli ecele hazırlanma telaşını yaşayan ve amelini
kendisine azık edinen
kişiye Allah rahmet etsin.[335]
19199. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Önceden gönderdiğin
hayırlı iş dışında, hiçbir şey ölümden sonra
sana fayda vermez. O halde iyi işten azık hazırla.[336]
19200. İmam Ali (a.s) dünyayı
kınama hakkında şöyle buyurmuştur: Onun
azıklarından, takvadan başka hiç birinde hayır yoktur.[337]
19201. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey Allahın kulları! Sizi
hedefe götürecek azık ve sığındığınızda
sizi kurtaracak bir sığınak olan ilahi takvaya sarılmayı
size tavsiye ediyorum.[338]
19202. İmam Ali (a.s), yatsı
namazını kıldığında camide namaz kılan
herkesin duyduğu bir sesle, üç defa insanlara şöyle hitap
etmiştir: Ey insanlar! Allah sizlere rahmet
etsin! Hazırlıklı olunuz. Zira aranızda göç sesi
gelmiştir. Bu göç sesine rağmen dünyaya yönelmenin ne anlamı
vardır. Allah sizlere rahmet etsin! Hazırlıklı olun ve karşınızda
olan en iyi azıkla, yani takva ile (ahirete doğru) yola düşünüz.[339]
19203. İmam Ali (a.s), insanların
yattığı her gece cami ehlinin ve komşuların
duyduğu bir sesle şöyle buyurmuştur: Azık
alınız. Allah sizlere rahmet etsin! Zira aranızda göç sesi
yükseltilmiştir. Dünyaya bağlılığınızı
azaltınız. karşınızda olan iyi azıklarla (ahiret için)
yola düşünüz. Zira önümüzde çok zor geçitler ve korkunç konaklar
vardır.[340]
19204. İmam Ali (a.s) bir çok zamanlar
ashabına şöyle hitap ederdi: Allahın
merhameti, sizin üzerinize olsun!Hareket için hazırlanın.
İşte bir göçe çağrıldınız, dünyada kalmaya olan
meylinizi azaltın. Hazırladığınız
azığın iyilerini yanlarınıza alın. Zorlu geçitler
ve korkulu konaklar önünüzdedir. Oraya varmaktan ve Onun katında
durmaktan kaçamazsınız
O halde dünyaya olan ilginizi kesin ve takva
azığını hazırlamakla yardım alın.[341]
19205. İmam Ali (a.s), dünyayı
kınama hususunda konuşan birine şöyle buyurmuştur: Ey
dünyayı kınayan kimse! Acaba sen mi onun hakkında günah
iddiasında bulunuyorsun yoksa o mu senin hakkında?!... Daha sonra
mezarlarda yatanlara yöneldi ve şöyle dedi: Ey toprağın
esirleri ve gurbet diyarının sakinleri! Evleriniz
başkalarına mesken olmuş, mallarınız
bölüştürülmüş, eşleriniz başkalarıyla
evlenmiştir. Bu bizim sahip olduğumuz haberdir, sizden ne haber?
Daha sonra dostlarına dönerek şöyle buyurdu: Allaha yemin olsun ki
eğer onlara konuşma izni verilseydi, sizlere en iyi
azığın takva olduğunu haber verirlerdi.[342]
19206. İmam Ali (a.s), mezarlıktan
geçince şöyle buyurmuştur: Ey mezarlarda
yatanlar! Selam olsun sizlere! Sizler bizden önce gittiniz ve biz de sizin
peşinizce geleceğiz. Allahın izniyle sizlere
katılacağız. Evleriniz, başkalarına mesken olmuş,
kadınlarınız başkalarıyla evlenmiş, mal ve
varlıklarınız bölünmüştür. Bu bizde olan haberlerdir.
Keşke sizde de ne haberlerin olduğunu bilseydik. Sonra şöyle
buyurmuştur: Biliniz ki bunlar dile gelecek olsalardı, şüphesiz
şöyle derlerdi: Biz takvayı en iyi azık olarak bulduk.[343]
19207. İmam Ali (a.s) Sıffın
savaşından dönerken mezarlığa ulaşınca şöyle
buyurmuştur: Ey, korkunç diyarın,
ıssız yerlerin, karanlık kabirlerin halkı! Ey toprakta
yatanlar, ey garipler, ey yalnızlar, ey korkuya uğrayanlar! Siz,
bizden önce gidenlerdensiniz, biz ise sizi izleyen ve size kavuşacak
olanlarız. Bıraktığınız evlere gelince;
başkaları o evlerde oturdular. Eşlerinize gelince;
başkalarıyla evlendiler. Mallarınıza gelince;
başkaları arasında taksim edildi. Bizde olan haber bu. Sizden ne
haber! Sonra ashabına dönerek şöyle buyurdu: Bilin ki, eğer
konuşmalarına izin verilseydi, size; En hayırlı azık
takvadır diye haber verirlerdi.[344]
19208. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ah! Azığın (ibadet ve takvanın)
azlığından, yolun uzunluğundan, seferin
uzaklığından, varılacak yerin (kabir, berzah ve
kıyametin) zorluk ve azametinden![345]
19209. İmam
Ali (a.s), kendisine ölüm için hazırlıklı olmak hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: Farzları eda
etmek, haramlardan sakınmak, yüceliklere sahip olmaktır. Bu kimse
ölmekten veya ölümün kendisine gelip çatmasından korkmaz. Allaha yemin
olsun ki İbn-i Ebi Talib ölmekten veya ölümün kendisine gelip
çatmasından asla korkmamaktadır.[346]
19210. İmam Seccad (a.s), kendisine, en
iyi ölüm hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: İnsanın
evlerden, binalardan ve saraylardan uzak durmasıdır. Kendisine, o nasıl
olur? diye arzedilince de şöyle buyurdu: Günahlardan tövbe ederek, iyi
işlere yönelerek ve bu hal üzere kerim ve habib olan Allahın
huzuruna vararak.[347]
19211. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölüm için hazırlanmak, gerçekte
haramlardan uzak durmak ve ihsan ve iyilik elini açık tutmaktır.[348]
Kuran:
De ki: Eğer ahiret yurdu Allah
katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve
eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize! Bunu, önceden
işlediklerinden ötürü, asla dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri bilir.[349]
Bak. Cuma suresi, 6-7. Ayetler; Al-i
İmran suresi, 143. Ayet
19212. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sizden hiç kimse ölümü arzu etmesin.[350]
19213. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sizden hiç kimse kendisine ulaşan
zarar sebebiyle ölümü arzu etmesin. Bu işe mecbur
kaldığında ise şöyle desin: Allahım! Hayat benim
için daha iyi olduğu müddetçe beni hayatta tut ve ölüm benim için daha iyi
olduğu durumda ise beni öldür.[351]
19214. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Sizden biri kendisine ulaşan bir
zarardan dolayı kendisine ölümü dilemesin. Aksine şöyle desin:
Allahım! Hayat benim için daha iyi olduğu müddetçe beni hayatta tut
ve ölüm benim için daha iyi olduğu taktirde ise beni öldür.[352]
19215. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sizden hiç kimse kendisine çatan zarar
sebebiyle ölümü arzulamasın.[353]
19216. Resulullah (s.a.a), ölümü
arzuladığı ve inlediği bir sırada Abbasın
yanına varınca şöyle buyurmuştur: Ey
Abbas! Ey Allah Resulünün amcası! Ölümü arzulama. Eğer iyi bir kimse
isen, iyiliklerini arttır ve bu senin için daha iyidir. Eğer kötü bir
kimse isen ve ölümün ertelenirse, kötülüklerden el çekersin. Bu senin için daha
iyidir. Asla ölümü arzu etme.[354]
19217. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ey Sad! Benim önümde ölümü mü
arzuluyorsun? Eğer sen ateş için yaratılmışsan ve
ateş de senin için yaratılmışsa, bu durumda ateş
kendisine doğru koştuğun bir şey değildir. Eğer
sen cennet için yaratıldıysan ve cennet de senin için
yaratıldıysa bu durumda ömrün uzar ve iyi işler yaparsan bu
senin için daha iyidir.[355]
19218. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümü arzulamayınız. Çünkü
ölümle amel ipleri kopar ve insan kötülüklerini gidermek için asla geri
dönemez.[356]
19219. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümü arzulamayınız. Zira kıyametin
korkusu ve şiddeti çoktur. Kulun ömrünün uzun olması, Allahın kuluna tevbeyi nasip etmesi ve
kulun mutluluğundandır.[357]
19220. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sizden biri ameline itminan etmedikçe ölümü
arzulamasın.[358]
19221. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden hiç kimse ölümü arzulamasın. Zira
kendisi için önceden ne gönderdiğini bilemez.[359]
19222. İmam Ali (a.s) Haris-i Hemdaniye şöyle
buyurmuştur: Ölümü ve ölümden sonra olacakları
çokça hatırla. Ahiretin şartlarını sapasağlam yerine
getirmeden ölümü isteme.[360]
19223. Selman şöyle diyor: Eğer
Allah için secde etmek ve ağızlarından saf hurma gibi güzel
sözlerden başka bir şeyin çıkmadığı grupla
dostluk olmasaydı, şüphesiz ölümü arzulardım.[361]
19224. İmam Sadık (a.s), ölümü
arzulayan birine şöyle buyurmuştur: Ölümü
arzulama ki (Allaha) itaat edesin ve günahtan sakınasın. Zira
eğer hayatta kalır ve itaat edersen, bu senin için itaat ve günah
etmeksizin ölmenden daha iyidir.[362]
19225. İmam
Kazım (a.s), ölümü arzulayan birisine şöyle buyurmuştur: Seninle Allah
arasında kendisi sebebiyle sana yardım
ulaştırdığı bir akrabalık mı vardır?
O, hayır diye arzedince İmam şöyle buyurdu: Acaba
kötülüklerine üstün gelecek iyilikleri önceden gönderdin mi? O, Hayır
diye arzedince İmam şöyle buyurdu: O halde sen ebedi helak olmayı
arzu etmişsin.[363]
Kuran:
Ölüm
sarhoşluğu gerçekten gelir, ey insan, işte bu senin öteden beri
korkup kaçtığın şeydir. [364]
Melekler
yüzlerine ve arkalarına vurarak ve Tadın yakıcı cehennem
azabını diyerek o kafirlerin canlarını alırken
onları bir görseydin.
[365]
Artık gözünüzü açın! Ne zaman
ki can köprücük kemiğine dayanır tedavi edebilecek kimdir? denir.
(can çekişen) bunun gerçek ayrılış olduğunu anlar. Ve
bacak bacağa dolaşır.[366]
Bak.
Nisa suresi, 97. Ayet; Muhammed sursi, 27. Ayet; Vakıa sursi, 83-94. Ayetler
19226. İmam Ali (a.s) ani ölüme
yakalananların sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
Ölüm sarhoşluğu ve yok oluşun
feryadı üstlerine çökmüş, kendilerinden geçmişler, renkleri
atmıştır. Ölüm aralarına girmeye başlamış,
kişiyle konuşması arasına girmiştir. Kişi
tanıdıkları arasında gözüyle bakar, kulağıyla
işitir, aklı ve zekası yerindedir. Giden ömrünü ve zamanın
götürdüklerini düşünmektedir. Topladığı malları
hatırlamaktadır. İsteklerinde helal-haram gözetmemiş,
bellisini de bilirsizini de kabullenmiştir. Topladığı her
şey kendisine bağlanmıştır. Onlardan ayrılmak
üzere olduğunu görür. Topladıkları, nimetlenecekleri ve
keyiflenecekleri şeyler olarak geridekilere kalır.
Rahatlığı başkasına kalmış, yükü sırtında
kalmış ve onun rehini olmuştur. Ölüm anında kendisine
açığa çıkan işlerden dolayı pişmanlık
duyarak ellerini ısırmaktadır. Hayattayken istediklerinden vaz
geçer, başkalarının gıpta ve hasret ettiği
şeylerin onların olmasını ister. Böylece ölüm bedeninde
ilerlerken kulağı da dili gibi işlemez olur.. Öyle ki daha
tanıdıkları arasında diliyle konuşmaz,
kulağıyla işitmez olur. Göz ucuyla tekrar tekrar yüzlerine
bakar, dillerinin kıpırdayışlarını görür,
sözlerini duymaz. Ölüm iyice nüfuz edip yanaşmıştır.
Böylece kulağı gibi gözü de alınmıştır
artık. Ruh cesedinden çıkmış, cesedi kadavra haline
gelmiştir.[367]
19227. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölülerinizin yanında hazır
bulunun, onlara la ilahe illallah sözünü telkin edin. Onları cennetle
müjdeleyin. Zira halim olan erkekler ve kadınlar bile bu sahne karşısında
şaşkınlık içinde olurlar. Şeytan diğer
zamanlardan daha çok ölüm anında insana yakın olur. Canım elinde
olana andolsun ki ölüm meleğini müşahade etmek, bin kılıç
darbesinden daha şiddetlidir. Canım elinde olana yemin olsun ki
hiçbir kul tek tek bütün damarları acı çekmedikçe dünyadan göçmez.[368]
19228. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümün en az çekişi yüz
kılıç darbesi gibidir.[369]
19229. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: En kolay ölüm, yün arasındaki
diken gibidir. Acaba diken, yünden kendisiyle birlikte bir miktar
koparmaksızın, dışarı çıkar mı?[370]
19230. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kuşkusuz ki ölümün izah edilemeyen
ve dünya ehlinin akıllarına hayallerine bile getirmeleri imkansız
olan daha nice zorlukları ve sıkıntıları
vardır.[371]
19231. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Eğer hayvanlar ölüm hakkında
sizin bildiğinizi bilmiş olsalardı, asla onlardan besili birini
yiyemezdiniz.[372]
19232. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Eğer hayvanlar ölümü Ademoğlunun
bildiği gibi bilmiş olsalardı, (insanlar) asla onlardan besili
bir et yemezlerdi.[373]
19233. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Gerçekten de siz, içinizden ölen
kimselerin gördüğünü görseydiniz feryat eder, inleyip
sızlardınız; korkar, dinler, itaat ederdiniz. Ama onların
gördüklerini göremiyorsunuz, onların gördükleri şey örtülüdür
sizlere. Ama yakında kaldırılacak o perde.[374]
19234. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Varlığını kendinden
önce gönder ki ona kavuşmak seni sevindirsin.[375]
19235. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Canlarınızı cennet
nimetlerine iştiyaklı kılın ki ölümü sevesiniz ve hayatta
kalmaya düşman kesilesiniz.[376]
19236. Resulullah (s.a.a), birine
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: İsteklerini
azalt ki yokluğa tahammül senin için kolaylaşsın ve günahı
azalt ki ölüm senin için kolay olsun.[377]
19237. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim aziz ve celil olan Allahın
ölümü kendisine kolaylaştırmasını istiyorsa,
akrabalarına bakmalı, anne babasına iyilik etmelidir. Eğer
böyle ederse, aziz ve celil olan Allah ölümün zorluklarını ona
kolaylaştırır ve hayatında asla yoksulluğa
düşmez.[378]
Bak. El-Bihar, 6/145, 6. Bölüm
19238. Resulullah
(s.a.a), ölümün hoş görülmemesinin sebebini soran birisine şöyle
buyurmuştur: Senin bir servetin var mıdır? O
şahıs, Evet diye arzetti. Peygamber şöyle buyurdu: Onu
önceden (ahiret için) gönderdin mi? O, Hayır diye arzetti. Peygamber
şöyle buyurdu: İşte bu yüzden ölümü sevmezsin.[379]
19239. Resulullah (s.a.a), aynı soruya
cevap olarak şöyle buyurmuştur:
Bir malın ve servetin var mıdır? O halde servetini önceden
gönder. Zira insanoğlu varlığına bağlıdır.
Eğer onu önceden gönderirse, ona ulaşmayı ister. Eğer onu
geride bırakırsa, onunla kalmayı ister.[380]
19240. İmam
Hasan (a.s), ölümün neden hoş görülmediğini soran birisine şöyle
buyurmuştur: Zira ahiretinizi harap etmiş, dünyanızı
bayındır kılmışsınız ve
dolayısıyla da bayındır bir yerden harap bir yere
nakledilmeyi hoş görmüyorsunuz.[381]
19241. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir şahıs Ebu Zerin
yanına geldi ve şöyle dedi: Ey Ebuzer! Neden ölümü hoş
görmüyoruz? Ebu Zer şöyle cevap verdi: Çünkü sizler dünyayı abad
ettiniz, ahireti ise viran kıldınız. Bu yüzden de bayındır
bir yerden, virane bir yere nakledilmekten hoşlanmıyorsunuz.[382]
Bak. 3722. Bölüm 19112, 19113. Hadisler
19242. İmam Ali (a.s), Muhammed b. Ebi
Bekiri Mısır valiliğine gönderdiği zaman şöyle
buyurmuştur: Ey Allahın kulları, ölümden
ve onun yaklaşmasından sakının. Ona azık
hazırlamaya koyulun. O, büyük bir işle, yüce bir hadise ile, hiçbir
şerrin ebediyen onunla barına-mayacağı bir hayırla, ya
da hiç bir hayrın ebediyen onun-la olamayacağı bir şerle
geliyor. İnsanlardan her biri ruhu bedeninden ayrılmadan önce
cennete mi yoksa ateşe mi gittiğini, Allahın düşmanı
yoksa dostu mu olduğunu bilir. Eğer Allahın dostu ise cennet
kapıları üzerine açılır ve yolu kendisine belli olur.
Allahın kendisine cennete hazırladığı şeyleri
görür. Böylece her işten rahatlığa erer ve her türlü
ağırlığı kendisinden giderilir. Ama eğer
Allahın düşmanı ise, ateş kapıları yüzüne
açılır, ateşin yolları kendisine belli olur ve
Allahın ateşte kendisi için hazırladığı
şeyleri görür. Böylece her türlü tatsızlıkla
karşılaşır ve her türlü sevinci terk eder. Bütün bunlar
ölüm anında olan şeylerdir. O zaman (iki yoldan birine) yakin
hasıl olur. Nitekim ismi yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: Melekler kendilerine yazık etmiş
kimselerin canlarını alırken: Biz hiç bir kötülük
yapmıyorduk diyerek teslim olurlar.[383]
19243. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Tealanın, Kişinin canı boğaza dayanınca... Sözünüzde samimi
iseniz
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: Can
boğaza eriştiğinde ve cennetteki yeri kendisine
gösterildiğinde şöyle der: Beni dünyaya geri dönder ki gördüğüm
şeyleri aileme de haber vereyim. Ona şöyle denilir: O mümkün
değildir.[384]
19244. İmam
Sadık (a.s) kendisine, Mümin canının alınmasını
hoş görmez mi? diye sorulunca şöyle buyurmuştur: Hayır!
Allaha yemin olsun ki ölüm meleği canını almaya geldiğinde
o sabırsızlık gösterir. Ama ölüm meleği ona şöyle der:
Ey Allahın dostu! Sabırsızlanma. Zira Muhammedi (s.a.a)
gönderene yemin olsun ki ben yanına gelen merhametli bir babadan sana daha
merhametli olur ve güzel davranırım. Gözlerini aç ve bak. İmam
daha sonra şöyle buyurdu: Allah Resulü (s.a.a), Müminlerin Emiri,
Fatıma, Hasan, Hüseyin ve onların soyundan olan İmamlar (a.s) karşısında
tecelli eder ve ona şöyle denir: Bu Allahın Resulüdür
Senin
arkadaşların ve yoldaşlarındır
Bu esnada o kimse
için canının alınmasından ve münadiye
katılmasından daha sevimli bir şey olmaz.[385]
19245. Haris-i Hemdani şöyle diyor: Bir
öğlen vakti, Müminlerin Emirinin (a.s) yanına vardım. Bana
şöyle buyurdu: Seni hangi şey buraya getirdi? Ben şöyle
arzettim: Allaha yemin olsun ki senin muhabbetin! Müminlerin Emiri (a.s)
şöyle buyurdu: Eğer doğru söylüyorsan şüphesiz beni üç
yerde göreceksin: Canın buraya geldiğinde, (eliyle mübarek
boğazına işaret etti), sırat köprüsünden geçerken ve Kevser
havuzunun yanında.[386]
19246. Tefsirul
Kumide İmam Sadıktan (a.s) şöyle buyurduğu
nakledilmiştir: Bizlere dost ve düşmanlarımıza
düşman olan bir kimse öldüğünde Allah Resulü (s.a.a), Müminlerin
Emiri, Hasan ve Hüseyin (a.s) yanında hazır bulunur, onu sevindirir
ve müjdelerler. Eğer bize dost değilse, onları hoşuna
gitmediği bir halde görür. Bunun delili de Müminlerin Emirinin (a.s)
Haris-i Hemdaniye buyurduğu şu şiiridir:
Ey
Haris-i Hemdani! Herkes öldüğünde beni görür,
Mümin
olsun münafık beni karşısında hazır görür.[387]
19247. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her müminin ölümü geldiğinde
mutlaka Muhammed (s.a.a) ve Aliyi (a.s) görür. Şüphesiz bununla sevinir.
Her müşrik öldüğünde ise, o ikisini rahatsız olacağı
bir şekilde müşahade eder.[388]
19248. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim beni seviyorsa beni ölüm
anında sevdiği şekilde bulur. Herkim de bana düşman olursa
ölüm anında beni istemediği halde bulur.[389]
19249. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Kiminle konuştuğunuza iyi
bakınız. Zira herkesin ölümü geldiğinde Allaha doğru
yolculukta dostu kendisine tecessüm eder. Eğer iyi olurlarsa, güzel ve iyi
bir şekilde tecessüm eder. Eğer kötü olursa,
hoşlanmadığı bir şekilde tecessüm eder ve ölen
herkesin mutlaka ben karşısında tecessüm ederim.[390]
Bak. El-Kalb, 3390. Bölüm; Şerh-u
Nehcil Belağa-i İbn-i Ebil Hadid, 1/299; el-Bihar, 6/173, 7. Bölüm
19250. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Ölüm, ölümden sonrakine oranla, bir keçinin
boynuz vurmasından daha fazla değildir.[391]
19251. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ademoğlu, Allahın kendisini
yarattığı zamandan beri, asla ölümden daha şiddetli bir
şeyle karşılaştırılmamıştır. Ama
buna rağmen, ölüm, ölümden sonrakine kıyasla, daha kolaydır.[392]
19252. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ey Cebrail! Ölüm çok büyük bir
beladır. Cebrail ise ona şöyle dedi: Ölümden sonra olan şey
ise daha büyük ve daha büyük bir beladır.[393]
19253. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey Allahın kulları!
Bağışlanmamış kimse için, ölümden sonraki alem,
ölümden daha şiddetlidir. Kabrin darlığından,
baskısından, karanlığından ve yalnızlığından
korkun
[394]
19254. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Ölüp rahatlığa kavuşan insan
ölmüş değildir. Asıl ölü dirilerin ölüsüdür.[395]
19255. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Cahil, diriler arasında ölüdür.[396]
19256. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir başkası da var, ilim
sahibi olmadığı halde kendini alim diye tanıtır
Suratı insan suratı, kalbi ise hayvan kalbidir. Hidayet
kapısını bilmez ki yönelsin, körlük kapısını
bilmez ki ondan yüz çevirsin. Dirilerin ölüsü odur.[397]
19257. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Yalancı ve ölü birdirler. Zira
canlının ölüye üstünlüğü ona itimat edilmesiyledir. O halde
eğer onun sözüne itimat edilmezse diri değildir.[398]
19258. İmam Ali (a.s) zahitlerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Onlar,
dünya ehlinin bedenlerinin ölümünü gözlerinde büyüttüklerini gördükleri zaman,
yaşayan kalplerinin ölümünü daha büyük görürler.[399]
19259. İmam Ali (a.s)
Ümeyyeoğulları fitnesi hakkında şöyle buyurmuştur: Bu
zaman halkı kurt, sultanları canavar, orta hallileri yiyici,
fakirleri ise ölülerdirler.[400]
Bak.el-Maruf (2); 2699. Bölüm; el-Adl,
2546. Bölüm; el-Mucalese, 526. Bölüm; el-Fakr, 3221, 3230. Bölümler; el-Kalb,
3406. Bölüm
19260. İmam Hüseyin (a.s), Kerbelaya
giderken şöyle buyurmuştur: Gerçekten
de ben ölümü saadet, zalimler arasında yaşamayı ise
sıkıntı ve zorluk olarak biliyorum.[401]
19261. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kendisinden başkasının
örnek alacağı güzel işleri geride bırakan kimse
ölmemiştir. Bir hikmeti yayan kimsenin adı, onunla anılır. [402]
Bak. 3748. Bölüm; eş-Şehadet
(2), 2112. Bölüm; el-ilm, 2840. Bölüm; el-Hayat, 978-980. Bölümler
19262. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ani ölüm, bir tür öfkeyle almadır.[403]
19263. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Mümin için ani ölüm, rahatlama
sebebidir. Günahkar kimse için ise, bir tür öfkeyle almadır.[404]
19264. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Mümin için ani ölüm, rahatlama
sebebidir. Kafir içinse ani ölüm hasret sebebidir.[405]
19265. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ani ölüm mümin için (ölümün
sıkıntısından ve zorluklarından) bir rahatlıktır,
kafir için ise (canının) gazapla alınmasıdır.[406]
19266. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ani ölüm müminler için bir indirim
(rahatlama) kafirler için ise bir gazaptır.[407]
19267. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Vallahi ölüm konusunda ne nefret
ettiğim bir sürprizle karşılaştım ve ne de
hoşlanmadığım bir şeyi gördüm. Şimdi ben,
geceleyin su arayan kimsenin suya kavuştuğu, iste-yenin muradına
erdiği gibiyim. Allah katında olan, iyiler için daha
hayırlıdır.[408]
19268. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Davud Nebi (a.s) cumartesi günü ani bir
ölümle vefat etti. Bunun üzerine kuşlar, kanatlarıyla ona gölge
saldılar. Musa Kelimullah (a.s) da Tih (Berehut) çölünde öldü. Daha sonra
bir nida edici gökten şöyle nida etti: Musa (a.s) öldü ve ölmeyen kimdir?[409]
19269. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim kırk yaşının
altında ölürse, aniden ölmüştür ve herkim ondört günden az
(hastalık çeker de) ölürse, ölümü ani ölümdür.[410]
19270. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kıyametin nişanelerinden biri
de felç hastalıklarının ve ani ölümlerin
yaygınlaşmasıdır.[411]
19271. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölümden sonra mümine verilen ilk
mükafat, cenazesini teşyi eden herkesin
bağışlanmasıdır.[412]
19272. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Mümine verilen ilk
armağan cenazesini teşyi edenlere mağfiret edilmesidir.[413]
19273. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mümin mezarına konulunca ona
şöyle nida gelir: Bil ki sana verilen ilk hediye cennettir. Seni
teşyi eden kimselerin hediyesi ise bağışlanmadır.[414]
19274. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Âza sahiplerinin,
cenaze teşyinde hazır bulunmaları, üzerine namaz
kılmaları, böylece hem kendileri için bir sevap elde etmeleri, hem de
ölü için mağfiret dilemeleri için ölünün dini kardeşlerini haberdar
kılması gerekir.[415]
19275. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Anne babaya iyilik etmek için iki
yıllık mesafeyi kat et. Sıla-i rahimi (akraba ziyareti) yerine
getirmek için bir yıllık mesafeyi kat et. Hastayı ziyaret için
bir mil yolu katet. Cenaze merasimine katılmak için de iki millik yolu kat
et.[416]
19276. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim Müslüman cenazesini teşyi
ederse, kıyamet günü dört şefaat ona verilir ve bir şey
söylediğinde melekler ona şöyle der: Böyle bir şey senin
hakkındır.[417]
19277. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Her ölü tabutuna konulup üç adım
götürülünce Allahın dilediği herkesin işittiği bir
şekilde, şöyle seslenir: Ey kardeşlerim! Ey tabutu
taşıyanlar, sakın dünya sizi kandırmasın! Zaman sizi
de benim gibi oyalamasın. Geride kalanlarım için mal ve evlat
bıraktım. Oysa onlar, benim günah yükümü taşımıyorlar,
sizler de beni teşyi ediyorsunuz. Sonra da beni yalnız
bırakıyorsunuz. Cebbar olan Allah da benden hesabını
soracaktır.[418]
Bak. El-Bihar, 6/258/94 ve s. 259/96
19278. İmam Bakır (a.s), İnsan
cenazeyi teşyi davetini mi kabul etmeli, yoksa düğün davetiyesini
mi? Diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: Cenazeyi teşyi etme davetini kabul
ediniz. Zira cenaze merasimine katılmak, insana ölümü ve ahireti
hatırlatır. Düğüne katılmak ise insanı bu
işlerden gafil kılar.[419]
Bak. Ez-zevac, 1665. Bölüm; Kenzul
Ummal, 15/588; vesailuş Şia, 2/820, 2. Bölüm
19279. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Vakar ve sükunet içinde olunuz.
Cenazelerinizle ılımlı (yavaş ve sakin bir şekilde)
yürüyünüz.[420]
19280. Resulullah (s.a.a), bir tulum gibi apar
topar götürülen bir cenazeyi gördüğünce şöyle buyurmuştur: Sakin
olun! Cenazelerinizi sakin bir şekilde hareket ettirin.[421]
19281. Resulullah (s.a.a) bir cenazenin ardından
gidince hüzünleniyor, daha fazla kendi kendisiyle konuşuyor
(başkalarıyla) daha az sohbet ediyordu.[422]
19282. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ey Ebuzer! Bir cenazenin ardısıra
gittiğin zaman, aklın tefekkür ve huşu ile meşgul
olmalıdır. Bil ki sen de bir gün ona katılacaksın.[423]
19283. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir cenazeyi teşyi ettiğin
zaman, adeta omuzlarda taşınan senmişsin ve adeta hayatta olan
kimse gibi amel etmek üzere rabbinden, seni dünyaya geri çevirmesini
istiyormuşsun gibi davran. Zira ki dünya, bilginlerin gözünde bir gölge
gibidir.[424]
19284. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir cenazeyi omuzladığın
zaman, sanki seni taşıdıklarını veya adeta güzel
amelde bulunmak için rabbinden seni dünyaya geri çevirmesini istediğini
düşün. O halde hayata yeniden nasıl başladığına
bir bak. İmam daha sonra şöyle buyurdu: Geçmişlerinin
dirilişinin geride kalanların katılması için,
ertelendiği, aralarında başkanlarının göç emrini vermesine
rağmen bunların oyun ve
eğlenceyle meşgul olan topluluğa şaşarım.[425]
19285. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Cenazeyi en iyi teşyi eden kimse
(Allahı, ölümü ve ölümden sonrayı) en çok anan ve cenaze (mezara)
konulmadıkça oturmayan kimsedir. En kamil sevap ölçüsü ise, üç defa toprağı
mezarın üzerine döken kimseye aittir.[426]
19286. İmam Ali (a.s) bir cenazeyi
teşyi ederken bir insanın güldüğünü duyunca şöyle
buyurmuştur: Sanki
ölüm bizden başkasına yazılmış ve hak (ölüm) bizden başkasına
farz olmuştur! Sanki (her gün için) gördüğümüz ölüler, az bir zaman
sonra bize dönüp gelecek olan yolculardır! (Oysa) cesetlerini kabirlere
bırakıyoruz, miraslarını yiyoruz. Sanki biz onlardan sonra
ebedi kalacağız! Daha sonra her öğüt veren (ölmüş) erkek
ve kadını unutuyoruz ve her musibet ve felakete düçar oluyoruz![427]
19287. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Müminlerin Emiri (a.s) bir cenazeyi
teşyi etti. Mezara konulduğu zaman da ailesi feryat edip
ağladı. Bunun üzerine de İmam şöyle buyurdu: Neden
ağlıyorsunuz? Allaha yemin olsun ki eğer bunlar ölülerinin
gördüğü şeyi görmüş olsalardı, şüphesiz ona
ağlamayı unuturlardı. Bilin! Allaha yemin olsun ki ölüm, onlara
defalarca, geri dönecek ve sonunda onlardan hiç kimseyi baki
bırakmayacaktır.[428]
Bak. Vesailuş Şia, 2/822-832,
10-3. Bölümler
19288. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölünün toprağa defnedilmesinin
sebebi insanların onun dağılmış bedenini, çirkin
görünümünü ve kokusunun değişimini müşahade etmemeleri,
canlıların onun kokusundan, afetinden ve bedenindeki bozulma eziyet
görmemeleri; dost ve düşmanların gözünden gizli kalması,
düşmanlarının mutlu, dostlarının ise hüzünlü
olmaması içindir.[429]
19289. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ölülerinizi iyi kimselerin
arasında toprağa gömün. Zira ölü de tıpkı diri gibi kötü
komşudan eziyet görür.[430]
19290. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Resulullah bizlere ölülerimizi iyi insanların
arasına gömmemizi emretti. Çünkü ölüler de tıpkı diriler gibi kötü
komşulardan eziyet görürler.
19291. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mümin ölünce, mezarlar, onun ölümünden
dolayı güzel ve aydınlık olur. Mezarlığın bütün
toprağı, onun kendisine gömülmesini arzu eder. Kafir öldüğü
zaman ise, mezarlar onun ölümünden dolayı karanlık olur.
Mezarlığın hiçbir toprak parçası, onun kendisinde
defnedilmemesi için Allaha sığınır.[431]
19292. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Birisi öğleden önce ölürse, mutlaka
öğle vakti mezarında uyumalıdır. Herkim de öğleden
sonra ölürse, geceyi mezarında geçirmelidir.[432]
19293. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sizden her kim ölürse, onu öylece
tutmayın ve acele davranarak toprağa gömün. Başında Bakara
suresinin başlangıcını, ayağının alt
kısmında ise Bakara suresinin sonunu okuyun.[433]
19294. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Herkim günün ilk vaktinde ölürse
öğlen vaktini mutlaka mezarda geçirmelidir (ölü hemen gömülmelidir.)[434]
19295. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ölülerinizi mecbur kalmadıkça gece
defnetmeyiniz.[435]
19296. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allahın kuluna en büyük merhameti
mezara bırakıldığı andır.[436]
Bak. Vesailuş Şia, 2/819, 1.
Bölüm
19297. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümden daha şiddetli olan
şey ehli olmayan kimseden bir şey istemektir.[437]
19298. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ölümden daha şiddetlisi,
kendisinden kurtulmak için ölümün arzulandığı şeydir.[438]
19299. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hayattan daha iyisi, kaybettiğin
zaman hayattan usanacağın şeydir. Ölümden daha kötüsü ise
mübtela olduğun zaman ölümü arzuladığın şeydir.[439]
Bak. 3740. Bölüm
19300. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Üç şey ölünün ardısıra
gider: Ailesi, malı ve amelleri. Onlardan ikisi geri döner, birisi ise
kalır. Ailesi ve malı geri döner, amelleri ise kalır.[440]
19301. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Müminin
amel ve iyiliklerinden ölümden sonra kendisine çatan şey,
öğrettiği ve yaydığı ilim, geride
bıraktığı salih çocuk veya miras olarak
bıraktığı mushaftır veya bir cami yapmasıdır
veya yolcular için bir ev bina etmesidir, veya bir nehir
akıtmasıdır veya varlığından hayatta olduğu
dönemde sadaka vermesidir.[441]
19302. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Dört kimsenin amellerinin mükafatı
öldükten sonra da kendisine ulaşır: Sınırda nöbet tutarken
Allah yolunda ölen kimsenin, ilmini başkalarına öğreten kimsenin
böylece bu ilimle amel edildikçe ecri ona da ulaşır- bir sadaka
veren kimsenin sadakası yerinde kaldıkça mükafatı kendisine de
ulaşır- ve geride kendisine dua eden salih bir evlat bırakan
kimsenin
[442]
19303. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Altı şey
(sevapları) müminin vefatından sonra kendisine erişir: Kendisine
mağfiret dileyen evlat, geride bıraktığı Kuran,
ektiği fidan, sadaka-i cariye, kazdığı kuyu ve amel edilen
(güzel) sünnet.[443]
Bak. 555. Konu, el-Vekf
Es-Sıdk, 2219. Bölüm; el-Amel (1),
2938. Bölüm; el-Amel (3), 2961. Bölüm; el-Kabr, 3268. Bölüm; es-Sunn, 1912,
1913. Bölümler
500. Konu
el-Mal
Mal-Varlık
F
Bihar, 73/135, 123. Bölüm; Hubbul-Mal
Bak.
F
29. Konu, el-Buhl; 104. Konu, el-Hırs; 151.
Konu, el-Hums; 185. Konu, er-Rızk; 292. Konu, es-Sadaka; 422. Konu,
el-Fakr; 397. Konu, el-Gına; 440. Konu, el-İktisad; 521. Konu,
el-İnfak; 202. Konu, ez-Zekat; 450. Konu, el-Kenaat; 404. Konu, el-Fitne
F
El-İlm, 2835 ve 2848. Bölümler; el-Marifet
(2), 2657. Bölüm; el-Gına, 3119. Bölüm; el-İzzet, 2706. Bölüm;
eş-Şirket; 1999. Bölüm; el-Helal, 938. Bölüm; ez-Zevac, 1641. Bölüm;
el-Mevt, 3748. Bölüm; el-İmamet (3), 252. Bölüm
Kuran:
Mal ve oğullar, dünya hayatının
süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, emel olarak
da, Rabbinin katında daha hayırlıdır.[444]
19304. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, isteklerin
kaynağıdır.[445]
19305. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, olayların talanıdır.[446]
19306. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, arzuları güçlendirir.[447]
19307. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, varisin huzura kavuşma
sebebidir.[448]
19308. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, fitnelerin sebebi ve
olayların yağmasıdır.[449]
19309. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, meşakkat sebebi ve
sıkıntıların bineğidir.[450]
19310. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, sahibini dünyada yüceltir.
Münezzeh olan Allah nezdinde ise hor kılar.[451]
19311. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, sahibini dünyada yüceltir,
ahirette ise alçaltır.[452]
19312. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, önceden gönderdikleri
dışında sahibi için vebaldir.[453]
19313. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, nefsin fitnesi ve olayların
talanıdır.[454]
19314. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ben müminlerin efendisiyim, mal ise
zalimlerin efendisidir. Mal asla yöneticilikte bulunmaz. Aksine onun
vesilesiyle yönetilir.[455]
19315. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ben müminlerin önderiyim, mal da
günahkarların önderidir.[456]
19316. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Dinar
ve dirhem sizden öncekileri helak etti. Bu ikisi sizleri de helak edecektir.[457]
19317. İbn-i Mesud, halka ihsanda
bulunurken, birisi geldi ve İbn-i Mesud ona bin dinar vererek şöyle
buyurdu: Al, zira Allah Resulünden (s.a.a)
şöyle buyurduğunu işittim: Sizden öncekileri dirhem ve dinar
helak etti. Bu ikisi sizleri de helak edicidir.[458]
19318. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Senin varlığın
hayatın zamanında seni övendir. Ölümünden sonra ise seni
kınayandır.[459]
19319. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal sahibi sıkıntı ve
eziyet içindedir.[460]
19320. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, bütün hüzünlerin
kaynağdır.[461]
19321. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal her ne kadar çok da olsa, dert ve
hüzünler de ikiye katlanır.[462]
19322. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Her ümmetin taptığı bir
buzağısı vardır. Bu ümmet buzağısı da dirhem
ve dinardır.[463]
Kuran:
Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat,
onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü,
mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaatlerde bulun ama
şeytan sadece onları aldatmak için vadeder.[464]
19323. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Şeytan insanı her yerden geri
çevirir ve yorduğu zaman da malının yanında ona bir tuzak
kurar ve boynundan yakalar.[465]
19324. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah lanet etsin İblis şöyle
diyor: Her şey beni adem oğlunu tuzağa düşürme hususunda
yorgun ve aciz düşürse de şu üç şeyden biri asla onun
hakkında beni sıkıntıya düşünmez: Helal yol
dışında mal elde etmek, malın hak ve hukukunu ödememek veya
onu yersiz yerde kullanmak.[466]
19325. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah lanet etsin, şeytan
şöyle demiştir: Zengin kimse üç yerden birinde benim elimden
kaçamaz. Sabah akşam üç şeyde onun yanına giderim: Helal olmayan
malı elde etmek, malı yersiz yere kullanmak ve de malı ona sevdiririm
ve böylece de onun hak ve hukukunu ödemez..[467]
19326. İbn-i Abbas şöyle diyor: Yeryüzünde
ilk defa dirhem ve dinar basılınca, İblis o ikisine baktı,
o iki sikkeyi inceledi. Eline aldı, gözüne bıraktı. Sonra
göğsüne yapıştırdı. Ardından feryat etti. Yeniden
o ikisini göğsüne yapıştırdı ve şöyle dedi:
Sizler gözümün nuru ve kalbimin meyvesisiniz. Eğer ademoğulları
sizi sevecek olursa, artık hiçbir puta tapmamalarından korkmam.
Ademoğlunun sizleri sevmesi benim için yeterlidir.[468]
Bak. 267. Konu, eş-Şeytan
Kuran:
Malı pek çok seviyorsunuz.[469]
19327. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal sevgisi fitnelerin sebebidir.[470]
19328. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal sevgisi geleceği yok eder.[471]
19329. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, geleceği yok eder ve
arzuları yayar.[472]
19330. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal sevgisi arzuları güçlendirir
ve amelleri bozar.[473]
19331. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal sevgisi dini gevşetir ve
yakini bozar.[474]
19332. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur:
Dünyaya tapanların
varlığına bakma. Zira mallarının
parıltısı, imanlarınızın nurunu alır.[475]
19333. Resulullah (s.a.a), oturmuşken
görgüsüz bir bedevinin ayağa kalkarak, Kıtlık bizi yok etti
demesi üzerine şöyle buyurmuştur: Ben
sizler için başka bir tehlikeden korkuyum ve o da dünyanın sizlere
aktığı zamandır.[476]
19334. İmam Ali (a.s), İsanın
(a.s) niteliği hakkında şöyle buyurmuştur: Ne
onu fitneye düşürecek bir hanımı, ne hüzünlendirecek bir
çocuğu, ne kendisini meşgul edeceği bir malı vardı.[477]
19335. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Münezzeh olan Allah kulunu sevince onu
mal ve servetten nefret ettirir ve arzularını kısaltır.
Allah bir kulun kötülüğünü istediği taktirde ise mal ve serveti ona
sevdirir ve arzularını genişletir.[478]
Bak. Eş-Şükr, 1843. Bölüm
Kuran:
Birinize ölüm geldiği zaman, eğer
hayır (mal) bırakıyorsa, ana babaya, yakınlara, uygun bir
tarzda vasiyet etmesi muttakilere bir hak olarak size yazıldı/takdir
edildi.[479]
19336. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Helal yoldan mal elde etmeyi ve bu
vesileyle, yüz suyunu korumayı ve borçlarını ödemeyi sevmeyen
kimsede hayır yoktur.[480]
19337. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Helal yoldan mal toplamayı ve bu
vesileyle yüz suyunu koruyup borçlarını ödemeyi ve sıla-i
rahimde bulunmayı sevmeyen kimsede hayır yoktur.[481]
19338. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: Maldan istifade etmek (sermayeyi
kullanmak) mürüvvetin kemalindendir.[482]
19339. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Malları güzel bir şekilde
kullanmak, mürüvvettendir.[483]
19340. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malı güzel kullanmaya
çalış. Zira varlıklı olmak, yüce insanın yükseliş
sebebidir ve aşağılık insandan müstağni olma
nedenidir.[484]
19341. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malını yerli yerinde
kullanmayan kimse bir mal elde etmemiştir.[485]
19342. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Doğru mal doğru kimse için ne
de güzeldir.[486]
19343. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dünya ahiret için güzel bir yardımcıdır.[487]
19344. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Zenginlik, efendi olmayanı efendi
kılar ve varlık, dayanaksız kimseyi bile güçlü kılar.[488]
19345. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İktidar, sahibinin
hatasını doğru ve düşmanının doğrusunu da
yanlış gösterir.[489]
19346. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Zenginlik, gurbette vatandır;
fakirlik ise vatanda gurbettir.[490]
19347. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Mümine sövmek günah, müminle
savaşmak küfür, etini yemek (gıybetini etmek) ise Allaha
isyandır. Malının haram oluşu da tıpkı kanın
haram oluşu gibidir.[491]
Bak. Eş-Şehadet (2), 2119.
Bölüm
Kuran:
Çokluk kuruntusu sizi
o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak
kadar oldunuz.
[492]
Mal
toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin
vay haline! Malının kendisini ölümsüz kılacağını
sanır. [493]
Tek
olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar
verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi bana
bırak. [494]
Altın ve gümüşü biriktirip
Allah yolunda infak etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. [495]
Bak. Kasas, 76,82, Mearic, 18, Kehf, 34,
Hadid,20, Tevbe, 69, Yunus, 88, Sebe,35
19348. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sultana yakın olan her kul
mutlaka Allah-u Tealadan uzak düşmüştür. Mal ve serveti çoğalan
kimsenin mutlaka hesabı şiddetli olmuştur ve takipçileri çok
olan kimsenin de mutlaka şeytanları çok olmuştur.[496]
19349. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal ve servet çokluğu kalpleri
helak eder ve günahları vücuda getirir.[497]
19350. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir kimse Ebu Zerin yanına geldi
ve ona koyunlarının doğurduğunu müjde vererek şöyle
dedi: Ey Ebuzer! Müjdeler olsun sana! Koyunların doğurdular ve
çoğaldılar. Ebu Zer şöyle dedi: Onların
çoğalması beni sevindirmez. Çünkü onları sevmiyorum. Az olan ama
yeten malı, çok olan ama (Allahı zikretmekten) gafil kılan
maldan daha çok seviyorum.[498]
19351. Resulullah (s.a.a), Ebuzer ile birlikte
Medinede yola düştü. Yürürken Uhud dağına geldiğinde
şöyle buyurdu: Uhud dağı
kadar altınım olsa bile, üç gece geçtiği halde ondan bir
dinarının da yanımda kalmasını sevmiyorum, meğer
ki bir borcu ödemek için yanımda tutayım ve sağdan soldan ve
arkadan Allahın kullarına bağışta bulunayım.
Peygamber daha sonra yola düştü ve şöyle buyurdu: Sağdan,
soldan ve arkadan bağışta bulunan, hayırlı işler
yapan kimseler dışında zenginler kıyamet günü fakirdirler
ve bunlar çok azdırlar.[499]
19352. Ebu Zer şöyle diyor: Bir
gece dışarı çıktım. Aniden Allah Resulünü yalnız
yürürken gördüm. Hiç kimse onunla birlikte değildi. Ben kimseyle birlikte
olmaktan hoşlanmadığını düşündüm. Ebu Zer daha
sonra şöyle diyor: Ben ay ışığında yola
düştüm. Peygamber geri döndü ve beni görünce şöyle dedi: Kim o? Ben
şöyle arzettim: Fedan olayım Ebu Zer. Peygamber şöyle buyurdu:
Ebu Zer gel! Ben bir müddet Peygamber ile birlikte yol yürüdüm: Daha sonra
Peygamber şöyle buyurdu: Allahın kendisine bir mal verdiği
onun da sağdan, soldan, arkadan ve önden bağışta
bulunduğu ve onunla hayırlı işlerde bulunduğu kimse
dışında kıyamet günü zenginler fakirlerdirler. Ebu Zer
şöyle diyor: Yine Peygamber ile birlikte bir müddet yol yürüdüm. Daha sonra
bana şöyle buyurdu: Burada otur! Böylece beni etrafı taşlarla
dolu bir çukurun yanına oturttu ve şöyle buyurdu: Ben dönünceye
kadar buraya otur. Peygamber (s.a.a) yola koyuldu ve onu görmeyeceğim
kadar uzaklaştı ve gözümden kayboldu.[500]
19353. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah hayrını dilediği hiçbir
kula otuz bin (dirhem) vermemiştir. İmam daha sonra şöyle
buyurmuştur: Kul hiçbir zaman helal yoldan, on bin dirhem
toplamamıştır. Bazen Allah bir grup için dünya ve ahireti bir
araya getirir. Kendisine günlük yiyeceği ve amel verilen kimsenin şüphesiz
Allah, dünya ve ahiretini bir araya getirmiştir.[501]
19354. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hayır, malının veya
evladının çoğalması değildir. Şüphesiz ki
hayır ilminin çoğalması, hilminin büyümesi ve rabbine ibadet sayesinde
insanlar arasında övülmendir.[502]
19355. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Senin için kalmayacak ve senin de
kendisi için kalmayacağın bir şeyi artırmak (veya bir
şeyin çokluğuyla övünmek) en büyük cehalettendir.[503]
19356. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Sadece üzerinde
Allah-u Tealanın hüccetinin büyüdüğü kimsenin malı
çoğalmıştır. O halde eğer kendinizden
uzaklaştırmaya gücünüz yetiyorsa bunu yapın. Kendisine, Hangi
şeyle? Diye sorulunca şöyle buyurmuştur: kardeşlerinizin
ihtiyacını mallarınızdan temin ederek.[504]
19357. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan
Allah Musaya şöyle buyurmuştur:
Hiç kimsenin fazla servetine
imrenme. Zira fazla servet, fazla günaha sebep olur. Çünkü bir takım farz
hakları vardır (ödenmediği taktirde günaha sebep olur.)[505]
19358. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Kalp huzurunu
aradım ve onu sadece az servette buldum.[506]
19359. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben sizler için fakirlikten
korkmuyorum. Sizler için fazlalık talep etmekten ve sebeple övünmenizden
korkuyorum.[507]
19360. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Mal ve servet şu
beş hasletle toplanır: Şiddetli cimrilik, uzun arzu, (ruhlara)
galip bir hırs, sıla-i rahimi terk etmek ve dünyayı ahirete
tercih etmek.[508]
19361. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bunun için sakın insanların
çokluğu seni aldatmasın. Senden önce dünyaya dalıp ölümün
gelmeyeceğini sanarak mal yığan, mallarının
tükenmesinden korkan ve cezalandırılmayacaklarını
zannedenlere ölümün nasıl gelip çattığını,
memleketlerinden nasıl ayırdığını
görmüşsündür
Evet uzun emellere kapılanları, sapasağlam
evler inşa edenleri, çokça mal yığanları görmediniz mi?!
Evleri nasıl kabirlere dönmüş, yığdıkları hep
boşa gitmiş, malları varislere intikal etmiş, eşleri
başkalarına kalmış?![509]
19362. İmam Bakır (a.s), kendisine
dirhem, dinar ve insanların bu ikisi karşısındaki görevi
sorulunca şöyle buyurmuştur: Bunlar
Allahın yeryüzündeki mühürleridir. Allah onları
yaratıklarının maslahatı için karar
kılmıştır. İşler ve kazanç, dirhem ve dinarla
yürümektedir. O halde dinar ve dirhemi çok olan, ondaki Allah-u Tealanın
haklarını ödeyen, zekatını veren kimseye bu dirhem ve
dinarlar, tatlı ve temizdir. Herkim de fazla dinar ve dirhem toplar,
cimrilik eder, Allahın ondaki haklarını ödemez, ondan kap ve
çanak yaparsa aziz ve celil olan Allahın kitabında belirttiği
tehdite daha layıktır. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: Bunlar cehennem ateşinde
kızdırıldığı gün, alınları,
böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, Bu, kendiniz
için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın denecek.[510]
Şüphesiz insanın ilk
tabiatı gereği vücuda getirdiği toplum, sadece para
değiş tokuşu ve iş ile ayakta durabilir. Eğer
işin içinde bu mesele olmasaydı, insan toplumu göz açıp
kapayıncaya kadar dahi hayatta kalamazdı. İnsanın kendi
toplumundan istifade etmesi, yerin ilk maddelerinden bir şey alması,
gücü oranında onlar üzerinde çalışması ve ardından
ondan ihtiyacı kadarını alıp ihtiyacından arta
kalanını toplumun diğer bireylerinin elinde bulunan ve
kendisinin ihtiyaç duyduğu şeylerle değiştirmesi
esasına dayalıdır. Örneğin fırıncı
yapmış olduğu ekmekten, ihtiyacı kadarını
almakta, ihtiyacından arta kalanını, dokumacının
dokuduğu kumaş ile değiştirmektedir. Bu esas üzere toplum
bireylerinin işleri, toplum düzeyinde hakikatte alış veriş,
değiş tokuş ve mübadele esasına dayalıdır.
İktisadi araştırmalardan
da elde edildiği üzere ilk insanlar kendi alış verişlerini
mal değiş tokuşu şeklinde yapıyorlardı ve
düşünceleri bunun üstünde bir düzeye erişmemişti. Burada var
olan bir nükte de şudur ki, mallar arasındaki oranlar, onlara duyulan
ihtiyaçların şiddeti ve zayıflığı, ihtiyaç
duyulan malın azlığı ve çokluğu esasınca onlar
arasında farklılık göstermekteydi. İnsan bir mala çok
ihtiyaç duyduğunda ve o mal da az olduğunda, tabiatıyla onu elde
etmeye olan arzu da çoğalmakta ve o malın diğer mallara oranla
değeri artmaktaydı. Bunun tam aksine bir mala olan ihtiyaç az
olduğunda veya malın çokluğu durumunda da malın pazarı
kesata uğramakta, insanların da ona rağbeti azalmakta ve
dolayısıyla da o malın değeri diğer mallardan daha
aşağı düşmekteydi. Bu konu gerçekte değer ve
kıymetin kökü konumundadır. Uzun bir müddetten sonra insanlar,
buğday, yumurta ve tuz gibi bir takım az bulunur ve değerli
maddeleri kıymet ölçüsü olarak taktir ettiler. Diğer malları ise
farklı değerlerle onlarla ölçtüler ve bu mallar, pazarda
değiş tokuşun ölçüsü konumuna geldi. Bu metot, henüz de
bazı küçük köy topluluklarında ve ilkel kabilelerde yaygın
durumdadır.
İnsanlar hakeza bu metodu
altın, gümüş, bakır ve benzeri bir takım metalleri
buluncaya kadar devam etti ve böylece bunları diğer
eşyaların değer ölçüsü ve onları değerlendirmede ölçü
birimi olarak karar kıldılar. O halde bu metaller kendilerine dayalı
para, diğer mallar ise bunlara dayalı mallar olarak
değerlendirildi. Sonunda işler öyle bir yere vardı ki
altın, malların ilk makamını elde etti, gümüş ikinci
makamı, diğer metaller ise sonraki makamlarda yer aldılar. Hepsi
de devlet paraları olarak basıldı. Biri dinar oldu diğeri
dirhem. Birisi fulus biri başka bir şey olarak basıldı. Bu
konunun detayları konumuzun dışında kaldığı
için bu kadarıyla yetiniyoruz.
Çok geçmeden altın ve gümüş
değer biçme ölçüsü oldu. Her şeyin değeri onlarla tayin edildi.
İnsanın işi veya malı bu ikisiyle değerlendirildi.
Hayati ihtiyaçların yükselişi de bu iki metalde merkezileşti.
Servet ve varlığın ölçüsü olarak sayıldı. Böylece toplumun
hayat ruhu onlara düğümlendi. Öyle ki bu iki element işinin dumura
uğramasıyla toplumun ruhu da karmaşıklığa düçar
oldu. Eğer bu iki element, alışveriş pazarında cereyan
ediyorsa, alış veriş de aynı ölçüde cereyan etmiş,
eğer bu ikisi durmuşsa, alış veriş de durmuştur.
Daha sonraları insan topluluklarında bu iki elemente havale edilen
görev, yani, malın ve işin değerinin korunması ve
onların birbiriyle oranını teşhis etme işini bugün
insanlar arasında yaygın olan resmi evraklar üstlendi. Örneğin
dolar, pound ve benzeri şeyler ve banka çekleri gibi. Bu evraklar
eşyaların değerini göstermektedir ve haddi zatında hiçbir
değere sahip değildir. Dolayısıyla da bunların
değerleri itibari değerlerdir.
Altın ve gümüşün toplumsal
durumuna dikkat edildiği taktirde (zira bunlar değer ve ölçülerini
koruyan iki para, olmaları mal ve varlıkları aralarındaki
farklılıklara oranla bu ikisiyle değerlendirilmesi hasebiyle)
açıkça açığa çıkmaktadır ki bu iki element,
eşyaların birbirine oranlarını göstermektedir. İtibar
hasebiyle oranların açıklayıcısı ve hatta denilebilir
ki bizzat oranların kendisi durumundadır. Bu yüzden onların batıl
oluşu, oranları da iptal etmekte, onların korunuşu ve
cereyanların önlenmesi de oranları hapsetmekte ve onların
duraklamasıyla duraklamaktadır.
İkinci dünya savaşında da
şahit olduğumuz gibi, bazı ülkelerin paralarının
itibardan düşmesiyle, örneğin Sovyet Rusya devletinin menatının
ve Alman markının
düşüşüyle büyük bir karmaşalık, servet
dağınıklığı ve insanların hayatındaki
işlerinde kargaşalık vücuda geldi. Altın ve gümüş
biriktirmek ve onların tedavülüne engel olmak da insanlar arasında
aynı durumu vücuda getirdi.
İmam Bakırın (a.s) daha
önce naklettiğimiz Emalideki rivayeti de bu nükteye işaret
etmektedir. Allah dirhem ve dinarları yaratıklarının
maslahatı için taktir etmiş, hayat işlerini, kazanç ve
çabalarını onlarla yola koymuştur.
Buradan da
anlaşıldığı üzere altın ve gümüşü
biriktirmek eşyanın değerinin ortadan kalkmasına, biriktirilmiş
altın ve gümüşler toplumdaki alış verişin
dirilişine ve canlı
tutulmasına engel olmaktadır. Alış verişin ortadan
kalkması ve pazarın kesata uğraması da toplumun
hayatını ortadan kaldırmakta, pazarların ve alış
verişlerin kesata uğradığı oranda da toplum
hayatı duraklamaya ve zayıflamaya düçar olmaktadır.
Altın ve gümüşü biriktirmekten
maksadım, onların belirli kasalarda tutulması değildir.
Aksine kıymetli ve değerli malları yokluktan kurtulmak için
korumak, insanın içgüdüsünün hükmettiği bir görevdir ve selim
akıl da bunu beğenmektedir. Alış verişlerdeki nakit
paraların her ne şekilde olursa olsun, tedavüle girerse girsin, geri
döndüğü taktirde biriktirilmesi
yokluktan, gasptan, hırsızlıktan, yağmadan ve
hıyanetten korunması gerekir. Altın ve gümüşün biriktirilmesinden,
pazar alışverişlerinde tedavülüne engel olmaktan, maksadım hayat
işlerini iyileştirmek için tedavüle koymak ve toplumun
ihtiyaçlarını gidermektir. Aç bir insanı doyurmak, susuz bir
insana su vermek, çıplak bir kimseyi giydirmek bir tüccarın kar
etmesi, bir işçinin faydalanması, ekonomik kalkınma,
hastalığın tedavisi, bir esiri azad etme, bir borçluyu kurtarma,
sıkıntıyı giderme ve hüznü ortadan kaldırma, çaresiz
birine yardım etme, salim ve temiz bir toplumu savunma, toplumsal
fesatları tüketmek ve benzeri sayısız şeyler, hususunda
para harcamak, ya farz, ya lazım, ya müstehap ya da mübahtır ve her
durumda itidal ölçüsünü korumak ifrat ve tefritten sakınmak ve
savurganlıktan uzak durmak gerekir. Elbette ki infak ve para
harcamanın mübah olduğu yerlerde bundan sakınmak, ne şeren
günah ve suçtur ve ne de aklen. Ama müstehap infakların ortamını
ortadan kaldırmak ve para biriktirmek de en kötü suçlardan ve günahlardan
biridir. Bu meseleyi günlük hayatınızda her ev, evlilik, yemek ve
giymek ile ilgili işlerde göz önünde aldığınız
taktirde yaşamsal işlerde müstehap infakları terk etmenin ve şeri
bir vacip haddinde olan zaruri infaklar ile dakik bir şekilde iktifa etmenin,
hayat düzeninde ne büyük bir karmaşalık
yarattığını göreceksiniz. Bu
karmaşalığı hiçbir şey telafi edemez. Fesat ve
bozulmanın önünü hiçbir engel alamaz.
Bu açıklamadan da açıkça
anlaşıldığı üzere Altın ve gümüşü biriktirip Allah
yolunda infak etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.
Ayeti mutlak anlamda olabilir ve dolayısıyla da bu söylenenler
ışığında müstehap olan infakları da kapsayabilir.
Zira para ve mülk biriktirmek, farz olan infaklar gibi müstehap infaklar
konusunu da ortadan kaldırmaktadır.
Hakeza daha önce Taberinin rivayetinde
naklettiğimiz Ebu Zerin sözünün anlamı da açıkça
anlaşılmaktadır. Osman b. Affanın yanına
vardığında ona şöyle dedi: İnsanlardan sadece eziyet
etmemeleri ile yetinmeyiniz. Aksine bağış ve ihsanda
bulunmalarını sağlayınız. Zekat veren kimse, bu
işiyle yetinmemelidir. Aksine komşularına ve kardeşlerine
de iyilik etmeli, akrabalarına da yardımda bulunmalıdır.
Onun ifadeleri yaklaşık olarak
veya dakik bir şekilde zekatı çıkardıktan sonra, yaşam
harcamalarından arta kalanları infak etmenin de farz olduğunu
ifade etmemektedir. Aksine Ebu Zer Allah yolunda infak etmeyi, farz ve müstehap
diye ikiye ayırmaktadır. Sadece Ebu Zer zekat
dışındaki infak yollarının kapanmaması
gerektiğini ve hayırların kapısının tümüyle
kapatılmamasını ifade etmektedir. Zira bu iş teşri maksadını
iptal etmeye ve şeriat sahibinin göz önünde bulundurduğu genel
maslahatların ortadan kalkmasına neden olmaktadır.
Ebu Zer şöyle diyor: İslam
devleti, sadece görevi güvenliği sağlamak, insanların birbirine
saldırısına engel olmak, insanları istediklerini yapmak
hususunda serbest bırakmak, insanları ifrat veya tefrite
düşmede, islah veya fesat çıkarmada, doğru veya yanlış
yola koyulmada serbest bırakmaktan ibaret olan İran
padişahları veya Rum hükümdarlarının despot hükümetleri
gibi değildir. Aksine hükümetin başında olanlar da
istediğini yapma hususunda özgür değillerdir. Onlar da sorguya
çekilmelidir. İslam devleti toplumsal ve dini bir devlettir. Sadece
halkın birbirine eziyet etmemesiyle yetinmemektedir. Aksine toplumu hayatın
tüm işlerinde yetiştiren ve bütün kesimler için ister emir olsun,
ister memur, ister reis olsun ister merus (idare edilen), ister hizmetçi olsun
ister hizmet edilen, ister fakir olsun, ister zengin ve ister güçlü olsun ve
ister zayıf, güçleri oranında mutluluğunu temin eden bir
takım etkenlere yönlendirmektedir. Örneğin zenginlerin
ihtiyacını fakirlerin kendisine yardımı yoluyla temin etmektedir.
Fakirlerin ihtiyacını da zenginin malı yoluyla gidermektedir.
Güçlünün makam ve mevkisini, zayıfın kendisine saygı göstermesi
yoluyla, zayıfın hayatını da güçlünün gözetimi ve merhameti
yoluyla korumaktadır. Yüce kimsenin yüceliğini, düşük kimselerin
itaatiyle düşük kimselerin itaatini ise, yüce kimselerin adalet ve
insafıyla korumaktadır. Bütün bunların hepsi sadece iyiliği
yaymak, hayır kapılarını açmak, farz ve müstehapları
kendilerine layık olduğu şekliyle hayata geçirmek de mümkündür.
Ama sadece farz olan zekatları vermekle yetinmek ve müstehap olan
infakları tümüyle terk etmek, dini hayatın amellerini
ateşlemekte, şeriat sahibinin maksadıyla çelişmekte ve
birbirinden kopuk karmaşık ve fesadın kökleştiği bir
topluma doğru hızla harekete sebep olmakta ve toplumdaki bu
bozukluğun ıslah edilemez bir makama gelmesine sebep olmaktadır.
Bütün bunlar ise dinin maksadını diri tutmak hususunda kusur etmekten
ve zalimlere karşı müsamaha göstermekten kaynaklanmaktadır. Eğer
bununla amel etmezlerse, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat oluşur.
Ebu Zer Taberiden naklettiğimiz
önceki rivayette de Muaviyeye şöyle demiştir: Neden
Müslümanların malını Allahın malı olarak
adlandırıyorsun? Muaviye ona cevap olarak şöyle dedi: Allah
sana rahmet etsin! Ey Ebu Zer! Biz Allahın kulları değil miyiz?
Mal da Allahın malıdır, insanlar da Allahın
yaratıkları ve emir de Allahın emridir. Ebu Zer şöyle
buyurdu: Buna rağmen bu sözü söyleme. Bunun sebebi ise Muaviyenin
valilerinin ve ondan sonraki Emevi halifelerinin söylediği şeyin
adeta hak ve doğru oluşurdu. Peygamberden (s.a.a) de bu söz rivayet
edilmiş, Allahın kitabı da buna delalet etmekteydi. Ama bu
cümleden aldıkları sonuç, münezzeh olan Allahın göz önünde
bulundurduğu anlamın tam aksineydi. Zira Mal Allahın
malıdır cümlesinden maksat, birinin kudret, şevket, sulta
sahibi olması sebebiyle malın kendisine özgünlük elde etmediği
anlamındadır. Aksine mal ve mülk tümüyle Allahındır ve
Allahın tayin ettiği ve tesbit ettiği yollarda
harcanmalıdır. Bireyin çaba, çalışma, miras ve benzeri
yollarla elde ettiği malların kendine ait bir hükmü vardır.
İslam devletinin elde ettiği ganimet, cizye, haraç, sadakalar ve
benzeri şeylerin infak yolları da din tarafından tayin
edilmiştir. Dolayısıyla yönetici kimse bu gelirlerden geçimi
için gerekli olan miktardan fazlasını kendisine veya
akrabalarına özgü kılamaz. Dolayısıyla da mal biriktiremez,
hazine oluşturmaz, bu paralarla saraylar dikemez, hizmetçi ve
kapıcı tutamaz, Kayser ve Kisra gibi yaşamaz. Ama Muaviye ve
benzerlerinin bu cümleyi söylemekten maksatları, insanların
Müslümanların malını kendi arzuları ve istekleri yolunda
harcamalarına, Allahın beğenmediği yolda
bağışta bulunmalarına, bu malların müstehak kimselere
ulaştırılmamasına itirazlarının önünü almak
içindi. Onlar Müslümanların, Müslümanların malını neden
onlar dışında bir takım yollarda harcıyorsunuz? Demelerini
önlemek istiyorlardı. Bu yüzden şöyle diyorlardı: Mal
Allahın malıdır, biz de Allahın eminleriyiz. Kendi
görüşümüz esasınca bu malları harcıyor, tasarrufta
bulunuyoruz. Bu mantık üzere Allahın malıyla istedikleri gibi
oyun oynayarak kendileri için her şeyi reva görüyor, her türlü bencilce
tasarrufta bulunmayı doğru ve sahih olarak kabul ediyorlardı.
Oysa mal Allahın malıdır cümlesinin sonucu, aksi sonuç
vermektedir. Dolayısıyla da Allahın malı ve
Müslümanların malı bir tek anlam ifade etmektedir. Ama Muaviye ve
benzerleri bu cümleden iki farklı anlam çıkarıyordu ve bu iki
anlam da tabiatıyla birbiriyle çelişmekteydi.
Eğer Muaviyenin, mal
Allahın malıdır cümlesinden maksadı gerçek ve doğru
anlamında olsaydı, Ebu Zerin onun sarayından dışarı
çıkmasının insanlar arasında, mal biriktirenlere
alınlarının, yanlarının ve sırtlarının
dağlanacağına dair müjdeler olsun diye feryat etmesinin
anlamı kalmazdı.
Elbette Muaviye de Ebu Zere mal stok etmek
ile ilgili ayetin Ehl-i Kitaba ait olduğunu söylüyordu. Belki de onlar
hakkında kötümser olmasının sebeplerinden biri de Mushaf
yazıldığı zaman onların Vellezine
yeknizunez-Zehebe cümlesindeki vav
harfinin kaldırılması hususunda ısrar etmeleriydi. Öyle ki
Ubey bu harf kaldırıldığı taktirde onlarla
savaşacağına dair onları tehdit etmiş, onlar da mecbur
kalarak vav harfini yazmışlardı. Bu rivayeti daha önce de
naklettik.
Bu olay Seyften ve onun da
Şuaybdan naklettiği şekilde öyle bir
aktarılmıştır ki, adeta Ebu Zerin sözünün doğru
olmadığı gösterilmeye
çalışılmıştır. Hatta Taberi sözünün
başında bunu açıkça belirtmiştir. Ama olayın
başı ve sonu, bu görüşün doğruluğuna delalet
etmektedir.
Evet mal biriktirenler hakkındaki
ayet, altın ve gümüş biriktirmenin infakın farz ve zaruri olan
yerlerinde infakta bulunmamanın, zekat, müstahak olanlara vermemenin,
savunma yolunda onları infakta savunmanın hakeza hayır yolunu
kapamanın ve insanlar arasında ihsanda bulunmamanın haram
oluşuna delalet etmektedir. İnfakın farz oluşu hususunda
pazarda tedavülde olan mal ile yere gömülen mal arasında hiçbir fark
yoktur. Sadece malı biriktirmenin ayrı bir günahı da
vardır. Malı Müslümanların yöneticisinin gözünden gizlemek, o
mal hakkında bir hıyanet ve aldatma sayılmaktadır.[511]
19363. İmam
Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: Eğer mal ve
servetin senin olmazsa, sen onun olursun. O halde ona acıma. Zira o sana
asla acımaz. O seni yemeden sen onu ye.[512]
Ben
şöyle diyorum: Zühdün tefsirinde ne
kadar güzel demişler: Bir şeye sahip olmaman değil, bir
şeyin sana sahip olmamasıdır.
19364. İmam Zeynül-Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: Malının ve
varlığının hakkı onu sadece helal yoldan elde etmen,
yolunda harcaman ve sana teşekkür etmeyen kimseyi (yani Allahtan
gayrisini) kendine tercih etmemendir. O halde onu rabbine itaat yolunda kullan
ve bu yolda cimrilik etme. Aksi taktirde sonunda hasret ve pişmanlık
yükünü yüklenirsin.[513]
Bak. 3758, 3759. Bölümler
19365. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ümmetim dünyada üç
kısımdır: Birinci kısmı mal ve servet biriktirmeyi
sevmez, mal elde etmeye ve stoklamaya çalışmaz, aksine dünyadan
açlığını giderecek ve avret mahallini örtecek
kadarıyla yetinirler, dünyadaki zenginlikleri kendilerini ahirete
ulaştıracak miktarıdır. Bunlar güvene ermiş
kimselerdir. Onlar için korku ve hüzün yoktur.
İkinci grup ise malı en temiz
ve en güzel yollarından elde etmeyi sever, bu vesileyle akrabalarına
yardımcı olurlar, kardeşlerine iyilik ederler, fakirlere
yardım ulaştırırlar. Onlardan biri için kızgın
bir taşı ısırmak malı helal olmayan yoldan elde etmek
veya ölünceye kadar mal biriktirmek ve hak ve hukukunu ödememekten kendileri
için daha kolaydır. Bunlar da (malları hakkında) dakik hesap
görülecek olursa, azaba düçar olan ve
bağışlandığı taktirde ise (azaptan) esenlikle
çıkan kimselerdir.
Üçüncü grup ise malı helal ve haram
yoldan toplayan, üzerlerine farz olan hakları ödemeyen kimselerdir. Bunlar
harcarlarsa, israf ve savurganluğa düşer, esirgerlerse cimrilik ve
stokçuluk yaparlar. Bunlar dünyanın kalplerinin dizginlerini ele
geçirdiği ve günahları sebebiyle kendilerini ateşe
sürüklediği kimselerdir.[514]
19366. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Kıyamette hasretlerin en büyüğü,
haram yoldan mal kazanıp, onu Allah yolunda infak eden birine miras
bırakan ve bu yüzden de kendisi cehenneme giderken varisinin cennete
gittiği kimsenin hasretidir.[515]
19367. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Tealanın Böylece Allah onlara,
hasretini çekecekleri işlerini gösterir.
Ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: O
malını cimrilik üzere Allaha itaat yolunda harcamadan ölen ve onu
Allaha itaat veya isyan yolunda harcayan birine miras bırakan kimsedir.
Eğer (varis) Allaha itaat yolunda harcarsa, kendisine ait olan
malını başkasının terazisinde görür ve hasreti artar.
Eğer Allaha isyan yolunda harcarsa, o malı (miras bırakmak ile)
onu güçlendirmiş olur (bu da onun hasretini çoğaltır.) [516]
19368. İmam Bakır veya İmam
Sadık (a.s) hakeza bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur: İnsan
bir mal elde eder, ama o malla hayırlı bir iş yapmaktan mahrum
olur ve ölür. O malı başka birisi miras alır ve onunla iyi
işler yapar. Böylece elde ettiği şeyi, iyi işler
şeklinde başkasının terazisinde görür.[517]
19369. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey
Ademoğlu! Malında kendi vasin ol; kendi malında senden sonra
yapmalarını vasiyet edeceğin işi kendin yap.[518]
Bak. El-Hasret, 857. Bölüm
19370. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Her kim bir malı helal olmayan
yoldan elde ederse, Allah onu fakir kılar.[519]
19371. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Aziz
ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: Herkim hangi yoldan dinar ve
dirhem elde ettiğinden korku içinde olmazsa, bende kıyamet günü hangi
kapısından onu cehennemin içine atacağımı önemsemem.[520]
19372. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Herkim nereden kazanç elde
ettiğinden endişe duymazsa Allah da onu nereden cehenneme
sokacağından endişe etmez. [521]
19373. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Malı helal olmayan yoldan elde eden
kimseyi o mal ateşe doğru sürükler.[522]
19374. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her kim bir malı helal olmayan
yoldan elde ederse bina, toprak ve su ona musallat olur.[523]
19375. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah-u Tealanın müntakim (intikam
alıcı) adında yerleri vardır. Allah bir kula servet
verdiğinde, o da aziz ve celil olan Allahın hakkını
ödemezse, Allah o topraklardan birini ona musallat eder ve o malı orada
kaybeder, sonra ölür ve onu kendisinden geriye bırakır.[524]
19376. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim bir malı hakkı
olmaksızın elde ederse, onu sevabının olmadığı
bir yolda harcar.[525]
19377. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malını helal olmayan yoldan
elde eden kimse, onu yersiz yerde harcar.[526]
19378. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her kim haksız yere bir malı
elde ederse hakkı olarak elde edeceği maldan mahrum kalır.
19379. İmam Sadık (a.s), Horasandan
yanına gelen bir gruba hazırlıksız şöyle
buyurmuştur: Herkim malı mehavişten elde
ederse, Allah onu nehabirde yok eder. Onlar şöyle arzettiler: Fedan
olalım, bu cümleyi anlamadık İmam şöyle buyurdu: Rüzgarın
getirdiğini rüzgar götürür (haydan gelen huya gider.)[527]
Bak. 124. Konu, el-Helal; Vesailuş
Şia, 6/20, 5. Bölüm
19380. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkimin bir malı varsa, onu zayi
etmemelidir. Zira malı yersiz yere bağışlamak, israf ve savurganlıktır.
Bu iş sahibinin adını insanlar arasında yüceltir, Allah
nezdinde ise küçültür. Malını yersiz yere harcayan veya ehli olmayan
kimseye veren kimse, onların teşekküründen mahrum kalır,
hayır ve faydası başkalarına ulaşır, onlar
arasında kendisine dostluk ve teşekkür izharında bulunan kimse
olsa da, gerçekte o yalakacı ve yalancıdır.[528]
19381. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah, kil-u kaldan
(boş konuşmaktan), malı savurganlıkla harcamaktan ve çok
soru sormaktan nefret eder.[529]
19382. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sizler için bir söz ve hadis
söylediğimde, onun hakkında Allahın kitabını bana
sorunuz. Daha sonra hadisinde şöyle buyurmuştur: Şüphesiz
Allah, boş şeyler konuşmaktan, malı zayi etmekten ve çok
soru sormaktan sakındırmıştır. Şöyle arzettiler:
Ey İbn-i Resulillah! Bu Allahın kitabının neresindedir?
İmam şöyle buyurdu: Aziz ve celil olan Allah kitabında
şöyle buyurmuştur: onların gizli toplantılarının çoğunda
hayır yoktur.
Hakeza şöyle buyurmuştur: Allahın geçiminize dayanak
kılmış olduğu mallarınızı, sefihlere
vermeyin,
Hakeza şöyle buyurmuştur: Size açıklanınca hoşunuza
gitmeyecek şeyleri sormayın.[530]
19383. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah üç işi sizler için hoş
görmez: Boş lakırtı etmeyi, malı savurganca harcamayı
ve çok soru sormayı.[531]
19384. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Dünyada zahit olmak, ne helalı
kendisine haram kılmak iledir ve ne de malı zayi etmek iledir.[532]
19385. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Mal insanlara fayda
veren şeydir.[533]
19386. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Herkim kendisiyle insanlara fayda
ulaştırmak için mal ve servet biriktirirse insanlar ona itaat ederler.
Herkim de kendisi için mal toplarsa, insanlar onu zayi ederler. (ona itaat
etmezler veya onu yok ederler.)[534]
19387. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal ve servet bağışta
bulunduğu müddetçe sahibini yüceltir. Cimrilik ettiği zaman ise onu
hor kılar.[535]
19388. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Senin mal ve servetine üç kişi
ortaktır: Kendin, helak olma ve varis. Eğer gücün yetiyorsa
bunların en acizi olma.[536]
19389. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malın senden
ayrılmadıkça sana fayda vermez.[537]
19390. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Şüphesiz bu malı
bağışlamak, stok etmektir. Malı tutmak ise fitne sebebidir.[538]
19391. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal ve servet önceden (ahireti için)
gönderdiği dışında sahibi için bir vebaldir.[539]
19392. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bu malı Allaha itaat yolunda
harcamak, en büyük nimettir. Allaha günah işleme yolunda harcamak ise en
büyük mihnet ve meşakkattir.[540]
19393. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kul ölünce melekler şöyle derler: Önceden
ne gönderdi? İnsanlar ise şöyle der: Geriye ne bıraktı?
O halde malının fazlalığını önceden gönder ki
senin için olsun ve geride bırakma ki senin hasretine sebep olmasın.
Zira asıl mahrum olan kimse, malının hayır ve menfaatinden
mahrum kalan kimsedir. Asıl gıpta edilen kimse de amel terazileri
sadakalarından ve hayırlarından dolayı ağır olan
kimsedir.[541]
19394. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Zaruri ihtiyacına yetecek kadar
malı elinde tut. Arta kalan malları da ihtiyacın
olacağı gün (kıyamet) için, azık kıl.[542]
19395. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En üstün mal onunla haysiyetin
korunduğu ve hakların yerine getirildiği maldır.[543]
19396. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En iyi malın,
ihtiyaçlarının giderilmesinde sana yardımcı olan
maldır.[544]
19397. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: İnsanın en
iyi malı, sadaka stoklarıdır.[545]
19398. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En iyi mal, kendisi vesilesiyle
hakların eda edildiği maldır.[546]
19399. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En iyi mal, kendisi vesilesiyle,
özgürlerin köle edinildiği maldır.[547]
19400. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En iyi mal, insanların
köleliğe çekildiği maldır.[548]
19401. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malların en faziletlisi senin üzerinde
iyi bir etki bırakanıdır.[549]
19402. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En iyi servet övgüye neden olan sevap
ve mükafat gerektiren maldır.[550]
19403. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En iyi mal stok ettiğin ve senin
için bir övgü ve sevap kazandıran maldır.[551]
19404. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: En iyi mal sana yeten maldır.[552]
19405. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Az bir miktarla yetinecek kadar maldan
daha faydalı bir mal yoktur.[553]
19406. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hiçbir mal akıldan daha
faydalı değildir.[554]
19407. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ebu Zere, Senin malın ve mülkün
nedir? diye sorulunca, İlmimdir diye cevap verdi. Ona, Biz senin
altın ve gümüşlerini soruyoruz diye söylenildiğinde ise
şöyle buyurmuştur: Ben, güne başlayınca, geceyi
düşünmüyorum ve geceye başlayınca da sonraki günümü
düşünmüyorum. (Dolayısıyla mal ve servet toplama fikrinde
değilim.) Bizim bir kovanımız vardır. En iyi
mallarımızı orada biriktiriyoruz. Allah Resulünün (s.a.a)
şöyle buyurduğunu işittim: Müminin kovanı kabridir.[555]
19408. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malın senden
ayrılmadıkça sana fayda vermez.[556]
Bak. Ed-Dunya, 1238. Bölüm, 5924. Hadis
Kuran:
Onlara
Allahın size verdiği maldan verin. [557]
De ki:
Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin;
dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar,
dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her
şeye kadirsin.
[558]
19409. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Mal, aziz ve celil olan Allahın
malıdır. Onları yaratıklarına emanet olarak
bırakmış ve ondan mutedil bir şekilde yemelerini, mutedil
bir şekilde içmelerini, mutedil bir şekilde giyinmelerini, mutedil
bir şekilde evlenmelerini, mutedil bir şekilde binek aracı almalarını,
fazla kalanını da müminlerden muhtaç olanlarına
bağışlamalarını emretmiştir. Her kim bu hadden
(itidalden) aşırı giderse, yediği mal haramdır,
içtiği şey haramdır, giydiği şey haramdır,
kendisiyle evlendiği mal haramdır ve bindiği şey de
haramdır.[559]
19410. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sen Allah birine bir şey
verdiğinde bunun Allah nezdindeki saygınlığından ötürü
ve birine bir şey vermediği taktirde de Allah nezdindeki
küçüklüğü ve horluğu sebebiyle olduğunu mu sanıyorsun? Hayır
aksine bütün mal Allahındır ve insana emanet olarak vermektedir.
İnsana ılımlı bir şekilde yemesini, giyinmesini,
evlenmesini, binek aracını almasını, fazlasını da
muhtaç olan müminlere vermesini ve bu vesileyle onları
perişanlıktan kurtarmasını caiz kılmaktadır. O
halde herkim öyle yaparsa, yediği, içtiği, bindiği,
evlendiği, kendisine helaldır. Herkim de bu sınırı
aşarsa ona haramdır.
