Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mizan’ul
Hikmet (hikmetin ölçüsü) benim, Ali de onun dilidir.” (İhkak’ul Hak,
6/46)
14. Cilt
Muhammed Muhammedi
REYŞEHRİ
Çeviri
Kadri ÇELİK
Tatbik
Nuri
DÖNMEZ
E-Kitap: http://gadir.free.fr
İçindekiler
533.
Konu
el-Hediyye
Hediye-Armağan
F Bihar, 75/44,
38. Bölüm; el-Hediye
F Bihar,
103/188, 3. Bölüm; el-Hediye
F Kenz'ul-Ummal,
5/817, el-Hediye
F Vesail’uş-Şia,
12/212, 88. Bölüm; İstihbab’ul-İhda
bak.
F 458. Konu,
el-Kerem; el-Ayb, 3016. Bölüm; el-İd, 3006. Bölüm; el-Akl, 2816. Bölüm;
el-Hadis, 13538. Bölüm
Kur'an
:
“Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin
ne ile döneceklerine bakayım” dedi.”[1]
21172. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hediyeleşin ki birbirinizi sevesiniz
ve birbirinize hediye verin, zira hediyeleşmek kini giderir.” [2]
21173. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birbirinizle
hediyeleşin ki kalpleriniz birbirine karşı sevgiyle dolsun. Zira
hediye kinleri ortadan kaldırır.”[3]
21174. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birbirinize hediye götürünüz. Zira hediye
kötülük dilemeleri kalpten çıkarır, düşmanlık kinlerini ve
nefreti yok eder.”[4]
21175. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hediye vermek kinleri göğüslerden
çıkarır.”[5]
21176. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hediyeleşmek sevgi doğurur,
kardeşliği korur, kinleri ortadan kaldırır. Birbirinizle
hediyeleşin ki birbirinizi sevesiniz.” [6]
21177. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer Müslüman
kardeşime kendisine fayda verecek bir hediyede bulunacak olursam bu benim
nezdimde o hediyenin benzerini sadaka vermekten daha sevimlidir” [7]
21178. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İmama hediye vermek
hıyanettir.”[8]
21179. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Valilere hediye vermek, bütünüyle
haramdır.”[9]
21180. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Memurlara verilen hediye tümüyle
haramdır.”[10]
21181. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kardeşi için aracılık
eder ve o da bu aracılığı sebebiyle kendisine bir hediye
götürür, o da bu hediyeyi kabul ederse, şüphesiz faiz
kapılarından büyük bir kapıya girmiş olurlar.”[11]
21182. Ebu
Hamid es-Saidi şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) Ben-i Esed kabilesinden
İbn-i Utbiyye adlı birini zekat toplamakla görevlendirdi. O zekat
mallarını getirince şöyle arzetti: “Bu sizin içindir, bu da bana
hediye edilmiştir.”Allah Resulü (s.a.a) minbere çıktı… Allah’a
hamdu sena ettikten sonra şöyle buyurdu: “Ne olmuş da memur
gönderiyorum geri geldiğinde şöyle diyor: “Bu sana aittir, bu da
bana! Neden anne babasının evinde oturduğu takdirde kendisine
hediye getirilip getirilmediğine bakmıyor. Canım elimde olana
yemin olsun ki o memur aldığını kıyamet gününde her ne
kadar güçlü bir deve böğüren bir inek veya meleyen bir koyun da olsa
sırtında taşıyacaktır.”[12]
21183. İmam
Ali (a.s) zulümden beri olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: “Bundan daha da
ilginç bir şey oldu: Bir gece yarısı, birisi (Eşas b. Kays
el-Kindi ki dinden döndüğü, sonradan Harici olduğu rivayet edilir)
kapımızı çalarak kapalı bir kab içinde helva getirdi. O
helvadan tiksindim. Adeta yılan kusmuğu veya zehiriydi. “Bu hediye
midir, yoksa zekat veya sadaka mıdır?” diye sordum. “Eğer sadaka
veya zekat ise bu biz Ehl-i Beyt'e haram kılınmıştır”dedim.
“Bu ne zekattır ve ne de sadakadır; bu bir hediyedir” dedi. “Anan,
ağlasın sana! Allah’ın diniyle gelip beni tuzağa mı
düşüreceksin? Aklını mı kaybettin, şeytan mı
çarptı, yoksa sayıklıyor musun!” dedim. “Vallahi,
karıncanın ağzındaki arpanın kabuğunu alarak
Allah’a isyan etmem için bana yedi iklim ve göklerin altında-kiler verilse
gene de kabul etmem.”[13]
21184. İmam
Ali (a.s), Şam’a giderken kendisini görmeye gelen kendileriyle birlikte
birkaç tatar atı getiren ve yanısıra yaya olarak koşan
Enbar çiftçilerine şöyle buyurmuştur: “Bu beraberinizde
getirdiğiniz atlar niçindir ve yaptığınız bu
işten maksadınız nedir?” Onlar şöyle arzettiler: “Bu bizim
emirlerimize saygı ve ihtiram olarak yaptığımız resmi
bir iştir. Bu atları da size hediye için getirdik. Müslümanlar için
de yiyecek temin ettik, hayvanlarınız için de bol miktarda ot
getirdik.”İmam şöyle buyurdu: “Bunun saygı ve ihtiram olarak
yaptığınız resmi bir iş olduğu sözünüze gelince
biliniz ki Allah’a yemin olsun ki bu davranışınızın
emirlere hiç bir faydası yoktur. Sizde bu iş sebebiyle can ve
ruhunuzu sıkıntıya düşürmektesiniz. O halde artık bu
işi tekrar etmeyin. Ama atlara gelince, eğer isterseniz onları
sizden kabul ederim ve vergilerinizin yerine sayarım, onları sizden
alırım. Ama bizler için hazırladığınız
yemeğe gelince, biz sizin malınızdan değerini ödemedikçe
bir şey yemeyi hoş görmeyiz.” Onlar şöyle arzettiler: “Ey
Müminlerin Emiri! Biz ona kıymet koyarız, daha sonra da değerini
sizden alırız.”İmam şöyle buyurdu: “Bu taktirde sizler
gerçek kıymetini söylemezsiniz. O halde biz beraberimde olan azık ile
yetiniriz.”Onlar şöyle arzettiler: “Ey Müminlerin Emiri! Bizim araplar
arasında dostlarımız ve tanıdıklarımız
vardır. Acaba bizi onlara hediye vermekten veya onları bizim hediyelerimizi kabul etmekten
sakındırıyor musun?” İmam şöyle buyurdu: “Bütün
araplar, dostlarınızdır. Hiç bir müslüman sizin hediyenizi kabul
etmemelidir. Eğer birisi sizden zorla alırsa bize haber verin.”Onlar
şöyle arzettiler: “Ey Müminlerin Emiri! Biz hediye ve
ikramımızı kabul etmenizi istiyoruz.”İmam şöyle
buyurdu: “Eyvahlar olsun size! Biz sizden müstağniyiz.”Daha sonra
onları terk etti ve yoluna devam etti.”[14]
Bak. Et-Tazim, 2753. Bölüm
21185. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir hükümdar,
sorunlarını ve ihtiyaçlarını kendisine iletmeleri için
halka imkan ve izin vermediği taktirde, kıyamet günü de Allah
ihtiyaçlarını kendisine iletmesine izin vermez. Eğer bir
hükümdar hediye kabul ederse o hıyanet etmiş olur. Eğer
rüşvet alırsa, müşriktir.”[15]
21186. İmam
Ali (a.s), Allah-u Teala’nın, “Çok haram mal yerler” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu kimseden maksat,
kardeşinin sorununu gideren ve ardından onun hediyesini kabul eden
kimsedir.”[16]
21187. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Bu kavim mallarıyla aldanacak,
dinleriyle Rablerine minnet etmeye kalkışacak, rahmetini dileyecek,
azabından emin olacak, haramını yalancı şüpheler ve
gaflete düşürücü isteklerle helal kılacaklar. Böylece içkiye nebiz
(şıra), rüşvete hediye, faize alışveriş
adını takarak helal sayacaklar.”[17]
bak. 188. Konu, er-Rüşvet
21188. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biz hiç bir müşriğin hediyesini
kabul etmeyiz.”[18]
21189. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biz müşriklerin hediyesini kabul
etmeyiz.”[19]
21190. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben müşriklerin ihsanını
hoş görmem.”[20]
21191. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Resulü (s.a.a)
müşriklerin hediyesini kabullenmekten sakındırdı.
Maksadı Müslümanlara savaş açan müşriklerin hediyeleriydi.”[21]
21192. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mülaib’ul-Esinne (adındaki
meşhur bir savaşçı) Allah Resulü (s.a.a) için bir hediye
getirdi. Peygamber ona İslam’ı kabul etmeyi teklif etti, ama o
müslüman olmaktan sakındı, Peygamber şöyle buyurdu: “Ben bir
müşriklerin hediyesini kabul etmem.”[22]
21193. Resulullah
(s.a.a), kendisine bir hediye getiren İyaz b. Himar’il-Mücaşi’i’ye
şöyle buyurmuştur: “Müslüman oldun mu?” O, “hayır” dedi.
Peygamber şöyle buyurdu: “Ben müşriğin
bağışını kabullenmekten
sakındırıldım.”[23]
21194. Resulullah
(s.a.a), müslüman olmadan önce kendisine bir at hediye etmek isteyen birine
şöyle buyurmuştur: “Ben müşriklerin
bağışını hoş görmem.”[24]
21195. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyaz, cahiliye
zamanında önemli ve makam sahibi birisiydi. Ukaz ehli için hakimlik
ediyordu. O Mekke’ye girdiği zaman, günahla kirlenmiş pis
elbiselerini bedeninden çıkarıyor, Resulullah’ın (s.a.a)
elbiselerini temiz olduğu için
alıyor, giyiniyor ve Ka’beyi tavaf ediyor, tavafı bittiği
zaman da Peygamber’e (s.a.a) geri veriyordu. Peygamber (s.a.a) güçlenince de
İyaz kendisi için bir hediye getirdi ve Resulullah (s.a.a) onun
hediyesinin kabulden sakındı ve şöyle buyurdu: “Ey İyaz!
Eğer müslüman olsaydın, hediyeni kabullenirdim. Aziz ve celil olan
Allah benim müşriklerin hediyesini kabulümü hoş görmez.”Daha sonra
İyaz İslam’ı kabul etti iyi ve gerçek bir müslüman oldu.
Peygamber’e bir hediye takdim etti, Peygamber de onu kabul buyurdu.”[25]
21196. İbrahim
Kerhi şöyle diyor: “İmam Sadık’a (a.s) şöyle sordum:
“Bir şahıs, büyük bir beldenin sahibidir, mehregan, veya nevruz
bayramı olduğunda büyükleri ona bir takım hediyeler
getiriyorlar, elbette onlar bu iş ile mükellef değillerdir, aksine bu
işleriyle kendilerini ona yakınlaştırmak istiyorlar. (bu
hediyelerin hükmü nedir?)” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
“Onlar namaz kılan kimseler değiller midir?” Ben şöyle arzettim:
“Evet.” İmam şöyle buyurdu: “O halde hediyelerini kabullenmeli ve
buna karşılık da onlara hediye vermelidir. Zira Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir Müslüman bir koyunun
paçasını dahi hediye getirse onu kabul ederim. Bu dinin bir
parçasıdır. Eğer kafir ve münafık birisi, bana bir deve
dolusu hediye getirecek olursa, onu kabul etmem. Bu da dinin bir
parçasıdır. Aziz ve celil olan Allah, benim için müşriklerin ve
münafıkların bağışlarını ve yiyeceklerini
kabul etmeme rızayet göstermemiştir.”[26]
21197. Hekim
b. Hizam şöyle diyor: “Yemen’e yolculuk ettim, bir Zuyezen elbisesini
aldım ve onu Resulullah (s.a.a) ile Kureyş arasındaki
ilişkilerin bozulduğu bir dönemde kendisine hediye ettim. Peygamber
şöyle buyurdu: “Ben hiç bir müşriğin hediyesini kabul
etmem.”Böylece onu redetti, ben o elbiseyi sattım, Peygamber onu aldı
ve giydi.”[27]
21198. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bana her ne kadar bir ineğin veya
koyunun paçası hediye edilse de onu kabul ederim.”[28]
21199. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir inek veya koyun
paçasını yemeye bile davet edilsem kabul ederim, eğer bana bir
paça bile hediye edilse onu kabul ederim.”[29]
21200. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bana bir paça bile hediye
edilse onu kabule derim. Eğer bir kol bile yemeye davet edilsem kabul
ederim.”[30]
21201. Ayşe
şöyle diyor: “Peygamber hediyeyi kabul ediyor ve ona
karşılık ödül veriyordu.”[31]
21202. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın kardeşine
saygısı onun hediyesini kabul etmesi, nezdinde olan şeyleri ona
hediye etmesi ve ona bir şey hediye etmek için kendisini zahmete
düşürmemesidir.”[32]
21203. Resulullah
(s.a.a) acıdığından dolayı fakir bir kadının
hediyesini kabul etmeyen Aişe’ye şöyle buyurmuştur: “Neden onu kabul
etmedin ve kendisini aşağıladığını
düşünmemesi için ona mütekabilen hediyede bulunmadın? Ey Aişe
mütevazi ol! Zira Allah tevazu sahiplerini sever ve mütekebbir kimselerden
nefret eder.”[33]
bak. el-Kerem, 3478. Bölüm
21204. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hediye üç çeşittir: Telafi eden
hediye, rüşvet ve dalkavukluk hediyesi ve aziz ve celil olan Allah için
hediye.”[34]
21205. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hediye üç çeşittir:
Telafi etme hediyesi, rüşvet ve dalkavukluk hediyesi ve aziz ve celil olan
Allah için hediye.” [35]
21206. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “En iyi hediye veya en iyi
bağış kulun işittiği daha sonra öğrendiği daha
sonra da başkalarına öğrettiği hikmetli sözdür.”[36]
21207. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslümanın kardeşine
verdiği en iyi hediye, Allah’ın kendisiyle hidayetini
artırdığı ve onu helak olmaktan kurtardığı
hikmet dolu sözdür.”[37]
21208. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslümanın kardeşine
verdiği en iyi hediye, Allah-u Teala’nın kendisiyle hidayetini
arttırdığı veya helak ve yok olmaktan koruduğu hikmet
dolu sözdür.”[38]
21209. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İşittiğin hikmet dolu söz,
ne de güzel bir bağış ve nede güzel bir hediyedir!”[39]
21210. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğüt ne de güzel
bir hediyedir.”[40]
21211. Cebrail
(a.s) Peygamber’e (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
Resulü! Allah Tebareke ve Teala beni daha önce hiç kimseye vermediği bir
hediyeyle sana doğru göndermiştir.”Resulullah şöyle buyurdu:
“Ben şöyle dedim: “O nedir?” Cebrail şöyle buyurdu: “Sabır ve
ondan daha iyisi.”Ben şöyle dedim: “O diğeri nedir?” Cebrail
şöyle buyurdu: “Mutluluk ve ondan daha iyisi.” Ben şöyle dedim: “O
diğeri nedir?” Cebrail şöyle buyurdu: “Zühd ve ondan daha iyisi.”Ben
şöyle dedim: “O nedir?” Cebrail şöyle buyurdu: “İhlas ve ondan
daha iyisi” Ben, “O nedir?” diye sordum. Cebrail, “yakin ve ondan daha iyisi”
diye buyurdu. Ben, “O nedir?” diye sordum. Cebrail, “Basamakları aziz ve
celil olan Allah’a tevekkül etmektir.”diye buyurdu. Ben, “Aziz ve celil olan
Allah’a tevekkül nedir?” diye sordum. Cebrail
şöyle buyurdu: “Yaratığın ne zarar verebildiğini, ne
fayda verebildiğini, ne bir şey verebildiğini, ne bir şeyi
engelleyebildiğini, bilmek ve insanlardan ümidini kesmektir…”[41]
bak. el-ayb, 3016. Bölüm
21212. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bağışladığı
şeyi geri alan kimse kustuğunu yutan kimse gibidir.”[42]
21213. Resulullah
(s.a.a) Müslüman savaşçılarından birine Allah yolunda cihat
etmesi için at bağışlayan ve sonra da onu ucuz bir fiyata
satacağı düşüncesiyle ondan geri almak isteyen Ömer b. Hattab’a
şöyle buyurmuştur: “Onu alma, verdiğin sadakanın bir
dirhemini bile sana verecek olsa dahi geri alma. Zira sadakasını geri
alan kimse, kustuğunu yiyen kimse gibidir.”[43]
21214. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim sadaka verir de
o sadaka kendisine geri çevirilirse, onu ne satsın, ne de kendisi istifade
etsin. Çünkü o mal ortağı olmayan bir mal olacak kadar verilmiş
şeylerdendir. Zira o sadaka hakikatte azad edilmiş bir köle gibidir.
Onu azad ettikten sonra artık onu alması, onu köle edinmesi ve onu
geri çevirmesi doğru değildir.”[44]
21215. İmam
Sadık (a.s) fakire vermek için kapının önüne
çıktığında fakirin gittiğini gören kimse hakkında
şöyle buyurmuştur: “Onu başka bir fakire vermeli ve (o
malı) malına geri
çevirmemelidir.”“ [45]
bak. Vesail'uş Şia, 13/337-341, 5-9.
Bölümler
21216. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Seni ziyaret etmeyen
kimseyi ziyaret et ve sana hediye vermeyen kismeye hediye ver.”[46]
bak. el-İhsan, 866. Bölüm, el-Hayr, 1170.
Bölüm; el-Hulk, 1102. Bölüm; en-Nübüvvet, 3831. Bölüm; el-Mukafat, 3505. Bölüm;
er-Rahim, 1466. Bölüm; el-İnsaf, 3876. Bölüm
Mübarek Mekanlara Hediye Vermek
21217. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer iki akan nehir
altın ve gümüşüm de olsa Ka’be’ye en küçük bir şey hediye etmem.
Çünkü bu hacılara nasip olmaktadır, fakirlere değil.”[47]
21218. Yasin
şöyle diyor: “İmam Bakır’ın (a.s) şöyle
buyurduğunu işittim: “Bir grup Mısır’dan geldiler, bu
esnada onlardan biri vefat etti, ama ölmeden önce bir şahsa malından
bin dirhemi Ka’be’ye takdim etmesini vasiyet etti. O şahıs Mekke’ye
girdiğinde o parayı kime vereceği hakkında
araştırmada bulundu. Ona Beni Şeybe’yi tanıttılar. O
şahıs Beni Şeybe’nin yanına gitti, konuyu ona söyledi, beni
Şeybe şöyle dedi: “Sen görevini yerine getirdin, dirhemleri bize
ver.”O şahıs kalktı, insanlardan soruşturdu, ona Ebu Cafer
Muhammed b. Ali’yi (a.s) gösterdiler.”İmam Bakır (a.s) şöyle
buyurdu: “O şahıs yanıma geldi, o dirhemlerin teklifini bana
sordu. Ben de ona şöyle dedim: “Ka’be’nin böyle şeylere ihtiyacı
yoktur. Bu evi ziyarete gelen ve yolda kalan veya harçlığı biten
veya devesini kaybeden veya ailesinin yanına dönecek bir şeyi olmayan
kimseyi bul. O dirhemleri sana bu zikrettiğim kimselere ver.”O
şahıs Ebu Şeybe’nin yanına geri döndü. Ebu Cafer’in (a.s)
sözünü onlara bildirdi. Beni Şeybe şöyle dedi: “O şahıs
sapık ve bid’at ehlidir, bilgisi yoktur. Onun sözlerine kulak vermemek
gerekir. Bu evin ve falan falan şeylerin hakkı için sana ant
içiriyoruz ki bu sözlerimizi ona bildir.”O şahıs şöyle diyor:
“Ebu Cafer’in (a.s) yanına döndüm ve şöyle dedim: “Ben Beni
Şeybe’yi görmeye gittim, sizin sözlerinizi onlara ilettim. Ama sizin
şöyle şöyle olduğunuzu, birşey bilmediğinizi söyledi.
Sonra da bana Allah’a ant içirerek söyledikleri şeyleri sizlere ulaştırmamı
isted.” İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Ben de sana
onların ant içirdiği şeye ant içiriyorum ki onların
yanına gidip şöyle de: “Ben şu kadar biliyorum ki eğer
müslümanların işinden bir işin idareciliğini üstlenecek
olursam, onların (Beni Şeybe’nin) ellerini keserim, Ka’be’nin
perdelerine asarım, kendilerini bir platformun üstüne
çıkarırım. Sonra da bir münadiye söyle nida etmesini emrederim:
“Bilin ki bunlar, Allah’ın (malının)
hırsızlarıdır, onları tanıyınız.”[48]
bak. el-Bihar, 99/66. Bölüm; 6. Bölüm,
İlel'uş Şerai, 408, 147. Bölüm
21219. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu düz durmuştur. Doksan
dokuz ölüm sebebi yanına dizilmiştir. Bu ölüm sebepleri ona isabet
etmediği taktirde yaşlılık çağına
ulaşır.”[49]
21220. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Uzun hayatın ürünü
hastalık ve yaşlılıktır.”[50]
21221. İmam
Ali (a.s), nimetlerin çeşitlerini hatırlama konusunda şöyle
buyurmuştur: “Sizlere müddetini gizlediği ömürler tayin ve takdir
etmiştir. Sizden önce gelip geçenlerin yaşayıp ömür sürdükleri
alanlarda, ölüm kemendi boğazlarına atılıp yok edilmeden
önce mühlet bulup yaşadıkları mekanlarda sizler için ibretler
bırakmıştır. Ölüm onları muratlarına
erişmeden sürüp götürdü. Ecelleri dağıtıp perişan
etti. Onlar bedenleri sağ salimken, gençlik fırsatı
ellerindeyken ibret almamışlardı. Acaba gençliklerinin en güzel
çağlarını yaşayanlar ihtiyarlıklarının
düşkünlüğünü; afiyet içinde yaşayanlar hastalık
zamanını mı beklerler?” [51]
21222. İmam
Ali (a.s), cennetin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Orada
birbirinden üstün dereceler, birbirinden ayrı, durulacak menziller
vardır. Ne nimetleri biter tükenir, ne de halkı başka yere
göçer. Orada ebedi kalan yaşlanmaz.”[52]
Yaşlılık Zamanında Gençleşen Şey
21223. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsan yaşlandığı
halde onda iki şey gençleşir: İhtiras ve arzu.”[53]
21224. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu yaşlandıkça
onda iki şey gençleşir: Mal servet ihtirası ve yaşama
hırsı.”[54]
bak. Eş-Şeyb, 2145. Bölüm; 9920. Hadis
21225. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hüzün
yaşlılığın yarısıdır.”[55]
21226. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hüzün iki
yaşlılıktan biridir.”[56]
21227. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hüzün bedeni eritir.”[57]
21228. İmam
Ali (a.s), Şıkşıkiye hutbesinde şöyle
buyurmuştur: “Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle
atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı
edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla
yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de
Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete
düşer.”[58]
21229. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah da onlara elçiler
gönderdi ve insanlardan fıtri sözlerini tutmalarını istemek,
üstlerinde yüksekçe bir tavan, altlarında serilmiş bir döşek
ihya eden bir rızık, öldüren zaman ve ihtiyarlatan zorluklar. Bu kudret ayetlerindendir.” [59]
21230. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dört şey erken
yaşlılığa sebep olur: “Kurutulmuş et yemek, nemli yere
oturmak, merdivenlerden yukarı çıkmak ve yaşlı
kadınlarla cimada bulunmak.”[60]
bak. 110. Konu, el-Huzn
535.
Konu
el-Helak
Helak-Yok Olmak
F Bihar, 70/5,
41. Bölüm; el-Münciyyat ve’l-Muhlikat
bak.
F 425. Konu,
el-Felah; 508. Konu, en-Necat; 314. Konu, ez-Zalalet
Kur'an :
“Rabbin kasabaların halkına, onlara
ayetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe onları yok etmiş
değildir. Zaten biz yalnız, halkı zalim olan kasabaları yok
etmişizdir.”[61]
“Onlardan önce nice nesilleri yok
ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz
bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur
yağdırmış, altlarından ırmaklar
akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok
ettik ve artlarından başka bir nesil yetiştirdik.”[62]
“Sonra biz onlara verdiğimiz sözü yerine
getirdik, kendilerini ve dilediklerimizi kurtardık; aşırı
gidenleri ise yok ettik.”[63]
bak. Yunus, 13. Hac, 45, Enfal, 54, Kehf, 59,
Şuara, 139, Duhan, 37, İbrahim, 13
21231. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Helak edici şeyler
şunlardır: İtaat edilen cimrilik, tabi olunan heva ve heves ve
insanın kendisini beğenmesi.”[64]
21232. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç şey helak
edicidir: Kadınlara itaat etmek, gazaba boyun etmek ve şehvete tabi
olmak.”[65]
21233. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak
kılıfı giydirilmiş bidatler Allah’ın koruduğu
kimseden başkasını helak edicidir.”[66]
21234. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hasadet, yalan ve kini
terk et. Bu üçü dini lekeler ve insanı helak olmaya sürükler.”[67]
21235. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki şey helak
edicidir: Kendi görüşün esasınca insanlara fetva vermen veya bilmeden
bir şeye tabi olman.”[68]
21236. İmam
Sadık (a.s) Abdurrahmam Haccac’a şöyle buyurmuştur: “Şu iki
işten sakın. Şüphesiz helak olan bu iki işle helak
olmuştur: Kendi görüşünle insanlara fetva vermekten veya bilmeden bir
şeye tabi olmaktan.[69]
21237. İmam
Sadık (a.s) Mufazzal b. Yeviz’e şöyle buyurmuştur: “Seni iki
işten sakındırıyorum ki insanlar bu iki şey sebebiyle
helak olmuşlardır: Batıl yere (sözde) Allah’a itaat etmenden ve
bilmeyerek halka fetva vermendir.”[70]
21238. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gerçekten de dirhem ve dinar sizden
öncekileri helak etmiştir ve bu ikisi sizleri de helak edecektir.”[71]
21239. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
farklı oldukları müddetçe hayır üzeredirler ve eşit
olduklarında ise helak olmuşlardır.”[72]
21240. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bedenin hizmeti
mutluluk, istek ve mal hususunda istediklerini ona vermendir ve bu da ruhun
helak olma sebebidir.”[73]
21241. İmam
Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
helak olması üç şeydedir: Tekebbür, hırs ve haset. Zira tekebbür
dinin yok olmasına sebep olur ve bu haslet sebebiyle iblis
lanetlenmiştir. Hırs ise ruhun rüşmanıdır ve bu haslet
sebebiyle Adem cennetten kovulmuştur. Haset etmek de kötülüğe
kılavuzluk eder ve bu sebeple Kabil Habil’i öldürmüştür.”[74]
21242. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah altı grubu
altı haslet sebebiyle helak eder: Yöneticileri zulümleri sebebiyle,
Arapları taassupları sebebiyle, çiftçileri kibir sebebiyle, tacirleri
hıyanet sebebiyle, köylüleri cehalet sebebiyle ve fakihleri de hesadet
sebebiyle.”[75]
21243. İmam
Sadık (a.s), Abdullah b. Cündeb’e yaptığı tavsiyesinde
şöyle buyurmuştur: “Ey İbn-i Cündeb! Ameline güvenen kimse
helak olur, günahlar hususunda korkusuz olup Allah’ın rahmetini ümit eden
kimse ise kurtuluşa ermez.”O, (Abdullah b. Cündeb şöyle diyor: “Ben
şöyle arzettim: “O halde kim kurtuluşa erer. İmam Sadık
şöyle buyurmuştur: “Korku ve ümit arasında yaşayanlar
kurtuluşa erer. Bunların kalpleri cennet şevki ve azap
korkusuyla adeta bir kuşun pençesinde gibidir.”[76]
21244. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah
hakkında konuşursa helak olur. Herkim riyaset düşkünü olursa
helak olur ve kendini beğenmeye düçar olursa helak olur.”[77]
21245. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah ancak fakir
kardeşlerinin haklarına itina etmeyen ümmete azap etmiştir.”[78]
21246. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin helak olması üç
şeydedir: Asabiyette, kabile bağnazlığı
(milliyetçilik), kaderiye mezhebi (ne tabi olmada) ve muteber olmayan temelsiz
rivayetlerde.”[79]
21247. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sanıyorum Ebu Ubeyde’nin Bahreyn’den
bir şey getirdiğini işitmişsiniz. Müjdeler olsun size ve
sizi bekleyen mutlu geleceğe! Ümitli olun. Zira Allah’a yemin olsun ki ben
sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Benim sizler
hakkındaki korkum dünyanın sizden öncekilerin yüzüne
açıldığı gibi sizin yüzünüze de açılması ve onlar
gibi dünya hakkında birbirinizle yarışmanız ve neticedede
dünyanın sizi onlar gibi helaka sürüklemesidir.”[80]
21248. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu ümmet başlangıçta züht ve
yakin sebebiyle düzeldi. Sonunda ise cimrilik ve arzu sebebiyle helak
olacaktır.”[81]
21249. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Acizlik helak olmaya
sebep olur.”[82]
21250. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç şey helak
edicidir: Ahdi bozmak, sünneti terk etmek ve
cemaatten ayrılmak.”[83]
21251. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tamah bineğiyle
yola çıkmaktan sakın! Çünkü o, seni süratle helak suyunun
başına götürür.”[84]
21252. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekiler, ancak
uzun-uzak emellere kapılmaları, ecellerinden gafil olmaları
yüzünden helak oldular.”[85]
21253. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden önce helak
olanlar gerçekte günahlara düştükleri halde alimleri kendilerini
sakındırmadıkları için helak olmuşlardır.”[86]
21254. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekiler helak
oldular. Onlar rüşvet vererek elde etmek için insanları
haklarından mahrum kıldılar. İnsanları batıl yola
sürüklediler, onlar da peşleri sıra gittiler.”[87]
21255. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
bilirsiniz, namuslar, kanlar, ganimetler ve hükümler hususunda velayet sahibi
olanların ve Müslümanlara önderlik edenlerin cimri olması doğru
değildir... Sünneti terk eden de olmamalıdırlar; aksi taktirde
ümmeti helake sürüklerler.”(Bunların hiç birisi Müslümanların önderi
ve lideri olmaya layık değildir. )” [88]
21256. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nebinizin Ehl-i Beyt'ine
bakın, yollarına uyun, izlerini takip edin. Sizi asla doğru
yoldan çıkarmazlar, sapıklığa itmezler. Durduklarında
durun, hareket ettiklerinde hareket edin. Onlardan öne geçmeyin ki dalalete
düşersiniz ve onlardan geri kalmayın ki helak olursunuz.”[89]
21257. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kılavuzun
sapık oluşu yolu arayan kimsenin helak oluş sebebidir.”[90]
21258. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En helak edici şey
sapıklığın devam etmesidir.”[91]
21259. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Birisinin, “Bütün insanlar helak
olmuştur” diye söylediğini işittiğinizde (bilinki), kendisi
herkesten daha çok helak olmuştur.”[92]
bak. el-: Ucub, 2516. Bölüm; er-Riase, 1394.
Bölüm; er-Rahmet, 1457. Bölüm; el-Mal, 3753. Bölüm
Kur'an :
“De ki: “Allah’ın azabı size
ansızın veya açıkça gelirse, zalimlerden başkası
mı yok olur, bana bildirin?” [93]
“Peygamberlerden azim sahibi olanların
sabrettiği gibi sen de sabret; küfredenler için acele etme; onlar,
kendilerine söz verileni gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir müddeti
eğlendiklerini sanırlar. Bu bir bildiridir; yoldan
çıkmış olanlardan başkası mı yok edilir?” [94]
21260. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi ölçüsünü bilmeyen
kimse helak olmuştur.”[95]
21261. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi işini
düzenlemeyen kimse helak olmuştur.”[96]
21262. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve hevesin
saptırdığı ve şeytanın körlük yoluna
süreklediği kimse helak olmuştur.”[97]
21263. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendinden razı olan
ve nefsinin kandırıcı vesveselerine itimat eden kimse helak
olmuştur.”[98]
21264. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakıni şekke,
hakkı batıla ve ahireti dünyaya değişen kimse helak
olmuştur.”[99]
21265. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya güvenen dinini
dünyaya mehir kılan ve neticede de dünyanın döndüğü her yere kendisi
de dönen kimse helak olmuşur. O dünyayı kendisine hedef ve mabud
edinmiştir.”[100]
21266. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Haksız yere) iddia
da bulunan kimse helak olmuştur ve yalan söyleyen kimse mutsuz
olmuştur.”[101]
21267. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisine
kılavuzluk eden bir hekimi (hikmet sahibi) olmayan kimse helak
olmuştur ve kendisini savunan bir ahmakı olmayan kimse horluğa
düşer.”[102]
21268. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Kumeyl! Mal
biriktirenler, diri oldukları halde helak olmuşlardır. Ama
ulema, zaman (dünya) baki kaldıkça bakidirler.”[103]
21269. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadrini ve değerini
bilmeyen kimse helak olur.”[104]
21270. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Benim yolumda iki grup
helak olur: Aşırı giden dost ve kin besleyen düşman.”[105]
21271. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hakkın
karşısında duran helak olur.”[106]
21272. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi başına
buyruk hareket eden, helak olur.”[107]
21273. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim dünya ve
ahiretinin yok olmasına boyun eğerse, dünya ve ahirette helak olur.”[108]
21274. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Toprak imar olmadan
vergi isteyen kimse ülkeyi harap ve halkı helak eder. Böylesinin işi,
pek az devam eder.”[109]
21275. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sabrın
kurtaramadığı kimseyi, sabırsızlık helak eder.”[110]
21276. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu yüzden, kim kendisini
başkalarıyla oyalarsa karanlıklarda şaşkın
şaşkın dolaşır, belalar içerisinde kaybolur gider.”[111]
21277. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın azametini
aklınla ölçmeye kalkışma, sonra helak olanlardan olursun.”[112]
21278. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Peygamberi emri
yürürlükte olan, konuşan bir kitapla yol gösterici olarak gönderdi. O,
ancak helak olacak kimseyi helak eder.”[113]
21279. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizleri öyle bir
açık yola koydum ki onda sadece helak ehli olanlar helak olurlar.”[114]
21280. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Size yönelen fitne
ateşine dalmayın, yollarından uzaklaşın, ona varacak
yola girmekten sakının.”[115]
4020. Bölüm
Kendini Yok Etmeye AtmanınHaram Oluşu
Kur’an:
“Allah
yolunda infak edin. Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın.
İhsan edin zira Allah ihsan edenleri şüphesiz sever.[116]
21281. İmam
Rıza (a.s), kendisini veli ahtlığını kabul etmeye
zorladığında, “Seni sürekli bana karşı hoşlanmadığım
tavırlar sergiliyor, kendini benim gazabımdan güvende biliyorsun.
Allah’a yemin olsun ki eğer veli ahtlığı kabul etmezsen,
seni kabul etmeye zorlarım. Eğer yine kabul etmezsen boynunu vururum”
diyen Memun’a şöyle buyurdu: “Aziz ve celil olan Allah beni kendi
elimle helak etmekten sakındırmıştır. Böyle
olduğuna göre artık bana istediğin şeyi yap ve ben
hiçkimseyi azledip tayin etmemek şartıyla veli ahtlığı
kabul ediyorum.”[117]
21282. İmam
Rıza (a.s), kendisine, “Neden dünya hakkında züht izharında
bulunduğun halde veliahtlığı kabul ettin?” diye soran
İbn-i Selt’e şöyle buyurmuştur: “Allah da biliyor ki ben
de bu işi hoş görmüyorum. Ama veliahtlığı kabul etmek
ile öldürülmek arasında serbest bırakıldığım için
onu kabul etmeyi öldürülmeye tercih ettim...”[118]
21283. İmam
Rıza (a.s), veliahtlığı kabul ettiği zaman şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım! Sen beni, kendi elimle kendimi ölüme atmaktan
nehy etmişsin. O, beni zorlamış ve mecbur etmiştir.
Eğer onun veliahtlığını kabul etmezsem Abdullah Memun
tarafından ölüm tehlikesiyle karşı karşıya
kalacağım. Yusuf ve Danyal’ın mecbur olarak zamanlarındaki
tağutların hükümetine girmek zorunda kalmaları gibi, ben de bu
işi kabullenmeye mecbur edildim.”[119]
21284. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir kimse
varını, yoğunu Allah’ın yollarından bir yolda infak
ederse doğru bir iş yapmamıştır. Allah-u Teala da
şöyle buyurmamış mıdır: “Kendi ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik
sahiplerini sever” Yani orta yolu tutturanları” [120]
21285. Eslem
Ebu İmran şöyle diyor: “Biz Kostantiniye’de iken Mısır
ordusunun komutanı Ukbe b. Amir, Şam ordusunun komutanı ise
Fezale b. Ubeyd idi. Rum ordusundan büyük bir saf dışarı
çıktı ve biz de onlar karşısında sıraya dizildik.
Bu esnada Müslüman askerlerden biri Rum askerlerine saldırdı,
kendisini onların kalbine attı. Müslümanlar feryat ederek şöyle
dediler: “Sübhanallah! Kendi eliyle kendini helak etti.”Resulullah’ın
sahabisi olan Ebu Eyyub ayağa kalkıp şöyle dedi: “Ey insanlar!
Sizler bu ayeti nasıl da tevil ediyorsunuz. Oysa bu ayet biz Ensar cemaati
hakkında nazil olmuştur. Zira Allah dinine güç verip
dostlarını çoğaltınca bizden bir grubu Resululullah’tan
(s.a.a) gizlice diğer bir grubuna şöyle dedi: “Mal ve mülkümüz
ortadan gitti, oysa Allah İslam’a kudret verdi ve dostlarını
arttırdı. O halde mal ve mülkümüze yönelmek ve kaybettiğimiz
şeyleri telafi etmek daha iyidir.”Bu esnada Allah dediklerimize cevap
olarak bu ayeti Peygamberine nazil buyurdu: “Allah yolunda infak ediniz,
kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız.”Böylece helak
olmaktan maksat, mala yönelmek, mülkünü bayındır kılmak ve
savaşı terk etmemizdi.”[121]
21286. İmam
Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde
şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Şunu
bil ki... Sen, korkan kimsenin kurtulamayacağı ölümün
avısın... Seni helak etmesinden kork; günah bir işle
uğraşıp tevbe ederim ümidinde iken ölümün tevbe ile arana
girmesinden ve kendini böylece helak etmekten sakın.”[122]
21287. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetlerin en iyisi, en
yüce olanıdır.”[123]
21288. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir şerafet ve övünç
yüce himmet gibi değildir.”[124]
21289. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hasletlerin en güzeli,
himmetlerin yüceliğidir.”[125]
21290. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şerafet himmetlerin
yüceliği iledir, çürümüş kemiklerle değil.”[126]
21291. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim himmetle
merdivenlerden yukarı çıkarsa milletler onu yüce tutar.”[127]
21292. İmam
Zeyn’ul Abidin (a.s), bir duasında şöyle buyurmuştur: “Bizleri
ruhlarını yüceliğe doğru
hızlandırdığın ve himmetlerini insanlar arasında
izzet aramaktan alıkoyduğun kimselerden kalpleri nimet bahçelerine
ininceye kadar sürekli şaşkınlık içinde uçup duran
kimselerden kıl.” [128]
21293. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir şeyi talep
ederken, yüce himmetli ol.”[129]
21294. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala yüce ve şerafetli
şeyleri sever, aşağılık ve hor şeylerden
hoşlanmaz.”[130]
21295. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah rahmet etsin, Ebu
Zer aziz ve celil olan Allah’ın korkusundan o kadar ağladı ki
göz hastalığına düçar oldu. Ona şöyle denildi: “Ey Ebuzer!
