Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mizan’ul
Hikmet (hikmetin ölçüsü) benim, Ali de onun dilidir.” (İhkak’ul Hak,
6/40)
13. Cilt
Muhammed Muhammedi
REYŞEHRİ
Çeviri
Kadri ÇELİK
Tatbik
Nuri DÖNMEZ
E-Kitap: http://gadir.free.fr
İçindekiler
503. Konu
en-Nubuvvet(3)
Nübüvvet (3)
F
Bihar, 15-22; Ebvab-u Tarih-u Nebiyyuna Muhammed
(s.a.a)
F
Kenz'ul-Ummal, 12/347, Fezail’un-Nebi
F
Bihar, 18/244, 2. bölüm; Keyfiyet-u
Sudur’il-Vahy
bak.
F
52. konu, el-Mübahale; 530. konu, el-Hicret;
er-Rüya, 1400. bölüm; el-Emsal, 3600-3603. bölümler; et-Tekellof, 3509. bölüm;
ed-Din, 1317. bölüm
Kur’an:
“Muhammed Allah’ın elçisidir.”[1]
“And olsun ki, içinizden size, sıkıntıya
uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, iman
edenlere şefkatli ve merhametli bir elçi gelmiştir.”[2]
“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım;
ancak bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor.
Rabbine kavuşmayı uman kimse salih amel işlesin ve Rabbine
kullukta hiç kimseyi ortak koşmasın.”[3]
“Biz seni şâhid, müjdeci,
uyarıcı; Allah’ın izniyle O’na çağıran,
nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.”[4]
19739. Huzeyfe şöyle diyor: “Medine
sokaklarından birinde Allah Resulü’nün (s.a.a) şöyle dediğini
işittim: “Ben Muhammed ve Ahmetim. Ben Haşir, Mukaffi (son) ve rahmet
Peygamberiyim.”[5]
19740. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Muhammed’im. Ben Ahmed’im, ben küfrün
kendisi vasıtasıyla ortadan kalktığı Mahiyim
(mahveden). Ben insanların ardından haşr olup
toplandığı Haşir’im ve ben Akib’im -ve Akib- kendisinden
sonra bir Peygamberin olmadığı kimse anlamındadır.”[6]
19741. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben insanların Adem’e en çok
benzeyeniyim. İbrahim yaratılış ve ahlak
açısından insanlardan bana en çok benzeyeni idi. Allah
Arş’ının üzerinden bana on isim verdi,
sıfatlarımı beyan etti ve kavmine gönderilen her Peygamberin
diliyle benim gelişimi müjdeledi. Adımı Tevrat’ta yazdı,
beni tanıttı. İsmimi Tevrat ve İncil’e tabi olanların
arasında yaydı. Kitabını bana öğretti. Göklerde
makamımı yükseltti. Kendi isimlerinden benim için bir isim türetti.
Beni Muhammed olarak adlandırdı. Onun adı Mahmud’dur. Beni
ümmetimden en iyi nesil arasında gönderdi. Tevrat’ta ismimi Uhayd olarak
adlandırdı. Daha sonra - tevhit sebebiyle ümmetimin bedenlerine
ateşi haram kıldı. İncil’de beni Ahmet olarak
adlandırdı. O halde ben, gökte Mahmut (övülmüş) bir kimseyim.
Allah ümmetimi hamd edenlerden kıldı. Zebur’da da adımı
Mahi (yok eden) koydu. Zira aziz ve celil olan Allah benim vasıtamla
putperestliği ortadan kaldırıp yok etmiştir. Kur’an ise
beni Muhammed olarak adlandırmıştır. Daha sonra ben
kıyamet boyunca hüküm verme anında övülürüm. Benden başka hiç
kimse şefaat etmez. Kıyamet günü de Allah beni Haşir olarak
adlandırmıştır. Zira insanlar benim önümde
haşrolurlar. Ayrıca Allah beni Mevkif (durduran) olarak
adlandırmıştır. Zira insanları aziz ve celil olan
Allah’ın karşısında durdururum. Beni Akib (sonucu) olarak
adlandırmıştır. Zira ben bütün Peygamberlerin sonuncusuyum
ve benden sonra bir Peygamber gelmeyecektir. Beni rahmet Peygamberi tövbe
elçisi, savaş ve kahramanlıklarının elçisi ve muktefi
olarak karar kılmıştır. Zira bütün Peygamberlerin ardı
sıra geldim. Ben, Mukim, Kamil ve Camiy’im. Rabbim bana ihsanda bulundu ve
bana şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Allah’ın selamı sana olsun.
Ben her Peygamberi ümmetinin diliyle onlara gönderdim. Ama seni siyah ve beyaz
bütün yaratıklarıma gönderdim. Korku ve dehşet
vasıtasıyla sana yardımcı oldum. Oysa daha önce bu vesiyle
hiç kimseye yardım etmemiştim. Ganimeti sana helal saydım. Oysa
senden önce hiç kimseye ganimeti helal kılmamıştım. Sana ve
ümmetine Arş’ımın hazinelerinden birini
bağışladım; Fatihat’ul-Kitap ve Bakara suresinin son
ayetlerini verdim. Senin ve ümmetin için tüm yeryüzünü secde yeri
kıldım. Toprağını sana temiz ve temizleyici
saydım. Sana ve ümmetine tekbiri (Allah-u Ekber demeyi)
bağışladım. Adını kendi adıma yakın
kıldım. Öyle ki ümmetinden herkim beni anarsa adımın
yanısıra senin adını da anar. O halde Ey Muhammed! Sana ve
ümmetine ne mutlu!”[7]
19742. “Resulullah
(s.a.a), kendisinin, neden Muhammed, Ahmet, Ebu’l-Kasım, Beşir, Nezir
ve Dai olarak adlandırıldığını soran Yahudi’ye
şöyle buyurmuştur: “Muhammed (övülmüş) olarak
adlandırılmamın sebebi, şüphesiz yeryüzünde övüldüğüm
içindir. Ebu’l-Kasım (bölenin babası) olarak
adlandırılmamın sebebi
aziz ve celil olan Allah’ın kıyamet günü ateşin bir
bölümünü ayırması, ilk ve son insanlardan bana küfredenleri
ateşe koyması ve cenneti de bir bölüme ayrıması ve bana
iman edenleri ve nübuvvetimi ikrarda bulunanları cennete koyması
hasebiyledir. Dai (davet eden) olarak adlandırılmamın sebebi ise
şüphesiz ben insanları aziz ve celil olan Rabbimin dinine davet
ettiğimden dolayıdır. Nezir (uyaran) olarak
adlandırılmamın sebebi ise, şüphesiz bana isyan edenleri
ateş ile uyarmam sebebiyledir. Beşir (müjdeleyen) olarak adlandırılmamın sebebi
de şüphesiz bana itaat edenleri cennetle müjdelemem sebebiyledir.”[8]
Kur’an:
“Muhammed içinizden her hangi bir adamın
babası değil, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.
Allah her şeyi bilendir.”[9]
19743. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Benden sonra bir Peygamber
yoktur. Benden sonra benim sünnetimden başka bir sünnet mevcut
değildir. O halde herkim nübuvvet iddiasında bulunursa, iddiası
ve bidatı ateşte olacaktır. Herkim böyle bir iddia ederse onu
öldürün.”[10]
19744. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Peygamberler arasında benim
örneğim, bir ev yapan, onu güzel, kamil ve temiz olarak bitiren ve sadece
onda bir tuğla yeri baki bırakan insanın örneği gibidir.
İnsanlar o evin etrafında döner, ondan hoşlanır ve
şöyle derler: “Keşke bu tuğlanın yeri de bitseydi.” Evet,
ben de Peygamberler arasında o tuğla gibiyim.”[11]
19745. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Fatih[12] ve
Hatimimim (Peygamberlerin sonuncusuyum.)”[13]
19746. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Peygamberlerin ilki Adem, sonuncusu ise
Muhammed’dir.”[14]
19747. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Çok yakında ümmetim arasında
Peygamberlik iddiasında bulunan otuz yalancı kimse
çıkacaktır. Oysa ben Peygamberlerin sonuncusuyum ve benden sonra
hiçbir Peygamber gönderilmeyecektir.”[15]
19748. “İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz zikri aziz olan Allah
sizin Peygamberinizle nübuvvet zincirine son verdi. O halde ondan sonra asla
peygamber gönderilmeyecektir ve aynı şekilde kitabınızla da
bütün semavi kitaplara son verdi. O halde sizin kitabınızdan sonra da
asla bir kitap nazil olmayacaktır.”[16]
19749. “İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sonunda Muhammed (s.a.a) geldi,
Kur’an, şeriat ve metodunu getirdi. O halde onun helali, kıyamet
gününe kadar helaldir ve onun haramı kıyamet gününe kadar da
haramdır.”[17]
19750. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah vaadini gerçekleştirmek, nübüvvetini
tamamlamak için Muhammed’i (s.a.a) gönderdi.”[18]
19751. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O (Hz. Muhammed), Allah’ın
azabıyla korkutandır. Vahyinin emini ve rahmetiyle müjdeleyen,
elçilerinin sonuncusudur.”[19]
19752. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Akib’im. Yani benden sonra Peygamber
yoktur.”[20]
19753. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Peygamberlerin sonuncusuyum. Ali de
vasilerin sonuncusudur.”[21]
bak.
El-İmamet, 186. Bölüm; Sahih-i Müslim, 4/1790, 7. Bölüm
Kur’an:
“Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik
eder, onu bilerek indirmiştir, melekler de şahitlik ederler.
Şahit olarak Allah yeter.”[22]
“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere,
Peygamber’ini, doğruluk rehberi Kur’an ve hak din ile gönderen O’dur.
Şahit olarak Allah yeter.”[23]
“De ki: “Benimle sizin aranızda şahit
olarak Allah yeter. Doğrusu O, kullarını görür,
haberdardır.” [24]
“De ki: “Allah benimle sizin aranızda
şahit olarak yeter. O, göklerde ve yerde olanı, batıla iman
edenleri ve Allah’ı küfredenleri bilir.” İşte kaybedenler
bunlardır.” [25]
“Veya, “Onu uydurdu” derler. De ki: “Eğer
onu uydurdumsa, beni Allah’a karşı hiç bir şekilde
savunmazsınız; O, Kur’an için yaptığınız
taşkınlıkları daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda
şahit olarak O yeter. O, bağışlayandır, merhamet
edendir.” [26]
“Deki: Şahit olarak hangi şey daha büyüktür?” Allah benimle
sizin aranızda şahittir. Bu Kur’an bana, sizi ve
ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu; Allah’la
berâber başka ilahlar bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz?”
“Ben şahadet etmem” de.”O ancak tek ilahtır, doğrusu ben ortak
koştuğunuz şeylerden uzağım” de.” [27]
19754. Kelbi şöyle diyor: “Mekke
halkı Peygamber’in (s.a.a) yanına gelip şöyle dediler: “Allah
senden başka bir Peygamber bulamadı mı? Biz senin sözünü
onaylayan hiç kimseyi göremiyoruz. Senin hakkında Hıristiyan ve
Yahudilere sorduk. Onlar kitaplarında senin adının
zikredilmediğini söylediler. O halde bizlere senin dediğin gibi Allah
Resulü olduğuna tanıklık edecek birini göster.” Bunun üzerine
şu ayet nazil oldu: “De ki: Kimin tanıklığı
herkesten daha üstündür?” Mekke ehli şöyle dediler: “Çok ilginç!
Allah-u Teala insanlara göndermek için Ebu Talib’in yetiminden
başkasını bulamadı.” Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
“Elif Lam Ra. Bu hikmet dolu kitabın ayetleri insanlar için ilginç
midir…?”[28]
[29]
19755. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “De ki: Kimin
tanıklığı herkesten üstündür?”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah
Resulü (s.a.a) Mekke’de davetine yeni başlayınca, Mekke
müşrikleri şöyle dediler: “Ey Muhammed! Acaba Allah göndermek için
senden başka bir Peygamber bulamadı mı? Biz senin sözünü
onaylayan hiç kimseyi bulamıyoruz. Yahudi ve Hıristiyanlara seni
sorduk. Ama onlar da kitaplarında senin adının
anılmadığını söylediler. O halde bizlere senin Allah
Resulü olduğunu onaylayan birini getir.” Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Benimle sizin aranızda Allah şahittir.”[30]
Allah-u
Teala’nın peygamberlerin nübuvvetine tanıklık etmesi iki yolla
düşünülebilir:
1-Sözlü
tanıklıkla
2-Fiili
tanıklıkla
Fiili
tanıklık da iki şekilde olabilir:
Allah-u Teala
bir kişinin Peygamber oluşunu insanlar için açıklayabilir. Vahiy
ve ilham yoluyla onun nübuvvetine tanıklık edebilir. Ama bu yoldan
yardım almak insanlarda vahiy ve ilhamı algılama kabiliyeti var
olduğu zaman mümkündür.
Başka bir
tabirle problem verici tarafından değil, alıcı
tarafındandır. Zira alıcı, yani halk Allah’ın
kelamını algılama gücüne sahip olursa, Allah-u Teala da
Peygamberinin nübuvvetinin hakkaniyeti hakkında onlara direk olarak
mesajını gönderebilir. Kur’an-ı Kerim’den de
anlaşıldığı üzere Allah-u Teala bu metodu sadece
bazı Peygamberler hakkında uygulamaya geçirmiştir. Bu cümleden
olarak Havarilere Hz. İsa’nın nübuvveti için bu metodu
uygulamış ve şöyle buyurmuştur: “Havarilere, “Bana ve Peygamber’ime iman edin”
diye vahiy etmiştim, “inandık, bizim Müslüman olduğumuza
şahit ol” demişlerdi.”[31]
Birinci metot
yani vahiy ve ilham kalbi marifet örtülerini yırtan, marifetin
gerçeklerine erişmek maksadıyla mebde’ (Allah) ile irtibat kurma
imkanına sahip olan kimselere özgüdür.
İkinci
metot ise umumi ve genel bir metottur. Yani kalbi tanıma gücüne sahip
olmayan, halkın geneli bu yoldan yardım alabilir. Bu yol Allah-u
Teala’nın mucize olan sözü vasıtasıyla Peygamberinin nübuvvetine
tanıklık etmesidir. Yani halkın genelinin açık bir
şekilde bu sözün bir beşerin sözü olmadığını
anlamasıdır. İnsanın her ne kadar ilim, kültür ve edep açısından
yücelirse yücelsin, yine de böyle bir sözü söyleyemeyeceğini anlamısıdır.
Ama fiili
tanıklığa gelince, bu tür tanıklık da iki şekilde
olabilir:
Yani nübuvvet
iddiasında bulunan kimsenin Allah-u Teala ile irtibatını
göstermesidir. Bu delilledir ki Kur’an-ı Kerim bu fiili, ayet ve beyyine
olarak ifade etmiştir. Örneğin asanın atılması ve
ölülerin diriltilmesi gibi.
Bu esas üzere
nübuvvet iddiasında bulunan kimse, mucize getirince o mucize Allah-u Teala
tarafından onun iddiasının hakkaniyeti hakkında fiili bir
tanıklıktır.
Eğer bir
şahsın halk için kendisini falan şahsın temsilcisi olarak
tanıttığını, o şahsın huzurunda insanlar
için bir takım açıklamalarda bulunduğu, ve bu açıklamalar
çerçevesinde o şahsiyetin temsilcisi olduğu ve o
şahısın da özgürce ve hiçbir özrü olmadan sessiz
kaldığı düşünülecek olursa, böyle bir sükut ve sessizlik o
şahıs tarafından iddiada bulunan kimsenin naipliğinin
doğruluğunu beyan etmekte ve açıklamalarının
doğruluğuna tanıklıkta bulunmaktadır.
Bütün bu
söylenenler ışığında eğer bir şahıs
kendisini Allah’ın elçisi olarak tanıtıyor ve nübuvvetini de
herhangi bir şekilde alemleri yaratan yaratıcının huzurunda
söz konusu ediyor ve nübuvvetini de sadece halk değil, ilim ve bilgi ehli
kimseler de kabul ediyor, Allah-u Teala da onun iddiasını halk
karşısında açık bir şekilde iptal etmiyorsa, böyle bir
sükut, ameli bir şehadettir ve de onun iddialarının hakkaniyet
ve dürüstliğünü teyit etmektedir.
Allah-u
Teala islam Peygamberinin Peygamberliğine teyit için hangi yolu
tutmuştur?
Allah-u
Teala’nın tanıklık etmesinin anlamı açıklığa
kavuştuğuna göre, şimdi de Allah-u Teala’nın İslam
Peygamberinin nübuvvetini tasdik için önceden söylenen yollardan hangisini
tercih ettiğine bir bakalım.
İslam
Peygamberinin (s.a.a) sireti mülahaza edildiğinde de açıkça
anlaşıldığı üzere Allah-u Teala onun nübuvvetinin
hakkaniyet ve doğruluğunu her dört yolla da teyit etmiş ve bu
yollar vasıtasıyla onun nübuvvet ve risaletine tanıklıkta
bulunmuştur. Bu konunun detaylarını “Muhammedi (s.a.a)
tanıma” başlığı altında yazdığım
yazılardan mülahaza etmek mümkündür.
Kur’an:
“Kendilerine ilim verilenler, sana Rabbinden
indirilenin hak olduğunu, güçlü ve hamde layık olanın yolunu
gösterdiğini bilirler.” [32]
“Bu, kendilerine ilim verilenlerin Kur’an’ın,
senin Rabbinden bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve
gönüllerini bağlamaları içindir. Allah iman edenleri şüphesiz
doğru yola eriştirir.” [33]
19756. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İlim İslam’ın hayatı
ve imanın direğidir.”[34]
19757. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İman ve ilim ikiz kardeş ve
ayrılmayan iki dostturlar.”[35]
Beyan edilen
ayet ve rivayetler İslam Peygamberinin nübuvvetinin akli ölçülerle
uyuşan ilmi bir gerçek olduğuna delalet etmektedir. İlim ve iman
arasındaki ilişki aslında kopmaz bir ilişkidir. İlim
ve iman arasındaki birliğin nasıl bir birliktelik olduğunu
anlamak için aşağıdaki şu nüktelere teveccüh etmek gerekir:
1-Kitap ve
sünnet açısından ilim, ilmi
bir basiret anlamındadır.
2-İlmi
basiret bütün bilgilere ve insani derklere öncülük eden duygu, nur ve görmekten
ibarettir. Yani ilim ve marifeti, fert ve insani toplumun tekamül yolunda karar
kılmaktadır. Başka bir tabirle ilmi basiret, ilmin cevheri ve
ruhudur.
3-İslam
ilim ve marifetin bütün dallarına saygı duymaktadır. Elbette
bunlar da ilmi basiret ile birlikte olmalı, insanlığın
hedef ve tekamülünü gözetmelidir.
4-İlmi
basiretten boş olan bir bilgi, insanın çöküşüne neden olur. Her
ne kadar tevhit ve Allah’ı tanımayla ilgili bir ilim veya diğer
ilimler de olsa durum aynıdır. Hatta söylenebilir ki ilmi basiretin
olmadığı bir ilim, ilim değildir. Zira ilmin
üstünlüğünü oluşturan insanın rüşt ve tekamülünden
yoksundur.
5-İlim,
tümel olarak ilmi basiretle birlikte olduğu taktirde tevhit ve
Allah’ı tanıma ilmidir. Bu yüzden Kur’an’ı Kerim Allah’tan
korkmayı da beraberinde getiren ilmi ilim saymaktadır. “Şüphesiz
Allah’tan sadece alim kulları korkar.”
Bu ayetten iki
anlam elde edilmektedir:
1-İlim ve
bilgi izah ettiğimiz anlamda ilmi bir basiretten ibarettir. Zira her ilim
hatta tevhit ilmi bile, ilmin cevher ve ruhuna sahip olmadığı
taktirde korku ve haşyete sebep olmamaktadır.
2-İlim ve
iman arasındaki bağ kopmaz bir ilişkidir. Yani insanın var
olan alemi gördüğü halde bu alemde Allah’ın kudretini ve
sanatını görmemesi mümkün değildir.
İşte
bu yüzden Kur’an-ı Kerim alimleri, melekler sırasında alemlerin
yaratıcısının birliğine tanık olarak karar
kılmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Allah,
melekler ve ilim sahipleri de Allah’tan başka ilah olmadığına
tanıklık ederler.”
6-Önceden
söylendiği anlamda ilim, sadece tevhit ve Allah’ın birliğine
iman ile iç içe değildir. Nübuvvete imanı da içermektedir. Zira
insanın alemi gördüğü halde, işinin Allah’a imanla
sonuçlanmaması mümkün olmadığı gibi, aynı şekilde
insanın bu alemi ve yaratıcısını gördüğü,
Allah’ın varlıktaki yerini tanıdığı halde
yaratılışın hikmetine öncülük eden Allah’ın risaletine
iman etmemesi mümkün değildir. “Hani
onlar (yahudiler) şöyle dediler: “Allah bize bir şey nazil
buyurmamıştır.” Onlar Allah’ın büyüklüğünü
hakkıyla tanımadılar.” Yine
genel nübuvvet bahsinde de isbat ettiğimiz gibi nübuvveti inkar etmek,
tevhidi inkar etmeye denktir.
7-Önceden
söylediğimiz anlamda ilim sadece tevhide ve genel nübuvvete iman ile
birlikte değildir. Aksine özel nübuvvet de iman ile iç içedir. Yani insan
ilmi bir basiret elde ettikten, marifetin ışığında,
vücudun eserlerini mülahaza yoluyla Allah’ı müşahade ettiği
zaman bu ilmi basiret, o marifetin ışığında ve
nübuvvetin etkilerini mülahaza yoluyla rahat bir şekilde Allah’ın
gerçek elçilerini de tanıyabilir. Ama elbette bu görüş, bazen güçlü
bir aşamaya ulaşmakta ve insan kalbi bakışıyla da
nübuvvet nurunu Peygamberde açıkça müşahade etmektedir. Nitekim
İmam Ali (a.s) Allah Resulü (s.a.a) hakkında bunu müşahade
etmiştir ve de bir yerde şöyle buyurmuştur: “Ben vahiy ve
risalet nurunu görüyorum ve nübuvvetin kokusunu alıyorum.” Böyle bir
marifet kalbi bir marifet, keş ve batıni şuhud olarak
adlandırılmaktadır. Bazen de bakış ve görüş bu
aşamaya ulaşmamaktadır. İnsan akli
bakışıyla, nübuvvetin nişane ve etkilerini ilahi elçinin
şahsında mülahaza etmektedir. Böyle bir marifeti ise, akli marifet
olarak adlandırmaktadırlar.
Marifetin her
iki türü de Kur’an açısından ilmi tanımadır. İlmi
marifettir ve de ilmi basirete isnat edilmektedir. Bu konuda daha detaylı
bilgi için “Muhammed’i (s.a.a) ilmi açıdan tanıma” adında
yazdığımız bölüme müracaat ediniz.
Gazali
Açısından Nübuvvetin Kalbi Marifeti
“Gazali
el-Munkiz min’ez-Zelal” adlı kitabında Peygamberleri tanımanın
en kesin ve doğru yolunun kalbi tanıma, keşif ve batıni
şuhud olduğunu söylemektedir. Gerçekten de durum böyledir. Zira kalbi
basiretiyle gören, semavi yolla Muhammed’in nübuvvetini mülahaza eden bir kimse
Muhammed’in (s.a.a) nübuvvetini isbat için her türlü delile ihtiyaç duymaktan
müstağni olmakla birlikte, marifet ve basiretin en üstün derecesine de
yükselir.
Bak. Et-Takva,
4174. bölüm
Kur’an:
“Rabbinin katından bir belge üzere (gelmiş) olan ve arkasından
kendinden (akrabasından) bir şâhidi (Hz. Ali gibi bir vasisi)
bulunan, ayrıca kendisinden önce de bir önder ve bir rahmet olarak
Musa’nın kitabı bulunan kimse (yalan söyler mi?) Onlar (hakikati
arayanlar) Kur’an’a iman ederler. Hangi topluluk onu küfrederse yeri
ateştir; senin de bundan şüphen olmasın. Doğrusu o,
Rabbinden bir gerçektir, fakat insanların çoğu iman etmezler.”[36]
“Küfredenler: “Sen peygamber değilsin”
derler; De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve
Kitab’ı bilenler yeter.”[37]
Tefsir
Allah-u Teala’nın, “Rabbinin katından bir belge üzere
(gelmiş) olan ve arkasından kendinden (akrabasından) bir
şâhidi (Hz. Ali gibi bir vasisi) bulunan, ayrıca kendisinden önce de
bir önder ve bir rahmet olarak Musa’nın kitabı bulunan kimse (yalan
söyler mi?)” ayetindeki cümle, Kur’an’ın münezzeh olan Allah
tarafından nazil olduğu hususundaki delili beyan eden, önceki sözün
bir neticesidir. Ayette yer alan men (kimse) kelimesi mübtedadır ve haberi
ise hazfedilmiştir. “Ke gayrihi” kelimesi veya o anlama yakın bir
şey taktire alınmıştır. Bu konunun delili ise
şöyle buyuran sonraki ayettir: “Kur’an’a iman ederler. Hangi
topluluk onu küfrederse yeri ateştir; senin de bundan şüphen
olmasın.”
Ayette yer alan istifham, inkara dayalı bir
istifhamdır ve mana şöyle oluyor: “Şöyle ve böyle olan bir kimse
şöyle ve böyle olmayan bir kimse gibi değildir ve sen bu
sıfatlara sahipsin. O halde Kur’an’ın hakkaniyeti hususunda hiçbir
şek ve şüphe içinde olma.” “Ala beyyineti rabbihi” (Rabbinden bir
belge üzere) cümlesinde yer alan “beyyine” (belge) kelimesi aşikar ve
açık anlamına gelen sıfat-i müşebbehedir. Elbette bazen
aşikar ve açık olan şeyler kendilerine katılan şeyleri
de açıklığa kavuşturmakta ve aydınlatmaktadır. Örneğin
ışığın hem kendisi açık ve aşikardır ve
hem de onun vasıtasıyla diğer şeyler açığa
çıkmaktadır. Bu yüzden de “beyyine” terimi başka şeyleri de
aydınlatan şeyler hakkında çok kullanılmaktadır.
Tıpkı hüccet, ayet ve nişane gibi. Bir davalının
iddiasının şahidine de “beyyine” denilmektedir. Allah-u Teala da
hüccet ve delili şu ayette olduğu gibi beyyine olarak
adlandırmıştır: “Fakat Allah mahvolan, apaçık beyyineden ötürü mahvolsun”[38]
Hakeza şu ayette de Allah ayet ve
nişanesini beyyne olarak adlandırmıştır: “Rabbinizden size bir beyyine geldi:
Allah’ın bu dişi devesi size bir delildir, onu bırakın.”[39] Hakeza Peygamberlere verilen özel ilahi
bakış ve basirete de beyyine denilmiştir. Örneğin Nuh’un
sözünden naklen şöyle buyurulmuştur: “Ey kavmim!
Eğer ben Rabbim tarafından bir beyyine üzerinde isem ve O bana kendi
tarafından bir rahmet mirilmiş de…”[40] Hakeza
mutlak ilahi basiret ve bakışa da beyyine denilmektedir. Nitekim
şu ayetin zahiri de bunu göstermektedir: “Rabbinin katından
bir beyyinesi olan kimse, kötü işi kendisine güzel gösterilen kimseye
benzer mi? Bunlar heveslerine uymuşlardır.”[41] Başka
bir yerde ise bu anlamda şöyle buyurmuştur: “Ölü iken kalbini
diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur
verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan
kimsenin durumu gibi midir?”[42]
Söz konusu ayette yer alan “beyyine” kelimesi
zahiren ve sonraki “ulaike yu’minune bihi” ayetinin de delil teşkil
ettiği üzere bu son genel anlamdadır. Yani mutlak ilahi basiret
anlamını ifade etmektedir. Elbette bazı yerde de adeta
kullanıldığı haseb üzere de maksat, Peygamber’in (s.a.a)
şahsıdır. Çünkü usulen cümle şu sonucu elde etmek için
ifade edilmiştir: “Fela teku fi miryetin minhu” ondan bir şüphe
içinde olma. O halde beyyineden maksat Peygamber’e (s.a.a) verilen ilahi
basiret anlamındadır, Peygamber’e nazil olan Kur’an-ı Kerim
değil. Zira bu durumda zahiren bu sonucu elde etmek, güzel
olmamaktadır ki “fela teku fi miryetin minhu” ayetinden açıkça
anlaşılmaktadır. Elbette bu konu Kur’an’ın da kendi kendine
Allah tarafından bir beyyine olduğu gerçeğiyle de
çelişmemektedir. Zira Kur’an’da, Allah tarafından bir ayet ve
nişanedir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “De ki: “Ben Rabbim’den bir belgeye
dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız.”[43] Bütün bu bilgiler
ışığında açıkça
anlaşıldığı üzere “Men kane” cümlesinden maksadın
Peygamberin olduğunu ve bu tabirin Peygamber hakkında
kullanıldığını söyleyenlerin sözü yerinde
değildir. Aksine Peygamber örnek ve obje uyumu açısından
kastedilmiştir. Hakeza maksadın Peygamberin (s.a.a) mümin ashabı
olduğunu söyleyenlerin sözü de doğru değildir. Zira ayeti bu
fertlere has kılma hususunda hiçbir delil mevcut değildir. Hakeza
beyyineden maksadın Kur’an olduğunu söyleyenlerin görüşü de
doğru değildir. Aynı şekilde beyyineden maksadın akli
delil ve hüccet olduğunu söyleyenler de doğru söylememektedir.
Beyyine kelimesinin Allah’a izafe edilmesi de Allah’ın akli ve nakli
delilleri insana sunması hasebiyle açıklığa kavuşmaktadır.
Bu sözlerin doğru
olmadığının sebebi ise ayeti belli fertlere has kılmak
hususunda hiçbir delilin olmamasıdır. Öte yandan Allah-u Teala
tarafından Peygamber’e (s.a.a) verilen beyyine de Allah’ın
akıllar vasıtasıyla bizlere sunduğu marifet ve tanımayla
da kıyas edilemez.
“Ve yetluhu şahidun minhu” ayetindeki
şehadetten maksat da şehadeti eda etmektir ki bu da şehadet
edilen konunun doğruluğunu ifade etmektedir, bir şeye oranla
şahitliği kabul etmek anlamında değil. Zira makam
Kur’an-ı Kerim’in hakkaniyetini ispat makamıdır.
Dolayısıyla bu konu şehadeti eda etme anlamındaki
şehadetle uyumludur. Şahid olmakla değil.
Zahiren şahitten maksat da Kur’an’ın
hakkaniyetine yakin eden, Kur’an hakkında ilahi basiret ve bakış
sahibi olan bu yüzden de basiret üzere Kur’an’a iman eden kimsedir. Bu kimse
tevhit ve risalet hakkında şehadette bulunduğu gibi
Kur’an’ın Allah-u Teala tarafından nazil olduğuna da
şehadette bulunmaktadır. Zira yakin ve basiret üzere bir şeye
iman eden kimse, o şeyin doğruluğuna şehadette bulunursa bu
şehadet insanda o inanç hususunda yalnız olduğu şüphesini
de ortadan kaldırmaktadır. Zira insan bir şeye
inandığı ve de o inançta tek olduğu zaman bu
yalnızlık onu korkuya düşürmektedir. Ama eğer başka
bir şahıs da aynı sözü söyler, onun görüşünü teyit ederse
bu korku ve yalnızlık duygusu ortadan kalkar, kalbi ve
sırtı güçlenir. Allah-u Teala bu anlama yakın bir şeyi
delil olarak göstermiş ve şöyle buyurmuştur: “De ki: “Eğer bu Kitab Allah katından
ise ve siz de onu küfretmişseniz; İsrailoğullarından bir
şahit de bunun böyle olduğuna şehadet edip de iman
etmişken, siz yine de büyüklük taslarsanız…”[44]
O halde “yetluhu” terimi “tilv” (ardı
sıra gitmek) maddesinden türemiştir, “tilavet” (bir şeyi okumak)
kelimesinden değil ve zamiri de “men” ya da “beyyine” kelimesine
dönmektedir. Zira beyyine nur veya delildir. Her haliyle her ikisi de bir
anlamı ifade etmektedir. Zira beyyine sahibi bir şahsa uyan bir
şahit, tabiatıyla onun beyyinesine de uyar. “Minhu” zamiri de “men”
kelimesine dönmektedir. “rabbihi” kelimesine değil ve buradan da
açıkça anlaşıldığı üzere bu zamirin mercisi de
beyyine değildir. Özetle ayetin anlamı şöyledir: “Herkim bir
şey hakkında ilahi basirete sahip olur ve kendinden olan biri de ona
katılacak olursa bu onun yol ve inancının doğruluğuna
tanıklık eder.”
Bu esas üzere şii ve sünni rivayetlerde yer
aldığı esasınca şahitten maksat, Ali’dir (a.s).
Eğer maksat bu ise, misdak ve obje uyumu hasebiyledir, onu kullanmaktan
maksadın Ali (a.s) olduğu anlamında değil.[45]
19758. İmam Ali (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Rabbinin katından bir belge
üzere (gelmiş) olan ve arkasından kendinden
(akrabasından) bir şâhidi (Hz. Ali gibi bir vasisi) bulunan,
ayrıca kendisinden önce de bir önder ve bir rahmet olarak Musa’nın
kitabı bulunan kimse (yalan söyler mi?)”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Resulullah
(s.a.a) rabbinden bir beyyine üzeredir ve ben de ondan bir şahidim.”[46]
19759. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Rabbinin katında
bir belge üzere gelen” cümlesinden maksat
benim ve “arkasından kendisinin bir şahidi bulunan”
cümlesinden maksat Ali’dir.”[47]
19760. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Rabbin katında bir beyine üzere”
cümlesinden maksat benim ve “Arkasından kendisinin bir şahidi
bulunan” cümlesinden maksat ise Ali’dir.”[48]
19761. İmam Ali (a.s), Cuma günü minberde
hutbe okuyarak şöyle buyurmuştur: “Taneyi
yaran ve insanı yaratan Allah’a andolsun ki büluğa eren her
Kureyşli hakkında aziz ve celil olan Allah’ın kitabından
bir ayet nazil olmuştur ve ben o şahsı ve o ayeti biliyorum.” Bir
şahıs kalkarak şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! Senin
hakkında nazil olan ayet hangisidir?” İmam şöyle buyurdu:
“Şimdi sorduğuna göre dinle. Bu konuda başka birine sorman da
gerekmez. Sen Hud suresini okudun mu?” O şöyle arzetti: “Evet ey
Müminlerin Emiri!” İmam şöyle buyurdu: “O halde aziz ve celil olan
Allah’ın şöyle buyurduğunu işitmişsindir: “Efemen kane
ala beyyinetin min rabbihi ve yetluhu şahidun minhu” O şöyle arzetti:
“Evet” Hz. Ali şöyle buyurdu: “Rabbinden beyyine üzere olan Muhammed Resulullah’tır
ve arkasından kendinden bir şahidi ise Ali b. Ebi Talib’dir. Ben o
şahidim ve ben ondanım (Resulullah’tanım.)”[49]
19762. İmam Ali (a.s), kendisinin en üstün
faziletini soran birine şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kitabında nazil buyurduğu şeydir.” O şahıs şöyle
sordu: “Senin hakkında ne inmiştir?” İmam şöyle buyurdu:
“Efemen kane ala beyyinetin minrabbihi ve yetluhu şahidun minhu” ayeti.
İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Ben Allah Resulü’nün (s.a.a) o
şahidiyim.”[50]
19763. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer benim için yargı kürsüsü
kurulur ve ben de üzerine oturursam, şüphesiz Tevrat’ın takipçileri
arasında, tevrat esasınca hükmederim. İncil’in takipçileri
arasında da İncilleri esasınca hükmederim. Zebur’un takipçileri
arasında da Zeburları esasınca hükmederim. Furkan’ın
takipçileri arasında da Allah’ın dergahına yükselip parlayacak
bir şekilde hükmederim. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın
kitabından gece veya gündüz nazil olan her ayetin kimin hakkında
nazil olduğunu bilirim ve büluğa eren her Kureyşli hakkında
Allah’ın kitabından bir ayet nazil olmuştur ve bu ayet onu
cennete veya cehenneme sürükler.” Bir şahıs ayağa kalkarak
şöyle sordu: “Ey Müminlerin Emiri! Senin hakkında hangi ayet nazil
olmuştur?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın “Rabbinin katından bir belge üzere (gelmiş) olan ve arkasından
kendinden bir şâhidi bulunan kimse
(yalan söyler mi?)” diye buyurduğunu işitmedin
mi?” Daha sonra İmam şöyle buyurdu: “Rabbi tarafından beyyine
sahibi olan kimse Allah Resulü’dür. Ben de bu konuda onun şahidiyim ve
onun ardısıra hareket ederim.”[51]
19764. İmam Ali (a.s), minberde şöyle
buyurmuştur: “Kureyş’ten herkes hakkında
mutlaka bir veya iki ayet nazil olmuştur.” Minberin önünde oturan bir
şahıs (İbn-i Kevva) ayağa kalkarak şöyle sordu: “Senin
hakkında hangi ayet nazil olmuştur?” İmam (a.s) kızdı
ve şöyle buyurdu: “Bil ki eğer bunu insanların huzurunda benden
sormasaydın cevabını vermezdim. Eyvahlar olsun sana! Hud
suresini okumadın mı?” İmam daha sonra “Rabbinin katından bir belge üzere
(gelmiş) olan ve arkasından kendinden
bir şâhidi bulunan, kimse
(yalan söyler mi?)” ayetini okudu ve şöyle buyurdu:
“Allah Resulü beyyine sahibidir. Ben de onun kendinden olan şahidiyim.”[52]
Şöyle
diyorum: “Meclisi (r.a) bu hadisin altında şöyle buyurmuştur:
“İbn-i Betrik Müstedrek’te şöyle demiştir: “Hafız Ebu Naim,
kendi senediyle, Abbad’dan, o da Ebu Meryem’den ve hakeza Sabbah b. Yahya ve
Abdullah b. Abdulkuddus da A’meş’den ve o da Minhal b. Amr’dan bu
rivayetin benzerlerini nakletmişlerdir.
19765. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Büluğa eren herkes hakkında
Allah bir ayet nazil buyurmuştur.” Bu arada İmam’ın
kötülüğünü dileyenlerden biri şöyle dedi: “Senin hakkında
Allah-u Teala hangi ayeti nazil buyurmuştur?” İnsanlar onu dövmek
için o şahsın üzerine yürüdü. İmam şöyle buyurdu: “Onu
kendi haline bırakın.” Daha sonra İmam şöyle buyurdu: “Hud
suresini okudun mu?” O şahıs şöyle dedi: “Evet.” İmam “Rabbinin katından bir belge üzere
(gelmiş) olan ve arkasından kendinden
bir şâhidi bulunan, kimse (yalan söyler mi?)”
ayetini okudu ve şöyle buyurdu: “Rabbi tarafından beyyine üzerine
olan Muhammed’dir ve onun ardısıra hareket eden şahidi ise
benim.”[53]
19766. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kureyş’ten her şahıs
hakkında Kur’an’dan birkaç ayet nazil olmuştur. Bir şahıs
ayağa kalkarak şöyle sordu: “Senin hakkında hangi ayet nazil
olmuştur?” İmam şöyle buyurdu: “Hud suresini okumadın
mı: “Rabbinin
katından bir belge üzere (gelmiş) olan ve arkasından
kendinden bir şâhidi bulunan, kimse
(yalan söyler mi?)” Allah Resulü Rabbinden bir beyyine
üzeredir ve ben de onun kendinden olan şahidiyim.” İbn-i Merduye ve
İbn-i Esakir İmam Ali’den (a.s) şöyle buyurduğunu
nakletmişlerdir: “Allah Resulü’nün (s.a.a) Rabbinden bir beyyinesi
vardır ve ben de onun kendisinden olan şahidiyim.” İbn-i Merduye
başka bir yolla da Ali’den (a.s) şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: “Resulullah (s.a.a), “Rabbinin katından bir belge üzere
(gelmiş) olan ve arkasından kendinden
bir şâhidi bulunan, kimse (yalan söyler mi?)”
ise Ali’dir” diye buyurmuştur.”[54]
Şöyle
diyorum: Meclisi (r.a) bu hadisin altında “beyan”
başlığı altında şöyle buyurmuştur: Allame bu
rivayetin benzerini Ehl-i Sünnet yoluyla da nakletmiştir. Seyyid b. Tavus
Sa’d’us-Suud adlı kitabında şöyle diyor: “Muhammed b. Abbas b.
Mervan, kendi kitabında altmış altı yolla senetlerini de
zikrederek “kendinden bir şâhidi” ayetinden maksadın Ali b. Ebi Talib
olduğunu rivayet etmiştir.
19767. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kureyş’ten herkes hakkında
Allah’ın kitabında bir veya iki ayet nazil olmuştur.” Cemaatin
arasından birisi şöyle sordu: “Ey Müminlerin Emiri! Kendiniz
hakkında hangi ayet nazil olmuştur?” İmam şöyle buyurdu:
“Hud suresini okumadın mı: “Rabbinin katından bir belge üzere (gelmiş) olan ve
arkasından kendinden bir
şâhidi bulunan, kimse (yalan söyler mi?)”
Muhammed Rabbi tarafından bir beyyine sahibidir ve ben de onun
şahidiyim.”[55]
19768. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Rabbinin katından bir belge üzere (gelmiş) olan ve
arkasından kendinden bir
şâhidi bulunan” ise benim.”[56]
19769. İmam Ali (a.s), Allah-u
Teala’nın “Rabbinin katından
bir belge üzere (gelmiş) olan ve arkasından kendinden bir şâhidi bulunan, kimse (yalan söyler
mi?)” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü Rabbinden bir beyyine üzeredir ve ben de
onun şahidiyim.”[57]
19770. Abdullah b. Ata şöyle diyor: “Ben
İmam Bakır (a.s) ile Mescid’un Nebi’de oturmuştum. Aniden
Abdullah b. Selam’ın oğlunun bir köşede oturduğunu gördüm.
İmam Bakır’a (a.s) şöyle arzettim: “Bu şahsın
babasının kitap ilmine sahip olduğunu söylemektedirler.”
İmam şöyle buyurdu: “Hayır, o kimse Müminlerin Emiri Ali b. Ebi
Talib’tir ve bu ayet de onun hakkında nazil olmuştur: “Rabbinin katından bir belge üzere
(gelmiş) olan ve arkasından kendinden
bir şâhidi bulunan, kimse (yalan söyler mi?)”
Peygamber Rabbi tarafından bir beyyine üzeredir, Müminlerin Emiri Ali b.
Ebi Talib de onun kendinden olan şahididir.”[58]
19771. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Rabbinden bir beyyine sahibi olan Allah
Resulü’dür. Ona tabi olan ve onun kendinden olan şahidi de Müminlerin Emiridir.
Daha sonra da onun tek tek vasileridir.”[59]
19772. İmam Sadık (a.s), Hudeybiye
barışı hakkındaki bir hadis hususunda şöyle
buyurmuştur: “Hafs b. Ahnef ve Suheyl b. Amr Allah
Resulü’nün (s.a.a) yanına dönüp şöyle dediler: “Ey Muhammed!
Kureyş senin İslam dininin özgür kılınması ve hiç
kimsenin dinine zorlanmaması şartını kabul etmiştir.”
Allah Resulü (s.a.a) hokka ve kalem istedi. Müminlerin Emirine (a.s) da
seslenerek şöyle buyurdu: “Yaz.” Müminlerin Emiri (a.s) şöyle
yazdı: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Suheyl b. Amr
şöyle dedi: “Biz Rahman diye bir ilah tanımıyoruz. Sen de
babaların gibi, “Bismikeallahumme” (Ey Allah’ım! Senin adınla”
diye yaz.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Bismikeallahumme” diye yaz. Zira
bu da Allah’ın adlarından biridir.” Müminlerin Emiri daha sonra
şöyle yazdı: “Bu Allah’ın Resulü Muhammed ile Kureyş
arasında yazılan bir sözleşmedir.” Suheyl b. Amr şöyle
dedi: “Eğer biz senin Allah’ın Resulü olduğunu kabul etseydik
seninle savaşmazdık. O halde şöyle yaz: “Bu Muhammed b. Abdullah
ile! Sen kendi soyundan utanıyor musun?” Allah Resulü şöyle buyurdu:
“Siz her ne kadar ikrar etmeseniz de ben Allah’ın Resulüyüm.” Daha sonra
şöyle buyurdu: “Ey Ali! Sil ve “Muhammed b. Abdillah” diye yaz.”
Müminlerin Emiri (a.s) şöyle arzetti: “Ben asla nübuvvetten
adınızı silmem.” Allah Resulü (s.a.a) kendi mübarek eliyle
Resulullah kelimesini sildi, daha sonra şöyle yazdı: “Bu Muhammed b.
Abdillah ile Kureyş’in ileri gelenleri ve Suheyl b. Amr arasında
yazılmış bir sözleşmedir. Onlar on yıl boyunca savaşmayacakları,
birbirine karşı saldırmayacakları, hırsızlık
ve yağmaya baş vurmayacakları, anlaşmanın maddelerine
karşı hıyanet içinde olmayı, anlaşmayı
çiğnemeyi kalplerinden geçirmeyecekleri, isteyen herkesin Muhammed’in
dinine gireceği veya onunla anlaşacağı hususunda özgür
olacağı ve herkimin de istediği taktirde Kureyş ile
sözleşip onların dinine girmek hususunda özgür olacağına
dair anlaşmışlardır. Kureyş’ten bir kimse velisinin
izni olmadan Muhammed’in (s.a.a) dostlarına katılırsa geri
çevirilecektir. Eğer Muhammed’in (s.a.a) dostlarından biri onlara
karışırsa geri verilmeyecektir. İslam Mekke’de aşikar
ve özgür olacaktır. İnsanlar dinler hakkında özgür
bırakılacaktır. Eziyet ve aşağılanmaya maruz
kalmayacaktır. Muhammed ve dostları bu yıl Mekke’ye girmekten
sakınıp geri döneceklerdir. Gelecek yıl Mekke’ye dönerek orada
üç gün kalacaklardır. Her yolcu ile birlikte bulunan kınları
içindeki kılıçları dışında hiçbir savaş
aletlerini Mekke’ye getirmeyeceklerdir.” Ali b. Ebi Talib bu barış
sözleşmesini yazdı. Muhacirler ve Ensar da ona tanıklık
ettiler.
Daha sonra Allah Resulü
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ali! Sen nübuvvet şartından
adımı silmekten sakındın. Beni hak ile Peygamber seçen
Allah’a yemin olsun ki sen de darda kalarak ve zorla bu cemaatin çocukları
karşısında böyle bir şeyi imzalamak zorunda
kalacaksın.” Yıllar sonra Sıffin savaşı
geldiğinde ve savaşan taraflar hakemiyet olayına rızayet
gösterdiklerinde Müminlerin Emiri (a.s) şöyle yazdı: “Bu Muminlerin
Emiri Ali b. Ebi Talib ile Muaviye b. Ebi Süfyan arasında imzalanan bir
sözleşmedir.” Amr b. As şöyle dedi: “Eğer biz senin Müminlerin
Emiri olduğuna inansaydık, seninle savaşmazdık. O halde
şöyle yaz: “Bu Ali b. Ebi Talib ile Muaviye b. Ebi Süyan arasında
yapılan bir sözleşmedir.” Bu esnada Müminlerin Emiri (a.s) şöyle
buyurdu: “Gerçekten de Allah ve Allah’ın Resulü ne de doğru buyurdu.
Zira Allah Resulü (s.a.a) bu konuyu barış anlaşmasını
imzaladığında bana haber vermişti.” [60]
Şöyle diyorum:
Muhammed b. Ka’b şöyle diyor: “Bu anlaşmada Allah Resulü’nün katibi
Ali b. Ebi Talib (a.s) idi. Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
“Şöyle yaz: “Bu Muhammed b. Abdillah ile Suheyl b. Amr arasında
imzalanan bir anlaşmadır.” Ama Ali ağır davrandı ve
Muhammed Resulullah (s.a.a) dışında bir şey yazmaktan
sakındı. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sen de zorla böyle
bir isteğe teslim olacaksın.” Bu esnada Ali (a.s) onların
dediğini yazdı.” [61]
Başka bir
rivayette ise şöyle yer almıştır: “Peygamber (s.a.a) ona
şöyle buyurdu: “Ey Ali! Onu sil.” Ali (a.s) şöyle arzetti: “Ey
Allah’ın Resulü! Elim sizin adınızı nübuvvetten silmeye
varmıyor.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Parmağımı onun
üzerine koy.” Allah Resulü (s.a.a) kendi eliyle onu sildi ve Müminlerin Emirine
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Çok yakında senden böyle bir şey
istenilecek ve sen de çaresiz bu istedği kabul edeceksin.” Müminlerin
Emiri daha sonra mektubu yazarak bitirdi.” [62]
19773. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mekke müşriklerinin Peygamber ve
ashabını geri çevirip Mescid’ul-Haram’a girmelerine izin vermedikleri
Hudeybiye sözleşmesinin imzalandığı günde Allah Resulü
onlarla barıştı ve kendileriyle barış
anlaşmasını imzaladı. Ali (a.s) şöyle buyurdu:
“Barış anlaşmasının katibi ben idim ve şöyle
yazdım: “Bismikeallahumme! (Ey Allah’ım! Senin adınla) Bu Alalh
Resulü Muhammed (s.a.a) ile Kureyş arasında yapılan bir
sözleşmedir.” Suheyl b. Amr şöyle dedi: “Senin Allah’ın Resulü
olduğunu kabul etseydik, seninle savaşmazdık.” Ben şöyle
dedim: “Sen istemesen de o Allah’ın Resulüdür.” Allah Resulü bana
şöyle buyurdu: “Onun istediğini yaz ey Ali! Benden sonra sen de böyle
bir isteğe teslim olacaksın.” Müminlerin Emiri şöyle buyurdu:
“Benimle Şamlılar arasındaki barış
anlaşmasını imzaladığım zaman şöyle
yazdım: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bu Müminlerin
Emiri Ali ile Muaviye b. Ebi Süfyan arasında yazılan bir
sözleşmedir.” Muaviye ve Amr b. As şöyle dediler: “Eğer senin
Müminlerin Emiri olduğunu kabul etseydik, seninle savaşmazdık.”
Ben şöyle dedim: “O halde istediğinizi yazınız.” Böylece
Allah Resulünün (s.a.a) sözünün doğruluğunu anlamış oldum.”[63]
bak. 3823. Bölüm
El-Bihar, 20/333
s. 368 ve s. 371; Tarih-u Dimeşk, İmam Ali’’nin (a.s) Biyografisi,
3/152; el-Kafi, 8/326; Nehc’us, Seadet, 2/273, 230
Kur’an:
“
Meryem
oğlu İsa: “Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden
önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve
adı Ahmet olacak bir Peygamber’i müjdeleyen, Allah’ın size
gönderilmiş bir Peygamber’iyim” demişti. Ama o elçi, kendilerine
belgelerle geldiği zaman: “Bu, apaçık bir sihirdir” demişlerdi.
Müslüman olmağa çağırılmışken gelmeyip Allah’a
karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah, zalim olan
topluluğu doğru yola eriştirmez.”[64]
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de
yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Peygambere uyanlar…”[65]
bak. Bakara, 89, 101, 129, 146; Al-i İmran,
81, 82
19774. İmam Rıza’nın (a.s)
çeşitli din ve inanç mensuplarıyla yaptığı
tartışmada şöyle yer almıştır: “Re’s’ul-Calut
şöyle dedi: “Muhammed’in (s.a.a) nübuvvetini
nasıl ispat ediyorsun?” İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu:
“Musa b. İmran, İsa b. Meryem ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi
Davud, onun nübuvvetine tanıklıkla bulunmuşlardır.”
Re’s’ul-Calut şöyle dedi: “Musa b. İmran’ın böyle bir şey
dediğini ispat et.” İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: “Ey
Yahudi! Bildiğin gibi Musa İsrailoğullarına tavsiyede
bulundu ve şöyle dedi: “Gelecekte kardeşlerinizden bir Peygamber
gelecektir, onu tasdik edin, sözlerini dinleyin. Eğer İsrail’in
İsmail ile ve İbrahim (a.s) tarafından birbiriyle soy bağlılığını
biliyorsan (de bakayım) İsrailoğullarının
çocuklarının İsmailoğullarından başka
kardeşleri var mıdır?” Re’sul-Calut şöyle dedi: “Bu Musa’nın
sözüdür, biz bunu reddetmiyoruz.” İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu:
“İsrailoğullarının kardeşlerinden, Muhammed’den
başka bir Peygamber size gelmiş midir?” O, “Hayır” dedi.
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: “Böyle bir şey sizler
arasında da gerçek değil midir?” O şöyle dedi: “Evet gerçektir.
Ama onu Tevrat’tan bizler için beyan etmenizi istiyorum.” İmam Rıza
(a.s) şöyle buyurdu: “Tevrat’ın size şöyle dediğini inkar
mı ediyorsun: “Nur Tur-i Sina dağı tarafından geldi, Sair
dağından insanlara nur saçtı ve Faran dağından bizlere
aşikar oldu!” Re’s’ul-Calut şöyle dedi: “Bu cümleleri biliyorum, ama
tefsirini ve yorumunu bilmiyorum.” İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurdu: Sana tefsir edeyim. “Nurun Tur-i Sina’dan gelişinden maksat,
Allah Tebareke ve Teala’nın vahyidir. Allah Tur-i Sina dağında
bu nuru Musa’ya nazil buyurmuştur. İnsanlar için Sair
dağından nur saçmasından maksat ise İsa b. Meryem’in (a.s)
üzerinde olduğu bir durumda aziz ve celil olan Allah’ın kendisine
vahiy gönderdiği dağdır. “Bizler için Faran dağından
aşikar oldu” cümlesinden maksat ise kendisiyle Mekke arasında bir iki
günlük yol bulunan Mekke dağlarından biridir. Senin ve
dostlarının da dediği gibi Şe’ya Peygamber Tevrat’ta
şöyle demiştir: “Ben yeryüzünün kendisi için
ışıldadığı iki süvari gördüm. Bir süvari merkebe
binmiş idi. Diğeri ise bir deveye binmiş idi. O merkebe binen
kimdir ve hakeza o deveye binen kimdir?” Re’sul-Calut şöyle dedi:
“Bilmiyorum, siz bizi ondan haberdar kılın.” İmam şöyle
buyurdu: “Merkebe binen İsa’dır, deveye binen süvari ise Muhammed’dir
(s.a.a). Bunun Tevrat’ta böyle olduğunu inkar mı ediyorsun?” O
şöyle dedi: “Hayır inkar etmiyorum.” İmam Rıza (a.s) daha
sonra şöyle dedi: “Sen Haykuk Nebi’yi tanıyor musun?” O şöyle
dedi: “Evet, tümüyle tanıyorum.” İmam şöyle buyurdu: “O sizin
kitaplarınızda da yer aldığı üzere Allah-u
Teala’nın beyanını, Faran dağından getirdiğini,
göklerin Ahmet ve ümmetinin tesbihiyle dolduğunu söylemiştir. O
süvarilerini kara olduğu gibi denizde de harekete geçirdi.
Beyt’ül-Mukaddes’in yıkılışından sonra da yeni bir
kitap -maksatı Kur’an’dır,- getirecektir. Bunu kabul ediyor ve ona
iman ediyor musun?” Re’s’ul-Calut şöyle dedi: “Elbette bunu Haykuk Nebi
demiştir ve biz bunu inkar etmiyoruz.” İmam Rıza (a.s) da
şöyle buyurdu: “Davud da bildiğin gibi Zebur’da şöyle
demiştir: “Allahım! fetret döneminden sonra, sünneti ihya eden
kimseyi gönder.” Acaba fetret döneminden sonra sünneti ihya eden Muhammed’den
(s.a.a) başka bir Peygamber tanıyor musun?” Re’s’ul-Calut şöyle
dedi: “Evet, bu da Davud’un sözüdür ve biz de onu kabul ediyor ve inkar
etmiyoruz, ama onun maksadı İsa’dır (a.s) ve onun zamanı da
fetret dönemi olmuştur.” İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu:
“İsa’nın sünnete muhalefet etmediğini bilmiyor musun? Aksine o
Allah’ın kendisini katına çıkarıncaya kadar Tevrat’ın
sünnetine uygun hareket etmiştir. Nitekim İncil’de de şöyle
yazılıdır: “O iffetli kadının çocuğu gider, ondan
sonra Farkalita gelir, o defalarca ağırı
kolaylaştırır, herşeyi sizler için açıklığa
kavuşturur. O bana tanıklık ettiği gibi ben de onun
gelişine tanıklık etmekteyim. Ben sizler için emsal (örnekler)
getirdim. O da sizler için tevil getirecektir.” İncil’in bu sözüne iman
ediyor musun?” Re’sul-Calut şöyle dedi: “Evet, bunu inkar etmiyorum.”[66]
19775. Resulullah (s.a.a), Yahudilere sorarak
şöyle buyurmuştur: “Okuduğunuz kitap
hakkı için söyleyin. Orada İsa benim gelişimi müjdelememiş
ve sizlere Ahmet adında bir Peygamberin geleceğini ifade etmemiş
midir?” Yahudiler şöyle dediler: “Evet biz kitaplarımızda onun
adını görmekteyiz. Ama senden hoşlanmıyoruz. Zira sen
malları helal kılıyor, kanlar döküyorsun.” Bunun üzerine Allah
şu ayeti nazil buyurdu: “Herkim Allah’a, meleklerine ve elçilerine
düşman olursa.”[67]
19776. Resulullah (s.a.a), işinin
başlangıcı hakkında (ve ne zamandan beri Peygamber
olduğun) sorulunca şöyle buyurmuştur: “Ben
İbrahim’in duası ve İsa’nın müjdesiyim ve annem ben
doğduğumda kendisinden bir nurun çıktığını,
o vesileyle Şam saraylarının
ışıklandığını görmüştür.”[68]
19777. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ta ki münezzeh olan Allah peygamberlere verdiği sözü
tutmak için alametleri meşhur olan Muhammed’i (s.a.a) gönderdi.”[69]
19778. Allah Yakub’a şöyle
vahyetmiştir: “Ben senin soyundan hükümdarlar ve
Peygamberler karar kılacağım. Böylece Mekkeli bir Peygamber
göndereceğim ki ümmeti, Beyt’ül-Mukaddes tapınağını
bina etsin. O Peygamberlerin sonuncusu olup adı da Ahmet’tir. ”[70]
19779. Şa’bi şöyle diyor: “İbrahim’in
(a.s) kitabında şöyle yer almıştır: “Senin soy
çocuklarından kavimler ve kavimler türeyecektir. Sonunda Peygamberlerin
sonuncusu olan ümmi bir Peygamber gönderilecektir.”[71]
19780. Ka’b şöyle diyor: “Muhammed’in
(s.a.a) Tevrat’taki sıfatı şöyledir: “Muhammed benim seçkin
kulumdur. Ne sert huyludur ve ne de kaba. Sokak ve pazarlarda
ortalığı velveleye vermez. Kötülüğe kötülükle
karşılık vermeye çalışmaz. Aksine o
bağışlar, affeder. Doğum yeri Mekke’dir. Hicret yeri Medine’dir,
hükümdarlığı ise Şam’dadır. ”[72]
19781. Abdulhamit b. Cafer babasından
şöyle nakletmiştir: “Yahudilerin en alimi
olan Zübeyr b. Bata şöyle diyordu: “Ben babamın benden gizlediği
bir kitap buldum. O kitapta, Kurz (beni Kureyze) topraklarında zuhur
edecek ve şöyle şöyle özellikleri olacak, Ahmet adında bir Peygamber
zikrediyordu.” Zubeyr babası öldükten ve Peygamber (s.a.a) gönderilmeden
önce bu konuyu defalarca ifade ediyordu. Ama Peygamber’in (s.a.a) Mekke’de
zuhur ettiğini öğrenince o kitaptaki bilgileri sildi, Peygamber
konusunu gizledi ve şöyle dedi: “Bu şahıs o Peygamber
değildir.”[73]
19782. Ebu Nem’le şöyle diyor: “Beni
Kureyze Yahudileri Allah Resulü’nü (s.a.a) adını kendi
kitaplarında okuyor ve çocuklarına onun adının ve
nişanelerinin ne olduğunu ve yanlarına hicret edeceğini
öğretiyorlardı. Ama Allah Resulü zuhur edince onu çekemediler ve
hakkı yok edip şöyle dediler: “Bu şahıs o Peygamber
değildir.”[74]
19783. Necran temsilcileri Peygamber’in huzuruna
geldiler. Ebu’l-Haris b. Alkame b. Rabia da onların arasında
bulunuyordu. O bir din alimi, reis, papaz, önder ve onların medreselerinin
sahibiydi. Onlar arasında yüce bir makama sahipti. Tesadüfen Ebu Haris’in
katırı onu yere düşürdü. Kardeşi şöyle dedi: “O
şahıs alaşağı olsun” Maksadı, Allah Resulü
(s.a.a) idi. Ebu Haris şöyle dedi: “Sen alaşağı ol.
Peygamberlerden olan bir şahsa mı sövüyorsun? O İsa’nın
gelişini müjdelediği ve adı Tevrat’ta yer alan bir kimsedir.”
Kardeşi şöyle dedi: “O halde hangi şey seni onun dinini kabul
etmekten alı koymuştur?” O şöyle dedi: “Bu topluluk beni büyük
görüyor, yüce tutuyor ve bizi kendilerine efendi sayıyorlar. Bunlar ise
ona muhalefet etmeyi gerektirmektedir.[75]
bak. El-Bihar,
15/174, 2. Bölüm; Tabakat’ul Kubra, 1/360; A’nisu’l A’lam, 48-186
Kur’an:
“İsrailoğulları bilginlerinin bunu
bilmeye bir delilleri yok muydu?”[76]
“Peygamber’e indirilen Kur’an’ı
işittiklerinde, gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla
dolarak, “Rabbimiz! İnandık, bizi de şahitlerden yaz.”
dediklerini görürsün. Rabbimizin bizi salih bir toplulukla birlikte bulundurmasını
umarken niçin Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?” [77]
“De ki: “Eğer bu Kitab Allah katından
ise ve siz de onu küfretmişseniz; İsrailoğullarından bir
şahit de bunun böyle olduğuna şehadet edip de iman
etmişken, siz yine de büyüklük taslarsanız, bana söyleyin kendinize
yazık etmiş olmaz mısınız?” Doğrusu Allah zalim
topluluğu doğru yola eriştirmez.”[78]
19784. Ömer b. Hattab, Allah-u Teala’nın “Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu
(Peygamber’i) çocuklarını tanıdıkları gibi
tanırlar”
ayeti nazil olduğunda Abdullah b. Selam’a şöyle demiştir: “Sizler
kendi kitaplarınızda Muhammed’i tanıyor musunuz?” O şöyle
dedi: “Evet, Allah’a yemin olsun ki sizin aranızda oldukça onu
Allah’ın bizler için beyan ettiği sıfatlar vasıtasıyla
bizden her birinin diğerleri arasında çocuklarını
gördüğünde tanıdığı gibi tanımaktayız.
İbn-i Selam’ın yemin ettiği kimseye yemin olsun ki ben bu
Muhammed’i çocuğumdan daha iyi tanıyorum.”[79]
19785. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Kureyş
Nazr b. Haris b. Alkame, Ukbe b. Ebi Muayt ve diğer birkaç kişiyi
Yesrib Yahudilerinin yanına gönderdiler ve onlara şöyle dediler:
“Yesrib halkından Muhammed’i sorunuz.” O topluluk Medine’ye girdi ve
şöyle dediler: “Biz aramızda ortaya çıkan bir konu hususunda
sizin yanınıza geldik. Yetim ve hakir bir genç büyük bir söz
söylemektedir ve kendi zannınca Rahman’ın elçisidir. Oysa biz Yemame
Rahman’ından başka bir Rahman tanımıyoruz.” Yahudiler
şöyle dediler: “Bize onun sıfatlarını söyleyiniz.”
Kureyş’in elçileri onlara Peygamber’in sıfatını beyan
ettiler. Yahudiler şöyle dediler: “Sizin aranızda ona kimler
uymaktadır.” Onlar, “Aşağılık kimseler” diye cevap
verdiler. Yahudi alimlerinden biri güldü ve şöyle dedi: “Bu bizim
sıfatlarını bildiğimiz ve kavminin kendisine
insanların en çok düşman kesildiği Peygamberin bizzat kendisidir.”[80]
Allah-u
Teala’nın “İsrailoğulları
bilginlerinin bunu bilmeye bir delilleri yok muydu?”
ayetindeki “en Ye’lemehu” zamiri Kur’an’ın haberine veya Kur’an’ın Peygamber’e
(s.a.a) nüzul haberine dönmektedir. Yani anlamı şudur: “Acaba
İsrailoğlu alimlerinin Kur’an veya Kur’an’ın önceki
Peygamberlerin kitabında müjde olarak yer aldığı
esasınca sana nüzulu müşrikler hakkında senin nübuvvetinin
hakkaniyetinin doğruluğu ve dürüstlüğünün bir nişanesi
olduğuna ilimleri yok mu? Nitekim Allah-u Teala’nın, “Daha önce küfredenlere karşı kendilerine yardım/zafer
gelmesini bekledikleri halde”[81]
ayeti hakkında da dediğimiz gibi Yahudiler Peygamber’in (s.a.a)
zuhurunu müjdeliyor ve onun sayesinde Araplara galip gelmeyi
arzuluyorlardı.”
Yahudi
alimlerinden bir grubu Peygamber’in (s.a.a) zamanında müslüman oldular ve
kendi kitaplarında Peygamber’in geleceğinin müjdelendiğini
itiraf ettiler. Bu sure (Şuara) hicretten önce nazil olan ilk Mekki
surelerden biridir. O zamanlar Yahudilerin Peygamber’e (s.a.a)
düşmanlığı hicretten sonraki düşmanlıkları
haddine ulaşmamıştır ve genel de olsa ellerindeki
gerçekleri ifade etmeleri umuluyordu.[82]
Allah-u
Teala’nın, “De ki:
“Eğer bu Kitab Allah katından ise ve siz de onu küfretmişseniz;
İsrailoğullarından bir şahit de bunun böyle olduğuna
şehadet edip de iman etmişken, siz yine de büyüklük
taslarsanız…” ayetindeki “kane” ve
“bihi” ve “mislihi” zamirleri, konunun akışından da
anlaşıldığı üzere Kur’an’a dönmektedir ve “ve
şehide şahidun min beni israil”
cümlesi de şart olan cümleye atfedilmiştir. Dolayısıyla da
her iki şartın cezası da birdir. Kur’an’ın benzerinden
maksat ise anlam ve ilahi marifetler açısından onun benzeri olan,
Musa’ya (a.s) nazil olan asıl Tevrat’tır. “Ve
amene ve istekbertum” cümlesinin manası
da şudur: “O mezkur İsraili olan şahit de
tanıklığından sonra iman etmiştir.
“Doğrusu Allah zalim topluluğu doğru yola
eriştirmez” cümlesi ise şartın
hazfedilmiş cezası için bir neden konumundadır ve cezaya delalet
etmektedir. Zahiren bu ceza da “Acaba sizler sapık değil misiniz?”
cümlesidir, bazılarının dediği gibi “Sizler zalim
değil misiniz?” cümlesi değil. Zira Allah’ın zalimleri hidayet
etmemesinin ceza nedeni görülmesi onların dalalet ve
sapıklığıyla uyumludur, zulmüyle değil. Gerçi onlar
her iki sıfata da (sapıklık ve zalimlik) sahip idiler.
Velhasıl
ayetin anlamı şudur: “Müşriklere de ki: Bana söyleyin
bakayım! Eğer bu Kur’an Allah nezdinden ise –oysa siz ona inanmamakta
ve küfretmektesiniz- ve Ben-i İsrail’den olan bir şahit de
(Tevrat’ta) Kur’an öğretilerine benzer öğretilerin olduğuna
tanıklık eder ve de iman ederse, ama sizler kibre
kapılırsanız bu durumda sizler sapıklıkta değil
misiniz? Zira Allah zalimler topluluğunu asla hidayete erdirmez.
Bazı
rivayetler esasınca Kur’an’ın benzerine tanıklık eden ve
bizzat da iman getiren kimse, Yahudi alimlerinden olan Abdullah b. Selam idi. O
halde bu nükteye teveccühen söz konusu ayet Medeni’dir, Mekki değil. Zira
Abdullah b. Selam Medine’de iman eden kimselerdendir. Bazıları ise
şöyle demişlerdir: “Gerçi kıssa (Abdullah b. Selam’ın
tanıklığı ve iman edişi) sonralardan vaki
olmuştur, ama gelecekte kesin bir şekilde vaki olan bir şey
geçmiş hükmün olduğundan dolayı, mazi (geçmiş) ifadesiyle
tabir edilmiş ve şöyle buyurulmuştur: “ve şehide
şahidun min beni israil fe amene.” Bu söz zayıf bir sözdür. Zira
delil makamında olan ayetin akışıyla da uyumlu
değildir. Çünkü müşrikler, Peygamber’in gelecek hakkında
kendisine bildirdiği rivayetler vasıtasıyla teslim olacak ve ona
iman edecek kimseler değillerdi.[83]
19786. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Allah’ın terbiye ettiği bir
kimseyim, Ali de benim terbiye ettiğim bir kimsedir.”[84]
bak. El-Edeb,
73. Bölüm
19787. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben (Allah tarafından) hediye
edilmiş bir rahmetim.”[85]
19788. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Gerçekte ben (Allah
tarafından) hediye edilmiş bir rahmetim.”[86]
19789. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Ka’be’nin temellerini
attığında İbrahim’in ettiği şu duayım: “Ey
rabbimiz! Bunlar arasında kendilerinden bir Peygamber gönder.”[87]
19790. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben İbrahim’in duasıyım. Benim
zuhurumu müjdeleyen en son kimse İsa b. Meryem’dir.”[88]
19791. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben müslümanların
sığınağı ve dayanağıyım.”[89]
19792. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Övünmek için söylemiyorum ama ben
Ademoğlullarının efendisiyim.”[90]
19793. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Maksadım kendimi övmek
değildir, ben kıyamet günü Ademoğullarının
efendisiyim.”[91]
19794. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben mezardan kalkacak olan ilk kimseyim.”[92]
19795. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar dirilince ben
dışarı çıkan ilk kimseyim. İnsanlar Allah’ın
huzuruna gelince de ben onların hatibiyim. Onlar ümitsiz düştükleri
zaman onlara ümit veren kimseyim.”[93]
19796. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü benim takipçilerim
diğer Peygamberlerin takipçilerinden daha çoktur.”[94]
19797. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Övünmek için söylemiyorum ben,
Peygamberlerin önderiyim. Övünmek için söylemiyorum ben Peygamberlerin
sonuncusuyum. Övünmek için söylemiyorum ben ilk şefaat eden kimseyim ve
şefaati kabul edilecek olan ilk kimse de benim.”[95]
19798. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cennetin kapısını çalan
ilk kimse benim.”[96]
19799. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü aziz ve cebbar olan
Allah’ın yanına varan ilk kimse benim. Daha sonra Allah’ın
kitabı, sonra Ehl-i Beyt’im ve sonra da ümmetim! Daha sonra onlara
(ümmetime), Allah’ın kitabına ve Ehl-i Beytime ne
yaptıkları sorulur.”[97]
19800. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Meryem’in oğluna (Hz. İsa’ya)
insanlardan en yakın olan kimseyim. Peygamberler bir baba ve bir kaç
annenin oğludurlar.[98]”[99]
19801. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben dünya ve ahirette insanlardan
İsa b. Meryem’e en yakın olan kimseyim. Benimle onun arasında
bir Peygamber yoktur. Peygamberlerin tümü bir anne ve birkaç babanın
çocuklarıdır. Anneleri çeşit çeşittir ve dinleri ise
birdir.”[100]
19802. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Muhammed ve Ahmet’im. Ben Rahmet
Peygamberiyim, ben kahramanlık Peygamberiyim, ben mukaffi ve haşirim.
Cihat için gönderildim, ekincilik için değil.”[101]
19803. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben sizlerin en fasih
konuşanıyım, ben Kureyştenim, dilim ise Beni Sa’d b. Bekr
kabilesinin dilidir.”[102]
19804. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben içinizden Allah’tan en çok korkan
kimseyim ve Allah’ın hududlarını en çok bilen kimseyim.”[103]
19805. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizin en takvalınız ve
Allah’ı en çok tanıyanınız benim.”[104]
19806. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben dört şeyle yüceltildim: …Korku
ve dehşetle yardım edildim ki bir aylık mesafeden benden önce
hareket etmektedir.”[105]
19807. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bana dört şeyle diğer
Peygamberlerden üstünlük verilmiştir: Bütün insanlara gönderildim, bütün
yeryüzü benim ve ümmetim için secdegah, temiz ve temizleyici karar
kılınmıştır… ve ben korku ve dehşet ile
yardım edildim. Bir aylık mesafeden Allah
düşmanlarımın kalbine korku salmaktadır ve bizlere ganimet
helal olmuştur.”[106]
19808. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Sana korku ve dehşet vasıtasıyla yardım
ettim. Oysa ki senden önce hiç kimseye onunla yardım etmedim.”[107]
19809. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bana benden önce hiç kimseye verilmeyen
beş şey verilmiştim: Yeryüzü benim için secdegah ve temiz
kılınmıştır, ganimet bana helal edilmiştir. Korku
ve dehşet ile yardım edildim. Cevami’ul-Kelam (Kur’an) bana verildi
ve şefaat bana ihsan edildi.”[108]
19810. İmam Rıza (a.s), kendisinden
Peygamber’in, “Ben iki zebihin (kesilenin) çocuğuyum” sözü sorulunca cevap
olarak şöyle buyurmuştur: “Maksat
İsmail b. İbrahim Halilullah ve Abdullah b. Abdlmuttalib’tir.”[109]
19811. Resulullah (s.a.a), İbrahim’den (a.s)
üstünlüğü hususunda şöyle buyurmuştur: “Eğer
İbrahim (a.s) Allah’ın halili ise ben de onun habibi Muhammed’im.”[110]
19812. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bilin! Allah’a yemin olsun ki ben gökte
eminim, yeryüzünde de eminim.”[111]
19813. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah benden daha üstün ve yüce bir
yaratık yaratmamıştır.”[112]
19814. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Rabbime iman eden ilk kimse benim. Allah
Peygamberlerden söz aldığında ve onları “Acaba ben sizin
rabbiniz değil miyim?” diye tanık tuttuğunda cevap veren ilk
kimse benim ve ben, “Evet” diyen ilk Peygamberim.”[113]
19815. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yaratılan ilk kimse benim ve
gönderilen son Peygamber de benim.”[114]
19816. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benden önceki Peygamberlere verilmeyen beş şey bana
verilmiştir: “Ben beyaz, siyah ve kızıla gönderildim. Yeryüzü
benim için temizleyici ve secde yeri kılınmıştır.
Korku ve dehşet ile yardım edildim ve benim için ganimetler helal
kılınmıştır. Oysa benden önce hiç kimseye –veya “hiç bir
Peygambere” diye buyurmuştur- helal kılınmamıştır
ve kelimelerin toplamı (Kur’an) bana
bağışlanmıştır.”[115]
19817. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bana Cevami’ul-Kelam (Kur’an)
verilmiştir ve kelam benim için özetlenmiştir.”[116]
19818. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Peygamber’e (s.a.a) şöyle sordular:
“Sen hiç puta taptın mı?” Peygamber şöyle buyurdu: “Hayır!”
Şöyle sordular: “Hiç şarap içtin mi?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Hayır, sürekli insanların yaptığı şeyin küfür
olduğunu biliyordum, oysa o sıralar henüz kitabın ve imanın
ne olduğunu dahi bilmiyordum.”[117]
19819. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bana vahyedilmeyen şeyler hususunda
ben de sizlerden biri gibiyim.”[118]
19820. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hakikatte ben de sizin gibi bir
beşerim. Zan bazen yanılır, bazen doğru çıkar. Ama
benim size dediğim Allah’ın dediğidir ve ben asla Alalh’a yalan
isnat etmem.”[119]
19821. “İmam Ali (a.s), Kufe mescidinde
kılıcını kuşandığı bir sırada
kendisine Peygamberin (cismani) özelliklerini soran birisine şöyle
buyurmuştur: “Allah
Resulü’nün (s.a.a) beyaz ve kırmızıya çalan bir yüzü, iri ve
siyah gözleri, düz ve yumuşak saçları, gür sakalı, dolgun
olmayan ve kemikli yanakları, kulak memesine kadar uzanan saçları,
gümüş bir ibriği andıran boynu vardı ve
boğazının altından karnına kadar ney gibi biten
kıldan ince bir çizgi vardı. Ondan başka göğsünde ve
karnında bir kıl yoktu. El ve ayakları kalın ve kemikli
idi. Yol yürüdüğünde yokuştan aşağı iner gibi yürür,
kalktığında da seri ve çabuk davranırdı. Bir yöne
dönünce bütün bedeniyle dönerdi. Yüzündeki ter taneleri bir inci gibiydi.
Bedeninin teri miskten daha güzel kokuyordu. Ne kısa boyluydu, ne de uzun.
Ne güçsüz idi ne de düşük. Onun gibi birini ne ondan önce ve ne de ondan
sonra gördüm.”[120]
19822. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah, sütten kesildiği andan itibaren
meleklerin büyüklerinden birini ona (s.a.a) arkadaş etmişti. O melek,
ona gece gündüz yüceliklerin yolunu, alemin güzel ahlakını
öğretirdi… Her
yıl Hira dağına çekilirdi, onu ben görürdüm, benden
başkası da görmezdi. O gün İslam Resulullah ve Hatice’nin
evinden başka hiç bir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin
ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım. Gerçekten de
ona (s.a.a) vahiy geldiği zaman, şeytanın inlemesini duydum da
“Ya Resulullah! Bu inleme nedir?” dedim. “Bu kendisine kulluk edilmesinden
ümidini kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü
görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin, vezirsin ve hayır üzeresin”
dedi. Kureyş’in ileri gelenleri ona (s.a.a) geldiğinde onunla
beraberdim. “Ya Muhammed! Sen atalarından ve ailenden hiç kimsenin
bulunmadığı büyük bir iddiada bulunuyorsun, biz senden, nebi ve
resul olduğunu bilmemizi sağlayacak bir şey göstermeni
istiyoruz. Eğer yapmazsan, seni sihirbaz ve yalancı biliriz” dediler.
Resulullah (s.a.a) “Ne istiyorsunuz?” dedi. “Bizim için şu ağacı
çağır da köküyle beraber yerinden sökülüp yanına gelsin”
dediler. O (s.a.a) , “Allah şüphesiz her şeye kadirdir; eğer
Allah sizin için bunu yaparsa hakka iman ederek şahadet eder misiniz?”
dedi. “Evet” dediler. “İstediğinizi size göstereceğim, hayra
dönmeyeceğinizi de biliyorum. İçinizde (Bedir’de) kuyuya
atılacak, (Hendek’te) hiziplere ayrılacak kimseler var” dedi. Sonra
“Ey ağaç eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyor ve benim
Allah’ın Resulü olduğumu biliyorsan, Allah’ın izniyle kökünle
beraber sökül ve önümde dur” dedi. Onu hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki
ağaç yerinden söküldü, şiddetli bir gürültü kopardı, kuşun
kanatlarını çırpması gibi ses çıkararak yerinden
sökülüp geldi, dalları kuşların kanatları gibi birbirine
değerek Resulullah’ın (s.a.a) önünde durdu. En yüksek dalı
Resulullah’ın (s.a.a) üzerine, bazı dalları da benim
omuzlarıma geldi. Ben Resulullah’ın (s.a.a)
sağındaydım. Onlar bunu gördükleri zaman kibirlenip böbürlenerek
“Ona emret tekrar gelsin fakat yarısı orada kalsın” dediler. O
da bunu emretti. O da daha şaşırtıcı bir şekilde
daha şiddetli bir sesle yarım olarak geldi; neredeyse Resulullah’a
(s.a.a) sarılacaktı. İnkar ve kibir dolu olarak “Tekrar bu
yarısına emret de geldiği gibi öbür yarısına dönsün”
dediler. Resulullah, o yarıya emretti ve o da döndü. “Allah’tan başka
ilah yoktur; ben sana iman edenlerin ilkiyim ya Resulullah” dedim. “Sözünü
yüceltmek, nübüvvetini tasdik etmek için Allah’ın emriyle bu
ağacın emredileni yaptığını ikrar edenlerin de
ilkiyim” dedim. Onların hepsi birden; “Hayır, sihirbaz ve
yalancıdır. Sihrinin
şaşırtıcılığı bu işi
kolaylaştırdı. Bu işinde ancak bunun (beni kastediyorlardı)
gibiler sana inanabilir” dediler. Ben, Allah yolunda olan,
kınayıcının kınamasına aldırış
etmeyen, simaları sıddıkların siması, sözleri iyilerin
sözleri olan bir toplumdanım. Onlar geceyi (ibadetle) ihya ederler,
gündüzün yol gösteren işaretleri olurlar. Onlar, Kur’an’a
sımsıkı sarılmışlardır. Allah’ın ve
Resulünün sünnetlerini diriltirler, kibirlenmezler, büyüklük taslamazlar,
hıyanet etmezler, bozgunculuk yapmazlar. Kalpleri cennette, bedenleri
ameldedir”[121]
19823. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “ Allah
Resulü (s.a.a) göğe götürüldüğü gecenin sabahı ben onunla
birlikteydim ve o kendi odasında namaz kılıyordu. Namazı
bitince ben de namazımı sona erdirdim. Şiddetli bir ses
işittim ve şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Bu ses nedir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Bilmiyor musun?! Bu ses dün gece göğe
götürüldüğümü anlayan şeytanın sesidir. Bu günden sonra
yeryüzünde kendisine ibadet edilmesinden ümidini kesmiştir.”[122]
Şöyle
diyorum: “İbn-i Ebi’l-Hadid bu hadisin altında şöyle diyor: “Bu
konunun benzeri bizzat Peygamber’den (s.a.a.) rivayet edilmiştir.
Ensar’dan yetmiş kişi Akabe’de Peygamber’e biat edince, gecenin
ortasında kalbinden (derinliklerinden) bir ses işitildi ki şöyle
diyordu: “Ey Mekke Ehli! Bu kınanmış ve dinden dönmüşler
sizlerle savaşmak için el birliği etmişlerdir.” Allah Resulü
(s.a.a) Ensar’a şöyle buyurdu: “Ne söylediğini işitiyor musunuz?
Bu Akabe şeytanıdır.”[123]
İbn-i
Ebi’l-Hadid daha sonra şöyle diyor: “Allah Resulü’nün (s.a.a)
seslendiği ağaç konusunda nakledilen rivayetler oldukça fazladır
ve istifaze derecesine ulaşmıştır. Hadis alimleri onu
kitaplarında nakletmiş, mütekellimler de bu konuyu peygamber’in
(s.a.a) mucizelerinden saymışlardır. Bu hadislerin çoğu bu
haberi Müminlerin Emiri’nin (a.s) hutbesinde yer aldığı
şekliyle rivayet etmişlerdir ve bazısı da onu özetle
rivayet etmiş ve Peygamber’in ağaca seslendiğini o
ağacın da yeryüzünü yararak Peygamber’in (s.a.a) yanına
geldiğini söylemişlerdir.”[124]
19824. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben Mekke’de Peygamber (s.a.a) ile
birlikteydim. Onunla birlikte şehrin etrafındaki bölgelerden birine
gittik. Peygamberin yolda gördüğü dağ, toprak ve ağaç kendisine
şöyle sesleniyordu: “Selam olsun sana ey Allah’ın Resulü!”[125]
19825. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) ile Mekke
vadilerinden birine gittim. Peygamber’in geçtiği her taş ve ağaç
kendisine şöyle sesleniyordu: “Selam olsun sana ey Allah’ın Resulü!”
Ben de bu sesi işitiyordum.”[126]
19826. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(Halk dalalet içindeydi.) Derken Allah
Muhammed'i (s.a.a) şahit, müjdeleyici ve korkutucu olarak ümmetine
gönderdi. Çocukluğunda insanların en hayırlısı,
olgunluğunda en seçkini idi. Ahlak bakımından temizlerin en
temiz kılınmışıydı. Cömertlik
bakımından kendisinden hayır umulanların en cömerti idi.”[127]
19827. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O’nu nebiler soyundan, ışıklar saçan en yüce
yerden, Mekke’nin göbeğinden, karanlıkları aydınlatan
nurlardan, hikmet kaynaklarından seçmiştir.”[128]
19828. Hz. Ali Peygamber (s.a.a) hakkında
şöyle buyurmuştur: “Peygamber, dileyenlere hidayet ateşini
alevlendiren ve şaşıranlara işaretleri gösterendir.
Allahım! O senin eminin, din gününde tanığın; nimetinle,
hak ile rahmet olarak gönderdiğin elçindir.”[129]
19829. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “Ta ki ateşini yaktı, sapık
karanlık yolda yürüyenler için hak yolu aydınlattı. Günah ve
fitne bataklığına batmış gönüller onunla hidayete erdi.
Apaçık nişaneleri ve dini hükümleri (toplumda) ikame etti.”[130]
19830. İmam Ali (a.s) hakeza şöyle
buyurmuştur: “O, görevini aşikar kıldı,
rabbinin mesajlarını iletti. Böylece Allah onun vesilesiyle insanlar
arasında barışı hakim kıldı. Yolları güvenli
kıldı, kan dökülmesini önledi. Kinli kalpleri yakin (ölüm) gelip
çatıncaya kadar birbirine ısındırdı.”[131]
19831. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Peygamber
karşılaştığı iki işten mutlaka en zor
olanı seçerdi.”[132]
19832. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Muhammed’den (s.a.a) daha iyi bir
insan yaratmamıştır.”[133]
19833. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onu aydınlatıcı bir nur,
şüpheleri gideren kesin bir delil, apaçık bir yöntem ve yol gösterici
bir kitapla gönderdi. Ailesi en hayırlı aile, soyu en iyi soydur.
Dalları düzgündür, meyveleri kolay toplanır. Doğduğu yer
Mekke, göçtüğü yer tertemiz Medine’dir.”[134]
19834. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonunda şanı yüce olan
Allah’ın lütfü Muhammed’e (s.a.a) ulaştı. Onu en yüce kaynaktan,
en değerli ekin topraklarından; enbiyasını açığa
çıkardığı ve eminlerini seçtiği ağaçtan
çıkarmıştır. Soyu soyların, ailesi ailelerin,
şeceresi şecerecilerin en hayırlısıdır. Yolu
itidal, sünneti rüşt (olgunluk), sözü furkan (hakla batılı
ayıran), hükmü adil olandır.”[135]
19835. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O (Peygamber), dertlerine deva bulmak
için tıp bilgisiyle hastalarını dolaşan bir hekimdir.
İlaçlarını hazırlamış, tıp malzemelerini
ısıtmıştır ve ihtiyaç duyulduğunda onlarla kör
gönülleri, sağır kulakları, söylemez dilleri iyileştirir.
Gaflet ve şaşkınlık içinde olanları ilaçlarıyla
iyileştirmek için arar bulur. Ama (Ümeyyeoğulları) hikmet
nuruyla nurlanmamış, nurlu ilimlerin
ışığıyla aydınlanmamış kimselerdir.
Onlar bu durumda otlayan dört ayaklı hayvanlara benzemekte;
katılıklar, kayaları taşları andırmaktadır.”[136]
19836. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Halkı O’na (Allah’a) itaate
çağıran, dini yolunda cihad ederek düşmanlarını
mağlup eden; yalanlayanların toplanıp birleşmelerinin ve
nurunu söndürmek isteyenlerin gayretinin ona engel olamadığı
Muhammed’in, O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim”[137]
19837. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah, Muhammed’i (s.a.a)
alemler için uyarıcı, Resulleri için de şahid olarak gönderdi.”[138]
19838. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Muhammed’i (s.a.a) hakka davetçi ve
halka şahid olarak göndermiştir. Risaletlerini gevşemeden ve
ihmal etmeden tebliğ etmiş ve Allah yolunda Allah
düşmanlarıyla gevşemeden, bahane ileri sürmeden cihad
etmiştir. O muttakilerin imamı ve hidayete erenlerin gözüdür.”[139]
19839. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah onu ikna edici delillerle ve
apaçık bir zafer ve apaydın bir yolla göndermiştir. O da
risaleti açıkça tebliğ etmiş ve delillere dayanarak
insanları risalete sevk etmeyi üstlenmiştir.”[140]
19840. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onu yeterli delil… şifa verici,
öğüt ve telafi eden bir davetle gönderdi.”[141]
19841. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah, Peygamberi ışıkla
göndermiş, seçerek öne geçirmiş ve ayrılıkları onunla
gidermiştir. Galiplere Peygamberle üstün gelinmiş, zorluklar onunla
aşılmış, problemler onunla çözülmüş, sağdan ve
soldan gelen sapıklık sona erdirilmiştir.”[142]
19842. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah, emrini bildirmek, uyarısını söylemek
için onu göndermiştir. O da emin olarak eda etmiş, kamil olarak
geçip gitmiş ve aramıza hak bayrağını
bırakıp gitmiştir.”[143]
19843. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakeza şahadet ederim ki Muhammed
O’nun kulu ve elçisidir. Onu meşhur bir din, aktarılmış bir
ilim, yazılmış bir kitap, parıldayan bir nur,
ışıldayan bir ışık ve insanlar arasında hükmeden
bir emirle şüpheleri gidermek, apaçık delillerle delillendirmek,
mucizeleriyle sakındırmak ve cezalarla korkutmak için gönderdi. O zaman insanlar din ipini
koparan fitnelere düşmüştü.”[144]
19844. İmam Ali (a.s) Resulullah’a (s.a.a)
gusül verip techiziyle uğraşırken şöyle buyurmuştur: “Anam babam sana feda olsun ya
Resulellah! Başkasının vefatıyla kesilmeyecek olan
nübüvvet haberleri ve göklerden gelen hükümler senin vefatınla kesildi.
Senin
vefatının bir özelliği vardır; senin ölümünün musibetine
düçar olanlar başka musibetleri unuttular ve herkes aynı şekilde
senin ölümünün musibetinde yasa büründü... Anam babam sana feda olsun!
Rabbi’nin katında bizi hatırla, bizi unutma!”[145]
19845. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! En değerli rahmetini
ve aşkın bereketini, kulun ve elçin Muhammed’e özgü kıl ki o
kendinden önce gelip geçen peygamberlerin sonuncusu, kilitlenmiş
şeyleri açan ve hakkı hakk ile aşikar kılandır... Allah’ım! (rahmet ve ihsan) gölgende ona
geniş, ferah bir yer ver, fazlından kat kat hayırlar nasib et.
Allah’ım! Onun binasını (önceki) bina yapanların
binasından (onun dinini, önceki dinlerden) yüce kıl, nezdinde
derecesini değerli kıl. Nurunu tamamla, risaletini kabulüne
karşılık olarak tanıklığını kabul et.
Adalet mantığının sahibinin ve hak-batılı
ayıran peygamberin sözünü makbul, rızana uygun kıl.”[146]
19846. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben Muhammed’in (s.a.a) kölelerinden bir
köleyim.”[147]
bak. 3819. Bölüm
19847. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah onu insanlar şaşkınlık içinde
delalete düşmüşken gönderdi. Fitneye dalmışlar, heva ve
hevesleri onları azdırmıştı. Kibirleri
ayaklarını kaydırmıştı.”[148]
19848. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dalalet karanlığından
sonra ülkeleri onunla aydınlattı. Her şeye galip gelip
kuşatan cehaleti, sınır tanımayan zulmü, cefayı onunla
giderdi. İnsanlar haramları helal sayıyor, alimlerini hor
görüyor, ilahi şeriatten habersiz yaşayıp küfür üzere
ölüyorlardı.”[149]
19849. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah, onu hiç bir dikili işaretin
kalmadığı, hiç bir aydınlatıcı meşalenin
olmadığı ve apaçık bir yolun bulunmadığı bir
zamanda göndermiştir.”[150]
19850. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah onu, insanların fitne
kargaşalığı içerisinde bulunduğu,
şaşkınlık dalgalarının
dalgalandığı, helaket gemlerinin kendilerini yönlendirdiği
ve kalplerini sapıklık kilitlerinin kilitlediği bir dönemde
gönderdi.”[151]
19851. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onu hidayet nişanelerinin
yıprandığı, dinin yollarının yok olduğu bir
dönemde göndermiştir. O da, hakkı aşikar kılmış,
halka nasihat etmiştir.”[152]
19852. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Muhammed’i (s.a.a) gönderdiği vakit
Araplar içinde ne bir kitap okuyan vardı, ne bir peygamberlik iddia eden.
(Daha sonra) Peygamber onlara kılavuzluk etti. Onları
yurtlarına yerleştirdi ve onları kurtuluş yerlerine
ulaştırdı.”[153]
19853. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah Muhammed’i
(s.a.a) gönderdiğinde, Araplar arasında ne bir kitap okuyan, ne
nübüvvet iddiasında bulunan ve ne de vahiy geldiğini söyleyen
vardı. O, kendisine itaat edenlerle beraber, isyan edenlere
karşı savaştı ve onları ölüm gelip çatmadan
kurtuluşlarının olduğu yere sevk etti.”[154]
19854. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yeryüzü ehli o gün çeşitli dinler,
dağınık istekler ve farklı yollara yönelmişlerdi.
Kimisi Allah’ı yaratıklarına benzetmiş, kimisi isminde
ilhada düşmüş (müsemmanın hakikatinde yanılgıya
düşmüş) kimisi de başkasına işaret etmişti.
(şirk koşmuştu.) Böylece Allah Peygamber vasıtasıyla
onları hidayete erdirdi ve onları cehaletten kurtardı.”[155]
19855. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onu, (Hz. Muhammed’i) resullerin yollanmasına ara
verildiği, ümmetlerin uzun gaflet uykusuna dalıp gittiği,
sağlamlığın çözüldüğü bir zamanda gönderdi.”[156]
19856. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onu, peygamberlerin arasının
kesildiği bir zamanda; ümmetlerin cehalete düştüğü, amellerinde
büyük yanılgılar içinde oldukları bir dönemde gönderdi.”[157]
19857. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah onu (Muhammed’i,) Peygamberlerin gönderilmediği
bir dönemde ve farklı söylemlerin çatıştığı bir
zamanda göndermiştir. Kendisini peygamberlerin peşinden
göndermiş ve onunla vahyini sona erdirmiştir.”[158]
19858. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onu, elçilerini gönderdikten bir zaman
sonra, ümmetlerin uzun uykular ve büyük fitneler içinde, işlerin
darmadağın, savaş ateşinin tutuşmuş, dünya
nurunun kararmış, aldatışların apaçık olduğu
bir çağda gönderdi. Dünyanın yaprağı sararmış,
meyvesinden ümit kesilmişti.”[159]
19859. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala Muhammed’i alemleri uyarmak ve indirdiği
hükümleri emin bir halde korumak için gönderdi. Siz Arap toplumu en kötü bir
din üzereydiniz ve en kötü bir yeri yurt/ev edinmiştiniz. Sarp taşlar/kayalar
ve (seslerden ürkmeyen) zehirli yılanlar vardı çevrenizde/yörenizde.
Bulanık/pis sular içiyor, (kertenkele, hurma çekirdeğinden
yapılan un gibi) sert şeyler yiyor, birbirinizin kanını
döküyor, yakınlık hakkını gözetmiyordunuz.
Putlarınız aranızda dikilmişti.”[160]
19860. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sonra münezzeh olan Allah dünyanın yok olmaya
yaklaştığı, ahiretin doğmak üzere olduğu bir
zamanda Muhammed’i (s.a.a) hak ile gönderdi. Dünya, aydınlıktan sonra
karanlığa bürünmüş, ehline zorluk diz boyu yükselmiş,
güvenliği şiddete dönmüş, viran oluşu
yaklaşmış, ömrü sona ermiş, yok oluş nişaneleri
aşikar olmuştu.”[161]
Kur’an:
“Şahit olarak hangi şey daha büyüktür”
de.” Allah benimle sizin aranızda şahittir. Bu Kur’an bana, sizi ve
ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu; Allah’la
berâber başka ilahlar bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz?”
de.”Ben şahadet etmem” de.”O ancak tek ilahtır, doğrusu ben
ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” de.”[162]
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve
uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu
bilmez.” [163]
“De ki: “Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin
ve yerin hükümranı, O’ndan başka ilah bulunmayan, dirilten ve öldüren
Allah’ın, hepiniz için gönderdiği Peygamber’iyim. Allah’a ve okula
gitmeyen haber getiren Peygamber’ine iman edin; ona uyun ki doğru yolu
bulasınız.” [164]
“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik.” [165]
“Şirk koşanlar hoşlanmasa da,
dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamber’ini doğru yol ve
hak dinle gönderen Allah’tır.”[166]
19861. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkime Kur’an ulaşırsa ben
onun vesilesiyle onunla yüz yüze konuşmuş gibiyim. Peygamber daha
sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Bu Kur’an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri
uyarmam için vahyolundu.”[167]
19862. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben, beni hayattayken gören ve benden
sonra doğan kimselerin Peygamberiyim.”[168]
19863. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben bütün insanlara gönderildim.
Peygamberler silsilesi benimle sona erdi.”[169]
19864. “Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benden
önce her Peygamber kavminin diliyle ümmetine gönderilmiştir. Ama Allah
beni Arapça dille, siyah ve beyaz herkese göndermiştir.”[170]
19865. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Önceki Peygamberlerden hiç birine
verilmeyen beş şey bana verilmiştir… Ben siyah, beyaz ve
kızıl insanlara gönderildim.”[171]
19866. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebareke ve Teala, Nuh,
İbrahim, Musa ve İsa’nın (a.s) şeriatlerini Muhammed’e
(s.a.a) vermiştir ve onu siyah, beyaz insanlara ve cinlere
göndermiştir.”[172]
19867. Allah Resulü (s.a.a) hicri
altıncı yılın Zilhicce ayında Hudeybiye’den dönünce
padişahların yanına elçiler gönderdi, onlar için mektup
yazdı ve onları İslam’a davet etti. Peygamber’e şöyle
arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Padişahlar mühürsüz mektubu
okumazlar.” Allah Resulü (s.a.a) o gün bir gümüş yüzük ve
taşını temin etti. Üzerine üç kelime Muhammed Allah’ın Resulüdür
yazısını kazıdı. Onunla mektupları mühürledi.
Altı elçi bir günde (Medine’den) dışarı çıktılar
ve bu hicri yedinci yılın
Muharrem ayında idi. Elçilerden her biri Allah Resulü’nün kendilerini
gönderdiği topluluğun diliyle konuşuyorlardı.
Allah Resulü’nün
(s.a.a) gönderdiği ilk elçi Amr b. Umeyye Zemri idi. Peygamber onu iki
mektupla Neccaşi’ye gönderdi. O mektupların birinde Peygamber
Neccaşi’yi İslam’a davet etti ve kendisi için Kur’an’dan ayetler
yazmış idi. Neccaşi Allah Resulü’nün (s.a.a) mektubunu aldı,
gözlerine sürdü, tevazu göstermek için tahtından indi, müslüman oldu,
Kelime-i Şehadeteyn’i (La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah) diliyle
ifade etti ve şöyle dedi: “Eğer huzuruna gidebilseydim, kesinlikle
giderdim.” Daha sonra hakkı onayladığını ve Cafer b.
Ebi Talib’in vasıtasıyla müslüman olduğunu ve alemlerin Rabbi
olan Allah’ın karşısında boyun eğdiğini ifade
eden bir mektubu yazıp Allah Resulüne (s.a.a) gönderdi. İkinci
mektupta ise Resulullah (s.a.a) Neccaşi’ye Ebu Süfyan b. Harb’ın
kızı Ümmü Habibe’yi kendisiyle evlendirmesini istemişti. Ümmü
Habibe’de kocası, Ubeydullah b. Cayş Esedi ile birlikte
Habeşistan’a hicret etmişti. Ubeydullah ise Habeşe’de
Hıristiyan olmuş ve orada vefat etmişti. Resulullah (s.a.a)
hakeza Neccaşi’ye Habeşistan’da olan ashabının geri
dönüşü için gerekli imkanları sağlamasını ve
onları geri göndermesini istemişti. Neccaşi de emir gereği
Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibeyi Allah Resulü ile evlendirdi.
Onun için dörtyüz dinar mehir tayin etti. Peygamberin ashabının
dönüşü için gerekli imkanları sağladı. Onları Amr b.
Ummeyye Zemri ile birlikte iki gemi vesilesiyle geri gönderdi. Daha sonra Fil
dişinden yapılmış bir sandık istedi. Allah Resulü’nün
(s.a.a) her iki mektubunu da içine koydu ve şöyle dedi: “Bu iki mektup
Habeşistan’da olduğu müddetçe hayır ve bereket içinde
olacaktır.”[173]
19868. Resulullah (s.a.a) altı elçisinden
biri olan Dihye b. Halife Kelbi’yi Kayser’e doğru onu İslam’a davet
etmesi için gönderdi. Peygamber Dihye’ye bir mektup verdi ve ona o mektubu
Kayser’e teslim etmesi için Busra komutanına vermesini emretti ve Dihye
mektubu Bursa komutanına iletti. O da o mektubu Kayser’e verdi. O gün
Kayser, Hims bölgesindeydi ve de Rumlular İran’a galip geldiği
taktirde yalın ayak Konstantiniye’den İrma’ya (Beyt’ul-Mukaddes’e)
gideceğine dair adakda bulunmuştu. Kayser mektubu okudu ve Hims
bölgesindeki tapınakta kendisiyle birlikte bulunan Rum büyüklerine
şöyle dedi: “Ey Rum büyükleri! Kurtuluşa ve hidayete erişmeyi,
hükümdarlığınızın sağlam kalmasını ve İsa
b. Meryem’in emrine itaat etmiş olmanızı ister misiniz?” Rum
büyükleri şöyle dediler: Ey padişah! Ne yapmamaız gerekir?
Kayser şöyle dedi: “Bu Arap Peygambere tabi olunuz.” Ravi şöyle
diyor: “Onlar merkep yavruları gibi ürktüler, ortalığı
velveleye verdiler, Haçı yükselttiler, Harkıl, onlardan bu tepkiyi
görünce İslam’a teslim olmaktan ümidini kesti, kendi canı ve hükümeti
hakkında tehlike hissine kapıldı. Bu yüzden onları
sakinleştirerek şöyle dedi: “Sizlere dediğim şey gerçekte
sizlerin dininizde bağlılığınızı denemek
içindi ve sizlerin istediğim gibi olduğunuzu gördüm.” Bu esnada onlar
Kayser’in karşısında secdeye kapandılar.[174]
19869. Peygamber altı elçisinden biri olan
Abdullah b. Huzafe Sehni’yi Kisra’yı İslam’a davet etmek için bir
mektupla birlikte ona gönderdi. Abdullah şöyle diyor: “Allah
Resulü’nün (s.a.a) mektubunu Kisra’ya teslim ettim. Mektubu kendisine
okuduklarında mektubu alıp yırttı. Bu haber Allah Resulüne
(s.a.a) ulaşınca Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ım!
Hükümdarlığını yık” Kisra Yemen’deki varisi Bazan’a
bir mektup yazarak, hızlı binicilerden iki kişiyi, Hicaz’daki bu
kimsenin (Peygamber’in) yanına göndermesini ve ondan kendisine haber
getirmesini emretti. Bazan’da kahramanlarından birini bir mektup
eşliğinde başka birisiyle birlikte gönderdi. O ikisi Medine’ye
girince Bazan’ın mektubunu Peygamber’e (s.a.a) verdiler. Allah Resulü
(s.a.a) tebessüm etti ve orada titreyen bu iki elçiyi İslam’a davet etti
ve şöyle dedi: “Bugün gidiniz ve yarın geliniz ki size gerekli olan
şeyi söyleyeyim.” Ertesi gün o ikisi Peygamber’in yanına geldiler.
Peygamber onlara şöyle buyurdu: “Efendinize söyleyin ki benim rabbim dün
geceden yedi saat geçtikten sonra onun rabbi olan Kisra’yı öldürdü” O gece
hicri yedinci yılın, Cemadi’ul-Evvel ayınn onuncu günü olan
Salı günüydü. Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: “Allah-u Teala Hüsrev’in
oğlu Şireveyh’i ona galip getirdi ve o da Hüsrev’i öldürdü.” O iki
elçi bu haberle Bazan’ın yanına geri döndüler. Böylece Bazan ve
Yemen’de bulunan tüm İranlılar müslüman oldular.”[175]
19870. Allah Resulü (s.a.a) altı elçiden
biri olan Hatib b. Ebi Belte’a Lehmi’yi bir mektup eşliğinde
İskenderiye’nin hakimi ve Kıbtilerin büyüğü olan Mukavkis’e
gönderdi. Hatib, mektubu Mukavkise verdi. Mukavkis onu okudu ve hatip ile güzel
bir şekilde konuştu. Mektubu fil dişinden bir sandığa
koydu. Ağzını mühürledi ve onu cariyesine verdi. Allah Resulü’ne
(s.a.a) ise şöyle yazdı: “Henüz bir Peygamber’in baki
kaldığını biliyordum, ama onun Şam’da zuhur
edeceğini sanıyordum. Senin elçine ikramda bulundum. Şimdi de
kıbtiler arasında yüce makamı olan iki cariyeyi, bir elbiseyi ve
binmen için de bir katırı hediye olarak sana gönderiyorum.” O başka bir şey yazmadı ve
Müslüman olmadı. Allah Resulü (s.a.a) Mukavkis’in hediseyini kabul etti.
Cariyelerden biri Resulullah’ın oğlu İbrahim’in annesi olan
Mariye, diğeri ise Mariye’nin kız kardeşi Sirin’in idi.
Peygamber bu iki cariyeyi kabul etti. Gönderdiği merkep de o zamanlar
araplar arasında eşi olmayan bir katır idi ve o da düldül idi.
Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu: “Bu aşağılık
kimse, padişahlığına tamahlandı. Oysa onun
padişahlığı çok sürmeyecektir.” Hatip şöyle diyor:
“Mukavkis beni saygıyla ağırladı, beni sarayında
bekletmedi ve ben onun yanında sadece beş gün kaldım.”[176]
19871. Resulullah (s.a.a) diğer altı
elçiden biri olan Şuca’ b. Veheb Esedi’yi bir mektup eşliğinde
İslam’a davet etmesi içni Haris b. Şimr Gessani’ye gönderdi.
Şuca’ şöyle diyor: “Gavtat-i
Dimeşk’te bulunan Haris’in yanına gittim. O Hins bölgesinden
İlya’ya gelmek isteyen Kayser’i karşılamaya
hazırlanıyordu. Ben iki ve üç gün sarayında bekledim. Daha sonra
kapıcısına şöyle dedim: “Ben Allah Resulü’nün (s.a.a)
Haris’e gönderdiği elçiyim.” O şöyle dedi: “Dışarı
çıkacağı falan güne kadar ona ulaşamazsın.” Rum
ehlinden olan ve adı Mera olan kapıcısı benden Allah Resulü
hakkında sorular sordu. Ben de ona Allah Resulü’nün özelliklerini ve davet
ettiği dini anlattım. O bundan çok etkilenerek ağladı ve
şöyle dedi: “Ben İncil’i okudum, şu anda da bu Peygamber’in
özelliklerini aynen görüyorum. Ben ona iman ettim ve onu tasdik ediyorum. Ama
Haris’in beni öldüreceğinden korkuyorum. Mera bana ikramda bulundu, beni
sıcak bir şekilde ağırladı. Haris içeriden
dışarı çıktı. Tahtına oturdu, başına
tacını koydu, daha sonra içeri girmem için bana izin verdi. Ben Allah
Resulü’nün mektubunu ona teslim ettim. O mektubu okudu, daha sonra onu
fırlatarak şöyle dedi: “Kim benden hükümdarlığı
alabilir. Ben ona doğru gideceğim. Eğer Yemen’de de olsa onun
yanına varacağım.” O bir takım hayaller kurarak ayağa
kalktı, atlara nal vurulmasını emretti ve daha sonra şöyle
dedi: “Bu gördüklerini efendine haber ver.” O Kayser için mektup yazdı.
Benim gelişimi ve bu konuda aldığı kararı ona iletti.
Kayser de ona cevap olarak şöyle dedi: “Ona (Peygambere) doğru
hareket etme. Bu işten vaz geç ve
İlya’ya benim yanıma gel.” Haris’in mektubunun cevabı gelince
beni istedi ve şöyle dedi: “Ne zaman efendinin yanına dönmek
istiyorsun?” Ben, “Yarın” dedim. Haris bana yüz miskal altın
vermelerini emretti. Mera yanıma geldi ve bana bir miktar harçlık ile
bir elbise vermelerini emreti ve şöyle dedi: “Benim selamımı
Allah Resulüne (s.a.a) ilet. Ben Allah Resulü’nün yanına vardım,
konuyu kendisine ilettim. Peygamber şöyle buyurdu:
“Hükümdarlığı yok olsun.” Hakeza Mera’nın
selamını ve konuştuğu sözleri kendisine ilettim. Peygamber
şöyle buyurdu: “O doğru demiştir” Haris b. Ebi Şimr
Mekke’nin fethedildiği yıl öldü.”[177]
19872. Kayser’in Amman’daki valisi olan Ferve b.
Amr Cüzami Belka bölgesinden idi. Allah Resulü (s.a.a) ona hiçbir bir mektup
yazmadı. Ama o kendisi müslüman oldu. Müslüman olduğuna dair Allah
Resulüne (s.a.a) bir mektup yazdı ve onu hediyelerle birlikte kendi
kavminden biri olan Mes’ud b. Sa’d vasıtasıyla gönderdi. Allah Resulü
(s.a.a) mektubunu okudu, hediyesini kabul etti. Mektubuna cevap yazdı.