İmam daha sonra şöyle
buyurmuştur: İsraf etmeyin. Şüphesiz ki Allah israf edenleri
sevmez. Sen Allahın birine bir malı emanet verdiğinde onun
kendisine yirmi dirhemlik bir at kafi olduğu halde on bin dirhemlik bir at
almaya layık olduğunu mu sanıyorsun veya kendisine yirmi
dinarlık bir cariye yettiği halde, bin dinara cariye almaya
hakkının olduğunu mu sanıyorsun. Oysa ki Allah şöyle
buyurmuştur: İsraf etmeyiniz.[560]
19411. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Gerçekte Allah-u Teala
bu fazla malları aziz ve celil olan Allahın malum
kıldığı yerlerde kullanmanız için sizlere
bağışlamıştır. Onları sizlere toplamak için
vermemiştir.[561]
19412. Resulullah (s.a.a), Çokluk
guruntusu ile uğraşmak sizleri meşgul ettiayetini
okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: İnsanoğlu
şöyle diyor: Benim malım! Benim malım! Ey Ademoğlu! Acaba
sana ait olan malın, sadece yiyip, ortadan
kaldırdığın, giyip, sadaka verip eskittiğin ve
gönderdiğin miktardan fazlasının olduğunu mu
sanıyorsun?[562]
19413. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Kul şöyle der: Benim malım!
Benim malım! Oysa ki onun malı sadece şu üç şeydir:
Yediği ve bitirdiği şey, giydiği ve eskittiği
şey, bağışladığı ve stok etti şey.
Bunlardan başkası, hususunda ise o gidicidir ve onu insanlar için
bırakacaktır.[563]
19414. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ademoğlu şöyle diyor: Benim
mülküm! Benim mülküm! Benim malım! Benim malım! Ey miskin insan!
Mülk olup da sen olmadığın zaman neredeydin? Senin için yiyip
tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka verip kendine baki
kıldığın ve böylece Allahın rahmetine mazhar
olduğun veya ceza gördüğün miktardan başka bir şey var
mıdır? O halde iyi düşün ve başkasının
malını kendi malından fazla sevme.[564]
19415. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İnsanoğlu şöyle diyor: Benim
malım! Benim malım! Acaba senin mallarından sadaka
verdiğin, baki bıraktığın veya yiyip ortadan
kaldırdığın, yada giyip eskittiğin miktardan
başka malın var mıdır?[565]
Bak. El-Maruf (3), 2657. Bölüm;
el-Mulk, 3701. Bölüm
19416. Ebu Cafer İskafi şöyle diyor:
Daha sonra ona, (Yani İmam Aliye) biat
edildi. Zilhicce ayının bitimine on bir gecenin
kaldığı Cuma gününe denk gelen biatın ikinci gününde
İmam Ali minbere çıktı, Allaha hamd-ü senada bulunduktan sonra
şöyle buyurdu:
Daha sonra sağa sola baktı ve şöyle
buyurdu: Bilin ki sizden dünyaya dalanlar, mülk ve emlak toplayanlar, nehirler
akıtanlar, şişman atlara binenler, güzel yüzlü cariyeler
alanlar, kendilerini daldıkları bu nimetlerden alıkoyduğum
ve bildikleri haklarına geri çevirdiğim taktirde bütün bunlar onlar
için birer utanç ve rezalet olacaktır. Böylece, kınamaya, inkar
etmeye kalkışırlar ve yarın şöyle derler: İbn-i
Ebi Talib bizleri haklarımızdan mahrum kıldı. Bilin ki Muhacir
ve Ensardan Allah Resulünün (s.a.a) ashabı olan kimse sahabe olması
hasebiyle diğerlerinden üstün olduğunu düşünüyorsa, bilmelidir
ki asıl üstünlük kıyamet günü Allah nezdindedir ve sevap ve
mükafatı Allaha kalmıştır. Herkim Allah ve Resulünün
davetini kabul etmiş, yolumuzu kabullenmiş ve kıblemize
yönelmişse, şüphesiz İslamın haklarına ve
hududlarına müstehaktır. O halde sizler Allahın kulusunuz, mal
da Allahın malıdır. Bu mallar aranızda eşit
şekilde bölüştürülür, bu hususta hiç kimsenin başkasına bir
üstünlüğü yoktur. Takva sahipleri kıyamet günü Allah nezdinde en iyi
mükafata ve sevaba nail olacaktır. Allah dünyayı takva sahiplerinin
mükafat yeri karar kılmamıştır. Allah nezdinde olanlar,
iyilik sahipleri için daha iyidir.[566]
19417. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Beytulmaldan faydalanma hususunda hiç
kimsenin başka birinden üstünlüğü yoktur. Allah bizzat onu taktim
etmiştir. Zira mal Allahın malıdır ve sizler de
Allahın Müslüman kullarısınız.[567]
19418. İmam Ali (a.s) Erdeşi
Hurredeki memunu olan Meşkale b.Hubeyrai Şeybaniye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: Haberin
olsun ki, senin yanında bulunan Müslümanların da, benim yanımda
bulunanların da ganimette hakları eşittir. Onlar haklarını
almak için bana gelir ve razı olarak giderler.[568]
19419. İmam Ali (a.s) beytülmalı
eşit olarak paylaştırdığı için
eleştirildiğinde şöyle buyurmuştur: Yönettiğim
topluma karşı zulümle galebe çalmayı is-tememi mi emrediyorsunuz?
Allaha andolsun gece gündüz birbiri ardınca geldikçe, gökte
yıldız yıldızı takip ettikçe böyle bir işi
yapmam. Eğer benim malım bile olsaydı hepsini aralarında
eşit paylaştırırdım. Şimdi nasıl
haksızlık yaparım? Mal Allahın malı![569]
19420. İmam Ali (a.s), hilafeti
üstlendiği sırada Medinede bir konuşma yapıp şöyle
buyurmuştur: Ey Ensar ve Muhacirler topluluğu!
Ve ey Kureyş topluluğu! Bilin, Allaha yemin olsun ki Medinede
benden bir hurma ayakta kaldığı müddetçe ben, ganimetlerinizden
hiçbir şey almayacağım. Siz benim çocuklarımı mahrum
kılıp (onlara hakları miktarınca) vereceğimi size ise
(haklarınızdan daha fazlasını) vereceğimi mi
düşünüyorsunuz? Şüphesiz siyah ve kırmızı
arasında eşit bir şekilde davranacağım. Akil b. Ebi
Talib (İmam Alinin kardeşi) ayağa kalkarak şöyle dedi:
Sen beni Medinenin siyahlarından birine eşit mı
kılacaksın? İmam şöyle buyurdu: Otur, Allah sana rahmet
etsin! Burada senden başka konuşacak kimse yok muydu? Senin onlardan,
iman ve takva önceliğin dışında hiçbir üstünlüğün
yoktur.[570]
19421. Üsame b. Zeyd Müminlerin Emirine (a.s),
Benim bağışımı gönder. Zira Allaha yemin olsun sen
de biliyorsun ki eğer aslanın karnına girecek olsaydın, ben
de seninle birlikte gelirdim diye mesaj gönderince Ali (a.s) ona şöyle
yazdı: Bu mal, kendisi için cihat eden
kimsenin malıdır. Ama işte sen ve işte benim Medinedeki
malım. Ondan istediğini al.[571]
19422. İmam Ali (a.s) hilafeti
sırasında mal isteyen Abdullah b. Zemaya şöyle
buyurmuştur: Bu mallar senin de değil benim de.
O kılıçlarıyla elde ettikleri ganimet, Müslümanlar için
saklanmış mallardır. Eğer onların
savaşlarına iştirak ettiysen, onların payı kadar sana
da düşer; eğer savaşa katılmadıysan, onların elleriyle
elde ettikleri kazançlar onlardan başkalarının ağzına
olmaz.[572]
19423. Ebu İshak Hemdani şöyle diyor:
Biri arap, diğeri ise arap olmayan iki
kadın, Alinin (a.s) yanına geldiler ve beytülmalden bir şey
istediler. İmam onların ikisine de eşit şekilde bir miktar
yiyecek ve dirhem verdi. Onlardan biri şöyle dedi: Ben arap bir
kadınım, bu kadın ise arap değildir. Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Allaha yemin olsun ki ben bu
ganimet hususunda İsmailoğullarının İshakoğullarından
bir üstünlüğünü göremiyorum.[573]
19424. İmam Sadık (a.s), beytülmalı
bölüştürme hususunda soru sorulunca şöyle buyurmuştur: Müslümanlar
İslamın çocuklarıdır, ben de onlara bağışta
bulunma hususunda eşit davranmaktayım. Faziletleri ve üstünlükleri
kendileriyle Allah arasındadır. Ben onları bir kimsenin
çocukları gibi düşünüyorum. Onlardan herhangi birine mirasta zayıf
ve nakıs olan birine oranla kemal ve fazileti sebebiyle üstünlük verilmez.[574]
19425. İbn-u Deb şöyle diyor: Müminlerin
Emiri (a.s) Medine beytulmalının sorumluluğunu Ammar b. Yasir
ile Ebul-Heysem b. Teyyihana verdi ve şöyle yazdı: Bütün Araplar,
Kureyşliler, Ensar, Arap olmayanlar, bütün Arap kabileleri ve İslamı
kabul eden bütün arap olmayan kabileler eşittiler. Bunun üzerine Sehl b.
Huneyf siyah kölesiyle geldi ve şöyle arzetti: Buna ne kadar
bağışta bulunuyorsun? Müminlerin Emiri (a.s) ona şöyle
buyurdu: Sen kendin ne kadar aldın? O şöyle dedi: Üç dinar,
diğer insanlar da aynı miktarda aldılar. İmam şöyle
buyurdu: Onun kölesine de kendisi gibi üç dinar veriniz.[575]
19426. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah Tebareke ve Teala zenginleri ve
fakirleri, mallarda ortak kılmıştır. O halde zenginler,
paylarını ortaklarından başkasına verme hakkına
sahip değillerdir.[576]
19427. İmam Ali (a.s) Mekkedeki memuru
Kasem b. Abbasa yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur:
Allahın malından yanında ne
kadar toplandığına bak; onları etrafındaki yoksullara,
aile sahiplerine, ihtiyacı olanlara, açlara harca. Fazlasını da
yanımızda bulunanlara paylaştırmamız için bize yolla.[577]
19428. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kaim kıyam edince, hiçbir hediye
verilmiş hükümet zamini kalmaz. Hepsi Müslümanlara geri verilir.[578]
19429. İmam Ali (a.s) Osman bç
Affanın akrabalarına verdiği hükümet zaminlerini Müslümanlara
geri verdiğinde şöyle buyurmuştur: Allaha
andolsun ki Osmanın (akrabalarına) verdiği şeylerle
kadınlar evlendirilmiş ve cariyeler alınmış olsa bile
onları sahiplerine geri çevireceğim. Zira adalet ve dürüstlükte
genişlik vardır. Adalet ve dürüstlükten sıkılanlar, zulüm
ve haksızlıktan daha çok sıkılırlar.[579]
19430. İmam Ali (a.s) Malik Eştere
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: Bana
üzüntü veren şey bu ümmetin başına sefih, zalim ve facir
kimselerin musallat olmaları, Allahın malını
aralarında dolaştırmaları, Allahın kullarını
köle yapmalarıdır.[580]
19431. Mecmeut-Teymi şöyle diyor: İmam
Ali (a.s) her Cuma beytul-malı süpürüyor, orada iki rekat namaz
kılıyor ve şöyle buyuruyordu: Böylece beytul-mal kıyamet günü benim
hakkımda tanıklık etsin.[581]
19432. Mecmeut-Teymi şöyle diyor: İmam
Ali (a.s) beytulmalı süpürüyor, sonra orada namaz kılıyor ve
beytulmalde Müslümanların hiçbir malını saklı
tutmadığı için kendisi hakkında beytulmalın
tanıklık etmesini istiyordu.[582]
19433. Mecmeut-Teymi şöyle diyor: İmam
Ali (a.s) Cuma günü beytulmalı süpürüyor, oraya su serpiyor, orada iki
rekat namaz kılıyor ve şöyle buyuruyordu: İki rekat namaz,
kıyamet günü benim için tanıklık ediniz.[583]
19434. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dostum Allah Resulü (s.a.a)
beytulmalden hiçbir şeyi yarın için elinde tutmuyordu. Ebu Bekir de
aynen bunu yapıyordu. Ama Ömer bu konuda defterler düzenlemeyi ve
malları bir yıldan diğer bir yıla stok etmeyi düşündü,
tasarladı, lakin ben dostum Allah Resulünün yaptığını
yapacağım.
Ravi Zehhak b. Müzahim şöyle diyor:
Ali (a.s) cumadan cumaya
bağışta bulunuyor ve şöyle buyuruyordu: Bu benim topladığım
meyvedir, içinde iyileri de vardır. Oysa her meyve toplayan kimsenin eli
kendi ağzına gider (topladığı şeyi kendisi yer.)[584] [585]
19435. Abdurrahman b. Eclan şöyle diyor: Ali
(a.s) tahıl ürünlerini, hardalı, kimyonu ve benzeri şeyleri de
halk arasında bölüştürüyordu.[586]
19436. Şabi şöyle diyor: Ben
gençler arasında bir genç olarak Kufenin Rehbe bölgesine gittim. Aniden
Aliyi (a.s) iki altın ve gümüş kümesi arasında dururken, elinde
kılıç olduğu bir halde, halkı ondan
uzaklaştırdığını, sonra da mala geri döndüğünü,
onu insanlar arasında paylaştırdığını
gördüm. Öyle ki Beytülmalden hiçbir şey geriye kalmadı ve eli
boş olarak evine geri döndü. Ben babamın yanına gittim ve
şöyle dedim: Bu gün insanların en iyisini mi yoksa en
ahmakını mı gördüm bilemiyorum? Babam şöyle buyurdu:
Oğulcağızım! Kimi gördün? Ben şöyle dedim:
Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talibi gördüm ve şöyle böyle yapıyordu.
Olayı babama anlattım. Babam ağladı ve şöyle dedi:
Oğulcağızım! Sen insanların en iyisini
görmüşsün.[587]
19437. Zazan şöyle diyor: Kanber
ile birlikte, Alinin (a.s) yanına gittim. Kanber şöyle dedi: Ey
müminlerin Emiri! Kalk senin için bir hazine biriktirdim. Ali (a.s), Ne
hazinesi? diye buyurdu. O şöyle dedi: Benimle geliniz. Ali (a.s)
kalktı ve onunla evine gitti. Gözü altın ve gümüşten kadehlere
ilişince şöyle dedi: Ey müminlerin Emiri! Siz var olan her şeyi
bölüştürdünüz, ben bunları sizler için biriktirdim. Ali (a.s)
şöyle buyurdu: Benim evime büyük miktarda ateş atman daha iyiydi.
Sonra kılıcını çekti, o torbaya vurdu, içindeki altın
ve gümüş kadehler yarıya veya üçte birine bölünerek etrafa
dağıldı. İmam Ali (a.s) daha sonra şöyle buyurdu:
Bunları birkaç parçaya bölüştürünüz. Bunun üzerine denileni
yaptılar. Ali (a.s) da bu beyti okudu: Bu elimle
topladığım meyvelerdir, içinde iyileri de vardır, oysa her
meyve toplayan kimsenin eli kendi ağzına gider.
Ey beyazlar (gümüşler)!
Başkalarını kandırınız. Ey sarılar
(altınlar)! Başkasını kandırınız.[588]
19438. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ali (a.s) mal getirdi, ölçenler ve
altını tartanları karşısına oturttu. Altın
ve gümüşten kümeler oluşturarak şöyle buyurdu: Ey
kırmızılar ve ey beyazlar! Kızarın ve beyazlayın
ve benden başkasını kandırın.
Bu benim elimle
topladığım meyvelerdir, içinde iyileri de vardır, oysa her
meyve toplayan kimsenin eli kendi ağzına gider.[589]
19439. Ebu Salih Semman şöyle diyor: Aliyi
(a.s) beytülmale girerken gördüm. Orada bir şey gördü ve şöyle
buyurdu: Bunun insanların ihtiyacı olduğu halde burada
olduğunu görmeyeyim. Daha sonra da onun bölüştürülmesini,
beytülmalın süpürülmesini ve su serpilmesini emretti. İmam daha sonra
orada namaz kıldı veya uyudu.[590] [591]
19440. Müminlerin Emiri (a.s) Beytulmalı
bölüştürdükten sonra, oranın süpürülmesini emretti, daha sonra orada
namaz kıldı ve namazında şöyle buyurdu: Allahım!
Ameli ortadan kaldıran günahtan sana sığınırım!
Senin gazabını ve hışmını hızlandıran
günahlardan sana sığınırım! Duanın icabetine
engel olan günahlardan sana sığınırım! İsmet ve
temizlik perdesini yırtan günahlardan sana
sığınırım! Pişmanlık getiren günahlardan
sana sığınırım! Nasip ve payın önünü alan
günahlardan sana sığınırım.[592]
19441. İmam Ali (a.s), valilerine
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: Kalemlerinizin
ucunu inceltiniz, satırları birbirine yakın yazınız,
benim için konuları detaylı yazmaktan sakınınız, sözün
özünü ve özetini yazınız. Fazla konuşmaktan
sakınınız. Zira Müslümanların malı zarar ve ziyana
tahammül etmez.[593]
19442. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malların en kötüsü münezzeh olan
Allahın hakkının ödenmediği maldır.[594]
19443. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah Tebareke ve Teala bir grubu
mezarlarından diriltir, onların elleri boyunlarına
bağlanmış olur. Öyle ki onlarla parmak ucu kadar bir şey
dahi kaldıramazlar. Beraberlerinde de onları şiddetle
kınayan ve şöyle diyen melekler vardır: Bunlar az bir
hayrı (malı) bile verilen çok hayırdan (maldan) esirgeyen
kimselerdir. Bunlar Allahın kendilerine bağışta
bulunduğu, ama onların o mallarda Allahın hakkını
ödemediği kimselerdir.[595]
19444. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malın en kötüsü, Allah yolunda
infak edilmeyen ve zekatı verilmeyen maldır.[596]
19445. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malların en kötüsü sahibine bir
fayda vermeyen maldır.[597]
19446. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Malların en kötüsü kınamaya
sebep olan maldır.[598]
Bak. Ez-Zekat, 1581, 1582. Bölümler;
Vesailuş Şia, 6/25, 6. Bölüm
Nun Harfi
ü En-Nübuvvet
(1) (Nübuvvet)
ü En-Nübuvvet
(2) (Nübuvvet)
ü En-Nübuvvet
(3) (Nübuvvet)
ü En-Nübuvvet
(4) (Peygamberimizin (s.a.a) özellikleri)
ü En-Nucum
(Astroloji)
ü En-Necva
(Fısıldaşma-Raz-u Niyaz)
ü El-Münacat
(Münacat)
ü En-Necat
(Necat/kurtuluş)
ü En-Nehv
(Nahiv İlmi)
ü En-Nedm
(Pişmanlık)
ü En-Nezr
(Adak-Nezir)
ü En-Nush
(Nasihat)
ü El-İnsaf
(İnsaf)
ü En-Nezer
(Bakmak)
ü El-Münazara
(Görüş alış-verişinde bulunmak-Tartışmak)
ü En-Nezafet
(Temizlik)
ü En-Nezm
(Düzen-İntizam)
ü En-Nimet
(Nimet)
ü En-Nefs
(Nefis)
ü En-Nifak
(Nifak)
ü El-İnfak
(İnfak)
ü El-Enfal
(Enfal)
ü En-Nafile
(Nafile)
ü En-Nemime
(Söz Taşımak)
ü El-Menahi
(Yasaklar)
ü En-Nur
(Nur)
ü En-Nas
(İnsanlar)
ü En-Nevm
(Uyku)
ü En-Niyyet
(Niyyet)
501. Konu
En-Nübuvvet(1)
Genel Nübüvvet (1)
F
Bihar, 11/1, 1. Bölüm; Menen-Nubuvvet ve
İllet-u Bisetil-Enbiya
F
Kenz'ul-Ummal, 11/480, fi fezailil-Enbiya
F
Kenz'ul-Ummal, 11/474, Baz-u Hasaisul-Enbiya
Bak.
F
47. Konu, et-Tebliğ; 187. Konu, er-Resul;
336. Konu, el-Mucize; el-İlim, 2837, 2838 ve 2850. Bölümler; el-Kitab,
3449. Bölüm; el-Emsal, 3640. Bölüm; er-Rüya, 1398 ve 1399. Bölümler
Kuran:
Ey
kavmimiz! Allaha çağırana (Muhammede) uyun ve Ona iman edin de
Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve
sizi can yakıcı azâbtan korusun. [599]
Ey iman
edenler! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye
çağırdığı zaman icabet edin. Allahın kişi
ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda Onun katında
toplanacağınızı bilin. [600]
Allah
katından, geri çevrilemeyecek günün gelmesinden önce Rabbinizin
çağrısına cevap verin. O gün hiçbirinize
sığınacak yer bulunmaz, küfür de edemezsiniz. [601]
Allah, selam
yurduna (cennete) çağırır ve dilediğini doğru yola
eriştirir.
[602]
19447. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hükmü duyduğunda tabi olan,
olgunluğa çağırıldığında gelen, bir yol göstericiye
uyarak eteğine yapışarak kurtulana Allah rahmet etsin.[603]
19448. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Apaçık işe
çağırıldınız; bunu ancak kör olan görmez ve ancak sağır
olan duymaz.[604]
19449. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah size acısın;
apaçık deliller üzere amel edin. Yol doğrudur ve sizi selam yurduna
çağırmaktadır.[605]
19450. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Akıllı kişinin basireti,
işinin sonunu görmesini, alçaklığı yüksekliği
tanımasını sağlar. İnsanları çağıran
(Peygamber) çağırmış, yöneten yönetmiştir. O halde o
çağırana icabet edin, o yönetene tabi olun.[606]
19451. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Uyanık olun, elde etmeyi dileyip
arzuladığınız, sizi bazen üzen, bazen de hoşnut eden
dünya; konaklamak için yaratıldığınız, davet
edildiğiniz eviniz değildir
Sakındırması sebebiyle
aldanmayı, korkutması sebebiyle de tamahlanmayı terk edin. Orada
çağırıldığınız yurt için
yarışın.[607]
19452. Resulullah (s.a.a), davetçi olarak
adlandırılmasının sebebi hakkında şöyle
buyurmuştur: Ama davetçi olmam ise benim
insanları aziz ve celil olan Rabbimin dinine davet etmemden dolayıdır.[608]
19453. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bilin ki çağırana
uysaydınız, sizi Resulün yolundan götürür, boyunlarınızdaki
ağırlığı atar ve sizi yanlış yollarda gezme
zahmetinden kurtarırdı.[609]
Bak. El-Emsal, 3599, 3600. Bölümler
Kuran:
Ancak
kulak verenler daveti kabul ederler. Ölüleri Allah diriltir, sonra Ona dönerler. [610]
Eğer,
sana cevap veremezlerse, onların sadece heveslerine uyduklarını
bil. Allahtan bir yol gösterici olmadan hevesine uyandan daha sapık kim
vardır? Allah zalim milleti şüphesiz ki doğru yola
eriştirmez.
[611]
Eğer
bize cevap vermezlerse bilin ki o, ancak Allahın ilmiyle
indirilmiştir. Ondan başka ilah yoktur, artık
Müslümansınız değil mi? [612]
Allaha
çağırana uymayan kimse bilsin ki, Allahı yeryüzünde aciz
bırakamaz; onun Ondan başka dostları da bulunmaz; işte
onlar apaçık sapıklıktadırlar. [613]
19454. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Münezzeh yaratıcı ve
mabutsun! Yarattıklarını güzel imtihan etmek için bir yurt
yarattın. Orada bir sofra hazırladın: İçecekler,
yiyecekler, eşler, hizmetçiler, saraylar, ırmaklar, tarlalar,
meyveler... Sonra şu sofraya davet eden bir davetçi gönderdin. Fakat ne
davetçiye icabet eden, ne rağbet ettirdiğine rağbet eden ve ne
de teşvik ettiğine müştak olan oldu. Yediklerinde rezil rüsva
oldukları murdara yöneldiler ve sevgisinde birleştiler.[614]
Bak. El-Kalb, 3395-3406. Bölümler
Kuran:
Allah hiçbir insana bir şey
indirmemiştir demekle Allahı gereği gibi
değerlendiremediler. De ki: Mûsanın insanlara nur ve yol gösterici
olarak getirdiği Kitabı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara
yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz,
atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla
öğretilmiştir. Allah de, sonra da onları daldıkları
sapıklıkta bırak, oynasınlar.[615]
19455. İmam
Sadık (a.s), kendisine, Peygamberleri hangi yolla ispat ediyorsun? diyen
bir Zındıka şöyle buyurmuştur: Şüphesiz bizden
ve yarattığı herşeyden üstün bir yaratıcımız
olduğunu, bu yaratıcının yüce ve hekim olduğunu
ispatlayınca, yaratıklarının Onu görmesi, Ona
dokunması ve Onu hissetmesi ve Onunla irtibat sağlaması mümkün
olmadığından dolayı yaratıklarına ve
kullarına Onun sözlerini beyan eden elçilerin varlığı da
ispatlanmamış olur. Onlar yaratıkları menfaat ve
faydalarının olduğı şeylere, bekalarının
bağlı olduğu şeylere ve yok olmamak için terk etmeleri
gereken şeylere hidayet etmektedirler. O
halde yaratıklar arasında, hikmet ve ilim sahibi Allah
tarafından emreden, yasaklayan, aziz ve celil olan Allah adına
konuşan kimseler vardır. Onlar Peygamberler ve yaratıkları
arasında seçilen kimselerdir. Hikmet ile terbiye olan ve hikmet ile
gönderilen kimselerdir. Yaratılış ve bedensel yapı
açısından diğer insanlar gibi oldukları halde, halleri ve
durumları tümüyle onlardan farklıdır. Hikmet ve ilim sahibi
Allah tarafından hikmetle teyit olmuşlardır.[616]
19456. İmam Rıza (a.s), Peygamberleri
tanımanın, onları onaylamanın ve onlara itaat edip tabi
olmanın lüzumunun sebebi hakkında şöyle buyurmuştur: Çünkü
insanlar maslahatlarını tümüyle derk edebilecekleri bir tabiat ve
güce sahip değillerdir. Öte yandan görülmekten yüce olan bir de
yaratıcı vardır. Kulların onu derk etmek hususunda
zayıflığı ve güçsüzlüğü de tümüyle açıktır.
O halde Allah ile insanlar arasında, insanlara Allahın emirlerini
yasaklarını ve öğretilerini ulaştıracak, menfaatlerini
temin edecek, zararlarını def edecek ve onları bu konuda
bilinçlendirecek masum elçiler olmalıdır. Zira varlıklarında,
kendisiyle ihtiyaç duydukları ve kendisi vesilesiyle fayda ve
zararlarını tanıyacakları bir vesile yoktur. Eğer
peygamberleri tanımak ve onlara itaat etmek insanlara farz ve gerekli
olmasaydı bir Peygamberin gelişinin onlar için hiçbir ürünü
olmazdı. Hiçbir müşkülü halletmez ve dolayısıyla da
Peygamberleri göndermek faydasız ve boş bir iş olurdu. Bu da her
şeyi hesap kitap üzere, sağlamlıkla yaratan hikmet sahibi bir
varlıktan uzaktır.[617]
Kuran:
And olsun
ki, her ümmete: Allaha kulluk edin, tağutlardan kaçının diyen
peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimini doğru yola
eriştirdi, kimi de sapıklığı hak etti. Yeryüzünde
gezin; peygamberleri yalanlayanların sonlarının nasıl
olduğunu görün.
[618]
Şeytana
ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, Allaha yönelenlere, onlara,
müjde vardır. Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı
müjdele.[619]
Bak.
Enbiya suresi, 25. Ayet
19457. Resulullah (s.a.a), Necran halkına
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: İbrahim,
İshak ve Yakubun mabudunun adıyla
Allah Resulü Muhammedden Necran
papazı ve Necran halkına! Eğer Müslüman olursanız, sizinle
birlikte, İbrahim, İshak ve Yakubun ilahi olan Allaha hamd ederim.
Ben sizleri kullara kulluktan, Allaha kulluğa davet ediyorum ve sizleri
kulların velayetinden Allahın velayetine çağırıyorum.[620]
19458. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah Muhammedi (s.a.a),
kullarını putlara kulluktan kurtarıp kendine kulluğa,
şeytana itaatten ayırıp kendine itaate çağırması
için hak ile gönderdi. Onu, habersiz oldukları Rablerini bilsinler,
inkarlarından sonra onu ikrar ve ispat etsinler diye, kullarına
apaçık anlatıp hükümlerini bildirdiği Kuran ile gönderdi.[621]
19459. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz Allah Tebarek ve Teala
kullarını, kullara kulluktan kendi kulluğuna,
kullarının ahdinden kendi ahdine, kullarına itaatten kendisine
itaate ve kullarının velayetinden kendi velayetine çıkarmak için
Muhammedi (s.a.a) hak üzere göndermiştir.[622]
19460. İmam Bakır (a.s) Emevi
halifelerinden birine yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allahın
diğer amellerden üstün kıldığı cihadı terk etmek
de bu cümledendir
Bu konuda onlara hadleri korumalarını şart
koşmuştur. Bunun ilk adımı da kullara itaat yerine Allaha
itaat etmek, kullara ibadet yerine Allaha ibadet etmek ve kulların
hakimiyeti yerine Allahın hakimiyetini tercih etmektir.[623]
19461. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben bir grubu yüceltmek ve bir grubu da
küçültmek için gönderildim.[624]
19462. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Şüphesiz Allah beni bütün dünya
hükümdarlarıyla savaşmam ve hükümdarlığı size
doğru çekmek üzere gönderdi. O halde sizleri kendisine davet ettiğim
şeylere icabet edin ki, bu vesileyle Arapların hükümdarları
olasınız ve Arap olmayanlar size itaat etsin ve cennetin
hükümdarları olasınız.[625]
19463. Resulullah (s.a.a), davetinin
başlangıcında yakın akrabalarını
topladığı ve kendilerine nübuvvet ayetini beyan ettiği bir
sırada şöyle buyurmuştur: Ey
Abdulmuttalib oğulları! Şüphesiz Allah beni genelde bütün
insanlara ve özelde sizlere göndermiştir. Zira aziz ve celil olan Allah
şöyle buyurmuştur: Yakın akrabalarını uyar.
Ben de sizi söylemesi dilde hafif, ama ameller terazisinde ağır ve
değerli olan iki kelimeye davet ediyorum. Sizler bu iki kelimeyle Arap ve Aceme
Arap olmayanlara hakim olacaksınız. Milletler size itaat edecektir.
Bu iki kelime vesilesiyle cennete gidecek ve ateşten
kurtulacaksınız. Bu iki kelime Allahtan başka ilahın
olmadığına ve de benim Allahın elçisi olduğuma
tanıklık etmektir.[626]
19464. Kureyş İslamın yer
etmeye başladığını ve Müslümanların Kabenin
etrafında oturduklarını görünce çaresiz kaldılar ve Ebu
Talibe gidip şöyle dediler: Muhammedi çağırt
ki, insaflı bir öneride bulunalım. Ebu Talib, Peygamberi çağırttı.
Allah Resulü (s.a.a) gelince Ebu Talip şöyle dedi: Ey Yiğenim!
Bunlar senin amcaların ve kavminin büyükleridir. Sana insaflı bir
öneride bulunmak istiyorlar. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: Siz
söyleyin, ben dinliyorum. Onlar şöyle dediler: Bizi
ilahlarımızla baş başa bırak ve biz de seni rabbinle
baş başa bırakacağız. Ebu Talib şöyle dedi: Bu
insaflı bir öneridir ve onu kabul et. Allah Resulü (s.a.a) şöyle
buyurdu: Eğer ben sizlerin bu teklifini kabul edersem, sizler de benim
bir tek sözümü kabul eder misiniz? Zira onu söylediğiniz taktirde,
Araplara hükümdar olacak, Acemler de sizlere teslim olacaktır. Ebu Cehil
şöyle dedi: Şüphesiz bu kelime çok faydalıdır. Evet
babanın ruhuna andolsun ki o iki kelimeyi ve onun gibi on tane kelimeyi
bile söyleriz. Peygamber şöyle buyurdu: Allahtan başka ilah
olmadığını dile getirin. Ama o grup bu kelimeyi
söylemekten rahatsız olup ürktüler ve büyük bir öfkeyle kalkıp gittiler.[627]
19465. Allah Resulü (s.a.a) Nübuvvetinin
başlangıcında üç yıl Mekkede gizlice davette bulundu.
Dördüncü yılda davetini aşikar kıldı ve on yıl boyunca
insanları İslama davet etti. Böylece arap konaklarına ve
kabilelerine tek tek giriyor ve şöyle diyordu: Ey
insanlar! Allahtan başka ilah olmadığını dile getirin
ki kurtuluşa eresiniz ve bu kelime vesilesiyle, Araplara hakim
olasınız, Acemler (Arap olmayanlar) sizler karşısında
teslim olsun. Eğer iman ederseniz, cennetin hükümdarları
olacaksınız. Ama Ebu Leheb, Peygamberin ardından hareket ediyor
ve şöyle diyordu: Sözüne kulak vermeyin. O dinden dönmüş yalancı biridir.[628]
Bak. Et-Tuğyan, 2412. Bölüm
Kuran:
Ders okumamış kimseler
arasından, kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara
Kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen Odur. Onlar, daha
önce, şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler. [629]
Rabbimiz! İçlerinden onlara senin
ayetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her
kötülükten arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hikmet
sahibi olan ancak sensin.[630]
Bak.
Bakara suresi, 151. Ayet; El-i İmran suresi, 164. Ayet
19466. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah Peygamberlerini ve resullerini
sadece Allah hakkında düşünsünler diye kullarına
göndermiştir. O halde (hakkın davetine) en iyi şekilde icabet
eden, Allah hakkındaki marifeti en güzel olandır. Allahın emri
hakkında en bilgili olan kimse ise aklı daha güzel olandır ve
kullarından aklı en güzel olan kimse de dünya ve ahiret hakkında
en yüce olanlarıdır.[631]
19467. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: (Allah) Cin ve insanlara, dünyanın
üzerindeki perdeyi kaldırmak, zararlardan korumak, türlü türlü örnekler
vermek, dünyanın noksanlıklarını bildirmek; hastalık
ve sıhhat gibi dünyanın ibret verici durumlarını, haram ve
helâllerini, Allah'ın itaat edenlere hazırladığı
cennet ile asilere hazırladığı cehennemi,
aşağılık ve yüceliği haber vermek için peygamberler
göndermiştir.[632]
Bak. 122ç konu, el-Hikmet; 365. konu, el-Akl,
367. konu, el-İlm
Kuran:
Ders
okumamış kimseler arasından, kendilerine ayetlerini okuyan, onları
arıtan, peygamber gönderen Odur.[633]
Kitabı ve hikmeti öğreten, onları (her
kötülükten) arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hikmet
sahibi olan ancak sensin.
[634]
19468. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben yüce ahlak ve güzellikler için
gönderildim.[635]
19469. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben yüce ahlakı tamamlamak için
gönderildim.[636]
19470. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben gerçekte
güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.[637]
19471. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben, salih (doğru)
ahlakı tamamlamak için gönderildim.[638]
19472. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah-u Teala beni yüce ahlakı
tamamlamak ve güzel amelleri kemale erdirmek için gönderdi.[639]
Bak. 149. Konu, el-Hulk; 203. konuEt-Tezkiye,
519. konu, en-Nefs
Kuran:
And olsun
ki Mûsayı ayetlerimizle, Milletini karanlıklardan
aydınlığa çıkar ve Allahın günlerini onlara
hatırlat diye göndermiştik. Bunlarda, çokça sabreden ve
şükreden herkes için dersler vardır. [640]
Elif lam
ra (Bu Kuran) Allahın izniyle, insanları karanlıklardan
aydınlığa, güçlü ve övülmeğe layık, Allahın
yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.[641]
Allah,
rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına
eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola hidayet
eder.
[642]
19473. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah da onlara elçiler gönderdi ve
insanlardan fıtri sözlerini tutmalarını istemek, insanlara
unuttukları nimetini hatırlatmak, davetle hücceti tamamlamak,
aklın definelerini (gizliliklerini) ortaya çıkarmak ve onlara kudret
ayetlerini göstermek için kesintisiz peygamberler gönderdi.[643]
19474. İmam Ali (a.s), Kuranın
niteliği hakkında şöyle buyurmuştur: karanlıklar
sadece Kuran vasıtasıyla ortadan kalkar.[644]
19475. İmam Ali (a.s) İslamın
niteliği hakkında şöyle buyurmuştur: Baharın
hayır ve bereket yağmurları ve karanlıkların
ışığı ondadır. Hayır kapıları
sadece onun anahtarıyla açılır ve karanlıklar sadece onun
nuruyla aydınlanır.[645]
19476. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Her zaman ve fetret dönemlerinde, büyük
nimetler sahibi Allahın, fikirlerine ve akıllarına ilham
ettiği, akıl ve düşünceleriyle konuştuğu kulları
var olmuştur. Bunlar, gözlerindeki, kulaklarındaki ve kalplerindeki
uyanış nuruyla aydınlanmışlardır. Allahın
günlerini hatırlatmışlar, insanları Allahın azamet
makamından korkutmuşlar ve çöllerde insanlara yol gösteren
kılavuzlar makamında olmuşlardır.. Kim orta hedefi
tutturmuşsa onu o yolda gitmeye teşvik etmiş ve kurtuluşla
müjdelemişlerdir. Kim de sağa sola yönelmişse, onun
gidişatını kınamışlar ve helak olmaktan
sakındırmışlardır. Böylece onlar, o
karanlıkları aydınlatan meşaleler ve o şüpheleri gideren
kılavuzlar olmuşlardır.[646]
19477. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allahın kullarından en
sevdiği kimse nefsine karşı Allahın kendisine yardım
ettiği kişidir... Körlük sıfatından çıkmış,
heva ve heves ehlinden ayrılmış; hidayet
kapılarının anahtarı olmuştur
O, karanlıkların ışığı,
şüphelerin gidericisi, belirsizliklerin anahtarı, güçlükleri
gideren, uçsuz bucaksız çöllerde yol gösterendir.[647]
19478. İmam Ali (a.s), Peygamberin (s.a.a)
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Muhammedi;
peygamberler soyundan, ışıklar saçan en yüce yerden, Mekkenin
göbeğinden, karanlıkları aydınlatan nurlardan, hikmet
kaynaklarından seçmiştir.[648]
Bak. 526. Konu, en-Nur
Kuran:
And olsun
ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların adaletle hareket
etmeleri için peygamberlere kitab ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara
bir çok faydası bulunan demiri var ettik. Bu, Allahın dinine ve
peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması
içindir. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.[649]
19479. İmam Ali (a.s), münezzeh olan
Allahın sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Allah
vaadinde sadık olan, kullarından zulmü kaldıran,
yarattıkları arasında adaleti ikame eden ve hükmünde herkese
adil davranandır.[650]
19480. İmam Ali (a.s), zikir ehlinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Adaletle
emrettiklerinde kendileri de sarılmışlar, münkerden
nehyettiklerinde kendileri de kaçınmışlar.[651]
Bak. 119. Konu, el-Hakk; 338, el-Adl;
329, ez-Zulm
Kuran:
Yanlarındaki
Tevrat ve İncilde yazılı buldukları, okula gitmeyen peygambere
uyarlar. O peygamber, onlara, iyiliği emreder ve kötülükten men eder,
temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar, onların esaret
yüklerini ve zincirlerini hafifletir. Bu peygambere iman eden, hürmet eden,
yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar
saadete erenlerdir.[652]
Tefsir:
Okuyup
yazması olmayan peygambere uyarlar ayeti hakkında Rağib-i İsfahani
şöyle diyor: Ayette geçen isr kelimesi bir şeyi zorla
bağlamak ve tutmak demektir ve şöyle denilmektedir: Esertuhu fehuve
mesurun vel meser vel-mesir Bu kelime gemilerin
bağlandığı yer anlamındadır. Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: Onların yükünü kaldırır Yani insanları iyi işlerden, sevaplara
ve mükafatlara erişmekten alı koyan ve onların el ve
ayaklarını bağlayan şeyi anlamındadır. Bizlere hayır işlerinden alı
koyan işleri yükleme. Bazıları bu kelimenin ağır yük anlamına
geldiğini ifade etmişlerdir. Ama hakikatte söylediğimiz
şekildedir. Ayette geçen eğlal kelimesi ise, ğull
kelimesinin çoğulu olup, kendisiyle
bir şeyin bağlandığı araç anlamındadır.
(Boyuna veya ele bağlanan halka anlamındadır)
Bu ayette
Allah Resulü (s.a.a) Resul, Nebi ve Ümmi olarak üç sıfatla
nitelendirilmiştir ve bu ve sonraki ayet dışında hiçbir
ayette bu üç sıfat birlikte zikredilmemiştir. Sonraki ayet olan: yanlarındaki Tevrat ve İncilde
yazılı buldukları
ayetinin bu ayetten sonra Tevrat ve
İncilde Allah Resulünün (s.a.a) bu üç sıfatla yad edildiğini
göstermektedir.
Eğer
Peygamberin bu üç sıfatla nitelendirilmesinden maksat, Peygamberin Tevrat
ve İncilde kendisi için zikredilen sıfatlar olmasaydı ve
Yahudiler ve Hıristiyanlar onu bu sıfatlarla tanımasaydı,
şüphesiz bu üç sıfatı zikretmek (resul, nebi ve ümmi) özellikle
de üçüncü sıfatı açık bir şekilde
anlaşılamazdı.
Aynı
şekilde Ayet-i Şerifenin zahiri de açıkça veya işaretle o peygamber, onlara, iyiliği emreder ve
kötülükten men eder cümlesinin sonuna kadar, Allahın bu ayette Peygamber için
vasfettiği beş sıfatın, Allah Resulünün iki kitapta
zikredilen nişanelerinden olduğunu ortaya koymakta veya işaret
etmektedir. Bu esas üzere bu sıfatlar, Peygamberin (s.a.a) ve azametli
dininin özelliklerindendir. Zira her ne kadar doğru ümmetler, iyiliği
emretmek ve kötülükten sakındırmak göreviyle amel etseler de bunun
(Ehl-i kitap için olduğunun) delili Allah-u Tealanın kitap ehli
hakkında buyurduğu Kitab ehlinin hepsi bir değildir
iyiliği emreder, kötülükten men eder, iyiliklere koşarlar.
İşte onlar salihlerdendir[653] ayetidir. Temizleri helal kılmak ve temiz
olmayan şeyleri ise haram kılmak genel anlamda, ilahi tüm dinlerin
görüş birliği içinde olduğu fıtri meselelerdendir ve de
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: Allahın kulları için
yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram
kılan kimdir?[654]
Yük ve
zincirleri kaldırmak geniş bir şekilde olmasa da İsanın
(a.s) şeriatında yer alan işlerdir ve bunun da delili
Allahın Kuran-ı Kerimde Hz. İsadan (a.s) naklettiği
şu sözdür: Yanımda bulunan Tevratı tasdik ediciyim. Size (bazı
günahlarınız sebebiyle) haram edilenlerin bir kısmını
helal kılmak ve Rabbinizden size bir ayet getirmek için (geldim.)[655] Hz. İsanın (a.s) da
İsrailoğullarına yaptığı şu sözü de aynı
anlamı ifade etmektedir: Size hikmetle ve ayrılığa
düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak
üzere geldim.[656]
Evet bütün
bunlara rağmen, hiçbir şüphe edici kimse, Muhammedin (s.a.a) önceki
semavi kitapları tasdik eden Allah tarafından kitapla birlikte getirmiş olduğu dinin,
hayatın ruhunu kamil bir şekilde iyiliği emretme ve kötülükten
sakındırma kalıbına döktüğü, onu sırf davet
mertebesinden, Allah yolunda mali ve cani cihat derecesine yükselttiği
dinin İslam dini olduğunda şüphe etmez. İslam dini
şüphesiz insan hayatıyla ilgili tüm işleri göz önünde
bulundurmuştur. Sonra da onları temiz olan ve olmayan diye ikiye
ayırmıştır. Temizleri helal saymış, temiz
olmayanları ise haram kılmıştır. Hiçbir semavi
şeriat ve toplumsal kanun, teşrii kanunları ayırt etme
açısından bu din kadar olamamaktadır. İslam dini kitap
ehli, özellikle de Yahudiler için yasanan zor hükümleri ve alimlerinin,
ruhbanlarının kendiliğinden ortaya çıkardığı
ilkeleri iptal eden ve ortadan kaldıran tek dindir.
İslam
dini bu beş işi kemal haddine ulaştıran tek dindir. Elbette
diğer dinlerde de bu beş işten bir takım örnekler
görülmektedir.
Bu
azametli dinde, bu beş işin kemale ermesi, bu beş iş davete
kalkışan kimsenin en açık delilidir ve doğruluğunun
göstergesidir. Eğer Tevrat ve İncilde onun nişaneleri
sayılmasaydı bile, yine de onun şeriati Musa-i Kelimin ve
İsa Mesihin (a.s) şeriatinin en kamil merhalesi olurdu. Acaba hak
olan bir şeriatten iyilikleri resmen tanıması, kötülüklerle
savaşması, temiz şeyleri helal, temiz olmayan şeyleri de
haram kılması, insanların elindeki zincirleri koparması,
omuzlarındaki ağır yükü indirmesi dışında
başka bir şey beklenebilir mi? Bunlar ilahi kanun ve şeraitlerin
davet ettiği hak ve hakikattir. O halde Tevrat ve İncilin
takipçileri, bu işleri bütün detaylarıyla barındıran
şeriatın kendi şeriatlerinin kemal derecesinde olduğunu
itiraf etmelidirler.
Bu
açıklama ışında anlaşıldığı üzere İyiliği emrederler ve kötülükten
sakındırırlar ayeti genel anlamda, Tevrat ve İncil gibi semavi
kitapların getirmiş olduğu kanun ve şeriatleri onaylamakta
ve tasdik etmektedir. Tıpkı şöyle denilmesi gibidir: Ellerinde olanı doğrulayan bir
peygamber Allah katından onlara gelince Kitab verilenlerden bir
takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allahın
Kitabını arkalarına attılar.
Nitekim ayet-i
Kerimede de şöyle yer almıştır: Daha önce küfredenlere karşı
kendilerine yardım/zafer gelmesini bekledikleri halde Allah katından
onlara, kendilerinde olanı (Tevratı) tasdik eden Kitab ve
tanıdıklar (Peygamber) gelince ona küfrettiler. Allahın lâneti,
küfredenlerin üzerine olsun.
Bu ayet Peygamberin
(s.a.a) onların kitabında zikrettiği şeriati kamil
şekilde getirdiğine, ama onların buna küfrettiğine
işaret etmektedir. Oysa onlar kitaplarında onun adının
olduğunu biliyorlardı ve Peygamberlerinin diliyle Onun gelişini
müjdelemişti. Nitekim münezzeh olan Allah İsa Mesihten (a.s) naklen
şöyle buyurmuştur: Meryem oğlu İsa: Ey
İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan
Tevratı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak
bir Peygamberi müjdeleyen, Allahın size gönderilmiş bir
Peygamberiyim[657] [658]
Kuran:
İnsanlar bir tek ümmetti. Allah
peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların
ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermek
için onlarla birlikte hakka davet eden kitaplar indirdi. Ancak Kitab
verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras
yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, iman edenleri,
ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile hidayet
etti. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.[659]
19481. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir de Allahın onlara Resulünü yollayıp
nimetlendirdiği zamana bakın; diniyle itaatlerini pekiştirdi,
onları daveti etrafına toplayarak uzlaşmalarını
sağladı; bu dinde birleşmeleri yüzünden yücelik
kanatlarını gererek nimetini üzerlerine nasıl yaydı! Türlü
türlü nimetlerini, bereketlerini, hayırlarını üzerlerine
akıttı. Nimetler içinde yüzenler, o nimetle yaşamanın
zevkine erdiler.[660]
Tefsir
Allame Tabatabai, Allah-u
Tealanın, İnsanlar tek bir ümmet idi
ayeti hakkında şöyle buyurmaktadır: Ayet-i kerime,
insanlık hayatında dinin temelinin atılış sebebini,
insanoğlunun dinle yükümlü kılınış nedenini ve
insanların dinle ilgili olarak görüş ayrılığına
düşmelerinin gerekçesini açıklıyor. Buna göre: Öz yaratılış
olarak toplu halde ve dayanışmalı olarak yaşamaya
eğilimli olan insan türü, toplu halde yaşayışının
ilk evresinde bir ümmetti. Sonra öz yaratılışının bir
gereği olarak, bir canlı olmaktan kaynaklanan meziyetler edinme
noktasında aralarında farklılaşmalar baş gösterdi. Bu
durum, ortaya çıkan ihtilafları ve hayatın gerekli
olgularına ilişkin çekişmeleri ortadan kaldıracak
kanunların konulmasını kaçınılmaz kıldı.
Sonra Peygamberler ve elçiler gönderilmek suretiyle bu kanunlara din kisvesi
giydirildi. Bu yasalar müjde, korkutma ve sevap-azap ikilemi ile
pekiştirildi. Aksayan yönler, Peygamberin gönderilmesi üzere ibadetler
desteğiyle onarıldı. Daha sonra dinsel bilgiler ya da dünya ve
ahiret meselelerinde görüş ayrılıkları ortaya
çıktı. Bunun sonunda dini birlik ve bütünlük zedelendi. Gruplar ve
hizipler oluştu. Bunun bir uzantısı olarak da, hayatın
diğer alanlarında da ihtilaflar gündeme geldi. Bu ikinci
ihtilafın tek nedeni, kendilerine kitap verilenlerin azgınlık ve
kıskançlıklarıydı. Dinin temel prensipleri ve ana
öğretileri kendilerine gösterilmesinin ardından zulüm ve
azgınlıkla sapmalarıydı. Böyle olunca da, aleyhlerine
kullanılacak kanıt tamamlandı. Sorumlu
kılınışlarının gerekçesi, bizzat kendi
hayatlarında somutlaştı.
Şu halde, insanlık
hayatında iki türlü ihtilaf ve görüş ayrılığı söz
konusudur. Biri dinle ilgilidir ki, dayanağı insanın öz
yaratılışı ve doğal yapısı değil,
aksine azgınların heva ve hevesleri,
kızkançlıklarıdır. Diğeri ise, dünya meselelerine
ilişkin ihtilafdır ki öz yaratılışa dayanır,
fıtridir. Ayrıca dinin gönderilip insan hayatına egemen
kılınmasının de sebebidir. Ardından yüce Allah,
hakkında görüş ayrılığına düşülen
meselelerle ilgili olarak, kendi izniyle müminleri gerçeğe iletti. Alalh
kimi dilerse onu doğru yola yöneltir.
Şu halde, insan türünün
mutluluğa kavuşmasının, hayatının dengeli ve
ahenkli bir düzen içinde sürmesinin tek etkeni ilahi kaynaklı olan dindir.
Allah katından gelen din, fıtratın aksayan yönlerini, yine
fıtrat ile onarır. Farklı farklı güçlerin
kızgınlık ve tuğyanlarını normal hale getirir. İnsanın
dünyevi ve uhrevi, maddi ve manevi hayat biçimine düzen verir. İşte,
ayet-i kerimeden algıladığımız kadarıyla, insan
türünün dünya üzerindeki toplumsal ve dinsel hayatının, tarihsel
sürecinin özeti.
Görüldüğü gibi, ayet-i kerimede,
ayrıntıya girmekten kaçınılmıştır. Çünkü,
değişik meselelere işaret eden değişik ayetlerde, konu
başka boyutlarıyla da ele alınmıştır.[661]
Kuran:
Allah, rızasını gözetenleri
onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile,
karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları
doğru yola hidayet eder.[662]
19482. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah-u Teala sizleri İslama özgü
kıldı ve sizleri onun için seçti, bu da İslamın
adının selametten (esenlikten) gelmesinden ve bütün yücelikleri
(kendi bünyesinde) barındırmasındandır.[663]
19483. İmam Ali (a.s), münezzeh olan
Allahın yolunu kateden kimsenin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: Kendisi için nurlu bir
ışık parıldadı, yolunu aydınlattı, onu yolda
ilerletti, her kapıyı başka bir kapıya doğru sürdü ve
sonunda esenlik kapısına ve ikamet yurduna ulaştı.[664]
19484. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İlahi takva kalplerinizin
hastalığının ilacı, kalp körlüğünüzün gözü ve
beden hastalıklarının şifasıdır.[665]
Tefsir:
Allah onunla, rızasına
uyanları esenlik yollarına iletir.
Bihi (onunla) ifadesindeki ba alet içindir. Zamir ise kitaba veya ister
Peygamber (s.a.a) kastedilsin, ister Kuran kastedilsin, nura dönüktür.
Doılayısıyla her ikisi de aynı kapıya
çıkıyor. Çünkü Peygamber hidayet aşamasının zahiri
seebeplerinden biridir. Kuran da öyle. Gerçek hidayet Onunla kaimdir. Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: Sen,
sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini
doğru yola iletir.[666]
Ve yine şöyle buyuruyor: İşte sana da böyle emrimizden bir ruh
vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu,
kullarımızdan dilediğimizi doğru yola ilettiğimiz bir
nur yaptık. Şüphesiz sen, doğru yola götürüyorsun. Göklerde ve
yerde bulunan her şeyin sahibi Allahın yoluna. İyi bilin ki,
bütün işler sonunda Allaha varır.[667]
Bu ayetler, görüldüğü gibi
doğru yola iletme misyonunu, hem Kurana, hem de Peygambere (s.a.a)
nispet ediyor. Ama aynı zamanda, onu menşe itibariyle Allaha
döndürüyor. Gerçek yol gösterici Odur. Gerisi zahiri sebeptir, hidayeti
canlandırmak için işe koşulmuştur.
Allah, Allah
onunla iletir ifadesini, rızasına
uyanları ifadesiyle
kayıtlandırmıştır. Bu demektir ki, ilahi yol
göstericiliğin aktif hale gelmesi, Onun rızasına tabi olmaya
bağlıdır. Hidayetten maksat, arzulanan şeye
ulaştırmadır (sırf yol göstericilikten ibaret
değildir.) Yüce Allahın insanı esenlik yollarndan birine veya
hepsine yahut da peş peşe sıralanan bu yolların çoğuna
yöneltip sokması yani.
Ayetin akışı içinde yüce
Allah selam (esenlik) kavramını mutlak tutmuştur. Bununla
dünya ve ahiret hayatının mutluluğunu bozan her türlü
bedbahtlıktan kurtuluş ve selamette oluş kastedilir. Bu
açıdan Kuranın, Allaha teslim oluşu, imanı ve
takvayı kurtuluş, başarı, güvenlik vb. şeylerle nitelendirmesiyle
örtüşen bir ifadedir.
Tefsirimizin birinci cildinde, Bizi
dosdoğru yola ilet[668]
ayetini incelerken şöyle demiştik. Yüce Allahın,
kullarının farklı durumlarına cevap verebilecek birçok yolu
vardır ve bunlar sonunda gelip bir ana yolda birleşirler. Yüce Allah
da ana yolu kendine nispet eder ve adına da, kendi kitabında dosdoğru
yol (sırat-ı müstakim) der. Nitekim o şöyle buyurmuştur: Bizin
uğrumuzda cihat edenleri, biz elbette yollarımıza iletiriz.
Muhakkak ki Allah, iyilik edenlerle beraberdir.[669]
Ve yine şöyle buyuruyor: İşte
benim doğru yolum budur, ona uyun, başka yollara uymayın ki,
sizi onun yolundan ayırmasın.[670]
Bu da gösteriyor ki, Allahın
birçok (yan) yolu vardır. Ama bunların tümü bir noktada
birleşirler. Tümü, izleyicisini Allahın kerametine
ulaştırır ve onu Allahın dosdoğru yolundan
ayırmaz. Ve yine her yol, kendi yolcusunu başka yolların
yolcusundan da ayırmaz. Ama Allahın dosdoğru yolu
dışındaki diğer sapkın yolların durumu böyle
değildir.
Buna göre ayetin anlamı Allah daha
iyi bilir- şudur: Yüce Allah kitabı ve Peygamberi
aracılığıyla, rızasına tabi olanı bazı
yollara iletir. Bu yolların temel özellikleri yolcularının dünya
ve ahiret hayatının mutsuzluğundan korunmaları, mutlu
hayatı kederli bir yaşama dönüştürecek olumsuzluklardan muhafaza
olmalarıdır.
Şu halde esenlik ve mutluluğa
ulaşma, Allahın rızasına tabi olmaya
bağlıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: Kulları
için küfre razı olmaz.[671]
Ve yine şöyle buyuruyor: Allah, yoldan
çıkan topluluktan razı olmaz.[672]
Sonuç itibariyle esenlik ve mutluluk elde etmek, zulüm yolundan kaçınmaya,
zalimlerle içli dışlı olmaktan uzak durmaya gelip dayanır.
Allah, zalimler için hidayetinin söz konusu olmayacağını
vurgulayarak, bu ilahi saygınlığa erişmekten yana onların
umutlarını boşa çıkarmıştır: Allah,
zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.[673]
O halde, Allah,
rızasına uyanları onunla esenlik yollarına iletir ayeti,
bir yönüyle İnananlar ve imanları bir
zulümle bulamayanlar, işte güven onlarındır ve doğru yolu
bulanlar da onlardır[674]ayetini
çağrıştırmaktadır ve onun konumuna sahiptir.[675]
Kuran:
Müjdeleyici ve sakındırıcı
peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allaha karşı
bir bahaneleri olmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir.[676]
Bak. Enam suresi, 130. Ayet; Mulk suresi, 8-10.
Ayetler
19485. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah, Resullerini kendilerine özgü
kıldığı vahiyleriyle gönderdi. Onları kulları
üzerine hüccet karar kıldı ki, böylece uyarılmadıkları
hakkında bahane peşinde koşmasınlar. Böylece insanları
doğru dil (bu elçiler) vesileyle hak yola davet etti.[677]
19486. İmam Sadık (a.s), nübuvvetin
felsefesi hakkında soru sorulunca şöyle buyurmuştur: Peygamberlerden
sonra, insanlar için Allah karşısında bir bahane kalmasın
ve, Bizi müjdeleyip uyaran ve insanlara Allahın hüccetini tamamlasın
diye peygamberler gönderilmiştir. Aziz ve celil olan Allahın
cehennem bekçilerinden naklen cehennem ehli karşısında,
Peygamberlerin ve elçilerin varlığını hüccet göstererek
şöyle buyurduğunu işitmiyor musun: Sizler için
uyarıcı gelmedi mi?[678]
19487. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah, Peygamberleri yaratıkları üzerine yetkin
bir hüccet olsunlar ve onlara gönderdiği elçileri üzerlerine
şahitleri olsunlar diye göndermiştir. Allah, insanlar içinde helak
olanlar delil üzere helak olsun ve ihya olanlar da delil üzere ihya olsun, kullar
rableri hakkında bilmediklerini bilsinler diye Peygamberleri müjdeleyici
ve uyarıcı olarak göndermiştir. Neticede inkar ettikleri
Allahın rububiyetini tanısınlar ve şirk
koştukları Allahın uluhuyetini birleyerek kabul etsinler.[679]
19488. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Muhammedin onun kulu; buyruğunu
yerine getirmek, hücceti tamamlamak, kullarının
sakınmalarını sağlamak için gönderdiği elçisi
olduğuna şahadet ederim.[680]
Genel olarak Peygamberlik meselesi,
peygamberliğin düzenlenmiş ve
yasalaştırılmış hüküm ve kanunların
tebliğine yönelik bir misyon olması ve bunların da itibari
olgular olmaları, yani gerçek birer olgu olmamaları nedeniyle, kemali
bir meseledir, felsefi değildir. Çünkü felsefi araştırmalar
varlıkların objeler dünyasındaki oluşları ile ve somut
gerçekleriyle ilgilenir. İtibari ve farzi olgularla ilgilenmez.
Ne var ki, Peygamberlik meselesi, bir
başka açıdan felsefidir, felsefi bir araştırmanın
konusu olabilecek niteliktedir. Şöyle ki: Temel öğretiler, ahlaki ve
pratik hükümler gibi dinsel prensipler, insan nefsi ile ilintilidirler. Çünkü
nefiste kökleşmiş sağlam bilgiler ya da köklü karakterler,
hallere dönüşmeler sözkonusudur. Bu bilgi ve karakterler insan nefsi için
birer şekil oluştururlar. Mutluluğa ya da mutsuzluğa,
Allaha yakın ya da uzak olmaya doğru giden yolu belirlemede etkin
rol oynarlar. Çünkü insanoğlu, salih ameller, gerçek ve doğru
inançlar aracılığı ile nefsi için bir takım kemal
nitelikler edinir ve bu nitelikler de ancak kendisi içni önceden
hazırlanan Allah katındaki yakınlık ve gözdelik
makamlarıyla, ilahi hoşnutluk ve göz kamaştırıcı
cennet ödülleriyle ilintilidir. Yıkıcı ameller, batıl ve
saçma-sapan inançlar aracılığı ile de, nefsi için bir
takım şekiller edinir. Bunlar da ancak geçici dünya ve fani süsleri
ile ilintilidir. İşte bunlar insan dünyadan ayrıldıktan ve
seçme imkanını kaybettikten sonra, hüsran yurduna, ateşten
barınağa sürünklerler insanı. Kuşkusuz bu gerçekliği
bulunan bir yolculuktur.
Şu halde Peygamberlik gerçek bir
mesledir. Önceki açıklamalarımızda değindiğimiz ve
Allahın kitabından algıladığımız
kanıtsa, gerçekliği bulunan kesin bir kanıt ve akli
burhandır, nakli değildir.
Bunu şöyle açıklayabiliriz:
Amel vasıtasıyla gerçekleşen bu şekiller, kemale doğru
giden yola hareket eden insanın nefsi ile ilintilidir. İnsanın
gerçek bir canlı türü, gerçekliği bulunan bir varlık ve bir
takım gerçekliği bulunan sonuçlara kaynak olduğu hususunda
şüphe yoktur. Varlıkların kemallerine doğru hareket
etmelerini sağlayan sebepler insana da varoluşunun son kemal
noktasına erişme yeteneği bahşetmiştir. Bu olguyu
deneyim ve somut kanıtların tanıklığıyla
algılıyoruz.
Yüce Allahın,
bağışı ve feyzi eksiksiz olduğu için, her nefse kemale
erişmesine elverişli bir bağışta bulunması, ona
bu yeteneği bahşetmesi gerekir. Kemale doğru içinde bulunan
eğilim, bu ilahi bağış sayesinde kuvveden fiile geçer ki,
biz buna mutluluk diyoruz. Ancak bunun için kişinin güzel sıfatlara,
faziletli ve ılımlı karakterlere sahip olması
kaçınılmazdır. Eğer kişi, alçaltıcı, rezil
niteliklere, aşağılayıcı karakterlere sahipse, kemale
yatkın bu içindeki dürtüler onu mutsuzluğa, bedhatlığa
sürükler.
Şayet bu karakterler ve ruhsal
şekillerin yapıcılık-bozgunculuk, korku-ümit, faydalı
şeyleri arzulama-zararlı şeylerden kaçma, inancından
kaynaklanan isteğe bağlı fiiller aracılığı
ile olmuş olması söz konusu bağışın dinsel davet
ile müjdeleme ve uyarma ile, korkutma ve umutlandırma ile iltintili
olmasını gerektirir. Ki, müminler için bir şifa olsun, böylece
mutlulukları için de öngörülen kemale ersinler. Zalimler için de bir
yıkım, bir hüsran olsun, böylece bedbahtlıkları için de
öngörülen kemale doğru yol alsınlar. Davet için, bu işi yapacak
bir davetçinin olması şarttır. Bu da Allah tarafından görevlendirilmiş
Peygamberden başkası değildir. (Böylece genel peygamberlik
meselesi ile ilgili felsefi inceleme doğmuş oldu.)
Eğer desen ki: Davet için,
aklın insanı, hak nitelikli inanç ve ammellere uymaya, iyilik ve
takva yolunda hareket etmeye çağırması yeterlidir. Ayrıca
Peygamber göndermeye ne gerek vardır?
Senin bu yaklaşımına
cevap olarak derim ki: Bu dediğin şeylere davet eden, bu tür
tavırların sergilenmesini emreden akıl, güzellikle ve
çirkinlikle hükmeden pratik akıldır. Daha önce de vurguladığımız
gibi, varlıkların gerçekliklerini kavrayan teorik akıl
değildir. Pratik akıl, değerlendirmelerinin, hükümlerinin
önermelerini içsel algılardan edinir. İlk halinden itibaren
insanın iç dünyasında bulunan algılar, şehevi ve öfkesel içgüdülerin
algılarıdır. Fakat kutsal idrak gücü ise, o sırada henüz kuvveden
fiile geçmemiştir. Daha önce de söylediğimiz gibi, fıtri
algılar insanlar arasında anlaşmazlığa yol açar. Ve
fiili olarak insanda varolan algılar şimdilik kuvva halinde olan
gücün bil fiil olmasına izin vermez. Bunu insanın pratik halinden
somut olarak gözlemleyebiliriz. Çünkü olumlu ve yapıcı bir
eğitim sistemini, bir terbiye sürecini yitiren herhangi bir topluluk ya da
birey çok geçmeden, kendilerinde akıl bulunduğu ve fıtratın
hükmü üzerlerinde geçerli olduğu halde barbarlArşırlar,
vahşileşirler. Dolayısıyla, yüce Allahın insana
bahşetiği aklın, Peygamberlik misyonuyla desteklemesinden
başka seçenek yoktur.[681]
Bak. 97. Konu, el-Huccet
Kuran:
Şüphesiz
biz seni, müjdeci ve uyarıcı olarak, gerçekle gönderdik. Geçmiş
her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı buluna gelmiştir.[682]
Allaha,
bize gönderilene, İbrahime, İsmaile, İshaka, Yakuba ve
(Yakubun evlatlarından 12) torunlarına indirilene, Mûsaya
İsaya ve Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları
birbirinden ayırt etmeyerek iman ettik, biz Ona teslim olanlarız
deyin.[683]
Allahı
ve peygamberlerini küfreden, Allahla peygamberleri arasını
ayırmak isteyen Bir kısmına inanır bir
kısmını küfrederiz diyerek ikisi arasında bir yol tutmak
isteyenler yok mu. İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır.
Kâfirlere ağır bir azâb hazırlamışızdır. [684]
19489. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Münezzeh olan Allah kullarını
gönderilmiş elçilerden, indirilmiş kitaptan, gerekli bir hüccetten
ve apaçık doğru yolu göstermekten mahrum
bırakmamıştır. Sayılarının
azlığı ve yalanlayıcılarının çokluğu
peygamberleri engellememiştir. Önce gelen bir sonrakini, sonra gelen
öncekini tanıtmıştır.[685]
19490. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Adem'in ruhunu kabzettikten sonra da
kullarını Rabbani hüccetlerinden ve kendi marifetiyle kulları
arasındaki bağdan mahrum bırakmadı. Seçtiği
peygamberlerinin dilinden gönderdiği hüccetleri vesilesiyle birbiri ardınca
her dönemde mesajlarını insanlara ulaştırmış ve
insanlarla ahitleşmiştir. Peygamberimiz Muhammed (s.a.a)
vesilesiyle de hüccet tamam olmuş ve hiç bir mazeret yeri
kalmamıştır.[686]
19491. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Onlardan biri gidince, diğeri Allahın
dinini ayakta tutmak için onun yerine geçmiştir. Sonunda şanı
yüce olan Allahın lütfü Muhammede (s.a.a) ulaştı.[687]
19492. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Biliniz ki eğer herkim İsa b.
Meryemi inkar eder de diğer Peygamberlerin risaletini itiraf ederse, iman
etmemiştir.[688]
Kuran:
Allah bir insanla ancak vahiy suretiyle veya
perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderir; izniyle,
dilediğini vahyeder. Doğrusu O yücedir, hikmet sahibidir.[689]
19493. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Peygamberler (vahyi işitme
açısından) beş kısımdır. Onlardan
bazısı zincir sesine benzer bir ses duyar ve ondan maksadın ne
olduğunu anlar. Onlardan bazısına uykuda haber verilir.
Tıpkı Yusuf ve İbrahim gibi. Onlardan bazısı ise görür,
bazısının kalbine vurulur ve kulağına atılır.[690]
19494. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Peygamberler ve elçiler dört
kısımdır: Bir Peygamber, sadece kendisinin Peygamberidir,
başkalarına sirayet etmez, bir Peygamber rüyada görür ve ses
işitir ve onu uyanıkken görmez. Hiç kimseye de gönderilmemiştir,
kendisinin imamı ve önderi vardır. Nitekim İbrahim (a.s), Lutun
(a.s) imamıydı. Bir Peygamber de uykuda görür, ses işitir,
meleği görür, az veya çok gruba gönderilmiştir. Tıpkı
Allahın hakkında, Biz onu yüz bin veya daha fazla kimseye
gönderdik diye buyurduğu Yunus gibi. İmam Sadık (a.s) daha
sonra şöyle buyurmuştur: veya daha fazla sözünden maksat ise
otuz bin kişidir. (Yani yüz otuz bin kişi idiler) Yunusun da
imamı ve önderi vardı. Bir Peygamber de uyku aleminde görür, ses
işitir, uyanıkken müşahade eder ve aynı zamanda da
imamdır. Tıpkı Ulul-Azm peygamberleri gibi. İbrahim (a.s)
ilk önce, sadece Peygamber idi ve Allah-u Teala şöyle buyuruncaya kadar da
imam değildi: Şüphesiz ben seni insanlara imam kıldım[691]
Bak. El-Kafi, 1/174, Tabakatul Enbiya
bölümü, ve s. 176, el-fark, beyner resul ven nebiyy vel muhades Bölümü;
el-Bihar, 18/244, 2. Bölüm; el-Mizan, 2/139, Kelam fin Nubuvvet
19495. Resulullah (s.a.a), kendisine
Peygamberlerin sayısını soran Ebu Zere şöyle
buyurmuştur: Yüz yirmi dört bin Peygamberdir. Ben
(Ebu Zer) şöyle arzettim: Onlardan kaç kişisi resul (elçi) idi?
Peygamber şöyle buyurdu: Bir çoğu, üç yüz on üç kişi. Ben
şöyle arzettim: Peygamberlerin ilki kimdi? Peygamber şöyle buyurdu:
Adem.[692]
19496. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah yüz yirmi dört
bin Peygamber yaratmıştır ki ben -kendimi övüyorum. Allah
nezdinde onların en yücesiyim. Aziz ve celil olan Allah yüz yirmi dört bin
vasi yaratmıştır ki Ali de Allah nezdinde onların en yücesi
ve üstünüdür. [693]
19497. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Peygamberler yüz yirmi dört bin
kişidir. Resul olan elçiler yüz on üç kişidir. Adem de kendisiyle
konuşulan bir Peygamberdi.[694]
19498. Resulullah (s.a.a), peygamberlerin
sayısı hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: Yüz
yirmi dört bin Peygamber vardır. Bunlardan büyük bir kısmı, yani
üçyüz onbeş kişisi Resul idiler.[695]
19499. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben, sekiz bin Peygamberin belinde
gönderildim ki, onlardan dört bin kişisi İsrailoğullarından
idiler.[696]
19500. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben bin veya daha fazla Peygamberin
hatemiyim.[697]
19501. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah yüz yirmi dört bin Peygamber
göndermiştir.[698]
Şüphesiz Kuran-ı Kerim
peygamberlerin sayılarının çok olduğunu, yüce Allahın
onların tümüne kitabında yer vermediğini açık bir
şekilde dile getirmektedir: Andolsun, biz
senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp anlattık
ve kimini anlatmadık.[699]
Ve diğer ayetler. Yüce Allahın kitabında isimlerini anarak
kıssalarını aktardığı Peygamberlerin
sayısı yirmi küsürdür. [700]
1-)Adem, 2-)Nuh, 3-)İdris, 4-)Hud,
5-)Salih, 6-)İbrahim, 7-)Lut, 8-)İsmail, 9-)el-Yesa, 10-)Zülkifl,
11-)İlyas, 12-)Yunus, 13-)İshak, 14-)Yakub, 15-)Yusuf,
16-)Şuayb, 17-)Musa, 18-)Harun, 19-)Davud, 20-)Süleyman, 21-)Eyyub,
22-)Zekeriyya, 23-)Yahya, 24-)İsmail Sadikul-Vad, 25-)İsa, 26-) Muhammed
(s.a.a.)
Bazı Peygamberlerin ise ismi
geçmiyor, ima ve kinaye yoluyla kendilerine işaret edilmektedir. Yüce
Allah şöyle buyuruyor: Musadan sonra
İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani,
Peygamberden birine; Bize bir melik gönder; demişlerdi.[701]
Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre
uğrayan gibisini
[702]
Hani onlara iki elçi göndermiştik, fakat ikisini
yalanlamışlardı. Biz de iki elçiyi bir üçücüyle güçlendirdik.[703]
Derken katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve
tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz
kullarımızdan bir kulu buldular.[704]
Ve torunlarına[705]
Ayrıca Hz. Musa ile arkadaşlık
eden genç gibi, Peygamber olup olmadığı açıklanmayan
kimselerden de sözedilmektedir: Hani Musa genç yardımcısına
demişti.[706]
Yine Zulkarneyn, Meryemin babası İmran ve Uzeyr gibi adı
geçmekle beraber Peygamberliklerinden sözedilmeyen kismeler de
zikredilmiştir.
Kısacası, Kuran-ı Kerim
Peygamberlerin sayısını vermemeiştir ki, bunu bir ölçü
olarak alalım. Rivayetler arasında Peygamberlerin sayısına
ilişkin ifadeler ise, metinleri birbirinden farklı ahad haberlerdir.
Bunlar arasında en meşhur olanı Ebuzerin Resulullah efendimize
(s.a.a) dayandırdığı şu hadistir: Yüz yirmi dört bin
Peygamber gönderilmiştşir. Bunların üç yüz on üç tanesi
Resuldür.[707]
Bak. Ed-Durrul Mensur, 2/746; el-Bihar,
11/13, ve s. 41, 43 ve s. 43, 48, ve s. 58/61
Kuran:
Peygamberlerden azim sahibi olanların
sabrettiği gibi sen de sabret; küfredenler için acele etme; onlar,
kendilerine söz verileni gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir müddeti
eğlendiklerini sanırlar. Bu bir bildiridir; yoldan
çıkmış olanlardan başkası mı yok edilir?[708]
19502. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ulul-Azm Peygamberleri beş
kişidirler: Nuh, İbrahim, İsa, Musa ve Muhammed (Allahın
rahmeti hepsinin üzerine olsun)[709]
19503. İmam Zeynul-Abidin (a.s),
ashabına şöyle buyurmuştur: Peygamberler
arasında beş kişi Ulul-Azm peygamberleridir. Ben şöyle
arzettim: Onlar kimlerdir? İmam şöyle buyurdu: Nuh, İbrahim,
İsa, Musa ve Muhammed (Allahın rahmeti üzerlerine olsun) Ben
şöyle arzettim: Ulul-Azmin manası nedir? İmam şöyle
buyurdu: Yani yeryüzünün doğu ve batısındaki bütün insanlara ve
cinlere gönderilmiş kimse demektir.[710]
19504. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Nebilerin ve Resullerin efendisi
beş kişidir ve onlar Ulul-Azm Peygamberleridir. Nübuvvetin
(değirmen taşı) onların etrafında döner: (Onlar
şunlardır:) Nuh, İbrahim, İsa, Musa, Muhammed (Allahın
selam ve rahmeti Muhammede, Ehl-i Beytine ve bütün Peygamberlerin üzerine
olsun.)[711]
19505. İmam
Sadık (a.s), kendisine, Azim sahibi olan elçilerin sabrettiği
gibi sen de sabret ayetini soran Semaa b. Mihrana şöyle
buyurmuştur: Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (s.a.a).
Ben, (Semaa) şöyle arzettim: Onlar, neden Ulul-Azm oldular? İmam
şöyle buyurdu: Zira Nuh bir kitap ve şeriat ile gönderildi. Nuhtan
sonra gelen her Peygamber de Nuhun kitabını,
şeriatını ve yolunu takip etti. Sonunda İbrahim (a.s) Suhuf
ve Nuhun kitabını terk etme azimetiyle gönderildi. Elbette Ona
küfrederek değil.[712]
19506. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ulul-Azm peygamberleri bir şeriat
ve azim sahibi oldukları hasebiyle Ulul-Azm olarak
adlandırılmışlardır. Çünkü Nuhtan (a.s) sonra,
İbrahim Halilin zamanına kadar her Peygamber, onun şeriatine,
metoduna ve yoluna uymuştur. İbrahim zamanındaki ve
sonrasındaki tüm Peygamberler (Musanın zamanına kadar)
İbrahimin şeriat ve yoluna uymuş, onun kitabına tabi
olmuşlardır. Daha sonra İsanın zamanına kadar Musa
zamanında ve sonrasındaki bütün Peygamberler de Musanın
şeriatına ve yoluna uymuş ve kitabına tabi
olmuşlardır. Daha sonra Peygamberimiz Muhammedin (s.a.a)
zamanına kadar Musa
zamanındaki ve sonrasındaki Peygamberler de İsanın (a.s) şeriatına
ve yoluna uymuşlar ve tabi olmuşlardır. Bu beş kişi
Ulul-Azm peygamberleridir. Bu yüzden de Nebilerin ve Resullerin en
üstünleridirler.[713]
19507. İmam Ali (a.s), Peygamberlerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: Allah,
peygamberleri en üstün emanet yerlerine emanet etmiş, en hayırlı
karar yerlerinde kararlaştırmıştır. Yüce sülbten,
temiz kılınmış rahimlere aktarmıştır.
Onlardan biri gidince, diğeri Allahın dinini ayakta tutmak için onun
yerine geçmiştir. Sonunda şanı yüce olan Allahın lütfü
Muhammede (s.a.a) ulaştı. Onu en yüce madenler kaynağından,
en değerli ekin topraklarından; enbiyasını açığa
çıkardığı eminlerini
seçtiği ağaçtan çıkarmıştır. Soyu soyların,
ailesi ailelerin, şeceresi şecerecilerin en
hayırlısıdır.[714]
19508. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ve yine şahadet ederim ki Muhammed
de Onun kulu ve elçisi, kullarının seçkinidir. Allah
kullarını iki bölüğe ayırdığından,
peygamberini o iki bölükten en iyisinde karar kılmıştır. O
bölükte ne zina eden, ne de kötülük yoluna gidenler vardır.[715]
19509. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben meşru bir evlilik yoluyla
dünyaya geldim. Gayri meşru ve zina yoluyla doğmadım. Ademin
zamanından beri cahiliyye döneminin nameşru sünnetleri ve zina benim
soyumu kirletmemiştir ve sadece temiz bir yoldan dünyaya geldim.[716]
19510. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben Ademin zamanından beri,
meşru yolla ve zinaya bulaşmaksızın doğdum.[717]
19511. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Biz tahir sırtlar ve temiz rahimlere
intikal ettik.[718]
19512. Mecmeul-Beyanda, amaz kılanlar arasında
bulunduğunu
ayetinin tefsirinde şöyle yer almıştır: Bir
görüşe göre bu ayetin anlamı şudur: Peygamberden peygambere,
tevhide inanan kimselerin sülbünde intikal ediyordun. Sonunda Allah seni peygamber
olarak dünyaya getirdi. Bu konuyu Ata ve İkrime İbn-i Abbas
nakletmiştir. Ve İmam Bakır ve İmam Sadıktan (a.s)
rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuşlardır: Yani bir
peygamberin sülbünden başka bir peygamberin sülbüne nakloluyordu. Sonunda
onu babasının sülbünden dünyaya getirdi ki Adem zamanından beri
sürekli bir biri ardınca meşru evlilik gerçekleşiyor, hiçbir
zinaya ve gayri meşru evliliye bulaşmıyordu.[719]
19513. İmam Bakır (a.s), Senin kalkıp namaz kılanlar
arasında bulunduğunu gören Allah
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: Senin
Allahın emriyle kalktığını ve birbiri ardınca peygamberlerin
sırtlarında intikal ettiğini görmektedir.[720]
Kuran:
Size Rabbimin
sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için
güvenilir bir öğütçüyüm.
[721]
Ey
Allahın kulları! Bana gelin, doğrusu ben size gönderilmiş
güvenilir bir elçiyim.
[722]
Doğrusu
ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.[723]
19514. İmam
Ali (a.s), Peygamberlerin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: Onlar, mustazaf bir topluluktu. Allah onları
açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara uğratarak imtihan etti.
Onları zorluklarla halis kıldı
İmran oğlu Musa, kardeşi Harun ile birlikte
sırtlarında yünden elbiseler, ellerinde asalar olduğu halde
Firavunun yanına gittiler. Münezzeh olan Allah dileseydi, nebilerini gönderdiği
zaman altın definelerini, altın madenlerini ihsan eder; bağlar,
bahçeler verir; onların etrafına göğün uçan
kuşlarını, yerin vahşi hayvanlarını toplardı.
Fakat bunu yapsaydı imtihan ortadan kalkar, cezalar boşa gider,
vaatler yok olurdu...Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi
kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi.
Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir
yokluk verdi.[724]
19515. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah peygamberleri gönderince,
onları altın ve gümüşle göndermedi. Aksine onları söz
(sermayesi) ile gönderdi.[725]
19516. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz biz Peygamberler
topluluğu insanlara akılları miktarınca konuşmakla
emrolunduk.[726]
19517. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah Resulü hiçbir zaman insanlarla
kendi aklı derinliğince sohbet etmedi. Allah Resulü (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: Biz Peygamberler grubu insanlarla kendi
akılları miktarınca konuşmakla emrolunduk.[727]
19518. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan
Allah gönderdiği her Peygamber ve vasiyi mutlaka cömert olarak
göndermiştir.[728]
19519. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah her Peygamberi
güzel bir sesle gönderdi.[729]
19520. Katade
şöyle diyor: Allah her Peygamberi güzel yüz ve güzel sesle
göndermiştir.[730]
19521. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah her Peygamberi
kavminin diliyle göndermiştir.[731]
19522. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah her Peygamberi genç olarak
göndermiştir.[732]
19523. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Peygamberlerin rüyası vahiydir.[733]
19524. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Peygamberlerin gözleri uyur ama
kalpleri uyumaz.[734]
19525. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Biz Peygamberler cemaatinin, gözleri
uyur, ama kalpleri uyumaz.[735]
19526. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Biz Peygamberler grubunun gözleri uyur,
ama kalpleri uyumaz. Arkamızı da önümüz gibi görürüz.[736]
19527. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Gözlerim uyur, ama kalbim uyumaz.[737]
19528. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Hiçbir Peygambere savaş aletlerini
kuşanıp insanlar arasında düşmana doğru hareket emrini
verdiğinde, onlarla savaşıncaya kadar (kararından) dönmesi
yakışmaz.[738]
19529. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Savaş elbisesini giyen Peygambere
aziz ve celil olan Allah kendisiyle düşmanları arasında hüküm
verinceye kadar savaş aletlerini yere bırakması
(barışması) yakışmaz.[739]
19530. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Hiçbir Peygamber savaş
elbiselerini giyince, onunla savaşıncaya dek yere bırakma
hakkına sahip değildir.[740] [741]
19531. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsanların en belalası
ve sıkıntılı olanları Peygamberlerdir. (Allahın
rahmeti tümünün üzerine olsun.) Daha sonra da, ondan sonra gelenler ve daha
sonra ondan sonraki mertebede yer alanlar ve daha sonraki aşamada olanlardır.[742]
19532. İmam Bakır (a.s), Allahım
senden helal rızık diliyorum diyen bir şahsa şöyle
buyurmuştur: Sen Peygamberlerin yiyeceğini
diledin! Sen şöyle de: Allahım! Şüphesiz ben senden temiz ve
geniş olan rızkını diliyorum.[743]
19533. İmam Sadık, (a.s),
Allahım senden temiz rızkı diliyorum diyen bir şahsa
şöyle buyurmuştur: Heyhat! Heyhat! Bu
Peygamberlerin rızkıdır. (Sen böyle dileme) Aksine, rabbinden
kıyamet günü seni onunla azaplandırmayacağı rızkı
dile. Heyhat! Allah şöyle buyurmuştur: Ey Resuller! (rızkın)
temizlerinden yiyiniz ve salih amelde bulununuz.[744]
19534. İmam Sadık (a.s), Ey
Resuller! (rızkın) temizlerinden yiyiniz ayeti
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: Maksat
helal rızıktır.[745]
Bak. Er-Rızk, 1502. Bölüm; el-Bela,
397. Bölüm
19535. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Her Peygamber, koyunları
gütmüştür.[746]
19536. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allahın gönderdiği her
Peygamber mutlaka koyunları gütmüştür. Kendisine şöyle
arzettiler: Siz de mi Allah Resulü? Peygamber şöyle buyurdu: Ben de
Mekke halkı için kararitde çobanlık ettim.[747]
19537. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah gönderdiği
her Peygamberi böylece kendisine insanları idare etmeyi öğretmek için
hayvanlara çobanlık ettirmiştir.[748]
19538. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Davud koyunları
otlattığı bir sırada Peygamber olarak gönderildi. Musa da
koyunları otlattığı birr halde peygamber olarak gönderildi.
Ben de kendi ailem için Ciyadda koyunları otlattığım bir
halde Peygamber olarak gönderildim.[749]
19539. Ammar şöyle diyor: Ben
ailemin koyunlarını otlatıyordum. Muhammed (s.a.a) de
koyunları otlatıyordu. Ben ona şöyle dedim: Feh bölgesine
gidelim mi? Çünkü ben orada otlak ve sulak bir yer biliyorum. O şöyle
dedi: Evet. Ertesi gün, Feh bölgesine gittim. Muhamemdin (s.a.a) benden daha
önce geldiğini, durduğunu ve koyunlarını otlaktan
uzaklaştırdığını gördüm. O şöyle dedi:
Seninle vaadleştiğim için senden önce koyunları otlatmayı
istemedim.[750]
19540. Cabir b. Abdullah şöyle diyor: Biz
Merriz-Zehranda Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte idik. O hazret, koyun
otlatıyordu. Allah Resulü şöyle buyurdu: Onların siyah
olanını seçiniz. Çünkü daha iyi ve daha lezzetlidir. Ashap
şöyle arzettiler: Koyun mu otlattınız? Peygamber şöyle
buyurdu: Evet, gönderilen her Peygamber mutlaka koyun
otlatmıştır.[751]
19541. İbn-i Abbas şöyle diyor: Adem
(a.s) çiftçi, İdris terzi, Nuh marangoz, Hud tüccar, İbrahim çoban,
Davud zırhçı, Süleyman sepetçi, Musa işçi, İsa seyyah (dünyayı
dolaşan) ve Muhammed (s.a.a) ise rızkını mızrağının
altına koyan cesur bir kimseydi.[752]
Bak. Ez-Ziraat, 1574. Bölüm
19542. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Dört haslet Peygamberlerin
ahlakındandır: İyilik etmek, cömertçe davranmak, musibetlere
sabretmek ve müminin hakkını eda etmek.[753]
19543. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Peygamberlerin ahlakından
biri de temizliktir.[754]
19544. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: karşılaşırken güler
yüzlü olmak ve buluştuğunda tokalaşmak, Peygamberlerin ve
doğruların ahlakındandır.[755]
19545. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kadınları sevmek
Peygamberlerin ahlakındandır.[756]
19546. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Dünyadan bana kadın ve güzel koku
sevdirildi. Namaz da gözümün nuru karar kılındı.[757]
19547. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Güzel koku kullanmak Peygamberlerin
ahlakından biridir.[758]
19548. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Güzel koku kullanmak Peygamberlerin
ahlakındandır.[759]
Bak. Es-Seha, 1775. Bölüm
Kuran:
Doğrusu İbrahime en yakın
olanlar, ona uyanlar, bu peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah
iman edenlerin dostudur.[760]
19549. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsanlardan peygamberlere en
yakın olan, onların buyruklarına en çok uyan kimsedir.[761]
19550. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsanlardan Allahın Peygamberlerine
en çok benzeyenler onların en çok hakkı söyleyeni ve en çok hak ile
amel edenidir.[762]
19551. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İnsanlardan nübuvvet derecesine en
yakın olanlar mücahitler ve alimlerdir. Zira mücahitler Peygamberlerin
getirdiği şeyler yolunda, cihat ederler. İlim ehli de
insanları Peygamberlerin getirdiği şeylere hidayet ederler.[763]
19552. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İnsanların peygamberlere en
yakın olanları, onların (Allah tarafından) getirdiği
şeyi en iyi bilenlerdir. İmam
(a.s) daha sonra şu ayeti okudu: Doğrusu İbrahime en yakın
olanları, ona uyanlar, bu Peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir.
İmam daha sonra şöyle buyurdu: Muhammedin (s.a.a) dostu, Peygambere
akrabalık bağı uzak olsa bile Allaha itaat eden kimsedir;
Muhammedin düşmanı ise peygambere akrabalık bağı
yakın olsa bile Allaha isyan eden kimsedir.[764]
19553. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Peygamberlere tabi olan kimselerin
kurtuluşu ne de büyüktür.[765]
19554. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Tealanın, Doğrusu İbrahime en
yakın olanları ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: Onlardan maksat
imamlar (a.s) ve onların takipçileridir.[766]
19555. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allaha yemin olsun ki adeta Kaimi
görür gibiyim; sırtını Hacerül-Esvede dayamış,
Allaha hakkı üzere ant içirmekte ve sonra şöyle demektedir: Ey
insanlar! Her kim Allah hakkında benimle tartışırsa, bilsin
ki ben Allaha daha yakınım. Ey insanlar! Herkim Adem hakkında
benimle tartışırsa bilsin ki ben Ademe daha yakınım.
Ey insanlar! Herkim Nuh hakkında benimle tartışırsa bilsin
ki ben Nuha daha yakınım. Ey insanlar! Herkim İbrahim
hakkında benimle tartışırsa bilsin ki ben İbrahime
daha yakınım.[767]
19556. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kaim zuhur edip Mescidul-Harama
girince, Kabeye doğru durur, sırtını Makama verir, iki
rekat namaz kılar, daha sonra kalkar ve şöyle der: Ey insanlar! Ben
insanlardan Ademe en yakın olanıyım. Ey insanlar! Ben
insanlardan İbrahime en yakın olanıyım. Ey insanlar! Ben
insanlardan İsmaile en yakın olanıyım. Ey insanlar! Ben
insanlardan Muhammede (s.a.a) en yakın olanıyım. Daha sonra
iki ellerini göğe kaldırır, dua eder, yalvarıp yakarır,
yüz üstü yere kapanır. Aziz ve celil olan Allahın şu sözü de bu
anlamdadır: Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık
veren[768]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet (2)
Özel Nübüvvet
1-Adem (a.s)
F
Bihar, 11-14, Ebvab-u Tarihul-Enbiya
F
Bihar, 11/97, Ebvab-u Kasas-u Adem ve Havva
F
Kenz'ul-Ummal, 6/125, 162; Halkul-Adem
F
Bihar, 11/218, 5. Bölüm; Tezvic-i Adem
vel-Havva
Kuran:
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten
yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın
meydana getiren Rabbinizden sakının. Kendisi adına birbirinizden
dilekte bulunduğunuz Allahtan ve akrabanın haklarına
riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp
gözetmektedir.[769]
Hani Rabbin meleklere Ben yeryüzünde
bir halife var edeceğim demişti de melekler, Orada fesat yapacak,
kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz seni överek yüceltiyor
ve seni devamlı takdis ediyoruz dediler. Allah Ben şüphesiz sizin
bilmediklerinizi bilirim dedi. Ve Ademe bütün isimleri öğretti, sonra
onları meleklere gösterdi. Eğer sözünüzde samimi iseniz
bunların isimlerini bana söyleyin dedi. Cevap verdiler Sen münezzehsin,
öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen
hem bilensin, hem hikmet sahibisin. Allah Ey Adem! Onlara isimlerini söyle dedi. Adem isimlerini
söyleyince, Allah, Ben göklerin ve yerin gaybini biliyorum, sizin
açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da
bilirim, diye size söylememiş miydim? dedi.[770]
19557. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İnsanlar (tümü) Ademin
çocuklarıdır ve Adem de topraktandır.[771]
19558. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah Ademi bütün yeryüzünden
aldığı bir avuç topraktan yarattı. O halde Ademin
çocukları yerle uyumlu olarak yaratılmışlardır. Onlardan
bazısı, kızıl derilidir, bazısı beyaz,
bazısı siyah, bazısı bu renklerin ortası,
bazısı yumuşak, bazısı kaba, bazısı temiz,
bazısı kirli, bazısı da bunların ortasında bir
yerdedir.[772]
19559. İmam Ali (a.s), Ademin (a.s)
yaratılışı hakkında şöyle buyurmuştur: Sonra
münezzeh Allah yerin sarpından ve yumuşağından,
tatlısından ve tuzlusundan toprakları bir araya topladı,
suyla karıştırıp halis
bir kıvama getirdi. Nemlendirerek yapışkan hale getirdi.
Bundan yönleri, ilişik yerleri, organları ve bölümleri olan bir suret
(beti) yarattı. Pekişinceye kadar kurutmuş, belli ve
sınırlı bir süre sıklaştırmıştır.
Sonra Ona ruhundan üfleyince kendini idare edecek zihni, tasarrufta
bulunduğu fikirleri
tatları, kokuları, renkleri ve türleri
ayıran bir bilgisi olan bir insan oluverdi. Ayrı renklerdeki
topraklarla yoğruldu. Benzer ve zıtlarla birleşik hale
getirildi. Soğuk-sıcak yaş ve kuru farklı unsurları
ile yoğruldu.[773]
19560. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Adem, içinde temiz ve kötü
toprağın bulunduğu yeryüzünün üst kısmından
yaratılmıştır. Nitekim sen bütün bu sıfatları
Ademoğlunda görmektesin.[774]
19561. Resulullah (s.a.a), kendisine Ademin
neden Adem olarak adlandırıldığını soran
İbn-i Selama şöyle buyurmuştur: Çünkü
Adem topraktan ve yeryüzünün üst tabakasından
yaratılmıştır. Kendisine şöyle sordu: Bu durumda
acaba Adem, yeryüzünün bütün toprağından mı yaratıldı,
yoksa bir topraktan mı? Peygamber şöyle buyurdu: Bütün
topraktan. Eğer bir topraktan yaratılmış olsaydı, o
zaman insanların yüzü birbirinden ayırt edilmez, hepsi aynı
şekilde olurdu.
Başka birisi şöyle sordu: O
halde Ademoğullarının, dünyada benzerleri vardır.
Peygamber şöyle buyurdu: Evet, toprakta
beyaz vardır, yeşil vardır, sarı vardır, toprak rengi
vardır, kırmızı vardır, tatlı vardır, tuzlu
vardır, kaba vardır, sert vardır, yumuşak vardır ve
beyaz veya kırmızıya çalan sarılır vardır. Bu
yüzden insanlar arasında yumuşak olanı vardır, kaba
olanı vardır, beyaz olanı vardır, sarı,
kırmızı, kırmızıya veya beyaza çalan sarı,
siyah ve toprak renklerinde olanı vardır. [775]
19562. İmam Ali (a.s), Adem ve
Havvanın bu isimlerle adlandırılmasının sebebi
sorulduğunda şöyle buyurmuştur: Adem
yeryüzünün ediminden (üst tabakasından) yaratıldığı
için Adem olarak adlandırılmıştır. Allah Tebarek ve
Teala Cebraili (a.s) yeryüzüne gönderdi
ve ona yeryüzünün ediminin (üst tabakasının) dört yerinden toprak
getirmesini istedi. Beyaz toprak, kırmızı toprak, kahverengi
toprak ve siyah toprak. Onları yeryüzünün yumuşak ve sert yerlerinden
temin etti. Daha sonra da dört çeşit su getirmesini emretti: Tatlı
su, tuzlu su, acı su ve kokuşmuş su. Daha sonra da suyu
toprağa dökmesini emretti. Allah (kudret) eliyle onları birbirine karıştırdı.
Öyle ki, ne bir toprak geriye kaldı, ne de suya ihtiyaç duydu ve ne de
toprağa ihtiyaç duyan bir su kaldı. Böylece tatlı suyu
boğaz tarafında karar kıldı. Tuzlu suyu gözlerinde,
acı suyu kulaklarında, kokuşmuş suyu ise burnunda karar
kıldı. Havva da hayydan (canlı varlıktan)
yaratıldığı için Havva olarak
adlandırılmıştır.[776]
19563. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Adem yeryüzünün ediminden
(yüzeyinden) yaratıldığı için Adem olarak
adlandırılmıştır.[777]
19564. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Havva, hayydan (canlı
varlıktan) yaratıldığı için Havva olarak
adlandırılmıştır. Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: Sizi bir tek
nefisten yaratan, ondan eşini var eden
[778]
19565. Ebul-Mikdam
şöyle diyor: İmam Bakır (a.s)a şunu sordum: Allah
Havayı hangi şeyden yarattı? İmam şöyle buyurdu: Bu
insanlar ne diyorlar? Ben şöyle arzettim: Şöyle diyorlar: Allah
onu Ademin bir kaburgasından yarattı. İmam şöyle buyurdu:
Yalan söylüyorlar, Allah onu Ademin kaburgasından başka bir
şeyle yaratmaktan aciz miydi? Ben şöyle arzettim: Fedan olayım
Ee İbn-i Resulillah! Onu hangi şeyden yarattı? İmam
şöyle buyurdu: Babam, babalarından (a.s) Peygamberin şöyle
buyurduğunu haber vermiştir: Allah Tebarek ve Teala bir avuç toprak
aldı, onu sağ eliyle Allahın her iki eli de sağdır-
birbirine karıştırdı. Ondan Ademi yarattı. Ondan bir
miktar arttı ve ondan da Havayı yarattı.[779]
19566. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Yeryüzünü döşeyip, işini
bitirince Ademi yaratıkları arasından seçmişti. Onu insan
yaratılışının ilk türü olarak
yaratmıştı.[780]
19567. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah Ademi cennetten
dışarı çıkardığında, onun
azığını, cennet meyvelerinden karar kıldı ve ona
her şeyi yapma tekniğini öğreti.[781]
19568. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Dokumacılara lanet etmeyin. Zira
ilk dokumacılık yapan kimse, babanız Ademdi.[782]
Şöyle denilmiştir:
Bilindiği gibi, insanlar deri rengi bakımından dört ana gruba
ayrılırlar. Asyadaki ve Avrupadaki ılıman iklimli
yörelerin insanları beyaz, güney Afrika yöresinini insanları siyah,
Çinde ve Japonyada yaşayan insanların renkleri sarı ve
Amerikada yaşayan kızılderelilerin deri rengi
kızıldır. Bu deri renginde görülen farklılık, her
rengi taşıyan insan neslinin öbür rengi taşıyan insan
neslinden farklı bir kaynağa dayanmasını gerektirir. Çünkü
deri rengi farklılığı beraberinde kan yapısı
farklılığını taşır. Buna göre bütün insan
fertlerinin kaynağını, dört renk için dört kaynak hesabı
ile dört erkek ve eşten aşağıya düşürmek mümkün
değildir.
Bu görüş şöyle bir delille
savunulabilir: Bilindiği gibi Amerikan kıtası
keşfedildiğinde boş değildi ve orada insanlar
yaşıyorlardı. Bu insanlar doğu yarım küresinde
yaşayan insanlardan kopuktu. Aralarında öyle büyük bir uzaklık
vardı ki, bu uzaklığa rağmen bu iki insan neslinin
aynı ana-babadan gelmede birleşmeleri ihtimali yoktur.
Fakat görüldüğü gibi bu iki delilin
her ikisi de sakattır. Önce, deri rengi farklılığı ile
kan yapısı farklılığının meydana
geleceği iddiasını ele alalım. Günümüzün biyolojik
araştırmaları, canlı türlerinde tekamülün geçerli
olduğu faraziyesine dayanır. Bu faraziyeden hareket edilirse, kan
yapısı ve bunun getirdiği deri rengi
farklılığının bu türde tekamülle meydana gelmiş
olmasına dayandırılmamasına nasıl güvenilebilir? Oysa
biyoloji bilginleri at, koyun, fil gibi çok sayıda canlıda tekamüller
olduğunu kesin bir dille ileri sürmüşlerdir. İncelemeler ve çok
sayıda jeolojik kalıntılar üzerinde yapılan
araştırmalar bu tekamül gerçeğini ortaya koyuyor. Üstelik
günümüzde bilim adamları bu farklılığı o kadar önemli
görmüyorlar.
İnsanların okyanuslar ötesinde
bulunmalarına gelince, tabiat bilginlerinin söylediklerine göre
insanın yeryüzündeki ömrü milyonlarca yılı
aşkındır. Oysa tarihin kaydettiği insan ömrü altı bin
yılı geçmez. Böyle olunca tarihten önce Amerika
kıtasını diğer kıtalardan koparan bir takım
jeolojik olaylar meydana gelmiş olamaz mı? Zaten birçok jeolojik
kalıntılar yüzyılların geçmesi ile yer yüzeyinde önemli değişmelerin
meydana geldiğini gösteriyor. Mesela denizler karalara, dağlar
ovalara dönüştüğü gibi bunların tersleri de olmuştur.
Bunlardan daha önemli olarak yerküresinin iki kutbu ile coğrafi alanlarda
değişmeler görülmüştür. Jeoloji, astronomi ve coğrafya
bilginleri bu değişmeleri açıklıyorlar. Bu durumda bu savunmayı
yapanların bu söylenenleri ihtimal dışı görmekten
başka hiçbir dayanakları kalmıyor. Buna iyice dikkat
edilmelidir.
Kurana gelince, nass [yani tevile
ihtimali olmayan] denecek derecede olan zahiri anlamından
anlaşıldığına göre, şimdi görülen insan nesli bir
kadın ile bir erkeğe varıp dayanır. Bu çift bütün insan
fertlerinin ana-babasıdır. Babayı yüce Allah Kuranda Adem diye
adlandırmıştır. Ama eşinin Kuranda adı
geçmiyor. Fakat eldeki Tevratta olduğu gibi, rivayetler onu Havva
adı ile anıyorlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
Allah
insanı başlangıçta çamurdan yarattı. Sonra onun soyunu
bayağı bir sıvıdan var etti.[783]
Allah katında İsanın örneği Ademin örneği gibidir.
Onu topraktan yarattı, sonra Ol dedi. O da oluverdi.[784]
Hani Rabbin meleklere Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi.
Melekler Ya rabbi! Sen yeryüzünde kargaşa çıkaracak, kan dökecek
birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ve takdis ediyoruz dediler.
Allah meleklere ben sizin bilmediklerinizi bilirim dedi. Allah, Ademe bütün
isimleri öğretti
[785]
Hani Rabbin meleklere Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Ona biçim
verip kendisine ruhumdan bir soluk üflediğimde onun için secdeye
kapanın dedi.[786]
Görüldüğü gibi bu ayetler, yüce
Allahın yasasının, bu insan neslinin devam etmesi için meniyi
sebep kıldığına ama onun ilk ortaya
çıkışının topraktan yaratılması biçiminde
gerçekleştiğine şahitlik ediyor. Ayrıca bu ayetlere göre Adem
topraktan yaratıldı ve insanlar onun evlatlarıdır.
Ayetlerin açık anlamlarına göre insan neslinin Adem ile eşine
dayandığı şüphesizdir. Ama bu gerçek, yoruma ve tevile
kapalı değildir.
Kimi zaman şöyle deniyor: Hilkat ve
secde ayetlerinde sözü geçen Ademden maksat bir şahıs olarak Adem
değil, türün sembolü olarak Ademdir. Mutlak insan açısından
yaratılışın toprağa dayanması, devam içinde üreme
ve doğurma sürecini gerçekleştirmesi bakımından Adem olarak
adlandırılmıştır. Bu durum, yüce Allahın şu
sözünden de anlaşılabilir: Biz
sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere Ademe
secde edin dedik.[787]
Bu ayet, meleklere, Allah tarafından yaratılarak, biçim verilerek
hazırlanan varlığa secde etmeleri emredildiğine yönelik bir
işaret sayılabilir. Ayetten anlaşıldığına göre
bu varlık belirli bir insan veya bir şahıs değil, bütün
insan fertleridir. Çünkü Sizi yarattık,
sonra biçimlendirdik buyuruluyor.
Aşağıdaki ayet de böyledir: Allah,
ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni
alıkoyan nedir?... dedi. İblis, senin izzet ve şerefine yemin
ederim ki, onların tümünü yoldan çıkaracağım. Yalnız
onlardan ihlaslı kılınan kulların hariç.[788]
Görülüyor ki, Ademden ilk başta tekil olarak söz edilmişken sonra bu
ifade çoğula dönüştürüldü.
Bu iddia, naklettiğimiz ayetlerin
zahiri anlamlarına ters olmasına ek olarak şu ayetin zahir
anlamı ile de reddediliyor. Yüce Allah, Adem ile ilgili hikayeyi,
meleklerin secde etmesini ve İblisin secde etmeyi reddetmesini anlattıktan
sonra şöyle buyuruyor: Ey
Ademoğulları! Şeytan ana-babanızı, ayıp yerlerini
kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı
gibi sizleri de aldatmasın.[789]
Ayette Ademden şahıs olarak söz edildiğinin açık
olduğu hususunda hiç şüphe edilmemelidir.
Şu ayet de aynı niteliktedir: Hani
biz meleklere Ademe secde edin dedik. Hepsi secde etti. Yalnız
İblis emrimize karşı geldi ve Ben çamurdan
yarattığın bir varlığa hiç secde eder miyim? dedi.
İblis dedi ki, Benden üstün tuttuğun şu varlığı
görüyor musun? Eğer bana kıyamet gününe kadar mühlet verirsen onun
soyunu, pek az bir bölümü dışında, avucumun içine alıp
mahvederim.[790]
Şimdi inceleme konumuz olan şu ayet de aynı niteliktedir: Ey
insanlar! Rabbinizden korkup-sakının ki O, sizi tek bir nefisten
yarattı, ondan eşini de yarattı ve ikisinden birçok erkek ve
kadın üretip-yaydı. Onun hatırına birbirinizden bir
şey istediğiniz Allahtan ve akrabaların haklarını
çiğnemekten sakının. Allah, şüphesiz sizin üzerinizde
gözetleyicidir. Ayeti yorumlarken bu hususu
açıklamıştık.
Görüldüğü gibi bu ayetler insana
bir anlamda Adem ve başka bir anlamda da Ademin çocukları demekten
uzak oldukları gibi yaratılmayı bir açıdan toprağa ve
başka bir açıdan da meniye nispet etmekten de uzaktırlar. Özellikle
şu ayette bu gerçek açıktır: Allah
katında İsanın örneği, Ademin örneği gibidir. Allah
onu topraktan yarattı, sonra Ol dedi. O da oluverdi
[791]
Aksi halde bu ayetin Hz. İsanın
yaratılışının, normal uygulama ile çelişen bir
istisna olduğuna delil gösterilmesi yerinde olmaz. Adem türsel bir
semboldür demek tefrittir. Bu tefritin karşılığı olan
ifrat ise, Tek Ademden daha çok Adem yaratıldı demenin küfür
olduğunu söylemektir ki, bu görüşü Sünni alimlerden Zeynul-Arab ileri
sürmüştür.
Yukarıda okuduğumuz ayetler,
bu konuya yeteri derecede cevap vermektedir. Çünkü bu ayetler meni
aracılığı ile üremiş mevcut insan neslinin Hz. Adem
ile eşine dayandığı, Hz. Adem ile eşinin ise topraktan
yaratıldıklarını açıklıyor. Buna göre
insanlık Hz. Adem ve eşine dayanırken onların
dayandıkları bir benzerleri veya hemcinsleri yoktur. Onlar orijinal
olarak var edilmemişlerdir. İnsan varoluşuna ilişkin
araştırma yapanlar arasında şimdi şu görüş
yaygındır: İlk insan tekamül yolu ile insan olmuş bir
ferttir. Bu faraziye herkes tarafından kabul edilmiş son söz
olmamakla ve ilim adamlarının ilgili kitaplarda bu nazariyeye birçok
yönü ile itiraz etmiş olmalarına rağmen faraziyenin
aslını oluşturan insan, evrim yolu ile insan olmuş bir
hayvandır nazariyesi, araştırmacıların kabul
ettikleri ve insan varoluşuna ilişkin incelemelerin hareket
noktası sayılan bir görüştür.
Bu araştırmacılar
faraziyelerini şöyle açıklıyorlar: Gezegenlerden biri olan
yerküre, güneşten kopmuş bir parçadır. Önceleri sürekli alev
saçan ve eriyen bir kitle iken zamanla dış faktörlerin etkisi ile
soğumaya yüz tuttu. O sıralar bol yağmurlar alıyor,
üzerinde seller akıyor, yüzeyinde denizler, okyanuslar oluşuyordu.
Sonra üzerinde birtakım su ve toprak kaynaklı bileşimler
oluştu. Bu bileşimlerden su bitkileri meydana geldi. Bu bitkilerin
tekamül etmeleri ve hayat kırıntıları içermeleri yolu ile
önce balıklar ve diğer suda yaşayan hayvanlar, arkasından
hem suda hem karada yaşayan uçan balıklar, onların
arkasından karada yaşayan hayvanlar, sonra da insan meydana geldi.
Bütün bunlar toprak bileşiminin geçirdiği tekamülle oluştu. Her
aşamadaki bileşimin tekamülü kendi biçimi içinde bir sonraki
aşamaya dönüştü. Böylece bitkiden suda yaşayan hayvana, ondan
hem suda hem karada yaşayan hayvana, ondan karada yaşayan hayvana,
sonra da insana geçildi. Tekamül süreci bir sırayı izledi. Bu hususa
iyice dikkat edilmelidir.
Bütün bunların delili bu
varlıkların yapılarında görülen düzenli kemal, basitten
mükemmele doğru aşamalı olarak seyreden düzenli gelişme ile
bazı ayrıntılarda deneyler yolu ile gözlemlenen tekamüldür. Bu
nazariyenin ortaya atılmasının sebebi, söz konusu türlerde
beliren özellikleri ve etkileri gerekçelendirmek, açıklamaktır. Ama
özellikle bu faraziyeyi ispat eden ve onun dışındaki
görüşleri reddeden deliller gösterilmemiştir. Üstelik bu türleri
birbirinden farklı, aralarında tekamül bağlantısı
olmayan varlıklar olarak kabul etmek ve tekamülün bu varlıkların
kendilerinde değil, durumlarında geçerli olduğunu düşünmek
de mümkündür. Zaten deneylere konu olan da söz konusu türlerin çeşitli
durumlarıdır. Nitekim bu türlerin hiçbir ferdinin başka bir
türün ferdine dönüştüğünü, mesela bir maymunun insan olduğunu
gösteren hiçbir deney, hiçbir yaşanmış tecrübe yoktur. Sadece bu
türlerin bazılarında özellikleri, gerekleri ve arazları
alanında tekamül olduğunu kanıtlayan deneyler vardır.
Bu incelemeyi derinleştirmek için
başka bir fırsata ihtiyaç vardır. Buradaki maksadımız,
araştırmacıların bazı ilgili meseleleri
açıklayabilmek için bu faraziyeyi ortaya attıklarına ve bunu
kesin bir delile bağlayamadıklarına işaret etmektir. Buna
göre insanın diğer türlerden bağımsız ve ayrı bir
tür olduğu yolundaki Kuranın işaret ettiği gerçek hiçbir
bilimsel bulgu ile çatışmalı değildir.[792]
19569. İmam Rıza (a.s),
insanların neslinin Ademden nasıl türediğini soran Bezentiye
cevap olarak şöyle buyurmuştur: Havva,
Habil ve kız kardeşine bir karında hamile kaldı.
İkinci karında ise Kabil ve kız kardeşine ikiz olarak
hamile kaldı. Daha sonra Habili, Kabilin ikiziyle evlendirdi. Kabili de
Habilin ikiziyle evlendirdi. Ondan sonra da erkek ve kız kardeşin
birbiriyle evlenmesi haram sayıldı.[793]
19570. İmam Zeynül-Abidin (a.s), bir
Kureşi ile Habilin Kabilin kız kardeşi Beluza ve Kabilin de
Habilin kız kardeşi İklima ile evliliği hakkında
tartışırken o Kureşi şöyle dedi: O halde Adem ve Havvanın
çocukları birbiriyle evlenmiştir.
İmam, Evet diye buyurdu. O Kureşi şöyle dedi: Bu iş
bugün Mecusilerin yaptığı iştir. İmam Ali b.
Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: Mecusiler bu işi Allah haram
kıldıktan sonra yaptı. Ali b. Hüseyin (a.s) daha sonra
şöyle buyurdu: Bu konuyu inkar etme! Bunlar gerçekleşen
şeriatler ve kanunlardır. Allah Ademin eşini de kendisinden
yaratmadı mı? Daha sonra da onu Ademe helal kılmadı
mı? Bu onların şeriat ve kanunlarından biriydi. Ama daha
sonra Allah bunu haram kılmıştır.[794]
İnsanın ilk
kuşağı olan Hz. Adem ile eşi, evlenme yolu ile insan
üremesini başlatarak oğullar ve kızlar (erkek ve kız kardeşler)
dünyaya getirdiler. Bu kardeşler, aralarında evlenerek mi, yoksa
başka bir yolla mı ürediler? Ve
ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yaydı
ifadesinin zahiri anlamı yukarıda yapılan
açıklamasından görüldüğü üzere mevcut insan neslinin Hz. Adem
ile eşine dayandığını, bu konuda bu çifte erkek veya
dişi hiçbir varlığın katkısı
olmadığını belirtmektedir. Kuran-ı Kerim üreyip
yeryüzüne dağıtma eyleminde bir çiftten başkasının rol
aldığına değinmiyor. Eğer bu süreçte bu çiftten
başka bir canlının katkısı olsaydı, Kuran-ı
Kerim ikisinden ve başkalarından türetip-yaydı der veya duruma
uygun düşecek başka bir ifade kullanırdı. İnsan
üremesinin başlangıcını sadece Hz. Ademe ve eşine
hasretmenin, onların oğulları ile kızları
arasında evliliklerin meydana gelmesini gerektirdiği bilinen bir
gerçektir.Kardeşlerin birbirileri ile evlenmelerine ilişkin
İslamda varolan ve bize gelen bilgilere göre eski şeriatlerde de
mevcut olan yasak hükme gelince, bu huküm maslahat ve zarara bağlı
bir teşrii hükümdür, yoksa değişmesi mümkün olmayan bir tekvini
hüküm değildir. Bu konuda dizginler yüce Allahın elindedir. O istediğini
yapar ve dilediği hükmü verir. Zarurret gereği ile bir gün bir
uygulamayı serbest ilan ederken başka bir gün ihtiyaç
kalmadığı ve toplumda fuhuşun yayılmasına yol
açtığı gerekçesi ile onu yasaklayabilir.
Bazıları bu uygulamanın
insan fıtratı ile ve Allahın Peygamberlerine ilettiği
fıtri dinin hükümleri ile bağdaşmayacağını ileri
sürüyorlar. Yüce Allah, insanlar için ortaya koyduğu dinin fıtrata
uygunluğunu şöyle anlatıyor: Ey
Muhammed! Allahı bir bilici olarak yüzünü doğruca dine çevir.
Allahın yaratma kanununa uygun olarak dine dön ki, O insanları ona
göre yarattı. Allahın yaratması değiştirilemez.
İşte doğru din budur.[795]
Söz konusu uygulamanın fıtarata aykırı olduğu
yolundaki görüş dayanaksız ve geçersizdir. Çünkü insan fıtratı
bu uygulamayı yani kardeşlerin birbirleri ile cinsel ilişki
kurmaları uygulamasını sırf tiksindirici bulduğu için
reddedip yerine başka tür bir uygulama önermiyor. Fıtratın onu
reddetmesi, onu nefretle karşılamasının asıl gerekçesi
bu uygulama yüzünden toplumda fuhuşun ve ahlaksızlığın
yayılması, iffet içgüdüsünün etkisini yitirip ortadan
kalkmasıdır. Hepimiz biliyoruz ki, bu tür cinsel ilişkiye
günümüz toplumlarında ahlaksızlık ve fuhuş
düşkünlüğü damgası vurmak uygundur. Ama yüce Allahın
yaratma kanununun gereği olarak sadece erkek ve kız kardeşlerin
varolduğu ve yüce Allahın bunların çoğalıp yeryüzüne
dağılımlarını dilediği o günün toplumuna böyle
bir damga vurmak uygun değildir.
İnsan fıtratının söz
konusu uygulamayı içgüdüsel bir tiksinti ile rddetmediğinin delili şudur:
Bu uygulama tarihin anlattığına göre yüz yıllarca Mecusiler
arasında geçerli olmuş, anlatıldığına göre
Rusyada yasal bir hal almış ve batıda yasal evlilik
dışı ve kanuna dayalı olmayan bir ilişki biçimi olarak
günden güne yayılmaya başlamıştır.[796]
Şöyle denilebilir: Bu uygulama
tabiat kanunlarına terstir. Bu kanunlar, insanın kendini mutlu etmek
için toplum oluşturduğu günlerin öncesinde geçerli olmuş
doğal kurallardır. Çünkü aile içinde kardeşler arasında
geçerli olan kaynaşma ve sıkı yakınlık biçimi,
onların arasında aşk duygularının ve cinsel
ilişki kurma arzusunun yeşermesine engel olur. Buna ünlü bir hukuk
bilgini olan Fransız Montesqiu Kanunların Ruhu adlı eserinde
değinmiştir.
Cevabım şudur: Bir defa bu
görüş, az önce açıkladığımız üzere, doğru
değildir. İkinci olarak bu görüş, sadece bu uygulamaya zorunlu
olarak ihtiyaç duyulmadığı durumlarda geçerlidir ve doğal
olmayan mevzu (kanun koyucular tarafından koyulmuş) kanunların,
korunması gerekli olan toplumsal maslahatı
koruyamadığı ve toplumda yaşayan fertlerin mutluluğunu
sağlayamadığı durumlara mahsustur. Yoksa günümüzün
hayatında uygulanan kanunların ve gerçerli olan prensiplerin
çoğunluğu doğal değil, toplumun ihtiyaçlarının
ürünü olan mevzu kanunlardır.[797]
19571. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah Tebareke ve Teala Ademe (a.s)
şöyle vahyetmiştir: Ey Adem! Ben bütün iyilikleri dört kelimede
senin için bir araya getirdim: Onlardan biri bana özgüdür, biri seninle
ilgilidir, diğeri benim ve seninle ilgilidir ve diğeri de senin
insanlarla olan ilişkinle ilintilidir. Ama bana özgü olan şey, bana
kulluk etmen, bana bir şeyi ortak koşmamandır. Seninle ilgili
olan şey ise, sana amellerinin karşılığında her
şeyden daha fazla ihtiyaç duyduğun şeyi mükafat olarak
vermemdir. Benim ve senin hakkında olan şey ise, senin dua etmen,
benim de duana icabet etmemdir. Senin ile insanlar arasında olan şey
ise kendin için hoşnut olduğun şeye insanlar için de hoşnut olmandır.[798]
19572. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Ademe
şöyle vahyetmiştir: Benin tüm
sözleri senin için dört kelimede bir araya getirdim. O şöyle arzetti: Ey
Rabbim! O dört kelime nedir? Allah şöyle buyurdu: Biri benim,
diğeri senin, biri benimle senin aramızdaki irtibat ile, biri de
seninle insanlar arasında olan irtibat ile ilgili olandır. O
şöyle arzetti: Ey Rabbim! Onları benim için söyle ki ben de
bileyim. Allah şöyle buyurdu: Bana özgü olan şey, bana kulluk etmen
ve hiçbir şeyi bana ortak koşmamandır. Sana özgü olan şey
ise, kendisine her şeyden daha çok ihtiyaç duyduğun şeyi, sana
amellerine karşılık olarak vermemdir. Benimle senin aramda
olanı ise senin dua etmen, benim de o duana icabet etmemdir. Seninle
insanlar arasında olanı ise, kendin için beğendiğini
insanlar için de beğenmendir.[799]
19573. Seyyid b. Tavus şöyle diyor: İdris
Nebinin (a.s) suhufunda Ademin Peygamberimize, Ehl-i Beytine ve ona selam
olsun hakkında söz edilirken şu ifadeyi buldum: Ramazan ayından
yirmi yedi gün geçtikten sonraki Cuma akşamının son üçüncü
bölümünde, Allah Süryani diliyle, harf parçaları şeklinde yirmi bir
sayfa ona indirdi ve o Allahın dünyaya indirdiği ilk kitap idi.
Allah bütün dillere bu kitapta yer vermiştir. Onda bir milyon dil
vardı ki her dilin bir tek harfini diğer dilin ehli öğrenmedikçe
bilemiyordu. Bu kitapta Allahın delilleri, farzları, şeraitleri,
hükümleri sünnetleri ve hududları vardı.[800]
19574. Selman şöyle diyor: Allah
Ademi yaratınca şöyle buyurmuştur: Ey Adem! Bir konu bana
özgüdür, biri de sana özgüdür, biri benimle senin arandadır. Bana özgü
olan şey, bana ibadet etmen ve bana hiçbir şeyi ortak
koşmamandır. Sana özgü olan şey ise, yaptığın her
şeye karşılık, sana mükafat vermem ve seni
bağışlamamdır. Zira ben bağışlayan ve
merhamet sahibi olanım. Seninle benim aramda olan şey ise, senin dua
edip dilemen, benim de duana icabet edip bağışta bulunmamdır.[801]
19575. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah Ademi yeryüzüne gönderince o,
Allah dilediği müddetçe yeryüzünde kaldı. Daha sonra çocukları
ona şöyle dediler: Ey baba! Konuş Adem de kırk bin çocuğu
ve torunları arasında, konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:
Allah bana emretti ve şöyle buyurdu: Ey Adem! Az konuş ki benim
katıma geri dönesin.[802]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
2-İdris (a.s)
F
Bihar, 11/270, 9. Bölüm; Kasas-u İdris
F
Kenz'ul-Ummal, 11/489, İdris (a.s)
Kuran:
Kitapta
İdrisi de zikret, çünkü o dosdoğru bir peygamberdi. Biz onu yüce bir
yere yükselttik. [803]
İsmail,
İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da
an; onların her biri sabredenlerdendi. Onları rahmetimizin içine
aldık; doğrusu onlar iyilerdendi. [804]
19576. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah İdrise otuz sayfa nazil
buyurmuştur.[805][806]
19577. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sehle mescidi İdris Peygamberin
(a.s) terzilik yaptığı evdir.[807]
19578. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Kufeye girdiğin zaman, Sehle mescidine
git, orada namaz kıl, din ve dünya ihtiyaçlarını Allahtan dile.
Zira Sehle mescidi İdrisin (a.s) orada terzilik yaptığı ve
namaz kıldığı evdir.[808]
19579. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Kalemle yazan ilk kimse İdristir.[809]
19580. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ey Ebazer! Peygamberlerden dört
kişi Süryani idiler: Adem, Şit, Uhnuh ki bu ilk defa kalem ile yazan
İdristir (a.s)- ve Nuh (a.s).[810]
19581. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: İdrisi çok ders okuduğu için
İdris olarak adlandırmışlardır.[811]
İdris
(a.s), Kuranda sadece iki yerde zikredilmiştir. Birincisi, Meryem
suresindedir ki şöyle buyurulmuştur: Kitapta İdrisi de zikret, çünkü o
dosdoğru bir peygamberdi. Biz onu yüce bir yere yükselttik.[812]
Diğeri ise Enbiya suresindedir ki orada şöyle buyurulmaktadır: İsmail, İdris ve Zülkifl hakkında
anlattığımızı da an; onların her biri
sabredenlerdendi. Onları rahmetimizin içine aldık; doğrusu onlar
iyilerdendi.[813]
Allah bu ayetlerde İdrisi güzellikle
anmakta ve onu övmektedir. Zira onu bir Peygamber, doğru konuşan bir
kimse, sabredenlerden ve salihlerden saymakta ve de onun yüce bir makama
yükseltildiği bildirilmektedir
İdris (a.s) Hermis diye de
anılmaktadır. Kafti, İhbarul-Ulema bi Ehbaril-Hukema, kitabında
İdrisin Biyografisi adı altında şöyle yazmaktadır:
İdrisin doğduğu yer ve nübuvvetinden önce kimden ilim
öğrendiği hakkında hikmet sahipleri arasında görüş
farklılığı vardır. Bir grubu şöyle demiştir:
O Mısırda dünyaya gelmiş, adı da Hermisul-Heramise
olarak konulmuştur. Doğduğu yerin adı ise Menf idi. Ve
hakeza şöyle demişlerdir: Hermis kelimesi, Yunanca İrmis
kelimesinin Arapçalaştırılmışıdır ve
İrmis ise Ütarit anlamındadır. Başka bir grubu ise
şöyle demiştir: Onun Yunanca adı Termistir ve İbranice Hunuh
olup Arapça Uhnuh şekline bürünmüştür. Aziz ve celil olan Allah da
apaçık Arapça olan kitabında onu İdris olarak
adlandırmıştır.
Bu grup ayrıca şöyle
demişlerdir: Onun öğretmeninin adı, Gusazimun idi ve bir
görüşe göre de Mısırlı Uhsazimun idi. Ama bunun kim
olduğunu söylememişlerdir. Sadece şunu demişlerdir: O da
Yunanlı ve Mısırlı Peygamberlerden biri idi. Hakeza bu
öğretmenin adının da ikinci Urin olduğunu
söylemişlerdir. İdris Peygamber onların yanında üçüncü Urin
şeklinde anılmıştır. Gusazimun ise çalışkan
kimse anlmındadır ve hakeza şöyle demişlerdir: Hermis
Mısır diyarını terk etmiş, bütün yeryüzünü
gezmiş, yeniden Mısıra geri dönmüştür. Allah onu seksen
iki yaşındayken kendi katıne yüceltmiştir.
Başka bir grubu ise şöyle demişlerdir:
İdris Babil de dünyaya gelmiştir. Orada büyüyüp
gelişmiştir. Ömrünün başlangıcında, dedesinin dedesi
olan Şit b. Ademden ilim öğrenmiştir. Çünkü İdris,
Yardın oğludur ve Yard da Mehlail b. Kıynan b. Enuş b.
Şisin oğludur. Şehristani şöyle diyor: Eğsazimun,
Şisin bizzat kendisidir. İdris, büyüdüğü zaman Allah ona
Nübuvvet makamını bağışladı. Bu yüzden de
İdris günahkar insanları Ademin ve Şisin şeraitine
muhalefet etmekten sakındırdı. Onlardan çok azı, kendisine
itaat etti, çoğu ise ona muhalefet gösterdiler. Bu yüzden de onların
arasından göç etmeyi kararlaştırdı ve kendi takipçilerine
de göç emrini verdi. Ama vatanlarını terk etmek onlara ağır
geldi ve İdrise şöyle dediler: Eğer gidersek, artık Babil
gibi bir yeri nereden bulacağız? Babil, Sıryani dilinde, nehir
anlamındadır. Güya bu nehirden maksatları ise Dicle ve
Fırat idi. İdris (a.s) onlara şöyle buyurdu: Eğer Allah
için hicret edecek olursak, Allah bize başka bir nehir verecektir.
Böylece İdris takipçileriyle birlikte Babili terk edip gitti. Sonunda
Babilyun olarak adlandırılan bir yere vardılar. Orada Nili ve
hiç kimsenin yaşamadığı bir vadiyi gördüler. İdris
Nilin kenarında durdu ve Allahı tesbih etti ve yanındakilerine
şöyle buyurdu: Babilyun kelimesinin anlamı hakkında ihtilaf vardır.
Bir görüşe göre, büyük nehir anlamındadır. Başka bir
görüşe göre, Sizin nehrinizin aynısıdır
anlamındadır. Başka bir görüşe ise, bereketli bir nehir
anlamındadır. Bazıları ise şöyle demişlerdir:
Yun kelimesi Süryanice dilinde Arapça dilindeki mübalağa
anlamını ifade eden Efal kelimesi gibidir. O halde Babilyun daha
büyük nehir anlamındadır. Ondan sonra da bu bölge bütün millet ve
kavimler arasında Babilyun olarak
adlandırılmıştır. Sadece Araplar orayı tufandan
sonra da orada konaklayan Mısr b. Hama isnat ederek, Iklım-i
Mısr olarak adlandırmaktadırlar. Bütün bunlara rağmen,
Allah her şeyi daha iyi bilir. İdris ve beraberindekiler
Mısırda ikamet ettiler, insanlara iyiliği emrettiler,
onları çirkinlikten sakındırdılar. Aziz ve celil olan
Allaha itaate davet ettiler. Onun zamanında insanlar yetmiş iki
dilde konuşuyorlardı. Allah tümünün dilini İdrise öğretti
ki her gruba onların diliyle eğitim versin. O insanlara şehir
yapma, şehirleşme ve bayındırlık ilmini öğretti.
Her şehirden ilim talipleri onun etrafına birikti. İdris onlara
şehir idareciliğini öğretti ve temellerini kendilerine tesbit
etti. Her grup ve millet kendi topraklarında bir takım şehirler
bina ettiler. İdris zamanında yapılan şehirlerin
sayısı, yüz seksen sekiz idi. Onların en küçüğünü ise Reha
şehri teşkil ediyordu. Aynı şekilde öğrencilerine
çeşitli ilimler de öğretmiştir.
İdris hikmet ve yıldızlar
ilmini tahsil eden ilk kimsedir. Zira aziz ve celil olan Allah, gökyüzünün
sırrını, terkibini, yıldızların toplanma
noktasını ona bildirdi. Hakeza yılları hesaplamayı ve
hesap ilmini de ona öğretti. Eğer böyle olmasaydı, asla
insanın zihni araştırma ile bu ilimlere ulaşamazdı.
İdris (a.s) her iklim ve bölgede, o
bölge halkına layık olan bir takım sünnetler ve kanunlar ortaya
koydu, yeryüzünü dört kısma ayırdı. Her kısmı için bir
padişah taktir etti. Onların orada siyaset ve işleri idare
etmesini istedi. Her padişahı kendi bölgesindeki halka, sonradan
bazısının adını anacağımız şeraite
bağlı kalmakla görevlendirdi. Yöneticilik makamını üstlenen
dört yöneticinin adları şunlardır: Merhametli kimse
anlamına gelen İlaves, ikincisi ise Evs, üçüncüsü ise Seklebyus,
dördüncüsü ise Evs Amundur. Bir görüşe göre de İlaves, Amun ve
başka bir görüşe ise Amun şahın kendisi olan
Yesiluhestir.
Bu Kaftinin ihtiyaç ölçüsünce
aktardığımız sözleri idi.
Bunlar da tarihten önce bize ulaşan
bir takım rivayetler ve haberlerdir. Elbette bunlara da fazla itimat etmek
mümkün değildir. Ama gördüğümüz gibi, onun adı, nesilden nesile
filozoflar ve alimler arasında diri kalmış, onu büyük
saymışlar, makamına saygı göstermişlerdir. İlmin
kökleri ona ulaşmaktadır. Bunlar da göstermektedir ki İdris
(a.s) ilmin en eski öncülerinden olup insanlık dünyasını delile
dayalı düşüncelere, tartışmalarda dikkate ve ilahi
marifetleri araştırma meydanına çekmiştir ve belki de onların
ilkidir.[814]
Bak. El-Mehebbet (2), 665. Bölüm, 3132. Hadis
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet
3-Nuh (a.s)
F
Bihar, 11/285, 1. Bölüm, s. 290, 2. Bölüm,
s. 294, 3. Bölüm; Kasas-u Nuh
F
Kenz'ul-Ummal, 11/512, c. 12/476, Nuh (a.s)
Kuran:
And olsun
ki Nuhu kavmine gönderdik. Ey kavmim! Allaha kulluk edin, Ondan başka
ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından
korkuyorum dedi.
[815]
Onlara
Nuhun başından geçenleri anlat: Kavmine, Ey kavmim! Eğer
durumum, Allahın ayetlerini hatırlatmam size ağır
geliyorsa ki ben Allaha güvenmişimdir. [816]
Bak.Hud suresi, 25-48. Ayetler; Enbiya
suresi, 76, 77. Ayetler; Muminun suresi, 23-30. Ayetler; Şuara suresi,
105-122. Ayetler; Ankebut suresi, 14,15. Ayetler; Saffat suresi, 75-82. Ayetler;
Zariyat suresi, 46. Ayetler; Kamer suresi, 9-17. Ayetler; Tahrim suresi, 10. Ayet;
Nuh suresi, 1-28. Ayetler
19582. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Gönderilen ilk Peygamber Nuhtur.[817]
19583. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Nuhun (a.s) şeraiti Allaha
tevhit, ihlas ve ortak koşmadan ibadet edilmesi idi ve bu da
insanların üzerinde yaratıldığı fıtratın
bizzat kendisidir. Allah, Nuhdan (a.s) ve Peygamberlerden, kendisine ibadet edeceklerine
ve ona bir şeyi ortak koşmamalarına dair söz aldı. Onu
namazla, iyiliği emretmeyle, haram ve helallerle mükellef ve memur
kıldı. Hudut ve miras hükümlerini ona farz kılmadı. Nuhun
şeriati bundan ibaretti.[818]
19584. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Tealanın, Ona çok az kimse iman etti
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: Onlar
seksen kişi idiler.[819]
19585. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Adem (a.s) ve Nuh arasında
hepsinin de Peygamber olduğu on baba fasılası vardı.[820]
19586. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Peygamberlerin ilki Ademdir. Ondan
sonra Nuhtur, onların arasında ise on baba fasılası
vardır.[821]
19587. Ebu Umame Bahili şöyle diyor: Bir
şahıs şöyle arzetti: Ey Allahın Resulü! Acaba Ademde
Peygamber miydi? Peygamber şöyle buyurdu: Evet, o da Allahın kendisiyle
konuştuğu bir Peygamber idi. O şahıs şöyle arzetti:
Onunla Nuh arasında ne kadar fasıla oldu? Peygamber şöyle
buyurdu: On asır. O şöyle arzetti: Nuh ve İbrahim arası
ne kadardı? Peygamber şöyle buyurdu: On asır O
şahıs yine şöyle arzetti: Ey Allahın Resulü!
Peygamberlerin sayısı kaçtır? Peygamber şöyle buyurdu:
Yüz yirmi dört bin Peygamber. O şahıs yine şöyle arzetti: Ey
Allahın Resulü! Onların kaç kişisi mürsel (gönderilmiş)
idi? Peygamber şöyle buyurdu: Bir çoğu, üçyüz onbeş kişi.[822]
19588. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Nuh (a.s) hurma
çekirdeğini ektiğinde oradan geçen kavmi kendisine gülerek alay
ettiler ve şöyle dediler: Şimdi de ağaç dikiyor! Sonunda
ağaç büyüdü, büyük ve yüksek bir hurma ağacına dönüştü. Nuh
onu kesti ve traş etti. Bu defa da kavmi şöyle dedi: Şimdi de
marangozluk ediyor.Nuh sonra da onları birleştirdi ve bir gemi
yaptı. Yine kavmi yanından geçerken güldü ve şöyle dediler:
Şimdi de çölde gemiciliğe başlamış.Sonunda da Nuh
gemi yapma işini (başarıyla) sona erdirdi.[823]
19589. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah Nuhu kırk yaşında
gönderdi. O tam dokuz yüz elli yıl kavmini davet etti ve insanlar
çoğalıncaya kadar da tufandan
atmış yıl sonrasına kadar hayatta kaldı.[824]
19590. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Nuh ikibin beşyüz yıl
yaşadı. Sekiz yüz elli yılını Peygamberlikten önce
geçirdi, dokuz yüz elli yılını ise kavmini davet etmekle
geçirdi. İki yüz yıl ise gemi yapmakla meşgul oldu. Gemiden
indikten ve suyun inmesinden sonra da beşyüz yıl yaşadı. Bu
müddet boyunca, şehirleri yapmaya ve çocuklarını oraya
yerleştirmeye koyuldu. Daha sonra da güneşte oturduğu bir
sırada ölüm meleği yanına geldi ve şöyle buyurdu: Selam
olsun sana! Nuh onun selamına cevap verdi ve şöyle buyurdu: Niçin
geldin ey ölüm meleği? O şöyle buyurdu: Senin canını
almaya geldim. Nuh şöyle buyurdu: İzin verirsen, güneşten
gölgeye geçeyim. Azrail şöyle dedi: Olur. Nuh (a.s) gölgeye gitti ve
sonra şöyle buyurdu: Ey ölüm meleği! Dünyada
yaşadığım bu ömür, sanki güneşten gölgeye gittiğim
kadardı. Şimdi görevini yerine getir. İmam Sadık (a.s)
daha sonra şöyle buyurdu: Bunun üzerine ölüm meleği Nuhun
canını aldı.[825]
Nuhun adı, Kuran-ı Kerimde
kırk küsür yerde yer almıştır ve bu ayetlerde detaylı
veya detaysız bir şekilde, Nuhun kıssasına işaret
edilmiştir. Ama bu kıssanın hiçbir yerinde, tarihi bir hikaye
metoduyla soyuna, ailesine, tarihine, doğum yerine, sükunet ettiği
yere, gelişip büyüdüğü yere, işine, ömrüne, vefatına ve
şahsi hayatıyla ilgili diğer işlerden hiç birine
işaret edilmemiştir. Zira Kuran iyi ve kötü insanların tarihini
yazan tarihi bir kitap olarak inmemiştir. Gerçekte Kuran bir hidayet
kitabıdır. İnsanların saadet sebebi olup kendilerine
apaçık gerçekleri beyan etmektedir. Böylece de onların amel
etmelerini, dünya ve ahiret hayatında mutlu olmalarını
sağlamaktadır. Bazen de Allahın kulları arasındaki
kanun ve sünnetini açığa çıkarmak için, bazı
Peygamberlerin, kavimlerin ve milletlerin kıssasına işaret
etmektedir. Böylece de ilahi inayete şamil olanlar ve Allahın
yücelik başarısına erişenler, bundan ibret alsınlar ve
diğer insanlar için de hüccet tamamlansın.
Nuhun (a.s) destanı, Kuran
surelerinin altısında detaylı bir şekilde yer
almıştır ki bu sureler şunlardır: Araf suresi, Hud
suresi, Müminun suresi, Şuara suresi, Kamer suresi ve Huh suresi. Elbette
hepsinden daha detaylısı Nuh suresidir ve tam 25 ayette (25 ila 49. Ayetlerde)
bu kıssaya işaret edilmiştir.
Ademden (a.s) sonra insanlar, bir ümmet
olarak, oldukça sade ve insani fıtrata dayalı bir hayat
yaşadılar. Daha sonra aralarında büyüklenme ruhu ortaya
çıktı. Yavaş yavaş, bir grubu diğer grup üzerinde
egemenlik kurdu. Onlardan bazıları diğer
bazılarını rableştirdi. Bu büyüyen, yeşeren, meyve
veren ilk çekirdek idi ve meyvesi de putperestlikten ve şiddetli
sınıfsal çatışmalardan, güçlülerin zayıfları
sömürmesinden, güç sahiplerinin diğerlerini köleleştirmesinden ve
toplumda çekişmelerin ve sürtüşmelerin meydana gelmesinden başka
bir şey değildi.
İşte bu yüzden Nuh (a.s)
zamanında yer yüzünde büyük bir fesat ve bozgunluk vücuda geldi.
İnsanlar tevhit dininden ve toplumsal adalet kanunundan ayrıldılar.
Putlara ibadet etmeye koyuldular. Münezzeh olan Allah bu putlardan sadece, ved,
suvaa, yegus, yeuk ve nesr putlarının adını (Nuh suresinde)
anmıştır. Toplumdaki sınıflar, hızla birbirinden
uzaklaştı, evlat ve servet sebebiyle güç elde eden kimseler,
zayıfların hakkını çiğnedi, zorbalar elinin
altındaki kimseleri sömürmeye koyuldu ve onlar üzerinde istedikleri
şekilde egemenlik kurdular. (Hud ve Nuh sureleri)
İşte bu şartlarda,
Allah-u Teala Nuhu (a.s) kitap ve şeraitle insanlara Peygamber olarak
gönderdi. O da müjde ve korkuyla onları münezzeh olan Allahı
birlemeye, Allahın sözde ortaklarını bir kenara itmeye ve kendi
aralarında eşitlik ve adalete riayete davet etmiştir. (Bakara,
213)
Nuh (a.s) insanları şu
şeylere davet etti: Münezzeh olan Allahı bir kabul etmek,
Allahın sözde ortaklarını bir kenara itmek (nitekim Nuhun
bütün kıssalarından da bu açıkça anlaşılmaktadır)
Allahın karşısında teslim olmak, (bu da Nuh ve Yunus
surelerinden ve Al-i İmran suresinin 19. ayetinden anlaşılmaktadır)
iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak (bu da Hud suresi 27.
ayetten anlaşılmakdadır) (bu da Nisa suresi, 103. ayet ile
Şuara suresi, 8. ayetten açıkça anlaşılmaktadır)
eşitlik, adalet, çirkin ve uygunsuz işlere yaklaşmamak,
doğru konuşmak, ahde vefa göstermek. (Enam suresi, 151 ve 152. ayetler)
Kuran Nuhun (a.s) önemli işlere Allahın adıyla başlayan
ilk kimse olduğunu ifade etmektedir. (Hud suresi, 41. ayet)
Nuh (a.s) kavmini Allaha iman etmeye ve
Allahın ayetlerine davet etti. Gece gündüz, açık ve gizli bir
şekilde onları hakka davet etti. Ama insanların onlara
verdiği cevap sadece inat ve kibirden başka bir şey
değildi. Ayrıca Nuh insanları daha fazla davet ettikçe halk da
küfür ve kibirlerini artırıyordu. Ailesi ve ailesinin
dışındaki az bir grup dışında hiç kimse ona iman
etmedi. Sonunda netice olarak iman etmelerinden ümidini kesti, rabbine
şikayette bulundu ve ondan yardım diledi. (Nuh, Kamer ve Muminun
sureleri)
Nuh (a.s) dokuz yüz elli yıl
halkını münezzeh olan Allaha ibadete davet etmiştir. Ama onlar sadece alay ettiler. Onu delilik ve
üstünlük talep etmekle suçladılar. Sonunda rabbinden yardım diledi.
(Ankebut suresi) Allah da ona kendisine iman eden kimseler
dışında kavminden hiç kimsenin ona asla iman etmeyeceğini
vahyetti ve halkı hakkında teselli verdi. (Hud suresi) Böylece Nuh
halkına, Allahın kendilerini yok etmesi için beddua etti ve (Allahtan)
yeryüzünü kafirlerden temizlemesini diledi. (Nuh suresi) Allah da ona vahiy
gözetiminde bir gemi yapmasını emretti. (Hud suresi)
Allah-u Teala Nuha (a.s) Onun
desteği ve yardımıyla bir gemi yapmasını vahyetti. Nuh
(a.s) da gemi yapmaya koyuldu. İnsanlar gruplar halinde onun yanından
geçiyor ve yeryüzünde suyun olmadığı bir yerde gemi yapmakla
meşgul olan Nuhu alaya alıyorlardı. Ama (Nuh (a.s) onlara
şöyle diyordu: O da, Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi biz de
sizinle alay edeceğiz dedi. Rezil edecek olan azabın kime
geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz.
(Hud suresi)
Allah-u Teala azap indirmek için bir nişane
karar kıldı ve o nişane de suların coşup yükselmeye
başlamasıydı. (Hud ve müminun sureleri)
Gemi yapma işi sona erince
Allahın emri geldi, sular coşup yükselmeye başladı,
münezzeh olan Allah Nuha: Her hayvandan (erkek ve dişi olarak) bir çift almasını
ve daha önce Allahın boğulacağına dair emrinin
verildiği kimseler dışında ailesini yanına
almasını vahyetti. Sadece hain karısı ile gemiye binmekten
çekinen oğlu, bunun dışında tutuldu. Hakeza iman eden
kimselerin de gemiye binmesi emredildi. (Hud ve Muminin sureleri)
Nuh (a.s) onları gemiye bindirip,
hepsi birlikte gemiye binince Allah göklerin kapısını açtı,
sular gökten boşaldı, yeryüzündeki çeşmeler kaynayıp yükseldi
ve sular, taktir edilen emir esasınca birbirine ulaştı. (Kamer
suresi) Sular yükseldikçe yükseldi, gemi suların üzerinde karar
kıldı ve dalgalar arasında bir dağ gibi yola koyuldu. (Hud
suresi) Böylece tufan o zalim halkı çepe çevre kuşattı. Allah Nuh
ve beraberindekilere gemide karar kıldıkları durumda,
Allahın kendilerini zalim bir topluluktan kurtarması hasebiyle
Allaha şükretmelerini ve gemiden inişte bereket talep etmelerini emretti,
Bizleri zalim topluluktan kurtaran Allaha hamd olsun demelerini, Rabbim! Bizi
mubarek bir yerde indir ve şüphesiz sen hidayet edenlerin en
hayırlısısın diye şükredip dua etmelerini emretti.
Nuhun tufanı her tarafı çepe
çevre kuşattı, insanlar sularda boğuldular. (Bu Saffat suresi,
77. ayetten de anlaşılmaktadır.) Allah yeryüzüne
sularını geri çekmesini ve gökyüzüne de
yağışını durdurmasını emretti. Böylece sular,
yerin dibine indi ve gemi Cudi dağında karar kıldı.
Şöyle denildi: Zalimler yok olsun. Nuha (a.s) da şöyle vahyedildi:
Bizim tarafımızdan, sana ve beraberindeki ümmetlere nazil olan
bereket ve esenlikle yeryüzüne in. Ondan sonra artık onlar genel bir tufana düçar olmayacaklardır.
Nesillerden bir takım ümmetler meydana gelecek, Allah onları
hayatın nimetlerinden faydalandıracak ve böylece zalimlere
şiddetli bir azap gelip çatacaktır. Bunun üzerine Nuh ve
beraberindekiler gemiden indiler, yeryüzüne vardılar. Allah karşısında
teslimiyet ve tevhit izharında bulundular. Onun soyu yer yüzüne varis
oldu. Allah neslini kalıcı kıldı. (Hud ve Saffat sureleri)
Nuh
(a.s) gemisine binince çocuklarından biri gemiye binmedi ve Herkim gemiye
binmezse boğulacaktır diyen babasının sözüne
inanmadı. Babası onun gemiden uzak bir köşede durduğunu
görünce şöyle seslendi: Oğulcağızım! Bizimle gemiye
bin ve kafirlerden olma. Ama o cevap olarak babasına şöyle dedi:
Beni sulardan koruması için dağlara sığınırım.
Nuh (a.s) şöyle buyurdu: Bu gün Allahın kendisine rahmet ettiği
kimseden başka, ilahi emrinden hiçbir koruyucu yoktur. Nuhun
maksadı gemiye binenlerdi. Ama oğlu ona itina etmedi ve aniden
dalgalar ikisinin arasını ayırdı ve oğlu da
diğerleri gibi boğuldu.
Nuh (a.s) karısının gizli
küfründen haberdardı. Ama çocuğunun batın açısından
kafir olduğunu bilemiyordu. Eğer bu konuyu bilseydi, şüphesiz
oğlunun boğulması kendisini rahatsız etmezdi. Zira
yaptığı bedduasında şöyle buyurmuştur: Nuh dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde hiç bir kafir
bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan
kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok kafirden
başkasını doğurup yetiştirmezler.[826]
Hakeza Nuh (a.s) şöyle
buyurmuştur: Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve
berâberimdeki iman edenleri kurtar dedi.[827]
Hakeza Allah-u Tealanın vahyinde kendisine şöyle buyurduğunu da
işitmişti: Bana baş vurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır.[828]
Nuh (a.s) bu yüzden rahatsız olup
hüzünlendi. Hüzün üzerine rabbine seslenerek şöyle arzetti: Ey rabbim!
Oğlum benim ailemden biridir. Şüphesiz senin vaadin doğrudur ve benim
ailemi kurtaracağını vaad etmiştin. Şüphesiz sen hüküm
verenlerin en iyisisin. Verdiğin hükümde zulmü vebal görmezsin ve bilmeden
bir hüküm vermezsin. O halde çocuğumun bu başına gelen nedir? İlahi inayet Nuhun haline
de şamil oldu ve açıkça oğlunun kurtuluşunu dilemesine
engel oldu. Zira bu istek bilinmeden yapılan bir istekti. Bunun üzerine Allah
ona şöyle buyurdu: Ey Nuh! O senin ailenden değildir. O Salih
olmayan bir iş yaptı. O halde onun hakkında bilmeden benden
kurtuluşunu dileme. Ben seni cahillerden olmama hususunda
uyarıyorum. Bu esnada Nuha konunun gerçeği aşikar oldu ve
rabbine sığınarak şöyle arzetti: Ey Rabbim! Bilmeden
senden bir şey dilemekten sana sığınırım. Senden
beni inayetine mazhar kılmanı, bağışlayarak
hatamı örtmeni, bana merhamet etmeni diliyorum. Aksi taktirde
şüphesiz hüsrana uğrayanlardan olurum.
Nuh (a.s) Ulul-Azm peygamberlerinin
ilkidir ve Peygamberlerin en büyüğüdür. Allah onu kitap ve şeriatiyle
tüm insanlara göndermiştir. O halde onun kitabı da Allahın
kanunlarına ve şeriatine şamil olan ilk semavi kitaptır ve
getirdiği şeriati de ilahi şeriatlerin ilkidir.
Şu anda ki beşerin ikinci
babası sayılmaktadır. İnsanların nesebi ona
ulaşmaktadır. Zira Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: Ancak onun soyunu sürekli kıldık.[829]
Nuh (a.s) Kuranda zikredilen Adem ve İdris dışında tüm
peygamberlerin babasıdır. Allah şöyle buyurmaktadır: Sonra gelenler içinde ona iyi bir ün
bıraktık.[830]
Hakeza Nuh (a.s) teşri kapısını
açan, kitap ve şeriat getiren, insanlara vahyin yanı sıra, akıl,
mantık ve delil metoduyla konuşan ilk kimsedir. Dolayısıyla
da Nuh tevhit dininin köküdür. Bütün bir alemde tevhit dini ona
varmaktadır. Bu yüzden de kıyamet gününe kadar, bütün tevhit ehlinin
üzerinde bir hakkı vardır. Bu yüzden Allah-u Teala, genel ve çok
boyutlu selamını sadece ona özgü kılmıştır. Bu
konuda hiçbirisini ona ortak kılmamış ve şöyle
buyurmuştur: Âlemlerde,
Nuha selam olsun[831]
Şüphesiz
Allah onu alemlerden seçkin kılmıştır.[832] Onu
iyilik sahiplerinden saymıştır. [833] Nuhu
şükredici bir kul olarak adlandırmıştır.[834] Hakeza
onu mümin bir kul saymıştır.[835] Hakeza
onu salih bir kul olarak adlandırmıştır.[836]
Ondan nakledilen son dua ise şudur: Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime
iman etmiş olarak gireni, iman eden erkek ve kadınları
bağışla; zalimlerin de yalnız helakini artır.[837] [838]
Ayrıca burada bu günlerde bazı
gazatelerin Tahranda yayınladıkları bir hususu da özetle nakletmek
uygundur diye düşünüyorum: Amerikalı bazı bilginler, bazı
Türk askerlerinin yol göstericiliği sayesinde, Türkiyenin doğusunda yer
alan Ağrı dağının tepelerinden birinde,
1400 metre yükseklikte birkaç parça tahta elde etmişlerdir. Bu tahtaların
üzerinde yapılan incelemelerde bu tahtaların, oraya düşen bir
geminin dağılım parçalarından olduğunu
göstermiştir. Bu tahtaların geçmişi Miladdan önce ikibin
beşyüz yılına ulaşmaktadır. Yapılan
araştırmaların da gösterdiği gibi bu parçalar İngiliz
Kuin Marinin yaptığı geminin üçte ikisinden daha büyük bir
geminin parçaları idi. Kuin Marinin gemisinin uzunluğu bin on dokuz
adım, eni ise yüz on sekiz adım idi. O tahtalar, hakkında
araştırmalar yapılmak için San Fransiskoya götürülmüştür
ve de dinlerin Nuhun gemisi hakkında söylediklerinin doğru olup
olmadığı araştırılmaktadır.
Kuran-ı Kerimin de açıkça
belirttiği gibi Nuh (a.s) uzun bir ömür yaşamış ve dokuz
yüz elli yıl kavmini Allaha davet etmiştir. Bazı
araştırmacılar bu konuyu uzak bir ihtimal olarak kabul
etmişlerdir. Zira genelde insanın ömrü yüz veya yüz yirmi yılı
aşamamaktadır. Hatta bazıları önceki insanların her
ayı bir yıl olarak hesapladığını ifade
etmişlerdir. O halde dokuz yüz elli yıl, seksen yıldan on ay az
bir zamana denk olmaktadır. Lakin bu söz oldukça uzak bir ihtimaldir.
Bazıları da Nuhun (a.s) ömrünün uzunluğu onun harikulade bir
keramet olduğunu ifade etmişlerdir.
Salebi Kısasul-Enbiya adlı
kitabında Nuhun (a.s) özelliklerini beyan ederken şöyle demektedir:
Nuhun ömrü, bütün Peygamberlerden daha uzun olmuştur ve o Peygamberlerin
en büyüğü, gönderilen elçilerin piridir. Mucizesi de bizzat kendi
varlığıdır. Zira bin yıl
yaşamıştır. Ne bir dişi dökülmüş, ne de gücü
azalmıştır.
Hakikat şudur ki şimdiye
kadar, insan için böyle uzun bir ömrün imkansızlığı
hakkında bir delil sunulamamıştır. Aksine akli açıdan
da gerçeğe yakın olan şudur ki ilk insanın ömrü, bu günki
insanın doğal ömründen çok daha uzundu. Çünkü onların ömrü
oldukça sade idi. Bu gün bizleri çepe çevre saran hastalıklardan ve
zorluklardan ve hayatın yok edici etkilerinden uzak idiler. Nitekim bugün
de yüz yirmi ila yüz atmış yıl yaşayan kimseleri
görmekteyiz. Bu kimseler de oldukça sade bir hayat yaşamaktadırlar ve
oldukça az zorluklar görmüş ve çok sade bir anlayışa sahip
insanlar olmuşlardır. O halde önceki insanların
bazılarının yüzlerce yıl yaşaması uzak ihtimal
değildir.
Ondan da öte Nuhun ömrü gibi bir
şey hakkında Allahın kitabına itiraz etmek de çok
ilginçtir. Zira Kuran Peygamberler hakkında bir çok harikulade mucizeler
nakletmiştir ve biz kitabın birinci cildinde mucizeler hakkında
bilgiler vermeye çalıştık.
Bazıları bu dağın,
Musulun Diyarbekirinde ve Ermenistan dağlarına ulaşan sıra
dağlardan bir parçası olduğunu ifade etmişlerdir. Tevrat da
onu Ararat olarak adlandırmıştır. Nitekim Kamus kitabı
şöyle diyor: Cudi, Nuhun (a.s) gemisinin üzerinde durduğu bir
adadaki dağdır. Tevratta da Ararat olarak
adlandırılmıştır.
Merasimul-İttila
kitabının yazarı ise şöyle diyor: Cudiy (ya teşdidiyle
okunmalıdır) dağı, Diclenin doğusunda olan İbn-i
Ömer adasına bakmaktadır ve Musula bağlıdır. Sular
inince Nuhun gemisi bu dağın üzerinde durmuştur.
Burada şunu sormak mümkündür: Farz
edelim ki Nuhun kavmi günahları sebebiyle helak oldu. Ama suyun
taşması sebebiyle helak olan ve ortadan kalkan diğer
hayvanların suçu neydi? Bu söz en zayıf itirazlardan biridir. Zira
yokluk ve helak olma, ne kadar genel olursa o kadar da ceza ve intikam
boyutundan uzak olur. Nitekim deprem, tufan, veba ve taun gibi genel belalar,
alemde bir çok defa vuku bulmuştur ve Allahın verdiği hükümde
mutlaka bir hikmet ve delil vardır.[839]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
4-Hud (a.s)
F
Bihar, 11/343, 4. Bölüm; Kısset-u Hud ve Kavmihi
F
Kenz'ul-Ummal, 11/513, 12/479, Hud
Kuran:
Ad kavmine de, kardeşleri Hudu gönderdik.
Ey kavmim! Allaha kulluk edin, ondan başka ilâhınız yoktur karşı
gelmekten sakınmaz mısınız? dedi.[840]
Bak. Hud suresi, 50-60. Ayetler; Muminun
suresi, 31-41. Ayetler; Şuara suresi, 123-140. Ayetler; Fussilet suresi,
13-16. Ayetler; Ahkaf suresi, 21-26. Ayetler; Zariyat suresi, 41,42. Ayetler;
Kamer suresi, 18-22. Ayetler; Hakka suresi, 4-8. Ayetler; Fecr suresi, 6-8. Ayetler
19591. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Nuhun nübuvveti sona erip ömrü
tükendiğinde aziz ve celil olan Allah ona şöyle vahyetti: Ey Nuh!
Nübuvvetin sona erdi ve ömrün tükendi. O halde yanında olan ilmi,
imanı, büyük adı, ilim mirasını ve nübuvvet ilminin
eserlerini soyundan geriye kalanlara bırak
Nuh da Sama, Hudun (a.s)
gelişini müjdeledi. Nuh ile Hud arasında da bazı Peygamberler
yer aldı.
Nuh şöyle buyurdu: Allah Hud
adında bir Peygaber gönderecektir. O kavmini aziz ve celil olan Allaha
davet edecek ama kavmi onu yalanlayacaktır. Aziz ve celil olan Allah da
bir fırtına vesilesiyle onları helak edecektir. O halde sizden
herkim ona erişirse kendisine iman etsin ve aziz ve celil olan
Allahın kendisini fırtına azabından kurtarması için
ona uysun.[841]
19592. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan
Allah Hudu (a.s) gönderince Samın oğullarından geri kalanlar
ona teslim oldular, ama diğerleri şöyle dediler: Bizden daha güçlü
olan kimdir? Böylece şiddetli bir fırtına vesilesiyle helak
oldular. Hud kendi takipçilerine tavsiyede bulundu ve onlara Salihin (a.s)
gelişini müjdeledi.[842]
1-Hudun (a.s) Kavmi olan
Ad Kavmi
Ad kavmi Arap kavminden olup, tarih
öncesi Arabistan yarımadasında yaşamakta olan insanlardan
idiler. Bu kavim ile ilgili bilgiler ve eserler ortadan kalkmış,
tarih onlar hakkında itimat edilmez bir takım efsaneler
dışında hiçbir şey kaydedememiştir. Mevcut olan Tevratta
da onlar hakkında hiçbir bilgi mevcut değildir.
Kuranın bu kavim hakkında
zikrettiği şey Ad kavminin bazen ilk Ad kavmi olarak (Necm/50) ve bu
da Ad kavmi diye ikinci bir kavmin olduğunu göstermektedir- Nuh kavminden
sonra (Araf/69) Arabistan yarım adasında vaki olan Ahkaf[843]
bölgesinde yaşamış olduklarıdır. (Ahkaf/21) Bu kavim
de uzun boylu (Kamer/20 ve Hakka/7) güçlü (Araf/69), azametli bir kavim idi
(Fussilet/15 ve Şuara/130). Bu kavim, ileri bir kültüre ve Medeniyete
sahip gelişmiş bir kavim idi. Bayındır şehirlere,
yemyeşil verimli topraklara, bağlara, hurmalıklara, tarlalara ve
kıymetli evlere sahip idiler. (Şuara ve diğer sureler) Onların
ilerlemesi ve büyük bir medeniyete sahip olması hakkında Allah-u
Tealanın şu nitelendirmesi yeterlidir: Rabbinin, hiç bir memlekette benzeri ortaya
konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad Kavmine ne
ettiğini görmedin mi?[844]
Ad kavmi, büyük ölçüde Allahın
nimetlerine mazhar olmuş bir kavim idi. Ama sonunda bu sebeple ahlak ve
davranışları değişti, aralarında putperestlik
kökleşti, her yüksekliğin üzerine bir kule diktiler ve orada ebedi
kalacaklarını düşünerek köşkler yaptılar. Böylece
Allah onlara Hudu gönderdi. Hud onları hakka, Allaha ibadet etmeye,
putları terk etmeye, adaletli davranmaya davet etti ve onlara büyük bir
merhametle yol gösterdi. (Şuara/130) Hud Peygamber bütün gücüyle onlara
öğüt vermeye çalıştı, onlara yolu aydınlattı,
onlar için özür ve bahane yolunu kapattı. Ama onlar onun karşısında
imtina ettiler, inkara yöneldiler, çok azı dışında hiç
kimse ona iman etmedi, çoğu isyan ve inadında ısrar etti. Hudu
(a.s) cahillik ve delilik ile itham ettiler. Ondan kendileri hakkında
korktuğu ve vaad ettiği azabı indirmesini istediler. Hud da
onlara cevap olarak şöyle buyurdu: Doğrusu bunun ne zaman geleceğini
Allah bilir; ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum, fakat sizin
cahil bir topluluk olduğunuzu görüyorum dedi.[845]
Ardından Allah onlara azabı
indirdi, kuru bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgar estiği her şeyi
çürümüş kemik haline dönüştürüyordu. (Zariyat/42) Bu şiddetli
rüzgar, yedi gece sekiz gün, esti. Bu günler oldukça uğursuz günlerdi. Bu
rüzgar adeta köklerini kazıdı. Adeta o topluluk kökü
çıkmış hurma ağaçları gibi yere yuvarlanıyordu
(Hakka/7). Rüzgar onları öyle bir yerinden söküp alıyordu ki adeta
kökleri sökülmüş hurma ağaçlarına dönmüştür. (Kamer/20) Ad
kavmi ilk defa karşılarında bir bulutu gördüklerinde sevindiler
ve şöyle dediler: Bu bulut bizlere yağmur yağdıracaktır
Ama yanlış düşündüler. Çünkü bu onların acele istedikleri
azap idi. Bu kendisiyle acı bir azap indiren rüzgar idi. Her şeyi
Allahın emriyle yok ediyordu. Sabah olunca onların evlerinden hiçbir
şey göze çarpmaz oldu. (Ahkaf/25) Böylece Allah son fertlerine kadar
hepsini helak etti. Hud ve ona iman eden kimseler Allahın lütfu ve
rahmetiyle kurtuldular. (Hud/58)
Hud (a.s) Ad kavminden olup, hakkı
savunmak ve putperestliği yok etmek için kıyam eden ikinci Peygamber
idi. Hud Allahın, kıssasını ve münezzeh olan Allah için
çektiği sıkıntıları Kuranda naklettiği
Peygamberlerdendir. Allah-u Teala onu da diğer değerli Peygamberleri
gibi övmüş ve diğer Peygamberler gibi ondan iyilikle
bahsetmiştir. Allahın selamı onun üzerine olsun.[846]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
5-Salih (a.s)
F
Bihar, 11/370, 6. Bölüm; Kısset-u Salih
(a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/499, Salih (a.s)
Kuran:
Semud kavmine
de kardeşleri Salihi gönderdik. Ey kavmim! Allaha kulluk edin, Ondan başka
ilâhınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Bu sizler için
Allahınb ayeti olan devedir dedi.[847]
Bak.Hud
suresi, 61-78. Ayetler; Hicr suresi, 80-84. Ayetler; Şuara suresi,
141-159. Ayetler; Neml suresi, 45-53. Ayetler; Fussilet suresi, 17-18. Ayetler;
Zariyat suresi, 43-45. Ayetler; Kamer suresi, 23-32. Ayetler; Hakka suresi,
4,5. Ayetler; Fecr suresi, 9. Ayet; Şems suresi, 11-15. Ayetler
19593. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey insanlar! Halkı bir araya
toplayan şey hoşnutluk ve hoşnutsuzluktur. (Bir iş
hususundaki hoşnutluk veya hoşnutsuzluk sevab veya cezayı
genelleştirir.) Şüphesiz Semudun devesini sadece bir kişi kesmişti
de hepsi bu duruma ses çıkarmayıp razı olunca Allah da
azabı hepsine göndermiş ve buyurmuştu ki: Onlar onu
(Salihin de-vesini) boğazladılar, sonunda hepsi de pişman
oldular.[848]
Çok geçmeden yerleri, kızdırılmış demirin yumuşak
toprağa girerken çıkardığı ineğinkine benzer bir
ses çıkararak yerin dibine geçti.[849]
19594. Ebu
Matar şöyle diyor: Fasık İbn-i Mülcem Allah ona lanet
etsin- Müminlerin Emirine (a.s) kılıç darbesi indirdiğinde
Hasan (a.s) ona (Hz. Aliye) şöyle arzetti: Onu öldüreyim mi? Hz. Ali
şöyle buyurdu: Hayır onu hepsedin, eğer ölürsem onu öldürünüz.
Ben öldüğümde beni bu arka tarafta kardeşlerim Hud ve Salihin yerine
gömün.[850]
Semud asil Araplardan olan bir kavimdi.
Medine ve Şam arasındaki Vadiul-Kurada yaşıyorlardı.