Kendin için, Allah’ın gözlerine şifa vermesi için dua etmen iyi
olur.”Ebu Zer şöyle dedi: “Ben bu işi o kadar
önemsemiyorum.”Şöyle dediler: “Hangi şey seni bundan gafil
kılmıştır.”O şöyle buyurdu: “İki büyük şey:
cennet ve cehennem” [131]
21296. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hal/durum
açısından insanların en darı, şehveti çoğalan,
himmeti büyüyen, masrafı artan ve geliri az olan kimsedir.”[132]
21297. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbi hüzün ile dolan
kimse himmeti yüce, mürüvveti çok ve malı az olan kimsedir.”[133]
21298. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmet hususunda orta
yollu ol ki, senin sürçmeni takip eden kimseden güvende kalasın.”[134]
21299. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
değeri himmeti iledir, serveti ile değil.”[135]
21300. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
değeri himmeti miktarıncadır.”[136]
21301. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin himmeti yüce
olursa değeri de yüce olur.”[137]
21302. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanı hiç bir
şey himmeti kadar yüceltmez ve onu hiç bir şey şehveti kadar
alçaltmaz.”[138]
21303. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetini ahiretine özgü
kıl, hüznünü nefsine ayır. Nice hüzünlü insan vardır ki hüznü
onu ebedi sevince boğar. Nice hüzünlü kimse emeline ulaşır.”[139]
21304. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm gayretini ve
himmetini mutsuzluk ve ceza yerinden kurtuluş ile bela ve azap
makamından kurtuluşta karar kıl.”[140]
21305. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmet ve çabanı
ahiretine özgü kıl.”[141]
21306. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bütün gayretiyle dünyada
yüce makamlara erişen mağrur kimse, ahiretten en küçük bir nasip elde
eden kimse gibi değildir.”[142]
21307. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Mükellef olduğunuz
ahireti bayındır kılmaya yöneliniz... Himmetinizi Allah’a itaata
yakınlaşmaya harcayınız.”[143]
21308. Allah-u
Teala’nın Musa ile yaptığı münacaatta şöyle yer
almıştır: “Nasıl olur da himmetin benim nezdimde olan
şeye yönelik olmaz. Oysa ki şüphesiz bana geri dönmektesin.”[144]
21309. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetin ölümden sonraki
alem için olsun.”[145]
21310. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin himmeti
münezzeh olan Allah nezdindeki şeyler için olmazsa arzularına
ulaşamaz.”[146]
bak. el-Ahiret, 32. Bölüm
Himmetinin Doruğuna Ulaşan Kimse
Kur'an :
“Bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette yollarımıza
eriştireceğiz. Allah şüphesiz, iyi davrananlarla berâberdir.”[147]
21311. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin fikir gözünü
geceler uyanık tutarsa himmetinin zirvesine ulaşır.”[148]
21312. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim tüm gücünü
kullanırsa, isteğinin zirvesine ulaşır.”[149]
21313. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm himmeti ahiret için
olan kimse hayırdan arzularının nihayetine
erişmiştir.”[150]
21314. İmam
Seccad (a.s) bir duasında şöyle buyurmuştur: “Allahım!
Senden şahadetin en adil olanını, ibadetin en neşatlı
olanını… ve himmetlerin en yüce olanını dilerim.”[151]
21315. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), hakeza bir duasında şöyle buyurmuştur: “Himmetim tümüyle
sana yöneliktir ve rağbetim sadece sanadır, sen benim
muradımsın, başkası değil. Uykusuzluğum ve gece
(ibadet için) ayakta duruşum senin içindir, senden başkası için
değil.”[152]
21316. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Bana ruhani bir
beden, semavi bir kalp, sana bağlanmış bir himmet ve
muhabbetinde sadık bir yakin bağışla.”[153]
21317. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Ey arifleri
münacatının uzunluğuyla (veya güzel kokusuyla) menus kılan
ve (kendisinden) korkanlara velayet ve dostluk elbisesini giydiren! Himmeti
senden başkasına yönelen kimse ne zaman sevinebilir ve azmi ve
iradesi senden başkasını dileyen kimse ne zaman rahatlığa
erişebilir?!” [154]
21318. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Arzu beni sana
doğru sürdü! Ey ihtiyaçsız ve güçlü mabudum! Himmetim sana vakfoldu
ve senin yanındaki şeylere rağbetim çoğaldı.”[155]
21319. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetlerin en yücesi
sözleşmelerine bağlı kalmaktır (veya
başkalarının hak ve saygınlığını
gözetmektir).”[156]
21320. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetlerin en güzeli
ahde vefa göstermektir.”[157]
Yüce Himmetli Olmanın Sonuçları
21321. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilim ve vakar himmetin
yüceliğinden doğan ikizlerdir.”[158]
21322. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yücelik, himmet
yüceliğinin neticesidir.”[159]
21323. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetlerin en yücesi
kereme en yakın olanıdır.”[160]
21324. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel amel, yüce
himmetten haber verir.”[161]
21325. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
elinde olan şeylerden sakınmak izzet ve himmet büyüklüğüdür.”[162]
21326. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
elinde olanlardan ümidini kesme, izzetini, yüce himmetle elde et.”[163]
21327. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kanaata
bağlılık himmetin yüceliğindendir.”[164]
21328. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhsan etmek
himmetin yüceliğindendir.”[165]
21329. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üzüntüler himmetler ve istekler
miktarıncadır.”[166]
21330. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
hüzünleri himmeti miktarıncadır.”[167]
21331. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hüzünler himmetler
miktarıncadır.”[168]
21332. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Çirikinliklerden) utanç,
himmet miktarıncadır.”[169]
21333. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin himmeti büyük
olursa hüzün ve gamı da büyük olur.”[170]
21334. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin himmeti büyük
olursa maksadı eşsiz olur.”[171]
21335. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
cesareti himmeti miktarıncadır.”[172]
21336. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a itaat, zekilerin
himmetidir. Allah’a isyan ise aşağılık kimselerin
himmetidir.”[173]
21337. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya müminin eğitim
meydanı, amel himmeti, ölüm hediyesi ve cennet ödülüdür. Dünya kafirin
cenneti, geçici lezzetler himmeti, ölüm bedbahtlığı ve ateş
ise varacağı sondur.”[174]
21338. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Marifeti
doğru olan kimse nefsini ve himmetini bu fani alemden uzak tutar.”[175]
21339. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer
insanları ıslah etmeye himmet gösterirsen, önce kendini ıslah
etmeye başla. Zira kendin bozuk olduğun halde
başkalarını ıslah etmeye çalışman en büyük
ayıptır.”[176]
21340. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sadece
himmeti nefsini ıslah etmek olan, sürekli nefsini hesaba çeken, nefsini
sorgulayan ve nefsiyle cihad eden kimse gıpta edilmelidir.”[177]
21341. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllının
rağbeti hikmette, cahilin himmeti ise ahmaklıktadır.”[178]
21342. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetini
sana lazım olduğu şeylerle sınırla ve seni
ilgilendirmeyen şeylere girme.”[179]
21343. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmetini
sadece kendisini ilgilendiren şeylerle sınırlayan kimseye ne
mutlu.”
[180]
bak. 468. Konu, el-Kiyase
21344. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç şey insanı
yücelikleri talep etmekten alıkoyar: Himmetin kısa oluşu,
çareciliğin azlığı ve düşünce
zayıflığı.”[181]
21345. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin himmeti küçük
olursa fazileti yok olur.”[182]
21346. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aşağılık
himmete sahip olan kimseyle oturup kalkma.”[183]
21347. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostun nimetine haset etmek
himmet küçüklüğündendir.”[184]
21348. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmeti olmayan kimsenin
insanlığı da yoktur.”[185]
21349. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aşağılık
insanın himmeti olmaz.”[186]
21350. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arzular insanların himmetidir.”[187]
21351. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aşağılık
tamahlardan ve beğenilmeyen himmetlerden Allah’a
sığınırım.”[188]
21352. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Uzun boylu olanın
(genelde) himmeti az olur.”[189]
21353. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a)
İslam’ın zuhurundan önce Taif’de bir şahsın yanına
vardı. O şahıs Peygamberi saygıyla ağırladı.
Allah Muhammed’i (s.a.a) insanlara gönderdikten sonra da o şahsa
şöyle denildi: “Aziz ve celil olan Allah’ın insanlara gönderdiği
kimsenin kim olduğunu biliyor musun?” O, “hayır” dedi. Şöyle
dediler: “O, Ebu Talib’in yetimi olan Muhammed b. Abdullah’tır. Falan ve
filan günde Taif’de senin misafirin oldu, sen de ona ikramda
bulundun.”İmam Bakır (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Ondan
sonra o şahıs, Peygamber’in (s.a.a) huzuruna vardı, selam verdi,
müslüman oldu ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Beni
tanıyor musun?” Peygamber, “sen kimsin?” Diye buyurdu. O şöyle
arzetti: “Ben sizin cahiliyye döneminde falan falan günde Taif’e geldiğinde
evine girdiğiniz ve benim de saygıyla sizi
ağırladığım evin sahibiyim.”Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Hoş geldiniz! İhtiyacını dile.”O
şöyle arzetti: “Bana, çobanlarıyla birlikte ikiyüz koyun bağışta
bulun.”Peygamber (s.a.a) ona bunu vermelerini emretti ve daha sonra ashabına
şöyle buyurdu: “Bu şahsın, İsrailoğullarından
olan yaşlı kadının istediği şeyi Musa’dan (a.s)
istediği gibi benden isteyecek himmeti yoktu.”Ashap şöyle arzetti:
“İsrailoğullarından olan yaşlı kadın Musa’dan ne
istedi ki?” Peygamber şöyle buyurdu: “Aziz ve celil olan Allah Musa’ya
şöyle vahyetti: “Mısır’ı Şam’daki mukaddes topraklara
doğru terk etmeden önce, Yusuf’un kemiklerini kendinle götür.”Musa
Yusuf’un kabirni aradı, yaşlı bir adam ona şöyle dedi:
“Eğer Yusuf’un kabirni bilecek birisi varsa, o da falan yaşlı
kadındır.” Musa (a.s) onun peşice adam gönderdi. Yaşlı
kadın geldiği zaman Musa ona şöyle buyurdu: “Sen Yusuf’un
kabirnin yerini biliyor musun?” O, “evet” diye arzetti: “Musa (a.s) şöyle arzetti:
“O halde onu bana göster, ne istersen sana veririm.”Yaşlı kadın
şöyle dedi: “İstediğim şeyi aynen bana vermedikçe sana
göstermem.”Musa şöyle buyurdu: “Cennet senin olsun.” Yaşlı
kadın şöyle dedi: “Hayır, istediğim şeyi ben tayin
edeceğim.”Aziz ve celil olan Allah Musa’ya, “Endişe etme ve
bırak o tayin etsin,” diye vahyetti. Musa da ona şöyle buyurdu:
“Tayin senin iledir.”O şöyle arzetti: “Kıyamet günü cennette seninle
aynı derecede olmayı istiyorum.”Resulullah şöyle buyurdu:
“İşte bu adamın himmeti onu İsrailoğullarından
olan yaşlı kadının istediği şeyi istemekten
alıkoydu.”[190]
21354. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu Bedevi’nin isteği ile
İsrailoğullarından olan o yaşlı kadının
isteği arasında ne kadar büyük fark vardır! Musa dereden geçmek
ile emrolunduğunda ve denizin kenarına geldiğinde binekleri yüzünü
çevirdi ve geriye döndüler. Musa şöyle arzetti: “Ey Allah’ım! Ne
oldu?” Allah şöyle buyurdu: “Sen Yusuf’un (a.s) kabirnin
yakınlarındasın, o halde onun kemiklerini de kendinle götür.”Ama
kabir yerle bir olduğu için Musa onun yerini bulamadı. Bu yüzden de
şöyle sordu: “Sizden birisi, Yusuf’un kabirini biliyor mu?” Şöyle
arzettiler: “Eğer bilen birisi varsa da, falan yaşlı
kadındır. O nerede olduğunu bilir.”Musa yaşlı
kadının peşice adam gönderdi. O, Musa’nın elçilerine
şöyle dedi: “Ne istiyorsunuz?” Onlar şöyle dediler: “Musa’nın
yanına gel.”Musa’nın yanına gelince de Musa ona şöyle
buyurdu: “Sen Yusuf’un kabirnin nerede olduğunu biliyor musun?” O, “evet”
dedi. Musa şöyle buyurdu: “O halde onu bana göster.”Yaşlı
kadın şöyle dedi: “Hayır Allah’a yemin olsun ki istediğim
şeyi bana vermedikçe sana göstermeyeceğim.”Musa ona şöyle
buyurdu: “Vereceğim” Yaşlı kadın şöyle dedi: “Senden
cennette seninle aynı derecede olmayı istiyorum.”Musa şöyle
buyurdu: “Cenneti iste.” Kadın şöyle arzetti: “Hayır, Allah’a
yemin olsun ki sen olmadıkça razı olmam.”Musa onu isteğinden
alı koymak istediyse de Allah Musa’ya şöyle vahyetti: “Onun
istediği şeyi kendisine ver. Zira bu senden bir şeyi azaltmaz”
Bunun üzerine Musa yaşlı kadının isteğini kabul etti.
Yaşlı kadın da mezarı ona gösterdi. Daha sonra kemikleri
getirip denizden geçtiler.”[191]
bak. ed-Dua, 1199. Bölüm
21355. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin tek derdi
karnına giren şey olursa değeri de karnında çıkan
şey kadar olur.”[192]
21356. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin yiyeceği himmeti olursa
değeri de yediği şey ölçüsünce olur.”[193]
21357. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’ın kullarından en nefret ettiği kimse tek derdi
karnı ve cinsel organı olan kimsedir.”[194]
21358. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tek derdi karnı ve
cinsel organı olan kimse hayır ve iyilikten ne kadar da
uzaktır.”[195]
Bak. El-Ekl, 99. Bölüm
21359. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin himmeti dünya
olursa, dünyadan ayrılınca çok hasret yer.”[196]
21360. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Himmeti
dünya olan kimse kaybettiği şeyler yerine hiçbir şey elde edemez
ve hiçbir farzı eda edemez.”[197]
21361. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tek derdi
dünya olan kimsenin kıyamet günü mutsuzluğu ve hüznü uzar.”[198]
21362. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin himmeti
münezzeh olan Allah nezdindeki şeyler olmazsa arzularına
ulaşamaz.”[199]
21363. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalp üç çeşittir: Dünyaya mübtela
olan kalp, ahirete mübtela olan kalp ve mevlaya mübtela olan kalp. Dünyaya
mübtela olan kalbin nasibi zorluk ve sıkıntıdır. Ahirete
mübtela olan kimsenin nasibi yüce derecelerdir. Mevlaya mübtela olan kalbin ise
hem dünyası, hem ahireti hem de mevlası vardır.”[200]
bak. ed-Dünya, 1243. Bölüm
537.
Konu
el-Heva
Heva ve Heves
F Bihar, 70/73, 46. Bölüm;
Terk’uş-Şehevat ve’l-Ehva
F Bihar, 71/358, 88. Bölüm; Men melike nefsihi
inde’r-Rağbet
F Vesail’uş-Şia, 11/220, 32. Bölüm;
Vucub’ul-İsar Rıza Allah ala heva’in-Nefs
F el-Müheccet’ül-Beyza, 5/87, Kitab-u
Riyazet’un-Nefs
bak.
F 81. Konu, el-Cihad (2); 246. Konu, el-Marifet
(2); 519. Konu, en-Nefs; 404. Konu, el-Fitne; 445. Konu, el-Kalb; 360. Konu,
el-İffet; el-Hikmet, 923-927. Bölümler; el-Haram, 805. Bölüm;
el-İhlas, 1039. Bölüm; el-Adavet, 2561. Bölüm; el-İffet, 2759. Bölüm;
el-Akl, 2794, 2819, 2825. Bölümler; el-Mal, 3749. Bölüm; el-Kalb, 3392. Bölüm;
el-Murakıbet, 1544. Bölüm
Kur'an :
“Hayır; zulmedenler, körü körüne kendi heveslerine
uymuşlardır. Allah’ın saptırdığı kimseleri
kim doğru yola eriştirebilir? Onların
yardımcıları da yoktur.”[201]
“Rabbinin katından bir belgesi olan kimse, kötü işi
kendisine güzel gösterilen kimseye benzer mi? Bunlar heveslerine
uymuşlardır.”[202]
21364. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves
mihnetlerin esasıdır.”[203]
21365. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
nefse itaat ve heva ve heveslere uymak her mihnetin esası ve her
sapıklığın başıdır.”[204]
21366. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heves fitnenin
merkebidir.”[205]
21367. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz fitnelerin
başlangıç noktası hakikatte uyulan istekler ve bidat olarak
çıkarılan hükümlerdir…” [206]
21368. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves
aşağılıkların en
aşağılığına yuvarlanmaktır.”[207]
21369. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz heva sahibini yere serdiği için heva
olarak adlandırılmıştır.” [208]
21370. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves iki
düşmandan en büyüğüdür.”[209]
21371. İmam
Ali (a.s) “Sultanların en galibi ve en güçlüsü sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Heva ve heves.” [210]
21372. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves helak
edici bir arkadaştır.”[211]
21373. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves gençlik
cehaletidir.”[212]
21374. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heves insanı yok
eder.”[213]
21375. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Heva ve hevesten Allah’a
sığınınız.”[214]
21376. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın afeti
hevestir.”[215]
21377. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En helak edici şey
hevestir.”[216]
21378. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İblis şöyle dedi: Ben
günahlarla onları helak edeceğim ve onlar mağfiret dilemekle
beni helak edeceklerdir. Dolayısıyla böyle gördüğüm için
onları hevesleri vasıtasıyla helak ettim, zira bu taktirde
kurtuluşa erdiklerini sanıyorlar ve bu yüzden de mağfiret
dilemiyorlar.”[217]
21379. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nefsine eziyet etmekten çekin ve Allah’a
isyan hususunda heva ve hevesine uyma. Zira aksi takdirde kıyamet günü
nefsin seninle düşmanlığa kalkışır, birbirinizle
lanetleşirsiniz. Meğer ki Allah-u Teala rahmetiyle
bağışlasın ve örtsün.”[218]
Kur'an :
“Onların ardından, namazı bırakan, şehvetlerine
uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının
karşılığını göreceklerdir.”[219]
“Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar
ise sizin büyük bir sapıklığa girmenizi isterler.”[220]
21380. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetler öldürücü
zehirlerdir.”[221]
21381. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetler
şeytanın tuzaklarıdır.”[222]
21382. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvet iki
saptırandan biridir.”[223]
21383. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetlerden
uzak durun, şüphesiz şehvetler sizleri günah işlemeye ve
kötülüklere akın etmeye sürükler.”[224]
21384. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetler
afetlerdir.”[225]
21385. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim şehvetlere
koşarsa afetler de ona doğru koşar.”[226]
21386. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini
şehvetlerden alıkoy ki afetlerden salim kalasın.”[227]
21387. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvet ve
gazabın hususunda aşırı gitme ki adını kötüye
çıkarır.”[228]
21388. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetin
tatlılığını rezaletin utancı karartır.”[229]
21389. Allah-u
Teala İsa’ya (a.s) şöyle öğüt vermiştir: “Ey İsa!
Sakın uyanıkken günah işleme, farkındayken gafil olma,
nefsini helak edici şehvetlerden ayır ve seni benden uzak tutan her
istekten uzaklaş.”[230]
21390. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilin ki Allah’a itaat
zorluk ve isteksizlikle, Allah’a isyan ise, lezzet ve isteklerle iç içedir.”[231]
21391. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cennet hoşa
gitmeyen şeylerle sarılmıştır, cehennem ise isteklerle
örtülmüştür.”[232]
21392. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Lezzetler fesat
çıkarıcılardır.”[233]
21393. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Lezzetler gaflet
ettirirler.”[234]
21394. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afetlerin başı
lezzetlere tutkunluktur.”[235]
21395. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Lezzetlere ihtiras
duyduğu halde lezzetler vasıtasıyla helak olmayan kimse çok
azdır.”[236]
21396. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her lezzet
miktarınca hüzün vardır.”[237]
21397. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir çok lezzette ölüm
vardır.”[238]
21398. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’a
karşı işlenen günahlardan lezzet alırsa Allah onu hor
kılar.”[239]
Heva ve Heves İbadet Edilen Bir İlahtır
Kur'an:
“Hevesini kendine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil
olacaksın?” [240]
“Heva ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduğu halde
Allah’ın şaşırttığı, kulağını
ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu
Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar!
Anlamaz mısınız?” [241]
21399. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves ibadet
edilen bir ilah, akıl ise beğenilmiş bir dosttur.”[242]
21400. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu göğün altında Allah’ın
yerine kendine ibadet edilen hiçbir ilah Allah nezdinde, tabi olunan nefsin
isteklerinden daha büyük (nefret edilen) değildir.” [243]
21401. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahil kimse
şehvetinin kölesidir.”[244]
bak. ed-Dunya, 1239, 1240. Bölüm
Heva ve Heves Basireti Kör Eder
Kur'an :
“Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o
halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni
Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan
sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin
azâb vardır.”[245]
21402. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere heva ve hevesten
uzak durmayı tavsiye ediyorum. Zira heva ve heves insanı körlüğe
çağırır ve heva ve heves dünya ve ahirette sapma sebebidir.”[246]
21403. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heves körlüğün
ortağıdır.”[247]
21404. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer sen heva ve hevesine
uyarsan heva ve heves seni sağır ve kör yapar. Ahiretini mahveder ve
seni yok eder.”[248]
21405. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
heva ve hevesinizi kendinize egemen kılacak olursanız sizi kör ve
dilsiz kılar ve sizi yok eder.” [249]
21406. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim heva ve hevesine
uyarsa heva ve hevesi onu; kör, sağır, hor ve sapık yapar.” [250]
21407. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Allah’ın kullarından en sevdiği, nefsine
karşı Allah’ın kendisine yardım ettiği kişidir...
Şehvet elbiselerinden soyunmuş, bütün üzüntü ve kederlerinden kurtulmuş
da, tek bir üzüntüyle baş başa kalmıştır. Körlük
sıfatından çıkmış, heva ve heves ehlinden
ayrılmıştır.”[251]
bak. el-Muhabbet (1), 653. Bölüm; ed-Delalet,
2380. Bölüm
Heva ve Hevesin Başlangıcı ve Sonu
21408. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve
hevesin sizlere galip gelmesinden sakının. Şüphesiz bunun evveli
fitne, sonu ise mihnettir.”[252]
21409. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetin
başlangıcı mestlik, sonu ise yok olmaktır.”[253]
21410. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetlerin
kalplerinize üstün gelmesinden sakının, zira şehvetlerin
başlangıcı kulluk, sonu ise helak olmaktır.”[254]
Şehvetle Arkadaş Olanın, Nefsi Hasta Olur
21411. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetle
arkadaş olanın ruhu hasta, aklı ayıplı olur.” [255]
21412. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetini,
terk etmekle tedavi etmeyen kimse sürekli hasta olur.”[256]
21413. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetler
öldürücü hastalıklardır. En üstün ilaç ise şehvetler
karşısında sabretmektir.”[257]
21414. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvete
uymak en kötü hastalıktır.”[258]
bak. el-Kalb, 3403. Bölüm
21415. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetler
cahili köle eder.”[259]
21416. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetin
kulu insana kul olan kimseden daha zelildir.”[260]
21417. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetinin
kendisine galip geldiği ve tamahlara köle olmuş kimse nefsini
lekelemiş olur.” [261]
21418. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetin
kulu esaretten çıkmayan bir esirdir.”[262]
21419. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice akıl, emir
olan heva ve hevesin emri altında esirdir.”[263]
bak. el-Hurriye, 782. Bölüm
Gizli Şehvetlerden Sakındırmak
21420. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gizli şehvetten
sakınınız. Tıpkı alimin mecliste (halkın)
oturmasını sevmesi gibi.”[264]
21421. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım gözlerimin
işaretlerini, faydasız sözlerimi, kalbimin yersiz isteklerini ve
dilimin sürçmelerini bağışlamanı diliyorum.”[265]
bak. Eş-Şirk, 1992. Bölüm; en-Nezer,
3886. Bölüm
Kur'an :
“Onlara, şeytanın peşine taktığı ve
kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat.”
“Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya
meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan
da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir.
İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu
kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.”[266]
bak. Kehf, 28, Ta-Ha, 16, Muhammed, 16, Rum, 29, Sad, 26, Kamer, 3
21422. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim nefsine
şehvetler hususunda uyarsa ona helak olma hususunda yardım etmiş
olur.”[267]
21423. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim heva ve hevesine
tabi olursa ahiretini dünyasına satmış olur.”[268]
21424. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heve ve hevesine tabi
olmaktan sakın. Zira bu seni her türlü sıkıntıya
düşürür.”[269]
21425. İmam
Rıza (a.s), şöyle buyurmuştur: “Çıkışı
kolay, inişi zor olan yükseklikten sakın. Nefsinin heva ve hevesine
uymaktan sakın. Zira nefsinin hevası onun helak olmasına sebep
olur.”[270]
21426. İmam
Kazım (a.s) Abdurrahman b. Haccac’a şöyle buyurmuştur: “Çıkışı
kolay, inişi zor olan yükseklikten sakın.” Abdurrahman şöyle
diyor: “İmam Sadık (a.s) şöyle buyururdu: “Nefsini heva ve
hevesine bırakma. Zira nefsinin hevası, nefsinin helak olmasına
sebep olur ve nefsini heves ettiği şeye terk etmen, nefis için
sıkıntı sebebi olur. Nefsini heves ettiği şeyden
alı koyman ise, onun için derman olur.”[271]
21427. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu nefisleri
eziniz. Şüphesiz nefisler şehvetlere meyleder; eğer onlara itaat
ederseniz sizi en kötü akıbete sürüklerler.”[272]
21428. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşmanınızdan
sakındığınız gibi heva ve heveslerinizden de
sakınınız. Zira insan için heva ve hevesine uymaktan ve dilinin
biçtiklerinden daha kötü bir düşman
yoktur.”[273]
21429. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nice şehvet bir an bile
sürmediği halde çok uzun hüzünlere sebep olur.”[274]
21430. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice bir anlık
şehvetin uzun hüzünler meydana getirir” [275]
bak. el-Ummet, 127, 128. Bölümler
Heva ve Hevese Muhalefet Göstermek
Kur'an:
“Ama kim Rabbinin
azametinden korkup da kendini kötülükten alıkoymuşsa,
varacağı yer şüphesiz cennettir.”[276]
21431. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve
hevese muhalefet aklın şifasıdır.”[277]
21432. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve
hevesine muhalefet eden kimse ilme itaat eder.”[278]
21433. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı korumak
heva ve hevese muhalefet ve dünyadan yüz çevirmekledir.”[279]
21434. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin başı
heva ve hevese muhalefet etmektir.”[280]
21435. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin esası heva ve
hevese muhalefet etmektir.”[281]
21436. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
başı nefisle mücadele etmektir.”[282]
21437. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “.Nefsine muhalefet et ki
güvenlikte olasın” [283]
21438. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsine muhalefet et ki
doğru yolda karar kılasın.”[284]
21439. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “rahatlık yolu nerededir?” diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Heva ve heveslere muhalefet
etmektedir.”Kendisine şöyle arzedildi: “O halde kul ne zaman
rahatlığa erişebilir?” İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Cennete girdiği ilk gün.”[285]
21440. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıldan
kılavuzluk dile ve isteklerine muhalefet et ki kurtuluşa
erişesin.”[286]
21441. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsi isteklerinden
alıkoymak en büyük cihattır.”[287]
21442. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Peşin olan şehveti görmediği
vaad sebebiyle terk eden kimseye ne mutlu!” [288]
21443. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O halde nefsinin
arzularından kaçan, nefsinin hevasını kökünden söküp atan
kimseye Allah rahmet etsin. Çünkü nefsini heveslerden ayırmak en zor
işlerdendir. Gerçekten de nefis insanı sürekli günaha ve heveslere
sürükler.”[289]
21444. İmam
Ali (a.s), dini kardeşini nitelendirirken şöyle buyurmuştur: “İki
işle karşılaşınca, hangisinin nefsine daha yakın
olduğuna bakar, ona muhalefet ederdi.”[290]
21445. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse
şehvetini öldürendir.”[291]
21446. İmam
Ali (a.s) takva sahiplerinin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Şehveti ölmüştür.”[292]
21447. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah nezdinde insanların en üstünü aklını ihya eden,
şehvetini öldüren ve nefsini ahireti için sıkıntıya
sokandır.”[293]
21448. İmam
Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın yolunu kat eden kimsenin
sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “O, (seyr-u sülük
ehli ilim ve fikirle donarak) aklını diriltmiş,
şehvetlerini öldürmüş, böylece cismi incelmiş ve bir deri bir
kemik kalmıştır.”[294]
21449. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetini
öldürmeyen kimse zühdün gerçeğine nasıl ersin.”[295]
21450. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Muhammed’e
ve Al-i Muhammed’e selam gönder ve bizi kalplerini şehvet
kapısının yüzüne kapatan, kendilerini gafletten kurtaran,
hayatın acılığını kendilerine tatlandıran,
yeryüzünü kendilerine yumuşak yatak kılan ve kurtuluş ipine ve
esenlik kulpuna tutunan kimselerden kıl.”[296]
21451. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir münacaatında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Kalbim ve dilim sana aittir, kurtuluşum ve emanım senin elindedir.
Gizli ve açığımı bilen sensin. O halde kalbimin
sayfasını düşmanlık ve kinden temiz kıl, dilimi çirkin
şey söylemekten suskun kıl. İçimi heveslere
bağlılıktan temizle, beni emanınla
tatsızlıklardan koru, içimi seni gözetici kıl.
Dışımı sana itaat ile uyumlu kıl, bana ruhani bir
beden, semavi bir kalp ve sana bağlı bir himmet
bağışla.”[297]
21452. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki
zıddın bir biriyle zıtlaştığı gibi
şehvet ile zıtlaşın ve düşmanın düşmanla
savaştığı gibi şehvet ile savaşın.”[298]
21453. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Rakibin rakibine galip
geldiği gibi heva ve hevesine galip gel ve düşmanın
düşmanıyla savaştığı gibi onunla savaş.”[299]
21454. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Düşmanından
önce isteklerine galip gelmesi akıllı kimse üzerinde bir
haktır.”[300]
21455. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsinize adetleri
terketme hususunda üstün gelmeye çalışını ki adetlere galip
gelesiniz ve nefsani isteklere karşı savaş açın ki onlara
musallat olasınız.”[301]
21456. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsteklerine galip
gelen ve arzularını yalanlayan kimseye Allah rahmet etsin.”[302]
21457. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve
hevesine galip olan ve dünyanın kandırıcı iplerinden kaçan
kimseye Allah rahmet etsin.”[303]
21458. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve
heveslerinize galebe çalın ve onlarla savaşın. Şüphesiz
onlar sizi esir edecek olursa en uzak yok oluş yerlerine sokar.”[304]
21459. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İştiyakı
güçlenmeden önce şehvetine üstün gel. Zira eğer kudret elde ederse
sana musallat olur, seni ardından sürükler ve artık onun
karşısında direnç gösteremezsin.”[305]
bak. 81. Konu, el-Cihad, (2)
Kurtuluş Şehvetlere Muhalefettedir
21460. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsine, ona
sırt çevirerek yönel.”[306]
21461. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefse hizmet
etmek, onu lezzetlerden ve azıklardan korumak, ilim ve hikmetler
vesilesiyle nefsini ram etmek, ibadet ve itaatler vesilesiyle çaba
göstermektir. Nefsin kurtuluşu işte bundadır.”[307]
21462. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim nefsine
isteklerini vesmezse kurtuluşuna ulaşmış olur.”[308]
21463. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kurtuluş,
şehvete muhalefettedir.”[309]
21464. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsin kurtuluşu,
nefse muhalefettedir.”[310]
21465. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin için iki iş
ortaya çıkar ve hangisinin daha iyi ve doğru olduğunu bilmezsen
onlardan hangisinin heva ve hevesine daha yakın olduğuna bir bak ve
ona muhalefet et. Zira bir çok doğrular nefsin heva ve hevesine muhalefet
etmekte gizlidir.”[311]
Heva ve Hevesin Akla Galebe Çalması
21466. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin nefsani
istekleri güçlenirse iradesi zayıflar.”[312]
21467. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve
hevesin galebe çalması, din ve aklı bozar.”[313]
21468. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötülüğün
sebebi, şehvetin galebesidir.”[314]
21469. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim dizginini
isteklerinin eline verirse şeytan ona musallat olur.”[315]
21470. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kime şehveti
galebe çalarsa nefsi salim kalmaz.”[316]
21471. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ateşten kurtulanlar
çok azdır. Çünkü heva ve dalalet galebe çalar.”[317]
21472. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şehvetlere vurulan her kalpte takva
ve sakınmanın yer etmesi haramdır.”[318]
21473. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvet zincirine
vurulmuş her aklın hikmetten nasiplenmesi haramdır.”[319]
21474. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şehvetlerle huzur bulan bir kalbin
göklerin melekutunda gezmesi haramdır.”[320]
21475. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin aklına
hevası üstün gelirse rüsva olur.”[321]
21476. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim şehvetine
tabi olursa istekleri ona üstün gelir.”[322]
21477. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetin üstün
gelişi günahtan korunmayı ortadan kaldırır ve insanı
helake sürükler.”[323]
21478. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetin alevlenmesi
canın helak olmasına neden olur.”[324]
21479. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetlerin
hakimiyetinden sakının. Şüphesiz şehvetlerin hazır
olanı kınanmış, geleceği ise vahimdir.”[325]
21480. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva sadece
şehvetin galebesiyle bozulur.”[326]
21481. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en
mutsuzu istekleri kendisine galebe çalan, böylece dünyasını helak
eden, ahiretini ise bozan kimsedir.”[327]
21482. İmam
Ali (a.s) Peygamberin gönderilişi hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah onu insanlar şaşkınlık içinde
delalete düşmüşken gönderdi. Fitneye dalmışlar, heva ve
hevesleri onları azdırmıştı.”[328]
21483. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur:
“İzzet ve celalime andolsun ki kul isteğini benim isteğime
tercih ederse işini perişan eder, dünyasını kendisine
karmaşık kılar, kalbini onunla meşgul ederim ve ona
dünyadan sadece kendisine taktir ettiğim şeyi veririm.”[329]
bak. el-İnsan, 313. Bölüm, 1553. Hadis
Aklın Heva ve Hevese Galebe Çalması
21484. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilim,
örten bir perdedir. Akıl, keskin bir kılıçtır. Öyleyse
ahlakî ayıplarını hilimle ört; heva ve hevesini ise aklınla
öldür.”[330]
21485. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsteklerine galip
gelen kimse kurtuluşa ermiş ve nefsani güdülerine malik
olmuştur.”[331]
21486. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce derecelere ermek
isteyen kimse isteklerine galebe çalmalıdır.”[332]
21487. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklın
kılavuzluğuyla kendini isteklerin tehlikesinden koru ve istekler
galebe çalınca da ilmin kılavuzluğu ile durup dayan.”[333]
21488. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kul dinini
şehvetine tercih etmedikçe asla imanının hakikati kemale ermez
ve şehvetini dinine tercih etmedikçe de asla helak olmaz.”[334]
21489. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Nefsine sahip olan, şehvetini yenen ve
akıllarıyla bakanların sakındığı gibi
sakının.”[335]
21490. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fakat heyhat! Nefsimin
beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeye götürmesi nasıl mümkün olabilir!” [336]
21491. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Allah’ın kullarından en sevdiği, nefsine
karşı Allah’ın kendisine yardım ettiği kişidir. O, Allah’ın dininin madenlerinden,
arzının direklerindendir. Adaleti kendisine farz
kılmıştır. Adaletinin ilk uygulaması, kendisini heva
ve heveslerinden uzaklaştırmasıdır.”[337]
bak. el-İnsan, 313. Bölüm;1553. Hadis
İnsanların En Güçlüsü Heva ve Hevesine Galip Gelendir
21492. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim nefsine
karşı güçlü olursa güçlülüğün zirvesine ulaşmış
olur.”[338]
21493. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en cesuru
isteklerine üstün gelen kimsedir.”[339]
21494. Süleyman
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz nefsinin isteklerine galip
gelen kimse tek başına bir şehri fetheden kimseden daha
güçlüdür.”[340]
21495. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en
güçlüsü, ilmiyle isteklerine karşı üstün gelen kimsedir.”[341]
21496. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz güçlü kimse insanlara galip gelen kimse
değildir. Asıl güçlü kimse nefsine galip gelen kimsedir.”[342]
21497. Resulullah
(s.a.a), aralarında, “pehlivanlar taşı” adındaki bir
taşı kaldırmakta olanın bulunduğu ve kendilerinin de
şaşkınlıkla izlediği bir gruba rastlayınca
şöyle buyurmuştur: “Sizlere bu şahıstan daha pehlivan
olanının kim olduğunu söyleyeyim mi? O kimse birisi kendisine
sövdüğünde hilim gösterip, nefsine galebe çalan ve kendi
şeytanına ve karşı tarafın şeytanına üstün
gelen kimsedir.”[343]
bak. el-Gazab, 3074. Bölüm
21498. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hikmet (akıl) ne
kadar güçlü olursa şehvet de o kadar zayıf olur.”[344]
21499. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı kamil olan
kimse şehvetleri hor ve hakir sayar.”[345]
21500. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Bir şeyi yapabilme
hususunda) kudret çoğaldıkça (o şeye karşı)
şehvet azalır.”[346]
21501. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl kemale erince
şehvet azalır.”[347]
21502. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İffet şehveti
zayıflatır.”[348]
21503. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim nefsini yüce
tutarsa şehvetler gözünde küçülür.”[349]
21504. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Allah’tan düşüncesiyle kalbini (korku) saran,
akıllı kişinin korktuğu gibi korkun. Zühd
ile şehvetlerini öldürmüş…” [350]
21505. Allah-u
Teala Musa’ya (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Sonunda kabirde sukünet
edeceğini hatırla. Bu hatırlama seni bir çok şehvetlerden
alıkoyar.”[351]
21506. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim kalıcı
yurdu severse lezzetleri unutur.”[352]
21507. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim cennete
iştiyak duyarsa şehvetlere gözünü kapar.”[353]
21508. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her lezzet
ile zail oluşunu, her nimet ile intikal edişini, her bela ile
kalkışını hatırla! Şüphesiz bu, nimet için daha
kalıcı, şehveti kaldırıcı, yersiz sevinçleri
giderici, kurtuluşa en yakın, hüzünleri dağıtmaya ve hedefe
ulaştırmaya en layıktır.”[354]
bak. el-Mevt, 3728, 3729. Bölümler
21509. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsi ezerek
şehvete karşı dayan ki zafere erişesin.”[355]
21510. İmam
Ali (a.s), Şam’a doğru gönderdiği orduya komutan tayin
ettiği Şureyh b. Hani’ye şöyle buyurmuştur: “Bil ki eğer
nefsini sevdiğin pek çok şeyden alıkoymazsan, arzuların
seni pek çok zarara sokar. Nefsine engel ol, onu (hatalara karşı)
kontrol et…”[356]
21511. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini aldat ki sana
itaat etsin.”[357]
21512. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsmetin
yardımcı olmadığı kimse şehvete karşı
nasıl sabredebilir?” [358]
bak. el-Akl, 2814, 2820. Bölümler
İtaatlerin En Üstünü Şehvetleri Terk Etmektir
21513. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün sakınma
şehvetlerden uzak durmaktır.”[359]
21514. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehveti terk etmek
takvanın başıdır.”[360]
21515. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün itaat
lezzetlerden uzak durmaktır.”[361]
21516. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetleri terk
etmek en üstün ibadet ve en güzel adettir.”[362]
21517. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim
öfkelendiğinde veya bir şeye rağbet gösterdiğinde veya
korktuğunda veya bir şeye heveslendiğinde bundan
sakınırsa Allah bedenini ateşe haram kılar.”[363]
21518. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ruhunu şehvetlerin
kirliliğinden temiz tut ki yüce derecelere ulaşasın.”[364]
21519. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en
iyisi ruhunu şehvetlerden koruyan, öfkesini ezen ve Rabbini hoşnut
eden kimsedir.”[365]
Her kim Şehvetine Galebe Çalarsa, Aklı Aşikar Olur
21520. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim şehvetine
galip gelirse aklı zahir olur.”[366]
21521. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve heves
karşısında akla yardım et ki akla sahip olasın.”[367]
21522. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin ilmi, nefsinin heva ve hevesine
üstün gelirse, bu ilim faydalıdır. Her kim de şehvetini ayaklar
altına alırsa, şeytan onun gölgesinden kaçar.”[368]
21523. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim şehvetine
malik olmazsa aklına da malik olamaz.”[369]
21524. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetine üstün gel
ki hikmet senin için kemale ersin.”[370]
21525. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetle akıl
olmaz.”[371]
21526. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kalpte hikmet
şehvetle birlikte yer etmez.”[372]
21527. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvet ve hikmet
bir araya gelmez.”[373]
bak. en-Nübüvvet (1), 3770. Bölüm
Her kim Şehvetine Galip Gelirse Nefsine Sahip Olur
21528. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsini lezzetlerin güdülerinden
koruyan kimse nefsinin malikidir ve onu ihmal eden kimse ise helak olucudur.”[374]
21529. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehvetlerin
galebesi en büyük helak ve şehvetlere egemen olmak ise en yüce
egemenliktir.”[375]
21530. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En büyük egemenlik nefse
egemen olmaktır.”[376]
21531. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emirlerin en yücesi
isteklerinin kendisine emir olmadığı kimsedir.”[377]
21532. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim nefsine hakim
olursa işi yücelir ve herkime de nefsi malik olursa makamı
alçalır.”[378]
21533. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsine galebe çalan,
nefsinin kendisine üstün gelmediği, nefsine malik olan ve isteklerinin
kendisine malik olmadığı kimseye ne mutlu!” [379]
21534. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ayıptan
münezzeh olmak, şehvete hakim olmakla hasıl olur.”[380]
Her Kim Heva ve Hevesine Üstün Gelirse Dünya Mecburen Ona Yönelir
21535. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “İzzet ve celalime andolsun ki... Kul kendi heva ve hevesini
benim heva ve hevesime tercih etmeyinceye kadar meleklerimi ona koruyucu
kılarım. Gökleri ve yeri onun rızkına kefil
kılarım. Her tacirin ticaretinin ardından onu düşünürüm ve
dünya isteyerek (veya zelilane) bir şekilde ona yönelir”[381]
21536. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “İzzetime andolsun ki kul heva ve hevesini benim
hevesime tercih etmediği taktirde ecelini gözünün önünde tutar, gök ve
yerleri rızkına vekil kılar ve her tüccarın ticaretinin ardından
onun düşüncesinde olurum.”[382]
21537. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “İzzetime andolsun ki kul heva ve
hevesini benim hevesime tercih etmediği taktirde himmetini ahirete
yöneltir, kalbini güçlü kılar, gök ve yerleri kendine kefil
kılarım ve dünya isteyerek (veya zelil bir şekilde) ona
yönelir.” [383]
21538. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
şöyle buyurmuştur: “İzzet, celal, azamet, büyüklük ve makam
yüceliğime andolsun ki kul, dünyalık bir iş hususunda benim
isteklerimi kendi isteklerinden öne geçirirse, ona nefis zenginliği
bağışlarım, himmetini ahirete yöneltirim, gökleri ve yeri
rızkına kefil kılarım ve her tacirin ticaretinin
ardından onu düşünürüm.”[384]
21539. İmam
“Bakır
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: İzzet, celal, azamet ve makam yüceliğime andolsun
ki kul benim isteğimi kendi isteğine tercih ettiği taktirde
işini ve hayatını düzene koyarım. Gökleri ve yeri rızkına
kefil kılarım ve her tacirin ticaretinin ardından onu
düşünürüm.”[385]
21540. İmam
Kazım (a.s), Hişam b. Hakem’e yaptığı
öğütlerinden birinde şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “İzzet ve celalime
andolsun ki kul benim isteklerimi kendi isteklerine tercih edince ona nefis
zenginliği bağışlarım, himmetini ahirete yöneltirim,
işini düzene sokarım, gökleri ve yeri rızkına kefil
kılarım ve her tüccarın ticaretinin ardından onu
düşünürüm.”[386]
21541. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehveti reddetmek
şehvet için yok edicidir. Şehveti gidermek ise onun daha güçlü
kılar.”[387]
bak. et-Ticaret, 445. Bölüm, ed-Dünya, 1217.