Mes’ud b. Sa’d’a on iki buçuk Ukiyye, yani beşyüz dirhem
bağışta bulundu.[178]
19873. Allah Resulü (s.a.a) altı elçiden
biri olan Selit b. Amr Amiri’yi bir mektup ile birlikte İslam’a davet
etmek için Hevze b. Ali Hanefi’ye gönderdi. Selit onun yanına vardı.
Hevze onu ağırladı, misafir etti, ona bağışta
bulundu. Peygamberin mektubunu okudu, Felit’e açık bir cevap vermedi ve
Peygambere (s.a.a) şöyle bir mektup yazdı: “Davet ettiğin
şey çok iyi ve güzeldir. Ben kavmimin şairi ve hatibiyim. Araplar
benim makamıma saygı göstermektedir. O halde benim için bölgede bir
vali tayin et, ona tabi olayım.” O Selit’e ödül verdi. Hecer
kumaşından elbiseler giydirdi, Selit onların tümünü Peygamber’in
huzuruna getirdi, sözlerini Peygamber’e ulaştırdı. Peygamber
(s.a.a) Hevze’nin mektubunu okudu ve şöyle buyurdu: “Eğer benden bir
olgunlaşmamış hurma tanesi miktarınca toprak dahi isterse
ona vermeyeceğim. O ve sahip olduğu herşey yok olsun!”
Peygamber, Mekke fethinden dönünce Cebrail ona Hevze’nin öldüğünü haber
verdi.”[179]
19874. Ebu Süfyan şöyle diyor: “Şam’da
olduğum zaman Allah Resulü’nden (s.a.a) Herkil’e bir mektup getirildi.
Herkil şöyle dedi: “Bu Peygamber olduğunu söyleyen şahsın
kavminden olan bir kimse burada var mıdır?” Oradakiler, “Evet”
dediler. Ebu Süfyan daha sonra şöyle diyor: “Ben ve Kureyş’ten birkaç
kişi davet edildik. Herkil’in yanına varınca o beni
karşısında oturttu. Benimle beraber olanları da arkama
oturttu...
Daha sonra mütercimine
şöyle dedi: “Ona Peygamber’in hasep ve nesebinin nasıl olduğunu
sor.” Ben şöyle dedim: “O bizim aramızda haseb ve neseb sahibi bir
kimsedir.” Herkil şöyle dedi: “Onun babalarından padişah olan
var mıdır?” Ben, “Hayır” dedim. Herkil şöyle sordu:
“Nübuvvet iddiasında bulunmadan önce onu yalancılıkla itham
ettiniz mi?” Ben, “hayır” dedim. O şöyle dedi: “Ona kimler tabi
olmaktadır. Eşraf takımı mı yoksa düşük insanlar
mı?” Ebu Süfyan şöyle diyor: “Ben şöyle dedim: “Düşük
kimseler ona tabi olmaktadır.” O şöyle sordu: “Günden güne
onların sayısı artmakta mıdır yoksa azalmakta
mıdır?” Ben şöyle dedim: “Hayır, aksine hergün
artmaktadır.” O şöyle sordu: “Herhangi bir kimse onun dinini kabul
ettikten sonra, onun gazabından veya hoşnutsuzluğundan ötürü
dinini terk etmiş midir?” Ben, “hayır” dedim. O şöyle dedi:
“Onunla savaştınız mı? Ben “evet” dedim. O şöyle dedi:
“Sizin onunla savaşınız nasıl olmuştur?” Ben
şöyle dedim: “Bizimle onun arasında bir çok şiddetli
savaşlar olmuşur. O bizden öldürdü, biz de ondan öldürdük.” O
şöyle sordu: “O hıyanet ve vefasızlık göstermekte midir?”
Ben şöyle dedim: “Biz onunla birlikte olduğumuz müddetçe ondan bir
şey görmedik…” Herkil şöyle sordu: “Ondan daha önce hiç kimse böyle
bir iddiada bulunmuş mudur?” Ben şöyle dedim: “Hayır…”
Herkil şöyle dedi:
“Eğer onun hakkında dediğin doğruysa şüphesiz ki o
Peygamberdir. Ben onun zuhur edeceğini biliyordum. Ama sizden
olacağını tahmin etmiyordum. Eğer benim için mümkün
olsaydı, onu görmeyi isterdim. Eğer onun yanına gitseydim,
ayaklarını yıkardım. Onun hükümdarlığı
ayaklarımın altında olan yere kadar ulaşacaktır.” Ebu Süfyan
şöyle diyor: “Herkil daha sonra Allah Resulü’nün (s.a.a) mektubunu istedi.
Onu şu şekilde okudu: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın
adıyla! Allah’ın Resulü Muhammed’den Rum büyüğü Herkil’e! Selam
olsun hidayete tabi olan kimseye… Ben seni İslam’a davet ediyorum.
Müslüman ol ki esenlik içinde kalasın. İslam’ı kabul et ki Allah
sana kat kat mükafat versin. Eğer kabul etmezsen, halkının
günahı da senin boynunadır. “Ey kitap ehli! Bizimle sizin
aranızda ortak olan kelimeye gelin. O da şudur ki: “Allah’tan
başkasına ibadet etmeyelim ve ona hiçbir şeyi ortak
koşmayalım.”[180]
Mektubu sona erdirince sesler yükseldi. Her tarafta
fısıldaşmalar oldu. Bunun üzerine bizi yanından
çıkarmalarını emretti. Dışarı çıkınca
benimle birlikte gelenlere şöyle dedim: “Ebu Kebşe’nin oğlunun
(Peygamber’in) işi büyüdü.”[181]
19875. Dihye-i Kelbi şöyle diyor: “Allah
Resulü beni bir mektupla birlikte Kayser’e gönderdi. O Papaz’a mesaj gönderdi,
Muhammed’in (s.a.a) haberini ve mektubunu ona iletti. Şöyle dedi: “Bu
gelişini beklediğimiz Peygamberdir, İsa b. Meryem onun
gelişini müjdelemiştir.” Papaz şöyle dedi: “Ben ona iman
ediyorum ve ona tabi oluyorum.” Kayser de şöyle dedi: “Ama eğer bende
bu işi yaparsam, padişahlığım ortadan kalkar.” O daha
sonra şöyle dedi: “Onun kavminden burada olan birini yanıma getirin
ki onun hakkında bir takım sorular sorayım.” Ebu Süfyan ve Kureyş’ten
olan bir grup daha önce ticaret için Şam’a girmişlerdi, Kayser
onları çağırttı ve şöyle dedi: “Sizden ona en
yakın akrabası olan yanıma gelsin.” Ebu Süfyan yanına
vardı, Kayser ona şöyle dedi: “Ben Peygamber olduğunu söyleyen
bu kimse hakkında sana bir takım sorular sormak istiyorum.” Daha
sonra Ebu Süfyan’ın yanında olan şahıslara şöyle dedi:
“Eğer o yalan cevap verirse, siz yalan olduğunu söyleyin.” Ebu Süfyan
şöyle diyor: “Eğer yanımdakilerin beni yalanlamasından
korkmasaydım, Herkil’e gerçeklerin aksini söylerdim.” Herkil şöyle
dedi: “Onun nesebi ve aile durumu sizin aranızda nasıldır?” Ben,
“muteberdir” diye cevap verdim. O şöyle dedi: “Sizden başka biri de
bu iddiada bulunmuş mudur?” Ben, “Hayır” dedim. O şöyle sordu:
“Onu daha önce yalancılıkla ittiham ettiniz mi?” Ben, “hayır”
dedim. O şöyle sordu: “Kavmin büyükleri ve eşraf takımı
mı ona uymaktadır, yoksa sıradan insanlar mı?” Ben,
“sıradan düşük insanlar” dedim. O şöyle sordu:
“Sayıları çoğalıyor mu yoksa azalıyor mu?” Ben,
“Artıyor” dedim. O şöyle sordu: “Hiç kimse ondan hoşnut
olmadığı sebebiyle dininden dönüp mürted olmuş mudur?” Ben,
“Hayır” dedim. O şöyle sordu: “Hıyanet ve vefasızlık
göstermiş midir?” Ben, “Hayır” dedim. O şöyle sordu: “Sizler
onunla savaştınız mı?” Ben, “Evet” dedim. O şöyle
sordu: “Sizin onunla savaşınız nasıl olmuştur?” Ben
şöyle dedim: “Çok şiddetli olmuştur, bazen o galip
gelmiştir. Bazen de biz.” Herkil şöyle dedi: “Bu nübuvvetin
nişanesidir” Daha sonra şöyle sordu: “Size neyi emrediyor?” Ben
şöyle dedim: “Bize, sadece Allah’a ibadet etmemizi, ona hiçbir şeyi
şirk koşmamamızı emretmektedir. Bizi,
babalarımızın taptığı şeylerden alı
koymaktadır. Bizlere namaz, oruç, iffet, doğruluk, emanete riayet ve
ahde vefayı emretmektedir.” Herkil şöyle dedi: “Bu Peygamberin özelliklerindendir,
ben onun zuhur edeceğini biliyordum. Ama sizden biri
olacağını tahmin etmiyordum. Çok yakında iki
ayağımın altındaki yerlere de sahip olunacaktır.
Eğer yanına gidebilseydim, şüphesiz onu görmeye
koşardım. Eğer yanında olsaydım, ayaklarını
yıkardım.” Hıristiyanlar, onu öldürmek için Papaz’ın
yanına toplandılar.” Herkil şöyle dedi: “Efendinin yanına
git, ona selamını söyle ve ona bildir ki ben Allah’tan başka
ilah olmadığına ve Muhammed’in onun elçisi olduğuna
tanıklık ediyorum. Hırsitiyanlar benim bu işimden
dolayı gazaplandılar.” Herkil daha sonra Hıristiyanların
arasına gitti, onlar da onu öldürdüler.”[182]
19876. Allah Resulü (s.a.a) Rum imparatoruna
şöyle bir mektup yazdı: “Rahman ve rahim
olan Allah’ın adıyla! Allah’ın Resulü, kulu ve elçisi Muhammed’den
Rum büyüğü Herkil’e! Selam doğru yola tabi olanlara olsun. Ben seni
İslam’a davet ediyorum. İslam’ı kabul et ki güvenllikte
olasın, Müslüman ol ki Allah ecrini kat kat versin. Eğer kabul
etmezsen halkının günahı da senin boynunadır. Ey kitap ehli!
Bizim ve sizin aranızda ortak olan kelimeye gelin! Bu kelimede Allah’tan
başkasına ibadet etmememiz ve ona hiçbir şeyi ortak
koşmamamızdır. Bizden biri diğerini Allah yerine ilah
edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Şahit olun ki biz
Müslümanız.”[183]
19877. İbn-i Mehdi Metamiri’nin Mecalis
Adlı kitabında yazdığı üzere Allah Resulü (s.a.a)
Kisra’ya şöyle bir mektup yazdı: “Allah
Resulü Muhammed’den Kisra b. Hermezd’e! İslam’ı kabul et ki güvenlik
içinde olasın. Aksi taktirde Allah’a ve Resulüne karşı
savaş ilan et. Doğru yola tabi olanlara selam olsun.” Mektup Kisra’ya
ulaşınca o mektuba itinasızlık göstererek yırttı
ve şöyle dedi: “Beni dinine davet eden ve adını benim
adımdan önce yazan bu kimse kimdir?” O Peygamber’e bir avuç toprak
gönderdi: “Peygamber de ona şöyle buyurdu: “Allah mektubumu
yırttığı gibi onun padişahlığını
da yok etsin. Biliniz ki çok geçmeden onun saltanatı
dağılacaktır. O benim için bir avuç toprak göndermiştir. Biliniz
ki çok geçmeden onun topraklarını ele geçireceksiniz.”[184]
19878. Muhammed b. İshak şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) Abdulalh b. Hüzafe b. Kays’ı İran padişahı Kisra b.
Hürmüz’e gönderdi ve ona şöyle yazdı: “Rahman ve Rahim olan
Allah’ın adıyla! Allah Resulü Muhammed’den İran büyüğü
Kisra’ya! Doğru yola tabi olanlara selam olsun! Allah’a ve onun elçisine
iman et… Ben seni aziz ve celil olan Allah’a davet ediyorum. Zira ben
Allah’ın tüm insanlara gönderdiği ve canlı olan herkesi uyarmak
ve kafirler için hak sözü açığa çıkarmak için gönderdiği
elçisiyim. O halde İslam’ı kabul et ki güvende olasın. Eğer
bundan sakınırsan, mecusilerin günahı da senin boynunadır.”[185]
19879. el-Herais ve’l-Ceraih adlı kitapta
şöyle yer almıştır: “Kisra
Hüsrev Seyf b. Zi Yezen’in geri kalan dostlarından biri olan Firuz-i
Deylemi’ye şöyle yazdı: “Adını benim adımdan önce
yazan, küstahça beni dinimden başkasına davet eden kimseyi benim
yanıma gönder.” Firuz Resulullah’ın (s.a.a) yanına geldi ve
şöyle dedi: “Benim rabbim seni onun yanına götürmemi emretmektedir.”
Allah Resulü şöyle buyurdu: “Benim Rabbim de bana, senin rabbinin dün
öldürüldüğünü haber vermiştir.” Bu esnada oğlu Şirveyh’in o
gece ona saldırdığı ve onu öldürdüğü haberi geldi.
Böylece Firuz ve beraberindekiler, İslam’ı kabul ettiler.
Yalancı Absi kıyam edince, Allah Resulü Firuz’u onu öldürmek için
gönderdi. Firuz da damdan yukarı çıkıp onun boynunu
sıktı ve onu öldürdü.”[186]
19880. Resulullah (s.a.a), Tihame
dağında toplanan, Kinane, Muzeyne, Hekem ve Kare kervanlarına
saldırıp yağmalayan ve Allah Resulü’nün (s.a.a) galibiyetinden
sonra da ona elçiler gönderen (yol kesici) bir gruba ve onlara uyan bir grup
köleye şöyle yazmıştır: “Rahman
ve rahim olan Allah’ın adıyla! Bu Allah’ın elçisi Muhammed’den
Allah’ın özgürlüğe kavuşmuş kölelerine! Eğer iman
eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, ferdi olarak kölelikten özgürdürler
ve onların efendisi Muhammed’dir. Herkim bir kabileden olursa, o kabileye
geri çevirilmez. Eğer boynunda bir kan varsa veya bir mal almışsa
kendisine aittir ve bağışlanır. Eğer halktan bir
alacakları varsa onlara geri çevirilir, onlara asla zulmedilmez. Onlar
Allah’ın ve Muhammed’in emanı altındadır. Selam olsun
sizlere.”[187]
19881. Enes şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) Kisra, Kayser, Neccaşi ve diğer hükümdarlara mektuplar yazdı.
Onları Allah’a teslimiyete davet etti. Bu Neccaşi, Allah Resulü’nün
(s.a.a) kendisine (öldüğünde gıyabında namaz
kıldığı) Neccaşi değildir.”[188]
19882. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) şu ayeti yazdı: “Bizimle sizin aranızda eşit
olan kelimeye gelin…”[189]
bak. El-Bihar,
20, 377, 21. Bölüm; Tebekat’ul Kubra, 1/258
504. Konu
en-Nübuvvet(4)
Nübüvet (4)
Peygamberimizin Sıfatları
F
Bihar, 16/194, 9. bölüm; Mekarim’ul-Ahlakihi ve Siruhu
ve Sünenih (s.a.a)
F
Bihar, 16/294, 10. bölüm; Mizahih ve Zihkih
F
Bihar, 16/299, 11. bölüm; Fezaluhu ve Hesaisuhu
(s.a.a)
F
Kenz'ul-Ummal, 12/451, el-Hesais
bak.
F
el-Hulk, 1102. bölüm; es-Sünnet, 1916. bölüm;
es-Silah, 1852. bölüm; el-Emsal, 3600-3603
19883. İmam Ali (a.s), Peygamberlerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah, peygamberleri en üstün
emanet yerlerine emanet etmiş, en hayırlı karar yerlerinde
kararlaştırmıştır... Sonunda şanı yüce olan
Allah’ın lütfü Muhammed’e (s.a.a) ulaştı. Onu en yüce kaynaktan,
en değerli ekin topraklarından; enbiyasını açığa
çıkardığı ve eminlerini seçtiği ağaçtan
çıkarmıştır. Soyu soyların, ailesi ailelerin,
şeceresi şecerecilerin en hayırlısıdır. Haremde
bitmiş, kerem ile yetişmiştir. O ağacın dalları
yüksektir ve (kötülüklerle) meyvesine erişilmez.”[190]
19884. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ailesi en hayırlı aile, soyu en iyi soydur.
Dalları düzgündür, meyveleri kolay toplanır. Doğduğu yer
Mekke, göçtüğü yer tertemiz Medine’dir. İsmi orada yücelip sesi orada
duyulmuştur.”[191]
19885. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben Muhammed b. Abdillah b.
Abdilmuttalib’im. Allah-u Teala yaratıkları yarattı, beni
onların en iyilerinde (sırtlarında) karar kıldı. Daha
sonra onları iki gruba ayırdı. Yine beni onların en iyi
grubunda karar kıldı. Sonra onları kabile kabile
kıldı. Beni de en iyi kabilelerde karar kıldı. Daha sonra
onları, hanedanlara ayırdı. Beni de en iyi hanedanda karar
kıldı. O halde ben hanedan açısından en
hayırlınız ve nefis açısından en iyinizim.”[192]
19886. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala
yaratıklarını yarattı, onları iki gruba
ayırdı. Beni en iyi grubta karar kıldı. Daha sonra
onları kabile kabile kıldı. Beni kabilelerin en iyisinde karar
kıldı. Daha sonra onları hanedanlara bölüştürdü. Beni de
onların en iyi hanedanında karar kıldı. O halde ben en iyi
kabileden ve en iyi hanedandanım.”[193]
19887. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ve yine şahadet ederim ki Muhammed de O’nun kulu ve elçisi,
kullarının efendisidir. Allah kullarını iki bölüğe
ayırdığında, peygamberini o iki bölükten en iyisinde karar
kılmıştır.”[194]
bak. 3775. Bölüm
Kur’an:
“Seni yetim bulup da barındırmadı
mı?”[195]
19888. Mecme’ul-Beyan’da şöyle
yeralmıştır: “Allah Resulü (s.a.a)
annesinin karnında iken babası vefat etti. Diğer bir görüşe
göre ise doğumundan az bir müddet geçtikten sonra değerli babası
vefat etti ve henüz iki yaşındayken annesi dünyadan göçtü. Sekiz
yaşındayken de dedesini kaybetti.”[196]
19889. İbn-i Abbas Allah’ın, “Seni
yetim bulup da barındırmadı mı?”
ayeti hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Gerçekte
o (peygamberi) bütün bir yeryüzünde ilklerden ve sonlardan hiçbir benzeri
olmaması sebebiyle yetim olarak adlandırılmıştır.
Bu yüzden de aziz ve celil olan Allah ona ihsan buyurduğu nimetlerini
anarak şöyle buyurmuştur: “Seni yetim bulup…” Yani yegane ve
eşsiz. “Sonra seni barındırdı.” Yani insanları
sana doğru çekti, onlara senin üstünlük ve değerini tanıttı
ve böylece onlar da seni tanıdılar.”[197]
19890. İmam Bakır veya İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Seni
yetim bulup da barındırmadı mı?”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yetim,
eşi olmayan kimse anlamındadır. Bu yüzden de inci tanesine
“yetime” denmektedir. Çünkü eşi yoktur.”[198]
19891. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah Peygamberi
Muhammed’e (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Seni yetim bulup da
barındırmadı mı?” Yani şöyle demektedir: “Seni
yegane (inci tanesi gibi) bulup da insanları sana doğru çekti.”[199]
19892. İmam Bakır veya İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Seni
yetim bulup da barındırmadı mı?”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
insanları sana doğru çekti.”[200]
Kur’an:
“Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?”[201]
19893. İmam Ali (a.s), Peygamberlerin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar, mustazaf bir topluluktu.
Allah onları açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara
uğratarak imtihan etti... Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç
sahibi kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf
gösterdi. Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan
bir yokluk verdi.”[202]
19894. İbn-i Şehraşub’un
el-Menakıb adlı kitabında şöyle yer
almıştır: “Peygamber zayıf
ve fakirlerin özelliklerine sahip biriydi. Bu özelliklerinden bir bölümü dahi
bir şahısta bulunacak olursa, işi perişan olurdu.
Peygamber, yetim, fakir, zayıf, yalnız ve garip idi. Ne bir kalesi
vardı, ne azameti, ne de şevketi. Ayrıca bir çok
düşmanı vardı. Bütün bunlara rağmen, yüce bir makama
erişti. Bu da onun nübuvvetinin nişanesi ve delili oldu. Kaba
bedeviler onun yüce yüzünü gördüklerinde şöyle diyorlardı: “Allah’a
yemin olsun ki bu yalancı bir kimsenin yüzü değildir.” Takip
altında olduğu zamanların zorlukları
karşısında direniyor, düşmanın savaş ve
yağmalarına uğradığı zamanların
zorlukları ve şiddeti karşısında da sabrediyordu. Dünyaya
asla itina etmiyor, ahirete rağbet ve iştiyak duyuyordu. Böylece onun
egemenliği sabit ve kalıcı oldu.”[203]
19895. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fakirlik benim iftiharımdır.”[204]
bak. 3830.
Bölüm, 19896. hadis; el-Fakr, 3222. Bölüm; ed-Dunya, 1224. Bölüm
Kur’an:
“Sen daha önce bir Kitaptan okumuş ve
elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl
söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.”[205]
“İşte sana da buyruğumuzla Cebrail’i gönderdik; sen
Kitab nedir, iman nedir önceleri bilmezdin, fakat biz onu,
kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola
eriştirdiğimiz bir nur kıldık.”[206]
19896. İmam Rıza (a.s), Hz. Muhammed’in
(s.a.a) nübuvvetini ispat etmek makamında çeşitli din
mensuplarıyla yaptığı tartışmalarında
şöyle buyurmuştur: “Nübuvvetinin
nişanelerinden biri de Peygamber’in yetim, fakir, çoban ve işçi
birisi olmasıdır. Peygamber ne bir kitap öğrenmiş, ne de
bir öğretmenin huzuruna gidip gelmiştir. Daha sonra kelime kelime
Peygamberlerin kıssalarını, geçmişlerin ve kıyamete
kadar gelecektekilerin haberlerini içinde bulunduran bir Kur’an
getirmiştir.”[207]
Bak. 3848. bmölüm, el-Bihar, 16/132-135
Kur’an:
“Şüphesiz
sen yüce bir ahlak üzeresin.”[208]
19897. İbn-i Şehraşub’un
Menakıb adlı kitabında şöyle yer almıştır: “Peygamber
(s.a.a) gönderilmeden önce Peygamberlerin sıfatlarından yirmi
sıfata sahipti. Eğer onlardan biri dahi bir şahısta
bulunsaydı, bu onun azametinin delili sayılırdı, nerede
kaldı ki bütün bunlara sahip olsun! Peygamber, emin, doğru, mahir,
asil, şerif, yüce makam sahibi, fasih, hayırsever, akıllı,
faziletli, ibadet ehli, dünyaya itinasız, cömert, kahraman
savaşçı, kanaatkar, mütevazi, halim, merhametli, gayretli,
sabırlı ve güzel geçimli idi.
Hiçbir müneccim, kahin ve gaypten haber veren kimselerle haşir neşir
olmamıştır.”[209]
19898. Enes şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) insanların en güzel huylusuydu.”[210]
19899. Aişe
kendisine Peygamber’in (s.a.a) evdeki ahlakı sorulunca şöyle
demiştir: “O
ahlak açısından insanların en güzeliydi, ne söver ne kötü bir
laf ederdi. Çarşı pazarda kalabalık etmez, kötülüğe
kötülükle karşılık vermezdi, aksine affeder ve (insanların
hatalarını) görmezlikten gelirdi.”[211]
19900. Ka’b’ul-Ahbar, Peygamber’in (s.a.a)
Tevrat’taki sıfatları hakkında sorulunca şöyle
demiştir: “Onu şöyle buluyoruz: “Muhammed b.
Abdillah… ne kötü dillidir, ne de sokak ve pazarda gürültü koparır!
Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine
bağışlar ve affeder.”[212]
19901. Ka’b’ul-Ahbar hakeza şöyle diyor: “Biz
Tevrat’ta şöyle okumaktayız: “Muhammed seçkin bir Peygamberdir; kaba
huylu değildir, sokak ve pazarda gürültü çıkarmaz, kötülüklere
kötülükle karşılık vermez, aksine bağışlar ve
affeder.”[213]
19902. Hasan şöyle diyor: “Peygamberin
(s.a.a) ashabından bir grup toplandılar ve şöyle dediler:
“Birini müminlerin annelerinden birinin yanına göndermemiz ve kendimize
örnek almak için Peygamberin (s.a.a) nerde nasıl
davrandığını sormamız, ne de iyi olurdu.” Onlar birini
birer birer onların yanına gönderdiler ve o gönderilen kimse,
onların tümünden şu cevabı getirdi: “Sizler Peygamberinizin
ahlakını soruyorsunuz. Onun ahlakı Kur’an’dır. Allah Resulü
geceleri namaz kılıyor ve hem de uyuyor, (gündüzleri) oruç tutuyor ve
hem de oruç tutmuyor ve ailesiyle yatıyordu.”[214]
19903. Ali’nin (a.s) çocuklarından biri olan
İbrahim b. Muhammed şöyle diyor: “Ali
(a.s) Peygamber’in (s.a.a) sıfatını beyan ederken şöyle
buyuruyordu: “O peygamberlerin sonuncusudur, insanların en çok
bağışlayanı, en kahramanı, en doğru sözlüsü ve
sözüne en bağlısı idi. Herkesten daha yumuşak huylu ve daha
yüce davranışlıydı. (Herkes önceden
anlaşmaksızın onu gördüğünde, heybeti herkesi sarıyor,
onunla oturup kalkan ve onu tanıyan kimse seviyor ve onu nitelendirmek
isteyen kimse şöyle diyordu: “Onun bir benzerini ne geçmişte ne de
şimdi gördük.”[215]
19904. Ayşe şöyle diyor: “Allah
Resulü iki iş arasında kaldığında onun en kolay
olanını seçiyordu ve bu da günahın olmadığı
durumda geçerliydi, ama eğer günah olsaydı, bütün insanlardan daha
çok ondan sakınırdı.”[216]
19905. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Peygamber kendisi için iki iş ortaya
çıktığında, mutlaka onun en zor olanını seçerdi.”[217]
19906. “Muhammed b. Hanefiyye şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) genelde hiçbir zaman
bir şeye hayır demezdi, onu yapmak istediğinde, “evet” diye
buyururdu. Eğer yapmak istemezse susardı ve neticede muhatabı
Peygamberin o şeye meyletmediğini anlardı.”[218]
19907. Aişe
(a.s) şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) insanların en yumuşak huylusu ve en
yüce olanıydı. O da sizin erkeklerinizden bir erkek gibiydi. Şu
farkla ki o sürekli gülümser ve tebessüm ederdi.”[219]
19908. İbn-i Şehraşub’un Menakib
adlı kitabında şöyle yer almıştır: “Peygamber
(s.a.a) Allah’ın zikriyle kalkıyor ve Allah’ın zikriyle
oturuyordu.”[220]
19909. Abdullah b. Haris şöyle diyor: “Ben
Allah Resulü kadar dudaklarında tebessüm olan başka kimseyi
görmedim.”[221]
19910. Said-i Mekburi şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) bir iş yapmak istediğinde onu sürekli
kılıyordu. Onu bir defa yapıp sonraki defalar yamamazlık
etmezdi.”[222]
19911. Ata b. Yesar şöyle diyor: “Cebrail
Mekke şehrinin üst bölgesinde sırtını dayayıp yemek
yediği bir halde Peygamber’in (s.a.a) yanına vardı ve şöyle
dedi: “Ey Muhammed! Şahlar gibi yemek yiyorsun.” Daha sonra Allah Resulü
doğru oturdu.”[223]
19912. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
Resulullah’ı gönderdiği zamandan beri sırtını dayayarak
yemek yemedi ve sultanlar gibi olmayı sevmedi ve biz de bu işi
yapamayız.”[224]
19913. İmam Ali (a.s), Peygamber’in (s.a.a)
niteliği hakkında şöyle buyurmuştur: “O, el açısından insanların en
cömerdi, yürek açısından insanların en kahramanı, dil
açısından insanların en doğru söyleyeni, zimmet
açısından insanların en vefalısı, huy
açısından insanların en yumuşağı,
davranış açısından insanların en yücesi idi. Onu ilk
defa gören kimse heybetine kapılır, onunla birlikte olan kimse, onu
tanır ve severdi. Onun bir benzerini, ne önce ne de sonra gördüm.”[225]
19914. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir şahıs Allah Resulü’nün
(s.a.a) yanına geldi. Peygamber’in elbisesinin eskiyip pörsüdüğünü
görünce ona oniki dirhem takdim etti.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ey Ali!
Bu dirhemleri al, bu paralarla giymem için bana bir elbise al.” Ali (a.s)
şöyle buyuruyor: “Ben pazara gittim ve kendisine on iki dirhemlik bir
elbise alarak Peygamber’in (s.a.a) huzuruna getirdim. Peygamber ona baktı
ve şöyle buyurdu: “Ey Ali! Eğer başka bir gömlek olsaydı,
daha çok severdim. Sahibinin onu geri alacağını düşünüyor
musun?” Ben, “bilemiyorum” diye arzettim. Peygamber şöyle buyurdu: “Git ve
gör bakalım.” Ben de gömleği satan kimsenin yanına gittim ve
şöyle dedim: “Allah Resulü (s.a.a) bundan hoşlanmadı ve
başka bir gömlek istemektedir. O halde bunları bizden geri al.”
Satıcı kimse dirhemleri bana geri verdi, ben de onları Allah
Resulüne (s.a.a) geri getirdim. Peygamber Ali ile birlikte gömlek almak için
pazara gitti. Yolda kenarda oturan ve ağlayan bir cariye gördü. Resulullah
(s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Sana ne oldu?” Cariye şöyle dedi: “Ey
Allah Resulü! Ailem bana kendileri için bir şey almak üzere dört dirhem
para verdi, ama bu dirhemleri kaybettim ve onların yanına geri dönmeye
cesaret edemiyorum. Allah Resulü (s.a.a) ona dört dirhem verdi ve ona
şöyle buyurdu: “Ailenin yanına geri dön.” Daha sonra Resulullah
(s.a.a) pazara gitti ve kendine dört dirhemlik bir gömlek aldı, onu giydi,
aziz ve celil olan Allah’a şükretti ve pazardan dışarı
çıktı. Orada çıplak olan ve şöyle diyen birini gördü:
“Herkim beni giydirirse, Allah da ona cennet elbiselerini giydirsin.”
Resulullah (s.a.a) aldığı gömleği çıkardı ve o
fakire giydirdi. Daha sonra pazara geri döndü ve geri kalan dört dirhemle
başka bir gömlek aldı, onu giydi, Alalh’a şükretti ve eve
doğru geri döndü. Aniden o cariyenin yolda oturup
ağladığını gördü. Resulullah (s.a.a) ona şöyle
buyurdu: “Neden ailenin yanına geri dönmüyorsun?” O şöyle arzetti:
“Ey Allah Resulü! Ben geciktim ve beni vurmalarından korkuyorum.”
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Öne düş ve evinizin yolunu bana
göster.” Allah Resulü gitti ve evin kapısına vardı. Durup
şöyle buyurdu: “Ey ev halkı! Selam olsun size!” Ama bir cevap
alamadı. Peygamber yeniden selam verdi yine cevap alamadı. Peygamber
üçüncü defa selam verdi. Bu defa ev halkı şöyle cevap verdiler:
“Allah’ın selam, rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun.” Peygamber
onlara şöyle buyurdu: “Neden birinci ve ikinci defa selamıma cevap
vermediniz?” Onlar şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü!
Selamınızı işittik, ama onu fazla demenizi istedik.” Allah
Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu cariye eve gelmekte gecikmiştir,
ona eziyet etmeyiniz.” Onlar şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü!
Onu sizin adımınızın uğuruyla azad ettik.” Allah Resulü
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’a hamd olsun. Ben bu on iki dirhemden daha
bereketlisini görmedim. Allah onlarla iki çıplağı giydirdi ve
bir insanı azad etti.”[226]
bak. El-Hulk,
1102. Bölüm
Kur’an:
“Sözü dinlenen ve emindir.”[227]
19915. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki Allah’a yemin olsun ki ben gökte
de eminim, yeryüzünde de eminim”[228]
19916. Keşf’ul-Gumme’de şöyle yer
almıştır: “Peygamber’in (s.a.a)
adlarından biri de emanetdarlık ve sözünde durmaktan alınan
Emin’dir. Peygamber gönderilmeden önce de Araplar onu Emin olarak
adlandırıyordu. Çünkü onun emanete riayet ettiğini
görmüşlerdi. Dolayısıyla herkimin sözünde durmama ve yalandan
güvende olursan o şahıs emindir. Bu yüzden Allah Cebrail’i bu
sıfatla zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Sözü dinlenilen
ve emidir.”[229]
19917. İbn-i
İshak şöyle diyor: “Allah Resulüne (s.a.a) vahiy nazil olmadan önce
de Kureyş onu emin olarak adlandırmıştı.”[230]
19918. İbn-i İshak bi’setten önce
Kabe’nin bina edilişi konusundan bahsederken şöyle yazmaktadır: “Kureyş
kabileleri Ka’be’yi bina etmek için taş topladılar. Her kabile
ayrı ayrı taş topluyordu. Onlar Kabe’nin temellerini
yükselttiler ve Rükn’e -yani Hacer’ul-Esved’e- ulaştılar. Bu esnada
birbiriyle tartışmaya geçtiler. Her kabile Hacer’ul-Esved’i yerine
başkası değil kendisi koymak istiyordu… Daha sonra onlar
mescitte toplandılar, meşveret ettiler. Her biri diğerini insafa
davet etti. Bazı raviler şöyle demişlerdir: “Ebu Ümeyye b.
Muğire b. Abdillah b. Ömer b. Mehzum o yıllarda Kureyş’in en
yaşlısı olduğu için şöyle dedi: “Ey Kureyş
topluluğu! Geliniz ve bu mescidin kapısından ilk giren kimseyi
kendi aranızda hakem kılınız.” Kureyş bunu kabul etti.
Onların yanına gelen ilk kimse Allah Resulü (s.a.a) idi. Kureyş
onu gördüğü zaman şöyle dediler: “Bu emin kimsedir, biz onu kabul
ediyoruz, o Muhammed’dir.” Peygamber onlara ulaşınca konuyu kendisine
ilettiler. Peygamber şöyle buyurdu: “Bir bez getirin” Bezi getirdiler,
Peygamber Hacer’ul-Esved’i kaldırdı, kendi eliyle bezin üzerine koydu
sonra şöyle buyurdu: “Her kabile bu bezin bir köşesinden tutsun ve
hepiniz onu kaldırınız. Kureyş bu işi yaptı ve
Hacer’ul-Esved koyulacağı yere geldiğinde de Peygamber onu kendi
eliyle kaldırdı ve kendi yerine koydu. Daha sonra üzerine bina etti.”[231]
19919. İbn-i Abbas veya Muhamemd b. Cübeyr
b. Mut’im, Ka’benin bine edilişi hakkında şöyle demiştir:
“Ka’be’de Rükn’e Hacer’ul-Esved’in koyulduğu yere
ulaşıldığında her kabile şöyle dedi: “Biz onu
yerine koymaya daha layığız.” Sonunda ihtilaf çıktı,
neredeyse birbirini öldürmelerinden korkuldu. Ama sonunda Ben-i Şeybe
kapısından giren ilk kimsenin Hacer’ul-Esved’i yerine koyması
kararlaştırıldı. Herkes şöyle dedi: “Biz buna
razıyız ve kabul ediyoruz.” Allah Resulü (s.a.a) Ben-i Şeybe
kapısından giren ilk kimseydi. Onu gördükleri zaman şöyle
dediler: “Bu şahıs emindir, hangi hükmü verirse biz ona
razıyız.”[232]
19920. Davud b. Husayn, Peygamber’in (s.a.a)
sıfatı hakkında şöyle demiştir: “O
bütün kavminden mürüvvet açısından en üstün, en güzel ahlaklı,
güzel davranışlı, en iyi komşu, en çok hilim sahibi, daha
çok emanete vefalı, en doğru sözlü idi. Kötü dilli olmaktan ve
başkalarına eziyet etmekten, herkesten daha uzak idi. Asla biriyle
tartışdığı veya cedelleştiği
görülmemiştir. Allah beğenilmiş ahlak ve hasletleri onun
vücudunda bir araya toplamıştır. Öyle ki Kureyş onu emin
olarak adlandırmıştır ve Mekke’de genellikle emin
lakabıyla anılıyordu.”[233]
19921. İbn-i
İshak şöyle diyor: “Hatice binti Huveylid, tacir, şerafet sahibi ve
varlıklı biriydi. İnsanları ticaret için malıyla istihdam
ediyor ve işleri karşısında ticaretten elde ettiği
kazançtan belli bir miktarını onlara veriyordu. Kureyş tacir bir
topluluktu. Peygamber’in doğru söylediğini, emanete riayet
ettiğini ve beğenilmiş ahlakını duyduğunda ona
birini gönderdi ve kendisinden bir malla ticaret için Şam’a gitmesini
teklif etti.”[234]
19922. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Yakın
akrabalarını uyar!” ayeti nazil
olduğunda, Allah Resulü Sefa dağının üzerine
çıktı ve şöyle seslendi: “Ey Kureyş topluluğu!”
Kureyş şöyle dediler: “Bu Sefa’nın tepesinden feryat eden
Muhammed’dir.” Bunun üzerine hepsi toplanıp, oraya gittiler ve şöyle
dediler: “Ne oldu ey Muhammed?” Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer ben
size bu dağın arkasında bir süvari birliğinin olduğunu
söylersem sözüme inanır mısınız?” Onlar şöyle dediler:
“Evet sen bizim aramızda itham edilen ve adı kötü olan biri
değilsin. Asla senden bir yalan işitmedik.” Peygamber şöyle
buyurdu: “O halde ben sizleri korkunç bir azapla uyarıyorum. Ey
Abdulmuttalib oğulları! Ey Abd-u Menaf oğulları! Ey Zühre
oğulları! –böylece Kureyş’in bütün boylarının ve
hanedanlarının adını andı- Allah bana yakın
akrabalarımı uyarmamı emretmiştir. Ben sizlere “Allah’tan
başka ilah yoktur” demedikçe, dünyada hiçbir faydaya ve ahirette de hiçbir
paya sahip değilim.” Bu ensada Ebu Leheb şöyle dedi: “Helaket olsun
sana! Bizleri bunun için mi topladın?
Bundan dolayı
Allah Tebareke ve Teala “Ebu Leheb’in iki eli kurusun (helak olsun) ve
kurudu da.” suresini nazil buyurdu.”[235]
19923. İbn-i Şehraşub’un
Menakıb’ında şöyle yer almıştır: “Rivayet
edildiği üzere, “Yakın akrabalarını uyar” ayeti
nazil olduğunda, Allah Resulü (s.a.a) Sefa dağının üzerine
çıktı ve şöyle feryat etti: “Dikkat! Dikkat!” Kureyş
toplandı ve şöyle dediler: “Ne olmuş?” Peygamber şöyle
buyurdu: “Eğer size düşmanın sabah veya akşam aniden size
saldıracağını söylersem sözüme
inanırmısınız? Onlar, “evet” dediler. Peygamber şöyle
buyurdu: “O halde ben sizleri şiddetli bir azaptan
sakındırıyorum.” Ebu Leheb şöyle dedi: “Yazıklar olsun
sana! Böyle bir şey için mi bize seslendin?” Bu olaydan dolayı tebbet
suresi nazil oldu.”[236]
19924. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Yolu bilen kimse ehline
yalan söylemez ve ben yalancı bir kimse olsaydım, en azından
size yalan söylemezdim. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun
ki ben Allah’ın özellikle sizlere ve genel olarak da bütün insanlara
gönderilmiş hak elçisiyim. Allah’a yemin olsun ki, uyuduğunuz gibi
ölecek ve uyandığınız gibi de dirileceksiniz. Amelleriniz
esasınca hesaba çekileceksiniz, iyiliğiniz karşısında
mükafat görecek ve kötülükleriniz karşısında da cezayı
tadacaksınız. Ebedi cennet ve ebedi cehennem amele
bağlıdır.”[237]
19925. İbn-i Cerir şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) davetini kabilelere ulaştırınca, Ben-i
Kilab’ın yanına geldi, onlar şöyle dediler: “Senden sonra
hilafet işinin bizlere intikal etmesi şartıyla sana biat
edeceğiz.” Peygamber şöyle dedi: “Hilafet Allah’ın elindedir, eğer
o dilerse sizlere ulaşır, eğer dilemezse başkasına
bırakılır.” Beni Kilab gittiler ve biat etmeyip şöyle
dediler: “Biz sonradan başkalarının bizlere hükümet etmesi için
senin yolunda kılıçla savaşacak değiliz.”[238]
19926. Peygamberi habersizce öldürmek isteyen
Amir b. Tufeyl Peygambere şöyle dedi: “Ey
Muhammed! Eğer müslüman olursam, bana ne ulaşır?” Peygamber
şöyle buyurdu: “İslam’ın zarar ve faydasına ortak olursun.”
O şöyle dedi: “Beni kendinden sonra vali kılar mısın?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Bu makam ne sana ait olacaktır, ne de
kabilene! Ama atların yularını Allah yolunda savaşman için
sana bırakacağım.”[239]
19927. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz sözlerin en güzeli en
doğru olanıdır.”[240]
bak.
Eş-Şirk, 1990. Bölüm
19928. Ayşe şöyle diyor: “Peygamber
(s.a.a) nezdinde en çirkin ahlak, yalan söylemekti.”[241]
19929. Ayşe şöyle diyor: “Peygamber
aile bireylerinden birinin yalan söylediğini anlayınca, tövbe
edinceye kadar ondan yüz çevirirdi.”[242]
19930. Ayşe şöyle diyor: “Allah
Resulü nezdinde en çok nefret edilen huy yalancılıktı. Peygamber
birinin yalan söylediğini anlayınca tövbe edinceye kadar onun sevgisi
kalbinden çıkıyordu.” Bu konuyu Ahmet ve Bezzar kendi tabirleriyle ve
İbn-i Habban da, keni sahihinde nakletmişlerdir. Onun ifadesi
şöyledir: “Ayşe şöyle demiştir: “Allah Resulü (s.a.a)
nezdinde yalancılıktan daha kötü bir huy yoktu. Bazen biri
Peygamber’e yalan söylediğinde o yalandan tövbe ettiğini
anlayıncaya kadar kendisine darılırdı.” Hakim de bu konuyu
rivayet etmiş ve şöyle demiştir: “Hadisin senedi doğrudur.”
Hakim’in ifadesi ise şöyledir: “Ayşe şöyle diyor: “Allah Resulü
(s.a.a) nezdinde yalandan daha nefret edilen bir şey yoktu, birinden küçük
bir yalan dahi işittiği zaman, o yalandan tövbe edinceye kadar
sevgisini kalbinden uzak tutardı.”[243]
19931. Ayşe şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) nezdinde, yalandan daha nefret edilir bir ahlak yoktur.
Ashabından birinin yalan söylediğini anlayınca, onun tövbe
ettiğini anlayana kadar asla kendisine itina göstermezdi.”[244]
19932. Abdullah b. Selam şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) Medine’ye gelince, insanlar onu görmek için koştular.
Birisi, “Allah Resulü (s.a.a) geldi” dedi. Ben de insanlar ile birlikte onu
görmeye gittim. Allah Resulü’nün yüzünü gördüğümde onun yüzünün
yalancı bir ferdin yüzünün olmadığını anladım.”
Abdullah b. Selam şöyle diyor: “Peygamberden işittiğim ilk söz
şuydu: “Ey insanlar! Birbirinize selam veriniz, insanlara ihsanda
bulununuz, sıla-i rahim yapınız, gece insanlar uyuduğu
zaman namaz kılınız ve esenlik içinde cennete giriniz.”[245]
bak. El-Kizb,
3461, 3467. Bölümler
Kur’an:
“Bundan ötürü sen birliğe çağır
ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların heveslerine uyma ve
şöyle söyle: “Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım;
aranızda adaletle hükmetmek ile emrolundum; Allah bizim de Rabbimiz, sizin
de Rabbinizdir; bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz
kendinizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir
şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar; dönüş O’nadır.”[246]
19933. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a)
bakışlarını ashabı arasında bölüştürüyor ve
herkese eşit bir şekilde bakıyordu.”[247]
bak. El-Hevaric,
1008. Bölüm, 4647, 4648. Hadisler
19934. İmam Ali (a.s), valilerinden birine
yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur: “Bakışında,
görüşünde, işaretinde, selamında onlar arasında eşit
davran ki güçlüler sana zayıflara zulmetmeye tahrik hususunda
tamahlanmasın, zayıflar da adaletinden ümit kesmesinler. ve’s-Selam.”[248]
19935. İmam Ali (a.s), Muhammed b. Ebi
Bekir’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Bakışta da, görüşte
de bir tut onları. Böylece büyükler kendilerine meylettiğini düşünüp
onlar lehine zulmetmeni istemesinler, zayıflar da adaletinden
ümitsizliğe düşmesinler.”[249]
19936. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir yahudinin Allah Resulünden birkaç
dinar alacağı vardı ve onları istedi. Peygamber şöyle
buyurdu: “Ey Yahudi! Şu anda sana verecek bir şeyim yok.” O
şöyle dedi: “Ey Muhammed! Senden alacağımı almadan seni
bırakmam.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “O halde ben de seninle
otururum.” Peygamber onun yanına oturdu ve öğle, ikindi, akşam,
yatsı ve sabah namazını orada kıldı.
Resulullah’ın (s.a.a) ashabı o adamı tehdit ediyorlardı.
Peygamber onlara baktı ve şöyle buyurdu: “Ona ne
yapacaksınız?” Onlar şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü!
Yahudi bir kişi seni alı mı koysun.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Aziz ve celil olan Rabbim beni sözleştiğim ve
sözleşmediğim kimselere zulüm etmek üzere göndermemiştir.” O
gün, saatler ilerlediğinde o Yahudi şöyle dedi: “Şehadet ederim
ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed
Allah’ın kulu ve elçisidir. Malımın yarısını
Allah yolunda veriyorum. Allah’a yemin olsun ki ben bu işi sadece senin
Tevrat’ta yer alan vasıflarını denemek için yaptım. Ben
Tevrat’ta senin vasıflarını şöyle okudum: “Muhammed b.
Abdullah’ın doğum yeri Mekke’dir, hicret edeceği yer Medine-i
Tayyibe’dir, ne sert huyludur, ne kabadır, ne ortalığı
velveleye verir, ne dili söver ve ne de kötü söz söyler.” Ben şimdi
Allah’tan başka ilah olmadığına ve senin Allah’ın
Resulü olduğuna şehadet ediyorum. Malım senin elindedir, onlar
hakkında Allah’ın indirdiği şekilde hükmet.” O Yahudi
şahsın büyük bir mal ve serveti vardı.” İmam Ali (a.s) daha
sonra şöyle buyurdu: “Allah Resülü’nün (s.a.a) yatağı bir aba,
yastığı ise hurma lifinden doldurulmuş bir deriydi. Bir
gece onu Peygamber için ikiye katladım. Sabah olduğunda Peygamber
şöyle buyurdu: “Bu yatak beni bu gece namazdan alı koydu.” İmam
Ali (a.s) onun yine bir kat edilmesini emretti.”[250]
19937. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedir savaşında biz Allah
Resulü’ne (s.a.a) sığınıyorduk ve Peygamber hepimizden daha
çok düşmana yakın idi. O gün bizim hepimizden daha şiddetli
savaşıyordu.”[251]
19938. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur:
“Savaş
şiddetlenip iki ordu karşı karşıya gelince biz, Allah
Resulü’ne (s.a.a) sığınıyorduk. Hiç kimse düşmana
Peygamber’den daha yakın değildi.”[252]
19939. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Savaş ateşi alevlendiğinde
ve iki ordu savaştığında biz Allah Resulü’ne
sığınıyorduk. Zira bizden hiç kimse düşmana
Peygamber’den daha yakın değildi.”[253]
19940. “Bera bin Azib şöyle diyor: “Biz savaş
kızıştığında Allah Resulüne (s.a.a)
sığınıyorduk. Şüphesiz cesur, onun
karşısına çıkabilen kimseydi.”[254]
19941. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sen ancak kendinden sorumlusun”
ayeti nazil olduğunda en cesur kimse Allah Resulü’ne (s.a.a)
sığınan kimseydi.”[255]
19942. Enes
şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a), insanların en cömerti ve en cesur olanıydı. Bir
gece Medine halkı bir ses işitti ve dehşete kapıldı. Halktan
bir grubu sesin geldiği yöne doğru harekete geçtiler. Peygamber de
onlardan daha önce sesin geldiği yöne doğru harekete geçmiş ve
Ebu Talha’nın çıplak atına binip elinde kılıç
olduğu bir halde geri dönerken onlarla
karşılaşmıştı ve onlara şöyle buyuruyordu:
“Korkmayın! Korkmayın!”[256]
Kur’an:
“Ey iman edenler! And olsun ki, içinizden size,
sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen,
size düşkün, iman edenlere şefkatli ve merhametli bir Peygamber
gelmiştir.” [257]
“Allah’ın rahmetinden dolayı, sen
onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı
kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır
giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında
onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah
tevekkül edenleri sever.”[258]
19943. Enes
şöyle diyor: “Allah
Resulü’nün ahlakı olduğu üzere (din) kardeşlerinden birini üç
gün görmediği taktirde halini soruşturuyor, eğer yolculuğa
gitmişse onun için dua ediyor, eğer şehirdeyse onu görmeye
gidiyor ve eğer hastaysa onu ziaret ediyordu.”[259]
bak. 180. Konu,
er-Rahim; er-181. Konu, Rahmet; el-Valid ve’l Veled, 4196. Bölüm
19944. Enes
şöyle diyor: “Ben
Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte yürüyordum. Peygamber Necran
kumaşından dikilmiş kenarları kaba bir elbise
giyinmişti. Bir bedevi yoldan gelip sert bir şekilde onun
elbisesinden çekti. Ben Allah Resulü’nün (s.a.a) boynuna baktım.
Elbisenin, kaba kenarından dolayı hızla çekildiği için
Peygamber’in boynunu çizdiğini gördüm. O bedevi daha sonra şöyle
dedi: “Ey Muhammed! Emret de senin yanında olan Allah’ın
malından bir miktarını bana versinler.” Peygamber (s.a.a) ona
doğru döndü, güldü, daha sonra ona bir şey vermelerini emretti.”[260]
19945. Ebu Said
Hudri şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) perde arkasındaki bakire kızlardan daha
hayalıydı.”[261]
19946. Hakeza Ebu Said-i Hudri şöyle diyor: “Allah
Resulü perde gerisindeki bir kızdan daha hayalıydı. Bir
şeyden hoşlanmadığı zaman onu yüzünden
anlıyorduk.”[262]
19947. “Hakeza Ebu Said Hudri şöyle
diyor: “Peygamber o
kadar hayalıydı ki kendisinden istenen herşeyi mutlaka
bağışta bulunurdu.”[263]
bak. Sahih-i
Müslim, 4/1809, 16. Bölüm
19948. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala bana mütevazi olmamı
vahyetti ki kimse kimseye karşı övünmesin ve kimse kimseye tecavüzde
bulunmasın.”[264]
19949. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cebrail (a.s) Allah Resulü’nün (s.a.a)
yanına geldi ve onu (hükümdarlığı ve dünya hazinelerini
kabul etmek ile onu terk etmek arasında) özgür bıraktı ve
hayrını dileyerek ona Allah-u Teala için mütevazi olmasını
(ve dünyayı reddetmesini) işaret etti. Allah Resulü de Allah Tebareke
ve Teala karşısında tevazu göstermek için köleler gibi yemek
yiyor ve köleler gibi (yerin üzerinde) oturuyordu.”[265]
19950. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cebrail yeryüzü hazinelerinin
anahtarlarını üç defa Peygamber’e getirdi ve onu kıyamet günü
kendisi için Allah Tebarek ve Teala’nın hazırladığı
şeylerden hiçbir eksilme olmaksızın onu tercih etme hususunda
serbest bıraktı. Ama her defasında da Peygamber, aziz ve celil
olan Allah karşısında mütevazi olmayı tercih etti.”[266]
19951. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Cebrail benim yanımdayken gökten
bana bir melek indi. Bu melek benden önce hiçbir Peygamber’e inmemişti ve
benden sonra da hiçbir Peygambere inmeyecektir. O İsrafil idi.
İsrafil şöyle dedi: “Selam olsun sana ey Muhammed!” İsrafil daha
sonra şöyle dedi: “Ben rabbinin sana gönderdiği bir elçiyim. Bana
seni kul olan peygamber olmayı seçmek ile padişah olan peygamber
olmayı seçmek hususunda özgür bırakmamı emretti.” Ben Cebrail’e
baktım, o bana mütevazi olmamı işaret etti. Ben de şöyle
dedim: “Kul olan peygamberliği seçiyorum.”[267]
19952. Enes b. Malik şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) yere oturuyor, yerin üzerinde yemek yiyor, kölenin davetini kabul
ediyor ve şöyle buyuruyordu: “Eğer bir hayvan ayağı
yemeğe bile davet edilsem, onu kabul ederim. Eğer bana bir paça bile
hediye edilse onu kabul ederim.” Peygamber koyunun ayaklarını kendisi
bağlıyordu.”[268]
19953. “Hamza bin Abdullah bin Utbe şöyle diyor: “Peygamber’de (s.a.a) zorblarda olmayan bir
takım hasletler vardı: Kızıl veya beyaz insanlardan kimi çağırsa
ona icabet ederdi. Bazen yerde bir hurma gördüğünde onu alır
ağzına koyar, sadece sadaka olmasından korkardı. Merkebe
üzerinde bir şey olmaksızın çıplak olarak binerdi.”[269]
19954. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben kölenin yediği gibi yemek yer ve
kölenin oturduğu gibi otururum. Zira ben hakikatte köleyim.” Peygamber
(s.a.a) iki dizi üzerine otururdu.”[270]
19955. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) bir köle gibi yemek
yiyor, köle gibi oturuyor, yerde yemek yiyor ve yerde yatıyordu.”[271]
19956. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) yere oturmuş
yemek yiyordu. Kötü dilli bir kadın yanından geçti ve şöyle
dedi: “Ey Muhammed! Allah’a yemin olsun ki sen de köleler gibi yiyor, köleler
gibi oturuyorsun.” Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu. “Eyvahlar olsun
sana! Hangi köle benden daha köledir.” Kadın şöyle dedi:
“Yemeğinden bana bir lokma ver.” Peygamber (s.a.a) ona bir lokma verdi.
Kadın ona şöyle dedi: “Hayır, Allah’a yemin olsun ki
ağzındaki bir lokmayı bana vermelisin.” Peygamber
ağzındaki lokmayı çıkardı. O kadına verdi ve o
kadın onu yedi.”[272]
19957. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu beş şeyi hayatta olduğum müddetçe terk
etmeyeceğim: Yerde kölelerle birlikte yemek yemeyi, çıplak merkebe
binmeyi, kendi ellerimle süt sağmayı, yün elbise giymeyi ve çocuklara
selam vermeyi… Ta ki bu işler benden sonra bir sünnet haline gelsin.”[273]
19958. İbn-i Şehraşub’un
Menakıb adlı kitabında şöyle yer almıştır: “Allah
Resulü (s.a.a) fakirlerle oturuyor ve fakirlerle yemek yiyordu.” [274][275]
19959. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) zamanında
fakirler geceleri mescitte yatıyorlardı. Bir gece Peygamber mescitte
olan fakirlerle minberin yanında bir tencerede iftarını
açtı. Otuz kişi o tenceredeki yemekten yediler. Sonra o tencereyi
Allah Resulü’nün eşlerine götürdüler. Onlar da ondan doydular.”[276]
19960. Yezid b. Abdillah b. Kasit şöyle
diyor: “Suffe ashabı; evi olmayan ve
Peygamber (s.a.a) zamanında mescitte uyuyan, gündüzleri mescidin gölgesine
sığınan ve mescitten başka hiçbir yeri olmayan Allah Resulü’nün
bir grup ashabıydı. Peygamber geceleri yemek yerken onları
çağırıyordu. Bir grubu onlarla yemesi için ashabı
arasında bölüştürüyor, diğer bir grubu da bizzat Peygamber ile
yemek yiyordu, ta ki sonunda Allah-u Teala onlara servet inayet buyurdu.”[277]
19961. Ebuzer şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) ashabı arasında oturuyordu. Öyle ki bir yabancı içeri
girdiği zaman, sormadıkça hangisinin Allah Resulü (s.a.a)
olduğunu bilemiyordu. Bu yüzden biz de Peygamber’den yabancı bir
kimse geldiğinde kendisini tanıması için bir yere
oturmasını istedik. Bu vesileyle topraktan yüksek bir yer
yaptık. Resulullah onun üzerine oturuyordu. Biz de onun iki tarafına
oturuyorduk.”[278]
19962. İbn-i Mes’ud şöyle diyor: “Bir
şahıs, Allah Resulü’nün yanına geldi. Korku ve titrer bir halde
onunla konuşmaya başladı. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Sakin ol, ben padişah değilim.”[279]
19963. Ebu Mes’ud
şöyle diyor: “Bir
şahıs bedeni titrer bir halde Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna
vardı. Peygamber onunla konuştu ve şöyle buyurdu: “Sakin ol ben
hükümdar değilim, ben tuzla kurutulmuş et yiyen kadının
çocuğuyum.”[280]
19964. Enes b. Malik şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) içecek bir şeyle iftarını açıyor, içecek bir
şeyle sahurunu yiyordu. Bazen de sadece bir şerbet içiyordu…Bir gece
Peygamber için içecek bir şey temin ettim, ama Peygamber (s.a.a) gelmedi.
Ben ashaptan birinin onu davet ettiğini zannederek o içeceği içtim.
Yatsı namazından bir müddet sonra Peygamber geldi. Ben Peygamber ile
birlikte olan şahsa, “Peygamber (s.a.a) bir yerde iftarını
açtı mı veya birisi onu davet etti mi?” diye sordum. O, “hayır”
dedi. Ben o gece Peygamber’in (s.a.a) içeceği benden isteyeceğini ve
içecek olmadığı için de aç yatacağını
düşündüm. Ben sadece Allah’ın bildiği bu hüzün ve gam üzere
kaldım. Sabah olunca Peygamber oruç olduğu halde uyandı ve bana
o içeceği sormadı. Şu ana kadar da onun hakkında bir
şey dememiştir.”[281]
19965. Hakeza Enes b. Malik şöyle diyor: “Ben
on yıl Allah Resulü’ne (s.a.a) hizmet ettim. Allah’a yemin olsun ki o asla
bana “üff” bile demedi. Bir şey hakkında asla bana, “neden böyle
yaptın?” veya “neden böyle yapmadın?” diye sormadı.”[282]
19966. Hakeza Enes b. Malik şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) Medine’ye gelince, Ebu Talha elimi tuttu, beni Alalh Resulü’nün
(s.a.a) yanına götürdü ve şöyle arzetti: “Ey Allah Resulü! Enes zeki
bir kimsedir. İzin verirseniz size hizmet etsin.” Enes şöyle diyor:
“Ben vatanda ve yolculuk halinde Allah Resulü’ne (s.a.a) hizmet ettim. Allah’a
yemin olsun ki hiçbir zaman yaptığım bir iş hakkında,
“neden bu işi böyle yaptın?” diye söylemedi. Eğer bir şeyi
yapmasaydım o zaman da asla, “neden bu işi böyle yapmadın?” diye
söylemezdi.”[283]
19967. Cabir b. Abdillah şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) ile bir savaşa katılmak için Necd tarafına
hareket ettik. Peygamber dikenli ağaçlarla dolu bir vadide bize
ulaştı. Allah Resulü (s.a.a) Bir ağacın altına indi.
Kılıcını onun dallarından birine astı.
Müslümanlar ağaçların gölgesine sığınmak için vadiye
dağıldılar.” Cabir şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Ben uyurken, birisi geldi, kılıcımı
aldı. Uyandığımda onun başımda durduğunu
gördüm. Sadece elinde parlayan kılıcı fark ettim. O
şahıs bana şöyle dedi: “Seni elimden kurtaracak olan kimdir?”
Ben, “Allah” dedim. O yeniden, “Seni benim elimden kurtaracak olan kimdir?”
dedi. Ben yine, “Allah” dedim. O şahıs kılıcını
kınına koydu ve oturdu. Allah Resulü (s.a.a) de ona
karışmadı.”[284]
19968. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zat’ur-Rika savaşında Resulullah
bir vadinin kenarında ağaçlardan birinin altına konakladı
bu esnada sel geldi ve Peygamber ile vadinin öbür tarafında selin
kesilmesini bekleyen ashabı arasını ayırdı.
Müşriklerden biri Peygamberi fark edince kendi arkadaşlarına
şöyle dedi: “Ben Muhammed’i öldüreceğim” Daha sonra Peygambere
kılıç çekerek şöyle dedi: “Ey Muhammed! Seni benim elimden
kurtaracak olan kimdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Benim ve senin rabbin
kurtaracak.” Bu esnada Cebrail o şahsı atından yere savurdu ve o
sırt üstü yere düştü. Allah Resulü (s.a.a) ayağa kalktı, kılıcını
aldı ve göğsüne oturarak şöyle buyurdu: “Ey Gures! Seni
kurtaracak olan kimdir?” O şöyle arzetti: Cömertliği ve
yüceliğin ey Muhammed!” Böylece Peygamber onu bıraktı, o
şahıs ayağa kalktı ve şöyle söylendi: “Allah’a yemin
olsun ki sen benden daha iyi ve yücesin.”[285]
19969. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiç kimse benim kadar Allah yolunda
eziyet görmemiştir.”[286]
19970. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiç kimse benim kadar eziyet
görmemiştir.”[287]
19971. “Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiç
kimse benim kadar Allah yolunda eziyet görmemiştir ve hiç kimse benim
kadar Allah yolunda korkutulmamış ve tehdit edilmemiştir. Otuz
gece ve gündüz geçtiği halde ben ve Bilal her canlının
yediği bir yiyeceğe dahi sahip değildik. Yediğimiz şey
Bilal’in koltuğunun altına koyduğu taktirde gözükmeyecek kadar
az bir miktardı.”[288]
19972. İsmail
b. Ayyaş şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) insanların günahları (hataları)
karşısında daha sabırlıydı.”[289]
19973. Tarık Muharibi şöyle diyor: “Resulullah’ı
(s.a.a) Zu’l-Mecaz pazarında gördüm. Kırmızı bir cübbe giymiş,
yürüyor ve yüksek bir sesle şöyle diyordu: “Ey insanlar! Allah’tan
başka ilah olmadığını söyleyin ki kurtuluşa
ereniz.” Bir şahıs ise ardından taş atıyordu.
Peygamber’in sırtını ve topuklarını kan içinde
bırakmış ve şöyle diyordu: “Ey insanlar! Onun sözüne kulak
asmayın, o yalancıdır.” Ben, “Bu kimdir?” diye sordum.
Şöyle dediler: “Abdulmuttalib’in çocuklarından bir gençtir.” Ben
şöyle sordum: “Ardından giden ve onu taşlayan kimse kimdir?”
diye sorunca da şöyle dediler: “O da amcası, Abduluzza’dır (yani
Ebu Leheb’dir.)”[290]
19974. Munib şöyle diyor: “Cahiliye
döneminde Allah Resulü’nü (s.a.a) şöyle buyururken gördüm: “Ey insanlar!
Allah’tan başka ilah olmadığını söyleyin ki
kurtuluşa eresiniz.” Ama bazısı ona tükürüyor, diğer
bazı yüzüne toprak saçıyor, diğer bazısı ise ona
sövüyordu. Bu esnada bir kız çocuğu mavi bir bardak getirdi.
Peygamber onunla yüzünü ve ellerini yıkadı ve şöyle buyurdu:
“Kız cağızım! Sabırlı ol, babanın
mağlubiyeti ve horluğu için üzülme.” Ben şöyle sordum: “Bu
kız cağızın kimdir?” Şöyle dediler: “Allah Resulü’nün
(s.a.a) kızı Zeyneb’tir ve o hizmet eden bir kızdır.”[291]
19975. İbn-i
Mes’ud şöyle diyor: “Adeta Allah Resulü’nün (s.a.a) kavminin dövdüğü, kanlar içinde
bıraktığı ve onun da yüzündeki kanları sildiği
halde “Allah’ım! Kavmimi bağışla! Zira onlar cahildir”
diyen Peygamberlerden bir Peygamberi anımsattığını
görür gibiyim.”[292]
19976. Resulullah
(s.a.a), iki tarafına iz bırakan hasır üzerinde yatıptaa
kendisine, “Bir yatak edinseydin daha iyi olurdu” diye arzedilince şöyle
buyurmuştur: “Benim
dünyayla işim ne! Ben ve dünyanın hikayesi sıcak bir yaz günü
yol yürüyen, vaktinin bir bölümünü ise ağacın gölgesinde istirahatla
geçiren, sonra hareket edip giden bir yolcunun hikayesidir.”[293]
19977. Diğer bir rivayette şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
oturunca, hasır Peygamberin yanlarında iz yapmıştı.”
Ömer şöyle dedi: “Elbette şehadet ederim ki sen Allah’ın
Resulüsün ve Allah nezdinde Kayser ve Kisra’dan daha üstünsün. Ama o ikisi
dünyaya sahiptirler, oysa sen hasırın üzerinde yatıyorsun ve
hasır yanına iz yapmıştır.” Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Dünyanın onlara ahiretin ise bize olmasından
razı değil misin?”[294]
19978. Ömer
şöyle diyor: “Ben
Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna vardım. Peygamber hasırın
üzerine oturmuştu, ben de oturdum. Peygamber üzerine sadece bir gömlek
giyinmişti ve hasır bedeninde iz bırakmıştı.
Odanın bir köşesinde bir sa’ miktarınca arpa ve bir miktar da
(deriyi tabaklamak için) tere yaprağı göze çarpıyordu.
Tabaklanmamış bir deri de odada asılmış bulunuyordu.
Gözlerimden yaşlar boşaldı, Allah Resulü şöyle buyurdu: “Ey
İbn-i Hattab! Neden ağlıyorsun?” Ben şöyle arzettim: “Ey
Allah’ın Resulü! Hasırın yanınıza etki ettiğini
ve hazinenizin de bu şeyler olduğunu gördüğüm halde nasıl
ağlamayayım?! Oysa Kisra ve Kayser meyveler dolu ve altından
ırmaklar akan bağlarda yaşıyorlar, ama bir Peygamber ve
Allah’ın seçkin kulu olan sizin hazinenizin durumu ise budur.” Peygamber
şöyle buyurdu: “Ey İbn-i Hattab! Acaba ahiretin bizlere dünyanın
ise onlara ait olmasını beğenmiyor musun?”[295]
19979. Ömer şöyle diyor: “Allah
Resulünden (s.a.a) giriş için izin istedim ve odasında yanına
vardım. Peygamber hurma ağacının yapraklarından
yapılmış bir hasırın üzerine uzanmıştı.
Bedeninin bir bölümü ise toprağın üzerindeydi. Başının
altında hurma lifinden doldurulmuş bir yastık
başının üzerinde ise kötü kokusu gelen tabaklama suyunda
ıslatılmış bir deri asılıydı. Odanın
bir köşesinde ise bir miktar selem ağacının yaprakları
vardı. Ben Peygambere selam verdim, yanına oturdum ve şöyle
dedim: “Sen Peygamber ve Alalh’ın seçkin bir kulusunuz. Kisra ve Kayser
ise altından tahtlar ve ipek halılar üzerine oturuyor.” Peygamber
şöyle buyurdu. “Onlar rızıkları bu dünyada kendilerine
verilen kimselerdir. Biz ise nimetleri ahirette kendisine verilecek
kimselerdeniz.”[296]
19980. Ayşe şöyle diyor: “Ebu
Bekir ve Ömer Peygamber’in (s.a.a) yanına vardılar… Allah Resulü
(s.a.a) onlara şöyle buyurdu. “Bu sözü söylemeyin. Zira Kisra ve Kayser’in
yatağı ateştedir. Ama bu yatağımın ve
tahtımın sonu cennettir.”[297]
19981. Cündeb b. Süfyan şöyle diyor: “Bir
hurma dalı Peygambere isabet etti. Peygamberin parmağı
kanadı ve şöyle buyurdu: “Hiçbir şey olmamış, sadece
bir parmak kanamıştır. Bunun Allah yolunda hiçbir önemi yoktur.”
Cündeb şöyle diyor: “Peygamberi eve götürdüler, üzeri yapraktan ve hurma
lifinden örülmüş tahtın üzerine yatırdılar,
başının altına koyulan yastık hurma lifinden
doldurulmuştu. Ömer Peygamberin yanına geldi, hasırın Allah
Resulü’nün yanına iz bıraktığını görünce
ağladı. Peygamber şöyle buyurdu: “Neden ağlıyorsun?” O
şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Kisra ve Kayser’i
hatırladım da. Onlar altın tahtlar üzerine oturuyor, ince ve kalın dibadan ipek
elbiseler, giyiyorlar.” Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sizin için
ahiretin, onlar içinse dünyanın olmasından hoşnut değil
misiniz?” Cündeb şöyle diyor: “Orada tabaklanmamış kötü kokan
birkaç deri vardı. Ömer şöyle dedi: “Emredin de bunları
dışarı çıkarsınlar.” Peygamber şöyle buyurdu:
“Hayır, bunlar ev halkının eşyalarıdır.”[298]
19982. Mekarim’ul-Ahlak
kitabında şöyle yer almıştır: “İbn-i Havli Allah Resulü’ne
(s.a.a) bir kap süt ve bal getirdi. Allah Resulü onları yemekten
sakındı ve şöyle buyurdu: “Bir öğünde iki yiyecek mi? Bir
kapta iki kap mı?” Peygamber onu yemedi ve şöyle buyurdu: “Ben
bunları yemeyi haram olarak görmüyorum, ama ben böbürlenmek ve yarın
kıyamet günü dünyanın fazlalıkları sebebiyle hesaba
çekilmek istemiyorum. Ben mütevazi olmayı seviyorum. Zira her kim Allah
için mütevazi olursa, Allah ona yücelik bağışlar.”[299]
19983. Yezid b. Kusit şöyle diyor: “Peygambere
(s.a.a) bir miktar badem şerbeti getirdiler ve onu önüne koydular.
Peygamber şöyle buyurdu: “Bu nedir?” Onlar, “Badem şerbetidir”
dediler. Peygamber şöyle buyurdu: “Onu önümden kaldırın. O refah
içinde yüzenlerin içeceğidir.”[300]
19984. Ebu Sehr şöyle diyor: “Peygamber
(s.a.a) için badem şerbeti getirdiler. Peygamber şöyle buyurdu:
“Çabuk onu götürün. Bu refah içinde yüzenlerin içeceğidir.”[301]
19985. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) nezdinde Allah
yolunda aç kalmaktan ve korkmaktan daha sevimli bir şey yoktu.”[302]
19986. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) için dünyada (Allah
için) aç ve korku içinde yaşamaktan daha hoş bir şey yoktu.”[303]
19987. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) ne bir dinar, ne bir
dirhem, ne bir köle, ne bir cariye, ne bir koyun ve ne de bir deve miras
bıraktı. Vefat ettiğinde onun zırhı Medine
Yahudilerinden birinin yanında ailesinin giderini karşılamak
için almış olduğu yirmi sa’ borç karşısında rehin
olarak bulunuyordu.”[304]
19988. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) vefat ettiği zaman Peygamber’in zırhı ailesi için
borç ettiği otuz sa’ mukabilinde bir Yahudinin yanında rehin
bulunuyordu. ”[305]
19989. Amr b. Haris şöyle diyor: “Allah
Resulü dünyadan göçtüğü zaman, geriye ne bir dirhem bıraktı, ne
bir dinar, ne bir köle, ne bir cariye ve ne de başka bir şey. Onun
sadece üzerine bindiği beyaz bir katırı, savaş aletleri ve
yolda kalmışlara sadaka olarak bıraktığı
toprağı vardı.”[306]
19990. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Resulullah (s.a.a) borçlu olduğu bir halde
dünyadan göçtü.”[307]
bak. Ed-Dünya,
1224. Bölüm
19991. İmam Ali (a.s), Muaviye’ye
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Savaş
kızışıp insanlar hücum edince Resulullah (s.a.a),
ashabını Ehl-i Beyt’iyle korur, kılıçların ve
mızrakların karşısına onları sürerdi. Böylece
Ubeyde İbn-i Haris( Rasulullah’ın amcası oğlu), Bedir’de;
Hamza, Uhud’da; Cafer de Mute’de öldürüldü.”[308]
bak. 3836.
Bölüm; 52. Konu, el-Mubahale
19992. Ayşe şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) asla üç gün üst üste doyasıya yemek yememiştir. Eğer
isteseydik, doyabilirdik, ama Peygamber fedakarlık ediyordu.”[309]
19993. Ayşe şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) dünyadan vefat edinceye kadar asla üç gün üst üste doyasıya yemek
yememiştir. Elbette eğer isteseydik, doyasıya yemek
yiyebilirdik, ama diğerlerini kendimize tercih ediyorduk.”[310]
19994. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) geceleri birbiri ardınca ailesiyle aç olarak yatıyor,
akşam yiyecek bir şey bulamıyorlardı. Onların
çoğu zaman yiyeceği, arpa ekmeğiydi.”[311]
19995. Ayşe şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe Muhammed’in ailesi asla iki gün
birbiri ardınca arpa ekmeğinden doyasıya yememiştir.”[312]
19996. Enes b. Malik şöyle diyor: “Fatıma
(a.s) Peygamber’e (s.a.a) bir parça arpa ekmeği verdi. Peygamber ona
şöyle buyurdu: “Bu babanın üç günden sonra yediği ilk
şeydir.”[313]
19997. Hasan şöyle diyor: “Peygamber
(s.a.a) malından insanlara yardımda bulunuyordu. Öyle ki kendi
elbisesini deriyle yamalıyordu. Hayatta olduğu müddetçe üç gün üst
üste hem kahvaltı ve hem de akşam yemeği yememiştir.”[314]
19998. Ayşe şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe Muhammed’in ailesi asla üst üste
kahvaltı ve akşam yemeğinde arpa ekmeğini doyasıya
yememiştir.”[315]
19999. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Allah’a
yemin olsun ki Muhammed (s.a.a) ve ailesi nice gece yiyecek bir şey
bulamıyorlardı.”[316]
20000. İmam
Bakır (a.s), Muhammed b. Müslim’e şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed! Allah Resulü’nün Allah
tarafından seçildiği günden can verdiği güne kadar birbiri
ardınca üç gün bile buğday ekmeyi yediğini mi sanıyorsun?”
İmam (a.s) daha sonra bizzat cevap vererek şöyle buyurdu:
“Hayır, Allah’a yemin olsun ki Peygamber Allah’ın kendisini
seçtiği günden can verdiği güne kadar asla üç gün birbiri
ardınca buğday ekmeğinden yemedi. Bilin ki ben Peygamberin
yiyecek bir şey bulamadığını söylemiyorum, Peygamber
bazen birisine yüz deve ödül veriyordu. O halde bir şey yemek isteseydi,
buna gücü yeterdi.”[317]
bak.
El-İsar, 3. Bölüm
20001. İbn-i Şehraşub Menakıb
adlı kitabında şöyle diyor: “Peygamber
(s.a.a) Rabbi için gazab ediyor, kendisi için gazap etmiyordu.”[318]
20002. İmam Ali (a.s), Peygamber’in (s.a.a)
vasfı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
hürmeti çiğnenmediği müddetçe Peygamber kendisine yapılan
zulümden intikam almamıştır. O zaman da Allah Tebarek ve Teala
için gazaplanıyordu.”[319]
20003. Ayşe
şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) eliyle hiçbir şeyi vurmadı; ne bir kadını ne
de bir hizmetçiyi dövmedi. O sadece Allah yolunda cihad etti, şahsi
işleri sebebiyle hiç kimseden intikam almadı, sadece Allah’ın
haramlarından biri çiğnendiği taktirde aziz ve celil olan Allah
için intikam alırdı.”[320]
20004. Ayşe şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) Allah’a karşı saygısızlık edilmediği
müddetçe asla, kendisi için intikam almazdı. Bu durumda (Allah’a
hürmetsizlik edildiği taktirde) Allah için intikam alırdı.”[321]
20005. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanları nitelendirmekle mahir olan
dayım Hint b. Ebu Hale Temimi’ye[322]
Allah Resulü’nün (s.a.a) niteliklerini sordum. Bana şöyle dedi: “Dünya ve
dünya ile ilgili olan işler onu asla gazaplandırmazdı. Hakka
saygısızlık edildiği taktirde hiç kimseyi mülahaza etmez ve
hakkın intikamını alıncaya kadar hiçbir şey ona engel
olamazdı. Asla kendisi için gazaplanmaz ve başkasından intikam
almazdı.”[323]
20006. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uhud savaşında Müslümanlar
Allah Resulü’nün (s.a.a) etrafından dağıldılar. Peygamber,
şiddetle kızdı.” İmam şöyle buyurdu: “Peygamber
kızdığı zaman ter damlaları inci taneleri gibi
alnından ter damlardı.”[324]
20007. Ayşe şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) Hatice’yi andığında onu övmekten ve onun için
mağfiret dilemekten asla usanmazdı. Bir gün yine onu andı ve ben
kısakanarak şöyle dedim: “Allah o yaşlı kadının
yerine sana başkasını vermiştir.” Ayşe şöyle
diyor: “Allah Resulü’nün şiddetle kızdığını
gördüm. Ben dediğime pişman oldum ve şöyle dedim: “Ey
Allah’ım! Peygamberinin gazabını bertaraf kılarsan
artık hayatta olduğum müddetçe Hatice’yi kötülükle
anmayacağım.” Ayşe şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) benim
halimi görünce şöyle buyurdu: “Nasıl bu sözü söyledin? Allah’a yemin
olsun ki Hatice, bütün insanların kafir olduğu bir zamanda bana iman
etti, bütün insanların beni kovduğu zamanda bana
sığınak verdi. Bütün insanların beni inkar ettiği bir
zamanda beni onayladı. Sizler çocuktan mahrum olduğunuz dönemde,
Allah benden ona bir çok çocuk nasip etti.” Ayşe şöyle diyor:
“Peygamber (s.a.a) bir ay boyunca gece gündüz bana Hatice’yi andı, (veya
bu cümleyi bana tekrar etti.)”[325]
Kur’an:
“Tâ Hâ. Kur’an’ı sana,
sıkıntıya düşesin diye indirmedik.”[326]
20008. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey örtünüp bürünen
(Muhammed!) Birazı hariç geceleri kalk”
ayeti nazil olduğu zaman Peygamber bütün geceyi ibadetle geçiriyordu. Öyle
ki (namaz kılmaktan) ayakları şişmişti. Bunun üzerine
bir ayağını kaldırıyor, birini yere koyuyordu. Cebrail
Peygambere nazil oldu ve şöyle dedi: “Ta-Ha” yani her iki
ayağını da yere koy ey Muhammed! “Biz Kur’an’ı sana
sıkıntıya düşesin diye indirmedik.” Hakeza şu
ayeti nazil buyurdu: “Okuyabildiğiniz kadarını okuyun.” ”[327]
20009. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) Ümmü Seleme’nin
sırası olduğu bir gecede onun evinde bulunuyordu. Ümmü Selem bir
an Peygamber’in (s.a.a) yatakta olmadığını fark etti. Bu
yüzden de kadınların hasleti esasınca şek ve
kötümserliğe düçar oldu. Bu yüzden de kalkıp evin etrafında onu
aramaya koyuldu. Aniden Peygamberin odanın bir köşesinde
durduğunu, ellerini göğe kaldırdırıp ağlayarak
şöyle dediğini gördü: “Ey Allah’ım! Bana verdiğin
iyilikleri asla benden alma… Ey Allah’ım! Göz açıp kapayıncaya
kadar dahi beni kendime bırakma.” İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ümmü Seleme geri döndü ve ağlamaya başladı.
Allah Resulü onun ağlama sesini duyunca geri döndü ve ona şöyle
buyurdu: “Ey Ümmü Seleme! Neden ağlıyorsun.” O şöyle arzetti:
“Annem babam sana feda olsun Ey Allah’ın Resulü! Nasıl
ağlamayayım? Sizler Allah’ın nezdindeki bu makamınıza
ve Allah önceki ve sonraki bütün günahlarınızı
bağışladığı halde…?” Peygamber şöyle
buyurdu: “Ey Ümmü Seleme!” Hangi şey beni güvende kılabilir ki?!
Allah Yunus b. Metta’yı göz açıp kapayıncaya kadar kendisine
bıraktı ve neticede olanlar oldu.”[328]
20010. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) Ayşe’nin nöbeti
olduğu bir gecede onun yanında bulunuyordu. Ayşe Peygambere
şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Neden kendini
sıkıntıya düşürüyorsun. Oysa Allah geçmiş ve gelecek
tüm günahlarını affetmiştir.” Peygamber şöyle buyurdu: Ey
Aişe! Şükreden bir kul olmayayım mı?”[329]
20011. Bekr b. Abdillah şöyle diyor: “Ömer
b. Hattab Peygamber’in yanına vardı. Peygamberin güçsüz
düştüğünü –veya ateşlendiğini demiştir- görünce
şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Haliniz ne de kötü!” Peygamber
şöyle buyurdu: “Buna rağmen dün gece Kur’an’dan içinde yedi uzun sure
bulunan otuz sure okudum.”[330]
Ömer şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Oysa Allah geçmiş ve
gelecek tüm günahlarınızı
bağışlamıştır. O halde neden kendinizi böyle
sıkıntıya düşürüyorsunuz?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Ey Ömer! Ben de şükreden bir kul olmayayım mı?”[331]
20012. Tevus Fakih şöyle diyor: “Hicr’de
İmam Seccad’ı namaz kılıp dua ederek şöyle derken
gördüm: “Kulun senin dergahındadır, esirin senin
kapındadır, fakirin senin kapındadır, dilencin senin
kapındadır. Sana örtülü olmayan bir şeyi şikayette
bulunmaktadır.” Bir rivayette de şöyle dediği yer
almıştır: “Beni dergahından kovma”
Ali b. Ebi
Talib’in kızı Fatıma Cabir b. Abdillah’ın yanına gitti
ve şöyle dedi: “Ey Allah Resulü’nün
sahabesi! Bizim sizin üzerinizde hakkımız vardır. Boynunuzda
olan o haklardan biri de bizden birinin şiddetli ibadetten dolayı
kendisini yok etmek üzere olduğunda ona Allah’ı
hatırlatmanız ve kendi canına acımasını
istemenizdir. İşte babası Hüseyin’in yadigarı olan Ali b.
Hüseyin burnunu (çok secdeden dolayı) yaralamış, alnı,
dizleri, ellerinin için adeta delinmiştir. O kendini ibadette
eritmiştir.” Cabir İmam Seccad’ın (a.s) evinin yanına
geldi, giriş için izin istedi. İçeri girdiğinde
İmam’ın mihrabda olduğunu ve ibadetten dolayı bitkin
düştüğünü gördü. Ali b. Hüseyin ayağa kalktı. Yavaş bir
sesle onun halini sordu, daha sonra Cabir’i yanına oturttu. Cabir ona yönelerek
şöyle dedi: “Ey İbn-i Resulillah! Allah’ın cenneti hakikatte
sizler ve dostlarınız için yarattığını, cehennemi
ise düşmanınız ve muhalifleriniz için
yarattığını bilmiyor musunuz? O halde neden böyle
sıkıntı ve eziyete düşüyorsunuz?” Ali b. Hüseyin şöyle
buyurdu: “Ey Allah Resulü’nün sahabesi! Ceddim Resulullah (s.a.a) da geçmiş ve gelecek günahları
bağışlandığı halde, yine de Allah’a çok ibadet
etmekten geri kalmamıştır. Annem babam ona feda olsun. Öyle bir
ibadet ediyordu ki, bacakları ve ayaklarının altı
şişiyordu. Ona şöyle denildi: “Allah geçmiş ve gelecek
günahlarını bağışladığı halde sen böyle
ibadet mi ediyorsun?” Peygamber şöyle buyurdu: “Şükreden bir kul
olmayayım mı?” Cabir İmam’a hiçbir sözün etki etmeyeceğini
görünce şöyle arzetti: “Ey İbn-i Resulillah! Kendi canına
acı. Zira sizler öyle bir hanedandansınız ki insanlar sizi
vasıta kılarak ilahi dergahtan, belaların kendilerinden
defedilmesini, sıkıntı ve zorluklarının giderilmesini
ve gökleri (başlarına yıkılmaktan korumasını)
dilemektedirler.” İmam şöyle buyurdu: “Ey Cabir! Ben
babalarımın yolunu devam ettireceğim ve onları görmeye
koşuncaya kadar da onlara uyacağım.” Bu esnada Cabir oradakilere
dönerek şöyle dedi: “Peygamberlerin çocukları arasında Yusuf b.
Yakub dışında Ali b. Hüseyin’in bir benzeri görülmemiştir.
Allah’a yemin olsun ki Ali b. Hüseyin’in soyu ve çocukları Yusuf’un soyu
ve çocuklarından daha üstündür.”[332]
Kur’an:
“And olsun ki: “Ona elbette bir insan
öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Kastettikleri kimsenin dili
yabancıdır, Kur’an ise fasih Arapça’dır. Allah’ın
ayetlerine inanmayanları Allah doğru yola eriştirmez. Onlara can
yakıcı azâb vardır.”[333]
“Sonra ondan yüz çevirmişler,
“Belletilmiş bir deli” demişlerdi.” [334]
“Öğüt ver; Rabbinin nimetiyle sen, ne
kahinsin ne de delisin. Yoksa senin için, “Ölümünü gözetlediğimiz bir
şairdir” mi diyorlar. De ki: “Gözleyin, doğrusu ben de sizinle
berâber gözleyicilerdenim. Bunu onlara akılları mı buyuruyor?
Yoksa onlar azgın bir topluluk mudurlar? Yahut: “Onu kendi uydurdu” mu
diyorlar? Hayır onlar iman etmezler. Eğer doğru söylüyorlarsa
benzeri bir söz getirsinler.” [335]
“Kur’an şerefli bir elçinin getirdiği
sözdür. O, şair sözü değildir; ne az inanıyorsunuz! Kahin sözü
de değildir; ne az düşünüyorsunuz! Kur’an, âlemlerin Rabbinden
indirilmedir. Eğer o (Muhammed), bize karşı, ona bazı
sözler katmış olsaydı biz onu kuvvetle yakalardık, sonra
onun şah damarını koparırdık. Hiç biriniz de onu
koruyamazdınız.” [336]
“Onlar: “Ey kendisine Kitab indirilen kimse! Sen
mutlaka delisin. Doğrulardan isen melekleri bize getirsene” dediler. Biz
melekleri ancak gerekince indiririz. O takdirde de ceza görecekler asla geri
bırakılmazlar.” [337]
“Deli bir şair yüzünden
ilahlarımızı mı bırakalım?” derlerdi. Hayır;
o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri
doğrulamıştı.” [338]
“Meryem oğlu İsa: “Ey
İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan
Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak
bir Peygamber’i müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir
Peygamber’iyim” demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği
zaman: “Bu, apaçık bir sihirdir” demişlerdi.” [339]
“Kıyamet saati yaklaştı ve ay
yarıldı. Onlar bir delil görünce hâlâ yüz çevirirler ve, “Süregelen
bir sihirdir” derler.” [340]
“Sonra da sırt çevirip büyüklük
tasladı. “Bu sadece öğretile gelen bir sihirdir” dedi.” [341]
“Onlardan öncekilere, her hangi bir peygamber
gelince: “Sihirbazdır” veya “Delidir” derlerdi.”[342]
Tefsir:
İbn-i Abbas şöyle diyor: “Kureyş
şöyle dediler: “Bu Kur’an Allah nezdinden değildir, aksine Bel’am ona
öğretmektedir.” Bel’am Mekke’de yaşayan Rum ehlinden Hıristiyan
bir demirci idi. Zehhak şöyle diyor: “Kureyş’in bu şahıstan
maksadı, Selman idi.” Mücahit şöyle diyor: “Kureyş’in
maksadı, Beni Hazremi’den Yaiş adında bir köleydi.” Kureyş
tarafından bu ithamda bulunulunca şu ayet nazil olmuştur: “And olsun ki: “Ona elbette bir insan
öğretiyor” dediklerini biliyoruz.”[343]
Allame Tabatabai bu ayetin tefsirinde şöyle
diyor: “And olsun ki:
“Ona elbette bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz” ayeti de müşrikler tarafından
Peygambere (s.a.a) yapılan bir iftirayı beyan etmektedir: Ve o “Şüphesiz ona bir beşer
öğretmektedir” cümlesidir. Onların
itirazının akışından ve onlara verilen cevaptan da
anlaşıldığı üzere Arap olmayan ve konuşma
hususunda fesahatten nasipsiz bulunan bir şahıs dinler, Peygamberlik
hususu ve önceki Peygamberler hakkında bilgi sahibi olup, bazen Peygamber
(s.a.a) ile görüşüyordu. İşte bu yüzden Peygamberi vahiy
olduğunu iddia ettiği şeyleri bu şahıstan
aldığını ve o şahsı bu şeyleri ona
öğretmekle itham etmişlerdir ve bu da Allah-u Teala’nın
müşriklerden naklettiği şu sözdür: “Şüphesiz ona beşer
öğretmektedir.” Bu özet cümlenin taktiri ise şöyledir: “Şüphesiz ona
beşer öğretmektedir ve ondan öğrendiği konuları yalan
yere Allah’a isnat etmektedir.”
Açıkça anlaşıldığı
üzere o şahsın dilinin Arapça olmayışı, Kur’an’ın
dilinin ise Arapça ve fasih oluşu müşriklerin şüphesini ortadan
kaldıran bir cevap olamaz. Zira o şahsın bu konuları Arapça
olmayan bir dille Peygambere öğrettiği ve Peygamberin de sahip
olduğu belagat ile o konuları fasih bir Arapça kalıbında
ortaya koyduğu iddia edilebilir. Bu da “Şüphesiz ona beşer
öğretmektedir” cümlesinden önce zihne takılan bir nüktedir. Zira onlar talim
(öğretmek) tabirini ifade etmişlerdir, telkin ve dikte
kavramını değil. Talim kavramı ise lafız ve kavramdan
daha çok anlama yakındır.
Böylece anlaşıldığı
üzere “Kastettikleri
kimsenin dili yabancıdır, Kur’an ise fasih Arapça’dır” cümlesi tek başına onların
şüphesine cevap olamaz. Aksine ayetin devamı sonuna kadar kafirlerin
şüphesine tam bir cevap teşkil etmektedir. Üç ayetin toplamından
elde edilen cevabın özeti şudur: “Sizin Peygambere
attığınız iftira, Kur’an öğretilerini ona bir
kişinin öğrettiğini ve onun da yalan yere onları Allah’a
isnat ettiğini söylemeniz hususunda maksadınız, o
şahsın Kur’an lafızlarını ve ifadelerini ona telkin
ettiği ve öğrettiği ise ve Kur’an da Allah’ın değil de
o şahsın sözü ise, bu şüphenizin cevabı şudur ki, o
şahıs Arapça konuşan bir kimse değildir, oysa Kur’an
apaçık ve fasih bir Arapçadır. Ama eğer maksadınız o
şahsın Kur’an’ın anlamlarını Peygambere
öğrettiği ve dolayısıyla da lafız ve ifadelerin
Peygambere (s.a.a) ait olduğu ve onun da yalan yere Allah’a isnat
ettiği ise, onun da cevabı şudur ki Kur’an’da yer alan
şeyler, hiçbir akıl sahibinin hakkaniyeti hususunda şüphe
etmediği, akılların kabul etmek zorunda kaldığı
ve Allah’ın Peygamberini kenlerine hidayet ettiği, hak
öğretilerdir. O halde o Allah’ın ayetlerine iman etmiştir. Zira
eğer iman etmeseydi, Allah ona hidayet etmezdi. Allah ayetlerine iman
etmeyen kimseyi asla hidayet etmez. Peygamber Allah’ın ayetlerine iman
ettiği için de Allah’a asla yalan şeyler isnat etmez. Allah’a sadece
onun ayetlerine iman etmeyen kimse yalan şeyler isnat eder. O halde bu
Kur’an ne yalandır, ne iftiradır, ne de beşer tarafından
alınmıştır ve ne de yalan yere Allah’a isnat
edilmiştir. Kastettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur’an ise fasih
Arapçadır” cümlesi,
şüphenin birinci bölümüne cevap teşkil etmektedir ve o şüphe de
şudur ki Kur’an lafız ve ifadeleriyle sözde bir beşerin
telkinleri yoluyla alınmıştır.
Ayetin anlamı ise şudur:
Müşriklerin kastettiği ve “şüphesiz ona bir beşer
öğretmektedir” dedikleri şahsın dili fasih olmayan mübhem bir dildi. Oysa
sizlere tilavet edilen Kur’an apaçık fasih bir Arapça diliyledir. O halde
nasıl olurda fasih ve beliğ Arapça olan bir dil, Arapça bilmeyen bir
kimse tarafından ifade edilebilir?
“Şüphesiz iman etmeyen kimseler” ifadesi de iki ayetin sonuna dek, şüphenin
ikinci bölümüne cevap teşkil etmektedir. Yani sözde Peygamber bu
anlamları o şahıstan almış, sonra da –haşa- onu
Allah’a isnat etmiştir.
Bu ayetlerin manası da şudur:
“Allah’ın ayetlerine iman etmeyen ve onu inkar eden kimseleri Allah,
Kur’an’a ve Kur’an’ın apaçık öğretilerine hidayet etmez.
Onları elim ve acıklı bir azap beklemektedir. Peygamber ise
Allah’ın ayetlerine iman etmiştir. Çünkü Alalh’ın hidayetine
mahzardır. Yalan söyleyen ve onları Allah’a isnat eden kimseler ise
Allah’ın ayetlerine iman etmemişlerdir. Onlar sürekli yalan söyleyen
yalancılardır. Ama Peygamber (s.a.a) gibi Alalh’ın ayetlerine
iman eden kimse asla yalan söylemez, iftirada bulunmaz. O halde söz konusu iki
ayet, Peygamber’in Allah’ın hidayetiyle hidayete eriştiğinden,
Allah’ın ayetlerine iman ettiğinden kinayedir ve böyle bir kimse
iftirada bulunmaz, yalan söylemez.
Müfessirler söz konusu iki ayeti birinci ayetten
ayırmışlardır ve birinci ayeti şüphenin tam
cevabı olarak kabul etmişlerdir. Oysa dediğimiz gibi bu ayet,
müşriklerin şüphesine tam bir cevap değildir.
Müfessirler daha sonra “Bu apaçık bir Arapça dildir” cümlesini Kur’an’ı Kerim’in belagat
mucizesi hakkında meydan okuyuşuna hamletmişlerdir. Oysa
sizlerin de bildiği gibi ayetin lafızlarında Kur’an’ın ne
belagat açısından mucize olduğu hususunda bir haber vardır
ve ne de meydan okuyuşun bir belirtisi göze çarpmaktadır. Ayette olan
şey sadece Kur’an’ın apaçık ve fasih bir Arapça olduğudur
ve Arap olmayan bir şahsın bu fesahat ile beyan etme imkanı
olmadığıdır.
Müfessirler sonraki iki ayeti de Allah’ın
ayetlerini inkar eden Peygamberin Allah’a yalan isnat ettiği
iddasında bulunan kimseleri tehdite hamletmişlerdir ve bu ayetler
onlara acıklı bir azap vaat etmektedir. İftira atmayı ve
yalan söylemeyi onlara geri çevirmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Bunlar yalan söylemeye ve iftirada bulunmaya daha layıktırlar. Zira
onlar Allah’ın ayetlerine iman etmemişlerdir. Dolayısıyla
da Allah onları hidayet etmemiştir.
Müfessirler bu algılayışları
esasınca iki ayetteki kavramları anlamın hakikatlerinden daha da
uzak düşecek bir şekilde mana etmişlerdir. Oysa dediğimiz
gibi söz konusu ayetler hakkındaki bu yorum kafirlerin şüphesini
ortadan kaldırmaya yetecek bir cevap mahiyetinde değildir.”[344]
Allame Tabatabai Kur’an’ın mucize
oluşu ve Kur’an’ın kendisine nazil olduğu kimse yoluyla meydan
okuyuşu hakkında şöyle yazmaktadır: “Kendisine ifade ve
anlam olarak mucizelik niteliğine sahip Kur’an indirilen
okuma-yazmasız peygamberin kişiliği de bir meydan okuma unsuru
olarak önplana çıkarılmıştır. Bir öğretmenden
ders almamış olması, bir eğitimci tarafından
yetiştirilmemiş olması Kur’an’ın mucizeliğine bir
kanıt olarak ileri sürülüyor. “De ki: Eğer Allah dileseydi, onu size
okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce aranızda bir ömür
kalmıştım, düşünmüyor musunuz?” (10/16)
Peygamber efendimiz (s.a.a.) onlardan biri
olarak aralarında yaşıyordu, bir ayrıcalığı
olmadığı gibi uzmanlaştığı bir bilim
dalı da yoktu. Öyle ki, kırk yaşına kadar ne şiir ne
de nesir (düz yazı) şeklinde bir eser ortaya koymuştu. Kırk
yaş ise, onun ömrünün üçte ikisini oluşturuyordu. O güne kadar, bu
yönde bir çaba içine girmediği gibi, bu tür bir ideale sahip olduğu da
görülmemiştir. Sonra ne oluyorsa, birden bire oluyor ve getirdiği
mesaj karşısında dahiler küçük dillerini yutuyor, edebiyat
ustaları tut yemiş bülbüle dönüyor. Ardından bu mesajı
yeryüzünün dört bir yanına yayıyor ve bir tek bilgin, bir tek erdemli
kişi ve bir tek üstün zekalı kimse karşısında söyleyecek
bir şey bulamıyor.
Hakkında bütün söyleyebildikleri
şundan ibarettir: Ticaret amacıyla Şam’a gitmiş ve
Kur’an’da yer alan kıssaları oradaki papazlardan
öğrenmiştir.(!) Oysa Şam’a yaptığı seferlerde
amcası Ebu Talip’le beraber olmuş ve o zaman henüz ergenlik
çağına ulaşmamıştı. Hz. Hatice’nin kölesi Meysere
ile yaptığı seferde ise, yirmi beş
yaşındaydı ve yolculuk sırasında ne gece ve ne gündüz
arkadaşlarından ayrılmıştı.
Ayrıldığı var sayılsa bile, bu sırada hangi
bilgileri öğrendi? Bu hikmetli bilgileri ve gerçekleri nereden edindi?
Fesahat ustalarının, karşısında küçük dillerini
yuttuğu ve dost-düşman herkesin büyüleyiciliğini
onayladığı bu olağanüstü ifade tarzını kimden
öğrendi?
Bir iddia da şudur: Hz. Peygamber Mekke’de
yaşayan bir Bizanslı demircinin yanına gider, onunla sohbet
ederdi. Bu adam kılıç yapar ve bunları satarak geçimini
sağlardı. Yüce Allah bu iddiayla ilgili şöyle buyuruyor: “Biz onların, “Ona bir insan
öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Haktan saparak kendisine yöneldikleri
adamın dili yabancı, bu ise apaçık Arapça bir dildir.” (16/103)
Bir iddia da, onun bazı bilgileri
İranlı bir bilgin olan ve dinler ve mezhepler hakkında
geniş bilgilere sahip bulunan Selman-ı Farisi’den öğrendiği
şeklindedir. Oysa Hz. Selman Medine döneminde ona inanmıştır.
Kur’an’ın büyük çoğun luğu ise Mekke’de inmiştir.
Kur’an’ın Mekke’de inen kısmı, Medine’de inen
kısmından daha çok kıssa ve genel bilgiler içermektedir. Şu
halde Selman ve diğer sahabilerin inanması, ona ne tür katkılar
sağlamıştır?
Kaldı ki, Eski Ahit ile Yeni Ahid (Tevrat
ve İncil) ve onların içerdikleri olayları inceleyen biri,
ardından Kur’an’ın anlattığı Peygamberler
kıssalarını ve geçmiş toplumların tarihini inceleyecek
olursa, görecektir ki, bu tarih o tarihten ve bu kıssa o kıssadan
farklıdır. Ahitlerde büyük yanlışlıklar,
çarpıtılmalar vardır. Allah’ın peygamberlerine yönelik
kokunç iddialar içermektedir. Bu iddialar karşısında fıtrat
tiksinti duyar, bu tür nitelikleri insanların en iyilerine ve en
akıllılarına yakıştırmaktan haya eder. Öte
taraftan ise Kur’an, Peygamberlerin pak ve masumluklarını ortaya
koyuyor. Eski ve yeni Ahit’te gerçeğe ilişkin bir bilgi vermeyen,
erdeme ve ahlaka ilişkin ilkeler, öğütler içmermeyen gereksiz
bölümler vardır. Kur’an ise, kıssaların sadece insanlara bilimsel
ve ahlaki olarak yarar sağlayan bölümlerine yer vermiş, geri kalan
büyük kısmına hiç değinmemiştir.”[345]
20013. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ebu Cehil b. Hişam ve
Kureyş’ten bir grup Ebu Talib’in yanına gidip şöyle dediler:
“Kardeşinin oğlu bizi ve tanrılarımızı
üzmektedir. Onu çağır ve ona de ki o ilahlarımızdan el
çeksin, böylece biz de onun ilahına karışmayalım.” Ebu
Talib Allah Resulü’ne (s.a.a) birisini gönderdi, onu yanına çağırttı.
Peygamber yanına gelince, odada müşriklerden başka kimsenin olmadığını
gördü ve şöyle buyurdu: “Doğru yola uyan kimseye selam olsun!” Daha
sonra oturdu. Ebu Talib ona bu kimselerin neden geldiğini bildirdi.
Peygamber şöyle buyurdu: “Acaba onlar kendileri için yaptıkları
önerilerinden daha iyi olan sözü söylemeye ve bu vesileyle arapların
başı olmaya ve boyunlarını huzu içinde bükmeye hazır
mıdırlar?” Ebu Cehil şöyle dedi: “Evet! Bu kelime nedir?”
Peygamber şöyle buyurdu: “Deyiniz ki Allah’tan başka ilah yoktur.” İmam
Bakır (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Onlar ellerini
kulaklarına koydular, hızla dışarı çıkıp
şöyle dediler: “Biz son dinde (Hıristiyanlıkta) da böyle bir
şey işitmedik. Bu bir tür uydurmadır.” İşte burada
Alalh-u Teala onların sözü hakkında şöyle buyurmuştur: “Sad.
Öğüt veren Kur’an’a andolsun ki, küfredenler gurur ve ayrılık
içindedirler.”[346]
20014. Tefsir-i Kumi’de şöyle yer
almıştır: “Aralarından bir uyarıcının
gelmesine şaşmışlardı”
ayeti Mekke’de nazil olmuştur. Allah Resulü Mekke’de davetini açıkça
yaptığı zaman Kureyş Ebu Talib’in yanına gidip
şöyle dediler: “Ey Ebu Talib! Kardeşinin oğlu bizleri cahil
olarak adlandırmakta ve tanrılarımız hakkında kötü
sözler etmektedir. Gençlerimizi bozup saptırmakta, birliğimizi
ortadan kaldırmaktadır. Eğer böyle sözler söylemeye fakirlik
sebep olmuşsa, biz ona para toplamaya ve böylece onu Kureyş’in en
zengini kılmaya ve nu kendimize baş etmeye hazırız.” Ebu
Talib Kureyş’in bu sözlerini Peygambere ulaştırdı.
Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer güneşi sağ elime, ayı
da sol elime verecek olsalar, yine de böyle bir şeyi istemem. Aksine bana
bir söz versinler ki bu vesileyle Araplara hükmetsinler, Acemler onların
karşısında teslim olsun ve cennet ashabı olsunlar.” Ebu
Talib bu sözleri Kureyş’e bildirdi. Onlar şöyle dediler: “Bu sözü
söylemeye hazırız.” Allah Resulü (s.a.a) onlara şöyle buyurdu:
“Şehadette bulunun ki Allah’tan başka ilah yoktur, ben de
Allah’ın elçisyim.” Onlar şöyle dediler: “Biz üçyüz altmış
ilahımızı terk edip senin tek ilahına mı ibadet
edelim?” Bu esnada münezzeh olan Allah şu ayeti nazil buyurdu:
“Aralarından bir uyarıcının gelmesine
şaşmışlardı. Küfredenler: “Bu, pek yalancı bir
sihirbazdır…bu ancak bir uydurmadır” dediler.” Ayette geçen
ihtilak kelimesi sayıklamak anlamındadır.”[347]
20015. Kısas’ul-Enbiya’da şöyle yer
almıştır: “Allah Resulü (s.a.a)
müşriklerin tanrılarını kötülemekten ve onlara Kur’an
okumaktan geri kalmıyordu. Velid b. Muğire ise Arabın
hakimlerinden biriydi. Araplar işlerinde hakimlik için ona müracaat
ederlerdi. Onun on kölesi vardı. Her kölesine de ticaret yapması için
bin dinar para vermişti. Onun büyük bir serveti vardı ve Ebu Cehil’in
amcası sayılıyordu. Müşrikler ona şöyle dediler: “Ey
Abduşşems! Muhammed’in söylediği bu sözler de nedir, şiir
midir, gaypten haber verme midir, yoksa hitabe midir?” O şöyle dedi: “Bana
izin verin de onun sözlerini işiteyim.” Daha sonra Hicr’de oturan Allah
Resulü’nün yanına gitti ve şöyle dedi: “Ey Muhammed! Bana
şiirlerini oku.” Peygamber şöyle buyurdu: “Bunlar şiir
değildir, aksine Allah’ın Peygamberlerine ve elçilerine
gönderdiği sözdür.” Velid şöyle dedi: “Tilavet buyur.” Peygamber ona
şunu okudu: “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla” Velid Rahman
kelimesini işittiğinde alay ederek şöyle dedi: “Sen Yemame’deki
Rahman adında birine mi davet ediyorsun?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Hayır, ben Allah’a davet ediyorum. Rahman ve rahim olan da sadece
Allah’tır.” Daha sonra da “Ha-Mim” suresini okumaya başladı ve “Eğer yüz çevirirlerse onlara De ki:
“İşte sizi, Ad ve Semud’un başına gelen
yıldırıma benzer bir azâb ile uyardım”
ayetine ulaştığında Velid’in bu sözleri işitmekle
bedeni titremeye başladı. Bedenindeki tüyleri diken diken oldu.
Kalkıp evine gitti, Kureyş’in yanına geri dönmedi. Şöyle
dediler: Abduşşems’in babası Muhammed’in dinine girdi.” Kureyş
buna üzüldü. Ertesi sabah Ebu Cehil onun yanına gitti:
“Amcacığım! Sen bizi rezil ettin” dedi. Velid şöyle dedi:
“Ey kardeşimin oğlu! Hiçbir şey olmadı, ben yine kavmimin
dini üzereyim. Ama ben insanın bedenini titreten ağır sözler
işittim.” Ebu Cehil şöyle dedi: “Sözleri şiir midir?” Velid
şöyle dedi: “Şiir değildir?” O, “Hitabe midir?” diye sordu.
Velid şöyle dedi: “Hayır, hitabe devam edip giden bir sözdür. Ama
onun sözleri kelimeleri birbirine benzemeyen ve özel bir güzelliği bulunan
nesirdir (düz yazıdır).” Ebu Cehil şöyle sordu: “O halde gayptan
haber verme ve kehanettir.” Velid, “hayır” dedi. Ebu Cehil şöyle
sordu: “O halde nedir?” Velid şöyle dedi: “Bu konuda düşünmem için
bana izin ver.” Ertesi gün olduğunda şöyle dediler: “Ey
Abduşşems! Ne diyorsun?” O şöyle dedi: “Diyiniz ki bu sihir ve
büyüdür. Zira insanların kalbini ele geçirmektedir.” Bunun üzerine Allah-u
Teala onun hakkında şu ayeti nazil buyurdu: “Tek olarak
yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar
verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi bana
bırak… Orada on dokuz bekçi vardır.”[348]
Hammad
b. Zeyd’in Eyyub’dan ve onun da İkrime’den naklettiği rivayete göre
ise Velid b. Muğire Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına geldi ve
şöyle dedi: “Bana Kur’an oku.” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah şüphesiz adaleti, iyilik
yapmayı, yakınlara bakmayı emreder;
hayasızlığı, fenalığı ve haddi
aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.”[349]
Velid şöyle dedi: “Bana tekrar et.” Peygamber onu yeniden okudu. Velid
şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki özel bir tatlığı ve
güzelliği vardır. Üstü meyvelidir, altı ise nimet doludur ve bu
bir beşere ait bir söz değildir. ”[350]
20016. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Velid
b. Muğire Kureyş’in yanına gitti ve şöle dedi: “Yarın
insanlar (hac) mevsiminde toplanacaktır ve bu şahsın
konuştuğu her yere yayılmıştır. Halk onun
hakkında size sorular soracaktır, onlara ne diyeceksiniz?” Ebu Cehil
şöyle dedi: “Ben onu cin çarpmıştır” diyeceğim. Ebu
Leheb ise şöyle dedi: “Ben de, “o şairdir” diyeceğim. Ukabe b.