Bu kavim tarih öncesi insanlardan olup, tarih onlar hakkında çok az
bilgiler kaydedebilmiştir. Zaman bu topluluğun etkilerini de ortadan
silmiştir. O halde onlar hakkında nakledilen bilgilere itimat etmek
mümkün değildir.
Kuranın bu kavim hakkında
naklettiği şey ise Semud kavmi bu topluluktan biri olan
Peygamberlerinin de adından anlaşıldığı gibi
(Hud/61)-Arap bir topluluk idi ve de Ad kavminden sonra yaşamışlardır.
Bunlar da kültür ve medeniyet sahibi topluluk olup, toprakları
bayındır kılmışlar, çöllerde saraylar ve dağlarda
güvenli evler yapmışlardır.
(Araf/74) Bu kavim çiftçilik ile
uğraşıyor ve su çeşmeleri akıtıyorlardı ve
bağlara, hurmalıklara ve ekinlere sahip idiler. (Şuara/148)
Semud kavmi taife ve kabile şeklinde
yaşıyordu. Yani onlara büyükleri ve yaşlıları
hükmediyordu. Salihin gönderildiği şehirde, yeryüzünde fesat çıkaran
dokuz grup bulunuyordu. Onlar doğruluk ve dürüstlük ehli kimseler
değillerdi. (Neml/48) Bu kavim yeryüzünde isyana
kalkışmış, putperestliğe koyulmuş, zulmederek
haddi aşmışlardı.
Semud kavmi rabbini unutup,
sapıklığa ve haddi aşmaya yönelince, Allah Salih Peygamberi
onlara gönderdi. O şerafet ve kıvanç dolu bir aileden olup, akıllı
ve işbilir bir kimse olarak tanınırdı. (Hud/62 ve Neml/49)
Salih kavmini bir olan Allaha ibadete ve putperestliği terk etmeye davet
etti. Onlardan kendi toplumlarında adalet ve ihsanla davranmaya, kendini
üstün görmeyi terk etmeye, aşırılıktan kaçınmaya,
tuğyan etmemeye davet etti. Onları azaptan sakındırdı.
(Hud, Şuara, Şems ve diğer sureler)
Salih (a.s) hikmet ve güzel öğütle
onları Allahın dinine davet etti. Allah için onların eziyetleri
karşısında sabretti. Ama mustazaf halktan az bir grup
dışında kimse ona iman etmedi. (Araf/75)
Müstekbir isyancılar ve onlara tabi
olan kalabalıklar küfürleri hakkında ısrar ettiler. Salihe
(a.s) iman eden kimseleri hor ve hakir saydılar, Salihi de (a.s) cahillik
ve sihirbazlıkla itham ettiler. (Araf/66, Şuara/153 ve Neml/47)
Ondan sözleri hakkında bir delil getirmesini, risalet iddiasını
ispat için mucize göstermesini istediler ve ondan dağın içinden
kendilerine dişi bir deve çıkarmasını talep ettiler. Hz.
Salih (a.s) da onlara istediği özelliklere sahip dişi bir deve
getirdi ve onlara şöyle buyurdu: Allah size sahip olduğunuz su çeşmesinden
bir gün sizlerin su almasını ve bir gün de sudan uzak durarak,
devenin ondan su içmesini sağlamanızı emretmektedir. Yani su
içme hakkı bir gün size birgün de deveye ait olmalıdır.
Aynı şekilde, devenin istediği gibi yeryüzünde gezmesine izin
verin. Ona eziyet etmeyin, eğer ona bir zarar verirseniz, çok geçmeden
azaba uğrarsınız. (Araf/72, Hud/64 ve Şuara/156) Bu konuya
bir müddet riayet edildi. Ama sonra Salih kavmi yeniden tuğyan ve hileye
koyuldu. Onlar en kötü bireylerinden birini o deveyi öldürmekle görevlendirdiler.
O da deveyi kesti ve onlar Salihe şöyle dediler: Eğer doğru
söylüyorsan, bizlere vaad ettiğin şeyleri hayata geçir. Salih
şöyle buyurdu: Üç gün evlerinizde faydalanın. Bu yalanı olmayan
bir vaaddir. (Hud/65) Daha sonra kabileler ve şehirdeki gruplar Salih
için komplo düzenlemeye kalkıştılar ve Salih ile
etrafındakilere gece saldırmayı planladılar ve kendi
kendilerine şöyle yeminleştiler: Salih ve beraberindekilere gece
saldıralım, sonra da onun velisine şöyle deriz: Biz onun
ehlinin katledildiği yerde değildik, biz doğru söylemekteyiz. Onlar
hileye baş vurdular, Allah da onlara düzen kurdu ve onlar da bundan
haberdar değillerdi. (Neml/50) Baktıkları bir halde
yıldırım (Zariat/44), deprem ve şiddetli bir ses
onları çepe çevre kuşattı ve böylece evlerinde helak oldular.
Bunun üzerine Salih onlardan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: Ey kavmim! Ben
sizlere Rabbimin mesajını
ulaştırdım ve sizlerin hayrını diledim. Ama sizler
hayırınızı dileyen kimseleri sevmezsiniz. (araf/79 ve
Hud/67) Allah ise iman eden ve sakınan kimseleri kurtardı.
(Fussiler/18) Semud kavmi helak olduktan sonra ilahi bir münadi şöyle
seslendi: Bilin ki Semud kavmi, rablerine kafir oldular! Semud kavmine ölüm
olsun.
Mevcut Tevratta da bu Salih Peygamber
hakkında hiçbir bilgi yoktur. Salih (a.s) Semud kavminden olup, Kuranın
Allahın emriyle kıyam ettiğini, tevhide davet ve putperestlikle
mücadele yolunda çaba gösterdiğini bildirdiği üçüncü Peygamberdir.
Allah-u Teala onu Nuh ve Hud Peygamberden sonra anmaktadır. Allah onu da
diğer Peygamberleri ve elçileri gibi övmektedir ve onu da diğer
Peygamberleri gibi bütün alemlerden üstün kılmış ve ona yücelik
vermiştir. Ona ve bütün Peygamberlere selam olsun.[851]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
6-İbrahim (a.s)
F
Bihar, 12/1-140, Ebvab-u Kısesul-İbrahim
(a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/483, 12/474; İbrahim
(a.s)
Bak.
F
Eş-Şeyb, 2146. Bölüm
Kuran:
İyilik yaparak kendisini Allaha teslim
edip, hakka yönelen İbrahimin dinine uyandan, din bakımından
daha iyi kim olabilir? Allah İbrahimi dost edinmişti. [852]
Sonra da sana: Doğru yola yönelerek
İbrahimin dinine uy! O müşriklerden değildi diye vahyettik. [853]
Hani Rabbi
İbrahimi bir takım kelimelerle denemiş, o da onları yerine
getirmişti. Allah, Seni insanlara imam kıldım demişti. O
Soyumdan da deyince, Zalimler benim ahdime erişemez buyurmuştu. [854]
Bak. Al-i İmran
suresi, 65-68. Ayetler; Nahl suresi, 120-123. Ayetler; Bakara suresi, 125-132,
258, 260. Ayetler; Enam suresi, 74-84. Ayetler; tevbe suresi, 114. Ayet;
Meryem suresi, 41-48. Ayetler; Enbiya suresi, 51-73. Ayetler; Şuara
suresi, 69-87. Ayetler; Ankebut suresi, 16-18, 24, 27. Ayetler; Saffat suresi,
83- 113. Ayetler; Zuhruf suresi, 26-28. Ayetler; Mumtehine suresi, 4,5. Ayetler;
Necm suresi, 36-38. Ayetler; ala suresi, 18, 19. Ayetler; Hud suresi, 69-76. Ayetler;
İbrahim suresi, 35-41. Ayetler; Hac suresi, 26-27. Ayetler
19595. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ama İbrahimi görmek için kendi
dostunuza (Peygambere) bakınız.[855]
19596. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah Tebarek ve Teala
İbrahimi (a.s) Peygamber olarak seçmeden önce kul olarak seçti ve
şüphesiz Allah onu resül olarak seçmeden önce nebi olarak seçti ve
şüphesiz Allah onu halil olarak seçmeden önce resul olarak seçti ve
şüphesiz Allah onu imam kılmadan önce halil olarak seçti ve kendisi
için bütün bu makamları bir araya topladığı zaman da
şöyle buyurdu: Şüphesiz ben seni insanlara imam kıldım.[856]
19597. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: İbrahimi ateşe atmak
istediklerinde onu ateşe doğru götürdüler. İbrahimin gözü
ateşe ilişince şöyle buyurdu: Allah bize yeter ve O ne güzel
vekildir.[857]
19598. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İbrahim Allahın halilidir
sözümüze gelince
Halil kelimesi halle veya hulle kelimelerinden
türemiştir. Halle fakirlik ve yoksulluk anlamındadır. Zira o
rabbine karşı fakir ve yoksul (muhtaç) biriydi. Herkesten kopup
Allaha yöneldi, ondan başkasından yüz çevirdi ve onlardan
müstağni oldu. Onu mancınıkla ateşe fırlatmak
istediklerinde Allah Cebraile şöyle buyurdu: Kuluma yetiş! Cebrail
havadayken ona ulaştı ve şöyle buyurdu: İstediğin
şeyi bana emret! Zira Allah beni sana yardım için göndermiştir.
İbrahim (a.s) şöyle buyurdu: Hayır, Allah bana yeter. O en
güzel vekildir. Ben ondan başkasından bir şey istemem. Ondan
başka hiç kimseye ihtiyacım yoktur. Allah da onu kendisine Halil
olarak adlandırdı. Yani sadece kendisine fakir ve muhtaç, herkesten
kopmuş ve kendisine yönelmiş kimse olarak nitelendirdi.[858]
19599. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan
Allah İbrahimi hiç kimseyi reddetmemesi ve aziz ve celil olan Allahtan
başka hiç kimseden bir şey istememesi sebebiyle halil (dost) olarak
seçti.[859]
19600. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah İbrahimi sadece, insanlara
yemek yedirdiği ve insanlar uyurken gece namaz kıldığı
sebebiyle halil (dost) olarak seçti.[860]
19601. Hassan
b. Atiyye şöyle diyor: Savaşta orduyu sağ, sol ve orta
(olmak üzere üç grub halinde) düzenleyen İbrahim (a.s) idi ve bu da Lutu
(a.s) esir alanlarla savaşmak için yola koyulduğu zamandı.[861]
Bak.
El-Cihad, 573. bölüm
19602. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah Tebareke ve Teala her şeyden
dört şey seçti:
Peygamberlerden dört kişiyi kılıç için
seçti: İbrahim, Davud, Musa ve ben.[862]
19603. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Tealanın Doğrusu İbrahim çok içli,
yumuşak huylu ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: Ayette geçen evvah
kelimesi çok dua eden kimse anlamındadır.[863]
19604. İmam Sadık (a.s), hakeza
Allah-u Tealanın Doğrusu
İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allaha vermiş bir
kimse idi Ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: Yani çok dua eden kimse.[864]
Bu söz Kuranî, ilmî, tarihî ve benzeri
konuları kapsamaktadır.
İbrahim (a.s) çocukluk
çağından doğru ve eğriyi ayırt ettiği çağa
kadar kavminin muhitinden uzak bir bölgede yaşıyordu. Daha sonra
onların arasına geldi, babasının yanına gitti ama onun
ve kavminin puta taptığını gördü. Temiz ve salim bir
fıtrata sahip olan İbrahim (a.s) hakkı müşahade etmesi
Allah tarafından kendisine eşyanın melekutunun gösterilmesi ve
genel olarak hak ile konuşması ve salih ameli sebebiyle ilahi teyide
mazhar olduğundan babasının ve kavminin bu
yaptıklarını beğenmedi.
Bu yüzden babasıyla
putperestliği hakkında tartıştı ve ondan putları
terk etmesini istedi. Bir olan Allaha tapmasını ve Allahın
kendisini doğru yola hidayete erdirmesi için kendisine uymasını
ve şeytanın hakimiyetinden uzak durmasını istedi. O sürekli
babasıyla tartıştı, onu irşad etmek hususunda çaba
gösterdi, sonunda babası ona kızdı ve onu yanından kovarak
ilahlarını kötülemekten ve onlardan yüz çevirmekten el çekmediği
taktirde kendisini taşlayacağına dair tehdit etti. Ama
İbrahim (a.s) yüce bir ahlaka ve yumuşak bir söze sahip olduğu
için ona şefkat ve yumuşaklık dolu bir şekilde şöyle
dedi: Ona selam verdi ve kendisi için bağışlanma
dileyeceğine dair söz verdi. Ondan, kavminden ve Allahın yerine
taptığı şeylerden uzak duracağını bildirdi.[865](Meryem,
41-48)
İbrahim (a.s) öte yandan insanlarla
putlar hakkında tartışmaya girişti. (Enbiya, 51-56;
Şuara suresi, 69-77 ve Saffat suresi, 83-87) Yine ay, yıldız ve
güneşe tapan başka bir grup ile de bu üçü hakkında
tartışmaya girişti. Sonunda onların inançlarının
batıl olduğunu ispatladı. Dolayısıyla da
İbrahimin putlardan ve mabudlardan yüz çevirdiği her yere
yayıldı. (Enam, 74-82) Bir gün insanlar ibadet maresimini yapmak
için toplu halde şehirden dışarı çıkınca,
İbrahim hasta olduğu bahanesiyle onlarla gitmedi ve şehirde
kaldı. Sonra puthaneye giderek yanlarına gidip sorarlar diye büyük
put dışında bütün putları yerle bir etti. Halk geri
dönünce, mabudlarının başına gelen beladan haberdar
oldular. Bu işi kimin yaptığını
araştırdılar ve şöyle dediler: İbrahim adında
bir gencin putları kötülediğini işittik. Bu yüzden onu
topluluklarına çağırdılar, halkın önüne getirdiler ve
halkın tanıklıkta bulunmasını istediler.
İbrahimi sorgulayarak şöyle dediler: Ey İbrahim! Sen mi bizim
ilahlarımıza böyle yaptın? İbrahim şöyle buyurdu: O
en büyükleri bu işi yaptı, eğer konuşuyorsa ondan sorunuz.
İbrahim büyük putu sağlam bırakmış, onu
kırmamış ve baltasını omuzuna veya omuzuna yakın
bir yere asmıştı. Böylece de bu büyük putun diğer
putları kırdığını göstermek istemişti.
İbrahim (a.s) Onların büyüğü bu işi yapmış
dediği zaman insanların bu sözüne inanmayacağını
biliyordu. Zira putların cansız olduğunu, bu işi
yapamadığını çok iyi biliyordu, lakin bunun hemen
ardından şu cümleyi söylemek istiyordu: Eğer gerçekten konuşuyorlarsa
kendisine sorunuz. Böylece açıkça putların cansız
olduğunu, hayat ve şuur sahibi olmadığını itiraf
etmelerini sağlamış oldu. Bu sebeple de İbrahimin (a.s)
sözünü işittiklerinde vicdanlarına müracaat edip şöyle dediler:
Zalim olanlar, sizlersiniz. Sonra utanç içinde şöyle dediler: Sen de
biliyorsun ki bu putlar konuşamaz. İbrahim şöyle buyurdu: O
halde neden Allahın yerine sizlere bir zararı ve faydası
olmayan putlara tapıyorsunuz. Yazıklar olsun size ve Allahın
yerine taptığınız şeylere! Hiç düşünmez misiniz?
Siz (ellerinizle) yontulmuş şeylere mi taparsınız? Oysa Allah
hem sizi hem de o yontulmuş şeyleri yaratmıştır. Halk
şöyle dedi: Onu yakınız ve ilahlarımıza yardım
ediniz. Büyük bir ateş yaktılar, ateşten bir cehennem vücuda
getirdiler ve bu işe halkın tümü katıldı. Daha sonra
İbrahimi ateşe attılar, ama Allah ateşi İbrahim için soğuk
ve esenlik kıldı. Onların komplosunu tesirsiz hale getirdi.
(Enbiya suresi, 57-70 ve Saffat suresi, 88-98) İbrahim (a.s) bütün bu
müddet boyunca, halkın kendisine taptığı ve ilah
edindiği Nemrudun yanına götürüldü. Nemrud İbrahimle Rabbi
hakkında tartıştı. İbrahim ona şöyle buyurdu:
Benim rabbim diriltir ve öldürür Nemrud da safsata ederek şöyle dedi:
Ben de yaratırım ve diriltirim, örneğin esirleri öldürürüm veya
özgür bırakırım. İbrahim safsata yolunu kapamak için ona
daha açık bir ifadeyle şöyle dedi: Allah güneşi doğudan
doğurur, sen onu batıdan doğurt. İşte burada kafir
olan Nemrud şaşkınlık içinde kala kaldı. (Bakara
suresi, 258)
Allah, İbrahimi ateşten
kurtardıktan sonra İbrahim, Hanif ve hak dine davet etmeye başladı.
Halktan çok az kısmı ona iman etti. Bu cümleden Allah-u Teala Lutu
ve kendisiyle hicret eden İbrahimin eşini anmaktadır.
İbrahim topraklarını terk edip, mukaddes topraklara doğru
göçmeden önce bu kadınla evlenmişti.[866]
İbrahim ve ona iman eden kimseler, kendi kavimlerinden kenara çekildiler.
İbrahim de bizzat baba diye hitap ettiği ama gerçekte babası
olmayan Azerden ayrıldı.[867]
Eşi ve Lut ile birlikte mukaddes topraklara, orada kültürsüz ve sapık
kavminin müdahalelerinden uzak bir şekilde Allaha ibadet etmek için
hicret etti. (Mümtehine/4 ve Enbiya/71) İşte burada münezzeh olan
Allah yaşlılık çağına ermiş olan İbrahime,
İsmail, İshak ve hakeza İshakın soyundan Yakubun dünyaya
geleceğini müjdeledi. Bir müddet sonra da önce İsmail, sonra İshak dünyaya geldi. Allah onu, iki
evladını ve torunlarını bereketli kıldı.
İbrahim (a.s) daha sonra Rabbinin
emriyle su ve bitkinin bulunmadığı bir vadi olan Mekke
topraklarına gitti. Henüz bir çocuk olan oğlu İsmaili oraya
bıraktı ve kendisi mukaddes topraklara geri döndü. İsmail Mekke
topraklarında gelişip büyüdü. Orada sakin olan Araplardan bir grubu
da etrafına toplandı. Böylece Mekke şehri vücuda geldi.
İbrahim (a.s) Mekkenin ve Kabe
evinin yapılmasından önce ve daha sonra arada bir Mekke
topraklarında İsmaili görmeye gidiyordu. (Bakara/126 ve
İbrahim/35-41) İbrahim daha sonra İsmailin yardımıyla
Beytullahil-Haramı bina etti ve o Allahın emriyle halk için
yapılan ilk ev idi. Bu ev bereketli ve bütün insanların hidayet
sebebi olan bir evdi. Orada apaçık ayetler ve İbrahimin makamı
vardır. Oraya giren herkes güvendedir. (Bakara/127-129 ve Al-i
İmran/69-97) İbrahim Kabeyi yaptıktan sonra Hac emrini verdi
ve Hac ile ilgili merasimleri teşri etti. (Hac/26-30)
Daha sonra Allah İbrahime
oğlu İsmaili kesmesini emretti. Bunun üzerine İbrahim hac
merasimini İsmail ile birlikte yapmak için dışarı
çıktı. Say yerine vardığında şöyle buyurdu:
Oğulcağızım! Seni kestiğime dair bir rüya gördüm.
İsmail şöyle buyurdu: Ey babacığım!
Görevlendirildiğin şeyi yerine getir. Allahın emriyle beni
sabredenlerden bulacaksın. Her ikisi de Allahın emrine teslim
oldular. İbrahim oğlunu yüz üstü yere yatırdı. Bu esnada
şöyle bir ses geldi: Ey İbrahim! Rüyanı gerçekleştirdin.
Allah İsmaile bir kurban feda etti. Kuran-ı Kerimin İbrahim
(a.s) hakkında naklettiği en son konu ise İbrahimin, Mekkeye
yaptığı bazı yolculuklarında buyurduğu ve
İbrahim suresinde (35-41. Ayetler) nakledilen duadır ve
İbrahimin son duası şudur: Ey
Rabbim! Beni, anne babamı ve hesap görüldüğü güne kadar müminleri
bağışla.
Allah-u Teala kendi kitabında
İbrahimi en güzel övgüler ile övmüş, Allah yolunda çektiği
sıkıntıları en güzel şekilde beyan etmiş,
kitabının altmış küsür yerinde onu adıyla
anmış ve ona bağışladığı bir çok
nimetleri dile getirmiştir. Burada bu hususlardan bir kaçına
işaret edelim:
Allah önce ona rüşt ve hidayeti
bağışlamıştır (Enbiya/51) Allah İbrahimi
dünyada seçmiştir ve ahirette de salihlerden olacaktır. Zira Allah
ona, Teslim ol diye buyurduğunda o şöyle dedi: Ben alemlerin
rabbine teslim oldum. (Bakara/130-131) İbrahim ihlas ve kalp
temizliği üzere rabbine yönelen ve müşriklerden olmayan bir kimseydi.
(Enam/79) İbrahim Allaha karşı kalben itminane ermişti ve
bu sebeple de Allah ona göklerin ve yerin melekutunu göstermişti. Bu
yüzden de İbrahim yakine ermişti. (Bakara/260 ve Enam/75) Allah onu
Halil (dost) edindi. (Nisa/121) Allah rahmet ve bereketini ona ve ailesine
indirdi, onu vefadarlıkla nitelendirdi. (Necm/37) Hakeza Allah
İbrahimi halim, evvah (çok dua eden) ve munib (tevbe eden) olarak
adlandırmıştır. (Hud/73-75) Allah İbrahimi Allaha
teslim olan Allaha teslim olan, hakka yönelen, müşriklerden olmayan nimetlerine
şükreden bir önder olması hasebiyle seçmiş, onu doğru yola
iletmiş, dünyada ona iyilik ve nimet vermiştir ve onun ahirette de
salihlerden olduğunu bildirmiştir. (Nahl/120-122) İbrahim sıddık
(dosdoğru) bir peygamberdi. (Meryem/41)
Allah onu mümin kullarından ve
iyilik sahibi kimselerden saymış, ona selam göndermiştir.
(Saffat/83-111) İbrahim Allahın kendilerine güç ve basiret
verdiği kimselerdendi. Allah onları ahireti hatırlatan özel
nimet ile halis kılmıştır. (Sad/45-46) Allah onu imam ve
insanların önderi kılmıştır. (Bakara/124) Allah onu kendilerine
kitap ve şeriat verdiği beş Ulul-Azm peygamberlerinden biri
kılmıştır (Ahzap/7, Şura/13 ve ala/18-19) Allah ona
ilim, hikmet, kitap, mülk ve hidayet
bağışlamıştır. Onları arkasında ebedi
bir kelime karar kılmıştır. (Nisa/54 ve Enam/74-90 ve
Zuhruf/27) Allah nübuvvet ve kitabı onun neslinde karar
kılmıştır. (Hadid/26) Allah insanlar arasında onun
için iyi bir isim baki kılmıştır. (Şuara/84 ve
Meryem/50) İşte bunlar münezzeh olan Allahın İbrahime
(a.s) verdiği ilahi mevkiler ve ubudiyet makamı idi. Kuran-ı
Kerim Peygamberlerden ve yüce resullerden hiç biri hakkında İbrahimin
(a.s) sıfatları ve yüceliklerini detaylıca
açıkladığı gibi detaylıca söz etmemiştir.
Söz konusu makamların her birinin
tefsir ve açıklamasını ise, daha önce
açıkladığımız ilgili ayetlerde veya Allahın
izniyle gelecekte yapacağımız açıklamalarda bulabilirsiniz.
Zira bu makamları ele almak, bizi burada söz konusu hedefimizden
uzaklaştıracaktır.
Münezzeh olan Allah, ebedi ve
sağlam dinimizi İslam olarak nitelendirmiştir. Nitekim
İbrahimi de bu isimle anmıştır ve bunu İbrahime
isnat etmekle onun dini şahsiyetini ve bereketli hayatını
korumuştur.
Allah-u Teala şöyle
buyurmaktadır: Babanız
İbrahimin dini de (işte böyle idi). O sizlerin daha önce müslüman
olarak adlandıran kimseydi.[868]
Hakeza şöyle buyurmuştur: Şüphesiz
Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, doğruya yönelen ve şirk
koşanlardan olmayan İbrahimin dinine iletmiştir de.[869]
Hakeza İbrahimin
yaptığı bu saygın ev, Kabeyi de bütün alemlere kıble
kılmış ve bu evin ziyaret ve hac merasimlerini teşri
etmiştir. Bu merasimler mevcut kitabın birinci cildinde, Hani
Kabeyi, insanlar için dönüş/toplanma yeri kılmış[870]
ayetinde de işaret edildiği gibi hakikatte oğlunun ve
eşinin oraya yerleştirmesini, oğlu İsmailin kurban
edilmesini, Allah yolundaki çabasını, Allaha yönelişini, Allah
yolunda çektiği sıkıntılarını gözler önüne seren
bir takım amellerdir.
İbrahimin (a.s)
varlığının bereketlerinden biri de tevhit dinidir.
Yeryüzünün her noktasında ve herkesin yanında görülen tevhit dininin
kökü İbrahime dönmektedir. Örneğin tevhit ile nitelendirilen bu
günkü Yahudi dini Musa b. İmrana (a.s) ulaşmaktadır.Musa da
kendisini İsraile yani Yakub b. İshak b. İbrahime isnat
etmektedir. Hıristiyanlık dini de Mesih İsa b. Meryeme (a.s)
ulaşmaktadır ve o da kendisini İbrahimin (a.s) neslinden
saymıştır. İslam dini de Muhammed (s.a.a) vesilesiyle
gelmiştir ve Peygamberin soyu da İbrahim Halilin (a.s) oğlu
İsmaili Zebihe ulaşmaktadır. O halde dünyadaki tevhit dini
İbrahimin bereketli ve kutsal bir eseridir. İslamda görülen namaz, zekat, hac, dört ayaklı
hayvanların etinin helal oluşu, Allahın
düşmanlarından beri olmak, selam vermek ve beşi baş ile,
diğer beşi de bedenin diğer organlarıyla ilgili bulunan
taharetin on hükmü onun şeriatindendir. Baş ile ilgili olan beş
hüküm[871]
şunlardır: Bıyıkların fazlasını
kısalatmak, sakalı uzatmak, saçı traş etmek veya
kısaltmak, misvak kullanmak, dişleri kürdanla temizlemek. Bedenin
diğer organlarıyla ilgili beş hüküm de şunlardır: Bedendeki
fazla kılları yok etmek, sünnet olmak, tırnakları kesmek,
cenabet guslü ve su ile taharet.
Yapılan geniş
araştırmaların gösterdiği gibi insanlık toplumunda itikadi
ve ameli tüm beğenilmiş adap ve sünnetin tümü nübuvvetin güzel
etkilerindendir ve biz de defalarca
geçmiş konularda buna işaret ettik. O halde İbrahim (a.s)
insanlığa büyük ve değerli bir hizmette bulunmuştur ve günümüz
insanının boynunda -bunu bilsin veya binmesin- çok büyük bir
hakkı vardır.[872]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
7-Lut (a.s)
F
Bihar, 12/140, 7. Bölüm; Kıses-u Lut (a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/505, Lut (a.s)
Kuran:
Lutu da
gönderdik, Kavmine: Dünyalarda hiç kimsenin sizden önce
yapmadığı bir hayasızlığı mı
yapıyorsunuz? dedi.[873]
Bak. .hud,
77-83, Hicr,51-77, Enbiya, 74-75, Şuara, 160, 175,Neml, 54-58,
Ankebut,28-35, Saffat,133-138,ZAriyat,31-37,Kamer,33-40,Tahrim,10
19605. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allahın Lutdan
sonra gönderdiği her Peygamberin kendi kavmi arasında bir izzeti
vardı.[874]
19606. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Üzerlerine azap yağmuru yağan memleket
Lut kavminin memleketi olan Sadom idi. Allah onların üzerine siccilden,
yani topraktan taşlar yağdırdı.[875]
19607. İmam Bakır (a.s), kendisine
Peygamberin cimrilikten Allaha sığınması hakkında
soru soran Ebu Basire cevap olarak şöyle buyurmuştur: Evet,
ey Eba Muhammed! Peygamber her sabah ve akşam Allaha
sığınıyordu. Biz de cimrilikten Allaha
sığınıyoruz. Allah şöyle buyurmuştur: Nefsinin
cimriliğinden korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete
erenlerdir.
Sana cimriliğin akıbetini
söyleyeyim. Lut kavmi yiyecek hususunda cimrilik eden bir bölgenin ehliydi ve
bu cimrilik onların şehvet gücünde dermansız bir derdin vücuda
gelmesine sebep oldu. Ben (Ebu Basir) şöyle arzettim: Akıbetleri ne
oldu? İmam şöyle buyurdu: Lut kavminin beldesi, Şam ve
Mısır kervanlarının geçtiği yolun üzerindeydi.
Kervanlar onların şehirlerinde konaklıyor, Lut kavmi ise
onları ağırlıyordu. Ama kervanların konaklaması
ve onları ağırlamak işi çoğalınca cimrilik
onları sıkıntıya düşürdü ve sonunda bu cimrilik
hususunda öyle bir yere vardılar ki bir yolcu şehirlerine
geldiğinde onu şehvet üzere olmaksızın rezil
ediyorlardı. Belki de misafirlere bu işi yanlarından gitsinler
diye yapıyorlardı. Böylece onların işi şehirlerde
yaygınlaştı. Kervancılar onlardan sakınmaya
başladı. Artık onların şehrine gelmez oldular. Böylece
cimrilik başlarına öyle bir bela getirdi ki artık onu
başlarından uzaklaştıramaz oldular. Bu iş hususunda
şehvetleri ve istekleri olmaksızın, bu işi yaptılar.
Öyle ki şehirlerdeki erkeklere para veriyor ve onlardan bu kötü işi
yapmalarını istiyorlardı. İmam daha sonra şöyle
buyurdu: O halde Allah-u Teala nezdinde cimrilikten, sonucu daha kötü olan bir
iş var mıdır? Ebu Basir şöyle diyor: Ben şöyle
arzettim: Fedan olayım! Lut kavminin tüm fertleri mi bu işi
yapıyordu? İmam şöyle buyurdu: Allahın emrine teslim
olan bir aile dışında tümü istisnasız olarak bunu
yapıyordu. Allah-u Tealanın şöyle buyurduğunu
işitmedin mi: O şehirde sadece mümin olanları çıkardı.
Zaten
orada, kendini Allaha vermiş sadece bir tek ev halkı bulduk.[876]
Lut (a.s), Babil topraklarındaki
Keldanilerden ve de İbrahime (a.s) iman eden ilk kimselerden biri idi.
Lut (a.s) İbrahime iman etti ve şöyle buyurdu: Bunun üzerine Lut ona inandı ve
İbrahim Doğrusu
ben Rabbimin dilediği yere hicret
ediyorum[877]
Allah da onu İbrahim ile birlikte
hicret ettirdi ve onlar da mukaddes Filistin topraklarına gittiler.
(Enbiya/71) Lut, tarihin, Tevratın ve bazı rivayetlerin de
bildirdiği gibi Sadom olarak bilinen şehirde ikamet etti. Bu ve ona
bağlı olan şehirlerin halkı ki Allah Kuranda onları
mütefikat olarak adlandırmıştır- (Tevbe/70) puta
tapıyorlar ve çirkin livata işine bulaşıyorlardı.
Onlar aralarında bu işin yaygınlaştığı ilk
kimselerdi. (Araf/80) Öyle ki bu işi toplantılarında yapar
oldular. Artık bunu kötü bile bilmiyorlardı. (Ankebut/29) Bu çirkin
iş aralarında öyle bir yaygınlaştı ki toplumsal bir
adet haline geldi. İnsanların geneli buna mübtela oldu. Artık
kadınlarını bırakıp üreme yollarını
kapadılar. (Ankebut/29) İşte bu şartlarda Allah onlara
Lutu gönderdi. (Şuara/162) Lut, halkı Allahtan sakınmaya,
fuhuşu terk etmeye ve fıtrat yoluna geri dönmeye çağırdı
ve onları bekleyen tehlikeyle uyardı. (Bu işin kötü
akıbetinden ve Allahın azabından) korkuttu. Ama bu sadece
onların isyanını artırdı ve cevap olarak şöyle
dediler: Eğer doğru söylüyorsan, Allahın azabını
bize indir. Hakeza Lutu şehirlerinden dışarı çıkarmakla
tehdit edip şöyle dediler: Ey Lut! Bu sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka
kovulacaksın dediler.[878]
Hakeza şöyle dediler: Kavminin cevabı sadece: Lutun ailesini kasabanızdan
çıkarın, güya onlar temiz kalmaya çalışan insanlarmış
demek oldu.[879]
Lut (a.s) sürekli olarak insanları
Allah yoluna, fıtrat kanuna uymaya ve fuhuşu terk etmeye davet etti.
Ama onlar olduğu gibi çirkin işlerine davet ettiler. Sonunda
tuğyan ve isyan ruhlarında yer etti ve azaba hak kazandılar.
Bunun üzerine Allah onları helak etmek için yüce meleklerinden memurlar
gönderdi. Melekler önce İbrahimin (a.s) yanına gittiler ve Lut
kavmini helak edeceklerine dair ilahi emri ona bildirdiler. İbrahim
onlarla tartıştı, onlarla konuştu ve onlardan azabı
kaldırmaya çalıştı. İbrahim meleklere şöyle dedi:
Lut o topluluk arasında yaşamaktadır. Ama melekler ona Lutun
ve ailesinin konumunu daha iyi bildiklerini söylediler. Allahın emrinin
kesin olarak geldiğini ve o halkın yok olacağına dair kesin
azabın ineceğini haber verdiler. (Ankebut/32 ve Hud/76) Melekler daha
sonra yeni yetme çocuklar şeklinde Lutun yanına vardılar ve
misafir şeklinde evine gittiler. Bu olay Lutun ağrına gitti ve
onların işi karşısında bir şey yapamadı.
Çünkü kavminin çok geçmeden onlara saldıracağını ve onlardan
asla el çekmeyeceğini biliyordu. Çok geçmeden halk olayı işitti
ve hızla büyük bir sevinçle Lutun evine vardılar ve evine
saldırdılar. Lut (a.s) evinden dışarı çıktı.
Gücü yettiğince onlara nasihat etti. Onların erkeklik gururunu tahrik
etmeye çalıştı. Hatta kızlarını onlarla
evlendirmeye teşvik etti ve şöyle buyurdu: Ey kavmim! Bunlar benim
kızlarımdır, onlar sizler için daha temizdir. O halde Allahtan
korkun, beni misafirlerim önünde rezil etmeyin. Daha sonra yüksek sesle
yardım dileyerek şöyle buyurdu: Acaba sizler arasında
rüşde ermiş anlayışlı kimse yok mudur? Ama
halk onun kızlarına ihtiyaçlarının
olmadığını ve hiçbir şekilde misafirlerinden el
çekmeyeceklerini bildirdi. Sonunda Lut ümidini kaybetti ve şöyle buyurdu: Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa veya
sağlam bir yere sığınsam dedi.[880]
Bu esnada melekler şöyle dediler:
Ey Lut! Biz rabbinin melekleriyiz, sen üzülme! Bu kavmin asla sana dokunamaz.
Bunun üzerine o topluluğun gözlerinin nurunu aldılar ve topluluk
gözleri görmez bir şekilde etrafa dağıldılar. (Kamer/37)
Bunun üzerine melekler Luta (a.s) aynı gece, gecenin belli bir kesiminden
sonra ailesiyle birlikte hareket etmesini, kendisinin de onların
ardısıra gitmesini ve asla arkalarına bakmamalarını
emretti. Lut sadece karısını geride bıraktı. Zira ona
da halka ulaşan azap inecekti. Ona halkın sabah erkenden helak
olacağını haber verdiler. (Hud/81 ve Hicr/66) Güneş
doğunca korkunç bir ses Lut kavmini çepe çevre kuşattı. Allah
rabbinin nezdinde nişanesi bulunan topraktan taşları onlar için
yağdırdı, şehirleri başlarına
yıkıldı ve onları altüst etti. Şehirde olan bütün
müminler kurtuldu. Orada sadece Müslüman olan Lutun evi idi. Böylece o
topraklarda acıklı azaptan korkan kimseler için bir takım
nişaneler bıraktı. (Zariyat/37 ve diğer ayetler)
İman ve İslamın Lut (a.s)
ailesine özgü olduğu ve azabın Lut kavminin tümünü kapsadığının
delili ise evvela şudur: Bütün kavim kafir olmuştu. İkinci
olarak fuhuş sadece erkekleri arasında yaygın değildi. Zira
eğer böyle olsaydı, kadınlar fuhuştan münezzeh
olurlardı. Ayrıca Lut onları fıtrat, sünnet ve kadın
ve erkek bağını oluşturan yaratılış kanununa
davet ediyordu. Tabiatıyla kadınlardan bir grubu da Luta itaat
etmiş, etrafına toplanmış ve ona iman etmişlerdi. Oysa
bu konuda münezzeh olan Allahın kitabında hiçbir şey yer
almamıştır. Bu nükte önceki rivayetlerde yer alan konuyu da
teyit etmekte ve onlar arasında fuhuşun
yaygınlaştığını, erkeklerin erkeklerle livata
etmekle yetindiğini, kadınların da birbiriyle lezbiyen
ilişkilere girdiğini bildirmektedir.
Lut (a.s) Allahın mutefikat
halkına, yanı Sadom ve ona bağlı şehirlere
gönderdiği bir elçisiydi. Söylendiğine göre mutefikat şunlardan
ibarettir: Sadom, Amure, Suğer ve Sabuyim. Allah Hz. Lutu da değerli
Peygamberlerin niteliği hakkında buyurduğu tüm manevi makamlara
ortak kılmıştır. Ona özgü sıfatlar hakkında da
şöyle buyurmuştur: Luta da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler işleyen
kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü
bir milletti. Lutu rahmetimizin içine aldık; doğrusu o iyilerdendi.[881]
Tevrat Lutun, Ebramın
(İbrahimin) yiğeni Haran b. Tarihin oğlu olduğunu
söylemektedir. O İbrahim ile Urkeldaniyan şehrinde Tarihin evinde
yaşıyordu. Bir müddet sonra Tarih Kenanlılar
toprağına gitmek için Urkeldaniyandan hicret etti. Tarih Ebram ve
Lut ile birlikte Harran şehrinde yerleşti ve orada vefat etti. Daha
sonra Ebram, rabbin emriyle Lut ile birlikte bir çok mal ve Harranda elde
ettiği sayısız kölelerle birlikte o şehiri terk etti ve
Kenan diyarına geldi. O sürekli olarak güneye doğru göç ediyordu ve
böylece Mısıra geldi ve oradan da güneye Beyt-i İle doğru
yola koyuldu ve orada ikamet etti.
İbrahim ile birlikte olan Lutunda
kendisine ait koyunları, inekleri ve çadırları vardı. O
bölge bu iki kişinin oturmasına müsait değildi. Sürü
çobanları arasında anlaşmazlık çıktı.
İbrahim ve Lut da çatışmayı önlemek için birbirinden
ayrıldılar. Lut Ürdün vadisini tercih etti ve bu vadinin
şehirlerine yerleşti. Çadırlarını Sadoma intikal
ettirdi. Sadom ehli kötü, rableri karşısında çok hatakar ve
günahkar bir topluluktu. Pedram ise çadırlarını naklettirdi ve
Cehrumdaki Beluçistan-i Mumarekede ikamet etti.
Daha sonra bir taraftan Sadom, Gamora,
İdme, Sebuyim ve Sevger hükümdarları arasında ve bir yandan da
dört komşu hükümdarları arasında çatışma oldu. Bu
savaşta Sadom ve kendisiyle ittifak halinde olan padişahlar yenildi.
Düşman Sadom ve Gamora kavminin tüm mallarına ve yiyeceklerine el
koydu. Lut da diğerleriyle esir düştü. Tüm varlığı
yağmalandı. Ebram (İbrahim) bundan haberdar oldu. Üç yüzden
fazla köleleriyle kıyam ederek onlarla savaştı, onları
yendi. Lut ve tüm malını esaret ve yağmadan kurtardı. Onu
ikamet ettiği mekana geri gönderdi. (Tevratta Lut Kavminin
Başlangıcının Özeti)
Tevrat[882]
şöyle diyor: Ve Memre meşeliğinde rab ona (İbrahime)
göründü ve o günün sıcağında çadırın
kapısında oturuyordu ve gözlerini kaldırıp baktı ve
işte karşısında üç adam duruyordu ve onları görünce
çadırın kapısından onları karşılamaya
koştu ve yere kadar eğildi ve dedi: Ey efendim! Eğer şimdi
gözünde lütuf buldumsa kulunun yanında kalmadan geçme. Şimdi biraz su
getirilsin ve ayaklarınızı yıkayın ve ağaç
altında dinlenin. Bir parça ekmek getireyim ve ondan sonra geçersiniz.
Madem ki kulunuza geldiniz. Ve dediler: Söylediğin gibi olsun. Öyle yap.
Ve İbrahim çadıra, Saranın yanına seğirtip dedi:
Çabuk üç ölçek has un hazırla, yoğur ve pide yap ve İbrahim
sığırlara koştu ve körpe ve iyi bir buzağı
alıp uşağına verdi ve onu hazırlamakta acele etti ve
ayran ile süt ve hazırladığı buzağıyı
alıp önlerine koydu ve kendisi yanlarında ağaç altında
durdu. Onlar da yediler ve ona dediler: karın Sara nerede? Ve dedi:
İşte çadırda ve o dedi: Gelecek sene bu mevsimde mutlaka
senin yanına döneceğim ve işte karın Saranın bir
oğlu olacaktır. Sara onun arkasında olan çadırın
kapısında dinliyordu. İbrahim ve Sara kocamış ve
yaşlanmışlardı. Sara adetten kesilmişti ve Sara,
İhtiyar olduktan sonra bana sevinç olur mu? Efendim de
kocamıştır diyerek içinden güldü ve Rab İbrahime dedi:
Sara gerçekten doğuracak mıyım ve ben kocadım diyerek
niçin güldü? Rab için imkansız bir şey var mıdır? Belirlenen
vakitte gelecek sene bu mevsimde yanına döneceğim ve Saranın
bir oğlu olacaktır ve Sara: Gülmedim diyerek inkar etti. Çünkü korktu.
Ve o: Hayır, fakat güldün dedi.
Ve adamlar oradan kalktılar ve Sadoma
doğru baktılar ve İbrahim onları geçirmek için beraber
gidiyordu ve Rab dedi: Ben yapmakta olduğum şeyi İbrahimden
gizleyecek miyim? Çünkü İbrahim gerçekten büyük ve kuvvetli bir millet
olacak ve yeryüzünün bütün milletleri onda mübarek kılınacaklardır.
Kendisinden sonra oğullarına ve ev halkına salah ve adalet
yapmak için rabbin yolunu tutmalarını emretsin diye onu
tanıdım. Ta ki rab onun hakkında söylemiş olduğu
şeyi İbrahimin üzerine getirdi. Ve Rab dedi: Sadom ve Gamoranın
feryadı büyük ve onların günahı çok ağır oldu. Şimdi ineceğim ve bana gelen
feryadına göre tamamen yaptılar mı göreceğim ve
yapmadılarsa bileceğim.
Ve adamlar oradan dönüp Sadoma
doğru gittiler. Fakat İbrahim hala rabbin önünde duruyordu ve
İbrahim yaklaşıp dedi: İyiyi kötü ile beraber yok edecek
misin? Belki şehrin içinde elli iyi vardır. İçinde olan elli iyi
için bağışlamayıp
yeri yok edecek misin? Böyle yapmak senden ırak olsun. İyi de
kötü gibi olsun diye iyiyi kötü ile beraber öldürmek senden ırak olsun.
Bütün dünyanın hakimi adalet yapmaz mı? Ve rab dedi: Eğer Sadomda
şehrin içinde elli iyi bulursam, bütün yeri onların hatırı
için bağışlayacağım ve İbrahim cevap verip dedi:
Ben toz ve külüm ve işte şimdi Rabbe söylemeyi üzerime aldım.
Belki elli iyiden beşi eksiktir, beş kişi için bütün şehri
harap edecek misin? Rab dedi: Eğer orada kırk beş kişi
bulursam harap etmeyeceğim. Bir kere daha ona söyleyip dedi: Belki orada
kırk kişi bulunur ve dedi: Kırk kişinin hatırı
için yapmayacağım. Ve dedi: Şimdi rab darılmasın ve
söyleyeceğim: Belki orada otuz kişi bulunur. Ve dedi: Eğer
orada otuz kişi bulursam yapmayacağım. Ve dedi: İşte
şimdi rabbe söylemeyi üzerime aldım. Belki orada yirmi kişi
bulunur. Ve dedi: Yirmi kişinin hatırı için harap
etmeyeceğim. Ve dedi: Şimdi rab darılmasın ve ancak bir
kere daha söyleceğim. Orada on kişi bulunur. Ve dedi: On
kişinin hatırı için harap etmeyeceğim. Ve Rab İbrahim
ile konuşmayı bitirince gitti. İbrahim de yerine döndü.
O iki melek[883] de
akşamleyin Sadoma vardılar ve Lut Sadomun kapısında
oturuyordu ve Lut görüp onları karşılamak için kalktı ve
yere kapandı ve dedi: İşte efendilerim. Şimdi kulunuzun
evine inin ve geceyi geçirin ve ayaklarınızı yıkayın
ve erken kalkıp yolunuza gidersiniz. Ve dediler: Hayır fakat biz
geceyi meydanda geçireceğiz. Ve onları çok zorladı ve onun
yanına indiler ve evine girdiler ve onlara ziyafet yaptı ve
mayasız ekmek pişirdi ve yediler. Fakat onlar yatmadan önce
şehrin adamları, Sadom adamları, her mahalleden gençten ihtiyara
kadar bütün halk, evi sardılar ve Lutu çağırıp ona
dediler: Bu gece senin yanına giren o adamlar nerede? Onları bize
çıkar ve onları bilelim ve Lut onlara kapıya çıktı ve
arkasından kapıyı kapadı ve dedi: Ey kardeşlerim!
Rica ederim, kötülük etmeyin. İşte benim ere varmamış iki
kızım var. Rica ederim onları size çıkarayım ve onlara
gözünüzde iyi olana göre yapın, ancak bu adamlara bir şey
yapmayın. Madem ki damımın gölgesine geldiler. Daha sonra
şöyle dediler: Geri çekil ve dediler: Bu adam garip olarak geldi ve
kendisin. hakim sayıyor. Şimdi onlardan ziyade kötülük ederiz. Ve
adamı, Lutu çok zorladılar ve kapıyı kırmak için
yaklaştılar, fakat adamlar ellerini uzatıp Lutu yanlarına,
evin içine getirdiler ve kapıyı kapattılar ve evin
kapısında olan adamları küçükten büyüğe kadar körlükle
vurdular. Şöyle ki kapıyı bulmak için yoruldular ve adamlar
Luta dediler: Senin burada daha kimin var? Damadlarını ve
oğullarını ve kızlarını ve şehirde sana ait
olanların hepsini bu yerden çıkar. Çünkü biz bu yeri harap
edeceğiz. Çünkü rabbin önünde onların feryadı büyümüştür ve
rab onu harap etmek için bizi gönderdi ve Lut çıktı ve
kızlarını alacak olan damadlarına söyleyip dedi:
Kalkın bu yerden kaçın. Çünkü Rab şehri harap edecektir. Fakat
damatlarının gözünde şaka eder gibi göründü. Ve seher vakti
olunca melekler, kalk, karını ve buradaki iki kızını
al, yoksa şehrin fesadı içinde yok olursun diyerek Lutu acele
ettirdiler. Fakat yavaş davrandı ve Rab onlara merhametli olarak
adamlar onun elinden ve karısının elinden ve iki
kızlarının elinden tuttular ve onu çıkarıp şehrin
dışarısına koydular.
Onları dışarı
çıkarmış oldukları zaman dedi: Canın için kaç, arkana
bakma ve bütün havzada durma. Dağa kaç, yoksa telef olursun ve Lut onlara
dedi: Aman efendim! İşte şimdi kulun senin gözün önünde inayet
buldu ve canını yaşatmakla bana yaptığın lütfunu
büyük ettin. Fakat daha kaçamam, yoksa kötülük bana yetişir ve ölürüm. İşte
şimdi bu şehir oraya kaçmak için yakındır ve o küçüktür.
Şimdi oraya kaçayım (o küçük değil mi?) Ve canım yaşar
ve ona dedi ki: İşte hakkında söylediğin şehri altüst
etmemek üzere bu şey içinde ricanı kabul ettim. Çabuk ol, oraya kaç.
Çünkü sen oraya yetişinceye kadar bir şey yapamam. Bunun için bu
şehrin adı Tsoar[884]
çağrıldı. Ve Lut Tsoara geldiği zaman güneş yer
üzerine doğmuştu ve Rab Sadom üzerine ve Gamora üzerine Rab
tarafından göklerden kükürt ve ateş yağdırdı ve o
şehirleri ve bütün havzayı ve şehirlerde oturanların
hepsini ve toprağın nebatını altüst etti. Fakat karısı
arkasından geriye baktı ve bir tuz direği oldu ve İbrahim
sabahleyin erken kalkıp rabbin önünde durduğu yere gitti ve Sadom ve
Gamoraya doğru ve bütün havza memleketine doğru baktı ve gördü
ve işte yerin dumanı ocak dumanı gibi çıkıyordu.
Ve vaki oldu ki Allah havzanın
şehirlerini harap ettiği zaman, Allah İbrahimi
hatırladı ve bütün onlarda oturduğu şehirleri altüst
ettiği zaman, Lutu bu altüst olma içinden kurtardı.
Ve Lut Tsoardan çıkıp
dağda oturdu ve iki kızı onunla beraberdi. Çünkü Tsoarda
oturmaktan korktu ve o iki kızı bir mağarada oturdular ve büyük
kızı küçüğüne dedi: Babamız kocamıştır ve
bütün dünyanın adetine göre yanımıza girmek için memlekette
erkek yoktur. Gel babamıza şarap içirelim ve babamızdan zürriyeti
yaşatmak için onunla yatarız. Ve o gecede babalarına şarap
içirdiler ve büyük kız babasıyla yattı ve onun
yatmasını ve kalkmasını bilmedi ve vaki oldu ki ertesi gün
büyük kız küçüğüne dedi: İşte dün gece babamla yattım.
Bu gece de ona şarap içirelim ve babamızdan zürriyet yaşatmak
için gir onunla yat. Ve o gece de dahi babalarına şarap içirdiler ve
küçük kız kalkıp onunla yattı ve onun yatmasını ve
kalkmasını bilmedi. Lutun iki kızı böylece
babalarından gebe kaldılar ve büyük kız bir oğul
doğurdu ve onun adını Moab çağırdı. O bu güne
kadar Moablıların atasıdır ve küçük kız, o da bir
oğul doğurdu ve onun adını Ben Ammi çağırdı.
O bu güne kadar Ammonoğullarının atasıdır.
Lut ve kavminin Tevratta olan
kıssası işte budur. Çok uzun olmasına rağmen sizlere bunu
naklettik ki hem kıssa açısından, hem de diğer bir çok
açıdan Kuran ile çelişen yerleri aydınlığa
kavuşsun. Tevratın kıssasında müjde ve azap için
gönderilen meleklerin iki melek olduğu zikredilmiştir. Ama
Kuran-ı Kerim Rusul (elçiler) kelimesini çoğul olarak
kullanmaktadır. Çoğulun en az sayısı ise üç kişidir.
Tevrat şöyle diyor: İbrahimin
misafirleri onun yaptığı ve karşılarına konan
yemekten yediler, ama Kuran bu konuyu reddetmekte ve şöyle
buyurmaktadır: İbrahim, ellerinin yemeğe uzanmadığını
görünce korktu.
Tevrat kıssasında Lut için iki
kız olarak tanıtılmaktadır. Ama Kuran çoğul
lafzını kullanarak, benat diye tabir etmiştir. Tevrat
kıssasında Lutun melekler vesilesiyle dışarı
çıkması kavmine azap inmesi, Lutun eşinin tuzdan bir sütun
haline dönüştürülmesi ve diğer hususlar da zikredilmiştir.
Tevratın kıssasında açık bir şekilde münezzeh olan
Allaha, tecessüm isnat edilmektedir ve son olarak da Lutun kıssası kızlarıyla
onların hikayesini nakletmektedir. Oysa Kuran münezzeh ve yüce olan hakkın
dergahını tecessümden münezzeh olarak kabul etmekte ve Peygamberleri mukaddes
makamlarına layık olmayan işlerden temiz saymaktadır.[885]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
8-Zul-karneyn (a.s)
F
Bihar, 12/172, 8. Bölüm; Kasas-u Zil-karneyn
Kuran:
Sana Zülkarneyni sorarlar. Onu size
anlatacağım de. Doğrusu biz onu yeryüzüne
yerleştirmiş ve her şeyin yolunu ona öğretmiştik.[886]
19608. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Tüm dünyaya hükmeden dört kişi
olmuştur. Onların ikisi mümin, ikisi ise kafir idi. Mümin olanlardan
birisi, Süleyman b. Davud, diğeri ise Zulkarneyn idi. Kafir olanlardan
biri Nemrut, diğeri ise Buhtun-Nessar idi. Zulkarneynin adı ise,
Abdullah b. Zehhak b. Mad idi.[887]
19609. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Zulkarneyn aziz ve celil olan Allahın
kullarına hüccet kıldığı salih bir kul idi. O kavmini
Allaha davet etti, onları takvaya çağırdı. Ama insanlar
onun başına vurdular. Zulkarneyn uzun bir müddet aralarında
görülmez oldu. Öyle ki onun bir vadide öldüğünü veya helak olduğunu
söylediler. Ama o daha sonra aşikar oldu, halkına geri döndü. Bu defa
insanlar, başının diğer ön tarafına darbe vurdular.
Sizin aranızda da onun gibi macerası olan bir kimse vardır. Aziz
ve celil olan Allah, Zulkarneyne dünyada güç verdi. Her şeyden onun için
bir vesile karar kıldı, o doğuya ve batıya
ulaştı. Allah Tebareke ve Teala onun metodunu evlatlarımdan Kaim
hakkında cari kılacak, onu alemin doğu ve batısına
ulaştıracaktır. Öyle ki Zülkarneynin ayak bastığı
her yere dağ olsun ova olsun Kaim de ayak basacaktır. Aziz ve celil
olan Allah yeryüzünün maden ve hazinelerini onun için aşikar kılacak,
korku vesilesiyle onu galip getirecektir. Onun vesilesiyle yeryüzünü zulümle
dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.[888]
19610. İmam Ali (a.s), kendisine Zulkarneynin
Peygamber mi yoksa melek mi olduğu sorulunca şöyle buyurmuştur: Hayır,
o ne Peygamber idi ve ne de melek. O Allahı seven, Allahın da
kendisini sevdiği bir kuldu. O Allah için hayır diledi, Allah da onun
hayrını diledi. Böylece onu kavmine gönderdi. Ama halk onun
başının sağ tarafına vurdu. Böylece Zulkarneyn,
Allahın dilediği uzun bir müddet halktan gizlendi. Sonra yeniden onu
gönderdi ve bu defa halk onun başının sol tarafına vurdu. O
Allahın dilediği uzun bir müddet insanların arasından görülmez
oldu. Üçüncü defa Allah onu gönderdi ve yeryüzünde ona kudret verdi. Onun
örneği sizin aranızda da vardır. (Maksat kendisidir.)[889]
19611. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Zulkarneyn ne Nebi idi, ne de Resul. O
Allahı seven, Allahın da onu sevdiği bir kuldu. Allah için
hayır diledi. Allah da onun hayrını diledi. O insanları
Allaha davet etti, ama halk onun başının bir tarafına
darbe indirdi ve onu öldürdüler. Daha sonra Allah onu diriltti. Bu defa
insanlar başının diğer tarafına darbe indirdi ve onu
öldürdüler.[890]
19612. İmam Ali (a.s), Zulkarneynin iki
boynuzunun ne olduğu sorulunca şöyle buyurmuştur: Sen
onun altın ve gümüşten bir boynuzu olduğunu veya Peygamber
olarak gönderildiğini mi sanıyorsun? Hayır, o Allahın
kendisini bir grup insana gönderdiği Salih bir kul idi. O insanları
Allaha ve iyiliğe çağırdı. Ama insanlardan biri
kalkıp başının sol tarafına bir darbe indirdi ve Zulkarneyn
öldü. Daha sonra Allah onu diriltti ve yeniden halkın bir grubuna
gönderdi. Bu defa yine onun başının sağ tarafına darbe
vurdular ve Zulkarneyn bu darbe sebebiyle öldü. Bu sebeple ona Zulkarneyn
demişlerdir.[891]
19613. İmam Ali (a.s), Zulkarneynin
Peygamber mi yoksa melek mi olduğu, boynuzunun altından mı yoksa
gümüşten mi olduğu sorulunca şöyle buyurmuştur: Zulkarneyn
ne Peygamber idi ne de melek. Boynuzları da ne altından idi ne de
gümüşten. Aksine o Allahı seven ve Allahın da kendisini
sevdiği salih bir kul idi. Allah için hayır diledi, Allah da onun
hayrını diledi. Kavmini aziz ve celil olan Allaha davet ettiği
için Zulkarneyn olarak adlandırılmıştır. Ama insanlar,
onun başının ön tarafına vurdular. Böylece uzun bir müddet
görünmez oldu. Daha sonra yeniden onlara döndü. Bu defa insanlar
başının diğer tarafına vurdular. Onun sizler
arasında da bir örneği vardır.[892]
19614. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Zulkarneyn Peygamber değildi,
aksine Allahı seven ve Allahın da kendisini sevdiği salih bir
kul idi. Allah için hayır diledi, Allah da onun hayrını diledi.
O kavmini Allahtan korkmaya çağırdı. Ama onlar
başının ön tarafına vurdular ve Zulkarneyn böylece bir
müddet aralarında görünmez oldu. Daha sonra aralarına geri döndü ve
bu defa halk başının diğer tarafına vurdular. Sizler
arasında da onun kaderine benzer bir kadere sahip olan biri vardır.[893]
19615. İmam Bakır ve İmam
Sadık (a.s), Zulkarneynin makamı hakkında ve geçmişten
kendilerine benzeyen bir kimse sorulunca şöyle buyurmuştur: Musanın
yoldaşı (Hızır) ve Zulkarneyn. Onlar da alim idiler ve
Peygamber değillerdi.[894]
Birkaç bölümde Kuran-i ve tarihi bilgiler halinde bahsedilmiştir
Kuran-ı Kerim öncekilerin
hikayesini nakletmede takip ettiği metot esasınca Zulkarneynin de
adını, tarihini ve doğduğu zamanı, nisbetini ve
özelliklerini zikretmemiştir. Aksine sadece onun üç yolculuğuyla
yetinmiştir. Onun yaptığı ilk yolculuk batıya
doğru olup güneşin battığı yere kadar
ulaşmıştır. O güneşin, çamurdan bir çeşmeye
daldığını görmüş ve orada bir topluluğa
rastlamıştır. İkinci yolculuğu ise doğuya olup
güneşin doğduğu yere ulaşmıştır. Orada
güneşin bir kavme doğduğunu, Allahın onlarla güneş
arasında bir perde ve örtü karar kılmadığını
görmüştür. Üçüncü yolculuğu ise iki engelin (dağın)
arasına olmuştur. Orada da yaklaşık hiçbir sözü anlamayan
bir topluluk görmüştür. Onlar Yecuc ve Mecucun yeryüzündeki
fesadını ve kötülüklerini Zulkarneyne şikayet etmişler ve
kendileriyle lecuc ve mecuc arasında bir sed yapmaları için
kendisinden yardım istemişlerdir. Zulkarneyn de onların sed
hakkındaki görüşünü kabul etmiş, kendileri için
düşündüklerinden daha önemli bir sed kuracağına dair söz
vermiştir. Ama onun giderlerini üstlenmekten sakınmış, sadece
insani güç ve yapı malzeme teminiyle onlara yardımda
bulunacağını belirtmiştir. Bu hikayede erkeklerin
varlığına, demir parçalarına, demirci ocaklarına,
erimiş bakır veya demire işaret edilmiştir.
Bu hikayeden istifade edilen en önemli
nükte kahramanının henüz Kuran nazil olmadan, hatta kendi
zamanında Zulkarneyn olarak tanınmış olmasıdır.
Bu nükte hikayenin akışından, yani, Yes eluneke an zilkerneyn
(sana Zulkarneyni soruyorlar) ifadesinden, kulna ya Zelkerneyn (dedik ki Ey Zulkarneyn
ve ve kalu ey Zelkerneyn (ve dediler ki ey Zulkarneyn) tabirlerinden
anlaşılmaktadır. İkinci nükte ise onun Allaha ve ahiret
gününe iman etmiş olması ve hak dinine tabi olmasıdır. Bu
konunun delili de şu ayettir: Zülkarneyn: İşte bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu yerle bir
eder; Rabbimin verdiği söz
gerçektir dedi. Hakeza şu
ayettir: Haksızlık
yapana azâb edeceğiz, sonra Rabbine döndürülür, onu görülmemiş bir
azaba uğratır; ama iman edip salih amel işleyene, mükâfat olarak
güzel
Ayrıca Ey
Zülkarneyn!
Onlara azâb da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin dedik
ayeti de onun dini yüceliğini arttırmaktadır. Zira onun vahiy,
ilhamla veya kendisinden önceki ilahi
Peygamberlerden bir Peygamber ile birlikte bulunduğunu, vahiy tebliği
ile kendisine yardımcı olduğunu ve bu vesileyle teyit
edildiğini göstermektedir.
Üçüncü önemli nükte ise onun kendisine
Allahın dünya ve ahiret hayrını verdiği bir kimse
oluşudur. Dünya hayrı kendisiyle güneşin doğduğu ve
battığı yere ulaşan dev bir saltanattır. Hiçbir
şey ona engel olamıyor, bütün imkanlar ona boyun eğiyordu.
Ahiret hayrı ise onun adaleti idi. Adaleti, hakkı ikame etmesi,
bağışı, affediciliği, idareciliği, nefis izzeti,
hayır ve iyiliği yayması, kötülükten sakındırmasıdır.
Bütün bu nükteler de Doğrusu biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve her
şeyin yolunu ona öğretmiştik
ayetinden istifade edilmektedir. Ayrıca hikayenin akışından
da onun ruhi ve cismi bir güce sahip olduğu
anlaşılmaktadır.
Dördüncü nükte ise onun batıda bir
grup zalimle karşılaştığı ve onları
cezalandırdığıdır.
Beşinci nükte ise, güneşin
doğduğu ve battığı yere yapmış olduğu
seddir. Zira güneşin doğduğu yere ulaşınca, bir
vesileyi takip etti ve iki dağın arasına vardı. Zulkarneynin
yapmış olduğu seddin özelliklerinden ayrıca da doğu ve
batının dışında bir yerden oluşundan da
anlaşıldığı üzere iki dağ arasında bir duvar
şeklinde vaki olduğu ve iki dağın arasında yer almasıdır.
Hakeza bu seddin yapılışında demir parçaları,
erimiş bakır veya demir kullanılmıştır.
Ayrıca bu yerin iki bayındır yerleri birbirine bağlayan bir
geçit olmasıdır.
Eski tarihçiler, kendi tarih ve
rivayetlerinde, kendi dönemlerinde Zulkarneyn veya bu anlamı ifade eden,
Arapça dışında bir isim zikretmemiş, hakeza Yecuc ve Mecuc
adlı kavimlerden ve Zulkarneyne mensup olan sedden söz etmemiştir ve
elbette Yemenin Himyer hükümdarlarından birine kendi atalarıyla
övündüğü bir takım şiirler isnat edilmektedir. O
atalarından biri olarak da Zulkarneyni ve onun da kendi atalarından
biri olduğunu anmaktadır. Bu şiirlerinde Zulkarneynin doğu
ve batıya yolculuğu ile Yecuc ve Mecucun seddini anmaktadır.
İlerideki bölümlerde bu şiirlerden bazı bölümler
zikredeceğiz.
Yecuc ve Mecuc ve Cuc ve Mecuc
adları Ahd-i Atik kitaplarında da yer almıştır.
Örneğin, Tevratın tekvin Seferinin onuncu babında[895]
şöyle yer almıştır: Nuhun oğulları Sam ve Ham
ve Yafestir. Ve tufandan sonra onların oğulları Yafesin
oğulları: Gamor, Mecac, Madey, Bavan, Tubal, Meşek ve Tirastır.
Otuz Sekizinci Sefer olan Hazkilin[896]
kitabında şöyle yer almıştır: Ve Rabbin bana şu
sözü geldi: Ademoğlu, Magog diyarında olan, Roşun, Meşekin
ve Tubalun beyi Goga yönel ve ona karşı peygamberlik et ve de: Rab
Yehova şöyle diyor: Roşun Meşekin ve Tubalın beyi Gog
işte ben sana karşıyım; ve seni geri çevireceğim ve
çenelerine çengeller takacağım, seni ve bütün ordunu, atları ve
atlıları, hepsi ağır esvap giyinmiş büyük
kalkanlı ve küçük kalkanlı, hepsi kılıç kullanan büyük bir
cümhuru onlarla beraber hepsi kalkanlı ve miğferli Farsı,
Kuşu ve Putu; Gomeri ve bütün ordularını şimalın
sonlarından togarma evini ve bütün ordularını seninle beraber
çok kavimleri çıkaracağım.
Bundan dolayı ey Ademoğlu!
Peygamberlik et ve Goga de: Rab Yehova şöyle diyor: Kavmim İsrail
emniyette oturunca, sen o gün öğrenmiyecek misin ve sen seninle beraber
bir çok kavimler hepsi atlara binmiş büyük bir cumhur ve kuvetli bir ordu
olarak şimalin sonlarından kendi yerinden geleceksin
39. Babda ise şöyle söze devam
etmektedir: Ve sen ey Ademoğlu! Goga karşı peygamberlik et ve
de : Rab Yehova şöyle diyor: Roşun, Meşekin ve Tubalın beyi
Gog işte, ben sana karşıyım ve seni geri çevireceğim
ve seni ileri götüreceğim ve şimalin sonlarından seni çıkaracağım
ve seni İsrail dağları üzerine getireceğim ve sol elinden
yayını ve sağ elinden oklarını vurup
düşüreceğim sen bütün ordularınla ve yanında olan
kavimlerle İsrail dağları üzerinde düşeceksin; yesinler
diye her çeşit yırtıcı kuşa ve karın
canavarlarına seni vereceğim. Açık kırda düşeceksin
çünkü ben söyledim, Rab Yehovanın sözü. Ve Magog üzerine ve adalarda
emniyette oturanlar üzerine ateş göndereceğim ve bilecekler ki, ben
Rabbim.
Yuhannanın Mukaşefe
kitabının yirminci bölümünde de şöyle yer
almıştır: Gökten inmekte olan bir melek gördüm; elinde
cehennemin anahtarı ve büyük bir zincir vardı. Ve İblis ve
şeytan olan ejderi, eski yılanı, tuttu; ve onu bin yıl
müddetle bağladı. Ve bin yıl tamam oluncaya kadar artık
milletleri saptırmasın diye, kendisini cehenneme atıp onu
kapadı, ve onun üzerine mühürledi; bundan sonra kısa bir müddet
çözülmesi gerektir.
Ve bin yıl tamam olunca, Şeytan zindanından
çözülecektir ve yerin dört köşesinde olan milletleri, Yecuc ve Mecucu
saptırmak ve onları savaş için bir araya toplamak üzere
çıkacaktır. Onların sayısı denizin kumu gibidir. Ve
yerin genişliği üzerine çıktılar ve mukaddeslerin ordusunu
ve sevgili şehri kuşattılar ve gökten ateş inip onları
yendi. Ve onları saptıran İblis canavarla yalancı
peygamberin içinde bulundukları ateş kükürt gölüne atıldı ve
abetler ebedince gündüz ve gece kendilerine azap edilecektir.
Naklettiğimiz bu ifadelerden de
anlaşıldığı üzere Yecuc veya Cuc ve Mecuc Kuzey
Asyanın sonlarında yaşayan büyük kavimlerden bir kavim olup, o
bölgenin bayındır bir bölgesinde yaşıyorlar imiş. Bu
kavim savaşçı bir kavim olup, savaş ve
yağmacılıkla ün salmıştır. Buradan da kolayca
tahmin edildiği üzere Zulkarneyn, büyük ve güçlü bir topluluğun
padişahı olup, kötü bir topluluğa karşı bir sed bina etmiştir.
Onun bina ettiği sed, Asya kıtasının güney ve kuzey
bölgesinin arasında, Çin seddi, Babul Ebvab seddi, Daryal seddi ve
benzeri sedlerden biri gibi idi.
Bu gün kavim ve topluluklar tarihinde de
kabul edildiği üzere, Asyanın kuzey doğu bölgesi ve Çinin
kuzeyinin yüksek tepeleri, bedevi ve vahşi bir topluluğun vatanı
idi. Oranın nüfusu ve şehirleri sürekli artmakta idi. Bu yüzden
sürekli olarak etrafındaki Çin gibi millet ve kavimlere
saldırıyor, tepe ve yüksekliklerinden ayrılarak, orta ve
yakın Asya şehirlerine saldırıya geçiyor, Avrupaya kadar
ulaşıyorlardı. Onlardan bir grubu saldırdıkları
yerlerde sakin olmuşlardır. Kuzey Avrupanın büyük bir
çoğunluğu o saldırganlardandır. Orada bir medeniyet meydana
getirmiş, ekin ve sanat ile meşgul olmuşlardır. Onlardan
bir grubu da geri dönmüş, saldırılarına devam
etmiştir.[897]
Bu konu bizim dediğimiz seddin (Zülkarneyn
seddinin) kuzey ve güneyi birbirinden ayıran kuzey Asyaya yer alan bir
sedlerden birinin olduğunu desteklemektedir.[898]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
9-Yakub ve Yusuf (a.s)
F
Bihar, 12/216, 9. Bölüm; Kıses-u Yakub ve
Yusuf
F
Kenz'ul-Ummal, 11/514, 12/478; Yusuf
Kuran:
İbrahim
bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da: Oğullarım! Allah
dini size seçti, siz de ancak Ona Müslüman (teslim olmuş) olarak can
verin dedi. Yoksa Yakup can verirken sizler yanında mı idiniz? Hani
O, oğullarına: Benden sonra kime ibadet edeceksiniz? diye
sormuştu; Onlar da: Senin ilahına ve ataların İbrahim,
İsmail, İshakın ilahı olan tek ilaha ibadet edeceğiz,
bizler Ona teslim olmuşuzdur demişlerdi.[899]
Bak.
Yusuf, 3-102, Meryem- 49
19616. Yakub, Yusufu (a.s) görmeye gittiğinde
Yusuf (a.s) süvarileriyle onu karşılamak için dışarı
çıktı. Yol esnasında kendi odasında ibadetle meşgul
olan Mısır Azizinin eşinin yanından geçti. Azizin
eşi Yusufu görünce tanıdı ve hüzünlü bri sesle ona şöyle
seslendi: Ey süvari! Beni uzun bir hüzne boğdun. Takva ve sakınmak
ne de güzeldir. Takva nasıl da insanı özgür kılmaktadır! Ve
günah ne de çirkindir! Günah nasıl da özgür insanları köle
kılmaktadır.[900]
19617. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Güzelliğin yarısı
Yusufa verilmiştir.[901]
19618. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Yüce oğlu yüce oğlu yüce
oğlu yüce, Yusuf b. Yakub b. İshak b. İbrahimdir.[902]
19619. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah kardeşim Yusufa rahmet
etsin. Eğer zindanda kaldığım uzun müddetten sonra elçi
yanıma gelseydi, ben de hemen ona Yusufun verdiği cevabın
aynısını verirdim ve şöyle derdim: Sahibinin yanına
geri dön ve ondan o kadınların halinin nasıl olduğunu sor.[903]
Yusuf (a.s) ihlas, doğruluk ve
iyilik sahibi bir kimseydi. Allah ona hikmet ve ilim vermiş, ona rüya
tabiri ilmini öğretmişti. Allah onu seçmiş, nimetlerini ona
tamamlamış, onu salihlerden biri kılmıştı. (Yusuf
suresi) Onu da Nuh ve İbrahimin ailesinden olan Peygamberler gibi
övmüş, onlar arasında kendisinden de bahsetmişdir. (Enam
suresi)
Tevrat şöyle diyor: Ve Yakubun on
iki oğlu vardı: Leanın oğulları: Yakubun ilki olan
Ruben, Şimeon, Levi, Yahuda, İssakar ve Zebulun; Rahelin
oğulları: Yusuf ve Benyamin; ve Rahelin cariyesi Bilhanın
oğulları: Dan ve Naftali ve Leanın cariyesi Zilbanın
oğulları: Gad ve Aşerdir Paddan paramda doğmuş olan
Yakubun oğulları bunlardır.[904]
Hakeza Tevrat şöyle diyor: Yusuf
on yedi yaşında olarak kardeşleri ile beraber sürüyü gütmekte
idi. Ve o genç olup babasının karıları Bilhanın ve
Zilpanın oğulları ile beraberdi. Ve Yusuf onların fena
sözlerini babalarına getirdi. Ve İsrail Yusufu bütün
oğullarından çok severdi. Çünkü o ihtiyarlığının
oğlu idi ve ona alaca entari yaptı. Ve babalarının bütün kardeşlerinden
çok onu sevdiğini kardeşleri gördüler ve ondan nefret ettiler ve ona
tatlı söz söyleyemezlerdi.
Ve Yusuf rüya görüp kardeşlerine
bildirdi ve ondan daha ziyade nefret ettiler. Ve onlara dedi: Rica ederim
gördüğüm bu rüyayı dinleyin; işte tarlanın ortasında
biz demetler bağlıyorduk ve işte benim demetim kalktı ve
dikildi. Ve işte, sizin demetleriniz etrafını kuşatıp
benim demetime eğildiler. Ve kardeşleri ona dediler: Şayet
üzerimize kıral mı olacaksın? Yahut şayet üzerimize hüküm
mü süreceksin? Ve rüyalarından ve sözlerinden dolayı ondan daha çok
nefret ettiler. Ve yine başka rüya gördü ve onu kardeşlerine
anlatıp dedi: İşte bir rüya daha gördüm ve işte güneş
ve ay ve on bir yıldız bana eğildiler. Babasına ve kardeşlerine
anlattı ve babası onu azarlayıp kendisine dedi: Bu
gördüğün rüya nedir? Ben, anan ve kardeşlerin yere kadar sana
eğilmek için mi geleceğiz? Ve kardeşleri onu kıskandılar
fakat babası bu sözü yüreğinde tuttu.
Ve kardeşleri babalarının
sürüsünü Şekimde gütmek için gittiler. Ve İsrail Yusufa dedi: Kardeşlerin
sürüyü Şekimde gütmüyorlar mı? Gel de seni onların yanına
göndereyim Ona dedi: İşte ben. Ve ona dedi: Git, bak, kardeşlerin
iyi mi ve sürü iyi mi? Ve bana haber getir. Ve onu Hebron vadisinden gönderdi.
Ve Şekime vardı. Ve bir adam onu buldu ve işte kırda avare
dolaşıyordu ve adam, Ne arıyorsun? diye sordu. Ve dedi: Ben kardeşlerimi
arıyorum; rica ederim onlar sürüyü nerede güdüyorlar? Bana bildir. Ve
adam dedi: Buradan göç ettiler; çünkü onların: Dotana gidelim
dediklerini işittim. Ve Yusuf kardeşlerinin ardına düştü
ve onları Dotanda buldu.
Ve onu uzakta gördüler ve kendilerine
yaklaşmadan önce onu öldürmek için düzen kurdular ve birbirlerine dediler:
İşte bu rüyalar sahibi geliyor ve şimdi gelin ve onu öldürelim
ve onu kuyulardan birisinin içine atalım. Ve kötü bir canavar onu yedi
deriz. Ve onun rüyaları ne olacak görürürz. Ve Ruben işitip
onların elinden onu kurtardı ve dedi: Canına
kıymayalım ve onu babasına geri götürmek üzere onların
elinden kurtarsın diye Ruben onlara dedi: Kan dökmeyin; onu çölde olan bu
kuyuya atın; fakat ona el uzatmayın. Ve Yusuf kardeşlerinin
yanına geldiği zaman vaki oldu ki Yusufun üzerinde olan alaca
entariyi çekip yırttılar; ve kendisini alıp kuyuya attılar
ve kuyu boştu onda su yoktu.
Ve yemek yemek için oturdular ve
gözlerini kaldırıp gördüler ve işte Ciladdan İsmaililerin
bir kervanı geliyordu ve onların develeri baharat, pelesenk ve mür
yüklüydü ve Mısıra indirmek için gidiyorlardı. Ve Yahuda kardeşlerine
dedi: Eğer kardeşimizi öldürür ve onun kanını gizlersek ne
kazanç var. Gelin ve onu İsmaililere satalım ve elimiz ona
dokunmasın. Çünkü o kardeşimizdir etimizdir. Ve kardeşleri
sözünü dinlediler. Ve Midyaniler, tacirler, geçiyorlardı ve Yusufu çekip
kuyudan çıkardılar ve İsmaililere yirmi gümüşe
sattılar ve onlar Yusufu Mısıra götürdüler.
Ve Ruben kuyuya döndü ve işte Yusuf
kuyuda yoktu ve elbiselerini yırttı ve kardeşlerinin yanına
dönüp dedi: Çocuk yok ve ben nereye gideyim? Ve Yusufun entarisini
aldılar ve bir ergeç kesip entariyi kana batırdılar ve alaca
entariyi gönderdiler ve babalarına getirip dediler: Bunu bulduk, bak
oğlunun entarisi mi yahut değil mi? Ve onu tanıyıp dedi: Oğlumun
entarisidir; kendisini kötü bir canavar yemiştir. Yusuf mutlaka
parçalanmıştır. Ve Yakub elbiselerini yırttı ve
beline çul sardı ve çok günler oğluna yas tuttu. Ve bütün
oğulları ile bütün kızları onu teselliye kalktılar ve
teselli edilmek istemedi ve dedi: Çünkü oğlumun yanına, ölüler
diyarına yas tutarak ineceğim. Ve babası onun için
ağladı.[905]
Hakeza Tevrat şöyle diyor: Ve
Yusuf Mısıra indirildi; Firavunun bir memuru, muhafız askerler
reisi Mısırlı Potifar onu oraya indirmiş olan
İsmaililerin elinden satın aldı. Ve Rab Yusufla idi ve
muvaffakiyetli adamdı; ve Mısırlı efendisinin evinde idi.
Ve efendisi gördü ki Rab onunla idi. Ve yaptığı her şeyde
Rab ona muvaffikiyet veriyordu. Ve Yusuf onun gözünde lütuf buldu ve onun
hizmetinde bulunuyordu ve onu evi üzerine tayin etti. Ve kendisine ait olan her
şeyi onun eline verdi. Onu evinde, ve kendisine ait olan her şeyi
üzerine tayin ettiği zamandan itibaren vaki oldu ki Rab Yusufun yüzünden
Mısırlının evini mübarek kıldı ve evin içinde ve
tarlada ona ait olan her şeyde Rabbin bereketi vardı. Ve kendine ait
olan her şeyi Yusufun eline bıraktı ve yediği ekmekten
başka onun yanında olan hiçbir şeyi bilmezdi. Yusuf endamı
güzel ve görünüşü güzeldi.
Ve bu şeylerden sonra vaki oldu ki
efendisinin karısı Yusufa göz atıp: Benimle yat dedi. Fakat
reddedip efendisinin karısına dedi: İşte efendim benimle
evde ne olduğunu bilmez ve kendisine ait olan her şeyi elime
vermiştir, bu evde o benden büyük değildir ve senden başka bir
şeyi benden esirgemedi, çünkü sen karısısın; ve nasıl
bu büyük kötülüğü yapayım ve Allaha karşı suç edeyim? Ve
her gün Yusufa söylediği halde, onun yanında yatmak, yahut onunla
beraber olmak ricasını dinlemezdi. Ve vaki oldu ki günlerin birinde
işini yapmak için eve girdi ve orada ev halkından içeri kimse yoktu.
Ve: Benimle beraber yat diyerek onu elbisesinden tuttu; ve Yusuf elbisesini
onun elinde bırakıp kaçtı ve dışarı
çıktı. Ve vaki oldu ki esvabını elinde bırakıp
dışarı kaçtığını görünce, evinin
adamlarını çağırdı ve onlara dedi: Bakın,
bizimle eğlenmek için bu İbrani adamı bize getirdi; benimle
yatmak için yanıma geldi ve yüksek sesle çağırdım; ve vaki
oldu ki sesimi yükseltip çağırdığımı
işitince, elbisesini yanıma bırakıp kaçtı, ve
dışarı çıktı. Ve efendisi evine gelinceye kadar, elbisesini
yanında alıkoydu. Ve ona bu sözlere göre söyleyip dedi: Bize
getirdiğin İbrani köle benimle istihza etmek için yanıma geldi
ve vaki oldu ki, sesimi yükseltip çağırdığım zaman, elbisesini
yanıma bırakıp dışarı kaçtı.
Ve vaki oldu ki efendisi: Bana senin
kölen böyle yaptı diyerek karısının kendisine
söylediği sözleri işittiği zaman, öfkesi alevlendi ve Yusufun
efendisi onu alıp zindana attı, kıralın
mahpuslarının bağlandığı yere teslim etti, ve
orada zindanda kaldı. Fakat Rab Yusufla idi e ona inayet gösterdi ve
zindan müdürünün gözünde ona lütüf verdi. Ve zindan müdürü ona zindanda olan
bütün mahpusları Yusufun eline verdi; ve orada yapılan her şeyi
yapan o idi. Zindan müdürü onun elinde olan hiçbir şeye bakmazdı,
çünkü Rab onunla idi. Ve yaptığı şeyde Rab ona muvaffakiyet
veriyordu.[906]
Daha sonra Tevrat Yusufun iki zindan
arkadaşının onların gördüğü rüyanın ve Firavunun
rüyasının kıssasını nakletmektedir ki bunun özeti de
şöyledir: Bu iki zindanlıdan birisi Firavunun sucusu, diğeri
ise fırıncısı idi. Bunlar Mısır
kıralına karşı suç işlediler. Ve onları
hapishaneye, muhafız askerleri resisinin evine zindana, Yusufun tutuklu
bulunduğu yere koydu. Mısır kralının zindanda tutuklu
bulunan sucusu rüyasında şarap sıkıyor ve fırıncı
ise rüyasında başının üzerine bir sepet olduğunu ve kuşların
ondan yediğini gördü. Yusuftan rüyalarının tabirini istediler. Birincinin
rüyasını şöyle tabir etti: Sen eski işine suculuğuna
geri döneceksin. İkincisinin rüyasını ise
asılacağı ve cesedini kuşların yiyeceği
şeklinde yorumladı. Yusuf sucudan Firavunun yanına onu
hatırlamasını ve belki zindandan kurtulmasını
sağlamasını rica etti lakin şeytan ona bunu unutturdu.