Bölüm
538.
Konu
el-Vedia
Emanet
F Bihar, 103/174, 12. Bölüm; el-Vedie
F Vesail’uş-Şia, 13/218; Kenz'ul-Ummal,
16/631, Kitab’ul-Vedie
bak.
F 24. Konu, el-Emanet; 154. Konu, el-Hıyanet
Kur’an :
Kitab ehli arasında kantarla emanet bıraksan
onu sana ödeyen ve bir dinar emanet etsen tepesine dikilmedikçe onu sana
ödemeyen vardır. Bu, onların, “kitapsızlara (Yahudi olmayanlara)
karşı üzerimize bir yol (isteme hakkı) yoktur” demelerindendir.
Onlar bile bile Allah’a karşı yalan söylemektedirler.”[388]
bak. Bakara, 283, Nisa, 58, Mü’minun, -8, Mearic,
32
21542. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun emaneti eda etme hususunda
hırslı olduğu bilince Allah-u Teala onun adına emaneti eda
eder. O halde eğer ölürse ve emanet geri çevrilmemişse, Allah-u Teala
onun emaneti eda etme hususunda hırslı olduğunu
bildiğinden, ölümünden sonra emaneti onun adına eda edecek birini
tayin eder.”[389]
21543. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sana hıyanet eden birine sen de
hıyanet etme. Aksi taktirde onun gibi olursun.”[390]
21544. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisine emanet verilen
kimse ve ticaret için kendisine sermaye teslim edilen kimse emindir. (Zarar
gördükleri taktirde sorumlulukları yoktur.)”[391]
21545. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emanet olarak
bırakılan (ve altın ve gümüş cinsinden olmayan) bir
şeyin zarar gördüğü taktirde kefareti yoktur.”[392]
21546. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Emin olarak görülen kimsenin zemaneti
yoktur. Sorumluluğu yoktur.” [393]
21547. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisine bir emanet verilen kimsenin o
mala hıyanet etmedikçe sorumluluğu yoktur. Hakeza emanet alan kimse
de hıyanet etmediği taktirde bir sorumluluk taşımaz.”[394]
bak. el-Kafi, 5/238,
21548. İmam
Ali (a.s), meleklerin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah, onları vahyin eminleri olarak
yaratmış, onlara peygamberleri için emir ve nehiy emanetleri
yüklemiş…”
[395]
21549. İmam
Ali (a.s), peygamberlerin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Birbiri ardınca her dönemde
peygamberlerin velisiyle mesajlarını insanlara
ulaştırmış ve insanlarla ahitleşmiştir.
Peygamberimiz Muhammed (s.a.a) vesilesiyle de hüccet tamam olmuş…” [396]
21550. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Allah için olsun, korumasını emrettiği
kitabını ve size emanet ettiği hakları korumaya
çalışın. Çünkü şanı yüce olan Allah sizi boş yere
yaratmadığı gibi, başıboş bırakıp
atmadı.”[397]
21551. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım nefsimi;
bahşettiğin nimetlerden alacaklarının ilki, bana
verdiğin emanetlerden geri alacaklarının evveli karar kıl!”
[398]
21552. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
, kendine aklı emanet ettiği bir kimseyi, bir gün onunla
kurtarır.”
[399]
21553. İmam
Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı vasiyetinin sonunda
şöyle buyurmuştur: “Dinini, dünyanı
Allah’a emanet et. Şu tez geçen dünyada da, az zaman sonra gelecek
ahirette de akibetinin hayırlı olmasını dile. ve’s-Selam.”[400]
bak. el-Emanet, 305. Bölüm
539. Konu
el-İrs
Miras
F Bihar, 104/326, Ebvab’ul-Miras
F Vesail’uş-Şia, 17/373, Kitab’ul-Feraiz
ve’l-Mevaris
F Kenz'ul-Ummal, 11/3-82; Kitab’ul-Feraiz
F Kenz'ul-Ummal, 5/625, İrs’ul-Enbiya
Kur’an :
“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki
kızın hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikinin
üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır.
Eğer bir ise yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa ana
babadan her birine altıda biri; çocuğu yoksa ve anası
babası ona varis olursa anasına üçte bir düşer. Ölenin
kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir. (Bütün bunlar ölenin)
yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız
ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın
olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tespit edilmiştir.
Doğrusu Allah bilendir, hikmet sahibi olandır.”[401]
Bak. Nisa, 7-12, 32-33, 127,176; Meryem, 6, Neml, 16, Fecr, 19
21554. Tebersi
Mecme’ul-Beyan’da şöyle diyor: “Cabir b. Abdillah’dan şöyle
dediği nakledilmiştir: “Ben hastalandım, Resululullah (s.a.a) ve
Ebu Bekir yaya olarak beni ziyarete geldiler. Bu esnada ben kendimden geçtim.
Peygamber bir miktar su istedi, abdest aldı, ondan bir miktarını
üzerime serpti, ben kendime geldim ve şöyle arzettim: “Ey Allah’ın
Resulü! Malıma ne yapayım?” Resulullah (s.a.a) sustu, bu esnada benim
hakkımda mevaris (miraslar) ayeti nazil oldu.”
Bazıları şöyle demişlerdir: “Bu ayet
şair Hassan’ın kardeşi Abdurrahman hakkında nazil
olmuştur. Sebebi de şuydu: O vefat etti ve geriye bir eş ve
beş kardeşi kaldı. Varisleri gelip malını kendileri
için aldılar, eşine bir şey kalmadı. Abdurrahman’ın
eşi, bu konuyu Allah Resulüne (s.a.a) şikayet etti. Bu esnada Allah
mevaris (miraslar) ayetini nazil buyurdu. Bu görüş, Sediyy’den nakledilmiştir.
Bazıları ise şöyle demişlerdir: “Miras ölen
kimsenin çocuklarına ait idi, vasiyet ise baba, anne ve akrabalara
özgüydü. (Yani ölen kimse malından anne babasına ve akrabalarına
bir şeyin ulaşmasını istiyorsa, vasiyet etmeliydi) Ama
Allah bu kanunu iptal etti ve mevaris (miraslar) ayetini nazil buyurdu. Daha
sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah miras tayini işini
mukarreb bir meleğe veya mürsel bir peygambere bırakmak istemedi.
Aksine şahsın geriye bıraktığı malların
bölüştürülmesini bizzat üstlendi. Her haklının hakkını
ona eda etti.”Bu görüş İbn-i Abbas’tan nakledilmiştir.”[402]
21555. Cabir
b. Abdillah şöyle diyor: “Resulullah ve Ebu Bekir Beni Seleme ile birlikte
yaya olarak beni ziyarete geldiler. Peygamber benim bir şey derk
etmediğimi anlayınca, bir miktar su istedi, abdest aldı, daha
sonra onu yüzüme serpti. Ben kendime geldim ve şöyle arzettim: “Ey
Resulullah! Malıma ne yapmamı emredersiniz?” Bu esnada şu ayet
nazil oldu: “Yusikumullah...”[403]
(Allah size vasiyet eder.)” [404]
21556. İmam
Sadık (a.s), “neden erkek çocuğunun miras hakkı kız
çocuğunun iki katıdır?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Çünkü kadına ne savaş cephelerine gitmek
farzdır, ne bir nafaka vermek, ne de diye ödemek. Bütün bunlar erkeklerin
sorumluluğuna bırakılmıştır.”[405]
21557. İmam
Askeri (a.s), hakeza aynı soruya cevap olarak şöyle buyurmuştur:
“Kadının
boynunda ne cihat vardır, ne nafaka, ne de diye. Aksine bu görevler
erkeğin sorumluluğuna bırakılmıştır.”
Ravi şöyle diyor: “İçimden şöyle
dedim: “Daha önce bana söylendiği üzere İbn-i Ebi’l-Evca da bu soruyu
İmam Sadık’a (a.s) sormuş, o da aynı cevabı
vermişti.”Ebu Muhammed (a.s) bana yöneldi ve şöyle buyurdu:
“Doğrudur, bu soru İbn-i Ebi’l-Evca’nın sorusudur ve hepimizin
cevabı da birdir.”[406]
21558. İmam
Rıza (a.s), aynı soruya cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Kadınlara kalan
mirasın erkeklerin payının yarısı oluşunun sebebi
şudur ki, kadın evlenince alıcı, ama erkek vericidir. Bu
sebeple de erkeklerin payı fazladır. Erkeğin payının
kadının payının iki katı oluşunun bir diğer
sebebi de şudur ki kadın eğer ihtiyacı olursa, erkeğin
kefaleti altındadır ve erkek onun işlerinin giderini temin etmek
ve nafakasını ödemekle mükelleftir. Ama kadın ne erkeğin
geçimini temin etmekle mükelleftir, ne de erkeğin ihtiyacı
olduğu taktirde ona nafaka verme görevi vardır. İşte bu
sebeplerden dolayı Allah-u Teala erkeklerin payını
arttırmıştır. Nitekim Aziz ve celil olan Allah da
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve
erkeklerin, mallarından infak etmelerinden dolayı erkekler
kadınlar üzerine hakimdirler” [407]
21559. İmam
Sadık (a.s) aynı soruya cevab olarak şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kadınlar için taktir ettiği mehir için…” [408]
21560. Hişam
b. Salim şöyle diyor: “İbn-i Ebi’l Evca, Muhammed b. Ebi Nu’man-i
Ehvel’e şöyle dedi: “Bu zayıf ve çaresiz ne suç işlemiştir
ki sadece (mirastan) bir payı vardır, ama güçlü ve zengin olan
erkeğin iki payı vardır?” Ehvel şöyle diyor: “Ben bu sözü
İmam Sadık (a.s) için naklettim. İmam şöyle buyurdu: “Zira
kadın ne diyet ödemekle mükelleftir, (kadının) ne nafaka vermesi
farzdır, ne de cihat etmesi. İmam başka hususlarda
sıraladı. Bütün bu görevler erkeğin sorumluluğundadır.
Bu sebeple erkek için iki pay, kadın için ise bir pay göz önünde
bulundurulmuştur.”[409]
Miras, yani hayattaki bazı kimselerin ölünün
bıraktığı mala sahip olmaları, insan
toplumlarında geçerli olan en eski geleneklerden biridir. Ümmetlerin ve
milletlerin elimizdeki tarihleri bu geleneğin ne zaman
başladığını göstermekten acizdir.
Miras olayının bir gelenek
olmasının yanı sıra işin tabiatı da bunu
gerektiriyor. Çünkü toplum halinde yaşayan insanın
tabiatını dikkatle incelediğimizde görüyoruz ki o, sahipsiz
malı kendi ihtiyaçları için kullanma konusunda istekli ve arzuludur.
Engelsiz olarak sahip olabildiği malı kullanmak onun en köklü
adetlerindendir. Yine şunu görüyoruz ki, gerek ilkel toplumları,
gerekse uygar toplumları icat eden insan, toplumdaki fertler hakkında
(akrabalık ve öncelikle sonuçlanan) yakınlık ve velayeti geçerli
tanır. Akrabalığı ve veliliği ortaya çıkaran bu
geçerlilik aile, oymak, aşiret ve kabile gibi gruplaşmaların
temel dayanağını oluşturur.
Buna göre toplumda bazı fertlerin
kendilerini birbirlerine yakın saymaları
kaçınılmazdır. Evladın ana babasını,
akrabanın akrabasını, arkadaşın
arkadaşını, efendinin kölesini, eşlerin birbirlerini,
yönetenin yönetileni, hatta güçlünün zayıfı kendine yakın
hissetmesi gibi. Gerçi toplumlarda bu yakınlığın ölçüsü
kimi zaman neredeyse belirlenemeyecek derecede farklılık gösterir.
Fakat her toplumun fertleri arasında bu ilişki vardır. Bu iki
olgu mirasın en eski sosyal geleneklerden biri olmasını
gerektirmiştir.
Miras, toplumun diğer gelenekleri gibi
ortaya çıktığından beri çeşitli değişmelere
uğramış, birçok gelişmeler göstermiştir. Fakat ilkel
toplumlarda istikrar olmadığı için onların tarihlerinde bu
gelişimin düzenli aşamalarını güvenilir biçimde belirlemek
zordur.
O toplumlar hakkında kesin olarak
söyleyebileceğimiz şudur: Onlar kadınları ve
zayıfları mirastan mahrum tutuyorlardı. Onlarda miras güçlülere
mahsus bir imtiyazdı. Bunun tek sebebi o toplumların kadınlara
ve köle, çocuk gibi zayıf fertlere evcil hayvan ve eşya muamelesi
yapmaları idi. Onlara göre bunlar insanların kendilerinden
yararlanmaları için vardırlar. Yoksa onların insanlardan,
insanların elindeki imkanlardan ve insana mahsus sosyal haklardan
yararlanmaları söz konusu değildir.
Bununla birlikte bu toplumlarda güçlünün kim
olduğu konusu dönemden döneme değişiklik göstermiştir. Kimi
zaman oymak veya aşiret reisi, kimi zaman aile reisi, başka bir dönem
kavmin en yiğit, en kabadayı kişisi güçlü sayıldı. Bu
farklılıklar doğal olarak miras geleneğinde köklü
değişikliklerin görülmesini gerektirmiştir.
Fakat bu gelenekler insan
fıtratının aradığı mutluluğu temin
edemedikleri için sık sık değişikliğe
uğruyorlardı. Hatta Romalılar ve Eski Yunanlılar gibi
kanunlara veya kanunların yerini tutan oturmuş milli geleneklere
sahip toplumlarda bile durum böyle idi. Milletler arasında egemen olan hiç
bir miras kanunu, İslam’ın miras kanunu gibi günümüze kadar
yaşayamamıştır. İslam’ın (miras) kanunu ortaya
çıkışından günümüze kadar yaklaşık on dört yüz
yıldan beri İslam milletleri arasında yürürlükte
kalmıştır.
Romalıların özelliklerinden biri de
aileye bağımsızlık tanımaları idi. Bu
bağımsızlık aileyi toplumun genelinden ayırıyor,
fertlerine ilişkin sosyal hakların çoğunda onu hükümetin
nüfuzundan koruyordu. Böylece aile emirler, yasaklar, cezalar ve siyaset gibi
alanlarda bağımsız yaşıyordu. Aile reisine eşten,
çocuklardan ve kölelerden oluşan ev halkı tapardı. Ev halkı
içinde tek mülk sahibi oydu. O sağ oldukça ondan başka hiçbir aile
ferdi mülk sahibi olamazdı. O aile fertlerinin velisi,
hayatlarının düzenleyicisi idi. Onlara ilişkin iradesi mutlak
anlamda geçerli idi. O da atası olan eski bir aile reisine tapardı.
Eğer bir aile miras elde ederse;
örneğin aile reisinin izni ile dışarıda mal kazanan
oğullardan biri ölürse veya aile reisinin izni ile evlenen kızlardan
veya akrabalardan biri ölür de başlık olarak geriye mal
bırakırsa, bu miras aileye kalır ve bu mirasın maliki aile
reisi olurdu. Çünkü bu durum onun aile reisliğinin, aile ve ev
halkına yönelik mutlak mülkiyetinin gereği sayılıyordu.
Aile reisi ölünce, oğullarından veya
kardeşlerinden biri ona mirasçı olurdu. Bunun için yeni aile reisinin
bu göreve layık olması ve ölen reisin oğulları
tarafından mirasçılığının tanınması
gerekirdi. Eğer oğullar aileden ayrılarak yeni bir aile
kurarlarsa, kurdukları ailenin reisi olurlardı. Eğer eski
ailelerinde kalırlarsa yeni aile reisi ile (mesela kardeşlerinden
biri ile) aralarındaki münasebetleri, babaları ile aralarındaki
eski münasebetleri gibi olurdu. Yani yeni aile reisinin yönetimi, mutlak
veliliği altına girerlerdi.
Romalı aile reislerine üvey
oğulları da varis olabilirdi. Çünkü cahiliyye dönemi Araplarında
olduğu gibi Romalılar arasında da evlat edinme geleneği
geçerli idi.
Kadınlara yani eşlere, kızlara ve
annelere gelince onlar mirasçı olmazlardı. Gerekçe de onların
evlenerek başka bir aileye gitmeleri ile aile malının
dışarıya gitmemesi idi. Romalılar servetin bir aileden
başka bir aileye geçmesini caiz görmüyorlardı.
Araştırmacılardan biri bu olguyu belirledikten sonra
“Romalılar bireysel mülkiyeti değil, sosyal mülkiyeti
benimsiyorlardı.” diyor. Kanaatime göre bu mülkiyet tarzının
kaynağı sosyalist mülkiyetten farklı bir şeydir. Çünkü
ilkel toplumlar en eski çağlardan beri sahibi oldukları meralara ve
verimli topraklara başka toplumların ortak olmalarına
karşı çıkarlar, söz konusu arazilerini korurlardı. Bu
uğurda savaşırlar, koruluklarına başkalarını
sokmazlardı. Bu mülkiyet bir tür sosyal mülkiyet idi. Söz konusu mülkün
sahibi toplumun fertleri değil, toplumun kendisi idi. Bununla birlikte bu
mülkiyet tarzı toplumdaki her ferdin bu kamu mülkünün bir bölümüne özel
olarak sahip olmasına engel sayılmıyordu.
Bu mülkiyet biçimi sağlıklı bir
geçerliliğe dayanıyor. Fakat ilkel toplumlar onu dengeli ve yarar
sağlayıcı biçimde kullanamadılar. İslam bu mülkiyet
anlayışını daha önce belirtildiği gibi muhterem
saydı. Yüce Allah, “O yeryüzündeki varlıkların tümünü
sizin için yarattı” [410] buyuruyor. Buna
göre Müslümanlardan ve (Müslümanların) zimmeti altında bulunan gayri
Müslimlerden oluşan insan toplumu bu anlamda yeryüzünün servetinin
malikidir. Bundan dolayı İslam, kafirin Müslüman’a mirasçı
olmasını caiz görmez.
Bu bakış açısının
izlerini ve örneklerini günümüzün bazı milletlerinde görebiliriz. Bu
milletler topraklarının ve gayri menkullerin yabancıların
eline geçmesini ve onların bunlara malik olmasını caiz
görmezler.
Eski Romalılarda aile,
bağımsız ve kendine yeterli bir birim kabul edildiği için
bağımsız toplumlarda ve ülkelerde geçerli olan bu eski gelenek
onlarda da geçerli olmuştur. Roma ailelerinde bu geleneğin yakınlarla
evlenmeyi yasaklayan gelenekle birlikte uygulamasının sonucunda iki
akrabalık türü ortaya çıktı. Biri kan ortaklığına
dayanan doğal akrabalıktı. Bu akrabalığın
gerektirdiği sonuç, yakınlar arasında evliliğin yasak ve
yakınların dışında kalanlar arasında serbest
oluşu idi. İkinci tür akrabalık resmi ve yasal akrabalık
idi. Bu akrabalığın gerektirdiği sonuç, mirasçı olup
olmama, nafaka, velilik vb. şeyler idi. Oğlanlar aile reisine ve
birbirlerine nispetle hem doğal hem de resmi akrabalığa sahip
idiler. Bütün kadınlar ise sadece doğal akrabalığa
sahiptiler, yasal akrabalığa sahip değillerdi. Bunun sonucu
olarak kadın ne babasının, ne oğlunun, ne kardeşinin,
ne eşinin ve ne başkasının mirasçısı
olabiliyordu. Eski Romalıların geleneği bu idi.
Eski Yunanlılardaki aile
yapısının durumu, yaklaşık olarak eski
Romalılardaki gibi idi. Eski Yunanlılarda en büyük erkek evlat
mirasın tümünü alırdı. Kadınlar eş, kız ve
kız kardeş olarak mirastan mahrum tutulurdu. Küçük erkek evlatlar ile
diğer küçükler mirastan pay alamazlardı. Fakat eski Yunanlılar
tıpkı Romalılar gibi küçük yaştaki erkek evlatların,
sevdikleri eşleri ile kızların ve kız kardeşlerini
miraslarından az ya da çok yararlandırabilmek için vasiyet ve benzeri
formülleri kullanırlardı. Vasiyet konusunu ileride ele
alacağız.
Hintliler, Mısırlılar ve Çinlilere
gelince, kadınların kayıtsız şartsız biçimde
mirastan mahrum tutmaları, küçük yaştaki erkek çocuklarının
miras dışı tutulmaları veya velilik ve gözetim altında
tutulmalarına ilişkin gelenek yaklaşık olarak eski
Yunanlılar ile Romalılarda olduğu gibi idi.
Eski İranlılara (Perslere) gelince,
onlar daha önce belirtildiği üzere yakınlar arasında
evliliği, çok eşliliği ve evlat edinmeyi caiz görüyorlardı.
Kimi zaman erkeğin en sevdiği eş, erkek evlat yerine geçer ve
bir erkek evlatlık gibi kocanın mirasını alırdı.
Böyle bir durumda böyle bir eş, kocanın diğer eşlerini
miras dışı bırakırdı. Ailenin malı
dışarıya gitmesin diye evli kız, babasından miras
alamazdı. Evlenmemiş kızlar ise, oğulların
yarısı kadar miras payı alırlardı. Yaşça küçük
eşler ile evli kızlar mirastan mahrum tutulurken büyük yaşta
olan eş, erkek evlat, evlatlık ve evlenmemiş kız
çocuğu mirastan pay alırdı.
Araplarda ise, kadınlar ve küçük
yaştaki erkek evlatlar kesinlikle miras dışı tutulurdu. Ata
binmeyi beceren, aşiret ve aile savunmasında görev yapabilen
yetişkin erkek evlatlar mirasçı olurlardı. Yoksa miras uzak
akrabalara geçerdi.
İşte miras ayetleri indiğinde
dünyanın durumu bu idi. Bu durum çeşitli milletlerin adetlerini,
geleneklerini ele alan tarih kitapları ile seyahat ve hukuk eserlerinde
anlatılıyor. Daha geniş bilgi edinmek isteyenler bu kaynaklara
başvurabilirler.
Yukarıdan beri anlatılanların
özeti şudur: O günkü dünyanın yerleşik geleneğine göre
kadınlar eş, anne, kız evlat ve kız kardeş
sıfatı ile miras dışı tutulmuştu. Kadınlar
ancak başka değişik sıfatlarla mirasçı
olabiliyorlardı. Küçük yaştaki erkek çocuklar ile yetimler de ancak
bazı durumlarda ve bir velinin sürekli gözetimi altında tutulmak
kaydı ile mirasçı olabilirlerdi.
Defalarca tekrarladığımız
gibi İslam kanunlarda ve hükümlerde hakkın temelini insanın onun
üzerine yaratıldığı fıtrata dayandırır.
Allah’ın yaratışını hiç kimse değiştiremez.
İslam mirasçı olmayı fıtrat ve değişmez hilkat
olan akrabalık esasına dayandırdı. Evlatlıklara
mirasçı olma hakkı tanımadı. Bu konuda yüce Allah
şöyle buyuruyor: “Allah evlatlıklarınızı öz
oğullarınız gibi saymanızı meşru
kılmadı. Bunlar sizin dillerinize doladığınız
boş sözlerdir. Allah gerçeği söyler ve O doğru yola iletir.
Evlatlıkları öz babalarına nispet ederek çağırın.
Bu Allah katında en doğru olanıdır. Eğer
babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onlar sizin din
kardeşleriniz ve dostlarınızdır.”[411]
İslam bunun arkasından vasiyeti miras
kapsamı dışına çıkararak, mal alıp vermeye
gerekçe olan bağımsız ve ayrı bir hüküm olarak
adlandırıyor. Bu uygulama sadece bir isimlendirme
farklılığından ibaret değildir. Çünkü miras ile
vasiyetin her birinin ayrı bir kriteri, bağımsız bir
fıtri dayanağı vardır. Mirasın kriteri
akrabalıktır. Ölen kimsenin iradesinin bunda hiç bir rolü yoktur.
Vasiyetin dayanağı ise, ölünün hayattayken sahibi olduğu mal
üzerinde öldükten sonra (vasiyet yaptığı anda diyebiliriz) iradesinin
geçerli olması ve bu tercihinin geçerli sayılmasıdır.
Vasiyeti miras kapsamı içine almakla vasiyet, sadece bir
adlandırmadan ibaret kalır, temel hükümde değişikliğe
yol açmaz.
İnsanların, mesela eski
Romalıların miras adını verdikleri uygulamaya gelince, bu
adlandırma akrabalık veya ölünün iradesinden birine
dayanmıyordu. Aslında onlar mirasta irade tercihini geçerli
sayıyorlardı. Yani miras konusu malın bulunduğu ailede, o
ailenin reisinin elinde kalması veya aile reisinin ölümünden sonra
malının sevdiği kimseye geçmesi yolundaki iradesine uyuluyordu.
Bu iki şıktan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin miras,
iradenin geçerli sayılması esasına dayanmış oluyordu.
Eğer akrabalığa ve kan bağı ortaklığına
dayandırılsaydı birçok miras dışı
bırakılanlar mirasçı olurken mirasçı sayılanların
bir çoğu mirastan mahrum kalırlardı.
Bu iki kriteri birbirinden ayırdıktan
sonra İslam mirasa yöneldi ve bu konuda şu iki ana temeli ölçü olarak
aldı.
Bu iki temelden biri akrabalık temelidir. Bu
temel insanın akrabaları ile arasında ortak olan unsurdur. Bu
unsur açısından kadın-erkek veya küçük-büyük arasında fark
yoktur. Hatta ana rahmindeki doğmamış çocuklar bile bu unsur
açısından diğer akrabalar ile aynıdır. Yalnız bu
unsurun etkileri farklıdır. Bu farklı etki yüzünden kimi akraba
öne çıkarken kimi akraba arka planda kalır. Kimi akraba başka
bir akrabayı miras dışı bırakır. Buna ölüye
yakın veya uzak olma dolayısıyla akrabalığın
güçlü ya da zayıf oluşu yol açar. Aracıların az ya da çok
varolmaları ile yok olmaları da bu konuda bir başka sebeptir.
Ölünün oğlu, erkek kardeşi ve amcası gibi. Bu ana dayanak
mirasçı olmayı hakketmenin temel gerekçesidir. Yalnız
akrabaların ilk ve son derecede yer alan kesimlerini göz önünde
bulundurmak gerekir.
İslam’ın mirastaki ikinci temel ilkesi,
erkek ve kadın farklılığıdır. Bu farklılık
bu türlerden birinin akılla, öbürünün duygularla donanmış
olmasının doğurduğu yapısal farklılıktan
kaynaklanır. Erkek, doğası gereğince düşünce ve
akıl yeteneği ağır basan bir insanken kadın heyecan ve
ince duyguların mazharıdır. Bu temel ilke kadın ile
erkeğin hayatlarında bariz bir etkiye sahiptir. Onların
malları yönetmelerinde, onun ihtiyaçlar için kullanılmasında bu
etkinin ağırlığı görülür. Bu temel ilke kadın ile
erkeğin miras paylarının farklı olmasını
gerektirir. Erkek evlat ile kız evlat, erkek kardeş ile kız
kardeş gibi aynı derecede akrabalar olsalar dahi bu
farklılık geçerlidir. İleride bu konuyu
ayrıntılarıyla anlatacağız.
Birinci ilke, akraba kesimlerinin derecelerini
belirler. Bunun için ölüye yakınlık ve uzaklık faktörü ölçü
olarak alınır. Yakınlığı ve
uzaklığı belirlerken aracıların yokluğuna, varsa
azlığına ve çokluğuna bakılır. Buna göre ilk
dereceden miras alan akraba tabakası, ölünün aracısız
yakınlarıdır. Ölünün oğlu, kızı, babası,
annesi gibi. İkinci dereceden miras alan akraba tabakası, erkek
kardeş, kız kardeş, dede ve ninedir. Bu tabaka ile ölü
arasında bağlantı kuran bir aracı vardır ki, o da ya
anne ya baba veya her ikisidir. Üçüncü dereceden miras alan tabaka, amca,
teyze, dayı ve haladır. Bu tabakayı ölüye iki aracı
bağlar. Bunlar ölünün annesi, babası ile dedesi ve ninesidir.
Kısacası miras derecelerinde ölçü bu şekildedir. Bu ölçüye göre
her tabakadaki evlatlar babalarının yerini tutarlar ve bir sonraki
tabakanın miras almasına engel olurlar. Karı ile kocanın
kanları evlilik yolu ile birbirine karıştığı için
her tabaka ile birlikte mirasçı sayılmışlardır. Hiç
bir tabaka onları miras dışı
bırakmadığı gibi onlar da hiç bir tabakayı miras
dışı bırakmaz.
Sonra İslam ikinci ilkeden, yani kadın
ile erkeğin farklılığı ilkesinden erkeğin miras
payının kadınınkinin iki katı olması sonucunu
çıkarmıştır. Yalnız anne ile, anne yoluyla
bağlantı kurulan kelale bu kuralın
dışındadır.
İslam’da belirlenen miras gerçi
farklılık gösterir, ama altı şekilde belirlenir ki, bunlar
yarım, üçte iki, üçte bir, dörtte bir, altıda bir ve sekizde birdir.
Aynı şekilde varislerden birinin eline geçen miras da öyledir. Gerçi
bu varisin payı da kalanın kendisine verilmesi veya payının
kırpılması suretiyle çoğunlukla farklılık gösterir.
Baba, ana ve ana yolu ile bağlantılı kelale de böyledir. Gerçi
bunların payları da erkeğe kadının iki katı kadar
pay verilmesi kuralına göre sapma gösterir. Bu yüzden miras konusunda
genel ve kapsamlı bir inceleme yapmak zordur. Yalnız bütün örneklerde
kategorik olarak önceki tabakanın (ölünün) arkadaki tabakayı kendi
yerine bırakması, eşlerden birinin diğerini yerine
geçirmesi ve doğuran kuşak olan analar ve babaların da yerlerine
doğan kuşak olan evlatları geçirmesi demektir. Her iki kesimin,
yani eşler ile evlatların İslam’daki miras payları ise
erkeğin payının kadınınkinin iki katı olması
ilkesine göre belirlenir.
Bu genel bakıştan şu sonuca
varıyoruz: İslam, dünyadaki mevcut servetin üçte bir ve üçte ikiye
bölünmesini öngörür. Servetin üçte biri kadınlar, üçte ikisi ise erkekler
içindir. Bu bölüşüm, mülkiyet açısından böyledir. Fakat bu
görüş servetin ihtiyaçlar için kullanılması alanında
geçerli değildir. Çünkü İslam kadının geçimini sağlama
görevini erkeğin omuzlarına yükler ve bu görevin adil bir biçimde
yerine getirilmesini emreder. Bu emir harcamalarda erkek ile kadın
arasında eşitliği gerektirir. Bunun yanı sıra
kadına sahip olduğu mal konusunda irade
bağımsızlığı tanır. Erkek, kadının
malını istediği biçimde kullanmasına karışamaz.
Bu üç ilkeden şu sonuç çıkar: Dünya servetinin üçte ikisini
kadın tasarruf eder. (Üçte biri kendi malı ve diğer üçte biri
ise erkeğni üçte ikilik payının yarısıdır.) Buna
karşılık dünya malının sadece üçte biri erkeğin
tasarrufu altındadır.
Yetimler, güçlü erkekler gibi mirastan pay
alırlar. Onlar büyüdükçe malları, baba ve dede gibi velilerin veya
müminlerden oluşan bir kurulun ya da İslam hükümetinin gözetimi
altında gelişir. Yetimler evlilik çağına giripte
olgunlaştıkları izlenimi edilince, malları kendilerine
verilir ve bağımsız bir hayat düzeyine erdirilirler. Bu uygulama
yetimler hakkında düşünülecek en adil sistemdir.
Kadınlara gelince, onlar genel
bakışa göre dünya servetinin üçte birine sahip olurlar, ama az önce
anlatıldığı üzere dünya malının üçte ikisi
üzerinde tasarrufta bulunurlar. Onlar kendi malları konusunda özgür ve
bağımsızdırlar. Sürekli veya geçici denetim altına
alınamazlar. Kendileriyle ilgili meşru tasarruflarından erkekler
sorumlu değildir.
İslam’da kadın, irade ve
davranış özgürlüğü alanında her yönden erkek ile eşit
şahsiyete sahiptir. Kendine özgü ve erkek psikolojisinden farklı
psikolojik nitelikleri dışında erkeğin durumundan ayrı
bir durumda değildir. Bu psikolojik farklılık şudur.
Kadının hayatı duygu ağırlıklı iken
erkeğin hayatı düşünce ve akıl
ağırlıklıdır. İslam’ın erkeğe daha çok
mülkiyet hakkı tanımasının gerekçesi dünyada akla dayalı
düzenlemelerin duygulara ve heyecanlara dayalı düzenlemelere baskın
gelmesidir. Bu konuda kadının uğradığı eksiklik,
kendisine tasarruf ve harcama alanında üstünlük sağlanarak telafi
edilmiştir. Kadın yatakta erkeğin isteğine itaat etmekle
yükümlü tutulmuş, ama bu yükümlülük erkeğin kendisine mehir vermek
zorunda tutulması ile telafi edilmiştir. Kadın yargılama,
hükümet görevi yüklenme ve bizzat savaşa katılmak işlerinden
uzak tutuldu. Çünkü bu işler duygulara değil, akla
dayandırılması gereken işlerdir. Bunların telafisi
olarak, kadının güvenliğini korumak ve namusunu savunmak
erkeğin görevi sayıldı. Kazanç peşinde koşup
kadının, çocukların ve ana-babanın geçimini sağlama
yükümlülüğü de erkeğin omuzlarına yüklenmiştir.
Kadın çocuklara bakma ücretini alma
hakkına sahiptir. Ama bu zorunlu değildir, kadın istediği
taktirdedir. Bütün bu hükümlerin dengelenmesi babında, kadınlar
örtünmeye, erkekler arasına fazla girmemeye, ev işlerini düzenlemeye
ve çocukları büyütmeye çağrılmıştır.
İslam savunma, yargı ve hükümet etme
gibi kamu faaliyetlerini duyguların ve heycanların etki alanı
dışında tuttu. Çağımızda duyguların akla
baskın çıkması sonucunda ortaya çıkan acı
sonuçları insanlık tanıdıkça bu tutumun ne kadar haklı
olduğu görüldü. Çağdaş uygarlığın
armağanlarından olan büyük dünya savaşlarını göz önüne
getir ve dünyaya egemen olan şartları düşün. Bütün bu olayları
bir defa aklın ve bir defa da duygusal heyecanların ölçüleri ile
değerlendir. O zaman sapmanın başlangıç
noktasının neresi olduğunu ve doğrunun
kaynağının nerede olduğunu kolayca belirleyebilirsin.
Hidayet ancak Allah’tandır.
Batılı milletler yüzyıllardan beri
ellerinden gelen her gayreti göstererek kızlara erkeklere verdikleri
eğitimin aynısını vermekte, onlardaki potansiyel
yetenekleri ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. Buna
rağmen eğer siyaset, yargı, yasama alanlarında ön plana
çıkan isimler gözden geçirilirse, savaş komutanlarının
adları incelenirse, yasama, yargı ve savaş alanlarında
yüzlerce, binlerce sivrilmiş erkek ile
karşılaştırılacak sayıda kadına
rastlanılmadığı görülür. Bu sonuç, kadının
tabiatının bu alanlarda gelişmeye yatkın
olmadığının en doğru şahididir. Çünkü bu alanlar,
özelliklerinin gereği olarak aklın ve düşüncenin egemenliği
altında olmak zorundadırlar. Duygular bu alanlara sızdıkça
hayal kırıklığı ve hüsranla karşılaşma
ihtimali artar.
Bu ve benzeri gerçekler şu ünlü nazariyeyi
çürüten en kesin cevaptır. Bu nazariye şöyle diyor:
Kadınların toplumda erkeklerin gerisinde kalmalarının tek
sebebi, onlara yönelik yapıcı eğitimin yetersizliğidir. Bu
yetersizlik eski çağlardan beri geçerlidir. Eğer kadınlar
sürekli biçimde yapıcı eğitim görselerdi, sahip oldukları
ince duyguların ve heyecanların da desteği ile erkeklere
yetişirler veya onların önüne geçerlerdi.
Bu mantık, varılmak istenen sonucun
zıddını kanıtlıyor. Çünkü ince duyguların
kadınlara mahsus olması veya bunların onlarda fazla oluşu,
onların aklın güçlü olmasını ve ince psikolojik duygulara
baskın gelmesini isteyen hükümet ve yargı işleri gibi alanlarda
geri kalmalarının ve akıl gücü bakımından onlardan
üstün olan erkeklerin bu konularda öne geçmelerinin gerekçesidir. Kesin
tecrübeler şunu gösteriyor. Herhangi bir psikolojik yeteneğe sahip
olan kimsenin eğitiminde başarıya ulaşabilmesi için o
yetenekle uyuşan bir amaç uğrunda eğitilmesi gerekir. Bu ilkenin
sonucu şudur :
Erkeklere hükümet ve yargı konularında
verilecek eğitim başarılı olur ve onlar bu alanlarda
kadınlardan daha üstün derecelere ulaşırlar. Buna
karşılık kadınlara ince duygularla uyuşan, bu
özellikle bağlantılı alanlarda verilecek eğitim
başarılı olacaktır. Tıbbın bazı
dalları, fotoğrafçılık, müzik, dokumacılık,
aşçılık, çocuk bakımı, hasta
bakıcılığı ve süslemecilik gibi. Bunlar
dışında kalan alanlarda kadın ile erkek eşittir.