Ebu Muit ise “Ben de o kahindir diyeceğim” dedi. Velid ise, “a’ma” ben de
“o sihirbazdır, karı ve kocanın, kardeşlerin ve babayla
oğulun arasına ayrılık sokmaktadır” diyeceğim”
dedi. Bunun üzerine Allah şu ayeti nazil buyurdu: “Kaleme andolsunki…” ayetinden
“O, şair sözü değildir” ayetine kadar.[351]
Şöyle
diyorum: “Bihar’ul-Envar’da İbn-i Şehraşub’un
Menakıb’ından naklen şöyle yer almıştır:
“Kureyş’in, “O sihirbazdır” deyişinden de
anladığımız gibi Peygamber onlara benzerini getirmekten
aciz oldukları bir şeyi göstermiştir.” Onların, “Delidir”
demelerinin sebebi ise, Peygamberin sonunda başına neler
geleceğini düşünmeden söylediği sözler sebebiyleydi. Kahindir
demelerinin sebebi ise, onlara gaybi haberleri vermesiydi, “Ona
öğretilmiştir” demelerinin sebebi ise, onları gizli sırlarından
haberdar kılmalarıdır. O halde Kureyş’in Peygamberin
yalancılığını ispat etmek istediği şeyler
hakikette onun davasının doğruluğunu ispat etmektedir.”[352]
Allame Tabatabai
el-Mizan’da şöyle buyurmuştur: “İslam’a yönelik itirazlardan
biri de Peygamberimizin (s.a.a) evlilikleridir. Diyorlar ki, çok evlilik zaten
başlı başına bir cinsel düşkünlük, şehvet, iç
güdüye boyun eğmek anlamına gelirken Peygamber, ümmeti için yasallaştırdığı
dört kadınla yetinmeyerek kendisi için bu sayıyı dokuza
çıkardı.
Bu mesele
Kur’an’daki değişik çok sayıda ayetle
bağlantılıdır. Bu yüzden meseleyi her yönü ile incelemek
için ilgili ayeti ele alınca uzun açıklama yapmak gerekir. Bundan
dolayı ayrıntılı açıklamayı uygun olan yerine bıraktık.
Şimdilik meseleye özet olarak değineceğiz.
Şöyle
diyoruz: Bu itirazı ileri sürenlerin şu gerçeği göz önüne
almaları gerekir: Peygamberimizin çok sayıda kadınla evlenmesi,
sandıkları gibi basit bir mesele değildir (ki Peygamber
kadınlara aşırı derecede düşkün olduğu için
eşlerinin sayısını dokuza çıkardı.) Tersine
hayatı boyunca seçtiği her eşi için özel bir tercih gerekçesi
vardır. Peygamberimiz (s.a.a) ilk evliliğini Hz. Hatice ile (Allah
ondan razı olsun) yaptı. Yirmi küsür yıl boyunca sadece onunla
evli kaldı. (Bu süre onun evlendikten sonraki ömrünün üçte ikisidir.) Bu
sürenin on üç yılı Peygamber oluşundan sonra ve Mekke’ye hicret
etmeden önceki döneme rastlar. Sonra Medine’ye hicret etti ve
mesajını yaymaya, dini yüceltmeye başladı. Diğer evliliklerini
bundan sonra yaptı. Evlendiği kadınların kimi bakire, kimi
dul, kimi genç, kimi yaşlı, kimi kocakarı idi. Ömrünün on
yıla yakın bölümü böyle geçti. Sonra nikahı altındakiler
dışında başka bir kadınla evlenmesi yasaklandı.
Bilinen bir
şeydir ki, bu özellikleri taşıyan bir davranış
biçimini, basit bir kadın sevgisi ile, kadın düşkünlüğü
ile, aşırı cinsel oburlukla açıklayıp
gerçekleştirmek mümkün değildir. Bu sürecin başı ve sonu
böyle bir gerekçeye ters düşer.
Üstelik,
insanlara yönelik gözlemlerimizden şüphesiz olarak biliyoruz ki kadın
düşkünü, kadın sevgisine tutkun ve onlarla buluşmaya can atan
erkek, kadının güzeline, alımlısına, çekicisine,
gencine tutkun olur. Bu özellikler de Peygamberimizin (s.a.a) bu konudaki
uygulamaları ile uyuşmaz. Peygamberimiz bakireden sonra dul
kadınla, genç kadından sonra yaşlı kadınla evlilik
yaptı. Mesela yaşlı bir kadın olan Ümmü Seleme ile evlendi.
Yine Zeyneb Bint-i Cahş ile evlendiğinde Zeyneb’in yaşı
elliyi geçkindi. Bu evlilikleri Ayşe ve Ümmü Habibe gibilerle evlendikten
sonra yaptı. İşte durum budur.
Ayrıca
eşlerine şöyle dedi: “Eğer dünyayı ve dünya
güzelliğini istiyorsanız mehirlerinizi vererek size güzellikle yol
veririm, yani sizi boşarım. Eğer Allah’ı, Peygamberi ve
ahireti tercih ediyorsanız dünyadan uzak durur, süslenmeye
güzelleşmeye yanaşmazsınız.” Onun eşlerine yönelik bu
sözlerini Kur’an’dan öğreniyoruz:
“Ey Peygamber!
Eşlerine söyle. Eğer dünya hayatını ve süslerini
istiyorsanız, gelin size boşanma bedelinizi vereyim ve güzellikle
Salıvereyim. Eğer Allah’ı, Peygamberi ve ahiret yurdunu
istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi işler yapanlara büyük
mükafat hazırlamıştır.”[353]
Görüldüğü gibi bu tavır da kadın güzelliğine düşkün,
onlarla buluşmak için can atan bir erkeğin durumunu
yansıtmıyor.
O zaman bu
meseleyi derinliğine inceleyen insaflı bir
araştırmacıya bir tek şey kalıyor. O da
Peygamberimizin bi’setinin başlangıcından sonuna kadar ki bütün
evliliklerini şehvetperestlik, kadın düşkünlüğü ve zevk
arama dışında başka faktörlere bağlamaktır.
Peygamberimiz
(s.a.a) bu eşlerinden bazıları ile güç kazanmak, destek ve
taraftar edinmek için evlendi. Bazıları ile kalpleri kazanmak ve
kötülüklerden korunmak için evlendi. Bazı evliliklerini evlendiği
kadınların bakımlarını üstlenmek, geçimlerini
sağlamak, dulların ve güçsüzlerin yoksulluktan ve
perişanlıktan korunmasını müminler arasında
çığır açmak için yaptı. Bazı evliliklerini
şeriatın bir hükmünü vurgulamak, onu fiilen uygulamak, böylece
yanlış bir geleneği kırmak, insanlar arasında
yaygın olan batıl bidatları yıkmak için yaptı. Nitekim
Zeynep Bint-i Cahş ile olan evliliği böyle bir olaydı. Zeyneb,
Zeyd b. Harise’nin eşi idi. Zeyd onu boşadı. Zeyd,
Peygamberimizin evlatlığı idi. Araplar, evlatlığın
eşini öz evladın eşi gibi kabul ediyorlardı ve onlara göre
baba onunla evlenemezdi. Peygamberimiz bu kanaatin aslı
olmadığını göstermek için Zeyneb ile evlendi ve
arkasından hakkında bir takım ayetler indi.
Peygamberimiz
Hz. Hatice’nin ölümünden sonra ilk önce Sevda b. Zem’a ile evlendi. Eşi
ikinci Habeşistan hicretinden sonra ölmüştü. Sevda, mümin bir muhacir
idi. Eğer ailesinin yanına dönseydi, birçok mümin erkek ve
kadına yaptıkları gibi hemşehrileri ona da işkence
yapar, öldürürler ve dininden döndürüp tekrar kafir yaparlardı.
Peygamberimiz,
bir evliliğni de kocası Abdullah b. Cahş’ın Uhud’da
öldürülmesinden sonra Zeyneb Bin-i Huzeyme ile yaptı. Zeyneb cahiliye
döneminin erdemli hanımlarından biri idi. Fakirlere, yoksullara çok
yardımlar yaptığı ve onlara şefkatle
davrandığı için “yoksulların anası” lakabı ile
anılıyordu. Peygamberimiz onunla evlenmekle itibarını
korudu.
Peygamerimiz,
bir evliliğini de Ümmü Seleme ile yapmıştı. Adı Hind
idi. Daha önce Peygamberimizin teyzesinin oğlu ve süt kardeşi olan
Abdullah Ebu Seleme’nin eşi idi. Abdullah, ilk Habeşistan
muhacirlerindendi. Ümmü Seleme dindar, faziletli bir hanımdı.
Dindarlığı yanında isabetli görüşlü idi. Kocası
öldüğünde yaşlı idi, başında yetimler vardı. Bu
yüzden Peygamberimiz (s.a.a) onunla evlendi.
Peygamberimiz,
bir evliliğini de Safiye bin-i Huyeyy b. Ahtab ile yaptı. Safiye’nin
eşi “Beni Nadir” kabilesinin reisi idi. Kocası Hayber
savaşında öldü. Babası da “Beni Kurayza” kabilesi ile
yapılan savaşta öldürülmüştü. Safiye Hayber’den alınan
esirler arasında idi. Peygamberimiz onu seçip azat etti ve kendisi ile
evlendi. Böylece onu perişanlıktan ve zilletten kurtardı. Bu
evlilikle Peygamber Yahudilerle akrabalık bağı kurdu [ve
Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki ilişkilerin iyileşmesini
sağladı].
Peygamberimiz,
bir evliliğini de Cuveyriye ile yaptı. Asıl adı Berre idi
ve Mustalakoğullarının büyüğü olan Haris’in kızı
idi. Bu evlilik Mustalak oğulları ile yapılan savaştan
sonra oldu. Müslümanlar bu kabilenin iki yüz ailesini kadınları ve
çocukları ile birlikte esir almışlardı. Peygamberimiz
Cuveyriye ile evlenince Müslümanlar “Bunlar Peygamberimizin
hısımlarıdırlar, onları esir tutmak bize
yakışmaz” diyerek hepsini azat ettiler. Bunun üzerine bütün Mustalak
kabilesi iman ederek Müslümanlara katıldı. Büyük bir kitle
oluşturuyorlardı. Müslüman olmaları diğer Araplar üzerinde
olumlu bir etki bırakmıştı.
Peygamberimizin
bir başka evliliği de Meymune ile idi. Asıl da Berre idi.
Haris-i Hilaliye’nin kızı idi. İkinci kocası Ebu Ruhm b.
Abduluzza’nın ölümü üzerine kendini cariye olarak Peygamberimize (s.a.a)
adadı. Peygamberimiz ise ona nikahlama teklifi yaparak kendisi ile evlendi
ve bu hususta ayet indi.
Peygamberimiz,
bir başka evliliğini de Ümmü Habibe ile yaptı. İsmi Ramle
idi ve Ebu Süfyan’ın kızı ve Ubeydullah b. Cahş’ın
eşi idi. İkinci Habeşistan hicretinde eşi kendisi ile
birlikte hicret etti. Fakat orada Hıristiyan oldu. Ama babası Ebu
Süfyan’ın İslam’a karşı asker topladığı o
günlerde kendisi İslam’a bağlılığını devam
ettirdi. Peygamberimiz (s.a.a) onunla evlenerek onu koruma altına
aldı.
Peygamberimiz
bir başka evliliğini Ömer’in kızı Hafsa ile yaptı.
Eşi Huneys b. Haazaka Bedir savaşında öldüğü için dul
kalmıştı. Peygamberimiz bir başka evliliğini de Ebu
Bekir’in kızı Ayşe ile yapmıştı. Ayşe bakire
idi.
Bu özelikleri,
bu konunun başında ömrünün başlangıcı ve sonuna
ilişkin söylediklerimizle birlikte göz önüne alalım. Ayrıca
zahitliğini, süsten uzak duruşunu ve eşlerini de böyle olmaya
teşvik edişini düşünelim. O zaman yaptığı
evliliklerin diğer insanların evlilikleri gibi
olmadığını kesinlikle anlarız.
Bunlara bir de
kadınlara yönelik iyi davranışlarını, cahiliye
çağlarının, yüzyılların ilkeliklerinden ortadan
kaldırdığı kadın haklarını ve
kadının kaybettirdiği sosyal haklarını yeniden ihya
etmesini eklemek gerekir. Öyle ki, rivayete göre son sözü kadınları
erkeklere tavsiye etmek oldu. Şöyle buyurdu: “Namaz, namaz. Elinizin
altındaki kölelerinize, güçlerinin yetmeyeceği işler yüklemeyin.
Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Onlar sizin elinize
düşmüş zavallılardır.”[354]
Eşleri
arasında adil davranmak, onlarla iyi geçinmek, gönüllerini hoş tutmak
ona mahsus davranışlardandı. (Bu konuda inşallah ilerideki
iclemelerde bazı örnekler dile getirilecektir) Dörtten çok kadınla
evlenebilmek, tıpkı kesintisiz ve iftarsız birkaç gün arka
arkaya oruç tutmak gibi ona mahsus bir hükümdür ve ümmete yasak
edilmiştir. İşte bu özellikler ve onların insanlar
tarafından açıkça görülmeleri, aleyhinde kampanya yürütmek için
sürekli fırsat kollayan düşmanlarını bu mesele yüzünden
kendisine karşı çıkmaktan alıkoydu.”[355]
505. Konu
en-Nucum
Yıldızlar İlmi-Astroloji
F
Bihar, 58/217, 10. bölüm; İlm’un-Nucum
ve’l-Amel bihi
F
Vesail’uş-Şia, 12/101, 24. bölüm;
Adem-u Cevaz-i Teellomi’n-Nucum
F
Vesail’uş-Şia, 8/268, 14. bölüm; Tahrim-u
Amel-i bi İlm’in-Nucum
Kur’an:
“İbrahim yıldızlara bir göz
attı ve “Ben rahatsızım” dedi.” [356]
“Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin
ederim.” [357]
Tefsir:
“İbrahim
yıldızlara bir göz attı ve “Ben rahatsızım” dedi”
ayetleri şüphesiz ki İbrahim’in yıldızlara
bakışıyla rahatsız olduğunu haber vermesiyle ilgilidir
ve bu esas üzere böyle bir söz söylemiştir. Onun yıldızlara
bakışı, ya da özellikle vakti tayin etmek içindi.
Tıpkı nöbeti olan veya ateşin başlama zamanını
bir yıldızın doğuşu ve batışıyla veya
yıldızların özel haletiyle tayin eden kimse gibidir veya gelecek
ile ilgili olaylardan haber almak içindir. Nitekim, astrologların da
inancına göre yıldızların durumu bunların en açık
nişanesidir. Sabii mezhebine tabi olanlar bu konuya
inanmışlardır ve İbrahim’in (a.s) zamanında da bu
mezhebe mensup bir çok kimse yaşıyordu. Birinci ihtimale göre, ayetin
anlamı şöyledir: “Şehir halkı, hep beraber bayram
merasimini düzenlemek için şehir dışına
çıktığı zaman İbrahim (a.s) yıldızlara
baktı ve onlara rahatsız olduğunu, çok yakında hastalanacağını,
bu yüzden de onlarla gelemeyeceğini bildirdi. İkinci yoruma göre ise,
ayetin yorumu şöyledir: “Hz. İbrahim, bir müneccim gibi
yıldızlara baktı ve insanlara, yıldızların
durumunun kendisinin çok geçmeden hasta olacağını
gösterdiğini, bu yüzden de onlarla şehri terk edemeyeceğini
göstermiştir.
Birinci ihtimal
İbrahim’in (a.s) durumu ile daha da uyum içindedir. Zira o zamanlar Hz.
İbrahim Allah’tan başka hiç kimseyi etkili görmeyen, halisane bir
tevhite sahipti. Öte yandan İbrahim’in (a.s) o günlerde hasta
olmadığını gösteren sağlam bir delil de yoktur.
Aksine, Kur’an İbrahim’in hasta olduğunu bildiriyor, öte yandan bu
ayetten çok az önce münezzeh olan Allah onu, selim ve temiz bir kalp sahibi
olarak tanıtmaktadır. Selim bir kalp sahibi olan kimsenin ise yalan
söylemesi, veya boş şeyleri dile getirmesi doğru değildir.
Müfessirler bu iki ayet hakkında başka bir takım ihtimaller de
vermişlerdir. Bunların en kabul edilir olanı da İbrahim’in
(a.s) yıldızlara bakması ve hastalığından haber
vermesi tabiri yerindeyse, çok boyutlu bir söz kullanmış
olmasıdır. Yani insanın bir cümleyi söylemesi, ama ondan
maksadının başka şey oluşunu ifade etmektedir. Halk da
burada sadece konuşmacının göz önünde bulundurduğu
anlamı anlamaktadır. O halde Hz. İbrahim’in yıldızlara
bakışı muvahhid bir insanın Allah-u Teala’nın
yaratışına bakması anlamındadır. Böylece
İbrahim bu yolla Allah-u Teala’nın varlığına ve bir
olduğuna delil ortaya koymuştur. Ama halk onun yıldızlara
bakışının gelecek olaylar hakkında bilgi edinmek
üzere, müneccim bir bakış olduğunu hayal etmişlerdir. Bu
yüzden de İbrahim şöyle buyurmuştur: “Ben rahatsızım.”
Maksadı da çok yakında rahatsız olacağını haber
vermesidir. Zira insan hayatı boyunca falan herhangi bir düşmekten ve
hastalığa yakalanmaktan güvende değildir. Nitekim de şöyle
buyurmuştur: “Ben hastalanınca
o bana şifa verir.”[358]
Ama halk onun bayram merasimlerinin düzenlendiği gün hasta
olacağını zannetti. Ama İbrahim için ilk etapta önemli olan
şey, başında taşıdığı hedefidir ve o da
puthaneye gidip putları kırmaktı. Bu yorum müfessirler
tarafından ortaya konan en iyi yorumdur. Bu da Hz. İbrahim’in o gün
sağlıklı olduğuna dayalıdır. Oysa biz daha öcne
de dediğimiz gibi bu konuda sağlam bir delile sahip değiliz.
Ayrıca kinayeli ve çok boyutlu söz konuşmak da peygamberlere
yakışmaz. Zira bu durumda insanların onların sözüne olan
güveni oratadan kalkar.”[359]
20017. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Nücum (yıldızlar) ilminin gerçeği var mıdır?” diye
soran Muhammed Yahya Hesemi’ye şöyle buyurmuştur: “Evet”
“Ben (ravi) şöyle arzettim: “Acaba yeryüzünde bu yıldızlar ilmini
bilen kimse var mıdır?” İmam şöyle buyurdu: “Evet,
yeryüzünde nücum ilmini (astrolojiyi) bilen kimseler vardır.”[360]
20018. İmam
Sadık (a.s) kendisine, yıldızlar ilmi sorulunca (astroloji)
şöyle buyurmuştur: “Bu ilim peygamberlerin ilimlerindendir.
Ravi şöyle diyor: “Acaba Ali b. Ebi Talib (a.s) de bunu biliyor muydu?”
Hazret şöyle buyurdu: “Bu ilmin en alimi idi.”[361]
20019. İmam Kazım (a.s) Harun ile
yaptığı tartışmasında şöyle
buyurmuştur: “Nücum ilmi doğru olmasaydı,
aziz ve celil olan Allah onu övmezdi. Peygamberler nücum ilmini
biliyorlardı. Allah-u Teala İbrahim Halil’ur-Rahman hakkında
şöyle buyurmuştur: “Böylece yakin edenlerden olması için
İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösterdik.”[362]
Hakeza başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur: “İbrahim
yıldızlara bir göz attı ve “Ben rahatsızım” dedi.”[363]
Eğer İbrahim (a.s) yıldızlar ilmini bilmeseydi, asla
yıldızlara bakmaz ve şöyle buyurmazdı: “Ben
rahatsızım.” İdris (a.s) de insanlardan nücum ilmini en çok
bilen kimseydi. Allah-u Teala da yıldızların yerlerine yemin
içmiştir ve bu yemin eğer bilecek olursanız, şüphesiz büyük
bir yemindir. ”[364]
20020. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ı bilen kimse, nücum ilmini
de bir miktar bilecek olursa, bu onun iman ve yakinini artırır.”
İmam daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Şüphesiz gece ve
gündüzün birbiri ardınca gelişinde…[365] ”[366]
20021. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “İnsanlar arasında yıldızlar
ilmiyla uğraşmanın haram olduğu ve dine zarar verdiği
meşhurdur” denilince şöyle buyurmuştur: “İnsanların dediği
gibi değildir. Bu ilim dine zarar vermez” İmam daha sonra şöyle
buyurdu: “Sizler fazlalığı elde edilemeyecek ve azı da
etkili olmayacak bir konuyla ilgileniyorsunuz.”[367]
20022. İmam
Sadık (a.s) kendisine yıldız ilmini soran bir zındıka
şöyle buyurmuştur: “Bu menfaati az ve zararı çok olan bir ilimdir… Çünkü o ilimle
taktir edilen geri çevrilemez ve bela da defedilemez. Eğer müneccim bir
olayı haber verirse dikkat etmesi kendisini Allah’ın kazasından
kurtarmaz ve eğer bir hayırı haber verirse onu erkene alamaz.
Eğer kendisi için bir kötülük ortaya çıkarsa onu geri çeviremez.
Müneccim Allah’ın ilmiyle zıt düşer ve kendi hayalince
Allah’ın yaratıkları hususunda kazasını geri çevirir.”[368]
20023. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benimle birinin paylaştırmak
istediğimiz ortak bir arsamız vardı. O şahıs
yıldızlar ilmini biliyordu ve uğurlu bir saatte
dışarı çıkmak istiyordu. Bu yüzden de kendisinin
uğurlu, benim ise uğursuz bir saatte dışarı
çıkmamı istiyordu. Biz gidip arsa için kura çektik. Arsanın en
iyi bölümü bana düştü. O şahıs sağ elini sol eline
çırparak şöyle dedi: “Asla böyle bir gün görmedim.” Ben şöyle
dedim: “Eyvahlar olsun başkasına! Ne olmuş ki?” O şöyle
dedi: “Ben yıldızlar ilmini bilen bir kimseyim. Seni uğursuz bir
saatte dışarı çıkardım. Ben de uğurlu bir saatte
çıktım. Arsayı bölüştürdük, ama arsanın en iyi bölümü
sana çıktı.” Ben şöyle dedim: “Senin için babamın bana
söylediği bir hadisi nakledeyim mi?” Babam şöyle buyurdu: “Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’tan günün uğursuzluğunu
kendinden gidermesini istiyorsa, gününe sadakayla başlasın. Allah bu
vesileyle, o günün uğursuzluğunu giderir. Herkim de Allah’ın
gecenin uğursuzluğunu kendisinden gidermesini istiyorsa, geceye
sadakayla başlasın. Allah bu vesileyle gecenin uğursuzluğunu
ondan defeder.” Daha sonra şöyle dedim: “Ben dışarı
çıktığım zaman önce sadaka verdim. Sonra bu iş senin
için o yıldızlar ilminden daha iyidir.”[369]
20024. İmam Sadık (a.s), istihare
namazından sonra yaptığı bir duasında şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Sen öyle
yaratıklar yarattın ki kendilerinin hareket ve duruş
zamanlarını, faaliyetlerini ve sözleşmelerini tayin için
yıldızların doğuş ve batışına
sığınmaktadırlar. Beni yarattın ve ben de
yıldızların durumuna sığınma ve işleri seçme
zamanını onlar vesilesiyle tayin etme yerine sana
sığınıyorum ve yakinen biliyorum ki sen, senin gaybinde
olan yıldızların yerlerini hiç kimseye bildirmedin ve
onların etkilerine ulaşma yolunu hiç kimseye göstermedin. Sen
yıldızların kendi yörüngelerinde, genel ve özel mutluluk yolundan
uğursuzluk yoluna intikal ettirebilir ve de kapsamlı ve özel
uğursuzluktan, uğurlu olaya çevirebilirsin. Zira sen istediğini
yok edersin, istediğini sabit kılarsın. Ümmü’l-Kitap senin
yanındadır.”[370]
20025. Abdulkmelik
bin A’yen şöyle diyor: İmam Sadık’a (a.s) şöyle arzettim: “Ben
bu ilme mübtela oldum. Dolayısıyla bir iş yapmak
istediğimde talihime bakıyorum. Eğer talihim kötü
çıktıysa o işin peşice gitmiyorum, eğer talihim iyi
çıktıysa o işin peşice gidiyorum. İmam bana şöyle
buyurdu: “İstediğine
de ulaşıyor musun?” Ben, “Evet” diye arzettim. İmam şöyle
buyurdu: “Kitaplarını yak.”[371]
20026. Birisi, “Ey Müminlerin Emiri eğer
şu zamanda onların üzerine yürürsen yıldız ilmine göre
amacına erişemeyeceğinden korkuyorum” deyince Hz. Ali (a.s)
şöyle buyurdu: “Sen insanı hareket ettiğinde
kötülüklerden korunacağı bir zamana sevkettiğini mi
sanıyorsun? Yoksa, hareket ettiği taktirde kendisini zararın
kuşatacağı bir zamandan mı korkutuyorsun?...Kim seni tasdik
ederse kuşkusuz ki o kimse Kur’anı’ı
yalanlamıştır; kötülükleri defetmede ve iyiliklere ulaşmada
Allah’tan yardım istemekten kendini müstağni görmüştür…Ali (a.s)
sonra insanlara yöneldi ve şöyle dedi: “Ey
insanlar! Yıldız ilminden sakının. Karada ve denizde yol
bulmak için öğrenirseniz o başka. Çünkü yıldız ilmi sizi
kahinliğe sürükler. Müneccim de kahin gibidir. Kahin de sihirbaz gibidir,
sihirbaz da kafir gibidir; kafir ise ateştedir. (Bırakın
bunları da) Allah’ın ismiyle yürüyünüz.”[372]
20027. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müneccim kimse kahindir. Kahin de
sihirbaz gibidir. Sihirbaz ise kafir makamındadır. Kafir ise
ateştedir.”[373]
Şöyle
diyorum: “Burada açıklamak gerekir ki nücum ilminin haram olduğuna
delalet eden rivayetler müneccimin varlık aleminde ve varlıklar
üzerinde yıldızların hareketinin tesirine inanan hususlara
özgüdür. Oysa alemde yegane etki sahibi münezzeh olan Allah’tır. Ama
eğer insan yıldızların hareketinin olaylar ile
ilişkisinin bir tür kaşif ve mekşuf (keşfeden ve keşfedilen)
ilişkisine inanırsa, bu durumda nücum ilminin haram olduğu
hususunda bir delil yoktur. Hatta Şeyh Ensari (r.a) şöyle diyor:
“Zahiren hiç kimse bunun (nücum ilminin) küfür olduğuna
inanmamıştır…” Şeyh Ensari’nin nücum ilmindeki sözlerini
mülahaza etmek için Mekasib-i Muharreme adlı kitabına müracaat
ediniz.
20028. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar Hudeybiye’de sabah
namazını kılıp o gece yağan yağmurun
ardından geri dönerken. Allah Resulü şöyle buyurdu: “Rabbinizin ne
buyurduğunu biliyor musunuz?” Onlar şöyle arzettiler: “Allah ve Resulü
daha iyi bilir.” Peygamber şöyle buyurdu: “Bazı kullarım bana
iman etmekte, yıldızları inkar etmektedir, bazı
kullarım da beni inkar etmekte ve yıldızlara iman etmektedir. O
halde herkim, “Yağmurumuz Allah’ın rahmeti ve fazlı
sebebiyleydi” derse, o mümindir ve yıldızları inkar
etmiştir ve herkim de “Yağmurumuz falan yıldızın
doğuşu ve batışı sebebiyleydi” derse, beni inkar
etmiş ve yıldızlara iman etmiştir.”[374]
Şöyle
diyorum: “Bu rivayeti Hürri Amili zikrettikten sonra şöyle diyor:
Şehid şöyle demiştir: “Bu rivayeti yıldızların
etkili olduğuna inanmaya yorumlamak gerekir.”
Kur’an:
“İkiyüzlüler, (Münafıklar)
Allah’ın onların sırlarını ve gizli
toplantılarını bildiğini, Allah’ın görünmeyenleri
bilen olduğunu bilmiyorlar mıydı?”[375]
bak. İsra, 47, Ta-Ha, 62, Enbiya, 3,
Mücadele, 7, 10, 12, 13, Nisa, 114, Zuhruf, 80
20029. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç kişi birlikte olduğu zaman
onlardan ikisi birbirinin kulağına
fısıldamamalıdır.”[376]
20030. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç kişi birlikte olduğu zaman
onlardan ikisi halkın arasına karışıncaya kadar
birbirinin kulağına fısıldamamalıdır. Zira bu
iş diğerinin rahatsızlığına neden olur.”[377]
20031. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç kişilik bir topluluktan ikisi
birbirinin kulağına fısıldamamalıdır. Zira bu
iş üçüncüsünün üzülüp sıkıntıya düşmesine sebep olur.”[378]
20032. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gizlilik,
fısıldaşmanın ölçüsüdür.”[379]
20033. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün fısıldamak, din ve
takva üzere olanıdır. Bunun meyvesi ise doğru yolda olmak ve
nefsin heva ve hevesine muhalefet göstermektir.”[380]
20034. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sadece iki kişi dışında
fısıldaşmakta hayır yoktur: Konuşan alim veya kabul
eden (söz dinleyen) dinleyici.”[381]
507. Konu
el-Munacat
Münacaat
F
Bihar, 13/323, 11. bölüm; ma naca bihi Musa
(a.s) rabbihi
F
Bihar, 94/89, 32. bölüm; Ediyet’ul-Munacat
bak.
F
el-Edeb, 68. bölüm
20035. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle
vahyetmiştir: “Benimle neşeli ol, beni zikretmekten lezzet al ve
benimle münaatta bulunma nimetinden nasiplen.”[382]
20036. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah ile münacat kurtuluş
sebebidir.”[383]
20037. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim Allah ile halvette bulunursa sağlam
bir kaleye ve daha güzel bir hayata erişmiş olur ve bil ki Allah
nezdinde olan şey sadece (ibadette) gayretli bir nefis ve gören bir gözle
mümkündür.”[384]
20038. İmam Seccad (a.s), bir
münacatında şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ım! Bizi senin kurtuluş gemilerine bindir, seninle münacat
lezzetinden nasiplendir, muhabbet havuzlarına koy ve dostluk ve
yakınlığının tatlığını bizlere
tattır.”[385]
20039. İmam Seccad (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Senin vasıtanla seninle münacatta
bulunma lezzetine eriştiler ve senin lütfünden hedeflerinin en yücesine
ulaştılar.”[386]
20040. İmam Seccad (a.s), Arefe günü
duasının bir bölümünde şöyle buyurmuştur: “Gece
gündüz seninle raz-u niyazda bulunma halvetini gözümde süsle.”[387]
20041. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her zaman ve fetret dönemlerinde, büyük nimetler sahibi
Allah’ın, fikirlerine ve akıllarına ilham ettiği,
akıl ve düşünceleriyle konuştuğu kullar var olmuştur.
Bunlar, gözlerindeki, kulaklarındaki ve kalplerindeki uyanış
nuruyla aydınlanmışlardır.”[388]
bak.
El-Merakibe, 1544. Bölüm
20042. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel bir dönüş ve tövbe ile kendini
Allah’ın rahmet ve mağfiretine mazhar kıl ve güzel bir
dönüş ve tövbe için de gece karanlıklarındaki münacatından
ve halisane duandan yardım al.”[389]
20043. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Azameti yüce olan Allah dünyaya
şöyle vahyetmiştir: “Sana hizmet eden kimseyi
sıkıntıya düşür, seni uzağa iten kimseye ise sen
hizmet et. Kul gece karanlığının bağrında
efendisiyle halvette bulunur ve onunla raz-u niyazda bulunursa, Allah da
kalbinde aydınlığı sabit kılar. Öyle ki, “Ey efendim!”
dediğinde azameti yüce olan celil Rab ona şöyle seslenir: “Lebbeyk ey
kulum! Benden dile ki sana bağışta bulunayım ve bana
tevekkül et ki sana yeteyim.” Daha sonra azameti yüce olan Allah meleklerine
şöyle der: “Ey meleklerim! Bakınız bu kulum, gece
karanlığında benimle halvette bulunmuştur, oysa boşta
gezen insanlar, boş işlerle uğraşmakta, gafiller ise uyumaktadır.
Şahit olun ki ben de onu bağışladım.”[390]
20044. Urve b. Zübeyr şöyle diyor: “Peygamber’in
(s.a.a) mescidinde oturmuş, Bedir ehlinin ve Rıdvan
biatının durumunu anıyorduk. Ebu Derda şöyle dedi: “Ey
cemaat! Sizlere insanlardan serveti en az, en takvalı ve ibadette en çok
çaba gösterenini haber vereyim mi?” Onlar, “O kimdir?” dediler. Ebu Derda
şöyle dedi: “Ali b. Ebi Talib’dir (a.s)” Urve şöyle diyor: “Allah’a
yemin olsun ki orada hazır bulunanlar, Ebu Derda’dan yüz çevirdiler. Sonra
Uveymir adlı Ensar’dan birisi, onun sözüne muhalefet ederek şöyle
dedi: “Sen öyle bir şey söyledin ki, hiç kimse bu konuda seni
onaylamamaktadır.” Ebu Derda şöyle dedi: “Ey cemaat! Ben gördüklerimi
naklediyorum. Sizden her biriniz de gördüklerini nakletsin. Ben gördüm ve
şahit oldum ki Ali b. Ebi Talib, Beni Neccar mahallesinin
meydanlarının birindeydi, kölelerinden ayrılarak, arkasında
yürüyenlerden uzaklaştı. Hurma ağaçlarının
arasına gizlendi. Ben de onu kaybettim ve kendi kendime, “Evine
gitmiştir” dedim. Ama aniden, hüzünlü bir ses işittim ki şöyle
diyordu: “Ey Allah’ım! Nice helak edici günah var ki nimetinle onları
cezalandırmak hususunda hilimli oldun ve nice suç var ki yüceliğinle
onu aşikar kılmaktan uzak durdun. Ey Allah’ım! Gerçi bir ömür
sana isyan ettim ve gerçi amel defterimdeki günahlarım çoktur. Ama senin
mağfiretinden başka bir şeye ümit bağlamadım. Sadece
senin hoşnutluğunu ümit ediyorum.” O ses benim dikkatimi çekti, bu
sesin ardıca gittim. Aniden Ali b. Ebi Talib’in olduğunu gördüm,
gizlendim ve sesini duymak için asla yerimden kımıldamadım.
Gecenin son anları olan karanlığında birkaç rekat namaz
kıldığını, sonra dua edip, Allah’a
yalvardığını, ağlayıp raz-u niyazda bulunup
(nefsinden) şikayette bulunduğunu gördüm. Aziz ve celil olan Allah
ile raz-u niyazda bulunurken söylediği sözlerden bir bölümü şöyleydi:
“Ey Allah’ım! Senin affını düşününce günahlarım
gözümde küçülüyor. Ama şiddetli hesaba çektiğini düşününce,
musibetimi büyük görüyorum.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Ah ki
benim unuttuğum, ama senin kaydettiğin günahın
sayfalarını okuyunca şöyle dersin: “Onu tutunuz!” Ne
aşireti kendisi kurtarabilen, ne kabilesi kendisine fayda veren bu tutuklanmış
kimseye eyvahlar olsun. Onun hakkında seslenilince, yaratıklar onun
haline acırlar.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Ciğerleri
yakıp kül eden ateşten dolayı ah! Pişirme şevkine
sahip olan ateşten ah! Cehennemin gürül gürül yanan alevlerinden ah!”
İmam daha sonra çok ağladı, ben artık onda hiçbir hareket
görmedim. Kendi kendime şöyle dedim: “Herhalde geceleri uzun süre
uyumadığından uykuya dalmıştır. Gidip onu sabah
namazı için kaldırayım.” Yanına vardığımda,
onu salladım ama hareket etmedi, el ve ayaklarını toplamak
istedim, ama toplanmadı. Kendi kendime şöyle dedim: “İnna lillah
ve inna ileyhi raciun, Allah’a yemin olsun ki Ali b. Ebi Talib ölmüştür.”
Hemen koşarak ölüm haberini vermek için evine vardım. Fatıma
şöyle dedi: “Ey Ebu Derda! Onun durumu ve olayı nasıldır?”
Ben ona olayı anlattım. Fatıma şöyle dedi: “Ey Ebu Derda!
Senin bu dediğin hal, Allah-u Teala’dan dolayı onun içine
düştüğü baygınlık halidir.” Daha sonra bir miktar su
getirip, Ali’nin (a.s) yüzüne serptiler, o kendine geldi ve ben ağlamaktayken
yüzüme baktı ve şöyle dedi: “Neden ağlıyorsun ey Ebu
Derda!” Ben şöyle dedim: “Senin başına getirdiğim bu hale
ağlıyorum.” O şöyle buyurdu: “Ey Ebu Derda! O halde beni hesap
için çağırdıkları zaman ne yapacaksın? O zaman
günahkarlar azaba yakin ederler, kaba ve işi sıkı tutan melekler
ve acımasız zebaniler beni kuşatıp ve cebbar olan
Allah’ın karşısında tuttukları, dostların beni
yalnız bıraktığı, bütün insanların bana
acıdığı bir zamandır. İşte o zaman hiçbir
gizlinin kendine örtülü kalmadığı, Allah’ın
karşısında durduğum zaman bana daha çok
acıyacaksın.” Ebu Derda şöyle diyor: “Allah’a yemin olsun ki ben
böyle bir haleti, Allah Resulü’nün (s.a.a) ashahından hiç birinde
görmedim.”[391]
20045. İmam Ali (a.s), bir münacaatında
şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım!
Adeta bedenimi mezara koyduklarını, teşyi edenlerin
yanımdan geri döndüklerini ve garibin bile o bedenin gurbetine
ağladığını görüyorum.”[392]
20046. İmam Ali (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Muhammed’e ve Al-i
Muhammed’e selavat gönder. Dünyada benden bir eser kalmayınca zikrim
insanların arasından temizlenince ve hakeza diğer anılanlar
gibi unutulmaya başladığımda bana acı!
Ey Allah’ım!
Yaşım çoğalmış, derim incelmiş, kemiklerin
gevşemiş, zaman beni etkilemiş, ölümüm
yakınlaşmış, günlerim sona çatmış, şehvetim
ortadan kalkmış ve onların günahları bana baki
kalmıştır… Ey Allah’ım! Ben, amellerin ağır
yükleri altında yorgun ve bitkin bir halde tehlikeli köprülerin birinin
üzerine durmuşum. Eğer yüklerimi hafifletmede bana yardımcı
olmazsan ben yok olurum..
Ey Allah’ım!
Abitler senin çok bağışlarının ününü duymuşlar,
huşu yoluna koyulmuşlardır. Zahitler rahmetinin
genişliğini işitmişler, kanaate
dalmışlardır. Doğru yoldan yüz çevirenler, cömertlik ve
bağış ününü duymuş (ve doğru yola) dönmüşlerdir.
Günahkarlar senin mağfiretinin genişliğini işitmişler,
ümide kapılmışlardır. Müminler yüce affını ve
artan bağışını işitmişler ve buna
rağbet göstermişlerdir… Ey Allah’ım! Eğer içinde
yüceliğin bulunduğu nefse dikkatle bakma yolunda hata ettiysem, (buna
karşılık) nefsin kurtuluşa ve esenliğe erme sebebi
olan sana sığınma yolunu buldum…”[393]
Ey Allah’ım!
Nasıl olur da göğüslerimiz dünyayla arkadaşlık etmeye
sevinir?! Nasıl olur da işlerimiz dünyanın girdaplarında
düzene girer? Nasıl olur da dünyadaki sevincimiz halis ve hüzünden uzak
olur ve nasıl olur da aldanmamız bizi boş oyun olan
şeylerle meşgul eder. Oysa ecellerin yakınlaşmasıyla
mezarlarımız bizleri çağırmaktadır…
Ey Allah’ım! Benim
bu isteğim dilencilerin isteği gibi değildir. Zira eğer ona
bir şey verilmezse, artık asla elini açmaz. Ama ben her halette sana
niyazda bulunmaktan müstağni değilim.
Ey Allah’ım!
Israrla efendisini çağıran, usanmayan, dergahına yalvarıp
yakaran kimse gibi seni çağırırım. Kendisiyle kavgada,
hüccet ve delil üzere kendi aleyhine itirafta bulunan kimsenin yalvarıp
yakardığı gibi sana yalvarıp yakarıyorum…
Müminlerin Emiri (a.s)
daha sonra nefsine dönerek onu kınıyor ve şöyle buyuruyordu: “Ey
çeşitli sözlerle Rabbiyle münacatta bulunan, ondan esenlik yurdunda bir ev
dileyen ve tövbe işini yıldan yıla erteleyen kimse! Seni
insanlar arasında kendisine karşı insaflı bulmuyorum, ey
habersiz kimse! Eğer uykunu geceyi ihya etmekle bertaraf
kılsaydın ve gündüzünü oruç tutarak geçirseydin, yiyeceklerinden
yetecek kadarıyla yetinseydin, gecelerini ibadette çaba göstererek
geçirseydin, o durumda en yüce makama erişme liyakatine erişirdin.”[394]
20047. İmam Ali (a.s), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Senden eman diliyorum;
mal ve servetin işe yaramadığı günün emanını
diliyorum. Temiz bir kalp ile Allah’a dönen kimseler dışında
eman olmayan günde senden eman diliyorum.”[395]
20048. Uyun’ul-Mehasin adlı kitapta
şöyle yer almıştır: “İmam
Hüseyin (a.s) Enes b. Malik ile birlikte Hatice’nin mezarının
başına geldi, ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu:
“Sen buradan git.” Enes şöyle diyor: “Ben onun gözlerinden gizlendim.”
İmam Hüseyin uzun bir namaz kıldı ve şöyle buyurduğunu
işittim: “Ey Rabbim! Ey Rabbim! Mevla sensin.
O halde sığınağı sen
olan küçük kuluna merhamet et!
Ey yücelikler sahibi!
Dayanağım sensin, mevlası sen olan kimseye ne mutlu!
Uyanık bir
hizmetçi olan kimseye ne mutlu! Sadece şikayetlerini o azamet sahibine
söyler,
Hiçbir derdi ve
hastalığı, Mevlasına aşkından daha yüce
değildir.
Dert ve
sıkıntılarını şikayet etmek isteyince, Allah
cevabını verir ve duasına lebbeyk der.
Karanlığın
bağrında dua edip yalvarınca, Allah onu yüce kılar, onu
kendine yakın eder
Böylece nida gelir:
Lebbeyk ey kulum! Sen
benim sığınağımdasın. Ve dediğini biz
bildik.
Sana müştak meleklerin,
senin sesini işitmeye iştiyak duymaktadır. Sesini kes ki onu
işitesin.
Senin duan hicaplar
arasında dönmektedir. Başka perde yeter, onu kenara ittik
Eğer
köşesinde rüzgar eserse, Onu örten şeylerden bayılarak yere
düşer.
Korkusuz ve
rağbetsiz benden dile ve hesapsız benden dile ki ben Allah’ım.”[396]
20049. Hammad b. Habib Hattar Kufi şöyle
diyor: “Biz hac için yola çıktık. Gece
Zülale’den[397]
geçtik. Yolda siyah ve karanlık bir rüzgar esmeye başladı. Bu rüzgar
sebebiyle kervan dağıldı, ben de o sahra ve çöllerde avare
oldum. Kurak, susuz ve otsuz bir vadiye vardım. Akşam olunca, çok
yaşlı bir ağaca sığındım. Heryeri
karanlıklar kaplayınca, aniden gelen bir genç gördüm. Üzerinde beyaz
elbise vardı ve üzerindeki misk kokusu her tarafa
yayılmıştı. Kendi kendime şöyle dedim: “Bu genç
Allah’ın veli kullarındandır. Eğer benim burada
olduğumu anlarsa, korkabilir ve de yapmak istediği bir çok
şeylerden vazgeçebilir.” O halde mümkün olduğu kadar kendimi
gizledim. O yakınlaştı, namaz kılmaya hazırlandı,
sonra yerinden kalkıp durdu ve şöyle dedi: “Ey melekutu herkesi
şaşırtan, ceberutu herkese boyun eğdiren! Sana yönelmenin
lezzet ve sevincini kalbime koy. Beni sana itaat edenlerin meydanına
ulaştır.” Hammad şöyle diyor: “O daha sonra namaza durdu,
bedeninin organlarının ve hareketlerinin tümünün
sakinleştiğini görünce, orada namaz için müsaid olan bir yere gittim.
Aniden oradan bembeyaz bir suyun kaynadığını gördüm, ben de
namaza hazırlandım, sonra arkasında namaza durdum. Aniden orada
kendisi için yapılmış olan bir mihrap gördüm. Müjde veya tehdit
dolu ayetleri okuduğunda, çok içler acısı bir sesle tekrar
ettiğini gördüm. Gece karanlığı ortadan kalkınca
ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Ey arayanların yönelipte
hidayetiyle kendisine varıldığı! Korkanların
dergahına yönelipte, fazlından ve ihsanından nasiplendiği!
Abitlerin kendisine sığınıp çok
bağışlayıcı bulduğu kimse!” Ben onu kaçırmaktan
ve izini kaybetmekten korktum. Bu yüzden ona sarılarak şöyle dedim:
“Senden yorgunluğun sıkıntısını gideren ve sana
böyle şevk ve iştiyak veren kimseye seni ant içiririm ki beni de
rahmet kanatlarının altına ve sevginin gölgesine al. Zira ben
kayboldum. Senin yaptıklarını gördüm ve söylediklerini
işittim.” O şöyle buyurdu: “Eğer, gerçekten tevekkül edersen
asla kaybolmazsın. O halde beni takip et, kaybolmazsın.” O
ağacın altına ulaştığımda, elimden tuttu,
adeta altımdaki yerin hareket ettiğini hissettim. Sabah olunca bana
şöyle dedi: “Sana müjdeler olsun, işte bu Mekke’dir.” Hammad
şöyle diyor: “Bu sesi işittim caddeyi gördüm ve ona şöyle dedim:
“Diriliş ve fakirlik gününde ümit ettiğin kimseye seni ant içiririm
ki bana kim olduğunu söyle.” O şöyle buyurdu: “Bana ant
içirdiğine göre, ben Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib’im.”[398]
20050. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), suğra
diye meşhur olan münacaatının bir bölümünde şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Muhammed’e ve Al-i
Muhammed’e selam gönder, bizi sefa ve ihlas kadehinden içen, neticede uzun
belalara sabreden, buldukları çeşmeden gözleri aydınlanan ve böylece
kalpleri melekuta kendinden geçen, ceberut perdelerinden geçip giden ve
ruhları iştiyak duyanların serin gölgesinde, huzur
bağlarında, izzet ocağında ve ebediyet yurtlarında
dinlenen kimselerden kıl.”[399]
20051. İmam Seccad (a.s), Ka’be’nin
perdelerine sarılarak şöyle buyurmuştur: “Gözler
uyumuş, yıldızlar görünmüştür ve sen diri ve kayyum olan
hükümdarsın. Padişahlar, saraylarının
kapılarını kapadılar, onlara nöbetçiler diktiler, ama senin
dergahının kapısı dileyenlere açıktır. Ey
merhamet edenlerin merhametlisi! Bana merhamet ve sevgiyle bakman için geldim.”
İmam Seccad (a.s) daha sonra şu beyitleri okumaya başladı:
Ey
karanlıkların bağrında çaresizlerin duasını kabul
eden!
Ey her türlü
belayı ve sıkıntıyı hastadan gideren
Bütün misafirlerin
Ka’benin etrafında uyudular. Ama sadece uyumayan sensin ey Kayyum!
Ey Rabbim! Sana
emrettiğin şekilde dua ediyorum
Bu evin ve haremin
hürmetine benim ağlamama merhamet buyur. Eğer günahkar senin
bağışlamanı ümit etmezse
O halde kim günahkarlara
ihsanda bulunup bağışlar.”[400]
20052. Tavus-ul Fakih şöyle diyor: “İmam
Seccad’ı yatsı namazından sonra seher vaktine kadar tavaf ve
ibadetle meşgul olurken gördüm. Kimsenin olmadığını
gördüğü bir zamanda gökyüzüne baktı ve şöyle buyurdu: “Ey
Allah’ım! Göklerinin yıldızları battılar,
kullarının gözleri uyudu, rahmet kapıların dileyenlere
açıldı. Beni bağışlamana, bana merhamet etmene ve
ceddim Muhammed’in (s.a.a) yüzünü kıyamet alanlarında bana göstermene
geldim.” İmam daha sonra ağladı ve şöyle buyurdu: “İzzet
ve celaline andolsun ki günah işlemekten maksadım sana muhalefet
etmek değildi. Sana muhalefet ettiğim zaman senin hakkında
şekke düşmedim. Senin azap ve cezandan habersiz de değildim,
senin cezana uğramayı istemedim. Aksine nefsim günahları gözümde
süsledi, senin günahları örtmen de bu yolda bana yardım etti.
Şimdi beni senin azabından kurtaracak kimdir? Eğer elimdeki ipin
kopacak olursa kimin ipine sarılayım? Yarın senin
karşında durduğum zaman eyvahlar olsun bana. Yükü hafif olanlara
“Geçiniz” denildiği ve yükü ağır olanlara da, “Yükünüzü
indiriniz” (durunuz) denildiği gün! Ben yükü hafif olanlarla geçecek
miyim, yoksa yükü ağır olanlarla birlikte duracak mıyım?
Eyvahlar olsun bana! Ömrüm arttıkça günahlarım çoğalmakta ve ben
henüz tövbe etmedim. Artık rabbimden utanma zamanı gelmemiş
midir?” İmam daha sonra ağladı ve şu beyitleri okumaya
başladı:
“Ey arzuların
nihayeti! Beni ateşinde yakar mısın?
O halde sana olan
ümidim ve sevgim ne olacak?
Ben çirkin ve pis
amellerle geldim.
İnsanlar
arasında benim gibi günahkar biri bulunmaz”
İmam yeniden
ağladı ve şöyle bu yurdu: “Allah’ım! Sen münezzehsin, sana
adeta görülmüyorsun gibi isyan edilir ve sen adeta sana isyan edilmiyormuş
gibi yumuşak davranırsın. İyilikle kullarına dostluk
ve sevgi izharında bulunursun, adeta sen onlara muhtaçsın, oysa ey
efendim! Sen onlardan müstağnisin.” İmam daha sonra secdeye
kapandı.”
Tavus
daha sonra şöyle diyor: “İmam’a yaklaştım,
başını kaldırdım, dizlerimin üzerine koydum. Göz
yaşları yanaklarından dökülürcesine ağlıyordu. İmam
kalktı, oturdu ve şöyle buyurdu: “Beni rabbimi zikretmekten alı
koyan kimdir?” Ben şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! Ben
Tavus’um. Senin yalvarıp yakarman da nedir? Biz günahkarlar ve isyankarlar
bu işleri yapmalıyız, sen değil. Senin baban, Hüseyin b.
Ali’dir, annen, Fatıma-i Zehra ve ceddin Resulullah’tır.” Tavus
şöyle diyor: “İmam bana baktı ve şöyle buyurdu: “Heyhat!
Heyhat! Ey Tavus! Baba, anne ve ceddim hakkında bana bir şey söyleme.
Allah cenneti her ne kadar Habeşli bir köle de olsa kendisine itaat eden
ve iyilik yapan kimse için yaratmıştır. Hakeza her ne kadar
Kureyşli de olsa cehennemi de kendisine isyan eden kimse için
yaratmıştır. Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu
işitmedin mi: “Sura üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy
yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de bir şey
soramazlar.” Allah’a yemin olsun ki
yarın kıyamet günü önceden gönderdiğin salih amel
dışında hiçbir şeyin sana faydası olmaz.”[401]
20053. Tavus-ul Yemani şöyle diyor: “Mescid’ul-Haram’da,
oluğun altında, namaz kılan, dua eden ve dua halinde
ağlayan birini gördüm. Namazı bittiği zaman yanına
vardım. Onun Ali b. Hüseyin (a.s) olduğunu gördüm ve şöyle
arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! Seni bu halde gördüm! Oysa sizin üç
üstünlüğünüz vardır ki bana göre bu üstünlük sayesinde artık
(ilahi azap hususunda) sizin için hiçbir korku yoktur. Evvela siz Allah
Resulü’nün oğlusunuz, ikinci olarak ceddinin şefaati vardır ve
üçüncü olarak da Alalh’ın rahmeti söz konusudur.” İmam şöyle
buyrudu: “Ey Tavus! Benim Allah Resulü’nün oğlu olmam beni güvende
kılmaz.” Zira Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Sura
üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy
yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de bir şey
soramazlar.” Ceddimin şefaatine gelince, bu da beni güvende
kılmaz. Çünkü Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar Allah’ın hoşnut olduğu
kimseden başkasına şefaat edemezler.”
Ama Allah’ın rahmetine gelince, Allah şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu Allah’ın rahmeti iyi davrananlara yakındır” ve
ben iyilik sahibi olup olmadığımı bilemiyorum.”[402]
20054. Tavus-ul Yemani şöyle diyor: “Hicr’den
geçince, bir şahsın rükü ve secde halinde olduğunu gördüm.
Dikkat edince onun Ali b. Hüseyin (a.s) olduğunu anladım. Onu
izlemeye koyuldum. Namazını bitirdiğinde avucunu gökyüzüne
kaldırarak şöyle buyurdu: “Ey efendim! Ey efendim! Bu iki günah dolu
eli sana doğru açtım ve ümit gözlerimi sana diktim.”[403]
20055. İmam Seccad (a.s), şu duayı
okumuştur: “Ey Allah’ım! İzzet, celal ve
büyüklüğüne andolsun ki eğer, fıtratımı
oluşturduğun günden ebedi rububiyetinin kaim olduğu zamana
kadar, her an bütün yaratıkların hamd ve şükrüyle sana tapacak
olsam, yine de senin en küçük nimetinin şükrünü yerine getiremem.
Eğer dünyanın bütün demir madenlerini dişlerimle kazsam,
yeryüzünü gözlerimin kirpikleriyle sürsem ve senin korkundan denizler ve gökler
gibi kan ve irin ağlasam bütün bunlar boynumdaki var olan
sayısız hakların karşısında yine de azdır.”[404]
20056. İmam Seccad (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey mabudum! Ey mevlam
ve efendim! Kirpiklerim dökülünceye kadar ağlasam, sesim kesilinceye kadar
yalvarıp yakarsam, ayaklarım kuruyuncaya kadar namaz kılsam,
bedenimin eklemleri çözülünceye kadar rüku etsem, gözlerimin göz bebekleri
yerinden çıkıp düşünceye kadar secde etsem, ömrüm boyunca
yeryüzünün toprağını yesem, dilim hareket edemez hale gelinceye
kadar seni zikretsem, yine de günahlarımdan bir günahın
temizlenmesine layık değilim.”[405]
20057. İmam Seccad (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “İlahi!
Eğer gözkapaklarım dökülene kadar sana yalvarıp ağlasam;
sesim tutulana kadar feryat etsem; ayaklarım şişene kadar sana
ibadet etmeye dursam; belkemiğim yerinden ayrılana kadar sana rüku
etsem; gözlerim çanaklarından çıkana kadar sana secde etsem; ömrüm
boyu yerin toprağını yesem; hayatımın sonuna kadar kül
suyu içsem; bu arada dilim tutulana kadar seni ansam ve utancımdan
başımı göğe doğru kaldırmasam; bütün bunlarla,
tek bir günahımın bile affını haketmiş olmam.
Eğer mağfiretini hakettiğim zaman beni
bağışlıyorsan, affına layık görüldüğüm zaman
beni affediyorsan, bu kesinlikle hakederek kazandığım,
layık olarak hakettiğim bir şey değildir.”[406]
20058. İmam Seccad (a.s) bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey acı
sahiplerinin feryadına acıyan kimse! Ey inleyen kimsenin kalbindeki
gizli şeyleri bilen! Beni senin kalende esenlik içinde yaşayan ve
düşmanların kendisine ulaşamadığı kimselerden
karar kıl.”[407]
508. Konu
en-Necat
Necat
F
Bihar, 70/5, 41. bölüm; el-Münciyyat
ve’l-Muhlikat
bak.
F
425. konu, el-Felah; 535. konu, el-Helak; el-Afv
(2), 2769. bölüm; el-Amel, 2952. bölüm; er-Riya, 1411. bölüm
Kur’an:
“Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir
azâbtan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve
Peygamber’ine inanırsınız; Allah yolunda mallarınızla,
canlarınızla cihat edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur.
Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı size bağışlar,
sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş
yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur. Bundan başka, sevdiğiniz
bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer
vardır. İnananlara müjde ver. ” [408]
“İman edenleri ve Allah’a karşı
gelmekten sakınmış olanları kurtardık.”[409]
bak. Meryem, 72, Zümer, 61, Neml, 53, Yunus,
103, Enbiya, 88
20059. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hükmü duyduğunda tabi olan, olgunluğa
çağırıldığında gelen, bir yol göstericiye uyarak
eteğine yapışana Allah rahmet etsin.”[410]
20060. İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a yaptığı
vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey oğlum! Şunu bil ki
hiç kimse, Allah’tan Resulün (s.a.a) getirdiği gibi haber
getirmemiştir. Onu, mutluluğu sağlayan rehber ve kurtuluşa
götüren lider olarak kabul et.”[411]
20061. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her zaman ve fetret dönemlerinde, büyük nimetler sahibi
Allah’ın, akıl ve düşünceleriyle konuştuğu kullar var
olmuştur... çöllerde insanlara yol gösteren kılavuzlar
makamında olmuşlardır.. Kim orta hedefi tutturmuşsa onu o
yolda gitmeye teşvik etmiş ve kurtuluşla müjdelemişlerdir.
Kim de sağa sola yönelmişse, onun gidişatını kınamışlar
ve helak olmaktan sakındırmışlardır.”[412]
20062. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Fitne dalgalarını kurtuluş
gemisiyle aşın.”[413]
20063. İmam Hüseyin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna
vardığımda, Ubey b. Ka’b da oradaydı. Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Hoş geldin, ey Eba Abdillah! Ey göklerin ve
yeryüzünün süsü!” Ubey ona şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü!
Nasıl olur da sizden başka kimse, göklerin ve yerin süsü olabilir.”
Peygamber ona şöyle buyurdu: “Ey Ubey! Beni hak üzere Peygamber gönderene
yemin olsun ki Hüseyin b. Ali göklerde yeryüzünden daha azametli ve büyüktür.
Zira Arş’ın sağ tarafına şöyle
yazılmıştır: “O hidayet meşalesi ve kurtuluş
gemisidir.”[414]
20064. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
Ali! Üç şey derecedir, üç şey keffaredir, üç şey helak edicidir
ve üç şey de kurtarıcıdır: …Kurtarıcı olan
şeyler ise şunlardır: Gizli ve aşikar bir şekilde
Allah’tan korkmak, zenginlik ve fakirlikte iktisatlı olmak, gazap ve
hoşnutluk halinde hak söz söylemek.”[415]
20065. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey kurtarıcıdır:
Gazap ve hoşnutluk halinde adalete riayet etmek, zenginlik ve fakirlik
halinde iktisatlı olmak ve gizli ve açıkta Allah’tan korkmak.”[416]
20066. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali! Üç şey helak edicidir, üç
şey de kurtuluş sebebidir. Helak edici üç şey
şunlardır: Kendisine uyulan heva ve heves, kendisine itaat edilen
cimrilik ve insanın kendi nefsiyle böbürlenmesi. Kurtuluş sebebi olan
üç şey ise şunlardır: Hoşnutluk ve gazap halinde adalete
riayet etmek, zenginlik ve fakirlik halinde iktisatlı olmak ve gizli ve
aşikar Allah’ı görüyormuşçasına ondan korkmaktır. Zira
sen onu görmüyorsan da şüphesiz o seni görmektedir.”[417]
20067. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey kurtuluş sebebidir ve üç
şey de helak edicidir.” Şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü!
Kurtuluş sebepleri nelerdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Gizli ve
açıkta Allah’ı görüyormuşçasına ondan korkmaktır. Zira
eğer sen onu görmüyorsan da şüphesiz o seni görmektedir. Gazap ve
hoşnutluk halinde adalete riayet etmek ve zenginlik ve fakirlik halinde
iktisatlı olmaktır.”[418]
20068. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yükü hafif olanlar kurtuluşa
erdiler, yükü ağır olanlar ise helak oldular.”[419]
20069. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hak ile olun ki kurtuluş da sizinle
olsun.”[420]
20070. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kurtuluş iman ile birliktedir.”[421]
20071. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kurtuluş üç şeydedir: Hakka
bağlılık, batıldan uzak olmak ve ciddiyet bineğine
binmek (ciddi olmak).”[422]
20072. İmam Ali (a.s), zühd ve dünyaya
itinasızlığa teşvik hususunda şöyle buyurmuştur: “Bu, isimsiz müminden
başkasının kurtulmadığı bir zamandır. Onu
gören tanımaz, görülmeyince sorulmaz. İşte onlardır
hidayetin ışıkları ve onlar karanlıkta kalanlara
açık nişanelerdir.”[423]
20073. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç kısımdır: Biri, rabbani alim;
diğeri kurtuluş yolu için ilim öğrenen öğrenci; geriye
kalanlar ise her seslenene (bilmeden) uyan, her esintiye kapılıp
giden değersiz sineklerdir.”[424]
20074. İmam Ali (a.s), İslam’ın
niteliği hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah
onu (İslam’ı) ona sarılana güven, ona girene esenlik… ve onu
tasdik edene kurtuluş vesilesi kılmıştır.”[425]
20075. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tutunulacak sağlam bir ip, aydınlatıcı
bir nur, şifalı bir kaynak, susamışların
susuzluğunu gideren, ona sarılıp tutanı koruyan ve
asılanı kurtaran Allah’ın kitabına sarılın.”[426]
20076. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dini sığınağın
ve adaleti de kılıcın kıl ki her türlü kötülükten
kurtuluşa eresin ve her düşmana üstün gelesin.”[427]
20077. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminlerin Emiri’nin (a.s) yanına
vardım, İbn-i Mülcem’in darbesinin etkisiyle can vermekte
olduğunu gördüm, sabredemedim, bana şöyle buyurdu: “Tahammül edemiyor
musun?” Ben şöyle arzettim: “Sizde gördüğüm şeye karşı
nasıl tahammül edeyim.” Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: “Sana dört
haslet öğreteyim ki eğer onlara riayet edecek olursan kurtuluşa
erişesin. Eğer onları terk edecek olursan, her iki yurdu da
(dünya ve ahireti de) kaybedersin. Oğulcağızım!
Akıldan daha büyük bir servet yoktur ve cehalet gibi bir fakirlik söz
konusu değildir. Hiçbir yalnızlık kendini
beğenmişlikten daha şiddetli değildir ve hiçbir hayat,
güzel ahlaktan daha lezzetli değildir.”[428]
20078. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer kurtuluşu talep
ediyorsanız, gaflet ve oyalanmayı uzağa itin, ciddiyet ve çabaya
sarılın.”[429]
20079. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey kurtuluş sebebidir:
Dilini koruman, günahlarına ağlaman ve evinde oturman.”[430]
20080. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey mümin için kurtuluş sebebidir:
Dilini insanlardan ve onların gıybetini etmekten korumak, kendini
ahireti ve dünyası için faydalı olan şeylerle meşgul etmek
ve günahlarına çok ağlamak.”[431]
20081. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kurtuluş sebepleri, yoksulu
yedirmek, herkese selam vermek ve insanların uyuduğu gece vaktinde
namaz kılmaktır.”[432]
20082. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kurtuluş doğrulukla
birliktedir.”[433]
20083. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim yalnızlığı
seçerse kurtuluşa erer.”[434]
20084. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizin Allah’ın gazabından en
çok kurtulanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır.”[435]
20085. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Nice akıllı kimse, kendi
işi hususunda Allah’ın rızayetini düşünür, ama
insanların gözünde hor ve hakirdir. Bu kimse zahiri güzellikten nasipsiz,
ama yarın kıyamet günü kurtuluşa erecektir. Nice dili zarif,
yüzü güzel ve makamı yüce kimse de vardır ki yarın kıyamet
günü helak olacaktır.”[436]
20086. Resulullah (s.a.a) kendisine, “Kurtuluş nededir?” diye
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Dilini
tut, evinde otur ve günahlarına ağla.”[437]
20087. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sende ebedi kalmayacak şeylerden
ayrıl ve ebediyen seninle kalacak şeyleri seç. Yol için
hazırlan, kurtuluş nuruna göz dik, merkebine yükünü sıkı
bağla.”[438]
bak. Er-Riya,
1411. Bölüm; 556. Konu, et-Takva
20088. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben bu ümmetten üç kişi
dışında hakkımızı (makamımızı)
tanıyan kimselerin kurtuluşa ereceğini ümit ediyorum.
(Kurtuluşa eremeyen üç kişi ise şunlardır:) Zalim yönetici,
nefsine uyan kimse ve açıkça günaha bulaşan kimse.”[439]
20089. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim hak ile amel etmezse, asla
kurtuluşa eremez.”[440]
20090. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dini olmayan kimse kurtuluşa
eremez.”[441]
20091. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkimi sabır kurtaramazsa,
sabırsızlık helak eder.”[442]
20092. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin ruhu göğe yükselince,
melekler şaşırır ve şöyle derler: “Ne kadar tuhaf!
İyilerin bile bozulduğu bir yerde nasıl da kurtuluşa erdi.”[443]
20093. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki sizler yeryüzünün
karanlıklarında nursunuz. Allah’a yemin olsun ki gök ehli, yeryüzünün
karanlıklarında sizin gökyüzünde parlak yıldızları
gördüğünüz gibi sizleri görürler. Gök yüzü ehli birbirine şöyle
derler: “Ey falan! Çok ilginç! Falan kimse nasıl da bu makama
erişti?” Bu babamın şu sözüdür: “ Allah’a yemin olsun ki helak olan kimsenin neden helak olduğuna
şaşmam, ama biri kurtuluşa erişirse nasıl
kurtuluşa eriştiğine şaşarım.”[444]
20094. İmam Seccad (a.s), “Eğer birisi
helak olursa, neden helak olduğuna şaşılmaz. Ama birisi
kurtuluşa erişirse, nasıl kurtuluşa erdiğine
şaşılır” diyen Hasan-i Basri’nin sesini işittiğinde
şöyle buyurmuştur: “Ama ben şöyle
diyorum: “Eğer bir kimse kurtuluşa erişirse, nasıl
kurtuluşa eriştiği şaşılmaz. Ama eğer bir
kimse helak olursa, Allah’ın geniş rahmetine rağmen nasıl
helak olduğu hususuna şaşılır.”[445]
509. Konu
en-Nahv
Nahiv İlmi
F
Kenz'ul-Ummal, 10/283, İlm’un-Nahv
bak.
F
46. konu, el-Belagat; 420. konu, el-Fesahat
20095. Ebu’l-Esved Dueli[446]
şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib’in huzuruna
vardığımda, başını önüne eğdiğini ve
tefekkür ettiğini gördüm. Ona şöyle arzettim: “Ne düşünüyorsun
ey Müminlerin Emiri?” İmam şöyle buyurdu: “Bu şehrinizde birinin
Kur’an’ı yanlış okuduğunu işittim. Bu yüzden de Arapça
dilinin kaide ve temelleri hakkında bir yazı yazmayı
kararlaştırdım.” Ben şöyle arzettim: “Eğer bu işi
yaparsanız biz onu ihya ederiz ve bu dili bizim aramızda
kalıcı kılarsınız.” Üç gün sonra İmam’ın
huzuruna vardığımda bana bir yazı verdi ki onda şöyle
yazılıydı: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Dil
genel olarak üç unsurdan meydana gelmiştir: İsim, fiil ve harf.
İsim müsemmadan (isim sahibinden) haber verendir, fiil ise müsemmanın
hareketinden haber verendir. Harf ise, ne isim ve ne de fiil olmayan bir
manadan haber verendir.” İmam daha sonra bana şöyle buyurdu: “Sen bu
konuyu araştır ve bulduğun şeyleri de buna ekle. Bil ki ey
Ebu’l-Esved eşya üç çeşittir: Aşikar, gizli ve ne aşikar,
ne de gizli olmayan şey. Alimler arasında, ne aşikar ne de gizli
olan şey hususunda ihtilaf vardır.” Ebu’l-Esved şöyle diyor:
“Ben bir takım bilgiler topladım ve Müminlerin Emirine arzettim. Bu
cümleden nasibe harflerini (isimlere üstün harekesi veren harfleri) tek tek
şöyle zikrettim: “İnne, enne, leyte, lealle ve keenne” Ama “lakinne”
harfini zikretmedim. İmam bana şöyle buyurdu: “Neden onu
zikretmedin?” Ben şöyle arzettim: “Onu nasibe harflerinden saymadım.”
İmam şöyle buyurdu: “Evet, o da bu harflerden biridir.” İmam onu
da o harflere ekledi.”[447]
20096. Sa’saa b. Suhan şöyle diyor: “Bedevi
bir Arap Ali b. Ebi Talib’in huzuruna geldi ve şöyle dedi: “Ey Müminlerin
Emiri! Bu kelimeyi nasıl okuyorsun: “La ye’kuluhu illel hatun” (onu
–cehennem irinini- sadece adım atanlar yer) Zira Allah’a yemin olsun ki
hepsi adım atmakta ve yol yürümektedir.” Ali (a.s) tebessüm etti ve
şöyle buyurdu: “(Hayır şöyle oku:) La yekuluhu illel hatiun (onu
sadece günahkarlar yer)” Bedevi şöyle arzetti: “Doğru buyurdun ey
Müminlerin Emiri! Şüphesiz Allah kulunu terk etmez.” Ali (a.s) daha sonra
Ebu’l-Esved Dueli’ye yönelerek şöyle buyurdu: “Arap olmayanlar da tümüyle
bu dine yönelmiştir. O halde insanlar için bir şey ortaya koy ki onun
vesilesiyle doğru konuşsunlar.” İmam daha sonra Ebu’l-Esved
için, ref’, nesb ve cer (esre, ötre ve üstün) için bir takım alametler
yazdırdı.”[448]
20097. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizler, sözlerin i’rabından[449] çok
amellerin i’rabına muhtaçsınız.”[450]
20098. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bazen, hatib ve usta bir
konuşmacı olduğu ve bir tek lam veya vav harfini dahi
hatalı okumadığı halde, kalbi gecenin
karanlığından daha siyah olan birini görürsün. Bazen de
kalbindekini ifade edemediği halde kalbi meşale gibi parlayan birini
görürsün.”[451]
20099. İmam Ali (a.s), kendisine, “Bilal
konuşmaya başlayınca yanlış konuştu ve bir
şahıs güldü” diyen birisine şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulu! Kelamın i’rabından maksat, doğru dürüst amel
etmek için, doğru konuşmaktır. Falan kimsenin amelleri çirkin ve
hatalı olduğu halde sözlerinin i’rablı ve doğru
olmasının ne faydası vardır. Bilal’e ise, amellerinin kamil
ve doğru olduğu halde, sözünün hatalı olmasının ne
zararı vardır?”[452]
20100. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ki ümmetimden Arap olmayan
birisi, Kur’an’ı acemice (arapça olmayan veya tecvit, i’rab ve kıraat
güzelliklerini riayet etmeksizin) okuduğunda melekler onu Arapça diliyle
(doğru bir şekilde Allah’ın katına) yükseltir.”[453]
20101. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nahiv ilminin tahsiline dalarsa
huşu ondan alınır.”[454]
20102. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Arapça dilini fazla öğrenmeye
dalarsa, huşusu yok olur.”[455]
bak.
El-Belağat, 389. Bölüm
510. Konu
en-Nedm
Pişmanlık
bak.
F
113. konu, el-Hasret; 139. konu, el-Hüsran; 384.
konu, el-Gubn; et-Tevbe, 457. bölüm; el-İtizar, 2573 ve 2575. bölümler;
el-İlim, 2895. bölüm
20103. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İşe başlamadan önce tedbir
almak, insanı pişmanlıktan güvende kılar.”[456]
20104. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bağlılığı az
olan kimse güvende kalır. Bağlılığı fazla olan
kimse ise pişman olur.”[457]
20105. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her işte teşebbüste bulunmadan
ve sonradan pişman olmadan önce, o yolun girişini ve
çıkışını öğrenmek için bekle (böylece nereden
başladığını ve nasıl sona ereceğini
anlarsın)”[458]
bak. El-Hazm,
810. Bölüm
20106. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan ahireti için önceden
gönderdiği şeye ulaşır ve kendisinden geriye
bıraktığı şey için de pişman olur.”[459]
20107. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyiliğe rağbet etmeyen
kimse pişmanlığa düçar olur.”[460]
20108. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim iyilik ekerse, mutluluk biçer.
Herkim de kötülük tohumu ekerse, pişmanlık biçer.”[461]
20109. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tefritin (kusur etmenin) semeresi
pişmanlıktır; uzak görüşlülüğün semeresi ise
sağlıktır.”[462]
20110. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey pişmanlıkla
sonuçlanır: Övünmek, böbürlenmek ve başkalarına musallat olmaya
çalışmak.”
20111. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ki tecrübeli, her şeyi bilen,
şefkatli bir nasihatçıya isyan etmenin sonu hasret ve
pişmanlıktır.”[463]
20112. “İnsanların
en şiddetli pişman olanı ve en çok kınananı iş
işten geçtikten sonra aklı başına gelen aceleci kimsedir”[464]
20113. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dikkat edin! Dinin hükümleri birdir, yolu
düz ve doğrudur. Kim, ona tabi olursa hedefe ulaşır, kazanır;
kim ondan geri durur uzaklaşırsa, sapar ve pişman olur.”[465]
20114. İmam Ali (a.s) Muaviye’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “İyi
akıbeti olanların sevindiği; yularını
şeytanın eline vererek ona karşı direnmeksizin onun
sürdüğü yere giden kişinin de pişman olacağı günden
sakın.”[466]
20115. İmam Ali (a.s), ölüme gafil avlanan
kimselerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Topladığı
malları hatırlamaktadır. İsteklerinde helal-haram
gözetmemiş… Ölüm anında kendisine açığa çıkan
işlerden dolayı pişmanlık duyarak ellerini
ısırmaktadır.”[467]
20116. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’tan dileriz ki
bizleri ve sizleri hiç bir nimetin azdıramadığı, hiç bir
amacın rabbine itaatten alıkoyamadığı ve
(dolayısıyla da) ölümden sonra pişmanlık ve hüzne kapılmayan
kimselerden eylesin.”[468]
bak. El-Gazab,
3072. Bölüm
Kur’an:
“Haksızlık etmiş olan her
kişi, yeryüzünde olan her şeye sahip olsa, onu azabın fidyesi
olarak verirdi. Azabı görünce pişmanlik gösterdiler.
Haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle
hükmolunmuştur.”[469]
bak. Sebe, 33
20117. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey İbn-i Mes’ud! İyi ve salih
işleri çoğalt. Zira hem iyilik sahibi ve hem de kötülük sahibi
(kıyamet günü) pişmanlık duyar. İyilik sahibi kimse
şöyle der: “Keşke daha çok iyilik yapsaydım” Kötülük sahibi
kimse de şöyle der: “Ben kusur ettim.” Bu konunun delili ise Allah-u
Teala’nın şu sözüdür: “Ve kendini kınayan nefse yemin ederim.”[470]
20118. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ölen herkes pişmanlığa
düçar olur. Eğer iyilik sahibi bir kimse ise, daha çok iyilik
yapmadığı için pişman olur. Eğer kötülük sahibi bir
kimse ise kötü işlerden el çekmediği için pişman olur.”[471]
20119. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En kötü pişmanlık kıyamet günündeki
pişmanlıktır.”[472]
20120. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kıyametin korkunç hallerini görünce
(amelde) kusur edenlerin pişmanlığı artar.”[473]
511. Konu
en-Nezr
Adak-Nezir
F
Bihar, 104/213, 4. bölüm; Ahkam’ul-Yemin
ve’n-Nezr ve’l-Ahd
F
Vesail’uş-Şia, 16/182, Kitab’un-Nezr-i
ve’l-Ahd
F
Kenz'ul-Ummal, 16/733, Kitab’un-Nezr
F
Sünen-i Ebi Davud, 3/231, Nehy-i ani’n-Nezr
Kur’an:
“Hani İmran’ın karısı: “Ya
Rabbi! Karnımda olanı, sadece sana hizmet etmek üzere adadım,
benden kabul buyur, doğrusu işiten ve bilen ancak sensin”
demişti.” [474]
“İnfak ettiğiniz her şeyi ve
adadığınız adağı şüphesiz Allah bilir. Zulüm
edenlerin hiç yardımcıları yoktur.” [475]
“Onlar verdikleri sözleri yerine getirirler,
fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar.”[476]
20121. İmam
Bakır (a.s) Allah-u Tealanın “Adağına vefa gösterirler” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Hasan
ve Hüseyin (a.s) küçük çoçukken hastalandılar. Allah Resulü iki
kişiyle onları ziyarete gitti. O iki şahıstan biri
şöyle dedi: “Ey Ebel Hasan! Keşke bu iki çocuğun için bir adakta
bulunsaydın da böylece Allah onlara şifa verseydi.” Ali (a.s)
şöyle buyurdu: “Aziz ve celil olan Allah’a şükretmek için üç gün oruç
tutacağım.” Fatıma (a.s) ve cariyeleri olan Fizze’de aynı
şeyi tekrarladılar. Böylece Allah ikisine afiyet elbisesini giydirdi
ve onlar da oruç tuttular.”[477]
20122. Mecme’ul-Beyan’da şöyle yer
almıştır: “Şii ve sünni
yoluyla nakledildiği üzere “hel eta” suresindeki “Şüphesiz iyiler
kafur katılmış bir tastan içerler...
çalışmalarınız şükre
değer” denir” ayeti Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve
cariyeleri olan Fizze hakkında nazil olmuştur. Bu konuyu İbn-i
Abbas, mücahit ve Ebu Salih de rivayet etmiştir.
Bu konu çok uzundur,
özetle onlar (İbn-i Abbas, Mücahit ve Ebu Salih) şöyle
demişlerdir: “Hasan ve Hüseyin (as.) hastalandılar, dedeleri olan
Resulullah (s.a.a) arap büyüklerinden bir grupla onları ziyarete gitti ve
şöyle dediler: “Ey Ebe’l-Hasan! Keşke bu iki çocuğun için bir
adakta bulunsaydın.” Ali (a.s) da Allah’ın onlara şifa
verdiği taktirde üç gün oruç tutacağını nezretti.
Fatıma (a.s) ve Fizze de bölye bir adakta bulundular. Hasan ve Hüseyin
(a.s) iyileştiler ama onların imkanı yoktu. Bu yüzden Ali (a.s)
bir Yahudi’den üç sa’ (arpa) borç aldı. Rivayet edildiğine göre Ali
(a.s) bu miktar arpayı ondan aldı ve bunun
karşılığında da kendisine bir miktar yün
öreceğini üstlendi. Ali (a.s) arpayı Fatıma’nın (a.s)
yanına getirdi ve o da arpayı un yaptı ve ekmek pişirdi.
Ali (a.s) akşam namazını kıldıktan sonra Fatıma
(a.s) onların önüne (iftar etmeleri için) ekmek koydu. Bu esnada bir fakir
geldi ve bir şey istedi, onlar da o ekmeği ona verdiler. Kendileri
sudan başka bir şey tatmadılar. Ertesi gün diğer bir sa’
arpayı alıp un yapıp, ekmek pişirdi ve o onu Ali’nin (a.s)
karşısına koydu. Aniden evin karşısında bir yetim
belirdi ve yiyecek istedi. Ekmeği ona verdiler ve kendileri sudan başka
bir şey tatmadılar. Üçüncü gün Fatıma (a.s) kalan bir sa’ arpayı
da un yaptı, ekmek pişirdi ve Ali’nin (a.s) karşısına
koydu. Aniden bir esir belirdi ve yemek istedi. Onlar o ekmeği de esire
verdiler. Kendileri de sudan başka bir şey tatmadılar. Dördüncü
gün de adaklarını yerine getirince, Ali (a.s) Hasan ve Hüseyin (a.s)
ile Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına geldiler. Bu esnada Cebrail, “hel eta”
suresini nazil buyurdu.”[478]
20123. İbn-i Bbas şöyle diyor: “Hasan
ve Hüseyin hastalandık. Resulullah (s.a.a) bir grup ile birlikte
onları ziyarete gitti: Onlar şöyle dediler: “Ey Ebe’l-Hasan!
Keşke çocuklarının iyileşmesi için bir adakta
bulunsaydın.” “Ali Fatıma ve cariyeleri olan Fizze de
hastalıktan kurtuldukları taktirde üç gün oruç tutacaklarına
dair adak adadılar. Hasan ve Hüseyin (a.s) iyileşti,- ama
onların hiçbir imkanı yoktu. Bu yüzden Ali (a.s) Hayber
Yahudilerinden Şem’un adlı birinden arpa borç aldı. Fatıma
(a.s) bir sa’ öğüttü, evdeki bireyler sayısınca beş parça
ekmek pişirdi ve iftar etmeleri için önlerine koydu. Bu esnada evin
kapısına bir fakir geldi ve ve şöyle dedi: “Selam olsun size ey
Muhammed’in Ehl-i Beyti! Müslüman bir fakirim, bana bir yiyecek veriniz, Allah
da sizleri cennet yiyeceklerinden doyursun. Hepsi yemeklerini ona verdiler ve o
geceyi bir miktar su içerek geçirdiler. Ertesi gün yine oruç tuttular, iftar
vakti ulaşınca, yeniden önlerine bir yemek koydular. Bir yetim geldi
ve yine tüm yiyeceklerini ona verdiler. Üçüncü gece de bir esir geldi. Onlar
yine bu işi tekrarladılar. Ertesi günün (dördüncü günün) sabahı
Ali (a.s) Hasan ve Hüseyin’in elinden tutarak Allah Resulü’ünün (s.a.a)
yanına gitti. Peygamberin gözü onlara ilişince, açlıktan
civcivler gibi titrediklerini gördü ve şöyle buyurdu: “Sizde gördüğüm
bu halet bana ne de ağır gelmektedir” Peygamber (s.a.a) onlarla,
“Ali’nin (a.s) evine doğru yola koyuldu. Fatıma’nın mihrapta
olduğunu, karnının sırtına
yapıştığını ve gözlerinin
çukurlaştığını gördü. Peygamber bu durumu görünce çok
rahatsız oldu. Bu esnada Cebrail nazil oldu ve şöyle buyurdu: “Al
bunu ey Muhammed! Allah seni ve Ehl-i Beytini kutlamıştır.” Daha
sonra da ona “hel eta” suresini kıraat buyurdu. ”[479]
20124. İmam Bakır veya İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendine
bir takım hakları farz kılma ve zorluklar
karşısında sabırlı ol.”[480]
20125. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “Allah’a şükretmek için yolculuk ve ikamet
halinde iki rekaat namaz kılacağına söz verdiğini ve
dolayısıyla da bu iki rekaatı gündüz vakti
yaptığı yolculuk esnasında kılmasının mümkün
olup olmadığını soran İshak bin Ammar’a şöyle
buyurmuştur: “Evet
kılabilir.” İmam daha sorna şöyle buyurdu: “Ben insanın bir
şeyi kendisine farz kılmasını hoş görmüyorum.” Ben
şöyle arzettim: “Ben o iki rekaat namazı Alah için boynuma farz
kılmadım. Aksine kendim Allah’a şükranda bulunmak için iki
rekaat namaz kılmaya söz verdim ve onu kendime farz kılmadım. Bu
durumda onu terk edebilir miyim?” imam (a.s) şöyle buyurdu: “Evet
terkedebilirsin.”[481]
bak.
Vesail’uş Şia, 16/189, 6. Bölüm
20126. Resulullah (s.a.a), ashabını bir
şey adamaktan nehyederek şöyle buyurmuştur: “Bir
şeyi adamak, kaza ve kaderi geri çevirmez. Aslında adak vesilesiyle
cimri kimseden bir şey çıkarılmış olur.”[482]
20127. Resulullah (s.a.a), hakeza bu konuda şöyle
buyurmuştur: “Adak hiçbir şeyi ne öne alır,
ne de erteler. Gerçekte adak vesilesiyle, cimri insandan bir şey çekilip
alınır.”[483]
20128. Resulullah (s.a.a), bu konu hakkında
şöyle buyurmuştur: “Adakta
bulunmayın, zira taktir karşısında adağın hiçbir etkisi
olmaz. Aksine hakikatte adak sebebiyle, cimri kimsenin elinden bir şey
çekilip alınır.”[484]
20129. Resulullah (s.a.a), hakeza şöyle
buyurmuştur: “Adakta bulunmanın bir faydası
yoktur. Gerçekte cimri insandan bir şey çekilip alınır.”[485]
Mazeri şöyle diyor:
“Adakta bulunmaktan sakındırmanın sebebi belki de şudur ki
adakta bulunan kimse, adadığı adak sebebiyle bir sorumluluk
üstlenmektedir ve dolayısıyla da o şeyi istemeden ve
şevksiz bir şekilde yerine getirmektedir.” Kazi Ayaz ise şöyle
diyor: “Adakta bulunmanın nehyedilmesinin muhtemelen sebebi bazı
cahil kimselerin, adakta bulunmanın taktir edilen bir şeyi def
ettiğini ve de taktir edilen işlerin gerçekleşmesine engel
olduğunu sanmalarıdır. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) cahil bir
kimse böyle bir düşünceye kapılmasın diye adakta bulunmaktan
sakındırmıştır.”[486]
Şöyle diyorum:
“Adakta bulunmanın, sadaka ve dua gibi ilahi kaza ve kaderi geri
çevirdiğini söylemenin hiçbir sakıncası yoktur. Dua
bablarında söylediğimiz gibi dua Allah’ın kesinleşmiş
taktirini hatta ilahi kesin kaza ve kaderi bile defedilebilir. Bu konuda
söylenen hadisler de senetlerinin zayıf olmasıyla birlikte zahiren,
Kur’an’ın zahiri, sünni ve şii yoluyla sabit olan Müminlerin Emirinin
(a.s) Hasan ve Hüseyin’in hastalıklarının şifası için
yaptığı adak ile de çelişmektedir. O halde bu hadisleri bir
kenara bırakmak ve onlara itina etmemek veya onları özel durumlara,
yani 3866. bölümde dediğimiz hususlara yorumlamak gerekir.
512. Konu
en-Nush
Nasihat
F
Bihar, 75/65, 43. bölüm; en-Nesihet lil Müslimin
F
Vesail’uş-Şia, 11/594-597, 35 ve 36.
bölümler; Nasihat’ul-Mümin
F
Müstedrek’ül-Vesail, 12/431, 36. bölüm; Tahrim-u
Terk-i Nasihat’ul-Mümin
F
Kenz'ul-Ummal, 3/412-791
bak.
F
551. konu- el-Mevize; 281. konu, el-Şura;
el-Emanet, 301. bölüm; el-Eh, 57. bölüm
Kur’an:
“Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt
veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum.” [487]
“Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin
için güvenilir bir öğütçüyüm.”[488]
bak. A’raf, 79, 93; Tevbe, 91
20130. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ali (a.s) aziz ve celil olan Allah için
hayır dileyen bir kimseydi. Allah da onun hayrını diledi. Aziz
ve celil olan Allah’ı seviyordu, Allah da onu sevdi.”[489]
20131. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Kulun
kendisiyle bana ibadette bulunduğu en iyi vesile benim için hayır
dilemektir.”[490]
20132. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim müslümanların işine önem
vermeze onlardan değildir. Herkim de sabah akşam, Allah’ın,
Resulü’nün, kitabının, imamının ve bütün müslümanların
hayrını dilemezse onlardan (müslümanlardan) değildir.”[491]
20133. Resulullah
(s.a.a) ashabına şöyle buyurmuştur: “Din hayır dilemek ve nasihattır”
biz (Ashab) şöyle arzettik: “Kim için hayır dilemek?” Allah Resulü
şöyle buyurdu: “Allah için, kitabı için, peygamberi için,
müslümanların önderi için ve halk kitleleri için.”[492]
20134. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah katında kıyamet günü makamı en büyük kimse
şüphesiz yaratıklarının hayrını dileme hususunda
herkesten önde olan kimsedir.”[493]
20135. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kim bana beş şeyi garantiler ki
ben de cenneti ona garantileyeyim: Aziz ve celil olan Allah için hayır
dilemek, Resulü için hayır dilemek, Allah’ın kitabı için
hayır dilemek, Allah’ın dini için hayır dilemek ve
Müslümanların geneli için hayır dilemek.”[494]
20136. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin mümin kardeşinin huzurunda veya
gıyabında hayrını dilemesi farzdır.”[495]
20137. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim hayır dilemezse dostluğu
halis olmaz.”[496]
20138. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratıklarına karşı
Allah için hayır dilmekten ayrılmayın. Zira Allah’la bundan daha
iyi bir işle mulakat edecek değilsiniz.”[497]
20139. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en abit olanı
en emin ve bütün müslümanlara oranla en temiz kalpli olanıdır.”[498]
20140. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşine halis bir şekilde nasihat et (hayrını dile),
o nasihat onun hoşuna gitsin veya gitmesin farketmez.”[499]
20141. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kardeşinin hayrını
dilemeni halis kıl, tanıdıklarına yardım et ve
insanlara karşı güleryüzlü ol.”[500]
20142. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayır dilemek, sevgi doğurur.”[501]
20143. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayır dilemek dostluğa sebep olur.”[502]
20144. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizlerden her biriniz kendisinin hayrını dilediği gibi
kardeşinin hayrını da dilemelidir.”[503]
20145. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hayır dilemek yüce insanların
hasletlerindendir.”[504]
20146. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müminin ahlakı hayır
dilemektir.”[505]
20147. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin müminin kardeşidir. Ona
nasihat etme (hayrını dileme) hakkı vardır.”[506]
20148. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Benim sizin üzerinizde hakkım
var, sizin de benim üzerimde hakkınız var. Benim üzerimde olan
hakkınız size öğüt vermek (hayrınızı istemek),
ama benim sizin üzerinizdeki hakkım, ettiğiniz biate vefa
göstermeniz, gizli aşikar nasihat etmeniz, hayrımı
istemenizdir…”[507]
20149. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmama farz olan; ancak Rabbinizin
emrini bildirmek, öğüt vermek, nasihat etmek için çabalamaktır.”[508]
20150. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah'ın kulları üzerindeki farz haklarından
biri de gücü yettiğince nasihatta bulunmak ve hakkı kendi
aralarında ikame etmek hususunda yardımlaşmaktır.”[509]
20151. İmam Ali (a.s), ashabından salih
olanlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Sizler hak üzere
yardımlaşanlar ve dinde kardeşlersiniz... O halde bana riya ve
şüpheden uzak nasihatlarla yardım edin.”[510]
20152. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senden nasihat dileyen kimsenin
hakkı ona nasihat etmendir ve bu işi sevgi ve yumuşaklıkla yerine
getir. Nasihat eden kimsenin hakkı ise karşısında mütevazi
ve yumuşak olman ve sözüne kulak vermendir. Eğer doğru bir söz
söylerse aziz ve celil olan Allah’a şükret. Eğer yanlış bir
şey söylerse ona merhametli ol. (Kötü) niyet sahibi olmakla suçlama, ona
hatayı isnat et (kasıtlı
olmayı değil.). Bu hata sebebiyle itham ve kötümserliğe müstahak
olmadığı taktirde cezalandırma. Bu durumda ise asla onun
sözlerine itina gösterme.”[511]
20153. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana nasihat eden kimse, sana şefkat
gösterendir. Sana iyilik etmektedir ve senin işlerinin akıbetini
düşünmektedir. Eksikliklerini telafi etmektedir. O halde ona itaat senin
hidayetine sebep olur. Ona muhalefet etmek ise senin zarar ve
ziyanınadır.”[512]
20154. İmam Ali (a.s) Basra ehline
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Bununla beraber, içinizde itaatkar
insanların faziletlerini, nasihat edenlerin haklarını
biliyorum.”[513]
20155. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hayır dileyen kimsenin dört özelliği
vardır: Hak ile hüküm verir, kendinden başkalarına hak
tanır, kendisi için beğendiğini insanlar için de beğenir ve
hiç kimsenin (hakkına) tecavüzde bulunmaz.”[514]
20156. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur:
“İnsana,
kendisi için beğenmediği bir şeyden başkalarını
sakındırması nasihat ve hayır dilemesi için yeterlidir.”[515]
20157. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haset eden kimsenin hayır dilmesi ve
yol göstermesi imkansızdır.”[516]
20158. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aşağılık insan tamah
veya korku olmaksızın hiç kimseye nasihat etmez. Tamah ve korku
ortadan kalktığı zaman da kendi cevherine (hakikatine) geri
döner.”[517]
20159. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bazen kendisinden nasihat beklenmeyen kimse güzel nasihat eder,
bazen de nasihat eden kimse ihanet eder.”[518]
20160. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla nasihat kötümserliğe ve ithama
sebep olur.”[519]
20161. İmam Ali (a.s), Malik Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Halkın
ayıplarını söyleyen dedikoducuları tasdik etme. Çünkü,
nasihatçilere benzese bile, dedikodu yapan sahtekardır.”[520]
20162. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan en çok hayır
dileyen kimse en çok kendi hayrını dileyen ve rabbi
karşısında en çok itaat eden kimsedir.”[521]
20163. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan kendi hayrını
en çok isteyeni, Rabbine en çok itaat edip boyun eğenidir. Kendisini en
fazla aldatanı da Rabbine en çok isyan edendir.”[522]
20164. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizden kendisine karşı en çok
hayır dileyen kimse herkesten daha çok rabbine itaat eden kimsedir.
Kendisine karşı en hain olan kimse ise Rabbine karşı en çok
isyan eden kimsedir.”[523]
20165. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendi hayrını dileyen kimse,
başkalarının hayrını dilemeye de layıktır.
Kendisine hıyanet eden bir kimse ise başkalarına karşı
da haindir.”[524]
20166. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müslüman bir kul nefsi hakkında
Allah’tan hayır diler, nefsine hakkı verir ve nefsi için hakkı
alırsa kendisine iki nimet verilir: Aziz ve celil olan Allah
tarafından kani olacağı bir rızık ve Allah
tarafından kendisini kurtaracak bir hoşnutluk.”[525]
20167. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana nefsini islah etmeyi emreden kimse,
kendisine itaat etmene en layık olan kimsedir.”[526]
20168. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biz insanların en fasihi, en çok
hayır dileyeni ve en güzel yüzlü olanıyız.”[527]
Kur’an:
“Eğer Allah sizi azdırmak isterse, ben
size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir, O’na
döndürüleceksiniz.”[528]
20169. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Rezaletten lezzet alan kimse nasihatten
nasıl faydalanır?”[529]
20170. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akıldan nasipsiz kimseden hayır
dileme ve ondan nasiha kabul etme. Soyu sopu olmayana güvenme. Zira
akıldan nasibi olmayan kimse nasihat yerine bilmeden sana hiyanet eder.
Asaleti olmayan kimse ise islah edeceği yerde bilmeden bozar.”[530]
bak. El-Mevize, 4140.
Bölüm
20171. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın öğüdüyle öğütlenin,
nasihatını kabul edin... Bu Kur’an; öğüdü aldatmayan bir
kitaptır... onu kendinize nasihatçi sayın. Ona uymayan fikirlerinizi
suçlayın, aykırı düşen isteklerinizi
doğrulamayın.”[531]
20172. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Sizden kim Allah’tan öğüt isteyip kabul
ederse, başarıya ermiştir.”[532]
20173. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ın ipine (hükmüne) sarılıp, ondan
öğüt al.”[533]
20174. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nasihatı onu size hediye eden
kimseden işitiniz ve onu canı gönülden kabul ediniz.”[534]
20175. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana karşı insanların en
şefkatlisi nefsini ilsah etme yolunda sana en çok yardım eden ve
dinin hususunda sana en çok nasihatta bulunandır.”[535]
20176. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine nasihat edene itaat eden ve kendisini helak eden
sapıklıktan uzaklaşan kimseye ne mutlu.”[536]
20177. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Elbette sizler nasihat edildiniz, o halde
nasihatı kabul ediniz. Size basiret verilmiştir, o halde basiretli
olunuz. Size yol gösterilmiştir, o halde doğru yola koyulun.”[537]
20178. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların sana en sevimlisi,
şefkatli ve hayır dileyen kimse olmalıdır.”[538]
20179. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nasihatı kabullenmezse helak
olur.”[539]
20180. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendisine nasihat eden kimseye
isyan ederse düşmanına yardım etmiştir.”[540]
20181. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sana nasihat eden kimse şüphesiz ki sana
yardımda bulunmuştur.”[541]
20182. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nasihat kabullenen kimse rezil rüsva
olmaktan güvende olur.”[542]
20183. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük başarılardan biri de
nasihate kulak asmaktır.”[543]
20184. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sana kendini islah etmeni emreden kimse,
kendisine itaat etmene en layık olan kimsedir.”[544]
20185. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nasihat eden kimseye yönelirse,
çirkinlikten yüz çevirir. Herkim de nasihat eden kimseye düşmanlık
beslerse, kendisini çirkinlik kaplar.”[545]
20186. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nasihat eden kimsenin
nasihatından yüz çevirirse, zahiren dostluktan bahseden düşmanın
hile ateşinde yanar.”[546]
20187. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nasihatın
acılığı hıyanetin tatlılığından
daha faydalıdır. Zahiren tatlı olup hoşa giden ama halis
olmayan ve maksatlı olan sözlerden daha faydalıdır.”[547]
20188. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sakın nasihat eden kimsenin
nasihatlerini reddetme. Sana yol gösteren kimsenin kasıtlı ve hain
olduğunu sanma.”[548]
20189. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nasihat etmeyen ve nasihat edenleri de
sevmeyen toplulukta hayır yoktur.”[549]
20190. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Seni ağlatan ama hayrını
dileyen kimseye itaat et. Seni güldüren ama sana karşı halis olmayan
(seni aldatan kimseye) itaat etme.”[550]
20191. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaf faziletlerin en üstünüdür.”[551]
20192. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dinin düzeni iki haslettir:
İnsaflı olman ve kardeşlerine yardım etmendir.”[552]
20193. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaflı olmak, en üstün
ahlaktır.”[553]
20194. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En büyük sevap, insaflı olma
sevabıdır.”[554]
20195. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaf yöneticiliğin süsüdür.”[555]
20196. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaflı olmak muhabbet ve
dostluğu sürekli kılar.”[556]
20197. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsaf kalpleri birbirine
ısındırır.”[557]
20198. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaf, ihtilafları ortadan
kaldırır ve ülfet ve dayanışmaya sebep olur.”[558]
20199. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaf büyük insanların
hasletidir.”[559]
20200. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaf rahatlıktır.”[560]
20201. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın tacı nefsinin
izzetidir, süsü ise insafıdır.”[561]
20202. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsafa riayet etmek ile
ilişkiler devam eder.”[562]
20203. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsaflı olmayan kimseden Allah gücünü
alır.”[563]
20204. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim çok insaflı olursa, canlar
onun adil olduğuna şahadette bulunur.”[564]
20205. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cahillere karşı hilimli davranmakla insanın
yardımcısı çoğalır.”[565]
20206. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaflı kimsenin dostları
ve sevenleri çok olur.”[566]
20207. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaflı kimse, yücedir, zalim
kimse ise aşağılıktır.”[567]
20208. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dilin çirkinliği veya iyiliği yaymada
insaflı olması çok azdır.”[568]
20209. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kudretin zekatı insaftır.”[569]
20210. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlara karşı
insaflı davran ve müminlere karşı fedakar ol.”[570]
20211. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsaf gibi bir adalet yoktur.”[571]
20212. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hüküm vermede insaflı olmak ve
zulümden sakınmak adalettendir.”[572]
20213. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah
adalet ve ihsanı emretmektedir”[573] ayetinin
tefsiri hakkında şöyle buyurmuştur: “Adalet,
insaftır; ihsan ise (artan) bir bağıştır.”[574]
bak. El-Adl,
2547. Bölüm
20214. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşleri insafa riayet etmeye davet
etmek insaftan değildir.”[575]
20215. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin kendisine karşı insaflı davranmayan kimseye
insaflı davranır.”[576]
20216. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en adili kendisine zulmeden kimse hakkında
insaflı davranandır.”[577]
20217. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın insaflı
olması ve kendisine kötülük yapan birisine iyilikte bulunması onun
faziletindendir.”[578]
20218. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En zalim metot insanlardan insaf
dilediği halde onlara insaflı davranmamaktır.”[579]
bak. El-Mukafat,
3504. Bölüm
20219. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsafın nihayeti, insanın
kendisine karşı insaflı olmasıdır.”[580]
20220. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmanın en yücesi insanın
kendisine karşı insaflı olmasıdır (ve
başkalarının hakkını kendinden almasıdır.)”[581]
20221. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en adili ve insaflı olanı başka bir
hakimin müdahalesi olmaksızın kendiliğinden insaflı
davranan kimsedir.”[582]
20222. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bu ümmet üç şeye tahammül etmez:
Dini kardeşini malında pay sahibi kılmaya, halka karşı
insaflı olmaya ve her halette Allah’ı zikretmeye.”[583]
20223. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine karşı insaflı davranmak,
yöneticilikte adil davranmak gibidir.”[584]
20224. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendine karşı insaflı olur
(ve başkalarına karşı insaflı davranırsan) Allah
da seni kendisine yakınlaştırır.”[585]
20225. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim halkın hakkını
kendisinden alırsa başkaları hakkındaki hakemiyeti kabul
edilir.”[586]
20226. Resulullah (s.a.a), İbn-i Mes’ud’a
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
İbn-i Mes’ud! Kendinden taraf insanlara insaflı davran, halkın
hayrını dile ve onlara karşı merhametli ol. Zira eğer
sen böyle olursan, Allah da senin içinde yaşadığın halka
karşı gazaplanır ve onlara azap etmek isterse, sana bakar ve
senin için insanlara merhamet eder. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Rabbin, kasabaların halkı ıslah
olmuşken, haksız yere onları yok etmez.”[587]
20227. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir fakire mali yardımda bulunan ve insanlara karşı
insaflı davranan kimse gerçek mümindir.”[588]
20228. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki her kim insanlara karşı insaflı
davranırsa Allah onun sadece izzetini artırır.”[589]
20229. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın akıllı olması için insaflı
olması yeterlidir. İnsaflı olması için de hakikat ortaya
çıktıktan sonra onu kabullenmesi yeterlidir”[590]
20230. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın sadece şu üç grubun
girdiği cenneti vardır: Onlardan biri kendi hakkında hak üzere
hüküm veren kimsedir.”[591]
20231. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Halkın hakkını kendinden,
ailenden, yakınlarından ve kendisine ilgi duyduğun kimselerden
al ve dost düşman herkese adaletli davran.”[592]
20232. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senden adalet ve insaf dilenilmeden önce
kendinden adalet ve insaf dile. Zira bu makamını daha çok yüceltir ve
Rabbini daha çok hoşnut eder.”[593]
20233. İmam Ali (a.s), valilerine
yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur: “O halde halka insaflı muamele
edin, İhtiyaçlarını karşılamada sabırlı
olun. Çünkü siz halkın hazine memurları, ümmetin vekilleri,
imamların elçilerisiniz.”[594]
20234. İmam Ali (a.s), Malik-i Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Sana düşen; helal olmayan
şeylerde nefsini dizginlemektir. Zira onu dizginlemek sevdiği veya
sevmediği şeyler hususunda ona karşı insaflı
olmaktır... Allah’a karşı insaflı ol; halka, ailenin seçkinlerine,
kendilerine özel ilgi duyduğun emrindeki kimselere karşı
insaflı davran. Böyle yapmazsan, ancak zulmetmiş olursun... Onlardan,
insanlar tarafından hakir görülen fakat, gelip sana dert
anlatmayanları ara bul. Onları bulmak, hallerini anlamak için,
Allah’tan korkan, büyüklenmeyen, mütevazi kişiler yolla da o kimselerin
durumlarını sana iletsinler. Sonra onlar hakkında buluşma
gününde Allah’a mazeret getirebileceğin bir şekilde davran. Fakirler
ve sefiller, insanlar içinde insafa en fazla layık kişilerdir.
Haklarını eda etmede, Allah katında bir mazeretin
olacağı şekilde hareket et.”[595]
bak. 1342.
Bölüm, 6454, 6455. Hadisler; el-Keza, 3367. Bölüm
20235. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç grup, diğer üç gruptan asla insaf talep etmez:
Akıllı kimse ahmaktan, iyi kimse kötüden ve yüce kimse
aşağılık kimseden.”[596]
20236. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyi kimse kötü kimseden insaf dilemez ve alim kimse de cahil
kimseden insaf dilemez.”[597]
514. Konu
en-Nazar
Bakmak
F
Bihar, 104/31, 33. bölüm; Men Yehil’un-Nezer
ileyi ve men la Yeher
F
Bihar, 104/43, 35. bölüm; en-Nezer ila
İmre’ yeridu tezvicuha
20237. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gözler kalplerin öncüleridir.”[598]
20238. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Göz kalbin postacısıdır.”[599]
20239. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bakış, fitnelerin kılavuzudur.”[600]
20240. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Göz, fitnelerin öncüsüdür.”[601]
20241. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Göz kalbin casusu ve aklın
kılavuzudur.”[602]
20242. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın bakışı
kalbinin kılavuzudur.”[603]
20243. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kalp, gözün kitabıdır.[604]”[605]
20244. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gözler, şeytanın
tuzaklarıdır.”[606]
20245. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Boş yere bakmaktan sakının, zira çok bakmak heva ve
heves tohumunu eker ve gaflet doğurur.”[607]
20246. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bedende gözden daha az şükreden bir
organ yoktur. O halde onun isteklerini yerine getirmeyin ki sizleri aziz ve
celil olan Allah’ın zikrinden alıkoyar.”[608]
20247. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gözlerin körlüğü
bakışların çokluğundan daha iyidir.”[609]
20248. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Göz şehvetleri görürse, kalbin
akıbeti gören gözleri kör olur.”[610]
20249. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Cündebin oğlu! İsa (a.s)
ashabına şöyle buyurdular: “Haram olan bakıştan
sakının. Çünkü bu iş, kalbe şehvet tohumu eker ve bu seni
aldatmaya yeter. Ne mutlu bakışı gözünde değil de kalbinde
olan kimseye.”[611]
20250. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yasaklanmış
şeye bakmaktan sakın. Zira ki o şehvetlerin tohumu ve
günahın bitkisidir.”[612]
bak.
Eş-Şeytan, 2022. Bölüm; ed-Dunya, 1224. Bölüm, 5849. hadis
20251. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gözlerinin dizginlerini salıverirse hayatı
zorluğa düşer, kesintisiz (oraya buraya bakan) kimsenin hasreti devam
eder.”[613]
20252. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gözünün dizginlerini
salıverirse hüznü çoğalır.”[614]
20253. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gözlerinin dizginlerini
salıverirse ölümünü çağırmış olur.”[615]
20254. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice bakışlar hasret vücuda
getirir.”[616]
20255. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice heves fidanı bir yarım
bakıştan ekilmiştir.”[617]
20256. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice heves bir tek bakıştan
hasıl olmuştur.”[618]
20257. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice bir bakış uzun hasretlere
sebep olmuştur.”[619]
20258. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gözlerini önüne dikerse kalbi
güvende olur.”[620]
20259. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gözlerini önüne dikerse daha az
üzülür ve helak olmaktan güvende kalır.”[621]
20260. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gözleri önüne dikmek, insanı nefsani
isteklerden ne güzel alıkoyucudur.”[622]
20261. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin bakışları temiz
olursa, sıfatları da temiz olur.”[623]
20262. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gözlerini yum ki ilginçlikleri göresin.”[624]
bak. 3889.
Bölüm; el-Harb, 763. Bölüm, 3490. hadis
20263. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İçinde Alah’ın zikri olmayan her konuşma boştur.
Düşünce ile birlikte olmayan her sessizlik unutkanlıktır ve
içinde ibret alma olmayan her bakış faydasızdır.”[625]
20264. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz mümin kimse bakınca
ibret alır, susunca düşünür ve konuşunca Allah’ı
zikreder...Münafık ise bakınca boş bakar, susunca gaflet eder ve
konuşunca boş şeyler konuşur.”[626]
20265. Yahya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bana
göre ölmek, zaruri olmayan bir bakıştan daha sevgilidir.”[627]
20266. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alime bakmak ibadettir. Adil öndere bakmak ibadettir. Anne babaya
sevgi ve merhamet dolu bir şekilde bakmak ibadettir. Allah için
sevdiğin kardeşe bakmak ibadettir.”[628]
20267. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Üç şeye bakmak ibadettir: Anne babanın yüzüne, Kur’ana ve
denize bakmak ibadettir.”[629]
bak.
El-İlm, 2845. Bölüm
Kur’an:
“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini
bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini, korusunlar.
Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah
yaptıklarından şüphesiz haberdardır.”[630]
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak
olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden
görünen kısmı müstesna, açmasınlar.”[631]
20268. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan
çevirsinler” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Kur’an’da sözü edilen
aletleri korumaktan maksat, zinadan korunmaktır. Sadece bu ayette aletini
korumaktan maksat bakmaktan korunmaktır. O halde iman sahibi hiç kimseye
kardeşinin avret mahalline bakması ve hakeza hiçbir kadına da kız
kardeşinin avret mahalline bakması helal değildir.”[632]
20269. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ensar’dan olan bir genç Medine
sokaklarında bir kadını gördü. O zamanlar kadınlar
başörtülerini kulaklarının arkasına
bağlıyorlardı. Bu genç karşıdan gelen kadına baka
kaldı. Kadın yanından geçince o genç döndü ve arkasından
ona baktı. Böylece –ki İmam onu falan oğulları
sokağı diye adlandırmıştır- sokağına
girdi ve yüzü duvardaki kemiğe veya cama çarptı ve böylece yarıldı.