İki yıl sonra Firavun bir rüya
gördü ve işte
ırmağın kenarında duruyordu ve görünüşte güzel ve ette
semiz yedi inek çıktı ve sazlar arasında
otlanıyorlardı ve işte onlardan sonra görünüşte çirkin ve
ette cılız başka yedi inek çıktı ve
ırmağın kenarında ineklerin yanında durdular. Görünüşte
çirkin ve ette cılız inekler görünüşte güzel ve ette semiz
inekleri yediler. Firavun uykudan
uyandı ve ikinci kez uykuya daldı ve ikinci defa rüya gördü. Ve
işte sapta yedi semiz ve iyi başak çıktı ve işte
onlardan sonra cılız ve doğu rüzgarından yanmış
yedi başak bitti. Ve cılız başaklar yedi semiz ve dolgun
başağı yuttular ve Firavun korkarak uykudan uyandı Mısır
cadıları ve bilginlerini çağırdı ve Fifavun
rüyasını onlara anlattı. Fakat onlar bu rüyayı
yorumlamaktan aciz idiler.
Bu sırada sucu başı
Yusufu hatırladı ve Firavuna şöyle dedi: böyle bir şahsın
zindanda olduğunu ve kendisinin gördüğü ve Yusufun tabir ettiği
bu rüyayı ona da söyledi. Firavun Yusufu çağırmaları için
emir verdi ve Yusufu getirdiler. Yusuf geldiğinde Firavun onunla
konuştu ve birbiri ardınca gördüğü rüyaların tabirini ondan
istedi. Yusuf Firavuna şöyle dedi: Rüyalarından her ikisinin de
yorumu birdir. Allah ne yapmak istediyse onu Firavuna bildirmiştir. Yedi
iyi inek yedi iyi mutlu yılın
nişanesidir ve yedi başak ise yedi bereketli yılın
nişanesidir. Onlardan sonra çıkan yedi cılız ve çirkin inek
ve şark yelinden yanmış boş yedi başak da yedi
kıtlık yılı olacaktır.
Firavuna dediğim söz budur. Allah
yapmak istediği şeyi Firavuna gösterdi. İşte bütün
Mısır diyarında yedi büyük bolluk yılı gelecektir. Ve
onlardan sonra yedi kıtlık yılı çıkacaktır ve
Mısır diyarında bütün bolluk unutulacaktır ve diyarı
kıtlık telef edecektir ve diyarda bolluk ardınca gelen bu
kıtlık yüzünden bilinmeyecektir, çünkü çok ağır olacaktır.
Ve bu rüya Firavuna iki defa tekrar edildi, çünkü mesele Allah tarafından
sabittir. Ve Allah onu yapmakta acele edecektir.
O halde Firavun akıllı ve
hikmetli bir adam arasın ve onu Mısır diyarı üzerine
koysun. Firavun bütün diyar üzerine memurlar koysun bu yedi bolluk
yılında Mısır diyarının humsunu (beşte birini)
alsın. Ve buğdayı şehirlerde yiyecek olarak Firavunun eli
altında yığsınlar ve saklasınlar. Ve bu yiyecek Mısır
diyarında olacak yedi kıtlık yılı için memlekere
zahire olacaktır ve memleketi kıtlıkla başbaşa
kalmaktan kurtaracktır. Tevrat kitabında özetle şöyle yer
almaktadır:
Firavun Yusufun
konuşmasını ve rüyayı yorumlamasını beğendi
ve onu yüceltti ve bütün ülkenin yönetimini ona verdi. Kendi yüzüğünü
Yusufun parmağına taktı ve ona ince ketenden elbise giydirdi ve
boynuna altın zincir taktı ve onu kendisine ait olan ikinci
arabasına bindirdi ve onun önünde diz çökün diye bağırdılar.
Yusuf yıllarca ve özellikle de kıtlık yılları
geldiğinde çok güzel şekilde
idare etti.
Tevrat bu kıssaya özetle şöyle
devam ediyor: Kenan şehrini ağır bir şekilde
kıtlık sarmıştı Yakub kendi çocuklarına
Mısıra gidip buğday getirmelerini söyledi. Yakubun
oğulları Mısırâ doğru hareket ettiler ve Yusufun
huzuruna vardılar Yusuf onları tanıdı ama onları
tanıdığını belli etmedi. Onlarla sert konuştu ve
şöyle dedi: Nereden geldiniz? onlar, Kenandan yiyecek almak için
geldik dediler. Yusuf onlara, Siz bizim memleketimize fesat çıkarmak
için gelmiş cesurlarsınız dedi. Onlar, Biz Kenanlı bir
kişinin çocuklarıyız. Biz on iki kardeşiz ve küçük kardeşimiz
babamın yanına kaldı ve biz sizin huzurundayız. Biz hepimiz
dürüst kimseleriz, hiçbir kötü çirkin işlerle ilişkimiz yoktur.
Yusuf şöyle dedi: Firavunun
canına yemin içerim ki sizin casus olduğunuzu zannediyoruz. Sizin
özgür kalmanız için küçük kardeşinizi bizim huzurumuza getirmelisiniz ki sizin iddianıza
inanalım. Yusufun emriyle onları üç gün zindana attılar. Ve üçüncü
günden sonra Yusuf onlardan Şimonu
alıp gözleri önünde onun bağlanmasını emretti ve
diğerlerine ise Kenana dönüp küçük kardeşlerini getirmeleri için
izin verdi.
Yusuf çuvallarının
buğdayla doldurulmasını ve paralarının da onların
çuvalına geri konulmasını emretti ve onlara böyle
yapıldı. Yusufun kardeşleri babalarının yanına
geri döndüler ve olayı ona anlattılar. Yakub Bünyamini onlarla
yollamaktan kaçındı ve onlara şöyle dedi: Siz beni
evladımdan ettiniz. Yusuf kayboldu ve Şimon elimden gitti ve bununla
Bünyamini ise benden almak istiyorsunuz, bu imkansızdır. Ve
şöyle dedi: Bu adama kardeşinizi babanızın yanında
bıraktığınızı söylemekle kötü bir iş
yaptınız. Onlar şöyle dediler: O bizimle ve aşiretimizle
ilgili sorular sordu. O, Babanız henüz yaşıyor mu? Acaba
başka bir kardeşiniz daha var mı? diye sordu ve biz de
sorduğu sorulara cevap verdik. Biz onun bizden kardeşinizi
yanıma getirin diyeceğini bilemiyorduk.
Yakub Bünyamini onlarla göndermekten
çok korkuyordu ama Yahuda ona Bünyamini geri getireceğine dair güvence
verdiği için Yakub Bünyaminin onlarla gitmesine izin verdi. Ve Yakub
onlara, Yanınıza bu memleketin en iyi şeylerinden alın o
adama hediye götürün ve size geri verdiği paraları da o adama geri
götürün dedi ve onlar da böyle yaptılar.
Mısıra girdiklerinde Yusufun
müşaviri ile görüştüler. Niçin geldiklerini söylediler ve
götürdükleri paraları geriye getirip müşavire verdiler. Müşavir onlara
hoş geldin dedi ve onlara saygı gösterdi ve paraların kendilerinin
olduğunu söyledi ve rehin olarak tutulan Şimonu onlara teslim
ettiği zaman onları Yusufun yanına götürdü. Onlar Yusufun
yanında secdeye kapandılar ve getirdikleri hediyeleri ona sundular.
Yusuf onları hoşbeş ettikten sonra onların durumunu ve
babalarının durumunu sordu. Onlar da küçük kardeşlerini Yusufla
tanıştırdılar. Yusuf onu övdü ve ona dua etti. Sonra
emretti ve yemek getirdiler onlar için ve orada bulunan
Mısırlılar için ayrı ayrı yemek koydular.
Daha sonra Yusuf müşavirine
onların çuvallarının yiyecekle doldurulmasını ve
getirdikleri hediyeleri de onların arasına koymalarını ve
su kabının da küçük kardeşlerinin çuvalına
konmasını emretti. O bu işi yaptı ve ertesi sabah Yusufun kardeşleri
yüklerini katırların üzerine bağladılar ve geri döndüler.
Şehirden
çıkmışlardı ama henüz uzaklaşmamışlardı
Yusuf müşavirine şöyle dedi: Onlara yetiş ve iyiyi kötü ile
değiştirmekle ne kadar kötü yaptınız ve sultanımın
su içtiği ve fala baktığı su kasesini çaldınız
de. Onlar duydukları bu sözlerden dolayı rahatsız oldular ve
şöyle dediler: Haşa böyle bir şey yapmaktan uzağız.
Biz bu çuvalların üzerindeki paraları bile Kenandan size geri
getirmiştik şimdi sultanın evinden gümüş ve altın bir
şey çalalım? Bu nasıl mümkün olabilir? Bizden kimin birinde su
kabını bulursanız onun canı helal olsun ve bizim hangimizde
bulunsa o sultanın kölesi olsun. Müşavir onların söyledikleri
teklifi kabul etti ve Yusufun kardeşleri çuvallarını indirdiler
ve hepsini açtılar. Müşavir onların çuvallarını büyük kardeşinden
en küçük kardeşine kadar incelemeye başladı ve küçük kardeşine
geldiğinde kabı onun çuvalından dışarıya çıkardılar
ve kardeşleri böyle görünce çuvallarını toplayıp şehre
geri döndüler. Yusufun yanına gittiler ve müşavire verdikleri sözü
ona da söylediler ve yaptıkları günahı ona itiraf ettiler
pişmanlık duyarak ve sızlanarak özür dilediler. Yusuf şöyle
dedi: Haşa biz böyle bir şey yapmayız eşyamızın
yanında bulunduğu kimseyi alıkoyarız diğerleri ise serbesttir. Babalarınızın yanına geri
dönebilirsiniz.
Yahuda öne geldi ve iltimas ve ricada
bulunarak şöyle dedi: Yusuf Bünyaminin getirilmesini emrettiği
zaman bu isteği babalarına söylediler ve o bu işi yapmaktan şiddetle
sakındı ama Yahuda Bünyamini ona geri getireceğine dair kefil
oldu. O Bünyaminsiz babalarıyla karşılaşmak
istemediklerini çünkü yaşlı babalarının böyle bir durumu
duyduğu an can verebileceğini söyledi ve Yahuda Yusuftan Bünyaminin
yerine kendisini köle kabul etmesini ve Bünyamini özgür
bırakmasını söyledi. Çünkü Yusufun kaybolmasından sonra
onun kardeşine bağlandı ve onunla sevinçli ve mutlu oldu.
Tevratta şöyle yer alıyor:
Yusuf karşısında duran topluluğun içinde daha fazla
dayanamadı ve, Herkesi
dışarı çıkarın diye emretti. Ve Yusuf kendini kardeşlerine
tanıttığı zaman seslice ağladı ve bütün
Mısırlılar ve Firavunun ev halkı bunu duydu ve Yusuf kardeşlerine
şöyle dedi: Ben Yusufum, babam henüz sağ mıdır? kardeşleri
utançlarından ona cevap veremiyorlardı ve Yusuf kardeşlerine
şöyle dedi: Yanıma gelin ve yanına geldikten sonra şöyle
dedi: Benim Yusuf, hani Mısıra sattığınız ve
şimdi beni sattığınız için üzülmeyin ve size
ağır gelmesin. Çünkü Allah hayatı korumak için beni sizin
önünüzden gönderdi. Çünkü bu iki yıldır memlekette kıtlık
var ve daha beş yıl var ki onlarda çift sürme ve biçme
olmayacaktır. Ve Allah yeryüzünde sizin için bir bakiye saklamak ve
sizi büyük kurtuluşla yaşatmak
için beni önünüzden gönderdi. Ve şimdi beni buraya getiren siz
değilsiniz Allahtır. Ve beni Firavuna baba ve bütün evine efendi ve
bütün Mısır diyarına hükümdar kıldı.
Acele edin ve babama gidin ve ona deyin:
Oğlun Yusuf böyle diyor: Yanıma gel ve orada durma ve Goşen
ilinde oturursun. Sen ve oğulların ve oğullarının
oğulları, sürülerin ve sığırların ve senin olan
her şey bana yakın olursunuz. Ve seni orada beslerim çünkü daha
beş yıl kıtlık olacaktır. Yoksa sen, evin ve seninle
olanların hepsi yoksulluk çekersiniz. Ve işte gözleriniz ve ve kardeşim
Bünyaminin gözleri görüyor ki size söyleyen benim
ağızımdır. Mısırda olan bütün izzetimi ve bütün
gördüğünüzü babama bildirirsiniz ve acele edip babamı buraya
getirirsiniz. Bünyaminin boynuna kapanıp ağladı ve Bünyamin de
onun boynunda ağladı. Ve bütün kardeşlerini öpüp onların
boynunda ağladı. [907]
Hakeza Tevrat özetle şöyle devam etmektedir: Yusuf kardeşlerini
en güzel şekilde donattı ve onları Kenana gönderdi. Onlar
babalarının yanına geldiklerinde Yusufun
yaşadığına dair müjde verdiler. Ve olayı ona
anlattılar. Yakub sevindi ve bütün aile fertleriyle yaklaşık
yetmiş kişi Mısıra doğru hareket ettiler. Ve
Mısırın Goşen şehrine girdiler. Yusuf
babasını karşılamak için Goşene gitti. Her ikisi de
birbirinin boynuna kenetlenip ağladılar. Daha sonra baba ve
evlatlarını aşağı indirdi. Onları oraya
yerleştirdi. Firavun onlara çok saygı gösterdi onlara eman verdi,
Mısırın en iyi yerinde onlara bir mülk verdi. Yusuf kıtlık
yılları boyunca onlara baktı. Giderlerini karşıladı.
Yakub Yusufu gördükten sonra on yedi yıl Mısır
topraklarında yaşadı.
İşte bu
Yusufun bir yere kadar Kuranla benzerliği olan Tevrattaki hikayesi
idi. Biz onu özet olarak naklettik ama bazı yerlerini ihtiyaç
duyulduğu için tümüyle naklettik.[908]
**
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
10-Eyyub (a.s)
F
Bihar, 12/339, 10. Bölüm; Kıses-u Eyyub
F
Kenz'ul-Ummal, 11/491; Eyyub
Kuran:
Eyüp de: Başıma bir bela geldi,
(Sana sığındım), sen merhametlilerin merhametlisisin diye
Rabbine nida etmişti. Biz de onun duasını kabul etmiş ve
başına gelenleri kaldırmıştık.
Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere
ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik.[909]
Bak. Sad suresi, 41-44. Ayetler
19620. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Eyyub insanların en çok hilim
sahibi olanı ve en çok sabredeni idi. İnsanların hepsinden daha
çok öfkesine sahip çıkardı.[910]
19621. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Eyyuba şöyle
buyurmuştur: Acaba seni belaya düçar kılmama sebep olan suçunun ne
olduğunu biliyor musun? O şöyle buyurdu: Ey Rabbim! Hayır
Allah şöyle arzetti: Firavunun yanına varınca onunla iki
kelime yumuşak konuştun.[911]
19622. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Eyyuba (a.s)
şöyle vahyetmiştir: Benim katımda seni bu belaya düçar
kılacak suçunun ne olduğunu biliyor musun? O, Hayır diye
arzetti. Allah şöyle buyurdu: Sen Firavunun yanına gidince onunla
iki kelime yumuşak konuştun.[912]
19623. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Eyyub hiçbir günahı
olmaksızın belaya düçar oldu.[913]
19624. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Eyyub hiçbir suçu
olmadan yedi yıl belaya düçar oldu.[914]
19625. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah Tebarek ve Teala
Eyyubu hiçbir suç işlemediği halde belaya düçar kıldı ve o
sabretti. Sonunda kınandı. Peygamberler kınanmaya tahammül
etmezler.[915]
19626. İbn-i
Abbas şöyle diyor: Eyyubun eşi bir gün ona şöyle dedi:
Keşke dua etseydin de Allah sana şifa verseydi. Eyyub şöyle
buyurdu: Eyvahlar olsun sana! Biz yetmiş yıl nimet içinde
yaşadık. Şimdi gel de aynı miktarda zorluklar ve
musibetlere karşı sabırlı olalım. İbn-i Abbas
şöyle diyor: Çok geçmeden Eyyub iyileşti.[916]
19627. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Eyyub (a.s)
düştüğü hiçbir belada afiyet ve sağlık dilemedi.[917]
19628. İmam Zeynul-Abidin (a.s)
şöyle buyurmuştur: İnsanlar üç
şeyi üç kimseden almışlardır: Sabrı Eyyubdan (a.s),
şükrü Nuhtan (a.s), kıskançlığı da Yakubun (a.s)
çocuklarından.[918]
Kur'an-ı Kerim'de Eyyub'un (a.s)
kıssası hakkında sadece bedensel bir rahatsızlığa
ve çocuklarını kaybetme acısına mübtela olduğu
zikredilmiştir. Daha sonra Allah-u Teala abit kullarına ibret olsun
diye sevgi ve merhameti üzere ona şifa vermiş, çocuklarını
ve benzeri şeyleri kendisine geri çevirmiştir. (Enbiya suresi, 83 ve
84. Ayetler ile Sad suresi, 41-44. Ayetler)
Allah-u Teala onu İbrahim'in
neslinden olan Peygamberlerin zümresinden saymış ve onları
çeşitli şekillerde övmüştür. (En'am suresi, 84-90. Ayetler) Sad
suresinde de Eyyub zikredilmiş, onun sabırlı, iyi ve tevbekar
bir kul olduğu beyan edilmiştir. (Sad suresi, 44. Ayet)
Tefsir-i Kumi'de şöyle yer
almıştır: "Babam İbn-i Fazzal'dan, o da Abdullah b.
Bahr'dan, o da İbn-i Miskan'dan, o da Ebi Basirden o da İmam
Sadıktan şöyle dediğini nakletmiştir: İmam
Sadıka (a.s) Allahın dünyada Eyyubu hangi sebeple belaya ve
sıkıntıya düşürdüğünü sordum. O şöyle buyurdu:
Aziz ve celil olan Allah Eyyubu dünyada verdiği nimetler sebebiyle
belaya düçar kılmıştır ve o da sürekli olarak Allaha şükretmiştir.
O zaman İblis henüz Arşa ulaşmaktan mahrum değildi. Daha
sonra yukarı çıktı ve Eyyubun karşısında verilen
nimetini müşahade etti, onu kıskandı ve şöyle dedi: Ey
Rabbim! Eyyub, kendisine dünyayı verdiğin için sana
şükretmektedir. Eğer dünyayı ondan alırsan, asla sana
şükretmez. O halde beni dünyasına musallat kıl ki asla nimetine
şükremediğini bilesin. Ona şöyle denildi: Ben seni onun
malına ve çocuklarına musallat ettim. İmam daha sonra
şöyle buyurdu: İblis gökten aşağıya indi ve Eyyubun
sahip olduğu mal ve evlatlarını yok etti. Ama bu Allaha
şükretmesini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
Bunun üzerine İblis şöyle dedi: Ey Rabbim! Beni ekinine musallat
kıl. Allah şöyle buyurdu: Seni, (onun ekinine) musallat
kıldım. İblis, elinin altındaki şeytanlarla geldi,
Eyyubun ekinine üfledi. Bütün hepsi alevlenip yandı. Ama yine Eyyubun
şükrü ve Allaha övgüsü arttı. Bunun üzerine İblis şöyle
dedi: Ey Rabbim! Beni, onun koyun sürülerine musallat kıl. Böylece
onları da ortadan kaldırdı. Lakin yine Eyyubun Allaha hamd ve
şükrü arttı. İblis şöyle dedi: Ey Rabbim! Beni onun
bedenine musallat kıl. Allah onu Eyyubun akıl ve gözleri
dışında bedenine musallat kıldı. İblis, Eyyubun
bedenine üfledi. Bütün bedeni yara bere içinde kaldı.
Eyyub uzun bir müddet bu hal üzere
kaldı. Ama yine Allaha hamd ediyor ve şükürde bulunuyordu. Daha
sonra bedeni kurtlandı. Bedeninden bir kurt dışarı
çıktığında onu kendi yerine geri çeviriyordu ve şöyle
diyordu: Allahın seni yarattığı yere geri dön. Bir
müddet sonra Eyyubun (a.s) bedeni kokmaya başladı. Öyle ki, beldesindeki
insanlar onu beldenin dışarısına götürdüler ve onu beldenin
çöplüğüne attılar. Eşi Rahmet binti Efrayim b. Yusuf b. Yakub b.
İshak b. İbrahim (a.s), insanlardan sadaka topluyor ve elde
ettiği şeyi ona götürüyordu. İmam Sadık (a.s) daha sonra
şöyle buyurdu: Eyyubun bela ve sıkıntısı uzun
sürünce ve İblis de Eyyubun sabrı ve şükrünü görünce,
dağlarda ruhbanlığa çekilen Eyyubun ashabından bir grubun
yanına gitti ve onlara şöyle dedi: Geliniz bu belaya
uğramış kulun yanına gidelim. Onun bela ve
sıkıntısını soralım. Daha sonra kül rengi
katırlara bindiler ve ona yakın bir yere geldiler.
Katırları, Eyyubun kötü kokusundan ürktüler. Ashap birbirine
baktılar. Daha sonra Eyyubun (a.s) yanına gitti. Onlar arasında
henüz genç olan birisi vardı. Onlar Eyyubun yanına oturdular ve
şöyle arzettiler: Ey Eyyub! Keşke bize ne günah işlediğini
söyleseydin. Çünkü Allahtan (o günahı) sorduğumuz taktirde bizi
helak etme imkanı vardır. Bize göre senin hiç kimsenin
düşmediği sıkıntılara düşmen, gizlediğin
şey sebebiyledir.
Eyyub (a.s) şöyle buyurdu:
Rabbimin izzetine andolsun ki Allah benim bir yetim ve fakirin yediği
yemakten başka bir şey yemediğimi, Allaha itaat hususunda karşılaştığım
iki işten, bedenime en zor ve sıkıntılı
olanını tercih ettiğimi bilmektedir. O genç şöyle dedi:
Ne de kötüsünüz. Allahın Resulünü kınadınız ve o da
böylece şimdiye kadar, ibadet hususunda gizlediği şeyleri
açığa vurdu. Eyyub (a.s) şöyle buyurdu: Ey Rabbim! Eğer
bir gün senin hüküm divanında duracak olursam, o zaman hüccet ve delil
ikame edeceğim. Bu esnada Allah ona bir bulut gönderdi ve şöyle
buyurdu: Ey Eyyub! Şimdi seni mahkeme masasına oturttum. O halde
delil ve hüccetini getir. Ben sana yakınım ve her zaman yakın
oldum. Eyyub şöyle arzetti: Ey rabbim! Sen de biliyorsun ki ben sana
itaat hususunda ortaya çıkan iki şeyden en zor ve
sıkıntılı olanını seçtim. Acaba seni övmedim mi?
Sana şükretmedim mi? Seni tesbih etmedim mi? İmam şöyle
buyurmuştur: Böylece on bin dille buluttan şu ses yükseldi: Ey
Eyyub! Seni, Allaha kulluk makamına kim yükseltti, oysa insanların
çoğu gaflet içindedir. İnsanlar gafil olduğu bir halde, sen
Allaha hamd ediyor, tesbih ediyor ve tekbir getiriyorsun. Acaba sen,
Allahın sana ihsanda bulunduğu bir şey sebebiyle Allaha minnet
mi ediyorsun? Eyyub bir avuç toprak alarak ağzına döktü ve sonra
şöyle arzetti: Ey Rabbim! Bağış sendendir. Evet, bana bu
işleri sen yaptırdın. Bunun üzerine Allah ona bir melek
gönderdi. O melek ayağıyla yer yüzüne vurdu. Yerin altından bir
çeşme akıttı. Eyyubu o suyla yıkadı. Böylece Eyyub,
öncekinden daha iyi ve dipdiri oldu. Allah onun için yemyeşil bir bahçe bitirdi.
karısını, malını, çocuklarını,
tarlasını ona geri verdi ve o melek Eyyubun yanına oturarak
onunla konuştu ve onunla dost oldu.
Bu esnada Eyyubun eşi, elinde bir
parça ekmekle yanına geldi. Her zamanki yere geldiğinde, oranın
değiştiğini ve iki erkeğin orada oturduğunu gördü.
Böylece ağlayıp feryad edip şöyle dedi: Ey Eyyub! Senin
başına ne geldi? Eyyub ona seslendi: Eşi ileriye doğru
yürüdü, Allahın ona nimetleri ve sağlığını geri
çevirdiğini görünce şükür secdesine kapandı. Eyyub, eşinin
saçlarının kesilmiş olduğunu gördü. Bunun sebebi de
eşinin bir grubun yanına gidip onlardan Eyyub için götürmek üzere bir
miktar yiyecek istemesiydi. Zira o grup güzel saçları bulunan Eyyubun
hanımına şöyle demişlerdi: Sen bu saçlarını bize
sat, biz de sana yiyecek verelim. Eyyubun eşi de saçlarını
kesip onlara vermiş, Eyyub için onlardan yiyecek almıştı.
Eyyub eşinin saçlarının kesildiğini görünce sinirlendi ve
ona yüz kırbaç vuracağına dair yemin etti. Eyyubun karısı,
saçlarının kesilmesinin nedenini ona anlattı. Bunun üzerine
Eyyub üzüldü. Aziz ve celil olan Allah ona şöyle vahyetti: Yüz dalın
bulunduğu bir desteyi eline al ve onunla eşine vur. Yemininibozma.
Eyyub yüz dalın bulunduğu bir
desteyi eline aldı, onunla eşine bir defa vurdu ve böylece yeminini
eda etti.
(El-Mizanın müellifi) şöyle
diyorum: İbn-i Abbas da bu anlama yakın rivayette bulunmuştur.
Vehebden rivayet edildiği üzere Eyyubun eşi, Nişa b. Yusufun
kızı idi.
Bu rivayet de görüldüğü gibi
Eyyubun (a.s) mübtela olma macerasının insanların
tabiatının nefret edeceği bir şekilde olduğunu beyan
etmiştir. Diğer bir takım rivayetler de bu rivayeti teyit
etmektedir. Ama Ehl-i Beytten (a.s) nakledilen bir takım rivayetler bu
konuyu reddetmekte, şiddetle inkar etmektedir. Bu rivayetler daha sonra
gelecektir.
El-Hisal kitabında Kattanın
Sukriden, onun da Cevheriden onun da İbn-i Ammareden, onun da
babasından, onun da Cafer b. Muhammedden (a.s) ve onun da babasından
(a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Eyyub (a.s) hiçbir günah
işlemediği halde yedi yıl belaya düçar kaldı. Peygamberler
asla günah işlemezler. Zira onlar masum ve paktırlar. Onlar ne günah
işlerler, ne sapıklığa yönelirler, küçük ve büyük hiçbir
suç işlemezler.
Hakeza İmam şöyle buyurmuştur: Eyyubun,
uğradığı hiçbir belada, ne bedeni koktu, ne yüzü
çirkinleşti, ne bedeninden bir zerre kan veya irin çıktı, ne
kimse onu müşahade etmekten korkuya kapıldı, ne de bedeninin herhangi
bir yeri kurtlandı. Allah mübtela kıldığı bütün Peygamber
ve evliyalarına böyle davranmıştır.
Eğer insanlar, ondan
uzaklaşmışlarsa, bu gerçekte onun zahiri
perişanlığı ve fakirliği sebebiyleydi. Zira insanlar
onun Allah-u Teala tarafından teyit ve yardım gördüğünü ve çok
yakında işlerinin düzeleceğini bilmiyorlardı. Nitekim Allah
Resulü şöyle buyurmuştur: İnsanlardan en çok belalara düçar
olan Peygamberlerdir. Sonrada daha sonraki ve bir sonraki mertebede yer
alanlardır.
Allah Eyyubu bütün insanların
yanında hor düşecek büyük belelara düçar kıldı ki daha
sonra Allahın ona bağışta bulunacağı büyük
nimeti müşahade ettiklerinde, onun hakkında rububiyet iddiasında
bulunmasınlar, bu vesileyle, Allahın sevap ve mükafatının
iki tür olduğunu anlasınlar: Allahın sevap ve
mükafatının istihkak ve ihtisas olmak üzere iki çeşit
olduğunu anlasınlar. Hakeza hiçbir yoksul ve hastayı
zayıflığı ve yokluğu sebebiyle, küçük ve hor
görmesinler. Allahın dilediği herkesi hastalığa düçar
kılacağını ve dilediği herkese de her zaman ve her
çeşit vesileyle şifa vereceğini bilsinler. Zira Allah bu belaya
düşürme ve şifa vermeleri, dilediği herkes için ibret vesilesi
kılmakta ve dilediği kimse için de şekavet veya saadet sebebi
kılmaktadır. Aziz ve celil olan Allah yaptığı bütün bu
işlerde adaletle hükmetmektedir ve Allahın işleri,
şüphesiz ki hikmet üzeredir. Allah kulları hakkında onların
daha çok salahına olan işleri yapmaktadır. Kulların sahip
oldukları güç ve kuvvet şüphesiz ki Allahtandır.
Tefsir-i Kumide,
ona tekrar aile ve geçmiş olanlarla bir
mislini daha vermiştik)
ayeti hakkında şöyle yer almıştır: Allah Eyyubun ailesinden,
henüz mübtela olduktan sonra ölenleri ve hakeza mübtela olmadan önce ölenleri
ona geri çevirdi. Onların tümünü Allah Eyyub için diriltti ve onlar da
Eyyub ile birlikte yaşadılar. Daha sonra Allah Eyyubu
iyileştirdi. Onlar şöyle sordular: Başına gelen belalar
hakkında hangisi senin için daha zor idi? Eyyub şöyle buyurdu:
Düşmanın başıma gelenlerden dolayı sevinmesi.
Mecmeul-Beyanda ise, Şüphesiz
şeytan bana zarar vermiştir
ayeti hakkında şöyle yer almıştır: Söylenildiği
üzere Eyyubun hastalığı insanların kendisinden
uzaklaşacağı kadar zor idi ve de
sıkıntılıydı. Bu esnada şeytan insanlara, onu
necis bilmelerini, onu kendi aralarından dışarı
atmalarını vesvese etti. Kendisine bakan ve hizmet eden eşinin
de aralarında gidip gelmesine müsaade etmemelerini telkin etti. Eyyub bu
yüzden büyük sıkıntıya ve acıya düştü. Münezzeh olan
Allahın kendisine verdiği bela ve acıdan dolayı
şikayet etmiyordu. Kutade şöyle diyor: Eyyubun bu durumu yedi
yıl sürmüştür. Bu konu İmam Sadıktan (a.s) da rivayet
edilmiştir.[919]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
11-Şuayb (a.s)
F
Bihar, 12/373, 11. Bölüm; Kıses-u
Şuayb
F
Kenz'ul-Ummal, 11/498, 12/480; Şuayb
Kuran
Medyen halkına da kardeşleri
Şuaybı gönderdik, Onlara şöyle dedi: Ey kavmim! Allaha kulluk
edin, ondan başka ilâhınız yoktur. Rabbinizden size bir belge
geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların
eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde
bozgunculuk etmeyin; inanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin için
hayırlıdır.
Şuaybı yalanlayanlar,
yurtlarında sanki hiç yaşamamışlar gibi oldular, izleri
bile kalmadı. Mahvolanlar, Şuaybı yalanlayanlar oldu.[920]
19629. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Arapladan beş peygamber gönderdi. Hud, Salih,İsmail, Şuayb
ve peygamberlerin sonuncusu olan
Muhammed (onların hepsine Allahın selavatı olsun) Şuayb
çok ağlayan birisiydi. [921]
19630. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Şuayb peygamberlerin hatibi idi.[922]
19631. El-Kamil fit-Tevarih
kitabının yazarı şöyle yazmaktadır: Bazılarının
dediğine göre, Şuaybın adı, Yesrun b. Sayfun b. Anka b.
Sabit b. Medyen b. İbrahim idi. Başka bir görüşe göre ise, o
Şuayb b. Mikil olup, Medyen çocuklarındandır. Başka bir
görüşe göre ise Şuayb İbrahimin çocuklarından
değildir, aksine ona iman eden, onunla birlikte Şama hicret eden
birinin çocuklarındandır ve o Lutun kızının
oğludur. O halde Şuaybın büyük annesi Lutun kızı
sayılmaktadır. Hz. Lutun gözleri görmüyordu. Nitekim, ve şüphesiz
biz seni aramızda zayıf görmekteyiz anlamı da budur. Yani
gözleri görmüyordu. Peygamber (s.a.a) Şuaybı anınca da
şöyle buyuruyordu: O şüphesiz Peygamberlerin hatibidir. Zira o
kavmine cevap verirken ve onlarla tartışırken çok güzel bir
şekilde görevini yerine getiriyordu.[923]
19632. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Şuayb
Peygambere (a.s), şöyle vahyetmiştir: Ben senin kavminden yüz bin
kişiye azap edeceğim. Kırk bin kişi onların
kötülerinden, altmış bin kişi onların iyilerindendir. O
şöyle arzetti: Ey rabbim! Kötüleri anladım, ama iyiler niye? Aziz
ve celil olan Allah ona şöyle vahyetti: Çünkü günahkarlara karşı
gevşek davrandılar ve benim gazabım için gazaplanmadılar.[924]
19633. Veheb b. Munebbihil-Yemani şöyle
diyor: Şuayb (a.s) Eyyub (a.s) ve Belam
b. Baura İbrahimin ateşe atıldığı ve
ateşten kurtulduğu gün ona iman eden ve onunla birlikte Şama
hicret eden bir grubun çocuklarıdır. İbrahim, Lutun
kızlarını onlarla evlendirdi. Böylece
İsrailoğullarından önceki ve İbrahimden (a.s) sonraki
bütün Peygamberler bu grubun soyundan gelmiştir. Allah Şuaybı
Medyen kavmine gönderdi. Medyen kavmi, Şuaybın kabilesinden
değildi. Aksine onlar, Allahın Şuaybı kendilerine
gönderdiği ümmetlerden bir ümmetti. Medyen halkı üzerinde zalim bir
hükümdar hükmediyordu. Kendi dönemindeki hükümdarlardan hiç birisi buhükümdara karşı
koyamıyordu. Medyen halkı az tartan ve pahalı satan bir topluluk
haline gelmişti. Ayrıca da Allaha inanmıyor, Peygamberi
yalanlıyorlardu. Onlar isyankar bir topluluk olup, kendileri için bir
şeyi ölçtüklerinde veya biçtiklerinde onu kamil olarak ölçüp biçiyorlardı.
Oldukça da müreffeh bir hayatları vardı. Hükümdarları onlara
yiyecek maddelerini stoklamayı, ölçü ve terazileri eksik tutmayı
emretti. Ama Şuayb (a.s) insanların bu işleri yapmamayı
nasihat etti. Hükümdar ona bir mesaj göndererek şöyle dedi:
Yaptığım işler hususunda ne diyorsun? Onu beğeniyor
musun yoksa beğenmiyor musun? Şuayb şöyle buyurdu: Allah bana
şöyle vahyetti: Bir padişah, senin yaptığın
işlerden birini yapacak olursa ona, kötü padişah denilir.
Padişah Şuaybı yalanladı, onu ve kavmini şehirden
dışarı sürdü. Allah-u Teala Medyen halkından naklen
şöyle diyor: Ey Şuayb! Seni ve sana iman eden kimseleri
şehirden dışarı süreceğiz. Ama Şuayb onlar
öğüt vermeyi artırdı, onlara şöyle dediler: Ey
Şuayb! Babalarımızın taptığını terk
etmeyi veya mallarımızda istediğimiz gibi tasarrufta
bulunmamayı sana namazın mı emretmektedir. Onlar
Şuaybın kendi topraklarından sürülmesiyle, onun eziyet çekmesine
sebep oldular. Bu esnada Allah onlara sıcaklığı ve
bulutları musallat kıldı. Öyle ki sıcaktan piştiler,
tam dokuz gün bu durumda yaşadılar. Suları
ısındı, ondan içemez oldular. Bu yüzden sahip oldukları
ormana gittiler. Allah-u Tealanın Eyke[925]
ashabı sözünün anlamı da budur. Bu esnada Allah onlara siyah
bulutlar gönderdi, insanlar onun gölgesine toplandılar. Allah o buluttan
kendilerine bir ateş indirdi ve hepsi yandı. Onlardan bir kişi
dahi kurtulamadı. Bu ayeti şerifenin anlamı da şudur: Bunun
üzerine onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Allah
Resulünün (s.a.a) yanında Şuaybın adı
anılıcına şöyle buyururdu: O kıyamet günü
Peygamberlerin hatibidir. Şuaybın kavmi azaba düçar olduktan sonra,
Şuayb ve ona iman eden kimseler Mekkeye gittiler, dünyadan göçünceye
kadar da orada kaldılar.
Sahih bir rivayete göre de Şuayb
Mekkeden Medyene gitti, orada ikamet etti ve orada Musa b. İmran (a.s)
ile mülakat etti.[926]
19634. İbn-i Abbas şöyle diyor: Allah-u
Teala Şuaybı kavmine gönderdi. Onların bir padişahı
vardı. Şuayb halkın elinden büyük sıkıntılar
gördü. Padişah, halkın nimet ve refah içinde yüzdüklerini görünce,
valilerine yiyecek maddelerini halktan gizleyip stok etmelerini emretti.
Böylece fiyatları artırdılar, tartılarını eksik
tarttılar, insanların malını eksilttiler, rablerinin emrine
isyan ettiler, yeryüzünde fesat çıkardılar. Şuayb (a.s) bu
durumu görünce onlara şöyle buyurdu: Teraziyi ve ölçüyü eksik
tartmayın. Ben sizleri iyi bir durumda (mali açıdan) görmekteyim ve
şüphesiz ben sizler için kuşatıcı bir günün azabından
korkuyorum.
Padişah da ona, eleştirmekten
vazgeçmesi için haber gönderdi. Ama Şuayb şöyle buyurdu: Allah-u
Tealanın kitabında ve bana gönderilen vahiyde açıkça
belirtildiği üzere bir padişah senin ulaştığın
yere ulaştığında, Allah ona azap ve gazabını
indirir. Padişah bu sözü işitince onu beldeden dışarı
çıkardı. Böylece Allah onlara bir bulut gönderdi, bulut
başlarına gölge saldı. Bunun üzerine Allah da onlara
yakıcı bir rüzgar gönderdi, yollarında ve beldelerinde güneşi
başlarının üzerinde kızgın kıldı. Onlar,
evlerinden dışarı çıktılar, altına gölge eden
buluta baktılar ve hep birden hızla, ölçü ve tartıları
tümüyle doğru tartan, insanların malını eksiltmeyen ev
halkına doğru koştular. Ama Allah o ev halkını günahkarların
arasından çekip çıkardı. Daha sonra o buluttan belde
halkının üzerine ateş ve azap indirdi. Onların hepsi
böylece helak oldu. Şuayb (a.s) ikiyüz kırk yıl
yaşamıştır.[927]
19635. Şeddad b. Evs şöyle diyor: Şuayb
Peygamber, aziz ve celil olan Allahın muhabbetinden dolayı gözleri
görmeyinceye kadar ağladı, ama Allah ona gözlerini geri verdi ve ona
şöyle vahyetti: Ey Şuayb! Neden böyle ağlıyorsun? Cennet
şevkinden mi yoksa ateş korkusundan mı? O şöyle arzetti:
Ey ilahım ve efendim! Senin de bildiğin gibi ben ne cennet
şevkinden ağlıyorum ne de ateş korkusundan. Aksine senin
sevgini kalbime düğümledim, sana bakınca bana ne
olacağından neden korkayım? Böylece Allah ona şöyle
vahyetti: Ey Şuayb! Eğer gerçekten böyleyse, beni görmen sana ne
mutlu! Ey Şuayb! Bu yüzden benim Kelimim Musa b. İmranı sana
hizmetçi kıldım.[928]
1-Şuayb Kuranda adı
anılan Arap Peygamberlerinin üçüncüsüdür ve onlar şunlardır: Hud,
Salih, Şuayb ve Muhammed (a.s) Allah-u Teala onun
kıssasının bir bölümünü, Araf, Hud, Şuara, Kasas ve
Ankebut surelerinde zikretmiştir.
Şuayb (a.s) Şam ve Arap
yarımadası üzerinde bir şehir olan Medyen halkından idi ve
Musa (a.s) zamanında yaşamış olup, iki kızından
birini Musa (a.s) ile kendisine sekiz yıl çalışma karşılığında
evlendirmiştir ve onu on yıl hizmet etme hususunda özgür
bırakmıştır. (Kasas/17) Musa on yıl Şuayba
hizmet etti, daha sonra da onunla vedalaşarak ailesiyle Mısıra
geri döndü.
Şuaybın Medyen kavmi, puta
tapıyordu. Bu kavim güvenlik, refah, bolluk ve ucuzluk nimetlerine sahip
idi. Ama onlar arasında fesat, ölçüyü ve tartıyı eksik tutma
gibi pislikler yaygınlaştı. (Hud/84 ve diğer sureler) Bu
yüzden Allah Şuaybı onlara gönderdi ve ona insanları
putperestlikten, toplumda fesat çıkarmaktan, tartı ve ölçüyü eksik tutmaktan
sakındırmasını emretti. Hz. Şuayb kavmini
emredildiği şeye davet etti. Korku ve ümit vererek onlara nasihatta
bulundu. Nuh, Hud, Salih ve Lut kavimlerinin başına gelen
belaları onlara da hatırlattı.
Şuayb, onları irşad ve
nasihat etme hususunda büyük bir çaba gösterdi. Ama bu onların sadece
tuğyan, küfür ve isyanlarını arttırdı. (Araf, Hud ve
diğer sureler) Çok az sayıda kimse ona iman ettiler. Ama insanlar
sonunda ona eziyet etmeye ve onu alaya almaya başladılar,
Şuayba uymaktan el çekmeleri hususunda onları tehdit ettiler. Onlar
yolların üzerinde oturuyor, Allaha iman eden kimseleri korkutuyor,
onları Allah yolundan alı koymaya ve sapıklığa
düşürmeye çalışıyorlardı.[929]
Onlar Şuaybı (a.s) büyülenmiş ve yalancı bir kimse olmakla
itham ettiler. (Şuara/185-186) Onu taşlamakla korkuttular ve eski
dinlerine dönmediği taktirde onu ve ona iman eden kimseleri şehirden
çıkarmakla tehdit ettiler. (Araf/88) Onlar Şuayba muhalefet etmeye
devam ettiler. Sonunda Şuayb, onların iman etmesinden ümidini kesti
ve onları kendi haline bıraktı. (Hud/93) Allahtan fetih ve
yardım diledi ve şöyle buyurdu: Ey Rabbim! Benim ve kavmim
arasında hak ile hükmet. Şüphesiz sen hükmedenlerin en iyisisin.
İşte burada Allah onlara bulutlu günün azabını gönderdi.
(Şuara/189) Oysa onlar Şuaybı alaya alıyor ve Doğru
söylüyorsan, gökten bize bir parça bulut gönder diye alay ediyorlardı.
Sonunda bir sayha ve (Hud/94) yer sarsıntısı (Araf/91 ve
Ankebut/37) onları çepe çevre kuşattı. Kendi evlerinde yere
yığıldılar. Allah Şuaybı ve ona iman eden
kimseleri kurtardı. (Hud/94) Şuayb onlardan yüz çevirdi ve şöyle
buyurdu: Ey kavmim! Şüphesiz ben size Rabbimin mesajını ilettim ve sizlere nasihat
ettim. O halde kafir bir kavim için nasıl üzülürüm?! (araf/93)
Şuayb (a.s) ilahi yüce
Peygamberlerden biriydi ve Allah onu kendi kitabında diğer
Peygamberler gibi övmüştür. Kavmiyle konuşmalarından da
anlaşıldığı üzere -özellikle de Araf, Hud ve
Şuara surelerinde- halkına gerçek marifetleri ve bir çok ilahi
ilimleri bildirmiştir ve de Şuaybın Allaha ve halka karşı,
çok edepli hareket ettiği bildirilmiştir. Şuayb (a.s) kendisini
emin bir Peygamber (Şuara/178), islah edici (Hud/88) salihlerden
(Şuara/27) olduğunu bildirmiştir. Allah da bunları onun
sözünden nakletmiş ve de onları teyit etmiştir. Musa b.
İmran Kelimullah (a.s) da on yıl boyunca ona hizmet etmiştir.
Tevrat, Şuayb ve kavminin
macerasını zikretmemiştir. Aksine sadece bir Kıbtinin
Musanın eliyle öldürülüşünün ve Musanın Mısırdan
Medyana (Medyene) kaçışı kıssasının içinde ona
işaret etmiş ve onu Medyan kahini Reuil olarak
anmıştır.
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
12-Musa ve Harun (a.s)
F
Bihar, 13/1-376; Kıses-u Musa ve Harun
(a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/505, 12/476; Musa (a.s)
Bak.
F
El-İhlas, 1033. Bölüm
Kuran:
And olsun
ki, Mûsa ve Haruna eğriyi doğrudan ayıran Furkanı
sakınanlar için ışık ve öğüt olarak verdik.[930]
Peygamberlerden
bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir
kısmını da anlatmamıştık ve Allah, Mûsaya
gerçekten hitab etmişti.
[931]
Bak. Bakara, 49-93, Hud, 17, 110,Maide, 20,
26, İbrahim, 5-8, Meryem,51-53,Secde, 23,24, Ahzab,69, Saffat, 114-122,
Mümin, 53,54, Fussilet, 45, Ahkaf, 12, Kasas, 3-46, Enfal, 52,54, Yunus, 75,93,
İsra, 10,104, Ta-Ha,9-97, Müminun, 45-49, Şuara, 10-68, Sad,12,
Mümin,23-46, Zuhruf,46-56, Tahrim,11, Araf,103-156, 159,162, Duhan,17-33,
Zariyat,38-40, Saf,5, Müzzemmil,15,16, Naziat,15-26
19636. İbn-i
Abbas şöyle diyor: Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Ben, İsa, Musa ve İbrahimi gördüm. İsanın
kıvırcık saçları vardı. Yüzü kırmızı ve
göğsü geniş idi. Musa ise iri yarı ve düz saçlı idi ve Zutt[932] halkına
benziyordu.Şöyle arzettiler: İbrahim nasıl idi? Peygamber
şöyle buyurdu: Kendi arkadaşınıza (yani Allah Resulüne(s.a.a)
bakınız.[933]
19637. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ümit etmediğin şeye, ümit
ettiğin şeye oranla daha fazla ümitli ol. Zira Musa (a.s) bir miktar
ateş getirmeye gitti. Ama ailesine dönünce mürsel bir Peygamber oldu.[934]
19638. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Hamd Allaha mahsustur... O, Musaya
söyleyeceğini söylemiş ve azametli ayetlerini kendisine
göstermiştir ama bir uzuvla, aletle, kelamla ve dille değil.[935]
19639. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Eğer istiyorsan, Musa
Kelimullahın şöyle dediğini i-kinci örnek olarak sunabilirim: Ya
Rabbi! Bana indireceğin iyiliklere ihtiyacım var. Allaha yemin olsun ki o, yiyeceği
ekmekten başka bir şey istemedi.
Çünkü yerin bitirdiklerinden yiyordu.[936]
19640. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah Beytul-Lahmde Musa ile konuşmuştur.[937]
19641. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah Musa b.
İmrana (a.s) şöyle vahyetmiştir: Ey Musa! Kullarımın
arasından seni neden seçtiğimi ve sözüm için seni neden tercih
ettiğimi biliyor musun? Musa, Hayır ey Rabbim! diye arzetti. Allah
ona şöyle vahyetti: Ben yeryüzüne baktım ve karşımda
senden daha mütevazi birini bulamadım.[938]
19642. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah Musa ile konuşunca, Musa
gecenin bağrında siyah taş üzerinde yürüyen karıncanın
hareketini on fersah uzaklıktan görüyordu.[939]
19643. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah Tebarek ve Teala herşeyden
dört şey seçmiştir, Peygamberlerden de dört kişiyi
kılıç için seçmiştir: İbrahim, Davud, Musa ve ben[940]
19644. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
İsrailoğullarından
ilk Peygamber Musa idi, sonuncusu ise İsaydı. Onlar altı yüz
Peygamber idiler.[941]
19645. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Musaya çok selam gönderin. Zira
Peygamberlerden onun kadar ümmetini savunan ve himaye eden birini görmedim.[942]
19646. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Musa ailesinin koyunlarını
otlattığı bir halde Peygamber olarak gönderildi. Ben de ailemin
koyunlarını Ciyadda otlatırken Peygamber olarak gönderildim.[943]
19647. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Firavun,
saltanatının Musanın eliyle yok olacağını
görünce kahinleri çağırttı. Onlar da Firavunu, Musanın
soyundan ve onun İsrailoğullarından olduğundan haberdar
kıldılar. Bu yüzden Firavun sürekli olarak kendi güçlerine
İsrailoğullarından hamile kadınların karnının
deşilmesini emrediyordu. Böylece Musayı öldürmek için yirmi bin küsür
cenin öldürüldü. Ama Musayı öldürmeyi beceremedi. Zira Allah Tebarek ve
Teala onu koruyordu.[944]
19648. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Musa b. İmran
dışında peygamberler kendi ümmetleri ve ümmetlerinin
çokluğuyla övünürler.[945]
Musa (a.s) Ulul-Azm peygamberlerinden
biri olup, Peygamberlerin büyüğü, kitap ve şeriat sahibi biriydi.
Allah-u Teala özellikle bu Peygamberleri anmış ve şöyle
buyurmuştur: Peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nuhdan,
İbrahimden, Mûsadan, Meryem oğlu İsadan sağlam bir söz
almışızdır.[946] Hakeza şöyle
buyurmuştur: Allah Nuha buyurduğu şeyleri size de din olarak
buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahime, Mûsaya ve İsaya da
buyurduk ki: Dine bağlı kalın, onda ayrılığa
düşmeyin.[947]
Münezzeh olan Allah ona ve kardeşine
ihsanda bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: And olsun ki Mûsa ve Haruna da iyilikte
bulunmuştuk.[948]
Hakeza her ikisine de selam göndermiştir: Mûsa ve
Haruna selam olsun diye iyi birer ün bıraktık[949]
Hakeza Musayı en güzel şekilde övmüştür:
Kitapta Mûsaya dair
anlattıklarımızı da an. O seçkin
kılınmış bir insan, tarafımızdan gönderilmiş
bir peygamberdi. Ona Turun sağ yanından seslenmiş ve
konuşmak için onu yaklaştırmış tık.[950]
O, Allahın katında değerli bir
kişiydi.[951]
Hakeza şöyle buyurmuştur: Ve Allah, Mûsaya gerçekten hitab etmişti.[952]
Enam suresi, (84-88) ayetlerde ise Hz.
Musayı diğer Peygamberlerin yanısıra zikretmiş ve tüm
Peygamberlerin iyilik sahibi ve salih kimseler olduğunu belirtmiştir.
Allah onları tüm varlıklardan üstün kılmış,
onları seçmiş ve onları doğru yola hidayet etmiştir.
Meryem suresinde de onu Peygamberler zümresinden zikretmiş, daha sonra da
bu surenin 58. Ayetinde Peygamberlerin Allahın kendilerine nimet
verdiği kimselerden olduğunu belirtmiştir.
O halde Musa (a.s) bütün bu
sıfatlara sahip bir Peygamberdi: İhlas, Allaha yakınlık,
Allah nezdinde itibar sahibi olma, ihsan, salah ve doğruluk ehli, üstünlük,
seçkinlik, hidayet ve Allahın nimetlerinden nasiplenme... Daha önce de bu
sıfatların anlamı, hakeza nübuvvet ve risaletin anlamı,
Musanın Allah ile konuşması hakkında bu kitabın,
ilgili yerinde bahsetmiş bulunmaktayız.
Allah Musaya indirdiği
kitabı, yani Tevratı zikretmiş ve onu imam, rahmet (Ahkaf
suresi/12), furkan, nur, öğüt (Enbiya/48) sıfatlarıyla, içinde
hidayet ve aydınlık bulunan (Maide/44) sıfatlarıyla
nitelendirmiş ve hakeza şöyle buyurmuştur: Ona levhâlârda her şeyden bir öğüt
yazdık ve her şeyi uzun uzadıya açıkladık[953]
Kuran, bir kaç yerinde de
İsrailoğullarının Tevratı tahrif ettiğini ve
Tevrat hakkında ihtilafa düştüklerini belirtmiştir. Buhtun-Nassarın
kıssasında, Filistinin onun eliyle yeniden fethedilişi, (Süleyman
mabedindeki) heykeli ortadan kaldırışı, Tevratı
yakışı, Yahudilerin miladdan önce beşyüz seksen sekiz
yılında Babile sürgün edişi, sonra, miladdan önce beşyüz
otuz sekiz yılında Babilin Kuriş, padişahı tarafından
fethedilişi, Yahudilerin yeniden Filistine dönmelerine izin verilişi
ve Tevratın Kahin Azra tarafından yazılışı da
tarihin ünlü olaylarındandır ve biz kitabın üçüncü cildinde Hz.
Mesihin (a.s) kıssaları bölümünde onlara işaret ettik.
Kuran-ı Kerim Musanın (a.s)
adını diğer bütün Peygamberlerden daha çok zikretmiştir,
sayıldığı üzere Kuranın yüz altmış
altı yerinde adı anılmıştır. Kuranın otuz dört
suresinde Hz. Musanın kıssasına detaylı veya özet bir
şekilde işaret edilmiştir. Musanın (a.s) bütün
Peygamberlerden daha çok mucizesi olmuştur. Kuran-ı Kerimde onun
nurlu mucizelerinden büyük bir miktarını zikretmiştir.
Örneğin asasının ejderhaya dönüşü, yed-i beyza, tufan;
çekirge, bit ve kurbağaların saldırısı, kan, denizin
yarılışı, kudret helvası ve bıldırcının
indirilişi, asanın taşa vurulmasıyla çeşmelerin
akışı, ölülerin dirilişi, Tur dağının
halkın başının üzerine kaldırılışı
ve benzeri bir çok mucizeler...
Allah-u Tealanın kelamında
Musanın (a.s) kıssasından bazı bölümler yer
almış, lakin bu kıssaların cüziyatı ve incelikleri
zikredilmemiştir. Aksine Kuran-ı Kerimde, Peygamberlerin ve
ümmetlerin kıssalarına işarette takip ettiği metot
esasınca insanların hidayet ve irşad boyutunda önem arzeden
bölümleriyle yetinilmiştir.
Musanın
kıssalarının genelini kapsayan bu bölümlerde ise şunlara
işaret edilmiştir: Mısırda İsrailli bir ailede
dünyaya gözlerini açmış ve Firavunun emriyle
İsrailoğullarının erkek çocuklarının
başının kesildiği bir anda dünyaya gelimiştir.
Musanın (a.s) annesi onu bir sandığa koymuş ve
sandığı Nil nehrine atmıştır. Firavun da onu
almış, süt vermesi ve büyütmesi için annesine geri çevirmiş,
böylece de Musa Firavunun evinde büyüyüp gelişmiştir.
Musa büluğ çağına erince
Kıbtilerden birini öldürmüş, Firavunun ve saray ehlinin kendisini
öldürdüğü adama karşı kısas edeceği korkusuyla
Medyene kaçmıştır. Musa Medyende Şuayb Peygamberin (a.s)
yanında kalmış ve onun kızlarından biriyle
evlenmiştir. Daha sonra Şuayb için taktir edilen müddet boyunca ona
hizmet ettikten sonra kendi ailesiyle Mısıra gitmiştir. Tur
dağı tarafında bir ateş görmüş ve o gece karanlığında
yolu kaybettiği için de Musa orada bulunan ailesini durdurmuş,
kendilerine bir miktar ateş getirmek veya ateşin yanında biri
varsa ondan yolu sormak için ateşe doğru gitmiştir. Ateşe yaklaştığı
zaman Allah o bereketli topraklardaki vadinin sağ tarafından ve
ağaçtan ona seslenmiş, onunla konuşmuş, onu
Peygamberliğine seçmiştir ve ona içinde asa mucizesi ve yed-i
beyzanın da bulunduğu dokuz mucize vermiştir. Allah Musayı,
ilahi mesajı Firavun ve Firavunculara iletmek ve
İsrailoğullarını kurtarmak için seçmiş ve Musaya
Firavuna gitmesini emretmiştir. Musa (a.s) da Firavunun yanına
gitmiş, onu hak dine davet etmiş ve ondan
İsrailoğullarını kendisiyle göndermesini, eziyet ve
işkenceden el çekmesini istemiş ve Firavuna asa mucizesini ve yed-i
beyzayı göstermiştir. Ama Firavun bunu kabul etmemiş, sihirbazların
sihir silahıyla Musaya (a.s) savaş ilan etmişti.
Sihirbazlar, sihirleriyle ejderhalar ve
yılanlar sergilediler. Ama Musa (a.s) asasını attı ve aniden
asası ejderhaya dönüşerek bütün o sihirleri yuttu. Sihirbazlar
toprağa, secdeye kapanarak şöyle dediler: Biz, alemlerin rabbine
Musanın ve Harunun ilahina iman ettik. Ama Firavun aynı
şekilde inkarı hususunda ısrar etti, sihirbazları tehdit
etti ve iman etmedi.
Musa (a.s) yine Firavun ve saraydakileri
Allaha davet etti ve tufan, çekirge, bit, kurbağa ve kan gibi nübuvvet
mucizelerini birbiri ardınca onlara gösterdi. Ama onlar yine kibirlenerek
ve büyüklenerek küfürlerinde ısrar ettiler. Başlarına gelen her
bela ve sıkıntı karşısında şöyle dediler:
Ey Musa! Rabbini bizim için yanındaki ahit ile çağır. Eğer
azabı bizden kaldıracak olursa kesinlikle ona iman ederiz ve
İsrailoğullarını da kesinlikle seninle birlikte göndeririz.
Ama Allah kendileri için bir müddet taktir edilen azabı onlardan
kaldırınca yeniden sözlerinde durmadılar.
Lakin Allah Musaya
İsrailoğullarıyla gece hareket etmesini emretti. Onlar hareket
ettiler ve sonunda denizin sahiline vardılar. Firavun da ordularıyla
onları takibe yöneldi. İki grub birbirini gördüğünde,
Musanın taraftarları, bize ulaşacaklar dediler. Musa
şöyle buyurdu: Asla! Zira rabbim benimledir ve çok yakında bana yol
gösterecektir Böylece Musaya asasıyla denize vurması emri geldi.
Musa da asasıyla suya vurunca su ortadan ikiye yarıldı.
İsrailoğulları denizden geçtiler. Firavun ve orduları da
onların ardı sıra denize girdiler. Herkes girdikten sonra da
Allah suyu her taraftan bir araya getirdi ve bütün Firavuncular boğuldular.
Allah
İsrailoğullarını Firavundan ve ordusundan kurtardıktan
ve onları içinde ne bir suyun ve ne de bir otun bulunduğu bir
kuraklığa ulaştırdıktan sonra onlara yeniden lütuf ve
yücelik gösterdi. Kendileri için kudret helvası ve
bıldırcın nazil buyurdu ve Musaya asasıyla taşa vurmasını
emretti. Böylece on iki çeşme aktı.
İsrailoğullarının her boyu kendi çeşmesine doğru
gitti. O çeşmeden içtiler. Kudret helvası ve
bıldırcından yediler. Bulut da başlarına gölge saldı.
Daha sonra Allah kendisine Tevratı nazil buyurmak için Tur
dağında Musayla kırk gün sözleşti. Musa kavminin
arasından Allah-u Tealayla konuştuğunu işitmesi için
yetmiş kişi seçti. O yetmiş kişi, Allahın Musayla
konuşmasını işitti, ama şöyle dediler: Allahı
apaçık bir şekilde görmedikçe, asla sana iman etmeyiz. Aniden
baktıkları bir halde, başlarına yıldırım
düştü. Lakin Allah Musanın duasıyla onları yeniden
diriltti ve mikat (kararlaştırılan kırk gece) sona
erdiğinde Allah Tevratı Musaya nazil buyurdu ve ona kavminden
ayrıldıktan sonra Samirinin kavmini sapıklığa sürükleyip
böylece kavminin buzağıya taptığını haber verdi.
Musa gazap ve hüzün ile kavmine doğru geri döndü. Buzağıyı
ateşe verdi, külünü de denize attı, Samiriyi kovdu ve ona şöyle
dedi: Git ki dünya hayatın boyunca şöyle diyesin: La mesas (bana
dokunmayın) Diğer insanlara da tövbe etmelerini ve tövbelerinin kabul
edilmesi için de kendilerini öldürmelerini emretti ve böylece tövbeleri kabul
oldu. Ama onlar yeniden Tevratın hükümlerini kabul etmediler. Sonunda da
Allah onların başına Tur dağını
kaldırdı. İsrailoğulları kudret helvası ve
bıldırcın yemekten usandılar ve şöyle dediler: Biz
bir tür yemeğe tahammül edemeyiz. Böylece Musadan rabbinden kendileri
için sebze, salatalık, sarmısak, mercimek ve soğan gibi
bitkileri dilemesini istediler. Böylece Allah onlara, Allahın kendilerine
taktir ettiği mukaddes topraklara gitmesini emretti. Lakin
İsrailoğulları bunu da kabule yanaşmadılar. Bunun
üzerine Allah bu toprakları kendilerine haram kıldı. Onları
kırk yıl boyunca çölde şaşkınlığa mahkum
etti.
Allahın Kehf suresinde
zikrettiği Musanın (a.s) bir kıssası da o gençle salih
kulu görmek için Mecmeul-Bahreyne (iki denizin birleştiği yere)
gitmesi ve ondan ayrılıncaya kadar onunla birlikte yolculuk
etmesidir.
Allah-u Teala Saffat suresinde Harunu (a.s) kendisine Peygamberlik ve kitap
verilmesinde, doğru yola hidayet edilmesinde, selam göndermesinde, onu
iyilerden ve Allahın mümin kullarından saymasında Musa (a.s)
ile ortak kılmış (Saffat/114-122) ve onu mürsel (Taha/47), nebi
(Meryem/53) ve kendisine nimet verdiği kimselerden (Meryem/58)
saymış ve onu Enam suresinde adını andığı
Peygamberlerin, iyilik, salah, üstünlük, seçtiklik ve hidayet gibi sıfatlar
hususunda onlarla ortak kılmıştır. (Enam/84-88)
Musanın Tur gecesi
yaptığı bir duada şöyle yer almıştır: Ailemden olan kardeşim Harunu bana vezir
yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki seni daha çok tesbih
edelim ve çokça analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin dedi.[954]
Harun (a.s) her yerde kardeşiyle
birlikte olmuş, işlerinin tümüne katılmış, onun tüm
hedef ve maksatlarına ulaşmasına yardımcı
olmuştur.
Kuran-ı Kerimde Harunun Musanın
mikata gittiği kırk gün, onun kardeşinin yerine geçişi
dışında, özel bir olayı zikredilmemiştir.
Musa mikat için gittiğinde Haruna
şöyle buyurmuştur: Kavmim arasında benim yerime geç, islah et,
fesat çıkaran kimselerin yoluna uyma. Ama Musa, gazap ve hüzünle
buzağıya tapan kavminin yanına geri döndüğünde, Tevrat
levhalarını attı, kardeşinin başını tuttu,
onu kendine doğru çekti. Harun şöyle dedi: Ey annemin oğlu (kardeşim)!
Bu insanlar beni zayıf bıraktılar, neredeyse beni
öldüreceklerdi. O halde düşmanlarını sevindirme ve beni
zalimlerle aynı kefede değerlendirme. Musa şöyle dedi: Ey
rabbim! Ben ve kardeşimi bağışla! Bize rahmet et!
Şüphesiz sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.
Musanın (a.s) kıssaları
Tevratın beş kitabında birinci kitabı
dışında- yani, çıkış, laveliler, sayılar ve
tesniye kitabında yer almıştır. Bu kitaplarda
doğumundan ölümüne kadar tüm hayatının detayları ve
kendisine vahyolunan şeri hükümler zikredilmiştir. Ama Tevratın
Musa hakkında naklettiği şeylerle, Kuranda nakledilen
şeyler arasında bir çok ihtilaflar vardır. En önemli
farklılıklardan biri, Tevratın dediğine göre, Musaya nida
edilmesi ve Allahın onunla ağaç vesilesiyle konuşması,
Medyen topraklarında ve onun ailesiyle Mısıra doğru
hareketinden önce vaki olmuştur. Yani kayınbabası, Medyen kahini
Yesrunun[955]
koyunlarını otlattığı ve koyunlarını
sahranın çölün diğer tarafına sürdüğü, Allahın
dağı Huribe geldiği zamandır. Tevrata göre Allahın
meleği bir ateş alevi şeklinde çalılar arasında yüzüne
zahir olmuş, Allah ona seslenmiş, onunla konuşmuş,
İsrailoğullarının kurtuluşu için onu Firavuna
göndermiştir.[956]
Önemli farklılıklardan biri de
Tevrata göre Musanın kendisine gönderildiği Firavun, Musayı
Nilden alan, onu büyüten Firavun değildir. Musa Kıbtiyi öldürdükten
sonra da kanına kısas yapılarak öldürüleceği korkusuyla bu
Firavunun elinden kaçmıştır.[957]
Önemli farklılıklardan biri de
Tevrat, asaların atıldıktan sonra sihirbazların iman
etmesine, asaların yılana dönüşmesine, Musanın
asasının ise onların tümünü yutmasına işaret etmemiştir.
Aksine sihirbazlar Firavunun yanında kalmışlar. Kan ve
kurbağalar mucizesinde de Musaya karşı koymuşlar, sihir
yoluyla Musanın (a.s) mucizeyle yaptığı şeyi
yapmışlardır.[958]
Önemli farklılıklardan biri de
Tevrata göre İsralioğulları için buzağı yapan
şahsın Musanın (a.s) kardeşi, Harun Nebinin
oluşudur. Zira sözde İsralioğulları, Musanın Tur
dağından dönüşünün geciktiğini görünce, hepsi Harunun
yanına toplanmış ve ona şöyle demişlerdir: Kalk ve
bizler için ilahlar yap ki bizden önce hareket etsinler. Çünkü bu
şahıs (Musa) bizi topraklarımız Mısırdan
dışarı çıkardı, başımıza nelerin
geldiği belli değil. Harun ise şöyle dedi:
Kadınlarınızın, erkek ve kız
çocuklarınızın kulağında olan altın küpeleri
dışarı çıkarıp benim yanıma getirin Böylece
bütün kavim, kulaklarında olan altın küpeleri Harunun yanına
getirdi. Harun onları eline aldı. Onlara kalemle resim çizdi ve ondan
(kalıbı) dökülmüş bir buzağı yaptı. Onlar
şöyle dediler: Ey İsrail! Acaba seni Mısırdan
dışarı çıkaran bu ilahların mıdır? Kuran
ayetlerinde Tevratta yer alan Musanın (a.s) bu türlü
kıssalarına itiraz edilmiştir ki bunlar Kuran ayetlerinde
düşünen kimseye gizli değildirler.[959]
Bütün bunların yanısıra
Kuran ve Tevrat arasında bir çok farklılılıklar da
vardır. Örneğin: Kıpti birinin öldürülüşü hikayesi
hakkında Tevrata göre davanın her iki tarafı da İsrailin
ikinci gününde idiler.[960]
Hakeza Tevratta yer aldığına
göre asayı atan ve sihirbazların bütün yılanlarını
yutan kimse Harun idi. Harun Musanın[961]
emri üzere asasını atmıştır. Hakeza Tevratta mikat
için yetmiş kişinin seçilişinden onlara
yıldırımının inmesinden ve ölümlerinden sonra
dirilişlerinden söz edilmemiştir.
Hakeza Tevratta yer
aldığına göre Musanın (a.s) dağdan dönerken
kendisiyle birlikte getirdiği ve yere attığı levhalar da
şahadet levhası[962]
adındaki, taştan iki levha idiler. Hakeza bu ve benzeri konularda
Kuran ve Tevrat arasında bir çok farklılıklar mevcuttur.[963]
502. Konu
En-Nubuvvet (2)
Nübüvvet
13-Musa ve Hızır (a.s)
F
Bihar, 13/278, 10. Bölüm; Kıses-u Musa ve
Hızır (a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 15/157, Kısset-u Musa ve
Hızır (a.s)
Bak.
F
El-Vasiyyet, 4077. Bölüm
Kuran:
Mûsa, genç arkadaşına: Ben iki
denizin birleştiği yere ulaşmağa, yahut yıllarca
yürümeye kararlıyım demişti... Duvar ise, şehirde iki
yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir
hazinesi vardı; babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların
erginlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet
olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları
kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın
işlerin içyüzleri budur.[964]
19649. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Hızır, Allah
Tebareke ve Tealanın kavmine gönderdiği mürsel bir Peygamberdi. O
kavmini Allahı bir bilmeye, peygamberlerini ve elçilerini ikrar etmeye ve
kitabını kabullenmeye çağırdı. Hızırın
mucizesi de oturduğu her kuru tahtanın veya otsuz yerin yeşermesiydi
ve bu yüzden o Hızır (yeşil) olarak
adlandırılmıştır.[965]
19650. Şeyh Saduk şöyle buyurmuştur:
Hızır (a.s), kurak ve otsuz bir yere
oturduğu zaman o toprak yeşerdiği için kendisine Hızır
adı verilmiştir. Onun ömrü bütün insanlardan daha uzundur.[966]
19651. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah kardeşim Musaya rahmet eylesin. Utandı ve o
sözü söyledi. Eğer arkadaşıyla kalsaydı en
şaşırtıcı şeyleri görecekti.[967]
19652. İmam Bakır (a.s) veya
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Eğer Musa (a.s) sabredecek olsaydı
şüphesiz o alim (Hızır) kendisine yetmiş ilginç şey
gösterecekti.[968]
19653. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allahın rahmeti bize ve Musanın üzerine olsun.
Eğer sabretseydi şüphesiz yoldaşından bir çok ilginç
şeyler görürdü. Ama o şöyle dedi: Bundan sonra sana bir şey
sorarsam bana arkadaş olma, o zaman benim tarafımdan mazur
sayılırsın.[969]
19654. Hasan b. Said Lahmi şöyle diyor: Arkadaşlarımızdan
birinin bir kızı dünyaya geldi ve o İmam Sadıkın
(a.s) huzuruna vardı. İmam (a.s) onun kızı olduğundan
dolayı rahatsız olduğunu görünce ona şöyle buyurdu:
Düşün ki eğer Allah sana şöyle vahyetseydi: Ben mi senin için
seçeyim yoksa kendin mi seçeceksin o şahıs şöyle arzetti:
Şüphesiz ben şöyle derdim: Ey Rabbim! Sen benim için seç İmam
(a.s) şöyle buyurdu: O halde Allah senin için bunu (bu kızı)
seçmiştir. Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu: O alimin
(Hızır) Musa ile yoldaşlık ettiği zaman öldürdüğü
erkek çocuk hakkında Alalh-u Teala şöyle buyurmuştur:
Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini
vermesini istedik. Allah ona karşlılık anne babasına
neslinden yetmiş peygamberin geldiği bir kız çocuğu verdi.[970]
19655. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Musa b.
İmranın vasisi Yuşa b. Nun idi ve o da Allahın kendi
kitabında adını andığı genç kimseydi.[971]
19656. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sehle mescidi o rakibin yeridir.
Kendisine, O rakip kimdir? diye sorulunca da şöyle buyurmuştur:
Hızır (a.s).[972]
19657. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Hızır hayat
suyundan içti ve bu yüzden hayattadır. Sura üfürülünceye kadar da
ölmeyecektir. O yanımıza gelir ve selam
eder, biz onun sesini duyarız ama kendisini görmeyiz. Nerede ismi
anılırsa o oradadır, sizden her kim onun ismini anarsa ona selam
göndersin. Her yıl hac mevsiminde
hacda bulunur, bütün hac emirlerini yerine getirir ve Arafatda müminlerin duasına
amin demek için durur. Çok yakında Allah onu gaybeti zamanında
Kaimimizin dostu kılacak ve onun vesilesiyle kendisini
yalnızlıktan kurtaracaktır. [973]
Münezzeh olan Allah Musaya (a.s),
kullarından birinin Musanın sahip olmadığı bir ilme
sahip olduğunu bildirdi ve ona şöyle buyurdu: Eğer iki denizin
birleştiği yere gidecek olursan onu orada bulacaksın. Ve o ölü
balığın dirildiği (veya kaybolduğu) yerdedir.
Musa o bilgin kimseyi görmeyi kararlaştırdı.
Ve imkanı olduğu taktirde ondan bir takım ilimleri
öğrenecekti. Musa bu kararını kendi genciyle konuştu. Her
ikisi de iki denizin birleştiği yere doğru hareket ettiler.
Yanlarına da bir adet ölü balık aldılar ve sonunda iki denizin
birleştiği yere vardılar. Her ikisi de yorgun idiler. Orada
sahilin kenaraında bir kaya vardı. Bu yüzden bir müddet dinlenmek
için o kayaya yaslandılar ama
balıktan gaflet ettiler ve onu unuttular. Aniden ölü balık harekete
geçti, dirildi ve denize düştü veya ölü olduğu halde suya düştü
ve suyun dibine girdi. O genç balığı gördü, onun bu işine
şaştı ama olayı Musaya söylemeyi unuttu. O ikisi
kalkıp iki denizin birleştiği yerden geçtiler. Yeniden yorgun
olunca Musa ona şöyle dedi: Yemeğimizi getir ki bu yolculukta çok yorulduk. İşte
burada o genç balığı ve gördüğü o ilginç sahneyi
hatırladı ve Musaya (a.s) şöyle dedi: O kayaya
sığındığımız zaman balık dirildi denize
düştü yüzerek suyun altına gitti. Ben konuyu sana söylemek istedim
ama şeytan bana bunu unutturdu. Veya (kayalık yerde
balığı unuttum, denize düştü ve suya daldı.)
Musa şöyle buyurdu: İşte
o bizim aradığımız ve talep ettiğimiz şeydir.
Oraya geri dönmeliyiz. Ardından
geldikleri yoldan geridöndüler ve orada Allahın katından kendisine
bir rahmet verdiği ve ona ledunni
ilim bağışladığı Allahın salih
kulunu buldular. Musa konuyu ona söyledi ve ondan kendisiyle birlikte gelmesine
izin vermesini ve Allahın kendisine verdiği ilimden kendisine de
öğretmesini istedi. O alim kimse kendisine şöyle dedi: Sen bende
gördüğün şeylere tahammül gücüne sahip değilsin. O şeylerin
hakikatini ve gerçeğini bilmiyorsun. Zira haberdar
olmadığın şeyler hususunda nasıl sabredebilirsin?
Musa (a.s) Allahın izniyle sabredeceğine ve hiç bir işine
muhalefet göstermeyeceğine dair söz verdi. O alim kimse isteği ve
vadi üzere şöyle dedi: Eğer bana tabi olursan bizzat ben bir
açıklama yapmadığım sürece hiçbir şey hakkında
bana soru sormaman gerekir.
Böylece Musa ve o alim kimse birlikte yola koyuldular ve
içinde bir takım yolcularında bulunduğu bir gemiye bindiler.
Musa o alimin zihninden geçen şeylerden haberdar değildi. Zira o alim
şahıs gemiyi deldi, dolayısıyla geminin batmasından
korkuluyordu. Bu iş Musayı (a.s) şaşkınlığa
düşürdü ve dolayısıyla da verdiği sözü unuttu ve bu yüzden
de ona şöyle dedi: Yolcuları batırmak için mi gemiyi deldin?
Kötü bir iş yaptın. O bilgin şahıs şöyle buyurdu:
Ben sana asla benimle birlikte sabredemeyeceğini söylemedim mi? Musa
(a.s) verdiği sözü unuttuğundan dolayı ondan özür diledi ve
şöyle dedi: Beni unuttuğum şey sebebiyle kınama ve
işlerim hususunda bana sıkı davranma.
O ikisi birlikte yola koyuldular,
sonunda bir çocuğun yanına vardılar. O bilgin şahıs o
çocuğu öldürdü. Musa (a.s) yine kendisini tutamadı ve onu
kınamaya başlayarak şöyle dedi: Andolsun ki hiç kimseyi
öldürmediği halde günahsız bir kimseyi öldürdün. Gerçekten de
uygunsuz bir iş yaptın. Bilgin şahıs ona yeniden
şöyle dedi: Ben sana benimle birlikte sabredemezsin demedim mi? Bu defa
Musa (a.s) bir özür bulamadı ve razı olmadığı ayrılığı
önlemek için bir neden ortaya koyamadı. Dolayısıyla ondan
birlikteliklerinin başka bir soru sormama şartıyla
olmasını istedi. Eğer üçüncü defa soru soracak olursa artık
ondan ayrılacaktı. Musa (a.s) istediği mühleti şöyle beyan
etti: Eğer bundan sonra sana bir şey soracak olursam artık
benimle birlikte olma ve benim tarafımdan kesinlikle artık mazur
olursun. Bilgin şahıs bunu kabul etti.
O ikisi yeniden yola koyuldular. Bir
kasabaya uğradılar. Oldukça acıktıkları için o kasaba
halkından yiyecek bir şey istediler. Ama hiç kimse onlara ikramda
bulunmadı. Bu esnada yıkılmak üzere olan bir duvarı
gördüler. Öyle ki insanlar o duvara yaklaşmaktan sakınıyordu.
Bilgin şahıs duvarı düzeltti. Musa şöyle dedi: Eğer
isteseydin bunun için bir ücret alabilirdin ve bu vesileyle de
açlığımızı giderebilirdik. Zira biz bu ücrete
muhtaçtık ve bu insanlar da bize ikramda bulunmadılar. Bilgin
şahıs şöyle buyurdu: Şimdi birbirimizden ayrılma
zamanı geldi. Ben şimdi gördüğün ve tahammül edemediğin
işlerin iç yüzünü sana bildireceğim. Daha sonra şöyle buyurdu:
O gemiye gelince o gemi denizde çalışan fakir kimselere aitti. O
gemi vasıtasıyla hayatlarını temin ediyorlardı.
Onların öte tarafında gemileri zorla gasbeden bir hükümdar
vardı. Bu yüzden gemiyi deldim ki padişah ona rağbet
göstermesin.
O küçük çocuğa gelince, anne
babası mümin olduğu halde kendisi kafirdi. Eğer o hayatta
kalacak olsaydı küfür ve isyanıyla onları da
saptıracaktı. Böylece anne babası ilahi rahmete mazhar oldu ve
Allah kendilerine o çocuk yerine daha temiz ve sevgili bir çocuk nasip etmesi
için onu öldürmemi emretti, ben de onu öldürdüm.
Ama o duvara gelince, bu kasabada
yaşayan iki yetim çocuğa aitti. O duvarın altında
kendilerine ait olan bir hazine vardı. Babalarının
temizliği sebebiyle bu ikisi ilahi rahmete mazhar oldular ve (Allah) bana
ayakta kalması için o duvarı düzeltmemi emretti. O iki çocuk
bulüğ çağına erişince hazineleri dışarı
çıkaracaktır. Eğer o duvar yıkılacak olsaydı
hazine ortaya çıkar ve insanlar onu talan ederlerdi.
Daha sonra şöyle buyurdu: Ben bu
işleri yaparken kendi başıma hareket etmedim. Aksine
Allahın emriyle yaptım. Bu işlerin sırrı da sana
dediğim bu şeylerdi. Ardından o bilgin şahıs Musadan
ayrıldı.
Kuran-ı Kerimde
Hızırdan Musanın iki
denizin birleştiği yere yolculuk kıssası
dışında başka bir yerde söz edilmemiştir. Onun bütün
sıfatlarından sadece şu sıfatı beyan edilmiştir: Bu arada ikisi katımızdan kendisine
bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz
kullarımızdan birini buldular.[974]
Peygamberden (a.s) veya Ehl-i Beyt
imamlarından Hızır hakkında nakledilen rivayetlerden de bir
takım bilgiler elde edilmektedir. Örneğin Muhammed b. Ammarenin
İmam Sadıktan (a.s) nakletitği bir rivayete göre
Hızır Allah-u Tealanın kendisini kavmine gönderdii mürel
peygamberlerden biridir. O halkını tevhide Allahın elçilerini,
peygamberlerini ve kitaplarını ikrar etmeye davet etti. Onun mucizesi
de oturduğu her kuru ağacın veya otsuz yerin yeşermesi idi.
Bu yüzden Hızır olarak adlandırılmıştır. Asıl
ismi Talya b. Malik b. Amr b. Erfehşed b. Sam b. Nuh idi... Hızırın
bu adla adlandırılmasının sebebi hususundaki bu hadisi teyit
eden bir başka bir rivayet Durrul Mensurda bazı hadis kitabı
yazarlarının İbn-i Abbastan ve Ebu Hureyre vasıtasıyla
Peygamberden (a.s) nakledilen şu sözüdür: Hızır beyaz bir deri
üzerinde namaz kıldığında o deri yeşerdiği için
Hızır olark adlandırılmıştır.
Ayyaşinin Bureydden ve onun da
iki Sadıktan (a.s) birinden naklettiği bazı rivayetlerde ise
Hızır ve Zülkarneynin iki bilgin kimse olduğu ve Peygamber
sayılmadığıdır... Ama Hızırın Musa
(a.s) ile ilgili kıssası hakkında nazil olan ayetler zahiren
onun peygamber olduğunu göstermektedir. Onun peygmaber olmadığını
söylemek nasıl mümkündür? Oysa hakkında nazil olan ayetlerde
kendisine hüküm indirildiği belirtilmektedir.
Ehl-i Beyt İmamlarından farklı
yerlerde nakledilen rivayerlerden de anlaşıldğı üzere
Hızır (a.s) henüz diridir ve dünyadan göçmemiştir. Elbette Allah
için kullarından birinin ömrünü uzatması, uzun bir müddet onu diri
tutması işten bile değildir. Bu işin imkansız
olduğunu gösteren akli bir delil de yoktur.