Bazıları kadınların söz
konusu alanlardaki geri kalmışlıklarını tesadüfle izah
etmek isterler. Eğer böyle olsaydı, milyonlarca yıl olarak
tahmin edilen insanlık tarihi boyunca bazı dönemlerde bunun tersinin
görülmesi gerekirdi. Bunun yanı sıra erkeklerin kadınlara mahsus
işlerdeki geri kalmışlıkları da tersine dönmeliydi.
Eğer erkek ile kadının ayrılmaz özellikleri olan iç güdüsel
özellikleri tesadüfü şeyler saymamız doğru ise, insanda hiç bir
fıtri özelliğin varlığını ileri süremeyiz. Mesela
insanın uygarlaşmaya, kültürel gelişmeye eğilimli
olması gibi. Bu sıfatları insanın ayrılmaz
nitelikleridir ve fertlerin bünyelerinde bu sıfatlarla uyuşan
yetenekler vardır. Bu yüzden bu sıfatlar fıtri sıfatlar
sayıyoruz. Tıpkı bunun gibi kadınların ince ve duygu
yükümlü işlerde önde olduklarını, buna karşılık
akla dayalı işlerde, dehşetli ve çok zor faaliyetlerde
erkeklerden geride olduklarını ve bunun onların psikolojik
yeteneklerinin gereği olduğunu ve erkeklerin bu konularda önde ve
bunlar dışındaki konularda geride olduklarını
söylüyoruz. Eğer erkekler ile kadınlar arasındaki yetenek farklılıklarını
fıtri değil de tesadüfi kabul edersek insana has hiçbir özelliği
fıtri kabul edemeyiz.
Bütün bunlardan sonra geride şu mesele
kalıyor: Erkekler akılca üstün sayılırken
kadınların duyguya ve heyecana yatkın kabul edilmeleri
kadınlarda alınganlık doğurabilir. Fakat bu tepki yersizdir.
Çünkü İslam’a göre akılcılık ve duygusallık iki ilahi
armağandır. Bunlar ilahi maksada dayalı olarak insan bünyesine
yerleştirilmiş hayatta fonksiyonu olan yeteneklerdir. Birinin öbürüne
karşı üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvadan
kaynaklanır. Ne olurlarsa olsunlar diğer yetenekler takva yolunda
gidildiğinde gelişip serpilebilirler. Aksi halde omuzlara binen kötü
bir yükten başka bir şey değildirler.
Yeni miras kanunları aşağıda
kısaca anlatılacağı üzere her ne kadar İslam’ın
miras kanunlarına ters iseler de ortaya çıkışlarında
ve yerleşmelerinde İslam’ın miras hukukundan
yararlanmışlardır. Dünyada kadınların
mirasçılığını yasallaştırdığında
İslam’ın durumu ile yeni miras kanunlarının durumu
arasında ne kadar fark vardır!
İslam öyle bir sistem orta koydu ki, ne
dünya onu tanıyordu, ne insanların kulakları onu
işitmişti ve ne de yeni kuşaklar onu eski kuşaklardan,
önceki atalarından onu hatırlıyorlardu. Bu yeni kanunlara
gelince bunlar, İslam’ın miras sistemi milyonlarca insan
arasında yerleşmişken ortaya atılmış ve bazı
milletler arasında uygulamaya başlamıştır. Bu uygulama
başladığında İslam hukuku on yüzyılı
aşkın bir zamandan beri nesilden nesle aktarılıyordu.
Psikolojik araştırmalar şunu kesinlikle ispat etmiştir ki,
bir şeyin dış dünyada meydana gelmesi, sonra yerleşip
kökleşmesi, o şeyin benzerinin meydana gelmesine en iyi bir destek
olur. Her eski sosyal sistem, bir sonraki benzer sosyal sistemin fikir
malzemesidir. Hatta o sistem, ikincisine dönüşen malzemedir. Dolayısıyla
hiç bir sosyal araştırmacı, yeni miras kanunlarının
İslam’ın miras hukuku alanındaki birikiminden
yararlandığını, İslam miras hukukunun doğru ya da
yanlış biçimde bu yeni sistemlere dönüştüğünü inkar edemez.
Zaman zaman şöyle garip bir iddia –Allah ilk
cahiliye taassubunu yok etsin- ileri sürülür: “Modern kanunlar eski Roma
hukukundan alınmıştır.” Oysa yukarıda eski
Roma’nın miras hukukunun ana noktalarını ve İslam’ın
bu alanda insan toplumuna sunduğu yenilikleri anlatmıştık.
İslam’ın miras hukuku ortaya çıkışında ve uygulamasında
eski Roma sistemi ile batının yeni miras kanunlarının
ortasında yer alır. Bu sistem milyonlarca toplum tarafından
bilinen ve yüz milyonlarca insanın vicdanında yüzyıllardan beri
sürekli biçimde yer tutmuş bir sistemdir. Bu yüzden batıdaki kanun
koyucuların düşüncelerini etkilememiş olarak bir kenarda
kalması düşünülemez.
Bundan daha garip olanı şudur. Bu
iddiayı ileri sürenler, İslam’ın miras hukukunun eski
Roma’nın miras hukukundan alınmış olduğunu
söylüyorlar!
Fransız miras hukukuna göre, mirasçı
tabakalar şöyle sıralanır: 1-Oğullar ve kızlar
2-Babalar, anneler, oğlan kardeşler, kız kardeşler
3-Dedeler ve nineler 4-Amcalar ve halalar ve dayılar ve teyzeler. Bu kanunlarda
karı-koca ilişkisi bu tabakalar dışında tutulmuş
ve gönül ilişkisi ve sevgi esasına
dayandırılmıştır. Bunun ve diğer tabakaların
ayrıntılarına değinmek bizi ilgilendirmez. İsteyen o
kanunlara başvursun.
Bizi, uygulanmakta olan bu sistemin
sonuçlarını irdelemek ilgilendiriyor. Bu irdelemede gördüğümüz şudur:
Dünya malı daha önce sözünü ettiğimiz genel bakış
gereğince kadın ile erkek arasında eşit olarak
bölüştürülüyor. Fakat batılılar kadını
kocasının denetimi altına koydular. Kadının kendine
miras kalan malları üzerinde tasarruf hakkı yoktur. Bunun için
kocasından izin alması gerekir. Böylece dünya malı mülk olarak
erkek ile kadın arasında eşit biçimde bölüştürüldü, ama
düzenleme ve irade bakımından tümü ile erkeğin denetimine
verildi! Batı toplumlarında faaliyet gösteren bazı devrimci
dernekler kadınlara mali bağımsızlık sağlayarak
onları bu konuda erkeklerin denetiminden kurtarmak için
çalışıyorlar. Eğer isteklerinde başarılı
olurlarsa, kadınlar ile erkekler hem mülkiyet hem de düzenleme ve tasarruf
yetkisi bakımından eşit duruma gelirler.
Biz, eski milletler ve geçmiş çağlarda
geçerli olan miras sistemlerini özetledikten sonra işi eleştirici
araştırmacılara havale ediyoruz. Bu sistemleri birbirleri ile
mukayese etsinler. Bu sistemlerin hangisinin yeterli, hangisinin eksik
olduğuna, insan toplumu için hangisinin faydalı, hangisinin
zararlı olduğuna, hangisinin mutluluğa götüren yol üzerinde
olduğuna hüküm versinler. Sonra da bu sistemler ile İslam’ın bu
alandaki kanunlarını kararlaştırarak verilmesi gereken
hükmü versinler.
İslam sistemi ile diğer sistemler
arasındaki en köklü fark, hedefte ve maksattadır. İslam
sisteminin maksadı dünyanın huzura ve mutluğa ermesi iken, onun
dışındakilerin maksadı arzu ettiğini elde etmektir.
Bütün ayrıntılar ve sonuçlar, bu iki temel şeyden
kaynaklanır: Yüce Alah şöyle buyuruyor: “Bazen hoşunuza
gitmeyen bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Buna
karşılık hoşnuza giden bir şey de hakkınızda
kötü olabilir. Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz.”[412]
“Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, bilin
ki, bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz de Allah onda birçok hayır
koymuş olabilir.”[413]
Daha önce söylediğimiz gibi İslam,
vasiyeti miras kapsamı dışına çıkararak onu
bağımsız bir hüküm olarak ele almıştır. Çünkü
onun bağımsız bir dayanağı vardır. Bu dayanak,
mal sahibi hayattayken onun malı üzerindeki iradesini
tanımaktır. Vasiyet gelişmiş milletlerde bir hile yolu idi.
Baba aile reisi gibi vasiyet eden kimsenin malını veya malının
bir bölümünü, yürürlükteki miras kanununun vermeyi uygun gördükleri
dışındaki kimselere vermek için başvurulan bir formül
olarak kullanılırdı. Bu yüzden söz konusu toplumlar vasiyetin
kapsamını daraltmak ve miras hükümlerini geçersiz kılmaya yol
açan bu yolu şu ya da bu şekilde kesmek maksadı
taşıyan kanunlar çıkarıyorlardı. Bu alandaki
sınırlama girişimleri günümüze kadar hep devam etmiştir.
İslam, vasiyetin kapsamını
malın üçte biri ile sınırlamıştır. Buna göre
vasiyet malın üçte birinden fazlası için geçerli değildir.
Bazı yeni kanunlar bu konuda İslam’ın yöntemini
izlemişlerdir. Fransız kanunu gibi. Fakat iki kanun arasında
bakış açısı farklılığı vardır.
Nitekim İslam vasiyeti teşvik ederken söz konusu kanunlar ya onu engelliyor
veya sessizce geçiştiriyorlar.
Vasiyet, sadakalar, zekat, humus ve mutlak infak
hakkındaki ayetlerin incelenmesi şunu ortaya koyuyor: Bu
düzenlemeler, yaklaşık olarak malların yarısının
ve bu malların gelirinin üçte ikisinin iyilikler ve yoksul kesiminin
ihtiyaçları için kullanılmasın yolunu
kolaylaştırıyor. Böylece toplumun değişik kesimleri
birbirine yaklaştırılıyor, aralarındaki büyük farklar
kaldırılıyor ve fakir kesimin ayakları üzerinde durabilmesi
sağlanıyor. Bu kanunların bir amacı da zenginlerin harcama
biçimlerini düzenleyerek fakir kesim ile aralarının
açılmasını frenlemektir. Bu konu inşallah ileride
ayrıca ele alınıp incelenecektir.”[414]
21561. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Katil miras almaz.”[415]
21562. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mirastan hiçbir şey katile
ulaşmaz.”[416]
21563. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Katil için bir miras yoktur.”[417]
21564. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim birini öldürürse her ne kadar
öldürülenin katilden başka bir varisi olmasa ve her ne kadar çocuğu
ve babası da olsa miras alamaz.”[418]
21565. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biri diğerini
öldüren iki kişi miras alamaz.”[419]
21566. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Katil öldürdüğü kimsenin diyetinden
miras alamaz.”[420]
21567. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zinazade olan birisi ne miras alır,
ne de kimse onun varisi olur.”[421]
21568. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir topluluğun cariyesiyle
veya özgür bir kadınla fuhuş ederse, dünyaya gelen çocuğu
zinazadedir, ne miras alır ne de kimse ona varis olur.”[422]
21569. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müslüman kafirin
(kendisinden) miras almasına engel olur ama ondan miras alır. Kafir
ise ne müminin miras almasına engel teşkil eder ve ne de ondan miras
alabilir” [423]
21570. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ne kafir müslümandan miras alır ne
de müslüman kafirden” [424]
bak. Vesail’uş Şia, 17/374, 413, Ebvabu
mevanii’l irs, Kenz’ul Ummal, 11/15, 72, Fi mevanii’l İrsi
Kur’an :
“Süleyman Davud’a varis oldu: “Ey insanlar! Bize
kuş dili öğretildi ve bize her şeyden bolca verildi.
Doğrusu bu apaçık bir lütuftur” dedi.”[425]
Doğrusu, benden sonra yerime geçecek
yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum.
Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul
bağışla ki, bana ve Yakup oğullarına mirasçı
olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla.”[426]
21571. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Peygamber miras bırakmaz, aksine
onun mirası fakir ve yoksul müslümanlar içindir.”[427]
21572. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biz miras bırakmayız,
bıraktığımız şey sadakadır.”[428]
21573. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) ve
Abbas bin Abdulmuttalib miraslarını talep etmek için Ebubekir’in
yanına geldiler. Ali de onlar ile birlikte gitti. Ebubekir şöyle
dedi: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Biz miras
bırakmayız. Bıraktığımız her şey
sadakadır.”Ebubekir daha sonra şöyle dedi: “Peygamberin ailesinden
olanların geçimi benim sorumluluğumdadır.”Ali (a.s) şöyle
buyurdu: “Süleyman Davud’a varis oldu ve Zekeriyya şöyle dedi: “Bana ve
Yakup ailesine varis olsun.”Ebu Bekir şöyle dedi: “Benim dediğim
geçerlidir. (Olay benim dediğim gibidir. Ben Peygamberin sözlerini sizlere
aktardım.) Allah’a yemin olsun ki sen de benim bildiğim şeyi
biliyorsun.”Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Ama Allah’ın kitabı
(Önceki peygamberlerin miras bıraktığı hususunda açık
bir şekilde) açıklamada bulunmaktadır.”Onlar (Ali, Fatıma
Abbas) artık bir şey demeden geri döndüler.”[429]
540.
Konu
el-Vera’
Vera-Sakınma
F Bihar, 70/296,
57. Bölüm; el-Vere’ ve’l-İctinab’iş-Şubehat
F Kenz'ul-Ummal,
3/426, 797; el-Vere’e
F Kenz'ul-Ummal,
3/436; Vere’ul-Mezmum
F Kenz'ul-Ummal,
3/799; Rahs’ul-Vere’
bak.
F 256. Konu,
eş-Şubhe; 556. Konu, et-Takva; et-Tama’, 2420. Bölüm; el-İffet,
2757, 2762, 2760. Bölümler; el-Amel, 2947. Bölüm; eş-Şükür, 2071.
Bölüm
21574. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir temeli vardır;
imanın temeli ise günahtan sakınmadır.”[430]
21575. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sakınma, amelin efendisidir.”[431]
21576. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dinin temeli sakınmadır.”[432]
21577. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vera dinin başıdır.”[433]
21578. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
günahtan sakınması dini miktarıncadır.”[434]
21579. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dininizin en hayırlısı
sakınmadır.”[435]
21580. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Din işlerinden en
iyisi sakınmadır.”[436]
21581. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dinininizin en üstünü
sakınmadır.”[437]
21582. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İman, sakınmayla doruğa
erişir. Her kim, Allah’ın kendisine nasip ettiği rızka
kanaat ederse, cennete gider. Her kim de şüphe olmayan cenneti isterse,
Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından
korkmamalıdır.”[438]
21583. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir kale
sakınmadan daha sağlam değildir.”[439]
21584. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir şiper
sakınmadan daha iyi değildir.”[440]
21585. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınma bir
kalkandır.”[441]
21586. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşe
koyulun işe! İşin sonu, işin sonu! Direniş, direniş! Sabır, sabır! Takva,
takva!”
[442]
21587. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Veradan
(sakınmaktan) ayrılma. Zira vera (günahlardan) en iyi korunma
sebebidir.”[443]
21588. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Veradan ayrılma.
Şüphesiz vera dinin yardımcısı ve ihlas sahibi kimselerin
hasletidir.”[444]
21589. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Veradan ayrılma,
tamaha aldanma. Şüphesiz ki tamahlanmanın otlağı kirlidir.”[445]
21590. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmaktan
ayrılmayın zira sakınmak bizim tabi olduğumuz, kendisiyle
Allah’a itaat ve kulluk ettiğimiz ve dostlarımızdan
istediğimiz dindir.”[446]
21591. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Veradan
ayrılmayınız. Şüphesiz ki Allah nezdinde olan şeylere
vera (sakınma) ile ulaşılabilir.”[447]
21592. Mirac
hadisinde şöyle yer almıştır: “Ey Ahmet!
Sakınmadan ayrılma! Zira ki sakınma dinin evveli, dinin
ortası ve dinin sonudur... Sakınmak süsler arasında bir küpe
gibi ve diğer yiyecekler arasında bir ekmek gibidir. Sakınma
imanın başı ve dinin dayanağıdır. Sakınmanın
misali bir gemi gibidir. Şüphesiz denizde sadece gemide olanlar kurtulur.
Züht ehli kimseler de sadece sakınmayla kurtuluşa ererler.”[448]
21593. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bizi severse
bizim amel ettiğimiz gibi amel etmeli ve sakınmadan yardım
almalıdır. Zira sakınmak dünya ve ahiret işinde en iyi
yardımcıdır.”[449]
21594. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “En zor ibadet
sakınmadır.”[450]
21595. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak en iyi
arkadaştır.”[451]
21596. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak en iyi
elbisedir.”[452]
21597. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İzzet sebebi olan
sakınmak (insanı) hor kılan tamahtan daha iyidir.”[453]
21598. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmanın
afeti kanaatin azlığıdır.”[454]
21599. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüz bin kişilik
veya daha fazla nüfuslu bir şehirde yaşadığı halde
kendisinden daha çok sakınan birinin bulunduğu kimse bizden
değildir ve yüceliğe sahip değildir.”[455]
21600. İmam
Bakır (a.s), kendisiyle vedalaşmak için yanına gelen Hayseme’ye
şöyle buyurmuştur: “Bizden taraf dostlarımıza selam söyle!
Onlara, yüce Allah’tan korkmayı tavsiye et. Ey Hayseme! Onlara bildir ki,
amel etmedikçe biz Allah katında onlar için hiç bir şey
yapamayız ve bizim velayetimize sadece sakınma ile
ulaşabilirler.”[456]
bak. el-Kalb, 3406. Bölüm, 17028. Hadis,
eş-Şia, 2149. Bölüm, el-İman, 279. Bölüm, et-Tema’ 2420. Bölüm
21601. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmanın
neticesi nefis ve dinin düzelmesidir.”[457]
21602. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amel, sakınma ile
ürün verir.”[458]
21603. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak haramlara
bulaşmaya engel olur.”[459]
21604. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınma
takvanın temelidir.”[460]
21605. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınma ile
aşağılıklardan uzaklaşma mümkündür.”[461]
21606. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
sakınması onu, her türlü aşağılıktan uzak tutar.”[462]
21607. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınma dini
düzeltir, nefsi korur, insanı süsler.”[463]
21608. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim sakınma
olmaksızın temizlemez.”[464]
21609. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin düzelme sebebi
sakınmadır.”[465]
21610. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsin düzelme sebebi
sakınmadır.”[466]
21611. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
sakınınız ve dininizi sakınarak koruyunuz .”[467]
21612. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınma
kurtuluşun meşalesidir.”[468]
21613. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin
sakınması çoğalırsa günahı azalır.”[469]
21614. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmakla birlikte
olmayan bir ibadette hayır yoktur.”[470]
21615. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “(İbadetlerde) çaba
göstermek sakınmakla birlikte olmazsa faydalı değildir.” [471]
21616. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kemanın ipi gibi incelip
zayıflayıncaya kadar namaz da kılsanız ve keman gibi
eğrilinceye[472] kadar oruç da
tutsanız, Allah sizden sadece sakınmayla kabul eder.”[473]
21617. İmam
Sadık (a.s) Amr bin Said’e yaptığı tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Sana ilahi takvayı, sakınmayı ve ibadet için
çalışmayı tavsiye ediyorum. Bil ki sakınmanın
olmadığı bir çaba fayda vermez.”[474]
21618. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmadan soyunan
(sakınmayan) kimse dinini bozar.”[475]
21619. İmam
Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak ibadetin
düzenidir, eğer bu düzen bozulursa ilk bozulduğunda düzen
bozulduğu gibi dindarlık da bozulur.”[476]
bak. el-İbadet, 2491. Bölüm
21620. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vera ictinab etmektir
(sakınmadır)” [477]
21621. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Veranın kökü
günahlardan uzak durmak ve haramlardan sakınmaktır.”[478]
21622. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vera, hakikatte helal
gelirler talep etmek ve başkalarından bir ihtiyacını
dilemekten sakınmaktır.”[479]
21623. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak, hakikatte
günahlardan temizlenmektir.”[480]
21624. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak takvaya
bağlıdır.”[481]
21625. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak amellerin efendisidir. Her
kim halvette Allah ile karşı karşıya
kaldığında kendisini sakındıracak bir takvaya sahip
değilse Allah artık amellerine teveccüh etmez. Zira sakınmak
Allah’tan gizli ve açıkta korkmak, varlık ve yoklukta iktisatlı
olmak, hoşnutluk ve gazap halinde adalete riayet etmektir.”[482]
21626. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınmak
şüphelerle karşılaştığında durmaktır
(ihtiyat etmektir.)” [483]
21627. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sakınan kimse şüphe ortaya
çıktığında duraklayan kimsedir.”[484]
21628. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphelerle amel eden kimse
şarabı nebiz, rüşveti hediye ve haracı zekat olarak helal
sayar.”[485]
21629. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Helal açıktır, haram da
açıktır. Bu ikisinin arasında halktan bir çoğunun
bilmediği şüpheli işler vardır. O halde her kim
şüpheden sakınırsa, dinini ve haysiyetini korumuş olur. Her
kim de şüphelere girerse harama düşer. Tıpkı korunun
etrafında otlatan ve koruya girmek üzere olan çoban gibi.”[486]
21630. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendinizle haram arasında helalden
bir perde çekiniz. Her kim böyle yaparsa, dinini ve haysiyetini korumuş
olur. Her kim de onda otlatırsa, tıpkı korunun etrafında
otlatan ve içine girmeye yakın olan kimse gibidir.”[487]
21631. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Helal açıktır, haram da
açıktır. O halde şüphe olan şeyi terk et ve içinde
şüphe olmayan şeye sarıl.”[488]
21632. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İçinde şek olan şeyi terk
et ve içinde şek olmayan şeye sarıl. Zira Allah için terk
ettiğin şeyin yokluğunu asla hissetmezsin.”[489]
21633. Resulullah
(s.a.a), Ebu Rufaa’ya şöyle buyurmuştur: “Allah için terk
ettiğin bir şeyin yerine Allah mutlaka sana daha iyisini verir.”[490]
21634. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Seni şekke düşüren şeyi
terk et, seni şekke atmayan şeye sarıl. Zira doğruluk ruhun
huzur sebebi ve yalan ise perişanlık sebebidir.”[491]
21635. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakkında şek ettiğin
şeyi terk et, şek olmayan şeye sarıl. Zira iyilik huzur
sebebidir, kötülük ise perişanlık ve rahatsızlık
sebebidir.”[492]
21636. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyilik göğse yerleşen ve
kalbin itminan ettiği şeydir. Şek ise göğüse yerleşmeyen
ve kalbin kendisine itimat etmediği şeydir. O halde, her ne kadar
müftüler (aksine) fetva verseler de seni şekke düşüren şeyi,
(seni şekke düşürmeyen şeye bırak.)”[493]
21637. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyilik göğüste karar kılan
ve kalbin kendisiyle güvene erdiği şeydir. Şek ise göğüste
karar kılmayan ve kalbin kendisiyle güvene ermediği şeydir. O
halde her ne kadar müftüler sana fetva verse deseni şekke düşüren
şeyleri seni şekke düşürmeyen şeylere bırak.”[494]
21638. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Senin nefsin sana fetva verir, elini
göğsünün üzerine bırak, helal karşısında huzur bulur,
haram karşısında ise ızdırap ve kararsızlık
içinde çırpınır. Seni şüpheye düşüren şeyi terk
et ve her ne kadar müftüler (aksine) hüküm verseler de seni şüpheye
düşürmeyen şeylere sarıl. Mümin daha büyük bir zorluğa
düşmemek için küçüğü terk eder.”[495]
21639. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Vabise! Kalbinden ve nefsinden fetva
dile. İyilik kalbin huzur bulduğu canın, sükuna erdiği
şeydir. Günah ise her ne kadar insanlar caiz olduğuna dair hüküm ve
fetva verseler bile ruhta yer etmeyen ve göğüste tahammül gösteremeyen
şeydir.”[496]
21640. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Günah kalbi üzer, ve her bakışa
şeytan mutlaka tamah gözünü diker.”[497]
21641. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalbinin inkar edip beğenmediği
şeyi terk et.”[498]
bak. Eş-Şubhe, 1951. Bölüm, et-Takva,
4173. Bölüm
21642. İmam
Sadık (a.s) sakınan kimse hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın haramlarından
sakınan kimsedir.”[499]
21643. İmam
Sadık (a.s) aynı soruya cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Sakınan
kimse Allah’ın haramlarından sakınan ve onlardan içtinap eden
kimsedir. Eğer şüphelerden sakınmazsa bilmeden harama
düşer.”[500]
21644. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakınan kimse ruhu
temiz, hasletleri yüce olan kimsedir.”[501]
21645. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yarın Allah ile oturanlar,
sakınanlar ve dünyaya rağbet göstermeyenlerdir.”[502]
21646. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sakınan kimsenin iki rekat
namazı, helal ve haramı birbirine karıştıran kimsenin
bin rekat namazından daha üstündür.”[503]
21647. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sakınan kimsenin arkasında
kılınan namaz kabul edilir. Takva sahibi kimseye verilen hediye kabul
edilir. Takva sahibiyle oturup kalkmak ibadettir, onunla bilgi
alışverişinde bulunmak sadakadır.”[504]
21648. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Ey Musa! Bir kul kıyamet gününde beni görünce
sakınma ehli olmadığı taktirde, elinde olan şeyleri
inceden inceye hesaplarım. Zira ben onlardan (sakınanlardan)
utanırım. Onları büyük ve yüce sayarım ve
hesablarını görmeden cennete götürürüm.”[505]
21649. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın haramlarından
sakın ki insanların en çok sakınanı olasın.”[506]
21650. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
şöyle buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Sana haram
kıldığım şeylerden uzak dur ki insanların en çok
sakınanı olasın.”[507]
21651. İmam
Sadık (a.s), “İnsanların en çok sakınanı kimdir?” diye
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
haramlarından uzak duran kimse!” [508]
21652. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir sakınma,
aziz ve celil olan Allah’ın haramlarından uzak durmaktan, müminlere
eziyet etmek ve onların gıybetini yapmaktan sakınmaktan daha
faydalı değildir.”[509]
21653. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sakınma gibi bir vera yoktur.”[510]
21654. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüpheler nezdinde
durma gibi bir sakınma yoktur.”[511]
21655. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en
çok sakınanı şüpheler anında durandır.”[512]
21656. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: ““İnsanların en
çok sakınanı istek ve yakarışlardan en uzak
olanıdır.”[513]
21657. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizin en zeki
olanınız en çok sakınanızdır.”[514]
541.
Konu
el-Vezaret
Vezirlik
bak.
F 251. Konu,
es-Siyaset; 19. Bölüm, el-İmaret; 494. Konu, el-Mülk; 560. Konu,
el-Velayet (1)
Kur’an :
“Ehlimden olan kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle,
onu görevimde ortak kıl ki” [515]
“And olsun ki Mûsa’ya kitab verdik, kardeşi
Harun’u da kendisine vezir yaptık.”[516]
“Ehlimden olan kardeşim Harun’u bana vezir yap,
beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki...”ayeti Musa tarafından ifade edilen
başka bir istektir ve bu Musa’nın dördüncü ve son isteğidir.
Ayette geçen “vezir” kelimesi “feil” vezninde olup, “vizr” kökünden
türemiştir ki ağır yük anlamındadır. Vezir de hükümet
ve padişahlığın ağır yükünü yüklendiği
hasebiyle, vezir olarak adlandırılmıştır.
Bazıları şöyle demişlerdir: “Vezer” kökünden türemiş
olup, sığınılan dağ anlamındadır ve vezire
de padişahın görüş ve hükümlerinde kendisine
sığındığı hasebiyle vezir denmiştir.
Evet, Musa rabbinden ehlinden birini kendisine
vezir ve yardımcı kılmasını istemektedir ve bu iş
için de kardeşi Harun’u önermektedir. Musa’nın böyle bir istekte
bulunmasının sebebi, çok boyutlu ve geniş bir sorumluluğu
sebebiyleydi ve Musa tek başına bu görevi yerine getiremezdi.
Dolayısıyla da bu işte kendisine ortaklık edecek
işlerinden bir bölümünü yapacak, böylece o ağır yükün bir
miktarını omuzlayacak ve Musa’nın bizzat yaptığı
işlerde de kendisine yardımcı olacak bir vezire ihtiyacı
vardı. Musa’nın beyan ettiği “Beni onunla destekle. Onu işimde ortak kıl” cümlesinin anlamı da budur. Yani bu cümle
gerçekte Harun’un vezir olarak karar kılınmasının
anlamı ve açıklaması mesabesindedir.
O halde “işimde onu ortak kıl” cümlesinden maksat Harun’un kendisine özgü olan
işlerde ortak kılınmasıydı ve o da aslında dine
davette ve davetin daha ilk gününden itibaren Harun’un Musa’ya işinde
ortak olmasından ibaretti. O halde bu ortaklık Harun’a özgüdür ve
ondan başka hiç kimse onun ortağı değildir. Musa da bu
işte artık Harun’dan başkasını onun yerine
geçiremezdi. Ama dinin tebliği veya Peygamber tarafından davetin
tamamlanışından sonra bir parçasının veya bir
bölümünün tebliği Peygambere özgü değildir. Aksine o dine iman eden,
din hakkında bir bilgiye sahip olan herkesin görevidir. Böyle bir alimin
dini öğretiler hususunda bilgisi olmayan kimseleri eğitmesi görevi
vardır. Orada hazır bulunanlar hazır bulunmayanlara onu
tebliğ etmelidir. Dolayısıyla da Musa’nın kendisine ve
kardeşine özgü olmayan bir işte, kardeşinin kendisine ortak
kılınmasını istemesinin bir anlamı yoktur. Aksine bu
tüm iman eden herkesin, irşad, tebliğ, talim ve o dinin
açıklamasıyla görevli olmasıdır. Dolayısıyla da
açıklığa kavuştuğu gibi Harun’un işlerde Musa’ya
ortak kılınışı, Harun’un Allah’ın Musa’ya
vahyettiklerinden bir bölümünü ve Allah tarafından kendisine özgü olan
şeylerin bazısını (örneğin itaatin farz oluşu ve
sözün hücciyeti gibi) Musa adına tebliğ etmesi
anlamındadır.
Harun’un Musa hususundaki
ortaklığı ise, yani münezzeh olan Allah’tan vahiy
algılaması, Musa’nın o işte yalnız olmaktan
korkacağı ve endişeye kapılacağı bir şey
değildi ve neticede de Allah’tan ortak dilemesi bu konuyla ilgili değildi.
Aksine, Musa’yı endişelendiren ve korkutan şey, sadece ilahi mesaj,
dinin tebliği, İsrailoğullarını kurtarmak için
işlerin düzenlenmesi ve benzeri işler hususundaki
yalnızlığı idi. Bu konu bizzat Musa’nın dilinden de
şöyle nakledilmiştir: “Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni
destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder.”[517]
Bunun yanısıra, Şia ve Sünni
yoluyla nakledilen sahih rivayetlere göre de Peygamber bu duayı Peygamber
olmadığı halde Ali (a.s) hakkında da
yapmıştır.” [518]
21658. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim aklı
artırır, kendisini öğrenen kimseye beğenilmiş
sıfatlar kazandırır. O halde halim kimseyi emir sahibi
kılar ve düşünce sahibini ise vezir kılar.”[519]
21659. Resulullah
(s.a.a), İbn-i Abbas’a şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil
olan Allah’ın mirac gecesinde bana buyurduğu ilk şey buydu: “Ey
Muhammed! Ayağının altına bak” Daha sonra perdelerin
yırtıldığını, gök kapılarının
açıldığını gördüm ve Ali’nin başını
bana doğru kaldırdığını müşahade ettim. Daha
sonra benimle konuştu ve ben de onunla konuştum. Aziz ve celil olan
rabbim de benimle konuştu.” Ben (İbn-i Abbas) şöyle arzettim:
“Ey Resulullah! Rabbin sana ne dedi?” Peygamber şöyle buyurdu: “Ey
Muhammed! Ben Ali’yi senin vasin, vezirin ve senden sonraki halifen karar
kıldım. Bunu ona bildir.”[520]
21660. Resulullah
(s.a.a) Ali’ye şöyle buyurmuştur: “Benim
işittiğim şeyi sen de işitiyor ve benim gördüğüm
şeyi sen de görüyorsun. Ama sen Peygamber değilsin, aksine sen
vezirsin ve hayır üzeresin.”[521]
21661. İbn-i
İshk şöyle diyor: “Hatice İslam için gerçek bir vezir (veya
yardımcı) idi. Resulullah (s.a.a) onun varlığıyla
huzura eriyordu.”[522]
21662. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan hiç kimsenin
sevabı, yöneticiye Allah hakkında tavsiyede bulunan ve yöneticinin de
tavsiyeler ile amel ettiği salih bir vezirin mükafatından daha büyük
değildir.”[523]
21663. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden her kim bir işi üstlenir ve
Allah da onun hayrını dilerse, kendisi için temiz ve salih bir vezir
karar kılar, unuttuğu zaman bu vezir ona hatırlatır,
hatırladığı zaman da ona yardımcı olur.”[524]
21664. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah bir yöneticinin hayrını
dilediğinde onun için doğru ve salih bir vezir karar kılar. O
unuttuğunda vezir ona hatırlatır, hatırında
olduğunda da ona yardımcı olur. Ama Allah ona hayırdan
başka bir şey dilerse ona kötü bir vezir nasip eder, o
unuttuğunda ona hatırlatmaz. Eğer hatırında olursa ona
yardım etmez.”[525]
21665. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah kendisinden sonra yerine geçecek
birisinin olmadığı hiç bir Peygamber göndermemiştir ve
etrafındakiler iki gruba ayrılmıştır: Bir grubu ona
iyi işleri tavsiye etmiş, onu kötülüklerden
sakındırmıştır. Diğer bir grubu ise hakkında
hiç bir kötülüğü yapmaktan el çekmemiştir. Böylece her kim bu grubun şerrinden
güvende olursa, şüphesiz ki korunmuş olur.”[526]
21666. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin veziri
kendisine hıyanet ederse, işinin tedbiri bozulur.”[527]
21667. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötü vezirler, zalim
yardımcılar ve günahkar kardeşlerdir.”[528]
21668. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
namazı öldüğünde hakkıyla eda etmediğinde) hilim
zayıflık, zulüm kıvanç sayıldığında, emirler
kötü ve vezirler yalancı olduğunda dünyadan sakın.”[529]
21669. İmam
Ali (a.s) Malik Eşter’i Mısır’a vali tayin ettiğinde
yazdığı mektupta şöyle buyurmuştur: “Vezirlerinin en
kötüsü, senden önceki kötülere vezirlik edenler, suçlarına ortak
olanlardır. Sana sırdaş olmasınlar; çünkü onlar
günahkarların yardımcıları, zalimlerin kardeş-leridir.
Sen, bunların yerine görüşleri en az onlarınki kadar isabetli,
fakat onlar gibi günahkar olmayan, zalime zulmünde, günah işleyene
günahında yardımcı olmayan daha hayırlı kişiler
bulabilirsin. Bunların yükü daha hafif, yardımları daha
güzeldir. Besledikleri sevgi daha içten, başkalarıyla
yakınlıkları, daha azdır. Yalnızken bunlarla bulun,
meclislerinde de bunları bulundur. Allah’ın, dostlarında
bulunmasından hoşlanmadığı şeylerde sana en az
yardım eden, acı da olsa sana hakkı söyleyen kişileri seç;
her ne kadar sana hoş gelmese de...”[530]
21670. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İman için ilim, ne de güzel
vezirdir. Hilim için idare etmek ne de iyi bir vezirdir ve idare etmek için
yumuşaklık ne de güzel bir vezirdir.”[531]
21671. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel görüş ilim
için ne de güzel vezirdir.”[532]
21672. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
aklı yarattı ve o ilk ruhani yaratık idi... Daha sonra akıl
için yetmiş beş asker karar kıldı. Akıl için karar
kıldığı o yetmiş beş asker arasından biri
aklın veziri olan iyiliktir, onun karşısında da
kötülüğü karar kılmıştır ki cehaletin veziridir.
Diğeri de küfrün düşman olduğu imandır, diğeri ise
karşısında inkarın karar kılındığı
tasdik ve onaylamadır ve diğeri ise karşısında
ümitsizliğin yer aldığı ümittir.”[533]
542.
Konu
el-Mizan
Mizan-Ölçü
F Bihar,
7/242, 10. Bölüm; el-Mizan
F Kenz'ul-Ummal,
14/380, 644; el-Mizan
bak.
F et-Ticaret,
432. Bölüm; el-mal, 3757. Bölüm; el-Hulk, 1101. Bölüm
Kur’an :
“Tartı kıyamet gününde haktır.
Tartıları ağır gelenler, işte onlar
kurtulanlardır. Tartıları hafif gelenler, ayetlerimize
yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerini mahvetmiş
olanlardır.”[534]
“Kıyamet günü doğru teraziler
kurarız; hiç bir kimse hiç bir haksızlığa
uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya
koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz.”[535]
bak. Kehf, 105, Mü’minun, 102, 103, Karia, 6-11
“Tartı
kıyamet gününde haktır. Tartıları ağır gelenler,
işte onlar kurtulanlardır...”Bu iki ayet (a’raf suresi, 8 ve 9. Ayetler)
tartmaktan yani amellerin tartılmasından veya bizzat insanların
ameller açısından tartılmasından söz etmektedir. Bu konunun
delili ise Allah-u Teala’nın şu sözüdür: “Kıyamet günü doğru teraziler
kurarız…Hesap gören olarak biz yeteriz.”Bu ayet de tartmanın ve
değerlendirmenin amellerin hesabının görülmesinin bir kolu
olduğuna delalet etmektedir. Bu ayetten daha açığı ise
şu ayetlerdir: “O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük
bölük dönerler. Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de
zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.”[536] Bu ayet iyi ve kötü amelleri genel anlamda
zikretmiş ve bu amellere ağırlığı isnat
etmiştir.
Evet, tartmak genelde amel ile ilgilidir, ameli
yapan kimseyle ilgili değil. Zira ayeti şerife, iyi veya kötü her
amelin ağırlığı olduğunu buyurmaktadır. Ama
“Bunlar, Rablerinin
ayetlerini ve O’na kavuşmayı küfredenleredir. Bu yüzden işleri
boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlara değer
vermeyeceğiz”[537] ayeti ise batıl olan amellerin –amellerin
batıl oluşu konusunu, el-Mizan kitabının ikinci cildinde
açıkladık-aslında ağırlığı
olmadığına ve sadece batıl olmayan amellerin
ağırlığı olduğuna delalet etmektedir. Zira
batıl olmayan iyi ve kötü her amelin bir ağırlığı
vardır ve o ağırlık sebebiyle de tartılmaktadır.
Ama bu ayetler, iyi veya kötü her iki amelin de
bir ağırlığı olduğunu beyan etmekle birlikte
hakikatte bu hususta rulatif bir ağırlığı göz önünde
bulundurmuştur ve nihayi hüküm verme olayı da bu esas üzere
gerçekleşmektedir. Yani ayetlerin zahiri de iyi amellerin ameller
terazisinin ağırlığına sebep olduğunu,
günahların ise ameller terazisinin hafifliğine neden olduğunu
bildirmektedir. Yoksa iyi veya kötü her iki amelin de tartıldığı
ve ağırlığının belli olduğu, sonra da bu
ağırlık esasınca birbiriyle değerlendirildiği,
birinin ağırlığının diğerinden üstün gelmesi
halinde o esas üzere hükmedildiği, dolayısıyla iyilikler
ağır olduğu taktirde cennet hükmünün verildiği, günahlar
ağır geldiğinde ise cehennem ateşi hükmünün verildiği
anlamında değildir. Zira böyle bir tartma ameller terazisinin iki
kefesinin de eşit olmasının mümkün olduğu farzına
dayanmaktadır. Tıpkı biz insanlar arasında yaygın olan
terazi, kantar ve benzeri tartma aletleri gibi.