Kadın yanından uzaklaşınca, göğsüne ve elbisesine kan
damladığını gördü ve şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun
ki Resulullah’ın yanına gidip durumu ona ileteceğim.” İmam
daha sonra şöyle buyurmuştur: “O genç Allah Resulü’nün yanına
geldi. Resulullah (s.a.a) onu görünce şöyle dedi: “Bu ne haldir?” O genç
Peygambere durumu iletti. Bu esnada Cebrail (a.s) şu ayeti nazil buyurdu: “Erkeklere
söyle…”[633]
20270. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) namahrem bir
kadının avret mahalline bakan kadına lanet etmiştir.”[634]
20271. İmam
Rıza (a.s) Muhammed bin Sinan’ın sorularına cevap olarak
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Evli kadınların ve
diğer kadınların saçlarına bakmanın haram
kılınışının sebebi erkekleri tahrik etmesidir. Bu
tahrik fesat, haram ve doğru olmayan işlere düşmekle sonuçlanır.
(Tahrik edişi sebebiyle) saç gibi olan şeylerde aynı hükümdedir.
Sadece Allah-u Tealanın hakkında şöyle buyurduğu
kadınlar müstesnadır: “İhtiyarlayıp oturmuş
kadınlara.” Bu tür kadınların saçlarına bakmanın
sakıncası yoktur.”[635]
20272. İmam Kazım (a.s), Allah-u
Teala’nın, “İki kadından
biri: “Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle
tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır” dedi”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Şuayb
(a.s) kızına şöyle buyurdu: “Kızcağızım!
Onun güçlü olduğunu, kayayı kaldırmasından anladın,
ama onun emin olduğunu nereden biliyorsun?” Şuayb’ın
kızı şöyle dedi: “Babacığım! Ben onun önünden
yürüyordum, ama o şöyle dedi: “Sen arkamdan gel, yanlış
gittiğim yerde bana yol göster. Zira biz kadınların
arkasına (bile) bakmayan bir topluluğuz.”[636]
20273. Bir rivayette şöyle yer almıştır:
“Şuayb kızına şöyle buyurdu:
“Onun güçlü oluşunu, tek başına su kovasını sudan
çıkardığından anladın, ama onun emin ve güvenilir
olduğunu nereden anladın?” Kızı şöyle dedi: “O bana
şöyle buyurdu: “Arkamdan gel ve bana yol göster. Zira biz
kadınların arkasına bakmayan bir topluluğuz.” Buradan
anladım ki o kadınlara arkadan bakan bir topluluktan değildir.
Bu da onun doğruluğunun ve güvenirliliğinin nişanesidir.”[637]
20274. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlunun her organının zinadan bir nasibi
vardır: Gözün zinası ise bakmaktır.”[638]
bak. Ez-Zina,
1601. Bölüm; es-Selat, 2295. Bölüm, 10656. hadis; el-Hicab, 691. Bölüm, 3254.
hadis
Kur’an:
“Allah gözlerin hainliğini ve gönüllerin
gizlediğini bilir.” [639]
20275. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Onların
rızıklarını taksim eden; izlerini, amellerini,
soluklarının sayısını, haince
bakışlarını, gönüllerinden geçen, kendilerinden bile
gizledikleri şeyleri, tespit etmiş ve bilmiştir.”[640]
20276. İmam Sadık (a.s), kendisine
Allah-u Teala’nın, “Allah gözlerin
hainliğini bilir” ayeti hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bazen
insan bir şeye adeta ona bakmıyormuş gibi bakar. İşte
bu gizlice bakmanın anlamıdır.”[641]
20277. Mekke’nin fethedildiği gün Osman daha
önce Allah Resulü’nün kanını helal kıldığı ve
öldürülmesi için emrettiği Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’i kendisine eman
alması için Peygamber’in huzuruna getirdi. Peygamber (s.a.a) Osman’ı
görünce, onun bu isteğini reddetmekten utandı, bir müddet sustu ve
müminlerden birinin kalkıp onu öldürmesini bekledi. Ama Osman’ın
sürekli isteğini görünce (ve hiç kimse de Abdullah’ı öldürmeye
teşebbüste bulunmayınca) ona eman verdi ve ashabına şöyle
buyurdu: “Sizin aranızda kalkıp da onu
öldürecek bir yiğit yok muydu?” Abbad b. Bişr şöyle arzetti:
“Ey Allah’ın Resulü! Ben sürekli gözünüze bakıyordum ve sizden onu
öldürmek için bir işaret bekliyordum.” Peygamber şöyle buyurdu:
“Peygamberler gizlice (göz altından) bakmaz.”[642]
20278. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tehameli, bedevi, köylü ve kafir
kadınların saçlarına bakmanın sakıncası yoktur.
Zira onlar nehyedilse dahi bundan sakınmazlar.” İmam daha sonra
şöyle buyurdu: “Deli ve aklı az olan kadınların saç ve bedenine
bakmanın da bir kasıt olmadığı taktirde
sakıncası yoktur.”[643]
20279. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Zimmet ehli kadınların el ve
saçlarına bakmak haram değildir.”[644]
bak.
Vesail’uş Şia, 14/145-147, 109, 110. Bölümler ve s. 149, 112, 113.
Bölümler; el-Bihar, 104/43, 35. Bölüm
20280. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim gözünü haramla doldurursa Allah da kıyamet günü (onun)
gözünü ateşle doldurur meğer ki tevbe etsin ve bu amelinden el
çeksin.”[645]
20281. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın gazabı gözlerini kocasından
başkasıyla veya kendisine mahrem olmayan biriyle dolduran kadına
şiddetlidir.”[646]
20282. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslüman bir erkeğin gözü
kadınlara iliştiğinde gözlerini kaparsa, Allah-u Teala ona öyle
bir ibadet başarısı verir ki onun
tatlılığını kalbinde bulur.”[647]
20283. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bakmak, şeytanın zehirli
oklarından bir oktur. O halde herkim Allah korkusundan gözlerini
(haramlardan) kaparsa Allah ona öyle bir iman verir ki
tatlılığını kalbinde tadar.”[648]
20284. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bakmak şeytanın zehirli
olklarından bir oktur. Her kim aziz ve celil olan Allah için,
-başkası için değil- gözlerini (haramlardan) kapatırsa
ardından (Allah) ona tadını alacağı bir iman bağışlar.”[649]
20285. Resulullah (s.a.a), rabbinden naklen
şöyle buyurmuştur: “Bakmak
şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Herkim benim korkumdan
onu terk ederse, ona buna karşılık öyle bir iman veririm ki onun
tatlılığını kalbinde bulur.”[650]
20286. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslüman erkek, gözleri güzel bir
kadına iliştiğinde gözlerini yumarsa, Allah onun için öyle bir
ibadet nasip eder ki onun tatlılığını kalbinde bulur.”[651]
20287. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir kadını görür ve
gözlerini göğe doğru kaldırır veya kapatırsa, henüz
gözlerini hareket ettirmeden Allah onu Hur’ul-Ayn (huri) ile evlendirir.”[652]
bak. El-Buka,
379. Bölüm, 1840. hadis
20288. Resulullah
(s.a.a)İmam Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! İlk bakış
senin hakkındır. İkinci bakış senin faydana
değil, zararınadır.”[653]
20289. Resulullah (s.a.a), hakeza şöyle buyurmuştur: “Ey
Ali! Senin için cennette bir hazine vardır ve sen (cennetin veya bu
ümmetimin) Zülkarneyn’isin. O halde birinci bakışını devam
ettirme. Zira birinci bakış senin hakkındır, ama ikinci
bakış senin hakkın değildir.”[654]
20290. Resulullah (s.a.a), şöyle
buyurmuştur: “İkinci defa bakmaktan sakın.
Zira birinci bakış senin hakkındır, ama ikinci
bakış senin zararınadır.”[655]
20291. Resulullah (s.a.a), şöyle
buyurmuştur: “Birinci bakış istemeksizin
yapılan bakıştır, ikinci bakış ise kastidir.
Üçüncü bakış ise yıkıcıdır.”[656]
20292. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birinci bakış senin
hakkındır, ikinci bakış senin zararınadır,
faydana değil ve üçüncü bakış insanın helak sebebidir.”[657]
20293. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Birinci bakışı ikinci
bakışla sürdürme. Zira ilk bakış senin hakkındır,
ikinci bakış ise senin zararınadır.”[658]
20294. Cerir şöyle diyor: “Resulullah’a
(s.a.a) aniden bakmak hakkında sordum. Bana (böyle bir hususta) gözümü
çevirmemi emretti.”[659]
20295. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir bakıştan sonraki
bakış kalbe şehvet tohumuınu eker, bu da sahibini fitneye
ve günaha sürüklemeye yeter.”[660]
20296. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kadına ilk bakışınız
hakkınızdır, ama onu ikinci bakışla devam ettirmeyin.
Fitne ve günahtan sakının.”[661]
20297. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Biliniz ki bakmak
şeytandandır. Herkim günah sebebiyle tahrik olursa eşiyle
yatsın.”[662]
20298. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizden biri bir kadını görüp ondan hoşlanırsa gidip
kendi eşiyle yatsın, zira gördüğü şeyin benzeri kendi
eşinde de vardır. Şeytan için kalbine bir yol açmasın. Gözlerini
o kadından alıkoysun. Eğer eşi yoksa iki rekaat namaz
kılsın, Allah’a çok hamdetsin, peygambere ve Ehl-i Beytine selam
göndersin ve Allah’tan fazlından kendisine bağışta
bulunmasını dilesin. Allah da şefkati ve merhametiyle onun bu
ihtiyacını giderecektir.”[663]
20299. “İmam Ali (a.s) Ashabıyla
oturmakta iken güzel bir kadın önlerinden geçti, oradakiler hep birden
gözlerini kadına diktiler; bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: “Bu
erkeklerin gözleri, (bir namahreme) dikilmiştir; bu dikiliş,
şehvetin tahrik olmasına sebep olur. Sizden birinin gözü
beğendiği ve hoşlandığı bir kadına
ilişince, hemen gidip kendi zevcesine yaklaşsın. Çünkü o da
kendi karısı gibi bir kadındır.” Haricilerden biri
İmam’a (a.s); “Allah kahretsin bu kafiri, ne kadar da bilgilidir!”
dediğinde halk onu öldürmek için üzerine hücum etti. İmam (a.s) bu
durumu görünce şöyle buyurdu: “Yavaş olun! Bu bir sövgüdür; ya
sövmekle karşılık verilir ya da günahı
bağışlanır.”[664]
20300. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiç kimse gözünü (haramlara) kapamak gibi
bir şeyle kendini korumamıştır. Zira göz daha önce
Allah’ın azamet ve celalini kalbinde müşahade etmedikçe,
Allah’ın haramlarına bakmaktan sakınmaz.”
Müminlerin Emiri Ali b.
Ebi Talib’e şöyle soruldu: “Gözleri (haramlardan) kapama hususunda hangi
vesileden yardım alınabilir?” İmam şöyle buyurdu: “Senin
gizliliklerini bilen Allah’ın kudretini göz önünde bulundurmakla.”[665]
20301. İmam Ali (a.s) dünya
insanlarını sınıflandırırken Allah’a
aşık olanlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Geri kalanlarsa gidecekleri yeri
(ahireti) anmakla gözlerini yumarlar. Mahşer korkusuyla
gözyaşlarını dökerler. Onlardan bazısı sürülmüş
ve ürkmüş, bazısı korkmuş ve yenilgiye
uğramış, bazıları susmuş ve
ağızlarını yummuş, bazıları da insanları
ihlasla (doğru yola) davet etmiştir ve bazıları da üzülür,
sızlanırlar.”[666]
20302. İmam Ali (a.s) takva sahiplerinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Gözlerini Allah’ın
kendilerine haram kıldığı şeyden sakınırlar,
kulaklarını kendilerine faydalı olan ilme vakfederler.”[667]
20303. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şey gözün nurunu
artırır: Yeşilliğe bakmak, akan suya bakmak ve güzel yüze
bakmak.”[668]
20304. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel koku, bal, binicilik ve yeşilliğe bakmak
koruyucudur (gerilmiş sinirleri yumuşatır.)”[669]
Bek. Ez-Zikr,
1340. Bölüm; el-Kalb, 3410, 3411. Bölümler
515. Konu
el-Munazara
Görüş Alış Verişinde
Bulunmak-Tartışmak
F
Bihar, 9/255-344, c. 10; İhticac’ir-Resul
ve’l-Eimme (a.s)
F
el-Müheccet’ül-Beyza, 1/98, Sebeb-u
İkbal’ul-Halk Ala Münazeret
F
el-Müheccet’ül-Beyza, 1/99,
Şurut’ul-Munazere ve Adabuha
F
el-Müheccet’ül-Beyza, 1/98, Afat’ul-Munazere
bak.
F
63. konu, el-Cidal; 97. konu, el-Hüccet; 141.
konu, el-Husumet; 488. konu, el-Mir’et
20305. Hümran’ın oğulları olan
Hamza ve Muhammed şöyle diyor: “İmam
Sadık’ın (a.s) değerli dostlarından bir grup ile birlikte
İmam Sadık’ın huzurunda toplandık. Humran b. A’yen de bizim
aramızdayd. Biz tartışmaya daldık. Humran sustu ve bir
şey demedi. İmam ona şöyle buyurdu: “Neden konuşmuyorsun
Humran?” O şöyle arzetti: “Ey efendim! Sizin bulunduğunuz bir
mecliste konuşmayacağıma dair kendi canıma and içtim.”
İmam şöyle buyurdu: “Ben sana sohbet etmen için izin veriyorum, o
halde şimdi konuş.”[670]
20306. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “İnsanlarla tartışmak çirkin midir?”
diye soran Tayyar’a şöyle buyurmuştur: “Senin benzerlerinin
tartışmaları
değildir. Her kim uçarsa güzellikle iner ve indiği zaman da
güzel bir şekilde uçar. Böyle bir gücü olan kimsenin
tartışmalarını çirkin görmeyiz.”[671]
20307. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Ben insanlarla tartışıyorum, ama halk bu konuda beni
eleştirmektedir” diyen Abd’ul-A’la’ya şöyle buyurmuştur: “Senin
gibi oturan ve uçan için (tartışmalarda asla yenilmeyen)
tartışmak iyidir. Ama oturup da uçamayan kimseler için (mağlub
düşen kimseler için) tartışmak iyi değildir.”[672]
20308. İmam
Sadık (a.s) Ebu Cafer Ahvel’e şöyle buyurmuştur: “İbn-i Tayyar’dan ne haber?” Ben
(Ebu Cafer Ahvel) şöyle arzettim: “O dünyadan göçtü.” İmam şöyle
buyurdu: “Allah ona rahmet ve huzur versin. Zira o biz Ehl-i Beyt’i
savunuyordu.”[673]
20309. İmam Ali
(a.s) Kumeyl’e yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur:
“Ey Kumeyl! Her
sınıf arasında diğerlerinden daha üstün ve yüce olan bir
kesim vardır. O halde onların aşağılık
olanlarıyla tartışmaktan sakın. ç onlar sana
hoşlanmadığın bir söz söylerlerse sabret. Allah-u
Teala’nın kendileri hakkında şöyle buyurduğu kimselerden
ol: “Cahiller kendilerine hitap edince, “selam” derler.”[674]
20310. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Davud ve Süleyman da milletin
koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında
hüküm veriyorlarken”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar
hüküm vermediler, aksine tartıştılar, “o halde onu Süleyman’a
anlattık.”[675]
20311. Useydi ve Muhammed b.
Mübeşşir’den nakledildiği üzere Abdullah b. Nafi’ Ezrek
şöyle diyor: “Eğer alemin doğusu ve
batısında Ali’nin Nehrevanlıları (haricileri) hak üzere öldürdüğünü
ve onların hakkında zulmetmediğini iddia eden ve
tartışan birinin olduğunu bilirsem merkebime biner ve
tartışmak için onun yanına giderim.” Ona şöyle dediler:
“Eğer Ali’nin oğlu da mı olsa?” O şöyle dedi: “Ali’nin
çocukları arasında bir alim var mıdır?” Onlar şöyle
dediler: “Bu senin cehaletinin ilk nişanesidir. Onların arasında
alimin olmaması mümkün müdür?” O şöyle dedi: “Şu anda
onların alimi kimdir?” Onlar şöyle dedi: “Muhammed b. Ali b. Hüseyin
b. Ali’dir.” Abdullah büyük dostlarından birileriyle İmam
Bakır’ı (a.s) görmek için yola koyuldu. Medine’ye girdi. İmam
Bakır’dan huzuruna varması için izin istendi. İmama şöyle
arzettiler: “Abdullah b. Nafi’ gelmiş ve huzuruna varmak için izin
istiyor.” İmam şöyle buyurdu: “O gece gündüz benden ve babamdan beri
olduğunu söylüyor, benden ne istiyor?” Ebu Basir şöyle arzetti:
“Fedan olayım, bu adam şöyle demiştir: “Eğer alemin
doğu ve batısında Ali’nin Nehrevanlıları hak üzere
öldürdüğünü ve onlar hakkında zulüm etmediğini iddia eden
birinin olduğunu duyarsam, onunla tartışmak için yanına
giderim.” İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Tartışmak
için yanıma geldiğini mi düşünüyorsun?” Ebu Basir, “Evet” diye
arzetti. İmam şöyle buyurdu: “Ey köle! Git onun yükünü indir ve ona
şöyle de: “Yarın olunca yanımıza gel.” Ertesi gün sabah
erkenden Abdullah b. Nafi’ büyük ashabıyla geldi. İmam Bakır
(a.s) bütün muhacir ve Ensar’ın çocuklarını
çağırttı, hepsini topladı gül rengi bir elbise giydiği
ve ay gibi parladığı bir halde insanların arasına
çıktı. Onlara bakarak şöyle buyurdu: “Mekanı, keyfiyeti
(niteliği) ve zamanı yaratan Allah’a hamdolsun ki o ne uyur, ne de
uyuklar, yerde ve göklerde olanlar onundur…” Şehadette bulunurum ki
Allah’tan başka ilah yoktur, yeganedir ve eşi yoktur ve
şehadette bulunurum ki Muhammed onun kulu ve elçisidir, Allah onu
seçmiş, doğru yola hidayet etmiştir. Hamd olsun Allah’a ki
nübuvvetiyle bizlere yücelik bağışlamış ve velayeti
bizlere has kılmıştır. Ey muhacir ve Ensar’ın çocukları!
Sizden herkim yanında Ali b. Ebi Talib’e (a.s) ait bir menkibe
(kahramanlık hatırası) varsa kalkıp söylesin. Ravi
şöyle diyor: “İnsanlar kalkıp tek tek Ali’nin (a.s) menkibesini
söyledi. Abdullah şöyle dedi: “Ben bu menkıbeleri bunların
sözünden rivayet etmekteyim. Ama Ali hakemlik olayını iki hakeme
havale ettiği için kafir oldu.” Hazırda bulunanlar, Ali’nin (a.s)
menkibelerini dile getirdiler ve sonunda Peygamber’in şöyle buyurduğu
Hayber hadisine işaret ettiler: “Yarın bu bayrağı öyle bir
kimsenin eline vereceğim ki Allah ve Resulü’nü sevmektedir. Allah ve Resulü
de onu sevmektedir. O kaçmayan bir hamle edicidir ve Allah onun eliyle fethi ve
galibiyeti nasip edinceye kadar geri dönmeyecektir.” İmam Bakır (a.s)
ona şöyle buyurdu: “Bu hadis hakkında ne diyorsun?” Abdullah
şöyle dedi: “Gerçektir ve bu husususta hiçbir şüphe yoktur ama daha
sonra kafir oldu.” İmam Bakır (a.s) ona şöyle buyurdu: “Annen
yasını tutsun! Bana de bakayım, aziz ve celil olan Allah’ın
Ali b. Ebi Talib’i sevdiği gün, (Allah) onun Nehrevanlıları
öldüreceğini biliyor muydu, bilmiyor muydu?” Abdullah şöyle dedi:
“Yeniden sor.” İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Bana de
bakayım, aziz ve celil olan Allah’ın Ali b. Ebi Talib’i sevdiği
gün, (Allah) onun Nehrevanlıları öldüreceğini biliyor muydu,
bilmiyor muydu?” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Eğer “hayır”
dersen kafir olursun.” Bu yüzden de (Abdullah) “Allah biliyordu dedi” İmam
bu durumda Allah onu itaati için amel ettiği üzere mi seviyordu yoksa
kendisine isyan ettiği için mi?” diye sordu. O şöyle dedi:
“İtaat ile amel ettiği için.” İmam Bakır şöyle buyurdu:
“O halde kalk ki yenilgiye uğradın.” İbn-i Nafi’ şöyle
diyerek kalktı: “Tan yerinde,
beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar
Allah risaletini nereye koyacağını daha iyi biliyor.”[676]
20312. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “İnsanlara, halkına elçiler
gelen kasabaları anlat: Onlara iki elçi göndermiştik; onu
yalanladıkları için üçüncüsüyle desteklemiştik. Onlar: “Biz size
gönderildik” demişlerdi” ayeti sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Allah iki kimseyi
Antakya şehrinin halkına gönderdi. Onlar halk için kendilerine
tanıdık olmayan ve yabancı bulunan şeyler (ve sözler)
getirdiler. Bu yüzden de onlar o ikisine öfkelenip, onları
yakaladılar ve puthanede zindana attılar. Allah başka bir elçi
gönderdi. O da şehire girdi ve şöyle dedi: “Beni padişahın
sarayına götürünüz.” Padişahın sarayına
vardığında durdu ve şöyle dedi: “Ben bir çölde ibadetlerimi
geçiren biriyim. Ama padişahın ilahına ibadet etmeye ilgi
duydum.” Onun sözünü padişaha ulaştırdılar. Padişah
şöyle dedi: “Onu tanrıların evine (puthaneye) götürün.” O
şahsı oraya götürdüler. O bir yıl boyunca iki
arkadaşıyla birlikte orada kaldı ve o ikisine şöyle dedi:
“Ustalık ve zekavet ile bir şahsı dininden başka bir dine
çekmek mümkündür. Neden onu idare etmediniz?” Daha sonra onlara şöyle
dedi: “Beni hiç tanımıyormuşsunuz gibi davranın.” Sonra onu
padişahın huzuruna götürdüler. Padişah ona şöyle dedi:
“İşittiğime göre sen benim ilahıma tapıyorsun. O halde
bundan sonra sen benim kardeşimsin. O halde bana ne istediğini
söyle.” O adam şöyle dedi: “Ey padişah! Benim bir hacetim yoktur. Ama
tanrılar tapınağında iki şahıs gördüm. Onlar ne
yapmışlar?” Padişah şöyle dedi: “Bu iki adam yanıma
gelerek, dinimim batıl olduğunu ve beni semavi bir ilaha davet
ettiklerini söylediler.” O adam şöyle dedi: “Ey padişah! Güzel bir
tartışma ortamı sağlayın. Eğer hak o ikisi ile
birlikteyse, biz de onlara uyarız. Eğer hak bizimleyse onları da
bizim dinimize çekeriz.” Padişah o iki şahsı çağırttı.
Onlar huzuruna geldiler, o iki kişinin dostu onlara şöyle dedi: “Sizler
niçin geldiniz?” Onlar şöyle dediler: “Biz gökleri yaratan, rahimlerde
dilediğini vücuda getiren ve ona istediği şekli veren,
ağaçları ve meyveleri yetiştiren ve göklerden yağmur
yağdıran Allah’a ibadet etmeye davet için geldik.” O adam bu iki
şahsa şöyle dedi: “Acaba ona ibadet etmeye davet ettiğiniz
ilahınız kör birini getirdiğimizde gözlerini açabilir mi?” Onlar
şöyle dediler: “Eğer ondan dilersek bu işi yapar ve o da isterse
elbette.” O şöyle dedi: “Ey padişah! Asla görmeyen birini benim için
getirin. Böyle bir şahsı getirdiler, o ikisine şöyle dedi:
“İlahınızdan bu şahsın gözlerini kendisine geri
çevirmesini dileyin.” O ikisi kalkıp iki rekat namaz kıldılar,
aniden o gözleri görmeyen şahsın gözleri açıldı ve
göğe baktı. O şöyle dedi. “Gözleri görmeyen başka birini
getirin.” Sonra başka birini de getirdiler. O şahıs secdeye
kapandı, sonra secdeden başını kaldırdı, aniden o
gözleri görmeyen kimse de görür oldu. “Ey padişah! Bunlar bizim onlar karşısındaki
hüccetimizdir. Şimdi de benim için bir taht getirin” dedi ve o iki
şahıstan bir istekte bulundu. O ikisi de namaz kıldılar,
Allah’ın dergahına dua ettiler. Aniden tahtın iki ayağa
kalktı. Taht yolda yürümeye başladı. O şahıs şöyle
dedi: “Benim için başka bir taht getirin.” O şahıs ilk defaki
gibi secdeye kapandı, taht yürümeye başladı. O şahıs
şöyle dedi: “Ey padişah! Onlar iki hüccet getirdiler, biz
onların hüccetine benzer bir şey gösterdik. Şimdi geriye bir
iş kaldı. Eğer onlar bunu yaparlarsa ben onların dinine
girerim.” Daha sonra şöyle dedi: “İşitttiğime göre
Padişahın yalnızca bir oğlu vardı o da öldü. Eğer
bu iki şahsın ilahı onu yeniden diriltebilirse, ben onların
dinine girerim.” Padişah şöyle dedi: “Ben de seninle birlikte onların
dinine girerim.” Daha sonra o ikisine şöyle dedi: “Şimdi geriye
sadece bu iş kalmıştır: “Padişahın oğlu
ölmüştür, sizler de ilahınızdan onu diriltmesini dileyin. O
ikisi rableri karşısında secdeye kapandılar. Uzun bir
secdede bulundular, başlarını kaldırıp padişaha
şöyle dediler: “Çocuğunun mezarının yanına git, Allah’ın
izniyle çocuğunun mezardan kalktığını göreceksin.”
İnsanlar mezarlığa gittiler, baktılar, padişahın
çocuğunun kabirden çıktığını, yüzündeki toz
toprağı sildiğini gördüler ve onu padişahın
yanına getirdiler. Padişah onun oğlu olduğunu gördü.
Padişah şöyle sordu: “Nasılsın evladım?” O şöyle
dedi: “Ben ölmüştüm ve şimdi bu iki şahıs Rabbimin
karşısında secdeye kapandılar, ondan beni diriltmesini
istediler, Allah da beni diriltti, padişah şöyle dedi: “Eğer o
iki şahsı görsen tanır mısın?” O şöyle dedi: “Evet”
Padişah bütün insanların sehraya gitmesini emretti. Adamlar tek tek o
çocuğun yanından geçtiler. Babası ona şöyle diyordu:
“İyi bak.” Padişahın oğlu dikkatle bakıyor ve
şöyle diyordu: “Bu değil, bu değil” Yanından bir çok
sayıda kimse geçtikten sonra, o iki şahıstan birisi onun
karşısından geçti. Padişahın oğlu eliyle ona
işaret etti ve şöyle dedi: “Onlardan biri budur.” Yeniden çok
sayıda insanı karşısından geçirdiler, padişahın
oğlu diğerini gördüğünde ise şöyle dedi: “İşte bu
da ikincisidir.” Bu esnada o iki şahsın arkadaşı olan
Peygamber şöyle dedi: “Ben şimdi sizin ikinizin rabbine iman ettim,
getirdiğiniz şeyin hak olduğunu anladım.” Padişah
şöyle dedi: “Ben de sizin ikinizin Rabbine iman ettim.”
Padişahın ülkesinin halkı da tümüyle iman ettiler.”[677]
20313. İmam Hüseyin (a.s), kendisine, “Otur
da din hakkında seninle tartışalım” diyen birisine
şöyle buyurmuştur: “Ey adam! Ben dinimi
biliyorum ve doğru yol benim için apaçıktır. Eğer sen dinin
hakkında bilgi sahibi değilsen git ve onu öğren. Ben
tartışmayı ne yapayım. Şüphesiz şeytan insana
vesvese etmekte, kulağına fısıldamakta ve şöyle
demektedir: “Din hakkında insanlarla tartış ki senin zayıf
ve cahil bir kimse olduğunu zannetmesinler.”[678]
516. Konu
en-Nezafet
Temizlik
bak.
F
74. konu, el-Cemal; 210. konu, ez-Ziynet; 322.
konu, et-Taharet; 328. konu, ez-Zafer; en-Nevm, 3978. bölüm
20314. Resulullah
(s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah temizdir ve temiz
kimseleri sever. Allah paktır pak olanları sever.”[679]
20315. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendinizi su vesilesiyle
başkalarını eziyet eden kötü kokulardan temizleyin, üstünüze
başınıza bakın. Zira aziz ve celil olan Allah kendisiyle
oturan kimseleri kendisinden bezdiren kullarından nefret eder.”[680]
20316. Resulullah
(s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Bu bedenleri temiz kılınız Allah
da sizleri temiz kılsın. Zira kul gece temiz bir bedenle yatınca
bir melek elbisesinin içinde onunla uyur ve gece bir taraftan diğer bir
tarafa dönünce de o melek şöyle der: Allahım! Kulunu
bağışla zira bu temiz bir bedenle uyumuştur.”[681]
20317. Resulullah (s.a.a.)
şöyle buyurmuştur: “Pis ve
bakımsız kul ne de kötüdür.”[682]
20318. Resulullah
(s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Pis
ve kirlik insanlar helak olurlar.”[683]
20319. Cabir b. Abdillah şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) yanımıza geldi. Gözü, saçları birbirine
karışmış birine ilişince şöyle dedi: “Acaba bu
şahıs saçlarını düzeltecek bir şey bulamadı
mı?” Kirli elbise giyen başka birini gördüğünde de şöyle
buyurdu: “Acaba bu şahıs, elbisesini yıkıyacak bir su
bulamadı mı?”[684]
20320. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) saçları karışık, elbisesi çirkin
ve üstü başı kötü birisini gördüğünde şöyle
buyurmuştur: “Dünya
metasından faydalanmak ve nimeti ifşa etmek de dindendir.”[685]
20321. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Evleri süpürmek fakirliği ortadan
kaldırır.”[686]
20322. İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Bulaşıkları yıkamak ve evin önünü süpürmek
rızık getirir.”[687]
20323. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çöpü kapının arkasına toplamayın. Zira
şeytanın yuvası olur.”[688]
20324. “Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Geceleyin
çöpü kapınızda tutmayın ve onu gündüz evinizden
dışarıya nakledin. Zira çöp şeytanın
oturağıdır.”[689]
20325. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Örümcek ağları evlerinizdeki şeytanın evleridir.”[690]
20326. İmam Ali
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Odalarınızı örümcek ağlarından temizleyin,
çünkü onları bırakmak fakirlik getirir.”[691]
20327. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendinizi mümkün olan her vesileyle temizleyiniz. Zira Allah-u Teala
islamı temizlik üzere bina etmniştir ve cennete temiz olanlar
dışında hiç kimse giremez.”[692]
20328. Resulullah
(s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
islam temizliktir. O halde siz de temiz olunuz. Zira temiz olmayandan
başkası cennete giremez.”[693]
20329. Resulullah
(s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah
temiz kulu sever. ”[694]
20330. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Temizlik peygamberin
ahlakındandır.”[695]
20331. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Temiz elbise hüzün ve kederleri giderir ve namazın
temizliğine sebep olur.”[696]
20332. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir elbise giyerse onu temiz tutmalıdır.”[697]
20333. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ayşe! Bu iki elbiseyi yıka.
Elbisenin de Allah’ı tesbih ettiğini, kirlenince de tesbihten geri
kaldığını bilmiyor musun?”[698]
bak. En-Nimet,
3911. Bölüm, 20433. hadis; Vesail’uş Şia, 3/346, 6. Bölüm
20334. İmam Ali (a.s) İbn-i Mülcem (Allah
ona lanet etsin) ona darbeyi vurunca Hasan ve Hüseyin’e (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Siz ikinize, bütün evlatlarıma, ehlime ve bu vasiyetin
ulaştığı kimselere Allah’tan korkmayı,
işlerinizde intizamlı olmayı vasiyet ederim.”[699]
20335. Nu’man b. Beşir şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) bizleri (namazda) saflarımızı kendisinden gaflet
edinceye kadar (sadakta) okları düzenlediği gibi düzene sokuyordu.
Daha sonra bir gün (namaz için) dışarı çıktı.
Tekbiret’ul-İhram getirmek istedi, bir şahsın göğsünün öne
çıktığını gördü. Şöyle buyurdu: “Ey Allah’ın
kulları! Saflarınızı düzenleyiniz, aksi taktirde Allah
sizleri birbirinizden yüz çevirtir. (ihtilafa düşersiniz.)”[700]
20336. İmam Ali (a.s) Kur’an’ın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Lakin
ben ondan haber vereyim size; geleceğin bilgisi, geçmişe ait
haberler, derdinizin ilacı, aranızdaki düzenin gerektirdiği her
şey ondadır.”[701]
518. Konu
en-Nimet
Nimet
F
Bihar, 72/339, 121. bölüm; Kufran’un-Ni’em
bak.
F
El-BEran, 401. Bölüm, eş-Şukr, 2061 ve
2697. Bölümler
F
El-Hased, 847. bölüm, el-Mehabbet (2), 673.
Bölüm
F
Ed-Dünya, 1266. Bölüm, er-Rızk, 1500. Bölüm
Kur’an:
“Kendisinden isteyebileceğiniz her
şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetini sayacak olsanız
bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.” [702]
“Allah’ın verdiği nimetleri sayacak
olsanız bitiremezsiniz; doğrusu Allah bağışlar,
merhamet eder.”[703]
20337. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hamd
Allah’a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler, sayıcılar
nimetlerini sayamazlar.”[704]
20338. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Allah’ın nimetlerini saymaya
kalkarsanız sayamazsınız”
ayetini okuduğunda şöyle buyuruyordu: “Nimetlerini
tanımaktan aciz olduklarını bilecekleri ölçüsü
dışında hiç kimseye
nimetlerini tanıma gücü vermeyen Allah münezzehtir. Nitekim hiç kimseye
onu idrak etmekten aciz olduklarını bilecekleri ölçüsü
dışında kendisini tanıma kudretini de vermemiştir. Bu
yüzden aziz ve celil olan Allah onun şükrünü tanımaktan (eda
etmekten) aciz oldukları nüktesi sebebiyle, ariflerin bilincini taktir
etmiştir. Kusurları hakkındaki bu bilgilerini nimetlerinin
şükrü makamında karar kılmıştır. Hakeza O’nu derk
edemeyecekleri hakkında alimlerin ilmini de bilmiş ve onu imam
mesabesinde karar kılmıştır. Zira O kullarının
gücünün ölçüsünü ve ondan ileri gidemeyeceklerini bilmiştir.
Yaratıklarından hiç birisi, ibadetinin nihayetine erişemez.
Nihayeti olmayan bir kimsenin ibadetinin nihayetine erişmek mümkün müdür?
Allah bu sözlerden daha yüce ve büyüktür.”[705]
20339. İmam Ali
(a.s) Kumeyl’e yaptığı bir tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Ey
Kumeyl! Sen hiçbir zaman aziz ve celil olan Allah’ın nimetinden ve
afiyetinden nasipsiz değilsin. O halde hiç bir haletinde onu övmekten,
yüceltmekten tespih ve taktis etmekten ona şükretmekten ve zikretmekten el
çekme.”[706]
20340. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “O, seni lütfünden mahrum bırakmadı, üzerindeki
mağ-firet perdesini de yırtıp atmadı. Aksine senin için yarattığı
nimette, senin için örttüğü kötülükte veya senden defettiği belada
göz açıp kapayıncaya kadar dahi O’nun sana olan lütfü
kesilmemiştir!”[707]
20341. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hamdolsun Allah’a ki rahmetinden ümit kesilmez ve nimeti her
şeyi kuşatmıştır.”[708]
20342. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey münezzeh! Şanın ne yüce! Dünyadaki
nimetlerin ne kadar bol, ahiretteki nimetlerine göre ne kadar da küçük (az.)”[709]
20343. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın yüce kudretini ve büyük nimetlerini
düşünselerdi (İslami) yola gelirler ve (cehennemdeki)
yakıcı azaptan çekinirlerdi. Fakat kalpler hasta, gönüller
yıkık!”[710]
Kur’an:
“Allah’ın göklerde olanları da, yerde
olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini
açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz?
İnsanlardan, Allah hakkında hiç bir bilgisi olmadan, doğruluk
rehberi ve aydınlatıcı bir kitab bulunmadan
tartışanlar vardır.”[711]
20344. Mecme’ul-Beyan’da şöyle yer
almıştır: “İbn-i Abbas’tan
şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber’den (s.a.a) Allah-u
Teala’nın, “aşikar ve gizli nimetler” ayetini sordum,
şöyle buyurdu: “Ey İbn-i Abbas! Aşikar nimetler
İslam’dır, senin için karar kıldığı güzel ve
uyumlu yaratılıştır ve sana bağışta bulunduğu
sayısız rızıktır. Gizli nimetler ise kötü amellerini
örtmek ve seni o kötü ameller vesilesiyle rüsva etmemektir. Ey İbn-i
Abbas! Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Mümin için haklarında
ihtiyar ve iradesi olmadığı halde kendisine taktir
kıldığım üç şey vardır. Birincisi amelleri sona
erdikten sonra (ölümünden sonra) onun için müminlerin duası, ikinci
kendisiyle günahlarını temizlemesi için taktir ettiğim
malının üçte biri ve üçüncüsü de çirkin işlerini örtmem. Bu
vesileyle onu rezil rüsva etmememdir. Oysa ki eğer çirkin amellerini
aşikar edersem, bırakın diğerlerini ailesi bile onu
uzağa iter…”[712]
İmam Bakır
(a.s) hakeza şöyle buyurmuştur: “Aşikar nimetler, Peygamberin
(s.a.a) vücudu, aziz ve celil olan Allah’ı tanımak ve Peygamber’in
getirdiği tevhittir. Gizli ve batıni nimetler ise biz Ehl-i Beyt’in
velayetidir ve bizim sevgimize gönül vermektir. (Bilmek gerekir ki) bu sözler
arasında bir aykırılık yoktur. Zira bütün bu nimetler
Allah’tandır ve hepsini de bu ayet-i şerifenin bir örneği olarak
kabul etmek mümkündür.”[713]
20345. Resulullah (s.a.a), hakeza bu konuda
şöyle buyurmuştur: “(Ey İbn-i Abbas)
Zahiri nimetler senin dengeni ve uyumlu
yaratılışındır. Batıni nimetler ise aşikar
kıldığı taktirde bırakın diğerlerini kendi
ailenin bile senden nefret edip kaçacağı çirkin
ayıplarını örtmektir.”[714]
20346. Resulullah (s.a.a), hakeza bu konuda
İbn-i Abbas’a şöyle buyurmuştur: “Aşikar
nimetler İslam’dır, senin güzel ve uyumlu
yaratılışındır ve sana
bağışladığı sayısız nimetlerdir. Gizli
nimetler ise ey İbn-i Abbas! Senin ayıplarını örtmektir.”[715]
20347. İmam Kazım (a.s), hakeza bu
konuda şöyle buyurmuştur: “Aşikar
nimet, aşikar imamın varlığıdır. Gizli nimet ise
gayip imamın varlığıdır.”[716]
20348. İmam Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)
hakkında şöyle buyurmuştur: “o
senin eminin, din gününde tanığın; nimet olarak ve hak ile
rahmet olarak gönderdiğin elçindir.”[717]
20349. İmam Ali (a.s), hakeza Peygamber
hakkında şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz
onu bize uyulacak, tabi olunacak biri olarak göndermekle ne büyük lütufta
bulunmuştur!”[718]
20350. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mülk sahibi olmak için kanaat, nimet sahibi olmak için de
güzel ahlak yeterlidir.”[719]
20351. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Günah işleme imkanı bulmamak da
bizzat nimettir.”[720]
20352. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala’nın genişlik ve
mutluluk dönemindeki nimeti bir ihsandır. Zorluklardaki nimeti ise kendini
(günahlardan) temizlemektir.”[721]
Bak. El-Beka, 401-404. Bölümler
20353. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s)
şöyle buyurmuştur: “De bakayım, aziz
ve celil olan Allah’ın seni kendisiyle denediği bu vesileyle de sana
bağışta bulunduğu ilk nimeti nedir?” O şöyle arzetti:
“Övgüsü yüce olan Allah’ın beni yoktan var etmesidir.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Doğru söyledin.”[722]
20354. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala kuluna, kalbinde aziz ve
celil olan Allah’tan başka hiç kimsenin bulunmaması gibi büyük ve
değerli bir nimet vermemiştir.”[723]
20355. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetlerin biri de mali genişliktir.
Mali genişlikten daha üstünü ise sıhhattır. Sıhhatten daha
üstünü ise kalbin takvasıdır.”[724]
20356. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Afiyet gibi bir nimet yoktur ve
başarı imkanı bulmak gibi bir afiyet de yoktur.”[725]
20357. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah bu ümmetin arasını birlik
ipiyle bağlamış, gölgesinde yaşayanlara dirlik düzenlik
vermiş, himayesine sığınmalarını
sağlamış; yaratıklarından hiç birinin kıymetini
bilemeyeceği, bütün değerlerden üstün, bütün
karşılıklardan değerli bir nimet ihsan etmişti.”[726]
bak. En-Nimet,
3912. Bölüm
Kur’an:
“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini
anın; sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah’tan
başka bir yaratan var mıdır? O’ndan başka ilah yoktur.
Nasıl aldatılıp da döndürülürsünüz?”[727]
“Allah’ın üzerinize olan nimetini,
öğüt vermek üzere size indirdiği Kitab ve hikmeti anın,
Allah’tan sakının, Allah’ın her şeyi bildiğini bilin.”[728]
“Allah’ın üzerinizde olan nimetini
anın. Hani düşmandınız, kalplerinizin arasını
uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.”[729]
“Sizi uyarmak üzere, aranızdan bir adam
vasıtasıyla Rabbinizden size bir haber gelmesine mi
şaşıyorsunuz? Allah’ın sizi Nuh’un topluluğu yerine
getirdiğini ve vücutça da onlardan üstün
kıldığını hatırlayın, başarıya
erişebilmeniz için Allah’ın nimetlerini anın” dedi.” [730]
“(Hakeza:) “Hani Allah’ın sizi Ad
topluluğu yerine getirdiğini, ovalarında köşkler kurup
dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde
yerleştirdiğini hatırlayın; Allah’ın nimetlerini
anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın” (dedi.)” [731]
bak. Maide, 7, 11, 20;
İbrahim, 6, Ahzab, 9, Bakara, 40, 47, 122
20358. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah da onlara elçiler gönderdi ve insanlardan fıtri
sözlerini tutmalarını istemek, insanlara unuttukları nimetini
hatırlatmak için kesintisiz nebiler gönderdi.”[732]
20359. Resulullah (s.a.a), Allah-u
Teala’nın, “Allah’ın günlerini onlara
hatırlat” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yani Allah’ın nimetlerini ve
lütuflarını.”[733]
20360. Resulullah (s.a.a), hakeza bu ayet
hakkında şöyle buyurmuştur: “Eyyamullah
(Allah’ın günleri) O’nun nimetleridir, O’nun belası ise münezzeh olan
Allah’ın verdiği cezalardır.”[734]
20361. İmam Sadık (a.s), hakeza bu ayet
hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
Allah’ın lütufları ve nimetleridir.”[735]
Kur’an:
Hamd
alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. (Allah) Rahman ve Rahim’dir. (Allah) Din
(hesap) gününün sahibidir. Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım
dileriz. Bizleri
doğru yola hidayet et. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazaba
uğramışların ve sapmışların yoluna
değil!”[736]
“İşte bunlar Allah’ın kendilerine
nimetler sunduğu peygamberler; Adem’in soyundan, Nuh ile berâber
taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail’in
neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip
beğendiklerimizdendirler. Rahman’ın ayetleri onlara okunduğu
zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[737]
“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse,
işte onlar Allah’ın nimetine eriştirdiği peygamberler,
dosdoğru olanlar, şehitler ve iyilerle berâberdirler. Onlar iyi
arkadaştırlar!”[738]
“Allah’a ve peygamberlerine iman edenlere,
dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte,
onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. Küfredip ayetlerimizi
yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır.”[739]
20362. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ensar’dan bir şahıs Peygamberin
(s.a.a) huzuruna geldi ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Ben
sizden uzakta olmaya tahammül edemiyorum. Evime gidince sizi
hatırlıyorum. Evimi terk edince sizi görmeye geliyorum. Çünkü sizi
çok seviyorum. Ama kıyamet günü olunca siz cennette ve cennetin en yüce
derecelerine götürüldüğünüz halde ben size nasıl ulaşabilirim ey
Allah’ın Resulü!” Bu esnada, “Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse”
ayeti nazil oldu. Peygamber (s.a.a) o şahsı çağırdı.
Ona güzel bir haber olarak bu ayeti okudu.”[740]
20363. İmam Sadık (a.s), yanında
derin bir ah çeken Ebu Basir’e şöyle buyurmuştur: “Ey
Ebu Muhammed! Bu derin ah da neyin nesidir?” O şöyle arzetti: “Fedan
olayım, ey İbn-i Resulillah! Ben artık yaşlandım,
kemiklerim gevşedi, ecelim yakınlaştı. Kıyamet günü
durumumun nasıl olacağını da bilemiyorum.” İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Eba Muhammed! Senin gibi birisi mi
böyle diyor?” O şöyle arzetti: “Neden söylemeyeyim?” İmam biraz
konuştuktan sonra şöyle buyurdu: “Ey Eba Muhammed! Allah apaçık
kitabında seni anmıştır ve orada şöyle
buyurmuştur: “Onlar Allah’ın kendisine nimet verdiği
Peygamberlerle birliktedirler.” Bu ayette Peygamberlerden maksat Allah
Resulüdür, biz sıddıklar ve şahitleriz. Sizler de doğru
salih olanlarsınız. O halde ey Ebu Muhammed! Kendinizi salah ve
doğruluk ehli biliniz. Nitekim Allah-u Telada bu sıfatlarla
anmıştır.”[741]
bak. El-Mehabbet
(4), 682. Bölüm; eş-Şehadet (2), 2121. Bölüm; el-Bihar, 30/24, 26.
Bölüm
20364. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim nimet içinde olursa belanın değerini taktir edemez.”[742]
20365. İmam
Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nimetler varolduğu müddetçe
tanınmazlar ve nimetler gider gitmez (değerleri)
tanınırlar.”[743]
20366. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şu iki nimete nankörlük edilir: Boş vakit ve esenlik.”[744]
20367. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
çoğunun hakkında denendiği iki şey (veya kendileriyle
sapıklığa ve fesada sürüklendiği iki şey:)
şunlardır: Sıhhat ve feragat.”[745]
20368. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sıhhat ve feragat şükrü edilmeyen
iki nimettir.”[746]
20369. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İki nimete küfran edilmektedir:
“Emniyet ve afiyet.”[747]
20370. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kimseye bir nimet verildiği
halde kendisi bilmemektedir.”[748]
20371. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetlerin değeri
zıtlarıyla mukayese edilince anlaşılır.”[749]
20372. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Nimetlere iyi bir komşu olun.
Onları üzmeyin ve kaçırmayın. Zira bir topluluktan bir nimet
alınınca, o nimetin o topluluğa geri dönmesi çok nadirdir.”[750]
20373. İmam Ali
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Nimetler sizden ayrılmadan önce onlara karşı iyi
arkadaş olun. Zira nimetler gider ve arkadaşının kendisine
davranışına tanıklık eder.”[751]
20374. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetlere karşı komşuluk
hakkını iyi bir şekilde yerine getirin. Sizden
başkasına intikal etmemesine dikkat edin. Bilin ki eğer nimet
birinin yanından giderse, yeniden ona geri dönmesi çok azdır.”[752]
20375. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetlerle güzel komşuluk ediniz.
Zira nimetler ürkerler. Eğer nimetler birinden ürkerse ona geri dönmez.”[753]
20376. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nimetler için iyi komşular olun.
Nimetlere şükretmek nimetleri artırır. Biliniz ki nefis
kendisine verilen şeyi rahatlıkla kabul eder ve kendisinden
alınan şeyler karşısında şiddetle direnir.”[754]
20377. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetlerin elden kaçmasından sakının; zira her
kaçan geri dönmez.”[755]
Kur’an:
“Eğer kasabaların halkı iman
etmiş ve bize karşı gelmekten sakınmış
olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama
yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına
karşılık yakalayıverdik.” [756]
“Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve
Rablerinden kendilerine indirilen Kur’an’ı gereğince uygulasalardı,
her yönden nimete ermiş olurlardı. İçlerinde orta yolu tutan bir
zümre vardı, çoğunun işledikleri ise kötü idi.” [757]
“Bu, bir topluluk nefislerindekini
değiştirmedikçe Allah’ın da verdiği nimeti
değiştirmeyeceğinden ve Allah’ın işiten, bilen olmasındandır.”
[758]
20378. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zira kim takvaya yapışırsa; bütün zorluklar
yaklaşmış olsalar bile kendisinden uzaklaşır… üzerine
kesilen fazilet yağmurları yeniden yağar. Kendisinden
uzaklaşıp kaçmış olan rahmet geri gelir, yerin dibine
çekildikten sonra nimetler onun için fışkırır, azalıp
kıtlaşmasından sonra üzerine şiddetli ve bol bereket
yağmurları yağar.”[759]
20379. İmam Ali (a.s), İslam’ın
vasfı hakkında şöyle buyurmuştur: “Baharın hayır ve bereket
yağmurları ve karanlıkların ışığı
ondadır. Hayır kapıları sadece onun anahtarıyla
açılır ve karanlıklar sadece onun nuruyla aydınlanır.”[760]
20380. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetler hakkında insanların en
güzel hal sahibi olanı; mevcut nimetleri şükürle kalıcı
kılan ve kaybettiği nimetleri sabrederek geri döndüren kimsedir.”[761]
20381. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetler size akın edince az şükretmekle onu
kendinizden uzaklaştırmayın.”[762]
20382. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Adalet ve iyilikte bulunmak, nimetin
kalıcı olmasının sebebidir.”[763]
20383. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nimetler sadece şu üç haslet ile devam
eder: Münezzeh olan Allah’ın nimetlerdeki yüce makamını
tanımakla, nimetlere şükretmekle ve nimetler hususunda zahmet çekmekle.”[764]
20384. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim orta yollu ve kanaatkar olursa nimet
kendisi için baki kalır ve her kim de savurganlık ve israfa
sürüklenirse ondan nimetler zail olur.”[765]
20385. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim elini ihsanla açarsa, nimetleri
yok olmaktan korur.”[766]
20386. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah’ın nimetlere has kıldığı
bir takım kulları vardır. Bu nimetleri insanlara
bağışta bulundukları sürece Allah da nimetleri onların
arasında tutar ve nimetleri esirgedikleri taktirde ise onlardan
başkalarına intikal ettirir.”[767]
20387. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın kula nimetleri,
insanların ihtiyaçlarının ona celb olması demektir. O halde
herkimin Allah için bu nimetlere oranla bir görevi varsa ve onu yerine getirirse,
o nimetleri sürekli ve kalıcı kılmış olur. Herkim de
bu konudaki göreviyle amel etmezse, nimetleri ortadan kalkmaya ve yokluğa
mazhar olur.”[768]
20388. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın nimetleri kimin üzerinde çoğalırsa,
insanların ona ihtiyaçları da artar. O halde kim kendisine
verilenlerde Allah için gerekeni yaparsa, nimetleri daimi ve sabit kalır;
kim de üzerine düşen vazifeyi yerine getirmezse, elindekileri zevale ve
yokluğa sevk etmiş olur.”[769]
20389. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah’ın her nimette
bir hakkı vardır. Herkim o hakkı eda ederse, Allah ona olan
nimetlerini artırır. Herkim de hakkı eda etmezse, nimeti yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve cezanın
gelip çatmasına hız kazandırır. O halde Allah sizi günahlarınızdan
korkar gördüğü gibi nimetlerinden de endişeli görmelidir.”[770]
20390. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsinde Allah’ın büyüklüğünü
duyan ve kalbinde Allah’ın yerini yücelten kimsenin hakkı, Allah’tan
başka her şeyi küçük görmesidir. Bundan daha büyük hak sahibi ise
Allah’ın büyük nimetler verdiği ve ihsan ettiği kimsedir. Zira
Allah’ın üzerinde nimetlerini büyüttüğü kimsenin, üzerindeki
hakları da büyür.”[771]
20391. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kime Allah’ın nimeti artarsa
insanların zahmet ve geçim yükü onun omuzlarına
ağırlık eder. O halde insanların zahmet ve geçimini
üstlenerek nimetinizi sürekli kılın ve onu yok olmaya maruz
kılmayın. Zira nimetin kendisinden zayil olduğu bir kimseye yeniden
nimetin dönmesi çok nadirdir.”[772]
20392. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice bir söz vardır ki, nimeti elden alır ve
azabı celp eder.”[773]
20393. İmam Ali (a.s) Malik Eşter’i
Mısır’a vali tayin ettiğinde yazdığı mektubunda
şöyle buyurmuştur: “Kanlardan ve onları helal
olmaksızın akıtmaktan sakın. Çünkü azaba sebep olan, ondan
daha büyük bir şey yoktur. Kanların haksız yere dökülmesinden
başka, hesab sorulmasına, nimetinin zevaline ve müddetin kesilip
ömrün bitmesine sebep olacak bir şey yoktur.”[774]
20394. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın nimetini değiştiren,
azabının çabuk gelmesine sebep olan şeyler içinde zulümden daha
etkili bir şey yoktur. Allah, zulme ve işkenceye maruz
kalanların feryadını duyar ve O, zalimleri gözetir.”[775]
20395. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın nimet verdiği bir kul,
o nimet hakkında zulüm ettiği taktirde mutlaka Allah’ın o nimeti
kendisinden yok etmesine müstahak olur.”[776]
20396. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun, nimet içinde
hoşnut olarak yaşayanların mutluluk nimeti, ancak
işledikleri günahlar yüzünden yok olur gider. Çünkü Allah, kullarına
zulmedici değildir. Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği,
ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine, doğru niyetle ve
içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi
geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltirdi.”[777]
20397. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çünkü, itaat için belirli alametler vardır… Kim o yoldan
saparsa, haktan ayrılır ve şaşkınlığa
düşer. Allah da onun nimetini elinden alır, ona azabını
ulaştırır.”[778]
20398. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah kuldan bir nimeti
almak istediğinde onun hakkında değiştirdiği ilk
şey aklıdır ve kul için en şiddetli şey de
aklının alınmasıdır.”[779]
20399. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebareke ve Teala şöyle
buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Sen insaf üzere davranmıyorsun. Ben
nimetlerle sevgi izharında bulundum, sen ise nimetlerimle bana
düşmanlık ediyorsun. Benden taraf sana iyilik iniyor, senden taraf
ise bana kötülük yükseliyor.”[780]
20400. Uddet’id-Dai kitabında şöyle yer
almıştır: “Davud’un (a.s)
Zebur’unda şöyle yer almıştır: “Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Sen benden bir şey istiyorsun, ama
ben onu sana vermiyorum. Çünkü sana neyin faydalı olduğunu biliyorum.
Ama sen ısrarla benden istiyorsun ve ben de sana istediğin şeyi
veriyorum. O zaman da bana isyan yolunda ondan yardım alıyorsun.”[781]
20401. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer amelinin hayırla
sonuçlanmasını, öldüğün zaman en iyi amellerle ölmek istiyorsan,
Allah’ın hakkını ve hürmetini koru ve nimetlerini günah yolunda
kullanma.”[782]
20402. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah için
yapmanız gereken en az iş, nimetlerinden O’na karşı günah
işlemeye yardım dilememenizdir.”[783]
20403. İmam Ali (a.s), Kumeyl’e şöyle
buyurmuştur: “(Eliyle göğsünü işaret ederek:) “İşte
burada pek çok ilim vardır; keşke onu taşıyacak birini
bulsaydım. Çabuk anlayıp algılayan kimseleri buluyorum; ama
güvenilir değillerdir; dini dünyaya alet ediyorlar. Allah’ın
nimetleriyle kullarına, hüccetleriyle de dostlarına üstünlük
taslıyorlar.”[784]
Bak. Eş-Şukr, 2061. Bölüm
20404. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’ın kendisinde olan
nimetini sadece yiyecek, içecek ve giyecekte olduğunu görürse ameli
azalır, azabı yakınlaşır.”[785]
20405. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’ın kendisinde olan
nimetini sadece yiyecek ve içecekte görürse ameli azalır, azabı
yakınlaşır.”[786]
20406. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Allah’ın kendisine
verdiği nimetleri sadece yiyecek ve içeceklerde görürse, ameli
kısalır ve azabı yakınlaşır.”[787]
Kur’an:
“Küfredenler, kendilerine vermiş
olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı
olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları
çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır.”[788]
20407. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ademoğlu,
sen isyan ettiğin halde münezzeh olan Allah sana bir biri ardınca
nimet verdiğinde artık (Allah’ın azabından) sakın.”[789]
20408. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kimseye nimet, bela ve
sıkıntı sebebidir.”[790]
20409. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice insanlar vardır ki, kendisine ihsan edilmekle
yavaş yavaş azaba yakınlaşır; günahlarının
örtülmesiyle aldanır; övülmesiyle, fitneye uğrar (akıl ve
malını elden verir). Allah hiçbir kimseyi insana verdiği
fırsat gibi bir şeyle imtihan etmemiştir.”[791]
20410. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kimse, Allah’ın kendisine
verdiği nimetler sebebiyle gurur ve gaflete düşmüştür. Nice
kimse de Allah’ın (günahlarını) örtmesi sebebiyle de yavaş
yavaş Allah’ın azabına yakın olmuştur ve nice kimse de
insanların övgüsüne aldanmıştır.”[792]
20411. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar, Allah nimet anında sizleri, belada
olduğu gibi korkulu görmelidir. Kendine geniş bir nimet verilen
kimse, bunu tedrici bir cezanın başlangıcı olarak görmezse,
korkunç hallerden güvene ermiş demektir. Darlığa düşen de
bunun bir imtihan olduğunu bilmezse ümit edilen ecrini zayi etmiştir.”[793]
20412. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice kendisine nimet verilen kimse,
kendisine verilen bu ihsan sebebiyle yavaş yavaş azaba
yakınlaşmıştır ve nice kimse de halkın
görüşünde bela ve sıkıntı içinde olduğu halde gerçekte
(bu bela ve sıkıntılarla) ona ihsanda bulunulmuştur.”[794]
20413. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir çok insan hakkın nimetine mazhar olduğu halde
nimet sebebiyle yavaş yavaş Allah'ın cezasına yakın
olur. Birçok belaya duçar olan kimseye ise bu sıkıntıdan
dolayı Allah'ın ihsanı ulaşır.”[795]
20414. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gece gündüz Allah’ın ani
saldırılarından sakının.” Zeyd Şehham şöyle
diyor: “Ben şöyle arzettim: “Allah’ın saldırıları
nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Günahlar sebebiyle cezalandırmak.”[796]
20415. İmam
Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’ın (kötü) kuluna
mühlet vermesi, ona nimetleri çoğaltması ve şükretme
başarısını kendisinden almasıyladır.”[797]
20416. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Allah’tan bana mal, evlat ve ev vermesini istedim, Allah da bana verdi.
Şimdi de bunların Allah’ın mühlet verişinden ve yavaş
yavaş azaba yakınlaştırmasından olduğu
düşüncesiyle korkuyorum” deyince şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki eğer hamd ve övgüyle birlikte olursa asla böyle olmaz
(Allah’ın mühleti sayılmaz.)”[798]
20417. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Biz onları
bilmedikleri yerden yavaş yavaş azaba
yaklaştıracağız”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Ayette
geçen istidrac, kulun günah işlemesi, bu haliyle Allah’ın yine ona
nimet vermesi, böylece o nimetin onu günahlardan mağfiret dilemesinden
alıkoymasıdır.”[799]
20418. İmam Sadık (a.s), kendisine
istidracın anlamı sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “İstidracın
manası, kulun günah işlemesi, Allah’ın ona mühlet vermesi,
günahına rağmen ona nimet bağışlaması, böylece o
nimetin onu günahlardan mağfiret dilemesinden
alıkoymasıdır. Böyle bir şahıs anlamadan yavaş
yavaş Allah’ın azabına ve gazabına
yaklaşmaktadır.”[800]
20419. İmam Ali (a.s) dünya ehlinin
sıfatı şöyle buyurmuştur: “Dünya, onları körlük yoluna
sürüp, hidayetin aydınlattığı gözlerini aldı da
şaşkınlık içinde dünyaya daldılar, nimetine gark olup
onu rab edindiler.”[801]
20420. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetin sarhoşluğundan korkunuz
ve Allah’ın gazap ve intikamının şiddetinden
sakınınız.”[802]
20421. İmam Ali (a.s), tatsız olaylar
hakkındaki konuşmasında şöyle buyurmuştur: “O
zaman şaraptan değil, Allah’ın nimetinden ve mutluluktan
sarhoş olursunuz.”[803]
20422. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Nimetler içinde yüzmekten
sakının. Şüphesiz Allah’ın kulları nimetler içinde
yüzen kimseler değillerdir.”[804]
20423. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’tan dileriz ki bizleri ve sizleri hiç bir
nimetin azdıramadığı, hiç bir amacın rabbine itaatten
alıkoyamadığı ve (dolayısıyla da) ölümden sonra
pişmanlık ve hüzne kapılmayan kimselerden eylesin.”[805]
Bak.
397. Konu, el-İmla
Kur’an:
“Ama Rabbinin nimetini anlat.”[806]
20424. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah nimetlerinin eserini kulunda görmek
ister.”[807]
20425. Ebu’l-Ehves babasıdan şöyle
dediğini nakletmektedir: “Ucuz ve düşük bir
elbiseyle, Allah Resulü’nün (s.a.a) huzuruna vardım. Bana şöyle
buyurdu: “Bir malın ve servetin var mıdır?” Ben şöyle
arzettim: “Evet.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ne malın vardır?”
Ben şöyle arzettim: “Allah bana deve, koyun, inek ve köle vermiştir.”
Peygamber şöyle buyurdu: “O halde eğer Allah sana bir servet
vermişse, sana verdiği nimet ve yüceliklerin nişanesi de sende
görülmelidir.”[808]
20426. “Hakeza Ebu’l
Ahves babasından şöyle nakletmektedir: “Üstüm başım dağınık
bir halde Allah Resulü’nün yanına vardım Peygamber şöyle
buyurdu: Mal ve servetin var mıdır?” Ben, “Evet, Allah bana her
şey vermiştir” diye arzettim. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Eğer servetin varsa vücudunda bunun etkileri göze
çarpmalıdır.”[809]
20427. İmam Ali (a.s), Haris-i Hemdani’ye
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
verdiği her nimetin şükrünü eda et. Allah’ın sana verdiği
nimetlerden hiç birini zayi etme. Allah’ın ihsan ettiği nimetlerin
eseri üzerinde görülsün.”[810]
20428. İmam Ali (a.s), kardeşi
Asım b. Ziyad’ı yün giydiği, yumuşak elbiselerden
sakındığı, dünyadan yüz çevirdiği, bu işiyle
eşini ve çocuklarını rahatsız edip üzdüğü sebebiyle
Müminlerin Emiri’ne şikayette bulunan Rebi b. Ziyad’a şöyle
buyurmuştur: “Asım b. Ziyad’ı yanıma
getiriniz.” Onu yanına getirdiklerinde İmam onu görünce yüzünü
astı ve şöyle buyurdu: “Sen eşinden utanmıyor musun,
çocuklarına acı mıyor musun? Allah’ın sana temiz
şeyleri helal kıldığını, buna rağmen senin
onlardan istifade etmeni istemediğini mi sanıyorsun? Sen Allah nezdinde
sana böyle yapmasından çok daha küçüksün. Allah-u Teala şöyle
buyurmuyor mu: “Allah, yeri canlı yaratıklar için meydana getirmiştir.
Orada meyveler, salkımlı hurma ağaçları”
Hakeza Allah şöyle buyurmamış
mıdır: “Acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuşmamak
üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır;
birbirinin sınırını aşamazlar. Öyleyken Rabbinizin
nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Bu iki denizden de inci ve
mercan çıkar.”[811]
O halde Allah’a yemin olsun ki Allah’ın nimetlerinden bil fiil istifade
etmek, Allah nezdinde onu dille ifade etmekten çok daha sevimlidir. Nitekim
aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbinin nimetini
dile getir.”[812]
Asım şöyle arzetti: “Ey Müminlerin Emiri! O halde siz kendiniz neden
boğaza eziyet eden yiyecekler ve kaba elbiselerle iktifa ediyorsunuz?”
İmam şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Aziz ve celil olan Allah
önderlere adaleti vacip kılmıştır ki kendisini fakir
insanlarla eşit kılsın. Böylece de fakirlik ve yokluk, fakiri
kızdırmasın. Böylece Asım b. Ziyad yün elbisesini
çıkarıp attı ve yumuşak elbiseler giydi.”[813]
20429. İmam Sadık (a.s), Ubeyd b.
Ziyad’a şöyle buyurmuştur: “Nimeti
aşikar kılmak Allah nezdinde onu gizli kılmaktan daha
sevimlidir. O halde kavminin arasına en güzel şekilde çık.”
Bureyd b. Muaviye şöyle diyor: “Ondan sonra Ubeyd dünyadan gidinceye kadar
kavminin arasında en güzel şekilde görüldü.”[814]
20430. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah güzeldir ve güzeli sever. Allah kulundan nimetinin izlerini
görmek ister.”[815]
20431. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah kuluna bir nimet
bağışladığında ve o nimet o kulun vücudunda göze
çarptığında Allah’ın sevgilisi ve nimetinin beyan edicisi
olarak adlandırılır. Allah bir kuluna bir nimet verdirğinde
o nimetin etkileri onun vücüdunda göze çarpmazsa bu durumda da Allah’ın
düşmanı ve Allah’ın nimetini yalanlayan kimse olarak
adlandırırlır.”[816]
20432. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ben kulun Allah’tan bir nimete
eriştiği halde, onu izhar etmemesini hoş görmüyorum.”[817]
20433. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah güzelliği ve süslenmeyi sever,
yoksulluğu ve yoksul görünmekten nefret eder. Zira aziz ve celil olan
Allah kuluna bir nimet verdiğinde onda etkisini görmek ister.” Şöyle
arzedildi: “Hangi yolla?” İmam şöyle buyurdu: “Temiz elbise giysin,
güzel koku kullansın, evini badana yapsın, evinin
kapısının önünü süpürsün, hatta güneş batmadan önce
ışıkları yakmak, fakirliği ortadan kaldırmakta ve
rızkı çoğaltmaktadır.”[818]
20434. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Ama Rabbinin nimetini dile getir”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
sana üstünlük vermek, sana bağışta bulunmak ve hakkında
ihsan etmekle sana nimet veren kimseyi (Allah’ı.)” İmam daha sonra
şöyle buyurdu: “O (Resulullah) Allah’ın dinini, kendisine
bağışlanan şeyleri ve kendisine verilen nimetleri (insanlar
için) dile getirdi.”[819]
20435. Mecme’ul-Beyan’da hakeza şöyle yer
almıştır: “Ama Rabbinin
nimetini dile getir” ayetinin anlamı şudur ki, Allah’ın
nimetini an, onu aşikar kıl, insanlar için dile getir. Nitekim bir
hadiste şöyle yer almıştır: “Herkim insanlara teşekkür
etmezse, Allah’a da şükretmez. Herkim aza teşekkür etmezse çoğa
da teşekkür etmez. Allah’ın nimetini anmak da şükrün kendisidir
ve Allah’ın nimetini zikretmemek de nankörlüktür”…İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurdu: “Ayetin anlamı şudur ki Allah’ın sana
bağışta bulunduğu nimetleri, sana verdiği yücelikleri,
sana verdiği rızkı, sana bulunduğu ihsanı ve
verdiği hidayeti (insanlar için) dile getir.”[820]
20436. İmam Hüseyin (a.s), hakeza bu ayet
hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah
Peygambere (s.a.a) dini hakkında kendisine bağışta
bulunduğu nimetleri anmasını emretmiştir.”[821]
20437. İmam Ali (a.s), Muaviye’ye
yazdığı mektubun bir bölümünde şöyle buyurmuştur: “Görmüyor musun -elbette sana
bildirmek için değil, Allah’ın bizlere verdiği nimetlerini dile
getirmek için diyorum- Muhacir ve Ensar’dan bir kısmı Allah yolunda
şehit oldular ve her birinin bir fazileti vardır. Amma bizim
şehidimiz (Hamza), şehid olduğu zaman kendisine
"seyyid-üş-şüheda" (şehitlerin efendisi) denildi”[822]
20438. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim gece gündüz yaşar da şu üç şeye sahip olursa
dünya nimeti kendisine tamamalanmış olur: Gece gündüz afiyet içinde
yaşayan, güvenlik içinde olan ve günlük yiyeceğine sahip olan kimse.
Bu kimse dördüncü nimete sahip olursa dünya ve ahiret nimeti kemale ermiş
olur ve o dördüncüsü de iman nimetidir.”[823]
20439. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aklın çokluğu da nimetin
kemalindendir.”[824]
20440. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya nimeti emniyet ve sıhhattır.
Ahiret nimetinin kemali ise cennete girmektir. Kendisine nimetin
tamamlanmadığı kimse asla cenente giremez.”[825]
20441. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Nimetin kemalinin nede
olduğunu biliyor musun? Nimetin kemali ateşten kurtulmakta ve cennete
gitmektedir.”[826]
20442. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Nimetin kemali cennete gitmek ve
ateşten kurtulmaktır.”[827]
20443. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Cennetsiz her nimet değersiz, cehennemsiz her bela da
afiyettir.”[828]
20444. Resulullah (s.a.a), Allah’tan nimetin
kemalini talep eden bir şahsa şöyle buyurmuştur: “Nimetin
kemali nedir?” O şöyle arzetti: “Kendisiyle Allah’a
çağıracağım ve ondan hayır ümit edeceğim bir
duadır.” Resulullah şöyle buyurdu: “Nimetin kemali cennete gitmek ve
ateşten kurtulmaktır.”[829]
20445. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Tevazu ile nimet kemale erer.”[830]
20446. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın hakkınızdaki nimetinin
tamamlanması için sabırla, Allah’a itaat ederek Allah’ın
korunmasını emrettiği kitabını muhafaza edin.”[831]
20447. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah'a itaatte sabırla ve sebat etmekle, O'na isyandan
kaçınmakla, üzerinizdeki nimetleri kemale erdirin.”[832]
20448. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nimetini tamamlamak, izzetine teslim olmak ve günahlarından
korunmak için Allah'a hamd ederim.”[833]
Kur’an:
“İnsana bir darlık gelince, yan
yatarken, oturur veya ayakta iken bize yalvarıp yakarır; biz
darlığını giderince, başına gelen darlıktan
ötürü bize hiç yalvarmamışa döner. İşlerinde israfkar
olanlara, yaptıkları böylece güzel görünür.”[834]
bak. Hud, 9, 10; Yunus, 21, 23; İbrahim,
28, 34; Nahl, 53-55, 71, 83, 112; İsra, 67, 69; Kehf, 32, 45; Hac, 66; Ankebut,
65, 67; Rum, 33, 34, 51; Lokman, 31, 32; Sebe, 15, 19; Zümer, 3, 8; Fusslet,
49, 51; Şura, 48; Dehr, 3; Abese, 17, 23; Adiyat, 6
20449. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İsrailoğulları
arasında kendisine sayısız yiyecekler verilen bir grup
vardı. Onlar bu nimetlerle şehirlerinde heykeller yaptılar ve
onlardan yardım dilediler. Böylece Allah onlara sıkı tuttu.
Sonunda o heykellere yönelmek, onların yanına gidip onları yemek
zorunda kaldılar. Allah’ın şu sözü de bunu ifade etmektedir: “Eğer kasabaların halkı iman
etmiş ve bize karşı gelmekten sakınmış
olsalardı…Ama Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah
onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku
belasını tattırdı.”[835]
20450. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın “Ama onlar: “Rabbimiz! Yolculuklarımızın
mesafesini uzak kıl” deyip kendilerine yazık ettiler”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bunlar
birbirine yapışık beldeleri bulunan bir topluluktu. Öyle ki bir
beldeden diğer beldeyi görüyorlardı. Nehirleri akıyor,
malları çok idi. Ama Allah’ın nimetine nankörlük yaptılar ve
ahlakları değişti. Böylece aziz ve celil olan Allah onlara Arim
selini gönderdi. Beldeleri suyun altında kaldı, evleri
yıkıldı, mal ve varlıkları ortadan kalktı, Onların
bahçeleri, buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sedir
ağacı bulunan iki bahçeye haline çevrildi. Allah-u Teala daha sonra
şöyle buyurdu: “Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu
şekilde cezalandırdık. Acaba biz nankörden
başkasını mı cezalandırırız?”[836]
20451. Ahmet b. Muhammed b. Ebi Nasr şöyle
diyor: “İmam Rıza’ya (a.s) bir konuyu
söyledim. İmam şöyle buyurdu: “Sabırlı ol. Zira
inşallah Allah’ın işini düzelteceğini ümit ediyorum.” Daha
sonra İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki Allah bu dünyadan
mümin için ahirete attığı şey, kendisi için bu dünyada verdiği
şeyden daha hayırlıdır.” İmam daha sonra dünyayı
aşağıladı ve şöyle buyurdu: “Dünyanın ne
değeri vardır?” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Nimetlere
eren kimse tehlikededir. Zira Allah o nimette kendisine bir takım
hakları farz kılmıştır. Allah’a yemin olsun ki bazen
aziz ve celil olan Allah bana nimet vermektedir ve ben de –ellerini hareket
ettirerek- Allah’ın bu nimetlerde boynumdaki haklarını eda
edinceye kadar o nimetler hususunda korku ve endişe içindeyim.” Ben
şöyle arzettim: “Fedan olayım! Sizler sahip olduğunuz bu makama
rağmen böyle korkuyor musunuz?” İmam şöyle buyurdu: “Evet,
rabbimi bana verdiği her nimet husususunda övmekteyim.”[837]
20452. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çevrendeki insanlardan dilediğine
bak; yoksulluk içinde kıvranan fakirden, küfrü Allah’ın nimetiyle
değişmiş zenginden, malını çoğaltmak için
Allah’ın hakkını vermeyen cimriden, başkasını
görebilir misin?”[838]
bak.
El-İhsan; 873. bölüm, Vesail’uş Şia, 11/248, 44. Bölüm ve s.
539, 8. Bölüm
519. Konu
en-Nefs
Nefis
F
Bihar, 70/62, 45. bölüm; Meratib’un-Nefs
F
Bihar, 71/358, 88. bölüm; men melike nefsihi
inde’r-Reğbeti ve’r-Rehbe
F
Bihar, 61/245, 46. bölüm; Kuva’n-Nefsu ve
Muşairuha min’el-Havas’iz-Zahireti ve’l-Batıne
bak.
F
198. konu, er-Ruh; 445. konu, el-Kalp; 346.
konu, Marifet’un-Nefs; 527. konu, el-Heva; 203. konu, et-Tezkiye; 193. konu,
el-Murakebe; el-Hisab, 827 ve 832. bölümler; el-Hüsran, 1018. bölüm;
eş-Şer, 1976. bölüm; el-Mudahine, 1277. bölüm; ez-Zikr, 1340. bölüm;
es-Siyaset, 1933. bölüm; es-Sedik, 2200 ve 2201. bölümler; et-Tıb, 2407.
bölüm; et-Taharet, 2425. bölüm; el-Acz, 2523. bölüm; el-Adavet 2561. bölüm;
el-Akl, 2794. bölüm; el-Ayb, 3010 ve 3014. bölüm; el-Gaşş, 3067.
bölüm; el-Gına, 3115. bölüm; el-Emsal, 3636. bölüm; eş-Şucaet,
1959. bölüm
Kur’an:
“Nefse ve onu şekillendirene, sonra da ona
iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun.”[839]
20453. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz nefis, değerli bir cevherdir.
Herkim onu korursa mertebesi yücelir. Herkim de onu korumazsa, hor ve hakir
düşer.”[840]
20454. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yeryüzünde münezzeh olan Allah nezdinde
emirlerine itaat eden nefisten daha yüce bir şey yoktur.”[841]
20455. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Nefse ve onu şekillendirene”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
Allah onu yarattı, ona şekil verdi, “ona kötülüğü ve
sakınmayı ilham etti” yani nefse iyiliği ve kötülüğü
tanıttı ve ilham etti ve nefsi (bu ikisinden birini tercih
noktasında) serbest bıraktı ve onu irade sahibi
kıldı.”[842]
20456. İmam Bakır ve İmam
Sadık (a.s) “ona kötülüğü ve
sakınmayı ilham etti” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Nefis
için yapması gerekeni veya terk etmesi icab edeni açıkladı.”[843]
20457. İmam Sadık (a.s), Allah’ın
“Nefse ve onu şekillendirene”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Mümin
hak üzere olduğu halde örtülüdür.” Hakeza “ona kötülüğü ve
sakınmayı ilham etti” ayetinin beyanı hakkında da
şöyle buyurmuştur. “Maksat hakkı ve batılı
tanımaktır.”[844]
20458. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İlim öne çeker, amel geriye iter, nefis ise
vahşidir.”[845]
20459. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefislerin dizginleri kopmuştur, ama
akılların elleri, dizginlerini eline almış ve insanı
sefalete ve helak olmaya sürüklemesine engel olmaktadır.”[846]
20460. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey yeryüzünü yayan, gökleri koruyan ve iyi ve kötü kalpleri
fıtratı üzere yaratan Allah’ım!”[847]
Allame Tabatabai
(r.a), “Allah yolunda öldürülenlere ölü
demeyiniz, belki onlar diridir” ayeti
hakkında şöyle demektedir: “Tefsirini yaptığımız
bu ayet-i kerime ve konuya ilişkin diğer ayetler üzerinde iyice
düşünüldüğü zaman, bundan daha geniş boyutlu bir gerçek
açıklığa kavuşacaktır. Sözünü ettiğimiz “Ruhun
soyutluğu”dur. Yani bedenden ayrı, beden ve diğer maddi
terkiplerin hükmüne tabi olmayan bir olgu oluşudur. Ruh bedenle bir tür
birleşim gerçekleştirmiştir ve onu bilinç, irade ve kavramaya ilişkin
öteki nitelikleriyle yönlendirmektedir. Yukarıya
aldığımız ayetler üzerinde düşünüldüğü zaman bu
anlam iyice belirginleşir. Bu ayetlerden çıkan sonuca göre, insan;
kişilik olarak beden değildir. Bedenin ölmesi ile ölmez, onun yokolması
ile yokolmaz. Bedensel terkibin ayrışması, elementlerinin
dağılması ile ortadan kalkmaz. İnsan bedeninin
yokolmasından sonra da varlığını sürdürür,
kalıcı nimetler içinde sürekli ve rahat bir hayat yaşar. Ya da
bitmez tükenmez bir mutsuzluk girdabında elem verici bir azab çeker.
İnsanın ölümden sonraki mutluluğu ya da mutsuzluğu onun
karakteristik özelliğine ve amellerine bağlıdır, bedensel
olgulara ya da toplumsal yargılara değil.
Bu
anlamları yukarıya aldığımız ayet-i kerimelerden
ediniyoruz. Açıkça görülüyor ki, bunlar cismani hükümlerden ayrı
hükümlerdir, bütün yönleriyle dünyevi maddi özelliklerden
farklıdırlar. Dolayısıyla insanın ruhu bedenden
ayrı bir olgudur. Bu gerçeği pekiştiren ifadelerden biri yüce
Allah’ın şu sözüdür: “Allah öldükleri
sırada canları alır, ölmeyenleri de uykularında, sonra
ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de gönderir.”[848]
“Teveffi” ve istifa” deyimleri bir hakkın eksiksiz olarak tamamıyla
alınmasını ifade ederler. Ayeti kerimede geçen “tutmak”, “almak”
ve “göndermek” gibi fiiller, bedenle ruhun farklılıklarını
ifade etmemektedirler.
Bunlardan biri
şu ayet-i kerimedir: “Dediler ki: “Biz yerde
kaybolduktan sonra, biz mi yeni bir yaratılışta
olacağız” Doğrusu onlar, rablerine kavuşmayı inkar
edenlerdir. De ki: Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, sizi
(canınızı) alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz.”[849]
Burada yüce
Allah, ahireti inkar eden kafirlerin kuşkularından birini gündeme
getiriyor. Diyorlardı ki: Öldükten ve bedensel terkibimiz
ayrıştıktan sonra organlarımız birbirlerinden
ayrılır, vücudumuzun her bir parçası bir tarafa
dağılır. Görünümümüz başkalaşır ve biz
toprağın içinde kayboluruz. Dış alemi
algılamamızı sağlayan duyularımız iş görmez
hale gelir. Bütün bunlardan sonra ikinci bir yaratılış mümkün
olur mu? Onlara göre bu, imkansız bir şeydir. Burada yüce Allah
elçisine şu cevabı vermesini telkin ediyor: “De
ki: Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, sizi (canınızı)
alır.” Bu ayetten anlıyoruz ki, sizin
üzerinize vekil edilen bir melek var; o sizin canınızı alır
ve sizi tutar. Kaybolup gitmenize izin vermez. Onun koruması ve kontrolü
altında olursunuz. Toprağa karışıp kaybolan,
yalnızca sizin bedenlerinizdir, ruhlarınız değil. “Kum/Siz”
zamiri bunu gösteriyor. Çünkü yüce Allah “sizi (canınızı)
alır” buyuruyor.
Aşağıdai
ayetler de bu meseleye örnek olarak gösterebiliriz: “Ona
kendi ruhundan üfledi.”[850]
Yüce Allah bu hususu insanın yaratılışı ile ilgili
olarak gündeme getiriyor. Başka bir ayette şöyle buyuruyor: “Sana
ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh rabbimin emrindendir”[851]
Burada yüce Allah “Ruh”un köken olarak kendi “emr”inden olduğunu
bildiriyor. Bir başka ayette ise “emrini” şöyle tanımlıyor:
“O’nun emri, bir şeyi istedi mi ona, sadece
“ol” demektir, hemen oluverir. Yücedir O ki, her şeyin melekutu O’nun
elindedir.”[852]
Bu, “Ruh”un “melekut”tan olduğu ve onun “ol” kelimesi olduğu sonucunu
ortaya çıkarıyor. Sonra “emr”i bir başka yerde, başka bir
nitelikle tanıtıyor: “Bizim emrimiz
bir tektir, göz açıp yumma gibidir.”[853]
“Göz açıp yumma” ifadesi gösteriyor ki, “ol” kelimesinden ibaret olan “emir”
bir kerede varolan bir olgudur, tedrici bir varoluşu yoktur. O,
varlığı zaman ve mekana bağlı olmaksızın
varolur, bundan da anlaşılıyor ki, emir –ve ondan olan ruh-
cismani, maddi bir varlık değildir. Çünkü cismani, maddi
varlıkların temel özellikleri tedrici bir varoluşa sahip
olmaları ve zaman ve mekana bağımlı olmalarıdır.
Dolayısıyla insanın ruhu cismanilikle, maddi bedenle ilintili
olsa bile, maddi ve cismani bir olgu değildir.
Ruh ile maddi ve
cismani bedenin ilişkisinin mahiyetini ortaya koyan bir çok ayet
vardır. Bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyuruyor: “Sizi
ondan (yani yerden) yarattık”[854]
Konuya ilişkin diğer örnekleri şöyle sıralayabiliriz: “İnsanı
ateşte pişmiş gibi kuru çamurdan yarattı.”[855]
“...İnsanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun neslini
bir özden, hakir bir sudan yaptı.”[856]
“Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir
sperma olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra spermayı
embriyoya çevirdik. Emriyoyu bir çiğnemlik ete çevirdik, bir
çiğnemlik eti kemiklere çe virdik, kemilere et giydirdik, sonra onu
bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah,
ne yücedir.”[857]
Buna göre insan, önceleri sürekli değişen ve farklı biçimler
alan doğal bir cisimdi; sonra yüce Allah bu donuk ve hareketsiz cismi yeni
bir yaratılış sürecine sokarak irade ve bilinç sahibi bir
varlık haline getirdi. Bu yeni haliyle insan bilinç, irade, düşünce
ve olgular üzerinde tasarrufta bulunma, yer değiştirmek ya da
değişime uğratarak doğal olgulara ilişkin
düzenlemelerde bulunma gibi hareketlerde, faaliyetlerde bulunabiliyor ki
cisimler, maddi olgular böyle hareketlerde bulunamazlar. Şu halde ruh
cismani değildir ve ruhun içine konulduğu yer onun üzerinde etkin
değildir.
Ruhun
oluşumuna yol açan cisim ki bu cisim kendisinden ruh varedilen bedendir-
açısından ruh, ağacın meyvesi ya da daha uzak bir
bağlantıyla kandilin ışığı gibidir. Bu
şekilde ruhun bedenle olan ilişkisinin nasıl meydana
geldiği ortaya çıkıyor. Ölümle birlikte bu ilişki kopuyor,
bağlantı kesiliyor. Şu halde ruh varoluşunun ilk
aşamasında bedenle aynıdır, sonra ondan yaratılarak
ayrı bir olgu olarak ortaya çıkıyor, ardından bütünüyle
ondan bağımsız bir yapıya kavuşuyor. Yukarıya aldığımız
ayetlerin zahiri ifadelerinden çıkan sonuç budur. Bu gerçeği ima ya
da dolaylı anlatımla ifade eden başka ayetler de vardır.
Titiz bir gözlemci bunları rahatlıkla farkedebilir ve doğru yol
klavuzu ancak Allah’tır.”[858]
20461. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın kalbini takvayla
denediği kimse dışında Ademoğlunun nefsi hatta
şiddetli yaşlılıktan köprücük kemikleri birbirine
girdiğinde bile gençtir ve bunlar ise (Allah’ın kalbini takvayla
denediği kimseler ise) azdır.”[859]
20462. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yaşlı kimse her ne kadar
köprücük kemikleri yaşlılıktan birbirine girse de dünya talebi
hususunda gençtir. Elbette takvalı olan kimseler bunun
dışındadırlar ve bunlar çok azdır.”[860]
20463. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Yaşlı insanın kalbi iki
sergi hususunda sürekli gençtir: Hayata olan aşk ve fazla servete sahip
olma.”[861]
20464. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsan sürekli yaşlanmakta ve
onda olan iki şey gençleşmektedir: Servet hırsı ve uzun
yaşama hırsı.”[862]
Kur’an:
“Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefis,
Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim
bağışlayandır, merhamet edendir.”[863]
20465. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötülüğü emreden ve aldatan nefis bir münafık gibi dalkavukluk
eder ve uyumlu bir dost gibi davranır. Ama aldatıp insana hakim
olunca düşman gibi musallat olur, kibirli kimselerin egenmenliği gibi
egemenlik kurar ve (insanı) kötü yollara düşürür.”[864]
20466. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefis sürekli kötülüğü ve
fenalığı emreder. O halde her kim nefsine itimat ederse nefsi
ona hiyanet eder ve her kim de onunla kalbini ferah tutarsa nefsi onu helak
eder. Her kim nefsinden hoşnut olursa nefsi onu en kötü yere sokar.”[865]
20467. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz bu nefis kötülüğü
emreder. Dolayısıyla nefsini ihmal eden kimseye nefsi isyan eder ve
onu günahlara sürükler.”[866]
20468. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz nefsin
kandırıcıdır. Ona güvenecek olursan şeytan seni
haramları işlemeye sürükler.”[867]
20469. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsine çok güvendiğin zaman,
hilelerinden daha çok sakın.”[868]
20470. İmam Ali (a.s) “Nehrevan
savaşında öldürülen Hariciler’e rastladığında
şöyle buyurdu: “Haliniz kötü olsun! Şüphesiz sizi
aldatan, sizi zarara uğrattı.” “Onları kim aldattı, ey
Müminlerin Emiri?" diye sorulduğunda da şöyle buyurdu:
“Saptırıcı şeytan ve kötülüğü emreden nefisleri
onları ümitlerle aldattı, onlara isyan yollarını açtı,
üstün geleceklerini vaat ederek onları ateşe düşürdü.”[869]
20471. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki Allah’a isyan ise, lezzet ve isteklerle
iç içedir. O halde nefsinin arzularından kaçan, nefsinin
hevasını kökünden söküp atan kimseye Allah rahmet etsin. Çünkü
nefsini heveslerden ayırmak en zor işlerdendir. Gerçekten de nefis
insanı sürekli günaha ve heveslere sürükler.”[870]
20472. İmam Ali (a.s), Mısır’a
vali tayin ederken Malik-i Eşter’e yazdığı mektubunda onu
Allah’tan sakınmaya, Allah’a itaat yolunu seçmeye, nefsinin isteklerini
kırmaya, isyan anında dizginlerini sağlam tutmaya davet
etmiş; zira nefsin Allah’ın merhamet ettikleri dışında
sürekli olarak kötülüğü emrettiğini hatırlatmış ve
şöyle buyurmuştur: “O halde, heva ve
nefsine musallat ol, haram olan şeyi nefsinden esirge. Nefisten esirgemek,
sevdiği veya sevmediği şeyler hususunda ondan insaflı ve
adil olmayı dilemektir.”[871]
20473. İmam Ali (a.s), Muaviye’ye
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Çünkü
senin nefsin seni şerre sokup, sapıklık ve helake sürüklemekte,
bozguna uğratmakta ve yolunu gitgide zor-laştırmaktadır.”[872]
20474. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir
duasında şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ım! Sürekli kötülüğü emreden, günahlara koşan ve sana
isyana tamahlanan nefisten sana şikayette bulunurum… Çok özürcü ve
bahanecidir, uzun arzuları vardır. Eğer ona bir kötülük gelirse
tahammül etmez. Eğer bir hayır ve bereket gelirse cimrilik gösterir.
Oyun ve oyalanma aşığıdır. Gaflet içinde yüzmektedir.
Beni günaha doğru koşturmakta ve tövbe hakkında bana bugün
yarın “tövbe edersin” diye vaadde bulunmaktadır.”[873]
20475. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), hakeza
şöyle buyurmuştur: “(Allahım!) Senin
bize gazap etmene sebep olan işlerde gücümüzü azalt. Bu yolda nefsimizi
kendisine havale etme. Zira nefis sürekli batıl yolu seçer, meğer ki
senin verdiğin başarı yardımcı olsun ve nefis sürekli
kötülüğü emreder, meğer ki sen merhamet buyurasın.”[874]
20476. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Namazını bitirdiğin zaman
şöyle de: Ey Allah’ım! Beni günahlardan korumanı, hayatta
olduğum müddetçe göz açıp kapayıncaya ne ondan az veya ondan çok
miktar kadar dahi beni kendime bırakmamanı diliyorum. Zira nefis
senin merhamet ettiğin dışında sürekli kötülüğü
emretmektedir. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi!”[875]
bak. El-Edeb,
64. Bölüm, 351. hadis; el-Emsal, 3636
Kur’an:
“Ve kınayan nefse yemin ederim.”[876]
20477. İbn-i Abbas, Allah-u Teala’nın, “Kınayan
nefse” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştu: “Yani iyilik ve kötülüğe oranla
kınayan ve şöyle diyen nefistir: Keşke şöyle böyle
yapsaydın.”[877]
20478. İbn-i Abbas hakeza bu konuda
şöyle buyurmuştur: “Kaybettiği
şeyler hususunda pişmanlık duyan ve onun hakkında
kınayan nefis.”[878]
20479. Resulullah (s.a.a), İbn-i Mes’ud’a
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
İbn-i Mes’ud! Salih ve iyi amelleri çoğalt. Şüphesiz hem iyilik,
hem de kötülük sahibi pişman olur. İyilik sahibi şöyle der:
“Keşke iyiliklerimi çoğaltsaydım.” Kötülük sahibi de şöyle
der: “Kusur ettim.” Allah-u Teala’nın şu sözü de bunu ifade
etmektedir: “kınayan nefse yemin ederim.”[879]
“Kınayan
nefse yemin ederim ki” cümlesi
akışı ve önceki cümleyle lafız ortaklığı
açısından ikinci bir yemindir. O halde bazılarının
“ikinci cümle yemini nefyetmektedir ve yemin değildir ve maksat
şudur: kıyamet gününe yemin içiyorum ve kınayan nefse yemin
içmiyorum” diyenlerin sözlerine itina etmemek gerekir. Kınayıcı
nefisten maksat ise, dünyada ma’siyet ve Alalh yolundaki gevşekliği
sebebiyle kendisini kınayan müminin nefsidir ve kıyamet günü ona
fayda verecektir. Bazılarının dediğine göre ise, bundan
maksat, mutlak insani nefistir. Hem mümin ve doğru insanın nefsi, hem
de günahkar insanın nefsidir. Zira nefis genel olarak insanı
kıyamet günü kınamaktadır. Kafirin nefsi sahibini küfrü ve
günahları sebebiyle kınamaktadır. İmanlı kimsenin
nefsi de mümin şahsı daha fazla iyilik yapmadığı ve
itaatte bulunmadığı için kınamaktadır.
Bazılarının
dediğine göre ise kınayan nefisten maksat, kıyamet günü küfrü ve
dünyada yaptığı günahları sebebiyle kendisini kınayan
kafirin nefsidir. Niekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Azabı
gördükleri zaman pişmanlıklarını gizlerler.”
Elbette bu görüşlerin her birinin de belli bir gerekçesi vardır.[880]
20480. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz nefsin bineğindir.
Eğer gücünden fazlasını yüklersen onu öldürürsün. Eğer onu
idare edersen korumuş olursun.”[881]
20481. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz insanın nefsi tuzlu ve
acı otları yemek isteyen bir deve gibidir. İnsanın
kulağı bir çok şeyi uzağa atar. O halde derkini kalbine
ısrarda bulunarak hakkında çok tefekküre zorlama. Şüphesiz bedenindeki
her organının bir dinlenmeye ihtiyacı vardır.”[882]
bak.
Er-Rıfk, 1532. Bölüm; el-İbadet, 2501. Bölüm
Kur’an:
“Nefse ve onu şekillendirene, Sonra da ona
iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki, kendini tezkiye eden
kurtuluşa ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana
uğramıştır.”[883]
20482. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kim kendini insanlara imam yaparsa, başkalarından
önce kendini eğitsin ve diliyle terbiye etmeden önce, davranışlarıyla
terbiye etsin. Kendinin öğretmeni olup kendini eğiten kişi,
insanların öğretmeni olup onları eğitenden daha fazla
saygı ve övgüye layıktır.”[884]
20483. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Nefislerinizi edeplendirmeyi kendiniz üstlenin
ve onları huy edindiği kötü alışkanlıklardan
alıkoyun.”[885]
20484. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefis tezkiyesiyle uğraşmak
daha doğrudur.”[886]
20485. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefislerin en iyisi en temiz
olanıdır.”[887]
20486. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hedeflerin nihayetine sadece nefsini
tehzip etme ve nefsiyle cihat etme yolunda çaba gösteren kimseler
ulaşabilir.”[888]
20487. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsi siyaset (terbiye) siyasetlerin en
yücesidir.”[889]
20488. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın ilmi arttıkça
nefsine olan ilgisi de artar, gücünü nefsini terbiye ve ıslah yolunda
kullanır.”[890]
20489. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın makamı nefsine riyazet
çektirmek ve itaate koyulmak iledir. O halde eğer nefis kendini temiz
tutarsa, temiz kalır ve eğer onu kirletirse kirlenir.”[891]
20490. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan kendi yerini seçer. Eğer
nefsini korursa, makamı yücelir, onu korumazsa alçalır.”[892]
20491. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kulların temiz kalpleri münezzeh
olan Allah’ın bakış yeridir. O halde herkim kalbini temizlerse
Allah ona bakar.”[893]
20492. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Pisliklerden uzak durmak temiz nefislerin
hasletlerindendir.”[894]
20493. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendi yükünü kendin taşı.
Eğer böyle yapmazsan bir başkası senin yükünü
taşımaz.”[895]
20494. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Senin nefsinin ayıplarıyla
uğraşman, senden utancı uzaklaştırır.”[896]
“Biliniz ki,
ruhun ahlakını ve karakteristik özelliklerini bilgi ve amel
açısından (teorik ve pratik açıdan) ıslah etmek, üstün
ahlakı kazanmak ve kötü ahlakı yoketmek, sürekli olarak salih ameller
işlemeye, uygun davranışlar içinde olmaya, bunlardan ödün
vermemeye bağlıdır. Cüz’i konulara ilişkin cüz’i bilgiler
ruhta kalıcılık kazanır; üst üste biner, ruhun özüne
kazınır ve silinmesi zor ve hatta imkansız bir hale gelir. Söz
gelimi, bir insan korkaklık özelliğini yokedip cesaret niteliğine
sahip olmak isterse, bu adam yürekleri hoplatan, insanın dizlerinin
bağının çözülmesine yol açan korkulu yerlere, dehşet verici
zorluklara girip çıkmalıdır. Bunu bir alışkanlık
haline getirmelidir. Bu tür bir yere girdiğinde, pratik olarak böyle bir
yere girebileceğini görür. O zaman direnmenin lezzetini ve kaçmanın
ve çekinmenin iğrençliğini pratik olarak algılar. Bu husus
tekrarlandıkça kişiliğine işler, nihayet cesaret
niteliği onda kalıcı bir karakter halini alır. Bu teorik
karekterin insanın içinde meydana gelmesi, isteğe bağlı bir
şey değilse de, gördüğün gibi bu sonuca
ulaştırıcı öncüller ihtiyari ve kişisel kazanıma
bağlı şeylerdir.
Bunu
öğrenmiş bulunduğuna göre, ahlakı güzelleştirmenin ve
üstün ahlakı elde etmenin iki yolunun bulunduğunu da bilmiş
olursun.
Birinci yol:
Ahlak dünyaya yönelik salih amaçlarla, insanlar arasında övgüye layık
görülen bilgi ve görüşlerle güzelleştirilir. Nitekim deniliyor ki
iffetlilik, elde olanla yetinme ve başkalarının sahip
bulunduğu şeylerden ilgiyi kesme, insanın
başkalarının gözünde onurlu ve büyük görünmesini sağlar,
insana toplum nezdinde saygın bir yer kazandırır. Bunun aksi bir
görünüm hasisliğe ve fakirliğe yol açar. Tamahkarlık
kişilik zilletine, alçaklığa sebep olur. Bilgi, halkın
teveccühüne, onura, saygınlığa ve özel ilgiye sebep olur. Bilgi,
gözdür. İnsan onun aracılığı ile her türlü
pisliği, iğrençliği görür. Sevimli ve sempatik şeyleri
algılar. Cehalet ise, körlüktür. Bilgi seni korur, malı ise sen
korursun. Cesaret kararlılıktır, dirençtir,
kalıcılıktır. İnsanın bukalemun gibi renkten
renge girmesine engel olur. Yense de, yenilse de insanların övgüsüyle
karşılaşır. Ama korkaklık ve döneklik için aynı
şeyi söyleyemeyiz. Adalet, ruhun elem verici hüzünlerden kurtulması demektir.
O, ölümden sonra hayattır. Yani ismin, güzel hatıranın
kalıcı olması, insanların yüreklerinde sevgiyle yer
edinmesidir.
Ahlak bilgisinin
dayandığı yöntem budur ve bu yöntem eski Yunan’da ve benzeri
toplumlarda yaygın biçimde kullanılmıştır.
Kur’an-ı
Kerim isnanların çoğu tarafından övülen hususları seçmek ve
yine onlarca yerilen hususları bırakmak, toplumun
beğendiğini almak ve çirkin gördüğünü atmak esasına dayanan
bu yöntemi kullanmamıştır. Ama bununla birlikte, gerçekte ahiret
sevabına ya da ahiret azabına yönelik olmakla birlikte, bazı ayet-i
kerimelerde ilahi uyarılar toplumsal tepki ile ilintili olarak
sunulmuşlardır. Söz gelimi yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle
buyuruyor: “Nerede olursanız, yüzününüzü o yana
çevirin ki, insanların aleyhinizde kullanabilecekleri bir delilleri
olmasın.”[897]
Yüce Allah bu ayet-i kerimede müminleri kararlılığa ve
dirençliliğe çağrıyor;ama bunu “ki insanların…
olmasın” şeklinde illetlendiriyor. Buna örnek olarak
sunabileceğimiz bir diğer ayet de şudur: “Çekişip
birbirinize düşmeyin, çözülüp
yılgınlaşırsınız, gücünüz gider, sabredin.”[898]
Bu ayette ulu Allah müminleri sabretmeye çağırıyor ve gerekçe
olarak da, bunun terkedilmesinin çelişmeye yol açacağını,
bununsa yılgınlığa, gücün yok olmasına,
düşmanın cesaret bulup saldırıya geçmesine sebep
olacağını gösteriyor. Bir diğer ayet-i kerime de
şudur: “Fakat kim sabreder, affederse,
şüphesiz bu, yapılması gereken işlerdendir.”[899]
Yüce Allah ayette müminleri sabretmeye ve bağışlamaya
çağırıyor, buna gerekçe oalrak da bu davranışın
yapılması gereken övgüye layık bir iş olduğunu
gösteriyor.
İkinci
yöntem, ahlakın ahirete dönük hedeflerle güzelleştirilmesidir.
Kur’an-ı Kerim’de bu amaca yönelik ifadelere çokça rastlıyoruz: “Allah,
müminlerden mallarını ve canlarını cennet
karşılığında satın almıştır.”[900]
“Ancak sabredenlere ödülleri hesapsız ödenecektir.”[901]
“Doğrusu zalimler için acı bir azap vardır.”[902]
“Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostları da
tağuttur. O da onları aydınlıktan karanlıklara
çıkarır.”[903]
Konu ifadelerin farklılığına rağmen, aynı amaca
yönelik birçok ayet örnek olarak gösterilebilir.
Bu kısma
aldığımız ayetlerin kategorisine bir diğer grup ayeti
de sokabiliriz: “Ne yerde, ne de kendi
canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu
yaratmadan önce bir kitapta olmasın. Doğrusu bu Allah’a
kolaydır.”[904]
Bu ayet-i kerime
üzüntü ve sevinci bir kenara bırakmaya çağırıyor. Çünkü
size isabet edecek olan şey, hedefinden sapacak değildir. Sizden
sapan şeyler de size isabet edecek değildir. Çünkü olaylar öceden
karara bağlanmış bir sistem doğrultusunda ve önceden
belirlenmiş bir kader uyarınca gelişme gösterirler.
Dolayısıyla olaylar karşısında üzülmek ya da sevinmek,
her türlü işin dizginini elinde tutan Allah’a inanan bir mü’mine
yakışmayan anlamsız bir davranıştır. Nitekim yüce
Allah şöyle buyuruyor: “Hiç bir musibet
başa gelmez ki, Allah’ın izniyle olmasın. Kim Allah’a
inanırsa Allah onun kalbine hidayet verir.”[905]
Bu kısım ayetler de içerik olarak bundan öncekli ayetlere
benziyorlar. Ki o ayetlerde ahlakın ıslahı ahirete ilişkin
onurlu amaçlarla sebeplendirilmişti. Hiç kuşkusuz bunlar zanna
dayanmayan gerçek kemal edereceleridir. Ahlakın ıslahı bu
ayetlerde, kaza, kader, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma, Allah’ın
güzel isimlerini anma, yüce sıfatlarını hatırlama gibi
gerçek ilkelerle illetlendiriliyor.
Şayet desen
ki: Kaza ve kader gibi olguları sebep olarak göstermek, şu seçmeye
bağlı dünya hayatındaki hükümlerin geçersizliğini
gerektirir. Bu da üstün ahlakın geçersizliğine ve dünyanın
doğal sisteminin bozulmasına yol açar. Çünkü eğer, geçen ayetten
hareketle sabır ve kararlılık sıfatlarının
ıslahı, sevinç ve üzüntünün terki gibi hususlarda, olayların
levh-i mahfuzda yazılı olduklarına, uyulması
kaçınılmaz bir kadere bağlı olduklarına dayanarak
hareket etmek söz konusu olursa, bu durumda rızık arama faalietini,
arzulanan kemal niteliklerini kazanma çabasını, küçük düşürücü
huylardan kaçınma içgüdüsünü askıya almada da aynı gerekçeye
sığınma doğru bir davranış olarak kabul
edilmelidir. O zaman rızkımızı aramaksızın
yerimizde oturmamız, gerçeği savunmaktan geri durmamız caiz
olur. Nasılsa olacak şey önceden karar verilmiştir, levh-i
mahfuzda yazılıdır. Aynı şekilde kaderin
değişmezliği ve kesinliğine, levh-i mahfuzdaki
yazının belirleyiciliğine dayanılarak, kemal
sıfatlarını elde etmeye ve noksan niteliklerden kaçınmaya
yönelik çabalar askıya alınır. Bu ise her türlü tekamülün
ortadan kalkması demektir.
Buna
karşılık olarak deriz ki kaza ve kader konusunu incelerken,
aynı zamanda bu probleme de cevap sayılabilecek açıklamalarda
bulunmuştuk. Demiştik ki, insanların fiilleri olayların
illetlerinin birer cüz’üdürler. Bilindiği gibi ma’lul ve müsebbeplerin
varlığı, sebeblerinin ve sebeplerinin cüzlerinin
varlığına bağlıdır. Dolayısıyla:
“Tokluğun varlığı ya da yokluğu mukadderdir. Her iki
durumda da “yeme”nin bir etkinliği söz konusu değildir” demek korkunç
bir hatadır. Çünkü, tokluğun dışarıda
gerçekleşmesi varsayımı ancak isteğe bağlı yeme
fiilinin gerçekleşmesi varsayımı ile söz konusu olabilir. Çünkü
“yeme” onun illetlerinin bir cüz’üdür. Bir insanın, herhangi bir malul
tasavvur etmesi, sonra da onun illetini ya da cüz’lerini geçersiz sayması
büyük bir yanılgıdır.
Buna göre,
insanın kendi dünyevi hayatının ekseni olan ve mutluluğu
veya mutsuzluğu açısından nedensellik rolü oynayan isteğe
bağlılık hükmünü gerçersiz sayması doğru
değildir. Çünkü bu olgu, insanların...fiilleri ya da fiillerinden
kaynaklanan durum ve özellikleri ile ilgilidir ne var ki, bir insanın
irade ve istemini sebepler kategorisinden çıkarması ve bunun
etkinliğini inkar etmesi caiz olmadığı gibi, istemini tek
sebep ve olayların dayandığı tek ve yeterli illet gibi
görmesi de doğru değildir. Kendi irade ve istemini alemdeki bir sürü
illet ve cüzlerden sadece biri olarak görmelidir ki, bunların
başında da ilahi irade gelir. Aksi bir yaklaşım kendini
beğenmişlik, kibirlilik, cimrilik, coşku üzüntü ve gamlanma gibi
birçok yerilmiş özelliğe kaynaklık eder.
Cahil insan der
ki: “Şunu yapan, şunu da yapmayan benim.” Böylece kendini
beğenmişlik kompleksine kapılır ya da başkalarına
karşı kendini daha üstün görür veya cimrilik eder, malından
kimseye bir şey vermez. Böyle davranırken, kendi noksan ve yetersiz
iradesinin dışında binlerce sebep olduğunun farkında
değildir. Bilmiyor ki, eğer bu sebepler hazırlanmış olmasaydı,
iradesi hiç bir şeye engel olmazdı, hiçbir hususta işe
yaramazdı. Cahil insan der ki: “Şayet şunu yapsaydım,
şu zarara uğramazdım ya da şu şeyi elimden
kaçırmazdım.” Bunu derken o, söz konusu elden kaçırmanın ya
da ölümün ortadan kalkmasının –yani kârın ya da
sağlığın veya hayatın gerçekleşmesinin- binlerce
sebebe dayandığının ve bunların yokluğu –yani
elden kaçırmanına da ölümün gerçekleşmesi için bu sebeplerden
sadece birinin yokluğunun, kendi iradesinin varlığına
rağmen yeterli olacağının farkında değildir.
Kaldi ki, bizzat insanın iradesi ve istemi de kendi iradesinin
dışındaki birçok sebebe dayanmaktadır. Yani istemek de
isteyerek gerçekleşmez.
Sunduğumuz
bu Kur’ani gerçeği ve içerdiği ilahi öğretiyi
kavradığın ve konuya ilişkin ayetler üzerinde
düşündüğün zaman göreceksin ki, Kur’an-ı Kerim bazı
huyların ıslahında kesin olan kadere ve levh-i mahfuzdaki
yazıya dayanıyor. Bazı huyların ıslahı içinse
böyle gerekçelere değinmiyor.