Ehl-i Sünnet kanalıyla nakledilen
bazı rivayetlerde ise Hızırın uzun ömre sahip
olmasının sebebi hakkında, Hızırın Ademin oğlu
olduğu ve Deccalı yalanlayıncaya kadar ecelinin
ertelendiği belirtilmiştir. Bazı rivayetlerde de yer
aldığına göre Adem (a.s) onun kıyamete kadar diri
kalması için dua etmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet kanalıyla
nakledilen bir takım rivayetlerde ise
Hızır karanlıkların
bağrında kaynayan hayat suyundan içmiştir. Zira Hızır
hayat suyunu talep eden Zülkarneynin ordusunun en önünde hareket ediyordu.
Dolayısıyla bu hayat suyu Hızıra nasip oldu Zülkarneyne
nasip olmadı. Bu ve benzeri rivayetler ahad hadisler olup kesinlik ifade
etmemektedir. Doğruluğu hakkında Kuran yakin edilen sünnet veya
akıl açısından bir delil mevcut değildir.
Hızır hakkında bir çok kıssalar,
hikayeler ve rivayetler mevcuttur. Bunlara hiç akıl sahibi itimat edemez.
Örneğin Hasifin rivayetinde şöyle denilmiştir: Peygamberlerden
dördü hayattadır: onlardan İsa ve İdris göklerde diğer
ikisi yani Hızır ve İlyas ise yeryüzündedir. Hızır
denizde yaşamakta ve İlyas ise karada.
Hakeza Akilinin Kaabdan naklediği
rivayette de şöyle yer almıştır: Hızır yukarı
ve aşağı denizin arasında bir minberin üzerindedir. Denizdeki
hayvanlara onun sözünü dinlemeleri ve kendisine itaat etmeleri
emredilmiştir. Her gün sabah akşam ruhlar ona sunulur.
Hakeza Kaabul Ahbarın
rivayetinde de yer aldığına göre Hızır b. Amil
bazı arkadaşlarıyla birlikte Hind denizine yani Çin denizine
varmak için gemiye bindi ve dostlarına şöyle buyurdu: Ey dostlar!
Beni denize doğru baş aşağı tutunuz. Onlar da bir kaç
gece ve gündüz onu denize doğru başaşağı tuttular.
Daha sonra yukarı gelince şöyle dediler: Ey Hızır! Orada ne gördün? Allah
sana çok ilginç ikramda bulundu ve bu müddet boyunca denizin derinliklerinde
diri kaldın. Hızır (a.s) şöyle buyurdu: Meleklerden biri
yanıma gledi ve şöyle buyurdu: Ey hata eden Ademin oğlu! Nereden
geldin ve nereye gidiyorsun? Ben şöyle arzettim: Denizin dibini görmek
istiyorum. Bana şöyle buyurdu: Nasıl denizin altına
ulaşabilirsin ki? Davudun(a.s) zamanında bir şahıs denize
atıldı ama henüz denizin derinliğinin üçte birine
ulaşamamıştır. Oysa o zamandan bu zamana üç yüz yıl
geçmiştir. Bu tür diğer bazı rivayetler de böylesi nadir
hikayeleri ve kıssaları içermektedir.
502. Konu
En-Nubuvvet (2)
Nübüvvet
14-İsmail (a.s)
F
Bihar, 13/38, 15. Bölüm; Kısas-u
İsmail Ellezi Semmahu Sadikul-Ved
Kuran:
Kitapta İsmaile dair
anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir
kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi. Ailesine namaz
kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi. Rabbinin katında
hoşnutluğa ermişti.[975]
19658. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan
Allahın kitabında, Kitapta İsmaili an diye
buyurduğu İsmail İbrahimin oğlu İsmail değildir.
O aziz ve celil olan Allahın kavmine gönderdiği Peygamberlerden bir
Peygamber idi. Kavmi onu tuttu, başının ve yüzünün derisini
soydular. Bir melek yanına gelerek ona şöyle dedi: Allah beni senin
yanına gönderdi. Bana istediğini buyur. O şöyle dedi: Ben
Hüseyine (a.s) yapılan şeye uyuyorum.[976]
19659. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: İsmail Allahın gönderdiği
bir peygamber idi.. Kavmi ona musallat oldu, başının ve yüzünün
derisini yüzdüler. Daha sonra alemlerin rabbi tarafından bir melek geldi
ve şöyle buyurdu: Rabbin sana selam göndermekte ve sana şöyle
buyurmaktadır: Sana yaptıklarını gördüm Allah bana sana
itaat etmemi emretmiştir. O halde istediğin şeyi bana emret. O
şöyle buyurdu: Hüseyin b. Ali (a.s) benim örnek aldığım
kimsedir.[977]
19660. İmam Rıza (a.s), Süleyman
Caferiye şöyle buyurmuştur: İsmailin
neden Sadıkul-Vaad (sözünde duran) kimse olarak adlandırıldığını
biliyor musun? Ben şöyle arzettim: Hayır İmam şöyle
buyurdu: O birine söz verdiği için tam bir yıl oturarak onu
bekledi.[978]
19661. Tefsir-i Kumide Allah-u Tealanın Kitapta İsmaile dair
anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir
kimse idi
ayeti hakkında İmamın şöyle buyurduğu yer
almıştır: İsmail biriyle
sözleşti ve bir yıl boyunca onu bekledi. O İsmail b.
Hazkildir.[979]
Şöyle diyorum: Allame Tabatabai
(r.a) bu hadisi naklettikten sonra şöyle buyurmaktadır: İsmailin
(a.s) Vaad ettiği yerde kendisini bekleyeceğine dair verdiği söz
mutlak idi. Yani bir saat veya bir gün veya falan müddet kendisi için
sabredeceğini belirtmemişti. Bu yüzden de sahip olduğu sıdk
(doğruluk) makamı onun mutlak olarak verdiği vaadine vefa
göstermesini ve dostuna vaad ettiği yerde geri dönünceye kadar beklemesini
gerektirdi. Vefa ve sözünde durma sıfatı, muhabbet, irade, azim,
iman, güvenirlik ve teslim gibi diğer nefsani sıfatların ilim ve
yakın mertebelerinin farklılığı hasebiyle
farklılıkları vardır. Örneğin imandan bir mertebe hata
ve günahla uyuşmaktadır ve bu da imanın en düşük
mertebesidir. Bu mertebe sürekli gelişmekte, halis olmakta, daha da
halisleşmekte ve sonunda her türlü gizli şirkin de temizlendiği
ve neticede kalbin hatta Allahtan başka hiçbir şeye iltifat
göstermediği bir makama ulaşmaktadır ve bu da imanın en üst
mertebesidir. Sözüne vefa göstermek de aynı şekilde farklı
mertebelere sahiptir. Bunun en düşük mertebesi, bir veya iki saat bir yerde beklemeye dair söz
vermesi ve işi çıktığı durumda da oradan gitmesidir.
Ahde vefa göstermek örfte bunu da içermektedir. Bu mertebeden daha yükseği
ise, akşam gelip çatıncaya kadar veya örneğin artık
muhatabın gelişinden ümidinin kesileceği zamana kadar
beklemektir. Bu durumda da mutlak vaade ümidini kesmek şartına
bağlıdır. Bundan daha yüksek mertebe ise, uzun süre beklese de
dostu gelinceye kadar beklemektir. O halde güçlü nefisler, söz ve
davranışlarına çok dikkat ederler, asla amel edemeyecekleri bir
sözü vermezler, söz verdikleri zaman da hiçbir engel onları harekete
geçirmekten alıkoyamaz.
Rivayetlerde de yer
aldığına göre Peygamber (s.a.a) Mekkede, ashaplarından
birine geri dönünceye kadar Allahın evinin yanında onu
bekleyeceğine dair söz vermişti. O şahıs işinin
peşice gitti ve Peygambere verdiği sözü unuttu. Peygamber onu üç gün
orada bekledi. Sonunda halk durumu anladı ve o şahsa haber verdiler.
O şahıs geldi ve Peygamberden özür diledi. Evet,
sıddıkların makamı verdikleri her söz ile amel etmelerini
gerektirmektedir.[980]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
15-İlyas (a.s)
F
Bihar, 13/392, 16. Bölüm; Kısset-u
İlyas ve İlya vel-Yese (a.s)
Kuran:
Doğrusu İlyas da peygamberlerdendir.
Kavmine: Allaha karşı gelmekten sakınmaz
mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbiniz,
önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allahı
bırakıp da Bal putuna mı taparsınız? demişti.
Bunun üzerine onu yalanlamışlardı. Allahın Ona içten
bağlı kulları bir yana, bunların hepsi cehenneme
götürüleceklerdir. Sonra gelenler
içinde, İlyasa selam olsun diye bir ün bıraktık. Doğrusu
biz iyileri böylece mükâfatlandırırız. O, iman etmiş
kullarımızdandı.[981]
Zekeriyayı, Yahyayı,
İsayı ve İlyası da, (doğru yola iletmiştik.)
Hepsi de iyilerden idi.[982]
19662. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Kereviz yiyiniz. Zira kereviz,
İlyas, Elyesa ve Yuşa b. Nunun yiyeceği idi.[983]
Kuran-ı Kerimde
İlyasın adı burada (Saffat suresi 123-132. ayetler) ve
Peygamberlerin hidayetinden söz edildiği Enam suresinde geçmekte ve
şöyle buyurulmaktadır: Zekeriyya,
Yahya, İsa ve İlyas, tümü salihlerden idiler.
İlyasın adı başka bir yerde zikredilmemiştir. Allah-u
Teala bu surede onun kıssası hakkında sadece Bal putuna tapan
kavmini Allaha kulluğa davet ettiğini ve kavminden sadece az bir
grubun ona iman ettiğini zikretmiştir. Ona az bir grubunun iman
ettiğini ve halis bir imana erdiğini zikretmiştir.
İnsanların çoğunu teşkil eden diğerleri ise,
İlyası (a.s) yalanlamışlardır ve onlar (cehenneme
götürülecek kimselerdendir.)
Münezzeh olan Allah Enam suresinde
diğer Peygamberlerini övdüğü gibi onu da övmüş, onun mümin ve
iyilik sahibi kullarından biri olduğunu ifade ederek methetmiş,
ona selam göndermiştir. Meşhur kıraate göre, İlyasa selam
olsun diye okunmaktadır.
İlyas (s.a) hakkında
çeşitli ve birbiriyle uyuşmayan bir takım rivayetler
vardır. Bu konu Peygamberlerin kıssası hakkında nakledilen
ve ilginç işleri ifade eden rivayetlerin geneli hakkında geçerlidir.
Örneğin, İbn-i Mesudun rivayet ettiğine göre, İlyas,
İdrisin bizzat kendisidir. Hakeza İbn-i Abbasın Allah Resulünden
naklettiği rivayete göre Hızır İlyasın bizzat
kendisidir. Veheb, Kabul-Ahbar ve diğerlerinden rivayet edildiği
üzere ise İlyas diridir ve Surun ilk nefhasına üfürülünceye kadar da
diri kalacak ve ölmeyecektir. Hakeza Vehepten nakledildiğine göre
İlyas Allahtan kendisini kavminin elinden kurtarmasını
istemiştir. Allah da ona at şeklinde ve ateş renginde bir binek göndermiştir. İlyas onun
üzerine atlamış ve gitmiştir. Allah onun üzerine kanat ve nur germiştir.
Ondan yiyecek ve içeçeğin lezzetini almış onu meleklerinden biri
haline getirmiştir. Kabul Ahbardan nakledilen bir rivayete göre ise
İlyas dağ ve çöllerin sahibidir ve o Allahın zunun (Yunus)
olarak adlandırdığı kimsedir. Hassandan rivayet
edildiğine göre İlyas çöllere, Hızır ise dağlara tayin
edilmiştir. Enesten nakledildiğine göre ise İlyas, Peygamberi
(s.a.a) yolculuklarından birinde görmüş onunla oturarak
görüşmüş sonra ikisi için gökten bir sofra inmiş ve her ikisi de
o sofradan yemiş, birbirine yedirmiş, daha sonra İlyas Allah
Resulü ve kendisiyle vedalaşmış ve de rivayete göre Enes onun
göklere bulutların üstüne gittiğini görmüştür. İlyas
hakkında bu ve benzeri bir çok konular nakledilmiştir.[984]
Bazı Şii rivayetlerde yer
aldığına göre ise İlyas diri ve ebedidir.[985]
Ama bu rivayetler oldukça zayıftır. İlyasın
kıssasıyla ilgili ayetlerin zahiri de bu konuyu teyit etmemektedir.
El-Bihar kitabında
İlyasın kıssasının altında Kısasul
Enbiyadan kendi senediyle Saduktan o da kendi senediyle Veheb b. Münebbihten
bu hadisi Salebi de el-Araiste İbn-i İshaktan nakletmiştir ve
diğer hadis alimleri de bu hadisi daha detaylı bir şekilde
rivayet etmişlerdir- oldukça detaylı bir hadis nakletmektedir ki bu
rivayetin özeti şöyledir: İsrailoğullarının
saltanatı dağıldıktan ve aralarında
bölüştürüldükten sonra İsrailoğulları boylarından biri
Balebeg bölgesine göç etti. Bu boyun Bal adında puta tapan bir hükümdarları
vardı. Ve halkı da ona ibadet etmeye zorladı.
Onun kendisinden önce yedi hükümdarla
evlenen ve torunları müstesna doksan çocuk doğuran kötü bir karısı vardı.
Padişah bir yere gittiği zaman onun yerine geçiyor ve insanların
arasında hükmediyordu. Padişahın mümin ve bilgin bir katibi
vardı. Hükümdarın karısının öldürmek istediği üç
yüz mümini onun elinden kurtarmıştı. Padişahın
sarayının yakınlarında da bir bağı olan bir mümin
yaşıyordu ve hükümdar bu komşusuna saygı gösteriyor ve onu
yüceltiyordu. Bir gün padişahın yokluğunda kadın bu mümin
komşusunu öldürdü ve onun bağını gasbetti. Padişah
geri dönüp olaydan haberdar olunca karısını kınadı. karısı
özür ve bahane getirerek hükümdarı razı etti. Bu esnada Allah-u Teala
tevbe etmedikleri taktirde o ikisinden intikam alacağına dair yemin
içti. Bu yüzden İlyası (a.s) Allaha kulluk ve ibadete davet etmesi
için bu kavme gönderdi. O padişaha ve karısına Allahın
böyle bir yemin içtiğini haber verdi. İnsanlar İlyasa karşı
öfkelendiler. Ona işkence etmeye ve onu öldürmeye niyetlendiler.
İlyas da onların elinden orada bulunan geciti en zor dağlardan
birine kaçtı. Yedi yıl orada yaşadı,
açlığını oradaki bitkilerden ve meyvelerden giderdi.
Bu arada Allah sultanın çok
sevdiği oğullarından birisini bir hastalığa düçar
kıldı. Sultan çocuğunun şifa bulması için Bal putuna
tevessül etti ama bir sonuç alamadı. Ona şöyle dediler:
İlyası öldürmedikçe Bal senden dolayı sana gazap edecektir.
Padişah bir grubu hile ve aldatmayla onu yakalaması için İlyasa
gönderdi. Ama Allah bu gruba ateş indirdi ve hepsini yaktı. Sultan
kahramanlardan bir grubu o mümin katiple birlikte ona gönderdi. İlyas o
katibi sultanın gazabından korumak için onlarla beraber gitti. Ama
münezzeh olan Allah şahın oğlunu dünyadan aldı.
Oğlunun ölümü padişaha İlyası unutturdu. İlyas da
salim bir şekilde yerine geri döndü.
İlyas uzun bir müddet gizlendikten
sonra dağdan indi. Yunus b. Mettanın annesinin evine gizlendi. Yunus
o zamanlar süt emen bir çocuktu. Altı ay sonra İlyas yeniden
dağa gitti ve tesadüfen o gittikten sonra Yunus vefat etti. Yunusun
annesi İlyası aramaya koyuldu ve onu buldu. Ondan ricada bulundu.
İlyasta dua etti. Alalh onun duasıyla Yunusu yeniden diriltti.
İlyas, Allahtan
İsrailoğullarından intikam almasını, onlara
yağmur yağdırmamasını istedi. İlyasın duası kabul oldu. Allah
israiloğullarını kıtlık ve kuraklığa müptela
kıldı. Bu bir kaç yıl insanları bezdirdi. Onlar yaptıklarından pişman
oldular. İlyasın yanına gelerek tevbe edip pişman oldular.
Daha sonra İlyas dua etti Allah onlara yeniden yağmur
yağdırdı. Onları ve topraklarını suya
kandırdı ve topraklarını diriltti. Halk
duvarlarının viran olmasından ve ekin tohumlarının
olmamasından dolayı İlyasa şikayette bulundular.
İlyasa İsrailoğullarına tuz ekmeleri emrini verdi ki Allah
da ondan ondan kendileri için nohut çıkarsın ve kum ektikleri
taktirde de o kumdan kendileri için darı yetiştirsin.
Allah
onlardan belayı kaldırdıktan sonra onlar yeniden sözünde
durmadılar. Öncekinden daha kötü bir duruma düştüler. Bu duruma
İlyas çok üzüldü. Allahtan kendisini onların kötülüğündne
kurtarmasını diledi . Allah onun için ateşten bir at gönderdi.
İlyas onun üzerine bindi ve Allah onu göğe kaldırdı. Ona
kanat ve nur verdi ve onu meleklerinden biri kıldı.
Daha sonra Allah o padişah ve
eşine bir düşmanı musallat kıldı o
düşmanları padişahın ve karısının üzerine
yürüyerek onlara galebe çaldı ve her ikisini öldürdü ve cesedini, karısının
öldürüp bağını gasbettiği müminin bağına
attı.
Sen bu kıssayı dikkatle
okuduğun taktirde bu kıssanın zayıflığı
hakkında asla şek etmeyeceksin.[986]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
16-el-Yesa (a.s)
F
Bihar, 13/392, 16. Bölüm; Kısset-u
İlyas ve İlya vel-Yese
Kuran:
İsmaili, Elyesayı, Zülkifli de an.
Hepsi iyilerdendir. [987]
İsmaili, Elyesayı, Yunusu, Lutu
da (doğru yola eriştirdik.) Hepsini alemlere üstün kıldık.[988]
19663. İmam Rıza (a.s) Hrıstiyan
Caslik ile yaptığı tartışmasında şöyle
buyurmuştur: el-Yesa
da İsanın (a.s) yaptığı işi yapıyordu.
Suyun üstünde yürüyor, ölüleri diriltiyor, anadan doğma körleri ve alaca
hastalığına yakalananları iyileştiriyordu. Ama buna
rğmen ümmeti onu rab edinmedi.[989]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
17-Zul-Kifl (a.s)
F
Bihar, 13/404, 17. Bölüm; Kıses-u Zil-Kifl
Kuran:
İsmail,
İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da
an; onların her biri sabredenlerdendi. Onları rahmetimizin içine
aldık; doğrusu onlar iyilerdendi. [990]
İsmaili,
Elyesayı, Zülkifli de an. Hepsi iyilerdendir. [991]
19664. İmam
Cevad (a.s), kendisine, Zülkiflin adı nedir ve o da Peygamberlerden biri
midir? diye soran Abdulazim Haseniye şöyle buyurmuştur: Zikri yüce
olan Allah-u Teala yüz yirmi dört bin nebi gönderdi. Bunlardan yüz on üç kişisi
Resul idi. Zülkifl (a.s) de onlardan biriydi. Süleyman b. Davuddan (a.s) sonra
yaşadı. O da Süleyman b. Davuddan (a.s) sonra yaşadı ve
insanlar arasında Davud gibi hüküm verdi. Aziz ve celil olan Allahtan
başkası için gazaplanmadı. Adı Uveydiya idi. O Allah-u
Tealanın kendi kitabında zikrettiği ve hakkında şöyle
buyurduğu kimsedir: İsmail, Yesa ve Zülkifli an ve hepsi de
şüphesiz iyilerden idiler.[992]
Eminud-Din Tabersi şöyle diyor:
Zul-Kifl hakkında görüş farklılıkları vardır.
Ebu Musa Eşari, Kutade ve Mücahitten nakledildiğine göre o salih bir
kimseydi ve Peygamber değildir ama Peygamberlerden biri karşısında
gündüzleri oruç tutmayı, geceleri de ibadetle geçirmeyi, asla
gazaplanmamayı, hak ile amel etmeyi kabullendi ve bu sorumluluğuna
vefa gösterdi. Allah da bu yüzden onu taktir etmiştir. Hasandan
nakledildiği üzere o bir Peygamber idi ve adı da Zülkifldir. Allah
onun kıssasını detaylı bir şekilde beyan
etmemiştir. İbn-i Abbasdan nakledildiği üzere, Zülkifl,
İlyasın bizzat kendisidir. Cebbaiden nakledildiğine göre ise o
bir Peygamberdir ve iki kat sahibi anlamına gelen Zulkifl olarak
adlandırılmıştır. Zira onun ameli üstün ve
değerli idi ve amelinin sevapları, zamanındaki diğer
insanların amellerinin sevaplarının iki katıydı. Bir
görüşe göre de o İlyas ile birlikte olan el-Yesa b. Hatubdur;
Allahın Kuranda adını zikrettiği el-Yesa değil. O
zalim bir padişah karşısında (onun) tövbe ettiği
taktirde cennete gideceğini boynuna aldı. Bu konuda ona bir de
yazı verdi ve bunun üzerine padişah tövbe etti. Onun adı Kenan
idi ve bu işi sebebiyle de Zülkifl olarak adlandırılmıştır.
Kifl lügatte pay anlamındadır.
Kitabun-Nubuvvette ise Abdulazim b. Abdullah Hasani senediyle, buna
benzer görüşler zikredilmiştir. Beyzavi şöyle demiştir:
Zülkiflden maksat İlyastır Bir görüşe göre Yuşa ve bir
görüşe göre de Zekeriyyadır.
Şöyle diyorum: Bazı tarihçiler
ise şöyle demişlerdir: O Bişr b. Eyyubis-Sabır idi.
Tarihçilerin çoğunun da inandığına göre de o el-Yesanın
vasisi ve yerine geçen kimseydi. Birinci babda da söylediğimiz gibi
Zülkifl Yuşaın kendisidir ve bunu orada da izah etmiş
bulunmaktayız. Biz de tarihçilerin çoğunluğuna uyarak, onu
burada zikrettik. Gerçi haberden de anlaşıldığı üzere
o Süleymandan (a.s) daha sonra yaşamıştır. Mesudi ise
Haskil, İlyas, Zülkifl ve Eyyubun, Süleymandan (a.s) sonra ve Mesihten
(a.s) önce yaşadığını söylemektedir.
Salebi ise el-Arayiz adlı
kitabında şöyle diyor: Bazılarının dediğine göre
Zülkifl, Allahın, babasından sonra kendisini Rum topraklarına
gönderdiği Bişr b. Eyyubis-Sabırdır. Rumlular ona iman
etmiş, onu tasdik etmiş ve ona tabi olmuşlardır. Allah-u Teala
daha sonra ona cihat emrini vermiştir. Ama takipçileri cihattan
korkmuş, zaaf izharında bulunmuş ve şöyle demişlerdi:
Ey Bişr! Biz hayatı seven bir topluluğuz, ölümden
hoşlanmıyoruz, aynı zamanda da Allah ve Resulüne de isyan etmek
istemiyoruz. O halde Allah-u Tealadan ömrümüzü uzun kılmasını
ve ona ibadet etmek ve düşmanlarıyla savaşmak için kendimiz
istemedikçe bizi öldürmemesini dile. Bişr b. Eyyub onlara şöyle
buyurdu: Benden çok büyük bir istekte bulundunuz, omuzuma çok ağır
bir yük yüklediniz.
Bişr kalkıp namaz
kıldı, dua etti ve sonra şöyle buyurdu: Allahım! Bana
düşmanlarımla cihat etme[993]
emrini verdin. Sen de biliyorsun ki ben kendimden başkasına malik
değilim, kavmim benden, senin ne olduğunu benden daha iyi
bildiğin bir şeyi istemektedir. O halde beni
başkalarının günahıyla kınama! Ben senin
gazabından hoşnutluğuna sığınırım,
senin cezandan bağışına sığınırım.
Allah-u Teala da ona vahyederek şöyle buyurdu: Ey Bişr! Ben kavminin
sözlerini işittim ve benden istediklerini onlara verdim. Ömürlerini
kendileri istemedikçe ölmeyecekleri bir şekilde uzattım, benden taraf
bu konuda kendilerine kefil ol.. Bişr Allahın mesajını
onlara ulaştırdı ve bu sebeple de Zülkifl olarak
adlandırdılar. Ondan sonra da insanlar çoğalıp büyüdüler,
sayıları artıp şehirlere sığmaz oldular. Hayat
onlara acı gelmeye başladı ve cemiyetin çokluğundan
bezdiler. Bu yüzden de Bişrden Allah-u Tealadan onların ömürlerini
mukadder kılan ömürlere geri çevirmesini istediler. Allah-u Teala da Bişre
vahyederek şöyle buyurdu: Sonunda kavmin benim onlar için
seçtiğimin, onların kendileri için seçtiğinden daha
hayırlı olduğunu bildi. Daha sonra onların emirlerini
mukadder ömürlerine çevirdi ve onlar ecelleriyle öldüler. Bu yüzden de
Rumların nüfusu hızla arttı. Söylenildiğine göre dünya
nüfusunun altıda beşini Rumlular teşkil ediyordu. Onların
Rum olarak adlandırılması da ataları Rum b. Ays b.
İshak b. İbrahime (a.s) nispetleri sebebiyledir. Veheb şöyle
diyor: Bişr b. Eyyub tüm ömrünü Şamda geçirdi ve orada vefat etti.
O doksan beş yıl yaşadı.[994]
Seyyid b. Tavus ise Sadus-Suud adlı kitabında şöyle diyor:
Söylenildiği üzere o azameti yüce Allah-u Teala karşısında
kavmine gazaplanmamayı boynuna aldı ve bu yüzden de Zülkifl olarak
adlandırıldı. Bazıları ise şöyle
demişlerdir: O Peygamberlerin birinin karşısında asla
sinirlenmeyeceğini boynuna aldı. İblis de farklı yollarla
onu gazaplandırmaya çalıştı, ama beceremedi. Onun için de
Zülkifl olarak adlandırıldı. Zira kendi zamanındaki
Peygambere bir söz vermiş ve asla gazaplanmayacağına kefil
oluştu ve bu sözüne de vefa gösterdi.[995]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
18-Lokman (a.s)
F
Bihar, 13/408, 18. Bölüm; Kıses-u Lokman ve
Hikemih
Kuran:
And olsun ki, Lokmana, Allaha şükretmesi
için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş
olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir,
övülmeğe layık olandır.[996]
19665. Şeyh Tabersi şöyle diyor:: Tefsirde
yer aldığına göre Lokmanın efendisi ona seslendi ve
şöyle dedi: Bir koyun kes ve en iyi iki organını bana getir.
Lokman (a.s) bir koyun kesti, kalbini ve dilini efendisi için götürdü. Efendisi
bunun nedenini sorunca da Lokman (a.s) şöyle buyurdu: Bu iki organ temiz
olunca temiz olan en iyi şeylerdir. Bunlar kötü olunca da en kötü olan
şeylerdir.[997]
19666. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Sizlere hakikati söyleyeyim mi?! Lokman
Peygamber değildi ama çok düşünen ve güzel yakine sahip olan bir
kuldu. Allahı sevmiş, Allah
da onu sevmiş ve hikmeti ihsan buyurmuştu.
Bir öğlen
vakti uyurken şöyle bir ses işitti:
Ey Lokman! Allahın seni insanlar arasında hakla hükmetmen için
yeryüzünde halife seçmesini ister misin? Lokman o sese cevap olarak şöyle
buyurdu: Eğer Rabbim beni özgür kılarsa afiyeti kabullenir
belayı kabullenmem. Ama eğer beni halife etmeyi irade etmişse
canı gönülden kabullenirim. Zira bana bu işi yaptığı
taktirde bizzat yardım edip koruyacağını da biliyorum.
Lokmanın görmediği melekler ona şöyle dediler: Neden ey Lokman!
Lokman şöyle buyurdu: Zira hakimlik en zor ve
sıkıntılı duraktır. Zulüm her taraftan onu çepeçevre
kuşatır. Eğer hakimlikte doğru yola gidilirse kurtuluş
umudu vardır (yakini değil.) Eğer hata ederse cennet yolunu
yanlış gitmiş olur. Eğer bir kimse dünyada hor, ahirette
ise şerafetli biri olursa bu dünyada şerif olup ahirette hor olmasından
daha iyidir. Her kim dünyayı ahirete tercih ederse dünya elinden gider ve
ahiret de eline ulaşmaz.
Melekler onun
bu güzel sözü karşısında şaşırdılar.
Lokman uyudu ve rüya aleminde ona hikmet verildi ve uyandığı zaman
artık hikmet dolu sözler söylüyordu ve Davud için hikmet esasınca
müşavirlik yaptı. Davud ona şöyle buyurdu: Ne mutlu sana ey
Lokman! Hikmet sana verilmiştir, bela (hilafet ve halk arasındaki
hüküm verme olayı) ise senden kaldırılmıştır. [998]
19667. İmam Sadık (a.s) kendisine
Lokman ve Lokmanın (a.s) hikmetini soran Hammada cevap olarak şöyle
buyurmuştur: Allaha yemin olsun ki hikmet aile
şerafeti, mal, servet, kadın, çocuk, bedensel güç veya güzellik
sebebiyle Lokmana verilmemiştir. Aksine o Allahın işlerinde
güçlü, takvalı, suskun, sakin, derin düşünen, çok tefekkür eden,
incelikleri gören ve ibretlerden öğüt alan kimseydi. Asla gündüzleri
uyumamıştır. Hiç kimse onu tuvalete giderken veya bedenini
yıkarken görmemiştir. Zira oldukça hayalı, derin düşünceli,
hareket ve sukünetine dikkat gösteren biriydi. Asla bir şeyden dolayı
gülmemiştir. Çünkü bunun günah olmasından korkmuştur. O asla
sinirlenmemiş, hiç kimseyle şaka yapmamış, hiç bir zaman
dünyalıktan bir şeye ulaşmak için sevinmemiş ve dünyalıktan
bir şeyi kaybetmesi sebebiyle de üzülmemiştir. Bir çok defa evlendi
ve bir çok çocuklar, dünyaya geldi. Ama onların çoğu ondan öçnce
ahirete göçtüler ve o çocuklarından hiç birinin ölümü için
ağlamadı. Bir biriyle tartışan veya dövüşen iki
kişinin yanından geçerken onları barıştırmadan asla
oradan geçmemiştir ve onun gidişiyle de birbiriyle dost
olmuşlardır.[999]
Duyduğu her güzel sözün anlamını ve asıl söyleyenini
mutlaka sormuştur. Bilgin ve bir çok hikmete sahip kimselerle oturuyor,
padişahların, kadıların ve devlet adamlarının
yanına varıyor, kadılara böyle önemli bir işe
giriştikleri için acıyor ve saltanat ve kudrete gönül verip Allahtan
habersiz yaşadıkları için padişahlara ve devlet
adamlarına acıma izharında bulunuyordu. O ibret alıyor ve
kendileriyle nefsine galip geldiği, heva ve hevesiyle
savaştığı ve şeytandan uzaklaştığı
sebepleri öğreniyordu. Kalbini sürekli düşünceyle nefsini ise ibret alarak detavi ediyordu.
Kendisi için faydası olmayan bir yolculuğa çıkmıyordu. Bu
sebeple ona hikmet verildi, ismet ve günahlardan uzak olma makamına
erişti.
Allah-u Teala gözlerin uykuya
daldığı bir öğlen vakti meleklere Lokmana seslerini
işittiği ama kendilerini görmediği bir şekilde
seslenmelerini ve şöyle demelerini emretti: Ey Lokman! Allahın seni,
yeryüzünde insanlar arasıdna hakla hükmedesin diye halife
kılmasını ister misin? Lokman şöyle buyurdu: Eğer
Allah bana bunu emrederse canı gönülden kabul ederim. Çünkü eğer bu
işi benimle yapacak olursa kendisi de bana yardım edecektir ve hüküm
vermem şeklini gösterecektir ve beni günahlardan koruyacaktır.
Eğer seçimi bana bırakacak olursa ben afiyeti tercih ederim.
Melekler şöyle dediler: Ey Lokman!
Neden böyle konuşuyorsun? O şöyle buyurdu: Zira insanlar arasında
hüküm vermek en zor, en çok fitneli ve dinin en yüce ve en belalı
makamlarındandır. İnsan yalnız kalır ve hiç kimse de
yardımda bulunmaz, zulüm ve hakkı öldürmesi onu çepeçevre
kuşatır. Bu makama sahip çıkan kimse iki halden
dışarı değildir: Eğer hak ile hüküm verirse güvenliğe
erişmesi yerindedir. Ama eğer hata ederse cennet yolunu hata ile
katetmiştir. Her kim dünyada hor ve
hakir olursa kıyamet günü reis, efendi, ve değerli bir kimse
olması daha kolay olur. Dünyayı ahirete tercih eden kimse her ikisini
de kaybetmiştir. Çünkü dünyası bitmiş ve ahirete
ulaşamamıştır.
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
Melekler Lokmanın (a.s) hikmetinden dolayı
şaşkınlığa düştüler. Rahman onun sözlerini ve
mantığını beğendi, gece olunca Lokman
yatağına gitti, Allah hikmeti ona nazil buyurdu. Baştan
ayağa hikmete daldı, uykuda olduğu bir zamanda Allah üzerine
hikmetten bir örtü örttü. Uyandığı zaman zamanındaki
insanların en çok hikmet sahibi olanı idi. O insanların içine
geliyor, hikmetli sözler söylüyor ve hikmeti yayıyordu.
İmam şöyle buyurdu: Hilafet
hükmü Lokmana verilince ve o bu makamı kabul etmeyince, Allah meleklerine
emretti, onlar da hilafeti Davuda önerdiler, Davud ise onu kabullendi ve
Lokmanın yaptığı şartlardan birini şart beyan
etmedi. Bunun üzerine Allah yeryüzünde hilafeti Davuda verdi ve defalarca bu
işe mübtela oldu. Arada bir hataya düçar oluyordu. Ama Allah onu
kabullendi ve onu bağışladı. Lokman, Davudu (a.s) görmeye
çok geliyor, ona öğütleri, hikmetli sözleri ve birçok bilgisi ile
öğüt veriyordu. Davud ona şöyle buyurdu: Ne mutlu sana ey Lokman!
Sana hikmet verildi ve hilafet belasına düçar olmadın. Ama Davuda
hilafet verildi ve böylece hakemlik ve fitneye mübtela oldu.
İmam Sadık (a.s) daha sonra
şu ayeti tilavet buyurdu: Lokman, oğluna öğüt vererek: Ey
oğulcuğum! Allaha eş koşma, doğrusu eş
koşmak büyük zulümdür demişti. Hakeza İmam
şöyle buyurmuştur: Lokman çocuğuna da bir takım
öğütler veriyordu. Öyle ki o büyüdü ve açıldı.
Ey Hammad! Onun oğluna verdiği
öğütlerden biri de şöyle demesiydi: Oğulcağızım!
Sen dünyaya geldiğin gün, dünyaya sırtını döndün ve ahirete
yöneldin. O halde kendisine doğru hareket etmekte olduğun ev,
kendisinden uzaklaşmakta olduğun evden sana daha yakındır.
Oğulcağızım! İlim sahipleriyle oturup kalk, onlarla
diz dize otur, onlarla mücadele etme. Aksi taktirde ilmini senden esirgerler.
Dünyadan sana yetecek kadarını al. Onu uzağa atma ki neticede
insanlara yük olursun. Öylesine de dünyaya koyulma ki böylece ahiretin zarar
görür. O kadar oruç tut ki şehvetini önlesin, fazla da oruç tutma ki seni
namazından alıkoymasın. Zira namaz Allah nezdinde oruçtan daha
sevimlidir.
Oğulcağızım! Dünya
derin bir denizdir, bir çok kimse onda helak olmuştur. O halde bu denizde
gemini iman karar kıl, yelkenlerini tevekkül, azığını
ise ilahi takva kıl. Eğer kurtulursan, Allahın rahmetiyle
kurtulmuş olursun. Eğer helak olursan, günahların sebebiyle
helak olmuş olursun.
Oğulcağızım!
Eğer daha genç iken edep öğrenirsen, büyüdüğünde ondan
faydalanırsın. Edebi sermaye ve zenginlik olarak kabul eden kimse,
ona önem verir. Edebe önem veren kimse de onu öğrenmek yolunda zahmet ve
sıkıntıya katlanır. Her kim de onu öğrenmek yolunda
zahmet ve sıkıntıya katlanırsa, büyük bir ciddiyetle
peşine düşer ve her kim de büyük bir ciddiyetle edebin peşine
düşerse onun menfaatlerine ulaşır. O halde edebi huy ve adet
edin. Zira bu işinle geçmişlerin yerine geçersin ve senin yerine geçen
kimseye fayda verirsin. Rağbet eden sana ümit bağlar, korkan ise senin
azametinden korkar. Sakın edep elde etmek hususunda gevşeklik ve
tembellik etme ve ondan başka bir şeyi elde etmeye koyulma. Eğer
dünya işinde yenilgiye uğrarsan ahiret işinde yenilgiye
uğrama. Eğer ilmi yerinden tahsil etmekten mahrum kalırsan bil
ki ahiret işinde yenilgiye uğramışsın. Geceler,
gündüzler ve saatlerinden bir miktarını ilim tahsiline ayır.
Zira hiç bir şey, ilmi terketmek gibi ilmi zayi etmez. Hiçbir zaman
inatçı kimselerle ilmi tartışmalarda bulunma. Bilgin kimselerle
cedelleşme. Güçlü kimselere düşmanlık etme. Hiçbir zalim ile
arkadaşlık ve dostluk kurma. Hiçbir kirli günahkarla dostluğa
girişme. Günah ile itham edilen hiç kimseyle arkadaşlık yapma.
İlmini de paran gibi hazinede gizle.
Oğulcağızım!
Allahtan öyle bir kork ki, eğer kıyamet günü, insanların ve
cinlerin iyiliklerini kendinle getirecek olursan, yine de azap göreceğine
dair korku içinde olasın. Allaha öyle bir ümitvar ol ki eğer
kıyamet günü insanların ve cinlerin günahlarıyla birlikte de
gelecek olsan, yine de onun mağfiretini talep edebilesin.
Lokmanın çocuğu şöyle
dedi: Ey baba! Benim bir kalbim olduğu halde nasıl bütün bunlara
tahammül edebilirim? Lokman şöyle buyurdu:
Oğulcağızım, eğer müminin kalbini
dışarı çıkaracak ve onu yaracak olsalar, orada iki nur
bulurlar. Bir nur korkudan ve bir nur da ümittendir. Eğer bu iki nur
birlikte tartılırsa, hiç birisi zerre kadar diğerinden daha
ağır değildir. Allaha iman eden kimse, Allahın
dediği şeyi tasdik eder. Her kim de Allahın dediği
şeyi tasdik ederse, Allahın emrettiği şeyi hayata geçirir.
Allahın emrini hayata geçirmeyen kimse ise, onun sözüne
inanmamıştır. Bu huy ve hasletlerin her biri diğerine
tanıktır.
O halde sadık bir şekilde
Allaha iman eden, halisane ve riyasız bir şekilde Allah için amel eden
kimse, sadıkane bir şekilde Allaha iman etmiştir. Her kim de
Allaha itaat ederse, ondan korkar ve Allahtan korkan kimse de onu sever.
Allahı seven kimse, emrine itaat eder, Allahın emrine itaat eden
kimse, cenneti ve Allahın hoşnutluğunu kazanır. Allahın
hoşnutluğunun peşice koşturmayan kimse ise, Allahın
gazabından ve hoşnutsuzluğundan korkmaz. Allahın gazab ve
hoşnutsuzluğundan ona sığınırım.
Oğulcağızım! Dünyaya
itimat etme ve kalbini dünya ile meşgul kılma. Zira Allah, gözünde
dünyadan daha hor olacak bir şey yaratmamıştır.
Allahın dünya nimetlerini itaat edenlere bir mükafat ve belaları
isyan edenlere bir ceza karar kılmadığını görmüyor
musun?[1000]
19668. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Lokmana şöyle denildi: Bütün
hikmetlerini kaplayan hikmet hangisidir? Lokman şöyle buyurdu: Kendimi
bana garantilenen bir şey hususunda zahmete düşürmemem ve bana
bırakılan bir şeyi de zayi etmememdir.[1001]
19669. Lokman (a.s), oğluna öğütte
şöyle buyurmuştur: Oğulcağızım!
Eğer ölüm hakkında şüphen varsa, uykunu kendinden kaldır.
Ama bil ki asla bu işi yapamazsın. Eğer kıyamet günü
hakkında bir şüphen varsa, uykudan dirilişini kendinden
uzaklaştır. Lakin bil ki buna da asla gücün yetmez. Eğer
düşünecek olursan, ruhunun başkasının elinde olduğunu
anlarsın. Uyku, hakikatte ölüm mesabesindedir. Uykudan uyanmak ise,
ölümden sonra yeniden dirilmek gibidir. Oğulcağızım!
Yaklaşma ki senden uzaklaşmaktadır. Uzaklaşma ki hor
olursun. Her canlı, kendisine benzer olanı sever. Sadece
insanoğlu kendine benzeyeni sevmez.[1002]
İhsanını (malını) sadece isteyene sun. Koyun ve kurt
arasında dostluk gerçekleşmediği gibi, iyi ve kötü kimse
arasında da dostluk olmaz. Necasete yaklaşan kimseye ister istemez
ondan bir miktarı bulaşır. Günahkarlara karışan kimse
de günahın bazı yollarını öğrenir. Tartışmayı
seven kimse, sövgü işitir.
İtham yerine ayak basan kimse de iftira ve kötü zanna uğrar.
Kötülerle oturup kalkan kimse salim kalmaz. Diline hakim olmayan kimse mutlaka
pişman olur.
Oğulcağızım! Yüz
dost al, ama bir düşman alma. Oğulcağızım! Hakikatte
senin bir nasibin ve huyun vardır. Nasibin dinindir, huyun ise insanlara karşı
davranışlarındır. O halde onlara karşı
düşmanlık etme, güzel huyları öğren.
Oğulcağızım!
İyilerin kölesi ol, kötülerin oğlu olma.
Oğulcağızım! Emanetini eda et ki dünya ve ahiretin salim
kalsın. Emin ol! Zira Allah-u Teala hıyanet eden kimseleri asla
sevmez. Oğulcağızım, kalbin günah işlediği
taktirde, halka Allahtan korktuğunu göstermeye çalışma.[1003]
19670. Lokman (a.s), çocuğuna öğüt
vererek şöyle buyurmuştur: Oğulcağızım!
Senden önce de halk, kendi çocuklarına topladı. Ama ne
topladıkları şey baki kaldı, ne de kendileri için
topladıkları kimseler. Sen gerçekte kiralanmış bir köle
gibisin ve bir işi yapmakla görevlisin. Buna karşı da sana bir
mükafat verileceği vaad edilmiştir. O halde işini kamil bir
şekilde yap ve mükafatını da kamil bir şekilde al. Bu
dünyada yemyeşil bir otlağa düşmüş ve
şişmanlayıncaya kadar yiyen ve ölümünün de o
şişmanlamasında olduğu koyun gibi olma. Aksine dünyayı
üzerinden geçeceğin ve geride bırakacağın ve asla ona geri
dönmeyeceğin bir nehir üzerindeki köprü gibi kabul et. Onu harap kıl,
bayındır kılma. Zira onu bayındır kılmakla
emrolunmadın. Bil ki yarın, aziz ve celil olan Allahın
huzurunda durduğunda senden dört şey sorulur: Gençliğini
nasıl yaşlılığa ulaştırdığın,
ömrünü nerede geçirdiğin, malını nereden elde ettiğin ve malını
hangi yolda harcadığın! O halde kendini o gün için hazırla
ve bu sorular için bir cevap temin et. Dünyada kaybettiğin şey için
üzülme. Zira dünyanın azı devam etmez, çoğu ise fitne ve
belalara sebep olur. O halde akıllı ol, işlerinde çaba göster.
Kalbinden gaflet perdesini kenara çek, rabbinin iyilik ve ihsanını
dile, kalbinde her an tövbe et. Sana kastedilmeden, günlerin sona ermeden,
senin ve isteklerin arasına ölüm girmeden, elinde olan fırsatlardan
istifade etme hususunda hızlı davran.[1004]
19671. Lokman (a.s), oğluna öğüt
vererek şöyle buyurmuştur: Oğulcağızım!
Sabırsızlıktan, kötü huyluluktan ve tahammülsüzlükten
sakın. Zira hiçbir dost bu hasletlere tahammül edemez. İşlerini
yavaşça, sakin bir şekilde gerçekleştir. kardeşlerin
zahmetine tahammül etme hususunda sabırlı ol. Bütün insanlara karşı
güzel ahlaklı davran.
Oğulcağızım!
Eğer dünya malından akrabalarına vereceğin ve kardeşlerine
bağışlayacağın bir şeyin yoksa en azından
güleryüzlülüğü ve güzel huylarını kaybetme. Zira güzel
ahlakı olan kimseyi iyiler sever, kötüler ondan uzak durur. Allahın
senin için taktir ettiğine kani ol ki yaşadığın
müddetçe mutlu olasın. Eğer dünya izzetini tümüyle elde etmek
istiyorsan, insanların elinde olan şeye ihtiras duyma. Zira
Peygamberler ve sıddıklar, bu makamlara ulaşmışlarsa
bu, ihtiras ve tamah iplerini koparmalarından dolayıdır.[1005]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
19-İşmuil (a.s)
F
Bihar, 13/435, 19. Bölüm; Kısset-u
İşmuyel (a.s) ve Talut vel-Calut
Kuran:
Musadan sonra İsrailoğullarının
ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden birine, Bize bir hükümdar
gönder de Allah yolunda savaşalım demişlerdi. Ya savaş
size farz kılındığında gitmeyecek olursanız? demişti.
Memleketimizden ve çocuklarımızdan
uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda
savaşmayalım? demişlerdi. Ama savaş onlara farz
kılınınca, az bir kısmı müstesna yüz çevirdiler. Allah
zalimleri bilir.
Peygamberleri onlara Allah size şüphesiz, Talutu
hükümdar olarak gönderdi dedi. Biz hükümdarlığa ondan layık
iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmaya o
nasıl layık olabilir? dediler, Doğrusu Allah size onu seçti,
bilgice ve vücutça gücünü artırdı dedi. Allah mülkünü
(hükümdarlığı) dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar
ve bilir.
Peygamberleri onlara, Onun hükümdarlığının
alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül
rahatlığı ve Mûsa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından
kalanlar var; onu melekler taşır, eğer iman etmişseniz
bunda sizin için apaçık delil vardır dedi.
Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra,
Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden
değildir, eliyle sadece bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse
şüphesiz bendendir dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler.
Kendisi ve kendisiyle olan iman edenler ırmağı geçince, Bugün
Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok dediler. Kendilerinin
Allaha kavuşacağını bilenler ise: Nice az topluluk çok
topluluğa Allahın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle
berâberdir dediler. Calut ve ordusuna karşı
çıktıklarında, Rabbimiz! Bize sabır ver,
sebatımızı artır, küfreden topluluğa karşı
bize yardım et dediler. Onları Allahın izniyle bozguna
uğrattılar; Davud Calutu öldürdü, Allah Davuda hükümranlık ve
hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allahın
insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni
bozulurdu. Fakat Allah âlemlere lütufkardır.[1006]
19672. Mecmeul-Beyan tefsirinde Allah-u
Tealanın, Hani kendilerinden olan Peygambere
dediler ki ayeti hakkında şöyle yer
almıştır: Bu peygamber
hakkında görüş farklılıkları vardır. Sudiyden
nakledildiğine göre onun adı, Şemun b. Safiyye olup Yakubun
oğlu Lavinin çocuklarındandır. Katadeden nakledildiğine
göre ise, o Yuşa b. Nun b. Efrasim b. Yusuf b. Yakubdur. Müfessirlerin
çoğu şöyle demişlerdir: Onun adı İşmuil olup,
arapça İsmail denilmektedir. Bu söz İmam Bakırdan (a.s) da
rivayet edilmiştir.[1007]
19673. Tefsir-i Kumi de şöyle yer
almıştır: Babam, Nazr b. Yahya
Halebiden, o da Harun b. Hariceden o da Ebu Basirden ve o da İmam
Bakırdan (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Musadan
sonra İsralioğulları yine günaha bulaştılar,
Allahın dinini değiştirdiler, rablerinin emrine isyan ettiler.
Onlar arasında kendilerine iyiliği emreden ve onları kötülükten
sakındıran bir Peygamber vardı. Ama
İsrailoğulları ona itaat etmediler. Rivayet edildiğine göre
bu Peygamber Ermiya nebi idi. Bu yüzden Allah Kıbtilerden olan Calutu
onlara musallat kıldı. O İsralioğullarını
horluğa sürükledi, erkeklerini öldürdü, onları evlerinden,
yurtlarından dışarı sürdü, mal ve varlıklarına el
koydu, kadınlarını cariye edindi. İsrailoğulları
kendi Peygamberlerine sığındılar ve şöyle dediler:
Allahtan bizler için Allah yolunda savaşmamız için bir hükümdar
göndermesini dile. O zamanlar, nubuvvet İsrailoğullarının
evlerinin birindeydi. Padişahlık ve hükümet ise başka bir
ailedeydi. Allah nübuvvet ve padişahlığı onlardan birinin
evinde bir araya toplamadı. Bu yüzden de şöyle dediler: Bizler
için bir hükümdar gönder ki Allah yolunda savaşalım.
Peygamberleri ise onlara şöyle buyurdu: Eğer sizlere savaşma
yazıldığı taktirde belki de savaşmazsınız.
Onlar şöyle dediler: Neden yurtlarımızdan ve
çocuklarımızın yanından sürüldüğümüz halde Allah
yolunda savaşmayalım? Öyle de oldu, Allah Tebareke ve Teala
şöyle buyurdu: Onlara savaşmak yazılınca, çok azı
dışında yüz çevirdiler. Böylece Peygamberleri onlara
şöyle buyurdu: Allah Talutu sizlere hükümdar olarak gönderdi. İsrailoğulları
bu konudan rahatsız oldular ve şöyle dediler: Nasıl olur da
o bizlere hükümdar olabilir. Oysa biz hükümdarlığa ondan daha
layıkız ve onun fazla bir serveti yoktur. O zaman nübuvvet
Lavinin ailesinde, padişahlık ise Yusufun
oğullarının elindeydi. Oysa Talut, Yusufun öz kardeşi Bünyaminin
oğluydu. Bu yüzden de nübuvvet ailesindendi, saltanat ailesinden
değil. Peygamberleri onlara şöyle buyurdu: Allah onu sizlere
gönderdi, ona ilim ve beden açısından üstünlük verdi. Allah saltanatı
istediğine verir. Allah kaplayan ve alimdir. Talut İsrailoğullarının
tümünden daha iri, güçlü ve bilgiliydi. Ama malı ve serveti yoktu. İsrailoğulları
onun fakir olmasına itiraz ettiler ve şöyle dediler: Ona mal
açısından genişlik verilmemiştir. Peygamberleri de
onlara şöyle buyurdu: Onun hükümdarlığının alameti, size
sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül
rahatlığı ve Mûsa ailesinin ve Harun ailesinin
bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır.
Bu sandık, Allahın onu Musa
için gönderdiği, annesinin de Musayı ona koyup denize
attığı sandık idi. Bu sandık
İsrailoğullarının arasındaydı ve onunla teberrük
umuyorlardı. Musanın vefat zamanı geldiğinde
levhaları, zırhını ve elindeki nübuvvet nişanelerini o
sandığa koydu. Onu kendi vasisi olan Yuşaya teslim etti. Bu
sandık, öylece hor ve hakir görülünceye ve sokaklarda çocukların
oyuncağı haline gelinceye kadar İsrailoğullarının
arasındaydı. Bu sandık İsrailoğullarının
arasında olduğu müddetçe onlar, izzet ve şevket içinde
yaşıyorlardı. Günaha bulaşıp o sandığa
saygısızlık ettikleri zaman ise, Allah onu aralarından
kaldırdı. Ama sonra Peygamberlerinden bu istekte bulununca, Allah da
onlarla birlikte savaşması için kendilerine Talutu hükümdar olarak
gönderince, yeniden sandığı onlara geri gönderdi. Nitekim Allah
şöyle buyurmuştur: Onun hükümdarlığının alameti, size
sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül
rahatlığı ve Mûsa ailesinin ve Harun ailesinin
bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır.
Ravi şöyle diyor: Bakiyye kelimesinden maksat, Peygamberin
çocuklarıdır, ve onda rabbiniz tarafından bir güvenlik
vardır cümlesine gelince... Bu sandık düşman ve müminlerin
safları arasına koyulduğu zaman ondan insan yüzüne benzer güzel
kokulu bir rüzgar esiyordu.[1008]
19674. Tefsir-i Kumide şöyle yer
almıştır: Babam Hasan b.
Halidden, o da İmam Rızadan (a.s) şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: Sekine, insan yüzüne benzer bir yüzü bulunan cennet
rüzgarıydı. Sandık Müslümanların ve kafirlerin
saflarının arasına koyulduğunda, bir şahıs ondan
ileri gittiği taktirde öldürülünceye kadar veya galip gelinceye kadar geri
dönmüyordu. Herkim de ondan geri kalıp oturursa kafir oluyor ve rehber onu
öldürüyordu. Böylece Allah Peygamberlerine Calutu sadece Musanın
zırhını giyebilen kimsenin öldürebileceğini vahyetti ve o
şahsın da Lavi b. Yakubun (a.s) oğullarından Davud b. Asi
adında biri olduğunu vahyetti. Asi çoban biriydi ve on çocuğu
vardı. Onların en küçüğü ise Davud idi. Talut İsrailoğullarıyla
Caluta karşı savaşmak için gönderince
İsrailoğullarını topladı ve Asiye de
çocuklarını hazırlaması için mesaj gönderdi. Onlar
hazır olunca da onları tek tek yanına çağırdı ve
Musanın zırhını tek tek onlara giydirdi. Bu zırh
bazılarına büyük, bazılarına da kısa geliyordu. Bu
yüzden Asiye şöyle dedi: Başka bir çocuğun da var mıdır?
O şöyle cevap verdi: Evet onların en küçüğünü otlatması
için koyun sürüsünün yanına bıraktım. Talut onu
çağırdı. Yolda gelirken kendisiyle birlikte bir de sapanı
bulunuyordu. Üç taş parçası, yolda ona şöyle nida etti: Ey
Davud! Bizi al, o da onları sapanına koydu. Davud oldukça kahraman ve
güçlü biriydi. Talutun yanına gelince, Musanın
zırhını ona giydirdi ve zırhın ona olduğunu
gördü. Böylece Talut ordularıyla dışarı çıktı,
Peygamberleri de onlara şöyle dedi: Ey İsrailoğulları!
Allah sizleri, bu çölde bir nehirle deneyecektir. Herkim o nehirden içerse,
Allahın hizbinden değildir. Herkim de ondan içmezse ve sadece ondan
bir avuç alırsa, Allahın hizbindendir.
İsrailoğulları nehire ulaştıklarında, Allah
onları her birinin bir avuç su alması hususunda serbest
bıraktı. Ama çok azı dışında geriye
kalanları o nehirden içtiler. Su içenlerin sayısı
atmış bin civarındaydı. Allah-u Tealanın buyurduğu
gibi bu bir imtihan idi ve İsrailoğulları bu su ile
denenmişlerdi. Ama İmam Sadıktan (a.s) rivayet edildiğine
göre şöyle denilmiştir: Su içmeyen ve ondan bir avuç dahi su almayan
az sayıda kimselerin sayısı, üçyüz on üç kişi idi.
İsrailoğulları nehirden geçip gözleri Calutun ordusuna
ilişince, nehirden su içenler şöyle dediler: Biz bu gün Calut ve
ordusuna karşı dayanacak güce sahip değiliz. Su içmeyenler ise
şöyle dediler: Rabbimiz! Kalplerimize sabır dök,
adımlarımızı güçlü kıl ve bizleri kafirlere karşı
galip kıl. Bu esnada Davud ileri gelerek Calutun karşısında
durdu. Calut File binmişti. Başında bir taç vardı. Alnında
yakut parlıyordu, orduları da onun karşısında
sıraya dizilmişlerdi. Davud yoldan aldığı üç
taşdan birini alarak, Calutun ordusunun sağ tarafına attı.
Taş havada dönerek onların yüzüne düştü. Hepsi kaçtılar.
Davud ikinci taşı çıkardı ve Calutun ordusunun sol
tarafına attı, taş onların ortasına düştü ve
onlar kaçtılar. Üçüncü taşı ise Caluta doğru attı.
Alnındaki taçda bulunan yakuta çarptı, onu kırdı ve
beynine ulaştı. Cenazesi yere yığıldı. Allah-u
Tealanın şu sözü de buna işaret etmektedir: Böylece
Allahın izniyle onları yendiler ve Davud Calutu öldürdü
[1009]
19675. İbn-i Esir el-Kamil adındaki
kitapta şöyle yazmaktadır: İlyas,
İsrailoğullarına varınca Allah, el-Yesaı gönderdi ve
o Allahın dilediği müddetçe onlar arasında yaşadı ve
daha sonra dünyadan göçtü. Sonunda Allah İşmuili gönderdi. Talutu
onlara padişah kıldı ve sandığı onlara geri
döndürdü. Yuşaının vefatından İşmuilin
risaletine kadar aradan dörtyüz altmış yıl geçti.
İşmuilin
kıssalarından biri de İsrailoğullarının bela ve
sıkıntı günleri uzayıp, düşmanlar onları yok
etmeye tamahlandığında, Allahtan kendilerine onunla birlikte
savaşmaları için bir Peygamber göndermesini isteyince, nübuvvet
hanedanı, tümüyle ortadan kalkmış ve onlardan sadece hamile bir
kadın geriye kalmıştı. O kadın dünyaya bir çocuk
getirdi ve adını İşmuil koydu ki Allah duamı kabul
etti anlamını ifade etmektedir.[1010]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
20-Davud (a.s)
F
Bihar, 14/1, Ebvab-u Kıses-u Davud (a.s)
F
Bihar, 14/33, 3. Bölüm; Ma Evha İla Davud
(a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/493, Davud (a.s)
F
Bihar, 14/19, 2. Bölüm; Kısset-u Davud ve
Uriya
Bak.
F
Es-Sabır, 2171. Bölüm
Kuran:
Onların
söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Davudu an; o, daima Allaha yönelirdi
Ey
Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde
insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allahın
yolundan saptırır. Doğrusu, Allahın yolundan sapanlara,
onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azâb
vardır. [1011]
And olsun
ki, Tevrattan sonra Zeburda da yeryüzüne ancak iyi kullarımın
mirasçı olduğunu yazmıştık. [1012]
Bak. Nisa, 163, İsra,55,Maide,
78,79, Enam, 84, Enbiya, 78-80, Neml, 15, Sebe, 10,11
19676. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Davuda şöyle vahyetti:
Eğer Beytül-Maldan yemen ve kendi elinle kazanmaman durumu
olmasaydı iyi bir kul idin. İmam daha sonra şöyle buyurdu:
Davud (a.s) bunun üzerine ağladı. Aziz ve celil olan Allah da demire
şöyle vahyetti: Kulum Davud için yumuşak ol. Ardından demir
yumuşadı, Allah-u Teala demiri onun için yumuşattı. O
günden sonra Davud günde bir zırh örüyor ve onu bin dirheme
satıyordu. O üçyüz altmış zırh ördü ve onu üç yüz
altmış bin dirheme sattı ve böylece Beytül-Malden
müstağni oldu.[1013]
19677. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah Tebareke ve
Teala Davuda (a.s) şöyle vahyetti: Ne oldu ki seni böyle yalnız
görüyorum? O şöyle arzetti: Senin için insanları terkettim ve onlar
da beni terk ettiler. Allah şöyle buyurdu: Ne oldu da seni sessiz görüyorum?
O şöyle arzetti: Senden korkum beni sessiz kıldı. Allah
şöyle buyurdu: Ne oldu ki seni üzgün görüyorum? O şöyle arzetti:
Senin aşkın ve muhabbetin beni üzgün kılmıştır.
Allah şöyle buyurmuştur: Ne oldu ki seni fakir görüyorum, oysa seni
nasiplendirmiştim? O şöyle arzettim: Senin hakkını eda
etmek beni fakir kılmıştır. Allah şöyle buyurdu: Ne
oldu ki seni hor görüyorum? O şöyle arzetti: Senin nitelendirilmesi zor
azametin beni hor kılmıştır ve bu azamet senin
hakkındır! Azameti yüce olan Allah şöyle buyurdu: O halde beni
göreceğin o gün fazlım ve ihsanımdan dolayı sana müjdeler
olsun; sana istediğin herşeyi
bağışlayacağım. İnsanlara karış, onlara
karşı güzel ahlakla davran. Ama amellerinde onlarla birlikte olma ki
kıyamet günü benden istediğini elde edesin.[1014]
19678. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Davuda (a.s) şöyle
vahyetmiştir: Ey Davud! Benimle ferah ol, benim zikrimden lezzet al ve
benimle münacatta bulunma nimetiyle nimetlen. Zira çok yakında evini,
günahkarlardan boşaltacağım ve lanetimi zalimlere karar
kılacağım.[1015]
19679. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Aziz ve celil olan Davuda şöyle
vahyetmiştir: Güneş, altında oturan kimsenin başına
dar gelmediği gibi benim rahmetim içinde olan kimseye dar gelmez.
Uğursuz saymak uğursuz saymayan kimseye zarar vermediği gibi uğursuz
sayan kimse de fitneden kurtuluş bulamaz.[1016]
19680. Rivayet edildiği üzere Allah
Davuda (a.s) şöyle vahyetmiştir: Herkim
bir sevgiliyi severse, sözüne inanır. Herkim de bir sevgiliyle üns
edinirse sözünü kabullenir, amellerini beğenir, herkim bir sevgiliye
itimat ederse ona dayanır. Herkim bir sevgiliye iştiyak duyarsa ona
doğru gitmeye çalışır. Ey Davud! Benim zikrim, zikredenlere
aittir. Benim cennetim emrime itaat edenleredir. Benimle görüşmek de bana
iştiyak duyanlaradır ve ben sevenlere ve aşıklara özgüyüm.[1017]
19681. Rivayet edildiği üzere Davud (a.s) tek
başına çöle gitti. Allah-u Teala ona şöyle vahyetti: Ey Davud! Sana
ne oldu da seni böyle yalnız görüyorum. O şöyle arzetti:
Allahım! Bende seni görme aşkı şiddetlendi ve bu
şevk benimle yaratıkların arasına engel oldu. Allah ona
şöyle vahyetti: Onlara geri dön, zira kaçan bir kulu yanıma
getirecek olursan senin adını levhada övgüyle kaydederim.[1018]
19682. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah-u Teala Davuda (a.s) şöyle
vahyetmiştir: Kavmine şu mesajımı ilet ki onlardan
herhangi bir kula itaati emrettiğim halde, bana itaat ederse, ona itaat
yolunda yardım etmek, benim üzerimedir. O halde eğer benden bir
şey dilerse, ona bağışta bulunurum. Eğer beni
çağırırsa, ona cevap veririm, eğer bana
sığınırsa ona sığınak veririm. Eğer
benden zenginlik dilerse, onu zengin kılarım. Eğer bana tevekkül
ederse, onu korurum. Eğer bütün yaratıklarım onun aleyhine
desise yapacak olsalar ben hilelerimi onun lehine kullanırım.[1019]
19683. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Davud insanların en çok ibadet
edeniydi.[1020]
19684. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İnsanlar Davudun bir
hastalığa mübtela olduğunu sanıyor ve onu ziyaret
ediyorlardı. Oysa ona hiçbir şey olmamıştı ve sadece
Allah-u Tealadan şiddetle korkuyordu.[1021]
19685. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Davud (a.s) Şamat
bölgesinden İstahar bölgesine kadar hükümranlık etti. Aynı
şekilde Süleymanın mülkü de böyleydi.[1022]
19686. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Davud Peygamber (a.s) bir gün
mihrabındayken, aniden küçük kırmızı renkli bir kurt
yanından geçti ve onun secde yerine vardı. Davud ona bakınca
kalbinden şöyle dedi: Bu kurt niye yaratılmıştır?
Allah o kurda, Konuş diye vahyetti. Böylece Davuda şöyle dedi: Ey
Davud! Ayaklarımın sesini işitiyor veya kaya üzerindeki ayak
izlerimi görüyor musun? Davud, Hayır diye buyurdu. Kurt şöyle
dedi: Ama Allah, benim kımıldama sesimi, nefesimi ve hareketlerimi
işitmekte ve ayak izlerimi görmektedir. O halde sesini alçalt.[1023]
19687. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Davud (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bugün daha önce asla yapmadığım bir
şekilde Allaha ibadet edeyim ve kıraat okuyayım. Böylece
mihraba gitti ve dediğini yaptı. Namazı sona erince, aniden gözü
mihrapta olan bir kurbağaya ilişti. O kurbağa ona şöyle
dedi: Ey Davud! Bu gün yerine getirdiğin ibadet ve kıraat
hoşuna gitti mi? O, Evet diye buyurdu. Kurbağa şöyle dedi:
Asla seni sevindirmesin. Zira ben, her gece Allahı bin defa tesbih
etmekteyim ki, her tesbihten üç bin hamd ve övgü ayrılmaktadır.
Ayrıca ben suyun dibindeyim ve havada bir kuş seslenince, ben aç
olduğu düşüncesiyle beni yesin de hiçbir günah etmemiş
olayım diye suyun üstünden gelmekteyim.[1024]
Durrul-Mensurda, bir yolla Enesten, Mücahitten
ve Sudiyden ve bir kaç yolla da İbn-i Abbastan iki davalı kimsenin
Davuda (a.s) müracaatı rivayetlerdeki farklılıklarla
nakledilmiştir. Kumi de onun bir benzerini kendi tefsirinde rivayet
etmiştir. El-Arais ve diğer kitaplarda da bu rivayet edilmiştir.
Mecmeul-Beyanın sahibi, bu rivayetin özetini şöyle yazmıştır:
Davud, çok namaz kılıyordu.
Bir gün şöyle dedi: Allahım! İbrahimi benden üstün
kıldın ve onu kendine Halil edindin. Musayı benden kıldın
ve onunla konuştun. Allah şöyle buyurdu: Ey Davud! Biz onları
seni denemediğimiz şeylerle denedik. Eğer istiyorsan seni de
deneyeyim. O şöyle buyurdu: Beni de dene. Bir gün Davud
mihrabındayken, aniden bir kuş düştü, Davud onu yakalamak
istedi, ama o kuş mihrabın bir deliğine uçtu. Davud onu
yakalamak için delikten içeri baktı. Aniden gözü bedenini yıkamakta
olan Urya b. Hayyannın hanımına ilişti. Ona aşık
oldu ve onunla evlenmeyi kararlaştırdı. Bu yüzden Uryayı
savaşlardan birine gönderdi ve de ona içinde Sekinenin bulunduğu
sandığın önünden hareket etmesini emretti. O da böyle yaptı
ve öldürüldü.
Uryanın iddeti sona erince, onunla
evlendi, onunla yattı ve Süleyman dünyaya geldi. Bir gün
mihrabındayken, iki erkek onun yanına geldiler. Davud ürktü, o ikisi
şöyle dediler: Korkma, biz iki davalıyız. Bizden biri
diğerine zorbalık yapmıştır. Sonunda şöyle
buyurdu: Onlar azdırlar. Sonunda o iki adamdan biri dostuna baktı
ve güldü. Davud o ikisini Allahın iki davalı şeklinde
yanına gönderdiğini böylece onu, mahkum ve hükmünün hatalı
olduğundan haberdar kılmak istediğini anladı. Davud tövbe
etti ve o kadar ağladı ki, göz yaşlarından, otlar bitti.
Daha sonra Mecmeul-Beyanın sahibi
şöyle diyor ve çok da güzel diyor-: Ba hadisin doğru
olmadığı hususunda hiçbir şüphe yoktur. Zira böyle bir
şey insanı adaletten düşürür. Nasıl mümkündür ki
Allahın vahyinin eminleri kendisiyle yaratıkları
arasındaki elçileri olan ilahi Peygamberler, şehadeti kabul edinmeyen
kimsenin sıfatlarına sahip olabilir ve insanlar onların
sözlerini işitmekten ve kabul etmekten kaçacağı bir duruma
düşebilir.
Şöyle diyorum: Bu hikaye Tevrattan
alınmıştır. Şu farkla ki Tevrattaki ifadeler daha
çirkin ve kırıcıdır. Ama islami rivayetlerde biraz
düzeltilmiştir.
Tevratta özetle şu şekilde
yer almıştır: Ve ikindi vakti vaki oldu ki Davud
yatağından kalktı ve kıral evinin damı üzerinde
geziyordu. Yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü ve kadının
bakışı çok güzeldi. Ve Davud adam gönderip kadın
hakkında soruşturdu. Ve biri şöyle dedi: Bu kadın Hitti
Uriyanın karısı Eliamın kızı Batşeba
değil mi? Ve Davud ulaklar gönderip onu getirtti ve kadın onun
yanına geldi ve murdarlığından tathir edilmiş
olduğundan Davud onunla yattı ve kadın evine döndü ve gebe
kaldı ve Davuda haber gönderdi ve, ben gebe kaldım dedi.
Ve Uriyanın karısı
kocası Uriyanın öldüğünü işitti. Ve kocası için
dövündü ve yası geçince Davud gönderip onu evine aldı ve onun karısı
oldu ve ona bir oğul doğurdu fakat Davudun yaptığı
şey Rabbin önünde kötü idi.
Ve Rab Nasanı Davuda gönderdi ve
yanına gelip ona dedi: Bir şehirde biri zengin ve diğeri fakir
iki adam vardı. Zengin adamın pek çok koyunları
sığırları vardı ve fakir adamın satın
almış ve beslemiş olduğu küçük bir dişi kuzudan
başka bir şeyi yoktu ve kuzu onun yanında kendisi ile ve
çocukları ile beraber büyümüştü. Ve lokmasından yer,
tasından içerdi ve koynunda yatardı. Ve kendi kızı gibi
idi. Ve zengin adama bir yolcu geldi ve kendisine gelen yolcuya hazırlamak
için kendi koyunlarından ve kendi sığırlarından
almağa kıymadı. Fakat fakir adamın kuzusunu aldı ve
yanına gelen adam için onu hazırladı. Ve o adama karşı
Davudun öfkesi çok alevlenip Nasana dedi: Hay olan Rabbin hakkı için
bunu yapan adam ölüm oğludur ve bu şeyi yaptığı ve
acımadığı için kuzuyu dört kat ödeyecektir.
Ve Nasan Davuda dedi: O adam sensin. Rab
şöyle diyor: İşte kendi evinden sana karşı kötülük
çıkaracağım ve senin gözlerinin önünde karılarını
alıp komşuna vereceğim ve bu güneşin gözü önünde o senin karılarınla
yatacak. Çünkü sen gizlice yaptın, fakat ben bu şeyi bütün İsrailin
karşısında ve güneşin karşısında
yapacağım.
Davud Nasana dedi: Rabbe karşı
suç ettim. Ve Nasan Davuda dedi: Rab da senin suçünu sildi, ölmeyeceksin.
Fakat küfretmek için bu işle Rabbin düşmanlarına büyük
fırsat verdiğinden dolayı sana doğan çocuk da mutlaka
ölecektir ve Nasan evine gitti.
Ve Rab
Uryanın karısından Davuda doğan çocuğu vurdu ve çocuk
hastalandı ve yedinci gün öldü.
Ondan sonra Uryanın karısı Davud için bir çocuk daha
doğurdu ve onun adını Süleyman koydu.[1025]
Uyun-u Ahbarir-Rıza
kitabının Rızanın (a.s) Memunun yanında
oturması ve din ve inanç sahipleriyle tartışması babında
ise şöyle yer almıştır: İmam Rıza (a.s)
İbn-i Cehme şöyle buyurdu: Hz. Dâvuda (a.s) gelince, sizden
öncekiler bu konuda ne diyorlar?
İbn-i Cehm söyle dedi: Dediklerine
göre Dâvud (a.s), mihrabında namaz kılmakta iken şeytan,
kuşların en güzeli kılığında ona göründü. Dâvud
(a.s) namazını bozarak kuşu yakalamak için ayağa kalktı.
Kuş avluya çıktı, Dâvud (a.s) da onun arkasından
dışarı çıktı, kuş daha sonra damın üzerine
uçtu, o da damın üzerine çıktı. Derken kuş, Urya bin Hannannın
evine uçtu. Dâvud (a.s) kuşun gittiği yere bakınca gözü
yıkanmakta olan Uryanın hanımına ilişti; onu o halde
görünce aşık oldu. Öte yandan Dâvud, Urya b. Hannanı bir
savaşa göndermişti. Derken savaş komutanının
Uryayı Tabutun[1026]
önüne geçirmesi için ona bir mektup yazdı. Komutan da Uryayı öne
geçirdi. Fakat o müşriklere galip oldu. Bu durum Dâvuda çok
ağır geldi. Yine Uryayı tabutun önüne geçirmesi için bir mektup
daha yazdı. Komutan Uryayı tekrar öne geçirdi ve Urya da öldürüldü.
Derken Dâvud (a.s) da onun hanımıyla evlendi.
Ravi diyor ki; İmam Rıza (a.s)
eliyle alnına vurarak şöyle buyurdu: İnna lillah ve inna ileyhi
raciûn! Siz Allahın peygamberlerinden birine namazı hafife
almayı nispet verdiniz. Öyle ki, kuşun peşinden koşmak için
namazını bozdu, diyorsunuz. Sonra da ona fuhşu nispet verdiniz,
daha sonra da cinayeti!
İbn-i Cehm: Ey Resulullahın
torunu! O halde Hz. Dâvudun hatası neydi?
İmam(a.s): Vay haline! Dâvud (a.s),
Allahın kendisinden daha bilgili birisini yaratmadığını
sandı. Bundan dolayı Allah azze ve celle iki meleği onun
yanına gönderdi. Derken onlar mihraba sıçrayarak (duvardan
çıkıp Dâvudun ibadet ettiği yere inerek) şöyle dediler: .
. . Biz iki hasımız. İçimizden birimiz, diğerinin
hakkına tecavüz etmiştir, aramızda adaletle hükmet, hakkı
aşıp adaletten çıkma ve bizi dosdoğru yola sevk et.
Şüphe yok ki şu, benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu var ve
benimse bir tek koyunum; böyleyken onu da bana ver dedi ve
konuşmamızda beni alt da etti. (Sâd/22-23) Burada Hz. Dâvud, acelede
bulundu ve hakkında dava açılan kişinin zararına hükmederek
şöyle dedi: Senin koyununu, kendi koyunlarına katmak istemekle
gerçekten de zulmetmiş sana. (Sâd/24) Hz. Dâvud, (gerekli olduğu
halde) iddiada bulunan şahıstan bir şahit ve delil istemedi.
Ayrıca aleyhinde iddia edilen şahısa Bu konuda sen ne
diyorsun? Diye de sormadı. İşte Hz. Dâvudun hatası bu
hakimlik usulü hakkındaki hata idi, sizin düşündüğünüz gibi
değil. Allah Tealanın şöyle buyurduğunu duymadın
mı: Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde halife kıldık, artık
insanlar arasında adaletle hükmet ve dilediğine uyma. . . (Sâd/26)
İbn-i Cehm: Ey Resulullahın
torunu! Peki, Hz. Dâvudun Urya ile olan hikâyesi nasıldır? diye
sordu.
İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurdu: Hz. Dâvud (a.s)ın zamanında, bir kadının
kocası öldüğü veya öldürüldüğünde o kadın artık hiçbir
zaman için evlenmezdi. Allah (c.c)ın, ilk olarak kocası ölmüş
kadınla evlenmesini mübah kıldığı kimse Hz. Dâvud
(a.s) idi. İşte Hz. Dâvud (a.s) Urya öldürüldüğünde iddeti geçtikten
sonra onun hanımıyla evlendi. Urya hakkında halka ağır
gelen şey, işte budur.
Emaliis-Sedukta ise kendi senediyle
İmam Sadıkın (a.s) Alkameye şöyle buyurduğu yer
almıştır: Bütün insanların rızayetini elde etmek ve
dillerinin önünü almak mümkün değildir. Davuda (a.s) da bir kuşun
peşice yola düştüğünü, gözü Urya kadına
iliştiğini, ona aşık olduğunu (o kadına
ulaşmak için de) eşini, öldürülmesi için sandığın
önünden hareket ettirdiğini ve sonunda onun eşiyle evlendiğini
isnat etmediler mi?[1027]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
21-Süleyman (a.s)
F
Bihar, 14/64, Ebvab-u Kıses-u Süleyman
(a.s)
F
Bihar, 14/130, 10. Bölüm; Ma Evha ila Süleyman
(a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/496, Süleyman (a.s)
Kuran:
Süleyman
Davuda varis oldu: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her
şeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur dedi.[1028]
Bak. Nisa suresi, 163. Ayet; Enam suresi, 84. Ayet;
Enbiya suresi, 81, 82. Ayetler; Sebe suresi, 12,13. Ayetler; Sad suresi,
30-40.ayetler; Neml suresi, 17-44. Ayetler; Barka suresi, 102. Ayet
19688. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Eğer bir kimse bekaya
tırmanmak için bir merdiven, ölümü kendinden savmak için bir yol bulabilseydi;
cinlerin ve insanların hükümeti uhdesine verilen ve nübüvvetle birlikte
büyük yakınlığa mazhar olan Davud oğlu Süleyman (a.s)
bulurdu. Allah, dünya üzerindeki rızkını
tamamladığı ve müddetini doldurduğu zaman, Süleyman'ı
yokluk yaylarından atılan ölüm oklarıyla okladı. Böylece
dünya onsuz kaldı ve evleri yurtları sahipsiz kaldı da
onları başka toplumlar miras aldı.[1029]
19689. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Süleyman (a.s)
misafirlerine et ve beyaz ekmek yedirirdi. Kendi ailesine ise kepekli
buğdaydan yedirirdi. Kendisi ise pişmemiş arpa ekmeğinden
yerdi.[1030]
19690. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allahın evini kıbti keten
örtüleriyle örten ilk kimse Süleyman b. Davud (a.s) idi.[1031]
19691. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: İlk şeker temin eden kimse,
Süleyman b. Davud (a.s) idi.[1032]
19692. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Peygamberlerden cennete girecek en son
kimse, Süleyman b. Davud (a.s) olacaktır ve bu da dünyada ona verilen
şey sebebiyledir.[1033]
19693. Süleyman
(a.s) eşine şöyle diyen erkek bir serçe gördü: Neden kendini benden
esirgiyorsun? Eğer istersen (veya istersem) Süleymanın kubbesini
gagamla kaldırır onu denize atarım. Süleyman gülümser bir halde
o serçeye şöyle dedi: Gerçekten de bu şeyi yapabilir misin? Serçe
ona şöyle dedi: Hayır, ey Allahın Resulü! Ama bazen erkek
eşi için kendini göstermeye çalışır ve kendini onun
yanında büyük göstermek ister. Aşık insanı
söylediğinden dolayı kınamak doğru değildir. Süleyman
dişi serçeye şöyle buyurdu: Neden kendini ondan esirgiyorsun, oysa o
sana aşıktır. Serçe şöyle dedi: Ey Allahın Resulü!
O aşık değildir, sadece aşk sözünü etmektedir. Çünkü
benimle birlikte benden başkasını da sevmektedir. Dişi
serçenin bu sözü Süleymanın kalbini etkiledi. Şiddetle
ağladı. Kırk gün insanların yanından ayrıldı
ve bu müddet boyunca Allah-u Tealadan kalbini kendisinden
başkasının sevgisinden boş kılmasını ve
sevgisini başkalarının sevgisiyle karıştırmamasını
diledi.[1034]
19694. Süleyman
(a.s) şöyle buyurmuştur: İnsanlara verilen veya verilmeyen
herşey bize verilmiştir. İnsanlara öğretilen ve
öğretilmeyen herşey bize öğretilmiştir. Ama gizli ve
açıkta Allahtan korkmaktan, zenginlik ve fakirlikte iktisatlı
olmaktan ve her durumda aziz ve celil olan Allahın dergahına yalvarıp
yakarmaktan daha üstün bir şey bulmadım.[1035]
19695. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Bir gün Süleyman b.
Davud ashabına şöyle buyurdu: Allah
Tebareke ve Teala bana benden sonra hiç kimseye layık olmayan bir saltanat
bağışladı. Rüzgarı, insanı, cini, kuşu ve
vahşi hayvanları benim egemenliğimde kıldı. Bana
kuşların dilini öğretti ve bana herşeyden
bağışta bulundu. Ama bana verdiği bütün bu saltanatına
rağmen bir gün bile akşama kadar sevinç içinde olamadım. Yarın
sarayıma girmeyi, damına çıkmayı ve (egemenliğimin
altındaki) ülkeri seyretmeyi istiyorum. Dolayısıyla hiç kimsenin
yanıma gelip günümü acı ve hüzünlü kılacak bir haber getirmesine
izin vermeyin. Etrafındakiler, Olur dediler. Ertesi gün Süleyman
asasını aldı. Sarayının damının en yüksek
noktasına çıktı. Asasına dayandı ve kendisine verilen
şeye sevinerek (egemenliği altındaki) ülkelere baktı.
Aniden gözü güzel yüzlü ve güzel giyimli bir gence ilişti. Bu genç
sarayının bir köşesinden ona doğru geliyordu. Süleyman onu
görünce şöyle dedi: Seni kim bu saraya soktu, oysa ben bu gün yalnız
kalmak istemiştim. Kimin izniyle saraya girdin? O genç şöyle dedi:
Bu sarayın rabbi beni bu saraya soktu ve onun izniyle girdim. Süleyman
şöyle dedi: Elbette bu sarayın sahibi, bu saraya benden daha
layıktır. Sen kimsin? O şöyle dedi: Ben ölüm
meleğiyim.Süleyman şöyle dedi: Niçin geldin? O şöyle dedi:
Ben senin canını almak için geldim.Süleyman şöyle buyurdu:
Görevini yerine getir, zira bu gün benim sevinç günümdür. Aziz ve celil olan
Allah bana kendisini görmekten başka bir sevincin olmamasını
istemiştir. Bunun üzerine Süleyman asasına dayandığı
bir halde ölüm meleği onun canını aldı. Süleyman uzun bir
müddet bir ölü gibi asasına dayandı, insanlar onu görüyor ve hayatta
olduğunu sanıyordu. Bir süre sonra onun hakkında şüpheye ve
ihtilafa düştüler. Bazıları şöyle dediler: Uzun günlerdir
Süleyman asasına dayanmış durumdadır, ne yorulmuş, ne
uyumuş, ne bir şey içmiş, ne de bir şey yemiştir. O
ibadet etmemiz gereken rabbimizdir. Bir grubu da şöyle dedi: Süleyman
sihirbazdır, sihirle gözlerimize asasına
dayandığını göstermektedir, ama gerçek bu
değildir.Müminler ise şöyle dediler: Süleyman Allahın kulu ve
Peygamberidir, Allah onu kendi isteği ile tedbir ve idare etmektedir.