Ama konu böyle değildir. Ayetlerin zahiri
iyi amelin terazinin ağırlığına neden olduğunu,
kötü amelin ise terazinin hafiflemesine neden olduğunu beyan etmektedir.
Nitekim şu ayetin zahiri de bu nükteyi beyan etmektedir: “Tartıları ağır
gelenler, işte onlar kurtulanlardır. Tartıları hafif gelenler,
ayetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerini
mahvetmiş olanlardır.” Hakeza bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Tartıları ağır
gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır.
Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık
edenlerdir, cehennemde temellidirler.”[538] hakeza şöyle buyurmaktadır: “Ama tartıları ağır
gelen kimse hoş bir hayat içinde olacaktır. Tartıları hafif
gelenler ise, onların yeri bir çukurdur. O çukurun ne olduğunu sen
bilir misin? O, kızgın bir ateştir.”[539] Gördüğünüz gibi bu ayetler, sürekli
ağırlığı iyi işlerin bulunduğu terazi
kefesine isnat etmektedir, hafifliği ise günahların ve kötülüklerin
kefesine isnat etmektedir. İşte bu yüzden amellerin tartılması
ağırlığı ve değerlendirilmesi için başka
ölçülerin var olduğu görüşünü teyit etmektedir. Öyle ki eğer
ameller iyi olursa, onunla mutabık kalmakta ve tartılmaktadır ve
o ölçü terazinin ağırlığıdır. Ama eğer
ameller kötü olursa, onunla mutabık kalmamak da tartılmamaktadır
ve o da terazinin hafifliğidir. Tıpkı bizim var olan
ölçülerimizle terazilerimiz gibi. Zira bu tartma aletlerinde de bir takım
ölçüler vardır. Örneğin bir ağırlık ölçümü birimi olan
miskal iki kefeden birine bırakılmakta, diğer kefesine ise o mal
ve cins bırakılmaktadır. Malın
ağırlığı o ölçme birimiyle eşit olduğu
taktirde mesele olmamakta, aksi taktirde ise onu bir kenara bırakmak
zorunda kalmaktayız. Burada miskal hakikatte malın
tartıldığı ölçüdür ve bizzat terazi, kantar ve benzeri
şeyler ise miskali veya ağırlık miktarını ölçme
birimini belirten bir iş aleti konumundadır. Ölçme aleti de aynen
böyledir. Yani metre ve benzeri ölçme birimleri, eşyaların
uzunluğunu ölçmeye yarayan bir ölçü birimidir. Eğer
eşyaların uzunluğu ölçü birimine mutabık olursa kabul
edilir, aksi taktirde kabul edilmez. O halde amellerde de bir ölçü birimi
varıdır ve o ameller onunla tartılmaktadır. Örneğin
namaz için, namazın tartıldığı bir ölçü vardır ve
bu ölçü gerçek ve kamil olan namazdır. Hakeza zekat, infak ve benzeri şeyler hususunda da ölçü
aynıdır. Sözün ölçüsü tümüyle hak olan ve hiç bir batılın
sızamadığı sözdür. Bu esas üzere şu ayet de bu
anlamı ifade etmektedir: “Ey iman edenler!
Allah’tan, sakınılması gerektiği gibi sakının.”[540]
O halde açıkladığımız
bu bilgiler ışığında doğru olan görüş
şudur ki, “el-veznu yevmeizin el hekku” cümlesinden maksat, kıyamet
günü amellerin tartıldığı ölçünün bizzat hak
olduğudur. Yani amel her ne kadar hak olursa, aynı ölçüde hak ve
değer kazanır. İyi amel hakkı kapsadığı
hasebiyle de bir ağırlığa sahiptir ve tam aksine günahlar ve
kötü ameller de hakkı kapsamadığı ve salt batıl
olduğu hasebiyle hiçbir ağırlığa sahip değildir.
O halde münezzeh olan Allah kıyamet günü amelleri hak ölçüsüyle ölçer ve
ameller hakkı kapsadığı ölçüde bir
ağırlığa ve ölçüye sebep olurlar.”[541]
21673. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “Ameller tartılmayacak mı?” diye soran
bir zındıka şöyle buyurmuştur: “Hayır,
şüphesiz ameller cisim değildir. Gerçekte o insanların
yaptığı şeyin sıfatıdır. Ayrıca bir
şeyi tartmaya muhtaç olan kimse eşyanın sayısını
ağırlığını ve hafifliğini bilmeyen kimsedir
ama Allah için bunların hiç biri örtülü değildir.”Zındık
şöyle dedi: O halde terazinin anlamı nedir?” İmam şöyle
buyurdu: “Adalettir.”Zındık şöyle dedi: “O halde kitapta şöyle
yazılmıştır: “Her kimin terazisi ağır gelirse”
bunun anlamı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Yani her kimin
ameli üstün gelirse...[542]“ [543]
21674. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “ve adalet terazilerini
kurarız” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu tearzilerden
maksat Peygamberler ve onların vasileridir.”[544]“[545]
21675. Resulullah
(s.a.a), İbn-i Mes’ud’a yaptığı tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Ey İbn-i Mes’ud! Defterlerin
açıldığı ve rezaletlerin aşikar olduğu günden
kork. Zira Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü
adalet terazilerini kurarız.”[546]
21676. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah iyi işi dünya
ehline kıyamet günü terazilerinde ağır olduğu gibi
ağır kılmıştır. Aziz ve celil olan Allah
kötülüğü de kıyamet günün terazilerinde hafif olduğu gibi kolay
kılmıştır.”[547]
21677. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İyi iş kıyamet
günündeki terazilerindeki ağırlık miktarınca, dünya ehline
ağırdır ve kötü iş de terazilerindeki hafifliği
miktarınca, dünya ehline hafiftir.”[548]
21678. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şahadet
ederiz ki Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur. Tektir ve O’nun
ortağı da yoktur. Hakeza (Şahadet ederiz ki) Muhammed (s.a.a)
onun kulu ve Resulüdür. Bu iki şahadet; sözü yüceltir, ameli yükseltir.
Bu ikisinin konulduğu terazi hafiflemez,
kaldırıldığı terazi da ağır gelmez.”[549]
21679. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü olduğunda Allah
Adem’e şöyle buyurur: “Terazinin yanında dur ve sana doğru
yükselen amellere bir bak, iyilikleri zerre miktarınca kötülüklerine
ağır gelen kimselere cennet vardır. Böylece bil ki ben onlardan
hiç kimseyi haksız yere ve zulüm üzere cehenneme asla götürmem.”[550]
21680. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü kul getirilir, iyi
işleri terazinin bir kefesine konur, günahları ise diğer
kefesine. Bu esnada günahlar kefesi ağırlık eder. Böylece bir
sayfa getirilir ve iyilikler kefesine konur. Neticede bu kefe ağır
olur ve şöyle arzeder: “Ey rabbim! Bu sayfa nedir? Ben gece veya gündüz
yaptığım her amellerle
karşılaştım.”Şöyle buyurulur: “Bu senin hakkında
söylenen ama senin ondan münezzeh olduğun şeydir.”Böylece kul
kurtuluşa erer.”[551]
bak. el-Gıybet, 3133. Bölüm, 15497. Hadis,
Kendilerine Terazilerin Kurulmadığı Kimse
Kur’an :
“Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na
kavuşmayı küfredenleredir. Bu yüzden işleri boşa
gitmiştir. Kıyamet günü biz onlara değer vermeyeceğiz.”[552]
21681. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), Said b. Museyyib’e öğüt vermiş, daha sonra
Allah’ın Kur’an’da günahkarlar ile isyankarlar hakkındaki sözüne geri
dönmüş ve şöyle buyurmuştur: “Rabbinin
azabından onlara bir esinti dokunsa: “Vah bize! Doğrusu biz
zalimlerdik” derler.”Ey halk! Eğer Allah’ın bu ayetteki
maksadının müşrikler olduğunu söylerseniz, bu nasıl
mümkün olabilir? Oysa Allah şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü
doğru teraziler kurarız; hiç bir kimse hiç bir
haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile
yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz.”Ey
Allah’ın kulları! Biliniz ki müşrikler için terazi kurulmaz,
amel sayfaları açılmaz. Hakikatte amel defterleri müslümanlar için
açılır.”[553]
Bak. 94. konu, el-Hubt, el-Hesab, 843 ve 842.
bölümler
543.
Konu
el-Vesvese
Vesvese
F Bihar,
72/123, 100. Bölüm; el-Vesvese ve Hadis’un-Nefs
F Bihar,
95/136, 98. Bölüm; ed-Dua li def’il-Vesvas’iş-Şeytan
F Kenz'ul-Ummal,
1/244, 298; fi Şeytan ve vesvesatihi
F el-Müheccet’ül-Beyza,
5/47; Me’ne’l-Vesvese ve Sebeb-u Galebatihi
bak.
F 276. Konu,
eş-Şek; 267. Konu, eş-Şeytan; er-Riya, 1418. Bölüm
Kur’an :
“And olsun ki
insanı biz yarattık; nefsinin kendisine
fısıldadıklarını biliriz; biz ona şah
damarından daha yakınız.”[554]
“De ki:
“İnsanlardan ve cinlerden olan ve insanların gönüllerine vesvese
veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların ilahı,
insanların hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah’a
sığınırım.”[555]
21682. Resulullah
(s.a.a) kendisine, “Bazen insanın zihnine öyle şeyler geliyor ki
eğer insan gökten yere düşecek, göğün ortasında kuşlar
kendisini kapacak olursa bu onun için zihninden geçen şeyleri dile
getirmekten daha sevimlidir” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Bu salt
imandır veya apaçık b ir imandır.”[556]
21683. Resulullah
(s.a.a) ashabından birinin, “(bazen) göğüslerimizde
şeytanın vesvesesini görmekteyiz ki bizden biri süreyya
yıldızına düşecek olursa bu kendisi için o vesveseyi dile
getirmekten daha sevimlidir” diye arzetmesi üzerine şöyle
buyurmuştur: “Gerçekten böyle bir duyguya (izhar etme korkusuna)
kapılıyor musunuz?” Onlar şöyle arzettiler: “Evet” Bunun üzerine
Peygamber şöyle buyurdu: “Bu halis imandır. Şeytan bu
şeylerden daha büyük şeylerle kulu saptırmaya
çalışır. Kul onun tehlikesinden korunursa bu tür vesveselere
kapılır.”[557]
21684. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir şahıs
Peygamberin (s.a.a) huzuruna geldi ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! Helak oldum” Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “O
aşağılık şeytan senin yanına geldi ve şöyle
dedi: “Kim seni yarattı?” Ve sen şöyle dedin: “Allah” o şöyle
dedi: “Allah’ı kim yarattı?” O şahıs şöyle arzetti:
“Evet! Seni hak üzere gönderene yemin olsun ki buyurduğunuz
gibidir.”Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki bu halis
imandır.”
İbn-i Ebi Umeyr şöyle
diyor: “Ben bu hadisi Abdurrahman b. Haccac’a söyledim, o şöyle dedi:
“Babam bana İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu
söyledi: “Resulullah’ın “Allah’a yemin olsun ki bu halis imandır”
diye buyurmasındaki bu maksadı, insanın zihninde bu
düşüncelerin geçmesiyle helak olmaktan korkmasıdır.”[558]
21685. İmam
Bakır (a.s), kendisine zihninden geçen vesveseleri şikayette bulunan
birisinin yazdığı mektuba cevaben şöyle
yazmıştır: “Eğer aziz ve celil olan Allah isterse, seni
inancında sabit kılar, şeytanın etkileme yolunu
kapatır. Peygamber’e (s.a.a) de bir grup, “zihni vesveselerinden
şikayette bulundular. Onlar bu vesvelerin kendilerini uzak yerlere
savurmasını veya parça parça olmalarını, o şeyleri
ifade etmekten daha çok seviyorlardı, ama Resulullah (s.a.a) onlara
şöyle buyurdu: Kendi içinizde böyle bir duyguya kapılıyor
musunuz? Onlar: “Evet” deyince Resulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Canım elinde olana yemin olsun ki o halis imandır. Bu vesvelerle
karşı karşıya kaldığınızda şöyle
deyiniz: “Amenna billah ve resulihi vela hevle vela kuvvete illa billah”
(Allah’a ve resulüne iman ettik ve Allah’tan başka bir güç ve kuvvet
yoktur.)”[559]
21686. Resulullah
(s.a.a), kendisine gelip, “Ben nifaka düçar oldum” diyen birisine şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki sen münafık değilsin,
eğer münafık olsaydın, benim yanıma gelip beni durumdan
haberdar kılmazdım. Seni hangi şey şüpheye
düşürmüştür? Zannediyorum ki o (heryerde) hazır düşman
senin yanına gelip sana şöyle demiştir: “Seni kim
yaratmıştır?” Ve sen de şöyle dedin: “Beni Allah
yaratmıştır.”O sana şöyle dedi: “Allah’ı kim yaratmıştır?”
O şöyle arzetti: “Evet, seni hak üzere göndere yemin olsun ki aynı
dediğin gibidir.”Peygamber şöyle buyurdu: “Şeytan amelleriniz ve
yaptıklarınız yoluyla yanınıza gelip sizlere üstün
gelememiştir. Şimdi de bu (inançlar) yoluyla yanınıza gelip
sizin ayağınızı kaydırmaya
çalışmaktadır. Sizden biri böyle bir duruma geldiğinde,
Allah’ın birliğini hatırlasın.”[560]
21687. İmam
Ali (a.s), meleklerin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Vesveseler, aralarında amacına erememiştir
ki, kötülüğünü onların düşüncesi üzerinde deneyebilsin.”[561]
bak. el-Me’rifet (3), 2632, 2652. Bölümler
Abdest ve Namazda Vesveseden Sakınmak
21688. İmam
Sadık (a.s) akıllı olduğunu iddia ettiği halde abdest
ve namazında vesveseye duçar olan birini anan Abdullah bin Sinan’a
şöyle buyurmuştur: “Aklı olduğu için mi şeytanın
emrine itaat ediyor.” Ben (ravi) şöyle arzettim: “Nasıl şeytana
itaat ediyor?” İmam şöyle buyurdu: “Ona düçar olduğu vesvesenin
kimden olduğunu bir sor. Şüphesiz ki sana şeytanın
işidir” diyecektir.”[562]
21689. İmam
Sadık (a.s) kendisine namazın rekaat sayısı hakkında
çok şüpheye düşen kaç rekaat kaldığını bilmeyen
kimse hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Namazını
iade etmelidir.”Biz (Zürare ve Ebu Basir) şöyle arzettik: “Çok şüphe
etmektedir her ne kadar da iade etse de yine de şüpheye
kapılmaktadır.”İmam şöyle buyurdu: “Şüphesine itina
etmemelidir (ve namazına devam etmelidir.) imam daha sonra şöyle
buyurdu: “Namazını yarıda kesmekle aşağılık
şeytanı kendinize alıştırmayın. Bu iş onu
tamaha düşürür. Zira şeytan aşağılıktır ve
adet ettirildiği şeye adet edinir. O halde sizden her biriniz
şüphesine aldırış etmemeli ve namazını çok
kesmemelidir. Çünkü birkaç defa şüphesine itina etmediği taktirde
artık şüpheye kapılmayacaktır.”Zürare şöyle diyor:
“İmam dada sonra şöyle buyurdu: “Aşağılık
şeytan kendisine itaat edilmesini ister bu yüzden eğer isyan edilirse
artık sizden birinin yanına gelmez.”[563]
Kur’an :
“De ki: “Rabbim! Şeytanların
kışkırtmalarından sana
sığınırım.”“Rabbim! Yanımda bulunmalarından
da sana sığınırım.”[564]
“Rahman olan Allah’ı anmayı
görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı
arkadaş veririz.”[565]
21690. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vesvese edenin kuşun gagasına
benzer bir gagası vardır. İnsan gaflete düşünce o gagasını
insanın kalp kulağına dayar ve vesvese eder. Bu esnada eğer
insan aziz ve celil olan Allah’ı hatırlarsa, vesvese yok olur ve
uzaklaşır. Bu yüzden de şeytana vesvas demişlerdir.”[566]
21691. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şeytanın köpeğin burnuna
benzer bir burnu vardır ve onu insanın kalbinin üzerine koyar. Ona
şehvetleri, lezzetleri hatırlatır, arzular yanına gelir ve
kalbine vesvese eder. Böylece onu rabbi hakkında şüpheye
düşürmeye çalışır. Eğer bu esnada kul,
“Euzubillah’is-Semi’il Alim mineşşeytanirracim ve euzu billah en
yehzuruni, innallahe huve semiul alim” (Taşlanmış şeytandan
duyan ve bilen Allah’a sığınırım! Yanımda bulunmalarından da Allah’a
sığınırım. Şüphesiz Allah bilen ve işitendir)
derse şeytan burnunu onun kalbinin üzerinden kaldırır.”[567]
21692. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisinden böyle bir vesvese
görürse, üç defa şöyle desin: “Amentu billah ve resulihi (Allah’a ve
Resulüne iman ettim.”Böylece vesvese ortadan kalkar.”[568]
21693. İmam
Sadık (a.s) fazla vesvese hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Sakıncası yoktur (aldırma) ve şöyle de:
“lailahe İllallah” (Allah’tan başka ilah yoktur.)” [569]
21694. İmam
Sadık (a.s), aynı soruya cevap olarak Cemil b. Derrac’a şöyle
buyurmuştur: “De ki: La ilahe illallah” Cemil şöyle diyor: “Kalbime
bir şey geldiğinde, “la ilahe illallah” diyordum. O şey
kalbimden dışarı çıkıyordu.”[570]
21695. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ay üç gün
-(ayın ilk perşembe günü, ayın son Perşembe günü,
ortasındaki çarşamba günü- ve Şaban orucunu tutmak göğsün
vesvesesini ve kalbin perişanlığını ortadan
kaldırır.”[571]
21696. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayının
ve her ay tutulan üç gün oruç göğüsten vesveseleri kaldırır.”[572]
21697. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz Ehl-i Beyt’i
zikretmek her tatsızlığın,
hastalığın ve şüpheye düşürücü şeyin
şifasıdır.”[573]
21698. Resulullah
(s.a.a) vesveseye düşen, muhtaç, borçlu ve ailesi olan birisine şöyle
buyurmuştur: “Şu cümleleri tekrarla: “Tevekkeltu ala’l hayyil lezi la
yemut vel hamdu lillahillezi lem yettehiz sahibeten vela veleden ve lem yekun
lehu şerikun fil mulk ve lem yekun lehu veliyyun min’ez zulli ve kebbirhu
tekbira” (ölmeyen ve diri olan Allah’a sığınırım, bir
arkadaş ve çocuk edinmeyen Allah’a hamd olsun, onun mülkünde
ortağı yoktur onun acizlikten dolayı bir dostu da yoktur,
Allah’ı büyük say.) Çok geçmeden o şahıs Peygamber’e (s.a.a)
geri döndü ve şöyle dedi: “Ey Resulullah! Allah göğsümün vesvesesini
ortadan kaldırdı, borcumu eda etti, rızkımı
genişletti.”[574]
bak. Ez-Zikr, 1340. Bölüm, eş-Şeytan,
2019. Bölüm, el-Vesvese, 4070. Bölüm
21699. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah, dile veya amel aşamasına
getirmedikçe ümmetimin zihni şüphelerini ve vesveselerini
affetmiştir.”[575]
21700. Fıkh’ur-Rıza’da
(a.s) şöyle yer almıştır: “Rivayet ediyorum ki
Alim’den (a.s) nefsin hadisi (insanın zihninden geçen düşünce ve
fikirler) sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “Zihninden bu tür düşünceler
geçmeyen kimdir?. .”
Hakeza Resulullah’tan şöyle buyurduğunu rivayet
ediyorum: “Allah Tebareke ve Teala ümmetimin göğüslerindeki vesveseleri
görmezlikten gelmiştir.”
Hakeza Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet
ediyorum: “Allah inanç haline dönüşmediği müddetçe ümmetimin
zihninden geçenleri affetmiştir.”[576]
21701. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dokuz şeyin sorumluluğu
ümmetimden kaldırılmıştır: Hata, unutkanlık,
bilmedikleri şey, yapamadıkları şey, mecbur
kaldıkları şey, zorla mecbur bırakıldıkları
şey, kötüye yorumlama, yaratılış hakkındaki
düşüncede vesvese, dil veya elle aşikar olmadığı
taktirde haset.”[577]
21702. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kalbin vesvası vardır, o
halde bu vesvas kalbin perdesini yırtıp dile getirilince, kul bu
sebeple sorguya çekilir. Ama eğer kalbin perdesini yırtmaz ve dil onu
ifade etmezse, bir günah işlemiş sayılmaz.”[578]
bak. et-Teklif, 3508. Bölüm
544.
Konu
el-Muvasat
Yardımlaşmak
F Bihar,
74/390, 28. Bölüm; et-Terahim ve’l-Muvasat
F Vesail’uş-Şia,
8/414, 14. Bölüm; İstihbab’ul-Muvasat’il-İhvan
bak.
F 1. Konu,
el-İsar; ez-Zikr, 1342. Bölüm; Hadis, 6454, 6454. Bölümler; ez-Zekat,
1586. Bölüm
21703. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yardımlaşmak
en üstün işlerdendir.”[580]
21704. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin kardeşin,
zorluklarındaki ortağındır.”[581]
21705. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En iyi ihsan
kardeşlerin dertlerini paylaşmaktır.”[582]
21706. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşlik
yardımlaşmak gibi başka bir şeyle
korunmamıştır.”[583]
21707. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostlarla
yardımlaşmak soy yüceliğindendir.”[584]
21708. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana malıyla
yardım etmeyeni dost sayma.”[585]
21709. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dini kardeşlerle
dert ortağı olmak rızkı artırır.”[586]
21710. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşlerinin en
iyisi malıyla sana yardım edendir. Ondan daha iyisi de seni
diğerlerinden ihtiyaçsız kılandır.”[587]
21711. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşlerinize
yardım etmekle Allah-u Teala’ya yakınlaşın.”[588]
21712. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fakire yardım eden ve insanlara
insaflı davranan kimse gerçek mümindir.”[589]
21713. İmam
Kazım (a.s) Cafer bin Muhammed bin Asimiyy’e şöyle buyurmuştur: “Ey Asım!
Birbirinizle ilişki kurma ve yardımlaşma hususunda nasıl
davranıyorsunuz?” ben (Cafer bin Muhammed bin Asimi) şöyle arzettim.
“Bir kişinin olması mümkün olabilecek en üstün şekliyle”
İmam şöyle buyurdu: “Sizden biri fakirlik anında kardeşinin
dükkanına veya evine gidip para kesesini çıkarıp ihtiyacı
olanı aldığı halde kardeşi kendisine itiraz etmez mi?”
Asım şöyle arzetti: “Hayır” imam şöyle buyurdu: “O halde
birbirinizle ilişki hususunda benim istediğim şey üzere
değilsiniz.”[590]
Bak. El-Eh,59. Bölüm, 301. hadis
21714. İmam
Bakır (a.s), Vessafi’ye şöyle buyurmuştur: “De bakayım,
sizin aranızda birinin (ridası) elbisesi olmadığında
kardeşlerinden biri sahip olduğu elbiseyi ona verir mi?” Vessafi
şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Hayır” İmam şöyle
buyurdu: “Eğer kardeşinin bir giyeceği olmazsa
kardeşlerinden biri elbise sahibi olması için kendi elbisesinden
birini ona verir mi? O şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Hayır”
Vessafi şöyle diyor: “İmam elleriyle dizine vurdu ve şöyle dedi:
“Onlar kardeş değillerdir.”[591]
21715. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Uhud savaşında
müslümanlar Resulullah’ın (s.a.a) etrafından
dağıldılar, Peygamber de bunun üzerine çok öfkelendi... Bu
esnada, gözü kenarında bulunan Ali’ye ilişti ve şöyle dedi: “Sen
de Allah Resulü’nün etrafından dağılan kimseler ile birlikte
babanın çocuklarına katıl.”Ali (a.s) şöyle arzetti: “Ey
Allah’ın Resulü! Ben size uyuyuyorum.”Peygamber şöyle buyurdu: “O
halde bunların kötülüğünü benden uzaklaştır.”Ali (a.s)
saldırdı ve karşılaştığı ilk kimseye
bir darbe indirdi. Cebrail şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! İşte bu
yardımlaşmadır.”[592]“[593]
21716. İmam
Ali (a.s), insanların kendi sözünü kabullenmesi için faziletlerini
sıraladığı bir hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Muhammed’in
ashabından olup O’nu ve dinini koruyanlar, benim bir an bile
Allah’ın ve Resulünün emrini reddetmediğimi bilirler. Cesur
yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli anlarda bile,
Allah’ın bana ihsan ettiği cesaretle canımı yoluna
koydum.”[594]
21717. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şiilerimizi namaz
vakitlerini gözetlemekte, sırlarımızı düşmanlardan
gizlemekte ve mallarıyla kardeşlerinin elini tutmada deneyin.”[595]
21718. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu iki özellik her
kimde olmazsa ondan uzak dur, uzak dur, uzak dur!” Kendisine, “O iki halet
nedir?” diye sorulunca da şöyle buyurmuştur: “Namazı vaktinde
kılma, namaz hususunda dikkatli olmak ve (kardeşlere)
yardımcı olmak.”[596]
21719. İmam
Sadık (a.s), Ruhun alınması hususunda şöyle
buyurmuştur: “Ölüm meleği, ruhunu almak için insanın yanına
gelir, ruh ona seslenir, ruh bedenden dışarı çıkar, mümin
onun dışarı çıkışını hissetmez. Allah-u
Teala’nın şu buyruğu da buna işaret etmektedir: “Ey
itminana ermiş nefis...”İmam Sadık (a.s) daha sonra
şöyle buyurmuştur: “Bu takvalı olan kardeşlerinin elinden
tutan ve onlara bakan kimse içindir. Ama eğer takvalı olmaz,
kardeşlerine yardımcı olmazsa, ona şöyle denir: “Seni hangi
şey, takvadan ve kardeşlerine yardımcı olmaktan alıkoymuştur?
Sen dilinle dostluktan bahsediyor, ama amelinde bunu göstermiyorsun.”Böyle bir
kimse, Allah Resulü (s.a.a) ve Müminlerin Emiri (a.s) ile
karşılaşınca o ikisi asık bir yüzle ondan yüz
çevirirler.”[597]
21720. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin iki gömleği varsa birisini
giymeli, diğerini de kardeşine giydirmelidir.” [598]
21721. İmam
Sadık (a.s), insanın kardeşleri karşısındaki
görevlerini dile getirdiğinde bu konu İshak b. Ammar’a çok
ağır gelince şöyle buyurmuştur: “Elbette bunlar Kaim’imiz
zuhur ettiği zaman geçerlidir. O zaman kardeşlerini mücehhez
kılması ve onları ağırlaması farzdır.”[599]
21722. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan Allah’a en uzak
olanı iki kişidir: Sultanlarla oturup kalkan, onların
haksız ve zalimce söylediği sözleri onaylayan kimse ile çocuklar
arasında eşitliğe rivayet etmeyen ve yetim hakkında
Allah’ı göz önünde bulundurmayan öğretmendir.”[600]
545.
Konu
el-Vasiyyet (1)
Tavsiye
Münezzeh Olan Allah’ın, Peygamberlerin ve İmamların Vasiyetleri
F Bihar, 77 ve
78
bak.
F 551. Konu,
el-Mevize
Kur’an :
“Allah Nuh’a buyurduğu şeyleri size de
din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim’e, Mûsa’ya ve İsa’ya
da tavsiyede bulunduk ki: “Dine bağlı kalın, onda
ayrılığa düşmeyin.”Şirk koşanlar
çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir.
Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola
eriştirir.”[601]
“Göklerde olanlar da, yerde olanlar da
Allah’ındır. And olsun ki, sizden önce kitab verilenlere ve size,
Allah’tan sakınmanızı tavsiye ettik. Küfrederseniz bilin ki,
göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah sınırsız
zengindir ve övgüye layıktır.”[602]
“Biz, insana, ana ve babasına
karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer
ana baban, seni bir şeyi körü körüne bana ortak koşman için
zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Yaptıklarınızı
size bildiririm.”[603]
“Biz insana, ana ve babasına
karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu,
güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında
taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl
içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur.
Dönüş banadır.”[604]
“Biz insana, anne ve babasına
karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir.”[605]
“De ki:
“Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri
söyleyeyim…Allah bunları size düşünesiniz diye tavsiyede
bulunmaktadır.”
“Yetim malına, erginlik çağına
erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın;
ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak
gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile
olsa sözünüzde adil olun. Allah’ın ahdini yerine getirin. Allah size
bunları öğüt almanız için buyurmaktadır.”
“Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah
yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları
sakınasınız diye buyurmaktadır.”[606]
bak. et-Takva, 4157. Bölüm, el-Bihar, 77/1, 1.
Bölüm ve s. 18, 2. Bölüm
Allah’ın Musa’ya (a.s) Tavsiyeleri
21723. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebareke ve Teala
Musa’ya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Sana dört şey
hakkında yaptığım bu tavsiyeme kulak ver: Evvela
günahının bağışlandığını
bilmedikçe başkalarının ayıplarına koyulma.
İkinci olarak hazinelerimin tamamlandığını
bilmediğin müddetçe rızkın hakkında üzülme. Üçüncü olarak
hükümdarlığımın bittiğini görmedikçe benden başka
hiç kimseye ümit etme ve dördüncü olarak da şeytanın öldüğünü
görmedikçe, onun hile ve kandırmasından güvende olma.”[607]
21724. Ali
b. İsa’nın naklettiği merfu’ bir hadiste şöyle
yeralmıştır: “Allah Tebareke ve Teala Musa’yla
yaptığı münacatında şöyle buyurmuştur: “Ey Musa!
Sana tavsiyede bulunuyorum: Merhametli ve şefkatli bir şekilde merkeb
ve bornoz sahibi İbn-i Betul, İsa b. Meryem, yağ, zeytin ve
mihrab sahibi hakkında tavsiyede bulunuyorum. Ondan sonra da o
kırmızı tüylü Dece sahibi hakkında sana tavsiyede
bulunuyorum. Onun adı Ahmet’tir, Muhammed Emin ve o nübuvvet silsilesinden
geriye kalanlardır.”[608]
bak. el-Bihar, 77/31, Tuhef’ul Ukul, 490-496
Allah’ın İsa’ya (a.s) Tavsiyeleri
Kur’an :
“Nerede olursam
olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım
müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme iyi davranmamı
tavsiye etti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı.”[609]
21725. Allah-u
Teala münacatında İsa’ya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey İsa!
Merhametli bir kimse gibi,
hoşnutluğumu talep ederek dostluğuma layık olman
için sana merhametli olmanı tavsiye ediyorum. Sana küçükken ve büyükken
bereket verilmiştir ve sen nerede olduysan hep bereketli oldun. Şehadette
bulunurum ki sen benim kulum, cariyemin çocuğusun. Nafilelerle bana
yaklaş ve bana tevekkül et ki, sana kifayet edeyim. Benden
başkasını dost seçme ki seni yardımsız ve yalnız
bırakırım. Sana ey Beyt’ul Bakire Meryem’in oğlu!
Kırmızı tüylü dece sahibi ve nur yüzlü peygamberlerin efendisi
habibim olan Ahmed’i sana tavsiyede bulunuyorum.”[610]
bak. el-Bihar, 14/283, 21. Bölüm
Hızır’ın (a.s) Musa’ya (a.s) Tavsiyeleri
21726. Hızır
(a.s), kendisine, “bana tavsiyede bulun” diyen Musa’ya şöyle
demiştir: “Sana varlığın sebebiye zarar veremeyecekve o
olmaksızın hiç bir fayda ulaşmayacak bir şeye sarıl.
Dik kafalılıktan, ihtiyacın olmayan bir şeyin peşice
gitmekten ve sebepsiz gülmekten uzak dur. Ey İbn-i İmran, hiç kimseyi
hata ve günahı sebebiyle kınama vek kendi günahına ağla.”[611]
21727. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kardeşim Musa (a.s) şöyle
buyurdu: “Ey rabbim! Bana gemide gösterdiğin kimseyi, bana göster.”Allah
ona şöyle vahyetti: “Ey Musa! Çok geçmeden onu göreceksin.”Çok geçmeden
Hızır, güzel kokulu ve güzel elbiseler giymiş bir genç
şeklinde onun yanına geldi ve şöyle dedi: “Allah’ın
selamı ve rahmeti senin üzerine olsun ey Musa b. İmran! Rabbin sana
rahmetini ve selamını göndermektedir” Musa şöyle buyurdu: “Selam
odur, selam ondandır, selam onadır, övgü ve hamd nimetleri
sayılmayan ve yardımı olmaksızın şükrü eda
edilemeyen Allah’ın rabbi Allah’a mahsustur. Bana kendisi sebebiyle
Allah’ın beni bağışlayacağı bir takım
tavsiyelerde bulun.”Hızır şöyle buyurdu: “Ey ilim talibi!
Söyleyen kimse, işiten kimseden daha az yorulur. Arkadaşlarınla
konuşmaya oturunca, onları yorma ve bil ki senin kalbin bir tabak
gibidir. O halde tabağını neyle doldurduğuna iyi bak.
Dünyadan yüz çevir ve onu arkana at. Zira dünya senin yurdun değildir ve
orası senin için bir huzur yeri değildir. Dünya, kullara ahiretlerine
bir azık almalarıı için geçici bir vesile
kılınmıştır.
Ey Musa! Kendini sabra alıştır ki hilme
erişesin, kalbine takvayı giydir ki ilme ulaşasın ve
nefsini sabra alıştır ki günahlardan kaçınasın.
Ey Musa! Eğer ilim ehli isen kendini ona vakfet. Zira
ilim kendini ona vakfeden kimse içindir. Çok konuşan ve boş sözler
söyleyen kimse olma. [612] Zira çok konuşmak
ilim sahiplerinin utanç sebebidir, cahillerin kötülüğünü aşikar
kılar, aksine orta yolu takip et, zira ki o ilahi yardımdandır.
Cahil ve batıla yönelen kimselerden uzak dur ve beyinsizler
karşısında sabırlı ol. Zira bu iş
akıllı kimselerin işidir ve alimlerin süsüdür. Cahil seninle
alay ettiğinde sabır, şefkat ve ihtiram ile
karşısında suskun dur. [613] Zira sana
karşı yaptığı cahilce hareketlerinden ve sana
dediği kötü sözden sana kalan şey daha yüce ve daha büyüktür.
Ey İmran oğlu! Düşün ki ilimden sana çok az
bir miktarı verilmiştir. Zira bilmeden bir işe
kalkışmak, ayağını yorgandan fazla uzatmak,
sıkıntı ve helak sebebidir.
Ey İmran oğlu! Asla nasıl
kapanacağını bilmediğin kapıyı açma ve hiç bir
zaman nasıl açılacağını bilmediğin bir
kapıyı kapama.
Ey İmran oğlu! Dünyaya doymayan ve dünyaya olan
rağbeti bitmeyen kimse nasıl abit olabilir? Kendi halinden razı
olmayan ve Allah’ı kaza ve kader hususunda itham eden kimse nasıl
zahit olabilir?! Heva ve hevese mağlub olan kişi, heva ve hevesten
nasıl uzak durabilir?! Her tarafını cehaletin
kapladığı bir kişiye ilim nasıl fayda verir? Zira
yolculuğu ahirete doğrudur, oysa bu haliyle dünyaya yönelmiştir.
Ey Musa! Öğrendiğin şeyleri amel etmek için
öğren. Başkalarına aktarmak için öğrenme, aksi taktirde bu
senin için helak sebebi olur ve aydınlığı ise
başkasına nasip olur.
Ey İbn-i İmran! Züht ve takvayı örtü edin,
sözün ise ilim ve Allah’ın zikri olsun. İyi işlerde bulun, zira
sen günah ve kötü işlerle karşılaşırsın. Kalbini
Allah’ın korkusuyla sabırsız kıl. Zira bu iş rabbini senden
hoşnut eder. İyilik et, zira sen ister istemez kötü bir şey
yaparsın. Şu anda eğer kulak verirsen, sana öğüt
verildi.”Bu esnada Hızır yüz çevirip gitti, Musa yalnız
kaldı, hüzün ve üzüntü dolu bir şekilde ağlamaya
başladı.”[614]
21728. Hızır
(a.s) Musa’ya (a.s) yaptığı son tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Hiç kimseyi günahından dolayı kınama. Bil ki
aziz ve celil olan Allah nezdinde en sevimli şey üç şeydir:
Genişlik halinde iktisatlı olmak, kudret halinde affedeci olmak ve
Allah’ın kullarına yumuşak davranmak. Dünyada birine
karşı yumuşak davranan kimseye mutlaka aziz ve celil olan Allah
da kıyamet günü yumuşak davranacaktır. Allah Tebareke ve
Teala’dan korkmak hikmetin başıdır.”[615]
bak. en-Nübüvvet (2), 3794. Bölüm
Allah’ın (c. C) Muhammed’e (s.a.a) Tavsiyeleri
21729. Resululullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Rabbim bana dokuz şeyi tavsiyede
bulunmuştur: Gizli ve açıkta ihlaslı olmayı, hoşnutluk
ve gazap halinde adalete riayet etmeyi, zenginlik ve fakirlik halinde
iktisatlı olmayı, bana zulmedeni bağışlamamı,
beni mahrum kılana bağışta bulunmamı, benden kopan
kimseyle ilişki kurmamı, suskunluğumda düşünmemi sözümün
zikir olmasını ve bakışımın ibret
olmasını tavsiyede bulunmuştur.”[616]
21730. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Peygamber (s.a.a) mirac
gecesi rabbine sordu ve şöyle arzetti: “Ey rabbim! Hangi amel daha
üstündür?” Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Benim
nezdimde, hiç bir şey, bana tevekkül etmekten ve benim
bölüştürdüğüm şeyden hoşnut olmaktan daha üstün
değildir.”[617]
Resulullah’ın (s.a.a) Tavsiyeleri
21731. Resulullah
(s.a.a), kendisine, “Bana ezberlemem için kısa tavsiyelerde bulununuz”
diye arzeden Ebi Eyyub Halid b. Zeyd’e şöyle buyurmuştur: “Sana beş
şeyi tavsiye ediyorum: İnsanların elinde olan şeylerden
ümidini kes. Zira bu zenginliktir, tamahtan sakın. Zira tamah peşin
fakirliktir, namazı kendisiyle vedalaşan kimse gibi kıl, özür
dileyeceğin bir işten uzak dur ve kendin için sevdiğin şeyi
kardeşin için de sev.”[618]
21732. Resulullah
(s.a.a), kendisine, “Bana kısaca tavsiyede bulun” diyen birine şöyle
buyurmuştur: “İnsanların sahip olduğu şeyden ümidini
kes ve tamahtan sakın. Zira tamah peşin fakirliktir ve
namazını da adeta kendisiyle vedalaşan kimse gibi kıl ve
sonunda özür dilemene sebep olan işlerden sakın.”[619]
21733. Resulullah
(s.a.a), Esved b. Esrem’e şöyle buyurmuştur: “Acaba sen eline
sahip misin?” Ben (Esved b. Es’em) şöyle arzettim: “Evet” Peygamber
şöyle buyurdu: “Diline malik misin?” Ben, “Evet” diye arzettim. Peygamber
şöyle buyurdu: “O halde elini sadece hayırlı işlere uzat ve
dilini de sadece hayırlı şeylerde kullan.”[620]
21734. Resulullah
(s.a.a), Enes’in annesine şöyle buyurmuştur: “Günahlardan
(hicret et) uzak dur ki bu en üstün hicrettir, farzları gözet ki bu da en
üstün cihattır. Allah’ı çok zikret. Zira yarın kıyamet gününe
Allah’ın zikrinden daha sevimli bir şey götüremezsin.” [621]
21735. Resulullah
(s.a.a), Yemen ehlinden bir şahsa şöyle buyurmuştur: “Sana parça parça
olsan veya ateşte yakılsan bile hiç bir şeyi Allah’a ortak
koşmamanı tavsiye ediyorum. Hakeza anne babana isyan edip kötü
davranma, eğer senden dünyadan çıkmanı isterse çık. (ölmeni
isterse öl) İnsanlara sövme, kardeşlerinle
karşılaştığın zaman güler yüzlü davran ve
kovandaki suyun fazlasını onun için dök. (fazla şeylerinden
kardeşine ihsanda bulun.)” [622]
21736. Sirgame
b. Uleybe b. Hermele şöyle diyor: “Babam, babasından
şöyle nakletmiştir: “Bir kervanla birlikte Peygamber’in (s.a.a)
huzuruna vardım. Geri dönmek istediğimde şöyle arzettim: “Ey
Allah’ın Resulü! Bana tavsiyede bulun.”Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Allah’tan kork. Bir toplulukla oturup, oradan kalkmak
istediğinde güzel sözler söylediklerini işittiğin taktirde
yeniden o meclise gel, ama kötü şeyler söylediklerini
işittiğinde oraya adım atma.”[623]
21737. Resulullah
(s.a.a) “Bana tavsiyede bulun” diye arzeden birisine şöyle
buyurmuştur: “Dilini koru.” O şahıs yeniden şöyle arzetti:
“Ey Allah’ın Resulü! Bana tavsiyede bulun!” Peygamber şöyle buyurdu:
“Dilini koru.” O şahıs yeniden şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! Bana tavsiyede bulun.”Peygamber şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun
sana! İnsanları cehennem ateşine dillerinin biçtiklerinden
başka bir şey mi yüz üstü düşürmektedir?!”[624]
21738. Resulullah
(s.a.a) mescitte Ali (a.s) ile birlikte oturmuşken, bu esnada Ebu Zer
içeri girip, halveti ganimet sayarak Allah Resulünden faydalı tavsiyede
bulunmasını isteyince Resulullah şöyle buyurmuştur: “Sana tavsiyede
bulunacağım ey Ebuzer! Sen biz Ehl-i Beyttensin. Sana tavsiyede
bulunuyorum ve bu tavsiyelere kulak ver. Zira bütün hayırlı ve iyi
yolları kapsamaktadır. Eğer kulak verirsen bu sebeple iki
nasibin olur.”[625]
21739. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Allah’a onu görüyormuşsun
gibi ibadet et. Zira eğer sen onu görmüyorsan da o seni görmektedir ve bil
ki Allah’a ibadetin ilk adımı onu tanımaktır, o evveldir ve
herşeyden öncedir. O halde hiç bir şey ondan önce değildir, tek
ve yeganedir, ikincisi yoktur, bakidir, belli bir zamana kadar değil,
göklerin, yerin ve bu ikisinin arasında olan herşeyin
yaratıcısıdır. Allah incelikleri bilir, ilim sahibidir,
haberdardır, o herşeye kadirdir. Bu aşamadan sonra bana iman et,
Allah-u Teala’nın beni bütün insanlara gönderdiğine inan ki onun
izniyle, sana müjde vereyim, tehlikeyi haber vereyim, Allah’a doğru çağırayım
ve parlak bir nur olayım. Daha sonra ise Ehl-i Beyt’imi sevmektir. Allah
onlardan, her türlü pisliği gidermiş, tümüyle tertemiz
kılmıştır. Bil ki ey Ebu Zer! Aziz ve celil olan Allah
Ehl-i Beyt’imi ümmetim arasında Nuh’un gemisi gibi kılmıştır.