Kaza ve kadere
dayandırılması isteme bağlılığı
geçersiz kılma anlamına gelebilecek fiilleri, durumları ve
huyları Kur’an-ı Kerim kaza ve kadere dayalı olarak gündeme
getirmez. Tersine bu tür iddiaları temelden reddeder. Nitekim yüce Allah
şöyle buyuruyor: “Onlar bir kötülük
yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah
da bize böyle emretti” derler. “Allah kötülüğü emretmez” de. Allah’a
karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”[906]
Öte yandan söz
konusu fiil ve davranışlardan bir kısmının kaza ve
kadere dayandırılmaması insan iradesinin etkinlik
noktasında bağımsız bir olgu, etkilemede
başkasına ihtiyacı bulunmayan eksiksiz bir sebep ve tamamen
yeterli bir illet olduğu anlamına geliyorsa, Kur’an-ı Kerim
bunların kaza ve kader ile bağlantılarını ortaya koyar,
bu hususlarla ilgili olarak insanı doğru yola iletir. Bu yolu izleyen
kişi düşünce ve davranışlarında yanılgıya
düşmez, gitgide sahip bulunduğu küçük düşürücü
sıfatları yok olur. Amaç olayları kaza ve kadere
dayandırarak insanın cehalete kapılıp elde ettiği bir
şeyden dolayı sevinmesini ve yine cehaletten dolayı
yitirdiği bir şeyin kaybına üzülmesini önlemektir. Nitekim bir
ayet-i kerimede ulu Allah şöyle buyuruyor: “Ve
Allah’ın size verdiği malından onlara da verin.”[907]
Burada yüce Allah malı kendine nisbet ederek insanları
cömertliğe, eli açıklığa çağırıyor. Bir
diğer ayette de şöyle buyuruyor: “Kendilerine
verdiğimiz rızıktan harcarlar.”[908]
Burada ise, malın Allah’ın verdiği rızık olduğunu
vurgulayarak insanları hayır amaçlı harcamada bulunmaya
teşvik ediyor. Bir diyer ayette de şöyle buyuruyor: “Demek
onlar bu söze inanmazlarsa onların peşinde üzüntüyle kendini helak
edeceksin! Biz yeryüzündeki şeyleri, kendisine süs olsun diye
yarattık ki, onların hangisinin daha güzel iş
yaptığını deneyelim.”[909]
Burada yüce Allah, Resulullah efendimizi (s.a.a) üzülmekten nehyediyor. Gerekçe
olarak da, onların küfürde direnmelerinin Allah’a karşı üstünlük
sağlamaları anlamına gelmeyeceğini gösteriyor. Tersine
yeryüzünde bulunan her şeyin sınama amaçlı süsler olması
için yaratılmış olduklarını vurguluyor.
Bu yöntem, yani
ahlaki ıslah amacı ile izlenen ikinci yol, peygamberlerin yöntemidir.
Bu yöntemin bir çok örneğini Kuran’ı Kerim’de bulabiliriz. Bu
kısım örneklerini de Kur’an-ı Kerim bize, öteki semavi
kitaplardan nakletmedir bize.
Bir üçüncü
yöntem daha vardır ki, sadece Kur’an’a özgüdür. Bize aktarılan semavi
kitaplarda, geçmiş peygamberlerin öğretilerinde veya ilahi hikmetle
uğraşan filozofların eselerinde böyle bir şeye rastlanmaz.
Bu yöntem, bilgi ve marifetin kullanılması ile insanın
vasıf ve ilim açısından eğitilmesidir. Bu yönteme
başvurulduğu zaman aşağılık ve iğrenç
sıfatların konusu ortadan kalkar. Diğer bir ifadeyle bu yöntem,
iğrenç ve aşağılık sıfatları giderme
esasına değil, defetme esasına dayanır.
Bunu şöyle
açıklayabiliriz: Allah’tan gayrisinin hoşnutluğunun
gözetildiği her bir davranışın arkasında ya bir
şeref arayışı, yada korkulan ve sakınılan bir
gücü memnun etme çabası yatmaktadır. Ne var ki yüce Allah buyoruyor
ki, “Şeref ve izzet tamamen
Allah’ındır.”[910]
“Bütün kuvvet Allah’a aittir.”[911]
Bu bilgi bu haliyle insanın vicdanına yerleşince riya,
gösteriş, Allah’tan başkasından korkma, O’ndan
başkasına umut bağlama ve O’ndan başkasına güvenip
dayanma gibi küçük düşürücü, onur kırıcı niteliklere yer
kalmaz. Bu iki gerçek insan tarafından bilinince, tüm yerilmiş
nitelik ve sıfatlar insandan uzaklaşır. İnsan bunların
yerine, Allah’tan korkma, şeref ve izzeti Allah katında arama,
Allah’tan başkasından bir şey istememe, azamet, ihtiyaçsızlık,
ilahi ve rabbani heybet gibi övülmüş ilahi niteliklerle kendini bezer.
Bunun
yanısıra, Kur’an-ı Kerim’de defalarca: “Mülk
Allah’ındır. Gökler ve yer üzerindeki hükümranlık Allah’a
aittir. Göklerde ve yerde bulunan her şey O’nundur” şeklinde
ifadeler kullanılır. Ki, biz de defalarca bu ifadelerin içerdikleri
gerçekleri gözler önüne serdik. Allah’ın
hükümranlığının ve sahipliğinin gerçek mahiyeti, O’nun
dışında hiçbir varlığın bağımsız
olmaması, O’na muhtaç olmamak gibi bir durumda bulunmaması
esasına dayanır. Hiç bir şey yoktur ki, yüce Allah hem onun ve
hem de ona ait olan şeylerin sahibi olmasın.
İnsanın
bu mülkiyete inanması ve bu inancın bir gerçeklik olarak kalbine
yerleşmesi, bütün olguların onun nezdinde zat, nitelik ve fiili
olarak bağımsızlık derecesinden inmeleri anlamına
gelir. Böyle bir insanın Allah’ın rızasından başka bir
şeyi istemesi, O’nun dışında bir şeye boyun
eğmesi, ondan korkması, ondan bir beklenti içinde olması, ondan
lezzet alması ya da coşkuya kapılması, ona
sığınması, güvenip dayanması, teslim olması, ona
tutkuyla eğilim göstermesi mümkün değildir. Kısacası,
herşeyin fani ve geçici olduğunu bildikten sonra yüce Allah’ın
kalıcı ve sonsuz rızasından başka bir şey
istemez, herhangi bir ihtiyacını başkasına arzetmez. O
sadece batıldan kaçar. Batıl da O değildir ve gerçek bir
varlığı yoktur. Böyle bir insan yüce
yaratıcısının varlığı olan hakka
karşı batıla tutunmaz.
Aşağıya
alacağımız şu ayet-i kerimeler de aynı gerçeğe
işaret etmektedirler: “Allah ki, O’ndan
başka ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.”[912]
“Rabbiniz Allah, işte budur. O’ndan başka ilah yoktur. O,
herşeyin yaratıcısıdır”[913]
“Bütün yüzler, o diri yöneticiye boyun eğmiştir.”[914]
“Hepsi O’na boyun eğmiştir.”[915]
“Rabbin, yalnız kendisine kulluk sunmanızı emretti.”[916]
“Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?”[917]
“İyi bil ki, O her şey kuşatmıştır.”[918]
“Ve sonunda senin Rabbine varılacaktır.”[919]
Şu anda
üzerinde durduğumuz “Sabredenleri müjdele.
Onlar ki, kendilerine bir bela eriştiği zaman:
“Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz”
derler...” ifadesini de bu kategoride
değerlendirebiliriz. Çünkü bu ve benzeri ayetler, özel ilahi bilgiler
içermektedirler. Bunların sonuçları da özel ve gerçektirler. Bu
yöntemin öngördüğü terbiye metodu da ne ahlak ilminin uyguladığı
metoda ne de önceki peygamberlerin şeriatlarında
uyguladıkları terbiye metoduna benzer. Daha önce de
vurguladığımız gibi, birinci metod, güzel ve çirkin
kavramlarına ilişkin toplumun genel inancını esas
alır. İkinci metod ise, genel dini inançlara, kulluk yükümlülüklerine
ve bunların ödülle ya da azapla cezalandırılması
esasına daynır. Bu üçüncü metodun dayanağı da, saf ve
eksiksiz tevhit inancıdır ki, sırf İslam dinine özgü bir
yöntemdir bu. Bu, dini tebliğ edip hayata egemen kılan Resulullah
efendimize ve onun saf ve temiz soyuna, Ehl-i Beytine salat ve selam olsun.
Bir
oryantalistin İslam medeniyetinden söz ettiği eserinde dile
getirdiği düşüncelere şaşmamak mümkün değildir. Bu
adam şöyle demektedir: “Bir araştırmacı, İslam
davetinin, izleyicileri arasında
yaygınlaştırdığı medeniyet unsurlarına,
ileri uygarlığa ve yüksek medeniyete ilişkin olarak geride
bıraktığı, taraftarlarına miras olarak armağan
ettiği özelliklere ve meziyetlere ilgi duymalıdır. Esas
bunların üzerinde durmalıdır. İslam’ın içerdiği
dini öğretiler ise, bütün nebevi davetlerin içerdiği ahlaki
ilkelerdir. Bütün peygamberler bunlara davet etmişlerdir.”
Daha önceki
açıklamalarımızdan yola çıkarak bu bakış
açısının yanlışlığını, bu
görüşün çarpıklığını anlayabilirsin. Çünkü sonuç,
öncüllerinin bir ayrıntısıdır. Bir terbiyeden sonra ortaya
çıkan davranışlar, öğrencinin, terbiye gören insanın
öğrendiği bilgi ve marifetin ürünleri ve sonuçlarıdır. Daha
düşük düzeyli bir gerçeğe, orta seviyeli bir tekamüle yönelik çağrı
ile, sırf gerçeğe ve doruktaki bir tekamüle yönelik çağrı bir
olamaz. İşte işaret ettiğimiz üçüncü terbiye metodunun
niteliği bundan ibarettir. Birinci metod, toplumsal gerçeğe
çağırıyor. İkinci metot, pratik gerçeğe ve
insanın ahirette mutlu bir hayat sürdürmesine yarayan gerçek tekamüle
çağırıyor. Üçüncü metod ise, sırf hakka, yani Allah’a davet
edeyor. Eğitimini, Allah’ın bir ve ortaksız olduğu
gerçeğine dayandırır. Bu ise, tam bir kulluğa yol açar.
Metodların birbirlerinden ne kadar farklı oldukları açıkça
görülüyor.
Bu metod,
insanlık alemine birçok salih insan, kendini Allah’a adamış
bilgin, kadın ve erkek evliya armağan etmiştir. Bir din için bu
onur bile yeterlidir.
Bu metod,
diğer bir terbiye metodundan sonuçları bakımından da
farklıdır. Çünkü bu yöntemin temel dayanağı kulluk
sevgisini aşılamak ve rabbi kula tercih etmektir. Bilindiği
gibi, aşk, tutku ve sevgi kimi zaman seven insanı öyle
davranışlara yöneltir ki, toplumsal ahlakın özü olan toplumsal
aklın ya da genel dinsel yükümlülüklerin esası olan sıradan genel
anlayışın bunları tasvip etmesi mümkün değildir. Çünkü
aklın kendine özgü kuralları, sevginin de kendine özgü kuralları
vardır. İleriki bazı bölümlerde bu hususa ilişkin olarak
daha geniş ayrıntılı açıklamalarda bulunacağız,
inşaallah.[920]
20495. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin fesadını telafi etmek en
faydalı araştırmadır.”[921]
20496. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kaybettiklerini telafi ederse
(işini) islah etmiş olur.”[922]
20497. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Telafi eden kimse islahın ve yeniden
yapılanmanın eşiğindedir.”[923]
20498. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “(Hata ve günahları) güzel telafi
etmek islah ve yapılanmanın baş levhasıdır.”[924]
20499. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kaybedilen şeyleri telafi etmek ne
de uzaktır.”[925]
20500. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ömrünün ilk yıllarında
kaybettiklerini, ömrünün sonlarında telafi et ki mutluluğa
erişesin.”[926]
20501. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin islah nedeni dünyadan uzak
durmaktır.”[927]
20502. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefislerinizle sürekli cihat ederek ona
musallat olunuz.”[928]
20503. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini islah etmek, nefsin heva ve
hevesleriyle savaşmakla mümkündür.”[929]
20504. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini islah etme yolundan el çekme.
Zira bu yolda ciddiyetten başka bir şey sana yardımcı
olamaz.”[930]
20505. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini islah etmeye en çok yardım
eden şey kanaattir.”[931]
20506. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Az ile kanaat etmeyen nasıl nefsini
islah edebilir?”[932]
20507. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer nefsini islah etmek istiyorsan,
tutumluluk, kanaat ve az istemeyi ahlak edin.”[933]
20508. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin senin karşında isyan ederse,
sen de onun karşısında isyan et. Böylece sana teslim olur ve
nefsini aldat ki, sana itaat eder.”[934]
20509. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Akılsız kimselerle
muaşerette bulunmak, ahlakı bozar. Akıllı kimselerle
birliktelik, ahlakı ıslah eder. Yaratıklar çeşit
çeşittir, herkes tıyneti ve yapısı (ruhsal ve bedensel
durumu) üzere amel eder.”[935]
20510. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’tan korkmak kalplerinizin devası…nefislerinizin kirlerinin
temizleyicisidir.”[936]
20511. İmam Ali (a.s) Şureyh b. Hani'yi
öncülerine kumandan tayin edip Şam'a gönderdiği zaman
yazmış olduğu mektupta şöyle buyurmuştur: “Bil ki eğer nefsini
sevdiğin pek çok şeyden alıkoymazsan, arzuların seni pek
çok zarara sokar. Nefsine engel ol, onu hatalara karşı kontrol et.
Öfkelendiğinde ezip kahrederek öfkeni yen.”[937]
20512. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsi ıslah etmenin nedeni
sakınmadır.”[938]
20513. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsine sırt çevirerek kendine
(üstün nefsine) yönel.”[939]
20514. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini ıslah etmek ve dinini korumak
isteyen kimse, dünyaya tapan kimselere karışmaktan uzak
durmalıdır.”[940]
20515. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini ıslah etme hususunda
insanların en ümitlisi kötülüklerini anladığında onu
ortadan kaldırmaya koşan kimsedir.”[941]
20516. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini kınarsa onu
ıslah eder. Herkim de nefsini överse onu öldürür.”[942]
20517. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin ilacı, heva ve hevesden
sakınmak ve dünya lezzetlerinden uzak durmaktır.”[943]
20518. Zeyn’ul Abidin şöyle buyurmuştur:
“Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve
lütfunla tüm kötülükleri benden uzaklaştır; nimetinle beni besle;
kereminle beni ıslah et; ihsanınla beni tedavi et.”[944]
bak. 193. Konu,
el-Merakıbe, 200, er-Riyazet; ez-Zikr, 1340. Bölüm; el-Vere’, 4059. Bölüm;
et-Takva, 4161, 4164. Bölümler; el-Hisab, 832. Bölüm
20519. Resulullah (s.a.a), kendisine, “Hakkı
tanımanın yolu nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Nefsi
tanımaktır…” O (soru soran kimse) şöyle sordu: “Nefsi
tanımanın yolu nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Nefis
karşısında haktan yardım dilemektir.”[945]
20520. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hamdı nimetlere, nimetleri şükre kavuşturan Allah’a
hamd olsun. Tıpkı belalarına hamd ettiğimiz gibi, nimetlerine
de hamd ederiz. Kendisine emredilenlerde yavaş davranan, nehyedilenlere
koşan nefsin şerrinden Allah’a sığınırız.”[946]
20521. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsim ve sizler karşısında Allah’tan
yardım diliyorum.”[947]
20522. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İşittiklerinizi
söylüyorum. Allah, bana ve size yardım edicidir! O bize yeter, O ne güzel
vekildir!”[948]
20523. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini tezkiye etmezse,
akıldan faydalanmaz.”[949]
20524. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini ıslah ederek
(hatalarını ve eksikliklerini) telafi etmezse, derdi ve
hastalığı ağır olur, dermanı güç olur ve (derdini
derman etmek için) bir tabib bulamaz.”[950]
20525. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendini tezkiye etmezse, çirkin
adetler onu rezil eder.”[951]
20526. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini terbiye etmezse, onu zayi
eder.”[952]
20527. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en acizi nefsini
islah etmekten aciz olandır.”[953]
20528. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en acizi ayıp
ve eksikliklerini telafi edebildiği halde bunu yapmayan kimsedir.”[954]
20529. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini ıslah ederse, ona
musallat olur. Herkim de nefsini kendi haline bırakırsa onu helak
eder.”[955]
20530. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim ayıplarını ve
kusurlarını araştırmazsa, heva ve hevesi ona galip gelir.
Herkimin de eksikliği olursa, ölüm kendisi için daha iyidir.”[956]
20531. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim nefsini kendi haline bırakırsa,
işi zayi olur.”[957]
20532. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim sevdiği şeylerde nefsini
kolay tutarsa, nefsi serbest bırakırsa, sevmediği şeyler de
onu sıkıntı ve zahmete düşürür.”[958]
20533. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kendini ıslah etmeyen kimse,
başkalarını nasıl ıslah edebilir!?”[959]
20534. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yolu kaybeden kimse başkalarına
nasıl yol gösterebilir?!”[960]
20535. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine hıyanet eden kimse,
başkasının hayrını nasıl dileyebilir?!”[961]
20536. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendisine zulmeden kimse nasıl
adaletli davranabilir?!”[962]
20537. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini kendine itaat ettiremedikten
sonra, başkalarından itaat beklentisi içinde olma.”[963]
20538. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefislerinize, sizi zalimlerin yoluna
götüren ruhsatlar vermeyin ve nefislerinize karşı sizleri isyana
daldıracak şekilde yumuşak/gevşek davranmayın.”[964]
20539. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin isteklerine uymada ve dünya
lezzetlerini seçmede nefsine izin verme ki dinini bozar, düzelmez, nefsin zarar
görür ve fayda görmez.”[965]
20540. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini yüce tutarsa, onu
günahlarla hor kılmaz.”[966]
20541. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini yüce tutarsa, nefsani
istekleri gözünde değersiz kalır.”[967]
20542. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini yüce tutarsa, dünya
gözünde küçülür.”[968]
20543. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim nefsini yüce tutarsa, çok az
muhalefet gösterir.”[969]
20544. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zorluklar ve musibetler yüce nefisleri
etkileyemez.”[970]
20545. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Masraflar, yüce nefse ağır
gelmez.”[971]
20546. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsin afeti, dünyaya
bağlanmaktır.”[972]
20547. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Afetin başı lezzetlere
vurulmaktır.”[973]
20548. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bedene hizmet etmek, talep ettiği
lezzetleri, istekleri ve hoşlukları kendisine temin etmendir ve bu da
nefsin helak olmasına neden olur.”[974]
20549. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nefsini heva ve hevesiyle salıverme
ki nefsin hevası helak olmasına neden olur. Nefsi, heva ve hevesiyle
salıvermek dert ve sıkıntı sebebidir. Nefsi heva ve
isteklerinden alı koymak ise onun tedavi nedenidir.”[975]
520. Konu
en-Nifak
Nifak
F
Bihar, 72/172, 103. bölüm; en-Nifak
F
Bihar, 75/202, 63. bölüm; zu’l-Lisaneyni ve
zu’l-Vecheyn
F
Kenz'ul-Ummal, 1/367; Sıfat’ul-Munafık
F
Kenz'ul-Ummal, 3/567, 838; zu’l-Vecheyni ve
zu’l-Lisaneyn
bak.
F
el-İmamet, 170. bölüm; el-Huşu, 1025. bölüm;
ez-Zikr, 1340. bölüm; el-İslam, 1880. bölüm; el-Emsal, 3611. bölüm
Kur’an:
“Allah’a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı
oldukları için O’nunla karşılaşacakları güne kadar
Allah kalplerine nifak soktu.”[976]
20550. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nifak imanı bozar.”[977]
20551. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nifak şirkin kardeşidir.”[978]
20552. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nifak küfrün ikizidir.”[979]
20553. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nifak ilk önce siyah bir nokta olarak ortaya çıkar ve nifak
çoğaldıkça o nokta büyür ve nifak kemal derecesine erişince kalp
tümüyle kararır.”[980]
bak. Ez-Zenb,
1378. Bölüm
20554. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nifak hasletlerin utancıdır.”[981]
20555. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zahiren muvafık, batınen ise
münafık olan kimse ne de çirkindir.”[982]
20556. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki yüzlü olmak, insan için ne de
çirkindir.”[983]
20557. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hıyanet nifakın
başıdır.”[984]
bak. Er-Riya,
1406. 1407. Bölümler
20558. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanın nifakı kendisinde
hissettiği zilletten kaynaklanmaktadır.”[985]
20559. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nifak zilletin ocağıdır.”[986]
20560. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yalan nifakla sonuçlanır.”[987]
bak. El-Kizb,
3462. Bölüm; el-Kibr, 3439. Bölüm
20561. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafık kendisine karşı
töleranslı olur. İnsanları ise kınar.”[988]
20562. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın sözü güzel,
amelleri ise deruni hastalıktır.”[989]
20563. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın dili sevindirir,
kalbi zarar verir.”[990]
20564. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafık, utanmaz ahmak ve bedbaht
bir dalkavuk.”[991]
20565. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafık hilekar, zarar verici ve
şüphecidir.”[992]
20566. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafık müminlerin saadet sebebi
olan şeylere rağbet duymaz. Mutlu kimse takva öğütünden ders
alır, her ne kadar muhatabı olmasa da takva öğüdünden ders
alır.”[993]
20567. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Münafık söz verdiğinde sözünde durmayan kimsedir.
Münafık bir iş yaptığında onu ifşa eder.
Konuştuğunda yalan söyler, kendisine bir şey emanet
edildiğinde ona ihanet eder. Kendisine rızık verildiğinde
şımarır ve rızık verilmediğinde ise kin ve
düşmanlığa yönelir.”[994]
20568. İmam
Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münafık nehyeder ama kendisi nehyi
kabul etmez. Emreder ama kendisi amel etmez. Namaza durduğunda sağa
sola bakar. Rukuya gidince kendisini koyun gibi yere döşer (yani rukudan
sonra durmaz ve o haliyle secdeye kapanır) secdeye varınca (tıpkı
kuşlar gibi) gagasını yere vurur, oturduğunda ise yarı
kalkmış bir halde oturur, akşam olduğunda oruçlu
olmadığı halde sürekli yemek yemeyi düşünür. Gündüz vakti
geceyi ibadetle geçirmediği halde sürekli yatmayı dert edinir,
eğer sana bir söz söylerse yalan söyler. Sana bir vaatte bulunursa vadinde
durmaz, ona güvenecek ve kendisine bir emanet verecek olursan ona ihanet eder
ve ona muhalefet edecek olursan arkandan seni kötüler.”[995]
20569. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafık kimse baktığında oyalanmak için bakar,
sustuğunda gaflet eder, konuştuğunda boş konuşur,
zengin olduğunda isyan eder, bir bela ile
karşılaştığında feryat eder, çabuk öfkelenir, geç
hoşnut olur, Allah’ın az verdiğinden hoşnutsuz kalır,
Allah’ın çok verdiğinden de hoşnut olmaz, bir çok kötülüğe
niyetlenir, ondan bir miktarını yapar ve yapmadığı
kötülükler sebebiyle de üzülür.”[996]
20570. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın gözleri kendi
elindedir. İstediği gibi ağlar.”[997]
20571. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin ağlaması, kalbinden,
münafığın ağlaması ise başındandır.”[998]
20572. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimin münafıklarından
çoğu Kur’an okuyanlardır.”[999]
20573. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dört şey nifakın
alametlerindendir: Kalp katılığı, gözün
ağlamaması, günahlar hususunda ısrar ve dünya hususunda ihtirasa
kapılmak.”[1000]
20574. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın nişanesi
üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, vaad ettiğinde vefa göstermez
ve kendisine itimat edildiğinde hıyanet eder.”[1001]
20575. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bu dört haslet her kimde bulunursa
münafıktır, eğer onlardan biri onda bulunursa, onu terk edinceye
kadar nifaktan bir haslet üzeredir: Konuştuğunda yalan söyler, söz
verdiğinde sözünde durmaz, sözleştiği zaman ahdini bozar,
çatıştığı zaman hakkı çiğner.”[1002]
20576. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dört haslet kimde bulunursa, salt
münafıktır ve herkimde de onlardan biri bulunursa, onu terk edinceye
kadar nifaktan bir haslet üzeredir: Kendisine itimat edildiğinde
hıyanet eder, konuştuğu zaman yalan söyler,
ahitleştiği zaman ahdini bozar ve düşmanlık ettiği
zaman hakkı çiğner.”[1003]
20577. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç haslet kimde bulunursa, her ne
kadar oruç ve namaz ehli olsa ve kendini Müslüman kabul etse de münafıktır:
Kendisine itimat edildiğinde hıyanet eder, konuştuğu zaman
yalan söyler ve söz verdiği zaman sözünde durmaz. Nitekim aziz ve celil
olan Allah da kendi kitabında şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah hainleri sevmez.” Ve hakeza şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah’ın laneti yalancılardan ise onun üzerinedir” Hakeza
şöyle buyurmuştur: “Bu kitapta İsmail’i an, şüphesiz o
sözünde sadık idi ve de resul ve nebi idi”[1004]
20578. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Münafıkta üç nişane
vardır: Konuştuğu zaman yalan söyler, vaad ettiği zaman
sözünde durmaz ve kendisine itimat edildiği zaman hıyanet eder.”[1005]
20579. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın nişanesi üç
şeydir: Konuştuğu zaman yalan söyler, vad ettiği zaman
sözünde durmaz ve kendisine itimat edildiği zaman hıyanet eder.”[1006]
20580. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın üç nişanesi
vardır: Dili kalbiyle uyuşmaz, kalbi ameliyle ve zahiri
batınıyla uyuşmaz.”[1007]
20581. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müğnafığın kendisiyle
tanındığı bir takım alametleri vardır:
Selamı lanettir, oburdur, ganimete el uzatır, camilere zorlama ve
riya ile yaklaşır, namazı en son vaktinde kılar, kendisini
üstün görür, öyle ki hiç kimseyle ülfet ve ünsiyet edinmez ve hiç kimse de
onlarla ülfet edinmez. Geceleyin kuru ağaç gibi (yatağa) düşer,
gündüz ise sesini tartışarak yükseltir.”[1008]
Kur’an:
“Doğrusu münafıklar Allah’ı
aldatmağa çalışırlar, oysa O, onlara aldatmanın ne
olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara
gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az hatıra getirirler. Ne onlarla,
ne de bunlarla, ikisi arasında bocalayıp durmaktalar. Allah’ın
saptırdığı kimseye yol bulamazsın.”[1009]
bak. Bakara 8, 20, Al-i İmran, 167, 168; Nisa,
61, 138, 145; Ankebut, 10, 11; Muhammed, 30, Mücadele, 14, 16
20582. İmam Ali (a.s),
münafıkların sıfatlarını beyan ettiği bir
hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Münafıklardan
çekinmenizi tavsiye ederim. Onlar saptırıcı
sapıklardır ve hata işleyip insanı hataya sevk edenlerdir.
Renkten renge giren, her türlü entrikayı çeviren, her yoldan sizi
kasteden, her gözetleme yerinde sizi gözetleyenlerdir. Kalpleri hasta,
zahirleri ise temizdir. Sinsi sinsi yürür, görünmeden gizlice hareket ederler.
Nitelendirmeleri deva, sözleri şifa (gibi görünür), ama
yaptıkları işler, dermansız bir derttir., Ferahlıkta
olanı çekemezler, belaya düşenin beter olmasını isterler,
ümitli olanları ümitsiz kılarlar. Onlar her yolda bir ölü, her kalpte
bir yol ve her musibette akıtacak gözyaşı olan kimselerdir.
Birbirlerine övgüyü borç verirler ve karşılığını
beklerler. İstedikleri zaman istediklerinde ısrar eder,
kınadıkları kişinin sırrını yayar,
hükmettikleri zaman haddi aşıp, aşırı giderler. Onlar
her hakka karşı batıl, her doğruya karşı eğri,
her canlıya karşı bir katil, her kapıya bir anahtar, her
geceye karşı bir lamba hazırlamışlardır.
Ümitsizliklerini açığa vurarak arzularına ulaşmak,
pazarlarını canlı tutmak ve eşyalarını böylece
pahalı satmak isterler. Konuştuklarında hak ve batılı
birbirine karıştırırlar, bir şeyi nitelendirince
kandırırlar, yolu önce kolay gösterirler, dar geçitlerinde
çıkmaza sürüklerler. Onlar şeytanın cemaati, ve ateşin
alevleridir. “İşte onlar şeytanın hizbidir; en çok
hüsrana uğrayanların işte o şeytanın hizbi olduğunu
bilin.”[1010]
20583. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafık kendisini yalanla süsler.”[1011]
20584. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafıkların adeti huy ve
ahlakı değiştirmektir (her an renkten renge bürünür.)”[1012]
20585. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın ilmi dilinde,
mümünin ilmi ise amelindedir.”[1013]
20586. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fazla uzlaşmak nifakın
nişanesidir. Fazla muhalefet göstermek de düşmanlığın
alametidir.”[1014]
20587. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münafığın takvası
sadece dilinde gözükür.”[1015]
20588. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ahiret işini dünyaya erişme
vesilesi kılma. Bu geçici dünyayı ahirete tercih etme. Zira bu
iş münafıkların hasleti ve dinden
çıkmışların ahlakıdır.”[1016]
20589. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mü’minin dili, kalbinin arkasında; münafığın
kalbi ise dilinin arkasındadır.”[1017]
20590. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin zahiri batınıyla
uyuşmazsa, herkim olursa olsun münafıktır.”[1018]
20591. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bedenin huşusu kalbin
huşusundan üstün ise bu bize göre nifaktır.”[1019]
20592. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bu kılıcımla, bana
buğzetmesi için mümin kimsenin burnuna vursam bile yine bana
buğzetmez. Bütün dünya malını, beni sevmesi için
münafığın başına döksem yine de beni sevmez. Bu takdir
edilmiş ve Ümmi Nebi’nin (s.a.a) diliyle de söylenmiş bir hükümdür.
Zira o şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Mümin sana buğzetmez,
münafık da seni sevmez.”[1020]
20593. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan nifakı en açık olan kimse Allah’a itaat
etmeyi emrettiği halde bununla amel etmeyen ve günahtan
sakındırdığı halde bundan sakınmayan kimsedir.”[1021]
20594. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlardan nifakı en açık olan kimse Allah’a itaat
etmeyi emrettiği halde bununla amel etmeyen ve günahtan
sakındırdığı halde kendisi sakınmayan kimsedir.”[1022]
20595. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ben ümmetim için mümin ve müşrikten
korkmuyorum. Zira mümini imanı (islam toplumuna zarar vermekten) engeller.
Müşriği de küfrü helak eder. Ama benim sizler için korkum güzel
konuşan münafıktır. Zira o sizin inandığınız
sözleri söyler ve sizin inanmadığınız işleri yapar.”[1023]
20596. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizler için en büyük korkum, benden sonra
güzel konuşan münafığın varlığıdır.”[1024]
20597. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Şüphesiz Allah Resulü bana şöyle buyurdular: “Ümmetim
için müminden ve müşrikten korkmam; çünkü Allah, mümini imanı
nedeniyle korur, müşriki de şirki yüzünden kahreder. Fakat sizin için
kalbiyle münafık, sözleriyle alim kimseden korkuyorum.O
inandığınız şeyleri söyler, inkar ettiğiniz
işleri yapar.”[1025]
bak. El-Ummet,
127, 128. bölümler
20598. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nifak dört temel üzere kuruludur: Heva ve
heves, lakaytlık[1026],
öfke ve tamah
Heva ise dört kol
üzeredir: Zulüm, tecavüz, şehvet ve tuğyan. Herkim zulm ederse
sıkıntıları çoğalır, yalnız kalır ve
yardım edilmekten çekinilir.[1027]
Herkim tecavüz ederse kötülüklerinden güvende olunmaz, kalbi salim olmaz,
nefsani istekleri karşısında sakınmaz, herkim de
şehvetini dengelemezse, aşağılıklara dalar. Herkim de
tuğyan ederse, bilerek[1028]
veya hiçbir delil olmaksızın sapar. Lakaytlık ise dört kol
üzeredir: Gaflet ve gurur, arzu, korku ve bahane peşinde koşmak.
Bunun sebebi de şudur ki korku haktan alı koyar, bahane peşinde
koşmak ecel gelip çatıncaya kadar amelde kusur etmeye sebep olur.
Eğer arzu olmasaydı insan işinin hesabını bilirdi.[1029]
Eğer işinin
hesabını bilseydi korkudan ve vahşetten anında ölürdü.
Gaflet ve gurur ise insanı amelden alıkoyar.
Gazap ise dört kol
üzeredir: Kibir böbürlenmek, taassup[1030] ve
asabiyet. Herkim kendini üstün görürse, hakka sırt çevirir, herkim
başkalarına karşı böbürlenirse haktan sapar ve günaha
düşer. Herkim de taassup ederse günahlar hususunda ısrar eder. Herkim
de asabiyete saplanırsa, hak yoldan sapar ve batıla yönelir. O halde
neticesi hakka sırt çevirmek, günah etmek, günahlar hususunda ısrar
ve doğru yoldan sapmak olan haslet ne de çirkin bir haslettir.
Tamah ise dört kol
üzeredir: Sevinç, sarhoşluk, inat ve biriktirmeyi sevmek. Allah nezdinde
fazla sevinmek güzel değildir. Sarhoşluk
(şımarıklık) ise kendini beğenmektir.
İnatçılık ise insanı günahların yükünü yüklenmeye
sevkeden bir beladır. Çok biriktirmeyi sevmek ise oyalanmak, oyun,
sıkıntı, aşağılık olan bir şeyi (yani
dünyayı) daha iyi olan bir şeye (yani ahirete) tercih etmektir.
İşte bu nifakın temelleri ve kollarıdır.”[1031]
bak. El-Kufr,
3469. bölüm
20599. Abdurrahman b. Hammad merfu olan bir
hadiste şöyle diyor: “Allah Tebareke ve
Teala İsa b. Meryem’e şöyle buyurmuştur: “Ey İsa! Dilin
gizli ve açıkta bir olsun. Hakeza kalbinde bir olsun. Ben seni nefsinden
sakındırıyorum ve bil ki ben herşeyden çok haberdarım.
İki dil bir ağıza yapışmaz, iki kılıç bir
kına sığmaz. İki kalp bir göğüste yer almaz. Zihinler
de işte böyledir.”[1032]
20600. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki yüzlü ve iki dilli olan kimse ne
de kötü bir kuldur. Kardeşinin huzurunda onu över, gıyabında onu
yerer, eğer ona bir nimet verilirse, ona haset eder. Eğer bir
sıkıntı ortaya çıkarsa, onu yalnız bırakır.”[1033]
20601. İmam Kazım (a.s), Hişam’a
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
Hişam! İki dilli ve iki yüzlü olan kul ne de kötü bir kuldur! O
kardeşinin huzurunda onu över, gıyabında onu kötüler
(gıybetini eder), ona bir nimet verilirse, haset eder. Eğer bir
belaya uğrarsa onu yalnız bırakır.”[1034]
20602. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötüleyen ve ayıp peşinde
koşan kul ne de kötü bir kuldur. İnsanın önünde bir şekilde
olur, arkasında ise başka bir şekilde.”[1035]
20603. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah kıyamet günü üç kişiye
bakmaz, onları temizlemez ve onları elim bir azap beklemektedir:
…Önünde dostluk izharında bulunan ama arkanda kalbi aldatma ile dolu olan
kimse.”[1036]
20604. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim mümin kardeşini önünde över,
arkasında da kötülerse, sürekli aralarındaki hürmeti kesmiş
olur.”[1037]
20605. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötüsünün iki
yüzlü olduğunu bulursun. Bu grubun karşısına bir yüzle
gelir, o grubun karşına da başka bir yüzle giren kimse.”[1038]
bak.
Vesail’uş Şia, 8/581, 143. Bölüm
Kur’an:
“Münafık erkek ve kadınların
müminlere “Bizi de gözetin; ışığınızdan
faydalanalım” dedikleri gün, onlara: “Ardınıza dönün de
ışık arayın” denir; iman edenlerle münafıklar
arasına, kapısının içinde rahmet ve dışında
azâb olan bir sur çekilir.” [1039]
“Allah, münafık erkek ve kadınlara ve
küfredenlere, ebedi kalacakları cehennem ateşini
hazırlamıştır. O, onlara yeter. Allah lânet etsin! Onlara
devamlı azâb vardır.”[1040]
“Doğrusu münafıklar cehennemin en alt
tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın.”[1041]
20606. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü ikiyüzlü kimse bir dili boynunun arkasından ve
bir dili de önden asılı olmak üzere gelir. Bu dilleri bedenini saran
alevler içinde yanar ve daha sonra ona şöyle denir: “Bu dünyada iki yüzlü
ve iki dilli olan kimsenin durumudur.” O kıyamet günü bu şekilde
tanınır.”[1042]
20607. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim insanlarla bir yüzle
karşılaşır ve başka bir yüzle de onları
ayıplarsa, kıyamet günü ateşten iki dille haşrolur.”[1043]
20608. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyada ikiyüzlü olan kimse kıyamet günü de ateşten oaln iki
yüzle haşrolur.”[1044]
20609. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Herkim iki dilli olursa, Allah kıyamet günü
onun için ateşten iki dil karar kılar.”[1045]
20610. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İki haslet münafığın
vücudunda yoktur: İyi bir metot ve dinde anlayış”[1046]
20611. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki haslet münafıkta bir araya
gelmez: İyi bir metot ve sünnette anlayış.”[1047]
20612. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah güzel metodu din
anlayışını ve güzel ahlakı asla münafık ve
fasığın vücudunda bir araya toplamaz.”[1048]
20613. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“benim münafık olmamdan korkulur mu?” diye arzeden birine şöyle
buyurmuştur: “Gündüz veya gece evinde yalnız iken
namaz kılıyor musun?” o şöyle dedi: “Evet” İmam şöyle
buyurdu: “Kimin için namaz kılıyorsun?” O şöyle dedi: “Aziz ve
celil olan Allah için.” İmam şöyle buyurdu: “O halde
başkası için değilde, Allah için namaz kılıyorsan,
nasıl münafık olabilirsin?”[1049]
20614. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bana ve Ehl-i Beytime salavat göndermek
nifakı ortadan kaldırır.”[1050]
20615. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bana yüksek sesle salavat gönderiniz,
zira salavat nifakı ortadan kaldırır.”[1051]
Kur’an-ı
Kerim münafıklar konusuna büyük bir önem vermekte, münafıkların
ahlaki rezaletlerini, yalanlarını, hilelerini, desiselerini,
fitnelerini ve Peygamber (s.a.a)
Müslümanlar aleyhine hazırladıkları komploları
hatırlatarak şiddetle onlara saldırmaktadır. Kur’an’ın
örneğin Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, Enfal, Tevbe, Ankebut,
Ahzab, Fetih, Hadid, Haşr, Münafikun ve Tahrim gibi surelerinde defalarca,
münafıklardan bahsedilmiştir.
Allah kendi
kelamında münafıklara en şiddetli tehditlerde bulunmuştur.
Örneğin kalplerinin mühürlenmesi, kulaklarına ve gözlerine perde
çekilmesi, nurlarının giderilmesi, hiçbir şeyi ve hiçbir yolu
görmeyecekleri bir şekilde karanlıklara salıverilmeleri gibi
hususlarla tehdit edilmişlerdir. Bunlar bu dünyada kendilerine verilen
vaadlerdir. Ama ahiret için kendilerine verilen vaadler ise, münafıkların
cehennemin en alt tabakasında yer almalarıdır.
Bütün bunlar da
münafıkların komploları, çeşitli desiseleri, hileleri ve
düzenleri sebebiyle, İslam ve müslümanlara ulaşan musibetler ve
zorluklar sebebiyledir. Onların Allah’ın dinine
yaptıklarını ne müşrikler yapmışlardır, ne
yahudiler ve ne de Hıristiyanlar. Onlar hakkında Allah-u
Teala’nın Peygambere şöyle buyurmuş olması yeterlidir: “Onlar
gerçek düşmanlardır, o halde onlardan sakın”[1052]
Münafıkların
komplo ve desiselerinin etkileri, peygamberin (s.a.a) Medine’ye hicretinin ilk yıllarında
ortaya çıktı. Bir görüşe göre hicretin altıncı
ayının başlarında nazil olan Bakara suresinde
münafıklardan söz edilmiştir, ardından daha sonra nazil olan
surelerde bu grup zikredilmiş, onların komplo ve desiselerine
işaret edilmiştir. Örneğin, müslümanların üçte birini
teşkil ettikleri halde Uhud günü İslam ordusundan
ayrılmaları, Yahudilerle antlaşma imzalamaları, onları
müslümanların aleyhine tahrik etmeleri, Mescid-i Dırar’ı bina
etmeleri, ifk olayını uydurma ve yaymaları, su verme
olayında fitne çıkarmaları, Akabe macerası ve benzeri bir
çok hilelere başvurmaları gibi. Bunun benzeri bir çok olaylara da
çeşitli ayetler işaret etmiştir. Münafıkların fesat
çıkarma işi ve Peygamberin (s.a.a) aleyhine sergiledikleri kötü
tavırlar, öyle bir yere vardı ki sonunda Allah onları tehdit
ederek şöyle buyurdu: “Münafıklar, kalplerinde hastalık
bulunanlar ve şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan
vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra
çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar. Lanetlenmiş olarak, nerede
bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler.”[1053]
Elimizde mevcut bulunan bir çok rivayetlerde de yer aldığına
göre Abdullah b. Ubey b. Selul ve münafık olan arkadaşları,
Peygamberin (s.a.a) aleyhine olay yaratanlar, Peygamber için kötü sonuçlar
bekleyenler ve müminlerin de onları açıkça
tanıdığı bu kimseler Müslümanların neredeyse üçte
birini teşkil ediyorlardı. Bunlar Uhud günü müminleri yalnız
bırakıp onlardan ayrılanlar, Medine’ye geri dönenler ve
şöyle diyenlerdi: “Eğer savaşmayı bilseydik, şüphesiz
size uyardık.” Bunlar Abdullah b. Ubey ve onun
arkadaşlarıydı.
Bu yüzden
bazıları nifak olayının İslam’ın Medine’ye
girişiyle başladığını ve Peygamberin (s.a.a)
vefatına kadar sürdüğünü zikretmişlerdir. Bu, müfessirlerden bir
grubun görüşüdür. Ama Peygamber (s.a.a) zamanındaki olayları
incelediğimizde, Peygamberin vefatından sonra çıkan fitnelere
dikkatlice baktığımızda ve toplumun etkili ve faal
tabiatına teveccüh edildiğinde, bu görüşün gevşekliği
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Zira: Evvela hicretten önce
Mekke’de Peygambere inanan kimselerin vücudunda nifak ve iki yüzlülüğün
olmadığını ispat eden bir delil mevcut değildir.
Elbette bazıları Peygamber (s.a.a) ve müslümanların Mekke’de
hicretten önce fazla bir nüfuz ve kudrete sahip olmadığını
ve halkın onlardan korkmasının ve dolayısıyla da bu
korku sebebiyle veya mal ve makam elde etme ümidiyle zahiren iman tezahüründe
bulunmalarının ve İslam’ı, Müslümanlara
yakınlaşmak için bir araç kılmalarının anlamsız
olduğunu söyleyebilirler. Zira o zamanlar bizzat müslümanların
kendisi baskı ve zulüm altında idiler ve Kureyş büyükleri ile
Müslümanların düşmanı ve hakkın muhalifi olan Mekke’li müşriklerin
eliyle işkence görüyorlardı. Ama Peygamber Medine’ye hicretten sonra
bunun tam tersi bir duruma sahip olmuştur. Zira Peygamber (s.a.a)
Medine’ye hicret edince Evs ve Hazrec kabilesinden dostlar edinmiş ve
onların etkili ve güçlü şahsiyetlerinden kendilerini ve ailelerini
savundukları gibi onu da savunacaklarına dair söz
almıştı. Ayrıca İslam Medine’deki evlerin çoğuna
girmişti. Bu yüzden Resulullah (s.a.a) onların yardımıyla,
iman etmeyen, şirkinde baki kalan kimselere hakim olabilirdi. Açıkça
müslümanlara muhalefet edemeyen ve şirklerini ortaya koyamayan bu
azınlık müslüman olduklarını izhar ederek, kendilerini her
türlü zarardan korudular. Bu yüzden de zahiren İslam’ı kabul
ettiklerini ifade ettiler. Ama hakikatte aynı şekilde kafir idiler ve
de Müslümanların aleyhinde her türlü komplo ve desiseye
bulaşıyorlardı.
Bu söz bir yere
kadar doğrudur, ama kamil değildir. Zira muhalif bir güç ve kudretten
korkmak, bil fiil bir mal ve makama ulaşma ümidi içinde olmak, tek
başına nifakın sebebi değildir ki bunlar
olmadığı taktirde nifakın da olamayacağını söyleyelim.
Zira bir çok defa toplumda bir grubun her davetçiye uyduğunu, her sesin
etrafına toplandığını, muhalif, musallat ve ezici
güçlerin muhalefetine itina göstermediklerini, her türlü tehlikeyle birlikte
yaşadıklarını, yollarına devam ettiklerini görmekteyiz.
Bunlar bir gün başarılı olacakları ve kendi hedeflerine
ulaşacakları ümidini taşımaktadırlar. Böylece
bağımsız olarak insanlara hakim olacak, toplumun idaresini
bizzat üstlenecek, başkalarına efendi olacaklardır. Peygamber’in
(s.a.a) kavmini davet anında bizzat, iman edip kendisine uydukları
taktirde, yeryüzüne hükmedeceklerini hatırlattığını da
biliyoruz.
O halde
Peygambere iman eden kimselerin zahirde Peygamberin dinine uymaları ve bu
yolla da kendi arzularına, yani hakimiyet, riyaset ve önderliğe
ulaşacakları ümidini taşımaları aklen mümkündür.
Şüphesiz ki bu tür nifakın etkileri olay çıkarmak, İslam ve
müslümanların aleyhine komplo düzenlemek ve dini bir topluma zarar vurmak
değildir. Aksine bunun gereği, mümkün olduğu kadar,
İslam’ı güçlendirmelerini, İslam’ı savunma yolunda mal ve
makamlarını terk etmelerini, böylece işlerin düzelmesini,
onların İslam’dan faydalanması için ortamın
oluşmasını ve böylece de bunu kendi şahsi menfaatleri
yolunda kullanmalarını gerektirmektedir.
Elbette böyle
münafıklar, hedef, riyaset isteği ve sulta arzusu ile uyumlu olmayan
bir takım nişaneler bulduklarında, hilekar bir şekilde ona
muhalefet etmekte ve zıddiyet içine girmektedirler. Böylece olayı
kendilerinin aşağılık hedeflerine ulaşacak bir yola
koymaktadırlar. Aynı zamanda bazı müslümanların kendi
dinlerinde şüphe içinde olmaları ve dininden dönmeleri de mümkündür.
Ama onlar bu irtidatlarını gizleyebilirler. Nitekim Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Bu onların iman
etmesi, sonra da kafir olması sebebiyledir.”
Hakeza bu gerçek şu ayetin ifadesinden de açıkça
anlaşılmaktadır: “Ey iman
edenler! Sizden herkim dininden dönerse, çok yakında Allah (onların
yerine) bir topluluk getirir.”[1054]
Mekke’nin
fethedildiği gün iman eden müşriklerin çoğunun imanı
sadakat ve ihlas üzere değildi. Davet yıllarının
olaylarına dikkat eden bir kimse, müslümanların ordusunun
yoğunluğu ve Mekke’nin fethedildiği günde, kafirlerin
başında parıldayan kılıçlar olmadığı
taktirde şüphesiz Mekke ve etrafındaki kafirlerin –özellikle de
Kureyş’in büyükleri ve önde gelenleri- Peygambere iman etmeyeceğini
açıkça anlar o halde bu grubun
kalplerinde ve canlarında iman ve ihlas nurunun olduğunu, hepsinin
isteyerek ve rızayet içinde Allah’a iman ettiklerini ve vücutlarında
asla nifaka yer olmadığını söylemek nasıl mümkün
olabilir?
İkinci
olarak nifak olayı, Peygamberin (s.a.a) vefatına yakın bir
zamana kadar da devam etmiştir. Peygamberin vefatından sonra da
kesilmiştir, demek doğru değildir. Elbette Peygamberin
vefatı ve hilafetin teşkili ile münafıklardan haber verme
olayı kesilmiş, etkileri ortadan kalkmış ve önceden gözüken
muhalefet nişaneleri, komplolar, uğursuz ve
aşağılık oyunlar artık ortaya
çıkmamıştır.
Ama acaba bütün
bu iş Peygamber’in (s.a.a) vefatıyla münafıkların
İslam’a girme başarısını elde ettiği, hepsinin
halisane bir şekilde iman ettiği ve Peygamberin hayatından
etkilenmeyen kalplerin Peygamberin vefatından etkilenmiş olması
sebebiyle miydi? Yoksa münafıklar Peygamberin vefatından önce veya
sonra İslam hükümetinin başlarıyla gizlice onlara engel olmamak
şartıyla kendi arzularına ulaşmak için anlaştılar
mı? Yoksa müslümanlar ile münafıklar tesadüfen mi
barıştılar, hepsi bir yolda karar kıldılar ve
aralarındaki sürtüşme de ortadan kalktı? Bu sorulara yeterli
cevap bulmak için Peygamberin (s.a.a) son zamanındaki hadiseler ve
vefatından sonra ortaya çıkan fitneler hakkında yeteri kadar
düşünmek belki de bizi açık bir cevaba hidayet edecektir.
Bu bölümde
zikrettiklerimiz, bu konuda araştırma yoluna bir işaret idi.”[1055]
Şöyle
diyorum: “Allame Tabatabai nifak hakkındaki sözünün devamında “Kalplerinde hastalık bulunanlar...”[1056]
ayetinin tefsirinde şöyle diyor:
“Bazı
müfessirlerin dediğine göre “İkiyüzlüler,
kalplerinde fesâd bulunanlar...” ayeti bütün
surenin Mekke’de nazil oluşuna ve nifakın Medine’de vücuda
gelişine teveccühen, hakikatte hicretten sonra meydana gelecek
olayları haber vermektedir. Elbette söz konusu surenin tümünün Mekke’de
nazil oluşu, rivayetler açısından kesin bir gerçeği ifade
etmektedir. Hatta bu konuda müfessirler arasında icma iddiasında
bulunulmuştur ve dolayısıyla da “Cehennemin
bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır”
ayetinin Medine’de nazil olduğunun söylenmesi yakin açısından
sabit olmamıştır. Sabit olduğunu varsaysak bile şahsi
bir görüştür ve de nifakın Medine’de vücuda geldiği ve bu ayetin
de onu haber verdiği esasına dayalıdır.
Ama
nifakın Medine’de meydana gelişi konusunda müfessirler ısrar
etmişlerdir ve de şöyle demişlerdir: “Peygamber ve müslümanlar,
hicretten önce o kadar güçlü, nüfuz ve kudret sahibi değillerdi ki, halk
onların korkusundan veya kendileri vasıtasıyla bir menfaat elde
edecekleri ümidiyle zahiren iman ettiklerini ifade etsinler ve
müslümanların safına katılsınlar ve batında ise
küfürleri üzerine baki kalsınlar. Yani tıpkı Müslümanların
hicretten sonra Medine’de meydana gelen durumun tam aksi söz konusudur.” Lakin
bu istidlal, nifak hakkındaki sözümüz çerçevesinde münafıkun
suresinin tefsirinde de işaret ettiğimiz gibi kamil ve kapsamlı
bir gerçek değildir. Zira nifakın illet ve sebebi sadece korku,
sakınma veya şu andaki menfaati elde etme beklentisine özgü
değildir. Aksine nifakın çok çeşitli sebepleri olabilir. Bunlar
biri de gelecekte bir menfaate erişmek, asabiyet, gurur ve vücudunda
kökleşen ve de insanın elçekmesinin mümkün olmadığı
adetler ve benzeri etkenler de olabilir.
Elbette
bizlerde, hicretten önce Mekke’de Peygambere iman eden kimselerden hiç kimsenin
vücudunda bu sebeplerden birinin olmadığı hususunda herhangi bir
delil söz konusu değildir. Aksine, bunlardan biri hakkında da
nakledildiği üzere, önce iman etmiş, daha sonra imanından
dönmüş, veya şek ve şüpheyle iman etmiştir. Ama daha sonra
da şek ve şüphesi ortadan kalkmıştır.
Nitekim Allah-u
Teala’da şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan:
“Allah’a inandık” diyenler vardır; ama Allah uğrunda bir ezaya
uğratılınca, insanların ezasını Allah’ın
azabı gibi tutarlar. Rabbinizden bir yardım gelecek olursa, and olsun
ki, “Doğrusu biz sizinle berâberdik” derler. Allah, herkesin kalbinde
olanları en iyi bilen değil midir? Allah elbette iman edenleri bilir
ve elbette ikiyüzlüleri de bilir.”[1057]
Bu
iki ayet Mekki olan Ankebut suresinde yer almıştır ve her ikisi
de Mekke’de nifakın varlığından söz etmektedir. Bu surenin
Mekki oluşunun yanısıra bu ayetin Allah yolunda eziyet ve
işkence görmeyi de kapsamış olması, bu iki ayetin Mekke’de
nazil olduğunun en açık delilidir. Zira Medine’de müslümanların
Allah yolunda işkence görmesi söz konusu değildi. “Eğer
Allah tarafından bir yardım gelirse”
cümlesinin önceki ayette yer alışı da bu ayetin Medine’de
indiğinin delili olamaz. Zira yardım ve galibiyet, peşin ve acil
fethin yanısıra, başka bir takım örnekleri de içermektedir.
Elbette
fitneden maksadın, hicretten sonra Mekke’de vücuda gelen bir olay
olması da mümkündür ve bu bizim görüşümüzle çelişmemektedir.
Zira hicretten sonra Mekke’de işkence görenler, daha sonra eziyet ve
işkence görmüş olsalar bile hicretten önce peygamber’e iman eden
kimselerdi. “İnsanlar içinde Allah’a, bir yar
kenarındaymış gibi kulluk eden vardır. Ona bir iyilik
gelirse yatışır, başına bir bela gelirse yüz üstü
döner”[1058]
ayetini de fitneden maksadın azap ve işkence olması ve de
surenin Medeni olması durumunda böyle bir yoruma tabi tutmak mümkündür. ”[1059]
521. Konu
el-İnfak
İnfak
bak.
F
226. konu, es-Seha; 292. konu, es-Sadaka; 500.
konu, el-Mal; 202. konu, ez-Zekat; el-Hacc, 700. bölüm; el-Hasret, 857. bölüm;
el-İlm, 2854. bölüm; el-Gına, 3117. bölüm; el-Emsal, 3622 ve 3623.
bölümler
Kur’an:
“Ey iman edenler! Alışverişin,
dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi
rızıklandırdığımızdan infak edin.
Küfredenler ancak zulmedenlerdir.”[1060]
Allah’a ve Peygamber’ine iman edin; sizi varis
kıldığı şeylerden infak edin; aranızdan, iman
edip da infak eden kimselere büyük ecir vardır.”[1061]
Bak. Bakara, 261-265, İnsan, 8
20616. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz bu malı Allah’a itaat
yolunda harcamak en büyük nimettir, onu günahlar yolunda harcaman ise en büyük
meşakkattir.”[1062]
20617. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Malının fazlasını
infak eden ve sözünün fazlasını engelleyen kimseye ne mutlu.”[1063]
20618. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ne mutlu nefsi ram, kazancı temiz, sırrı
(niyet ve itikadı) doğru ve ahlakı güzel olana; yine ne mutlu
malından fazla kalanı infak edene, dilini çok konuşmaktan
alıkoyana.”[1064]
20619. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizler elde ettiğinizi infak etmeye,
topladığınız şeyleri elde etmeye daha çok
muhtaçsınız.”[1065]
20620. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz sizler, fakirin sizden
aldığına ihtiyacından daha çok ihsan ettiğiniz
şeylerin neticesine muhtaçsınız.”[1066]
20621. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bağışladığınız
şeylerden elde ettiğiniz fayda, istekle sizden kendisine bir şey
ulaşan kimsenin elde ettiği faydadan daha çoktur.”[1067]
20622. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah kendisine bir mal
bağışladığı halde ondan sadaka vermeyen kimse
melundur, melundur!”[1068]
20623. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kıyametin yeri, müminin gölgesi
dışında tümüyle ateştir. Zira müminin sadakası
başına gölge eder.”[1069]
20624. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Allah yolunda bir dirhem verirse,
Allah ona yediyüz sevab yazar.”[1070]
20625. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sadaka Allah nezdinde gelişir.”[1071]
20626. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Karşılığında
daha fazlasını taleb etmek maksadıyla bir şey
bağışta bulunma!”[1072]
Bugün toplumsal,
iktisadi ve konuyla ilgili diğer araştırmalarda, toplumun
kendine özgü bir bütçeye olan ihtiyacı ve bu bütçenin genel ihtiyaçlar
yolunda harcanması, şüphe götürmeyen açık bir husus olarak
algılanmaktadır. Zira bir çok toplumsal ve iktisadi meseleler ve bu
cümleden bu konu (yani toplumun genel ve toplumsal harcamalara özgü bir bütçeye
olan ihtiyacı) önceki asırlarda halkın geneli tarafından
görmezlikten gelinmiştir. Bu konu hakkındaki duyum ise özel bir
fıtri algılamadan öteye geçmiyordu. Ama bugün özel ve genel herkesin
yakından tanıdığı sıradan bir iş haline
gelmiştir.
Ama İslam
toplumunun kimliğine oranla taşıdığı özel
bakış açısı, toplum ile ilgili yasadığı mali
kanunlar ve bunların yanısıra düzenlediği örgütlenmeler ve
yasalar bu konuda diğerlerinden hep önde olmuştur.
Kur’an-ı
Kerim toplumun, bir yerde toplanan, yepyeni bir kurum oluşturan fertlerden
oluştuğunu, onların toplum adında yeni bir kimlik
kazandığını, bu kimliğin bir insan bireyi gibi
varlık, ömür, hayat, ölüm, duygu, irade, güç, zayıflık, teklif,
kötülük etmek, iyilik etmek, mutluluk, şekavet ve benzeri şeylere
sahip olduğunu beyan etmektedir. Bütün bu hususiyetler hakkında
Kur’an’da bir çok ayetler nazil olmuştur ki biz defalarca geçen
konuların içinde bunlara işaret ettik.
İslam
şeriati kazançlardan ve mali faydalardan toplum için bir pay
ayırmıştır. Tıpkı farz sadakalar, zekat, ganimet
humsu ve benzeri hususlar gibi… İslam kanunları bu konuda yeni ve
eşsiz değildir. Aksine İslam’dan önceki kanunlar ve yasalar
arasında da Hamurabi kanunu, Antik Rum kanunları ve benzeri
şeyler de göze çarpmaktadır. Hatta her asırda, her millet ve
taife arasında da diğer kabilesel kanunlar bir yere kadar toplum için
ekonomik yönleri göz önünde bulundurmuştur. Zira toplum, her şekliyle
ve hangi aşamada olursa olsun, kendi beka ve gelişimi için mali
meselelere ihtiyaç duyduğunu hissetmektedir. Ama İslam dini bu
açıdan diğer kanunlar ve şeriatler ile farklılık
içindedir. Bu gerçek hedefe ve bu şeriatın kanunları yasamadaki
doğru görüşüne erişmek için, bu farklılıkları da göz
önünde bulundurmak gerekir. Bu farklılıklardan bazıları
şunlardır:
1-İslam
şeriati bu tür mali kanunları yasamada malikiyeti alma ve bu servetin
meydana geliş şekliyle yetinmiş, bundan öteye geçmemeiştir.
Başka bir ifadeyle belli şartlarda meydana gelen bir maldan, yani
ziraatten elde edilen tahıl ürünlerinden, veya ticaret ve benzeri
şeylerde elde edilen kardan hemen toplum için pay
ayırmıştır. Diğer payları ise sermaye ve iş
sahibine ait kabul etmiştir. Onun boynunda sadece toplumun
malını ve topluma ait olan malı geri çevirme hakkı
vardır.
Hatta “Yerde
olanların hepsini sizin için yaratan O’dur”[1073]
ve hakeza “Allah’ın geçiminize dayanak
kılmış olduğu mallarınızı, sefihlere
vermeyin”[1074]
gibi ayetlerden de anlaşıldığı üzere mal ve servet
vücuda geldiği ilk anda tümüyle topluma aittir. Daha sonra malik veya
iş sahibi olarak adlandırdığımız kimseye özgü
olmaktadır. Bundan bir pay da, yani zekat veya hums payı gibi önceden
olduğu gibi toplumun malikiyetinde baki kalmaktadır. O halde malik
olan fert, toplum adında diğer bir malikin boylamında bir malik
sayılmaktadır; onun yanısıra değil. Bu
tartışmanın bir bölümü söz konusu iki ayetin tefsirinde
geçmişti. Genel olarak İslam şeriatının
yasadığı zekat ve hums gibi mali haklar, gerçekte ortaya
çıkmış servette yasanmıştır. Toplumu da bireyle
buna ortak kılmış, sonra bireye kendine özgü malı,
meşru hakları yolunda harcaması için izin vermiştir. Bu
yolda toplumu tehdit eden genel tehlikeler dışında ona engel
olamaz. Toplumu tehdit ettiği durumda da sermayesinin bir bölümünü toplum
hayatını koruma yolunda harcamalıdır. Tıpkı
düşmanın saldırması, tahrik etme ve katliam yapma istemi
veya toplumun varlığını tehdit eden kuraklık ve
kıtlık gibi durumlarda…
Ama özel
şart ve durumlarda fertlere, mülklere, arazilere veya ticari mallara ait
olan mali haklar, örneğin, sınırlarda alınan gümrük
parası ve benzeri hususlar, İslam’ın resmen
tanıdığı hususlar değildir. Aksine, malik olan
kimsenin mal ve varlığında özgürlüğünü kısıtlayan
bir zulüm ve gasp sayılmaktadır. O halde hakikatte toplum sadece
kendine ait olan malî hakları almaktadır. Bu da o malın ortaya
çıktığı ilk andan itibaren ganimet ve fayda ile ilgilidir.
Öyle ki İslam fıkhında, bu detaylı bir şekilde
incelenmiştir. Burada toplum ferdin mülkünde ona ortaktır. Ama
malikiyet kesinleşince ve mülk malikin elinde karar
kılınınca, hiç kimse hiçbir şekilde ve hiçbir şartlar
altında malike engel olamaz ve onun bu konudaki özgürlüğünü
kısıtlayamaz.
2-İslam,
topluma özgü malları harcama hususunda da bireylerin halini toplumun hali
ölçüsünce göz önünde bulundurmuştur ve hatta İslam’ın
bakış açısından da anlaşıldığı
üzere bireylerin hali, toplumun haline tercih edilmiştir. Zira
örneğin bu zekatı sekiz kısma ayırmaktadır, sadece bir
payını Allah yoluna özgü kılmış, diğer
paylarını ise, fakirler, yoksullar, zekat
toplayıcıları, müellefet’ul-kulup ve benzeri bireyler için
ayırmıştır. Humsu da altı paya
ayırmıştır, sadece ondan bir payı Allah için
ayırmış, diğer payları ise, Peygambere, Peygamber’in
akrabalarına, yetimlere, fakirlere ve yolda kalanlara özgü
kılmıştır.
Bunun da sebebi
şudur ki fert toplumu vücuda getiren yegane unsurdur ve İslam’ın
temel ilekelerinden biri olan sınıfsal farklılıkları
ortadan kaldırmak, toplumun farklı güçleri arasında denge
oluşturmak ve toplumun parçaları ve erkanının
arasındaki itidali sabit kılmak, sadece bu parçaların –yani
bireylerin- durumunu islah etmek ve onların hayat
şartlarını birbirine yakın kılmakla mümkündür.
Topluma ait
varlık ve malları, milli kudret, genel süslemeler, görkemli saraylar,
büyük ve azametli binalar yapma yolunda harcamak ve zengin ile fakiri, güçlü
ile güçsüzü kendi haline bırakmak –ki günden güne birbirinden
uzaklaşacak ve sınıfsal uçurumlar vücuda gelecektir- uzun ve
kesin tecrübelerin de gösterdiği gibi hiçbir sorunu ve müşkülatı
halletmemekte, hiçbir fayda vermemektedir.
3-Müslüman bir
fert, boynuna olan farz bir malın haklarını, örneğin
zekatı, şahsen fakir ve yoksul kimselere ödeyebilir. Bu konuda hak
sahibi kimselere harcaması için veliyy-i emrin (Müslümanların hakimi)
veya temsilcisine vermesi gerekmemektedir. Bu da İslam’ın toplum bireylerine
tanıdığı özgürlüğe bir tür saygıdır. Bu
ferdi özgürlüğe saygının başka bir özgürlüğü de
Müslümanlardan her ferdin kafirlerden herhangi bir ferde eman verme
hakkının olmasıdır. Bir müslüman kafir birine eman
verdiği taktirde diğer müslümanlar veliyy-i emr, bu emanı
görmezlikten gelemez, ona saygı göstermek zorundadır.
Elbette veliyyi
emr –bu emanın İslam ve müslümanların maksatlarına
aykırı olduğunu gördüğü durumda- o müslüman bireyi bu
işten alıkoyabilir. Çünkü veliyyi emre itaat de farzdır. O birey
de bu tür bir eman vermekten vazgeçmelidir.”[1075]
Bak
El-İsraf, 1800. Bölüm
Kur’an:
“İnfak ettiğiniz iyi şey kendinizedir.”[1076]
20627. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiç kimsenin dünyasından ahireti için
infak ettiği şey dışında bir nasibi yoktur.”[1077]
20628. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dünyandan (ahirete doğru) önceden
gönderdiğin şey senindir. Kendinden geriye
bıraktığın şey ise düşmana aittir.”[1078]
20629. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakikatte malından sadece ahiretin
için önceden gönderdiğin miktarı senindir. Geride
bıraktığın miktarı ise varisinindir.”[1079]
20630. İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Hakikatte
dünyadan nasibin kendisiyle ahiretini islah ettiğindir. O halde hak
yolunda harca ve başkalarının hazinedarı olma!”[1080]
20631. İmam Ali (a.s), hakeza oğlu
Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Önünde
uzun ve aşılması zor bir yol olduğunu bil. Bu yolu kat
etmek, güzel bir şekilde istekli olmayı gerektirir. O halde, gücünün
yettiği kadar azık hazırla. Ama yükünün hafif olması gerek,
sırtına da gücünü aşan yükü yükleme, yoksa
ağırlığı altında ezilirsin. Yoksul kimselerden
kıyamet gününe kadar azığını yüklenecek ve
kıyamette ihtiyacın olacağı günde sana geri verecek birini
bulduğun zaman bunu ganimet bil, ona yükle, kudretin olduğu halde
çokça yardımda bulun. Belki, sonra yardım etmek istersin de
bulamazsın. Sen zenginken borç isteyene ganimet sayıp ver ki, o da
senin zorluk gününde karşılığını ödesin.”[1081]
20632. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz kul öldüğünde melekler
şöyle derler: “Önceden ne gönderdin?” İnsanlar ise şöyle derler:
“Geriye ne bıraktı?” O halde önceden bir şey gönderin ki size
ait olsun, hepsini geride kendinizden sonra için bırakmayın ki vebali
size olur.”[1082]
20633. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizden her biri kıyamet günü
rabbiyle konuşur, onunla Allah arasında hiçbir tercüman olmaz. O
halde insan önüne bakar ve önceden gönderdiği şey
dışında bir şey bulamaz, sağına bakar, önceden
gönderdiği şey dışında bir şey bulamaz, sonra
soluna bakar ve o zaman ateşi görür. O halde eğer yarım hurma
tanesiyle de olsa, kendinizi ateşten koruyunuz. Eğer sizden biri onu
da bulamazsa güzel sözle bu işi yapsın.”[1083]
20634. “Resulullah (s.a.a) ashabına
şöyle buyurmuştur: “Sizden hangi biriniz varisinin malını kendi malından
daha çok sever?” Ashap şöyle arzetti: “Ey Allah’ın resulü! Bizden
herkes kendi malını varisinin malından daha çok sever.”
Peygamber şöyle buyurdu: “Herkesin malı (ahiret için) önceden
gönderdiğidir. Varisinin malı ise kendisinden sonra geriye
bıraktığı maldır.”[1084]
Kur’an:
“De ki: “Doğrusu Rabbim, kullarından
dilediğinin rızkını hem genişletir ve hem de ona
daraltıp bir ölçüye göre verir; infak ettiğiniz her hangi bir
şeyin yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rızık verenlerin en
hayırlısıdır.”[1085]
20635. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnfak et ve mükafat göreceğine
dair yakin içinde ol.”[1086]
20636. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İlahi mükafata yakin eden, bağışta
cömert davranır.”[1087]
20637. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir mal, sadaka vermek sebebiyle
azalmamıştır. O halde bağışta bulunun ve
korkmayın.”[1088]
20638. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her güneş doğduğunda,
şüphesiz güneşin iki tarafına iki melek tayin edilmiştir.
Bu iki melek, yeryüzünde cin ve insanlar dışında her şeyin
duyduğu bir sesle şöyle seslenir: “Ey insanlar! Rabbinize doğru
geliniz. Zira az olup yeten şey, çok olup gafil kılan şeyden
daha iyidir.” Her güneş battığı zaman da iki tarafında
melek bulunur ve şöyle seslenir: “Ey Allah’ım! İnfak edenlere
mükafat ver ve esirgeyen kimseyi ise, bir an önce, yoksul kıl.”[1089]
20639. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki melek her Cuma akşamı
şöyle nida eder: “Ey Allahım! Her infak eden kimseye mükafat ver ve
her (infaktan) sakınan cimri kimseyi yoksul kıl.”[1090]
20640. İmam
Sadık (a.s) kendisine, Allah-u Teala’nın “infak ettiğiniz şey” ayetine işaret ederek infak
ettiği halde bir mükafat elde edemediğini iddia eden birisine
şöyle buyurmuştur: “Sen Allah’ın vaadinde durmadığını mı
hayal ediyorsun?” Ben, (o şahıs) şöyle arzettim: “Hayır”
İmam şöyle buyurdu: “O halde sebebi nedir?” Ben, şöyle arzettim:
“Bilmiyorum.” İmam şöyle buyurdu: Eğer sizden biri helal bir mal
elde eder ve hakkıyla infakta bulunursa bir dirhem dahi infakta
bulunduğu taktirde Allah mutlaka ona karşılığında
mükafat verecektir.”[1091]
20641. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz sadaka vermek borcu eda eder ve bereket vücuda getirir.”[1092]
20642. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice önceden gönderilen şeyin bedeli
geri gelir.”[1093]
20643. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Malını ahiretin için önceden
gönderdiğinde ve münezzeh olan Allah’ı geride kalanlarına varis
kıldığında önceden gönderdiğin şey sebebiyle
mutluluğa erişirsin. Allah da geride kalanların hakkında
iyi bir varis olur.”[1094]
20644. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kul, iyi bir şekilde sadaka
verdiğinde mutlaka Allah çocukları için iyi bir varis
olacaktır.”[1095]
bak. Ez-Zekat,
1578. Bölüm
Kur’an:
“Sizde olanlar tükenir ama, Allah katında olanlar
sonsuzdur, tükenmez. Sabredenlere ecirlerini, yaptıklarından daha
güzeli ile ödeyeceğiz.”[1096]
20645. Aişe
şöyle diyor: “Bir
koyun kestiler ve etini infak ettiler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
Geriye bir şey kaldı mı? “Aişe şöyle arzetti:
“Omuzları dışında hiçbir şey kalmadı.” Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Omuzları dışında her şey
baki kaldı!”[1097]
20646. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gözünün gördüğü ve kalbinin
istediği şeyi Allah için kıl ki ahiret ticareti de işte
budur. Zira Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Sizin nezdinizde
olan şey biter, Allah nezdinde olan şey ise baki kalır.”[1098]
20647. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Malından, (yok olmasıyla) sana öğüt veren
şey boşa gitmemiştir.”[1099]
20648. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Malını infak etmeyen kimseye o
mal rızık olmamıştır.”[1100]
20649. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz bu malı ve
varlığı bağışlamak (insan için) bir stoktur. Onu
saklamak ise fitne sebebidir.”[1101]
20650. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yok olan şeyi
bağışlayınız ki buna karşılık
kalıcı olan şeyi elde edesiniz.”[1102]
Kur’an:
“Ey iman edenler!
Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden
çıkardıklarımızdan infak edin; iğrenmeden
alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın.
Allah’ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.”[1103]
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe
iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah
onu bilir.”[1104]
20651. Muammer b. Hellad şöyle diyor: “Ebu’l-Hasan
Rıza (a.s) yemek yediği zaman kendisine bir tabak getiriyorlar ve
sofranın kenarına koyuyorlardı. İmam kendisi için
getirdikleri yiyeceğin en güzelinden bir miktar alıyor ve o
tabağa koyuyor ve sonra da onu fakirlere vermelerini emrediyordu. Sonra da
şu ayeti tilavet buyuruyordu: “Ama o, zor geçidi aşmaya
girişemedi.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Aziz ve celil
olan Allah her insanın bir köle azad etme gücüne sahip
olmadığını biliyordu. Bu yüzden de onlara (başka
yoldan) cennete ulaşmak için yollar karar kılmıştır.”[1105]
20652. İmam Sadık (a.s) şeker sadaka
verdiği için kendisine, “Şeker mi sadaka veriyorsun?” diye soran
birisinde şöyle buyurmuştur: “Evet şekeri her şeyden daha çok
seviyorum. Bu yüzden de en çok sevdiğim şeyi sadaka vermeyi
seviyorum.”[1106]
20653. Ebu Tufeyl şöyle diyor: “Ali
(a.s) bir elbise aldı, ondan çok hoşlandı, bu yüzden onu sadaka
verdi.”[1107]
20654. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim mükafat göreceğine yakin
ederse, iyi bağışta bulunur.”[1108]
20655. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Medine halkı fitre
zekatını Allah Resulü’nün mescidine getiriyorlardı. Onlar
arasında ce’rud (küçük kuru hurma) ve me’afere adında hurma da
vardı. Bu iki tür hurmanın çekirdeği büyük, hurması az ve
tadı acı idi. Allah Resulü (s.a.a) Haris’e[1109]
şöyle buyurdu: “Bu iki tür hurmayı onlar için hesaba katma ki
utansınlar ve bundan sonra getirmesinler.” Böylece Allah şu ayeti
nazil buyurdu: “Ey iman edenler! Elde ettiğiniz şeylerden temiz
olanları infakta bulununuz.”[1110]
bak. El-İsar,
4. Bölüm
20656. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim malını iradesiyle iyilerden esirgerse Allah
malını zorla kötülere nasip kılar.”[1111]
20657. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bil ki herkim Allah’a itaat yolunda
harcamazsa, aziz ve celil olan Allah’a isyan yolunda harcamaya mübtela olur ve
herkim de Allah’ın velisinin ihtiyaçlarını giderme yolunda
adım atmazsa, aziz ve celil olan Allah’ın düşmanının
ihtiyacını giderme yolunda adım atmaya mübtela olur.”[1112]
20658. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kul Allah’ın razı olduğu
bir yolda harcamaktan imtina ederse, mutlaka onun iki katını
Allah’ın beğenmediği bir yolda harcamaya mübtela olur.”[1113]
20659. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a itaat yolunda infakta bulunmaktan
çekinme, aksi taktirde iki katını Allah’a günah yolunda
harcarsın.”[1114]
20660. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim hakkı olduğu yerde bir
dirhem harcamaktan sakınırsa mutlaka hakkı olmayan yerde iki
dirhem harcar.”[1115]
20661. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim aziz ve celil olan Allah’ın
hakkını esirgerse onun iki katını batıl yolda harcar.”[1116]
20662. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim şu üç şeyden birini
Allah’ın dergahına götürürse, Allah ona cenneti farz kılar:
Darlık anında infak, bütün insanlara karşı güleryüzlü olmak
ve insaflı davranmak.”[1117]
20663. İmam
Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Darlık miktarınca infakta
şüphesiz müminin hasletlerindendir.”[1118]
20664. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Üç şey imanın gerçeklerindendir: Darlıkta olduğu
halde infak etmek, insanlara karşı insaflı davranmak ve ilim
öğrenmek isteyen kimseye ilim bağışında bulunmak.”[1119]
bak. Es-Sedeke,
2229. Bölüm, el-İsar, 3. Bölüm
Kur’an:
“Altın ve gümüşü biriktirip Allah
yolunda infak etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar
cehennem ateşinde kızdırıldığı gün,
alınları, böğürleri ve sırtları onlarla
dağlanacak, “Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir;
biriktirdiğinizi tadın” denecek.”[1120]
20665. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim altın veya gümüş
biriktirir ve onu Allah yolunda harcamazsa, kıyamet günü kendisi için bir
ateş parçası olur ve onunla dağlanır.”[1121]
20666. Resulullah (s.a.a), yanında bir
miktar hurma bulunan Bilal’e şöyle buyurmuştur: “Bu
nedir ey Bilal?” O şöyle arzetti: “Bunları misafirlerin için
hazırladım.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bunların
cehennem ateşinde senin için bir dumana dönüşmesinden korkmuyor
musun? İnfak et ey Bilal! Azlık hususunda Arş sahibi olan
Allah’tan kork.”[1122]
20667. Enes b. Malik şöyle diyor: “Allah
Resulü (s.a.a) için üç kuşun etini hediye olarak getirdiler. Peygamber onlardan
birini yemesi için hizmetçisine verdi. Ertesi gün hizmetçisi o kuşu Allah
Resulü’nün yanına getirdi. Resulullah ona şöyle dedi: “Sana
yarın için hiçbir şey stok etme demedim mi? Zira Allah hergünün
rızkını verir.”[1123]
bak. El-Mal,
3753, 3765. Bölümler
Kur’an:
“De ki: “İstekli yahut isteksiz olarak
verin, nasıl olsa kabul edilmeyecektir. Siz şüphesiz fâsık bir
topluluksunuz.” Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan, Allah’ı ve
Peygamber’ini küfretmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri, istemeye istemeye
vermeleridir.”[1124]
20668. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer insanlar Allah’ın kendilerine
buyurduğu yoldan kazanç elde eder ve onu Allah’ın
sakındırdığı yolda infakta bulunurlarsa Allah onlardan
bu infakı kabul etmez. Hakeza eğer insanlar Allah’ın
sakındırdığı yoldan kazanç elde eder ve onu
Allah’ın emrettiği yolda harcarlarsa yine onu onlardan kabul etmez.
Ta ki hak (helal) yoldan kazansınlar ve hak (helal) yolda infakta
bulunsunlar.”[1125]
20669. İmam Sadık (a.s) “Allah-u
Teala’nın, “Kazandığınız temiz şeylerden infak
ediniz” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
cahiliye döneminde, helal olmayan gelirler elde etmişlerdi. Müslüman
olduktan sonra da onu mallarından çıkarmak ve sadaka vermek
istediler. Ama Allah Tebareke ve Teala sadece kazandıklarından temiz
olan şeyler dışındakileri kabul etmedi.”[1126]
20670. İmam
Bakır (a.s) Allah-u Teala’nın “İğrenmeden
alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın” ayeti hakkında sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Halk Müslüman olunca faiz ve haram gelirlerinden elde ettikleri
mallara sahiptiler. Dolayısıyla da malları arasından bu
kazançlarını sadaka veriyorlardı. Ama Allah onları bu
işten sakındırdı. Şüphesiz sadaka ancak helal kazançtan
verilir.”[1127]
bak. Es-Sedeke,
2242, 2244. Bölümler; el-Amel (1), 2947. Bölüm
522. Konu
el-Enfal
Enfal
F
Bihar, 96/204, 25. bölüm; el-Enfal
F
Vesail’uş-Şia, 6/364; Ebvab’ul-Enfal
ve ma Yehtessu bi’l-İmam
F
Sünen-i Ebi Davud, 3/77-82; fi’n-Nefel
bak.
F
151. konu, el-Hums
Kur’an:
“Sana, ganimetlere dair soru sorarlar. De ki:
“Ganimetler Allah’ın ve Peygamber’indir. İnanıyorsanız
Allah’tan sakının, aranızdaki münasebetleri düzeltin, Allah’a ve
Peygamber’ine itaat edin.”[1128]
“Onların mallarından, Allah’ın
Peygamber’ine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz;
fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük
verir. Allah her şeye kadirdir. Allah’ın, fethedilen memleketler
halkının mallarından Peygamber’ine verdikleri; Allah, Peygamber,
yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki
içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet
olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan
geri durun; Allah’tan sakının, doğrusu Allah’ın
cezalandırması çetindir.”[1129]
“Enfal” kelimesi “nefl” kelimesinin çoğulu
olup, bir şeyden artan ve fazla olan şey anlamındadır. Bu
sebeple de müstahap amel de nefl veya nafile denmiştir. Çünkü farzdan
ziyade ve fazla olanıdır. Terim olarak “fey” denilen şeye enfal
da denmektedir. Ondan maksat da maliki olmayan mal ve eşyadır.
Tıpkı dağın zirvesi, nehir yatakları, harabe
olmuş evler, ahalisigöç eden beldeler, varisi olmayan miras ve benzeri
şeyler… Bu mallar güya insanların malik olduğu malların
ziyadesi ve fazlalığı olmaları hasebiyle enfal olarak
adlandırılmıştır. Bu yüzden de hiç kimse bu
malların maliki değildir. Bu şeyler Allah ve Resulüne aittir.
Savaş ganimetlerine de enfal denmektedir. Zira genelde savaşlarda göz
önünde bulundurulan miktardan fazladır. Zira savaştan asıl
maksat, düşmana galip gelmek ve onların kökünü kazımaktır.
Dolayısıyla zafere eriştiklerinde ise hedefe
erişilmiştir. Savaşçıların ganimet olarak
aldıkları mal veya esir olarak aldıkları esirler,
savaşın asıl maksadından fazla olan şeylerdir.
Müfessirler ayetin anlamı ve konumu hakkında birkaç açıdan
birbirleriyle şiddetli görüş farklılığı
içindedirler. Birinci açısı “Senden enfali soruyorlar” sözünün anlamıdır ve bu (kıraat
şekli) Ehl-i Beyt’e (a.s) isnat edilmiştir. İbn-i Mes’ud, Sa’d
b. Ebi Vakkas, Talha b. Mesref gibi kimseler ise “Yeselunekel Enfal”
şeklinde kıraat etmişlerdir. Bu konuya teveccühen
bazıları meşhur olan kıraatte yer alan “en” (…dan)
kelimesinin zaid olduğunu ifade etmişlerdir. Diğer
bazıları ise şöyle demişlerdir: “Meşhur olmayan
kıraate göre bu kelime mukaddardır (taktire
alınmıştır)” Bir grubu ise şöyle demişlerdir:
“Enfal’den maksat savaş ganimetleridir.” Bazıları ise şöyle
demişlerdir: “Enfal’den maksat, özellikle Bedir savaşındaki
ganimetlerdir”
Bu grup el-Enfal kelimesindeki elif ve lam
edatının “aht” anlamında olduğunu kabul etmişlerdir.
Yani söz konusu olan belli bir enfal. Diğer bazısı ise
şöyle demiştir: “Enfal’den maksat, Allah’a, Resulüne ve İmam’a
ait olan feydir.” Bazısı ise şöyle demişlerdir:
“Aslında bu ayet, Hums ayeti sebebiyle nesh edilmiştir.” Diğer
bazısı ise şöyle demişlerdir: “Nesh edilmemiştir ve
olduğu gibi baki kalmıştır.” Tefsir-i Razi, Alusi ve
diğer detaylı tefsirlere müracaat edildiğinde müfessirlerin ne
kadar detaylı bir ihtilafa düştüğünü anlamak mümkündür.
Ayetin akışından da
anlaşıldığı üzere “Yeseluneke” (senden soruyorlar)
cümlesiyle kendilerine işaret edilen kimselerin ihtilafa düştükleri
gözlemlenmektedir. Her birisi diğerinin kabul etmediği bir söz söylemişlerdir.
“Fettekullah veslehu zate beynekum” (Allah’tan korkun ve aranızdakini
ıslah edin cümlesinin de gösterdiği gibi bu tartışma) Enfal
konusunda idi. Bu nükteden ayetin başlangıcında sözleri nakledilen
bu grubun sorusu da hakikatte aralarındaki ihtilafın ortadan
kalkması için söz konusu edilmiştir. Güya bu şahıslar Enfal
hakkında tartışmaya girişmişlerdir. Bu yüzden de Allah
Resulüne bu mesele hakkında hüküm vermesi için müracaat etmişlerdir.
Böylece de Peygamberin (s.a.a) verdiği cevapla kavgaları bitmiş
ve ihtilaf sona ermiştir.
Bu ayetin akışı gördüğünüz
gibi evvela meşhur kıraati yani “yeseluneke enil enfal” şeklinde
okunuşunu teyit etmektedir. Çünkü “sual” maddesi “an” harfiyle muteaddi
olmaktadır ve de hüküm hakkında bilgi ve haber almak anlamındadır.
Ama eğer cer harfi olmaksızın müteaddi bir fiil suretinde
kullanılacak olursa, bağış dilemek anlamındadır.
Elbette sadece birinci anlam söz konusu makamla uyuşmaktadır.
İkinci olarak her ne kadar ganimet ve feyi
kapsasa da bu ayet içindeki anlamının savaş ganimetleri
anlamında olduğunu teyit etmektedir ve bu savaş ganimetleri de
Bedir savaşına özgü ganimetler değildir. Zira bu
özelleştirme hakkında bir delil söz konusu değildir. Eğer
ihtilafa düşenler, Bedir savaşının ganimetleri hususunda
tartışmışlarsa, bu Bedir savaşının
ganimetleri olduğu hasebiyle değil, aksine bir cihatta ve din
düşmanlarıyla yapılan bir savaşta elde edilen ganimetler
hakkındadır. Bu konu da çok açıktır.
Ayrıca bu ayetin bir hususa özgün
olması da yani savaş ganimetlerine has kılınması da o
ayette beyan edilen hükmün, sadece o hususa özgü olmasını
gerektirmemektedir. Zira husus ve örnek bir hükmü tahsis edemez. O halde ayette
beyan edilen hüküm mutlaktır. “Nefl” olarak adlandırılan herşeyi
kapsamaktadır. O halde bu ayet, “enfal”in bütünüyle Allah’a ve Resulüne
olduğuna delalet etmektedir. Müminlerden hiç birisi onlar hususunda Allah
ve Resulü ile ortak değillerdir. Bu ister savaş ganimeti olsun ister
fey. “De ki:
“Enfal Allah’ın ve Resulünündür” cümlesi ve Allah’ın bu cümleden sonra
ihtilafa düşenlere yaptığı nasihat ve onları imana
teşvik etmesi de açıkça göstermektedir ki münezzeh olan Allah
Enfal’in Allah’a ve Resulüne ait olduğunu ve onların eline hiçbir
şeyin geçmeyeceğini beyan etmekle tartışmaya son
vermiştir. Aynı şekilde Allah-u Teala’nın sözünün zahirinin
de gerektirdiği gibi bu grubun nizası, onlardan bir grubunun Enfal’in
başkalarına değil de kendilerine ait olduğunu iddia
etmiş olmalarıdır. Veya en azıdan onun bir
miktarının kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdir. Ama
başkaları bu iddiayı kabul etmemişlerdir. Münezzeh olan
Allah da onların enfal hakkındaki malikiyetlerini reddetmekte ve onu
kendisine ve Resulüne özgü kılmakla, kavgayı sona erdirmeleri için
nasihat etmekle de onların kavgasına son vermiştir. Ama alimlerin
de icma ettiği üzere savaşçıların elde ettikleri ganimetin
kendilerine ait olduğu sözü, fıkıh ilminde
tartışılan bir konudur, tefsirde değil.
Evet, bu grubun enfal hakkındaki
tartışması da göstermektedir ki onlar ganimetlerin kendilerine
ait olduğu veya buna benzer bir anlamı, daha önce
akıllarından geçirmişlerdi. Ama bu konudaki hüküm, açıkça
bilinmiyordu. Öyle ki iki tarafın ihtilafına sebep olmuştur ve
her grup onu kendi lehine tefsir etmeye çalışmıştır.
Kur’an’ı Kerim’in ayetleri de bu konuyu teyit etmektedir.
Açıklaması: Bu suredeki ayetlerin irtibatı ve Bedir
savaşındaki olayların açıklaması da bu surenin
bütünüyle Bedir savaşı hakkında ve Bedir savaşından
hemen sonra nazil olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır.
Öyle ki İbn-i Abbas kendisinden nakledildiği üzere bu sureyi Bedir
suresi diye adlandırmıştır. Bu surede ganimet konusuyla
ilgili olan ayetler surenin üç yerinde yer alan beş ayettir. Bu ayetler
surenin tertibi esasınca şunlardır: “Sana, ganimetlere dair soru sorarlar, De
ki: “Ganimetler Allah’ın ve Peygamber’indir.” Hakeza Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah’a ve hakkı
batıldan ayıran o günde, iki topluluğun
karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize
inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte
biri Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarının, yetimlerin,
düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye kadirdir.” Hakeza:
“Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir
almak hiç bir Peygamber’e yaraşmaz. Geçici dünya malını
istiyorsunuz, oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür,
hikmet sahibidir. Daha önceden Allah’tan verilmiş bir hüküm
olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azâb
erişirdi. Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yiyin;
Allah’tan sakının, doğrusu Allah bağışlayıcı
ve merhamet edicidir.”
İkinci ayetin akışından da
istifade edildiği üzere bu ayet birinci ayetten ve sonraki tüm ayetlerden
sonra nazil olmuştur. Çünkü bu ayette şöyle yer
almıştır: “Eğer Allah’a ve hakkı batıldan ayıran o günde,
iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza
indirdiğimize inanıyorsanız.” Buradan da
anlaşıldığı üzere bu ayet Bedir savaşından
bir müddet sonra nazil olmuştur.
Son ayetlerin de gösterdiği gibi o grup
esirlerin durumu hakkında Allah Resulü (s.a.a) ile sohbet etmişlerdir
ve ondan esirleri öldürmesi yerine fidye almasını istemişlerdir.
Bu ayetler o grubu bu istekte bulundukları için
kınamıştır. Onlara ganimetlerden istifade etmeleri için
izin vermelerinden de anlaşıldığı üzere onlar ganimet
ve Enfal’in kendi malları olduğunu sanmışlardır. Ama
konu kendileri içni belirsiz idi. Acaba savaşta hazır bulunan herkes
mi ganimetlerin malikidir, yoksa sadece savaşan grup mu?
Dolayısıyla da savaşmayan kimseler bundan nasiplenemez mi? Acaba
ganimetler onlar arasında eşit mi bölünmeli, yoksa az veya çok olarak
mı? Örneğin süvarilere piyadelerden daha çok mu pay verilmeliydi,
yoksa verilmemeli miydi ve benzeri şeyler…
Bu belirsizlikler onlar arasında
tartışma çıkmasına sebep oldu. Bu konuda birbirleriyle
sürtüştüler. Konu Allah Resulü’ne (s.a.a) iletilince de bu esnada ilk ayet
nazil oldu: “Sana,
ganimetlere dair soru sorarlar, De ki: “Ganimetler Allah’ın ve
Peygamber’indir. İnanıyorsanız Allah’tan sakının,
aranızdaki münasebetleri düzeltin.” Bu ayet “ganimet aldıklarınızdan yiyiniz”
ifadesine dayanarak enfalin kendilerine ait olduklarını
sanmaları hususundaki yanlışlıklarını
hatırlatmakta, enfalin malikiyetinin Allah’a ve Resulüne özgü
olduğunu bildirmekte, onları çatışmaktan nehyetmektedir. Bu
vesileyle aralarındaki kavga sona erince, Allah Resulü (s.a.a) ganimeti
onlara geri çevirdi, aralarında eşit bir şekilde
bölüştürdü, Bedir savaşı meydanlarında olmayan
ashabının payını da ayırdı, savaşan ve
savaşmayan, süvari ve piyade arasında hiçbir farklılık
gözetmedi. Daha sonra kısa bir süre sonra da, “bilin ki, ele
geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ındır…” ayeti
nazil oldu. Allah Resulü onlara verdikleri paylardan beşte birini geri
aldı. Geri kalanlarını geri verdi. Bu da Enfal ile ilgili
ayetleri birbirine eklemek suretiyle elde edilmektedir.
O halde “Sana, ganimetlere dair soru sorarlar” cümlesinden ve kelamın
akışından elde edilen delillerin eklemesiyle istifade
edildiği üzere savaş ganimetlerinin hükmü hakkında
tartışanlar Resulullah’a (s.a.a) sordular. Onlar ganimetin kendi
malları olduğunu sanmışlardı ve dolayısıyla
da bu ganimetlerin malikinin kim olduğu hususunda ihtilafa
düşmüşlerdi veya malikiyet çeşidi ve ganimetlerin aralarına
nasıl bölüştürüleceği veya her iki hususta ihtilafa
düşmüşlerdi ve sonunda işleri çatışmaya
varmıştı. “Ganimet Allah’ın ve Peygamber’indir” cümlesi onların sorusuna cevaptır ve
bu ayette de açıklandığı üzere Enfal onlardan hiç kimsenin
malı değildir. Allah’a ve Resulü’ne aitti. Allah ve Resulü
onları istediği yerde harcayabilir. Bu scevap onlar arasında
ortaya çıkan ihtilafları kökten kazıp attı. Bu
açıklamadan anlaşıldığı üzere bu ayet, “ganimet aldıklarınızdan yiyiniz”
ayetini nesh
etmemiştir. Aksine onun manasını açıklamış ve
tefsir etmiştir. “kulu” (yiyiniz) cümlesi de onların aslında
Allah’ın ganimeti olduğundan kinaye değildir. Aksine sadece
ganimetlerde tasarrufta bulunmak, onlardan nasiplenmektir. Elbette onlar Allah
ve Resulullah’ın (s.a.a) ganimeti aralarında bölüştürdükten
sonra maliki olacaklardır.
Aynı şekilde
açıklandığı üzere “Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin
beşte biri Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarındır”
ayeti de “Enfal Allah’ın ve Resulünündür” ayetini neshetmemiştir. Zira, “Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin...”
ayetinin
mücahitlerde olan tesiri onları bütün ganimetlerde tasarrufta bulunma ve
yemekten alıkoymasıdır. Zira “Enfal Allah’ın ve Resulünündür” ayeti nazil olduktan sonra sadece bu geri
kalmıştır. “Ganimet Allah’ın, ve Peygamber’indir” cümlesi de
aslında enfalın malikiyetinin Allah’a ve Resulüne ait olduğundan
başka bir şeyi ifade etmemektedir. Ama onda tasarrufta bulunma
şekli, yeme ve faydalanmanın cevazına işaret
edilmemiştir. O halde, “Biliniz ki ele geçirdiğiniz ganimet” ayeti
ile de çelişmemektedir. Dolayısıyla da ayetinin onu neshettiği söylenemez.
Dolayısıyla üç ayetin toplamından elde edildiği üzere,
ganimet aslında Allah’a ve Resulüne aittir. Daha sonra beşte dördü
istifade etsinler diye mücahitlere bırakılmaktadır. Beşte
biri ise Allah’a, Resulüne, onun yakın akrabalarına ve
diğerlerine tasarrufta bulunmaları için verilmektedir.
Bütün bu açıklamalara dikkat
edildiğinde şu konu da açıklığa
kavuşmaktadır ki ziyade ve fazlalık anlamına gelen nefl
kelimesinin çoğulu olan Enfal’in ganimetler hususunda
kullanılması da hükmün konusundan daha genel olduğuna
işaret etmektedir. Adeta şöyle denilmiştir: “Senden ganimetler
hakkında sormaktadırlar, o izafe ve fazlalık olup insanlardan
hiç kimse ona malik değildir. Böyle olduğu için de onlara cevap
olarak Enfal’in ve fazlalıkların mutlak hükmünü beyan et ve de ki:
Enfal bütünüyle Allah’ın ve Resulünündür. Bunun gereği ise ganmetin
Allah’ın ve Resulü’nün oluşudur.
Bu beyan üzere belki de şu nükte de teyit
edilmektedir ki birinci “Enfal” terimindeki “elif ve lam” edatı ahit
içindir. İkinci “el-Enfal” terimindeki elif lam da cins veya istiğrak
(şumuliyet) içindir. Hakeza açıklığa kavuştuğu
gibi Enfal kelimesi zahir olan bir isim şeklinde
kullanılmış ve şöyle buyurulmuştur: “Kul el enfalu”
(deki enfal) Dolayısıyla da “kul hiye lillah ve lirresul” (deki o
Allah’a ve Resulüne aitti) buyurulmamıştır. Hakeza
açıklığa kavuştuğu gibi “kulil enfalu lillah ve
lirresul” cümlesi genel ve umumi bir hükümdür, hem ganimeti kapsamaktadır,
hem de toplumda olan diğer fazla malları kapsamaktadır. Tıpkı
sakinleri olmayan ev ve bölgeler, viran olmuş yerler, dağ tepeleri,
nehir yatakları, nehirler, padişahların verdikleri araziler,
varisi olmayan kimselerin bıraktığı miraslar gibi.” Bütün
bunlarda sadece Enfal, müslüman savaşçılara ait olan ganimetler anlamındadır.
O da Resulullah’ın iznine bağlıdır ve diğerleri ise
Allah ve Resulü’nün malikiyetinde ve onların emri altındadır.
Bunlar önceden söz konusu edilen ayetler üzerindeki düşünceden ve
tefekkürden elde edilen konulardır. Müfessirler bu ayetler hususunda
çeşitli sözler söylemişlerdir. Bütün bu sözleri analiz etmenin ve
araştırmanın burada bir faydası yoktur. İlgi duyanlar
bu konuda bilgi sahibi olmak için detaylı tefsire müracaat etmelidirler.”[1130]
20671. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Enfal (elde etmek için) at veya deve
sürülmeyen şey demektir veya (müslümanlara bırakma hususunda)
anlaştıkları maldır veya halkın eliyle verdikleri
şey, virane topraklar, kanal ve nehir yataklarıdır. Onlar Allah
Resulü’nündür. Ondan sonra da imama aittir. Onu istediği gibi harcar.”[1131]
20672. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fey ve enfal kan dökülmeden elde edilen
topraklardır (veya müslümanlara bırakma hususunda) halkın
anlaştığı maldır veya insanın eliyle teslim
ettiği şeydir. Virane olan toprak, kanal ve nehir yataklarıdır.
Bunlar da feyin bir parçasıdır. Allah ve Resulüne aittir. Allah’a ait
olan şey Resulüne de aittir. O istediği gibi harcar, Peygamberden
sonra da İmama aittir.”[1132]
20673. İmam Bakır (a.s), enfal
hakkında sorulunca cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Madenler,
ormanlar, sahipsiz topraklar, ehli göçmüş yerler enfaldir, bunlar bize
aittir.”[1133]
20674. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sahibi ve varisi olmayan her mal bu
ayetin bir ferdidir: “Senden enfali soruyorlar, de ki: Enfal Allah’ın
ve Resulünündür” [1134]
20675. İmam Sadık (a.s), kendisine
enfal hakkında soru sorulunca cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Sakinleri
yok olan topraklar ve benzerleri enfaldir ve bize aittir.
Hakeza İmam
şöyle buyurmuştur: “Enfal suresi burun
kesendir. (Düşmanların burnunu yere sürten ve onları hor ve
zelil kılandır.)
İmam daha sonra
şöyle buyurdu: “Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine
verdiği ganimetler…”[1135]
Hakeza imam şöyle buyurdu: Allah'ın peygamberine verdiği şeyler için siz ne at
ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere
karşı üstünlük verir.”[1136]
İmam hakeza
şöyle buyurdu: “Fey, elde edilmesi hususunda kan dökülmeyen ve insan
öldürülmeyen mal anlamındadır. Enfal da bunlar gibidir ve fey
mesabesindedir.”[1137]
523. Konu
en-Nafile
Nafile
F
Vesail’uş-Şia, 3/31-77; 13-33.
bölümler; en-Nevafil
F
Kenz'ul-Ummal, 7/769, 8/383; Salat’un-Nevafil
bak.
F
300. konu, es-Salat (3): Salat’ul-Leyl
Kur’an:
“Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak
fazladan namaz kıl. Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir.”[1138]
“İbrahim’e, buna ilaveten İshak ve
Yakup’u da verdik, her birini iyi kimseler kıldık.”[1139]
20676. Fuzeyl
şöyle diyor: “İmam
Bakır’a (a.s), aziz ve celil olan Allah’ın “Namazlarını
koruyanlar” ayetini sorunca şöyle buyurdu: “Maksat farz
namazlardır.” Ben arzettim: “Namazlarına
da devam ederler” ayetini
sordum.” İmam şöyle buyurdu: “Maksat müstahap namazlardır.”[1140]
20677. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kalplerin yönelişi ve yüzçevirişi vardır.
O halde yöneldiklerinde müstahapları yerine getiriniz. Yüz
çevirdiğinde ise farzları yerine getirmekle iktifa ediniz.”[1141]
20678. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir farzda ruhsat yoktur ve hiçbir nafilede şiddet ve
sıkı tutma söz konusu değildir.”[1142]
20679. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nafileler farzlara zarar
verdiğinde, onları terk edin.”[1143]
20680. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nafileler farzlara zarar verirse, onlarla Allah’a
yakınlaşılmaz.”[1144]
bak. El-Feraiz,
3191. Bölüm
524. Konu
en-Nemime
Söz Taşımak
F
Bihar, 75/263, 67. bölüm; en-Nemime ve’s-Seayet
F
Kenz'ul-Ummal, 3/654, 886; en-Nemime
F
Vesail’uş-Şia, 8/616, 164. bölüm;
Tahrim’un-Nemime ve’l-Muhakat
F
Kenz'ul-Ummal, 3/486, 815; es-Seayet
ve’l-İzrar
bak.
F
es-Sıddık, 2206. bölüm; el-Hadis,
10262. bölüm
20681. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötüsü müsellis
olan şahıstır.” Kendisine şöyle arzedildi: “Ey
Allah’ın Resulü! Müsellis ne demektir?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Kardeşini sultana ispiyonlayan ve neticede de hem kendisini, hem
kardeşini hem de sultanı helak eden kimsedir.”[1145]
20682. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç kişinin katilinden
sakının. Zira böyle bir kimse Allah’ın
yaratıklarının en kötüsüdür.” Kendisine şöyle arzedildi:
“Ey Allah’ın Resulü! Üç kişinin katili kimdir?” Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Kardeşini zamanın sultanına teslim eden
kimsedir. O bu işiyle hem kendisini ölüme sürükler, hem kardeşini ve
hem de sultanı.”[1146]
20683. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gammazlayan kimse üç kimsenin katilidir: Kendisinin katili,
gammazladığı kimsenin katili ve önünde gammazlıkta
bulunduğu kimsenin katili.”[1147]
20684. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim sultana kardeşini gammazlarsa Allah-u Teala bütün
amellerini boşa çıkarır eğer gammazladığı
kardeşine bir rahatsızlık veya eziyet ulaşırsa Allah-u
Teala onu gammazlayan kimseyi Haman ile birlikte ateşte aynı derecede
karar kılar.”[1148]
20685. İmam Ali (a.s), kendisine ihbar dolu
mektup yazan bir şahsa şöyle buyurmuştur: “Ey
adam! Eğer doğru söylüyorsan (bu çirkin iş sebebiyle) bizim
nefret ettiğimiz bir kimse sayılırsın. Eğer yalan
söylüyorsan seni cezalandırırım. Eğer seni
bağışlamamı istiyorsan, seni
bağışlarım.” O şöyle arzetti: “O halde beni
bağışla, ey Müminlerin Emiri!”[1149]
20686. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz taşıyan kimse, söz
taşıdığı kimsenin yanında yalancıdır,
kendisinden söz taşıdığı kimseye oranla ise zalimdir.”[1150]
20687. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz taşıyan kimseyi ister
doğru olsun ister yalan, yalanla.”[1151]
20688. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların en kötüsü
kardeşlerinden laf taşıyan, ihsan ve iyiliği unutan
kimsedir.”[1152]
20689. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Söz taşımak, dinden
çıkmış kimsenin hasletidir.”[1153]
20690. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En kötü doğru, söz
taşımaktır.”[1154]
20691. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim söz taşırsa,
yakınları onunla savaşır ve yabancılar ise onu
düşman bilir.”[1155]
20692. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İki dost arasını
ayırmak ne de kötü bir iştir.”[1156]
Kur’an:
“Çok yemin eden alçak zorbaya, daima kusur arayıp kınayana
durmadan laf götürüp getirene sakın boyun eğme.”[1157]
“Kim iyi bir işte aracılık
ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir
şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır.
Allah, her şeyin karşılığını verir.”[1158]
Ayette geçen
“hellaf” kelimesi çok yemin içen kimse demektir. Küçük-büyük ve hak-batıl
olan herşey hakkında yemin içmenin gereği de yemin eden
kimsenin, kendisine yemin ettiği şeye bir saygısının
kalmamasıdır. Eğer Allah’a yemin ediyorsa, aziz ve celil olan
Allah’ın azametini derk etmediği anlaşılmaktadır ve de
bu eksiklik ve rezalet olarak yeterlidir.
Ayette geçen
“mehin” kelimesi ise mehanet maddesinden olup, horluk anlamındadır.
Ondan maksat ise düşünce horluğudur. Bazıları şöyle
demiştir: “Mehin çok kötülük yapan kimse anlamındadır” Bir
görüşe göre ise mehin çok yalan söyleyen kimse anlamındadır.
Ayette geçen
“hemmaz” kelimesi ise mübalağa kipinde olup “hemz” maddesinden
türemiştir ve çok ayıpları araştıran ve eleştiren
kimse anlamındadır. Bazıları şöyle demişlerdir:
“Hemmaz” sürekli göz ve işaret ile kötüleyen kimsedir. Bir görüşe
göre ise çok gıybet eden kimsedir.
Ayette geçen
“meşa” kelimesi ise fitne çıkarmak ve aralarını bozmak için
bir grubun sözünü başka bir grup için nakleden kimse
anlamındadır. “Nemin” ise söz taşıyan ve arayı bozan
kimse anlamındadır.
Mecme’ul-Beyan’da
“kim iyi bir işe aracılık ederse”
cümlesinin tefsirinde şöyle yer almıştır: “Bu cümle
hakkında birkaç görüş ortaya konulmuştur: Birincisine göre bu
cümlenin anlamı şudur: Herkim iki kişinin arasını
barıştırırsa, “Onun için ondan
bir pay vardır” yani bu işten bir
sevap nasiplenir. “Kim de kötü bir
işe aracılık ederse”
yani herkim de söz taşırsa,
“Onun için ondan aynısı vardır”
yani bu işten kendisine bir günah nasip olup. Bu manayı Kelbi,
İbn-i Abbas’tan nakletmiştir.
20693. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Söz taşıyan kimseden
sakının.”[1159]
20694. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar arasında söz
taşıyan kimseden sakının.”[1160]
20695. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizlere “ezhu”[1161]nun
ne olduğunu haber vermeyeyim mi?” Şüphesiz “ezhu” insanlar
arasında söz taşıyan kimsedir.”[1162]
20696. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Biribirinize iftira ve yalan isnat
etmeyin.”[1163]
20697. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gammazlık etmekten sakının. Şüphesiz gammazlık
kin ve düşmanlık doğurur Allah’tan ve insanlardan uzak
düşürür”[1164]
20698. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Laf taşımaktan
sakının. Zira laf taşımak kine sebep olur.”[1165]
20699. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Laf taşımaktan
sakının zira laf taşımak, insanların kalbine kin ve
düşmanlık tohumunu serper.”[1166]
20700. İmam Sadık (a.s), Ahvaz valisi
Neccaşi’ye yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Gammazlıktan
ve söz taşıyanlardan sakın. Onlardan birinin seni
kandırmamasına dikkat et. Allah bir gün veya gece seni bu gruptan
birinin görüşünü kabul ettiğini veya onun müdahalesine izin
verdiğini görmesin. Bu durumda Allah sana gazaplanır, perdeni
yırtar (rezil rüsva olursun.)”[1167]
20701. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Acaba sizlere insanların en kötüsünü haber vermeyeyim mi?”
Şöyle arzettiler: “Haber ver ey Allah’ın Resulü!” Peygamber
şöyle buyurdu: “Onlar söz taşıyanlar, dostların
arasını ayıranlar ve günahsız kimseler için kusur
bulanlardır.”[1168]
20702. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Gıybet ve söz taşımaktan
sakınınız. Zira gıybet orucu bozar, laf taşımak
ise kabir azabına sebep olur.”[1169]
20703. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Neredeyse laf taşımak sihirbazlık
olacaktı.”[1170]
20704. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz laf taşımak en büyük sihirdendir. Zira söz
taşıyan kimse insanların arasını ayırır
aynı saflarda yer alan dostları birbirine düşman kılar ve
bu sebeple kanlar dökülür evler yıkılır ve perdeler
yırtılır (haysiyetler çiğnenir.) Söz taşıyan
kimse yeryüzünde yürüyenlerin en kötüsüdür.”[1171]
20705. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Beni miraca götürdükleri gece orada
başı domuzun başı, bedeni merkebin bedeni olan bir
kadın gördüm. Milyonlarca azaba düçar olmuştu.” Kendisine şöyle
soruldu: “O kadın ne yapmış idi?” Peygamber şöyle buyurdu:
“O kadın laf taşıyan ve yalan söyleyen biriydi.”[1172]
20706. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dün gece iki kişi yanıma geldi,
beni kaldırıp kendileriyle götürdüler. Sonunda elinde bir kanca
bulunan birinin yanına vardılar. O kancayı birinin
ağzına koyuyor ve kanca ağzını yanaklarına kadar
yırtıyordu. Bu işi sürekli yapıyordu.” Ben şöyle
sordum: “Bu kimdir?” Şöyle dedi: “Bunlar laf taşıyan
kimselerdir.”[1173]
20707. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Laf taşıyan hiç kimsenin sözüne
her ne kadar hayır dileyen kimselere benzese de inanma.”[1174]
20708. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Söz getiren kimse, gammaz kimsedir.”[1175]
20709. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Laf taşıyan kimse (bir rivayete göre
“hiçbir gammaz”) cennete giremez.”[1176]
20710. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Gammaz ve kin besleyen kimse ateştedir. Bu
iki haslet hiçbir müslümanın kalbinde bir araya gelmez.”[1177]
Bak. El-Mead (3): 2989. Bölüm, 14516.
hadis
525. Konu
el-Menahi
Yasaklar
F
Bihar, 76/328, 67. bölüm;
Cevami’ul-Menahi’un-Nebi (s.a.a)
bak.