Dolayısıyla Süleyman hakkında bu farklı görüşler
ortaya çıkınca aziz ve celil olan Allah, bir güve gönderdi. Bu güve
Süleymaın asasını içerden kemirdi, asa kırıldı
ve Süleyman sarayının üzerinden yüz üstü yere düştü.[1036]
Kuran-ı Kerim Süleymanın
kıssalarından çok azına yer vermiştir. Ama bu az miktar
üzerinde düşünülecek olursa bu bizleri onun kıssasının
tümüne ve değerli şahsiyetinin gerçeklerine ulaştırmaya
yetecektir.
Birinci husus onun babası Davudun
varisi olmasıdır. Allah-u Teala bu konuda şöyle
buyurmuştur: Süleymanı
Davuda bağışladık.[1037]
Ve hakeza şöyle buyurmuştur: Ve
Süleyman Davudun varisi oldu.[1038]
İkincisi Allah ona büyük ve
azametli bir saltanat vermiş, cinleri, kuşları ve rüzgarı
onun emrine koymuş ve ona kuşların dilini öğretmiştir.
Kuran-ı Kerim bu nimetleri defalarca zikretmiştir. Örneğin Bakara
suresi, 102. Ayet, Enbiya suresi, 81. Ayet, Neml suresi, 16-18. Ayetler, Sebe
suresi, 12-13. Ayetler ve Sad suresi, 35-39. Ayetlerde...
Üçüncü olarak Süleymanın cesedinin
tahtının üzerine atılmasına işaret edilmiştir.
(Sad suresi, 36. Ayet)
Dördüncü olarak, asil adların ona
sunulmasına işaret edilmiştir. (Sad suresi, 31-33. Ayetler)
Beşinci olarak geceleyin
halkın koyunlarının otlakta otlaması ve Süleymana bu
konuda hüküm ve hakemliğin anlatılmasına işaret
edilmiştir. (Enbiya suresi, 78-79. Ayetler)
Altıncı olarak da karıncanın
hikayesine işaret edilmiştir. (Neml suresi, 18-19. Ayetler)
Yedinci olarak Hüdhüdün ve
ardından da Sebe melikesinin kıssasına işaret
edilmiştir. (Neml suresi, 20-44. Ayetler)
Sekizinci olarak da Hz. Süleymanın
vefatına işaret edilmiştir. (Sebe suresi, 14. Ayet)
Süleymanın (a.s) adı Allah-u
Tealanın sözlerinde ondan fazla yerde yer almıştır ve bu
konuda büyük övgüye mazhar olmuştur. Allah onu çok yalvarıp yakaran
kul oalrak tanıtmıştır. O ne güzel bir kuldu! Doğrusu o daima
Allaha yönelirdi.[1039]
Hakeza Süleyman ilim ve hikmet sıfatlarıyla nitelendirilmiş ve
hakkında şöyle buyurulmuştur: Süleymana bu meselenin hükmünü
bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik.[1040]
Hakeza şöyle buyurulmuştur: And olsun ki, Davuda ve Süleymana ilim verdik.[1041]
Ve hakeza şöyle buyurmuştur: Ey
insanlar! Bize kuş dili öğretildi. [1042]
Kuran onu hidayete ermiş
Peygamberlerden saymış ve hakkında şöyle buyurmuştur:
Süleyman Davuda
varis oldu: Eyyuba, Yunusa,
Haruna ve Süleymana vahyettiğimiz gibi[1043]
Nuhu ve soyundan Davudu,
Süleymanı, doğru yola eriştirdik.[1044]
Süleymanın kıssası
padişahlar kitabında yer almış, onun azameti,
yüceliği, hükümdarlığının genişliği,
servetinin çokluğu ve yetkin hikmet ile kuşatılması
hakkında detaylıca söz edilmiştir. Lakin Kuranda işaret
edilen Süleymanın kıssalarından Tevratta sadece Sebe
melikesinin Süleymanın haberini işittiği ve Urşelimde bir
tapınak yaptığı, hikmet sahibi olduğu, bir çok
hediyelerle yanına geldiği, onunla görüştüğü, imtihan
olarak Süleymana bir takım sorular sorduğu cevaplarını
aldığı ve sonrada döndüğü yer almıştır.[1045]
Ahd-i Atik Süleyman[1046]
hakkında çirkin bir söz kullanmıştır. Zira Süleymanın
ömrünün son zamanlarında Allaha ibadetten putlara ibadete
yöneldiğini, eşlerinden birinin taptığı putlar karşısında
secdeye kapandığını ifade etmiştir.
Hakeza Ahd-i Atik Süleymanın
annesinin de Urya-i Hettanın eşi olduğunu ve Davudtan ona
aşık olduğunu, onunla zina ettiğini ve o kadının
Davuda hamile kaldığını ifade etmektedir. Bu yüzden de
Davud, eşinin öldürülmesi için komplo düzenlemiş, sonunda onu
savaşların birinde öldürtmüş, karısını da kendi
evine getirmiş, yeniden ondan hamile kalmış ve Süleyman dünyaya
gelmiştir.
Kuran-ı Kerim Süleymanın
(a.s) makamının diğer hidayet ve ismet peygamberlerinin
makamı gibi olduğunu açıkça belirtmiş, onun bu tür
iftiralardan uzak olduğunu ifade etmiş ve onun şahsı hakkında
şöyle buyurmuştur: Ve Süleyman kafir olmadı.[1047]
Kuran-ı Kerim ikinci iftiradan da
uzak olduğunu belirtmiştir. Zira Kuran-ı Kerim Süleymanın
karıncanın sözünü işittiği zaman şöyle dua
ettiğini belirtmiştiri: Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: Rabbim! Bana ve ana babama
verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi
yapmakta beni muvaffak kıl. dedi.[1048]
Bizim de bu ayetin tefsirinde belirttiğimiz gibi bu dua Süleymanın
annesinin doğru yolda onların yani, Peygamberler,
sıddıklar, şehitler ve Allahın kendilerine nimet verdiği
salihlerin zümresinde olduğu yer almıştır.
Süleymanın kıssaları
hakkında özellikle de Hüdhüd ve Sebe melekesiyle olan kıssası
hakkında bir takım rivayetler nakledilmiştir. Onların
çoğu ilginç ve garip bilgilerle doludur. Öyle ki bu bilgilerin benzerleri,
hurafe olan efsanelerde dahi çok az görülmektedir ve selim bir akıl sahibi
olan kimse onu kabul edemez. Doğru ve kesin tarih de bu konuların
yalan olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu rivayetlerin en
abartmalı olanı ise, Kab ve Veheb gibi kimselerden nakledilen
rivayetlerdir.
Bunlar öylesine bir mübalağa
etmiş ve abartmışlardır ki sonunda şöyle
demişlerdir: Süleyman (a.s) yeryüzünde hükümdarlık etti,
saltanatı yediyüz yıl sürdü. Bütün cinler, insanlar, kuşlar ve
vahşi hayvanlar onun ordularından idiler. Onun tahtının
etrafına altıyüz bin kürsü kuruluyor, binlerce Peygamber, yüzbinlerce
cin ve insanların emirleri onun üzerine oturuyordu. Sebe melikesinin annesi
de cinlerden idi. Bu yüzden melikenin ayakları merkebin nallarına
benziyordu ve bu sebeple de ayaklarını insanlardan gizli tutmaya
çalışıyordu. Saraya girmek isteyince eteğini yukarı
kaldırdı. Böylece sırrı açığa çıktı.
Bu melikenin kudreti hakkında da öylesine bir
abartmışlardır ki sonunda şöyle demişlerdir: Dörtyüz
hükümdar onun emri altında idiler. Bu dörtyüz hükümdarın her biri bir
bölgeye hükmediyordu. Onlardan her birinin dört yüz bin
savaşçısı vardı. Melikenin memleketi idare eden üç yüz
veziri vardı. Her birinin emri altında on ikibin savaşçı
bulunan komutanı vardı. Bu ilginç ve garip bilgileri sadece
İsrailiyattan saymak ve bir kenara itmek gerekir.[1049]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
22-Hanzala (a.s)
F
Bihar, 14/148, 13. Bölüm; Kısset-u
Ashabur-Rus ve Hanzala
Kuran:
Ad, Semud milletleri ile Resslileri ve
bunların arasında bir çok nesilleri de yerle bir ettik.[1050]
Bak. Hac suresi, 45. Ayet; Kaf suresi, 12. Ayet
19696. Mecmeul-Beyanda, Allah-u
Tealanın, Ress ashabı
ayetinin tefsirinde şöyle yer almıştır: İkrimeden
nakledildiğine göre Ress, bir kuyunun adıdır ve oranın
halkı Peygamberlerini o kuyuya atmıştır. Said b. Cubeyrden
ve Kelbiden naklediğildiğine göre ise, Ress ashabının
Hanzala adlı bir Peygamberi vardı. Onu öldürdüler. Bunun üzerine
Allah onları helak etti. Kab ve Mukatilden nakledildiğine göre ise
Ress Antakyada bir kuyu olup Ress ashabı Habib-i Neccarı orada
öldürdüler. Bu yüzden de bu topluluk bu kuyuya isnat edilmiştir. İmam
Sadıktan (a.s) nakledildiğine göre de Ress ashabının
kadınları lezbiyen idiler.[1051]
19697. İmam Sadık (a.s),
lezbiyenliğin cezası hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: Böyle bir kadının haddi
(vurulacak kırbaç sayısı) zinakar kadının haddidir.
Bir kadın şöyle arzetti: Acaba aziz ve celil olan Allah bu hükmü
Kuranda zikretmiş midir? İmam şöyle buyurdu: Evet. O
şöyle arzetti: Nerede? İmam şöyle buyurdu: Ress
ashabının kıssasında.[1052]
19698. İmam Kazım (a.s), kendisine,
Ress ashabı kimler idi, hangi halktan idiler ve nasıl bir kavim
idiler? diye sorulunca şöyle buyurmuştur: İki
Ress ashabı vardır, bir Ress ashabı, Allahın
kitabında onları zikrettiği kimseler değillerdir. Bunlar
Bedevi ve hayvancılıkla geçinen kimselerdi. Allah-u Teala Salih
Peygamberi resul olarak onlara gönderdi. Ama onlar Salih peygamberi
katlettiler. Allah onlar için başka bir Peygamber gönderdi, onu da
öldürdüler. Bu defa bir Peygamberi veli ile birlikte gönderdi. Onlar Resulü
öldürdüler, ama veli o kadar cihat etti ki sonunda o halkı yendi...
Ama Allahın kendi kitabında
zikrettiği Ress ashabı ise, Ress adında bir nehire sahip olan
bir topluluktu. Bu nehrin çok suyu vardı. Bir şahıs İmama
(a.s) şöyle sordu: Bu Ress nerededir? İmam şöyle buyurdu:
Azerbeycanın sonunda, Ermenistan ve Azerbaycan arasında vaki olan
bir nehirdir. Bu halk Haça tapıyordu. Allah onlara bir arada otuz
Peygamber gönderdi, onların hepsini öldürdüler. Daha sonra Allah bir veli
ile birlikte kendilerine bir Peygamber gönderdi, onlarla cihat etti. Tohum ve
ekim döneminin başlangıcında, Allah Mikaili memur
kıldı, onların suyunu kuruttu, hiçbir çeşme ve nehirden su
akmaz oldu, herşeyi kuruttu, ölüm meleğine de bütün
koyunlarını yok etmesini emretti, yeryüzüne de altın, gümüş
veya tabaklarını yerin dibine geçirmesini emretti. Bizim Kaimimiz
(a.s) kıyam edince bunlardan faydalanacaktır. Böylece onların
hepsi, açlıktan, susuzluktan ve ağlamaktan öldüler. Onlardan hiç
kimse baki kalmadı. Onlar arasında sadece ihlas sahibi olanlar baki
kaldılar. Onlar Allahtan bir miktar ekin, hayvan ve suyla kendilerini
kurtarmasını ve de isyan ve tuğyana mübtela olmamak için
bunları kendilerine az kılmasını istediler. Allah onların
doğru niyetinden haberdar olduğu için de dualarına icabet
buyurdu. Ondan sonra halk kendi evlerine geri döndüler ve herşeyin altüst
olduğunu gördüler. Allah onların nehirlerini yeniden
akıttı. Onlar için ondan istediklerinden daha fazla kıldı.
Ondan sonra o kavim açık ve gizlide itaate koyuldular. Sonunda bu halk
ortadan kalktı. Bunlardan sonra yeni nesil vücuda geldi. Onlar da zahirde
Allaha itaat ettiler ama batında nifaka düştüler, çeşitli
günahlara bulaştılar. Daha sonra Allah onlara birini gönderdi. Hiç
çekinmeden onları öldürmeye başladı. Onlardan çok az bir grubu
geride kaldı. Allah onlara da taun (veba) hastalığını
musallat kıldı. Onlardan hiç kimse geri kalmadı. Nehirleri ve
evleri iki yüz yıl boyunca sahipsiz kaldı. Bir müddetten sonra
Allah-u Teala bir kavim getirdi, onların yurtlarına yerleştirdi.
Onlar doğru ve salih kimselerdi. Bir müddet sonra onların bir grubu
yeniden fesada düştü. Erkekler erkeklere yöneldi, kadınlar da
kadınlara. İşte bu yüzden Allah yıldırımı
onlara musallat kıldı ve bu topluluktan hiç kimseyi baki
bırakmadı.[1053]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
23-Şaya (a.s) ve Haykuk (a.s)
F
Bihar, 14/161, 14. Bölüm; Kısset-u
Şaya vel-Haykuk
19699. İmam Rıza (a.s), Caslike
şöyle buyurmuştur: Ey Hıristiyan
adam! Şayanın kitabından ne kadar biliyorsun? O şöyle
dedi: Onu kelime kelime biliyorum. İmam o ikisine Caslik ve
Resul-Calua- şöyle buyurdu: Acaba onun bu sözüne aşina
mısınız: Ey kavim! Ben, o merkebe binmiş kimsenin yüzünü
gördüm ki nurdan elbiseler giymişti ve o deveye binen kimsenin nurunun ise
ayın nuru gibi olduğunu gördüm. O ikisi şöyle dediler: Bu
konuyu Şaya söylemiştir
İmam Rıza şöyle buyurdu: Şaya
nebi, senin ve dostlarının inandığı gibi Tevratta
şöyle demiştir: İki süvari gördüm ki yeryüzü onlar için
aydınlandı, birisi merkebe bindi, diğeri ise dişi bir
deveye. Merkebe binen kimdir ve o deveye binen kimse kimdir? Resul Calut
şöyle arzetti: Bilmiyorum, siz bizi o ikisinden haberdar
kılın. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Merkebe binen
İsadır, o dişi deveye binen ise Muhammeddir (s.a.a). Acaba
Tevratın şu sözünü inkar mı ediyorsun? O şöyle arzetti:
Hayır, inkar etmiyorum. İmam Rıza daha sonra şöyle
buyurdu: Haykuk Nebiyi tanıyor musun? O şöyle arzetti: Evet, onu iyi
tanıyorum. İmam şöyle buyurdu: O şöyle buyurmuştur
ve kitabınız da bunu ifade etmektedir-: Allah-u Teala Faran dağından
beyanı getirdi ve gökler, Ahmet ve ümmetinin övgüsüyle doldu. O
süvarilerini karaya götürdüğü gibi denize götürmektedir. O
Beytul-Mukaddesin viran olmasından sonra, bizler için yeni bir kitap
(kitaptan maksadı Kurandır) getirecektir. (Ey Resul-Calut!) Bu
kelimeleri biliyor ve bunlara iman ediyor musun? O şöyle arzetti:
Bunları Haykuk nebi buyurmuştur ve biz de onun dediğini inkar
etmiyoruz.[1054]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
24-Zekeriyya (a.s)
F
Bihar, 14/163, 15. Bölüm; Kıses-u Zekeriyya
ve Yahya (a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/495, Zekeriyya (a.s)
Kuran:
Zekeriyya da: Rabbim! Beni tek
başıma bırakma, sen varislerin en
hayırlısısın diye nida etmişti. Biz de ona icabet
ederek, Yahyayı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak
hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde
yarışıyorlar, korkarak ve umarak bize yalvarıyorlardı.
Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.[1055]
Bak. Al-i İmran, 38-41, Meryem, 1-15
19700. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Zekeriyya korkudan kaçtı, bir
ağaca sığındı, ağaç onun için yarıldı
ve şöyle dedi: Ey Zekeriyya, içeri gir. Zekeriyya ağacın içine
girdi, onu takip edenler, onu aramaya koyuldular. Ama onu bulamadılar. Onu
gören İblis, takip edenlerin yanına geldi ve onlara
Zekeriyyanın yerini göstererek
şöyle dedi: O bu ağacın içindedir, ağacı kesiniz O
ağaca tapan halk ise şöyle dedi: Biz onu kesmeyiz. İblis,
onları ikna etti. Sonunda ağacı ve Zekeriyyayı (a.s) ikiye
ayırdılar.[1056]
19701. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: İsrailoğulları
Zekeriyyayı öldürmek için aramaya koyuldular. Zekeriyya çöle kaçtı.
Bir ağaç ağzını açtı ve Zekeriyya içine girdi. Ama
elbisesinin bir parçası dışarıda kaldı. İsrailoğulları
da gelip ağacın üstüne çıktılar ve onu testereyle biçtiler.[1057]
19702. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Zekerriya
marangoz idi.[1058]
Münezzeh olan Allah kendi kelamında
Zekeriyyayı nübuvvet ve vahiy sıfatlarıyla nitelendirmiş,
Meryem suresinin başında ubudiyet vasfını onun
hakkında kullanmıştır. Enam suresinde ise onu
Peygamberlerden ve salihlerden saymış, sonra da seçkinlerden yani
ihlas sahiplerinden- ve hidayete ermiş kimselerden kabul etmiştir.
Kuranda Zekeriyyanın haberlerinden
sadece Meryemin ibadetlerini ve Allah katındaki keramet ve
yüceliğini gördüğünde, Allahtan kendisine bir çocuk ihsan etmesi
için dua ettiğini, Allahın da onun duasını kabul
ettiğini ve kendisine Yahyayı (a.s)
bağışladığını belirtmiştir. Münezzeh
olan Allah şöyle buyurmuştur: Meryem babası İmranı
kaybedince, Zekeriyya onun sorumluluğunu üstlendi ve büyüdükten sonra da
insanlardan kenara çekildi. Kendisi için mescitte bir mihrap yaptı ve
orada ibadete koyuldu. Zekeriyya Meryeme baş vuruyordu.
Zekeriya mihrapta onun yanına
her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. ĞMeryem! Bu sana nereden
geldi?ğ deyince, o da: ĞBu, Allah katındandırğ derdi.Doğrusu
Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.
İşte burada Zekeriyya rabbine
dua etti ve ondan hanımına temiz bir çocuk
bağışlamasını istedi. Zekeriyya yaşlı ve
güçsüz biriydi, karısı da kısırdı. Allah duasına
icabet buyurdu. Mihrapta durduğu bir halde namaza koyuldu, melekler ona
şöyle seslendiler: Allah sana, adı Yahya olan bir çocuğu
müjdelemiştir. Zekeriyya o sesin münezzeh olan Allah tarafından
olduğuna itminan etmek için ondan nişaneler istedi. Zekeriyyaya
şöyle denildi: Senin alametin, dilini tutman, üç gün insanlarla
işaret dışında konuşmamandır. Öyle de oldu ve
Zekeriyya mihrabından dışarı çıkarak insanların
arasına geldi. Onlara işaretle, sabah akşam Allahı tesbih
etmelerini istedi, Allah eşini de kendisine layık (ve hamileliğe
hazırlıklı) kıldı ve o da Yahyayı dünyaya getirdi.
(Al-i İmran/37-41, Meryem/2-11 ve Enbiya/89-90)
Kuran Zekeriyyanın akıbetini
ve vefat şeklini zikretmemiştir. Ama şii ve sünni yoluyla
nakledilen bir çok rivayetlerde kavminin onu öldürdüğü yer
almıştır. Şöyle ki düşmanları Zekeriyyayı
öldürmeyi kastedince, Zekeriyya onların elinden kaçtı ve bir
ağaca sığındı. Ağaç onun için yarıldı,
Zekeriyya içine girdi ve daha sonra ağaç birleşti. Ama şeytan
Zekeriyyanın saklandığı yeri düşmanlarına
gösterdi ve onlara ağacı testereyle kesemelerini söyledi. Onlar da bu
işi yaptılar ve Zekeriyyayı (a.s) testereyle ortadan ikiye
biçtiler. Böylece öldürüldü.
Bazı rivayetlerde yer
aldığına göre de Zekeriyyanın öldürülme sebebi,
halkın Meryem ve Mesihe (a.s) hamile kaldığında onu itham
etmeleri ve şöyle demeleriydi: Meryemin yanına gidip gelen sadece oydu.
Bu konuda başka deliller de söylenmiştir.[1059]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
25-Yahya (a.s)
F
Bihar, 14/163, 15. Bölüm; Kıses-u Zekeriyya
ve Yahya (a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/520, Yahya (a.s)
Kuran:
Allah: Ey Zekeriya! Sana, Yahya isminde bir
oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik
buyurdu
Ey Yahya! Kitaba kuvvetle
sarıl deyip daha çocukken ona hikmet, katımızdan kalp
yumuşaklığı ve temizlik verdik. O, Allahtan sakınan
ve anasına babasına karşı iyi davranan bir kimse idi,
baş kaldıran bir zorba değildi. Doğduğu günde,
öleceği günde ve dirileceği günde ona selam olsun.[1060]
19703. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bu beşer için en korkunç zaman üç
yerdir: Doğduğu ve annesinin karnından çıkıp dünyaya
güldüğü zaman, öldüğü ve ahiret ve ahiret ehlini gördüğü zaman
ve dirildiği ve dünyada görmediği hükümleri gördüğü zaman.
Aziz ve celil olan Allah her üç yerde de
Yahyaya selam göndermiş ve ondan korkuyu kaldırarak şöyle
buyurmuştur: Doğduğu günde, öleceği günde ve dirileceği günde
ona selam olsun.
Hakeza İsa b. Meryemin kendisi de kendisine bu üç yerde selam göndermiş
ve şöyle buyurmuştur: Doğduğum günde, öleceğim günde,
dirileceğim günde bana selam olsun dedi.[1061]
19704. Yahya (a.s), İsa b. Meryeme
şöyle buyurmuştur: Sen Allahın
ruhu ve kelimesisin, sen benden daha iyisin. İsa şöyle buyurdu:
Hayır sen benden daha iyisin. Zira Allah sana selam gönderdi, ben ise
kendi kendime selam gönderdim.[1062]
19705. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah kardeşim Yahyaya rahmet
etsin! Daha bir çocuk olan Yahyayı oyuna davet ettiklerinde o şöyle
buyurmuştur: Ben oyun için mi yaratıldım? Böyle bir kimse
büluğ yaşına geldiğinde neler söyler![1063]
19706. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: Yahya b.
Zekeriyyanın (a.s) metodu şuydu: O ağlıyor, asla
gülmüyordu. İsa b. Meryem ise hem ağlıyor hem de gülüyordu.
İsanın (a.s) yaptığı iş Yahyanın (a.s) yaptığı
işten daha üstündü.[1064]
19707. İmam
Sadık (a.s) babalarından naklen şöyle buyurmuştur: Yahya (a.s)
ile şeytan arasındaki konuşmada Yahya (a.s) şöyle buyurdu:
Bana bir an olsun galip gelebildin mi? Şeytan şöyle dedi:
Hayır ama sende hoşlandığım bir sıfat vardır.Yahya,
O haslet nedir? Diye sorunca Şeytan şöyle dedi: Sen çok yiyen bir
kimsesin; iftar edince o kadar yiyorsun ki sonunda sindirim bozukluğuna
mübtela oluyorsun ve bu iş seni bazı namazlardan ve gece ibadet için
kalkmaktan alı koymaktadır. Yahya şöyle buyurdu: Allaha söz
veriyorum ki bundan sonra hayatta kaldığım müddetçe hiçbir
yemekten doyasıya yemeyeceğim. İblis de şöyle dedi. Ben
de Allaha söz veriyorum ki bundan sonra hayatta kaldığım
müddetçe asla bir Müslümana nasihat etmeyeceğim. Ardından
dışarı çıktı ve ondan sonra artık Yahyanın
(a.s) yanına geri dönmedi.[1065]
19708. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Bir şahıs İsa b.
Meryemin (a.s) yanına geldi ve şöyle dedi: Ey Ruhullah! Ben zina
ettim, beni temizle İnsanlar toplanıp onu bir çukura koydular. O
şöyle seslendi: Bizzat ilahi hadde müstehak olan kimse, bana had cari
kılmasın. Böylece Yahya ve İsa (a.s) dışında
bütün halk dağıldı. Yahya o şahsın yanına
vardı ve şöyle dedi: Ey günahkar adam! Bana öğüt ver. O
şahıs şöyle dedi: Nefsini isteklerine terketme ki seni helak
eder. Yahya şöyle buyurdu: Başka bir öğüt ver. O
şahıs şöyle dedi: Hiçbir hatalı insanı
hatalarıyla kınama. Yahya şöyle buyurdu: Yine bana öğüt
ver. O şahıs şöyle dedi: Asla gazaplanma. Yahya şöyle
buyurdu: Bu bana yeter.[1066]
Allah-u Teala Kuranın birkaç
yerinde Yahyayı zikretmiş ve onu güzellikle övmüştür. Bu
cümleden; Allahın kelimesini, yani Mesihin nübuvvetini tasdik edici, kavmini
idare eden bir yönetici ve kadınlara meyletmeyen bir kimse olarak
nitelendirmiş, onu bir Peygamber, salihlerden bir kul (Al-i İmran/39)
ve seçkinlerden ki hepsi de ihlas sahibidir ve hidayete ermişlerdir-(Enam/85-87)
olarak saymıştır. Onu Yahya olarak
adlandırmıştır. Ondan önce hiç kimse bu isimle
adlandırılmamıştır ve ona Allahın
kitabını kuvvetle tutmasını buyurmuş, çocuklukta ona
hikmet ihsan etmiştir. Dünyaya geldiği, öldüğü ve dirildiği
gün ona selam göndermiştir. (Meryem, 2-15) Hakeza Zekeriyyanın
hanedanını da, yani babası ve annesini de övmüş ve
şöyle buyurmuştur: Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak
ve umarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden
saygı duyuyorlardı.[1067]
Yahya harikulade bir tarzda annesinden
doğmuştur. Çünkü babası yaşlı ve güçsüz, annesi ise
kısır idi. Allah Yahyayı bir çocuğu ümit dahi edemeyen o
ikisine bağışlamıştır ve o da çocukluk
yaşında doğruluk, ibadet ve züht yoluna koyulmuştur. Allah
henüz çocuk olan Yahyaya hikmet bağışlamıştır.
Yahya kendisini ibadet ve zühde adamış, asla evlenmemiş, hiçbir
dünya lezzetleri ve hoşluklarıyla meşgul olmamıştır.
Yahya, İsa b. Meryemin (a.s)
zamanında yaşamış, onun nübuvvetini tasdik etmiş,
insanlar arasında yöneticilikte bulunmuş, yücelikle
yaşamış, kalpler ona aşık olmuş, ruhlar ona
yönelmiştir. Halk Yahyanın etrafına toplanıyor, Yahya
onlara nasihat ediyor, onları tövbeye çağırıyor, takva ve
sakınmaya davet ediyordu. Sonunda da bu hal üzere şehadete
erişti.
Kuranda Yahyanın öldürüşü
hakkında söz edilmemiştir. Ama rivayetlerde yer
aldığına göre şehadetinin sebebi şuydu: O zamanlar
kötü bir kadın yaşıyordu. İsrailoğullarının
padişahı bu kadına aşık oldu ve onun yanına
gitti. Yahya padişahı bu amelden alıkoydu, onu kınadı.
Yahya padişahın yanında saygın ve yüce biriydi.
Padişah ona itaat eder ve kendisini dinlerdi. O kadın da Yahyaya kin
besliyordu ve padişahtan Yahyanın başını istedi. Bu
konuda ısrar gösterdi. Sonunda padişah Yahyanın
başının kesilmesini istedi ve Yahyanın kesilen
başını kadına hediye olarak gönderdi.
Bazı rivayetlerde yer
aldığına göre de Yahyanın başını
padişahtan isteyen kimse, padişahın kardeşinin
kızıydı. Zira padişah kardeşinin kızıyla
evlenmek istiyordu. Ama Yahya onu bundan sakındırdı.
Padişahın kardeşinin karısı, kızını
öyle bir süsledi ki padişahın kalbini ele geçirdi ve onu
padişahın yanına gönderdi ve kızına, padişahtan
kendisinden bir istekte bulunması için izin almasını
sağlamasını söyledi ve böylece ondan Yahyanın
başını diledi. Kızı bu işi yaptı,
padişah Yahyanın başını kesti, başını
altından bir leğen içine koyup ona hediye olarak gönderdi.
Rivayetlerde Yahyanın ibadet ve
zühdü, Allah korkusundan ağlaması, öğütleri ve hikmetli sözleri
hakkında bir çok bilgiler yer almıştır.
İncil şöyle diyor: Yahudiye
kıralı Hirodesin günlerinde Abiya takımından Zekeriyya
adında bir kahin vardı. Onun karısı da Harun kızlarındandı
ve adı Elisabet idi. Her ikisi de Allah indinde salih olup Rabbin bütün
emirleri ve hükümlerinde kusursuz yürümekte idiler. Onların çocuğu
yoktu, çünkü Elisabet kısır idi. Ve ikisi de çok yaşlı
idiler.
Vaki oldu ki Zekeriyya kendi
takımının sırasında Allahın huzurunda kahinlik
hizmetini ederken, kahinlik ayini üzre buhur yakmak için Rabbin mabedine girmek
kurası kendisine düştü. Bütün halk cemaati buhur satinde
dışarıda dua ediyorlardı. Rabbin bir meleği Zekeriyyaya
gönderdi ve Zekeriyya onu görünce şaşırdı ve üzerine korku
düştü. Fakat melek ona dedi: Korkma! Zekeriyya. Çünkü duan işitildi karın
Elisabet sana bir oğul doğuracak, onun adını Yahya
koyacaksın. Sevinç ve sefa bulacaksın ve onun doğmasından
bir çokları da sevinecekler. Çünkü Rabbin gözünde büyük olacak, şarap
ve içki içmeyecek ve daha anasının karnında Ruhul Kudusle dolu
olacak. İsrailoğullarından bir çoğunu onların Allahı
Rabbe döndürecek. Babaların yüreklerini oğullara, asileri salihlerin
hikmetine çevirmek ve Rabbe hazır bir kavim hazırlamak üzere
İlyanın ruhu ve kudretiyle onun önünde yürüyeceklerdir.
Zekeriyya da meleğe dedi: Ben bunu
nasıl bileyim? Çünkü ben yaşlı bir adamım, karım da
çok yaşlıdır? Melek cevap verip ona dedi: Ben Allah önünde
duran Cebrailim seninle konuşmak ve bu şeyleri sana müjdelemek için
gönderildim. İşte dilin tutulacak ve bu şeyler oluncaya kadar
söz söyliyemeyeceksin. Çünkü vaktinde yerine gelecek olan sözlerime
inanmadın.
Halk Zekeriyyayı bekleşip
duruyor ve mabatte gecikmesine şaşıyorlardı. Zekeriyya ise çıktığı
zaman onlarla konuşmadı onlar da mabette bir rüyet gördüğünü
anladılar ve Zekeriyya hizmetinin
günleri bitince evine gitti. O günlerden sonra karısı Elisabet gebe
kaldı beş ay evine kapanıp dedi: İnsanlar arasında
ayıbımı gidermek için Rab üzerime nazır eylediği
günlerde bana böyle etti.
Elisabet doğuracağı vakit
tamam oldu ve bir oğlan doğurdu. Komşluları ve
akrabası Rabbin ona büyük merhamet ettiğini işittiler. Ve onunla
beraber sevindiler ve vaki oldu ki sekizinci gün çocuğu sünnet etmek için
geldiler ve onun adını babasının adına göre Zekeriyya
koyuyorlardı. Anası cevap verip dedi: Yok fakat adı Yahya
olacak. Ona dediler: Akrabandan bu adda kimse yoktur. Ve ne ad
konulmasını istersin? Diye babasından işaretle sordular. O
bir levha istedi. Adı Yahyadır diye yazdı. Hepsi
şaştılar. Onun ağzı hemen açıldı ve dili
çözüldü. Allaha hamdederek söz söyledi. Etrafında oturanların
hepsine korku düştü. Ve hep bu sözler bütün Yahudiye
dağlığında yayıldı. İşitenlerin hepsi: Bu
çocuk acaba ne olacak? Diye bu şeyleri yüreklerinde sakladılar,
çünkü Rabbin eli onunla beraberdi.
Babası Zekeriyya Ruhul Kudüsle
doldu, ve peygamberlik edip dedi:
[1068]
Hakeza İncilde şöyle yer
almıştır: Kayser Tiberosun saltanatının on
beşinci yılında, Pontuslu Pilatus Yahudiye valisi, Hirodes
Galile Reisirubu, kardeşi Filupus İturea ve Trahonitus hevalisi
reisirubu, Lisanyas Abilini reisibu, Hanna ile Kayafa başkahin
bulundukları zamanda, çölde Zekeriyyanın oğlu Yahyaya
Alalhın sözü geldi.
Kendisi de Erden etrafındaki bütün
havaliye, günahların bağışlanması için tevbe vaftizini
vazederek geldi. Nasıl ki, İsaya peygamberin sözleri kitabında
yazılmıştır: Çölde çağıranın sesi: Rabbin
yolunu hazırlayın, Onun yollarını düz edin. Her dere ve
tepe alçaltılacaktır, eğri olan doğrulacak, sarp yollar düz
olacaktır ve bütün beşer Alalhın
kurtarışını görecektir.
O zaman kendisi tarafından vaftiz
olunmak için çıkıp gelen kalabalıklara dedi: Ey engerekler
nesli! Gelecek öfkeden kaçmayı size kim gösterdi? O halde tevbeye
layık semereler çıkarın, ve babanız İbrahimdir, diye
içinizden söylemeye başlamayın. Çünkü size derim ki, Allah şu
taşlardan İbrahime evlat kaldırmaya kadirdir. Zaten balta da
ağaçların kökünün dibine yatıyor. Her iyi meyva vermeyen
ağaç kesilir ve ateşe atılır.
Halk da kendisine, öyle ise ne
yapalım? diye sordular. Cevap verip onlara dedi: İki gömleği
olan hiç olmayana versin, yiyeceği olan kimse de böyle yapsın. Vergi
mültezimleri de vaftiz olmak için gelip ona dediler: Muallim biz ne
yapalım? Yahya onlara dedi: Size tayin edilenden fazlasını
almak için zoretmeyin. Askerler de ona ya biz ne yapalım? diye sordular?
Onlara: Kimseyi sıkıştırıp soymayın, ne de
kimseyi haksız yere tehdit edin, tanıyanlarınızla kanaat
eyleyin. dedi.
Halk beklemekte iken hepsi Yahya
hakkında: Acaba Mesih midir? diye içlerinden geçirdiler. Yahya
onların hepsine cevap verdi: Gerçi ben sizi su ile vaftiz ediyorum fakat
benden kudretlisi geliyor ki, onun çarıklarının
tasmasını çözmeğe layık değilim. O sizi Ruhul Kudusle
ve ateşle vaftiz edecektir. Kendi harman yerini bütün temizlemek ve
buğdayı ambarına toplamak için yabası elindedir fakat
samanı sönmez ateşle yakacaktır.
Hirodes, kardeşinin karısı
Hirodiastan ve Hirodesin ettiği bütün kötülüklerden dolayı, Yahya
tarafından azarlanmış olduğu için bunun hepsinin üstüne onu
zindana attı. Vaki oldu ki bütün halk vaftiz edilirken İsa dahi
vaftiz edilmişti
[1069]
Hakeza İncilde şöyle yer
almaktadır: Çünkü Hirodes kendisi göndererek Yahyayı tutup kardeşi
Filupusun karısı Hirodiasten ötürü onu zindanda
bağlamıştı. Çünkü o kadınla evlenmişti. Zira
Yahya Hirodese, kardeşinin karısını almak sana caiz
değildir derdi. Hirodias ise ona kin besleyip onu öldürmek istiyor, fakat
yapamıyordu. Çünkü Hirodias, salih ve mukaddes bir adam olduğunu
bilerek, Yahyadan korkar ve onu korurdu. Onu dinlediği zaman çok
şaşırırdı ve onu sevinçle dinlerdi. Hirodesin kendi
doğum gününde büyük adamlarına, binbaşılara ve Galilenin
ileri gelenlerine ziyafet verdiği münasip gün gelince Hirodiasın
kızı girip oynadığı vakit, Hirodesin ve kendisi ile
sofrada oturanların hoşuna gitti ve kıral kıza şöyle
dedi: Dile benden ne istersen sana vereceğim. Ve benden her ne dilersen
ülkemin yarısına kadar sana vereceğim, diye ona and etti. O da
çıkıp anasına: Ne dileyeyim? dedi. Anası Vaftizci
Yahyanın başını dedi. Hemen çabucak kıralın
yanına girip ondan dileyerek dedi: Vaftizci Yahyanın başını
tepsi içinde şimdi bana vermeni isterim. Kıral çok kederlendi, fakat yeminleri ve
sofrada kendisi ile oturanlardan ötürü kızı reddetmek istemedi.
Kıral hemen muhafız
askerlerinden birini gönderip onun başını getirmesini emretti. O
da gidip zindanda onun başını kesti. Başını tepsi
içinde getirdi ve onu kıza verdi. Kız da anasına verdi. Yahyanın
öğrencileri bunu işittikleri zaman, geldiler, cesedini
kaldırdılar ve onu kabre koydular.
Yahya hakkında İncilde
başka bir takım dağınık rivayetler de yer
almıştır ve bu dediklerimizden öteye geçmemektedir. Düşünür
bir şahsın Kurandan naklettiklerimizi bizim İncilden beyan
ettiklerimizle karşılaştırarak bu yolla iki kitap
arasındaki farklılığı elde etmesi mümkündür.[1070]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
26-İsa (a.s)
F
Bihar, 14/191-350; Ebvab-u Kıses-u İsa
ve Ummihi
F
Bihar, 14/206, 17. Bölüm; Veladet-i İsa
(a.s)
F
Bihar, 14/283, 21. Bölüm; Mevaiz-u İsa
(a.s)
F
Kenz'ul-Ummal, 11/500; İsa (a.s)
Kuran:
Allah katında İsanın durumu kendisini topraktan
yaratıp sonra ol demesiyle olmuş olan Ademin durumu gibidir. [1071]
Ve, Meryem oğlu İsa Mesihi,
Allahın elçisini öldürdük demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler
ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa
düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki
bilgileri ancak zanna uymaktan ibarettir, kesin olarak onu öldürmediler.
Bilakis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah Güçlüdür, hikmet
sahibidir. Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsaya inanmayacak yoktur. O,
gerektiği gibi inanmadıklarından, kıyamet günü onların
aleyhine şahit olur.
[1072]
Bak. Al-i İmran, 45-58, Meryem, 16-34,
Bakara, 87,253, Maide, 110-118, Müminun, 50, Zuhruf, 57-65, Saf, 6,14, Hadid,
27
Tefsir
Şüphesiz,
Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu
topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da oluverir." Bu ayet, gerektiğinde, İsa'nın
ayrıntılı olarak anlatılan doğumu
kıssasının bir özetinin verilmesine örnektir. Olaylar teker
teker anlatıldıktan sonra, bir de kısaca ifade ediliyor.
Özellikle kanıtlama ve tartışma ortamında bu tarz bir
anlatım, konuşma için bir meziyettir. Ayetler, tartışmayla
ilgili olarak inmişlerdir. Necran Hıristiyanlarından oluşan
bir heyetle ilgilidirler. Dolayısıyla, kıssa uzun uzun
anlatıldıktan sonra, yaratılışının kısaca
özetlenmesi ortama uygun bir ifade tarzıdır. Bununla demek isteniyor
ki, onun dünya gelişinin niteliğinin farklı oluşu, onu yaratılmış
insan olmaktan çıkarmaz. O da tıpkı Adem peygamber gibi
yaratılmıştır. Dolayısıyla onu nitelendirirken
Adem'den fazla bir şey söylemek doğru değildir. O, Allah
tarafından babasız olarak yaratılmış olan bir
insandır. Bu durumda ayetin anlamı şu şekilde
belirginleşiyor: İsa'nın (a.s) Allah katındaki örneği,
yâni O'nun katında belirginleşen niteliği, diğer bir
ifadeyle, yüce Allah'ın eliyle gerçekleşen
yaratılışı ile ilgili bilgisindeki durumu, Adem peygamberin
yaratılışının bir benzeridir. Yaratılışı
şöyle gerçekleşmiştir: Allah onu bedeninin elementlerini topraktan
bir araya getirmiş, sonra onlara "ol" demiş ve o da
babasız olarak bir beşer halinde oluvermiştir. Bu durumda
açıklama iki kanıt işlevini görmüş oluyor ve herbiri,
diğerini pekiştirerek Hz. İsa'ya
yakıştırılan tanrılık niteliğini olumsuzluyor:
Bu
kanıtlardan biri şudur: Hz. İsa (a.s) Allah tarafından
yaratılmıştır. -Allah'ın bilgisinde böyledir ve hiçbir
şey O'nun bilgisi kapsamında kaybolmaz.- Bir beşer olarak ve
babasız dünyaya gelmiştir. Durumu bundan ibaret olan birisi
tanrı değil, kuldur. İkinci kanıt da şudur: Onun
yaratılışı Hz. Adem'in yaratılışından pek
farklı değildir. Eğer yaratılışının
orijinal niteliği, onun tanrı oluşunu gerektiren bir unsur
olsaydı, Ademin yaratılış biçimi de bunu gerektirirdi. Oysa
kendileri de Hz. Adem'e böyle bir nitelik yakıştırmıyorlar.
Dolayısıyla aradaki benzerlikten hareketle Hz. İsa hakkında
da böyle bir nitelemede bulunmaları gerekirdi. Ayetten
anlaşıldığı kadarıyla, Hz. İsa'nın yaratılışı
da tıpkı Hz. Adem'in yaratılışı gibi doğal
ve varoluşsaldır. Ancak türeme, yâni çocuğun olması için
babaya ihtiyaç duyulması açısından
bakıldığında, yürürlükteki evrensel yasaya göre
olağanüstü bir olgudur.
Ayetin
akışından anlaşıldığı kadarıyla:
"o da oluverir." İfadesiyle geçmişte olan bir durumun
anlatımı kastediliyor. Ama bu durum: "Sonra ona "ol" dedi." ifadesinin zamansal
ardışıklık durumunu olumsuzladığı hususuyla
bir çelişki oluşturmaz. Çünkü dayanakları, nispetleri
farklıdır. Çünkü şu gördüğümüz varlıklar, tedricî-aşamalı
olarak varolanıyla, bu şekilde varolmayanıyla yüce Allah
tarafından yaratılmışlardır. Varlık bütünü O'nun
emri olan "ol" kelimesiyle varolmuştur. Nitekim yüce Allah bu
hususa şöyle işaret ediyor: "Bir şeyi dilediği zaman, O'nun
emri yalnızca "ol" demesidir; o da hemen oluverir." (Yasin, 82)
Varlık
bütünü içindeki bir çok şeyin oluşumu, aşamalı sebepleri açısından
incelendiğinde aşamalıdır. Fakat, varlıkların
durumu yüce Allah'a nispetle ele alındığında, burada
aşamalı varoluşa yer yoktur; zamansal mühlet söz konusu
değildir. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi, yalnızca
bir keredir." (Kamer, 50)
İnşallah
yeri gelince, bu hususla ilgili ayrıntılı açıklamalara yer
vereceğiz. Öte yandan: "Sonra ona "ol" dedi."
ifadesinin açıklamak istediği husus şudur: Yüce Allah, bir
şeyi yaratırken sebeplere ihtiyaç duymaz. Dolayısıyla
yaratmasını dilediği şeylerin durumu, O'na karşı
değişmez. Örneğin, varoluşa müdahale eden sebeplerin
değişik durumlarından kaynaklanan mümkünlük veya imkansız,
kolaylık veya zorluk, yakınlık veya uzaklık gibi olgular,
Allah Teâla'nın onları yaratmasında bir etkinlik
oluşturmaz. O, bir şeyi irade ettiği zaman, ona: "ol" der,
o da hemen oluverir. Bunun için normalde etkili olan maddi sebeplere
ihtiyacı yoktur.[1073]
19709. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İsrailoğullarının
altı yüz Peygamberi vardı ki ilk Peygamberleri Musa, en son
Peygamberleri ise İsaydı.[1074]
19710. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: İsrailoğulları
Peygamberlerinin ilki Musa, sonuncusu ise İsa idi.[1075]
19711. Mesihe (a.s), seni kim edeplendirdi
diye sorulunca şöyle buyurmuştur: Beni
hiç kimse edeplendirmemiştir. Sadece cehaletin çirkinliğini gördüm ve
ondan uzaklaştım.[1076]
19712. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: İstersen İsa b. Meryem
hakkında söz edeyim. O da taşı yastık yapıyor, sert
şeyler giyiyor ve katıksız kuru yiyecekler yiyordu.
Azığı açlık, gece lambası ay, kışın
barınağı yeryüzünün doğusu ve batısıydı.
Meyveleri ve sebzeleri, yeryüzünde canlılar için biten şeylerdi. Ne
onu fitneye düşürecek bir hanımı, ne hüzünlendirecek bir
çocuğu, ne kendisini meşgul edeceği bir malı ve ne de
kendisini hor kılacak bir tamahı vardı. Bineği iki
ayağı, hizmetçisi de iki eliydi.[1077]
19713. Mesih
(a.s) şöyle buyurmuştur: Hizmetçim iki elim, merkebim iki
ayağım, yeryüzü yatağım, taşlar
yastığımdır. Kışın bana sıcaklık
veren güneş alan yerlerdi. Geceleyin fakirlik içinde ve gündüz de yokluk
için yaşarım. Buna rağmen yeryüzünde benden daha zengin birisi
yoktur.[1078]
19714. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Mercimek yiyiniz. Zira mercimek
bereketli ve mukaddestir. Kalbi inceltir, ağlamayı
çoğaltır. Yetmiş peygamber onu bereketlendirmiştir ki
onların sonuncuları da İsa b. Meryemdir (a.s).[1079]
19715. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: İsanın (a.s) göğe
götürülünceye kadar yemeği bakla idi. İsa gökyüzüne götürüldüğü
zamana kadar ateşte pişirilmiş bir yemek yemedi.[1080]
19716. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ey Ümmü Eymen! kardeşim
İsanın kahvaltı için bir akşam yemeğini ve akşam
için de bir kahvaltıyı saklamadığını bilmiyor
musun? O ağaç yapraklarından besleniyor, yağmur suyundan içiyor,
palas giyiyor ve nerede gece olursa orada sabahlıyor ve şöyle
diyordu: Hergün kendi rızkını getirir.[1081]
19717. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben İsa b. Meryem-i gördüm. O beyaz
tenli ve kılıç gibi zayıf biriydi.[1082]
19718. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Davuddan İsa b. Meryeme (a.s)
kadar dörtyüz yıl fasıla vardır. İsanın şeriati
tevhide ve ihlasa davete dayalıydı. O da Nuh, İbrahim ve
Musanın tasviye ettiği şeydir. İncil ona nazil olmuş
ve ondan da diğer peygamberlerden alınan ahit
alınmıştır.
İncilde onun için, dinle beraber namaz
kılmak, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak
haramları haram, helalleri helal saymak taktir edilmiştir.
İncilde ona öğütler ve örnekler nazil olmuştur. Onda ne
kısas vardır, ne hudud ve ne de miras hükümleri.
Tevratta Musaya nazil olan şey
ise hafifleştirilmiş bir halde İsaya nazil olmuştur.
Allah-u Tealanın buyurduğu gibi İsa b. Meryem
İsrailoğullarına şöyle buyurmuştur: Size haram
kılınanların bazısını sizlere helal
kıldım.
İsa kendisine uyan müminlere Tevrat
ve İncilin şeriatlerine iman etmelerini emretmiştir.[1083]
19719. İmam Sadık (a.s) Allahu
Tealanın İsadan naklettiği
Beni nerede olursam olayım bereketli kılmıştır
ayeti hakkında
şöyle buyrmuştur: Yani çok faydalı
kılmıştır.[1084]
19720. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: İsanın (a.s) yüzüğünün
taşında İncilden aldığı şu iki cümle
yazılıydı: Allahın anılmasına sebep olan
kullarına ne mutlu, Allahın unutulmasına neden olan kullara ise
yazıklar olsun.[1085]
İmranın
karısı, Mesihin annesi İmran kızı Meryeme hamile
kalır. karnındaki bebeği, doğurduğu zaman özgür
kılınmış olarak mescide hizmet etmek üzere adar. O karnındaki
bebeğin erkek olduğunu sanır. Çocuğu doğurup kız
olduğunu anlayınca üzülür, iç geçirir. Sonra ona, hizmet eden
kadın anlamına gelen Meryem adını verir. Meryem doğmadan
önce babası ölür. Annesi onu mescide getirir ve kahinlere teslim eder. Hz.
Zekeriyya da aralarındadır. Onun sorumluluğunu yüklenme
hususunda birbirleriyle tartışırlar. Sonunda kura çekme
hususunda anlaşırlar. Kura amacıyla oklar çektiklerinde kura Zekeriyyaya
çıkar. Bunun üzerine Zekeriyya onun sorumluluğunu üstlenir.
Erişkinlik çağına gelince, onu diğer kahinlerden
ayıracak şekilde araya bir perde çekerler. Meryem bu özel bölmede
Allaha ibadet ederdi. Sadece Zekeriyya yanına girebilirdi. Zekeriyya
mihrapta onun yanına girdiği her seferinde yanında bir rızk
bulurdu. Zekeriyya, Bunlar sana nereden geldi ey Meryem? diye sorardı. O
da, Allah katından, Allah dilediğine hesapsız rızık
verir cevabını verirdi. Meryem (s.a) doğru sözlüydü. Allah
tarafından günahlardan korunmuştu, masumeydi. Tertemizdi,
arınmış ve seçilmişti. Meleklerin konuştuğu bir
muhaddesti. Melekler ona; Allah seni seçti ve arındırdı
demişlerdi. O rabbine gönülden boyun eğendi ve Allahın alemlere
olan ayetlerindendir.
(Ali-i İmran,
35-44, Meryem, 16, Enbiya,91, Tahrim, 12)
O, kendisine
ayrılan özel bölmesinde bulunduğu bir sırada yüce Allah ona
Ruhu (Cebrail) gönderdi. Ruh ona normal bir insan olarak göründü. Ruh, Allah
tarafından kendisine elçi olarak gönderildiğini ve görevinin
Allahın izniyle ona babasız olarak bir çocuk bahşetmek
olduğunu söyledi. Çocuğunun göstereceği göz
kamaştırıcı mucizeleri müjdeledi. Yüce Allahın, onun
oğlunu Ruhul-Kudüsle destekleyeceğini, ona kitabı, hikmeti,
Tevratı ve İncili öğreteceğini, yüce Allahın
apaçık ayetler desteğinde onu İsrailoğullarına elçi
olarak göndereceğini haber verdi. Onun misyonunu ve
kıssasını anlattı. Sonra Ruh ona üfledi. Böylece normal bir
şekilde gebe kalan bir kadın gibi çocuğuna gebe kaldı. (Al-i
İmran, 35-44)
Sonra Meryem,
onunla ıssız bir yere çekildi. Doğum sancıları onu bir
hurma dalına doğru sürükledi. Keşke bundan önce
ölseydim de hafızalardan silinip unutuluverseydim dedi. Altından bir
ses ona şöyle seslendi: Üzülme, Rabbin seni ayağının
altına bir ark akıtmıştır. Hurma dalını
kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş taze hurma
dökülüverir. Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini
görürsen, ona, Ben Rahman olan Allaha oruç adadım, bugün hiç kimseyle
konuşmayacağım de. Böylece onu taşıyarak kavmine
geldi.[1086] Meryemin
İsaya hamile kalması, onu doğurması, İsanın
konuşması ve diğer varoluşsal özellikleri diğer
insanlardan farklı değildi.
Kavmi onu bu
halde görünce, onu kınamaya, ayıplamaya başladılar. Çünkü karşılarında
gördükleri manzara, bir kadının kocasız olarak gebe kalıp
bir çocuk doğurmuş olmasıydı. Dediler ki: Ey Meryem! Sen
gerçekten şaşılacak bir iş yaptın. Ey Harunun
kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de
azgın, utanmaz bir kadın değildi Bunun üzerine Meryem çocuğu
gösterdi. Dediler ki: Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl
konuşabiliriz? Çocuk şunları söyledi: Şüphesiz ben,
Allahın kuluyum. Allah bana kitap verdi ve beni Peygamber
kıldı. Nerede olursam olayım, beni kutlu kıldı ve
hayat sürdüğüm sürece, bana namazı ve zekatı vasiyet etti,
anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimdedir
doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden
kaldırılacağım gün.[1087]
Hz.
İsanın henüz beşikteyken yaptığı bu
konuşma, ileride zulme ve azgınlığa karşı
gerçekleştireceği hareketin, Musanın (a.s)
şeriatını yeniden canlandırıp
pekiştireceğinin, silikleşen kavramları
yenileyeceğinin ve hakkında ihtilafa düştükleri ayetleri onlara açıklayacağının
bir ön işareti, parlak bir haykırışı
niteliğindedi.
Sonra İsa
(a.s) büyüdü, delikanlılık çağına geldi. O ve annesi,
herkes gibi yiyip içiyorlardı. Yaşadıkları sürece
diğer insanlarda bulunan varoluşsal arazlar, özellikler onlarda da
vardı.
Sonra Hz. İsaya İsrailoğullarına
tebliğ etmek üzere risalet, Peygamberlik verildi. O da bu misyonu yüklenir
yüklenmez, onları tevhit dinine davet etti. Şöyle diyordu: Ben size
Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben sizin için kuş şeklinde çamurdan
bir şey yapar, sonra onun içine üflerim ve o Allahın izniyle bir
kuş oluverir. Allahın izniyle doğuştan körü,
alacalıyı iyileştiririm, ölüleri diriltirim. Yediklerinizi ve
evlerinizde depoladıklarını size haber veririm. Bunda sizin için
bir ayet vardır. Hiç kuşkusuz, Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir.
Şu halde ona ibadet edin.
Hz. İsa (a.s) İsrailoğullarını
getirdiği yeni şeriata çağırıyordu. Bu
şeriatın özü, Hz. Musanın şeriatını tasdik
etmekti. Ancak, Yahudilere zorluk olsun diye Tevratta haram kılınan
bazı şeylere ilişkin hükümleri de yürürlükten
kaldırıyordu. Diyordu ki: Ben size hikmet getirdim. Hakkında
ihtilafa düştüğünüz bazı konuları size açıklamak için
geldim. Yine diyordu ki: Ey İsrailoğulları, ben Allahın
size gönderdiği elçisiyim. Benden önce Tevratı tasdik etmek ve
benden sonra gelecek adı Ahmed olan Peygamberi müjdelemek üzere
gönderildim.
Hz. İsa (a.s), kuş yaratmak, ölüleri diriltmek,
doğuştan kör olanları ve alaca hastalığına
yakalananları iyileştirmek ve gizli olan bazı şeyleri haber
vermek gibi sözünü ettiği tüm mucizeleri, Allahın izniyle
gerçekeltirdi.
İsrailoğullarının
iman etmelerinden ümidini kesinceye kadar onları Allahın
birliğine ve yeni şeriatına davet etti.
Soydaşlarının dik başlılıklarını,
inatlarını, kahinlerin ve hahamların büyüklük
taslamalarını görerek inanmalarından ümidini kesince, kendisine
inanan bir avuç havariyi Allahın dininin yardımcıları
olarak seçti.
Sonra Yahudiler onu öldürmek amacıyla ayaklandılar.
Bunun üzerine Allah onu aldı ve katına yükseltti. Yahudiler
birilerini ona benzettiler. Bazıları, Biz onu öldürdük ,
bazıları da, Biz onu astık dediler. Fakat doğrusu onlar karıştırıyorlardı.[1088]
Kuranın İsa ve annesiyle ilgili değerlendirmesi özetle bundan
ibarettir.
O, Allahın bir kuluydu ve
peygamberiydi.[1089]
İsrailoğullarına gönderilmiş bir elçiydi. (Al-i İmran
suresi, 49. Ayet) Şeriat ve kitap sahibi beş çığır
açıcı (ulul-azm) peygamberden biriydi, kendisine kitap oalrak
İncil verilmişti. (Ahzab suresi, 7. Ayet; Şura suresi, 13. Ayet;
Maide suresi, 46. Ayet) Yüce Allah onu Mesih İsa olarak
isimlendirmişti. (Al-i İmran suresi, 45. Ayet) Allahın kelimesi
ve Ondan bir ruhtu. (Nisa suresi, 171. Ayet) İmamdı (Ahzab suresi,
7. Ayet) Ameller tanıklarındandı. (Nisa suresi, 159. Ayet, Maide
suresi, 117. Ayet) Resulullah Efendimizin (s.a.a) müjdeleyicisydi. (Saff
suresi, 6. Ayet) Dünya ve ahirette gözdeydi,
yakınlaştırılmışlardandı. (Al-i İmran
suresi, 45. Ayet) Seçilmişlerdendi. ((Al-i İmran suresi, 33. Ayet) Seçkinlerden
ve salihlerdendi. (Enam suresi, 85-87. Ayet) Nerede olursa olsun mübarek
kılınmıştı.temiz idi. İnsanlar için bir ayet ve
Allahtan bir rahmetti. Annesine karşı itaatkardı. Üzerine selam
edilenlerdendi. (Meryem suresi, 19-33. Ayet) Allahın kitap ve hikmet
öğretiklerindendi. (Al-i İmran suresi, 48. Ayet) Velayet
makamına ilişkin bu yirmi iki nitelik, yüce Allahın bu ulu
Peygamber için saydığı ve bunlar vasıtasıyla
derecesini yükselttiği vasıflardır. Bu nitelikler iki
kısımdır: Bir kısmı, kulluk, yakınlık ve salihlik
gibi kesbidir. Kazanmaya, çalışmaya bağlıdır.
Diğer bir kısmı ise, vehbidir, ona özgü niteliklerdir.
Bunların her birini, anladığımız kadarıyla
kitabın akışı içinde yeri geldikçe
açıklamışızdır. Daha ayrıntılı bilgi
için adı geçen açıklamalara başvurulabilir.
Kuran, İsanın elçi olarak
görevlendirilmiş bir kul olduğunu söyler. Onun, kendisiyle ilgili
olarak daha sonraları ortaya atılan
yakıştırmaları kendisine nispet etmediğini vurgular.
Muhataplarına sadece risaletten söz ettiğini belirtir: Allah:
Ey Meryem Oğlu İsa! Dedi. Sen mi insanlara, Allahtan başka
beni ve annemi iki ilah edinin dedin? O, Seni tenzih ederim dedi.
Hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu
söylediysem, mutlaka bilmişsindir. Sen, benim nefsimde olanı
bilirsin, ama ben senin zatında olanı bilmem. Hiç kuşkusuz sen,
tüm gizlilikleri bilensin. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim.
Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allaha kulluk edin dedim.
İçlerinde olduğum sürece de onlara şahittim. Sen beni
alınca, üzerlerindeki gözetleyici sendin. Eğer azap edersen
şüphesiz onlar kullarındandır. Onları
bağışlarsan da, şüphesiz sen azizsin, hikmet sahibisin
Allah, Bu doğrulara, doğru söylemelerinin yarar
sağladığı gündür dedi.[1090]
Bu ifadeler son derece ilginçtir.
Kulluğun özünü içeriyor. İsanın Rabbi karşısında
kendisine biçtiği yeri yansıtan göz kamaştırıcı
edep tavrını kapsıyor. Onun insanlar ve amelleri karşısında
kendisini nasıl bir yerde gördüğünü ifade ediyor. Bu ayelterde
çizilen tabloda, onun kendisini Rabbi karşısında bir kul olarak
gördüğü anlatılıyor. Tek görevi, rabbinin buyruğunu yerine
getirmek ve Onun emirlerine uymaktır. Ne yaptıysa, ilahi bir emir
doğrultusunda yapmıştır, ne söylediyse Rabbani bir buyrukla
söylemiştir. Tek ve ortaksız Allaha kulluk sunmaktan başka bir
çağrıda bulunmamıştır. Kendisine ne emredilmişse,
insanlara da onu söylemiştir. Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan
Allaha kulluk edin demiştir.
İnsanlar karşısında
onların amellerine tanıklık etmekten başka bir
yükümlülüğü yoktu. İnsanların Allahın huzuruna döndükleri
gün, onlara ne yapacağı, nasıl davranacağı konusunda
yapabileceği bir şey yoktur. Allah dilerse onları bağışlar,
dilerse onlara azap eder.
Eğer desen ki: Şu halde, daha
önce şefaat konusunu işlerken, Hz. İsanın (a.s) da
kıyamet günü şefaat edecek ve şefaati kabul edilecek
kişilerden olduğuna ilişkin söylenen söz ne anlamı ifade
eder?
Buna cevap olarak derim ki:
Kuranın bu konudaki ifadesi açık veya açığa
yakındır. Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor: Onun
dışında taptıkları, şefaatte bulunmaya malik
değildirler; ancak bilerek hakka şahitlik edenler başka.[1091]
Hz. İsa hakkında şöyle buyurmuştur: Kıyamet
günü de o, onların aleyhine şahit olacaktır.[1092]
Sana kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğrettim.[1093]
Daha önce şefaatin anlamıyla ilgili olarak yeterli açıklamalarda
bulunduk. Bu ise, Hıristiyanların ileri sürdükleri kendini feda etme
olayından tamamen farklıdır. Çünkü fidye ve karşılık
olayında cezanın ortadan kaldırılması söz konusudur.
İleride açıklayacağım gibi bunun anlamı, mutlak ilahi
otoritenin geçersiz kılınmasıdır. Ayet, bunu olumsuzluyor.
Şefaate gelince, ayette olumlu ve olumsuz yönde bununla ilgili bir
değerlendirmeye yer verilmiyor. Çünkü eğer, ayet şefaatin
ispatıyla ilgili olsaydı, konunun akışıyla
bağdaşmayacağı bir yanda dursun, ifadenin şu
şekilde kurulması gerekirdi. Onları bağışlarsan
da, şüphesiz sen, bağışlayansın, rahimsin Yok
eğer, şefaatin olumsuzlaşmasıyla ilgili olsaydı, bu
durumda insanlara şahit olmasından söz edilmesinin bir anlamı
olmazdı. Şimdilik bu şekilde genel bir açıklamada
bulunuyoruz. İnşaallah ayetleri tefsir ederken daha detaylı
değerlendirmelere yer vereceğiz.
İnsanların Hz. İsayla
ilgili olarak söylediklerine gelince: Her ne kadar Hz. İsadan sonra
insanlar çeşitli mezheplere bölündüler, inanç ve ibadet tarzları
arasında büyük farklılıklar baş gösterdi, temel meselelerle
ilgili ihtilafları sonucu yetmişi aşkın grup ortaya
çıktı ve mezheplerin kendi içindeki ayrılıkları
sayılmayacak kadar fazla olduysa da, ancak Kuran-ı Kerim, sadece
onların İsa ve annesiyle ilgili olarak söylediklerinin üzerinde duruyor.
Çünkü bunların tevhidin temeliyle ilgisi vardır; Kuranın davetinin
ve dosdoğru fıtrat dininin tek hedefi de tevhittir. Ayetlerin tahrifi
ve İsanın, insanların günahlarının
bağışlanması için feda edilmesi gibi ayrıntılara
gelince; Kuran bunların üzerinde pek durmamıştır.
Kuran-ı Kerim; kitap ehlinin Hz.
İsayla ilgili sözlerine veya onlara nispet ettiği nitelemelere
şu şekilde yer verir: Hıristiyanlar
da; Mesih, Allahın oğludur dediler.[1094]
Bu anlamı içeren daha bir çok ayet vardır. Mesela, şu ayetler
gibi: Dediler ki:
Rahman, çocuk edindi O (bu tür
yakıştırmalardan) yücedir.[1095]
Andolsun, Allah, Meryem oğlu Mesihtir diyenler küfre saptılar[1096]
Andolsun, Allah üçün üçüncüsüdür diyenler küfre saptılar.[1097]
Üçtür, demeyiniz.[1098]
Yukarıda sunduğumuz ayetler,
zahirleri itibarıyla farklı anlamlar ve içerikler kapsayan
değişik ifadeler ihtiva ediyorlar. Bu yüzden de bazıları,
bunları değişik Hıristiyan mezheplerinin
yaklaşımları olarak yorumlamışlardır.
Örneğin, Melikaniye mezhebi, Hz. İsanın gerçekten billur gibi
şeffaf bir cisme yansımasına benzediğini söylerler.
Yakubiler bunun bir tür dönüşüm olduğunu savunurlar. Onlara göre,
Tanrı kan ve ete dönüşmüştür. Allah bu tür
yakıştırmalardan yücedir.
Ancak Kuran, doğrudan onların
değişik mezheplerinin ayrıntılı görüşleriyle ilgilenmez.
Onların tümünün üzerinde birleştikleri bir söz üzerinde yani Hz.
İsanın Allahın oğlu olduğu iddiası üzerinde
durur. Hz. İsayı da yüce tanrı gibi biri olarak
değerlendirmelerini yoğun bir şekilde eleştirir. Yine buna
bağlı olarak geliştirilen teslis inancı üzerinde durur.
Bu konuda Hıristiyan mezhepleri arasında önemli ihtilaflar
vardır. Önemli tartışma ve çekişmelerin girdabına
girmiş olmaları da bunun kanıtı, Kuranda tümüne birden
tek bir eleştiri ve itirazın yöneltilmiş olmasıdır.
Bunu şöyle açıklayabiliriz:
Bugün mevcut bulunan Tevrat ve İnciller, bir yandan Tanrının
tekliğini açık bir dille ifade ederler; diğer yandan İncil,
Hz. İsanın Allahın oğlu olduğunu ileri sürer ve
oğul babadır, başka değil, der.
Hıristiyanlar, İncilde geçen
oğul kavramını onurlandırma ve kutsama ifadesi olarak
yorumlamaya yanaşmazlar. Oysa İncilin bir çok yerinde, söz konusu
kavram, açıkça bu anlamda kullanılmıştır. Şurada
olduğu gibi: Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı
sevin ve size eza edenler için dua edin ki, siz göklerde olan
babanızın oğulları olasınız; zira o,
güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur ve salih olanlar ile
olmayanların üzerine yağmurunu yağdırır. Çünkü
eğer sizi sevenleri severseniz, ne karşılığınız
olur? (Romalıların) vergi mültezimleri de öyle yapmıyorlar
mı? Ve yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız, fazla ne yapmış
olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyorlar mı? Bundan dolayı,
semavi babanız kamil olduğu gibi siz de kamil olun.[1099]
Bir başka yerde şöyle der:
Sizin ışığınız insanların önünde böyle
parlasın da, sizin iyi işlerinizi görsünler ve göklerde olan
babanıza hamdetsinler.[1100]
Yine der ki: Sakının,
insanlara salahınızı onların önünde gösteriş
yapmayın; yoksa göklerde olan babanızın önünde karşılığınız
olmaz.[1101]
Yine der ki: Şimdi siz şöyle
dua edin: Ey göklerde olan babamız, ismin mukaddes olsun.[1102]
Yine der ki: Çünkü insanlara
suçlarını bağışlarsanız, semavi babanız da
sizi bağışlar[1103]
Veya der ki: Babnız nasıl
merhametli ise, sessiz de merhametli olun.[1104]
Mecdelli Meryeme şöyle der:
...Fakat kardeşlerime git, ve onlara söyle: Benim babamın ve sizin
babanızın, benim Allahımın ve sizin Allahınızın
yanına çıkıyorum.[1105]
İncillerden
aktardığımız bu parçalarda, yüce Allah hakkında baba
ifadesi, İsa ve diğer insanlara nispet bir onurlandırma
niteliği olarak kullanılıyor.
Bazı yerlerde ise, babalık ve
oğulluğun birbirlerini tamamlar şekilde birleşmeleri
anlamına gelen ifadelere yer verilir. Şu sözler gibi: İsa bu şeyleri
söyledi ve gözlerini göğe kaldırıp dedi: Ey baba! Saat geldi;
oğlunu taziz eyle ki, Oğul seni taziz etsin. Sonra
öğrencilerden elçileri için dua eder ve şöyle der: Yalnız onlar
için değil, fakat onların sözü ile bana iman edecek olanlar için de,
hepsi bir olsunlar diye yalvarıyorum; nasıl ki ey baba! Sen bendesin,
ve ben de sendeyim, onlar da bir olsunlar, ben onlarda ve sen bende ta ki, bir
olmak üzere tamamlanmış olsun, ve beni sen gönderdiğini ve beni
sevdiğin gibi onları da sevdiğini dünya bilsin.[1106]
Ancak İncillerde yer alan bazı
ifadelerin zahirleri, onları onurlandırmaya yönelik nitelikler
biçiminde yorumlamaya elverişli değildirler. Şu ifadeler gibi:
Tomas ona dedi: Ya Rab! Nereye gidiyorsun
bilmiyoruz, yolu nasıl biliriz? İsa ona dedi: Yol ve hakikat ve
hayat benim; ben vasıta olmadıkça babaya kimse gelmez. Eğer beni
tanımış olsaydınız, babamı da
tanımış olurdunuz, şimdiden onu bilyorsunuz, ve gördünüz. Filipus
ona dedi: Ya rab, babayı bize göster ve bize o yeter. İsa ona dedi:
Bu kadar zaman sizin ile berberdim de, beni tanımadın mı, ey
Filipus? Beni görmüş olan, babayı görmüş olur, sen nasıl
babayı bize göster diyorsun? İman etmiyor musun ki, ben
babadayım baba da bendedir? Ben size söylediğim sözleri kendiliğimden
söylemem; fakat bende duran baba kendi işlerini yapar. Bana iman edin, ben
babadayım, baba da bendedir.[1107]
...Çünkü ben Allahtan çıkıp
geldim; çünkü ben kendiliğimden de gelmedim; fakat o beni gönderdi.[1108]
Ben ve baba biriz[1109]
Öğrencilerine der ki: Şimdi,
siz gidip bütün milletleri öğrenci yapın, onları baba ve
oğul ve ruhulkudüs ismiyle vaftiz eyleyin.[1110]
Kelam başlangıçta var idi, ve
kelam Alah nezdinde idi ve kelam Allah idi. O başlangıçta Allah
nezdinde idi. Her şey onun ile oldu, ve olmuş onlardan hiç bir
şey onsuz olmadı. Hayat, onda idi ve hayat insanların nuru idi.[1111]
İncillerde yer alan bu ve benzeri
ifadeler, Hıristiyanları birlik içinde teslis incancını
benimsemeye itmiştir.
Bundan maksat, hem Mesihin
Allahın oğlu olduğu iddiasını korumak, hem de
Mesihin öğretilerinde açıkça vurguladığı tevhidi
korumaktır. Çünkü Mesihin tavsiyelerinin başında şu gibi
ifadeler gelir: Dinle, ey İsrail! Allahınız bir olan Rabdir.[1112]
Makul bir veri olmasa da, Hıristiyanların
dediklerinin özü şudur: Zat bir cevherdir ve onun üç uknumu vardır.
Uknumdan maksat sıfattır. Ki bir şey onunla belirginleşir,
başkalarından ayrılır. Sıfat mevsuftan başka bir
şey değildir. Sözü edilen üç uknum şunlardır: Varlık
uknumu, ilim uknumu ki bu uknum kemaldir- ve hayat uknumu, yani ruh.
Bu üç uknum; baba, oğul ve kutsal
ruhtur. Birincisi varlık uknumudur. İkincisi, ilim ve kelam
uknumudur. Üçüncüsü, hayat uknumudur. Oğul, yani kelam ve ilim uknumu,
babasının yanından inmiştir. Baba ise varlık uknumudur.
Oğul inerken kutsal ruh onunla beraberdi. O da eşyayı
aydınlatan hayat uknumudur.
Sonra Hıristiyanlar arasında
bir genellemenin ayrıntıları üzerinde büyük ihtilaflar baş
gösterdi. Bu yüzden parçalandılar, çeşitli guruplar ve mezheplere
bölündüler. Yetmişin üzerinde mezhep ortaya çıktı.
Kitabımızın ölçüleri çerçevesinde bunlara ilişkin
ayrıntılı açıklamalar sunacağız.
Yukarıda yaptığımız
açıklamalar üzerinde düşünürsen, şunu anlarsın:
Kuran-ı Kerimin onlarla ilgili olarak anlattığı ve onlara
nispet ettiği; Andolsun; Allah, Meryem oğlu Mesihtir diyenler
küfre saptılar. Veya, Andolsun Allah üçün
üçüncüsüdür diyenler küfre saptılar ya da, üçtür
demeyin; sakının... şeklindeki
ifadelerin tümü, tek bir anlama yani birliğin üçlenmesi anlamına dönüktür
ki, Hıristiyanlık içinde ortaya çıkan bütün mezheplerin ortak
görüşüdür. Buna birliğin üçlenmesi anlamı çerçevesinde
değindik.
Sırf onlar arasında ortak olan
bu nokta üzerinde durulmasının sebebi, onların Hz. İsa ile
ilgili olarak ortaya attıkları birçok görüşün gelip
dayandığı noktanın bu olmasıdır. Kuran da
eleştirilerinde bunu esas alır.[1113]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
27-İrmiya (a.s)
F
Bihar, 14/351, 25. Bölüm; Kıses-u
İrmiya ve Danyal ve Uzeyr
F
Kenz'ul-Ummal, 11/500, Uzeyr
Kuran:
Yahut altı üstüne
gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? Allah burayı
ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek? dedi.[1114]
19721. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: İrmiya Peygamber
Buhtun-Nassarın, Yahudiler ile yaptığı savaşta
yıktığı Beytul-Mukaddese ve etrafına baktı ve,
Allah bunları ölümünden sonra nasıl diriltecek? deyince, Allah onu
yüz yıl öldürdü ve yeniden diriltti ve o organlarının yeniden
nasıl birleştiğini, yeniden nasıl etinin bittiğini,
eklemlerinin ve damarlarının nasıl da birleştiğini
gördü. Bunun üzerine ayağa kalkınca şöyle buyurdu: Allahın
her şeye kadir olduğunu biliyorum.[1115]
19722. İmam
Bakır (a.s), kendisine, Bir şahıs karısıyla cinsel
ilişkiye geçti ve kadın ikiz çocuğa hamile kaldı. Bu
ikizlerin her ikisine de aynı anda hamile kaldı ve onları
aynı anda doğurdu. O ikisi aynı anda öldüler ve her ikisi bir
mezara koyuldular, ama onlardan biri yüz elli yıl yaşadı,
diğeri ise elli yıl, bu iki kimse kimlerdir? diyen Hıristiyan
alime şöyle buyurmuştur: Onlar Uzeyr ve Uzre idiler. Anneleri
söylediğin gibi onlara aynı anda hamile kaldı ve söylediğin
gibi onları aynı anda doğurdu. Uzeyr ve Uzre kaç yıl
birlikte yaşadılar, arından Allah Tebarek ve Teala Uzeyri yüz
yıl öldürdü, ardından yeniden diriltti ve elli yıl daha Uzre ile
yaşadı ve her ikisi de aynı anda öldüler.[1116]
19723. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Allah kardeşim Uzeyre şöyle
vahyetmiştir: Ey Uzeyr! Eğer sana bir bela ve musibet gelip çatarsa,
beni yaratıklarıma şikayet etme. Zira senden de bana bir çok
bela gelmiştir ve ben seni meleklerime şikayette bulunmadım.
Ey Uzeyr! Azabım karşısındaki
tahammülün ölçüsünce bana isyan et ve ihtiyaçlarını amelin ölçüsünce
benden dile ve benim hilemden güvende olma ki cennetime giresin. Uzeyr
sarsıldı ve ağladı. Allah ona şöyle vahyetti: Ey
Uzeyr! Ağlama, zira eğer bana bilgisizce isyan edersen ben seni
bağışlarım. Zira ben sahibiyim ve kullarımı
cezalandırma hususunda acele davranmam. Ben merhamet edenlerin en
merhametlisiyim.[1117]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
28-Yunus (a.s)
F
Bihar, 14/379, 26. Bölüm; Kıses-u Yunus ve
İbnihi Metta
F
Kenz'ul-Ummal, 11/518, 12/472; Yunus (a.s)
Kuran:
Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir. Dolu
bir gemiye kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı
kura çekmişti de yenilenlerden olmuştu, bu sebeple denize
atılmıştı. Kendini kınarken onu bir balık
yutmuştu. Eğer Allahı tespih edenlerden olmasaydı, tekrar
diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.
Halsiz bir halde iken kendisini sahile çıkardık. Onun için,
geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. Onu, yüz bin veya daha çok
kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona inandılar, bunun
üzerine biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.[1118]
19724. İmam
Ali (a.s), kendisine, Mahkumunu yeryüzünde gezdiren zindan hangisiydi? Diye soran
Yahudilerden birine şöyle buyurmuştur: Ey Yahudi adam!
Mahkumunu yeryüzünde gezdiren zindan, Yunusun karnında hapsolduğu
balinaydı.[1119]
19725. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Hiç kimseye şöyle demesi
yakışmaz: Ben Allah nezdinde Yunus b. Mettadan daha iyiyim.[1120]
19726. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: Hiçbir peygambere Allah katında, ben
Yunus b. Mettadan daha iyiyim demesi yakışmaz.[1121]
19727. İmam Sadık (a.s), ellerini
göğe kaldırdığı bir halde şöyle buyurmuştur:
Ey Rabbim! Asla göz açıp kapanıncaya
kadar ne ondan az ve ne de ondan çok bırakma. İbn-i Ebi Yafur
şöyle diyor: Hızla gözlerinden sakallarına yaş döküldü,
sonra bana dönerek şöyle buyurdu: Ey Ebi Yafurun oğlu! Yunus b.
Mettayı aziz ve celil olan Allah göz açıp kapamaktan daha az bir
müddet kendi haline bıraktı ve neticede onun ayağı sürçtü.
Ben şöyle arzettim: Allah sizlere hayır versin! Onun hatası,
onu ceza görecek hadde mi getirdi? İmam şöyle buyurdu: Hayır,
ama o halet üzere ölmek, helak olmaktır.[1122]
1-
Kuranı Kerimde belli bir yerde Yunusun kıssası
zikredilmektedir. Örneğin Saffat suresinde şöyle yer almaktadır: Alalh onu kavmine gönderdi ve halkın
arasından kaçıp bir gemiye bindi. Balık onu yedi ve sonunda
Allah onu kurtardı. İkinci kez onu kavmine gönderdi ve halk nu kez
ona iman ettiler bu surede şöyle yer almaktadır: Onların yerleri üzerinden geçersiniz.
Akıl etmez misiniz? Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir.[1123]
Enbiya
suresi balinanın karnında yaptığı zikri ve
kurtuluşu şöyle yer alıyor: Zünnun hakkında
söylediğimizi de an. O, öfkelenerek giderken, kendisini
sıkıntıya sokmayacağımızı
sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde: Senden
başka ilah yoktur, sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık
edenlerdenim diye seslenmişti. Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden
kurtarmıştık. İman edenleri işte öyle
kurtarırız.[1124]
Nun
suresinde öfkeli olarak nidası, balığın karnından
çıkışı ve Allahın onu seçmesi şu şekilde
yer almıştır: Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık
sahibi (Yunus) gibi olma, o, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.
Rabbinin katından ona bir nimet ulaşmasaydı,
kınanmış olarak sahile atılacaktı. Rabbi onu seçip
iyilerden kıldı.[1125]
Yunus
suresinde ise Bir kasaba halkı inanmalı değil miydi ki,
imanları kendilerine fayda versin! İşte Yunusun topluluğu,
inandığı zaman, dünya hayatında rezilliği gerektiren
azabı onlardan kaldırdık ve onları bir süre daha bu dünyada
geçindirdik.[1126]
Özetle ayetler yanyana mülahaza
edildiğinde ve ilgili deliller göz önünde bulundurulduğunda şu
bilgilere ulaşılmaktadır:
Yunus
(a.s) peygamberlerden biriydi ve Allah onu yüz bin den fazla bir topluluk olan
kavmine gönderdi. O kavmini Allaha davet etti ama ona karşılık
olarak sadece yalanladılar ve davasını reddettiler. Sonunda
Yunusun kendilerini tehdit ettiği azap çepeçevre onları
kuşattı ve Yunus onların arasından dışarı
çıktı.
Yunusun
kavmi azap ile karşı karşıya geldiğinde ve azabı
da açık olarak gördüklerinde tümüyle iman ettiler ve münezzeh olan Allahın
dergahına Tevbe ettiler. Allah da kendilerini dünyada hor ve hakir
kılan azabı onlardan kaldırdı.
Yunus
(a.s) kavminin halini sordu ve azaplarının bertaraf edildiğini
anladı. Ama adeta onların imanından ve Tevbe ettiklerinden
habersiz idi. Bu hal üzere kavmine geri dönmedi onlara karşı gazap
halinde yoluna devam etti. Adeta efendisine kızıp kaçan ve kendisini
bulamayacağını hayal eden kimsenin halini andırıyordu.
Ardından Yunus (a.s) yük ve yolcu dolu bir gemiye bindi.
Yolda
bir balina geminin yolunu kesti. Balinanın yemesi ve böylece de geminin
kurtuluşu için birini denize atmaları gerekiyordu. Bu maksatla
aralarında kura çektiler ve kura Yunusun (a.s) adına çıktı
ve onu denize attılar. Balina Yunusu (a.s) yuttu ve gemi böylece
kurtulmuş oldu.