Her kim o gemiye binerse kurtulur ve her kim de o gemiye binmekten çekinirse
boğulur. Hakeza (Allah Ehl-i Beyt’imi)
İsrailoğulları arasında hitte kapısı gibi
kılmıştır. Her kim o kapıdan girerse güvenlik içinde
olur.”[626]
21740. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Sana bir takım tavsiyelerde
bulunacağım, buna kulak ver ki dünya ve ahirette saadete
erişesin.”[627]
21741. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Zer! İki nimet vardır ki
insanların çoğu onlar hakkında aldanmıştır:
“Sıhhat ve feragat (boş vakit.)” [628]
21742. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Zer! Beş şeyden önce
beş şeyi ganimet bil: Yaşlılıktan önce gençliği,
hastalıktan önce sıhhati, fakirlikten önce zenginliği,
meşguliyetinden önce boş vaktini ve ölümünden önce hayatını
ganimet bil.”[629]
21743. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Arzuların sebebiyle
bugünün işini yarına bırakma. Zira sen bu gününle
yaşıyorsun, yarınınla değil. Eğer senin için bir
yarın olursa, o yarınında da bu gün olduğun gibi ol. Eğer
yarın olmazsa pişman olmazsın ve bugünki işinde kusur
etmiş sayılmazsın.”[630]
21744. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Bir çok kimseler güne
başlar ve onu sona eriştiremez. Yarını bekler ama ona
ulaşamaz.”[631]
21745. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Eğer ecele ve ecelin
hareketine bakacak olursan, şüphesiz ki arzu ve hilelerine düşman
kesilirsin.”[632]
21746. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Dünyada garipmişsin veya
yolcuymuşsun gibi ol ve kendini mezarlarda uyuyan kimselerden say.”[633]
21747. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Sabaha
başladığın zaman kendine akşamı vaad etme,
akşama ulaştığın zaman da kendine yarını
vaad etme. Hastalanmadan önce sağlıklı döneminden ve ölmeden
önce hayatından nasiplen. Zira ki sen adının yarın ne
olacağını bilmezsin.”[634]
21748. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Düştüğün zaman
baş aşağı düşmekten sakın. Zira sürçme
affedilmez. Senin için geri dönüş imkanı yoktur. Geride
kalanların, geriye bıraktıkların hususunda seni övmezler.
Huzuruna vardığın kimse (Allah) meşguliyetlerin sebebiyle
seni mazur görmez.”[635]
21749. Ebu
zer şöyle diyor: “Dostum Resulullah (s.a.a) bana kendimden
aşağıdakilere bakmamı, kendimden üstündekilere
bakmamamı, fakirleri sevmemi, onlara yakın olmamı ve benden
kopsalar ve beni sevmeseler dahi sıla-i rahimde bulunmayı, her ne
kadar acı da olsa hakkı söylememi, Allah yolunda hiç bir
kınayıcının kınamasından korkmamamı, hiç
kimseden bir şey istemememi, “la havle ve la kuvvete illa billah”
cümlesini çok söylememi tavsiye etmiştir. Zira ki bu (la havle ve la
kuvvete illa billah) cennet hazinelerinden bir hazinedir.”[636]
21750. Hakeza
Ebu zer şöyle diyor: “Dostum Resulullah (s.a.a) bana yedi şeyi
tavsiyede bulunmuştur: “Fakirleri sevmek, onlara yakın olmak, benden
aşağıdakilere bakmak, benden üsttekilere bakmamak, her ne kadar
benden uzaklaşsalar dahi sıla-i rahimde bulunmak, la havle vela
kuvvete illa billah cümlesini çok söylemek, acı hakikatleri söylemek,
Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından
korkmamak ve insanlardan hiç bir şey istememek.” [637]
21751. Ebu
Zer şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) bana yedi şeyi tavsiye
etti: Benden aşağıdakilere bakmamı, benden üstün olanlara
bakmamamı, fakirleri sevmemi ve onlara yakın olmamı, her ne
kadar acı da olsa hakikati söylememi, her ne kadar bana sırt
çevirseler de akrabalarımla ilişki kurmamı, Allah yolunda hiç
bir kınayıcının kınamasından korkmamamı, la
havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim cümlesini çok söylememi tavsiye
etmiştir. Çünkü bu (la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim)
cümlesi, cennet hazinelerinden bir hazinedir.”[638]
21752. Resulullah
(s.a.a), Vuheyb’e şöyle buyurmuştur: “Sen tavsiye kabul eder
misin? Sen tavsiye kabul eder misin? Bir iş yapmak istediğin zaman
onun akıbetini düşün. Eğer sonunda kurtuluş olursa onu yap.
Eğer bunun dışında bir şey olursa onu terk et.”[639]
21753. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir şahıs
Peygamberin (s.a.a) huzuruna geldi ve şöyle arzetti: “Ey Resulullah! Bana
tavsiyede bulun.”Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer sana
tavsiyede bulunursam, kulak asar mısın?” Peygamber bu cümleyi üç defa
buyurdu ve her defasında o şahıs şöyle dedi: “Evet, ey
Allah’ın Resulü!” Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Bir işi yapmak istediğinde o işin sonucunu düşünmeni,
eğer kurtuluş varsa onu yapmanı, sapıklık varsa onu
terk etmeni tavsiye ediyorum.”[640]
21754. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sana kavminin temiz ve salih ferdinden
utandığın gibi Allah-u Teala’dan da utanmanı tavsiye
ederim.”[641]
21755. Resulullah
(s.a.a), kendisine tavsiye etmesini isteyen Muaz’a şöyle buyurmuştur:
“Allah’a
onu görüyormuşsun gibi ibadet et ve kendini ölülerden say. Her taş ve
ağacın yanında Allah’ı hatırla, günah
işlediğin zaman bunun yanısıra iyi bir iş de yap.
Gizlilik gizliliğe ve açıklık da açıklığa
karşıdır (gizli sevap, gizli günaha, açık sevap da
açık günaha karşıdır.)” [642]
21756. Resulullah
(s.a.a), Muaz’ın elinden tutarak bir miktar yürümüş ve daha sonra
şöyle buyurmuştur: “Sana Allah’tan korkmayı, doğru
söylemeyi, ahde vefa göstermeyi, emaneti sahibine eda etmeyi, hıyaneti
terk etmeyi, yetime sevgi göstermeyi, komşu hakkına riayet etmeyi,
öfkeni yutmayı, yumuşak bir şekilde konuşmayı, selam
vermeyi ve imama uymayı tavsiye ediyorum.”[643]
21757. Resulullah
(s.a.a), kendisine nasihat ve öğüt vermesini isteyen Muaz’a şöyle
buyurmuştur: “Allah’a onu görüyormuş gibi ibadet et, kendini ölüler
zümresinden say, eğer seni bütün bu şeylerden daha çok koruyacak bir
şeyden haberdar kılmamı istiyorsan, -peygamber eliyle diline
işaret ederek şöyle buyurdu: Şu.-”[644]
21758. Resulullah
(s.a.a), kendisine tavsiyede bulunmasını isteyen bir şahsa
şöyle buyurmuştur: “Asla öfkelenme, zira öfkelenmede rabbinle
çekişme gizlidir.”O şöyle arzetti: “Bana başka tavsiyede bulun.”
Peygamber şöyle buyurdu: “Özür dileyeceğin bir işi yapma. Zira
onda da gizli şirk vardır.”O şöyle arzetti: “Yine bana tavsiyede
bulun. Peygamber şöyle buyurdu: “Namazını vedalaşan kimse
gibi kıl. Zira bu tür namaz kılmakta (Allah’a) birleşme ve
yakınlık vardır.”O şöyle arzetti: “Yine bana tavsiyede
bulun.” Peygamber şöyle buyurdu: “Salih komşularından
utandığın gibi Allah’tan utan. Zira bu işte yakinin
artması vardır. Allah-u Teala ilk ve son tavsiyede bulunanların
tavsiyesini bir tek haslette bir araya getirmiştir ve o da takvadır.
Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “And olsun ki, sizden
önce Kitab verilenlere ve size, Al-lah’tan sakınmanızı tavsiye
ettik.”Takva bütün salih ibadetlerin toplandığı yerdir. Her
kim yüce derecelere ulaşmışsa takva sebebiyle
ulaşmıştır ve her kim temiz ve Allah ile sürekli bir
ünsiyet içinde yaşamışsa, takva vesilesiyle
yaşamıştır. Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz takva sahipleri, güçlü hükümdar (olan
Allah) katında, doğruluk yerinde, cennetler ve nehirler
içinde-dirler.”[645]
21759. Ebu
Said şöyle diyor: “Bir kimse Allah Resulü’nün yanına geldi ve
şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü bana tavsiyede bulun!” Peygamber
şöyle buyurdu: “Allah’tan sakın. Zira ki Allah’tan sakınmak,
bütün iyiliklerin toplamıdır. Allah yolunda cihat et, zira ki cihat
müslümanların ruhbaniyetidir. Allah’ı zikret ve kitabını
tilavet buyur. Zira bu iş senin için yeryüzünde bir aydınlık,
göklerde ise ün ve şöhrettir. Dilini hayır dışındaki
şeylerden koru. Zira bu işle şeytana üstün gelirsin.”[646]
21760. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah için, Allah için
komşularınızın hakkına riayet e-din. Onlar, size
nebinizin vasiyetidirler. O, komşular hakkında öylesine tavsiyelerde
bulunurdu ki biz mirasa da da-hil olacaklar sandık.”[647]
Bak. El-Vasiyyet (2), 4091. Bölüm
21761. Resulullah
(s.a.a), Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Seni üç hasletten
sakındırıyorum: Haset, hırs ve yalan.” [648]
21762. Resulullah
(s.a.a), Ali’ye bir takım tavsiyelerde bulunmuştur ki
başlangıcı şöyledir: “Ey Ali! Her kim şu
üç şeyle Allah ile görüşürse, insanların en üstünüdür...”[649]
21763. Resulullah
(s.a.a), Ali’ye (a.s) bir takım tavsiyelerde bulunmuştur ki
başlangıcı şöyledir: “Ey Ali! Sana tavsiye
ettiğim, üç şeyin ilki şudur, ona kulak ver. Zira tavsiyeme
kulak verdiğin müddetçe hayır ve iyilik üzere olursun.”[650]
21764. Resulullah
(s.a.a), hakeza Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali!
Allah’ı gazaplandırarak hiç kimseyi hoşnut etmemen yakinin
nişanelerindendir.”[651]
21765. Resulullah
(s.a.a), hakeza Ali’ye (a.s) bir takım tavsiyelerde bulunmuştur ki
başlangıcı şöyledir: “Ey Ali! Senin
hakkında bir kaç şey tavsiye ediyorum. Onları benden öğren
ve bana kulak ver.”[652]
21766. Resulullah
(s.a.a), Ali’yi (a.s) Yemen’e gönderince kendisine şöyle buyurmuştur:
“Sana
duayı tavsiye ediyorum, zira dua icabet ile birliktedir.”[653]
21767. Resulullah
(s.a.a), Ali’ye a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Müminin üç
nişanesi vardır. Oruç, namaz ve zekat.”[654]
İmam Ali’nin (a.s) Tavsiyeleri
1-Hz. Ali’nin Oğlu Hasan’a (a.s) Tavsiyeleri
21768. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey oğlum! Allah’tan
korkup sakınmanı, emrine sürekli itaat etmeni, kalbini zikriyle imar
etmeni, onun ipine sımsıkı sarılmanı tavsiye ederim.
Eğer Allah’la arandaki bağa sımsıkı sarılacak
olursan, bu bağdan daha sağlam bir bağ var mıdır?
Kalbine öğütle hayat ver, züht ile onu öldür, yakinle kuvvetlendir, hikmetle
nurlandır; ölümü zikrederek zelil kıl, yok olacağını
ikrar ettir, dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl…Ey
oğlum! Şunu bil; vasiyetimden alacağın şeylerden benim
için en sevimli olanı, Allah’tan korkman, sadece farz ettiği
şeylerle yetinmen, senden önce gelip geçen atalarının ve
hanedanından salih olanlarının yolundan gitmendir.”[655]
bak. el-Bihar, 77/196, 8. Bölüm, Tuhef’ul Ukul,
68. Bölüm
2-Oğlu Hüseyin’e (a.s) Tavsiyeleri
21769. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Oğulcağızım!
Zenginlik ve fakirlikte Allah’tan sakınmanı, hoşnutluk ve gazap
halinde hak söz söylemeni, fakirlik ve zenginlik halinde iktisatlı
olmanı, dost ve düşmanına adaletli davranmanı, neşat
ve bitkinlik halinde amel etmeni, zorluk ve kolaylık halinde Allah’tan hoşnut
olmanı sana tavsiye ediyorum.”[656]
bak. el-Bihar, 236/77, 9. Bölüm
3-Oğlu Hasan ve Hüseyin’e (a.s) Vasiyetleri
21770. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
korkmanızı, dünya sizi istese bile onu istememenizi vasiyet ederim.
Ona ait bir şeye ulaşmadığınız veya
kaybettiğiniz için üzülmeyin. Hakkı söyleyin; ahiret ecri için
çalışın. Zalime düşman, mazluma yardımcı olun.Siz
ikinize, bütün evlatlarıma, ehlime ve bu vasiyetin ulaştığı
kimselere Allah’tan korkmayı, işlerinizde intizamlı olmayı
vasiyet ederim” [657]
21771. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça
hatırlamanızı ve O’ndan gafletinizi a-zaltmanızı
tavsiye ederim. Sizden gaflet etmeyen bir şeyden nasıl gafil
olabiliyorsunuz.”[658]
21772. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizi terk edecek olan bu
dünyayı her ne kadar terk etmeyi istemesiniz de terk etmenizi tavsiye ederim.”[659]
21773. İmam
Ali (a.s), savaşta hazır olduğunda müslümanlara bir takım
tavsiyelerde bulunuyordu. Bunlardan biri şudur: “Namazı gözetiniz,
ona dikkat ediniz ve çok namaz kılınız.”[660]
21774. İmam
Ali (a.s), kendisine nasihat etmesini isteyen birine şöyle
buyurmuştur: “Kendine ne fakirliği telkin et ne de uzun ömrü.”[661]
21775. İmam
Ali (a.s), kendisinden öğüt isteyen birine şöyle buyurmuştur: “Sana hayır
işleri için nezdinde bir çokluk sınırının ve kötü
iş içinde bir azlık sınırının
olmamasını tavsiye ediyorum.”[662]
21776. İmam
Ali (a.s), dostlarından birine şöyle yazmıştır: “Sana ve kendime
kendisine isyanın helal olmadığı, kendisinden
başkasına ümit bağlanılmadığı ve kendisinden
başka zenginliğin olmadığı kimseden
sakınmayı tavsiye ediyorum.”[663]
bak. et-Tekva, 4158. Bölüm, el-İslam, 1872.
Bölüm, el-Mevize, 4125. Bölüm
21777. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere vasiyetim:
Allah’a hiçbir şeyle şirk koşmayın ve Muhammed’in (s.a.a)
sünnetini kaybetmeyin. Bu iki direği ayakta tutun ve bu iki lambayı
yakıp aydınlatın. Böylece kınanmaktan uzak olursunuz.”[664]
21778. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
oğulcağızım! Sana namazı vaktinde kılmanı,
zekatı zamanında ehline ulaştırmanı ve şüpheler
anında susmanı tavsiye ediyorum. Seni söz ve amelinde acele etmekten
sakındırıyorum ve sus ki esenlik içinde kalasın.”[665]
21779. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlere Allah’tan
başka ilah olmadığına, onun eşi ve benzeri bulunmadığına
ve şüphesiz Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna dair
tavsiyede bulunuyorum. Sonra şüphesiz ben ey Hasan! Sana bütün
evlatlarıma, Ehl-i Beyt’ime ve müminlerden bu mektubun kendisine
ulaştığı kimselere rabbimiz olan Allah’tan
sakınmalarını ve sadece Müslüman olarak ölmelerini tavsiye
ediyorum. Hepiniz Allah’ın ipine sarılınız,
dağılmayınız, şüphesiz ben Resulullah’ın (s.a.a)
şöyle buyurduğunu işittim: “İki kişinin
arasını düzeltmek, bir yıllık namaz ve oruçtan daha
üstündür. Dini bozan şey ise şüphesiz ihtilaf ve birbirine
düşmanlıktır.”Allah’tan başka güç ve kuvvet yoktur.”[666]
21780. İmam
Ali (a.s), oğlu Hasan’a yaptığı tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Oğulcağızım! Sana ilahi takvayı ve
namaz kılmayı tavsiye ediyorum. Sana insanların günah ve hatalarını
görmezlikten gelmeyi, gazabını dindirmeyi, sıla-i rahimde
bulunmayı, cahiller karşısında halim olmayı, din
hususunda bilinçli olmayı, işlerinde yavaş davranmanı,
Kur’an’a yönelmeyi, güzel komşuluk etmeyi, iyiliği emretmeyi,
kötülükten sakındırmayı, Allah’a isyan sayılan her türlü
çirkinlikten uzak durmayı tavsiye ediyorum.”[667]
bak. en-Necat, 3856. Bölüm, 20077. Hadis,
el-Bihar, 78/98, 18. Bölüm
İmam Zeyn’ül-Abidin’in (a.s) Vasiyetleri
21781. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), vefat esnasında, oğlu Bakır’ı (a.s)
kucağuna aldı ve şöyle buyurdu: “Oğulcağızım!
Sana babamın vefat anında bana yaptığı vasiyetleri
tavsiye ediyorum: -İmam Zeyn’ül-Abidin daha sonra babasının
kendisine şöyle tavsiye ettiğini beyan etmiştir : “-Ey
oğulcağızım! Senin karşında Allah’tan başka
yardımcısı olmayan birine zulmetmekten sakın.”[668]
21782. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan senin
üzerindeki kudreti sebebiyle kork ve sana yakınlığı
sebebiyle ondan utan. Her ne kadar sana zarar verdiğini bilsen de asla bir
kimseye düşman olma ve her ne kadar sana faydalı
olmadığını bilsen dahi hiç bir dostuna kaba davranma. Zira
dostuna ne zaman muhtaç olacağını bilemezsin ve
düşmanını ne zaman korkutacağını da bilemezsin.
Her kim senden özür dilerse yalan söylediğini bilsen dahi özrünü kabul et.
İnsanların aybını dile getirme.”[669]
bak. el-Mevize, 4128. Bölüm, el-Bihar, 78/128,
21. Bölüm
İmam Bakır’ın (a.s) Tavsiyeleri
21783. İmam
Bakır (a.s), kendisine tavsiyede bulunmasını isteyen birine
şöyle buyurmuştur: “Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ediyorum.
Hakeza şaka etmekten sakın. Zira şaka insanın azametini ve
yüz suyunu götürür. Hakeza sana kardeşlerin için gıyaplarında
dua etmeni tavsiye ediyorum. Zira bu iş rızkı akıtır.
–İmam bu cümleyi üç defa buyurdular.“[670]
21784. İmam
Bakır (a.s), Cabir b. Yezid Cu’fiye[671]
şöyle buyurmuştur: “Beş şeyi sana tavsiye ediyorum: Zulme
uğradığında zulüm yapma; hıyanet edilirsen
hıyanet etme; tekzip edildiğinde sinirlenme; methedildiğinde
sevinme; ve kınandığında sabırsızlanma.
Hakkında söylenen sözler hususunda düşün; söyledikleri şeyleri
kendinde bulursan, (bil ki) söylenen hak söze karşı
öfkelendiğinde Allah'ın gözünden düşmenin musibeti, seni
kaygılandıran halkın gözünden düşmek musibetinden daha
büyüktür. Ama eğer sende olanın aksini söylerlerse, (o zaman)
zahmetsiz sevap elde etmiş olursun.
(Yine) bil ki,
yaşadığın şehrin bütün halkı sana: "Sen kötü
insansın”derlerse, bu, seni üzmemeli; "Sen iyi insansın"
derlerse de, bu, seni sevindirmemeli; böyle olmadıkça bizlerin dostu
olamazsın. (Her halukârda) sen kendini Allah'ın kitabına
sunmalısın; eğer onun yolunda gidiyor, onun küçümsediğini
küçümsüyor, sevdirdiğini seviyor ve korkuttuğundan da korkuyorsan, o
zaman sebat göster ve hakkında söylenen sözlerin sana bir zararı
olmadığı için de kendini müjdele. Ama eğer Kur'ân'dan uzak
isen, (o zaman) neden kendini aldatasın? Mü'min heva ve heveslerine galip
gelmesi için daima nefsine karşı cihad halindedir; bazen nefsin
eğriliklerini düzeltip Allah rızası için heva ve hevesine
muhalefet eder; bazen de nefsi, onu mağlub eder ve kendi heva ve hevesine
uydurur; ama Allah-u Teâla hemen onun elinden tutar ve o da kendine gelir.
Allah onun sürçmesine göz yumar; o da Allah'ı anar, tövbe ve korkuya
yönelir; (azap ve cezadan) korkusu arttığı için basiret ve
marifeti de artar. Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: "Allah'tan
korkanlara Şeytan'dan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice
düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki
doğru yolu görüp bilmişlerdir."[672]
Ey Cabir! Allah'ın sana verdiği
rızkın şükrünü yerine getirebilmen için az rızkı çok
say. Nefsinin ayıplarını görebilmen ve affolunman için Allah'a
olan ibadet ve itaatini az bil. Karşılaştığın kötülüğü,
edindiğin bilgiyle kendinden uzaklaştır; bilgiyi de halis amelle
çalıştır; halis ameli de, tam bir uyanıklıkla büyük
gafletlerden koru; kâmil olan uyanıklığı da, gerçek
korkuyla elde et. Mevcut yaşantıya razı olarak gösterişten
kaçın. Akla uyarak heva ve heves tehlikesinden kendini koru. Nefsani
istekler galip geldiğinde ilmin irşadıyla kendini kontrol et.
Halis amelleri mükâfat günü için koru.”[673]
İmam Sadık’ın (a.s) Vasiyetleri
21785. Yahya
b. Ala ve İshak b. Ammar İmam Sadık’tan (a.s) şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: “İmam Sadık (a.s) asla bizlere bu iki tavsiyede
bulunmadan vedalaşmamıştır: “Sizlere doğru
konuşmayı, iyi ve kötü herkese emaneti geri çevirmeyi tavsiye
ediyorum. Zira ki bu iki haslet rızkın anahtarıdır.”[674]
21786. İmam
Sadık (a.s), tavsiyede bulunmasını isteyen birisine şöyle
buyurmuştur: “Sana Allah’tan sakınmayı, takvayı ve çok
ibadette bulunmayı tavsiye ediyorum. Bil ki çok ibadet etmek, eğer
takvayla birlikte olmazsa, hiç bir fayda vermez.”[675]
21787. İmam
Sadık (a.s), şöyle buyurmuştur: “En üstün ve gerekli
tavsiyelerden biri de rabbini unutmaman, sürekli onu anman, ona isyan etmemen,
otururken ve ayakta iken, Allah’a ibadet ve kulluk etmendir.”[676]
21788. Süfyan-i
Sevri şöyle diyor: ““İmam Sadık
(a.s)’ın huzuruna varıp: “Bana sizden sonra
sarılacağım (amel edeceğim) bir tavsiyede bulunun”diye
arzettim.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Süfyan,
amel edecek misin?” buyurdu. Ben: “Evet, ey Resulullah’ın
kızının torunu, amel edeceğim”dedim. İmam Sadık (a.s) buyurdular ki: “Ey Süfyan, yalancının
yiğitliği, kıskancın rahatlığı,
sultanların kardeşliği, mütekebbirin dostluğu ve kötü
ahlaklının da efendiliği olmaz.”İmam (a.s) bunları buyurduktan sonra sustu. “Ey Resulullah’ın kızının
torunu, biraz daha nasihat edin.”dedim.
İmam buyurdu ki:
“Ey Süfyan, arif olman için Allah’a güven.
Zengin olman için kısmete razı ol. İmanının
artması için halkın sana davrandığı gibi, onlara
davran. Günahkârla dost olma. Çünkü, kötü işlerinden sana da öğretir.
İşlerinde Allah’tan korkan kimselerle istişare et.”İmam (a.s) bunları buyurduktan
sonra yine sustu. “Ey Peygamber’in
kızının torunu, biraz daha nasihat edin”dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Süfyan, kim kudretsiz izzet,
arkadaşsız çokluk ve malsız heybet istiyorsa, günah zilletinden
itaat izzetine geçmelidir.”İmam
(a.s), bunları buyurduktan sonra yine sustu. “Ey Peygamber’in kızının torunu, biraz daha nasihat
edin” dedim. İmam (a.s)
buyurdular ki: Ey Süfyan, babam bana
üç tane öğütte bulundu ve üç şeyden de sakındırdı.
Buyurduğu üç öğüt şunlardır: “Ey oğlum, kötü
arkadaşla arkadaş olan salim kalmaz. Sözüne dikkat etmeyen
pişman olur. Kötü yerlere giren suçlanır.”Ey Resulullah’ın kızının torunu, seni
sakındırdığı üç şey nelerdir? diye sorunca İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Babam
beni, nimete haset eden, başa gelen musibete gülen ve söz
taşıyan kimseyle arkadaş olmaktan sakındırdı.”[677]
21789. İmam
Sadık (a.s), oğlu Musa’ya (a.s) şöyle buyurmuştur: “Oğulcağızım!
Tavsiyemi kabul et, sözlerime kulak ver. Zira eğer ona kulak verirsen
mutlu yaşarsın ve övülmüş olarak ölürsün.
Oğulcağızım! Her kim Allah’ın kendisine kısmet
ettiğinden hoşnut olursa, müstağni olur ve her kim de
başkasının elinde olana göz dikerse, muhtaç olarak ölür. Her kim
Allah’ın kendisine kısmet ettiğinden hoşnut olmazsa
Allah’ı kaza ve kader hususunda itham etmiş olur. Her kim
başkasının sürçmesini küçük görürse, kendi sürçmesini büyük
görür. Her kim de kendi sürçmesini küçük sayarsa, başkalarının
sürçmesini büyük sayar.
Oğulcağızım! Her kim
başkasının perdesini yırtarsa, kendi evinin çirkinlikleri
ortaya çıkar. Her kim zulüm kılıcını çekerse, kendisi
de o kılıçla öldürülür. Her kim kardeşi için bir kuyu kazarsa, o
kuyuya kendisi düşer. Her kim cahillerle oturursa, küçülür. Her kim
alimlerle kaynaşırsa, saygınlık kazanır. Her kim
adı kötü bilinen yerlere gidip gelirse ithama uğrar.
Oğulcağızım! Halkı
aşağılamaktan sakın. Aksi taktirde sen de
aşağılanırsın. Boş ve faydasız işlere
koyulma ki sürçersin.
Oğulcağızım! Kendi lehine veya
zararına da olsa hakikati söyle ki arkadaşların arasında
seninle meşveret edilsin.
Oğulcağızım! Allah’ın kitabına
uy, İslam’ı tebliğ et, iyiliğe davetçi ol, kötülüklerden
sakındır, senden kopan ile ilişki kur, senden küsenle
barış, senden bir şey isteye bağışta bulun.
İnsanların kalbine kin tohumunu eken dedikoduculuktan ve
insanların ayıplarını araştırmaktan uzak dur.
Zira insanların aybını araştıran kimse, hedef
mesabesinde olur.
Oğulcağızım! Bağışlamak
istediğinde, kaynaklarına müracaat et. Zira ki cömertlik ve
bağışın madenleri vardır. Ve madenlerin kökleri
vardır, köklerinin dalları vardır, dallarının
meyveleri vardır ve hiç bir meyve dal olmaksızın ve hiç bir dal
da kök olmaksızın ve hiç bir kök de temiz bir maden
olmaksızın yetişmez.
Oğulcağızım! Birini görmeye gidince,
iyileri gör, kötülerle görüşmekten sakın. Zira bunlar, kendilerinden
çeşmenin akmadığı kayalar, yaprakları yeşermeyen
ağaçlar ve bitkileri bitmeyen topraklardır.”
Ali b. Musa (a.s) şöyle buyurmuştur: “Babam hayatta
olduğum sürece bu tavsiyeleri asla terk etmedi.”[678]
21790. İmam
Sadık (a.s), ashabına bir mektup yazdı, onlardan (bu mektubu)
sürekli okumalarına dikkat etmelerini, anlamlarının içeriği
ile amel etmelerini istedi. Ashabı da bu mektubu evlerindeki namaz
kılınan yerlere bırakıp namazdan sonra onu mütalaa
ediyorlardı. Bu mektubun metni işte şöyledir: “Rahman ve rahim
olan Allah’ın adıyla. Rabbinizden afiyet ve esenlik dileyin,
ağır, vakarlı, sakin ve hayalı olun. Sizden önceki iyilerin
uzaklaştığı şeylerden, siz de uzaklaşın.
Batıl ehline karşı iyi davranın. Onların sizin
hakkınızdaki zulmüne tahammül edin, fazla çekişmekten
sakının. Zira onlarla oturmaktan, onlarla kaynaşmaktan ve
tartışmaktan başka çarenin olmadığı zaman da
onlarla oturup kaynaştığınızda ve aranızda tartışma
ortaya çıktığında Allah’ın sizlere riayet etmenizi
emrettiği takiyyeye riayet edin. Zira eğer onların
kötülüğüne düçar olursanız, sizlere eziyet ederler, onların
yüzünde kötümserlik ve kin görürsünüz. Eğer Allah onların
şerrini sizden uzaklaştırmasaydı, şüphesiz sizlere
şiddetle saldırırlardı. Göğüslerinde sizlere
karşı taşıdıkları kin ve düşmanlık
gösterdiklerinden daha fazladır. Sizin
yaşadığınız yer onlarla birdir, ama sizin ve
onların canları farklıdır. Birbiriyle ünsiyet edinmezler.
Sizler asla onları sevmezsiniz ve onlar da asla sizleri sevmez. Ama
Allah-u Teala sizi hak ile yüceltmiş ve sizlere basiret vermiştir.
Lakin onları hak ehlinden karar kılmamıştır. Bu
sebeple de sizler onlara iyi davranır, onlar karşısında
sabredersiniz. Ama onlar size güzel davranmaktan uzaktırlar ve hiç bir
şey karşısında sabır ve tahammül içinde olmazlar.
Aksine birbirlerine komplolarını ve hilelerini telkin ederler. Zira
Allah’ın düşmanları yapabildikleri taktirde sizi hak ve
hakikatten alıkoyarlar. Oysa Allah sizleri, bütün bunlardan
korumuştur.”[679]
21791. İmam
Sadık (a.s), Mufazzal’a şöyle buyurmuştur: “Sana
Şiilerime ulaştırman için şu altı şeyi tavsiyede
bulunuyorum.”Ben (Mufazzal) şöyle arzettim: “Ey efendim! O tavsiyeler
nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Emaneti sana emanet veren kimseye eda
etmek, kendin için beğendiğin şeyi kardeşin için de
beğenmek, bil ki şüphesiz işlerin sonuçları vardır ve
sonuçlarından sakın ve şüphesiz işler bazen aniden ortaya
çıkabilir. O halde sürekli sakın. Çıkması kolay, ama inmesi
zor olan dağa tırmanmaktan sakın ve asla yapamayacağın
bir şeyi kardeşine vaad etme.”[680]
21792. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana Allah’tan
korkmayı tavsiye ediyorum. Zira Allah kendisinden korkan kimseyi
hoşlanmadığı durumdan hoşlandığı duruma
çıkarmaya ve hiç hesaba katmadığı yerden
rızkını vermeye kefil olmuştur.”[681]
bak. el-İlm, 2875. Bölüm, el-Vesiyyet (2),
4091. Bölüm, el-Bihar, 78/190, 23. Bölüm
İmam Kazım’ın (a.s) Tavsiyeleri
21793. İmam
Kazım (a.s), kendisinden öğüt dileyen, Ali b. Süveyd-i Sai’ye
şöyle buyurmuştur: “Sana Allah’tan sakınmayı tavsiye
ediyorum.”İmam daha sonra sustu ve ben (Ali b. Suveyd-i Sai)
fakirliğim hususunda kendisine şikayette bulunarak şöyle dedim:
“Allah’a yemin olsun ki üzerimde elbise bile yoktu. Falan kimse üzerindeki iki
elbiseden birini çıkarıp bana giydirdi.”İmam daha sonra
şöyle buyurdu: “Oruç tut ve sadaka ver” Ben şöyle arzettim:
“Kardeşlerimin bana yaptığı az yardımı da sadaka
mı vereyim?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın sana
verdiği rızıktan her ne kadar kendin ona muhtaç olsan da sadaka
ver.”[682]
bak. el-Mevize, 4131. Bölüm, el-Bihar, 78/296,
25. Bölüm
İmam Cevad’ın (a.s) Tavsiyeleri
21794. Tuhef’ul-Ukul’da
şöyle yer almıştır: “Bir şahıs
İmam Cevad’a (a.s) şöyle arzetti: “Bana tavsiyede bulun.”İmam
şöyle buyurdu: “Kabul edecek misin?” O şöyle arzetti: “Evet!
İmam şöyle buyurdu: “Sabrı yastık edin, fakirliği
kucağına al, şehvetleri uzağa at, isteklerle savaş ve
bil ki sen Allah’ın gözünden gizli değilsin. O halde nasıl
olduğuna dikkat et.”[683]
21795. İmam
Cevad (a.s), Sa’d’ul-Hayr’a yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Sana
Allah’tan korkmayı tavsiye ediyorum. Zira takva insanı helak olmaktan
esenliğe çıkarır ve ahirette kendisine fayda verir. Aziz ve
celil olan Allah takva sebebiyle kulunu aklının ulaşmasından
uzakta bulunan şeylerden korur ve takva vasıtasıyla onun
körlüğünü ve cehaletini ortadan kaldırır. Takvanın
bereketiyle Nuh ve onunla gemide olanlar kurtuluşa erdiler, Salih ve
onunla bulunanlar yıldırımdan kurtuldular ve takva sebebiyle sabredenler
galibiyete eriştiler ve o grup (Nuh, Salih ve kendilerine iman edenler)
kurtuluşa eriştiler. Bunların aynı yolu ve metodu (yani
takvayı) kateden ve aynı fazileti arayan kardeşleri vardır.
Bunlar öncekilerin başına gelen ve Allah’ın kitabında beyan
edilen cezaları ve belaları işitmekle şehvetlerinin
tuğyanını engellemektedirler. Rablerine kendilerine
rızık olarak verdiklerine karşılık hamdeder ve
şükrederler. Şüphesiz Allah hamd ve övgüye layıktır. Onlar
kendilerini eksiklikleri sebebiyle kınarlar ve kendileri de kınanmaya
layıktır. Allah Tebareke ve Teala’nın, hilim ve ilim ehli
olduğunu bildiler. Hakikatte Allah’ın gazabı
hoşnutluğunu elde etmeye çalışmayanların üzerinedir ve
Allah sadece bağışını kabullenmeyen kimseden esirger
ve sadece hidayeti istemeyen kimseyi sapıklığa terkeder.
Allah günahkarlara tövbe imkanı vermiştir ki
kötülüklerini iyiliklere çevirsinler ve Kur’an’da yüksek ve kesilmez bir sesle
kullarını tövbe etmeye çağırmış,
kullarının duasını engellememiştir. O halde Allah’ın
indirdiği şeyleri gizleyen kimselere Allah lanet etsin.
O rahmeti kendisine farz kılmış bu yüzden de
rahmeti gazabını geçmiştir ve de doğruluk ve adaletle sona
ermiştir. O halde kulları kendisini
gazaplandırmadığı müddetçe o, kendiliğinden kullara
gazaplanmaz ve bu yakinden kaynaklanan bir ilimden ve takvadan hasıl olan
bir bilgidendir. Allah her ümmetten kitabın ilim ve marifetini,
onların kitabı uzağa attığı bir zamanda
almıştır ve onlar hükümdarlığa teslim olduğu
zaman, düşmanları ona hükümdar kılmıştır.
Kitaplarını uzağa atmalarının örneklerinin biri de
harf ve kelimelerine riayet etmeleri, ama hudud ve hükümlerini tahrif
etmeleridir. Bu yüzden sadece onun nakil ve rivayetiyle uğraşır,
anlayış ve amelinden uzak olurlar. Cahiller rivayetleri
ezberledikleri sebebiyle mutludurlar, ama alimler, anlamıyla amel etmedikleri
hasebiyle üzüntü içindedirler. Kitabı uzağa atmalarının bir
diğer örneği de yöneticilerinin bilmeyen kimselerden karar
kılınmasıdır. Bu yüzden yöneticiler onları heva ve
heves kaynağına götürmüş, helak olmaya sürüklemiş, dinin
kulplarını değiştirmiş ve onu (dini) bir avuç sefih ve
çocuğa miras bırakmışlardır.. Dolayısıyla da
ümmet Allah Tebarek ve Teala’dan emir almak yerine halktan emir
almaktadır. İnsanların dostluğunu Allah’ın dostluğu
ve velayetine tercih eden zalimlerin bu yanlış tercihileri ne de
kötüdür?! Bunlar insanların mükafatını Allah’ın
mükafatının yerine ve insanların rızayetini Allah’ın
rızayetinin yerine geçirmişlerdir. Ümmet, böyle bir duruma
düşmüştür. Onlardan ibadet edenler de bu sapıklık içinde
yaşamaktadır. Gurura kapılmış ve aldanmışlardır.