F
107. konu, el-Haram; el-Le’n, 2574 ve 2575.
bölümler
Kur’an:
“Allah şüphesiz adaleti, iyilik
yapmayı, yakınlara bakmayı emreder;
hayasızlığı, fenalığı ve haddi
aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir…
Allah’ın ahdini hiç bir değere değişmeyin. Eğer
bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha iyidir.”[1178]
“De ki: “Rabbim sadece, açık ve gizli
fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında
hiç bir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak
koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz
şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”[1179]
“Allah yolunda infak edin, kendinizi kendi
elinizle tehlikeye atmayın, iyi işler yapın. Şüphesiz Allah
iyilik sahiplerini sever.
Hani Mûsa, topluluğu için su
aramıştı da “asanla taşa vur” demiştik. Ondan on iki
pınar fışkırdı, herkes içeceği yeri bildi.
Allah’ın rızkından yiyin, için, yalnız yeryüzünde
bozgunculuk yaparak hareket etmeyin.”[1180]
“İnsanların hakkını
azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”[1181]
“Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve
umutla yalvarın. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyi davrananlara
yakındır.”[1182]
“De ki: “Gelin size Rabbinizin haram
kıldığı şeyleri söyleyeyim: O’na hiç bir şeyi
ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyin sizin ve onların rızkını
veren biziz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın,
Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere
kıymayın.” Allah bunları size düşünesiniz diye
buyurmaktadır. Yetim malına, erginlik çağına erişene
kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü
ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün
yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa
sözünüzde adil olun. Allah’ın ahdini yerine getirin. Allah size
bunları öğüt almanız için buyurmaktadır. Bu, dosdoğru
olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara
uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye
buyurmaktadır.”[1183]
bak. Bakara, 25, 197; Maide, 16, 17; Enfal, 36;
Tevbe, 37
20711. Bera b. Azib şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) yedi şeyden sakındırmış, yedi şeyi de
emretmiştir: Bize altın yüzük takmayı, altın ve gümüş
kaplardan içmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Herkim
dünyada bu kaplardan içerse, ahirette o kaplardan içemez.” Hakeza bizi
döşeklerin (ki pamuk veya yünden yapılmış olup rahat
oturmak için hayvanın eğerinin altına koyulmaktadır)
üzerinde oturmaktan, yırtıcı canavar postu ve ipek elbise
giymekten sakındırmıştır. Bizlere cenazeleri
teşyi etmeyi, hastanın ziyaretine gitmeyi, hapşıran bir
kimseye afiyet dilemeyi, mazluma yardım etmeyi, herkese selam vermedi,
şahısların dahvetini kabul etmeyi ve birinin yeminini kabul etmeyi
emretmiştir.”[1184]
20712. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) dör kişiye
selam vermekten nehyetmiştir: Sarhoş kimseye, heykeltraşa, tavla
oynayan kimseye, ondört taş oynayan kimseye selam vermekten
nehyetmiştir. Ben de bunlara beşincisini ekliyorum: Sizleri satranç
oynayan kimselere selam vermekten nehyediyorum.”[1185]
20713. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Allah Resulü (s.a.a)
meyve vermeden önce ürünü satmaktan ve hurma
karşılığında ağaçtaki hurmayı satmaktan
sakındırmıştır.”[1186]
20714. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
Araya hususunda ruhsat vermiştir. (Araya kelimesi Ariyye kelimesinin
çoğuludur ve Ariyye ise sahibinin, bir yıllık meyvesini
fakirlere verdiği hurma ağacı anlamındadır.)
Denildiği üzere Allah Resulü (s.a.a) hurmalığın sahibine
hurmanın kendisine bırakıldığı şahıstan
bir miktar hurma karşılığında ihtiyacı
olduğunda ondan istifade etmesi için o ağacın yeni yetişen
hurmasından istifade etmesine izin vermiştir.” Allah-u Teala hesap
memurunu gönderdiğinde şöyle buyuruyordu: “Ağaçtaki ürünlerin
tahmini hesabını hafif tutunuz. Zira mallar arasında ariyye ve
vasiyet de vardır.”[1187]
20715. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
muhabereden nehy etmiştir. Muzabere ise yarısını veya üçte
birini veya dörtte birini veya daha azını veya daha çoğunu almak
şartıyla toprağı ekmek için birisine bırakmak
anlamındadır.”[1188]
20716. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
muhazaradan nehyetmiştir. Muhazara ise ağacın
yetişmemiş meyvelerini satmak anlamındadır. Yetişmemiş
hurma, bakla ve benzeri ürünler de muhazara hükmündedir.”[1189]
20717. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
rengi oluşmamış hurmayı satmaktan nehyetmiştir.
Hurmanın renklenmesi de kırmızı veya sarı olduğu
zamandır. Bir hadiste yer aldığına göre Peygamber
teşkihten önce hurmayı satmaktan nehyetmiştir. Teşkih ise
hurmanın renk almasıdır. “Hetta te’men’el-ahe” (ta ki görme
afetinden güvende olsun ve onu hiçbir afet tehdit etmesin” cümlesi de bu
anlamdadır.) yani renklendiği zaman)”[1190]
20718. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
münabezeyi, mülameseyi ve çakıl taşlarını satmayı
nehyetmiştir.
Bunların her
birinin anlamı hakkında iki görüş vardır. Bir görüşe
göre münabeze bir şahsın diğer bir şahsa şöyle
demesidir: “Kumaş veya başka bir malı bana doğru at” veya
“Ben sana doğru atıyorum ki falan alışveriş
gerçekleşmiş olsun” başka bir görüşe göre ise, münabeze
şahsın şöyle demesidir: “Çakıl taşlarını
attığımda alışveriş bitmiştir.” Bu da Allah
Resulü’nün yasakladığı çakıl taşlarıyla muamele
anlamındadır. Mülamesenin ise bir görüşe göre anlamı
şöyle demendir: “Elbiseme dokunduğunda veya elbisne dokunduğumda
falan muamele bitmiş olsun.” Başka bir görüşe göre ise, mal
satıcısının mala, parçanın arkasından
dokunması, onu görmemesi ve bu şekilde muamelede bulunması
anlamındadır. Bu tür muameleler ve alış-veriş metodu
cahiliyye döneminde yaygın idi. Allah Resulü (s.a.a) bunları
yasaklamıştır. Çünkü bunların hepsi de müşterinin kanmasına
sebep olan alış-verişlerdir.”[1191]
20719. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
Mecr’i yasaklamıştır.
Mecr deveyi veya
başka bir şeyi annesinin karnında olan deveyle
değişmektir.”[1192]
20720. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
melakih ve mezamin satışından da nehyetmiştir.
Melakih, “melkuhe”
kelimesinin çoğulu olup hayvanın cenini anlamındadır.
Mezamin ise erkek hayvanın menisi anlamındadır. Cahiliyye
döneminde henüz annesinin karnında olan hayvanı veya bir
hayvanın mensini bir yıl veya birkaç yıllığına
satıyorlardı.”[1193]
20721. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
hebelil hebele satışını da yasaklamıştır.
Ve bunun manası
dişi devenin karnında olan cenin anlamındadır.
Bazıları şöyle demişlerdir: “Yavrusunun yavrusu
anlamındadır. Bu tür muameleler de belirsiz-zararlı muamele
sayılmaktadır.”[1194]
20722. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber
mezarların kireçle kaplanma yapılmasını
yasaklamıştır.”[1195]
20723. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
tartışmaktan, çok soru sormaktan, malı telef etmekten, annelere
eziyet etmekten, kız çocuklarını diri diri gömmekten, farz
hakları ödememekten, hiç kimsenin hakkı olmayıp almaması
gereken bir şeyi almaktan nehyetmiştir.
Denildiği üzere
“malı telef etmekten” cümlesinin iki anlamı vardır. Birinci
anlamı –ki asıl anlamı odur- aziz ve celil olan Allah’a isyan
yolunda az veya çok harcanan şeydir. Bu Allah-u Teala’nın
kınayıp eleştirdiği israftır. İkinci anlamı
ise malı henüz salahiyeti olmadığı halde sahibine
vermektir. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Evlenme çağına
erişince yetimleri deneyin. Eğer onlarda bir rüşd
bulursanız”[1196]
Buradaki rüştten maksat, akıl ve fikri rüşttür.
“Mallarını onlara veriniz.” Bazıları ise şöyle
demiştir: “Rüştten maksat, dini salahiyet ve malı koruma
kabiliyetidir.
Çok soru sormak da
insanlardan mali yardımda bulunmaktır. Bir şeyi sormak ve onlar
hakkında çok araştırmak anlamında da olabilir. Nitekim aziz
ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Açıklandığı
taktirde hoşlanmayacağınız şeyi sormayınız.”[1197]
Va’dul-Benat ise
cahiliyye döneminde yaygın olduğu üzere kız
çocuklarını diri diri gömmektir. Bu yüzden mezara da “damad”
diyorlardı.”[1198]
20724. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a) aile
bireylerini ve serveti artırmayı yasaklamıştır.
Esmei şöyle diyor:
“Rivayette geçen “tebekkur” kelimesi, genişleme, açılma
anlamındadır. “Bekertu betnehu” cümlesi de “onun karnını
yardım ve açtım” anlamındadır. Beşinci İmam’a da
(a.s) Bakır demişlerdir. Çünkü o ilmi yarmış, birbirinden
ayırmış ve onu genişletmiştir. ”[1199]
20725. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
insanın namaz kılarken başını merkep gibi
aşağı salmasını nehyetmiştir.
Bunun anlamı da
insanın rüku halinde başını belinden aşağı
gelecek şekilde eğmesidir. Peygamber (s.a.a) rükuya gittiği
zaman, ne başını öne eğiyor, ne de yukarı tutuyordu,
yani başını bedeninden yukarı duracak şekilde
tutmuyordu, aksine orta bir çizgide kalmaya riayet ediyordu. Metinde yer alan
“İkna” kelimesi başını yukarı tutmaktır. Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “O gün başları kalkmış”[1200]
Peygamberin bu buyruğundan da anlaşıldığı üzere
rüku halinde insanın belinin ve başının aynı düzeyde
olması müstahaptır. Zira Allah Resulü (s.a.a) rüku edince,
sırtını, su döküldüğü taktirde yerinde kalacağı
ve yere dökülmeyeceği bir şekilde tutuyordu. Nitekim İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rüku ve secde halinde
sırtı doğru ve saf olmayan kimsenin namazı yoktur.”[1201]
20726. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
(kırık) kapların ağzından içmeyi
yasaklamıştır.
Metinde yer alan
ihtinastan maksat, tulumun iki ağzını dürüp sonra ondan su
içmektir ve ihtinasın aslı ise kırılmak
anlamındadır. Kadın gibi davranan kimseye de
kırılıp büzülmesi sebebiyle muhennes denmiştir ve bu yüzden
de (çift cinsiyetli olan) kadın hünsa olarak
adlandırılmıştır ve kırık kaplardan su
içmeyi yasaklayan hadisin anlamı da iki şekilde tefsir
edilmiştir: Birincisi içinde bir hayvanın olmasından
korkulduğu içindir. Hadisin manası da Peygamber’in (s.a.a) bu
kapların ağzından yasaklamış olmasıdır.”[1202]
20727. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
akşam hurma toplamayı yasaklamıştır.
Hurmanın gece
toplanmasının yasaklanış sebebi de o vakitte fakirlerin
orada olmamasıdır (yani gece toplandığı taktirde
fakirlere bir şey kalmaması sebebiyledir.)”[1203]
20728. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
mirasın parça parça bölünmesini caiz görmüyordu.
Bu hadisin anlamı
da şudur ki bir insan ölür ve geriye bir şey bırakırsa,
bazı varislerin isteği doğrultusunda miras
bölüştürüldüğü taktirde hepsi veya onlardan bazısı zarar
görür. Dolayısıyla Peygamber şöyle buyurmuştur: “O
şeyi parça parça bölüştürmemek gerekir.” Metinde geçen “be’ziye”
kelimesi parça parça, parçalamaktır. Nitekim şöyle denilmektedir:
“Azzeyt’ul-Lahme.” Yani eti parça parça ettim. Aziz ve celil olan Allah
şöyle buyurmuştur: “Vellezi ce’lul-Kur’ane ezin”[1204] “Yani
Kur’an’ın bir bölümüne iman ediyor, diğer bir kısmına ise
küfrediyorlar.”
O halde bölüştürme
imkanı olmayan cevher, hamam ve hırka türünden elbiseler
parçalandığı taktirde değerini kaybederler. Bu durumda
diğer bir hadisin kapsamına girer ki o hadis şöyle der:
“İslam’da zarar vermek yoktur.” Dolayısıyla varislerden biri
onun parçalanmasını isterse, sözüne itina etmemek gerekir. Aksine onu
satıp parasını aralarında bölüştürmeleri icab eder.”[1205]
20729. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a) iki
tür elbiseyi yasaklamıştır: Birisi İştimal’is-Semma ve
diğeri ise erkeğin avretiyle gök arasında hiçbir engel
kalmayacağı şekilde bir elbiseye bürünmesidir.[1206]
Emsei şöyle diyor: “İştimal’is-Semma” araplar nezdinde
insanın elbisesine sarılması, bütün bedenini onunla örtmesi,
elini içinden çıkaracak bir şekilde bir köşesini
açmamasıdır. Ama fakihler şöyle demişlerdir: “İştimal-is
Semma bütün bedenin bir elbiseye bürünmesi ve o elbiseden başka bir elbise
olmamasıdır. Daha sonra elbisenin bir köşesini yukarı
çekmesi, omuzlarının üzerine atması ve ondan dolayı
avretinin görünmesidir.” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İltihaf-i Semma” insanın uzun elbisesini koltuğunun altına
alması, sonra iki köşesini omuzlarının üzerine
atmasıdır.” Bu istilahın doğru tevilidir, ona
aykırı değildir.”[1207]
20730. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
cinin kestiklerinden sakındırmıştır.
Cinin kestiklerinden
maksat, birinin bir ev alması veya bir çeşme kazmasıdır
veya bu tür şeyler yapmasıdır. Uğursuzluğun
giderilmesi için de bir kurban kesmesidir. Ebu Ubeyd şöyle diyor: “Hadisin
manası şudur ki: Onlar bu uğursuzluğu gidermek için böyle
yapıyorlardı. Çünkü kurban kesmedikleri veya yedirmedikleri taktirde,
cinlerin işlerine zarar vereceğinden korkuyorlardı. Peygamber
(s.a.a) bu işi yanlış gördü ve ondan sakındırdı.”[1208]
20731. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse afet görmüş bir
hayvanını, başkalarının salim hayvanlarının
içine koymamalıdır.
Bu hadisin de
manası şudur ki develeri hasta olduğu taktirde, onu başka
bir şahsın sağlam develerinin veya dört ayaklı
hayvanlarının arasına koymamalıdır.” Ebu Ubeyd
şöyle diyor: “Allah daha iyi biliyor, ama bana göre bu
sakındırmanın sebebi, aziz ve celil olan Allah’ın o
şahsın salim hayvanlarını da aynı hastalığa
mübtela etmesinden korkulmasıdır. Zira o hayvanların sahibi,
falan şahsın hasta olan hayvanından bu hastalığın
sirayet ettiğini sanabilir ve bu zan sebebiyle de günaha düşebilir.”[1209]
20732. Mean’il Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Sütü deve ve koyunların memelerinde
toplamayın. Herkim memesinde süt toplanan bir hayvanı alırsa,
son karar kendisine aittir. İsterse onu bir sa’ hurma ile beraber
(satıcısına) geri verebilir.”
Hadiste geçen
“musirrat” kelimesi dişi deve, inek veya memelerinde süt toplansın
diye birkaç gün sağılmayan koyun anlamındadır. “Tesriyye”
kelimesi suyun önünü almak ve suyu bir yerde toplamak anlamındadır.
Musidatt diye adlandırılmalarının sebebi suyu
toplamıyor olduğu içindi. Başka bir hadiste şöyle yer
almıştır: “Herkim “muheffele” bir hayvanı alır, sonra
onu geri verirse, bir sa’ hurma da vermelidir.” Hayvanın “muhellefe”
olarak adlandırılması da memelerinde süt
toplandığı içindir. “Ehfel’el-Kavmu” cümlesi de insanlar
toplandı ve sayıları çoğaldı anlamındadır.
“Mehfel’ul-Kavm” kelimesi ise toplantı yeri ve halkın bir araya
geldiği yer anlamındadır. “Mehfil”in çoğulu ise
“mehafil”dir.”[1210]
20733. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “La hilabe” yani işin içinde hile ve
aldatmaca olmamalıdır.
“Helebtuhu ehlibuhu
hilabeten” cümlesi de “Onu (sözle) kandırdım”
anlamındadır.”[1211]
20734. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
dumanı içine çekmekten sakındırmıştır.”[1212]
20735. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Hakkını yerine getiren kimse
dışında geçit yerlerinde oturmaktan sakının.”[1213]
20736. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Namaz ve selam hususunda noksanlık ve
eksiklik uygun değildir.”
Metinde geçen “girar”
kelimesi eksiklik ve noksanlık anlamındadır. Namazda
noksanlık ise rüku ve secdesini kamil bir şekilde yapmamak, bir
rekatta diğer rekattan daha az durmaktır. İmam
Sadık’ın (a.s) şu sözü de bu anlamdadır: “Namaz terazidir,
herkim kamil verirse, kamil alır.” Peygamber’in (s.a.a) şu sözüde bu
anlamdadır: “Namaz bir öçektir. Herkim kamil olarak ölçerse (ecrini de)
kamil olarak alır.” Bu, namazda noksanlığın
anlamıdır. Selamda noksanlığın anlamı ise
birisinin “selamun aleyküm” derken karşı tarafın
“aleyküm’üs-Selam” demesi yerine cevap olarak “aleyküm” demesidir.
Bilindiği gibi selamun cevabındaki bu eksiklik mekruh olduğu
gibi haddi aşma da mekruhtur. İmam Sadık (a.s) birine cevap
verdi, o cevap olarak, “ve aleykumus selam ve rahmetillah ve berakatuhu ve
meğfiretuhu ve rızvanuhu” deyince İmam Sadık (a.s)
şöyle buyurdu: “Selamımıza cevap vermek hususunda meleklerin
babamız İbrahim’e (a.s) dediğinden daha ileri gitmeyin. Onlar
şöyle dedi: “Rahmetullahi ve berekatuhu aleykum Ehl’el-Beyt. İnnehu
hamidun mecid” (Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun ey Ehl-i
Beyt! Şüphesiz Allah övülen ve ve azamet sahibidir.)”[1214]
20737. Mean’il-Ahbar’da şöyle yer
almıştır: “Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Birbirinizle münaceşe etmeyiniz ve
biribinize darılmayınız.”
Münaceşe bir
şahsın almak niyetinde olmadığı halde,
başkasını duyup teklifinin etkisinde kalarak malı yüksek
bir fiyatla alması için bir mala fazla fiyat biçmek
anlamındadır. Naciş ise hain anlamındadır. Metinde yer
alan tedabur ise kopmak ve uzaklaşmak anlamındadır. Birbirine
sırt çevirmekten ve yüzünü çevirmekten alınmıştır.”[1215]
20738. Ebu Hureyre ve Abdullah b. Abbas şöyle
diyor: “Resulullah (s.a.a) vefat etmeden önce
Medine’ye son bir hutbe irad etti ve ondan sonra aziz ve celil olan Allah’a
yükseldi. Bu hutbesinde verdiği bir takım öğütler sebebiyle,
gözler ağladı, kalpler korktu, bedenler titredi, ruhlar
sabrını yitirdi. Peygamber (s.a.a) Bilal’e halkı cemaat
namazına çağırmasını emretti. İnsanlar
toplanınca da Allah Resulü (s.a.a) dışarı çıktı,
minberin üzerinde karar kıldı ve üç defa şöyle buyurdu: “Ey
insanlar! Yakına gelin! Arkanızdakiler için yer açın.”
İnsanlar yakınlaşıp birbirine bitişince de
arkalarını döndüklerinde hiç kimseyi göremediler. Peygamber daha
sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Yakına gelin! Arkanızdakiler
için yer açın.” Bir şahıs şöyle arzetti: “Ey Resulullah!
Kimin için yer açalım?” Peygamber şöyle buyurdu: “Melekler için” Daha
sonra Peygamber şöyle buyurdu: “Onlar sizinle oldukları zaman
önünüzde veya arkanızda olmazlar, sağınızda veya solunuzda
olurlar.” Bir şahıs şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü!
Neden önümüzde veya arkamızda olmazlar, bizim onlar üzerindeki
üstünlüğümüz sebebiyle mi, yoksa onların bize üstünlükleri sebebiyle
mi?” Peygamber şöyle buyurdu: “Sizler meleklerden üstünsünüz, otur.” O
şahıs oturdu. Allah Resulü daha sonra hutbesini irad ederek
şöyle buyurdu: “Hamd Allah’a özgüdür, ona hamdederiz ve ondan yardım
dileriz, ona iman eder, ona tevekkülde bulunuruz. Şehadet ederim ki ondan
başka ilah yoktur, o tektir ve eşi yoktur. Şehadet ederiz ki
Muhammed onun kulu ve elçisidir, nefsimizin kötülüklerinden ve amellerimizin
çirkinliğinden Allah’a sığınırız. Herkimi Allah
hidayet ederse, hiç kimse onu saptıramaz, herkimi de saptırırsa,
hiç kimse onu hidayet edemez. Ey insanlar! Bu ümmet arasında üç
yalancı ortaya çıkacaktır. Onların birincisi, Sen’alı
bir şahıstır ve o şahıs Yamama’dır.[1216] Ey
insanlar! Herkim Allah’ın birliğine ona bir şeyi ortak
koşmadan halis bir şehadetle Allah ile görüşürse, cennete
girer.” Ali b. Ebi Talib (a.s) ayağa kalktı ve şöyle arzetti:
“Ey Resulullah! Annem babam sana feda olsun! Nasıl olur da şehadetini
halis kılabilir, bizler için izah et de bilelim.” Allah Resulü (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Evet! Dünyaya tamahlanmak, helal olmayan yoldan mal
toplamak, dünyaya bağlılık ile olmamalıdır. Bazı
kimseler güzel söz söyler, ama Cebbarlar ve günahkarlar gibi amel ederler. O halde
herkim de bu hasletlerden biri olmaz ve de Allah’tan başka ilahın
olmadığına tanıklık ederek aziz ve celil olan Allah
ile görüşürse cennete girer. Ama herkim dünyaya sarılıp ahireti
bırakırsa cehennem ehli olur.”[1217]
20739. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir zalimin davasının
vekaletini üstlenirse veya ona davasında yardımcı olursa, ölüm
meleği Allah’ın laneti ve cehhennem müjdesiyle ona iner, o
ateşte ebedi kalır ve bu kötü bir akıbettir.”[1218]
20740. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim zalim bir hükümdara işlerinde
itaat ederse, ateşte onunla arkadaş olur.”[1219]
20741. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir yöneticiye zulüm yolunu
gösterirse haman ile arkadaş olur. O ve söz konusu sultan cehennemlikler
arasında en şiddetli azaba düçar kalır.”[1220]
20742. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir dünya sahibine dünya
tamahı sebebiyle saygı gösterir ve severse, Allah ona gazaplanır
ve cehennemin en alt tabakasında Karun ile aynı yerde bulunur.”[1221]
20743. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendini göstermek ve ün salmak
için bir bina inşa ederse, kıyamet günü onu yedi kat yerin dibine
kadar omuzunda taşır ve o bina boynunda ateşten bir çember
haline dönüşür, ardından onu ateşe atarlar.” Ben (ravi)
şöyle arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Gösteriş ve ün salmak için
bina yapmak nasıl olur?” Peygamber şöyle buyurdu: “Kendisine yetecek
miktarından fazlasını yapar veya övünmek için bina eder.”[1222]
20744. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir işçinin ücretini vermezse
(veya az verirse) Allah amelini batıl eder ve beşyüz yıllık
mesafeden gelen cennetin kokusunu ona haram kılar.”[1223]
20745. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim komşusunun bir avuç
toprağını hıyanet ederek alırsa, Allah-u Teala
kıyamet günü ateşten bir çember halinde onun boynuna atar, onu yerin
yedi katında gezdirir, sonra onu cehennem ateşine sokar.”[1224]
20746. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı öğrenir, sonra
bilerek unutursa, kıyamet günü eli kesik (ve cüzzamlı) ve eli
zincirle bağlı olduğu bir halde Allah ile görüşür. Allah
unuttuğu her ayet için ona bir yılan musallat kılar.”[1225]
20747. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı öğrenir, onunla
amel etmez, dünya sevgisini ve süslerinin sevgisini ona tercih ederse, Allah-u
Teala’nın gazabına müstahak olur ve Allah’ın kitabını
arkalarına atan Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı derecede
bulunur.”[1226]
20748. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendisine haram olan bir
kadınla ilişkide bulunur veya bir erkek, erkek çocuğuyla livat
ederse Allah-u Teala kıyamet günü onu leşten daha kötü kokar bir
halde haşreder. Öyle ki insanlar onun kötü kokusundan cehenneme girinceye
kadar sıkıntıya düşer. Allah ondan hiçbir fidye ve
alıkoyucu kabul etmez, amellerini batıl kılar, onu demirden
çivilerle sağlamlaştırılmış bir tabuta koyar. O
tabutun üzerine, bedeni o çivilere batsın diye demirden bir levha koyar.
Eğer onun damarlarından biri dörtyüz ümmetin arasına
atılacak olursa, hepsi yok olur ve onun azabı tüm cehennem ehlinden
daha şiddetlidir.”[1227]
20749. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Yahudi, Hıristiyan, Mecusi,
Müslüman, özgür, cariye veya herhangi bir kadınla zina ederse, Allah onun
mezarına ateşten üçyüz bin kapı açar, o kapılardan
yılanlar, akrepler ve alevler çıkar. Kıyamet gününe kadar yanar,
insanlar onun avretinin kötü kokusundan eziyet içinde olur. Kıyamet günü
onu o kötü kokusuyla tanırlar, onun cehenneme götürülmesi emri
verildiğinde, cehennem ehli bizzat şiddetli bir azaba düçar
oldukları halde onun varlığından dolayı
sıkıntıya düşerler. Bütün bunlar Allah’ın
haramları yasaklaması sebebiyledir. Allah-u Teala’dan daha gayretli
bir kimse yoktur. Allah bu gayreti sebebiyle fuhuşu ve kötülüğü
yasaklamıştır ve buna hadler tayin etmiştir.”[1228]
20750. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gizlice komşusunun evine
bakar ve bir erkeğin avretine, kadının saçına veya
bedeninin bir bölümüne bakarsa, Allah’ın onu dünyada insanların
ayıbının peşinde koşan münafıklarla cehenneme
sokması bir haktır. Bu kimse Allah kendisini rezil etmedikçe dünyadan
göçmez, Allah ahirette de avretini (ayıplarını) tüm insanlar
için aşikar kılar.”[1229]
20751. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Allah’ın rızkından
hoşnut olmaz, diliyle şikayette bulunur ve sabretmezse, onun hiçbir
iyi işi Allah’a yükselmez. Allah-u Teala ile, Allah’ın kendisine
gazaplandığı bir halde görüşür.”[1230]
20752. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir kadının mehirini
vermezse, Allah nezdinde zinakar sayılır. Allah kıyamet günü ona
şöyle buyurur: “Ey kulum! Cariyemi söz ile sana eş kıldım,
sen ise sözüne vefa göstermedin.” Böylece aziz ve celil olan Allah bizzat o
kadının hakkını talep etmeyi üstlenir. O şahsın
bütün iyi işlerini alır, ama yine de eşinin hakkını
telafi edemez. Bunun üzerine o şahsın ateşe atılması
emredilir.”[1231]
20753. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Herkim tanıklığından geri
döner veya onu gizlerse, Allah (kıyamet günü) yaratıkların
huzurunda onun etini kendisine yedirir dilini çiğnediği bir halde
cehenneme gider.”[1232]
20754. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin iki eşi olur ve kendisini
ve malını onlar arasında bölüştürmede adaletli davranmazsa,
kıyamet günü elleri bağlı, bedeninin yarısı
eğilmiş (ve felç olmuş) bir halde getirilip ateşe gider.”[1233]
20755. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim komşusuna haksız yere
eziyet ederse, Allah ona cennet kokusunu haram kılar ve onun yeri
ateş olur. Biliniz ki aziz ve celil olan Allah insana komşusunun
hakkını sorar. Herkim komşusunun hakkını eda etmezse,
bizden değildir.”[1234]
20756. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim fakir bir Müslümana fakirliği
sebebiyle hakarette bulunur ve onu hor görürse, şüphesiz Allah’ın
hakkını hor görmüş olur. Aziz ve celil olan Allah sürekli ona
gazap eder ve o fakiri razı edinceye kadar kendisinden razı olmaz.
Herkim de fakir bir Müslümana saygı gösterirse, kıyamet günü Allah
ile kendisine güler bir halde görüşür.”[1235]
20757. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim hem dünya ve hem de ahiret
işiyle karşılaştığı bir durumda dünyayı
ahirete tercih ederse, Allah-u Teala ile kendisini ateşten koruyacak
hiçbir iyiliği olmadığı halde görüşür. Herkim de
ahireti alır ve dünyayı terk ederse kıyamet günü aziz ve celil
olan Allah ile kendisinden razı ve hoşnut olduğu bir halde
görüşür.”[1236]
20758. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kendisine haram olan bir
kadın veya cariyeyi elde ettiği halde Allah’tan korktuğu için
ona kötülük etmezse, aziz ve celil olan Allah ateşi ona haram kılar
ve (kıyamet gününün) büyük dehşetinden güvende kılar ve onu
cennetine götürür. Ama herkim de onunla haram işlerse, Allah ona cenneti
haram kılar ve onu cehenneme götürür.”[1237]
20759. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim haram bir mal elde ederse Allah ne
onun bir sadakasını, ne bir köle azad etmesini, ne bir
haccını ne de bir umresini kabul eder. Aziz ve celil olan Allah bu
işlerin sevabı kadar kendisine günah yazar. Ölümünden sonra geri
kalan miktarı ise ateşe doğru azığı olur. Herkim
haram bir mal elde edebildiği bir halde Allah korkusundan ondan yüz
çevirirse, Allah’ın muhabbet ve rahmetine mazhar olur ve cennete götürülmesi
emredilir.”[1238]
20760. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim namahrem bir kadın ile
tokalaşırsa, kıyamet günü eli bağlı olarak gelir,
sonra da onun ateşe götürülmesi emredilir.”[1239]
20761. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim maliki olmadığı bir
kadınla şakalaşırsa, dünyada o kadına söylediği
her kelimeye karşılık bin yıl (ateşte) tutulur.
Kadın erkeği kabullenir ve neticede de erkek haram olarak onu
kucağına alır veya öperse veya onunla ilişkide bulunursa
veya onunla şakalaşır ve fuhuşa düşerse, erkek için
var olan günahın aynısı onun için de olur. Ama eğer
kadın razı olmaz ve erkek zorla ona el uzatırsa, o
kadının günahı da o adamın boynunadır.”[1240]
20762. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim alışverişte bir
müslümanı aldatırsa bizden değildir. Kıyamet günü
Yahudilerle haşrolur. Zira herkim halkı aldatırsa müslüman
değildir.”[1241]
20763. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim ihtiyacı
olmadığı halde komşusundan bir malı[1242]
esirgerse, Allah da kıyamet günü ondan bağışını
ve ihsanını esirger ve onu kendi haline bırakır. Herkimi de
Allah kendi haline bırakırsa helak olur, aziz ve celil olan Allah
hiçbir özrünü kabul etmez.”[1243]
20764. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir kadın kocasına eziyet
ederse, bütün ömrü boyunca oruç tutup, geceleri ibadetle meşgul olsa,
köleler azad etse, malını Allah yolunda infak etse dahi, Allah hiçbir
iyi işini ve namazını eşine yardım edip onu
kendisinden hoşnut kılmadıkça kabul etmez. Aksi taktirde o kadın
cehenneme giren ilk kimsedir.”[1244]
20765. Resulullah (s.a.a), daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Erkek de eşi hakkında eziyet ve
zulümde bulunursa, böyle bir günah ve azaba uğrar.”[1245]
20766. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir Müslümanın yüzüne tokat
vurursa Allah kıyamet günü kemiklerini kırar, ona ateşi musallat
eder, cehenneme gidinceye kadar elleri bağlı olur.”[1246]
20767. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim geceyi Müslüman kardeşine
hıyanet kastiyle geçirirse, o geceyi Allah’ın gazabında geçirir.
Günüdüzü de aynı şekilde Allah’ın gazabında ve
hoşnutsuzluğu içinde yaşar, meğer ki tövbe edip geri
dönsün. Eğer böyle bir halet üzere ölürse, İslam’dan ayrı bir
din üzere ölmüş olur.” Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki herkim bir müslümanı aldatırsa bizden
değildir” Peygamber bu cümleyi üç defa tekrar etmiştir.”[1247]
20768. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim zalim bir hükümdarın
yanında bir kırbaç asarsa, Allah o kırbacı altmış
bin zira’ uzunluğunda bir yılan haline dönüştürür ve onu
cehennem ateşinde sürekli olarak kendisine musallat kılar.”[1248]
20769. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim müslüman kardeşinin
gıybetini ederse, orucu batıl olur ve abdesti bozulur. Eğer o
hal üzere ölürse Allah’ın haramını helal saymış olarak
ölmüş olur.”[1249]
20770. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim iki kimse arasında laf
taşırsa Allah kabrinde, kıyamet günü ne kadar onu yakması
için bir ateşi ona musallat kılar. Kabrinden
çıktığı zaman da cehenneme gidinceye kadar sürekli bedenini
ısırması için siyah bir ejderhayı ona musallat kılar.”[1250]
20771. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim öfkesini yutar, müslüman
kardeşini affeder ve müslüman kardeşi karşısında
yumuşak huylu olursa Allah-u Teala ona bir şehidin ecrini
bağışta bulunur.”[1251]
20772. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir yoksula zulmeder veya
zorbalık eder, veya onu hakir görürse Allah da kıyamet günü onu insan
şeklindeki bir karınca miktarınca haşreder ve o cehenneme
gider.”[1252]
20773. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim kardeşinin gıybetinin
edildiği bir topluluğa oturur ve gıybete engel olursa aziz ve
celil olan Allah dünya ve ahirette bin kötülük kapısını ondan
geri çevirir. Ama eğer goybete engel olmazsa ve gıybetten
hoşlanırsa onun için de gıybet eden kimseler gibi günah
vardır.”[1253]
20774. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim iffetli bir erkek veya
kadına iftirada bulunursa Allah onun (iyi) amellerini boşa
çıkarır, kıyamet günü yetmiş bin melek önünden ve
arkasından onu kırbaçlar, yılanlar ve akrepler bedenini
ısırır ve sonra da ateşe götürülmesi emredilir.”[1254]
20775. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bu dünyada şarap içerse
Allah (ahirette) ona engerek
yılanının ve akreplerin zehiriyle dolu bir kadeh verir ki onu
içmeden yüzünün eti o kadehe dökülür. Onu içtiği zaman bedeninin eti ve
derisi kokmuş bir leş gibi birbirinden dağılır ve
böylece mahşer ehli (kötü kokusundan dolayı) eziyet görür. Sonunda
cehenneme götürülmesi emredilir. Şarap içen, şarap yapan, kendisi
için şarap yapılmasını sipariş veren kimseler
(ateştedirler) satıcısı, alıcısı,
taşıyıcısı teslim edicisi, parasını yiyicisi
de günah ve utanç açısından eşittirler. Biliniz ki her kim
Yahudi, Hristiyan, Sabii veya diğer insanlardan birine şarap içirirse
günahı onu içen kimsenin günahı gibidir. Biliniz ki her kim
başkası için şarap satar veya alırsa Allah-u Teala tevbe
etmedikçe onun ne namazını kabul eder ne orucunu ne haccını
ve ne de umresini! Eğer tevbe etmeden önce ölürse dünyada içtiği her
yuduma karşılık ona cehennemden bir yudum irin içirmesi Allah-u
Teala’ya haktır.” Resulüllah daha sonda şöyle buyurmuştur:
“Biliniz ki Allah özellikle şarabı ve sarhoş edici her
içeceği haram kılmıştır. Biliniz ki sarhoş edici
her şey haramdır.”[1255]
20776. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim faiz yerse Allah yediği faiz
miktarınca karnını ateşle doldurur. Eğer biz
malındanbir servet elde ederse Alalh-u Teala o elde ettiği malla
yaptığı hiçbir iyiliği kabul etmez. Yanında o maldan
bir zerre dahi baki kaldığı taktirde sürekli Allah ve meleklerin
lanetinde olur.”[1256]
20777. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim dünyada bir emanete hıyanet
eder ve onu sahibine geri vermezse islamdan başka bir din üzere ölür. Aziz
ve celil olan Allah’ı kendisine gazap ettiği bir halde mülakat eder.
Sonra cehenneme götürülmesi emredilir ve ebedi olarak cehennemin bir
köşesine atılır.”[1257]
20778. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bir müslümana ve zimmi kafire
veya diğer halktan birine yalan yere tanıklık ederse
kıyamet günü dilinden asılır ve münafıklarla cehennemin en
alt tabakasında yer alır.”[1258]
20779. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim hizmetçisine veya kölesine veya
insanlardan birine red cevabını verir ve onu kendisinden kovarsa aziz
ve celil olan Allah kıyamet günü ona red cevabını verir,
kendisinden kovar ve baş aşağı ateşe atar.”[1259]
20780. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim (mehirini
bağışlayarak) boşanması için eşine eziyet ederse
Alalh-u Teala o erkek (için ateşten) daha az bir cezaya rızayet
göstermez. Zira Alalh-u Teala yetim hakkında (yapılan zulümler için)
gazaplandığı gibi kadın hakkında da gazaplanır.”[1260]
20781. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir sultana kardeşini
gammazlarsa aziz ve celil olan Allah yaptığı tüm amellerini yok
eder. Eğer bu sebeple de sultandan ona bir eziyet veya
rahatsızlık gelirse, aziz ve celil olan Allah o gammazlayan kimseyi
Haman ile cehennemin aynı tabakasında karar kılar.”[1261]
20782. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı şöhret elde
etmek veya bir şeyi kazanmak için kıraat ederse, kıyamet günü aziz
ve celil olan Allah’la etsiz, kemikten bir yüzle mülakat eder. Kur’an sürekli
cehenneme gidinceye kadar onun ensesine vurulur ve diğer cehennemliklerle
birlikte cehenneme düşer.”[1262]
20783. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Kur’an’ı okur ve onunla amel
etmezse, Allah kıyamet gününde onu kör olarak haşreder ve sonra
şöyle der: “Ey rabbim! Beni neden kör olarak haşrettin. Oysa ben
gören biriydim.” Allah şöyle buyurur: “Sana gelen ayetlerimizi
unuttuğun için, bugün de aynı şekilde unutulursun.” Neticede
cehenneme atılması emrolunur.[1263]
20784. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gaspedilen bir malı,
gaspedildiğini bile bile alacak olursa utanç ve günahı yüklenme
hususunda o malı gaspeden kimse gibidir.”[1264]
20785. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir kadın veya erkek
arasında pezevenklik ederse, Allah cenneti ona haram kılar ve onun
yeri cehennemdir. Bu kötü bir akıbettir ve ölünceye kadar da sürekli
Allah’ın gazabında olur.”[1265]
20786. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Müslüman kardeşini
aldatırsa Allah rızkından bereketi kaldırır,
hayatını perişan eder ve onu kendi haline bırakır.”[1266]
20787. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir hırsızlık
malını, hırsızlık malı olduğunu bildiği
halde alırsa, utanç ve günahı yüklenme hususunda o hırsız
gibidir.”[1267]
20788. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir müslümana hıyanet ederse
dünya ve ahirette o bizden değildir ve bizde ondan değiliz.”[1268]
20789. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki herkim çirkin bir iş
işitir ve onu ifşa ederse, o çirkin işi yapan kimse gibidir.
Herkim de iyi bir ameli işitir ve onu insanlar arasında
yaygınlaştırırsa şüphesiz onu yapan kimse gibidir.”[1269]
20790. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir erkeğe bir
kadını anlatır ve kadının güzelliklerini ona söyler,
bu sebeple de o erkek o kadına aşık olur ve onunla fuhuş
yaparsa, Allah kendisine (anlatana) gazap etmedikçe bu dünyadan ayrılmaz.
Herkim de Allah’ın gazabına uğrarsa yedi gök ve yedi yer ona
gazap eder. Günahı da o kadınla günah işleyen kimsenin
günahı gibidir.” Şöyle arzedildi: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer
herikisi de tövbe eder ve doğru yola koyulursa ne olacak?” Peygamber
şöyle buyurdu: “Allah o ikisinin (zina eden kadın ve erkeğin)
tövbesini kabul eder, ama anlatma ve nitelendirme sebebiyle o kadını
günaha sürükleyen kimsenin günahını kabul etmez.”[1270]
20791. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gözlerini namahrem bir kadın
ile doldurursa (namahrem olan bir kadına bakarsa) aziz ve celil olan Allah
insanlar arasında hüküm verme işini sona erdirinceye kadar onun
gözlerini ateşten çivilerle doldurur, daha sonra da onun cehenneme
götürülmesi emredilir.”[1271]
20792. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gösteriş ve ün yapmak
için yemek yedirirse, Allah-u Teala ona
o yiyecek miktarınca cehennem irininden içirir. O yiyeceği insanlar
arasında hüküm verinceye kadar karnında ateşe çevirir.”[1272]
20793. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim evli bir kadınla zina ederse,
o ikisinin avretinin pisliğinden beşyüz yıllık mesafe
ölçüsünce iki nehir akar. Öyle ki cehennem ehli bunun pis kokusundan
sıkıntıya düşer ve o ikisinin azabı herkesin
azabından daha şiddetlidir.”[1273]
20794. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın
gazabı, gözünü kocasından başkasıyla veya mahremi olmayan
bir erkekle dolduran kadına çok daha şiddetlidir. Zira eğer
böyle yaparsa Allah bütün amellerini batıl eder. Eğer
kocasının yatağına başka bir erkeği alırsa,
Allah-u Teala’nın kabrinde ona azap verdikten sonra onu ateşte yakması
bir hak olur.”[1274]
20795. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “(Heva ve heves yüzünden) bir kadın
kocasından hul’ talakı alırsa (mehriyesini kendisine
bağışlayarak boşanmasını isterse) sürekli
Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti uğrar. Ölüm
meleği yanına gelince ona şöyle der: “Ateşle sana müjdeler
olsun!” Kıyamet günü olduğunda da ona şöyle denir: “Diğer
cehennemlilerle birlikte cehenneme gir.” Bilin ki Allah-u Teala ve Resulü
haksız yere boşanmayı isteyen kadınlardan beridir. Bilin ki
Allah-u Teala ve Resulü de kendisinden (hul talakı ile) boşanmsı
için eşini sıkıntıya düşüren erkekten de beridir.”[1275]
20796. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir cemaatin izni ve
rızayetiyle onların imamlığını üstlenir; cemaat
namazına hazır olmada, kıraati yerine getirmede, rüku, secde,
kunud (teşehhüd) ve kıyam hususunda itidale riayet ederse kendisine
uyan bütün cemaatin ecrine sahip olur.”[1276]
20797. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir cemaatin imamı olur,
namazda hazır olmada, kıraatini yerine getirmede, rüku, secde,
kıyam ve kuud hususunda itidale riayet etmezse, namazı kendisine geri
çevrilir ve boğazından yukarı geçmez. Allah-u Teala nezdindeki
makamı ise halkını idare etme liyakatine sahip olmayan ve
insanlar arasında Allah-u Teala’nın emrini ikame etmeyen saldırgan
zalim önderin makamı gibidir.” Bu esnada Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib
(a.s) ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: “Ey Allah’ın Resulü!
Babam ve annem sana feda olsun! Kavmini idare etme liyakati olmayan ve halk
arasında Allah’ın emirlerini ikame etmeyen, saldırgan zalim
önderin nasıl bir makamı vardır?” Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu: “O kıyamet günü azabı herkesten şiddetli olan dört
kişiden dördüncüsüdür: İblis, Firavun, intihar eden (veya bir
insanı öldüren) kimse ve dördüncüsü de zalim hükümdardır.”[1277]
20798. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir borç hususunda kendisine
ihtiyaç duyan kardeşine borç vermezse, Allah iyilik sahiplerine mükafat
verdiği günde cenneti ona haram kılar.”[1278]
20799. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim eşinin kötü ahlakına
sabreder, onu Allah’ın hesabına yazarsa (mükafatını
Allah’tan dilerse), Allah-u Teala onun kötü ahlakına sabrettiği her
gece ve gündüzün sıkıntısı karşısında
Eyyub’a (a.s) belalar ve zorluklar karşısındaki sabrı için
verdiği sevap gibi sevap verir. O (kocasına eziyet eden) kadın
için de gece ve gündüz taşlık bir yerdeki çakılların
sayısınca günah yazılır. Eğer eşine yardım
edip, ona eşlik etmeden ve kocası kendisinden razı olmadan
ölecek olursa kıyamet günü münafıklarla cehennemin en alt
tabakasında alaşağı bir şekilde haşrolur.”[1279]
20800. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin kendisiyle uyuşmayan,
Allah’ın kendisine verdiği rızıktan hoşnut ve kani
olmayan, kocasına sıkı davranan ve ona gücünden
fazlasını yükleyen bir eşi olursa, Allah o kadından kendisini
ateşten kurtaracak hiçbir iyiliği kabul etmez ve bu haslet üzere
olduğu müddetçe de Allah ona gazap eder.”[1280]
20801. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim kardeşine saygı
gösterirse, hakikatte Allah’a saygı göstermiştir. Kendisine
saygı gösteren ve yüce tutan kimseye Allah’ın nasıl
davranacağını düşünün.”[1281]
20802. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bir toplumun liderliğini
üstlenir, onlara iyi davranmazsa (önderlik ettiği), her güne
karşılık bin yıl cehennemin ağzında tutulur,
elleri boynuna zincirlenmiş bir halde haşrolur. O halde herkim onların
arasında Allah’ın emrini ikame ederse, Allah-u Teala onu azad eder.
Eğer zulüm ederse yetmiş yıllık yol mesafesince
derinliği olan cehennem ateşine düşer.”[1282]
20803. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Allah’ın nazil buyurduğu
kanun esasınca hükmetmezse, yalan yere tanıklık eden, o sebeple
de cehenneme atılan kimse gibidir ve de yalancı şahidin
gördüğü azap gibi azap görür.”[1283]
20804. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim iki yüzlü ve iki dilli olursa,
kıyamet günü de iki yüzlü ve iki dilli olur.”[1284]
20805. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim iki kişinin arasını
bulmak için adım atarsa, geri dönünceye kadar Allah’ın melekleri ona
selam gönderirler ve kendisine kadir gecesi sevabı verilir.”[1285]
20806. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim iki kişinin arasını
bozmak için adım atarsa, günahları iki kişinin arasını
bulmaya çalışan kimsenin sevabı kadardır (onun sevabı
kadar bunun günahı olur.) Allah’ın laneti cehenneme gidinceye kadar onun
üzerine yazılır ve de azabı kat kat olur.”[1286]
20807. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Resulullah (s.a.a) cenabet halinde bir şey
yemekten sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: “Bu
iş fakirliğe neden olur.” Hakeza dişle tırnağın
koparılmasından ve hamamda misvak kullanmaktan
sakındırmıştır…”[1287]
20808. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey ümmetim! Allah Tebareke ve Teala
sizler için yirmi dört işi hoş görmez ve sizi ondan
sakındırır: Namaz halinde boş işi, sadakada minnet
etmeyi…sizin için hoş görmez.”[1288]
20809. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Et sarılan bezi evde tutmayın.
Zira o şeytanın ahırıdır. Çöpü kapının
arkasında tutmayın. Zira ki o şeytanın
sığınağıdır…”[1289]
526. Konu
en-Nur
Nur
bak.
F
el-İmamet (1), 136. bölüm; el-Cennet, 555. bölüm;
el-Hadis, 2602. ve 562. bölümler; el-Emsal, 3604. bölüm; el-Mead (3), 2988.
bölüm; el-Marifet (3), 2639. bölüm; el-Vuzu, 4103. bölüm; ez-Zulüm, 2448.
bölüm; el-Melaike, 3706. bölüm
Kur’an:
“Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru,
içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O
ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir
yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız
batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır.
Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi
aydınlatacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna
kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O, her şeyi bilir.”[1290]
20810. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Ey nurun nuru! Ey nur saçan nur! Ey nuru
yaratan! Ey nuru düzenleyen! Ey nuru taktir eden! Ey her nurun nuru! Ey her
nurdan önceki nur! Ey her nurdan sonraki nur! Ey her nurdan en üstte olan nur!
Ey benzeri olmayan nur!”[1291]
20811. İmam Kazım (a.s), zindandan Ali
b. Suveyd’e yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Rahman
ve rahim olan Allah’ın adıyla. Hamd büyük ve yüce olan Allah’a
mahsustur. Müminlerin kalbi onun azameti ve nuruyla görmüş ve cahiller,
nuru ve azameti sebebiyle ona düşmanlık etmiş, yer ve gökte olan
yaratıklar, onun nuru ve azametiyle çeşitli amelleri, dinleri ve
çelişik inançları oldukları halde ona yakınlaşma
vesilesi bulmaya çalışmaktadırlar. Böylece bazıları
doğru yolu kateder, bazıları dalalete düşerler.
Bazıları işitir, bazıları sağır olur,
bazıları görür, bazıları kör ve şaşkın
olurlar…”[1292]
Kur’an:
“Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir
delil geldi, size apaçık bir nur indirdik.”[1293]
“Ey Kitab
ehli! Kitap’tan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan
ve çoğundan da geçiveren Peygamber’imiz gelmiştir. Doğrusu size
Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir.”[1294]
20812. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ki bu Kur’an Allah’ın
ipi ve aydınlatıcı nurdur.”[1295]
20813. İmam Hasan (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz bu Kur’an’da aydın
ışıklar vardır.”[1296]
20814. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an'ı öğrenin, çünkü o sözlerin en güzelidir.
Onda anlayışınızı derinleştirip
kavrayışınızı genişletin. Çünkü o gönüllerin
baharıdır. Onun nurundan şifa talep edin. Çünkü o göğüslerinizin
şifasıdır.”[1297]
20815. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, size hak yolu göstermiş ve O’nun
yolları sizin için aydınlanmıştır. Kötü bir akibet
veya ebedi bir saadet!”[1298]
20816. İmam Ali (a.s), imanın
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “...(İslami) yol, apaçık
bir yol ve apaydın bir meşaledir.”[1299]
20817. İmam Ali (a.s), Peygamberin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Her
yıl Hira dağına çekilirdi, onu ben görürdüm, benden
başkası da görmezdi. O gün İslam Resulullah ve Hatice’nin
evinden başka hiç bir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin
ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım.”[1300]
20818. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakeza şahadet ederim ki Muhammed
O’nun kulu ve elçisidir. Onu meşhur bir din, aktarılmış bir
ilim, yazılmış bir kitap, parıldayan bir nur ve
ışıldayan bir ışık olarak gönderdi.”[1301]
20819. İmam Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)
için yaptığı bir dua hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Onun binasını (önceki) bina yapanların binasından (onun
dinini, önceki dinlerden) yüce kıl, nezdinde derecesini değerli
kıl. Nurunu onun için tamamla!”[1302]
20820. İmam Ali (a.s), Peygamberi
andığı bir konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Sonunda şanı yüce olan
Allah’ın lütfü Muhammed’e (s.a.a) ulaştı… O
sakınanların önderi, hidayete erişenlerin basiretidir. Parlayan
bir yıldız, her yana nurlar saçan bir ışık ve
alevlenen bir meşaledir.”[1303]
Hakeza
şöyle buyurmuştur: “Peygamber,
dileyenlere hidayet ateşini alevlendiren ve şaşıranlara
işaretleri gösterendir.”[1304]
20821. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği,
ilminin nuruyla ışıklandığı bir imamı
vardır”[1305]
20822. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Benim içinizdeki durumum, karanlığın içindeki
ışığa benzer; karanlığa dalan onunla
aydınlanır.”[1306]
bak.
El-İmamet (3), 136. Bölüm; el-Emsal, 3605. Bölüm
Kur’an:
“Ölü iken kalbini diriltip, insanlar
arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin
durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi
midir? Kâfirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir.”[1307]
“Ey iman edenler! Allah’tan
sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir
anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar.
Allah büyük, bol nimet sahibidir.”[1308]
“Ey iman edenler! Allah’tan sakının,
Peygamber’ine iman edin ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size
ışığında yürüyeceğiniz bir ışık
var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır,
acıyandır.”[1309]
20823. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İlim
öğrenmekle değildir. İlim ancak ve ancak Allah Tebarek ve
Teala’nın hidayetini istediği kimsenin kalbine koyduğu bir
nurdur.”[1310]
Bak. El-İlm, 2875. bölüm
20824. İmam Ali (a.s), münezzeh olan
Allah’ın yolunun yolcusunu nitelendirirken şöyle buyurmuştur: “O, (seyr-u sülük ehli ilim ve
fikirle donanarak) aklını diriltmiş, nefsini öldürmüş,
böylece cismi incelmiş, katı kalbi yumuşamış, kendisi
için ışığı kuvvetli bir meşale yakmış
ve bununla önünü aydınlatarak doğru yolunu devam etmiştir. Her
çaldığı kapı onu esenlik ve karar kılacağı
yere ulaştırmıştır.”[1311]
20825. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Benim ve benden önceki Peygamberlerin
Arefe gününd en çok duası şu olmuştur: “Allah’tan başka
ilah yoktur! Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. Mülk ve hamd ona
mahsustur, o diriltir ve öldürür, o herşeye kadirdir. Ey Allah’ım!
Kulağımda bir nur, gözümde bir nur, kalbimde bir nur kıl. Ey
Allah’ım! Göğsümü aç ve işimi bana kolaylaştır.
Göğüslerin vesvesesinden ve işlerin dağınıklığından
sana sığınırım.”[1312]
20826. Resulullah (s.a.a), bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım!
Benim için kalbimde bir nur, dilimde bir nur, gözümde bir nur,
kulağımda bir nur, sağ tarafımda bir nur, sol
tarafımda bir nur, başımın üstünde bir nur,
ayaklarımın altında bir nur, önümde bir nur, arkamda bir nur,
ruhumda bir nur karar kıl ve nurumu azametli kıl.”[1313]
20827. İmam
Zeyn’ul Abidin (a.s) hakeza bir duasında şöyle buyurmuştur: “Bana bir nur bağışla
ki onunla insanlar arasında yürüyeyim, karanlıklarda onunla hidayete
ereyim ve şek ve şüpheler hususunda onun nuruyla
aydınlanayım.”[1314]
20828. İmam Sadık (a.s), Abdullah b.
Cündeb’e yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
İbn-i Cündeb! Aziz ve celil olan Allah vahiylerinin birinde şöyle
buyurmuştur: “Ben namazı sadece azametim karşısında
tevazu gösteren, benim için nefsinin isteklerinden sakınan, gününü benim
zikrimle geçiren, yaratıklarıma üstünlük taslamayan, aç insanı
doyuran, çıplağı giydiren, musibete uğramış
kimseye acıyan, garibe sığınak veren kimseden kabul ederim.
Böyle bir kimsenin nuru güneş gibi parlar, kendisi için karanlıklarda
bir nur ve cehalet hususunda bir hilim karar kılarım, izzetimle onu
korurum, meleklerimi ona koruyucu kılarım, beni çağırdığında
ben ona cevap veririm, benden bir şey dilediğinde ona
bağışlarım. Bu kulun benim nezdimdeki örneği, ne
meyvesi kuruyan, ne de durumu değişen Firdevs bahçelerinin
örneğidir.”[1315]
20829. İmam Ali’nin Nehrevan
savaşından sonra okuduğu hutbesinde kendi halini beyan ederek
şöyle buyuruyor: “Güçleri/kuvvetleri yokken ben
işe koyuldum. Onlar başlarını yakalarının içine
sokmuşlarken (gizlenmişlerken), ben kendimi açık bir
şekilde ortaya attım. Onlar dilsizlerken, ben konuştum. Onlar
durmuşken, ben Allah’ın nuruyla geçip gittim.”[1316]
bak. El-Marifet,
2586, 2587. Bölümler; el-İlm, 2888. Bölüm; ez-Zuhd, 1621, 1622. Bölümler;
el-Kalb, 3394. Bölüm
20830. Resulullah (s.a.a), üzerinde
tabaklanmamış koç derisi bulunduğu bir halde yanına gelen
Mus’ab b. Umeyr’e şöyle buyurmuştur: “Allah’ın,
kalbini aydınlattığı bu kimseye bakınız! Ben, bu
şahısa anne babasının yanındayken ona en iyi
yiyeceklerden verdiklerine, en yumuşak elbiselerini giydirdiklerine
şahit oldum. Ama Allah’a ve Resulüne karşı duyduğu aşk
ve sevgi bu şahsı gördüğünüz hale getirdi.”[1317]
20831. Resulullah (s.a.a), gerçek bir mümin
olduğunu iddia eden birisine şöyle buyurmuştur: “Senin
imanının hakikati nedir?” O şöyle arzetti: “Nefsim dünyaya o
kadar itinasız olmuştur ki artık gözümde taş ve altın
aynıdır. Adeta cennet ve cehennemi görüyorum, adeta rabbimin
arşı karşısında bulunmaktayım.” Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Bu haleti koru. Bu Allah’ın kalbini iman nuruyla
aydınlattığı bir kuldur.”[1318]
20832. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir gün Resulullah (s.a.a) sabah
namazını cemaat ile kıldı. Namazdan sonra gözleri camide
bulunan bir gence ilişti. Bu genç uyukluyor ve başını
aşağıya salıyordu, rengi sararmış, bedeni
sıskalaşmış, gözleri çukurlaşmıştı.
Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Ey falan kimse! Durumun nasıldır?”
O şöyle arzetti: “Ey Resulullah! Ben yakine eriştim” Resulullah
(s.a.a) onun dediklerine şaştı ve şöyle buyurdu: “Her
yakinin bir hakikati vardır, senin yakinin hakikati nedir?” O şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Benim bu yakinim ruhuma hüzün salmış,
gecelerimi ihya gecelerine, sıcak gündüzlerimi susuzluğa (oruç
tutmaya) çekmiştir, nefsim dünyaya ve dünyanın içinde olanlara
rağbetsiz olmuştur. Öyle ki adeta rabbimin arşının
hesap görmek için kurulduğunu, insanların hesap için bir araya
toplandığını ve benim de onların arasında
olduğumu görür gibiyim…” Resulullah (s.a.a) ashabına şöyle
buyurdu: “Bu Allah’ın kalbini iman nuruyla
aydınlattığı bir kuldur.” Daha sonra ona şöyle buyurdu:
“Bu halet üzere kalıcı ol” O genç şöyle arzetti: “Ey Resulullah!
Dua et ki Allah sizin kenarınızda şehadete erişmeyi bana
nasip buyursun.” Resulullah (s.a.a) ona dua etti, bir müddet sonra Peygamber
ile birlikte savaşa çıktı ve dokuz kişiden sonra
şehadete erişti ve onuncu şehit oldu.”[1319]
bak. El-uns,
310. Bölüm; 1546. hadis
20833. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kalp nurunu talep
ettim ve onu tefekkür ve ağlamakta buldum. Sırattan geçmeyi talep ettim
ve onu sadaka vermede buldum. Yüz nurunu talep ettim ve onu gece namazında
buldum.”[1320]
20834. İmam Seccad (a.s) kendisine, “Neden geceyi
ibadetle ihya edenler insanların en güzel yüzlü olanlarıdır”
diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “Çünkü onlar Allah ile halvet
etmişlerdir. Allah da onların bedenlerine kendi nurunu
giydirmiştir.”[1321]
20835. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Peygamberin (s.a.a), “Gece namazı
nurdur” diye buyurduğunu işittiğim zamandan beri asla gece
namazını terk etmedim.” İbn-i Kevva şöyle arzetti:
“Leylet’ul-Harir[1322]
gecesinde de mi?” İmam şöyle buyurdu: “Hatta Leylet’ul-Harir’de
bile.”[1323]
20836. Mesih (a.s), kavmine öğüt verirken
şöyle buyurmuştur: “Sizlere bir hakikati söyleyeyim!
Geceyi ibadetle geçirenlere ne mutlu! Bunlar sürekli bir nur elde
etmişlerdir. Zira gecenin karanlığında (ibadet için)
kalkarlar.”[1324]
20837. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok suskun kalmaya çalış böylece düşüncelerin
olgunlaşır, kalbin aydınlanır ve insanlar senin elinden
esenlik içinde olurlar.”[1325]
20838. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her hak iş ile birlikte bir hakikat
vardır ve her doğru işle birlikte bir nur.”[1326]
20839. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Namaz nur ve aydınlıktır.”[1327]
20840. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şeytanı
taşladığın zaman, o senin için kıyamet günü bir nur
olur.”[1328]
20841. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Allah yoluna bir ok atarsa, o ok kendisi
için bir nur olur.”[1329]
20842. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an oku! Zira Kur’an okumak senin için
yeryüzünde bir nur, göklerde ise senin için bir azıktır.”[1330]
20843. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim uyurken şu ayeti sonuna kadar
okursa, “de ki: şüphesiz ben de sizin gibi bir beşerim, sadece
bana vahyedilmektedir. Şüphesiz sizin ilahınız tek bir
ilahtır…” bu kendisi için Mescid’ul-Haram’a kadar parlayan bir nur
olur. O nurun arasında da sabaha kadar kendisi için mağfiret dileyen
melekler olur.”[1331]
20844. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her
kim bir Müslümanın hakkını ihya etmek için bir hakka
tanıklık ederse kıyamet günü göz alabildiğince yüzünün
nurani olduğu ve insanların kendisini ismi ve soyuyla
tanıdığı bir halde gelir.”[1332]
20845. Alim (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim
bir Müslüman için hakkını geri çevirmek veya bir kanının
dökülmesini önlemek için hak üzere tanıklıkta bulunursa, kıyamet
günü, yüzü nurlu bir halde gelir, göz alabildiğince nuru parlar, melekler
onu adı ve nesebiyle tanırlar.”[1333]
20846. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Dört şey herkimde bulunursa
Allah’ın en büyük nurunda yüzer: İşinin ismet ve temizliği,
Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın
elçisi olduğuma tanıklık etme, bir musibet kendisine
ulaştığında “inna lillah ve inna ileyhi raciun” deme, bir
hayır ve nimet elde ettiğinde “el hamdu lillah” ve bir günah ve hata
işlediğinde ise “esteğfirullah ve etubu ileyh” deme.”[1334]
bak. El-Vuzu,
4103. Bölüm
Kur’an:
“İman etmiş erkek ve kadınları,
defterleri sağdan verilmiş ve ışıkları önlerinde
olarak giderken gördüğün gün onlara şöyle denecektir: “Müjde; bugün
içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacağınız
cennetler sizindir.” İşte bu büyük kurtuluştur. İkiyüzlü
erkek ve kadınların müminlere “Bizi de gözetin;
ışığınızdan faydalanalım” dedikleri gün,
onlara: “Ardınıza dönün de ışık arayın” denir;
iman edenlerle ikiyüzlüler arasına, kapısının içinde rahmet
ve dışında azâb olan bir sur çekilir.”[1335]
20847. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Tealanın, “ışıkları önlerinde olarak
giderken”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Kıyamet
günü müminin nuru önünden ve sağ tarafından hareket eder, sonunda
cennetteki menziline varır.”[1336]
20848. İmam Seccad (a.s), bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Ey rabbim!
Dillerimizde cari kıldığın beyan nuru ve burhan
aydınlığını mezarımızda, diriliş
zamanımızda, hayat ve ömrümüzde de bizim için aydınlık
karar kıl. Zillet değil izzet sebebi kıl, dünya ve ahiret
azabından korunma sebebi kıl.”[1337]
20849. Resulullah (s.a.a), kendisine, “Ben
kıyamet günü bir nurla mahşer sahnesine gelmek istiyorum” diyen
birisine şöyle buyurmuştur: “Hiç
kimseye zulmetme ki kıyamette nur ile haşrolasın.”[1338]
20850. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Tebareke ve Teala şöyle
buyurmuştur: “Başlarınızı dik tutun.” Bunun üzerine
onlar başlarını dik tutarlar ve Allah amelleri ölçüsünce onlara
nur verir. Birine önünde hareket eden, dağ büyüklüğünde nur verilir,
birine bundan daha küçük bir nur verilir, başka birine elinde tuttuğu
hurma ağacı kadar bir nur verilir, birine bundan daha küçük bir nur
verilir. Sonunda bunların sonuncusuna, ayaktaki baş parmak kadar nur
verilir, bazen parlar bazen ise söner.”[1339]
20851. Resulullah (s.a.a), fakir muhacirlerden
bir grubun yanına geldiğinde onlardan birisini çıplaklıktan
diğer birine sığındığını ve Kur’an
okuyan birinin de onlara Kur’an okuduğunu görünce şöyle
buyurmuştur: “Ey fakir muhacirler! Sizlere kıyamet
günü kamil bir nur müjdeler olsun! Sizler beş yüz yıla denk olan
yarım gün zengin kimselerden daha önce cennete gireceksiniz.”[1340]
bak. El-Miad (3),
2988. Bölüm
527. Konu
en-Nas
İnsanlar
F
Bihar, 70/8, 42. bölüm; Esnaf’un-Nas
F
Bihar, 67/166, 9. bölüm; Esnaf’un-Nas
fi’l-İman
bak.
F
el-Hurriyet, 779. bölüm; el-Hayr, 1165. bölüm;
eş-Şer, 1966. bölüm; ed-Dünya, 1244. bölüm; el-Fazilet, 3317. bölüm;
et-Takva, 4163. bölüm; el-İşret, 2726 ve 2728 ve 2730 ve 2732.
bölümler; en-Nubuvvet (1), 3779. bölüm
20852. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar sayfa üzerindeki resimler
gibidirler; ondan bir bölümü sarılınca, diğer bir bölümü
açılır.”[1341]
20853. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar ağaçlar gibidirler; hepsi
bir sudan içer, ama meyveleri çeşit çeşittir.”[1342]
20854. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanların bir işe
dalması o işin meydana gelişinin mukaddemesidir (ön
şartıdır.)”[1343]
20855. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Üç şeye bütün insanlar ihtiyaç
duyar: Güvenlik, adalet ve refah.”[1344]
20856. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanları madenler gibi
görürsünüz. O halde cahiliyye döneminde insanların en iyisi olanlar,
anlayışlı oldukları taktirde İslam’da da onların
en iyileridirler. Bu işte (İslam’da) insanların en iyisinin,
İslam’a girmeden önce onların en yücesi olduğunu görürsünüz ve
insanların en kötüsünün de iki yüzlü kimse olduğunu bilirsiniz.”[1345]
20857. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Halk, altın ve gümüş gibi
madenlerdir. O halde cahiliyette asalet sahibi olanları, İslam’da da
asalet sahibidir.”[1346]
20858. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan denginiz olanlarından
ve toplumun orta kesiminden ayrılmayın. Zira ki cevher madenlerini
onların nezdinde bulursunuz.”[1347]
20859. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar hak
karşısında eşittirler.”[1348]
20860. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar bir tarağın
dişleri gibi eşittirler.”[1349]
20861. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar Adem’e kadar birbiriyle
eşittirler.”[1350]
20862. İmam Ali
(a.s) biri Arap diğeri köle olup Arap olmayan iki kadına eşit
miktarda dirhem ve yiyecek verdiğinde Arap olan kadın, “Ben Arap bir
kadınım bu kadın ise Acemdir” deyince şöyle
buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki ben bu fey (beytül mal) hususunda İsmailoğulları
için İshakoğullarından bir üstünlük görmüyorum.”[1351]
20863. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Adem dünyaya ne bir köle getirdi,
ne de bir cariye. Aksine bütün insanlar özgürdür, ama Allah sizlerden
bazısını diğer bazısına hizmetkar
kılmıştır. O halde herkime bir bela ve imtihan
ulaşır ve onda iyi bir şekilde direnirse, bu sebeple aziz ve
celil olan Allah’a minnet etmemelidir. Biliniz ki bir mal gelmiştir ve biz
onları siyah ve beyaz arasında eşit bir şekilde
bölüştürdük.” Mervan, Talha ve Zübeyr’e şöyle dedi: “Onun
maksadı siz ikinizden başkası değildir.” Böylece İmam
(a.s) herkese üç dinar verdi. Ensar’dan birine de üç dinar ödedi. Ondan sonra
siyah bir köle geldi, imam ona da üç dinar verdi. Ensar’dan olan
şahıs şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Bu köleyi daha dün azad
ettim, şimdi beni ve onu eşit mi tutuyorsun?” İmam (a.s)
şöyle buyurdu: “Ben Allah’ın kitabına baktım, ama ben
İsmailoğullarının İshakoğullarından
üstünlüğü hakkında bir şey bulmadım.”[1352]
20864. Abdullah b. Selt şöyle diyor: “Belh
ahalisinden bir şahıs şöyle dedi: “Ben İmam
Rıza’nın (a.s) Horasan’a yolculuğunda onunla birlikteydim.
Birgün yemek sofrasını istedi. Siyah ve siyah olmayan köleleri o
sofranın etrafına topladı. Ben şöyle arzettim: “Fedan
olayım! Keşke bunlar için ayrı bir sofra kursaydın.”
İmam şöyle buyurdu: “Sus! Allah Tebareke ve Teala birdir, anne de birdir,
baba da birdir, mükafat ise ameller esasına dayalıdır.”[1353]
20865. Şöyle rivayet edilmiştir: “Musa
b. Ca’fer (a.s) Sevad ehlinden (Iraklı) çirkin görünümlü birine
rastladı, ona selam verdi, yanına oturdu, uzun bir süre onunla sohbet
etti ve kendisi için bir problem ve ihtiyacı olduğu taktirde onu
bertaraf etmeye hazır olduğunu bildirdi. Bir şahıs,
İmam Musa b. Ca’fer’e şöyle arzetti: “Ey İbn-i Resulillah! Bu
adamın yanına oturuyorsun, sonra ihtiyaçlarını soruyorsun,
oysa o size daha çok muhtaçtır (o sizin hizmetinize varmalı ve
istekte bulunmalıdır)” İmam şöyle buyurdu: “O da
Allah’ın kullarından bir kuldur, Allah’ın kitabı hükmünce
bizimle kardeştir ve Allah’ın topraklarında
yaşamaktadır. Babaların en iyisi yani Adem (a.s) ve dinlerin en
üstünü İslamımız onu bizlere bağlamıştır,
belki de zaman bir gün bir işte bizi ona muhtaç kılar. O zaman da
daha dün ona büyüklük satan bizlerin, onun karşısında tevazu
gösterdiğini görürsün.”[1354]
bak. Et-Tekva,
4163. Bölüm; el-Mal, 3764, 3765. Bölümler
20866. İmam Seccad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Zamanımızdaki insanlar
altı kısma ayrılır: Aslan, kurt, tilki, köpek, domuz ve
koyun. Aslanlar, dünya yöneticileridir ki onlardan her biri diğerine
galebe çalmak ve hiç kimseye yenilmemek ister, kurtlar ise sizin tüccarlarınızdır
ki bir malı almak istediklerinde onu kötüler ve bir malı satmak
istediklerinde ise onu över. Tilkiler ise o kimselerdir ki din yoluyla beslenir
ve dedikleri şeye kalben inanmazlar. Köpekler ise o kimselerdir ki diliyle
insanlara havlar, insanlar dillerinin şerrinden dolayı onlara saygı
gösterir. Domuzlar ise mert olmayan ve benzeri kimselerdir ki bir kötülüğe
çağırıldıklarında icabet ederler. Koyunlar ise o
müminlerdir ki yünlerini kırparlar, etlerini yerler, kemiklerini
kırarlar. Bir grup aslan, kurt, tilki, köpek ve domuz arasındaki bir
koyunun elinden ne gelir!”[1355]
20867. Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
kötü kullar! Kapıp götüren kargalar, hilekar tilkiler, hain ve
vefasız kurtlar, yırtıcı ve acımasız aslanlar
gibi olmayınız ve insanlara karşı bunların
avlarına karşı yaptığı şeyleri reva
görmeyin. Sizden bir grubu çalmakta, bir grubu hile yapmakta, bir grubu ise
insanlara hıyanet ve vefasızlık içinde bulunmaktadır.”[1356]
bak. Es-Sedik,
2218. Bölüm
20868. İmam Ali (a.s), halkın
büyüklerinin ve ünlülerinin bulunduğu Kufe mescidinde şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Biz inatçı ve nankör bir
zamanda yaşamaktayız. İyilik sahibi kimse, onda kötülük sahibi
sayılır, zalim hergün zulmünü ve büyüklenmesini artırır.
Bildiğimiz şeylerden faydalanmayız, bilmediğimiz
şeyleri sormayız ve başımıza gelmedikçe hiçbir beladan
korkmayız. İnsanlar dört kısımdır: Birinci
kısmı, kendilerini yeryüzünde fesat çıkarmaktan alıkoyan
yegane şey, deruni zaafları, kılıçlarının
körlüğü ve mallarının azlığıdır. İkinci
grup ise kılıçlarını kınından çekmiş,
kötülüklerini aşikar kılmış, süvari ve piyade birliklerini
seferber kılmışlardır. Kendilerini fitne ve fesat için
hazırlamışlardır. Mal ve mülk elde etmek, bir gruba önder
olmak veya taht ve minbere oturmak için dinlerini ayaklar altına
almışlardır. Dünyayı canlarına değer kabul
etmeleri ve onu Allah’ın nezdinde olan şeyler yerine tercih etmeleri
ne de kötü bir ticarettir. Üçüncü kısım ise ahiret işiyle
dünyayı arayan ve dünya işiyle ahireti elde etme endişesini
taşımayan kimselerdir. Bunlar da başlarını öne
salmakla tevazu gösterisinde bulunurlar, yavaş adımlarla yürümekle
vakar sahibi olduklarını gösterirler, uzun elbiselerini toprayarak
necasetten korunduklarını ve temiz olduklarını gösterirler,
emanete riayet ettiklerini ve dürüst kimseler olduklarını ima
ederler. Allah’ın perdesini günahları işlemek için bir vesile
karar kılarlar. Dördüncü kısım ise sahip oldukları zaaf,
zillet ve imkansızlığın kendilerini makam ve mevki talep
etmekten uzaklaştırdığı kimselerdir. Bunlar ellerinden
bir şey gelmediği için halleri üzerinde baki
kalmışlardır. Bunu kanaat ve mutluluk olarak
adlandırmış, kendilerini zahitlerin elbisesine
bürümüşlerdir. Oysa gece gündüz, bir sükun ve huzur içinde
değillerdir, zühd ve kanaat ehli de değillerdir. (bunlardan geçecek
olursak) geriye bazı kimseler baki kalmaktadır ki dönüş
yerlerini hatırlayarak, gözlerini (dünya lezzetlerine) yummuş,
mahşer sahnesinin korkusu gözlerinden yaş
akıtmıştır. İnsanlardan biri kaçıp uzlet
köşesini seçmiştir, diğeri korkak ve zora boyun
eğmiştir. Biri sessizdir, diğeri ise üzüntülü ve dertlidir,
takiyye sebebiyle atsız bir şekilde yaşamaktadır ve horluk
onları çepeçevre sarmıştır. Adeta tuzlu ve acı bir
denize girmiş gibidirler. Ağızları kapalı, kalpleri
ise yaralıdır. Çok öğüt verdikleri için yorgun ve bitkindirler,
o kadar zelil olmuşlardır ki (insanlar arasında) hor ve hakir
düşmüşlerdir. Onlardan o kadarı öldürülmüştür ki
sayıları azalmıştır. O halde dünya, gözlerinizde selem
ağacının yaprağının (deriyi tabaklamak için
kullanılırdı) çöpünden daha küçük ve aşağı ve
makasın geriye bıraktığı döküntülerden daha
değersiz olmalıdır. Gelecektekilerin sizin halinizden öğüt
almasından daha önce siz sizden öncekilerin halinden öğüt alın.”[1357]
20869. İmam Kazım (a.s), Hişam b.
Hakem’e öğüt verirken şöyle buyurmuştur: “Ey
Hişam! Bu dünyadan ve dünya ehlinden sakın. Zira dünyadaki insanlar
dört kısımdır: Birisi heva ve hevesine düşkün olduğu
için helak uçurumuna yuvarlanmıştır. İkincisi ise ilmi
arttıkça kibir ve gururu da artan, Kur’an bilgisi ve ilmini kendisinden
düşük insanlara üstünlük sebebi vesilesi kılan Kari (Kur’an okuyan
kimse) ve ilim öğrenen kimsedir. Üçüncüsü ise ibadette kendinden daha az
olan kimseleri küçümseyen, kendisinin yüceltilmesini seven cahil abittir.
Dördüncüsü ise hakkı ikame etmeyi seven, hak yolunu bilen alimdir. Bu da
ya mağlubtur veya anlayıp bildiğini hayata geçirememektedir ve
bu yüzden de hüzünlü ve kederlidir. Bu kimse kendi zamanının en
iyilerinden ve insanların en akıllılarındandır.”[1358]
İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çevrendeki
insanlardan dilediğine bak; yoksulluk içinde kıvranan fakirden,
küfrü Allah’ın nimetiyle değişmiş zenginden,
malını çoğaltmak için Allah’ın hakkını vermeyen
cimriden, kulağını öğütlere sağır eden
azgın inatçıdan başkasını görebilir misin? Nerede
iyileriniz, salihleriniz? Nerede hürleriniz, cömertleriniz? Nerede,
kazançlarında titiz davranıp sakınanlarınız,
dinlerinden kötülük ve günahı giderenleriniz? Hepsi şu çabucak
geçen, meşakkatle yaşanan bayağı dünyayı terk edip
gitmedi mi?... O halde “İnna lillah ve inna ileyhi raciun”[1359] demek
gerekir.
20870. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çevrendeki insanlardan dilediğine
bak; yoksulluk içinde kıvranan fakirden, küfrü Allah’ın nimetiyle
değişmiş zenginden, malını çoğaltmak için
Allah’ın hakkını vermeyen cimriden, kulağını
öğütlere sağır eden azgın inatçıdan başkasını
görebilir misin? Nerede iyileriniz, salihleriniz? Nerede hürleriniz,
cömertleriniz? Nerede, kazançlarında titiz davranıp
sakınanlarınız, dinlerinden kötülük ve günahı
giderenleriniz? Hepsi şu çabucak geçen, meşakkatle yaşanan
bayağı dünyayı terk edip gitmedi mi?... O halde “İnna
lillah ve inna ileyhi raciun”[1360]
demek gerekir.
Fesat
yaygınlaştı, onu değiştiren, inkar eden ve önleyen
yok. Bu halinizle mi Allah’ın mukaddes yurdunda Allah’a komşu ve en
değerli dostları olmayı umuyorsunuz? Hayır olmaz! Hile yapıp
aldatarak Allah’ın cennetine giremezsiniz, itaat etmeden
hoşnutluğuna eremezsiniz. Marufu emredip kendisi terk edene, kendisi
işlediği halde münkerden nehyetmeye kalkışana Allah lanet
etsin!”[1361]
20871. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar dört kısımdır:
Birincisi heva ve hevesine daldığından helak çukuruna
yuvarlanmış kimse, diğeri takva gösterişinde bulunan ve
ibadet ettikçe kibir ve gruru artan gösteriş meraklısı abittir.
Üçüncüsü ise, insanların arkasından yürümesini ve kendisini övmesini
isteyen alimdir ve dördüncüsü ise hakkı ikamet etmek isteyen, ama
zayıf, kudretsiz veya mağlub olan hak bilgini alimdir. O kendi
zamanının en iyilerinden ve kendi zamanındaki insanların en
akıllılarınadandır.”[1362]
20872. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar dört kısımdır:
“Onlardan bir grubunun ahlakı vardır, ama (iyilik ve
dindarlıktan) nasibi yoktur. Bir grubu ise (dindarlıktan) nasipleri
vardır ama ahlakları yoktur. Bir grubunun ise ne (dindarlıktan)
nasibi vardır ve ne de ahlaki. İşte bunlar insanların en
kötüleridir. Olardan bir grubun ise hem ahlakı hem de (iyilik ve
dindarlıktan) nasibi vardır. Bunlar da insanların en iyisidir.”[1363]
Başka bir
rivayette ise İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: İnsanlar
dört kısımdır: “Onlardan bir kısmının
(iyilikten ve dindarlıktan) nasibi vardır, ama ahlakı yoktur.
Onlardan bir kısmının ahlakı vardır ama (iyilik ve
dindarlıktan) nasibi yoktur. Onlardan bir kısmının ise hem
ahlakı yoktur, hem de (iyilik ve dindarlıktan) nasibi. Bu
insanların en kötüsüdür. Onlardan bir kısmının da hem
ahlakı hem de (iyilik ve dindarlıktan) nasibi vardır, bu da
insanların en üstünüdür.”[1364]
20873. Masum (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
dört kısımdır: Bir kısmı bilen kimsedir ve de
bildiğini de bilmektedir. Böyle bir kimse, mürşid ve alimdir, ona
uyunuz. Diğer bir kısmı ise, bilmektedir, ama bildiğini
bilmemektedir. Bu ise gafil bir kimsedir, onu uyandırın. Üçüncü
kısmı ise bilmemektedir ve bilmediğini bilmektedir. Böyle bir
kimse cahildir, ona öğretiniz. Dördüncü kısım ise bilmemektedir
ve bildiğini zannetmektedir. Bu ise yolunu kaybetmişliktir, ona yol
gösteriniz.”[1365]
20874. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç kısımdır:
Rabbani alim, kurtuluş yolunda yürüyen öğrenci, her sesin
ardından yola düşen, her rüzgarla başka bir yola yönelen, ilim
nurundan aydınlanmayan, sağlam bir sığınağa
sığınmayan ve ne olduğu belirsiz cahiller…”
İmam Ali (a.s)
daha sonra göğsüne işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Ah!
Ah! Burada bir çok ilimler gizlidir, keşke onu taşıyabilecek
birilerini bulabilseydim.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Evet!
Elbette zeki ve uyanık kimseleri buldum, ama güvenilir kimseler
değillerdi. Zira onlardan bazısı dinini dünya vesilesi kılmış;
Allah’ın verdiği nimetleriyle kullarına ve hakkın
hüccetleriyle kitabına üstünlük taslamaktadırlar. Diğer
bazısı ise hak ve hakikat ehliyle inatlaşmaktadır,
kendileri için ortaya çıkan ilk şüphede kalplerinde şek ve
şüphe ateşi alevlenmektedir, ne bu tarafa gelirler, ne o tarafa.
Onlar lezzetlerin esirleridir, şehvetlere itaat etmişlerdir, mal ve
servete tutulmuşlardır. Dinden bir nasipleri yoktur, (insandan) daha
çok otlayan hayvanlara benzemektedirler ve hiç şüphesiz alimlerin ölümüyle
ilim de ölür.
Evet! Elbette yeryüzü
delil ve bürhanla Allah için kıyam eden, böylece Allah’ın
kulları üzerindeki hüccetlerinin ortadan kalkmasına engel olan
kimselerin varlığından boşalmaz. Bunların
sayısı azdır, lakin Allah katında yücedirler. ”[1366]
20875. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç kısımdır:
Akıllı, ahmak ve facir (kötü kimse.) Akıllı kimsenin
şeriati din, tabiatı hilim, karakteri düşünmektir. O kendisinden
sorulunca cevap verir, konuşunca doğru söyler, işittiği
zaman kabullenir. Bir söz naklettiğinde doğru söyler. Birisi
kendisine güvenliğinde ona vefalı davranır. Ahmak kimse ise
kendisine iyi bir iş gösterildiğinde gaflet eder, iyi bir işten
el çekmeyi istediklerinde onu terk eder, onu cehalete zorladıklarında
cahil kalır. Eğer söz naklederse, yalan söyler ama kendisi anlamaz.
Anlatılsa bile derkedemez. Eğer facir kimse ise kendisine emanet
verilirse, emanete hıyanet eder. Eğer onunla oturursan utanç ve
kötümserlik sebebi olur. Eğer ona itimat edersen, senin hakkında
hayır dilemez ve ihlaslı davranmaz.”[1367]
20876. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç kısımdır:
Akıllı, ahmak ve facir. Akıllı kimse, kendisiyle
konuşulduğunda cevap verir, konuştuğu zaman doğru
söyler, işittiği zaman kabul eder. Ahmak kimse konuşmakta acele
eder, bir söz naklettiğinde unutur ve çirkin bir işe
zorlandığında onu yapar. Facir kimse ise kendisine itimat
ettiğinde sana hıyanet eder, eğer onunla konuşursan senin
için utanç vesilesi olur.”[1368]
20877. İmam Askeri (a.s), kendisine
Şianın ihtilafı hakkında soru soran şiilerinden birine
şöyle yazmıştır: “Allah-u Teala
akıllı kimseleri muhatap almaktadır. İnsanlar benim
hakkımda birkaç gruptur. Bir grup, kurtuluş yolunda basiret sahibi,
hakka sarılan, aslın dalına tutunan, şek ve şüphe
etmeyen, benden başka sığınılacak bir önder
tanımayan kimselerdir. Bir diğer grup ise hak ehlinden olmayan kimselerdir.
Bunlar deniz yolcusu gibidirler ki deniz dalgalandığında
sarsılırlar, sakinleştiğinde ise sakinleşirler.
Diğer bir grup da, şeytanın kendilerine galip olduğu
kimselerdir. Bunların işleri de kıskançlıklarından
dolayı hak ehline itiraz edip karşı çıkmaktır. Öyleyse
sen sağa sola yönelen kimseyi terket. Çünkü çoban koyunlarını
toplamak istediğinde onları az bir çabayla toplar. Sakın
(sırları) ifşa etme ve riyaset talep etme. Bunlar insanı
helak olmaya götüren hasletlerdir. ”[1369]
20878. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar üç kısımdır: Bir
kısmı bizdendir ve biz de ondanız, bir kısmı bizim
vasıtamızla süslenir, bir kısmı da bizim adımıza
birbirlerini yerler.”[1370]
20879. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar genel olarak üç
kısımdır: İtaat edilen büyükler, eşit denkler ve
birbirine karşı düşmanlık eden kimseler.”[1371]
20880. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç kısımdır:
Öğrenmekten çekinen cahil, ilmi ve bilgisi kendisini
sıskalaştıran alim ve dünya ve ahireti için çalışan
akıllı.”[1372]
20881. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç kısımdır:
Birisinin mal ve mülkü vardır, diğerinin makamı vardır,
diğer birinin ise dili (güzel konuşması) vardır ve bu
onların en üstünüdür.”[1373]
bak. El-Kalb,
3385. Bölüm
20882. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki insanlar üç tür
yaratılmıştır; onlardan bir kısmı geç sinirlenir
ve öfkesini çabuk yutar, bir kısmı ise çabuk sinirlenir ve hemen de
öfkesini yutar, diğer bir kısmı ise çabuk sinirlenir ve çok geç
öfkesi diner. Biliniz ki onların en iyisi geç sinirlenen ve öfkesi çabuk
dinen kimsedir.”[1374]
20883. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar dünyada amel açısından iki
kısımdır: Birisi dünyada dünya için çalışır ve
dünya onu ahiretten alıkoyar. O geride bırakacaklarının
fakirliğinden korkar, ama kendisinin (kıyamet gününün)
fakirliğinden güvendedir, böylece ömrünü başkalarının
menfaati için geçirir. Diğeri ise dünyada, dünyadan sonrası için amel
eder, kendini zahmete atmadan dünyadaki nasibi kendisine gelir, böylece her iki
nasibini de elde eder, her iki dünyaya sahip olur, Allah katında
değer kazanır ve Allah'tan istediği hiçbir haceti geri
çevrilmez.”[1375]
20884. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar iki
kısımdır: Şeriata tabi olanlar ve bidat çıkaranlar ki
ne sünnetten ilahi bir delilleri ve ne de ışıklı bir
hüccetleri vardır.”[1376]
20885. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar iki çeşittir:
İktifa etmeyen erişkin ve bulamayan arayıcı.”[1377]
20886. İmam Sadık (a.s), İshak b.
Galib’e şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
kaç kişinin bu ayetin muhatabı olduğunu düşünüyorsun: “Eğer
onlara maldan verilirse, hoşnut olurlar, eğer onlara maldan
verilmezse öfkelenirler.” Ravi şöyle diyor: “İmam Sadık
(a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Bunlar insanların üçte ikisinden
daha çoktur.”[1378]
bak. Ez-Zuhd,
1612. Bölüm; 7698. hadis; eş-Şie, 2155. Bölüm
20887. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “Acaba bu yaratıkların tümü insanlardan
mıdır?” diye soran birisine şöyle buyurmuştur: “Misvakı terkedeni, dar yerde
bağdaş kurup oturanı, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle
meşgul olan kimseyi, hakkında ilim sahibi olmadığı
halde tartışan kimseyi, sebepsiz yere hasta yatağında yatan
kimseyi, musibete uğramadığı halde üstü başı
dağınık olan kimseyi, hakkında ittifak ettikleri bir gerçek
hususunda arkadaşlarına muhalefet eden kimseyi, atalarının
övüncüyle övündüğü halde onların iyi ve güzel işlerinden
nasipsiz olan kimseyi, onlardan (insanlardan) ayır. Zira böyle bir kimse
içine ulaşıncaya kadar kat kat kabuğu soyulan funda
ağacına benzer ve o aziz ve celil olan Allah’ın hakkında
şöyle buyurduğu kimse gibidir: “Onlar sadece hayvanlar gibidir,
hatta onlardan daha aşağılıktırlar.”[1379]
20888. Ya’kubi babasından şöyle
nakletmektedir: “Bir adamı kendisine had uygulamak
için Müminlerin Emiri’nin (a.s) yanına getirdiler. Bu esnada halktan bir
grubu da Müminlerin Emiri’ne doğru yola koyuldu. İmam (a.s)
şöyle buyurdu: “Ey Kanber! Bak bu topluluk neyin nesidir?” Kanber
şöyle dedi: “Bu kendisine had uygulanan bir kimsedir.”
O grup
yaklaştığında İmam yüzlerine baktı ve şöyle
buyurdu: “Sadece tatsız ve kötü sahnelerde görülen yüzlere merhaba
olmasın! Bunlar, iş güzar bir topluluktur. Ey Kanber! Onları
benden uzaklaştır.”[1380]
20889. İmam Hüseyin (a.s), insanların,
insanlara benzeyenlerin ve mesnasın kimler olduğunu soran birisine,
babası Müminlerin Emirinin cevap vermesini emretmesi üzerine şöyle
buyurmuştur: “Bana insanlardan haber ver” sözüne
gelince bil ki, insanlar biziz. Bu yüzden Allah-u Teala kitabında
şöyle buyurmuştur: “İnsanların yola koyulduğu
yerden siz de yola koyulun.” Resulullah (s.a.a) da insanları yola
koyan kimsedir.
“İnsanlara
benzeyenler” sözüne gelince, bunlar bizim şiilerimiz ve dostlarımızdır.
Bunlar bizdendir ve bu yüzden de İbrahim (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim bana tabi olursa o bendendir.”
Ama “nesnas” sözüne
gelince onlar da halk yığınlarıdır.” İmam eliyle
cemaate işaret ederek şöyle buyurdu: “Onlar dört ayaklı
hayvanlar gibidir, hatta onlar daha da sapıktırlar.”[1381]
20890. İmam Ali (a.s) ömrünün son demlerinde
irad ettiği bu hutbesinde Muaviye ile cihad etmek hususunda ağır
davranan, gevşeklik gösteren ashabını eleştirerek
şöyle buyurmaktadır: “Ey mertlere benzeyen
namertler, çocuklar gibi (küçük) akıllılar, yeni zifafa giren
kadınlar gibi (her şeyi tozpembe gören) akıllılar!
Keşke sizi görmeseydim, keşke sizi tanımasaydım. Vallahi
sizi tanıyışım pişmanlıkla, gam ve hüzünlü
sonuçlandı. Allah
sizi öldürsün, kalbimi kanla, gönlümü-göğsümü öfkeyle doldurdunuz, her
nefeste/solukta bana yudum yudum derd/gam içirdiniz. Bana isyan ederek, beni
yardımsız bırakarak reyimi-tedbirimi bozdunuz.”[1382]
20891. İmam Ali, ehil olmadıkları
halde halka hükmetmeye kalkışanlar hakkında şöyle
buyurmaktadır: “(Allah’ın en çok
buğzettiği) ikinci kimse ise bilgisizlikleri kendinde toplayan ve
bilgisizler arasında kendine bir yer edinmiş kimsedir. (Bu kimse)
fitne ve fesat karanlığında (kurtuluş yolunun olmadığından)
habersiz yaşamakta ve (insanların arasını) islah ederken
kör mü kör olmaktadır. İnsan suretinde olanlar onu bilgin sayar.
Halbuki öyle değildir.”[1383]
Kur’an:
“Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden,
daha ileridir. Allah’ın, Peygamber’ine indirdiğinin
sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır. Allah
bilendir, hikmet sahibidir. Bedevilerden, Allah yolunda infak ettiklerini ziyan
sayanlar ve sizin başınıza belalar gelmesini bekleyenler
vardır. Belalar onlara olsun; Allah işitir ve bilir. Bedevilerden, Allah’a ve ahiret gününe iman
eden, infak ettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamber’in
dualarına nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki,
verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah
şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.”[1384]
“Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine
indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.”[1385]
“İşte sizler, Allah yolunda infak
etmeye çağırılan kimselersiniz. Kiminiz cimrilik yapıyor
ama, cimrilik yapan bilsin ki, ancak kendine karşı cimrilik
etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz
sizi ortadan kaldırır, sizin gibi olmayacak bir topluluğu
yerinize getirir.”[1386]
20892. İmam Sadık (a.s), Hamza b.
Tayyar’a şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
altı kısımdır.” O (Hamza b. Tayyar) şöyle diyor: “Ben,
“Yazmama izin verir misiniz?” diye arzedince İmam, “Evet” diye buyurdu.
Ben, “Ne yazayım?” deyince de İmam şöyle buyurdu: “Yaz! Cennet
ve ateş ehli vaid ehlidir. Hakeza, “Diğerleri ise
günahlarını itiraf ettiler ve iyi işlerini kötü işleriyle
karıştırdılar.”[1387]
Hamza
şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Bunlar kimlerdir?” İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Vahşi[1388]
bunlardan biridir.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Yaz, “(Savaştan geri kalanların) bir
kısmının işi de Allah’ın buyruğuna
kalmıştır. Allah onlara ya azâb eder, ya da tövbelerini kabul
eder.”[1389] İmam daha sonra
şöyle buyurdu: “Erkekler, kadınlar
ve çocuklardan aciz olup hiç bir çareye gücü yetmeyenler hiçbir yol
bulamayanlar müstesnadır.”[1390]
Yani ne küfre dönecek bir bahaneleri var ve ne de imana gelecek bir
yolları. “Hakeza şöyle yaz: “İşte Allah’ın bunları
affetmesi umulur. Allah Affedendir, bağışlayandır.”[1391]
İmam hakeza şöyle buyurdu: “ve hakeza şöyle yaz: “A’raf
ashabı.” Hamza şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “A’raf
ashabı kimdir?” İmam şöyle buyurdu: “Bunlar da iyi ve kötü
işleri eşit olan kismelerdir. O halde Allah eğer onları
cehenneme götürürse, bu günahları sebebiyledir. Eğer Allah
onları cennete götürürse bu da Allah’ın rahmeti sebebiyledir.”[1392]
Hakeza bir rivayette
şöyle yer almıştır: “İnsanlar altı
kısımdır ki bunlar genel olarak üç kısımda
toplanmaktadır: İman, küfür ve sapıklık. Bunlar
Allah’ın kendisine cennet ve cehennemi müjdelediği iki vaad (verilen
söz) ehlidir. Müminler, kafirler, mustazaflar. İşleri Allah’a
kalmış olan kimselere Allah ya azap eder, ya onların tövbelerini
kabul eder. Günahlarını itiraf eden kimseler ise iyi işlerini
kötü işleriyle karıştıran kimselerdir ve A’raf ehli.”
20893. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar altı
kısımdır: Mustaz’af, müellefet’ul kulup (kalpleri islama
ısındırılmış olan), işi Allah’a kalan kimse,
günahlarını itiraf eden kimse, nasibi (Ehl-i Beyt düşmanı)
ve mümin.”[1393]
20894. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar üç kısımdır:
Arap, mevali (kendi topraklarında esir alınıp daha sonra
müslüman olan kimse) ve kafir. Araplar bizleriz, mevali ise bizi sevip takip
edenler, kafirler ise bizden beri olup bize düşmanlık edenlerdir.”[1394]
20895. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biz Kureyşiz, şiilerimiz
araptır, düşmanlarımız ise arap olmayanlardır.”[1395]
20896. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Biz arabız, şiilerimiz mevalidir
(kendi topraklarında esir alınıp daha sonra müslüman olan
kimselerdir), diğer insanlar ise ne olduğu belirsiz kimselerdir.”[1396]
20897. İmam Cevad (a.s), Muammer b.Said b.
Huseym’e şöyle buyurmuştur: “Biz
Arabız, şiilerimiz bizdendir, diğer insanlar ise hemec veya
hebec’dirler.” Muammer şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “hemec
nedir?” İmam şöyle buyurdu: “sinek” Ben şöyle arzettim: “Hebec
nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Sivri sinek.”[1397]
20898. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İsteyerek islama giren kimse,
korkudan İslama giren kimselerden daha üstündür. Münafıklar korkudan
müslüman oldular, mevali (kendi topraklarında esir alınıp daha
sonra müslüman olan kimseler) ise isteyerek İslam’a yöneldiler.”[1398]
20899. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Müslüman olarak doğarsa o
araptır, herkim de isteyerek İslam’a girerse, mecburen müslüman olan
kimseden daha iyidir. Mevla ise toprağında esir alınan ve sonra
esir olan kimsedir. Bu kimse mevladır.”[1399]
20900. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim müslüman olarak dünyaya gelirse o
araptır, herkim büyüdükten sonra İslam’a girerse, o muhacirdir.
Herkim de esir olup azad olursa o da mevladır. Her kavmin mevlası
onların bir parçası sayılır.”[1400]
20901. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın “Allah, çok yakında sevdiği ve onların da O’nu
sevdiği bir topluluk getirir”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat
mevalidir.”[1401]
20902. İmam Sadık (a.s), Yakub b.
Kays’a şöyle buyurmuştur: “Ey İbn-i
Kays! “Eğer
O’ndan yüz çevirirseniz sizi ortadan kaldırır, sizin gibi olmayacak
bir topluluğu yerinize getirir.” ayetinin
maksadı özgürlüğe kavuşmuş olan mevalinin
(topraklarında esir edilen kimselerin) çocuklarıdır.”[1402]
20903. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Mümin alevidir (yücelik ehlidir), çünkü
tanıma ve marifet hususunda ulvi ve yüce bir makama
ulaşmıştır. Mümin haşimidir, zira
sapıklığı darmadağın etmiştir. Mümin
Kureyşlidir, çünkü bizden alınan şeyi ikrar etmektedir. Mümin
acemdir, çünkü kötülük kapıları yüzüne kapanmıştır.
Mümin araptır, çünkü Peygamberi de araptır, kitabı da
apaçık bir arap diliyle nazil olmuştur. Mümin Nebt’idir, çünkü ilmi
istinbat etmiştir (delil üzere elde etmiştir.) Mümin muhacirdir.
Çünkü günahlardan kötülüklerden hicret etmiştir. Mümin Ensari’dir, çünkü
Allah Resulü ve Allah Resulü’nün Ehl-i Beytine yardım (nusret) etmiştir.
Mümin mücahittir. Çünkü aziz ve celil olan Allah’ın
düşmanlarıyla batıl bir devlette takiye yoluyla, hak bir
devlette ise kılıcıyla cihat etmektedir.”[1403]
bak. 411. Konu,
el-Feres
20904. İmam
Kazım (a.s) Fazl bin Yunus’a şöyle buyurmuştur: “Hayırı tebliğ et ve
hayır söyle ve imme’a olma.” Ben (Fazl b. Yunus) şöyle arzettim:
“İmme’a ne demektir?” İmam şöyle buyurdu: “Ben insanlarla
birlikteyim. Ben de insanlardan biri gibiyim” deme. Zira Allah resulü (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! İki yoldan başka şey
yoktur: Doğru yol ve kötü yol. İyilik ve kötülük yolu. O halde size
göre kötülük yolu iyilik yolundan daha sevimli olmamalıdır.”[1404]
20905. İmam Kazım (a.s), Fazl b.
Yunus’a şöyle buyurmuştur: “Hayır ulaştır,
hayır de ve İmme’a olma.” Ben (Fazl b. Yunus) şöyle arzettim:
“İmme’a nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Ben insanlarla birlikteyim.
Ben de insanlardan biriyim” deme. Zira Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Hakikatte iki yol vardır: İyi ve kötü yol. Size ne
olmuş da kötü yol sizin elinizde, iyi yoldan daha sevimlidir.”[1405]
bak. Et-Teklid,
3416 . Bölüm
528. Konu
en-Nevm
Uyku
F
Bihar, 76/178-221; Ebvab’us-Seher ve’n-Nevm
F
Kenz'ul-Ummal, 15/327 ve 492 ve 524. bölümler;
fi’n-Nevm ve Adabuh
bak.
F
249. konu, es-Seher; es-Sukr, 1843. bölüm
Kur’an:
“Uykunuzu dinlenme vakti kıldık.”[1406]
[1407]
20906. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyku dert ve sıkıntılardan
rahatlama sebebidir ve ölümle aynı türdendir.”[1408]
20907. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyku bedenin rahatlık sebebidir, söz
ruhun rahatlık sebebidir, sessizlik ise aklın rahatlık
sebebidir.”[1409]
20908. İmam Rıza (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyku beynin sultanıdır ve
bedenin dayanağı vegüç kaynağıdır.”[1410]
20909. İmam Hadi (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Geceyi ihya etmek uykuyu daha lezzetli
kılar.”[1411]
20910. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim ağır bir mideyle uyursa,
rüyaları onu yalanlar” (yani gerçek olmayan rüyalar görür, onu
başkalarına naklettiği zaman da yalan olduğu ortaya
çıkar. Böylece adeta rüyaları onu yalancı
kılmaktadır.)”[1412]
20911. Salih’in merfu olarak rivayet ettiği
bir hadiste şöyle yer almıştır: “Dört
şeyin azı da çoktur: Ateşin azı da çoktur, uykunun azı
da çoktur, hastalığın azı da çoktur,
düşmanlığın azı da çoktur.”[1413]
20912. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Beş kişinin uykusu olmaz: Bir kan
dökme fikrinde olan kimsenin, kendisi için emanetdar bir kimseyi bulamayan
zenginin, dünyalık bir mala ulaşmak için insanlara yalan ve iftirada
bulunan kimsenin, çok borcu olduğu halde eli boş olan kimsenin ve
sevgilisinden ayrılmak üzere olan sevenin.”[1414]
Kur’an:
“Allah, öleceklerin ölümleri anında,
ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır.
Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye
kadar salıverir. Doğrusu bunda düşünen kimseler için dersler
vardır.”[1415]
20913. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Uyku ölümün kardeşidir ve cennet
ehli ölmezler.”[1416]
bak. 3977. Bölüm
20914. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çok uyumaktan sakının zira çok uyumak kıyamet günü
sahibini fakir kılar.”[1417]
20915. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Süleyman b. Davud’un (a.s) annesi
Süleyman’a şöyle dedi: “Gece çok uyumaktan sakın. Zira gece çok
uyumak insanı kıyamet gününde yoksul bırakır.”[1418]
20916. İmam Sadık (a.s), Abdullah b.
Cündeb’e yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey
İbn-i Cündeb! Gece az uyu, gündüz az konuş. Zira insanın
bedeninde gözden ve dilden daha az şükreden bir organ yoktur.
Süleyman’ın annesi Süleyman’a şöyle demiştir: “Oğulcağızım!
Uykudan sakın. Zira (çok) uyku seni insanların sana ihtiyaç
duyduğu bir günde eli boş bırakır.”[1419]
20917. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Musa (a.s) Allah’a şöyle arzetti:
“Senin nezdinde en çok nefret edilen kul hangisidir?” Allah şöyle buyudu: “Gece
leş gibi olan, gündüz boş gezen kimsedir.”[1420]
20918. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gece baskısından
korkarsa, uykusu az olur.”[1421]
20919. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gözlerini çok uyumaya
alıştırma. Zira gözler, bedenin az şükreden
organıdır.”[1422]
20920. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah boşta gezen
uykucu kulundan nefret eder.”[1423]
20921. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah çok uyumaktan ve
boşta gezmekten nefret eder.”[1424]
20922. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çok uyumak, din ve dünyanın elden
gitmesine neden olur.”[1425]
20923. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyku, günün kararlarını ne
kadar da bozucudur!”[1426]
20924. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyku kötü bir alacaklıdır,
kısa ömrü yok eder ve insanın bir çok sevap ve mükafatını
ortadan kaldırır.”[1427]
20925. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim gece çok uyursa gündüz telafi
edemeyeceği bir ameli kaybeder.”[1428]
20926. İmam Askeri (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim çok uyursa, karmaşık
rüyalar görür.”[1429]
bak. El-Bihar,
76/179, 38. Bölüm
20927. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Müslüman cenabet halinde uyumaz ve sadece taharet üzere uyur. Ve
eğer su bulamazsa toprakla teyemmüm eder. Zira müminin ruhu aziz ve celil
olan Allah’ın huzuruna varır. Allah onu kabul eder ve ona bereket
verir. Eceli ulaşmamışsa onu rahmetine mazhar kılar ve
eğer eceli ulaşmamışsa onu emin melekleriyle birlikte
gönderir ve onlar ruhunu bedenine geri döndürürler.”[1430]
20928. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki şiilerimizden
biri uyuduğunda aziz ve celil olan Allah ruhunu göğe yükseltir ve ona
bereket verir. Böylece eğer eceli gelirse, onu rahmet hazinelerinde,
cennet bahçelerinde ve arşın gölgesinde karar kılar ve eğer
eceli sonradan olursa, onu emin olan bir grup melek ile birlikte gönderir ki
içinden çıktığı bedene yeniden geri iade etsin ve onda
huzura kavuşsun.”[1431]
20929. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Senin
şiilerinin ruhları hem uyku anında, hem de ölüm anında
göğe yükselir. İnsanların ayın hilaline
baktıkları gibi melekler de onlara olan şevkten ve aziz ve celil
olan Allah nezdindeki makamlarını müşahade ederek onlara
bakarlar.”[1432]
bak. Er-Ruh,
1565. Bölüm
20930. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç kimse yemekten kalan yağlı elleriyle
uyumasın. O halde eğer böyle yaparsa ve şeytandan kendisine bir
zarar gelirse sadece kendisini kınasın.”[1433]
20931. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızın
elini ve yüzünü, etin kokusundan ve yağlı yiyeceklerden dolayı
yıkayınız. Zira şeytan eti ve yağlı kokuları
koklar ve bu yüzden de çocuklar gece
korkarlar. İki müvekkel melek ise o kokudan eziyet görür.”[1434]
bak. 516. Konu,
en-Nezafet
20932. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim taharet (abdest…) alır ve sonra
yatağına giderse o gece yatağı mescidi gibi olur.”[1435]
20933. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim abdestli uyur da o gece ölümü çatarsa Allah nezdinde
şehit sayılır.”[1436]
20934. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim taharet (abdest…) alır ve sonra
yatağına giderse o gece yatağı mescidi sayılır.
Eğer abdest almadığını hatırlarsa her ne olursa
olsun yorganıyla teyemmüm etmelidir. Eğer böyle yaparsa sürekli
namazda ve aziz ve celil olan Allah’ı zikirde bulunmuş olur.”[1437]
20935. Resulullah (s.a.a), ashabına
şöyle buyurmuştur: “Sizden hanginiz
sürekli oruç tutmaktadır?” Selman (r.a) şöyle arzetti: “Ben ey
Allah’ın Resulü!” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sizden hangisi
bütün geceyi ihya ederek geçirir?” Selman şöyle arzetti: “Ben, ey
Allah’ın Resulü!” Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sizden hanginiz
hergün Kur’an’ı hatmeder?” Selman şöyle arzetti: “Ben, ey
Allah’ın Resulü!” Bu esnada Peygamberin ashabından birisi şöyle
dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Selman İranlı bir kimsedir ve bizlere
üstünlük satmak istemektedir. Sen, “Hanginiz hergün oruç tutmaktadır?”
diye sordun. O, “Ben” diye cevap verdi. Oysa o çoğu zaman oruç
tutmamaktadır. Sen, “Hanginiz bütün geceyi ihya ederek geçirmektedir” diye
sorunca da o, “Ben” dedi. Oysa gece çoğu zaman uyumaktadır.” Sen,
“Sizden hanginiz hergün Kur’an’ı hatmetmektedir?” diye sordun. O, “Ben”
diye cevap verdi. Oysa ki hergün çoğu zaman sessiz kalkmaktadır.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sus, ey falan kimse! Lokman Hekim gibi
olan şahıstan sana ne? Sen bizzat ondan sor, o sana
cevabını verir.” O şahıs Selam’a şöyle dedi: “Ey
Allah’ın kulu! Sen sürekli oruç tuttuğunu söylemedin mi?” Selman,
“evet” dedi. O şahıs şöyle dedi: “Ama ben biliyorum ki sen bir
çok günler yemek yiyorsun.” Selman şöyle dedi: “Bu senin
sandığın gibi değildir. Ben her ay üç gün oruç tutuyorum ve
aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Herkim bir iyilik
yaparsa, ona on kat benzeri vardır.” Hakeza Şaban ayını
Ramazan ayı ile birleştiriyorum, dolayısıyla sürekli orucum
işte budur.” O şahıs şöyle dedi: “Sen bütün geceyi ihya
ederek geçirdiğini söylemiyor musun?” Selman, “evet” dedi. O
şahıs şöyle dedi: “Ama sen gecenin çoğunda uyuyorsun.”