Münezzeh
olan Allah bir kaç gece ve gündüz Yunusu (a.s) sağ salim balinanın karnında
tuttu. Yunus (a.s) yaptığı şey dolayısıyla bunun
ilahi bir azap olduğunu biliyordu. Dolayısıyla da balinanın
karnından şöyle seslendi: Senden başka ilah
yoktur, sen münezzehsin şüphesiz ben zalimlerden oldum.
Allah da Yunusun (a.s) duasına icabet buyurdu ve
balinaya Yunusu (as.) dışarı
atmasını emretti ve balina Yunusu (a.s) hasta olduğu bir halde karaya
attı, münezzeh olan Allah yapraklarının gölgesinde dinlenmesi için
bir kabak fidesi bitirdi. Yunusun (a.s) durumu düzelince de Allah onu kavmine
geri gönderdi. Bu defa insanlar onun davetine icabet ettiler ve kendisine iman
ettiler. Ve Allah da onları bir süreye kadar onları (her türlü
nimetten) faydalandırdı.
Ehl-i Beytten (a.s) nakledilen bir çok
rivayetler ile Ehl-i Sünnetten nakledilen bazı rivayetler Yunusun
kıssasında ayetlerden istifade edildiği şekilde ortak bir
metne sahiptir. Gerçi bazı hususiyetleri hakkında bu konuda
farklılıklar mevcuttur.
Tevratın bazı yerlerinde ve
hakeza İncilin bazı yerlerinde Yunustan (a.s) Yunah b. İmtay
olarak söz edilmiştir. Bu yerlerin bazısında ise, Yunusun
balinanın karnında kalışına işaret edilmiş,
ama her iki kitapta da Yunusun kıssası kamil bir şekilde
zikredilmemiştir.
Alusi, Ruhul-Meani tefsirinde Yunusun
Ehl-i Kitap açısından kıssası hususunda bir takım
bilgilere yer vermiş ve onların bazı kitaplarında yer alan
bilgileri teyit ederek şöyle yazmıştır: Allah Yunusa
Ninova[1127]
halkını davet için oraya gitmesini emretti. Ninova o günlerde büyük
bir şehir idi. Öyle ki oraya gitmek üç günü alıyordu. Bu şehir
halkının kötülüğü çoğaldı. Yunus bu halkın
hidayetinin zor olduğunu gördü ve
Tersise[1128]
doğru kaçtı. Böylece bu amaçla Yafaya[1129]
geldi. Orada Tersise gitmek üzere yolcuların bindiği bir gemi gördü,
kiraladı, ücretini verdi ve gemiye bindi. Gemi yola düşünce
şiddetli bir rüzgar esti, deniz dalgalandı ve gemi batacak bir hale
geldi. Gemide çalışanlar korkuya kapıldı ve geminin
hafiflemesi için malların bir kısmını denize attılar.
Bu esnada Yunus geminin içine girdi ve güzel bir uykuya daldı ve horlamaya
başladı. Geminin kaptanı onun yanına gitti ve şöyle
dedi: Neden uyuyorsun? Kalk ve rabbinden bizi bu durumdan kurtarmasını
ve yok olmamamızı dile.
Gemi yolcuları birbirine şöyle
dediler: Gelin kura çekelim. Böylece bu bela ve kötülüğün kimin sebebiyle
olduğu açığa çıksın. Kura çektiler ve kura Yunusun
adına çıktı, ona şöyle dediler: Bize ne
yaptığını söyle, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun,
hangi şehirden ve hangi kavimdensin? Yunus onlara şöyle dedi: Ben
göklerin, karanın ve denizlerin yaratıcısının kuluyum.
Böylece onlara olayı anlattı. Gemide olanlar büyük bir dehşete
kapıldılar, onu kınayıp şöyle dediler: Neden böyle
yaptın? Daha sonra ona şöyle dediler: O halde biz sana ne
yapalım ki deniz sakinleşsin? O şöyle dedi: Beni denize
atın, deniz sakinleşir! Zira benim yüzümden bu büyük dalgalar
yükselmiştir. İnsanlar onu karaya geri döndürmeye
çalıştılar, ama beceremediler. Bu yüzden gemideki bütün
yolcuları kurtarmak için Yunusu alıp denize attılar, deniz
sakinleşti. Allah büyük bir balinaya Yunusu yutmasını emretti.
Böylece üç gece ve gündüz, Yunus balinanın karnında kaldı. Orada
rabbine dua edip yalvardı. Bunun üzerine münezzeh olan Allah balinaya
Yunusu karaya atmasını emretti ve Allah Yunusa şöyle emretti:
Kalk ve Ninova halkına git. Sana önceden emrettiğim gibi onlar
arasında davette bulun.
Yunus Ninovaya gitti. Yüksek sesle
şöyle dedi: Üç güne kadar Ninova yerin dibine geçecektir. Daha sonra
Ninova halkı Allaha iman ettiler, oruç tuttular, hepsi eski elbiseler
giydiler, padişah haber alınca o da tahtından indi, saltanat
elbiselerini çıkardı, eski elbiselerini giydi, toprağın
üstüne oturdu, insanlardan ve hayvanlardan hiç kimsenin yemek ve su içme
hakkının olmadığı söylendi. Herkes Allaha
sığındı, kötülük ve zulümden el çekti. Böylece Allah onlara
merhamet etti ve böylece onlara azap nazil olmadı. Yunus üzgün bir halde
şöyle dedi: Allahım! Ben bu konudan kaçtım. Zira senin
merhametli, rauf, hilim sahibi ve tövbeleri kabul eden bir kimse olduğunu
biliyorum. Ey Rabbim! Canımı al, zira ölüm benim için hayattan daha
iyidir. Allah şöyle buyurdu: Ey Yunus! Bu işe çok mu üzüldün? O
şöyle arzetti: Evet ey rabbim! Yunus şehirden dışarı
çıktı. Onun karşısında bir yere oturdu, kendisine bir
gölgelik yaptı ve şehirde ne olacağını görmek için
oturdu. Bu esnada Allah kabak ağacına Yunusun başında yer
almasını ve ona gölge salmasını emretti. Onun hüznünü
ortadan kaldırdı. Yunus kabak ağacını görünce çok
sevindi. Allah bir kurtçuğa kabak ağacının köklerini
yemesini ve kabak ağacını kurutmasını emretti. Daha
sonra yakıcı bir rüzgar esti ve güneş Yunusun başına
vurdu, öyle ki Yunusun işi zorlaştı ve ölümü arzuladı.
Allah şöyle buyurdu: Ey Yunus!
Kabak ağacı için çok mu üzüldün? O şöyle arzetti: Evet ey
Rabbim! Çok rahatsız oldum. Allah şöyle buyurdu: Sen kabak
ağacının kurumasına üzülüyorsun, oysa kendisi için ne zahmet
çektin, ne de onu büyüttün, aksine o bir gecede yeşerdi ve bir gecedede
kurudu. O halde ben içinde yüz yirmi bin insandan daha fazla kimsenin
yaşadığı bu büyük şehir Ninovaya acımaz ve
merhamet etmez miyim? Bu halk henüz sağ ve solunu teşhis
edememektedir ve içinde henüz bir çok hayvanlar vardır.
Bu kıssanın Kuran-ı
Kerimde zikrettiğimiz şeylerle farklılığı
apaçık ortadadır. Örneğin risalet görevini yapmaktan
kaçtığını ve tövbe edip iman ettiklerini bildiği bir
halde bir topluluktan azabın ortadan kalkmasına hoşnut
olmamasını isnat etmek konusu Kuranla uyuşmamaktadır.
Burada şöyle diyebilirsiniz: Bu
konuların benzeri Kuran-ı Kerimde de yer almıştır.
Örneğin Yunusun kaçışı Saffat suresinde ve hakeza Yunusun
kızması ve kendisine gücünün yetmeyeceğini zannetmesi Enbiya
suresinde de yer almıştır. Buna cevap olarak şöyle demek
gerekir: Bu iki isnat arasında fark vardır. Zira Ehl-i Kitabın
mukaddes kitapları, yani Tevrat ve İncil
Peygamberlere helak edici büyük günahları isnat etmekten çekinmemektedir.
O halde Ehl-i Kitabın kitaplarının Yunusa (a.s) isnat
ettiği günahları günah olmaktan çıkacak bir şekilde
yorumlamak, gerekmektedir. Ama Kuran-ı Kerim bunun aksini
savunmaktadır. Zira Kuran-ı Kerim Peygamberlerin her türlü büyük ve
küçük günahlardan münezzeh olduğunu söylemektedir. O halde bu konuda
Kuranda yer alan bilgiler ve Peygambere günah isnat edildiği vehmi en
iyi şekilde tevil edilmelidir. Bu sebeple biz, kaçtığı
zaman ve gazaplanarak böylece gücümüzün yetmeyeceğini zannetti
cümlesini, onun haletinin bunu ifade ettiği ve amelinin bu anlamı
vehmettiği şeklinde yorumlamaktayız.
Allah-u Teala Yunusu şu tabirlerle
övmüştür: O müminlerdendir (Enbiya/88), Allah onu seçmiştir daha
önce de dediğimiz gibi Allahın seçmesi, kulu kendine has
kılmasıdır- ve onu salihlerden karar
kılmıştır (Nuh/50), Enam suresinde de onu Peygamberlerden
saymış ve onları alemlere üstün
kıldığını ve doğru yola ilettiğini
belirtmiştir. (Enam/87)[1130]
502. Konu
En-Nubuvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
29-Cercis (a.s)
F
Bihar, 14/445, 29. Bölüm; Kıses-u Cercis
(a.s)
19728. İbn-i Abbas şöyle diyor: Allah-u
Teala Cercisi (a.s) adına Dazane dedikleri ve puta tapan Şam
bölgesinde yaşayan bir padişaha gönderdi. Cercis ona şöyle dedi:
Ey Padişah! Nasihatımı kabul et, yaratıklar için Allah-u
Tealaya tapmaktan ve ondan başkasına rağbet etmemekten
başka bir şey yakışmaz. Padişah ona şöyle dedi:
Sen hangi topraklardansın? O şöyle buyurdu: Filistinde oturan
Rumlardan. Padişah Cercisin zindana atılmasını emretti.
Sonra da bedenini demir taraklarla etleri dökülünceye kadar taradılar.[1131]
502. Konu
En-Nübüvvet(2)
Nübüvvet(2)
Özel Nübüvvet
30-Halid b. Sinan (a.s)
F
Bihar, 14/448, 30. Bölüm; Kısset-u Halid b.
Sinan ebsi
19729. İmam Bakır ve İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Halid
b. Sinan Absinin kızı Allah Resulünün (s.a.a) yanına geldi.
Peygamber ona şöyle buyurdu: Ey kardeşimin kızı! Hoş
geldin. Ona elini verdi, onu kendine yakın kıldı, elbisesini
üzerine serdi, onu kendi yanına oturttu ve şöyle buyurdu: Bu
kavminin yok ettiği bir Peygamberin kızıdır. Halid b.
Sinan Absinin kızıdır. O kızın adı ise Mehyat
binti Halid b. Sinan idi.[1132]
Şöyle diyorum: Bazı
rivayetlerde yer aldığına göre ise o Peygamber değildi.
Meclisi (r.a) şöyle diyor: Onun nübuvvetine delalet eden rivayetler daha
güçlü ve daha çoktur.
19730. İmam Ali (a.s), iki ismi olan
altı Peygamber hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: Yuşa
b. Nun (a.s) ki diğer adı Zülkifl idi, Yakub b. İshak (a.s) ki
diğer adı da İsrail idi, Hızır (a.s) ki diğer
adı da Helkiya idi, Yunus (a.s) ki adı Zünnun idi, İsa (a.s) ki
diğer adı da Mesih idi ve Muhammed (a.s) ki diğer adı da
Ahmet idi. Allahın selamı hepsinin üzerine olsun.[1133]
Kuran:
Nice peygamberlerin yanında pek çok
rabbani kimse savaşmıştır. Allah yolunda
başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler,
yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri
sever.[1134]
Enam suresi, 10,34,42,112; Araf suresi, 4-6;
Yunus suresi, 47; Hud suresi, 100,102,116,117; Rad suresi, 32; İsra
suresi, 17; Meryem suresi, 98. Ayet; Ta-Ha suresi, 128. Ayet; Neml sursi, 69. Ayet;
Kasas suresi, 58-59. Ayetler; Secde suresi, 26. Ayet; Sebe suresi, 34-35. Ayetler;
Sad suresi, 3. Ayet; Mumin suresi, 21,22. Ayetler; Zuhruf suresi; 7-7,23-25. Ayetler;
Kaf suresi, 36. Ayet; zariyat suresi, 52. Ayet; Teğabun suresi, 5,6. Ayetler
19731. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Adem ve Nuh arasında bir takım Peygamberler
vardı. Onların bazısı gizli ve tanınmamış,
bazısı ise aşikar ve açık idi. Bu yüzden Kuranda onlardan
zikredilmemiş ve onlardan aşikar olan Peygamberler gibi söz
edilmemiştir. Allah-u Tealanın ve bazı Resullerin
kıssalarını senin için söylemedik ayetinin anlamı da
şudur: Aşikar Peygamberlerin adını andığım
gibi tanınmamış Peygamberlerin adını anmadım.[1135]
19732. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: Adem ve Nuhun arasında zahiri
olmayan (peygamber olarak bilinmeyen) bir takım Peygamberler vardı.
Bu yüzden Kuran onları zikretmemiştir. Açık Peygamberlerden
(a.s) söz ettiği gibi bu peygamberlerden söz etmemiştir. Aziz ve
celil olan Allahın şu sözü de buna işaret etmektedir. Peygamberlerden bir kısmını daha
önce sana anlatmış, bir kısmını da
anlatmamıştık.
(Yani açık Peygamberlerin adını andığım gibi,
açık olmayan Peygamberlerin adını anmadım.)[1136][1137]
19733. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Ey Abdulhamid! Allahın açık
ve gizli bir takım Peygamberleri vardır. O halde, ona açık olan
Peygamberlerin adı için yemin ettiğinde ve ondan bir şey
dilediğinde açık olmayan Peygamberlerin hakkı için de dile.[1138]
19734. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah-u Teala peygamberlerinden birine
şöyle buyurdu: Yarın sabah gördüğün ilk şeyi ye,
ikincisini sakla, üçüncüsünü kabul et, dördüncüsünü yapma, beşincisinden
kaç.
Ertesi gün sabah yola düştü. Yolda
siyah ve büyük bir dağa rastladı. Kendi kendine şöyle dedi:
Rabb'im bana bunu yememi emretti. (Bu emir karşısında)
şaşkınlığa düştü. Sonra, Rabb'im bana gücümün
yettiği şeyi emreder dedi ve o dağa doğru onu yemek için
hareket etti. Gittikçe yaklaşıyor ve dağ küçülüyordu.
Yanına varınca onu bir lokma gibi gördü. Onu yedi ve onu en lezzetli
şey olarak buldu. Daha sonra hareket etti, leğen dolusu altın
gördü. Rabbim bana bunu saklamamı emretti diyerek bir çukur kazdı
ve o leğeni defnetti. Üzerini toprakla örttü ve yoluna devam etti.
Arkasına bakınca leğenin gözüktüğünü gördü. Kendi kendine,
Ben Rabbimin dediğini yaptım
dedi. Sonra yine yoluna devam etti. Aniden arkasında bir kartal olan bir
kuş gördü. Kuş o peygamberin etrafında dönüp duruyordu,
peygamber, Rabbim bana bunu kabul etmemi emretti dedi. Kollarını
açtı, kuş elbisesinin kolundan içeri girdi. kartal, Kaç gündür
peşinde olduğum avımı aldın dedi. Peygamber, Rabbim
bana bunu ümitsiz kılmamamı emretti dedi. Sonra bacağından
bir parça koparıp ona doğru attı ve yoluna devam etti. Yolda
kurtlanmış kötü kokulu bir leşe rastladı. Kendi kendine,
Rabbim bana bundan kaçmamı emretti dedi ve ondan kaçtı. Geri döndü.
Rüyasında kendisine şöyle söylendi: Sen emredildiğin
şeyleri yaptın, onların ne olduğunu biliyor musun? O, Hayır
dedi. Kendisine şöyle denildi: O dağ gazap semboluydü, insan
gazaplanınca kendini görmüyor, aşırı gazaptan dolayı
kendi değerini unutuyor. Ama kendini koruyup, değerini
tanıyıp gazabına hakim olunca akibeti yiyeceği tatlı
bir lokma gibi olur. O altın leğen ise salih amelin sembolüdür.
İnsan onu gizleyince Allah onu açığa vurur. Böylece
Allah'ın kendisine hazırladığı sevabın
yanında o amelle de bunu süsler. O kuş ise sana nasihat eden kimsenin
sembolüdür. Onu ve nasihatini kabul et. O kartal ise yanına gelen muhtaç
biridir. Asla böyle birini ümitsiz etme. O kötü kokulu leş ise
gıybetin sembolüdür. Ondan sürekli kaç.[1139]
19735. İmam Sadık (a.s), kendisine,
Mecusilerin de Peygamberi var mıydı? diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: Evet! Allah Resulünün Mekke ehline
yazdığı mektuptan haberin yok mu? Peygamber (s.a.a) onlara
şöyle yazdı: Mecusilerin de bir Peygamberi vardı. Onu
öldürdüler ve bir de kitabı vardı ki onu yaktılar.
Peygamberleri, onlar için on ikibin inek postuna yazılmış bir
kitap getirdi.[1140]
Bak. En-Nubuvvet (1), 3773. Bölüm;
el-Bihar, 14/451, 31. Bölüm
Kuran:
Ey Kitab ehli! Peygamberlerin arası
kesildiğinde, Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi dediniz diye,
size açıkça anlatacak peygamberimiz geldi. Şüphesiz o, size müjdeci
ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye kadirdir.[1141]
19736. İmam Ali (a.s), Allah-u
Tealanın, Peygamberlerin arası kesildiğinde, Bize müjdeci ve
uyarıcı gelmedi ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: Yani Peygamberlerin
gönderilişinin durduğu dönemde.[1142]
19737. Ebu Rebi şöyle diyor: Hişam
b. Abdulmelikin Hacca gitti yıl, ben de İmam Bakır (a.s) ile
birlikte gittim. Bu faydalı yolculukta, Ömer b. Hattabın kölesi,
Nafi de Hişam ile birlikteydi. Nafiin gözleri, Beytullahın
rüknünde, halkın etrafına toplandığı İmam
Bakıra (a.s) ilişti. Nafi şöyle dedi: Ey Müminlerin Emiri!
İnsanların etrafına toplandığı o kimse kimdir?
Hişam şöyle dedi: O Ehl-i Kufenin Peygamberi Muhammed b. Alidir?
Nafi şöyle diyor: Şimdi yanına gideceğim ve ondan öyle
bir takım sorular soracağım ki cevabını Peygamber,
Peygamberin oğlu veya Peygamberin vasisi dışında hiç
kimse veremez. Hişam şöyle dedi: Git ve ona sor, belki onu
utandırırsın. Nafi geldi insanların başında
durdu. İmam Bakıra (a.s) baktı ve şöyle dedi: Ey Muhammed
b. Ali! Ben Tevrat, İncil, Zebur ve Furkanı okudum, onların
helal ve haramını biliyorum, sana bir takım soruları
sormaya geldim. Bu soruların cevabını sadece Peygamber,
Peygamberin vasisi veya Peygamberin oğlu bilebilir. İmam Bakır
(a.s) başını kaldırdı ve şöyle buyurdu:
İstediğin şeyi sor? Nafi şöyle dedi: İsadan
Muhammede (s.a.a) kadar kaç yıl geçmiştir? İmam şöyle
buyurdu: Kendi görüşüm esasınca mı sana haber vereyim yoksa
senin görüşüne göre mi? O şöyle dedi: Her iki görüşe göre.
İmam şöyle buyurdu: Benim görüşüme göre beş yüz yıl,
senin görüşüne göre ise altıyüz yıl.[1143]
19738. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: İsadan (a.s) Muhammede (s.a.a)
kadar, beşyüz yıl fasıla olmuştur. Bunun ikiyüz elli
yılında ne bir Peygamber olmuş ne de aşikar bir alim... Bu müddet
boyunca insanlar İsanın (a.s) dinine tabi olmuşlardır.[1144]
Malikul-Mülk (Mülkün Gerçek Sahibi)
Aşağılık Kimseler Hükümdar Olunca
Meleklerin Varlık Aleminde Tedbir Vasıtası Olduğunda Bir Çift Söz
Mümin İçin Ölüm Güzel Kokan Bir Deste Gül Gibidir
Ölümü ve Sarhoşluğunu Kolaylaştıran Şey
Ölmek Üzere Olan Kimse Ahirette Kendisi İçin Hazırlanan Şeyi Görür
Ölmek Üzere Olan Kimseye Peygamber ve İmamların Görülmesi
Ölümden Sonra İnsanın Ardından Gelen Şey
Define ve Mal Toplamanın Anlamı Hususunda Bir Çift Söz
Malını Başkalarının Terazisinde Gören Kimse
Helal Olmayan Yoldan Mal Elde Eden Kimse
Mal İnsanlara Fayda Veren Şeydir
İnsanların Allahın Mallarında Eşit Oluşu
Yöneticilere Beytülmali Koruma Hususunda Riayet Etmelerinin Yakıştığı Şey
Gerçekte İşiten Kimseler Cevap Verir
2-İnsanı Tağutların Hakimiyetinden Kurtarmak
5-İnsanları karanlıklardan Aydınlığa Çıkarmak
7-Esaret Yükünü ve Zincirlerini Koparmak
8-İhtilafları Ortadan Kaldırmak
9-Esenlik Yollarına Hidayet Olmak
Bütün Peygamberlere İnanmanın Farz Oluşu
İnsanlardan Peygamberlere En Yakın Olan Kimseler
Şimdiki Kuşak, Hz. Adem ve Eşi
İnsanın Bağımsız Bir Tür Olması, Tekamül Yoluyla Ayrı Türden Oluşmaması Üzerine
İnsanların İkinci Neslinin Üremesi Hakkında Bir Çift Söz
İdris Peygamberin (a.s) Kıssası
Nuhun Kıssası Hakkında Birkaç Bölümde Kuran, Rivayet ve Tarihi Bilgiler
Nuhun (a.s) Kurandaki Kıssası
Nuhun Peygamber Olarak Gönderilişi
Azabın İnişi ve Nuhun Fırtınasının Gelişi
Allahın Emrini Hayata Geçirmek ve Nuh İle Beraberindekilerin Gemiden İnişi
Nuhun Oğlunun Boğulma Hikayesi
Hudun Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
Salihin Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
1-Salihin (a.s) Kavmi olan Semud
İbrahimin (a.s) Kıssası ve Şahsiyeti Hakkında Bir Çift Söz
İbrahimin (a.s) Kurandaki Kıssası
İbrahimin Münezzeh Olan Allah Katındaki Konumu ve Ubudiyet Makamı
İbrahimin (a.s) İnsanlık Toplumundaki Bereketli Etkileri
Lut ve Kavminin Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
1-Kuranda Lut ve Kavminin Kıssası
Zulkarneyn Kıssası Hakkında Birkaç Söz
Birkaç Bölümde Kuran-i Ve Tarihi Bilgiler
Zulkarneynin Kurandaki Kıssası
2-Zulkarneynin Kıssası, Sed ve Tarih Açısından Yecuc ve Mecuc
Yusufun (a.s) Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
Allahın Yusufu ve Manevi Makamını Övmesi
Mevcut Tevratta Yusufun Kıssası
Birkaç Bölümde Eyyubun Kıssası Hakkında Birkaç Söz
2-Allah'ın Eyyubu Güzel Bir Şekilde Övmesi
3-Eyyub'un (as) Rivayetlerde Yer Alan Kıssası
Şuayb ve Kavminin Kuranda Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
2-Şuaybın (a.s) Manevi Şahsiyeti
Musa ve Harunun Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
1-Musanın Allah Katındaki Makamı ve Kulluk Mevkisi
2-Musanın (a.s) Kurandaki Kıssası
3-Harunun (a.s) Allah Nezdindeki Makamı ve Kulluk Mevkisi
4-Musanın (a.s) Mevcut Tevrattaki Kıssası
İki Bölüm Halinde Tarihi Bir Araştırma
Musa ve Hızır Kurandaki Kıssası
İlyasın (a.s) Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
1-İlyasın Kurandaki Kıssası
Süleyman (a.s) Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
1-Süleymanın (a.s) Kurandaki Kıssaları
2-Kuranda Süleymanın Övülmesi
3-Hz. Süleymanın Ahd-i Atikte (Tevratta) Zikredilmesi
4-Süleymanın (a.s) Kıssaları Hakkında Yer Alan Rivayetler
Zekeriyyanın Kurandaki Kıssası
Yahyanın (a.s) Kurandaki Kıssası
3-Zekeriyya ve Yahyanın İncildeki Kıssası
İsanın (a.s) Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
1-İsa ve Annesinin Kurandaki Kıssası
2-İsanın Allah Katındaki yeri ve Kendisinin Tanımladığı Konumu
3-Hz. İsa Ne Söyledi? Onun Hakkında Ne Söylendi?
Yunusun (a.s) Kıssası Hakkında Bir Çift Söz
2-Yunusun (a.s) Ehl-i Kitap Arasındaki Kıssası
3-Allah-u Tealanın Yunusu (a.s) Övmesi
İki Peygamberin Biseti Arasındaki Fetret Dönemi
[1] Gurer'ul-Hikem, 2696
[2] a.g.e. 7453
[3] a.g.e. 2858
[4] a.g.e. 7963
[5] Gurer'ul-Hikem, 7119
[6] a.g.e. 3875
[7] Nehc'ül-Belağa, 347. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/262
[8] Kenz'ul-Ummal, 29364
[9] et-Terğib vet-Terhib, 4/79/7
[10] Al-i İmran suresi, 26. ayet
[11] Şura sursi, 49. ayet
[12] Nur sursi, 42. ayet
[13] Casiye sursi, 27. ayet
[14] Fetih suresi, 14. ayet
[15] Ta-Ha suresi, 114. ayet
[16] Müminun suresi, 116. ayet
[17] Haşr suresi, 23. ayet
[18] Ya-Sin suresi, 71. ayet
[19] Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe
[20] a.g.e. 404. hikmet
[21] Kenz'ul-Ummal, 45244
[22] a.g.e. 45271
[23] Sahih-i Müslim, 2143
[24] Bakara suresi, 188. ayet
[25] Tefsir-i el-Mizan, 2/53
[26] Al-i İmran suresi, 26.ayet
[27] Nuh suresi, 21-23. ayetler
[28] Şuara suresi, 111-113. ayetler
[29] Şuara suresi, 129-130. ayetler
[30] Şuara suresi, 150-152. ayetler
[31] Bakara suresi, 251. ayet
[32] Nisa suresi, 54. ayet
[33] Maide suresi, 20. ayet
[34] Bakara suresi, 247. ayet
[35] Hucurat suresi, 13. ayet
[36] Enam suresi, 153. ayet
[37] Al-i İmran suresi, 64. ayet
[38] Tefsirul Mizan, 3/144-149
[39] a.g.e. 3/149-150
[40] el-Hisal, 223/51
[41] ed-Derretul-Bahire, 32
[42] Emalies-Seduk, 28/4
[43] Gurer'ul-Hikem, 10323
[44] a.g.e. 10321
[45] a.g.e. 2184
[46] Gurer'ul-Hikem, 10431
[47] Neml suresi, 34. ayet
[48] Gurer'ul-Hikem, 4033
[49] a.g.e. 4035
[50] Nehc'ül-Belağa, 160. hikmet
[51] Gurer'ul-Hikem, 3206
[52] Gurer'ul-Hikem, 3350
[53] a.g.e. 4998
[54] a.g.e. 5005
[55] Tuhuf'ul-Ukul, 319
[56] Gurer'ul-Hikem, 3234
[57] a.g.e. 3261
[58] a.g.e. 4940
[59] a.g.e. 9016-9017
[60] a.g.e. 4473
[61] a.g.e. 4036
[62] a.g.e. 5047
[63] a.g.e. 6436
[64] a.g.e. 9816
[65] a.g.e.9817
[66] a.g.e. 3928-3929
[67] Mişkatul-Envar, 226
[68] el-Hisal, 255/130
[69] Tuhuf'ul-Ukul, 320
[70] Nehc'ül-Belağa, 210. hutbe
[71] Gurer'ul-Hikem, 4118
[72] Fatır suresi, 1. ayet
[73] Saffat suresi, 149-150. ayet
[74] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[75] el-İhtisas, 109
[76] Kenz'ul-Ummal, 15156
[77] a.g.e. 15175
[78] Emaliet-Tusi, 214/372
[79] Tefsir-i Kummi, 2/206
[80] Bihar, 59/176/7
[81] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/425
[82] et-Terğib vet-Terhib, 4/264/16
[83] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[84] Tefsir-i Kummi, 2/207
[85] a.g.e. s. 206
[86] Bihar, 59/171/1
[87] Saffat suresi, 1-3. ayetler
[88] Murselat suresi, 1-6. ayetler
[89] Naziat suresi, 1-5. ayetler
[90] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[91] a.g.e. 91. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/423
[92] Tefsir-i Kummi, 2/206
[93] a.g.e.
[94] Sahifetus-Seccadiye, 27/3. dua
[95] Enbiya suresi, 27. ayet
[96] Tahrim suresi, 6. ayet
[97] Saffat suresi, 164.
ayet
[98] Tekvir suresi, 21. ayet
[99] Sebe suresi, 23. ayet
[100] Fatır suresi, 44. ayet
[101] Yusuf suresi, 21. ayet
[102] Talak suresi, 3. ayet
[103] Meryem suresi, 17. ayet
[104] Tefsir-i el-Mizan, 17/12
[105] Fatır suresi, 1. ayet
[106] Enbiya suresi, 26 ve 27. ayetler
[107] Nahl, 50
[108] Hud suresi, 56. ayet
[109] Fatır suresi, 43. ayet
[110] Saffat suresi, 164. ayet
[111] Tekvir suresi, 21. ayet
[112] Sebe suresi, 23. ayet
[113] Enbiya suresi, 19-20. ayetler
[114] Araf suresi, 206. ayet
[115] Nahl suresi, 49. ayet
[116] Tefsirul-Mizan, 20/182-184
[117] Enam suresi, 61. ayet
[118] Rad suresi, 11. ayet
[119] İnfitar suresi, 10-12. ayetler
[120] Tefsir-i Kummi, 2/409
[121] İhticac, 2/242
[122] Bihar, 59/179/16
[123] el-Kafi, 3/259/33
[124] Meryem suresi, 84. ayet
[125] Kemaluddin, 666/8
[126] Bihar, 59/193/54
[127] a.g.e. s. 177/11
[128] el-Kafi, 3/393/26
[129] Nevadirur-Ravendi, 40
[130] Araf sursi, 185. ayet
[131] Enam suresi, 75. ayet
[132] Yasin suresi, 83. ayet
[133] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[134] a.g.e. 91. hutbe
[135] a.g.e.
[136] a.g.e.
[137] a.g.e. 155
[138] Tefsir-i Kummi, 1/205
[139] Bihar, 12/72/15
[140] Tefsir-i Ayyaşi, 1/364/35
[141] a.g.e. h. 36
[142] Bihar, 12/72/18
[143] İleluş-Şerayi, 131/1
[144] Bihar, 12/60/5
[145] el-Kafi, 8/305/473
[146] Kasas suresi, 5. ayet
[147] Enam suresi, 57. ayet
[148] Kasas, 70
[149] Al-i İmran suresi, 26. ayet
[150] Maide suresi, 120. ayet
[151] Mülk, 1-3
[152] Yasin suresi, 82 ve 83. ayetler
[153] Araf suresi, 185. ayet
[154] Secde suresi, 24. ayet
[155] İsra suresi, 1. ayet
[156] Necm suresi, 17. ve 18. ayetler
[157] Tekasür suresi, 5 ve 6. ayetler
[158] Tefsirul-Mizan, 7/169 ve Mutaffifin suresi, 18-21. ayetler
[159] Kenz'ul-Ummal, 31861
[160] el-Müheccetül-Beyza, 2/125
[161] el-Kafi, 2/263/13
[162] Al-i İmran suresi, 178. ayet
[163] Hac suresi, 44-48. ayetler
[164] Nehc'ül-Belağa, 116. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/281
[165] Maksat Hüseyin b. Kıyama Vakifidir ki Hz. Rızanın (a.s) imametini inkar ediyordu. (Biharın haşiyesi)
[166] Bihar, 5/216/3
[167] el-Hisal, 539/11
[168] ed-Durrul-Mensur, 6/104
[169] Nehc'ül-Belağa, 150. hutbe
[170] Tefsirul-Mizan, 4/79
[171] Kenz'ul-Ummal, 44057
[172] Bihar, 79/95/1
[173] a.g.e. 104/30/1
[174] Availul-Lai, 1/260/38
[175] el-Kafi, 7/265/25
[176] Mülk suresi, 2. ayet
[177] Gurer'ul-Hikem, 7286
[178] a.g.e. 1435
[179] Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe
[180] Gurer'ul-Hikem, 319
[181] Kenz'ul-Ummal, 42748
[182] a.g.e. 42123
[183] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[184] a.g.e. 106
[185] Tenbih'ul-Havatir, 1/280
[186] Nehc'ül-Belağa, 230. hutbe
[187] a.g.e. 132. hikmet
[188] el-Kafi, 3/257/27
[189] Kenz'ul-Ummal, 42721
[190] a.g.e. 72722
[191] a.g.e. 42184
[192] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 1/257/11
[193] el-Hisal, 119/108
[194] et-Tevhid, 401/4
[195] Bihar, 14/463/30
[196] Vakıa suresi, 60 ve 61. ayetler
[197] Enbiya suresi, 35. ayet
[198] Tefsirul-Mizan, 19/349
[199] Fakih, 1/194/596
[200] Bihar, 6/137/40
[201] Nehc'ül-Belağa, 126. hikmet
[202] Gurer'ul-Hikem, 6455
[203] a.g.e. 6456
[204] a.g.e. 6457
[205] Nehc'ül-Belağa, 74. hikmet
[206] Al-i İmran suresi, 185. ayet
[207] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[208] a.g.e. 182. hutbe
[209] a.g.e. 27. mektup
[210] Gurer'ul-Hikem, 3614
[211] a.g.e. 1961
[212] Bihar, 73/128/131
[213] Tuhuf'ul-Ukul, 98
[214] Bihar, 6/126/7
[215] el-Kafi, 3/262/44
[216] Nehc'ül-Belağa, 165. hutbe
[217] a.g.e. 38
[218] a.g.e. 123
[219] Kenz'ul-Ummal, 42145
[220] Nehc'ül-Belağa, 27. mektup
[221] a.g.e. 29. hikmet
[222] Gurer'ul-Hikem, 8258
[223] Nehc'ül-Belağa, 168. hikmet
[224] a.g.e. 187
[225] Bihar, 71/263/2
[226] Gurer'ul-Hikem, 6429
[227] Bihar, 78/70/31
[228] Gurer'ul-Hikem, 2188
[229] a.g.e. 6852, 6861
[230] a.g.e. 9487
[231] a.g.e. 9598-9599
[232] Meanil-Ahbar, 288/2
[233] a.g.e. h. 3
[234] Meanil-Ahbar, 288/3
[235] a.g.e. 289/4
[236] a.g.e. h. 5
[237] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 1/274/9
[238] Meanil-Ahbar, 289/6
[239] a.g.e. h. 7
[240] a.g.e. 290/8
[241] a.g.e. h. 9
[242] a.g.e. h.10
[243] Nahl suresi, 32.a yet
[244] Fecr suresi, 27-30. ayetler
[245] Yunus suresi, 62-64. ayetler
[246] Kenz'ul-Ummal, 42212
[247] el-Fakih, 1/135/365
[248] el-Mehasin, 1/283/558
[249] Bihar, 6/191/36
[250] a.g.e. s. 162/30
[251] a.g.e. 77/27/6; bak. tüm söze
[252] Kenz'ul-Ummal, 42355
[253] a.g.e. 42136
[254] a.g.e. 4211
[255] Gurer'ul-Hikem, 3365
[256] a.g.e. 9638
[257] a.g.e. 10497
[258] Kenz'ul-Ummal, 44144
[259] Gurer'ul-Hikem, 6502
[260] Kenz'ul-Ummal, 42122
[261]Muhammed suresi, 27. ayet
[262] Nahl suresi, 28. ayet
[263] Bihar, 6/175/1
[264] Gurer'ul-Hikem, 3593
[265] Enam suresi, 61. ayet
[266] Zümer suresi, 42. ayet
[267] Secde suresi, 11. ayet
[268] Bihar, 6/140/1
[269] et-Tevhid, 268/5
[270] el-Fakih, 1/136/368
[271] Bihar, 6/144/13
[272] Kenz'ul-Ummal, 42810
[273] Bihar, 82/181/28
[274] Kenz'ul-Ummal, 42769
[275] el-Hisal, 39/21
[276] Kenz'ul-Ummal, 42771
[277] a.g.e. 42104
[278] Camiul-Ahbar, 473/1334
[279] Bihar, 78/370/4
[280] Gurer'ul-Hikem, 2575, 2576
[281] Bihar, 77/41/8
[282] Gurer'ul-Hikem, 8843
[283] a.g.e. 6990
[284] Bihar, 6/133/32
[285] Tuhef'ul-Ukul, 1/268
[286] a.g.e.
[287] Nehc'ül-Belağa, 188. hutbe
[288] Bihar, 82/167/3
[289] Kenz'ul-Ummal, 42098
[290] a.g.e. 42105
[291] el-Hisal, 616/10
[292] et-Terğib vet-Terhib, 4/236/3
[293] Kenz'ul-Ummal, 42096
[294] a.g.e. 42094
[295] Emaliet-Tusi, 28/31
[296] Bihar, 82/168/3
[297] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[298] Gurer'ul-Hikem, 8766
[299] a.g.e. 8662
[300] Kenz'ul-Ummal, 42140
[301] Nehc'ül-Belağa, 64. hutbe
[302] Gurer'ul-Hikem, 4514
[303] Bihar, 82/171/6
[304] Gurer'ul-Hikem, 3468
[305] a.g.e. 2492
[306] a.g.e. 3611
[307] a.g.e. 4093
[308] a.g.e. 4513-4514
[309] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 16/85
[310] Kenz'ul-Ummal, 302
[311] Gurer'ul-Hikem, 2700; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/42
[312] Gurer'ul-Hikem, 3814
[313] a.g.e. 9211
[314] Bihar, 77/171/7
[315] Nehc'ül-Belağa, 64. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 5/145
[316] Gurer'ul-Hikem, 2398
[317] Bihar, 82/172
[318] Gurer'ul-Hikem, 6253
[319] Nehc'ül-Belağa, 150. hikmet
[320] a.g.e. 190. hutbe
[321] a.g.e. 203. hikmet
[322] Nehc'ül-Belağa, 167. hutbe
[323] Kenz'ul-Ummal, 42111
[324] el-Kafi, 3/259/30
[325] Bihar, 77/153/120
[326] Bakara suresi, 197. ayet
[327] Nehc'ül-Belağa, 28. hutbe
[328] Nehc'ül-Belağa, 157. hutbe
[329] a.g.e. 230.hutbe
[330] a.g.e. 86.hutbe
[331] a.g.e. 111.hutbe
[332] a.g.e. 131. hikmet
[333] a.g.e. 133. hutbe
[334] a.g.e. 132.hutbe
[335] a.g.e. 76.hutbe
[336] Gurer'ul-Hikem, 3815
[337] Nehc'ül-Belağa, 111. hutbe
[338] a.g.e. 114.hutbe
[339] Bihar, 77/391/12
[340] İrşad, 1/234
[341] Nehc'ül-Belağa, 204. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 11/5
[342] Emaliet-Tusi, 594/1231
[343] Bihar, 78/71/35
[344] Nehc'ül-Belağa, 130. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/322
[345] Nehc'ül-Belağa, 77. hikmet
[346] Emalies-Seduk, 97/8
[347] Bihar, 71/267/17
[348] İleluş-Şerayi, 231/5
[349] Bakara suresi, 94-95. ayetler
[350] Kenz'ul-Ummal, 42152
[351] et-Terğib vet-Terhib, 4/257/54
[352] Sünen-i Ebi Davud, 3108
[353] ed-Deavat lil Ravendi, 122/296
[354] et-Terğib vet-Terhib, 4/256/50
[355] Kenz'ul-Ummal, 42155
[356] a.g.e. 42147
[357] a.g.e. 42149
[358] a.g.e. 42153
[359] a.g.e. 42154
[360] Nehc'ül-Belağa, 69. mektup
[361] Zühd, Hüseyin b. Said, 79/212
[362] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 2/3/3
[363] Keşful-Gumme, 3/42
[364] Kaf suresi, 19. ayet
[365] Enfal suresi 50. ayet
[366] Kıyamet, 26-30
[367] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[368] Kenz'ul-Ummal, 42158
[369] a.g.e. 42208
[370] a.g.e. 42174
[371] Nehc'ül-Belağa, 221. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 11/152
[372] Emaliet-Tusi, 453/1011
[373] Kenz'ul-Ummal, 42142
[374] Nehc'ül-Belağa, 20. hutbe
[375] Alamud-Din, 344/37
[376] Gurer'ul-Hikem, 5779
[377] Alamud-Din, 344/37
[378] Emaliet-Tusi, 432/967
[379] el-Hisal, 13/47
[380] Kenz'ul-Ummal, 42139
[381] Meanil-Ahbar, 390/29
[382] el-Kafi, 2/458/20
[383] Emaliel-Müfid, 263
[384] el-Kafi, 3/135/15
[385] a.g.e. s. 127/2
[386] ed-Deavat lil Ravendi, 249/699
[387] Tefsir-i Kummi, 2/265
[388] Bihar, 82/174/8
[389] Sahifet-u İmam Rıza (a.s), 86/203
[390] el-Kafi, 2/638/3
[391] Kenz'ul-Ummal, 42214
[392] a.g.e. 42209
[393] Nurus-Sakaleyn, 5/506/42
[394] Emaliet-Tusi, 28/31
[395] a.g.e. 310/625
[396] Gurer'ul-Hikem, 2118
[397] Nehc'ül-Belağa, 87. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/372
[398] Gurer'ul-Hikem, 2104
[399] Nehc'ül-Belağa, 230. hutbe
[400] Nehc'ül-Belağa, 108. hutbe
[401] Tuhuf'ul-Ukul, 245
[402] Kenzul-Fevaid, Keraceki, 1/349
[403] Kenz'ul-Ummal, 42702
[404] Kenz'ul-Ummal, 42703
[405] Mekarimul-Ahlak, 2/327/2656
[406] el-Kafi, 3/112/5
[407] Kenz'ul-Ummal, 42775
[408] Nehc'ül-Belağa, 23. mektup
[409] el-Kafi, 3/111/4
[410] a.g.e. s. 119/1
[411] el-Kafi, 3/261/39
[412] Kenz'ul-Ummal, 42310
[413] el-Kafi, 3/173/3
[414] a.g.e. s. 172/1
[415] İleluş-Şerayi, 301/1
[416] Nevadirur-Ravendi, 5
[417] Emalies-Seduk, 181/3
[418] Kenz'ul-Ummal, 42357
[419] Bihar, 81/284/40
[420] Emaliet-Tusi, 383/827
[421] Kenz'ul-Ummal, 42885
[422] ed-Deavat lil Ravendi, 259/736
[423] Mekarimul-Ahlak, 2/371/2661
[424] Zühd, Hüseyin b. Said, 50/133
[425] a.g.e. 77/208
[426] Kenz'ul-Ummal, 42349
[427] Nehc'ül-Belağa, 122. hikmet
[428] Bihar, 78/65/2
[429] Vesailuş-Şia, 2/819/1
[430] Kenz'ul-Ummal, 42371
[431] a.g.e. 42916
[432] a.g.e. 42375
[433] a.g.e. 42390
[434] el-Kafi, 3/138/2
[435] Kenz'ul-Ummal, 42385
[436] a.g.e. 42386
[437] Gurer'ul-Hikem, 3213
[438] a.g.e. 3366
[439] Tuhuf'ul-Ukul, 489
[440] Kenz'ul-Ummal, 42761
[441] et-Terğib vet-Terhib, 1/99/24
[442] a.g.e. 1/119/7
[443] el-Fakih, 1/185/555
[444] Kehf suresi, 46.ayet
[445] Nehc'ül-Belağa, 58. hikmet
[446] Gurer'ul-Hikem, 377
[447] a.g.e. 577
[448] a.g.e. 378
[449] a.g.e. 1448
[450] a.g.e.1449
[451] a.g.e. 1836
[452] a.g.e. 1885
[453] a.g.e. 1957
[454] a.g.e.1988
[455] Meanil-Ahbar, 314
[456] Nehc'ül-Belağa, 316. hikmet
[457] el-Kafi, 2/316/6
[458] et-Terğib vet-Terhib, 4/182/69
[459] Gurer'ul-Hikem, 3465
[460] a.g.e. 5830
[461] a.g.e. 395
[462] a.g.e. 4278
[463] Firdevs, 3/338/5019
[464] İsra suresi, 64. ayet
[465] el-Kafi, 2/315/4
[466] el-Hisal, 132/141
[467] et-Terğib vet-Terhib, 4/182/68
[468] Müstedrekül-Vesail, 12/63/13515
[469] Fecr suresi, 20. ayet
[470] Gurer'ul-Hikem, 4871
[471] a.g.e. 4874
[472] a.g.e. 1427
[473] a.g.e. 4875
[474] a.g.e. 4876
[475] el-Müheccetül-Beyza, 7/328
[476] et-Terğib vet-Terhib, 4/183/73
[477] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[478] Gurer'ul-Hikem, 4110-4111
[479] Bakara suresi, 180. ayet
[480] Sevabul-Amal, 215/1
[481] el-Kafi, 5/72/5
[482] a.g.e. 1/20/12
[483] el-Fakih, 3/166/3616
[484] el-Kafi, 5/88/6
[485] Gurer'ul-Hikem, 7543
[486] Tenbih'ul-Havatir, 1/158
[487] el-Kafi, 5/72/8
[488] Gurer'ul-Hikem, 460-461
[489] a.g.e. 1806
[490] Nehc'ül-Belağa, 56. hikmet
[491] el-Fakih, 3/569/4946
[492] Tekasur suresi, 2-1.ayetler
[493] Humeze suresi, 1-3. ayetler
[494] Muddessir suresi, 11-13. ayetler
[495] Tevbe suresi, 34. ayet
[496] Nevadirur-Ravendi, 4
[497] Gurer'ul-Hikem, 7109
[498] Bihar, 74/102/57
[499] et-Terğib vet-Terhib, 4/184/75
[500] et-Tevhid, 409/9
[501] et-Tehzibul-Ahkam, 6/328/907
[502] Nehc'ül-Belağa, 94. hikmet
[503] Gurer'ul-Hikem, 4576
[504] Emaliet-Tusi, 302/600
[505] el-Kafi, 2/135/21
[506] Müstedrekül-Vesail, 12/174/13810
[507] Kenz'ul-Ummal, 6139
[508] el-Hisal, 282/29
[509] Nehc'ül-Belağa, 132. hutbe
[510] Emaliet-Tusi, 520/1144
[511] Tefsirul Mizan, c. 9/261-266
[512] Derretul-Bahire, 24
[513] Emalies-Seduk, 305/1
[514] Alamud-Din, 341/29
[515] Nehc'ül-Belağa, 429. hikmet
[516] Bihar, 73/142/20
[517] Emaliel-Müfid, 205/35
[518] Nehc'ül-Belağa, 254. hikmet
[519] Emaliet-Tusi, 182/306
[520] el-İhtisas, 249
[521] Bihar, 103/13/63
[522] el-İhtisas, 249
[523] el-Mehasin, 2/445/2528
[524] Tenbih'ul-Havatir, 2/10
[525] Tuhuf'ul-Ukul, 94
[526] Gurer'ul-Hikem, 8883
[527] Tuhuf'ul-Ukul, 321
[528] Tuhuf'ul-Ukul, 185
[529] el-Kafi, 5/301/5
[530] el-Kafi, 5/300/2
[531] Sahih-i Buhari, 6/537/1407
[532] Sünen-i İbn-i Mace, 4100
[533] Gurer'ul-Hikem, 508
[534] a.g.e. 8576
[535] a.g.e. 1838
[536] Kenz'ul-Ummal, 16147
[537] Gurer'ul-Hikem, 1452
[538] a.g.e. 3391
[539] a.g.e. 1957
[540] a.g.e. 3392
[541] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 1/298/56
[542] Nehc'ül-Belağa, 21. mektup
[543] Bihar, 78/7/60
[544] Bihar, 78/12/70
[545] Tenbih'ul-Havatir, 2/182
[546] Gurer'ul-Hikem, 3250
[547] a.g.e. 2953
[548] a.g.e. 2955
[549] a.g.e. 3145
[550] a.g.e. 3572
[551] a.g.e. 3600
[552] a.g.e. 5034
[553] Bihar, 69/400/93
[554] Bihar, 1/94/24
[555] Emaliet-Tusi, 702/1501
[556] Gurer'ul-Hikem, 1452
[557] Nur suresi, 32. ayet
[558] Al-i İmran suresi, 26. ayet
[559] Bihar, 103/16/74
[560] a.g.e. 79/304/17
[561] el-Fakih, 2/57/1693
[562] et-Terğib vet-Terhib, 4/172/37
[563] a.g.e. h. 36
[564] Bihar, 71/356/17
[565] Tenbih'ul-Havatir, 1/156
[566] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/36-37
[567] a.g.e. s. 40
[568] Nehc'ül-Belağa, 43. mektup; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 16/175
[569] Nehc'ül-Belağa, 126. hutbe
[570] Nehcüs-Saade, 1/212
[571] Bihar, 100/58/3
[572] Nehc'ül-Belağa, 232. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/10
[573] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 2/200
[574] Vesailuş-Şia, 11/81/3
[575] el-İhtisas, 152
[576] el-Kafi, 3/545/3
[577] Nehc'ül-Belağa, 67. mektup
[578] Kurbul-Esnad, 80/260
[579] Nehc'ül-Belağa, 15. hutbe
[580] a.g.e. 62. mektup
[581] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 2/199
[582] Kenz'ul-Ummal, 36546
[583] Vesailuş-Şia, 11/83/2
[584] a.g.e. h. 3
[585] Bu beyit çalışan ve elde ettiği en iyi şeyi
dostuna veren ve dostunu kendisine tercih eden kimse hakkında söylenen bir
deyim konumundadır. İbn-i Kelbi şöyle diyor: Bu örnek,
Cezimenin kız kardeşinin oğlu olan Amr b. Adiyy Lahmiye
aittir. O bu deyimi kullanan ilk kimsedir ve bunun hikayesi de şöyledir:
Cezime, konak yerinde konakladı ve beraberindekilere, kendisi için mantar
toplamasını emretti. Onlardan bazısı topladıkları
en iyi mantarları kendileri yiyorken, Amr topladığı en iyi
mantarları dayısı için getiriyordu ve kendisi hiç yemiyordu. Bu
mantarları dayısının yanına getirdiğinde ise bu
beyti söylemiştir. (Lisanul-Arab, cena maddesi)
[586] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 2/199
[587] a.g.e. 2/198
[588] el-Garat, 1/55
[589] Kenz'ul-Ummal, 36545
[590] Gaylule öğlen yarısındaki istirahattir. Gal, yegilu ve gaylule diye söylenir. (En-Nihaye 4/133
[591] Tarih-i Dimeşki (İmam Alinin Biyografisinde), 3/180/1219
[592] Bihar, 94/93/9
[593] el-Hisal, 310/85
[594] Gurer'ul-Hikem, 5710
[595] Bihar, 7/197/67
[596] Gurer'ul-Hikem, 5683
[597] a.g.e. 5682
[598] a.g.e. 5673
[599]Ahkaf suresi, 31. ayet
[600] Enfal suresi, 24. ayet
[601] Şura suresi, 47. ayet
[602] Yunus suresi, 25. ayet
[603] Nehc'ül Belağa, 76. hutbe
[604] a.g.e. 176. hutbe
[605] Nehc'ül Belağa, 94. hutbe
[606] a.g.e. 154. hutbe
[607] a.g.e. 173. hutbe
[608] Bihar, 16/94/28
[609] Nehc'ül-Belağa, 166. hutbe
[610] Enam suresi, 36. ayet
[611] Kasas suresi, 50. ayet
[612] Hud suresi, 14. ayet
[613] Ahkaf suresi, 32. ayet
[614] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[615] Enam suresi, 91. ayet
[616] el-Kafi, 1/168/1
[617] Bihar, 11/40/40
[618] Nahl suresi, 36. ayet
[619] Zümer suresi, 17. ayet
[620] Bihar, 21/285
[621] Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/103
[622] el-Kafi, 8/386/586
[623] Vesailuş-Şia, 11/6/8
[624] et-Tabakatil-Kübra, 1/192
[625] Bihar, 18/234/77
[626] İrşad, 1/49
[627] et-Tabakatil-Kubra, 1/202
[628] a.g.e. s. 216
[629] Cuma suresi, 2. ayet
[630] Bakara suresi, 129. ayet
[631] Bihar, 1/136/30
[632] Nehc'ül-Belağa, 183. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/113
[633] Cuma suresi, 2. ayet
[634] Bakara suresi, 129. ayet
[635] Bihar, 16/287/142
[636] Kenz'ul-Ummal, 31969
[637] et-Tabakatil-Kubra, 1/193
[638] Kenz'ul-Ummal, 31996
[639] a.g.e. 31947
[640] İbrahim suresi, 5. ayet
[641] a.g.s. 1. ayet
[642] Maide suresi, 16. ayet
[643] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[644] a.g.e. 18. hutbe
[645] a.g.e. 152. hutbe
[646] Nehc'ül-Belağa, 222. hutbe
[647] a.g.e. 87. hutbe
[648] a.g.e. 108. hutbe
[649] Hadid suresi, 25. ayet
[650]Nehcul Belağa, 185. hutbe
[651] a.g.e. 222. hutbe
[652] Araf suresi, 157. ayet
[653] Al-i İmran suresi, 113 ve 114. ayetler
[654] Araf suresi, 32. ayet
[655] Al-i İmran suresi, 50. ayet
[656] Zuhruf suresi, 63. ayet
[657] Saf suresi, 6. ayet
[658] Tefsirul-Mizan, 8/278
[659] Bakara suresi, 213. ayet
[660] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[661] Tefsirul-Mizan, 2/111, sözün tümüne bakınız.
[662] Maide suresi, 16. ayet
[663] Nehc'ül-Belağa, 152. hutbe
[664] a.g.e. 220. hutbe
[665] a.g.e. 198.hutbe
[666] Kasas suresi, 56. ayet
[667] Şura suresi, 52-53. ayetler
[668] Fatiha, 6
[669] Ankebut suresi, 69. ayet
[670] Enam suresi, 153. ayet
[671] Zümer suresi, 7. ayet
[672] Tevbe suresi, 96. ayet
[673] Cuma suresi, 5. ayet
[674] Enam suresi, 82. ayet
[675] Tefsirul-Mizan, 5/244
[676] Nisa suresi, 165. ayet
[677] Nehc'ül-Belağa, 144. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/84
[678] Bihar, 11/39/37
[679] et-Tevhid, 45/4
[680] Nehc'ül-Belağa, 83. hutbe
[681] Tefsirul-Mizan, 2/147
[682] Fatır suresi, 24. ayet
[683] Bakara suresi, 136. ayet
[684] Nisa suresi, 150, 151. ayetler
[685] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[686] Nehc'ül-Belağa, 91
[687] a.g.e. 94
[688] el-Kafi, 1/182/6
[689] Şura suresi, 51. ayet
[690] Tefsir-i Ayyaşi, 2/166/3
[691] el-Kafi, 1/174/1
[692] el-Hisal, 524/13
[693] Emalies-Seduk, 196/11
[694] Kenz'ul-Ummal, 32276
[695] a.g.e. 32277
[696] a.g.e. 32280
[697] a.g.e. 32281
[698] Bihar, 16/352/35
[699] Mümin suresi, 78. ayet
[700] Tefsirul-Mizan, 2/140
[701] Bakara suresi, 246. ayet
[702] Bakara suresi, 259. ayet
[703] Yasin suresi, 14. ayet
[704] Kehf suresi, 65. ayet
[705] Bakara suresi, 136. ayet
[706] Kehf suresi, 60. ayet
[707] Tefsirul Mizan, 2/140
[708] Ahkaf suresi, 35. ayet
[709] el-Hisal, 300/73
[710] Bihar, 11/33/25
[711] el-Kafi, 1/75/3
[712] a.g.e. 2/17/2; bak. tüm söze
[713] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 2/80/13
[714] Nehc'ül-Belağa, 94. hutbe
[715] a.g.e. 214
[716] et-Tabakatil-Kubra, 1/60
[717] Kenz'ul-Ummal, 31870
[718] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/63
[719] Tefsir-i Mecmeul-Beyan, 7/323
[720] Bihar, 16/374/84
[721] Araf sursi, 68. ayet
[722] Duhan suresi, 18.ayet
[723] Şuara suresi, 107
[724] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/151
[725] el-Kafi, 8/148/128
[726] Bihar, 77/140/19
[727] el-Kafi, 8/268/394
[728] a.g.e. 4/39/4
[729] a.g.e. 2/616/10
[730] et-Tabakatil-Kubra, 1/376
[731] Kenz'ul-Ummal, 32228
[732] a.g.e. 32233
[733] Bihar, 11/64/4
[734] Kenz'ul-Ummal, 32248
[735] a.g.e. 31193
[736] Bihar, 16/172/7
[737] Kenz'ul-Ummal, 32249
[738] a.g.e. 32251
[739] a.g.e. 32250
[740] a.g.e, 32232
[741] İbn-i Hişam kendi Siret kitabında Uhud savaşı hakkında şöyle demektedir: Düşman ile karşılaşmayı isteyen kimseler, Allah Resulüne (s.a.a) ısrar ediyorlardı. Sonunda Allah Resulü Cuma namazından sonra (zira o gün Cuma günüydü) evine gitti, savaş elbisesini giydi ve insanların arasına girdi. Ama insanlar bundan pişman olmuş ve şöyle diyorlardı: Biz Allah Resulünü mecbur ettik! Bu işi yapmamamız gerekirdi. Allah Resulü onların arasına geldiğinde şöyle arzettiler: Ey Allahın Resulü! Biz sizi istediğinizin tam aksine sizi bu işe zorladık ve bu işi yapmamamız gerekirdi. O halde Allahın rahmeti sizin üzerinize olsun. Eğer savaşa gitmek istemiyorsanız bu sizin elinizde olan bir şeydir. Ama Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: Savaş elbisesini giydikten sonra, savaşmadıkça onu çıkarması hiçbir Peygambere yakışmaz. Neticede Allah Resulü (s.a.a) Ashabıyla birlikte savaşa doğru yola koyuldu. (Sire-i İbn-i Hişam, c. 3, s. 67-68)
[742] Emaliet-Tusi, 659/1363
[743] Bihar, 11/68/23
[744] a.g.e. s. 58/63
[745] a.g.e. h. 62
[746] Kenz'ul-Ummal, 9242
[747] a.g.e. 9243
[748] İleluş-Şerayi, 32/2
[749] Kenz'ul-Ummal, 32326
[750] Kısesul-Enbiya, 285/378
[751] Bihar, 16/223/24
[752] Durrul-Mensur, 1/139
[753] Tuhuf'ul-Ukul, 375
[754] a.g.e. 442
[755] Tenbih'ul-Havatir, 1/29
[756] el-Kafi, 5/320/1
[757] et-Tabakatil-Kübra, 1/398
[758] Mekarimul-Ahlak, 1/102/200
[759] el-Kafi, 6/510/1
[760] Al-i İmran suresi, 68. ayet
[761] Gurer'ul-Hikem, 3057
[762] a.g.e. 3172
[763] Kenz'ul-Ummal, 10647
[764] Nehc'ül-Belağa, 96. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/252
[765] Gurer'ul-Hikem, 9557
[766] el-Kafi, 1/416/20
[767] Nurus-Sakaleyn, 1/353/186
[768] Bihar, 51/59/56
[769] Nisa suresi, 1. ayet
[770] Bakara suresi, 30-33. ayetler
[771] Kenz'ul-Ummal, 15134
[772] a.g.e. 15126
[773] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[774] Kenz'ul-Ummal, 15227
[775] Bihar, 11/101/6
[776] Bihar, 11/102/7
[777] İleluş-Şerayi, 14/1
[778] a.g.e. 16/1
[779] Bihar, 11/116/46
[780] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[781] Durul-Mensur, 1/137
[782] Kenz'ul-Ummal, 8190
[783] Secde suresi, 8. ayet
[784] Al-i İmran suresi, 59. ayet
[785] Bakara suresi, 30-31. ayetler
[786] Sad suresi, 71-72. ayetler
[787] Araf suresi, 11. ayet
[788] Sad suresi, 83. ayet
[789] Araf suresi, 27. ayet
[790] İsra suresi, 63. ayet
[791] Al-i İmran suresi, 59. ayet
[792] Tefsirul Mizan, 4/143
[793] Kurbul-Esnad, 366/1311
[794] el-İhticac, 2/143/180
[795] Rum suresi, 30. ayet
[796] Günümüzde gelişmiş toplumlarda örneğin Amerika ve Avrupada kız çocukları evlilik yaşına varmadan ve bulüğa ermeden bakireliklerini kaybetmektedirler. İstatistiklerin gösterdiğine göre bunlardan bir kısmı bakireliklerini babalarının ve kardeşlerinin vasıtasıyla kaybetmektedirler. (kaynağın dipnotundan)
[797] Tefsirul Mizan, 4/144
[798] Bihar, 11/257/1
[799] el-Hisal, 243/98
[800] Sedus-Suu, 37
[801] Durul-Mensur, 1/148
[802] a.g.e.
[803] Meryem suresi, 56,57. ayetler
[804] Enbiya suresi, 85, 86. ayetler
[805] Bir rivayette de şöyle yer almıştır: İdrise elli sayfa indirmiştir ve o da Uhnuhdur. Yani eliyle yazan ilk kimsedir. (Biharul-Envar, 11/ 60, 68. hadis)
[806] Bihar, 1/277/5
[807] a.g.e. s. 284/12
[808] Kısesul-Enbiya, 80/64
[809] Kenz'ul-Ummal, 32269
[810] el-Hisal, 524/13
[811] Tefsir-i Kumi, 2/52
[812] Meryem suresi, 56,57.ayet
[813] Enbiya suresi, 85 ve 86. ayetler
[814] Tefsirul Mizan, 14/15 ve s.71
[815] Araf suresi, 59. ayet
[816] Yunus suresi, 71. ayet
[817] Kenz'ul-Ummal, 32391
[818] Bihar, 11/331/53
[819] a.g.e. s. 336/64
[820] Nurus-Sakaleyn, 4/62/71
[821] Kenz'ul-Ummal, 32274
[822] Durul-Mensur, 1/126
[823] el-Kafi, 8/283/425
[824] Müstedrek-ü Ales-Sahiheyn, 2/595/4005
[825] Emalies-Seduk, 413/7
[826] Nuh suresi, 26 ve 27. ayetler
[827] Şuara suresi, 118. ayet
[828] Hud suresi, 37. ayet
[829] Saffat suresi, 77. ayet
[830] Saffat suresi, 78. ayet
[831] Saffat suresi, 79. ayet
[832] Enam suresi, 84. ayet
[833] Saffat suresi, 80. ayet
[834] İsra suresi, 3. ayet
[835] Saffat suresi, 81. ayet
[836] Tahrim suresi, 10. ayet
[837] Nuh suresi, 28. ayet
[838] Tefsirul-Mizan, 10/247
[839] Tefsirul Mizan, 10/270 bak tüm kelama
[840] Araf suresi, 65. ayet
[841] el-Kafi, 8/115/92
[842] Kemaluddin, 136/5
[843] Ahkaf, hakf kelimesinin çoğulu olup alçak ve yüksek kumsallık anlamındadır. Kuranda zikredilen Ahkaf ise Umman ve Mehre toprakları arasında bir vadinin adıdır ve bir görüşe göre de Ummandan Hazremuta kadar uzanan ve Şimr bölgesindeki denize bakan bir kumsallık bölgedir. Zehhak ise şöyle demiştir: Ahkaf Şam da vaki olan bir dağdır. (Merasidul-İttila), el-Mizanın dipnotundan naklen
[844] Fecr suresi, 6-8. ayetler
[845] Ahkaf suresi, 23. ayet
[846] Tefsirul-Mizan, 10/307
[847] Araf suresi, 73. ayet
[848] Şuara, 157
[849] Nehc'ül-Belağa, 201. hutbe
[850] Bihar, 11/379/4
[851] Tefsirul-Mizan, 10/317
[852] Nisa suresi, 125. ayet
[853] Nahl suresi, 123. ayet
[854] Bakara suresi, 124. ayet
[855] Kenz'ul-Ummal, 32289
[856] el-Kafi, 1/175/2
[857] Kenz'ul-Ummal, 32288
[858] Nurus-Sakaleyn, 1/554/582
[859] İleluş-Şerayi, 34/2
[860] a.g.e. 35/4
[861] Durul-Mensur, 1/282
[862] el-Hisal, 225/58
[863] Bihar, 12/12/31
[864] a.g.e. h. 32
[865] Meryem suresi, 41-48. ayetler
[866] Kavminden bir grubun İbrahime iman ettiğinin delili ise şu ayettir: İbrahim ve onunla berâber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: Biz sizden ve Allahtan başka taptıklarınızdan uzağız. (Mümtehine/4)
İbrahimin
Mukaddes topraklara gitmeden önce bu kadınla evlendiğinin delili ise
rabbinden kendisine salih bir evlat vermesini dilemesidir: İbrahim:
Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O beni
doğru yola eriştirir dedi. Rabbim! Bana iyilerden olacak bir çocuk
ver diye yalvardı. (Saffat/99-100)
[867] Bu konu İbrahim suresinde İbrahimin sözünden, yaptığı duadan istifade edilmektedir.
[868] Hac suresi, 78. ayet
[869] Enam suresi, 161. ayet
[870] Bakara suresi, 125. ayet
[871] Mecmeul-Beyan, Tefsir-i Kummiden naklen (kaynağın dipnotundan naklen)
[872] Tefsirul-Mizan, 7/215, sözün tümüne bakınız.
[873] Araf suresi, 80. ayet
[874] Bihar, 12/157/8
[875] a.g.e. s. 152/5
[876] İleluş-Şerayi, 548/4
[877] Ankebut suresi, 26. ayet
[878] Şuara suresi, 167. ayet
[879] Neml suresi, 56. ayet
[880] Hud suresi, 80. ayet
[881] Enbiya suresi, 74-75. ayetler
[882] Tekvin kitabı, 18. bab (kaynağın dipnotundan naklen
[883] Tekvin kitabı, 19. bab, (kaynağın dipnotundan naklen)
[884] küçük
[885] Tefsirul Mizan, 10/352
[886] Kehf suresi, 83, 84. ayetler
[887] el-Hisal, 255/130
[888] Kemaluddin, 394/4
[889] Bihar, 12/178/5
[890] a.g.e. s. 196/24
[891] Bihar, 12/197/26
[892] İleluş-Şerayi, 39/1
[893] Kemaluddin, 393/1
[894] Bihar, 12/197/25
[895] Ahdeyn kitabı, Beyrut baskısı, 1870 yılı, Bu bölümde naklettiklerimiz bu baskı esasıncadır.
[896] Bu kitap da Babil de Yahudilerin esaret günlerinde onlar arasında yaygın olan bir kitap idi.
[897] Tarihçilerden bazısı, Yecuc ve Mecucun Asyanın kuzey bölgesinde, Tebet ve Çinden tutup Kuzeyin donmuş okyanuslarına ve batı bölgesinden Türkmenistan bölgesine kadar bir iklimde yaşamışlardır. Bu sözü İbn-i Miskeveyhin Fakihetul-Hulefa ve Tehzibul-Ahlak kitabından ve İhvanus-Sefa risalelerinden nakletmişlerdir.
[898] Tefsirul Mizan 13/378, bak tüm söze
[899] Bakara suresi, 132-133. ayetler
[900] Emaliet-Tusi, 457/1021
[901] Kenz'ul-Ummal, 32400
[902] a.g.e. 32404
[903] a.g.e. 32402
[904] Tevratın ifadesiyle, Tekvin Seferi, 35. bölüm; Tevratın dediğine göre Lie ve Rahil Yakubun eşlerinden ve Eban Eraminin kızlarından idiler. Yusufun annesi Rahil Bünyamini doğurunca vefat etmiştir. (Adı geçen kaynağın dipnotundan naklen)
[905] Tekvin Seferi, 37. bölüm (Adı geçen eserin, dipnotundan naklen)
[906] Tekvin Seferi, 39. bölüm (adı geçen eserin dipnotundan naklen)
[907] Tekvin Seferi, 42 ve 43. bölümler (adı geçen eserin dipnotundan naklen)
[908] Tefsirul-Mizan, 11/260
[909] Enbiya suresi, 83, 84. ayetler
[910] Kenz'ul-Ummal, 32316
[911] a.g.e. 32318
[912] ed-Deavat lil Ravendi, 123/304
[913] İleluş-Şerayi, 75/2
[914] a.g.e. h. 3
[915] a.g.e. h. 4
[916] ed-Deavat lil Ravendi, 165/456
[917] Kısesul-Enbiya, 139/147
[918] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 2/45/164
[919] Tefsirul-Mizan, 17/212
[920] Araf suresi, 85, 92. ayetler
[921] Kısesul-Enbiya, 145/157
[922] Nurus-Sakaleyn, 2/394/203
[923] Bihar, 12/387
[924] el-Kafi, 5/56/1
[925] Eyke, eyk kelimesinin tekili olup erak ve Arabistan kirazı ağaçlarının çok olduğu yer anlamındadır. Bazıları da onun çok ağaçlı orman anlamına geldiğini söylemişlerdir.
[926] Kısesul-Enbiya, 146/159
[927] a.g.e, 146/158
[928] Kenz'ul-Ummal, 35580
[929] Araf/86
[930] Enbiya suresi, 48. ayet
[931] Nisa suresi, 164. ayet
[932] Muntehel-Erb ve Ekrebul-Mevaridde yer aldığına göre Zutt Hindistanda olan bir Taifenin adıdır ve Cut kelimesinin arapçalaştırılmışıdır.
[933] et-Tabakatil-Kübra, 1/417
[934] Bihar, 13/31/3
[935] Nehc'ül-Belağa, 182. hutbe
[936] a.g.e. 160
[937] Kenz'ul-Ummal, 32364
[938] Emaliet-Tusi, 165/275
[939] Kenz'ul-Ummal, 32381
[940] el-Hisal, 225/58
[941] Bihar, 13/7/5
[942] Kenz'ul-Ummal, 32367
[943] a.g.e. 32378
[944] Bihar, 13/47/15
[945] Kenz'ul-Ummal, 32390
[946] Ahzap suresi, 7. ayet
[947] Şura suresi, 13. ayet
[948] Saffat suresi, 114. ayet
[949] Saffat suresi, 120. ayet
[950] Meryem suresi, 51 ve 52.
[951] Ahzab suresi, 69. ayet
[952] Nisa suresi, 164. ayet
[953] Araf suresi, 145. ayet
[954] Taha suresi, 29-35. ayetler
[955] Tevrat, Musanın kayın babasını Medyen kahini Yesrun olarak anmaktadır.
[956] Çıkış Kitabı 3. bab (kaynağın dipnotunda yer aldığı esasınca)
[957] Çıkış Kitabı ikinci bab 23. ayet (kaynakta yer aldığı esasa göre)
[958] Çıkış Kitabı 7. ve 8. bablar (kaynakta yer aldığı üzere)
[959] Çıkış Kitabı 32. bab (kaynakta yer alan dipnot esasınca)
[960] Çıkış kitabı 2. bab (kaynakta yer alan dipnot esasınca)
[961] Çıkış Kitabı 7. bab (kaynakta yer alan dipnot esasınca)
[962] Çıkış Kitabı, 32. bab (kaynakta yer alana dipnot esasınca)
[963] Tefsirul Mizan, 16/40
[964] Kehf suresi, 60-80. ayetler
[965] İleluş-Şerayi, 59/1
[966] Kemaluddin, 391
[967] Bihar, 13/284/1
[968] a.g.e. s. 301/21
[969] Kenz'ul-Ummal, 32379
[970] Bihar, 13/311/46
[971] a.g.e. s. 303/27
[972] Bihar, 13/303/25
[973] Kemaluddin, 390/4
[974] Kehf, 65
[975] Meryem suresi, 54, 55. ayetler
[976] İleluş-Şerayi, 77/2
[977] a.g.e. 78/3
[978] a.g.e. 77/1
[979] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/51
[980] Tefsirul Mizan,14/65
[981] Saffat suresi, 123-132. ayetler
[982] Enam suresi, 85. ayet
[983] Bihar, 13/397/3
[984] Durrul Mensur bu kıssanın olduğu ayetlerin tefsirinde bunu nakletmiştir.
[985] El-Bihar, 13/396
[986] Tefsirul Mizan, 17/159
[987] Sad suresi, 48. ayet
[988] Enam suresi, 86. ayet
[989] İhticac, 2/407/307
[990] Enbiya suresi, 85, 86. ayetler
[991] Sad suresi, 48. ayet
[992] Kısesul-Enbiya, 213/277
[993] Kaynakta ise şöyle yer almıştır: İlahi! Bana risaletimi tebliğ etmeyi emrettin, ben de onu tebliğ ettim ve bana cihat etmemi emrettin. (Biharın dipnotunda yer aldığı esasınca)
[994] Rivayetin sonu Allahın onlara evlat çokluğu sebebiyle yeryüzünün dar geleceği bir şekilde verdiği uzun ömür ifadesiyle uyuşmamaktadır. (Biharın dipnotunda yer aldığı esasınca)
[995] el-Bihar, 13/406
[996] Lokman suresi, 12. ayet
[997] Mecmeul-Beyan, 8/495
[998] a.g.e. 494
[999] Bihar, 13/410, Hatta Tehacez ifadesi yer almıştır ve bu daha doğrudur.
[1000] Tefsir-i Ali b. İbrahim, 2/162
[1001] Kurbul-Esnad, 72/232
[1002] İnsanoğlu hiçbir hususiyette başkasının da kendisiyle aynı olmasını arzu etmez.
[1003] Kısesul-Enibya, 190/239
[1004] Bihar, 13/425/19
[1005] Kısesul-Enbiya, 195/244
[1006] Bakara suresi, 246-251. ayetler
[1007] Mecmeul-Beyan, 2/610
[1008] Bihar, 13/439/4
[1009] Tefsir-i Kummi, 1/82
[1010] Bihar, 13/452
[1011] Sad suresi, 17-26. ayetler
[1012] Enbiya suresi, 105. ayet
[1013] el-Fakih, 3/162/3594
[1014] Emalies-Seduk, 164/1
[1015] Ravzatul-Vaziin, 505
[1016] Emalies-Seduk, 251/12
[1017] Bihar, 14/40/23
[1018] a.g.e. h. 26
[1019] Kısesul-Enbiya, 198/251
[1020] Kenz'ul-Ummal, 32322
[1021] a.g.e. 32323
[1022] el-Hisal, 248/110
[1023] Bihar, 14/17/29
[1024] a.g.e. s. 16/28
[1025] İkinci Semuel kitabı, 11. ve 12. bab, kaynağın dipnotunda yer aldığı gibi
[1026] - Kuran-ı Kerimde Bakara sûresi
250. ayette İsrailoğulları Tabutuna işaret
edilmiştir. Nakledildiğine göre bu tabut, Hz. Mûsa (a.s)ın
annesinin onu içerisine bıraktığı, sonra da o hazretin ölüm
zamanında levha, elbise ve nübüvvet alametlerini içerisine bırakarak
vasi ve halifesi olan Yuşe bin Nuna verdiği sandığın
aynısıdır. İsrailoğulları bu sandıkla teberrük
ederlerdi. Yine denilir ki, Hz. Mûsa hareket sırasında tabutu
insanların önünde hareket ettirirdi, İsrailoğulları da onu
ordunun önünde taşırdı. Yine nakledilen rivayete göre; tabuttan
ileride yürüyen kimse ya öldürülüyor, ya da zafer elde ediyordu.
[1027] Tefsirul-Mizan, 17/198
[1028] Neml suresi, 16. ayet
[1029] Nehc'ül-Belağa, 182. hutbe
[1030] ed-Deavat lil Ravendi, 142/363
[1031] el-Fakih, 2/235/2286
[1032] el-Kafi, 6/333/7
[1033] Müstetrafatis-Serair, 41/7
[1034] Bihar, 14/95/3
[1035] el-Hisal, 241/91
[1036] İleluş-Şerayi, 73/2
[1037] Sad suresi, 30. ayet
[1038] Neml suresi, 16. ayet
[1039] Sad suresi, 30. ayet
[1040] Enbiya suresi, 79. ayet
[1041] Neml suresi, 15. ayet
[1042] Neml, 16. ayet
[1043] Nisa, 163. ayet
[1044] Enam, 84
[1045] İlk padişahlar kitabı, 10. bölüm
[1046] İkinci Samuil kitabı, 11 ve 12. bölümler
[1047] Bakara suresi, 102. ayet
[1048] Neml suresi, 19. ayet
[1049] Tefsirul Mizan, 15/367
[1050] Furkan suresi, 38. ayet
[1051] Mecmeul-Beyan, 7/266
[1052] Sevabul-Amal, 318/14
[1053] Kısesul-Enbiya, 96/89
[1054] İhticac, 2/411/307
[1055] Enbiya suresi, 89, 90. ayetler
[1056] Kısesul-Enbiya, 217/284
[1057] Kenz'ul-Ummal, 32330
[1058] a.g.e. 32329
[1059] Tefsirul Mizan, 14/27
[1060] Meryem suresi, 7-15. ayetler
[1061] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 1/257/11
[1062] Kenz'ul-Ummal, 32273
[1063] a.g.e. 32425
[1064] el-Kafi, 2/665/20
[1065] Emaliet-Tusi, 340/692
[1066] el-Fakih, 4/33/5019
[1067] Enbiya suresi 90. ayet
[1068] Luka İncili, birinci bölüm, 5 (kaynağın dipnotunda yer aldığı esasınca)
[1069] Luka incili, üçüncü bab, 1, (kaynağın dipnotunda yer aldığı esasınca)
[1070] Tefsirul Mizan, 14/28
[1071]Al-i İmran suresi, 59. ayet
[1072] Nisa suresi, 157-159. ayetler
[1073] Tefsirul-Mizan, 3/212
[1074] el-Hisal, 524/13
[1075] Kenz'ul-Ummal, 32269
[1076] Tenbih'ul-Havatir, 1/96
[1077] Nehc'ül-Belağa, 160. hutbe
[1078] Bihar, 14/239/17
[1079] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 2/41/136
[1080] Kenz'ul-Ummal, 32357
[1081] a.g.e. 32358
[1082] a.g.e. 32359
[1083] Tefsir-i Ayyaşi, 1/175/52
[1084] Meanil-Ahbar, 212/1
[1085] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 2/55/206
[1086] Meryem, 20-27ler
[1087] Meryem, 27-33ler
[1088] Al-i İmran suresi, 45-48. ayetler; Zuhruf suresi, 63-65. ayetler; Saff suresi, 6-14. ayet; Maide suresi, 110-11. ayet; Nisa suresi, 157-158. ayetler
[1089] Meryem suresi, 30. ayet
[1090] Maide suresi, 116-119. ayetler
[1091] Zuhruf suresi, 86. ayet
[1092] Nisa suresi, 159. ayet
[1093] Maide suresi, 110. ayet
[1094] Tevbe suresi, 30. ayet
[1095] Enbiya suresi, 26. ayet
[1096] Maide suresi, 72. ayet
[1097] Maide suresi, 73. ayet
[1098] Nisa suresi, 171. ayet
[1099] Metta İncili, 5. bab, 44-48
[1100] Matta incili, 5. bab, 16
[1101] Matta İncili, Bab, 6, 1
[1102] Matta İncili, 6. bap, 9
[1103] Matta İncili, 6. bab, 14
[1104] Luka incili, 6. bab, 36
[1105] Yuhanna İncili, Bab, 20, 17
[1106] Yuhanna İncili, bab 17; 1 ve 20-23
[1107] Yuhanna İncili, bap 14, 5-11
[1108] Yuhanna İncili, bap 8, 42
[1109] Yuhanna İncili, Bap 10, 30
[1110] Matta incili, bap 28, 19
[1111] Yuhanna İncili, bap, 1, 1-4
[1112] Markos İncili, bap 12, 29
[1113] Tefsirul-Mizan, 3/269, sözün tümüne bakınız.
[1114] Bakara suresi, 259. ayet
[1115] İhticac, 2/230/223
[1116] el-Kafi, 8/123/94
[1117] Kenz'ul-Ummal, 32341
[1118] Saffat suresi, 139-148. ayetler
[1119] Bihar, 14/382/22
[1120] Kenz'ul-Ummal, 32422
[1121] a.g.e. 32423
[1122] el-Kafi, 2/581/15
[1123] Saffat, 138-139
[1124] Enbiya, 87-88
[1125] Kalem, 48- 50
[1126] Yunus, 98
[1127] Kamusul-Kitabul-Mukaddes, (kaynağın dipnotunda yer aldığı gibi)
[1128] Dicle sahili üzerinde Aşur şehirlerinden büyük bir şehir idi. (kaynağın dipnotunda yer aldığı esasınca)
[1129] Bir şehir adıdır. (kaynağın dipnotunda yer aldığı gibi)
[1130] Tefsirul Mizan, 17/165
[1131] Kısesul-Enbiya, 238/307; bak. tüm söze
[1132] Kemaluddin, 660/3
[1133] Bihar, 16/90/22
[1134] Al-i İmran suresi, 146. ayet
[1135] Tefsir-i Ayyaşi, 1/285/306
[1136] Velhasıl rivayetten maksat şudur ki Allah-u Teala açık olmayan Peygamberleri asla anmamış, adını bile zikretmemiştir. Açık olan Peygamberlerin ise, kıssalarını nakletmiş, bazılarının adını da zikretmiştir. Allame Tabatabi bu rivayeti zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: Yani lem usem sözü, ravinin sözünden de olabilir. (el-Mizan, 5/146)
[1137] el-Kafi, 8/115/92
[1138] Kemaluddin, 21
[1139] Uyun-u Ahbarir-Rıza, 1/275/12
[1140] el-Kafi, 3/567/4
[1141] Maide suresi, 19. ayet
[1142] Tefsir-i Kummi, 1/164
[1143] el-Kafi, 8/120/93
[1144] Kemaluddin, 161/20