İbadetleri kendilerinin ve takipçilerinin fitne ve sapıklık
sebebidir. Oysa ilahi elçiler arasında ibadet ehli için ibretler ve
öğütler vardır. Peygamberlerden biri (Allah’a) itaat hususunda kemale
eriştiğinde[684] Allah Tebarek ve
Teala’ya bir hususta itaatsizlik etmiş ve o itaatsizlik sebebiyle
cennetten dışarı çıkarılmıştır.[685] Balinanın
karnına atılmış ve onu hatalarını itiraf etmek ve
tövbeye yönelmekten başka hiç bir şey kurtaramamıştır.
O halde Yahudi ve Hıristiyan din alimlerini tanı. Onlar kitabı
gizlediler, tahrife uzandılar. Ama bu ticaretleri onlara bir fayda
vermedi. Onlar hidayete ermiş kimseler değildir. Onların bu
ümmet arasındaki misalini tanı. Şüphesiz onlar Allah’ın
kitabının kelime ve harflerini alaşağı ettiler[686], hududlarını
altüst ettiler. Zira bunlar yöneticilerin[687] dostudur. Heva ve heve
önderleri dağılınca onlar da dünyadan daha çok nasiplenen
kimseye doğru giderler.[688] Kalplerine mühür vurulmuş, tamah onlara
galip gelmiş, sürekli dillerinden İblis’in sesi işitilmekte ve
bir çok batılları ifade etmektedirler. Alimler onların
eziyetlerine ve kabalıklarına sabrederler. Bu yüzden de alimler,
onları teklife ve hakkı göz önünde bulundurmaya davet etmektedir.
Alimleri onları teklife ve hakkı göz önünde bulundurmaya
çağırdıkları için de onları kınarlar. Oysa
alimleri, eğer irşad ve nasihat etselerdi, bir sapık
gördüklerinde onlara hidayette bulunmasalardı, bir ölü gördüklerinde ona
hayat vermeselerdi, şüphesiz hain sayılırlardı ve (eğer
böyle yapsalardı) ne de kötü yapmış olurlardı! Zira Allah
Tebarek ve Teala Kur’an’da onlardan iyilikleri ve emredildikleri şeyleri
söyleyeceklerine ve nehyedildikleri şeylerden de
sakındıracaklarına dair söz almış, itaat ve
sakınma yolunda birbiriyle yardımlaşmalarını
söylemiş, günah ve tecavüz yolunda birbirine yardım etmemelerini
istemiştir. Alimlerin cahil insanların elinden
sıkıntıda oluşu da işte bu yüzdendir. Eğer
öğüt verirlerse, cahiller şöyle derler: “Onlar isyankar
olmuşlardır.”Eğer terk ettikleri hak ve hakikatle amele derlerse
şöyle derler: “Onlar muhalefet etmeye koyulmuşlardır.”Onlardan
uzaklaşmak istediklerinde ise şöyle derler: “Müslümanlar cemaatinden
ayrıldılar” Eğer “sözlerinize bir delil getirin” diye söyleyecek
olurlarsa şöyle derler: “Bunlar münafık oldular.”Eğer onlara
uyarlarsa şöyle derler: “Aziz ve celil olan Allah’a isyan etmektedirler”
Onlar, helak uçurumuna yuvarlanmışlardır. Onlar ise
bilmediklerini bilmemektedirler. Allah’ın kitabında okudukları
şeylere oranla da okumamış kimselerdirler. Halka
öğrettikleri Kur’an’ı Kerim’i ve lafızlarını kabul etmekte, ama içeriğini tahrif
ederek Kur’an’ın hakikatini yalanlamaktadırlar. Hiç kimse de onlara
itiraz etmemektedir. Bunlar ahbar ve ruhban görünümlü kimselerdir. Hevese
uyarlar, helak ve yok oluş önderidirler. Var olan diğer bir grubu
ise, sapıklık ve hidayet ortasına oturmuş ve
şaşkınlık içindedirler. Bu iki grubu (ahbar ve ruhban
görünümlü kimseler ile gerçek alimleri) birbirinden ayıramaz ve derler ki:
Peygamber (s.a.a) zamanındaki halk böyle bir durumla karşı
karşıya olmamış ve dolayısıyla da onu
tanımamaktaydılar.”Doğru da söylüyorlar. Zira Resulullah (s.a.a)
onları terk edince, kendileri için aydın ve aşikar bir din
bıraktı ki gece ve gündüzleri (zahir ve batın veya hak ve batılı)
belli idi. Aralarında ne bir bidat görülüyordu ne de sünnette bir değişiklik. Ne de
aralarında uyumsuzluk ve ihtilaf göze çarpıyordu. Ama ümmetlerin
hatalarının karanlığı onları kuşatınca,
iki gruba ve iki öndere ayrıldılar: Allah-u Teala’nın yoluna
davet eden kimse ile ateşe davet eden kimse. İşte böylece
şeytan dile geldi, sesini dostlarının ve takipçilerinin dilinden
yükseltti. Ordu, süvari ve piyade birlikleri çoğaldı,
mallarının ortakları ve kendisini ortak kılan kimselerin
çocukları oldular. Böylece bidatler ile amel edildiği gibi kitap ve
sünnet bırakıldı. Ama Allah’ın veli kulları hücceti
dile getirdiler, Allah’ın kitabına ve hikmete sarıldılar.
Bu yüzden de hakkın takipçileri ile batıla uyanlar birbirinden
ayrıldı. Hidayet ehli birbirini yalnız bıraktılar,
birbirinin yardımına koşmadılar. Ama sapıklık ve
delalet ehli kimseler birbiriyle yardımlaştılar. Sonunda
cemaatleri falan kimseyi de kapsadı. Bu desiseyi iyi tanı. Soylu olan
diğer grubu ise basiret gözüyle tanı, onların takipçisi ol,
onlardan ayrılma ki kendi ehline katılasın. Zira ki hakikatte
yenilenler, kendisini ve ehlini kıyamet gününde hüsrana
uğratanlardır. Şüphesiz ki bu da apaçık bir
hüsrandır.”
Şeyh Kuleyni (r.a) şöyle diyor: “Hüseyin’in
rivayeti de işte burada sona ermektedir. Ama Muhammed b. Yahya’nın
rivayetinde İmam’ın mektubu şöyle devam etmektedir: “Bu hak ehli
yolu tanımaktadır. O halde eğer onları
sıkıntıda görürsen ona bakma (onların mazlumiyeti hak
olduklarının delilidir.) Zira her ne kadar zulüm ve zalimlerin
saygısızlığına düçar olmasalarda ve her ne kadar
sıkıntılar ve belalar içinde yaşıyor olsalar da, er,
geç bütün bunlar bitecek, huzur ve rahatlığa dönüşecektir. Bil
ki güvenilir kardeşler birbirileri için stokturlar. Zira eğer
şüphelerin tahrifine düşmekten ve seni kaybetmekten korkmasaydım
şüphesiz örttüğüm hakikatlerin aynasını senin için
aşikar kılardım ve gizlediğim marifetleri sana gösterirdim.
Ama ben senin hakkında korkuyorum (ve takiyye ediyorum). Seni
korumayı istiyorum. Korkması gereken yerde korkmayan kimse, halim
değildir. Halim olmak ise müminin elbisesidir. O halde asla onu soyma.
Ve’s-Selam.”[689]
bak. el-Bihar, 78/358, 27. Bölüm
İmam Askeri’nin (a.s) Tavsiyeleri
21796. İmam
Askeri (a.s), şiilerine şöyle Şiilerine buyurmuştur: “Sizlere
Allah’tan korkmayı, dininiz hususunda vera’lı (şüpheli
şeylerden kaçınan) olmayı, Allah için çaba göstermeyi,
doğru konuşmayı, size güvenip yanınızda emanet
bırakan kimseye ister iyi olsun, ister kötü emanetini iade etmeyi,
secdeleri uzatmayı ve iyi komşuluk yapmayı tavsiye ediyorum;
işte Muhammed salla’llâhu aleyhi ve alih bunlarla gönderilmiştir.
Onların (Ehl-i sünnet’in) namazlarına katılın, cenaze
merasimlerine katılın, hastalarını ziyaret edin,
haklarını ödeyin. Sizden biri, dininde vera’lı, doğru
konuşan, emaneti sahibine veren ve halka karşı güzel
ahlaklı olduğunda “Bu Şiidir” denilir. Bu ise bizi hoşnut
eder. Allah’tan korkun, bizlere süs olun, utanç vesilesi olmayın.
Muhabbetleri bize doğru çekin; her çeşit kötülüğü bizden
uzaklaştırın. Çünkü biz, hakkımızda söylenen her
iyiliğin ehliyiz ve hakkımızda söylenen her kötülükten
uzağız. Allah’ın kitabında, bizim hakkımız, Hz.
Resulullah’a yakınlığımız ve Allah tarafından da
tertemiz (masum) kılındığımız
açıklanmıştır. Bizden başka ancak yalancı bu
makamı iddia edebilir. Allah’ı ve ölümü çok anın. Kur’an’ı
çok tilavet edin. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih’e çok salavat getirin.
Çünkü Peygamber’e salavat getirmenin on hasenesi (sevabı) vardır.
Size yaptığım tavsiyeleri unutmayın. Selamımı
size ileterek sizi Allah’a emanet ediyorum.”[690]
bak. el-Bihar, 78/370, 29. Bölüm
546.
Konu
el-Vasiyyet
Vasiyyet
Ölümden Sonrası İçin
Vasiyet
F Kenz'ul-Ummal,
16/612, Kitab’ul-Vasiyyet
F Bihar, 103/193,
1. Bölüm; Fazl’ul-Vasiyyet ve Adabuha
F Vesail’uş-Şia,
2/657, 29 ve 30. Bölümler, el-Vasiyyet
F Vesail’uş-Şia,
13/351, Kitab’ul-Vesaya
Kur’an :
“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer
hayır (mal) bırakıyorsa, ana babaya, yakınlara, uygun bir
tarzda vasiyet etmesi muttakilere bir hak olarak size yazıldı/takdir
edildi.”[691]
21797. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vasiyet etmek her Müslümanın
görevidir.”[692]
21798. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “(Allah’ın rahmetinden) mahrum kimse
vasiyetten mahrum olan kimsedir.” [693]
21799. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Malı olan ve bu malını
vasiyet etmek isteyen bir müslümanın yanında yazdığı
vasiyeti olmaksızın iki geceyi geçirmeye hakkı yoktur.”[694]
21800. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir Müslümana velayeti
başının altında olmaksızın bir geceyi geçirmesi
yakışmaz.”[695]
21801. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim vasiyet ile ölürse (Peygamberin)
yolu ve sünneti, takva ve şehadet ve bağışlanmış
olarak ölmüş sayılır.”[696]
21802. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah amellerinize
ilaveten mallarınızın üçte birini sizlere bağışta
bulunmuştur.”[697]
21803. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala mallarınızdan
üçte birini vefat anında sizlere sadaka vermiştir ki bu vesileyle
amellerinizi artırsın.”[698]
21804. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim ölüm anında
kendisinden miras almayan akrabalarına vasiyette bulunmazsa amelini
günahla sonuçlandırmış olur.”[699]
bak. Vesail’uş Şia, 13/354, 4. Bölüm
Kur’an :
“İbrahim
bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da, “Oğullarım! Allah
dini size seçti, siz de ancak O’na Müslüman (olarak) can verin” dedi.”
Yoksa Yakup can verirken sizler yanında
mı idiniz? Hani O, oğullarına, “Benden sonra kime ibadet
edeceksiniz?” diye sormuştu, onlar da: “Senin ilahına ve
ataların İbrahim, İsmail, İshak’ın ilahı olan tek
ilaha ibadet edeceğiz, bizler O’na teslim olmuşuzdur”
demişlerdi.”[700]
21805. İmam
Sadık (a.s), babasından naklen şöyle buyurmuştur: “Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim vefat anında vasiyet
etmezse, bu işi aklında ve mürüvvetinde noksanlık
sayılır.”Ashap şöyle arzetti: “Ey Resulullah! Vasiyet
nasıldır?” Peygamber şöyle buyurdu: “Eceli geldiğinde
insanlar, etrafına toplanınca şöyle der: “Ey göklerin ve yerin
yaratıcısı! Gizliyi ve aşikarı bilen, rahman ve rahim
Allah! Ben bu dünya yurdunda ve senin huzurunda senden başka ilah
olmadığına tanıklık ettiğimi itiraf ediyorum.
Şüphesiz sen tek ve eşsizsin. Muhammed senin kulun ve elçindir ve
kıyamet mutlaka gelecektir. Bunda hiç şüphe yoktur. Sen mezarlarda
yatanları dirilteceksin, hesap da haktır, cennet de haktır.
Allah’ın vaad ettiği cennet meyvelerinden yemek, içmek ve nikah da
haktır. Ve şüphesiz cehennem de haktır, iman da haktır,
din, senin nitelendirdiğin gibidir ve İslam senin teşri
buyurduğun gibidir. Söz senin dediğin gibidir, Kur’an senin nazil
buyurduğun gibidir ve sen gerçek ve aşikar olan mabudsun.
Bu dünya yurdunda ve senin huzurunda seni rab olarak,
İslam’ı din olarak, Muhammed’i Peygamber olarak, Ali’yi imam olarak,
Kur’an’ı semavi kitabın olarak ve Peygamberi’nin Ehl-i Beyt’ini
imamlar olarak kabul ettiğimi itiraf ediyorum. Ey Allah’ım! Zorluklar
anında benim dayanağım sensin, gam ve hüzün anında ümidim
sensin, zorluklar bana saldırıya geçince benim karşı koyma
gücüm sensin, velinimetim sensin. Benim ve babalarımın mabudu sensin.
Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine selam gönder, göz açıp kapatıncaya dair
beni kendi halime bırakma. Sen mezarın korkunç
yalnızlığında benim dostum ol. Seninle görüştüğüm
gün kendinden bana eman ver.”
Bu vasiyet ettiği zaman ölünün ahdidir. Vasiyet her
müslümanın yapması gereken bir görevdir.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu
vasiyeti teyit eden şey ise, Allah Tebarek ve Teala’nın Meryem
suresinde buyurduğu şu sözüdür: “Rahmandan bir ahit (söz)
almış kimse dışında hiç kimsenin şefaat
hakkı yoktur.”Ve bu vasiyet ayette geçen ahittir.
Peygamber (s.a.a) Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu vasiyeti öğren, onu Ehl-i Beyt’ine ve şiilerine
öğret.”İmam şöyle buyurdu:
“Peygamber daha sonra şöyle buyurmuştur: “Bunu bana Cebrail
öğretmiştir.”[701]
bak. Vesail’uş Şia, 13/353, 3. Bölüm
Vasiyette Zulümden Ve Hakkı Çiğnemekten Sakınmak
21806. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vasiyette varise zarar vermek büyük
günahlardandır.”[702]
21807. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “(Varise) vasiyetinde zarar vermek büyük
günahlardandır.”[703]
21808. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim malının
üçte birini vasiyet ederse varislere zarar vermiş olur. Malın
beşte birini ve dörtte birini vasiyet etmek, üçte birini vasiyet etmekten
daha üstündür. Herkim üçte birini vasiyet ederse geriye bir mal bırakmamıştır.”[704]
21809. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarıma
(vasiyette) zarar vermem ile o malı çalmam arasında bence hiç fark
yoktur.”[705]
21810. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim vasiyet eder,
zulmetmez ve varise zarar vermezse (onu) vasiyet edeceği malı
hayattayken sadaka vermiş kimse gibidir.”[706]
21811. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri (a.s)
ölen ve tüm malını veya çoğunu vasiyet eden birisi hakkında
şu hükümde bulunmuştur: Vasiyet, iyilik üzere (şeriatte yer
aldığı üzere) geri çevrilmelidir. O halde her kim kendisine
zulmeder ve vasiyette zulme ve aykırılığa düçar olursa, o
vasiyet iyiliğe (şer’i ölçülere) çevrilir. Varislerin mirası da
onlara bırakılır.”[707]
21812. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vasiyet hususunda zulüm
ve haksızlık büyük günahlardandır.”[708]
bak. Vesail’uş Şia, 13/356, 5. Bölüm,
s. 358, 8. Bölüm
21813. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Malında kendi vasin ol; kendi
malında senden sonra yapmalarını vasiyet edeceğin işi
kendin yap.”[709]
21814. Resulullah
(s.a.a), kendisine tavsiyede bulunmasını isteyen birine şöyle
buyurmuştur: “Yükünü hazırla, azığını düzelt ve
kendi vasin ol. Zira hiç bir şey Allah’ın (sevabının)
yerini tutamaz. Allah’ın sözü için de geri dönüş yolu yoktur.”[710]
21815. İmam
Sadık (a.s), hakeza kendisine tavsiye bulunmasını isteyen birine
şöyle buyurmuştur: “Yükünü hazırla, azığını
önceden gönder ve kendi vasin ol. Kendinden başkasına senin
işine yarayan şeyleri senin için göndermesini söyleme.”[711]
547.
Konu
et-Tevazu’
Alçak Gönüllülük-Tevazu
F Bihar,
75/117, 51. Bölüm, et-Tevazu’
F Kenz'ul-Ummal,
3/110, 701; et-Tevazu’
F Bihar, 41/54,
105. Bölüm, Tevaz-u Emir’el-Müminin
bak.
F 453. Konu,
el-Kibir; 408. Konu, el-Fahr; el-İlim, 2871. Bölüm; en-Nubuvvet (1), 3840.
Bölüm
Kur’an :
“Ey iman edenler! Aranızda dininden kim
dönerse bilsin ki, Allah, sevdiği ve onların da O’nu sevdiği,
iman edenlere karşı alçak gönüllü, küfredenlere karşı
güçlü, Allah yolunda cihat eden, yerenin yermesinden korkmayan bir topluluk
getirir. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bol nimetidir.
Doğrusu Allah vasî (vücut, kudret ve rahmet açısından
geniş) ve her şeyi bilendir.”[712]
21816. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aile şerafeti sadece tevazu iledir.”[713]
21817. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir aile şerafeti
tevazu gibi değildir.”[714]
21818. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kureyşli ve Arap
için tevazudan başka bir soy şerafeti yoktur.”[715]
21819. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu soy
şerafetinin süsüsüdür.”[716]
21820. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şerafetli
insanın süsü tevazudur.”[717]
21821. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu şerafetin
zekatıdır.”[718]
21822. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu en üstün iki
şerafetten biridir.”[719]
21823. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu faziletlerin
yayılmasına sebep olur.”[720]
21824. İmam
Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu haset edilmeyen
bir nimettir.”[721]
21825. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Size ne oluyor da ibadetin
tatlılığını sizde göremiyorum?” şöyle arzettiler:
“İbadetin tatlılığı nedir?” peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Tevazudur.”[722]
21826. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mütevazi ol! Zira ki
tevazu en büyük ibadetlerdendir.”[723]
21827. İmam
Ali (a.s) geçmiştekilerden ibret almak hususunda şöyle
buyurmuştur: “Fakat münezzeh olan Allah onlara büyüklük
taslamayı kötü gördü, onlar için tevazuya razı oldu. Onlar da
yanaklarıyla yere kapandılar, yüzlerini toprağa sürdüler ve
(tevazu) kanatlarını müminler için yaydılar.”[724]
21828. İmam
Ali (a.s) takva sahiplerinin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Giyimleri iktisatlı ve yürüyüşleri alçak
gönüllüdür.”[725]
21829. İmam
Ali (a.s) meleklerin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah, onları vahyin eminleri olarak
yaratmış, onlara peygamberleri için emir ve nehiy emanetleri
yüklemiştir. Kalplerine huşu, tevazu ve sekine hissettirmiştir.”[726]
21830. İmam
Ali (a.s), ibadetin felsefesi hakkında şöyle buyurmuştur: “Çünkü namazda,
gönül alçaklığıyla yüzleri ve en değerli azaları
toprağa koyup tevazu göstermek; oruçta, karınları açlıkla
terbiye ederek kibir yok etmek ve tevazuya alıştırmak
vardır.”[727]
21831. İmam
Ali (a.s), haccı anarken şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah Beyt’ul Haram'ı kendi azameti karşısında
insanların tevazu ve alçak gönüllülüğüne bir işaret ve izzetini
(yüceliğini) kabul için bir gösterge kıldı.”[728]
21832. İmam
Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kardeşlerinin
hakkını daha iyi bilen, o hakları eda etmek hususunda daha çok
çaba gösteren kimsenin Allah katındaki makamı, diğerlerinden
daha büyüktür. Her kim dünyada kardeşleri için tevazu gösterirse, Allah
nezdinde sıddıklardandır ve Ali b. Ebi Talib’in gerçek
şiilerindendir. Müminlerin Emirinin mümin kardeşlerinden bir baba ve
oğul Müminlerin Emirinin huzuruna vardılar. Müminlerin Emiri onlar
için ayağa kalktı. Saygıyla o ikisini meclisin üst tarafına
oturttu, kendisi de onların karşısına oturdu, daha sonra
yemek getirmelerini emretti, yemekten sonra Kanber onlar için tahtadan bir
leğen, ibirk ve ellerini kurutmak için bir havlu getirdi ve Kanber o
şahsın eline su dökmek için yanına yaklaştı.
Müminlerin Emiri (a.s) yerinden kalkarak o şahsın eline su dökmek
için ibirği aldı, ama o şahıs kendini yere attı ve
şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Allah beni siz elime su dökerken mi
görsün?” İmam şöyle buyurdu: “Otur ve yıka. Zira aziz ve celil
olan Allah senden üstünlüğü ve fazileti olmayan kardeşinin sana hizmet
ettiğini görmektedir ve onun bu hizmetten maksadı da Allah’ın
cennette kendisine dünya nüfusunun on katını ve o kadar nüfusu da
alacak yurtları bağışta bulunmasıdır.”
O şahıs oturdu ve Ali (a.s) ona şöyle buyurdu:
“Tanıdığın, saygınlığını yerine
getirdiğin ve Allah için tevazu ettiğin –öyle ki Allah ona
karşılık sana bu mükafatı vermiştir ki beni sana yüce
hizmet elbisesini bedenine giydirmemle
görevlendirmiştir-hakkımın büyüklüğüne ant içiriyorum ki,
ellerini yıkadığın zaman, tıpkı Kanber’in
ellerine su döktüğü zaman rahat olacağın gibi huzurlu ol.”O
şahıs da itaat etti. Müminlerin Emiri ellerini
yıkadığı zaman ibirği Muhammed b. Hanefiye’ye verdi ve
şöyle buyurdu: “Oğulcağızım! Eğer bu çocuk
babası yanında olmaksızın yanıma gelseydi, kendim
ellerini yıkardım. Ama aziz ve celil olan Allah baba ve evladın
bir yere toplandığı zaman, kendilerine eşit
davranılmasını hoş görmez. Dolayısıyla baba,
babasının eline su dökmeli, oğul da oğlunun eline su
dökmelidir. Muhammed b. Hanefiye de o şahsın çocuğunun eline su
döktü.” İmam Hasan b. Ali Askeri (a.s) daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Bu konuda Ali’ye (a.s) uyan kimse gerçek şiidir.”[729]
21833. Ebu
Nasr şöyle diyor: “Abdullah b. Muhammed b. Halid’e Muhammed b.
Müslim hakkında bir soru sordum, şöyle buyurdu: “O saygın ve zengin
biridir. İmam Bakır (a.s) ona şöyle buyurmuştur: “Ey
Muhammed! Mütevazi ol.”O da Kufe’ye dönünce teraziyle birlikte hurma dolu bir
sepet alıp, merkez caminin önüne oturdu ve hurmaları satmaya
başladı. Akrabaları gelip şöyle dediler: “Sen bizim yüz
suyumuzu döktün.”Muhammed şöyle dedi: “Efendim bana emretmiş, ben de
asla isyan etmem. Sepetteki bütün hurmaları satmadıkça burayı
terk etmeyeceğim.”Akrabaları şöyle dediler:
“Alış-verişten el çekmediğine göre o halde en azından
değirmencilik işini yap.”Muhammed bir değirmen ve bir de deve
aldı. Böylece değirmenciliğe başladı.”[730]
21834. İmam
Rıza (a.s), kendisine, “Tevazu nedir?” diye sorulunca cevap olarak
şöyle buyurmuştur: “Sana nasıl davranılmasını
istiyorsan, insanlara da o şekilde davranmandır.”[731]
21835. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu insanların
sana davranmasını istediğin şekilde onlara
davranmandır.”[732]
21836. İmam
Ali (a.s), kendisine, “Kulun yaptığı taktirde mütevazi
sayılacağı tevazunun anlamı nedir?” diye soran İbn-i Cehm’e
şöyle buyurmuştur: “Tevazunun dereceleri vardır, derecelerinden
biri insanın kendi değerini bilmesi, huzur dolu bir kalple onu yerli
yerine koymasıdır, kendisine davranılmasını
beklediği gibi insanlara da öyle davranmayı istemesidir. Kötülük
gördüğünde ona iyilikle cevap vermesi, öfkesini dindirmesi, insanları
affetmesidir. Zira Allah, şüphesiz iyilik sahiplerini sever.”[733]
21837. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsana tevazu
olarak kendi ölçüsünü bilmesi yeter.”[734]
21838. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu bir mecliste
makamından daha düşük bir yere razı olman ve
karşılaştığın herkese selam vermen, her ne kadar
haklı da olsan tartışmayı terk etmendir. Tevazu bütün
iyiliklerin başıdır.”[735]
21839. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu meclisin alt
tarafında oturmaya razı olman, rastladığın herkese
selam vermen ve haklı bile olsan çekişmeyi terk etmendir.”[736]
21840. İmam
Sadık (a.s), tevazu hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Tevazu bir
mecliste makamından daha düşük bir yerde oturmana razı
olmandır. Karşılaştığın herkese selam vermen
ve haklı dahi olsan tartışmayı terk etmendir.”[737]
bak. et-Tevazu, 4097. Bölüm
Yüceliğinden Dolayı Mütevazi Olan Kimse
21841. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların Allah’a kullukta en
üstün olanı büyük olduğu halde tevazu gösteren kimsedir.”[738]
21842. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce makamı
olduğu halde mütevazi olmak, kudrete sahip olduğu halde affetmek
gibidir.”[739]
21843. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim güzel bir elbise giyebildiği
halde, tevazudan bu işi yapmazsa, Allah ona yücelik elbisesini giydirir.”[740]
21844. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah için süsten istifade etmez
ve Allah karşısında tevazu ve rızayetini talep için güzel
elbise giymekten sakınırsa, Allah’ın da ona yakuttan dolaplarda
koruduğu değerli cennet elbiselerini giydirmesi bir haktır.”[741]
Kur’an :
“Müminlere
karşı alçak gönüllüdürler, küfredenlere karşı ise aziz
(güçlü).”[742]
21845. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir noksanlığı veya
eksikliği olmaksızın Allah-u Teala’ya tevazu gösteren ve bir
horluk ve sefaleti olmaksızın nefsini zelil kılan kimseye ne
mutlu!” [743]
21846. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ayıpları
kendisini başkalarının ayıplarını
araştırmaktan alıkoyan ve kusuru ve eksikliği olmaksızın
mütevazi olan kimseye ne mutlu!” [744]
21847. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Açlık çekmek,
zillet ve huzu izharında bulunmaktan daha iyidir.”[745]
Zengine Zenginliği Sebebiyle Tevazu Gösteren Kimse
21848. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir zenginin yanına gider ve
sahip olduğu şeyi talep ederek karşısında
eğilirse, dininin üçte ikisi gider.
Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle buyurmuştur:
“Acele etme, her kim zenginden bir şey elde eder ve bu sebeple de ona
saygı gösterirse, dininin üçte ikisi gitmiş olmaz, aksine bu
saygıdan kastinin ilahi mükafat mı yoksa onu aldatıp sahip
olduğu şeyi elinden alması mıdır ona bak.”[746]
21849. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: ““Her kim bir zenginin
yanına gider ve zenginliği sebebiyle ona tevazu gösterirse dininin
üçte ikisi ortadan kalkar.”[747]
21850. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir zenginin
yanına gider ve ondan bir şey elde etmek için
karşısında eğilirse, dininin üçte ikisi gider.”[748]
21851. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir mümin bir devlet
yöneticisi veya dinine muhalif olan kimse karşısında ondan bir
şey elde etmek için eğilirse, Allah onu aşağılık
kılar, ona gazap eder, onu kendi haline bırakır. Eğer onun
dünyasından bir şey elde ederse Allah ondan bereketi alır ve
eğer elde ettiği şeyi, hac, umre veya köle azad etme yolunda
harcarsa ona bir mükafat vermez.”[749]
21852. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın
mükafatını elde etmek için, zenginin fakire gösterdiği tevazu ne
kadar da güzeldir. Bundan daha güzeli ise, fakirlerin Allah'a dayanarak
zenginlere karşı alçalmamalarıdır.”[750]
bak. ed-Dünya, 1248. Bölüm
21853. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah için tevazunun nişanelerinden
biri de meclisin en alt tarafında oturmaya rızayet göstermektir.”[751]
21854. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu üç şey
tevazunun başında yer alır: İnsanın gördüğü
herkese selam vermesi, meclisin alt tarafında oturmaya rızayet
göstermesi ve riya (gösterişi) ve desinler diye bir şey yapmayı
hoş görmemesi” [752]
21855. İmam
Sadık (a.s) babalarından naklen şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
insanın, meclisin alt tarafında oturmaya razı olması,
karşılaştığı kimseye selam vermesi, haklı
bile olsa cedelleşmeyi terketmesi ve takva üzere övülmeyi sevmemesi
insanın tevazusundandır.”[753]
21856. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gördüğün herkese
selam vermen, tevazudandır.”[754]
21857. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın bir
mecliste makamından daha aşağısıda bir yerde
oturması onun tevazusundandır.”[755]
21858. İmam
Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yanından
geçtiğin herkese selam vermen ve meclisin en alt tarafında oturman
tevazudandır.”[756]
21859. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) bir
Perşembe gecesi iftar için Küba mescidinde iken şöyle
buyurmuştur: “İçecek bir şey var mıdır?” Evs b. Hevli
Ensari Peygambere balla karışık bir bardak süt getirdi.
Peygamber onu ağzına koyup tadınca içmekten sakındı ve
şöyle buyurdu: “Bunlar birinin olmasıyla diğerine ihtiyaç
duyulmayan iki içecektir. Ben onu içmiyorum, ama haram da kılmıyorum.
Aksine Allah için tevazu gösteriyorum.”[757]
21860. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazunun semeresi
dostluktur. Tekebbürün semeresi ise kötü söz işitmektir.”[758]
21861. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu sana esenlik
kazandırır.”[759]
21862. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu sana azamet
elbisesini giydirir.”[760]
21863. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin kalbi Allah
için tevazu gösterirse, bedeni de Allah’a itaatten yorulmaz.”[761]
21864. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu ile işler
düzene girer.”[762]
21865. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Lokman oğluna
şöyle buyurmuştur: “Hak karşısında mütevazi ol ki
insanların en akıllısı olasın.”[763]
21866. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ekin
toprakta biter, kaya parçası üzerinde bitmez. Hikmette işte böyledir.
Mütevazi kimsenin kalbinde bayındır olur. Kibirli ve zorba kimsenin
kalbinde bayındır olmaz. Zira Allah tevazuyu aklın aracı,
tekebbürü ise cehaletin aracı kılmıştır.”[764]
21867. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu ile nimet
tamamlanır.”[765]
21868. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu fazileti yayar
tekebbür ise rezaleti açığa çıkarır.”[766]
21869. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse bir diğerine tecavüzde
bulunmasın diye birbirinize karşı mütevazi olunuz.”[767]
21870. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala bana şöyle
vahyetmiştir: “Mütevazi olunuz ki, hiç kimse bir diğerine üstünlük
taslamasın, hiç kimse bir diğerine zorbalık ve tecavüzde
bulunmasın.”[768]
21871. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazuyu
kendiniz ile düşmanınız olan İblis ve askerleri
arasında bir sığınak edinin. Çünkü, onun her ümmetten
orduları ve yardımcıları vardır.”[769]
21872. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz tevazu sahibinin yüceliğini
artırır. O halde mütevazi olun ki Allah sizlere yücelik
bağışlasın.”[770]
21873. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Tevazu sadece kulun yüceliğini
artırır. O halde mütevazi olunuz ki Allah da sizlere yücelik
bağışlasın.”[771]
21874. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Tevazu eden herkesi mutlaka Allah
yüceltmiştir.”[772]
21875. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah için
tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir.”[773]
21876. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah için aşağı
inerse, Allah onu bir basamak yukarı çıkarır ve sonunda ona
illiyyin’de (cennetin en yüce katında) yer verir.”[774]
21877. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul mütevazi olunca, Allah onu göğün
yedinci katına yükseltir.”[775]
21878. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah mütevazi kimseleri
tevazuları ölçüsünce yüceltir hatta kendi azameti ve yüceliği
ölçüsünce onlara yücelik bağışlar.”[776]
21879. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah üç şey vasıtasıyla
sadece iyiliği artırır: Tevazu vasıtasıyla Allah
insanın yüceliğini artırır, nefsin zilleti ve horluğu
sebebiyle Allah izzeti artırır ve nefsin iffeti sebebiyle de sadece
zenginliği artırır.”[777]
21880. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Allah’a yemin olsun ki mütevazi
bir şahıs, kuyunun dibinde de olsa, aziz ve celil olan Allah ona bir
rüzgar gönderir ve onu kötülerin devletinde, iyilerin başında karar
kılar.”[778]
21881. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ademoğlundan
herkesin perçemi bir meleğin elindedir. Eğer kibre düşerse,
perçemini aşağıya doğru çeker ve ona şöyle der:
“Aşağılık ol, Allah seni aşağılık
kıldı.”Eğer tevazu gösterirse, perçemini yukarı
kaldırır ve ona şöyle der: “Başını yukarı
tut, Allah senin başını yüce kılmıştır ve
Allah için tevazu göstermen sebebiyle seni aşağılık
kılmamıştır.”[779]
21882. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her insanın başında,
meleğin elinde bulunan bir makam (yer) vardır. Kul tevazu gösterince
o meleğe şöyle denir: “Makamını yükselt” üstünlük
tasladığı zaman ise o meleğe şöyle denir:
“Makamını aşağı çek.” [780]
21883. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah için mütevazi olursa Allah
onu yüceltir. O halde o kendi gözünde küçük ama insanların gözünde büyük
olur. Her kim de büyüklük taslarsa Allah onu küçültür, böylece insanların
gözünde küçük ve kendi gözünde büyük olur. İnsanların gözünde köpek
ve domuzdan daha aşağı olur.”[781]
21884. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gökte kullara iki melek
tayin edilmiştir. O halde her kim Allah için tevazu gösterirse onu
yüceltirler ve her kim de tekebbüre kapılırsa onu
aşağılık kılarlar.”[782]
21885. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Allah
karşısında) aşağılık ol ki yücelesin.”[783]
21886. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce insan
anlayış ve ilme ulaşınca mütevazi olur.”[784]
21887. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu yücelik
bağışlar ve tekebbür insanı aşağılık
kılar.”[785]
21888. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu gösteren
insanın makamı mutlaka yücelir.”[786]
21889. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse,
kendini küçültür ve neticede yüce mertebeye ulaşır. Cahil ise
kendisini yüce tutar ve neticede aşağılık olur.”[787]
21890. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu düşük
insanı yüce mertebelere ulaştırır. Tekebbür ise makamı
yüce kimseyi aşağılık kılar.”[788]
21891. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
makamı en yüce olan kimse kendisini küçülten kimsedir. İnsanlardan en
aşağılık kimse ise kendisini büyük sanan kimsedir.”[789]
21892. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu büyük bir
merdivendir. Tekebbür ise helak oluş temelidir.”[790]
21893. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu yüce mertebeyi
avlama aletlerindendir.”[791]
21894. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendini küçük gör ve
Allah için tevazu göster ki (Allah da) seni yüceltsin.”[792]
bak. el-Kibr, 3443. Bölüm
Tevazu Sahibi Olmaya Yardımcı Olan Şey
21895. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazuya ulaşmak
hususunda sadece göğüs esenliğinden yardım almak mümkündür.”[793]
21896. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevazu ilmin
meyvesidir.”[794]
21897. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın azametini
bilenlerin büyüklük taslamamaları gerekir. O’nun büyüklüğünü
tanıyanların yücelmeleri, ancak ona karşı tevazu göstermeleriyle
mümkün olur.”[795]
bak. el-Kibr, 3438, 3440, 3441. Bölümler
548.
Konu
el-Vuzu
Abdest
F Vesail’uş-Şia,
1/256-345; Ebvab’ul-Vuzu
F Vesail’uş-Şia,
1/174-211; Nevakiz’ul-Vuzu
F Bihar, 80/212-375;
Ebvab’ul-Vuzu
F Kenz'ul-Ummal,
9/280-343; fi’l-Vuzu
bak.
F 322. Konu,
et-Taharet; en-Nevm, 3978. Bölüm
Kur’an :
“Ey iman edenler! Namaza
kalktığınızda yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.
Başlarınızı ve topuk kemiklerine kadar
ayaklarınızı meshedin. Allah sizi zorlamak istemez, Allah
şükredesiniz diye sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak
ister.”[796]
21898. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Abdest, imanın
yarısıdır.”[797]
21899. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdest, imanın bir
parçasıdır.” [798]
21900. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdest imanın
yarısıdır.”[799]
21901. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdest bir farizedir.”[800]
21902. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim doğru bir
şekilde abdest alır ve sonra camiye giderse abdesti
bozulmadığı müddetçe sürekli namaz halinde sayılır.”[801]
21903. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdestsiz namaz yoktur.”[802]
21904. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yemekten önce ve sonra abdest
almak fakirliği ortadan kaldırır.”[803]
21905. Resulullah
(s.a.a), Ali’ye yaptığı tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Ey Ali! Üç şey derecedir, üç şey keffaredir, üç
şey helak edicidir, üç şey de kurtarıcıdır. Derece
olan o üç şeyin biri, çok soğuk havada kamil bir şekilde abdest
almaktır. İkincisi ise namazdan sonra, (sonraki) namaz için beklenti
içinde olmaktır. Üçüncüsü ise gece gündüz cemaat namazlarına
katılmaktır.”[804]
21906. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim şiddetli soğukta kamil
bir abdest alırsa sevaptan iki nasibi vardır. Her kim de
şiddetli sıcakta kamil bir şekilde abdest alırsa sevaptan
bir nasibi vardır.”[805]
21907. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim çok soğuk bir havada kamil
bir abdest alırsa, onun ecirden iki nasibi vardır.”[806]
21908. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Abdesti zor durumlarda kamil bir
şekilde almak, mescide doğru adım atmak ve namazdan sonra
diğer namazı gözetlemek, günahları tümüyle siler.”[807]
21909. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müslüman bir kimse abdest alırsa
günahları kulağından, gözünden, ellerinden ve ayaklarından
dışarı dökülür. O halde oturduğu zaman
bağışlanmış bir halde oturur.”[808]
21910. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul abdest alınca günahları
şu ağacın yaprakları gibi dökülür.”[809]
bak. et-Teharet, 2423. Bölüm
21911. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdest gerçekte
Allah’ın kimin itaat ettiğini ve kimin de kendisine isyan
ettiğini bilmesi için ilahi hadlerden bir haddir.”[810]
21912. İmam
Rıza (a.s) abdestin hikmeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Böylece kul
cebbar olan Allah karşısında münacat için durduğunda temiz
olması emrine itaat etmiş olması, pislik ve necasetten
temizlenmiş olması içindir. Ayrıca abdest bitkinlik haletinin
ortadan kalkmasına, uyku haletinin giderilmesine ve cebbar olan
Allah’ın karşısına durmak için kalbin temizlenmesine sebep
olur.”[811]
21913. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah kıyamet
günü ümmetimi abdest sebebiyle güzel bir yüz ve beyaz bir el ve ayaklarla
haşreder.”[812]
21914. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
Musa b. İmran (a.s) ile konuşunca, Musa b. İmran (a.s)
şöyle arzetti: “Ey Allah’ım! Senin azametinden dolayı, abdesti
kamil bir şekilde alan kimsenin sevabı nedir?” Allah şöyle
buyurdu: “Kıyamet günü alnında bir nur parlar bir halde onu
diriltirim.”[813]
21915. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “(Kıyamet günü) Abdest sebebiyle,
alnı, eli ve ayağı ak bir şekilde huzuruma gelirsiniz ve
sizden başka hiç kimse bu hususiyete sahip olmaz.”[814]
21916. Resulullah
(s.a.a), kendisine, “Ümmetin, Nuh’tan kendi ümmetine kadar diğer tüm
ümmetler arasında nasıl tanınır?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Onların abdest sebebiyle, alnı, eli ve
ayakları aktır. Onlardan başka hiç kimse bu hususiyete sahip
değildir. Hakeza onları amel kitaplarının sağ ellerine
verilmesiyle tanırım.”[815]
bak. en-Nur, 3962, 3963. Bölümler
21917. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Her kimin abdesti bozulur da abdest almazsa, bana cefa etmiş olur, her
kimin de abdesti bozulur ve abdest alırsa (ve iki rekat namaz
kılmazsa bana cefa etmiş olur ve her kimin de abdesti bozulur ve
abdest alırsa) iki rekat namaz kılar ve bana dua eder ve benden
istediği din ve dünya işlerine icabet etmezsem, ona cefa etmiş
olurum. Elbette ben cefa eden bir rab değilim.”[816]
Sürekli Abdestli Olmanın Fazileti
Kur’an :
“Sana, kadınların aybaşı
hali hakkında da sorarlar. De ki: “O bir ezadır.”Aybaşı
halinde iken kadınlardan el çekin, temizlenmelerine kadar onlara
yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah’ın size buyurduğu
yoldan yaklaşın. Allah şüphesiz daima tövbe edenleri sever,
temizlenenleri de sever.”[817]
“Sadece arınmış olanlar ona
dokunabilir.” [818]
21918. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çok abdest al ki Allah ömrünü uzun
kılsın. Eğer gece gündüz abdest alabilirsen bu işi yap.