Selman şöyle dedi: “Bu da senin sandığın gibi
değildir. Ben habibim Resulullah’tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu
işittim: “Herkim geceyi taharetle (abdestli) geçirirse, bütün geceyi ihya
etmiş gibidir” ve ben de her geceyi taharetle geçiriyorum.” O
şahıs şöyle dedi: “Sen hergün Kur’an’ı hatmettiğini
söylemedin mi?” Selman, “Evet” dedi. O adam şöyle dedi: “Ama sen günün
çoğu vaktinde sessiz duruyorsun.” Selman şöyle buyurdu: “Bu da senin
sandığın gibi değildir, ben habibim Resulullah’tan (s.a.a)
Ali’ye (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: “Ey Ebe’l-Hasan! Senin
bu ümmet arasındaki misalin, “kul huvallahu ehed” misalidir. Herkim bir
defa onu okursa, Kur’an’ın üçte birini okumuş gibidir. Herkim de onu
iki defa okursa, Kur’an’ın üçte ikisini okumuş gibidir. Herkim de üç
defa okursa bütün Kur’an’ı okumuş gibidir. Herkim diliyle seni
severse, imanının üçte biri kamildir. Herkim de dili ve kalbiyle seni
severse, imanının üçte ikisi kamildir. Herkim de dil ve kalbiyle seni
sever ve eliyle sana yardımda bulunursa, imanı tümüyle kamildir. Ey
Ali! Beni hak üzere gönderene yemin olsun ki eğer göktekilerin seni
sevdiği kadar yerdekiler de seni sevseydi, şüphesiz hiç kimse
cehennem ateşiyle azap görmezdi.” Ben her gün üç defa “kul huvellahu ehed”
suresini okuyorum.” O şahıs donup kalktı.”[1438]
bak. El-Bihar,
76/181, 39. Bölüm
20936. İmam Ali
(a.s) oğlu Hasan’a (a.s) şöyle buyurmuştur: “Oğulcağızım!
Sana amel ettiğin taktirde doktora gitmekten müstağni
olacağın dört şey öğreteyim mi?” İmam Hasan şöyle
arzetti: “Öğret ey Müminlerin Emiri! Acıkmadığın
müddetçe sofraya oturma. Henüz iştahın varken yemekten el çek,
yemeği iyi çiğne. Ve yatmak istediğin zaman tuvalet
ihtiyacını gider, eğer bunları yapacak olursan doktora
gitmekten müstağni olursun.”[1439]
20937. “İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Yatağına
girdiğin zaman o gününde karnına ne koyduğunu, ne elde
ettiğini düşün; öleceğini ve bir ahiretin olduğunu
hatırla.”[1440]
Bak. El-Hesab, 828-832. Bölümler
20938. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim yatağa girince “kulhuvellahu ehad” suresini okursa Allah
onun elli yıllık günahını bağışlar.”[1441]
20939. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim yatağa girince “kul huvallahu
ehed” suresini okursa, aziz ve celil olan Allah ona elli bin melek vekil
kılar ve bu melekler o gece kendisini korur.”[1442]
20940. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim uyumak istediğinde elhakumuttekasür (tekasür) süresini
okursa kabir azabından korunmuş olur.”[1443]
20941. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri yatağına girdiğinde şöyle desin:
“Alahumme in emsekte nefsi fi menami feğfir leha ve in erselteha fehfizha
bima tahfuzu bihi ibadeke’s salihin” (Allahım! Eğer uykuda ruhumu
alacak olursan onu bağışla. Eğer onu geri gönderecek
olursan kendisiyle salih kullarını koruduğun şeylerle koru.”[1444]
20942. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim uyurken “innellahe yumsikus
semavati vel erz, en tezula ve lein zaleta in emsekehuma min ehedin min be’dihi
innehu kane helimen gafura” (Doğrusu, zeval bulmasın diye gökleri
ve yeri tutan Allah’tır. Eğer onlar zevale uğrarsa O’ndan
başka, andolsun ki onları kimse tutamaz. O, şüphesiz halimdir,
bağışlayandır.)[1445] ayetini
okursa, asla evi başına yıkılmaz.”[1446]
20943. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Uyumanın dört şekli vardır: Peygamberler sırt üstü
uzanırlar ve uyurlar ama gözleri uyanıktır ve aziz ve celil olan
Allah’ın vahyini beklerler. Mümin ise sağ tarafına ve
kıbleye doğru uyur, şahlar ve şehzadeler ise sol tarafa
doğru uyur ki yedikleri yemekleri hazmetsinler, iblisin, kardeşleri
tüm deliler ve afetzedeler ise yüzüstü yatarak uyurlar.”[1447]
20944. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Erkek yüz üstü yatmamalıdır.
Eğer birinin yüz üstü yattığını görürseniz, onu
uyandırınız, onu o hal üzere bırakmayınız.”[1448]
20945. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizden birisi uykudan uyanınca
şöyle desin: “La ilahe illahul halim’ul kerim, el-hayyul kayyum, vehuve
ala kulli şeyin kadir, sübhane rabbi nebiyyine ve ilahil mürselin ve
sübhane rabbis semaveti’s seb’ vema fi hinne ve Rabb’ul arazines seb’ vema
fihinne Rebbi’l arş’il-azim, vel hamdu lillahi rabbil alemin” (Halim,
kerim, hayy ve kayyum olan Allah’tan başka ilah yoktur. O her şeye
kadirdir. Nebilerin Rabbi ve resullerin ilahı münezzehtir. Yedi göğün
ve içindekilerin ve yedi kat yer ile içindekilerin Rabbi münezzehtir. O
arşın sahibi yüce Rabdir. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.)
Uykudan uyanıp oturunca kalkmadan önce şöyle demelidir: “Hesbiye
Allah ve hasbiyer Rabbu minel ibad, hesbiyellezi huve hesbi munzu kuntu
hasbiyellahu ve ni’mel vekil.” (Allah bana yeter.Kullar
karşısında Rab bana yeter. Her zaman bana yeten kimse –Allah-bana
yeter. Allah bana yeter ve o ne güzel bir vekildir.) “Sizden biri gece namaza
kalkınca göğün etrafına baksın ve bu ayeti oksun. “inne fi
halkissemavati vel erz inneke la tuhliful miad.[1449]”[1450]
20946. Huzeyfe
şöyle diyor: “Peygamber
(s.a.a) yatağına giderken şöyle buyururdu: “Bismike Allahumme
emutu ve ehya” (Allahım! Senin adınla ölür ve senin adınla
dirilirim.) Uyandığında ise şöyle buyururdu:
“Elhamdulillahillezi ahyana ba’de ma ematena ve ileyhinnuşur” (Hamd
bizleri öldürdükten sonra dirilten Allah’a mahsustur ve dönüş sadece
onadır.”[1451]
Bak. El-Bihar, 76/191; 44. Bölüm
529. Konu
en-Niyyet
Niyet
F
Bihar, 70/185, 53. bölüm; en-Niyet ve
Şeraituhu
F
Vesail’uş-Şia, 1/33, 5. bölüm; Vucub’un-Niyet
fi’l-İbadat
F
Kenz'ul-Ummal, 3/419, 792; en-Niyet
F
Kenz'ul-Ummal, 4/58, fi Sık’in-Niyet
bak.
F
114. konu, el-İhlas; 174. konu, er-Riya;
Cehennem, 627. bölüm; el-Hudud, 751. bölüm; el-İbadet, 2495. bölüm
Kur’an:
“De ki: “Herkes kendi metoduna (mizaç ve
meşrebine) göre iş yapar. Bu durumda kimin gerçek hidayet üzere
olduğunu Rabbiniz en iyi bilendir.”[1452]
20947. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Niyet, amelin esasıdır.”[1453]
20948. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ameller niyetlerin meyvesidir.”[1454]
20949. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir beden niyetin üzerinde güçlü
olduğu şey hakkında zayıf değildir.”[1455]
20950. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz cehennem ehlinin gerçekte
ateşte ebedi olmalarının sebebi dünyada ebedi
kaldıkları taktirde sürekli Allah’a isyan etme niyetinde
olmalarıdır. Cennet ehlinin de cennette ebedi olarak
kalmalarının sebebi dünyada ebedi kaldıkları taktirde ebedi
olarak Allah’a itaat etmeye niyet ettikleri içindir. O halde her iki grubun da
ebediyeti niyetleri sebebiyledir.” İmam Sadık (a.s) daha sonra, “De
ki: “Herkes kendi metoduna (mizaç ve meşrebine) göre iş yapar” ayetini
okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: “Yani niyetleri üzere.”[1456]
20951. Ali b. İbrahim Allah-u
Teala’nın, “Herkes kendi metoduna
(mizaç ve meşrebine) göre iş yapar”
ayeti hakkında şöyle demiştir: “Yani
kendi niyeti üzere amel eder. “Rabbiniz kimin gerçek hidayet üzere
olduğunu en iyi bilendir.” Babam Ca’fer b. İbrahim’den ve o da
Ebu’l-Hasan Rıza’dan (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: “Kıyamet günü olunca mümin Allah’ın huzurunda durur,
onun amellerinin hesabını görmeyi Allah bizzat üstlenir ve amellerini
ona gösterir. Mümin amel defterine bakar, gördüğü ilk şey
günahlarıdır. Günahlarını görmekle rengi değişir,
bedeni titrer, ruhu dehşete düşer. Daha sonra iyiliklerini görür ve
onu görünce de gözleri aydın ve ruhu ise feraha erer. Daha sonra
Allah’ın kendisine bağışladığı sevaplara
bakar. Sevinci artar. Daha sonra Allah meleklere şöyle buyurur:
“İçinde amel etmediklerinin bulunduğu sayfayı getirin.”
İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Müminler o defteri okur ve şöyle
derler: “İzzetine andolsun ki sen bizim bu işlerin hiç birini
yapmadığımızı biliyorsun.” Allah şöyle buyurur:
“Doğru söylüyorsun, ama sizler bu işleri yapmaya niyetlendiniz, biz
de bu işleri size yazdık.” Daha sonra o amellerin sevabı da
kendilerine verilir.”[1457]
20952. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Niyet amelden üstündür. Biliniz ki niyet
amelin bizzat kendisidir.daha sonra İmam şu ayeti okudu: “De ki:
herkes kendi metoduna göre iş yapar.” Yani niyetleri üzere.”[1458]”[1459]
20953. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar niyetleri üzere
haşrolurlar.”[1460]
20954. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar niyetleri esasınca
dirilirler.”[1461]
20955. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah kıyamet günü insanları
niyetleri esasınca haşreder.”[1462]
20956. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala sizin cisimlerinize bakmaz,
haseb ve neseplerinize de bakmaz, mallarınıza da bakmaz. Lakin Allah
kalplerinize bakar. Herkimin salih bir kalbi olursa Allah ona merhamet eder.”[1463]
20957. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkesin değeri himmeti
miktarıncadır ve ameli de niyeti kadardır.”[1464]
20958. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amel sadece niyet iledir.”[1465]
20959. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Niyeti olmayan kimsenin ameli de yoktur.”[1466]
20960. İmam Ali (a.s), oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Öğrenmen
ve amel etmen için senin için edepten bir şeyler biriktirdim. Çünkü sen
henüz ömrünün baharındasın ve önünde uzun bir yol var, iyi niyetli,
temiz, pak bir ruha sahipsin.”[1467]
Allah-u
Teala’nın “De ki: “Herkes kendi metoduna (mizaç ve
meşrebine) göre iş yapar. Bu durumda kimin gerçek hidayet üzere
olduğunu Rabbiniz en iyi bilendir” ayetinde
yer alan “şakile” kelimesi Müfredat-ı Rağib’de yer
aldığı esasınca, “şekl” kökünden türemiştir ve
hayvanın el ve ayağının bağlanması
anlamındadır. Hayvanın bağlandığı ipe ise
“şikal” denmektedir. “şakile” ise huy ve haslet
anlamındadır. İnsanı mahdut kılıp
bağlaması hasebiyle de huy ve haslete “şakile” denmektedir. Zira
huy ve haslet insanı o ahlak üzere davranmaya zorlar.
Mecme’ul-Beyan’da
ise şöyle yer almıştır: “Şakile” yol ve yordam
anlamındadır. “Haza terik’un zu şevakil” birkaç yolun
ayrıldığı ana yol anlamındadır.
Güya kendisine
mensup olanları kendisini kat etmeye ve o yoldan sapmamaya
zorladığı için de mezhep ve yola “şakile” denmektedir.
Bazıları ise şöyle demişlerdir: “Şakile, “şekl”
kökünden türemiş olup, örmek ve benzer anlamındadır.”
Bazılar ise şöyle demişlerdir: “Şikl” kökünden türemiş
olup, hey’et ve kalıp anlamındadır.”
Velhasıl
ayet-i kerime insanın amelinin, “şakile” esasına dayalı
olduğunu kabul etmektedir. Yani ameli onun “şakile”si ile uyum ve
tenasub içindedir. Zira amel ve işe oranla şakile, bedende cari olan
ruh gibidir. Bu beden endamı ve yaptıklarıyla ruhun manevi
heyetlerini tecessüm ettirmektedir. İlmi araştırmaların ve
deneylerin ispat ettikleri üzere melekeler ve ruhi haletler ile insanın
amelleri arasında özel bir ilişki vardır. Örneğin cesur
veya korkak bir insanın korkunç bir sahneyle
karşılaştığında sergilediği tavır
aynı değildir veya infak ve harcama hususunda da cimri biriyle
bağışlayan yüce birinin takındığı tavır
aynı değildir. Hakeza ispatlandığı üzere nefsani
sıfatların da insanın beden yapısının tümüyle
yakın bir ilişkisi vardır. Bazı mizaçlar çabuk
gazaplanır, tabiatıyla da intikam almaya ilgi duyar. Diğer
bazılarında ise, karın şehveti veya cinsel şehvet veya
benzeri şehvetler daha çabuk harekete geçmekte ve taşmaktadır ve
galeyan etmektedir. Öyle ki nefisleri en küçük bir etkenle harekete
geçmektedir. Diğer mizaçların ise bambaşka haletleri
vardır. O halde ahlaki melekler ve ruhi sıfatlar mizaç farklılıkları
hasebiyle bazısında çok çabuk şekillenmekte, diğer
bazısında ise daha geç ortaya çıkmaktadır. Bütün bu
hallerle birlikte falan ahlaki melekenin veya kendisiyle uyumlu amelin vücuda
geliş nedeni olan bedensel yapı ve mizacın etkenleri iktiza (gereklilik)
haddindedir ve “tam nedensellik” aşamasına ulaşmamaktadır.
Yani tabiat ve mizacın gerekliliği ile ilgili olan muhalif fiili
imkan aşamasından çıkarıp, onu imkansız ve muhal
kılmamaktadır ve dolayısıyla neticede de ihtiyar ve irade
ortadan kalkmamaktadır. Aksine fiil her ne kadar mümkün de olsa
ihtiyari/iradi bir olgudur. Bazı hususlarda tabiat ve mizacın aksine
yapılması çok zor olmaktadır.
Münezzeh
olan Allah’ın sözüne dikkat edildiğinde de bu söylediklerimizi teyit
ettiği görülür. Zira münezzeh olan Allah şöyle buyurmuştur: “İyi belde Rabbinin izniyle bitki verir,
çorak belde faydasız bir bitki çıkarır. Şükredecek topluluk
için böylece ayetleri yerli yerince açıklarız.”[1468]
Bu ayeti, Peygamberlerin davetinin genel oluşuna delalet eden ayetlerin
yanına koyduğumuzda, yanında değerlendirdiğimizde de
–örneğin şu ayet: “Ta o vesileyle sizi ve
(bu mesajın) ulaştığı herkesi uyarayım”[1469]-
açık bir şekilde ifade etmektedir ki insanın varlık
yapısının sıfat ve amellerindeki tesiri iktiza (zemine)
şeklindedir. Tam bir nedensellik şeklinde değil.
Nasıl
böyle olmasın ki?! Oysa Allah-u Teala dini, değişmeyen
yaratılışın da bildirdiği fıtri bir olgu olarak
adlandırmaktadır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Hakka yönelerek kendini Allah’ın insanlara
yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah’ın
yaratışında değişme yoktur; işte dosdoğru
din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.”[1470]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Daha
sonra ona yolu kolaylaştırdı.”[1471]
Fıtratın, hak dine ve mutedil sünnete daveti, tam bir nedensellik
olarak insan tabiatının kötülüğe, fesada ve itidalden sapmaya
davetiyle uyumlu değildir ve bir araya toplanmaz.
Bazıları
şöyle demişlerdir: “Saadet ve şekavet tıpkı dört
sayısının çift ve üç sayısının tek oluşu
gibi iki zati iştir. Asla mevzu’undan (kendisini gerektiren etkenden)
ayrılmazlar veya ezeli hüküm ve kazaya mahkumdurlar. Peygamberlerin daveti
ise sadece hücceti tamamlamak içindir; değişikliğin mümkün
kılınışı veya bir halden diğer hale geçişin
bilinen bir anlamında değildir. Zira Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Taki helak olan kimse
apaçık delil üzere helak olsun ve diri olan kimse de apaçık delil
üzere diri kalsın.” Bu sözün cevabı
şudur: “Hücceti tamamlama konusu da saadetli kimsenin saadetinin ve
şekavet sahibi kimsenin şekavetinin gerekli, zaruri ve
değişmez olmadığının bizzat delilidir. Zira
eğer saadet ve şekavet zati gerekliliklerden olsaydı,
onları zata ulaştırma hususunda hüccet ve delile gerek
kalmazdı. Zira zati şeyler hüccet kabul etmez. O halde hüccet
anlamsız ve boş bir şey olurdu.
Hakeza eğer
saadet ve şekavet Allah’ın ezeli, kazası esasınca
zatların bir gereği olsaydı ve zati bir gereklilik
olmasaydı, insanların münezzeh olan Allah hakkında bir hücceti
olurdu. Dolayısıyla da Allah’ın hücceti tamamlama işi,
faydasız ve boş bir şey sayılırdı. O halde
Allah’ın hüccet ikame etmesinin doğruluğu da göstermektedir ki
saadet ve şekavet asla insanın zatının bir gereği
değildir. Aksine insanın iyi ve kötü amellerinden,
inançlarından, doğru veya yanlış akaitlerinden
kaynaklanmaktadır.
Bunun
yanısıra insanın doğal ve fıtri olarak eğitim,
öğretim, uyarı, müjde, vaad, tevhit, emir, nehiy ve benzeri
şeylere başvurması da hayatın hedeflerine ulaşmak için
başvurması da insanın kendi içinde iki yolun başında
yer aldığını hissetmesinin apaçık bir delilidir. Bu
yollar saadet veya şekavet yoludur. İnsan istediği yolu
seçebileceğini hissetmekte ve yapacağı her işin de bununla
uyumlu bir sevabının olduğunu bilmektedir. Nitekim Allah-u Teala
da şöyle buyurmuştur: “İnsan için sadece
çalıştığı vardır. Onun çalışması
şüphesiz yakında görülecektir. Sonra ona
karşılığı eksiksiz verilecektir.”[1472]
Bu da amel ve
sıfatlar ile zat ve derunlar arasındaki bir tür ilişkidir.
Başka bir tür ilişki de vardır ki amel ve sıfatlar ile
durumlar, ahval, insanın zatının dışındaki
etkenler, yani yaşadığı çevre arasındadır.
Tıpkı eski adap, sünnet, gelenek ve görenekler gibi. Zira bu etkenler
de insanı kendisiyle uyumlu işlere davet etmektedir ve onu bu etkenlere
muhalefet etmekten ve uyum içine girmekten alı koymaktadır. Çok
geçmeden insana, yepyeni ve ikinci bir yapı kazandırmaktadır.
Öyle ki amel ve davranışları yaşadığı
çevrede bir araya gelen durum ve ahval ile uyum içine girmektedir.
Bu ilişki
de genelde, iktiza (gereklilik) halindedir. Ama bazen öyle kökleşmekte ve
kalıcı olmaktadır ki insanın nefsindeki üstün veya rezil
sıfatların kökleşmesiyle, artık onların ortadan kalkma
ümidi de yok olmaktadır. Allah-u Teala’nın sözlerinde de bu nükteye
işaret edilmiştir. Örneğin Allah-u Teala şöyle
buyurmaktadır: “Şüphe yok ki,
küfredenleri, uyarsan da uyarmasan da birdir, iman etmezler. Allah onların
kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde
vardır ve büyük azap onlar içindir.”[1473]
ve benzeri bir çok ayet mevcuttur.
Elbette dikkat
etmek gerekir ki bu nükte, davet, uyarı ve müjdeleme yoluyla insanlara
hüccet ikame etmenin sıhhatiyle de çelişmemektedir. Çünkü onlarda bir
etkisinin olmaması da kendilerinin kötü seçiminden kaynaklanmaktadır.
Açıkça bilindiği gibi bilerek imtina etmek, insanın irade ve
ihtiyar sahibi olmasıyla çelişki içinde değildir.
Bu uzun
açıklamadan da anlaşıldığı üzere insanın
birkaç şakilesi (hasleti) vardır. İnsanın bir şakilesi
(hasleti) bir tür yaratılışının ve bedensel yapısının
ürünüdür ve bu da insanın bedeninin birbirini etkilemesinden hasıl
olan yaratışsal şahsiyetinden ibarettir. Tıpkı mizaç
gibidir ki çelişkili keyfiyetlerin birbirini etkilemesinden ortaya
çıkan orta bir keyfiyettir. İnsanın diğer bir şakilesi
ise sanevi (ikinci) bir olgudur ve bu da birinci şakilenin
yanısıra insanın nefsinde çeşitli dış etkenlerin
eserinden oluşan yaratışsal bir şahsiyetinden ibarettir.
İnsanın
hangi yapısı olursa, hangi nefsani sıfatı veya ruhi ve
dahili fiili olursa, ameli de onun esasına dayalıdır ve
yaptıkları o şakilenin (hasletin) göstergesidir. Örneğin
kibirli insanın konuşma, susma, oturma, kalkma ve bütün hareketleri
bu haletini göstermektedir veya zelil ve çaresiz bir insanın bütün
davranışlarında da bu zillet ve çaresizlik ortaya
çıkmaktadır. Korkak, cesur, cömert, cimri, sabırlı,
vakarlı ve aceleci insanlar da böyledir… Elbette böyle
olmalıdır. Zira fiil, failin göstergesidir ve zahir batının
ünvanıdır ve suret de mananın nişanesidir. Münezzeh olan
Allah’ın sözü de bu konuyu teyit etmektedir ve bir çok hususlarda bu
konuda hüccet ve deliller ortaya koymaktadır. Örneğin Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Kör ile gören, karanlıklar ile
ışık ve gölgelikle sıcaklık bir değildir.
Dirilerle ölüler de bir değildir.”[1474]
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü
erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar,
iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar”[1475]
bu konuda bir çok benzeri ayet de mevcuttur.
Allah-u
Teala’nın, “Kullun ye’melu ala şakiletihi” (herkes şakilesi
–metodu- üzere amel eder)” ayetindeki şakile hangi anlama
alınırsa alınsın, muhkem bir anlamı vardır. Ama
bu ayetin “Kur’an’dan iman edenlere rahmet ve
şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece
kaybını artırır”
ayeti ile irtibatı, “münezzeh olan Allah’ın Kur’an-ı Kerim ve
hak daveti vasıtasıyla müminlere fayda vermesi, onlara şifa
bağışlaması akışında yer
alışı, bu yolla zalimlere zulümleri sebebiyle zarar vermesi
şakile’den maksadın ikinci anlamda olduğunu, zihne daha
yakın kılmaktadır. Yani insanın iç güdülerinin ve ondaki
etkili dış etkenlerden hasıl olan ve insanın vücudunda
şekillenen dış etkenlerin toplamından oluşan hulki
(ahlaki) şahsiyetinden ibarettir.
Allah-u Teala
müminlerin kendi kelamından şifa ve rahmet elde ettiklerini,
kafirlerin ise bu iki nimetten mahrum kaldıklarını,
zararlarını arttırdığını buyurduktan sonra
adeta birisi şöyle itiraz etmektedir: “Neden Allah kulları
arasında farklılık karar kılmıştır?
Eğer her iki gruba da Kur’an vesilesiyle şifa ve rahmet vermiş
olsaydı, risaletin sebebi daha iyi hasıl olurdu ve davet daha
faydalı olurdu.” İşte bu yüzden Allah Peygamberine (s.a.a) bu
söze itidalla cevap mahiyetinde şöyle demesini emretmektedir: “Herkes
şakilesi (metodu) üzere amel etmektedir.”
Yani sizin amel ve davranışlarınız vücudunuzda olan
fiiliyet, yapı ve şakile esasınca ortaya çıkmaktadır.
O halde herkim, doğru dürüst bir yapıda olursa, rahat bir
şekilde hak inançlara ve salih amellere hidayet olur, hakkın daveti
yoluyla nasiplenir. Ama şakilesi (huyu ve ahlakı) doğru olmayan
isyankar bir kimsenin ise hak inançları kabul etmesi ve salih amellerde
bulunması çok zordur. Hakkın davetini işitmesi, onun sadece
zararını artırır. Rabbiniz olan Allah sizin içinizden
haberdardır, vücudunuzu tedbir etmektedir. Dolayısıyla da kimin
doğru bir yapıda olduğunu, kimin daha doğru yolda
olduğunu ve daha çok hidayete erdiğini ve hak sözden faydalanmaya
daha yakın olduğunu bilir. Hakeza Allah’ın kendisine
öğrettiği ve müminlerin daha çok hidayete erdiğini
bildirdiği Peygamberi de bu konuyu daha iyi bilmektedir. O halde Kur’ani
rahmet ve şifa sadece onlara özgüdür. Zalim kafirlerin ise sadece
zararlarını artırır. Elbette zulüm ve isyanlarından el
çektikleri taktirde onlar da Kur’ani şifa ve rahmetten nasiplenebilirler.
İşte
burada “ehda sebila” (yol açısından daha çok hidayete ermiş)
cümlesindeki “daha çok” (sıfatının) tabir edilmesindeki nükte de
kendiliğinden açığa çıkmaktadır ve o nükte şudur:
Dediğimiz gibi insanın sıfata ve sıfatla uyumlu
davranışlara davetindeki yapı, zorunlu kılıcı ve
değişmez bir role sahip değildir. Zira doğru olmayan bu
deruni yapı, her ne kadar sapık olsa da ve doğru olmayan
işlere çağırsa da, bu sapıklığı kesin bir iş
kılmamaktadır. Zira bu deruni yapıda da her ne kadar zayıf
olsa da bir nişane vardır. Ama doğru olan deruni yapı, daha
çok hidayete ermiştir ve hak yola daha çabuk yönelmektedir. Bunu iyi
düşün.”[1476]
bak. En-Nefs,
3921. Bölüm, 29509. hadis
20961. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Şüphesiz ameller niyetlere bağlıdır.
Gerçekte herkes için niyet ettiği şey söz konusudur. O halde her
kimin hicreti Allah ve resulü için olursa Allah ve resulüne doğru hicret
etmiştir. Her kimin hicreti de dünyadan bir şeye ulaşmak veya
bir kadınla evlenmek için olursa gerçekte onun hicreti de, niyeti
esasınca hicret ettiği şeyedir.”[1477]
20962. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ameller niyet –başka bir
rivayette ise: niyetler- iledir ve hakikatte her insan içi niyetinde olan
şey vardır. O halde herkimin hicreti Allah ve Resulü için olursa,
Allah’a ve Resulüne doğru hicret etmiştir ve herkimin hicreti de
dünyalık bir şeye ulaşmak veya bir kadınla evlenmek için
olursa, hicreti de hicret ettiği şeyedir.”[1478]
20963. Resulullah
(s.a.a) Ali’yi (a.s) bir orduyla gönderdiğinde bir şahıs
kardeşine, “Bizimle Ali’nin ordusuna katılarak savaşa gel, belki
bir köle, bir hayvan veya bize faydası dokunacak bir şey elde ederiz”
deyince şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki ameller niyetler üzeredir. Herkes için niyet
ettiği şey söz konusudur. O halde her kim Allah nezdinde olan
şeyi elde etmek için savaşırsa şüphesiz ecri de Allah
iledir. Her kim de dünya metasını elde etmek için veya devenin diz
bağını elde etmek için savaşırsa hatırı için
savaştığı şey dışında hiçbir şeye
sahip olamaz.”[1479]
20964. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Allah yolunda savaşır
(İslami bir savaşa katılır) ve niyeti de sadece bir devenin
ayağına bağlanan ipi elde etmek olursa kendisine sadece niyet
ettiği şey vardır.”[1480]
20965. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah savaşanları niyetleri
esasınca diriltir.”[1481]
20966. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan şöyle der: “Cihad ettim.”
Oysa cihat etmemiştir. Cihat hakikatte haramlardan kaçınmak ve
düşmanla savaşmaktır. Bir grubu savaşmakta, çok da iyi
savaşmakta, ama sadece ünlü olmayı ve bir mükafat elde etmeyi
hedeflemektedir. Bazen de insan tabiatıyla cesur olduğu için savaşmaktadır,
tanıdık ve yabancıyı savunmaktadır. Bazen de insan
tabiatında korku olduğu içni savaşmamaktadır. Anne ve
babasını düşmana teslim etmektedir. Öldürülmek hakikatte bir tür
ölümdür, her insan bir hedef doğrultusunda savaşır, köpek de
ehlini savunmak için savaşır.”[1482]
20967. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Bir şahıs Peygamberin (s.a.a)
yanından geçti. Resulullah’ın ashabı onun güçlülüğünü ve
atikliğini görünce şöyle arzettiler: “Keşke bu Allah yolunda
olsaydı.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer
çocuklarının ihtiyacını temin etmek için dışarı
çıkmışsa, o Allah yolundadır. Eğer anne-baba ve bir
yaşlının ihtiyacını temin etmek için
dışarı çıkmışsa Allah yolundadır. Eğer
kendisinin ihtiyacını temin etmek ve hiç kimseye muhtaç olmamak için
dışarı çıkmışsa yine Allah yolundadır. Ama
eğer gösteriş ve üstünlük taslamak için dışarı
çıkmışsa şeytan yolundadır.”[1483]
20968. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyi niyet iki amelden biridir.”[1484]
20969. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyi niyet sevaba sebep olur.”[1485]
20970. Resulullah (s.a.a), Tebük
savaşından dönerken şöyle buyurmuştur: “Medine’de
olup da bizimle gelemeyen bazı kimseler, katettiğimiz her vadide
bizimle oldular. Onları sadece bir özür (hastalık)
alıkoymuştur.”
Bu hadisi Buhari
ve Ebu Davud’a rivayet etmişlerdir ve tabiri şöyledir:
“Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizler Medine’de öyle
kimseleri geride bıraktınız ki katettiğimiz her yolda,
yaptığımız her infakta ve yürüdüğümüz her vadide onlar
da sizinle birlikteydiler.” Şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü!
Nasıl olur da onlar Medine’de oldukları halde bizimle olabilirler?”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Onları hastalık
alı koymuştur (sizinle gelmelerine engel olmuştur.)”[1486]
20971. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biz Medine’de, katettiğimiz her vadiyi bizimle kateden,
çıktığımız her tepeye bizimle çıkan kimseleri
bıraktık.” Ashab şöyle arzetti: “Onlar burada hazır
olmadıkları halde nasıl bizimle birlikte olabilirler?”
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Niyetleriyle.”[1487]
20972. İmam Ali’nin (a.s) Cemel
savaşında galip olduğunu kardeşinin de görmesini isteyen
bir kişiye İmam şöyle buyurmuştur: “Öyleyse
o da bizimle beraberdi. Şu askerlerimiz içinde öyle kişiler var ki
henüz babalarının bellerinde, analarının rahimlerindedirler.
Zaman, burundan gelen pıhtı gibi onları ortaya atacak, iman
onlarla kuvvet bulacaktır.”[1488]
20973. Habbet’ul-Ureni şöyle diyor: “Ali
(a.s) Basra Beyt’ül-Malını bölüştürdü. Herkese beşyüz
dirhem verdi, kendisi de diğerleri gibi beşyüz dirhem aldı.” Bu
esnada savaşta olmayan bir kimse geldi ve şöyle arzetti: “Ey
Müminlerin Emiri! Eğer cismim sizden uzaksa da kalbim sizinleydi. O halde
ganimetten bana bir şey ver.” İmam ona kendisi için
aldığı beşyüz dirhemi verdi ve o ganimetten kendisi için
bir şey kalmadı.”[1489]
20974. Ziyaret-i Camia’da şöyle yer
almıştır: “Allah’ı
şahit tutuyoruz ki ahdini bozanların, zalimlerin, dinden
çıkanların ve cennet gençlerinin efendisi olan Eba Abdillah’ı
katillerinin Kerbela’da katledenlerin kanını dökmekte, biz de niyet
ve kalplerimizle ve dostlarınızın sizin için hazır
bulunduğu sahneleri, elden kaybettiğimize üzülerek
zamanımızdaki dostlarımızın yanında hazır
idik.”[1490]
20975. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kul hergün gece namazı kılmaya
niyetlenir, ama gözleri ona galebe çalar ve neticede uyur. Böylece Allah onun
için namazı kaydeder, nefes aldığı nefesleri onun için
tesbih uykusunu da kendisi için sadaka sayar.”[1491]
20976. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Her ne kadar yapmazsan da hayır işe niyet et ki
gafillerden sayılmayasın.”[1492]
20977. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim yatağına girer ve niyeti
gece namazı kılmak olurda, sabaha kadar uykuda kalırsa, kendisi
için niyet ettiği şey yazılır, uykusu da rabbi
tarafından sadaka sayılır.”[1493]
20978. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fakir ve mümin kul şöyle der: “Ey
rabbim! Bana (mal ve servet) nasip et ki falan ihsanı ve iyiliği
yapayım.” Böylece eğer aziz ve celil olan Allah bu sözü doğru
niyetle söyediğini bilirse, şüphesiz onun için hayırlı
işleri yaptığı taktirde vereceği iyiliği yazar.
Allah vasi’ (rahmeti geniş) ve kerimdir.”[1494]
20979. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bazen müminin kardeşi kendisinden
bir ihtiyacını diler ve onunsa hacetini gidereceği istediği
bir şey olmazda, ama içinden ona önem verirse, Allah Tebarek ve Teala o
önem vermesi sebebiyle onu cennete götürür.”[1495]
20980. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Çünkü sizden Rabbinin, O’nun elçisinin ve
Ehl-i Beyt'inin hakkını tanıyarak yatağında ölen kimse
de şehittir ve ecri Allah’a aittir. Salih işlere niyetinden
dolayı da sevaba ermesi de muhakkaktır. Bu niyeti, (Allah yolunda)
kılıcını çekmesinin yerini tutar.”[1496]
20981. Me’n b. Yezid şöyle diyor: “Babam
Yezid sadaka vermek için birkaç dinar çıkardı ve onları camide
oturan bir kimsenin yanına bıraktı. Ben geldim ve o
dinarları aldım. Babamın yanına götürdüm, babam şöyle
dedi: “Allah’a yemin olsun ki benim maksadım sen değildin.” Biz bu
olayı Allah Resulüne (s.a.a) götürdük, Allah Resulü şöyle buyurdu:
“Ey Yezid! Sen niyetin esasınca sevap elde ettin ve sen ey Me’n
aldığın şey senindir.”[1497]
bak. Es-Sevab,
473. Bölüm; es-Sunnet, 1913. Bölüm; eş-Şehadet, 2116. Bölüm; es-Selat
(3), 2317. Bölüm; Vesail’uş Şia, 1/35, 6. Bölüm, s. 59, 18. Bölüm
20982. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın herkese
bağışı niyeti esasıncadır.”[1498]
20983. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin niyeti iyi olursa
başarı elde eder.”[1499]
20984. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah-u Teala herkimde güzel bir niyet
görürse, onu kendi korumasında tutar.”[1500]
20985. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hakikatte Allah kullarına olan
yardımını, onların niyetleri esasınca karar
kılmıştır. O halde herkimin niyeti doğru olursa,
Allah’ın ona yardımı da kemale erer. Herkimin niyeti de eksik
olursa Allah’ın yardımı da niyetinin eksikliği ölçüsünce
azalır.”[1501]
20986. İmam Ali (a.s) oğlu Hasan’a
(a.s) yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Bil
ki yerin ve göklerin
hazineleri elinde olan, dua etmene izin vermiş, kabul etmeyi de üzerine
almıştır… İcabeti gecikti diye ümitsizliğe
düşmemelisin. Çünkü ihsan, niyet miktarıncadır.”[1502]
bak. Et-Tevfik,
4148. Bölüm
20987. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin niyeti amelinden daha iyidir.”[1503]
20988. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin niyeti amelinden daha iyidir.
Münafığın ameli ise niyetinden daha iyidir. Herkes niyeti
esasınca amel eder, o halde mümin bir amel yaptığında
kalbinde bir nur parlar.”[1504]
20989. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin niyeti amelinden daha iyidir,
facirin niyeti ise amelinden daha kötüdür.”[1505]
20990. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin niyeti amelinden daha iyidir.
Kafirin niyeti amelinden daha kötüdür. Herkes niyeti esasınca amel eder.”[1506]
20991. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin niyeti amelinden daha
ulaştırıcıdır.”[1507]
20992. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin niyeti amelinden daha etkindir. Facir kimse de aynı şekildedir. (Yani
facirin niyeti de amelinden daha etkindir.)”[1508]
20993. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin
niyeti amelinden daha iyidir. Aziz ve celil olan Allah, kulun niyeti sebebiyle
ameli için vermediği şeyi kendisine verir ve bunun da sebebi
şudur ki, niyette riya olmaz, ama amel (bazen) riya ile
karışıktır.”[1509]
20994. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “Müminin niyetinin amelinden daha üstün
olmasının sebebi nedir?” diye soran birisine şöyle
buyurmuştur: “Çünkü
amel bazen yaratıklara gösteriş ve riya için gerçekleşir ama
niyet alemlerin Rabbine hasır. O halde Allah-u Teala amel için
bağışlamadığını niyetler için
bağışlamaktadır.”[1510]
20995. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin niyeti amelinden daha üstündür.
Çünkü mümin bazen hayırlı işler yapmaya niyet eder ama yerine
getirmede başarılı olamaz. Kafirin niyeti de amelinden daha
kötüdür. Zira kafir bazen kötü işlere niyet eder ve kötü işler
yapmayı arzular ama bunu yerine getiremez.”[1511]
20996. İmam Ali (a.s), müminin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Mümin
yapmaya niyetlendiği bütün iyi işlere ulaşmaz, kafasında
bir çok iyi işler vardır. Ama onların bir bölümü hakkında
başarı elde eder. Kaybettikleri hususunda da
yapamadığından dolayı üzülür.”[1512]
20997. Alim (a.s), “Müminin niyeti daha iyidir”
sözü hakkında şöyle buyurmuştur: “Zira
bazen, insan için hastalık veya korku gibi durumlar ortaya çıkar ve
bir işe niyetlendiği halde onu yapamaz. İşte böyle bir
durumda müminin niyeti amelinden daha iyidir.”
Bu hadis şu
şekilde de yer almıştır:
“Müminin aklı veya nefsi ondan ayrılmaz, ama bazen amelleri akıl
ve nefsin ayrılmasından daha önce ondan ayrılır, (ameli
yapma imkanını kaybeder.)”[1513]
20998. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice niyet, amelden daha
faydalıdır.”[1514]
Şöyle
diyorum: “Bihar’ul-Envar’da, “Müminin niyeti amelinden daha iyidir” cümlesinin
tefsiri hususundaki görüşler belirtildikten sonra şöyle yer
almıştır: “Şimdi bu konuları ve görüşleri
zikrettikten sonra bize göre daha güçlü ve kabulü daha kolay olan
açıklamayı beyan etmeye çalışacağız. Bilmek
gerekir ki bu rivayetten kaynaklanan sorunlar, hakikatte niyetin anlamı
hususunda araştırma yapmamaktan kaynaklanmaktadır. Onlar niyetin
hedef ve maksadını tasarruf etmek ve zihninden geçirmek olduğunu
sanmışlardır. Ama eğer daha önce de işaret ettiğimiz
gibi, niyetin anlamı hususunda araştırılacak olursa,
açıkça görülür ki, niyeti doğrultmak, işleri doğrultmaktan
çok daha zordur ve nefsani halete tabidir. Amellerin kemali, kabulü ve
değeri, niyetlere bağlıdır. Niyeti doğrultmak ise,
sadece dünya sevgisini, övünçlerini, dünyevi mal ve makamları
ağır riyazetler, doğru ve salim düşünceler ve bir çok
sıkıntılara katlanarak kalbinden atmakla mümkündür. Zira kalp
bedenin sultanıdır ve kalbe üstün gelen herşey bedenin
diğer organlarına da üstün gelir, hatta kalp öyle bir kaledir ki
kendisine hakim olan, tasarrufta bulunan her sevgi, insanın diğer
organlarını da ele geçirmektedir. Onlara emretmektedir. Bir kalpte
aynı güce sahip iki sevgi bir araya gelmez. Nitekim aziz ve celil olan
Allah şöyle buyurmuştur: “Ey İsa! iki dil bir ağızda
olmaz, iki kalp de bir göğüse sığmaz. Zihinler de işte
böyledir.[1515]
(Bir zihinde iki uyumsuz düşünce yer etmez.) Hakeza Allah kitabında
şöyle buyurmuştur: “Allah bir insanın
içinde iki kalp karar kılmamıştır.”[1516]
Dünya ve ahiret de iki kuma gibidir. Onların sevgisi bir kalpte yan yana
gelmez. Örneğin mal ve servet sevgisinin galip geldiği kalbin bütün
zikir, fikir, hayal, güç ve organları da o mal ve servetin ardıca
gidecektir. Yaptığı her işte o işi yapmaktaki asıl
hedefi mal elde etmek olacaktır. Eğer bundan başkasını
iddia ederse, yalan söylemektedir. Bu yüzden ibadet ve itaatlerinde de
kendisine bir çok malların vaad edildiği işleri seçecektir ve
sadece celal sahibi Allah’a yakınlaşmayı vaad eden itaatlere
teveccüh etmeyecektir. Hakeza mal ve makam sevgisine mağlub düşen
kimse de yaptığı her işte, o makama ulaşma hedefine
gider, diğer dünyevi batıl ve doğru olmayan maksatlar da
işte böyledir. O halde işler, münezzeh olan Allah ve ahiret için
halis kılınmadıkça, bu işlere olan aşk, kalpten
çıkarılıp atılmadıkça, bütün bu işler,
insanın haktan uzaklaşmasına ve temizlenmemesine sebep olur.
O halde insanlar
niyetleri esasınca farklı mertebelere sahiptirler. Hatat haletlerine
göre sonsuz merhaleleri vardır. Onlardan bazısı amelin
batıl olup olmamasına sebep olmakta, bazısı sıhhat ve
doğruluğuna sebep olmakta ve bazısı da amelin kemaline
sebep olmaktadır. Kemalinin de bir çok mertebeleri vardır.”[1517]
20999. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Uyku ve yemekte dahil her işinde temiz bir niyet
içinde olmalısın.”[1518]
21000. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kul tüm hareket ve sessizliğinde (Allah
için) halis bir niyet içinde olmalıdır. Zira eğer bu
işlerinde bu anlam bulunmazsa gafillerden sayılır.”[1519]
21001. İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s),
mağfiret dilemeye teşvik hususunda şöyle buyurmuştur: “Allah’ım,
Muhammed ve âline salat eyle ve kalplerimizin gizli niyetlerini,
uzuvlarımızın hareketlerini, gözlerimizin işaretlerini ve
dillerimizin konuştuğu sözleri sevabını gerektiren
şeylerle ilgili kıl ki, mükâfatını hakedecek bir
iyiliği kaçırmayalım; cezalandırmanı gerektirecek bir
kötülüğü de işlemeyelim.”[1520]
21002. İmam Seccad (a.s), Mekarim’ul-Ahlak
adlı duasında şöyle buyurmuştur: “Niyetimi niyetlerin, amelimi amellerin en güzeline ulaştır.
Allah’ım! Lütfunla niyetimi halis kıl”[1521]
21003. İmam Ali (a.s), Mısır’a
vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e yazdığı
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Her
günün işini o gün yap. Çünkü, her gün yapılacak özel işler
vardır. Kendin için, kendinle münezzeh olan Allah arasında,
vakitlerin en üstününü ve bölümlerin en yücesini karar kıl. Gerçi halka
ayırdığın vakitler de niyetin temiz olup, halkın
ıslahına, selametine vesile olduğu zaman Allah’a
ayrılmış sayılır.”[1522]
21004. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Niyetin güzelliği
batınların güzelliğidir.”[1523]
21005. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Stokların en üstünü,
batınların güzelliğidir.”[1524]
21006. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel niyet arzulara ulaşma
sebebidir. ”[1525]
21007. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İnsan güzel niyeti ve
ahlakıyla, aradığı güzel hayatı, çevre güvenliği
ve rızık genişliğini elde eder.”[1526]
21008. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kendini iyi niyet ve güzel bir hedef
sahibi olmaya alıştır ki hedeflerinde mutluluğa
erişesin.”[1527]
21009. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel niyet sevaba sebep olur.”[1528]
21010. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin niyeti güzel olursa,
mükafatı çok, hayatı tatlı ve dostluğu gerekli olur.”[1529]
21011. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin niyeti güzel olursa Allah ona
verdiği rızkı artırır.”[1530]
21012. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah, insanın
niyetinin kendisine itaatte güçlü ve halis olmasını istediği gibi
insanlara karşı niyetinin de güzel olmasını ister.”[1531]
21013. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel niyetlerle isteklere
ulaşılır.”[1532]
21014. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Niyetlerden başarıya en
yakın olanı, en doğru olanıdır.”[1533]
21015. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala niyetin güzelliği ve
batının temizliği sebebiyle kullarından istediğini
cennete götürür.”[1534]
21016. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İyi niyet, batının
selametinden kaynaklanmaktadır.”[1535]
21017. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Güzel düşünmek ve güzel niyet sahibi
olmak, temizsoyun nişanesidir.”[1536]
21018. İmam Cevad (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimi kardeşinin güzel niyeti
razı etmezse bağışta bulunuşu da onu razı etmez.”[1537]
21019. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Halka karşı tamahı azaltma
hususunda ve takvanın çokluğu hakkındaki adalet hususunda, güzel
niyetten yardım al.”[1538]
21020. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “İnsanın yaptığı taktirde
görevini yerine getirmiş sayılacağı ibadetin ölçüsü nedir?”
diye soran birisine şöyle buyurmuştur: “İtaat hususunda güzel niyet taşımaktır.”[1539]
21021. İmam Sadık (a.s), ibadet
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “(İbadet)
Allah’a itaat edilen yolda itaat hususunda iyi niyet sahibi olmaktır.”[1540]
21022. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Doğru amel sadece doğru niyetle
kemale erer.”[1541]
21023. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Amelin doğruluğu niyetin
doğruluğuna bağlıdır.”[1542]
21024. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En üstün amel doğru niyettir.”[1543]
21025. İmam Kazım (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Beden, sadece canlı nefisle baki
kaldığı gibi, din de sadece doğru niyetle ayakta
kalır. Doğru niyet de sadece akıl ile sabit kalır.”[1544]
21026. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Doğru niyete sahip olan kimsenin
salim ve temiz bir kalbi vardır. Zira kalbin şeytani vesveselerden
salim kalması tüm işlerde niyetin Allah için halis olması
sebebiyledir.”[1545]
21027. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Eğer insanlar, azap üzerlerine
indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine, doğru
niyetle ve içtenlikle sığınsalardı, Rableri ellerinden
giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozukluğu düzeltirdi.[1546]
bak. 228. Konu, Es-Serire
21028. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kötü niyet gizli bir derttir.”[1547]
21029. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Batının
aşağılığından, niyetin bozukluğundan,
aşağılığı kabullenmekten ve arzuların
yalanına teslim olmaktan sakın.”[1548]
21030. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Nice ameli niyet bozar.”[1549]
21031. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin niyeti kötü olursa, arzusuna
ulaşamaz.”[1550]
21032. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin niyeti kötü olursa, kaybedilmesi
sevindirir.[1551]”[1552]
21033. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin kötü niyeti olursa, oku
kendisine döner.”[1553]
21034. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin maksadı kötü olursa,
gireceği yerde kötü olur.”[1554]
21035. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Niyetlerin bozulmasıyla bereket kalkar.”[1555]
21036. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şekavetten biri de niyetin
bozukluğudur.”[1556]
21037. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkimin niyeti bozuk olursa, belaya
maruz kalır.”[1557]
21038. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz mümin günaha niyet eder ve bu
sebeple de rızkında mahrum olur.”[1558]
21039. İmam Ali (a.s), bir duasında
şöyle buyurmuştur: “Allahım! Sana yaklaşmak için
dilimle söylediğim halde, sonradan kalbim muhalefet ettiği için de
beni bağışla.”[1559]
Bak. Vesail’uş Şia, 1/41, 7.
Bölüm
Harf’ul-Ha
ü el-Hicret (Hicret)
ü el-Hicran (Küsmek)
ü el-Hidayet (Hidayet)
ü el-Hediyye
(Hediye-Armağan)
ü el-Herem
(İhtiyarlık)
ü el-Helak (Helak-Yok
Olmak)
ü el-Himmet (Himmet-Gayret)
ü el-Heva (Heva ve Heves)
530. Konu
el-Hicret
Hicret
F
Bihar, 18/410, 4. bölüm; el-Hicret
ile’l-Habeşe
F
Bihar, 19/28, 6. bölüm; el-Hicret ve mebadiha
F
Bihar, 73/384, 140. bölüm; el-Hicret
an’il-Bilad’il-Ehl’l-Measi
F
Bihar, 100/97, 4. bölüm; Vucub’ul-Hicret ve
Ahkamuha
F
Kenz'ul-Ummal, 16/653 ve 661. bölümler;
Kitab’ul-Hicreteyn
F
Bihar, 79/280, 106. bölüm; et-Tearrub
be’d’el-Hicret
F
Vesail’uş-Şia, 11/75, 36. bölüm;
Tahrim’ut-Taarrub Be’d’el-Hicret
bak.
F
et-Tarih, 84. bölüm
Kur’an:
“Şüphesiz kitap ehlinden Allah’a huşu duyarak; Allah’a, hem
size ve hem de kendilerine indirilene iman edip, Allah’ın ayetlerini az
bir değere değişmeyenler vardır. İşte
onların ecirleri Rablerinin katındadır. Şüphesiz Allah
hesabı çabuk olandır.”[1560]
bak. Maide, 82-85
Mecme’ul-Beyan’da
Allah-u Teala’nın, “Şüphesiz kitap
ehlinden…” ayeti hakkında şöyle yer
almıştır: “Müfessirler bu ayetin nüzul sebebi hakkında
farklı görüşlere sahiptirler. Bazıları şöyle
demişlerdir: “Bu ayet, Arapça “Atiyye” (bağış)
anlamına gelen Esheme adındaki Habeşistan padişahı
Neccaşi hakkında nazil olmuştur ve kıssa şöyledir:
“Neccaşi öldüğü zaman, Cebrail onun ölüm haberini Allah Resulü’ne
bildirdi. Resulullah şöyle buyurdu: “Dışarı
çıkınız ve başka topraklarda ölen kardeşlerinizden
birinin namazını kılınız.” Şöyle arzettiler: “O
kimdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Neccaşi”
Daha sonra
Resulullah (s.a.a) Baki mezarlığına gitti ve Medine’den
kendisine Habeşistan toprakları görüldü. Peygamber Neccaşi’nin
tahtını gördü ve onun üzerine namaz kıldı. Münafıklar
şöyle dediler: “Bakınız, asla görmediği ve kendi dininden
olmayan Habeşli Hıritiyan bir kafire namaz kılmaktadır.” Bu
esnada bu ayet nazil oldu. Bu söz Cabir b. Abdullah, İbn-i Abbas, Enes ve
Kutade’den nakledilmiştir.”[1561]
Tefsir-i Kumi’de
ise şöyle yer almıştır: “İman
edenlere en şiddetli düşman olarak, insanlardan Yahûdileri ve
şirk koşanları bulursun. Onlardan, iman edenleri sevgice en
yakın “Biz Hıristiyan’ız” diyenleri bulursun.”
ayetinin nüzul sebebi şudur: “Kureyş’in Allah Resulü’ne ve hicretten
önce Mekke’de kendisine iman eden kimselere yaptığı
işkenceler zirveye ulaşınca Resulullah (s.a.a) müminlere
Habeşistan’a hicret etmelerini emretti ve Cafer b. Ebi Talib’e (a.s)
onlarla birlikte gitmesini istedi. Ca’fer müslümanlardan yetmiş kişi
ile birlikte Mekke’yi terk etti ve deniz yoluyla Habeşistan’a doğru
yola koyuldu. Kureyş Müslümanların hicret haberini duyunca, Amr b. As
ve Ammare b. Velid’i müslümanları kendilerine geri çevirmesi için
Neccaşi’nin yanına gönderdiler. Amr ve Emmare bir birine düşman
idiler. Bu yüzden Kureyş şöyle dedi: “Birbirine düşman olan bu
iki kişiyi nasıl birlikte gönderelim?” İşte burada Beni
Mahzum Ammare’nin hatasını affetti ve Beni Sehm de Amr b. As’ın
hatasını affetti. Güzel yüzlü ve nazlı büyümüş bir kimse
olan Ammare tek başına yola koyuldu. Amr b. As da eşini onunla
birlikte gönderdi, gemiye bindiklerinde şarap içmeye başladılar.
Emmare Amr b. As’a şöyle dedi: “Karına beni öpmesini söyle.” Amr
şöyle dedi: “Sübhanallah! Böyle bir şey doğru olur mu?” Ammare
sustu ve Amr mestolunca, geminin güvertesinde
Amr’ı itti ve denize doğru attı. Amr geminin güvertesine
yapıştı. Gemidekiler onun yardımına koşarak
kendisini yukarı çektiler. Onlar Neccaşi’nin yanına gittiler.
Kendisine bir takım hediyeler verdiler, Neccaşi de onları kabul
etti. Amr b. As şöyle dedi: “Ey padişah! Dinimize muhalefet eden,
ilahlarımıza kötü şeyler söyleyen bir grup kimse senin
topraklarına gelmiştir. Onları bize geri çevir.” Neccaşi,
bir grubu Ca’fer’in yanına gönderdi ve onu getirdiler. Neccaşi ona şöyle
dedi: “Ey Ca’fer! Bunlar ne diyorlar?” Ca’fer şöyle cevap verdi: “Ey
padişah! Ne diyorlar?” Neccaşi şöyle dedi: “Benden sizleri
onlara geri çevirmemi istiyorlar.” Ca’fer şöyle dedi: “Ey padişah!
Onlara sor, acaba biz onların köleleri miyiz?” Amr şöyle dedi:
“Hayır, onlar özgür ve şerafet sahibi kimselerdir.” Ca’fer şöyle
dedi: “Onlara sor, bizden bir alacakları var mıdır?” Amr
şöyle dedi: “Sizlerden hiçbir alacağımız yoktur.” Ca’fer
şöyle dedi: “Bizden talep ettiğini bir kanınız var mı?”
Amr, “Hayır” dedi. Ca’fer şöyle dedi: “O halde bizden ne istiyorsunuz,
sizler bizlere eziyet ettiniz, biz de topraklarımızı terk
ettik.” Amr b. As şöyle dedi: “Ey padişah! Bunlar dinimize muhalefete
kalkıştılar, ilahlarımıza kötü sözler ettiler,
gençlerimizi saptırdılar, birliğimizi dağıttılar.
O halde onları bize geri çevir ki bu vesileyle işlerimiz
düzenlensin.” Ca’fer şöyle dedi: “Evet ey padişah! Biz onlara
muhalefet ettik. Çünkü Allah bizlere bir Peygamber gönderdi ve bu Peygamber
bizlere şirk ve putperestlikten el çekmemizi ve fal oklarıyla kura
çekmeyi terk etmemizi emretti. Bizlere namaz kılmamızı ve oruç
tutmamızı emretti. Bizleri suçsuz yere kan dökme, zina, faiz, ölü eti
yemeyi ve kan içmeyi haram kılı. Bizlere adaleti, iyiliği,
akrabalara bakmayı emretti. Bizleri fuhuştan, çirkin işlerden,
zorbalıktan ve tecavüzden sakındırdı.” Neccaşi
şöyle dedi: “Allah İsa b. Meryem’i (a.s) da bunlarla gönderdi.”
Neccaşi daha sonra şöyle dedi: “Ey Cafer! Allah’ın Peygamberine
indirdiği şeylerden ezberlediğin var mıdır?” Cafer,
“evet” diye cevap verdi ve Meryem suresini okumaya başladı. “Hurma
ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün.
Ye, iç, gözün aydın olsun” ayetini
okumaya başladığı zaman, Neccaşi onu işitince
ağladı ve şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki bu tümüyle
doğrudur.” Amr b. As şöyle dedi: “Ey padişah! Bu şahıs
bize karşıdır. Onu bize geri çevir.” Neccaşi ellerini
havaya kaldırarak sert bir şekilde Amr’ın yüzüne vurdu ve
şöyle dedi: “Sus! Allah’a yemin olsun ki eğer bu şahıs
hakında kötü bir söz söylersen canını alırım.”
Yüzünden kan dökülen Amr b. As ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Ey
padişah! Eğer senin dediğin gibiyse, artık biz ona
karışmayız.”
Neccaşi’nin
baş ucunda kendisine bakan bir cariye vardı. Gözleri, güzel bir genç
olan Ammare b. Velid’e ilişince ona aşık oldu. Amr b. As ikamet
yerine geri dönünce Ammare’ye şöyle dedi: “O cariyeye bir mektup yaz.”
Ammare ona bir mektup yazdı ve cariye de cevap olarak Ammare’ye bir mektup
yazdı. Amr, Ammare’ye şöyle dedi: “Ondan padişahın güzel
kokusundan senin için bir miktar göndermesini iste.” Ammare de cariyeye bunu
söyledi ve cariye de ona güzel koku gönderdi. Amr, Ammare’nin gemide kendisine
yaptığı işten ve kendisini denize atmasından
dolayı ona karşı kin doluydu. O kokudan bir miktarı
aldı ve Neccaşi’nin yanına götürerek şöyle dedi: “Ey
padişah! Biz sultanın topraklarına girdiğimizde bizlere
ikramda bulundu, güvenlik ve huzurumuz için gerekli şeyleri temin etti.
Dolayısıyla da onun hürmet ve saygınlığını
korumak bizlere lazımdır ve ona itaat etmek bizlere farzdır. Bu
yüzden ona ihanet etmemeliyiz. Ama bizimle birlikte olan bu dostum, senin
namusuna mektup yazmış, onu aldatmış ve o da kendisi için
senin güzel kokundan bir miktar göndermiştir.” Amr daha sonra o güzel
kokudan bir miktarını Neccaşi’nin karşısına
koydu. Neccaşi de sinirlendi ve Ammare’yi öldürmeyi
kararlaştırdı ve daha sonra şöyle dedi: “Onu öldürmek
doğru değildir, zira onlar benim ülkeme geldiler ve eman
içindedirler.” Bu yüzden sihirbazları çağırdı ve onlara
şöyle dedi: “Bu adama öldürmekten daha kötü bir şey
yapınız.” Sihirbazlar Ammare’yi tutup, idrar yollarına civa
döktüler. Ondan sonra Emmare, vahşi hayvanlara katıldı, onlarla
gidip geldi ve insanlardan ürktü. Kureyş onlara bir grubu gönderdi. Onlar
sulak bir yerde pusu kurdular. Emmare vahşi hayvanlarla oraya su içmek
için geldiğinde onu tuttular. Emmare sürekli onların elinde
titriyordu ve ölünceye kadar da feryat edip durdu. Amr Kureyş’e geri döndü
ve onlara Ca’fer’in Habeşistan’da izzet ve saygınlık içinde
yaşadığını haber verdi. Ca’fer, Resulullah (s.a.a)
Kureyş ile barış anlaşması imzalayıncaya ve
Hayber’i fethedinceye kadar orada kaldı. Bu esnada Ca’fer, bütün
yoldaşlarıyla birlikte Habeşistan’dan geri döndüler.
Habeşistan’da Esma binti Umeys, Abdullah b. Ca’fer’i dünyaya getirdi.
Neccaşi’nin de bir çocuğu oldu ki onun adını da Muhammed
koydu. Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe de Abdullah b.
Cahş’ın eşiydi. Resulullah (s.a.a) Neccaşi’ye mektup
yazarak Ümmü Habibe’yi[1562]
kendisi için istemesini söyledi. Neccaşi de Ümmü Habibe’nin peşice
birini gönderdi. Onu Peygamber (s.a.a) için istedi. Ümmü Habibe’ye kabul etti.
Neccaşi de onu Peygamber ile nikahladı. Dörtyüz dinar mehir karar
kıldı ve bu parayı Peygamber (s.a.a) adına Ümmü Habibe’ye
ödedi. Birkaç takım elbise ve bol miktarda güzel kokular gönderdi.
Yolculuğu için gerekli şeyleri temin etti ve onu Allah Resulü’nün
(s.a.a) yanına gönderdi. Hakeza İbrahim’in annesi olan Mariye-i
Kıbtiye’yi de bir miktar elbise, güzel koku ve birkaç at ile birlikte
Peygamber’e (s.a.a) gönderdi. Otuz rahibi de ona gönderdi ve onlara şöyle
dedi: “Onun sözlerine, oturup kalkma şekline, içmesine, namaz kılma
şekline dikkat ediniz.” Bu grup Medine’ye girince, Resulullah onları
İslam’a davet etti ve Kur’an’dan şu ayeti onlara tilavet buyurdu: “Hani
Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an” demişti...
Onlardan küfredenler, “Bu apaçık bir büyüdür” demişlerdi.”
Rahipler bu ayeti Allah Resulü’nden (s.a.a) işitince ağladılar,
iman ettiler. Neccaşi’nin yanına geri dönerek, Resulullah’ın
haberini ona ilettiler. Peygamber’in kendilerine okuduğu ayeti de
Neccaşi’ye ilettiler. Neccaşi ağladı, rahipler de
ağladılar. Neccaşi müslüman oldu, ama can korkusu sebebiyle
Habeşistan’da müslüman olduğunu izhar etmedi. Habeşistan’dan
Peygamberi görmek için dışarı çıktı. Ama denizden
geçince, eceli gelip çattı ve orada öldü. Daha sonra Allah şu ayeti
Resulullah’a nazil buyurdu: “İman edenlere en
şiddetli düşman olarak, insanlardan Yahûdileri ve şirk
koşanlari bulursun...İyilik edenlerin mükafatı işte budur.”[1563]
21040. Zuheri şöyle diyor: “Müslümanlar
çoğalıp imanlarını aşikar kılınca ve
(İslam) her yerde söz konusu edilmeye başlayınca Kureyş
kafirlerinden ve müşriklerinden büyük bir grub kendi kabilesinden iman
eden kimselere saldırdılar. Onlara eziyet ve işkence ettiler.
Onları zindana attılar ve onlardan dinlerinden dönmelerini istediler.
Peygamber (s.a.a) onlara şöyle buyurdu: “Yeryüzüne
dağılın.” Onlar şöyle arzetti: “Ey Allah Resulü! Nereye
gidelim.” Resulullah Habeşistan tarafına işaret etti ve
şöyle buyurdu: “Oraya.” Peygamber ashabının oraya hicret etmesini her yerden daha çok
istiyordu. Bunun üzerine müslümanlardan önemli bir bölümü Habeşistan’a
hicret ettiler. Bazıları yalnız, bazıları ise
aileleriyle birlikte Habeşistan topraklarına varıncaya kadar
harekete geçtiler.”[1564]
21041. Peygamberin (s.a.a) ashabı ilk hicretten
Mekke’ye geri döndüklerinde kavmi onlara sıkı davrandı,
aşiretleri onlara saldırdı, geri dönenler onların elinden
büyük eziyetler gördüler. Bu yüzdem Peygamber onlara ikinci defa
Habeşistan’a hicret etmeleri için izin verdi. Onların
Habeşistan’a ikinci hicreti de büyük bir meşakkat içinde oldu.
Kureyşten büyük bir şiddet gördüler, Kureyş’e Neccaşinin
müslümanlara iyi davrandığı haberi gelince Kureyş daha çok
sıkı davrandı. Osman b. Affan şöyle arzetti: “Ey
Allah’ın Resulü! Ne Habeşistan’a yaptığımız ilk
hicrette ne de bu hicrette siz bizimle birlikte değildiniz?” Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Sizler her haliyle Allah’a ve bana doğru
hicret etmektesiniz. Sizin için bu her iki hicretin de sevabı
vardır.” Osman şöyle dedi: “O halde bu husus bizler için yeterlidir.”
Bu hicrette yer
alanların seksenüçü erkekti ve onbiri Kureyş’ten olan kadın ve
yedi tanesi de Kureyş’ten olmayan kadınlar idi. Habeşistandaki
muhacirler, en iyi şekilde Neccaşi’nin emanında idiler. Allah
Resulünün (s.a.a) Medine’ye hicret ettiğini duyduklarında onlardan
otuzüç erkek ve sekiz kadın geri döndü. Erkeklerden iki kişisi ise
Mekke’de vefat etti. Yedi kişisi ise orada zindana düştüler. Onlardan
yirmidördü Bedir savaşına katıldı. H. 7. yılın
Rebi’ul-Evvel geldiğinde Peygamber (s.a.a) Medine’den Neccaşi için
bir mektup yazdı, onu İslam’a davet etti, mektubu Amr b. Umeyye Zamri
ile brilikte ona gönderdi. Allah Resulü’nün (s.a.a) mektubu Neccaşi için
okunduğunda Neccaşi müslüman oldu ve şöyle dedi: “Eğer gelebilseydim
şüphesiz gelirdim.” Hakeza Peygamber (s.a.a) Necaşi’ye Ebu Süfan b.
Harb’in kızı Ümmü Habibe’yi kendisi için nikahlamasını
yazmıştı. Ümmü Habibe’nin eşi Abdullah b. Cahş
Habeşistan’da Hıristiyan olmuş ve orada ölmüş idi.
Neccaşi de bu işi yaptı ve kendisine dörtyüz dinar mehir verdi.
Nikah aktini üstelenen kimse ise Halid b. Said b. As idi. Peygamber (s.a.a)
hakeza Neccaşi için orada kalan diğer ashabını da
göndermesini yazmıştı. Neccaşi de denileni yaptı ve
onları iki gemi halinde Amr b. Umeyye Zamri ile geri gönderdi. Onlar Car
sahili olarak adlandırılan Bula sahilinde indiler. Oradan Medine’ye
deve kiraladılar, Medine’ye ulaştıklarında ise Peygamberin
(s.a.a) Hayber’de olduğunu öğrendiler ve oraya gittiler. Oraya
ulaştıklarında da Peygamberin (s.a.a) Hayber’i fethettiğini
gördüler. Peygamber (s.a.a) müslümanlar
ile konuşarak onları da ganimetlere ortak
kılmalarını istedi. Müslümanlar da kabul etti ve bu işi
yaptılar.”[1565]
Kur’an:
“Şirk koşanların söylediklerine
sabret, yanlarından güzellikle ayrıl.”[1566]
bak. Nisa, 97, 100; Enfal, 72, 75; Tevbe, 38,
39; Nahl, 41, 42, 110; Ankebut, 56, 60; Muhammed, 13
21042. Peygamber’in Medine’ye yaptığı
hicret bi’setin on dördüncü yılında gerçekleşti ve bu da Hüsrev
Perviz’in otuz dördüncü ve Hirekl[1567] hükümdarlığının
dokuzuncu yılıydı. Bu yılın başı Muharrem
idi Resulullah (s.a.a) Mekke’deydi ve orayı henüz terk etmemişti. Ama
Müslümanların bir grubu Zil hicce ayında dışarı
çıktılar. Muhammed b. Ka’b Kurezi[1568]
şöyle diyor: “Kureyş Peygamber’in (s.a.a) evinde toplandı ve
şöyle dediler: “Muhammed diyor ki, “Eğer sizler bana biat ederseniz,
Araba ve Acem’e hükümdar olursunuz, ölümden sonra yeniden dirileceksiniz.
Sizler için bu dünyadakine benzer cennetler ve bağlar vardır. Eğer
biat etmezseniz, onun eliyle öldürüleceksiniz. Ölümden sonra da dirilecek ve
yakıcı bir ateşte yanacaksınız.” Bu esnada Resulullah
(s.a.a) evinden dışarı çıktı. Bir avuç toprak alarak
şöyle dedi: “Evet ben bu sözleri söylüyorum.” Daha sonra bir avuç
toprağı onların üzerine serpti ve şu ayeti tilavet buyurdu:
“Yasin…Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini
perdelediğimizden artık göremezler.” Başına toprak
dökülen herkes, Bedir savaşında öldürüldü. Resulullah (s.a.a) daha
sonra yola düştü ve gitti. Bu esnada o grupla olmayan bir kimse geldi ve
şöyle dedi: “Burada kimi bekliyorsunuz?” Onlar şöyle dediler:
“Muhammed’i.” O şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki Muhammed sizin
yanınızdan geçti, hepinizin başına toprak döktü ve kendi
işinin peşine gitti.” O gruptan her biri, elini başının
üzerine koydu ve toprak olduğunu gördü. Ama Peygamber’in (s.a.a) evinin
içine baktılar, Ali’nin yatakta olduğunu ve Resulullah’ın
yorganını üzerine çektiğini gördüler. “O uyuyan Muhammed’dir ve
üzerinde yorganı vardır” dediler. Onlar Peygamberin kapısında
sabah oluncaya kadar beklediler. Ali yatağından kalkınca onlar
şöyle dediler: “Allah’a yemin olsun ki o adam doğru söylemiş
idi.”[1569]
21043. Gazali, İhya’ul-Ulum kitabında
şöyle yazılmaktadır: “Ali b. Ebi Talib’in
(a.s) Allah Resulü’nün (s.a.a) yatağında yattığı gece,
Allah-u Teala, Cebrail ve Mikail’e şöyle vahyetti: “Ben siz ikinizi
kardeş karar kıldım, ikinizden birinin ömrünü diğerinden
uzun kıldım. Sizden hanigisi, uzun ömrün kardeşinin
olmasını ister.” Her ikisi de hayatı seçtiler ve onu dilediler.
Allah-u Teala onlara şöyle vahyetti: “Neden Ali b. Ebi Talib (a.s) gibi
davranmadınız. Ben onunla Muhammed arasında kardeşlik
bağını kurdum ve o Muhammed’in yatağına yattı,
onun hayatını kendi hayatına tercih etti. Şimdi yeryüzüne
inin ve onu düşmanın zararından koruyun.” Cebrail Ali’nin (a.s)
başucunda karar kıldı, Mikail de onun ayakucunda ve Cebrail
şöyle diyordu: “Aferin! Aferin! Kim senin gibi olabilir ey Ebi Talib’in
oğlu! Allah seninle meleklere karşı övünmüştür.” Bunun
üzerine aziz ve celil olan Allah şu ayeti nazil buyurdu:
“İnsanlardan Allah’ın rızası
karşılığında canını satanlar vardır ve
Allah kullarına şefkatlidir.”[1570]”[1571]
21044. Abdullah b. Bureyde babasından
şöyle nakletmektedir: “Peygamber (s.a.a) asla
kötüye yorumlamıyor, iyiye yorumluyordu. Peygamber Medine’ye doğru
yola koyulduğu zaman Kureyş, Peygamberi (s.a.a) yakalayıp teslim
eden kimseye yüz deve ödül tayin etti. Bureyde[1572]
kendi hanedanı Beni Sehm’den yetmiş kişi ile birlikte yola
koyuldu ve Peygamberi (s.a.a) buldu ve Peygamber (s.a.a) ona şöyle
buyurdu: “Sen kimsin?” O şöyle dedi: “Ben Bureyde’yim.” Peygamber (s.a.a)
Ebu Bekir’e dönerek şöyle buyurdu: “İşimiz kolaylaştı
ve yoluna girdi.” Daha sonra şöyle sordu: “Sen hangi taifedensin?” O
şöyle dedi: “Eslem’den.” Peygamber şöyle buyurdu: “Esenlikle
kurtulduk.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Hangi kabiledensin?” O şöyle
dedi: “Beni Sehm kabilesinden” Peygamber şöyle buyurdu: “Okun
dışarı çıktı.” Bureyde Peygambere (s.a.a) şöyle
dedi: “Sen kimsin?” Peygamber şöyle dedi: “Ben Allah’ın Resulü olan
Muhammed b. Abdullah’ım.” Bureyde şöyle dedi: “Şehadet ederim ki
Allah’tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed
Allah’ın kulu ve elçisisin.” Bureyde ve beraberindekilerin tümü Müslüman
oldu. Sabah olduğunda ise Bureyde Peygambere (s.a.a) şöyle arzetti:
“Medine’ye sadece elinizde bayrak olarak giriniz.” Daha sonra Bureyde
sarığını çıkardı, mızrağının
ucuna bağladı ve Peygamberin önünden yola koyularak şöyle
arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Benim evime gelir misiniz?” Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu devem memurdur (emredilmiştir.)” Bureyde
şöyle dedi: “Andolsun Allah’a ki Beni Sehm kabilesi rağbet ile ve
hiçbir zorlama olmaksızın müslüman oldular.”[1573]
El-Faik
kitabında şöyle yazılmaktadır: “Berude emruna”
“İşimiz kolaylaştı” anlamındadır ve
“el-İyş’ul-Barid” kelimesinden alınmıştır ve
güzel ve şen bir hayat anlamındadır. Bazıları
şöyle demişlerdir: “Sabit olmak anlamındadır ve “berede li
aleyhi hakkun” yani benim için onun boynunda bir hak sabit oldu
anlamındadır. “Harece sehmuke” kelimesi ise muvaffak ve
başarılı olduğu anlamındadır. Cahiliye döneminde
bir şey hakkında kura çekmek istediklerinde şahısların
adlarını okların üzerine yazıyor ve onları birbirine
karıştırarak onlar arasında bir ok çekiyorlardı. Ok
kimin adına çıkarsa, o şey o kimseye ait oluyordu.”
21045. İyas b. Malik b. Evs babasından
şöyle nakletmektedir: “Resulullah (s.a.a) ve
Ebu Bekir hicret ettiklerinde Cuhfe’de bize ait bir deveye rastladılar.
Peygamber şöyle buyurdu: “Bu deve kimindir?” Babam şöyle dedi:
“Eslemi’den olan bir şahsındır.” Peygamber Ebu Bekir’e döndü ve
şöyle dedi: “Yüce Allah’ın isteğiyle kurtuluşa erdim.”
Peygamber (s.a.a) şöyle sordu: “Adın nedir?” O şöyle arzeti:
“Mesud.” “Yine Peygamber Ebu Bekir’e dönerek şöyle buyurdu: “Yüce
Allah’ın adıyla mutluluğa eriştim.” Daha sonra babam
Resulullah’ın (s.a.a) yanına gitti ve onu erkek bir deveye bindirdi.”[1574]
21046. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) Medine’ye hicret için
dışarı çıkınca bana, kendisinden sonra kalmamı ve
böylece yanındaki insanların emanetlerini kendilerine geri vermemi
istedi. Halk Peygamberi emin olarak biliyorlardı. Ben üç gün Mekke’de
kaldım. Sürekli kendimi insanlara gösteriyordum. Hatta bir gün bile
insanların gözünden kaybolmadım. Üç günden sonra Mekke’yi terkettim.
Allah Resulü’nün (s.a.a) gittiği yolu takip ettim, sonunda Beni Amr ve
Beni Avf’ın yanına vardım. Resulullah (s.a.a) Medine’ye
ulaşmış idi. Ben Gülsüm b. Hidm’in evine gittim. Zira Resulullah
(s.a.a) orada konaklamıştı.”[1575]
21047. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fetihten sonra artık hicret söz
konusu değildir.”[1576]
21048. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Mekke’nin fethinden sonra hicret yoktur.”[1577]
21049. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Artık hicret yoktur, aksine bundan
sonra cihat ve niyet vardır. (Cihada)
çağrıldığınız zaman seferber olunuz…”[1578]
21050. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fetihten sonra artık hicret yoktur.
Sadece gerçekte iman, niyet ve cihat vardır.”[1579]
21051. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Fetihten sonra hicret yoktur. Cihat ve
niyet vardır. (cihada) çağrıldığınız zaman
da seferber olunuz.”[1580]
21052. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Hicret ediniz ve İslama sarılınız.
Zira cihat olduğu müddetçe hicret tükenmez.”[1581]
21053. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Kafirlerle
savaşıldığı müddetçe hicret ipleri asla kopmaz.”[1582]
21054. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Düşmanla savaş var oldukça
hicret asla kesilmez.”[1583]
21055. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hicret, ilk zamandaki gibi dipdiri
ayaktadır. Allah’ın yeryüzündeki kullarının
imanlarını gizlemesine veya açığa vurmasına
ihtiyacı yoktur. Allah'ın yeryüzündeki hüccetini sırf
tanıyana muhacir adı verilmez. Kim onu tanır ve ikrar ederse
muhacir odur. Kendisine hüccet ulaşan, onu kulağıyla duyan ve
kalbiyle ezberleyen kimselere “mustazaf” adı verilmez.”[1584]
21056. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim isteyerek islam’a girerse o
muhacirdir.”[1585]
İmam
Sadık’tan (a.s) şöyle buyurdu nakledilmiştir: “Herkim
müslüman olarak doğarsa, o Arap’dır. Herkim de büyüdükten sonra
İslam’a girerse o muhacirdir.”[1586]
21057. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hicret iki çeşittir. Bir hicret günahlardan hicret etmek ve uzak
durmaktır. Diğeri de Allah ve resulüne hicret etmektir. Tövbe kabul
edildiği sürece hicret asla bitmez.”[1587]
21058. Resulullah (s.a.a), ashabının
hicretin kesilip kesilmediği hususunda ihtilafa düşmesi ve konuyu
kendisine sorması üzerine şöyle buyurmuştur: “Kafirlerle
cihat edildiği müddetçe hicret kesilmez.”[1588]
21059. Muhammed
bin Hekim şöyle diyor: “Zurare bin A’yen oğlu Ubeyd’i kendisi için
Ebu’l Hasan Musa bin Ca’fer ve Abdullah’tan haber getirmek üzere Medine’ye
gönderdi. Ama oğlu Ubeyd geri dönmeden Zurare vefat etti. Muhammed bin Ebi
Umeyr şöyle diyor: “Muhammed bin Hekim benimle konuştu ve şöyle
dedi: “Zurare ve oğlu Ubeyd’i Medine’ye göndermesi olayını Ebu
Hasan’a naklettim. İmam şöyle buyurdu: “Zurare’nin,
Allah-u Teala'nın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden
olmasını ümit ederim. “Her kim evinden Allah’a hicret etmek için
çıkarsa”[1589]
Kur’an:
“Kötü şeyleri terke devam et.”[1590]
21060. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hicretin en üstünü Allah’ın istemediği bir şeyden
hicret etmektir (uzak durmaktır).”[1591]
21061. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En üstün hicret kötülükten hicret etmektir (uzak durmaktır).”[1592]
21062. Resulullah (s.a.a), Enes’in annesine
şöyle buyurmuştur: “Günahlardan hicret et
ki bu en üstün hicrettir.”[1593]
21063. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En üstün hicret, günahlardan yapılan
hicrettir.”[1594]
21064. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Muhacir kötülükten hicret eden kimsedir.”[1595]
21065. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Muhacir, hata ve günahlarından
hicret eden kimsedir.”[1596]
21066. Resulullah (s.a.a), “Hangi iman daha
üstündür?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hicret!”
Şöyle arzedildi: “Hicret nedir?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Kötülüklerden uzaklaşmandır.” Şöyle arzedildi: “O halde hangi
hicret daha üstündür?” Peygamber şöyle buyurdu: “Cihat…”[1597]
21067. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hicret iki çeşittir: Şehirde
yaşayanın hicreti ve bedevi kimsenin hicreti. Bedevi kimsenin
hicreti, çağırıldığı zaman icabet etmesi,
emredildiği zaman ise itaat etmesidir. Şehirde yaşayan kimsenin
hicretinin ise, sıkıntı ve meşakkati daha fazla,
sevabı ise daha üstündür.”[1598]
21068. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Namaz kıl, zekat ver, kötülüklerden
uzaklaş ve kavminin topraklarında istediğin yerde ikamet et. Bu
taktirde sen muhacir sayılırsın.”[1599]
21069. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “En üstün islam müslümanların senin
dilinden ve elinden salim ve güvende oldukları İslam’dır. En
üstün hicret ise, Rabbinin hoşnut olmadığı şeyden
hicret etmendir.”[1600]
21070. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Sizden her kim, dünyada batılı
defetmek veya hakka yardım etmek için hak bir söz söylerse, makamı,
benimle hicret makamından daha üstündür.”[1601]
bak. El-Hak,
892. Bölüm
Kur’an:
“Melekler kendilerine yazık edenlerin
canlarını aldıkları zaman onlara: “Ne yaptınız
bakalım?” deyince, “Biz yeryüzünde mustaz’af kimselerdik” diyecekler,
melekler de, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret
etseydiniz ya!” cevabını verecekler. Onların varacakları
yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir!” [1602]
“Ey iman etmiş kullarım! Benim
yarattığım yeryüzü geniştir. O halde güven içinde
olacağınız yere gidip yalnız bana kulluk ediniz.”[1603]
“Şöyle de: “Ey iman eden kullarım!
Rabbinize karşı gelmekten sakının; bu dünyada iyilik
yapanlara iyilik vardır. Allah’ın yarattığı yeryüzü
geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.”[1604]
21071. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Ey iman eden kullarım!”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Fasık
yöneticilere itaat etmeyiniz. Eğer sizi dininizden
çıkarmalarından korkarsanız, yeryüzü geniştir. Allah-u
Teala da şöyle buyurmaktadır: “Biz yeryüzünde mustaz’af
kimselerdik” diyecekler, melekler de, “Allah’ın arzı geniş
değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” cevabını verecekler.”[1605]
21072. İmam Sadık (a.s) Allah-u
Teala’nın “Ey iman eden kullarım...” ayeti
hakkında şöyle
buyurmuştur: “İçinde bulunduğun yerde Allah’a
isyan ediliyorsa oradan başka yere hicret et.”[1606]
21073. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim dini için bir yerden bir yere, bir avuç yer olsa dahi kaçacak
olursa cennet ona farz olur, İbrahim ve Muhammed (s.a.a) ile birlikte
bulunur.”[1607]
“Melekler,
kendilerine yazık edenlerin canlarını alırken;”
“Ayetin orjinalinde geçen “teveffahum” (canlarını alırken)
fiili, mazi veya müzari kipindedir. Aslı “teteveffahum”dur.
Kullanımda hafiflik olsun diye “ta”ların biri
düşürülmüştür. Şu ayette olduğu gibi: “Melekler,
kendilerine yazık edenlerin canlarını aldığı
zaman, “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!” diye teslim olurlar”[1608]
(Bu ayette canlarını alma anlamında kullanılan fiil
teteveffahum” şeklinde geçer.)
Benzeri ayetten
de anlaşıldığı gibi “zulüm”den maksat, onların
şirk yurdunda kalma, kafirler arasında yaşama,
dolayısıyla dini bilgileri edinme ve dinin kulluk görevlerini yerine
getirmedeki çağrısını uygulamaya geçirme imkanından
yoksun kalmak suretiyle Allah’ın dininden ve dinin
şiarlarını ikame etmekten yüz çevirmeleridir. (Kulluk
görevlerini rahat bir şekilde yerine getiremedikleri şirk diyarını
terk etmemeleridir.) “Ne yapmakta idiniz?
Derler. “Biz yeryüzünde çaresiz ve zayıf bırakılmış
(mustazaf)lar idik” diye cevap verirler…”
şeklinde başlayan üç ayetin akışı bu yorumu
destekleyici niteliktedir.
Yüce Allah, “Allah’ın
laneti zalimlerin üzerine olsun” (A’raf 44 ve
Hud, 19) ayetlerinde, “zalimler” kavramı (nefse veya başkalarına
zulmetmeyi belirtmeksizin) mutlak olarak kullandıktan sonra, “Onlar
(insanları) Allah’ın yolundan alıkoyan ve onun eğri
olmasını isteyenlerdir” buyurarak bu
kelimeye açıklık getirmiştir. Dolayısıyla bu iki
ayetin, zulümü açıklamadaki ortak mesajı şudur: Zulüm,
Alalh’ın dinine sırt çevirmek ve onun eğri, çarpık ve
saptırılmış olmasını istemektir. Bu anlam,
tefsirini sunduğumuz ayetin tasvir ettiği objektif durum (ve bizim az
önce yaptığımız açıklama) ile de örtüşmektedir.
“Ne yapmakta
idiniz?” derler.” Yani yaşama
bağlamında durumunuz neydi? Ayetin orjinalinde geçen “fime”
bileşiğinin sonundaki “me” edatı, soru edası olan “ma”
kelimesinin kısaltılmış şeklidir, ki kullanım
hafifliği sağlamak amacıyla sonundaki “elif” harfi
hazfedilmiştir.
Ayette genel
olarak, rivayetlerde “Kabir sorgusu” olarak nitelenen olaya yönelik bir
işaret vardır. Bilindiği gibi kabir sorgusu, ölümün
gerçekleşmesinden sonra meleklerin ölünün dinini sormalarına denir.
Şu ayet de buna delalet etmektedir: “Nefislerine
zulmederlerken meleklerin, canlarını aldığı kimseler,
“Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!” diye teslim olurlar. “Hayır, Allah
sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi bilendir. O halde,
içinde sürekli kalacağınız cehennemin kapılarından
girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür! (kötülerden) sakınanlara,
“Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayır (indirdi)! Derler.”[1609]
“Biz yeryüzünde
çaresiz ve zayıf bırakılan (mustazaf)lar idik.” Diye cevap
verirler. Melekler de, “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Onda
hicret etseydiniz ya!” derler.” Meleklerin “ne
yapmakta idiniz?” sorusu, dinsel
açıdan yaşadıkları duruma ilişkindir. Bu soruya
muhatap olan kimseler de dinsel açıdan iyi bir duruma sahip olmayan
kimselerdir. Bu yüzden sebebi (yani, dini yaşamamalarına sebep
olanı) müsebbebin (yani, kendi durumlarını
anlatmalarının) yerine koymak suretiyle cevap veriyorlar. Şöyle
ki, onlar güç sahibi müşriklerin egemen odluğu bir yerde dini
yaşama imkanını bulamıyorlardı. Çünkü bu
müşrikler, onları çaresiz ve zayıf düşürüyor,
güçlenmelerine engel oluyorlardı. Böylece dinin öngördüğü
şeriata ve yasalara sarılıp, uygulamaya geçirerek pratik hayatta
yaşamalarına imkan vermiyorlardı.”[1610]
Allah-u
Tealanın “Ey iman eden kullarım! Şüphesiz
arzım geniştir. O hlde sadece bana ibadet edin” ayetinde,
Allah-u Teala küfür diyarında yaşayan, hak dini aşikar
kılamayan ve hak dinin hüküm ve
kanunlarıyla amel edemeyen müminlere hitap etmiştir. Bu nüktenin
delili de ayetin devamıdır.
“Şüphesiz
arzım geniştir.” Cümlesinin
akışından da anlaşıldığı üzere “arz”
kelimesinden maksat üzerinde
yaşadığımız tüm yeryüzüdür. Bu kelimenin mütekellim
zamirine izafe edilmesi de (arzi-benim arzım) bütün yeryüzünün Allah’a ait
olduğuna işarettir. Dolayısıyla da Allah için kendisine
nerede ibadet edileceği hususu önemli değildir. Yeryüzünün
genişliğinden maksat ise bölgelerin birinde hak dini öğrenmek ve
bu hak dini hayata geçirmek mümkün olmadığı taktirde bu
işlerin gerçekleşebileceği diğer bir takım bölgelerin
olduğundan kinayedir. O halde bir olan Allah’a ibadet her haliyle
imkansız değildir.
“fe iyyaye
fa’budun” (o halde sadece bana ibadet edin” cümlesindeki
“fa” harfi de Allah’a ibadetin yeryüzü
genişliğine dayandığını belirtmek içindir. Yani
yeryüzü geniş olduğuna göre o halde sadece bana ibadet edin.
İkinci “fa” harfi ise (fa’budün) sözün delalet ettiği
hasfedilmiş şartın cezazısıdır.
Görüldüğü
gibi “feiyyaye” kelimesinin takdimi de özgünlüğü belirtmek içindir. O
halde kavram olarak “kasr-i kalb” olayı söz konusudur. Cümlenin
manası da “benden başkasına tapmayın, sadece bana
tapın” gerçeğidir. O halde “fa’budun” cümlesi cezanın yerine
oturmuştur.
Özetle ayetin
manası şudur: “Benim yeryüzüm geniştir. Eğer her hangi bir
bölgede bana ibadet edemiyorsanız, bana ibadet edebileceğiniz
diğer başka yerler vardır. Böyle olduğuna göre sadece bana
tapınız. Neden bana tapmayasınız?! Zira eğer bir yerde
bana ibadet imkanı elde edemiyorsanız diğer yerlere hicret
ediniz ve orada sadece bana ibadet ediniz.”
[1611]
21074. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s)
yaptığı tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Hicretten
sonra taarrub caiz değildir.”[1613]
21075. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hicretten sonra taarrub caiz
değildir ve fetihten sonra hicret yoktur.”[1614]
21076. Resulullah
(s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Ben darul harbde (küfür diyarında)
müşriklerle birlikte yaşayan her Müslüman’dan beriyim.”[1615]
21077. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) bir orduyu “Hes’em”e
büyük bir Arap kabilesine gönderdi. Ordu onlara saldırınca
“Hes’em”liler secdeye kapandılar. Daha sonra onlardan bazısı
öldürüldü. Bu haber Resulullah’a (s.a.a) ulaşınca şöyle buyurdu:
“Namazları sebebiyle varislerine onların diyetinin yarısını
ödeyiniz.”[1616]
Daha sonra Peygamber şöyle buyurdu: “Biliniz ki ben Dar’ul-Harb’de
müşriklerle yaşayan her müslümandan beriyim.”[1617]
21078. Cerir Beceli şöyle diyor: “Resulullah
(s.a.a) Hes’em kabilesine bir ordu gönderdi. Halktan bir grubu orduyu görünce
secdeye kapandı, ama onlar arasında öldürülenler oldu. Bu haber
Peygamber’e (s.a.a) ulaşınca Peygamber diyetlerinin
yarısını ödemelerini emretti ve şöyle buyurdu: “Ben
müşrikler arasında yaşayan her müslümandan beriyim” Şöyle
arzettiler: “Neden ey Allah’ın Resulü?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Müslüman ve müşrik bir yerde yaşamamalıdır.”[1618]
21079. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah müslüman olduktan sonra müşrik
olan hiçbir müşriğin amelini, müşriklerden ayrılıp
müslümanlara katılmadıkça kabul etmez.”[1619]
21080. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dar’ul-Harb’de ikamet etmeyiniz.
Meğer fasık ki, artık o da İslam’ın emanında
değildir.”[1620]
21081. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Garip, hakikatte şirk
topraklarında olan kimsedir.”[1621]
21082. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah hicretten sonra taarrubu (küfür
diyarına geri dönmeyi) haram kılmıştır. Zira bu
iş dinden dönmeye, peygamberlere ve Allah’ın hüccetlerinden
yardımdan el çekmeye ve her hak sahibinin hakkını zayi etmeye
sebep olmaktadır. Zira bu kimse bedevilerle birlikte olur. Bir kimse
dinini kemaliyle tanırsa artık cahil (bedevi) kimselerle bir yerde
oturması caiz değildir. Zira bu taktirde ilimden el çekmesinden
cahillere katılmasından ve cehalet içine yuvarlanmasından
korkulur.”[1622]
21083. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hicretten sonra mütaarrib olan kimse (küfür
diyarına dönen kimse) Ehl-i Beyt’in velayetini tanıdıktan sonra
onu terkeden kimsedir.”[1623]
21084. İmam Sadık (a.s), kendisine,
“Ben şirk toprağına yolculuk ettim, ama yanımızda olan
biri şöyle diyor: “Eğer orada ölürsen müşriklerle haşr
olursun” diye soran Hammad Semderi’ye şöyle buyurmuştur: “Ey
Hammad! Orada yaşadığın zaman bizim işimizden
(velayetimizden) söz ediyor musun ve ona davette bulunuyor musun?” Hammad
şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Evet” İmam şöyle
buyurdu: “Bu İslam şehirlerinde yaşadığın zaman
da bizi anıyor ve ona davet ediyor musun?” Hammad şöyle diyor: “Ben
şöyle dedim: “Hayır” İmam şöyle buyurdu: “Eğer o
topraklarda ölürsen, kendin tek başına bir ümmet gibi
haşrolursun ve nurun senin önünden hareket eder.”[1624]
21085. İmam Ali (a.s), Kasıa hutbesinde
şöyle buyurmuştur: “Bilin ki hicretten
sonra çöl Arapları haline geldiniz, birbirinizi sevip dost olduktan sonra
hiziplere dağılıp darmadağın oldunuz. Siz İslam’dan,
isimden başka hiç bir şeye sahip değilsiniz. İmandan onun
şeklinden başka bir şey tanımıyorsunuz. Cehenneme evet, utanca hayır diyorsunuz. Sanki Allah’ın
hürmetlerini çiğneyerek ve Allah’ın yeryüzünde kanunlarına
sınır kılıp yarattıkları arasında
güvenliği sağlamak üzere sizden aldığı ahdini bozarak
İslam’ı baş aşağı çevirmek istiyorsunuz.”[1625]
531. Konu
el-Hicran
Küsmek-Darılmak
F
Bihar, 75/184, 60. bölüm; el-Hicran
F
Kenz'ul-Ummal, 9/32; Mahzurat’us-Suhbet
F
Vesail’uş-Şia, 8/584, 144. bölüm;
Tahrim-u Hicran’il-Mümin bi Gayri Mucib
bak.
F
145. konu, el-İhtilaf; el-Eh, 44 ve 45.
bölümler; el-Amel (2), 2957. bölüm
Kur’an:
“Babası: “Ey İbrahim! Sen benim
ilahlarımdan yüz çevirmek mi istiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni
taşlarım; uzun bir süre benden uzaklaş git” dedi.”[1626]
21086. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanın kardeşiyle küsmesi
kanını dökmesi gibidir.”[1627]
21087. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Bir yıl kardeşine küsen
kimsenin, bu işi tıpkı onun kanını dökmesi gibidir.”[1628]
21088. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İrtibat ve uyum içinde olunuz.
Küsmekten ve darılmaktan sakınınız.”[1629]
21089. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Kardeşinle küsmekten sakın. Zira küskün
bulunduğu taktirde ameli kabul edilmez.”[1630]
21090. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki Müslüman birbiriyle küstüğü
müddetçe iblis sevinir. Birbiriyle barışıp görüştüğü
zaman ise dizleri birbirine çarpar, bağları çözülür ve şöyle
feryat eder: “Eyvahlar olsun bana! Helak oldum!”[1631]
21091. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şeytan Arap yarımadasında
namaz kılanların kendisine tapmasından ümidini kesmiştir.
Ama onları birbirinin canına düşürmeyi ümit etmektedir.”[1632]
21092. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Şeytan sürekli müminlerin
arasına düşmanlık salar ve onlardan biri dininden dönünceye
kadar da bu işini devam ettirir. Bu işini yaptıkları
taktirde ise sırt üstü uzanır, istirahat eder ve şöyle der: “Başarılı
oldum.” Böylece Allah, dostlarımızdan iki kişinin
arasını kaynaştıran kimseye rahmet etsin. Ey müminler
cemaati! Biribirinizle ülfet edinin ve birbirinize karşı merhametli
olun. ”[1633]
21093. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Birbirinden küserek
ayrılan iki kişiden birisi (Allah ve Resulünden) beri olmak ve lanet
ile ayrılır. Bazen de her ikisi buna layık olur.” Muattap
şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Allah beni sana feda etsin zalim
neyse de, ama mazlum neden?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: Çünkü o da
kardeşini barışmaya davet etmiyor sözünü görmezlikten gelmiyor.
Ben babamın şöyle buyurduğunu işittim: “İki kişi
birbiriyle çekiştiğinde biri diğerine üstün gelince hakkına
zulmedilen kimse diğerinin yanına gitmeli ve ona şöyle
demelidir: “Ey kardeş! Zalim (ve suçlu) benim” böylece onlar
arasındaki ayrılık sona erer zira Allah Tebarek ve Teala adil
bir hakimdir. Mazlumun hakkını zalimden mutlaka alır.”[1634]
21094. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Pazartesi ve Perşembe günleri
ameller (Allah’ın huzuruna) arzedilir. Mağfiret dileyen kimse
bağışlanır, tövbe eden kimsenin tövbesi kabul olur, kin
besleyenlerin ameli ise tövbe edinceye kadar kinleriyle birlikte geri
çevrilir.”[1635]
21095. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah Şaban ayının orta
gecesinde bütün yaratıklarına bakar, müşrik veya kinli
düşman dışında bütün yaratıklarını
bağışlar.”[1636]
21096. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah Şaban
ayının orta gecesinde, yaratıklarına bakar ve şu iki
kişi dışında tüm kullarını
bağışlar: Kinli düşman ve bir kimseyi öldüren kimse.”[1637]
21097. İmam Rıza (a.s),
babalarından şöyle nakletmiştir: “Ramazan
ayının ilk gecesinde isyankar Şeytan zincirlere
bağlanır ve her gece yetmiş bin kişi
bağışlanır. Aziz ve celil olan Allah kadir gecesi gelince,
birisiyle kardeşinin arasında düşmanlık ve kin olan kimse
dışında, Recep, Şaban ve Ramazan ayından o güne (Kadir
gecesine) kadar bağışladığı kimseler
sayısınca bağışlar. Nitekim aziz ve celil olan Allah
şöyle buyurmuştur: “Bunları barışıncaya kadar
bırakın.”[1638]
21098. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç günden fazla küsmek doğru
değildir.”[1639]
21099. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Üç günden sonra küsmek caiz
değildir.”[1640]
21100. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Müminin üç günden sonra kardeşiyle
küsmesi caiz değildir.”[1641]
21101. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Birbirinizden kopmayınız,
birbirinize sırt çevirmeyiniz, birbirinize düşman kesilmeyiniz,
birbirinize karşı haset etmeyiniz ve birbirinizle, ey Allah’ın
kulları kardeş olunuz. Hiçbir müslümana kardeşiyle üç günden
fazla küsülü durması caiz değildir.”[1642]
21102. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir mümin için üç günden fazla küs durması caiz değildir.
Üç günden sonra onu görmeye gitmeli ve ona selam vermelidir. Eğer
selamına cevap verirse her ikisi de sevaba ortaktır. Eğer selama
cevap vermezse o günahkardır. Selam eden kimse ise küskünlük haletinden
dışarı çıkmıştır.”[1643]
21103. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Üç günden fazla küsülü durmak caiz
değildir. O halde eğer birbiriyle karşılaşır,
onlardan biri selam verir, diğeri de selamına cevap verirse, her
ikisi de sevapta ortaktır. Ama eğer cevap vermezse, selam veren kimse
günahtan beridir, diğeri ise günahkardır.”[1644]
21104. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birbirinize sırt çevirmeyiniz ve birbirinizden
kopmayınız. Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş
olunuz. İki müminin birbirine küsmesi üç gündür. Eğer birbiriyle (üç
günden sonra) konuşmazlarsa aziz ve celil olan Allah da birbiriyle
konuşuncaya kadar o ikisinden yüz çevirir.”[1645]
21105. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “İslam’a giren iki kimse, birbiriyle
küsünce, onlardan biri çıktığı şeye geri dönünceye
kadar İslam’dan çıkar ve onun geri dönüşü ise, diğerinin
yanına gidip ona selam vermesidir.”[1646]
21106. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Eğer iki kimse İslam’a girer
sonra birbirine küserse, geri dönünceye kadar onlardan biri İslam’dan
çıkmış olur, yani kusurlu olan kimse”[1647]
21107. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birbiriyle iki gün küs duran iki müminden
üçüncü gün ben beri olurum” kendisine şöyle arzedildi: “Ey İbn-i
Resulillah! Zalim ve suçlu olan kimse için doğru da mazlum için neden?”
İmam şöyle buyurdu: “Zira o mazlum da suçlu kimsenin yanına
gidip barışmak için: “Ben suçluyum” demez.”[1648]
21108. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birbirine küsen üç gün küsülü duran ve barışmayan iki mümin
de İslam’dan dışarı çıkmıştır. Onlar
arasında hiç bir dini bağ kalmaz. Onlardan her kim kardeşiyle
daha önce konuşursa hesapların görüldüğü gün daha önce cennete
girer.”[1649]
21109. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir müslümana üç günden fazla
kardeşiyle küsülü durması ve birbiriyle
karşılaşınca her birinin diğerinden yüz çevirmesi caiz
değildir. Bu ikisinden en iyisi ise önce selam veren kimsedir.”[1650]
21110. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir müslümana üç günden fazla
birbiriyle ilişkisini kesmesi caiz değildir. Zira üç günden fazla
ilişkilerini keserse asla cennette bir araya gelmezler. Onlardan hangisi
daha çabuk diğeriyle ilişki kurarsa günahları temizlenir.
Eğer ona selam verir, o da cevabını vermez ve selamını
kabullenmezse, onun cevabını melek, diğerinin cevabını
ise şeytan verir.”[1651]
532. Konu
el-Hidayet
Hidayet
F
Bihar, 2/1, 8. bölüm; Sevab’ul-Hidayet ve
Zemm’ul-İzlal
F
Bihar, 5/162, 7. bölüm; el-Hidayet
ve’l-İzlal ve’t-Tevfik ve’l-Hezelan
bak.
F
39. konu, el-Basiret; 314. konu, ez-Zalalet; 526.
konu, en-Nur; 446. konu, et-Taklit; el-Eh, 57. bölüm; el-Emsal, 3602. bölüm;
el-Harb, 760. bölüm; el-İlm, 2854, 2855 ve 2904. bölümler; el-ediyye,
4011. bölüm
Kur’an:
“Mûsa: “Rabbimiz, her şeye ayrı bir
özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir” dedi.” [1652]
“Allah göklerin ve yerin nurudur.”[1653]
Allah-u Teala’nın, “Musa: “Rabbimiz her şeye ayrı bir özellik veren, sonra
doğru yola eriştirendir” dedi.” ayetinin akışından –bu ayet
Firavun’un “Ey Musa!
Rabbiniz kimdir?” sorusuna cevap oalrak söylenmiştir-
anlaşıldığı üzere, “helkehu” kelimesi ism-i masdar
anlamındadır. Zamiri ise “şey” kelimesine dönmektedir. O halde
ondan maksat, herşeyin özel varlığıdır.
Hidayet ise herşeyin maksadına ulaştıran yolunu
kendisine göstermeniz veya o şeyi hedefine
ulaştırmanızdır. Elbette her iki mana da hakikatte bir tek
anlam ifade etmektedir ve o da şudur: “Bir şeyi bir şekilde
maksadına ve hedefine ulaştırmaktır.” Dolayısıyla
o şeyi bizzat hedefine ulaştırmak veya o şeyi kendisini
hedefine ulaştıracak bir yolda karar kılmaktır. Bu ayette
hidayet kavramı mutlak olarak yer almıştır ve hidayet
edilmişten ve de hidayet edildiği hedeften söz edilmemiştir. O
halde anlaşıldığı üzere maksat herşeyin daha önce
de denildiği gibi maksadına ve hedefine hidayet edilmesidir. Buradaki
hedef ise varlığının irtibatlı olduğu kendisiyle
sonuçlandığı ve üzerinde yaratıldığı hedef
ve gayettir ve onu o şeye doğru hareket ettirmektir. Bütün bu
algılamalar, bu cümlenin ve ayetin kısımlarının
birbiriyle olan münasebetinden elde edilmektedir.
O halde ayetin anlamı şöyledir: “Allah her
varlığın arasında, varlığında karar
kıldığı güç ve vasıtalar sebebiyle kendisini,
varlığının nihayetine eriştiren etkilerle birlikte bir
ilişki kurmuştur. Örneğin insanın cenini –ki insan
suretinde şekillenmiş bir nutfedir- kendi içinde can ve cisminde
kemale ulaştıran ve kamil bir insan şekline dönüştüren etki
ve fillerle uyumlu bir takım araçlar ve gereçlerle mücehhez
kılmıştır. O halde insanın nutfesine, içindeki
kabiliyetlerle birlikte özel yaratılışı yani insani özel
varlığı verilmiştir. O halde onda karar kılınan
güç ve vasıtalar vesilesiyle insani varlığının
nihayeti ve bu türlere özgü nihayi kemali olan hedefine doğru hidayet ve
hareket ettirilmiştir.
İşte buradan “heda” kelimesinin, “e’te kulli şeyin
helkehu” cümlesinden “sümme” kelimesi vesilesiyle atfedilişinin
anlamı da ortaya çıkmaktadır. Zira bir şeyin seyir ve
hareketini vücudundan sonraki mertebede karar kılmıştır ve
cismani varlıklardaki bu erteleme, tedrici bir zamansal ertelemedir.
Hakeza açıklığa kavuştuğu gibi hidayetten
maksat da bütün eşyayı kapsayan genel bir hidayettir, insanlara özgü
olan hidayet değildir ve bu insanların özel hidayetinin
anlamını tahlil etmekten ve özelliklerini ortadan kaldırma
yoluyla genelleştirmekten elde edilmektedir. Zira insanın hidayeti,
gerçekte hedefine ulaştırma yolunu göstermek iledir ve yol da hedefi
olan bir varlığı hedefine ulaştıran ve
ilişkilendiren şeydir. O halde kendisini bir şeye bağlayan
veya o yöne doğru hareket ettiren techizatlarla mücehhez kılınan
her varlık, hakikatte o şeye doğru hidayet edilmiştir. O
halde bu itibarla her varlık iradesine verilen imkan ve techizatla,
kemaline doğru hidayete erdirilmiştir ve hidayet eden kimse ise
münezzeh olan Allah’tır. O halde eşyada var olan fiil ve infial (etki
ve tepki) düzeni –veya deyiniz ki her varlığa özgü tikel düzeni ve
bütün tikel düzenleri kapsayan genel düzeni parçalarının birbiriyle ilişkisi
ve eşyanın bir parçadan diğer paraçaya intikali
mülahazasıyla kapsamaktadır- Allah-u Teala’nın hidayetinin
apaçık örneğidir. Bu da başka bir bakışla
Allah’ın tedbirinin örneğidir ve bildiğiniz gibi tedbir de
hilkat ve yaratılışla sonuçlanmaktadır. Yani
varlıkların tedbirinin sonuçlandığı ve isnat
edildiği varlıklara, varlık veren zattır. O halde vücut ve
varlıkta var olan her varlık ve sıfat onunla sona ermektedir ve
onun varlığıyla ayaktadır.
O halde açıklığa kavuştuğu gibi söz konusu
cümle yani, “ellezi e’ta kulle şeyin helkehu, summe heda” ayeti her
varlığın rabbinin Allah-u Teala olduğunun apaçık bir
dellidir. Ondan başka bir rab yoktur. Zira varlıkların
yaratılışı ve icadı Allah’ın bu eşyanın
vücudunun maliki olmasını gerektirmektedir. Çünkü varlıklar onun
vesilesiyle ayaktadır ve hem de işlerinin tedbirinin malikidir.
Buradan da açıklığa kavuştuğu gibi ayeti
şerife doğal bir düzene sahiptir. Ayetin akışı da
makamın gerektirdiği şekilde ifade edilmiştir. Çünkü makam
tevhite davet ve Allah Resulüne itaat makamıdır. Zira Firavun
Musa’nın (a.s) davet edici sözlerini işittikten sonra tepki
göstermiştir. O Allah-u Teala’nın rabbi olduğundan gaflet
etmiş ve Musa ve Harun’un sözlerini onların kendi rablerine davet
etmesi anlamında algılamıştır. Bu yüzden de şöyle
sormuştur: “Sizin ikinizin rabbi kimdir?” Böyle bir soruya şöyle
cevap verilmeliydi. Rabbimiz alemlerin rabbidir.” Böylece Allah’ın
rububiyeti hem kendilerine hem de Firavun ve başkalarına şamil
olacaktı. Lakin Firavun’a cevap olarak bundan daha açık ve güzel bir
cevap verildi. Bu yüzden şöyle dediler: “Rabbimiz herşeye
yartılışını veren, sonra onu hidayet edendir.” O halde “Rabbimiz bütün varlıkların rabbidir”
diye cevap verilmekten başka bu iddianın delilini de ortaya
koydu. Ama eğer “rabbimiz alemlerin rabbidir” denilecek olsaydı,
sadece iddia edilen şey beyan edilmiş olacak ve burhan ifade
edilmeyecektir. Dikkat etmelisin.
Bu ayette görüldüğü gibi sadece varlıkların hidayeti
ispat edilmiş, onların tedbiri ve idaresinden söz edilmemiştir.
Oysa işaret edildiği gibi her iki konunun ünvanı da birdir. Onun
da sebebi makamın davet ve hidayet makamı oluşudur.
Allah’ın genel hidayetinin ise böyle bir makamla münasebeti çoktur.”[1654]
21111. İmam Rıza (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Allah göklerin ve yerin nurudur”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
göklerin ve yerin ehlinin hidayetçisidir.”[1655]
21112. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey doğru düzgün yaratılmış mahluk! Kat
kat perdelerin arkasında, rahimlerin karanlığında
inşa edilip korunan yaratık!.. Sonra konulduğun yerden hiç
görmediğin, menfaatlerini elde etmenin yolunu bilmediğin aleme
çıkarıldın. Annenin memesinden beslenmeyi kim öğretti?
İhtiyaçlarını arayacağın, isteyeceğin yerleri
kim tarif etti?”[1656]
Kur’an:
“Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi
şükreder, kimi de nankörlük.”[1657]
“Biz ona eğri ve doğru iki yolu da
göstermedik mi?”[1658]
21113. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “En üstün stok hidayettir.”[1659]
21114. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın hidayeti en güzel hidayettir.”[1660]
21115. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hidayet ile basiret çoğalır.”[1661]
21116. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sloganın hidayet
olmalıdır.”[1662]
21117. İmam
Sadık (a.s) aziz ve celil olan Allah’ın, “Şüphesiz ona yol gösterdik” ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Yani
biz ona yolu tanıtırız. Böylece ya o yola koyulur veya o yolu
terk eder.”[1663]
21118. İmam Sadık (a.s), hakeza bu ayet
hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah-u
Teala insana yol gösterdi, tanıttı. İnsan ya onu takip etmekte
ki bu taktirde şükredicidir veya onu terk etmektedir ki bu durumda da
nankördür.”[1664]
21119. İmam Sadık (a.s), hakeza “Biz
ona iki yoluda göstermedik mi?” bu ayet
hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
hayır ve kötülük yolunu.”[1665]
21120. İmam Sadık (a.s), “ve
biliniz ki Allah insan ile kalbi arasına girmektedir”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onunla
batılı hak bilmesinin arasına engel olmaktadır.”[1666]
21121. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Gerçekten sizler görücü olursanız, sizleri görücü
kıldılar; duyucu olursanız, sizleri duyucu kıldılar;
hidayeti kabul ederseniz sizleri hidayet ettiler!”[1667]
21122. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Peygamberinizin gösterdiği yolda
yürüyün, çünkü o yolların en efdalidir. Sünnetine uyun, çünkü o
sünnetlerin en doğru olanıdır.”[1668]
21123. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hikmetli bir söz işittiğinde
kabullenen, doğru yola çağrıldığında ona
yakınlaşan ve hidayet kuşağına sarılarak
kurtuluşa eren kimseye Allah rahmet etsin.”[1669]
21124. İmam Ali (a.s), peygamberin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O sakınanların önderi,
hidayete erişenlerin basiretidir.”[1670]
21125. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Karanlıklarda doğru yolu bizimle buldunuz, üstünlüklere
bizimle eriştiniz.”[1671]
21126. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bil ki Allah katında Allah’ın
kullarının en efdalinin; hidayete ermiş, hidayete
çağıran, malum olan sünneti ayakta tutan ve meçhul olan bidatleri
öldüren adil imamdır.”[1672]
21127. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Allah’ın kullarından en sevdiği,
nefsine karşı Allah’ın kendisine yardım ettiği kişidir.
O kimse hüznü giyinip kuşanmış, korkuya bürünmüştür.
Derken, hidayet ışığı gönlünü
aydınlatmış… Körlük sıfatından
çıkmış, heva ve heves ehlinden ayrılmış; hidayet
kapılarının anahtarı olup, kötülük kapısına kilit
vurmuştur.”[1673]
21128. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Ehli azdır diye hidayet
yolunda dehşete kapılmayın. Zira insanlar, doyumu kısa,
açlığı uzun olan bir sofrada toplanmışlardır.”[1674]
Bak. El-İman, 295. Bölüm
21129. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Senin zenginliğin
içinde fakir olmaktan, hidayetinden sapmaktan sana
sığınırım.”[1675]
bak. El-Usul,
95. Bölüm; el-Hüccet, 71. Bölüm; en-Nefs, 3914. Bölüm
Kur’an:
“Kim de onu
diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi
olur.”[1676]
21130. İmam
Sadık (a.s) bu ayet hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Yani birisini sapıklıktan
doğru yola çıkaran kimse onu diriltmiş gibidir ve birini
doğru yoldan sapıklığa sürükleyen kimse de onu
öldürmüştür.”[1677]
21131. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Kim de onu diriltirse bütün
insanları diriltmiş gibi olur”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani
onu yanmaktan veya boğulmaktan kurtarırsa.” İmam daha sonra
sustu ve şöyle buyurdu: “Bunun daha büyük tevili ise birini doğru
yola davet etmesi ve onun da daveti kabul etmesidir.”[1678]
21132. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Herkim onu diriltirse bütün
insanları diriltmiş gibi olur”
ayeti hakkında şöyle şöyle buyurmuştur: “Yani
onu yanmaktan ve boğulmaktan kurtarırsa.” Ben (ravi) şöyle
arzettim: “Başkasını sapıklıktan doğru yola
çıkaran kimse değil midir?” İmam şöyle buyurdu: “Bu ayetin
daha büyük tevilidir.”[1679]
21133. İmam Bakır (a.s), Allah-u
Teala’nın “Herkim onu diriltirse tüm insanları
diriltmiş gibidir” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Yani onu öldürmez[1680]
veya onu yanmaktan ve boğulmaktan kurtarır veya bütün bunlardan
üstünü onu sapıklıktan hidayete erdirir.”[1681]
21134. Ebu Basir şöyle diyor: “İmam
Bakır’a (a.s) “Herkim onu diriltirse tüm insanları diriltmiş
gibidir” ayeti hakkında sordum. İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurdu: “Yani başkasını küfürden imana çeken kimse.”[1682]
21135. Resulullah
(s.a.a) Ali’yi (a.s) Yemen’e gönderince şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Kendisini önceden
İslam’a davet etmedikçe hiç kimseyle savaşma. Allah’a yemin olsun ki
birini senin elinle hidayete erdirirse bu senin için üzerine güneşin
doğduğu ve battığı her şeyden daha hayırlıdır
ve ey Ali! senin onun üzerinde bir velayetin vardır.”[1683]
21136. Müminlerin Emiri Sıffin’de suyu ele
geçirince, Şamlıları kendine yöneltmek, kalplerini celbetmek,
onlara adaleti ve güzel davranışını göstermek için
Şamlılara sudan istifade etmeleri için izin verdi. Birkaç gün için
Muaviye’ye elçi göndermedi. Muaviye’den taraf da kendisine kimse gelmedi.
Irak’lılar İmam’ın savaş emrini geciktirmesini
müşahade edince şöyle dediler: “Ey Müminlerin Emiri! Biz eş ve
çocuklarımızı Kufe’de bıraktık. Şam’da oturmak
için mi buraya geldik. Bize savaş için izin ver. Zira insanlar söz etmeye
başladılar.” İmam şöyle buyurdu: “Ne diyorlar?” Onlardan
biri şöyle dedi: “İnsanlar diyor ki sen ölümden korkuyorsun ve bu
sebeple de savaşın olmasını istemiyorsun” Bazıları
da diyor ki: “Sen Şamlılarla savaşta şek ve şüphe
içindesin.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ben asla savaşta korku
içinde olmadım. Ne kadar ilginç! Çocuklukta ve gençlikte de hep
savaşı sevdim. Ömrümün sona ermek üzere olduğu ve bazen de
gitmenin yakınlaştığı yaşlılık zamanda
mı ölümden korkup kaçayım. Bana bu cemaatle savaş hususunda
şüpheye düştüğümü söylüyorlar. Eğer bunlar hakkında
şüphe edeceksem, Basralılar hakkında şüphe ederdim. Allah’a
yemin olsun ki ben bu işi alt üst ettim (hakkında dikkatlice
düşündüm) ve iki yoldan başka yolun olmadığını
gördüm: Ya savaş, yada Allah’a ve
Allah Resulüne isyan.
Ama benim bu cemaatle
savaşmayı geciktirmemin sebebi, tümünün veya onların bir
grubunun doğru yola hidayet edilmesinden ümit edişimdir. Zira
Resulullah (s.a.a) Hayber günü bana şöyle buyurdu: “Eğer Allah senin
vasıtanla bir kimseyi hidayet ederse, bu senin için güneşin üzerine
doğduğu herşeyden daha hayırlıdır.”[1684]
21137. Resulullah (s.a.a), Muaz’a şöyle
buyurmuştur: “Ey Muaz! Eğer Allah müşriklerden
birini senin elinle hidayete erdirirse, bu senin için kızıl tüylü
develere sahip olmaktan daha iyidir.”[1685]
21138. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki eğer bir tek
kimse bile senin vasıtanla hidayete erişirse, bu senin için
kızıltüylü develerden daha hayırlıdır.”[1686]
21139. Rivayet
edildiği üzere Davut (as.) tek başına çöle gidince Allah ona
şöyle vahyetti: “Ey
Davud! Neden seni yalnız görüyorum.” O şöyle arzetti: “Ey
Allahım! Seninle görüşme şevkim şiddetlenmiş benim ile
yaratıkların arasına girmiştir.” Allah ona şöyle
vahyetti: “İnsanların arasına geri dön. Zira eğer benden
kaçan bir kulumu yanıma geri getirirsen seni levhaya övülmüş olarak
kaydederim.”[1687]
21140. Resulullah
(s.a.a) kendisinden tavsiyede bulunmasını isteyen birisine şöyle
buyurmuştur: “Sana,
Allah’a hiç bir şeyi şirk koşmamanı tavsiye
ederim…insanları islama çağır ve bil ki senin davetine cevap
veren herkese karşılık Yakuboğullarından bir köleyi
azat etmenin sevabına sahip olursun.”[1688]
21141. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bir kimse hakkı söyler ve birisi de
onunla amel ederse, onun için onunla amel eden kimsenin sevabı
vardır. Herkim de saptırıcı bir söz söyler, biri de onunla
amel ederse, onunla amel eden kimse gibi günah vardır.”[1689]
21142. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Herkim iyi bir işe
aracılık yapar veya iyi bir işe emreder veya çirkin bir
işten alıkoyar veya iyi bir işe kılavuzluk eder veya
meşveret anında iyi bir işi gösterirse, böyle bir kimse (iyilik
yapma hususunda) ortaktır. Herkim de kötü ve çirkin işe davet eder ve
kötü işe kılavuzluk yapar veya meşveret esnasında
kötülüğü tavsiye ederse, o da o işte ortaktır.”[1690]
bak. Es-Sunnet,
1912. Bölüm; el-Hayr, 1176. Bölüm; el-İlm, 2855. Bölüm; el-hicret, 3994.
Bölüm; 21084. Bölüm
Kur’an:
“Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah,
dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en
iyi O bilir.”[1691]
21143. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben sadece davet ve (ilahi mesajı) ulaştırmak için
gönderildim. Hidayet işi benim elimde değildir. İblis ise
(insanların gözünde) günahları süslemek için
yaratılmıştır ve saptırma hususunda hiçbir etkisi
yoktur.”[1692]
21144. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Celali yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ey kullarım!
Benim hidayet ettiğim kimse dışında hepiniz
sapmış bulunmaktasınız, benim zengin
kıldığım kimse dışında hepiniz fakirsiniz ve
benim günahlardan koruduğum kimse dışında hepiniz
günahkarsınız.”[1693]
bak. El-Me’rifet
(1), 2593, 2594. Bölümler; el-Kalb, 3388, 3412. Bölümler
Kur’an:
“Başa gelen hiç bir musibet Allah’ın
izni olmaksızın olamaz; Allah’a kim inanırsa onun gönlünü
doğruya yöneltir. Allah her şeyi bilendir.” [1694]
“Bu kitap (Kur’an), onda asla şüphe yoktur.
O, muttakiler (takva sahipleri) için bir hidayettir.” [1695]
“Küfredenler: “Rabbinden ona bir mucize
indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: “Doğrusu Allah dileyeni
saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola eriştirir.”[1696]
“Allah’ın
ayetleri size okunur, aranızda da Peygamber’i bulunurken nasıl
küfredersiniz? Kim Allah’ın Kitab’ına sarılırsa
şüphesiz doğru yola hidayete olur.” [1697]
“Ama bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette
yollarımıza eriştireceğiz. Allah şüphesiz, iyi
davrananlarla berâberdir.”[1698]
21145. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim aziz ve celil olan Allah’a
sarılırsa, hidayete erişir.”[1699]
21146. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkim Allah’ın hidayetiyle
doğru yolu ararsa, Allah onu doğru yola ulaştırır.”[1700]
21147. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Takvayı kalbinin şiarı
edinen kimse, hidayete ermiştir.”[1701]
21148. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dinin örtüsünü üzerine giyen kimse
hidayete ermiştir.”[1702]
21149. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sabır ve yakin zırhına
bürünen kimse hidayete ermiştir.”[1703]
21150. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İmanını halis kılan
kimse hidayete ermiştir.”[1704]
21151. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Dizginlerini, Allah’ın Resulü’nün ve
veliyi emrin eline veren kimse hidayete ermiştir.”[1705]
21152. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “İstişare, hidayetin kendisidir (veya gözüdür).”[1706]
21153. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir hidayet Allah’ı zikretmek
gibi değildir.”[1707]
21154. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim rüşt ararsa bilgin olur.
Herkim bilgin olursa doğru yolu bulur. Herkim de doğru yolu bulursa
kurtuluşa erer.”[1708]
21155. İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah bir kulun iyiliğini isterse,
kalbinde beyaz bir nokta vücuda getirir. O zaman kalp hakkı aramaya
koyulur. Daha sonra böyle bir kimse, kuşun yuvasına dönüşünden
daha hızlı bir şekilde sizin inançlarınıza döner.”[1709]
21156. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Sizler için nişane vardır. O
halde nişanenizle hidayet yolunu bulunuz.”[1710]
21157. İmam Ali (a.s), zikir ehlinin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onları kendi aklınca;
övülmüş makamlarında ve o değerli meclislerinde amel
defterlerini yaymış… hidayet sancakları ve karanlığı
aydınlatan lambalar gibi olduklarını da görürsün.”[1711]
21158. İmam Ali (a.s), inkar edenleri
sakındıran kimseler hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah'ın kelimesi yücelsin,
zalimlerin kelimesi alçalsın diye kılıcıyla reddederse,
kurtuluş yoluna ermiş, Allah yolunda kıyam etmiş ve kalbini
yakin nuruyla aydınlatmış olur.”[1712]
21159. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Eğer istemekten aciz veya taleplerimi
istemekte körleşmiş isem, faydalı olacak şeyler hususunda
bana yol göster, kalbimi kurtuluşumun olduğu yere yönelt. Bunlar
senin hidayetinden uzak ve böylesine istekleri gidermen yeterliliğine
yabancı değildir.”[1713]
bak. Ez-Zikr,
1340. Bölüm; el-Heva, 4043. Bölüm; et-Tekva, 4162. Bölüm; eş-Şebab,
1943. Bölüm
Kur’an:
“Eğer, sana cevap veremezlerse,
onların sadece heveslerine uyduklarını bil. Allah’tan bir yol
gösterici olmadan hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah zalim
topluluğu şüphesiz ki doğru yola eriştirmez.” [1714]
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni
tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini
yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah
kâfirlere yol göstermez.” [1715]
“Onlar için, bağışlanma dilesen
de dilemesen de birdir; Allah onları
bağışlamayacaktır. Doğrusu Allah, yoldan
çıkmış topluluğu doğru yola eriştirmez.” [1716]
“Firavun taifesinden olup da,
inandığını gizleyen bir adam dedi ki: “Rabbim
Allah’tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size
Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalancıysa, yalanı
kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir
kısmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah,
aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez.” [1717]
“Dikkat edin, halis din Allah’ındır;
O’nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: “Onlara, bizi Allah’a
yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler. Doğrusu Allah
ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm
verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve kafir kimseyi doğru yola
eriştirmez.”[1718]
21160. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Herkime heva ve hevesi üstün gelirse,
böyle bir kimse nasıl doğru yolu bulabilir.”[1719]
21161. İmam Ali (a.s), Muaviye’ye
yazdığı mektubunun bir bölümünde şöyle buyurmuştur: “Kendi tarafından
göndermiş olduğun malum öğütlerinin tekrarlandığı
mektubun bana geldi. Doğru yola sevk edecek basireti, gerçeğe
götürecek kılavuzu olmayan birinin mektubu. Heva ve hevesi onu çağırmış,
o da uymuş; sapıklık onu gütmüş, o da kendisine tabi
olmuş.”[1720]
21162. İmam Ali (a.s) Medine’deki valisi
Sehl b. Huneyf el-Ensari’ye, Medine halkından bir grubun Muaviye’ye
katılmasından dolayı yazdığı mektupta şöyle
buyuruyor: “Hidayetten ve haktan kaçarak körlüğe ve cehalete
sığınarak gitmeleri onlara ceza olarak yeter. Sen de
onların derdinden kurtulmuş olursun.”[1721]
21163. İmam Ali (a.s), fasıkların
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir başkası da var, ilim
sahibi olmadığı halde kendini alim diye tanıtır.
Cahillerden ve sapıklardan birkaç sapıklığı ve
cehaleti almış . Suratı insan, kalbi ise hayvan
kalbidir. Hidayet kapısını bilmez ki yönelsin, körlük
kapısını bilmez ki ondan yüz çevirsin. Dirilerin ölüsü odur.”[1722]
bak. El-Halik, 1097.
Bölüm; ez-Zenb, 1378. Bölüm; el-Kalb, 3395, 3404. Bölümler
Kur’an:
“Allah iman edenleri, dünya hayatında ve
ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır.
Allah dilediğini yapar.”[1723]
“Bizden uzaklaştılar; hayır; biz
zaten önceleri hiç bir şeye kulluk etmiyorduk” derler. İşte
Allah küfredenleri böyle saptırır.” [1724]
“And olsun ki, Yusuf da, daha önce, size belgelerle gelmişti. Size
getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yusuf
ölünce, Allah onun ardından hiç bir peygamber göndermeyecek
demiştiniz. Allah, aşırı şüpheciyi işte böylece
saptırır.” [1725]
“Allah
sivrisineği ve onun küçüğünü bile misal olarak vermekten haya etmez.
iman edenler bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkâr
edenler ise “Allah bu misalle neyi murat etti?” derler. O, bu misalle bir
çoğunu saptırır, bir çoğuna da hidayet eder. Onunla saptırdığı
yalnız fâsıklardır.”[1726]
21164. İmam Sadık (a.s), Allah-u
Teala’nın, “Allah’ın hidayete erdirdiği
kimseler hidayete ermiştir. Allah’ın saptırdığı
kimseye ise veli ve mürşid bulamazsın”
ayeti hakında şöyle buyurmuştur: “Allah
Tebarek ve Teala kıyamet günü zalimleri, yücelik yurdundan
saptırır, iman ve salih amel ehlini ise cennete doğru hidayete
erdirir. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ve
Allah zalimleri saptırır ve Allah istediğini yapar.”[1727]
21165. İmam Ebu
Cafer (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala hilim ve ilim sahibidir.
Gerçekte hoşnutluğunu kabul etmeyen kimseye gazap eder,
ihsanını kabul etmeyen kimseden esirger ve hidayetini kabul etmeyen
kimseyi saptırır.”[1728]
21166. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bilin ki her kime hak fayda vermezse,
batıl ona zarar verir. Her kim hidayetle doğru yola koyulmazsa,
delalet/sapıklık onu helak ve yokluğa sürüp götürür.”[1729]
bak. 537. Konu,
el-Heva; ez-Zelalet, 2380. Bölüm
Kur’an:
“Doğrusu bu Kur’an en doğru yola götürür ve salih amel
yapan müminlere büyük ecir olduğunu müjdeler.”[1730]
21167. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an iki hidayetten en üstünüdür.”[1731]
21168. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın hidayeti en üstün
hidayettir.”[1732]
21169. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu
Kur’an’ın; öğüdünün aldatmayan, saptırmayıp doğru yolu
gösteren, sözünde yalan olmayan bir nasihatçı olduğunu bilin.”[1733]
21170. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’tan kılavuzluk diler ve sözünü
kılavuz edinirse Allah da onu doğru olana hidayet eder, kendisine
doğru yol başarısını verir bu yolda onu sağlam
kılar ve onu daha iyi bir mükafata hazırlar.”[1734]
21171. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Ey insanlar! Sizden kim Allah’tan öğüt isteyip kabul
ederse, başarıya ermiştir. Onun sözünü delil/kılavuz kabul
eden en doğru yola hidayet olmuştur.”[1735]
bak. 434. Konu,
el-Kur’an
Muhammed
(s.a.a) Allah’ın Resulüdür
Allah’ın,
Resulullah’ın (s.a.a) Nübuvvetine Tanıklık Etmesi
Kendinden
Olan Şahidin Şehadeti
Ehl-i Kitap
Bilginlerinin Tanıklığı
Muhammed’in
(s.a.a) diliyle Muhammed (s.a.a)
Ali’nin (a.s)
Diliyle Muhammed (s.a.a)
Muhammed’in
(s.a.a) Risaletinin Evrensel Oluşu
Peygamber’in
(s.a.a) Mektupları
Peygamber’in
(s.a.a) Özellikleri
Peygamber
Büyük Bir Ahlaka Sahipti
Peygamber’in
En Çok Nefret Ettiği Haslet Yalancılıktı
Kendisini ve
Ailesini Belaya Siper Kılmak
İnsanları
Kendisine ve Ailesine Tercih Etmek
İbadetlerde
Kendisini Sıkıntıya Düşürmesi
Peygamberin
Düşmanlar Tarafından İtham Edilmesi
Peygamberimizin
Evlilikleri İle İlgili Başka bir İlmi Araştırma
Gece
Karanlıklarında Münacatta Bulunmanın Fazileti
İmam
Hüseyin’in (a.s) Münacaatı
İmam
Zeyn’ül-Abidin’in (a.s) Münacaatı
Kurtuluşun
Zorluğu ve Kolaylığı
Nahiv
İlmine Boğulmayı Kınamak
İnsanı
Pişmanlıktan Güvende Kılan Şey
Kendisine Bir
Şey Farz Kılmanın Keraheti
Adağın
Kaza ve Kaderi Def Ettiğini Belirten Rivayetler
3868.
Bölüm Nasihat ve Hayır Dilemek
Nasihat Eden
ve Nasihat Dileyen Kimsenin Hakkı
Hayır
Dileyen Kimsenin Nişanesi
İnsanlardan
En Çok Hayır Dileyen Kimse
Nasihatın
Fayda Vermediği Kimse
İnsafı
Olmayan Kimseye İnsaflı Olmaya Teşvik
İnsanın
Kendine İnsaflı Olması
Bakışının
Dizginlerini Salı Veren Kimse
Kendilerine
Bakmanın İbadet Sayıldığı Kimse
Gözünü
(haramlardan) Kapamaya Teşvik
Kadınlara
Bakmanın Helal Olduğu Yerler
Gözleri
(haramlara) Yummak ve İbadetin Tatlılığı
Birinci
Bakış İstemeksizin, İkinci Bakış ise
Kasıtlı Bakıştır
Herkim Güzel
Bir Kadını Görürse
İnsanın
Haramlara Göz Yummasına Yardım Eden Şey
Kendisini
Tartışmaya Davet Eden Kimseye İmam’ın Verdiği Cevap
Allah’ın
Nimetlerini Anmaya Teşvik
Allah’ın
Kendisine Nimet Verdiği Kimseler
Nimetlerin
Baki Oluş Sebepleri
Günah Yolunda
Allah’ın Nimetlerinden Yardım Almak
Nimeti Sadece
Yemekte ve İçmekte Gören Kimse
Nimetlerin
Birbiri Ardınca Verilişi ve Allah’ın Mühleti
Allah’ın
Nimetlerini Dile Getirmek
Yaşlanıldığı
Zaman Nefsin Gençleşmesi
Nefsi
Eğitmek, Terbiye Etmek ve Tezkiye Etmek
Nefisle
Mücadelede Allah’tan Yardım Dilemek
Herkim
Nefsini Tezkiye Etmezse
Nefsin
İsteklerine Uyma Hususunda Nefse Ruhsat Vermek
İnsanlardan
Nifakı En Açık Olan Kimse
Güzel
Konuşan Münafıktan Sakınmak
Münafıkların
Haşrolma Şekli ve Akıbetleri
Münafıkların
Vücudunda Bir Araya Toplanmayan Hasletler
Nifakı
Ortadan Kaldıran Sebepler
Asr-ı
Saadetteki Nifak Hakkında Bir Çift Söz
Zekat ve
Diğer Sadakalar Hakkında Bir Çift Söz
Herkim
İnfak Ederse Kendi Lehine İnfak Etmiştir
Allah
İnfakı Mükafatlandıracağına Dair Vaad Etmiştir
İnfak
Edilen Şey Kalır, İnfak Edilmeyen Şey İse Ortadan
Kalkar.
Herkim
Allah’a İtaat Yolunda Harcamada Bulunmazsa Allah’a Masiyet Yolunda Harcar
Darda Olan
Kimsenin İnfakta Bulunmasının Fazileti
Nafile
(Müstehap Olan İbadetler)
Farzları
Müstehaplardan Öne Geçirmek
Kur’an-ı
Kerim’de Temel Yasaklar
Peygamber’in
(s.a.a) Yasakları
Allah’ın
Kalbini Aydınlattığı Kimse
Her
Doğru İş Nur İle Birliktedir
İnsanların
Haklar Hususundaki Eşitliği
İnsanlara
Benzeyenler ve Mesnas
İman
Açısından İnsanların Çeşitleri
Uyku
Zamanında Ruhların Göğe Yükselmesi
3-Def-i
Hacette Bulunmak (Tuvalet İhtiyacını Gidermek)
5-Kur’an’ı
Kıraat Etmek ve Uyurken Duada Bulunmak
6-Sırt
Üstü veya Sağ Tarafına Uyumak
Müminin
Niyeti Amelinden Daha İyidir
Her
İşte Bir Niyet Üzere Olmaya Teşvik
Günahkarların
Toprağından Hicret Etmek
Hicretten
Sonra Taarrub’un Anlamı
Kardeşiyle
Üç Günden Fazla Küsülü Durmaktan Sakınmak
İnsanın
Hidayeti: Genel Hidayet
Hidayete
Erdirmek Allah’a Mahsustur
Allah’ın
Hidayet Ettiği Kimseler
Allah’ın
Hidayete Erdirmediği Kimseler
[1] Fetih, 29
[2] Tevbe, 128
[3] Kehf, 110
[4] Ahzab, 45, 46
[5] Tabakat’il-Kubra, 1/104
[6] Sahih-i Müslim, 2354
[7] İlel’uş-Şerayi’, 127/3
[8] Mean’il-Ahbar, 52/2
[9] Ahzab, 40
[10] Emali’el-Müfid, 53/15
[11] Kenz'ul-Ummal, 31981
[12] Fatih de Allah Resulünün (s.a.a) adıdır ve iman kapılarını açtığı, Allah’ın kendisini yaratıklar arasında hakim kıldığı ve açılmamış ilim kapılarını açtığı hasebiyle fatih olarak adlandırmıştır. (Mecme’ul-Behreyn, fetih maddesi)
[13] a.g.e. 31994
[14] a.g.e. 32269
[15] Kenz'ul-Ummal, 31761
[16] el-Kafi, 1/269/3
[17] a.g.e. 2/17/2
[18] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[19] a.g.e. 173
[20] Tabakat’il-Kubra, 1/105
[21] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/74/345
[22] Nisa, 166
[23] Fetih, 28
[24] İsra, 96
[25] Ankebut, 52
[26] En’am, 19
[27] Ahkaf, 8
[28] Yunus suresi, 1 ve 2. ayetler
[29] Bihar, 18/235/78
[30] a.g.e. s. 234/76
[31] Maide suresi, 111. ayet
[32] Sebe, 6
[33] Hac, 54
[34] Kenz'ul-Ummal, 28944
[35] Gurer'ul-Hikem, 1785
[36] Hud, 17
[37] Ra’d, 43
[38] Enfal suresi, 42. ayet
[39] A’raf suresi, 73. ayet
[40] Hud suresi, 22. ayet
[41] Muhammed suresi, 14. ayet
[42] En’am suresi, 122. ayet
[43] En’am suresi, 57. ayet
[44] Ahkaf suresi, 10. ayet
[45] Tefsir’ul Mizan, 10/183
[46] Kenz'ul-Ummal, 4439
[47] a.g.e. 4440
[48] Bihar, 35/393/17
[49] Emali’et-Tusi, 371/800
[50] Bihar, 35/387/4
[51] Bihar, 35/387/5
[52] a.g.e. 35/392/15
[53] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 2/287
[54] Bihar, 35/393/18
[55] a.g.e. s. 388/7
[56] Bihar, 35/388/8
[57] a.g.e.
[58] Bihar, 35/391/13
[59] a.g.e. s. 388/6
[60] Tefsir-i Kummi, 2/312
[61] Bihar, 20/335
[62] İrşad, 1/120
[63] el-Heraic ve’l-Ceraih, 1/116/192
[64] Saf, 6-7
[65] A’raf, 157
[66] İhticac, 2/414/307
[67] Dur’ul-Mensur, 1/225
[68] a.g.e. s. 334
[69] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[70] et-Tabakat’il-Kubra, 1/163
[71] a.g.e.
[72] et-Tabakat’il-Kubra, 1/360
[73] a.g.e. s. 159
[74] a.g.e. s. 160
[75] a.g.e. s. 164
[76] Şuara, 197
[77] Maide, 83, 84
[78] Ahkaf, 10
[79] Bihar, 15/180/2
[80] Tabakat’il-Kubra, 1/165
[81] Bakara suresi, 89. ayet
[82] Tefsir’ul-Mizan, 15/320
[83] Tefsir’ul Mizan, 18/194
[84] Mekarim’ul-Ahlak, 1/51/19
[85] Kenz'ul-Ummal, 31995
[86] et-Tabakat’il-Kubra, 1/192
[87] Kenz'ul-Ummal, 31833
[88] a.g.e. 31889
[89] a.g.e. 31887
[90] Bihar, 8/48/51
[91] Kenz'ul-Ummal, 31882
[92] a.g.e. 31879
[93] a.g.e. 31878
[94] a.g.e. 31877
[95] a.g.e. 31883
[96] a.g.e. 31886
[97] el-Kafi, 2/600/4
[98] Zamanın cumhuru bu hadisin anlamı hususunda şöyle demişlerdir: “Yani imanlarının esası birdir, ama şeriatleri farklıdır. Zira onların tümü tevhit aslında görüş birliği içindedir. Benimle Meryem oğlunun arasında başka bir Peygamber mevcut değildir.
[99] Sahih-i Müslim, 2365
[100] Kenz'ul-Ummal, 32346
[101] et-Tabakat’il-Kubra, 1/105
[102] a.g.e. s. 113
[103] Kenz'ul-Ummal, 31964
[104] a.g.e. 31991
[105] el-Hisal, 201/14
[106] ed-Durr’ul-Mensur, 2/343
[107] Nur’us-Sakaleyn, 1/402/397
[108] Bihar, 16/313/1 ve s. 322/12
[109] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/210/1
[110] el-İhticac, 1/110/29
[111] Kenz'ul-Ummal, 32147
[112] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/262/22
[113] el-Kafi, 2/10/1
[114] et-Tabakat’il-Kubra, 1/149
[115] Emali’et-Tusi, 484/1059
[116] Kenz'ul-Ummal, 44087
[117] a.g.e. 35439
[118] Kenz'ul-Ummal, 32181
[119] a.g.e. 32180
[120] et-Tabakat’il-Kubra, 1/410
[121] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[122] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/209
[123] a.g.e.
[124] a.g.e. 13/214
[125] Kenz'ul-Ummal, 35370
[126] a.g.e. 35436
[127] Nehc'ül-Belağa, 105. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/117
[128] Nehc'ül-Belağa, 108. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/182
[129] Nehc'ül-Belağa, 106. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/173
[130] Nehc'ül-Belağa, 72. hutbe
[131] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/309
[132] Mekarim’ul-Ahlak, 1/61/55
[133] el-Kafi, 1/440/2
[134] Nehc'ül-Belağa, 161. hutbe
[135] a.g.e. 94
[136] a.g.e. 108
[137] a.g.e. 190
[138] a.g.e. 62. mektup
[139] a.g.e. 116. hutbe
[140] a.g.e. 185
[141] a.g.e. 161
[142] Nehc'ül-Belağa, 213. hutbe
[143] a.g.e. 100
[144] a.g.e. 2
[145] a.g.e. 235
[146] a.g.e. 72
[147] et-Tevhid, 174/3
[148] Nehc'ül-Belağa, 95. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/66
[149] Nehc'ül-Belağa, 151. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/137
[150] Nehc'ül-Belağa, 196. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/176
[151] Nehc'ül-Belağa, a.g.e.191. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 13/115
[152] Nehc'ül-Belağa, 195. hutbe
[153] a.g.e. 33
[154] a.g.e. 104
[155] a.g.e. 1
[156] Nehc'ül-Belağa, 158. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 9/217
[157] Nehc'ül-Belağa, 94. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 7/62
[158] Nehc'ül-Belağa, 133. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 8/274
[159] Nehc'ül-Belağa, 89. hutbe
[160] Nehc'ül-Belağa, 26. hutbe
[161] a.g.e. 198
[162] En’am, 19
[163] Sebe, 28
[164] A’raf, 158
[165] Enbiya, 107
[166] Tevbe, 33
[167] Dur’ul-Mensur, 3/257
[168] et-Tabakat’il-Kubra, 1/191
[169] a.g.e. s. 192
[170] Bihar, 16/316/6
[171] Emali’et-Tusi, 484/1059
[172] el-Mehasin, 1/448/1035
[173] et-Tabakat’il-Kubra, 1/258
[174] a.g.e. 1/259
[175] a.g.e.
[176] a.g.e. 1/260
[177] a.g.e. 1/261
[178] a.g.e. 1/262
[179] a.g.e.
[180] Al-i İmran suresi, 64. ayet
[181] Sahih-i Müslim, 1773
[182] el-Heraic ve’l-Ceraih, 1/131/217
[183] Bihar, 20/386/8
[184] a.g.e. s. 381/7
[185] Bihar, 20/389/8
[186] el-Heraic ve’l-Ceraih, 1/64/111
[187] et-Tabakat’il-Kubra, 1/278
[188] Sahih-i Müslim, 1774
[189] Dur’ul-Mensur, 2/234
[190] Nehc'ül-Belağa, 94. hutbe
[191] a.g.e. 161
[192] Kenz'ul-Ummal, 31950
[193] a.g.e. 31949
[194] Nehc'ül-Belağa, 214. hutbe
[195] Duha, 6
[196] Mecme’ul-Beyan, 10/765
[197] İlel’uş-Şerayi’, 130/1
[198] Tefsir-i Kummi, 2/427
[199] Bihar, 16/142/5
[200] a.g.e. h. 6
[201] Duha, 8
[202] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[203] el-Menakıb-i İbn-i Şehraşub, 1/123
[204] Cami’ul-Ahbar, 302/828
[205] Ankebut, 48
[206] Şura, 52
[207] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 1/167
[208] Kalem, 4
[209] Menakıb-i İbn-i Şehraşub, 1/123
[210] et-Tabakat’il-Kubra, 1/364
[211] a.g.e. s. 365
[212] a.g.e. 1/360
[213] a.g.e.
[214] a.g.e. 1/364
[215] el-Garat, 1/167
[216] et-Tabakat’il-Kubra, 1/366
[217] Mekarim’ul-Ahlak, 1/61/55
[218] et-Tabakat’il-Kubra- 1/368
[219] a.g.e. s. 365
[220] Menakıb-i İbn-i Şehraşub, 1/147
[221] et-Tabakat’il-Kubra, 1/372
[222] a.g.e. s. 379
[223] a.g.e.s. 380
[224] el-Kafi, 6/272/8
[225] Mekarim’ul-Ahlak, 1/51/20
[226] el-Hisal, 490/69
[227] Tekvir, 21
[228] Kenz'ul-Ummal, 32147
[229] Keşf’ul-Gumme, 1/11
[230] Sire-i İbn-i Hişam, 1/210
[231] a.g.e. s. 209
[232] et-Tabakat’il-Kubra, 1/146
[233] a.g.e. s. 121
[234] Sire-i İbn-i Hişam, 1/199
[235] et-Tabakat’il-Kubra, 1/200
[236] Bihar, 18/197/30
[237] Bihar, 18/197/30
[238] Menakıb-i İbn-i Şehraşub, 1/257
[239] a.g.e. 1/257
[240] et-Tabakat’il-Kubra, 1/115
[241] Kenz'ul-Ummal, 18379
[242] a.g.e. 18381
[243] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/597/31
[244] et-Tabakat’il-Kubra, 1/378
[245] a.g.e. s. 235
[246] Şura, 15
[247] el-Kafi, 8/268/293
[248] Nehc'ül-Belağa, 46. mektup
[249] a.g.e. 27
[250] Bihar, 16/216/5
[251] Mekarim’ul-Ahlak, 1/53/25
[252] a.g.e. h. 26
[253] Kenz'ul-Ummal, 35463
[254] a.g.e. 35347
[255] Bihar, 16/340/31
[256] Sahih-i Müslim, 2307
[257] Tevbe, 128
[258] Al-i İmran, 159
[259] Mekarim’ul-Ahlak, 1/55/34
[260] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/418/20
[261] Kenz'ul-Ummal, 17817
[262] et-Tabakat’il-Kubra, 1/368
[263] Mekarim’ul-Ahlak, 1/50/15
[264] Kenz'ul-Ummal, 5722
[265] el-Kafi, 8/131/101
[266] a.g.e. s. 130/100
[267] Kenz'ul-Ummal, 32027
[268] et-Tabakat’il-Kubra, 1/371
[269] a.g.e. s. 370
[270] et-Tabakat’il-Kubra, 1/371
[271] el-Mehasin, 2/244/1759
[272] a.g.e. s. 245/1760
[273] Emali’es-Seduk, 68/2
[274] Menakıb-i İbn-i Şehraşub, 1/145
[275] a.g.e. 146
[276] Kurb’ul-Esnad, 148/536
[277] et-Tabakat’il-Kubra, 1/255
[278] Mekarim’ul-Ahlak, 1/48/8
[279] a.g.e. h. 7
[280] Sünen-i İbn-i Mace, 3312
[281] Mekarim’ul-Ahlak, 1/78/122
[282] Sahih-i Müslim, 2309
[283] a.g.e.
[284] a.g.e. 4/1786/843
[285] el-Kafi, 8/127/97
[286] Kenz'ul-Ummal, 5818
[287] a.g.e. 5817
[288] a.g.e. 16678
[289] et-Tabakat’il-Kubra, 1/378
[290] Kenz'ul-Ummal, 35538
[291] a.g.e. 35541
[292] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/419/21
[293] Mekarim’ul-Ahlak, 1/64/65
[294] Bihar, 16/257/37
[295] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/199/120
[296] et-Terğib ve’t-Terhib, 4/200/120
[297] a.g.e. s. 201/121
[298] et-Tabakat’il-Kubra, 1/466
[299] Mekarim'ul-Ahlak, 1/79/124
[300] et-Tabakat’il-Kubra, 1/395
[301] a.g.e.
[302] el-Kafi, 8/129/99
[303] a.g.e. 2/129/7
[304] Kurb’ul-Esnad, 91/304
[305] Mekarim'ul-Ahlak, 1/65/66
[306] et-Terğib ve't-Terhib, 4/204/132
[307] el-Kafi, 5/93/2
[308] Nehc'ül-Belağa, 9. mektup
[309] et-Terğib ve't-Terhib, 4/188/86
[310] el-Müheccet’ül-Beyza, 6/79
[311] et-Terğib ve't-Terhib, 4/187/82
[312] a.g.e. h. 83
[313] a.g.e. s. 188/87
[314] a.g.e. s. 192/100
[315] et-Tabakat’il-Kubra, 1/401
[316] a.g.e. s. 402
[317] el-Kafi, 8/130/100
[318] Menakıb-i İbn-i Şehr-i Şehraşub, 1/145 ve 146
[319] Mekarim'ul-Ahlak, 1/61/55
[320] Sahih-i Müslim, 2328
[321] et-Tabakat’il-Kubra, 1/366
[322] Hint b. Ebi Hale Temimi Allah Resulü’nün üvey oğlu idi. Annesi de Ümmü’l-Müminin Hatice’nin (r.a) idi. Bedir savaşına ve bir görüşe göre de Uhud savaşına katılmıştır. O Peygamberin fiziksel, ahlaki ve davranışlarını nitelendirme hususunda büyük bir uzmanlık sahibiydi.
[323] a.g.e. 1/422 ve 423
[324] el-Kafi, 8/110/90
[325] Bihar, 16/12/12
[326] Ta-Ha, 1, 2
[327] Tefsir’ul Mizan, 14/126
[328] Bihar, 16/217/6 ve bak. 14/384-387
[329] el-Kafi, 2/95/6
[330] Yedi uzun süre şunlardan ibarettir: Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, En’am, A’raf ve Tevbe
[331] Emali’et-Tusi, 403/903
[332] Bihar, 46/78/75
[333] Nahl, 103, 104
[334] Duhan, 14
[335] Tur, 29, 34
[336] Hakka, 40, 47
[337] Hicr, 6, 8
[338] Saffat, 36, 37
[339] Sad, 6
[340] Kamer, 1, 2
[341] Müddessir, 23, 24
[342] Zariyat, 52
[343] Bihar, 18/199/31
[344] Tefsir’ul-Mizan, 12/347
[345] Tefsir’ul-Mizan, 1/63
[346] el-Kafi, 2/649/5
[347] Bihar, 18/182/12
[348] Müddessir suresi, 11-30
[349] Nahl suresi, 90. ayet
[350] Kıses’ul-Enbiya, 319/397 ve h. 398
[351] el-Bihar, 18/198/31
[352] Bihar, 16/175/19
[353] Ahzap suresi, 28-29. ayetler
[354] Sire-i Halebi, c.3, s. 473
[355] Tefsir’ul Mizan 4/195
[356] Saffat, 88, 89
[357] Vakia, 75
[358] Şuara, 80
[359] Tefsir’ul Mizan, 17/148
[360] Bihar, 58/249/30
[361] a.g.e. s. 235/15
[362] En’am suresi, 75. ayet
[363] Saffat suresi, 89. ayet
[364] Bihar, 58/252/36
[365] Mekasib kitabının, “tencim” bahsinde şöyle yer almıştır: “Yıldızların durumundan ve hareketlerinin şeklinden bir takım öngörülerde bulunmanın sakıncası yoktur. Yani bir kimse yıldızlarda özel bir durum müşahade ederek, örneğin iki yıldız arasındaki yakınlığı, uzaklığı, karşılaşmayı ve beraberliğini ölçerek, zan ve tahmin suretinde falan hadisenin vuku bulacağına hükmedebilir. Zahiren bu şekilde kesin bir öngörüde bulunmanın sakıncası yoktur. Elbette bu öngörüler, kesin bir tecrübeye de dayanmalıdır. Örneğin bir kimse her zamanki tecrübelerine dayanarak köpeğinin evinden içeri girdiği her gece yağmur yağdığını gördüğünde, yine köpeğinin girdiğini gördüğünde kesin bir şekilde bu gece yağmur yağacak diyebilir. Nitekim nakledildiği üzere bu konu nücum ilminin ihya edicisi (Nesir’ul Millet ve’d-Din (Muhakkik-i Tusi) hakkında da nakledilmiştir. O şehir dışında bulunan bir değirmeni yaptığı seferlerinden birinde değermencinin odasına girdiğinde havanın sıcaklığı sebebiyle geceyi damda geçirmeyi kararlaştırdı. Ev sahibi ona şöyle dedi: “Gel içeri ve içerde odada yat ki yağmurdan korunasın.” Muhakkik ise yıldızların durumuna baktı. Ama yağmurun yağacağı hususunda bir nişane göremedi. Ev sahibi şöyle dedi: “Benim bir köpeğim var, akşamları yağmur yağacağını hissedince odaya girmektedir.” Muhakkik onun sözünü dinlemedi, geceyi damda geçirdi. Ama gece yağmur yağdı ve muhakik şaşırdı.” (Mekasıb, 25)
[366] a.g.e. s. 254/41
[367] el-Kafi, 8/195/233
[368] Bihar, 58/223/3
[369] el-Kafi, 4/6/9
[370] Bihar, 58/229/12
[371] el-Fakih, 2/267/2402
[372] Nehc'ül-Belağa, 79. hutbe
[373] Bihar, 58/226/7
[374] Vesail’uş-Şia, 8/272/10
[375] Tevbe, 78
[376] Kenz'ul-Ummal, 24766
[377] a.g.e. 24767
[378] el-Kafi, 2/660/1
[379] Gurer'ul-Hikem, 355
[380] a.g.e. 3301
[381] a.g.e. 10835
[382] Kıses’ul-Enbiya, 199/254
[383] Tenbih'ul-Havatir, 2/154
[384] a.g.e.
[385] Bihar, 94/147/21
[386] a.g.e.
[387] Sahifet’us-Seccadiye, 197, 47. dua
[388] Nehc'ül-Belağa, 222. hutbe
[389] Tuhuf'ul-Ukul, 285-286
[390] Mişkat’ul-Envar, 257
[391] Tenbih'ul-Havatir, 2/156
[392] ed-Deavat lil Ravendi, 180/497
[393] Bihar, 94/99/14
[394] a.g.e. s. 109/15
[395] a.g.e. 44/193/5
[396] a.g.e. 44/193/5
[397] Mekke yolunda bir yerin adıdır. (Mecme’ul-Bahreyn)
[398] Feth’ul-Ebvab, 246
[399] Bihar, 94/127/19
[400] Bihar, 46/80/75; Bu beyitleri İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s) söylememiştir, sadece onu okumuştur. Çünkü birinci, ikinci ve dördüncü beyitler aynen Menazil şiirinde de yer almıştır. Menazil ise babasının bedduasının sebebiyle Ka’be’de bedeninin yarısı felc olan bir kimsedir. Ama o babasına yalvarıp yakararak kendini bağışlamasını istedi. Onu Allah’ın evine gidip kendisi için mağfiret dilemesi hususunda ikna etti. Babası da kabul etti, Ka’be’ye doğru hareket etti. Ama yol esnasında devesi ürktü, Menazil’in babası yere düştü ve öldü. Menazil Ka’be’ye geldi, Allah’ın dergahına yalvarıp yakardı, gecenin bağrında söylediği sözlerden biri de şuydu: “Ey haremde çaresizlerin duasını kabul eden!
Ey her türlü sıkıntı ve belayı hastadan gideren!
Senin misafirlerin evinde (Ka’be’de) uyudular ve uyandılar.
Seni istiyorlar ve senin gözlerin ey Kayyum, uyumamıştır.
Bağışın ve ikramınla günahlarımı bağışlama yüceliğinde bulun!
Ey yaratıkların haremde kendisine işaret ettiği kimse!
Eğer günahkarlara senin affın ulaşmazsa, o halde günahkarlara kim ikramda bulunup bağışlar”
Emir’ül-Müminin (a.s) da Menazil’in sesini işitti, ona yardım etti ve ona “dua-i meşlul” diye meşhur olan bir dua öğretti. Bütün bu hadis, beyitler ve duayı Allame Meclisi Bihar’ul-Envar adlı kitapta, Kumpani baskısında, c. 9, s. 562 de nakletmiştir ve bu dua İran 1323 yılı baskısında, 151. sayfada yer almıştır. (Bihar’ul-Envar’ın dipnotu)
[401] Bihar, 46/81/75
[402] a.g.e. s. 101/89
[403] Emali’es-Seduk, 182
[404] Bihar, 94/90/2
[405] a.g.e. 94/138/21
[406] Sahifet’us-Seccadiye, 70, 16. dua
[407] Bihar, 94/121/19
[408] Saf, 10-13
[409] Fussilet, 18
[410] Nehc'ül-Belağa, 76. hutbe
[411] a.g.e. 31. mektup
[412] a.g.e. 222. hutbe
[413] a.g.e. 5
[414] Kemaluddin, 265/11
[415] Mekarim’ul-Ahlak, 2/325/2656
[416] Kenz'ul-Ummal, 43867
[417] Tuhuf'ul-Ukul, 8
[418] el-Mehasin, 1/62/3
[419] Bihar, 77/55/3
[420] Gurer'ul-Hikem, 2485
[421] a.g.e. 891
[422] a.g.e. 4661
[423] Nehc'ül-Belağa, 103. hutbe
[424] a.g.e. 147. hikmet
[425] a.g.e. 106. hutbe
[426] a.g.e. 156
[427] Gurer'ul-Hikem, 2433
[428] Bihar, 78/111/6
[429] Gurer'ul-Hikem, 3741
[430] el-Hisal, 85/13
[431] Bihar, 78/140/30
[432] el-Mehasin, 2/141/1365
[433] Gurer'ul-Hikem, 799
[434] a.g.e. 6630
[435] el-Kafi, 8/69/24
[436] Kenz'ul-Ummal, 5940
[437] et-Terğib ve't-Terhib, 4/232/20
[438] Nehc'ül-Belağa, 223. hutbe
[439] el-Hisal, 119/107
[440] Gurer'ul-Hikem, 7430
[441] Gurer'ul-Hikem, 8761
[442] Nehc'ül-Belağa, 189. hikmet
[443] Gurer'ul-Hikem, 4091
[444] el-Kafi, 8/275/415
[445] Bihar, 78/153/17
[446] O, Zalim b. Amr b. Süfyan’dır. Bazıları ise adının Amr b. Osman olduğunu söylemişlerdir. Güvenilir bir kismedir ve de nahiv ilmi veya arapça dil kaideleri hakkında söz eden ilk kimsedir. Tabiinin büyüklerinden yüce bir kimsedir. H. 69 yılında vefat etmiştir. İbn-i Hebban es-Sekat adlı kitabında onun adını zikretmiştir. (Tehzib’ut-Tehzib li İbn-i Hacer, 6/284/9293
[447] Kenz'ul-Ummal, 29456
[448] a.g.e. 29457
[449] İ’rab lügat açısından aşikar kılmak anlamındadır ve kavram olarak da kelimelerin harekelerini zahir etmek anlamındadır. İmam’ın maksadı ise, hayırlı işlere önem vermek, onları aşikar kılmak, amelleri düzeltmektedir. Zira insanlar sözün fesahat, belagat, doğruluğu ve yanlışsızlığından daha çok buna muhtaçtır.
[450] Gurer'ul-Hikem, 3828
[451] el-Kafi, 2/422/1
[452] Tenbih'ul-Havatir, 2/102
[453] el-Kafi, 2/619/1
[454] Bihar, 1/218/37
[455] Kenz'ul-Ummal, 7922
[456] Gurer'ul-Hikem, 1417
[457] a.g.e. 7774-7775
[458] Tuhuf'ul-Ukul, 304
[459] Gurer'ul-Hikem, 3506
[460] Tuhuf'ul-Ukul, 319
[461] Bihar, 78/373/19
[462] Nehc'ül-Belağa, 181. hikmet
[463] Tuhuf'ul-Ukul, 320
[464] Gurer’ul Hikem, 2308
[465] Nehc'ül-Belağa, 35. hutbe
[466] Gurer'ul-Hikem, 3308
[467] Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe
[468] a.g.e. 64
[469] Yunus, 45
[470] Mekarim'ul-Ahlak, 2/353/2660
[471] Kenz'ul-Ummal, 42716
[472] Emali’es-Seduk, 395/1
[473] Gurer'ul-Hikem, 6220
[474] Al-i İmran, 35
[475] Bakara, 270
[476] Dehr, 7
[477] Vesail’uş-Şia, 16/190/5
[478] Mecme’ul-Beyan, 10/611
[479] Tefsir-i el-Mizan, 20/132
[480] el-Kafi, 4/33/3
[481] Vesail’uş-Şia, 16/189/1
[482] Sahih-i Müslim, 1639
[483] a.g.e.
[484] a.g.e. 1640
[485] a.g.e. 1639
[486] a.g.e 3/1261, 1. dipnot
[487] A’raf, 62
[488] a.g.s, 68
[489] el-kafi, 8/146/123
[490] et-Terğib ve't-Terhib, 2/577/16
[491] a.g.e. h. 17
[492] Sahih-i Müslim, 55
[493] el-Kafi, 2/208/5
[494] Mişkat’ul-Envar, 310
[495] el-Kafi, 2/208/2
[496] Gurer'ul-Hikem, 9580
[497] el-Kafi, 2/208/6
[498] el-Kafi, 2/163/2
[499] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[500] Gurer'ul-Hikem, 2466
[501] a.g.e. 614
[502] a.g.e. 844
[503] el-Kafi, 2/208/4
[504] Gurer'ul-Hikem, 1298
[505] Müstedrek’ül-Vesail, 12/430/14529
[506] a.g.e. 9/41/10148
[507] Nehc'ül-Belağa, 34. hutbe
[508] Nehc'ül-Belağa, 105. hutbe
[509] a.g.e. 216
[510] a.g.e. 118
[511] el-Hisal, 570/1
[512] Gurer'ul-Hikem, 9839
[513] Nehc'ül-Belağa, 29. mketup
[514] Tuhuf'ul-Ukul, 20
[515] Keşf’ul-Gumme, 3/137, 138
[516] Bihar, 78/194/9
[517] Gurer'ul-Hikem, 10910
[518] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[519] ed-Derret’ul-Bahire, 26
[520] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[521] Gurer'ul-Hikem, 3515
[522] Nehc'ül-Belağa, 86. hutbe
[523] Emali’el-Müfid, 206/38
[524] Gurer'ul-Hikem, 9043, 9044
[525] el-Hisal, 46/47
[526] Gurer'ul-Hikem, 8566
[527] Nehc'ül-Belağa, 120. hikmet
[528] Hud, 34
[529] Gurer'ul-Hikem, 7008
[530] a.g.e. 10399
[531] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[532] a.g.e. 147
[533] a.g.e. 69. mektup
[534] Gurer'ul-Hikem, 2494
[535] a.g.e. 3373
[536] a.g.e. 5944
[537] a.g.e. 6683
[538] a.g.e. 7386
[539] a.g.e. 7743
[540] a.g.e. 8355
[541] a.g.e. 7767
[542] a.g.e.8344
[543] a.g.e. 9305
[544] a.g.e.8566
[545] a.g.e. 8683-8684
[546] a.g.e. 8697
[547] a.g.e. 9799
[548] a.g.e. 10279
[549] a.g.e. 10884
[550] el-Mehasin, 2/440/2526
[551] Gurer'ul-Hikem, 805
[552] a.g.e. 9983
[553] a.g.e. 971
[554] a.g.e. 3387
[555] a.g.e. 923
[556] a.g.e. 1076
[557] Gurer'ul-Hikem, 1130
[558] a.g.e. 1702
[559] a.g.e. 570
[560] a.g.e. 16
[561] a.g.e. 4495
[562] a.g.e. 4190
[563] a.g.e. 8394
[564] a.g.e. 8408
[565] Nehc'ül-Belağa, 224. hikmet
[566] Gurer'ul-Hikem, 2116
[567] a.g.e. 54
[568] a.g.e. 6724
[569] a.g.e. 5448
[570] a.g.e.6342
[571] Bihar, 78/165/1
[572] Gurer'ul-Hikem, 3441
[573]- Nahl/90
[574] Nehc'ül-Belağa, 231. hikmet
[575] Emali’et-Tusi, 280/537
[576] Gurer'ul-Hikem, 1410
[577] a.g.e. 3186
[578] a.g.e. 3481
[579] a.g.e.3171
[580] a.g.e. 6367
[581] a.g.e. 3439
[582] a.g.e. 3345
[583] Bihar, 75/27/11
[584] Gurer'ul-Hikem, 1951
[585] a.g.e. 3803
[586] Bihar, 75/25/4
[587] Mekarim'ul-Ahlak, 2/360/2660
[588] el-Hisal, 47/48
[589] el-Kafi, 2/144/4
[590] Keşf’ul-Gumme, 3/137, 138
[591] el-Kafi, 2/148/19
[592] Gurer'ul-Hikem, 2403
[593] a.g.e. 2456
[594] Nehc'ül-Belağa, 51. mektup
[595] a.g.e. 53
[596] Gurer'ul-Hikem, 4674
[597] a.g.e. 10732-10733
[598] Gurer'ul-Hikem, 405
[599] a.g.e. 368
[600] a.g.e. 1047
[601] a.g.e. 366
[602] Bihar, 104/41/52
[603] Gurer'ul-Hikem, 7626
[604] Yani gözün gördüğü şey kalpte korunur, adeta ona yazılmış gibi olur. (Nehc’ül-Belağa, Süphi Salih nüsahasının dipnotunda yer aldığı esasınca)
[605] Nehc'ül-Belağa, 409. hikmet
[606] Gurer'ul-Hikem, 950
[607] Bihar, 72/199/29
[608] el-Hisal, 629/10
[609] Tuhuf'ul-Ukul, 95
[610] Gurer'ul-Hikem, 4063
[611] Tuhuf'ul-Ukul, 305
[612] Bihar, 104/42/52
[613] Bihar, 104/38/33
[614] Tuhuf'ul-Ukul, 97
[615] Gurer'ul-Hikem, 9124
[616] Bihar, 71/293/63
[617] Gurer'ul-Hikem, 5314
[618] a.g.e. 6939
[619] el-Kafi, 5/559/12
[620] Gurer'ul-Hikem, 9122
[621] a.g.e. 9125
[622] a.g.e. 9924
[623] a.g.e. 9050
[624] Bihar, 104/41/52
[625] a.g.e. 78/92/101
[626] Tuhuf'ul-Ukul, 212
[627] Bihar, 104/42/52
[628] a.g.e. 74/73/59
[629] Sahifet-u İmam Rıza, 90/19
[630] Nur, 30
[631] a.g.e, 30
[632] Tefsir-i Kummi, 2/101
[633] el-Kafi, 5/521/5
[634] a.g.e. s. 559/14
[635] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/97
[636] el-Fakih, 4/19/4974
[637] Bihar, 13/29/2
[638] Cami’ul-Ahbar, 408/1129
[639] Gafir, 19
[640] Nehc'ül-Belağa, 90. hutbe
[641] Mean’il-Ahbar, 147
[642] Nur’us-Sakaleyn, 4/517/35
[643] el-Kafi, 5/524/1
[644] a.g.e.
[645] Bihar, 76/334/1
[646] Sevab’ul-A’mal, 338/1
[647] Kenz'ul-Ummal, 13059
[648] Bihar, 104/38/34
[649] el-Fakih, 4/18/4969
[650] et-Terğib ve't-Terhib, 3/34/1
[651] a.g.e. h. 2
[652] Mekarim'ul-Ahlak, 1/505/1747
[653] el-Fakih, 4/19/4971
[654] et-Terğib ve't-Terhib, 3/35/6
[655] Kenz'ul-Ummal, 13072
[656] a.g.e. 13073
[657] el-Fakih, 3/474/4658
[658] Kenz'ul-Ummal, 13639
[659] a.g.e. 13641
[660] el-Fakih, 4/18/4970
[661] el-Hisal, 632/10
[662] el-Fakih, 4/19/4975
[663] Bihar, 10/115/1
[664] Nehc'ül-Belağa, 420. hikmet
[665] Bihar, 104/41/52
[666] Nehc'ül-Belağa, 33. hutbe
[667] a.g.e.193
[668] el-Mehasin, 22/461/2596
[669] Nehc'ül-Belağa, 400. hikmet
[670] Mean’il-Ahbar, 212/1
[671] Bihar, 2/136/39
[672] a.g.e. h. 38
[673] a.g.e. h. 41
[674] Beşaret’ul-Mustafa, 26
[675] el-Mehasin, 1/432/1001
[676] el-Kafi, 8/349/548
[677] Tefsir-i Kummi, 2/212
[678] Bihar, 2/135/32
[679] Sünen-i Tirmizi, 2799
[680] el-Hisal, 620/10
[681] Kenz'ul-Ummal, 26003
[682] el-Kafi, 6/439/6
[683] Kenz'ul-Ummal, 7422
[684] Sünen-i Ebi Davud, 4062
[685] el-Kafi, 6/439/5
[686] Vesail’uş-Şia, 3/571/2
[687] el-Hisal, 54/73
[688] Vesail’uş-Şia, 3/572/3
[689] el-Fakih, 4/5/4968
[690] el-Kafi, 6/532/11
[691] Vesail’uş-Şia, 3/575/2
[692] Kenz'ul-Ummal, 26002
[693] a.g.e. 26007
[694] a.g.e. 26000
[695] Bihar, 78/335/4
[696] el-Kafi, 6/444/14
[697] a.g.e. s. 441/3
[698] Kenz'ul-Ummal, 26009
[699] Nehc'ül-Belağa, 47. mektup
[700] Tenbih'ul-Havatir, 2/267
[701] Nehc'ül-Belağa, 158. hutbe
[702] İbrahim, 34
[703] Nahl, 18
[704] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[705] el-Kafi, 8/394/592
[706] Beşaret’ul-Mustafa, 28
[707] Nehc'ül-Belağa, 223. hutbe
[708] a.g.e. 45
[709] a.g.e. 109
[710] a.g.e. 185
[711] Lokman, 20
[712] İnsan vasiyetinde malının en fazla üçte birini bağışta bulunabilir.
[713] Mecme’ul-Beyan, 8/501
[714] ed-Dur’ul-Mensur, 6/525
[715] Kenz'ul-Ummal, 3024
[716] Kemaluddin, 368/6
[717] Nehc'ül-Belağa, 106. hutbe
[718] a.g.e. 160
[719] a.g.e. 229. hikmet
[720] Gurer'ul-Hikem, 3395
[721] a.g.e. 3529
[722] Nur’us-Sakaleyn, 4/213/85
[723] Tenbih'ul-Havatir, 2/108
[724] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/337
[725] Tuhuf'ul-Ukul, 286
[726] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[727] FAtır, 3
[728] Bakara, 231
[729] Al-i İmran, 103
[730] A’raf, 69
[731] a.g.s, 74
[732] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[733] ed-Dur’ul-Mensur, 5/6
[734] Tefsir-i el-Mizan, 12/19
[735] Tefsir-i Ayyaşi, 2/222/2
[736] Fatiha, 1-7
[737] Meryem, 58
[738] Nisa, 69
[739] Hadid, 19
[740] Emali’et-Tusi, 621/1280
[741] Bihar, 24/32/7
[742] a.g.e. 78/12/70
[743] a.g.e. s. 115/12
[744] el-Hisal, 35/7
[745] Bihar, 81/170/2
[746] a.g.e. 77/168/4
[747] a.g.e. 81/170/1
[748] el-Hisal, 223/51
[749] Gurer'ul-Hikem, 3879
[750] Kenz’ul-Fevaid, Keraceki, 2/1652
[751] İlel’uş-Şerayi’, 464/12
[752] Emali’et-Tusi, 246/4331
[753] Bihar, 78/341/41
[754] A’lam’ud-Din, 312
[755] Nehc'ül-Belağa, 246. hikmet
[756] A’raf, 96
[757] Maide, 66
[758] Enfal, 53
[759] Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe
[760] Nehc'ül-Belağa, 152. hutbe
[761] Gurer'ul-Hikem, 3282
[762] Nehc'ül-Belağa, 13. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/116
[763] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/24/52
[764] Tuhuf'ul-Ukul, 318
[765] Bihar, 78/327/4
[766] Gurer'ul-Hikem, 8659
[767] Bihar, 75/353/62
[768] Metalib’us-Suul, 57
[769] Nehc'ül-Belağa, 372. hikmet
[770] Bihar, 78/43/36
[771] Nehc'ül-Belağa, 216. hutbe
[772] el-Kafi, 4/37/1
[773] Nehc'ül-Belağa, 381. hikmet
[774] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[775] a.g.e.
[776] Gurer'ul-Hikem, 9710
[777] Nehc'ül-Belağa, 178. hutbe
[778] a.g.e. 30. mektup
[779] Gurer'ul-Hikem, 4125
[780] Bihar, 77/19/2
[781] Bihar, 73/365/98
[782] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/4/8
[783] Nehc'ül-Belağa, 330. hikmet
[784] a.g.e. 147
[785] el-Kafi, 2/316/5
[786] Zühd lil Hüseyin b. Said, 47/125
[787] Bihar, 70/19/16
[788] Al-i İmran, 178
[789] Nehc'ül-Belağa, 25. hikmet
[790] Gurer'ul-Hikem, 6951
[791] Nehc'ül-Belağa, 116. hikmet
[792] el-Kafi, 2/452/4
[793] Nehc'ül-Belağa, 358. hikmet
[794] Bihar, 77/408/38
[795] Nehc'ül-Belağa, 273. hikmet
[796] Emali’el-Müfid, 184/8
[797] Bihar, 78/117/7
[798] el-Kafi, 2/97/17
[799] a.g.e. s. 452/3
[800] a.g.e. h. 2
[801] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[802] a.g.e. 151. hutbe
[803] a.g.e. 187
[804] Kenz'ul-Ummal, 6111, 6308
[805] Nehc'ül-Belağa, 64. hutbe
[806] Duha, 11
[807] Sünen-i Tirmizi, 2819
[808] Sünen-i Ebi Davud, 4063
[809] Sünen-i en-Nisai, 8/196
[810] Nehc'ül-Belağa, 69. mektup
[811] Rahman suresi, 10 ila 11 ve 19-22. ayetler
[812] Zuha suresi, 11. ayet
[813] el-Kafi, 1/410/3
[814] a.g.e. 6/440/15
[815] a.g.e. s. 438/1
[816] a.g.e. h. 2
[817] a.g.e. s. 439/9
[818] Emali’et-Tusi, 275/526
[819] el-Kafi, 2/94/5
[820] Mecme’ul-Beyan, 10/768
[821] Bihar, 78/118/11
[822] Nehc'ül-Belağa, 28. mektup
[823] Tuhuf'ul-Ukul, 36
[824] Gurer'ul-Hikem, 9300
[825] Mean’il-Ahbar, 408/87
[826] Kenz'ul-Ummal, 2964
[827] a.g.e. 2965
[828] Nehc'ül-Belağa, 387. hikmet
[829] Sahih-i Tirmizi, 3527
[830] Nehc'ül-Belağa, 224. hikmet
[831] a.g.e. 173. hutbe
[832] a.g.e. 188
[833] a.g.e. 2
[834] Yunus, 12
[835] Tefsir-i Ayyaşi, 2/273/78
[836] el-Kafi, 8/395/596
[837] el-Kafi, 3/502/19
[838] Nehc'ül-Belağa, 129. hutbe
[839] Şems, 7, 8
[840] Gurer'ul-Hikem, 3494
[841] a.g.e. 7530
[842] Tefsir-i Kummi, 2/424
[843] Mecme’ul-Beyan, 10/755
[844] Bihar, 24/72/6
[845] Tuhuf'ul-Ukul, 208
[846] Gurer'ul-Hikem, 2048
[847] Nehc'ül-Belağa, 72. hutbe
[848] Zümer, 42
[849] 32-10-11
[850] 32/9
[851] 17/85
[852] 36/82-83
[853] 54/50
[854] 20/55
[855] 55/14
[856] 32/7-8
[857] 23/12-14
[858] el-Mizan, 1/350
[859] Kenz'ul-Ummal, 5671
[860] Tenbih'ul-Havatir, 1/278
[861] Sünen-i İbn-i Mace, 4233
[862] a.g.e. 4234
[863] Yusuf, 53
[864] Gurer'ul-Hikem, 2106
[865] a.g.e. 3491
[866] a.g.e. 3489
[867] a.g.e. 3490
[868] a.g.e. 7170
[869] Nehc'ül-Belağa, 323. hikmet
[870] a.g.e. 176. hutbe
[871] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[872] Nehc'ül-Belağa, 30. mektup
[873] Bihar, 94/143
[874] Sahifet’us-Seccadiye, 47, 9. dua
[875] el-Kafi, 3/345/26
[876] Kıyamet, 2
[877] Dur’ul-Mensur, 8/343
[878] a.g.e.
[879] Mekarim’ul-Ahlak, 2/353/2660
[880] Tefsir’ul Mizan, 20/103
[881] Gurer'ul-Hikem, 3643
[882] a.g.e. 3603
[883] Şems, 7-10
[884] Nehc'ül-Belağa, 73. hikmet
[885] a.g.e. 359
[886] Gurer'ul-Hikem, 1319
[887] a.g.e. 4980
[888] a.g.e. 5190
[889] a.g.e. 5589
[890] a.g.e. 7204
[891] a.g.e. 1905
[892] a.g.e. 1906
[893] a.g.e. 6777
[894] a.g.e. 1434
[895] el-Kafi, 2/454/5
[896] Gurer'ul-Hikem, 1483
[897] 2/150
[898] 8/46
[899] 42/43
[900] 9/111
[901] 39/10
[902] 14/22
[903] 2/257
[904] 57/22
[905] 64/11
[906] 7/28
[907] 24/33
[908] 2/3
[909] 18/6-7
[910] 10/65
[911] 2/165
[912] 20/8
[913][913] 6/102
[914] 20/111
[915] 2/116
[916] 17/23
[917] 41/53
[918] 41/54
[919] 53/42
[920] Tefsir-i el-Mizan, 1/354
[921] Gurer'ul-Hikem, 1480
[922] a.g.e. 7809
[923] a.g.e. 1218
[924] a.g.e. 4867
[925] a.g.e. 9488
[926] a.g.e. 4572
[927] a.g.e. 5528
[928] a.g.e. 2489
[929] a.g.e. 5805
[930] a.g.e. 10365
[931] a.g.e. 3191
[932] a.g.e. 6979
[933] a.g.e. 4172
[934] a.g.e. 4107
[935] Bihar, 78/82/78
[936] Nehc'ül-Belağa, 198. hutbe
[937] Nehc'ül-Belağa, 56. mektup
[938] Gurer'ul-Hikem, 5547
[939] a.g.e. 2434
[940] a.g.e. 10951
[941] a.g.e.3344
[942] Gurer'ul-Hikem, 9103-9104
[943] a.g.e. 5153
[944] Sahifet’us-Seccadiye, 86, 20. dua
[945] Bihar, 70/72/23
[946] Nehc'ül-Belağa, 114. hutbe
[947] a.g.e. 133
[948] a.g.e. 183
[949] Gurer'ul-Hikem, 8972
[950] a.g.e. 9025
[951] a.g.e. 9170
[952] a.g.e. 8193
[953] a.g.e. 3189
[954] a.g.e. 3177
[955] a.g.e. 7781-7782
[956] Emali’es-Seduk, 322/4
[957] Gurer'ul-Hikem, 8554
[958] Gurer'ul-Hikem, 8782
[959] a.g.e. 6995
[960] a.g.e. 6997
[961] a.g.e. 6999
[962] a.g.e. 6996
[963] a.g.e. 10326
[964] Nehc'ül-Belağa, 86. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/353
[965] Gurer'ul-Hikem, 10400
[966] a.g.e. 8730
[967] a.g.e. 8771
[968] a.g.e. 9130
[969] a.g.e. 9051
[970] a.g.e. 1555
[971] a.g.e. 1556
[972] a.g.e. 3926
[973] a.g.e. 5244
[974] a.g.e. 5097
[975] el-Kafi, 2/336/4
[976] Tevbe, 77
[977] Gurer'ul-Hikem, 741
[978] a.g.e. 483
[979] a.g.e. 739
[980] Kenz'ul-Ummal, 1734
[981] Gurer'ul-Hikem, 735
[982] a.g.e. 9559
[983] a.g.e. 9663
[984] a.g.e. 969
[985] a.g.e. 9988
[986] a.g.e. 1196
[987] a.g.e. 1181
[988] a.g.e. 2008
[989] a.g.e. 1578
[990] a.g.e. 1576
[991] a.g.e. 1853
[992] a.g.e.1289
[993] el-Kafi, 8/151/132
[994] Bihar, 72/207/8
[995] Emali’es-Seduk, 399/12
[996] Tuhuf'ul-Ukul, 212
[997] Kenz'ul-Ummal, 854
[998] a.g.e. 850
[999] a.g.e.28972
[1000] el-İhtisas, 228
[1001] et-Terğib ve't-Terhib, 4/9/13
[1002] el-Hisal, 254/129
[1003] Kenz'ul-Ummal, 849
[1004] el-Kafi, 2/290/8
[1005] Kurb’ul-Esnad, 28/92
[1006] Kenz'ul-Ummal, 842
[1007] el-İhtisas, 121/113
[1008] Kenz'ul-Ummal, 862
[1009] Nisa, 142, 143
[1010] Nehc'ül-Belağa, 194. hutbe
[1011] Gurer'ul-Hikem, 4222
[1012] a.g.e. 6244
[1013] a.g.e.6288-6289
[1014] a.g.e. 7083-7084
[1015] a.g.e. 10130
[1016] a.g.e. 10405
[1017] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1018] Bihar, 72/207/8
[1019] el-Kafi, 2/396/6
[1020] Nehc'ül-Belağa, 45. hikmet
[1021] Gurer'ul-Hikem, 3214
[1022] a.g.e. 3309
[1023] Kenz'ul-Ummal, 29046
[1024] et-Terğib ve't-Terhib, 1/127/18
[1025] Nehc'ül-Belağa, 27. mektup
[1026] Arapça metninden geçen “el-Huveyne” kelimesi “huna” kelimesinin küçültülmüşüdür ve “ehven”in te’nisidir ve o da “hevn” kökünden türemiştir. Uyuşma, yumuşaklık anlamındadır. Buradaki maksadı ise, din işinde gevşeklik göstermek ve dine önem vermemektir. Hakeza metinde geçen “hefize” kelimesi ise gazap ve bağnazlık anlamındadır. (Kaynağın dipnotundan naklen)
[1027] Bazı nüshada ise “ve nesere aleyhi” şeklinde yer almıştır. (Kaynağın dipnotundan naklen)
[1028] Bazı nüshasında ise “ala amelin” şeklinde yer almıştır. (Kaynağın dipnotundan naklen)
[1029] el-Heseb, miktar ve adet anlamındadır. Hufat ise ani ölüm anlamındadır. (kaynağın dipnotunda yer aldığı esasınca)
[1030] Rağib şöyle diyor: Gazap kuvvetinden tahrik olduğu ve çoğaldığı zaman hamiyet olarak ifade edilmiştir. “Hemitu ala fulanin” dendiği zaman “ ona gazaplandı” anlamındadır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Hamiyet’el-Cahiliye” (cahiliye taassubu) Usbe baba tarafından akrabalar anlamındadır. Asebiyye ise akrabaların himayeti ve savunmasıdır. Tasssub ise müdafaa anlamındadır. Bu ve hamiyyet ise kibrin sonuçlarındandır. Aralarındaki fark ise hamiyet nefis içindir, asabiyet ise akrabalar için veya hamiyet ehli için, asabiyet ise akrabaları içindir. (kaynağın dipnotundan naklen)
[1031] el-Kafi, 2/393
[1032] a.g.e. s. 343/3
[1033] Emali’es-Seduk, 277/18
[1034] Tuhuf'ul-Ukul, 395
[1035] Bihar, 75/203/2
[1036] Tefsir-i Ayyaşi, 1/179/69
[1037] Emali’es-Seduk, 466/21
[1038] et-Terğib ve't-Terhib, 3/602/1
[1039] Hadid, 13
[1040] Tevbe, 68
[1041] Nisa, 145
[1042] el-Hisal, 38/16
[1043] Emali’es-Seduk, 277/19
[1044] et-Terğib ve't-Terhib, 3/603/3
[1045] a.g.e. s. 604/5
[1046] Kenz'ul-Ummal, 776
[1047] Tuhuf'ul-Ukul, 367
[1048] a.g.e.370
[1049] Mean’il-Ahbar, 142/1
[1050] el-Kafi, 2/492/8
[1051] el-Kafi, 2/493/13
[1052] Münafikun suresi, 4. ayet
[1053] Ahzap suresi, 60-61. ayetler
[1054] Maide suresi, 54. ayet
[1055] Tefsir’ul-Mizan, 19/287
[1056] Ahzab suresi, 60 ayet
[1057] Ankebut suresi, 10-11. ayetler
[1058] Hac suresi, 11. ayet
[1059] Tefsir’ul Mizan, 20/90
[1060] Bakara, 254
[1061] Hadid, 7
[1062] Gurer'ul-Hikem, 3392
[1063] Bihar, 96/117/9
[1064] Nehc'ül-Belağa, 123. hikmet
[1065] Gurer'ul-Hikem, 3827
[1066] a.g.e. 3833
[1067] a.g.e. 3834
[1068] Bihar, 96/133/67
[1069] el-Kafi, 4/3/6, Sevab’ul Amal, 169/9
[1070] Emali’et-Tusi, 183/306
[1071] Beşaret’ul-Mustafa, 25; Tuhuf'ul-Ukul, 172
[1072] Bihar, 96/144/13
[1073] Bakara suresi, 29. ayet
[1074] Nisa suresi, 5. ayet
[1075] Tefsir’ul-Mizan, 9/386
[1076] Bakara, 172
[1077] Gurer'ul-Hikem, 7516
[1078] a.g.e. 9615
[1079] a.g.e. 3904
[1080] Tuhuf'ul-Ukul, 83
[1081] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1082] Bihar, 96/115/3
[1083] Nevadir’ur-Ravendi, 3
[1084] et-Terğib ve't-Terhib, 2/50/8
[1085] Sebe, 39
[1086] Bihar, 96/130/57
[1087] Nehc'ül-Belağa, 138. hikmet
[1088] Bihar, 96/131/62
[1089] et-Terğib ve't-Terhib, 4/118/3
[1090] Bihar, 96/117/10
[1091] Mekarim’ul-Ahlak, 2/21/2053
[1092] el-Kafi, 4/9/1
[1093] Gurer'ul-Hikem, 5299
[1094] a.g.e. 4136
[1095] İddet’ud-Dai, 61
[1096] Nahl, 96
[1097] Kenz'ul-Ummal, 16150
[1098] Mekarim'ul-Ahlak, 2/357/2660
[1099] Nehc'ül-Belağa, 196. hikmet
[1100] Gurer'ul-Hikem, 7544
[1101] a.g.e. 3391
[1102] a.g.e. 4732
[1103] Bakara, 267
[1104] Al-i İmran, 92
[1105] Vesail’uş-Şia, 6/329/1
[1106] el-Kafi, 4/61/3
[1107] Mecme’ul-Beyan, 2/792
[1108] Emali’es-Seduk, 363/9
[1109] Bir bağın ağaçlarının miktarını tayin eden uzman kimse
[1110] Tefsir-i Ayyaşi, 1/150/493
[1111] Cami’ul-Ahbar, 505/1395
[1112] Bihar, 96/130/57
[1113] a.g.e. 78/173/12
[1114] Tuhuf'ul-Ukul, 408
[1115] el-Kafi, 3/504/7
[1116] a.g.e. s. 506/21
[1117] el-Kafi, 2/103/2
[1118] Tuhuf'ul-Ukul, 282
[1119] Bihar, 77/52/3
[1120] Tevbe, 34, 35
[1121] et-Terğib ve't-Terhib, 2/56/18
[1122] a.g.e. s. 51/9
[1123] a.g.e. s. 56/19
[1124] Tevbe, 53, 54
[1125] el-Fakih, 2/57/1694
[1126] el-Kafi, 4/48/10
[1127] Tefsir-i Ayyaşi, 1/149/492
[1128] Enfal, 1
[1129] Haşr, 6, 7
[1130] Tefsir’ul-Mizan, 9/5
[1131] el-Kafi, 1/539/3
[1132] Tefsir-i Ayyaşi, 2/47/7
[1133] Tefsir-i Ayyaşi, 2/48/11
[1134] a.g.e. h. 12
[1135] Enfal suresi, 7. ayet
[1136] Haşr suresi, 6. ayet
[1137] Vesail’uş-Şia, 6/367/11
[1138] İsra, 79
[1139] Enbiya, 72
[1140] el-Kafi, 3/269/12
[1141] a.g.e. s. 454/16
[1142] Beşaret’ul-Mustafa, 28
[1143] Nehc'ül-Belağa, 279. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 19/170
[1144] Nehc'ül-Belağa, 39. hikmet; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 18/158
[1145] Cami’ul-Ahadis, 89
[1146] Kenz'ul-Ummal, 8846
[1147] el-Hisal, 108/73
[1148] Kenz'ul-Ummal, 7545
[1149] el-İhtisas, 142
[1150] Gurer'ul-Hikem, 1833
[1151] a.g.e. 2442
[1152] a.g.e.5713
[1153] a.g.e. 900
[1154] a.g.e. 2939
[1155] a.g.e. 8781
[1156] a.g.e. 4412
[1157] Kalem, 10, 11
[1158] Nisa, 85
[1159] Kenz'ul-Ummal, 8354
[1160] a.g.e. 8348
[1161] İbn-i Esir, Nihaye adlı kitabında şöyle diyor: “Biat hadisinde şöyle yer almıştır: “La ye’zuhu be’zuna be’zen” Yani onu ezihe ile suçlamasın ve ezihe ise iftira ve yalan anlamındadır. “ve ket ezehehu ye’zehuhu ezhen”
Bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Sizlere “ezhe”nin ne olduğunu haber vermeyeyim mi? Şüphesiz “Ezhe” insanlar arasında laf taşıyan kimsedir.” Hakeza bu hadis kitaplarında da şöyle nakledilmiştir. Diğer kitaplarda ise “ela unebbiukum mel izen.” Yani, ayn kesre ile, zad harfi ise fethe ile nakledilmiştir. Başka bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “İyyakum vel izzeh” Hitabi ise şöyle diyor: “Zemahşeri şöyle demiştir: “Bunun aslı izhedir ve izzeh kökünden türemiştir. Bu da bühtan ve iftira anlamındadır. Lam harfi sünnet ve şefeh kelimelerinden hazfedildiği gibi hazfedilmiştir. Çoğulu ise “izin”dir ve şöyle denilmektedir: “Beynehum izetun kabihetun minel ezihe” Bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Ennehu luinel azihe ve’l-muste’zihe” Bir görüşe göre de o sihir anlamındadır. Sihirin “ezhen” olarak adlandırılmasının sebebi de yalan ve hayali bir şey olması ve gerçeğinin bulunmaması sebebiyledir. (en-Nihaye, 3/254)
[1162] Sahih-i Müslim, 2606
[1163] Kenz'ul-Ummal, 8353
[1164] Gurer'ul-Hikem, 2663
[1165] Bihar, 71/293/63
[1166] a.g.e. 78/204/42
[1167] a.g.e. 77/190/11
[1168] el-Hisal, 183/249
[1169] Bihar, 77/67/6
[1170] Kenz'ul-Ummal, 8351
[1171] Bihar, 63/21/14
[1172] a.g.e. 75/264/7
[1173] Kenz'ul-Ummal, 8355
[1174] Gurer'ul-Hikem, 10327
[1175] Kenz'ul-Ummal, 8356
[1176] et-Terğib ve't-Terhib, 3/495/1
[1177] a.g.e. s. 498/5
[1178] Nahl, 90, 95
[1179] A’raf, 33
[1180] Bakara, 195, 60
[1181] Şuara, 183
[1182] A’raf, 56
[1183] En’am, 151, 153
[1184] Bihar, 76/340/9
[1185] el-Hisal, 237/80
[1186] Mean’il-Ahbar, 277
[1187] a.g.e.
[1188] a.g.e. 278
[1189] a.g.e.
[1190] a.g.e.
[1191] a.g.e.
[1192] a.g.e.
[1193] a.g.e.
[1194] a.g.e.
[1195] a.g.e. 279
[1196] Nisa, 6
[1197] Maide, 101
[1198] a.g.e. 279
[1199] a.g.e. 280
[1200] İbrahim, 43
[1201] a.g.e. 280
[1202] a.g.e. 281
[1203] a.g.e.
[1204] Hicr suresi, 91. ayet
[1205] a.g.e. 281
[1206] Hadisin metninde “yecteba” kelimesi yer almıştır. Bu kelimenin masdarı ise “ictiba”dır. Anlamı ise erkeğin iki bacağını göğsüne yapıştıracak, mendille onu sırtına bağlayacak veya ellerini birbirine kenetleyerek iki bacağını tutacak şekilde oturmasıdır.
[1207] Mean’il Ahbar, 281
[1208] a.g.e. 282
[1209] a.g.e.
[1210] a.g.e.
[1211] a.g.e.
[1212] a.g.e. 283
[1213] a.g.e. 283
[1214] Mean’il Ehbar, 284
[1215] a.g.e. 284
[1216] Sen’alı şahıstan maksat, nübuvvet iddiasında bulunan Esved b. Ka’b Enfi’dir ki peygamberlik iddiasında bulunmuştur. Yemama’lı şahıstan maksat ise Cübeyr b. Met’em’in kölesi ve Hamza’nın (a.s) katili olan, Vahşi’nin eliyle öldürülen Müseylemet’ul-Kezzab’dır. (Sevab’ul-A’mal kitabının dipnotundan naklen)
[1217] Sevab’ul-A’mal, 330/1
[1218] a.g.e. 331/1
[1219] a.g.e.
[1220] a.g.e.
[1221] a.g.e. 331/1
[1222] a.g.e.
[1223] a.g.e.
[1224] a.g.e.
[1225] a.g.e. 332/1
[1226] a.g.e.
[1227] a.g.e.
[1228] a.g.e.
[1229] a.g.e.
[1230] a.g.e.
[1231] a.g.e. 333/1
[1232] a.g.e.
[1233] a.g.e.
[1234] a.g.e.
[1235] a.g.e. 333/1
[1236] a.g.e. 334/1
[1237] a.g.e.
[1238] a.g.e.
[1239] a.g.e.
[1240] a.g.e. 334/1
[1241] a.g.e.
[1242] Hadisin metninde maun kelimesi yer almıştır ve bu da kullanılan ve menfaati olan bir mal anlamındadır veya insanların birbirine ödünç verdiği kova, balta, kazan vb. vesileler anlamındadır.
[1243] a.g.e.
[1244] a.g.e. 335/1
[1245] a.g.e.
[1246] a.g.e.
[1247] a.g.e.
[1248] a.g.e.
[1249] a.g.e.
[1250] a.g.e.
[1251] a.g.e.
[1252] a.g.e. 335/1
[1253] a.g.e.
[1254] a.g.e.
[1255] a.g.e. 336/1
[1256] a.g.e.
[1257] a.g.e.
[1258] a.g.e.
[1259] a.g.e.
[1260] a.g.e. 336/1
[1261] a.g.e. 337/1
[1262] a.g.e.
[1263] a.g.e.
[1264] a.g.e.
[1265] a.g.e.
[1266] a.g.e.
[1267] a.g.e.
[1268] a.g.e.
[1269] a.g.e.
[1270] a.g.e.
[1271] a.g.e. 338/1
[1272] a.g.e.
[1273] a.g.e. 338/1
[1274] Bihar, 76/366/30
[1275] Sevab’ul-A’mal, 338/1
[1276] a.g.e.
[1277] a.g.e. 338/1
[1278] a.g.e. 339/1
[1279] a.g.e. 339/1
[1280] a.g.e.
[1281] a.g.e. 339/1
[1282] a.g.e.
[1283] a.g.e.
[1284] a.g.e.
[1285] a.g.e.
[1286] a.g.e.
[1287] Bihar, 76/328/1
[1288] a.g.e. s. 337/2
[1289] a.g.e. s. 357/25
[1290] Nur, 35
[1291] Bihar, 94/390
[1292] el-Kafi, 8/124/95
[1293] Nisa, 174
[1294] Maide, 16
[1295] et-Terğib ve't-Terhib, 2/354/25
[1296] Bihar, 78/112/6
[1297] Nehc'ül-Belağa, 110. hutbe
[1298] a.g.e. 157
[1299] a.g.e. 156
[1300] a.g.e. 192
[1301] a.g.e. 2
[1302] a.g.e. 72
[1303] a.g.e. 94. hutbe
[1304] a.g.e. 106. hutbe
[1305] a.g.e. 45. mektup
[1306] a.g.e. 187. hutbe
[1307] En’am, 122
[1308] Enfal, 29
[1309] Hadid, 28
[1310] Bihar, 1/225/17
[1311] Nehc'ül-Belağa, 220. hutbe
[1312] ed-Durr’ul-Mensur, 1/548
[1313] et-Terğib ve't-Terhib, 4/589/71
[1314] Sahifet’us-Seccadiye, 95, 22. dua
[1315] Tuhuf'ul-Ukul, 306
[1316] Nehc'ül-Belağa, 37. hutbe
[1317] Tenbih'ul-Havatir, 1/154
[1318] el-Müheccet’ül-Beyza, 7/351
[1319] el-Kafi, 2/53/2
[1320] Müstedrek’ül-Vesail, 12/173/13810
[1321] İlel’uş-Şerayi’, 366/1
[1322] Hz. Ali’nin Muaviye ile yaptığı şiddetli savaşın olduğu gece
[1323] Bihar, 41/17/10
[1324] Tuhuf'ul-Ukul, 510
[1325] Gurer'ul-Hikem, 3725
[1326] el-Kafi, 2/54/4
[1327] et-Terğib ve't-Terhib, 1/156/22
[1328] a.g.e. 2/207/3
[1329] a.g.e. s. 281/18
[1330] a.g.e. s. 349/10
[1331] el-Fakih, 1/470/1355
[1332] Bihar, 104/311/9
[1333] a.g.e. h. 12
[1334] Bihar, 82/145/30
[1335] Hadid, 12, 13
[1336] Nur’us-Sakaleyn, 3/612/199
[1337] Bihar, 94/126/19
[1338] Kenz'ul-Ummal, 44154
[1339] et-Terğib ve't-Terhib, 4/503/17
[1340] Sünen-i Ebi Davud, 3666
[1341] Gurer'ul-Hikem, 1882
[1342] a.g.e. 2097
[1343] a.g.e. 5067
[1344] Tuhuf'ul-Ukul, 320
[1345] Sahih-i Müslim, 2526
[1346] el-Kafi, 8/177/197
[1347] Müstedrek’ül-Vesail, 12/310/14167
[1348] Nehc’üs-Saade, 2/97
[1349] Kenz'ul-Ummal, 24822
[1350] Bihar, 78/57/119
[1351] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 2/200, 201
[1352] el-Kafi, 8/69/26
[1353] a.g.e. s. 230/296
[1354] Bihar, 78/325/30
[1355] el-Hisal, 339/43
[1356] Tuhuf'ul-Ukul, 393
[1357] Bihar, 78/4/54
[1358] a.g.e. s. 316/1
[1359]- “Biz Allah’tan geldik ve yine
O’na döneceğiz!” Bakara/156
[1360]- “Biz Allah’tan geldik ve yine
O’na döneceğiz!” Bakara/156
[1361] Nehc’ul Belağa, 129. hutbe
[1362] el-Hisal, 262/139
[1363] Bihar, 70/10/8
[1364] Kenz'ul-Ummal, 44401
[1365] Bihar, 1/195/15
[1366] a.g.e. 78/76/46
[1367] a.g.e. 70/9/6
[1368] Tuhuf'ul-Ukul, 323
[1369] Tuhuf'ul-Ukul, 486
[1370] Mişkat’ul-Envar, 63
[1371] Bihar, 78/235/55
[1372] Tuhuf'ul-Ukul, 324
[1373] el-Hisal, 116/95
[1374] et-Terğib ve't-Terhib, 3/448/10
[1375] Nehc'ül-Belağa, 269. hikmet
[1376] a.g.e. 176. hutbe
[1377] Bihar, 78/349/7
[1378] el-Kafi, 2/412/4
[1379] el-Hisal, 409/9
[1380] et-Tehzib, 10/150/603
[1381] el-Kafi, 8/244/339
[1382] Nehc'ül-Belağa, 27. hutbe
[1383] a.g.e. 17
[1384] Tevbe, 97, 99
[1385] Şuara, 198, 199
[1386] Muhammed, 38
[1387] Tevbe suresi, 102. ayet
[1388] Maksat, sahabi olan Vahşi b. Harb’dır. Küfür zamanında Seyyid’uş-Şuheda Hamza’yı şehit etmiştir. Müslüman olduğunda ise Müseylemet’ul-Kezzab’ı öldürmüştür.
[1389] Tövbe suresi, 106. ayet
[1390] Nisa, 98
[1391] Nisa suresi, 99. ayet
[1392] el-Kafi, 2/381/1
[1393] el-Hisal, 333/34
[1394] Mean’il-Ahbar, 403/70
[1395] a.g.e. 404/71
[1396] Bihar, 67/181/21
[1397] Mean’il-Ahbar, 404/72
[1398] a.g.e. 405/78
[1399] a.g.e. 404/74
[1400] a.g.e. 3/239
[1401] Tefsir-i Ayyaşi, 1/327/136
[1402] Bihar, 67/174/5
[1403] a.g.e. s. 171/3
[1404] Tuhuf'ul-Ukul, 413
[1405] Bihar, 2/21/62
[1406] Nebe, 9
[1407] Ayette geçen “subat” kelimesi, rahatlık ve huzur anlamındadır. Zira bedensel güçlerin, uyanıkken nefsin bedendeki tasarrufundan ortaya çıkan sıkıntı ve yorgunluktan huzura ve rahatlığa kavuşma sebebidir. (el-Mizan, c. 20, s. 162)
[1408] Gurer'ul-Hikem, 1461
[1409] Fakih, 4/402/5865
[1410] Bihar, 62/316
[1411] A’lam’ud-Din, 311
[1412] Gurer'ul-Hikem, 1371
[1413] el-Hisal, 338/84
[1414] a.g.e. 296/64
[1415] Zümer, 42
[1416] Kenz'ul-Ummal, 39321
[1417] el-İhtisas, 218
[1418] el-Hisal, 28/99
[1419] Tuhuf'ul-Ukul, 302
[1420] Kıses’ul-Enbiya, 163/185
[1421] Emali’es-Seduk, 322/4
[1422] Tefsir-i Ayyaşi, 2/115/149
[1423] el-Kafi, 5/84/2
[1424] a.g.e. h. 3
[1425] a.g.e. 1
[1426] Nehc'ül-Belağa, 440. hikmet; 241. hutbe
[1427] Gurer'ul-Hikem, 4416
[1428] a.g.e. 8827
[1429] ed-Derret’ul-Bahire, 43
[1430] Bihar, 81/153/8
[1431] el-Kafi, 8/213/259
[1432] Emali’es-Seduk, 452/2
[1433] Emali’es-Seduk, 345/1
[1434] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/69/320
[1435] Sevab’ul-A’mal, 35/1
[1436] Bihar, 76/183/7
[1437] a.g.e. s. 182/6
[1438] Mean’il-Ahbar, 234/1
[1439] el-Hisal, 229/67
[1440] Bihar, 76/190/21
[1441] Emali’es-Seduk, 22/3
[1442] el-Hisal, 631/10
[1443] Bihar, 76/196/12
[1444] İlel’uş-Şerayi’, 589/34
[1445] Fatır suresi, 41. ayet
[1446] Sevab’ul-A’mal, 183/1
[1447] el-Hisal, 263/140
[1448] a.g.e. 613/10
[1449] Al-i İmran, 190-200
[1450] a.g.e. 625/10
[1451] Bihar, 76/218/25
[1452] İsra, 84
[1453] Gurer'ul-Hikem, 1040
[1454] a.g.e. 292
[1455] el-Fakih, 4/400/5859
[1456] el-Kafi, 2/85/5
[1457] Tefsir-i Kummi, 2/26
[1458] İmamın niyet amelin kendisidir sözü unvan ile unvan sahibinin bir olduğuna işaret etmektedir. (Tefsir’ul-Mizan, c. 13, s. 212
[1459] Vesail’uş-Şia, 1/36/5
[1460] Kenz'ul-Ummal, 7245
[1461] a.g.e. 7242
[1462] el-Mehasin, 1/409/929
[1463] Kenz'ul-Ummal, 7258
[1464] Gurer'ul-Hikem, 6743
[1465] el-Kafi, 2/84/1
[1466] Gurer'ul-Hikem, 10771
[1467] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1468] A’raf suresi, 58. ayet
[1469] En’am suresi, 19. ayet
[1470] Rum suresi, 30. ayet
[1471] Abese suresi, 20. ayet
[1472] Necm suresi, 39-41. ayetler
[1473] Bakara suresi, 6-7. ayetler
[1474] Fatır suresi, 19-22. ayetler
[1475] Nur suresi, 26. ayet
[1476] Tefsir’ul-Mizan, 13/189
[1477] Kenz'ul-Ummal, 7272
[1478] et-Terğib ve't-Terhib, 1/56/15
[1479] Emali’et-Tusi, 618/1274
[1480] Kenz'ul-Ummal, 10777
[1481] a.g.e. 10778
[1482] Müstedrek’ül-Vesail, 11/18/12315
[1483] et-Terğib ve't-Terhib, 3/63/10
[1484] Gurer'ul-Hikem, 1624
[1485] a.g.e. 1265
[1486] et-Terğib ve't-Terhib, 1/57/18
[1487] Kenz'ul-Ummal, 7261
[1488] Nehc'ül-Belağa, 12. hutbe
[1489] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/250
[1490] Bihar, 102/167/6
[1491] İlel’uş-Şerayi’, 524/1
[1492] Mekarim'ul-Ahlak, 2/378/2661
[1493] et-Terğib ve't-Terhib, 1/60/27
[1494] el-Kafi, 2/85/3
[1495] a.g.e. s. 196/14
[1496] Nehc'ül-Belağa, 190. hutbe
[1497] et-Terğib ve't-Terhib, 1/60/25
[1498] Gurer'ul-Hikem, 6193
[1499] a.g.e. 9186
[1500] A’lam’ud-Din, 301
[1501] Bihar, 70/211/34
[1502] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup
[1503] Kenz'ul-Ummal, 7236
[1504] a.g.e. 7237
[1505] a.g.e. 7271
[1506] el-Kafi, 2/84/2
[1507] Kenz'ul-Ummal, 7269
[1508] Emali’et-Tusi, 454/1013
[1509] Kenz'ul-Ummal, 7270
[1510] İlel’uş-Şerayi’, 524/1
[1511] a.g.e. 524/2
[1512] Tuhuf'ul-Ukul, 212
[1513] Bihar, 70/210/31
[1514] Gurer'ul-Hikem, 5297
[1515] el-Kafi, 2/343/3
[1516] Ahzap suresi, 4. ayet
[1517] el-bihar, 70/193
[1518] Mekarim'ul-Ahlak, 2/370/2661
[1519] Bihar, 70/210/32
[1520] Sahifet’us-Seccadiye, s. 48, 9. dua
[1521] a.g.e. s. 81, 20. dua
[1522] Nehc'ül-Belağa, 53. mektup
[1523] Gurer'ul-Hikem, 4806
[1524] a.g.e. 3254
[1525] a.g.e. 4766
[1526] a.g.e. 10141
[1527] a.g.e. 6236
[1528] a.g.e. 1265
[1529] a.g.e. 9094
[1530] el-Mehasin, 1/406/922
[1531] Gurer'ul-Hikem, 3703
[1532] a.g.e. 4349
[1533] a.g.e. 3289
[1534] a.g.e. 3544
[1535] a.g.e. 4817
[1536] a.g.e. 4758
[1537] A’lam’ud-Din, 309
[1538] Gurer'ul-Hikem, 2408
[1539] el-Kafi, 2/85/4
[1540] el-Mehasin, 1/407/925
[1541] Gurer'ul-Hikem, 10799
[1542] a.g.e. 5792
[1543] Kenz'ul-Ummal, 7238
[1544] Tuhuf'ul-Ukul, 396
[1545] Bihar, 70/210/32
[1546] Nehc'ül-Belağa, 178. hutbe
[1547] Gurer'ul-Hikem, 5568
[1548] a.g.e. 2729
[1549] a.g.e. 5295
[1550] a.g.e. 8311
[1551] Yani halk onun ölümüne sevinir.
[1552] a.g.e. 8314
[1553] a.g.e. 8315
[1554] a.g.e. 8313
[1555] a.g.e.6228
[1556] a.g.e. 9402
[1557] a.g.e. 4021
[1558] Bihar, 71/247/6; Sevab’ul-A’mal, 288/1
[1559] Nehc'ül-Belağa, 78. hutbe
[1560] Al-i İmran, 199
[1561] Mecme’ul-Beyan, 2/916
[1562] Ümmü Habibe Ebu Süfyan’ın kızıydı ve eşi Abdullah b. Cahş ile Habeşistan’a hicret etmişti. Abdullah Habeşistan’da Hıristiyan oldu ve bu din üzere Habeşistan’da vefat etti. Ama Ümmü Habibe İslam dininde baki kaldı. Resulullah (s.a.a) onunla evlendi. (A’lam’un-Nisa, Ali b. İbrahim’in tefsirinin dipnotundan naklen)
[1563] Tefsir-i Kummi, 1/176
[1564] et-Tabakat’il-Kubra, 1/203
[1565] a.g.e. s. 207
[1566] Müzzemmil, 10
[1567] Hirekl veya Hirkil olarak bilinen hükümdar Rum imparatoruydu. Dinarı basan ve biatı çıkaran ilk kimseydi.
[1568] Kurezi, Kurze’ye mensuptur ve Muhammed b. Ka’b b. Selim b. Esed, Ebu Hamza Kurezi Medeni’dir ve Medine’nin şahsiyetlerinden biri olup bir müddet Kufe’de yaşamıştır. O kırkıncı yılda dünyaya gelmiş ve yüzyirmi yılda da Medine’de vefat etmiştir. Bir görüşe göre de bu tarihten daha önce vefat etmiştir. O İbn-i Abbas, İbn-i Ömer ve diğerlerinden rivayet etmiştir. (Bihar’ul-Envar’ın dipnotundan naklen)
[1569] Bihar, 19/38/6
[1570] Bakara suresi, 207. ayet
[1571] a.g.e. 19/39/6
[1572] Bureyde b. Hatib, Sehl-i Eslemi’nin babasıdır. (Bihar’ın dipnotundan naklen)
[1573] Bihar, 19/40/6
[1574] Kenz'ul-Ummal, 46301
[1575] a.g.e. 46324
[1576] a.g.e. 46278
[1577] a.g.e. 46251
[1578] a.g.e. 46252
[1579] Kenz'ul-Ummal, 46277
[1580] a.g.e. 46250
[1581] a.g.e. 46260
[1582] a.g.e. 46248
[1583] a.g.e.46274
[1584] Nehc'ül-Belağa, 189. hutbe
[1585] el-Kafi, 8/148/126
[1586] Mean’il-Ahbar, 239/3
[1587] Kenz'ul-Ummal, 46262
[1588] a.g.e. 46298
[1589] Mecme’ul-Beyan, 3/153
[1590] Müddessir, 5
[1591] Kenz'ul-Ummal, 46263
[1592] a.g.e. 46264
[1593] a.g.e. 3935
[1594] a.g.e. 65
[1595] a.g.e. 46261
[1596] a.g.e. 676
[1597] a.g.e. 17
[1598] a.g.e. 46265
[1599] a.g.e. 46266
[1600] a.g.e. 46265
[1601] a.g.e. 5589
[1602] Nisa, 97
[1603] Ankebut, 56
[1604] Zümer, 10
[1605] Tefsir-i Kummi, 2/151
[1606] Mecme’ul-Beyan, 8/455
[1607] a.g.e. 3/153
[1608] Nahl suresi, 28. ayet
[1609] Nahl suresi, 28-30. ayetler
[1610] Tefsir’ul Mizan, 5/48
[1611] a.g.e 16/144
[1612] İslam’ın ilk yıllarında hicretten sonra taarrub, Müslümanların Mekke’den ve diğer küfür beldelerinden islami beldere hicret ettikten sonra küfür diyarlarına yeniden geri dönüşlerine denmektedir. Bu büyük günahlardan biri olup, irtidat mesabesindedir. Ama İmamların (a.s) asrında ve gaybet döneminde tarrub ise küfür diyarında olan bir Müslümanın İslam’ın hükümlerini öğrenmekten mazur olması ve onun böylesi topraklarda yaşaması büyük günahlardan sayılmaktadır. Bazı alimler ise taarrubu daha geniş bir anlamda tutmuş ve hatta bir ilmi tahsil etmekle meşgul olan, sonra onu terk eden kimseye de şamil kılmışlardır. (Usul-i Kafi, c. 3, dipnottan naklen)
[1613] Vesail’uş-Şia, 11/75/1
[1614] a.g.e. 11/77/7
[1615] Nevadir’ur-Ravendi, 23
[1616] Nihaye, c. 3, s. 280’de şöyle denilmiştir: “Peygamberin (s.a.a) bunların müslüman olduğunu duyunca onlara diyetin yarısını ödemelerini emretti. Bunun sebebi de onların kafirlerin arasında yaşamakla canları aleyhine yardım etmeleriydi ve onlar kendi cinayetleri ve diğer bir şahsın vasıtasıyla öldürülen kimse gibidir. Bu yüzden de kendi cinayetlerinin diyet payı düşmektedir.
[1617] el-Kafi, 5/43/1
[1618] Kenz'ul-Ummal, 46296
[1619] a.g.e. 46253
[1620] Müstedrek’ül-Vesail, 11/89/12489
[1621] Vesail’uş-Şia, 11/76/5
[1622] a.g.e. s. 75/2
[1623] Mean’il-Ahbar, 265
[1624] Emali’et-Tusi, 45/54
[1625] Nehc'ül-Belağa, 192. hutbe
[1626] Meryem, 46
[1627] Kenz'ul-Ummal, 24789
[1628] et-Terğib ve't-Terhib, 3/457/10
[1629] Gurer'ul-Hikem, 6152
[1630] Bihar, 77/89/3
[1631] el-Kafi, 2/346/7
[1632] et-Terğib ve't-Terhib, 3/457/11
[1633] el-Kafi, 2/345/6
[1634] el-Kafi, 2/344/1
[1635] et-Terğib ve't-Terhib, 3/458/17
[1636] a.g.e. s. 459/18
[1637] a.g.e. s. 460/20
[1638] Bihar, 75/188/11
[1639] el-Kafi, 2/344/2
[1640] Kenz'ul-Ummal, 24791
[1641] a.g.e. 24793
[1642] et-Terğib ve't-Terhib, 3/454/1
[1643] et-Terğib ve't-Terhib, 3/455/4
[1644] a.g.e. s. 457/7
[1645] et-Terğib ve't-Terhib, 3/457/8
[1646] a.g.e. h. 12
[1647] a.g.e. h. 13
[1648] Bihar, 75/188/10
[1649] el-Kafi, 2/345/5
[1650] et-Terğib ve't-Terhib, 3/455/2
[1651] a.g.e. s. 456/6
[1652] Ta-Ha, 50
[1653] Nur, 35
[1654] Tefsir’ul-Mizan, 14/166
[1655] Bihar, 4/15/1
[1656] Nehc'ül-Belağa, 163. hutbe
[1657] İnsan, 3
[1658] Beled, 10
[1659] Gurer'ul-Hikem, 2891
[1660] Gurer'ul-Hikem, 10010
[1661] a.g.e. 4186
[1662] a.g.e. 7388
[1663] Bihar, 5/196/4
[1664] a.g.e. s. 302/8
[1665] a.g.e.s. 196/6
[1666] el-Mehasin, 1/370/805
[1667] Nehc'ül-Belağa, 20. hutbe
[1668] a.g.e. 110
[1669] a.g.e. 76
[1670] a.g.e. 94
[1671] a.g.e. 4
[1672] a.g.e. 164
[1673] a.g.e. 87
[1674] Nehc'ül-Belağa, 201. hutbe
[1675] a.g.e. 215
[1676] Maide, 32
[1677] el-Kafi, 2/210/1
[1678] a.g.e. s. 211/3
[1679] a.g.e. h. 2
[1680] Yani öldürülenin yerine kısas olarak onu öldürmez. (Bihar’ın dipnotundan naklen)
[1681] Bihar, 2/21/60
[1682] a.g.e. h. 61
[1683] el-Kafi, 5/28/4
[1684] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 4/13
[1685] Kenz'ul-Ummal, 362
[1686] a.g.e. 28713
[1687] Bihar, 14/40/26
[1688] Vesail’uş-Şia, 11/448/5
[1689] Bihar, 2/19/52
[1690] a.g.e. s. 24/76
[1691] Kasas, 56
[1692] Kenz'ul-Ummal, 546
[1693] Emali’es-Seduk, 90/1
[1694] Teğabün, 11
[1695] Bakara, 2
[1696] Ra’d, 27
[1697] Al-i İmran, 101
[1698] Ankebut, 69
[1699] Bihar, 69/399/92
[1700] Gurer'ul-Hikem, 8071
[1701] a.g.e. 10011
[1702] a.g.e. 10012
[1703] a.g.e. 10013
[1704] a.g.e. 10015
[1705] a.g.e. 10016
[1706] Nehc'ül-Belağa, 211. hikmet
[1707] Gurer'ul-Hikem, 10460
[1708] a.g.e. 7672, 7735, 7736
[1709] Bihar, 5/204/33
[1710] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1711] a.g.e. 222
[1712] a.g.e. 373. hikmet
[1713] a.g.e. 227. hutbe
[1714] Kasas, 50
[1715] Maide, 67
[1716] Münafıkun, 6
[1717] Gafir, 28
[1718] Zümer, 3
[1719] Gurer'ul-Hikem, 7001
[1720] Nehc'ül-Belağa, 7. mektup
[1721] Nehc'ül-Belağa, 70. mektup
[1722] a.g.e. 87. hutbe
[1723] İbrahim, 27
[1724] Gafir, 74
[1725] a.g.s, 34
[1726] Bakara, 26
[1727] Bihar, 5/199/21
[1728] el-Kafi, 8/52/16
[1729] Nehc'ül-Belağa, 28. hutbe
[1730] İsra, 9
[1731] Gurer'ul-Hikem, 1664
[1732] a.g.e. 10010
[1733] Nehc'ül-Belağa, 176. hutbe
[1734] Bihar, 77/368/34
[1735] Nehc'ül-Belağa, 147. hutbe