Zira abdestli halde ölecek olursan şehit olursun.”[819]
21919. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer yapabiliryorsan, sürekli
abdestli ol. Zira her kimin ölümü abdest halinde gelip çatarsa, şehadet
ona nasib olmuş olur.”[820]
21920. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer sürekli abdestli olabiliyorsan
öyle yap. Zira ölüm meleği kulun canını aldığında
o abdestli olursa, kendisine şehadet yazılır.”[821]
21921. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim abdestli uyursa, geceyi ibadetle
geçiren oruçlu gibidir.”[822]
bak. en-Nevm, 3978. Bölüm
21922. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim taharetli olur ve bu hal üzere
abdest alırsa kendisi için on sevap yazılır.”[823]
21923. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim abdestini
bozmaksızın yeniden abdest alırsa Allah da tövbesini
istiğfarda bulunmadan yeniler (mağfiret eder).”[824]
21924. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdest üstüne abdest
almak nur üzere nurdur.”[825]
bak. Vesail’uş Şia, 1/263, 8. Bölüm
Allah Resulü’nün (s.a.a) Abdesti
21925. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere Allah Resulü’nün
(s.a.a) nasıl abdest aldığını göstermeyeyim mi?” Onlar
şöyle dediler: “Göster.”İmam içinde bir miktar su bulunan bir kap
istedi, onu karşısına koydu, daha sonra kollarını
sıvadı, sağ elini suya sokarak şöyle buyurdu: “Bu şekilde,
eller tertemiz olmak şartıyla” Daha sonra avucuna su alıp elini
alnının üzerine koydu ve şöyle dedi: “Bismillah” Sonra suyu
sakalına doğru salıverdi. Daha sonra elini bir defa yüzüne ve
alnın yukarısına çekti, daha sonra sol elini suya
daldırdı, bir miktar su aldı, sağ dirseğinin üzerine
döktü ve elinin içiyle dirseğinden aşağıyı
sıvazladı. Öyle ki su parmaklarının ucuna doğru
aktı, daha sonra sağ eliyle bir miktar su alıp onu sol
dirseğine döktü. Eliyle dirseğinden aşağısını
sıvazladı. Öyle ki su parmak uçlarından aktı,
başının ön tarafını ve iki ayağının
üzerini, sol elinin ıslaklığıyla ve sağ elinin kalan
ıslaklığıyla mesh etti.”[826]
549.
Konu
el-Vatan
Vatan
F Bihar,
60/201, 36. Bölüm; el-Memduh min’el-Bildan ve’l-Mezmum minha
F Bihar, 75/392,
86. Bölüm; ed-Duhul fi Bilad’il-Muhalifin
bak.
F 45. Konu,
el-Beled
21926. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ülkeler vatan sevgiyle
bayındır olur.”[827]
21927. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zamanından geçene
ağlamak, vatanına ilgi duymak ve eski dostlarını korumak
insanın yüceliğindendir.”[828]
21928. Şöyle
rivayet edilmiştir: “Vatan sevgisi imandandır.”[829]
21929. Tenbih’ul-Havatir’de
şöyle yer almıştır: “Eban b. Said
Resulullah’ın (s.a.a) yanına geldi. Peygamber ona şöyle buyurdu:
“Ey Eban! Geldiğin zaman Mekkeliler nasıl idiler?” O şöyle
arzetti: “Geldiğim zaman onların üzerine sağanak yağmur
yağıyordu. İzhir[830] ve Sumam[831] bitkileri
yeşermiş idi.”Bu sözleri işitince Resulullah (s.a.a) ve
ashabının gözleri doldu.”[832]
21930. Resulullah
(s.a.a), Hizure denen bölgede devesinin üzerinde Mekke’ye hitap ederek
şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki sen Allah’ın
yeryüzünün en iyisisin. Sen Allah nezdinde en sevimli yersin. Eğer beni
buradan dışarı çıkarmasalardı, ben kendi
ayağımla dışarı çıkmazdım.”[833]
21931. İmam
Ali (a.s), ölülerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Güya
onlar dünyada yaşlanmamışlar, adeta ahiret onların sürekli
yurdu olmuştur, ikamet ettikleri yeri terk ettiler ve korktukları
yere yerleştiler.”[834]
21932. İmam
Ali (a.s), ölülerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Vatanlarla
ünsiyet edinmezler ve komşular gibi birbirine gidip gelmezler.”[835]
21933. İmam
Ali (a.s), dünyanın sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Dünya kendisini yurt edinmeye razı olmayan kimse için
güzel bir yurttur ve kendine yer edinmeyen kimseye güzel bir yerdir!
Şüphesiz yarın dünya ile mutlu olacak kimseler, bugün kendisinden
kaçan kimselerdir.”[836]
İslam Devletinin Sınırları
Allame Tabatabai (r.a) İslam ülkelerinin
sınırlarını izah ederken şöyle buyurmaktadır:
İslam ülkelerinin sınırları inanca dayalıdır,
coğrafi ve itibari sınırlara değil. İslam, ırk
esasına dayalı bölünmenin toplumu oluşturmada etkili olması
düşüncesini ortadan kaldırdı. Bu bölünmenin temel faktörleri
bedevilik, kabile ve oymak biçimindeki hayat veya yaşanan bölgenin, yurdun
farklılığıdır. Bu iki faktör yani bedevilik ile
yaşanan yerlerin farklılığı, sıcak iklim,
sığuk iklim, çorak arazı, verimli toprak gibi doğal
sebeplerin ikinci derecede etkili olmaları yanında insan türünün
halklara, kabilelere ayrılmasının, dillerinin ve renklerinin
değişik olmasının iki temel faktörüdür. Bu konu yerinde
açıklanmıştır.
Sonra bu iki faktör her kavmin yeryüzünün bir
parçasını sahiplenmesine yol açtı. Bu sahiplenme kavimlerin
hayata ilişkin çalışmalarına, güçlerine ve
şiddetlerine göre gerçekleşti. Kavimler bu yeryüzü
parçasını kendilerine tahsis ederek onu yurt diye
adlandırdılar. Kavimler bu toprak parçası üzerinde yaşamaya
alıştılar ve onu bütün güçleri ile başkalarına
karşı savunuyorlar.
Gerçi kavimleri bu duruma iten faktör,
fıtratın giderilmesini istediği bir takım doğal
ihtiyaçlardır. Yalnız bu bölünmede, insan türünün tek toplum halinde
yaşama isteği biçimindeki fıtri arzu ile çelişen bir özellik
vardır. Tabiat dağınık güçlerin bir araya gelmesini, uyuşmalarını,
birikerek ve birleşerek güçlenmelerini ister. Bu
kaçınılmazdır. Tabiat, bunu arzuladığı
faydalı gayeye tam ve elverişli biçimde ermek için ister. Bu kural,
maddenin temel halinde görülür. Madde element halinden…bitkiye, daha sonra
bitkiden canlıya ve sonra canlıdan insana geçiyor.
Oysa yurtlar bazındaki bölünmeler,
milletleri, diğer yurtlarda yaşayan toplumlardan ayrılma
esası üzerinde birleşmeye sevk eder. O zaman herhangi bir yurt
üzerinde yaşayan toplum, diğer yurtlarda yaşayan birimlerden ruh
ve bedende ayrılmış bir toplumsal birime dönüşür. Böylece
insanlık birleşmeden ve bir araya gelme idealinden uzaklaşarak,
parçalanmanın ve dağınıklığın aslında
kaçındığı sıkıntılarına katlanmak
zorunda kalır.
Ortaya yeni çıkan bir toplum birimi, ortada
olan diğer toplum birimlerine karşı insanın diğer
doğal nesnelere davrandığı gibi davranır. Yani o insan
birimlerini istihdam eder, sömürür. Dünyanın başlangıcından
bugüne dek asırlar boyu edinilen tecrübeler bunun şahididir. Daha
önceki incelemeler sırasında aktardığımız
ayetler, bu konuyu Kur’an’dan yeteri derecede yararlanmamızı
sağlayacak düzeydedir.
İşte İslam’ın bu
ayrılıkları, dağılmaları ve
farklılaşmaları ortadan kaldırmasının sebebi
budur. İslam aynı gerekçe ile toplumu tabiiyet, ırk ve yurt temeli
üzerine değil, inanç temeli üzerine kurmuştur. Hatta
yararlanmayı beraberinde getiren evlilikte ve miras almada göz önünde
bulundurulan akrabalıkta bile inanç bağı esas kabul
edilmiştir. Bu iki alandaki temel gerekçe, ev ve yurt birliği
değil, tevhit inancı ortaklığıdır.
Bunun en güzel örneklerinden birini bu dinin
yasal sistemini incelerken görürüz. Bu din hiç bir durumda yasalarda bu
ilkesini göz ardı etmiş değildir. İslam toplumu, yerine
getirmekle ve ayrılığa düşmemekle yükümlü olduğu gibi,
baskı altında ve mağlup durumda olduğu dönemlerde de
elinden geldiği kadar bu dini ihya etmekle ve onun sözünü yüceltmekle
yükümlüdür. Bu ölçüye göre tek bir Müslüman bile bu ilkeyi benimseyip elinden
geldiği kadar gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Elinden gelen
şey, sadece inançlara kalpten bağlanmaktan ve üzerine farz olan
amellere işaret etmekten ibaret olsa da, bu görevi yerine getirmekle
mükelleftir.
Bundan da
anlaşılıyor ki, İslam toplumu öyle bir model oluşturmuş
ki, bu modelin egemenlik, bağımlılık, galibiyet,
mağlubiyet, gelişmişlik, geri kalmışlık, meydana
çıkma, gizli kalma, güçlülük ve zayıflık gibi durumların ve
farazi konumların hepsinde yaşaması mümkündür. Kur’an’ın
özellikle takiyye konusundaki ayetleri bunun delilidir. Yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Kalbi iman ile dolu olduğu halde
inkarcılığa zorlanan kimse müstesna olmak üzere kim iman
ettikten sonra Allah’ı inkar ederse…”[837]
“Ancak onlardan (kafirlerden) korunma gayesiyle sakınmanız
başka…” [838]
“Gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun.”[839]
“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öyle
korkup sakının ve ancak Müslümanlar olarak ölün.”[840]
[841]
Kur’an :
“Kanınızı
dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sizden söz
almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz
şahitsiniz.”[842]
“Allah, din uğrunda sizinle
savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik
yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak
kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever. Allah, ancak sizinle
din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan
çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost
edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse, işte onlar
zalimdir.”[843]
Bak. Al-iİmran, 195
21934. İmam
Ali (a.s), Muaviye ordusunun Enbar şehrine
saldırdığını işittiğinde halkı
kıyama davet etti. Ama onlar harekete geçmeyince şöyle
buyurmuştur: “Bildiğiniz gibi ben sizi, bu toplulukla gece-gündüz,
gizli-aşikar savaşa çağırdım ve size şöyle dedim:
“Onlar, sizle savaşmaya gelmeden, siz onlarla savaşmaya gidin.
Allah’a andolsun ki kendi yurtlarında/vatanlarında
savaşılan bir toplum zillete/aşağılığa
düşer. Ama sizler (bu önemli işi) birbirinize havale
ettiniz-bıraktınız, birbirinize yardım etmediniz. Sonunda
her yandan üzerinize saldırılıp yağmalandınız,
yurdunuzda yenik düştünüz, alt edildiniz.”[844]
21935. İmam
Ali (a.s), Muaviye’nin komutanı, Zehhak b. Kays’ın hakemiyet
olayından sonra hacılara saldırması üzerine etraftaki
olaylara karşı koymaları için ashabını harekete
geçirmek için şöyle buyurmuştur: “Evinizden
başka hangi eve düşmanın girmesine engel olacaksınız?
Benden sonra hangi imamla (birlikte düşmana karşı) savaşacaksınız?” [845]
21936. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah evinde kendisine
saldırıldığı halde savaşmayan kimseden nefret
eder.”[846]
21937. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gurbette zenginlik vatan
ve vatanda fakirlik gurbettir.”[847]
21938. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gurbette utanç yoktur,
aksine vatanda utanç fakirliktir.”[848]
21939. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllılık
gurbette yakınlık, ahmaklık ise vatanda gurbettir.”[849]
21940. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
doğduğu yere yapışıp kalması yerin
utancındandır (ve himmetin küçüklüğündendir.)” [850]
21941. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir şehir senin
için diğer şehirden daha uygun değildir. Şehirlerin en
iyisi seni omuzlayan (hayatını temin edip refah içinde
yaşamanı sağlayan) şehirdir.”[851]
21942. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vatanların en
kötüsü sakinlerinin emniyet ve huzurunun olmadığı
vatandır.”[852]
21943. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emniyet ve sevinç
olmadıkça vatanda hayır yoktur.”[853]
21944. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Emniyet ve sevinç olmadıkça vatanda
hayır yoktur.”[854]
21945. İmam
Ali (a.s), bi’setten önce Arapların durumunu nitelendirirken şöyle
buyurmuştur: “Allah Muhammed’i (s.a.a) alemleri için bir uyarıcı
ve vahyinin emini olarak gönderdi. Siz arap topluluğu dinlerin en kötüsüne
sahiptiniz ve en kötü yerde yaşıyordunuz.”[855]
21946. İmam
Ali (a.s), Cemel savaşından sonra Basralıları
kınayarak şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
toprakları arasında sizin topraklarınız en pis kokan
toprağa sahiptir. Suya en yakın ve göğe en uzak
topraklardır. Kötülüğün onda dokuzu sizin
topraklarınızdadır.”[856]
21947. İmam
Ali (a.s), kıyameti nitelendirdiği bir hutbesinde şöyle
buyurmuştur: “Günahkarların cezası ise onları en kötü yurda
indirmesi, ellerini boyunlarına bağlaması, perçemlerini
ayaklarına düğümlemesi, katran ve ateşten elbiseler giydirmesi
ve çok yakıcı sıcak bir azaba sokmasıdır.”[857]
21948. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Derinliği uzak,
sıcaklığı zor, azabı yenilenen ateşten
sakının. Orada hiç acıma yoktur, orada duaya icabet edilmez ve
hiçbir hüzün giderilmez.”[858]
550.
Konu
el-Ve’d
Söz Verme-Vaad Etme
F Kenz'ul-Ummal,
3/347, 771; Sıdk’ul-Ve’d
F Bihar, 5/331,
18. Bölüm; el-Ve’d ve’l-Veid
F Vesail’uş-Şia,
8/515, 109. Bölüm; İstihbab’us-Sıdk fi’l-Ve’d
bak.
F 373. Konu,
el-Ahd; 553. Konu, el-Vefa
Kur’an :
“Sabret ki, Allah’ın sözü şüphesiz
gerçektir kesin olarak inanmayanlar seni hafife almasınlar. [859]
Sabret; şüphesiz Allah’ın verdiği
söz gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir
kısmını sana gösteririz veya seni öldürürüz, nasıl olsa
onların dönüşü bizedir.”[860]
“Rabbimiz! Doğrusu geleceği şüphe
götürmeyen günde, insanları toplayacak olan sensin. Şüphesiz ki Allah
verdiği sözden caymaz.”[861]
“Eğer Kur’an ile dağlar
yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış yahut ölüler
konuşturulmuş olsaydı, kâfirler yine de iman etmezlerdi. Oysa
bütün işler Allah’a aittir. İman edenlerin, “Allah dilese bütün
insanları doğru yola eriştirebilir” gerçeğini
akılları kesmedi mi? Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar,
yaptıkları işler sebebiyle küfredenlere bir belanın
dokunması veya evlerinin yakınına inmesi devam eder durur.
Allah, verdiği sözden şüphesiz caymaz.”[862]
21949. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah herkime bir iş
karşılığında mükafat vaad etmişse, kesin o
vaadini gerçekleştirir ve herkime de azap vaad etmişse, o vaad
hususunda (gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği hususunda) irade
sahibidir.”[863]
21950. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah her kime bir iş sebebiyle
mükafat vaad etmişse, mutlaka o vaadi gerçekleştirecektir. Her kime
de bir amel karşılığında ceza vaad etmişse, o
vaad hususunda kendisi (amel edip etmemek hususunda) irade sahibidir.”[864]
21951. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı zikredin ki
şüphesiz Allah’ı zikretmek en güzel zikirdir. Allah’ın takva
sahiplerine vaad ettiği şeye yönelin. Zira Allah’ın vaadi,
vaatlerin en doğrusudur.”[865]
21952. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Allah’ın vaad ettiği hayır ve iyiliğin terk
edilecek bir yeri yoktur ve Allah’ın sakındırdığı
azabın istenilecek bir yeri yoktur.”[866]
21953. İmam
Ali (a.s), münezzeh olan Allah’ın sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “O vaadinde doğrudur, kullarına zulüm etmekten
münezzehtir ve kulları arasında adaletle
davranmıştır.”[867]
bak. 94. Konu, el-Habt
21954. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vaad etmek bir borçtur.”[868]
21955. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vaad borçtur, vaad ettiği halde
vaadinde durmayan kimseye eyvahlar olsun! Vaad ettiği halde vaadinde
durmayan kimseye eyvahlar olsun! Vaad ettiği halde vaadinde durmayan
kimseye eyvahlar olsun!” [869]
21956. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin vaadi (boynunda
taşıdığı) bir borçtur. Müminin vaadi elle almak
gibidir.”[870]
21957. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin vaadi peşindir.”[871]
21958. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Verilen vaad borç gibi veya ondan daha
önemlidir.”[872]
21959. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sabah olup muradına
ulaşacak olan kendisine söz verdiğim bir kimsenin gece
yatağında taşıdığı ızdırap sabah
olup kendisine verdiğim vaadi yerine getirmek endişesini
taşıyan benim yatağımdaki çektiğim
ızdıraptan daha çok değildir. Sözümde durmama bir engel
çıkmaması endişesi içindeyim. Zira sözünde durmamak, yücelerin
hasletinden değildir.”[873]
21960. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz de tıpkı
Resulullah (s.a.a) gibi sözümüzü boynumuzda bir borç olarak gören Ehl-i Beyt’iz.
“ [874]
21961. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin vaadi (boynunda) vacip bir
haktır.”[875]
21962. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vaad bir bağıştır.”[876]
21963. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce insanın vaadi
peşin ve acildir. Aşağılık insanın vaadi ise
ertelemek ve bahane peşinde koşmaktır.”[877]
21964. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birinden güzel bir
şekilde esirgemek, geç yapılan vaadden daha güzeldir.”[878]
21965. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vaadini (sürekli olarak)
hatırında tut.”[879]
Vaad Etmek İki Kölelikten Biridir
21966. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisinden bir şey
istenen kimse, vaad etmedikçe özgürdür.”[880]
21967. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vaad etmek iki
kölelikten biri ve o vaadi yerine getirmek de iki özgürlükten biridir.”[881]
21968. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vaad etmek bir
hastalıktır. Bu hastalıktan kurtuluş ise o vaadi yerine
getirmektir.”[882]
21969. Abdullah
b. Ebi’l-Hemsa şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) ile Peygamber olmadan
önce muamele ettim ve kendisine vermek istediğim bir miktarı baki
kaldı. Ben o geriye kalanı olduğu yerde kendisine
götüreceğime dair söz verdim. Ama verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra
hatırıma geldi. Geldiğimde Peygamberin (s.a.a) orada
olduğunu gördüm. Bana şöyle buyurdu: “Ey genç! Beni
sıkıntıya soktun. Üç gündür ben seni burada bekliyorum.”[883]
21970. Ebu’l
Humeysa şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) ile bisetinden öncemuamele
ettim ve onunla bir yeri kararlaştırdık. Ama o gün ve ertesi gün
sözleştiğimi unuttum ve üçüncü gün Peygamber’in yanına
vardığımda Peygamber şöyle buyurdu: “Ey genç! Beni zahmete
soktun. Üç gündür burada bekliyorum.”[884]
21971. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) bir
şahıs ile karanlık bir yerde buluşmak üzere sözleşti
ve şöyle buyurdu: “Ben burada sen gelinceye kadar
bekleyeceğim.”Peygamber’in başına sıcak bir güneş
vuruyordu. Ashap şöyle arzettiler: “Ey Resulullah! Gölgeye gitseniz daha
iyi olur.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ben burada sözleştim. Eğer
gelmezse kıyamete kadar burada duracağım.”[885]
21972. İmam
Rıza (a.s) Ca’feri’ye şöyle buyurmuştur: “Neden
İsmail’in “sözünde duran kimse” olarak
adlandırıldığını biliyor musun?” imam şöyle
buyurdu: “Biriyle sözleşti ve tam bir yıl onu bekledi.”[886]
bak. en-Nübüvvet (2), 3795. Bölüm
21973. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kesin olarak
yapacağın hususunda kendine güvenmediğin bir vaadde bulunma.”[887]
21974. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yerine getirilmesi
elinde olmayan bir şeyi kardeşine vaadetme.”[888]
21975. İmam
Kazım (a.s) “Bana vaatte bulun” diyen birisine şöyle
buyurmuştur: “Sana nasıl vaadde bulunayım. Oysa ben umut
etmediğim şeyden umut ettiğim şeye oranla daha umutluyum.”[889]
bak. er-Rica, 1449. Bölüm
Kur’an :
“Ey iman edenler!
Yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz? Allah
katında büyük gazaba sebep olur.”[890]
21976. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin kardeşine verdiği sözü
keffaresi olmayan bir adaktır.”[891]
21977. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin vadi keffaresi
olmayan bir adaktır. Zira sözünde durmayan kimse her şeyden önce
Allah’a karşı sözünde durmamıştır ve kendisini
Allah’ın gazabına maruz bırakmıştır. Nitekim
Allah-u Teala bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler neden
yapmadığınız şeyi söylüyorsunuz?” [892]
21978. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e
şöyle buyurmuştur: “Halka karşı yaptığın
iyiliği başlarına kakmaktan, onları minnet altında
bırakmaktan ve yaptığını olduğundan çok gösterip
övünmeye kalkışmaktan sakın. Vaadedince vaadinden dönme.
Yaptığınla kişiyi minnet altında bırakmak,
ihsanını yok eder. Yaptığını çok görüp onunla
övünmek, hakkın nurunu götürür. Vaadinden dönmek, insanların
nefretini, Allah’ın azabını gerektirir. Allah-u Teala: “Allah
katında en büyük azaba sebep olan şey,
yapmadığınız şeyi söylemenizdir” buyurmuştur.”[893]
21979. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsan kardeşine bir söz verir
ve niyeti de o söze vefa göstermek olur da vefa gösteremezse üzerine bir günah
yoktur.”[894]
21980. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sözünde durmamak insanın söz vermesi
ve bu söze vefa göstermeye niyetlenmesi değildir. Aksine sözünde durmamak
insanın söz vermesi ve onu yerine getirmemeyi kastetmesidir.”[895]
21981. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuklara bir şeyi
söz verdiğiniz zaman onunla amel ediniz. Çocuklar sizin kendilerine
rızık verdiğinizi sanır ve Allah kadınlar ve çocuklar
için gazaplandığı gibi başka hiçbir şey hakkında
gazap etmemektedir.”[896]
21982. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eskiden
ilahi bir kardeşim vardı.... Söylediği şeyi yapar,
yapmadığı şeyi söylemezdi.”[897]
bak. el-Ehi, 54. Bölüm; en-Nifak, 3931. Bölüm;
el-Ma’ruf (2), 2697. Bölüm
551.
Konu
el-Mev’ize
Öğüt
F Bihar, 77/1;
Ebvab’ul-Mevaiz ve’l-Hikem
F Bihar, 77/1,
1. Bölüm; s. 18, 2. Bölüm; Mevaiz-u Allah Subhane
F Bihar,
14/283, 21. Bölüm; Mevaiz-u Allah Subhanehu le İsa (a.s)
F Kenz'ul-Ummal,
15/768-954, 16/3, 262; Kitab’ul-Mevaiz ve’l-Hikem
F Bihar,
71/314, 80. Bölüm; et-Tefakkür ve’l-i’tibar ve’l-İttiaz bi’l-İbar
F Kenz'ul-Ummal,
16/21, 98, 251, 260; et-Terhibat ve’l-Sunniyat ile’l-Uşara
F Kenz'ul-Ummal,
16/228-246; et-Terğibat’us-Sunai ile’us-Sumani
bak.
F 332. Konu,
el-İbret; 393. Konu, el-Gaflet; 424. Konu, el-Fikr; 545. Konu, el-Vasiyyet
(1); 245. Konu, el-İstima’; el-İbret, 2508. Bölüm; ed-Din, 1323.
Bölüm
Kur’an :
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve
kalplerde olana şifa, iman edenlere doğruyu gösteren bir rehber ve
rahmet gelmiştir.”[898]
21983. İmam
Ali (a.s) öğüt makamında oğluna şöyle buyurmuştur: “Kalbini
öğüt ile ihya et.”“ [899]
21984. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğütler kalbin
hayatıdır.”[900]
21985. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğütler
canların parlatıcısı ve kalplerin cilasıdır.”[901]
21986. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gaflet perdesi
öğütlerle ortadan kalkar.”[902]
21987. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğüdün meyvesi
uyanmaktır.”[903]
Bak. El-Kalb, 2407. Bölüm
21988. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğüt ne güzel bir
hediyedir.”[904]
21989. Resulullah
(s.a.a) kendisinden öğüt dileyen birine şöyle buyurmuştur: “Namaz
kıldığın vakit namazla vedalaşan kimse gibi namaz
kıl, özür dilemene sebep olacak bir işten sakın ve
insanların elinde olan şeylerden ümidini kes.”[905]
21990. İmam
Ali (a.s), kendisine, “Bana öğüt ver” diyen Ömer’e şöyle
buyurmuştur: “Yakinini şekke ve ilmini cehalete çevirme ve
zannını hak karar kılma. Ve bil dünyadan nasibin, sadece
bağışlayıp, görmezlikten geldiğin, bölüştürüp,
eşit davrandığın, örtünüp de unuttuğun şeydir.”[906]
21991. İmam
Ali (a.s), kendisine, “Bize kısaca öğüt ver” diyen birisine
şöyle buyurmuştur: “Dünyanın helalinin hesabı vardır,
haramının ise cezası. Henüz Peygamberinizin metoduna
uymadığınız halde, nasıl olur da sizler için
rahatlıkla huzur olabilir. Sizleri isyana sevk eden şeyler
arıyor ve size yeten şeylerden hoşnut olmuyorsunuz.”[907]
bak. en-Nübüvvet (2), 3806. Bölüm, 19708.
Hadis
21992. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğüdünü zamandan ve
zamanın ehlinden al. Zira ki zaman hem uzundur hem de kısa. O halde
amelinin mükafatını görüyormuşsun gibi amel et ki, bu mükafat
hususunda daha çok tamahlı olasın.”[908]
21993. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Öğütçü olarak ölüm yeter.”[909]
21994. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğüt veren olarak,
yaya olarak mezarlarına götürüldüğünü gördüğünüz ölüler
yeterlidir.”[910]
21995. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse
tecrübelerin kendisine öğüt verdiği kimsedir.”[911]
21996. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En iyi tecrübe sana
öğüt verendir.”[912]
21997. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her bakışta
bir ibret vardır ve her tecrübede bir öğüt vardır.”[913]
21998. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıl sahipleri için
öğüt olarak tecrübeleri yeter.”[914]
21999. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim ibretlerden
öğüt alırsa, sakınır.”[915]
22000. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulunu severse
ona ibretlerle öğüt verir.”[916]
22001. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nihai hedef
kıyamettir ve bu bilen kimse için en iyi vaizdir. Cahil ve habersiz olan
kimse için ise en iyi ibret vesilesidir.”[917]
22002. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Faydalı ibretlerden ve parlak nişanelerden ibret
alınız. Açık uyarılar karşısında durunuz.
Hatırlatmalardan ve öğütlerden nasipleniniz. Zira adeta ölümün
pençeleri sizlere takılmış, sizleri yakalamış, arzu
ipleri sizlerden kopmuş, korkunç olaylar sizlere karşı
saldırıya geçmiştir.”[918]
22003. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim zamanın
öğütlerini anlarsa zamana karşı iyimser olmaz.”[919]
22004. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zamana karşı
iyimser olan kimse zamanın öğütlerini anlamamıştır.”[920]
22005. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Malından
(gittiği halde) sana öğüt vereni gerçekte elden gitmemiştir.”[921]
22006. İmam
Ali (a.s), dünyanın niteliği hakkında şöyle
buyurmuştur: “Dünya, onunla öğüt alana öğüt yurdudur. (Zira)
dünya, (ahireti) onlara hatırlatmış, onlar da onu
hatırlamışlardır (düşünüp öğüt
almışlardır); dünya onlara haber vermiş, onlar da tasdik
etmişlerdir; dünya onlara öğüt vermiş, onlar da öğüt
almışlardır.”[922]
22007. İmam
Ali (a.s), İslam’ın niteliği hakkında şöyle
buyurmuştur: “Azmedene basiret, öğüt almak isteyene
ibrettir.”[923]
bak. el-İbret, 2508. Bölüm
22008. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
herşeyde akıl sahipleri ve öğüt alanlar için bir öğüt ve
ibret vardır.”[924]
22009. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zeki insan her
şeyden öğüt alır.”[925]
22010. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin düşüncesi
olursa, onun için herşeyde bir ibret vardır.”[926]
22011. İmam
Kazım (a.s) kendisinden öğüt dileyen Harun Reşid’e
yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: “Gözünün
gördüğü her şeyde bir öğüt ve ibret vardır.”[927]
22012. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “En doğru söz, en
yetkin öğüt ve en güzel kıssa Allah’ın kitabıdır.”[928]
22013. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En etkili
öğüt ölülerin yattığı yerlere bakmak ve anne ile
babaların dönüş yerlerinden ibret almaktır.”[929]
22014. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En açık ve yetkin
öğüt ölülerin mezarlarından ibret almaktır.”[930]
22015. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin için en yetkin
nasihatçi dünyadır. Elbette eğer sana gösterdiği
değişik hallerden ve sana haber verdiği aydınlık ve
dağınıklıklardan öğüt alırsan.”[931]
22016. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz münezzeh
olan Allah hiç kimseye Kur’an gibi (başka) bir şeyle öğüt
vermemiştir.”[932]
22017. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir öğütçü
nasihatten daha etkili değildir.”[933]
22018. İmam
Ali (a.s), şehadetinden önce şöyle buyurmuştur: “Pek
yakında benden size ancak hareketten sonra sakinleşmiş,
konuştuktan sonra susmuş cansız bir beden kalacak. Cansız bedenim,
yumulmuş gözlerim, hareket edemeyen azalarım, size öğüt verecek.
Bu öğüt, ibret alanlar içindir. Bu; tesirli konuşmadan, dinlenilen
sözden daha çok etkileyicidir.”[934]
Kur’an :
“And olsun ki, size apaçık ayetler, sizden
önce geçenlerden misal ve sakınanlara öğüt indirdik.”[935]
bak. Bakara, 66, 275, Al-i İmran, 138,
Maide, 46, a’raf, 145, Hud, 120, Yunus, 57
22019. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğütleriyle
size fayda veren, risaletiyle size öğüt veren ve nimetleriyle size ikram
eden Allah’tan korkun. Kendinizi onun ibadetine adayın ve onun huzuruna
gerçek bir itaatle çıkın.”[936]
22020. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
açıkladıklarından faydalanın, öğüdüyle öğütlenin,
nasihatını kabul edin.”[937]
bak. el-Vasiyyet (1), 4074, 4075,4976 ve 4078.
Bölümler
Kur’an :
“Ben onlara sadece
Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin diye bana emrettiğini
söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında
şâhidim beni aralarından aldığında onları sen
gözlüyordun. Sen her şeye şahitsin.”[938]
22021. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu merhametli
kimselere: onlar kıyamet günü rahmete nail olacak kimselerin ta
kendileridir.”[939]
22022. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu halkın
arasını ıslah eden (arasını bulan) kimselere: Onlar
kıyamet günü Allah’ın dergahına yakın olan kimselerdir.”[940]
22023. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu kalpleri temiz
olan kimselere, onlar kıyamet günü Allah’la mülakat ederler.”[941]
22024. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu dünyada alçak
gönüllü olan kimselere, onlar kiyamet günü padişahlık tahtlarına
sahip olurlar.”[942]
22025. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey kötü kullar!
Halkı zan yüzünden kınıyorsunuz, fakat kendinizi hakkında
yakin (ettiğiniz) ayıplar için kınamıyorsunuz?!”[943]
22026. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey dünya kulları!
(zahit görünmeniz için) başınızı tıraş
ediyorsunuz, gömleklerinizi kısaltıyorsunuz ve
başlarınızı aşağı eğiyorsunuz. Ama kin
ve hasedi kalbinizden çıkarmıyorsunuz.”[944]
22027. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey dünya kulları!
Siz, dışarıdan bakanı şaşırtan, içerisinde
ise günahlarla dolu ölülerin kemikleri bulunan sıvalı kabirlere
benziyorsunuz.”[945]
22028. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey dünya kulları!
Siz halkı aydınlatan, kendisini ise yakan çıralara
benziyorsunuz.”[946]
22029. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey İsrail
oğulları! Dizleriniz üzere sürtünmeye mecbur olsanız bile
alimlerin meclisini izdihamla doldurun. Çünkü Allah-u Teala sağanak
yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi ölü kalpleri de hikmet
ışığıyla diriltir.”[947]
22030. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
İsrailoğulları! Az konuşmak, büyük hikmettir. Öyleyse susun.
Çünkü susmak güzel bir rahatlık olduğu gibi suçun azalmasına ve
günahın da hafiflemesine sebep olur. İlim kapısını
sağlamlaştırın. İlmin kapısı
sabırdır. Allah boş yere gülen edep ve eğitim için
yararı olmayan şeye doğru yürüyen kimseye buğzeder. Sürüsünden
gafil olmayan bir çoban gibi kendi raiyetinden gafil olmayan valiyi de sever.
Açıkta insanlardan utandığınız gibi gizlide de
Allah’tan utanın. Bilin ki hikmetli sözler elden çıkmadan onları
alın. Hikmetli sözlerin elden çıkması da ravilerinin gitmesi
(ölmesi) iledir.”[948]
22031. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey ilim sahibi! Alimlere
ilimleri için hürmet et ve onlarla tartışmayı terket. Cahilleri
cahilliklerinden dolayı hakir say, ama onları kovma. Onları
kendine yaklaştır ve bilmedikleri şeyleri onlara öğret.”[949]
22032. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey ilim sahibi! Bil ki
şükründen aciz kaldığın her nimet ona karşı ceza
göreceğin günah mesabesindedir.”[950]
22033. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey ilim sahibi! Bil ki
tevbesinden aciz kaldığın her günah cezalanacağın azap
gibidir.”[951]
22034. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey ilim sahibi! Ne zaman
seni saracağını bilmediğin keder ve üzüntülerin,
ansızın saldırısından önce onlara karşı
hazırlıklı olman gerektiğini bil.”[952]
22035. Hz.
İsa Mesih (a.s) ashabına şöyle buyurmuştur: “Söyleyin
bakalım. Eğer bir kimse kardeşinin yanından geçtiğinde
onun avret mahallinin açıldığını görürse acaba o
açılmayan tarafını da açar mı? Yoksa açılmış
olan yeri örter mi? Ashab: “Elbette onu örter” dediler. Hz. İsa (a.s)
“Hayır siz onun açılmayan tarafını da açarsınız”
diye buyurdular. Ashab Hz. İsa’nın (a.s) sorusunun bir misal
olduğunu anlayınca: “Ey Allah’ın elçisi bunu bize
açıklayın” dediler. Haz. İsa (a.s) “İşte bu;
kardeşinin aybını görüp de onu gizlemeyen bir kimsenin
misalidir” diye buyurdu.”[953]
22036. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum:
öğrenmeniz için öğretiyorum; bencil olmanız için değil. Siz
hoşlandıklarınızı teketmedikçe dilediklerinize
ulaşamazsınız ve sevmediğiniz şeylere karşı
sabretmedikçe umduklarınızı elde edemezsiniz.”[954]
22037. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakın namahreme
bakmayın. Çünkü bu bakış, kalplere şehvet tohumu saçar ve
bu da bakan kimseyi aldatmak için yeterli bir fitnedir.”[955]
22038. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ne mutlu
bakışı kalbinde yer alan kalbi bakışında yer
almayan kimseye. Halkın ayıplarına efendiler gibi değil,
köleler gibi bakın. İnsanlar iki kısımdır: (belalara)
duçar olanlar ve afiyette olanlar. Çaresiz olana acıyın ve afiyete
karşılık da Allah’a şükredin.”[956]
22039. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey isarail
oğulları! Allah’tan utanmıyor musunuz? Suyu çer çöpten
arıtmadıkça onu rahatlıkla içemiyorsunuz. Ama fil
büyüklüğündeki haram maldan çekinmiyorsunuz. Tevrat’ta size söylenen
şu sözleri duymamış mısınız?
“Akrabınıza sıla-i rahimde bulunun, onlara iyilik
yapın.”Ben de şöyle diyorum: İlişkisini kesenle ilişki
kurun. Esirgeyene bağışta bulunun. Kötülük yapana iyilik edin. Sövene
selam verin. Sizinle çekişene insaflı davranın. Zulmedeni
affedin; nitekim siz de kötülüklerinizin affedilmesini istiyorsunuz. Öyleyse
Allah’ın sizi affetmesinden ibret alın. Güneşinin iyi ve
kötülere ışık saçtığını, yağmurunun
salih ve suçlulara yaptığını görmüyor musunuz? Eğer
sizi sevenlerden başkasını sevmezseniz, iyilik edenlerden
başkasına iyilikte bulunmaz ve bağışta bulunanlardan
başkasına bağışta bulunmazsanız o zaman sizin
diğer kimselere karşı ne üstünlüğünüz olabilir? Bu işi
fazilet ve aklı olmayan sefih kimseler de yapıyor. Ama Allah’ın
dostu ve seçkin kulu olmak istiyorsanız, kötülük edene iyilik edin. Size
zulmedenin suçundan geçin. Sizden yüz çevirene selam verin. Sözümü dinleyin.
Vasiyetimi koruyun; alim ve fakih olmanız için tavsiyelerime riayet edin.”[957]
22040. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, kalpleriniz, hazinelerinizin olduğu yere yönelir. İşte bunun
içindir ki insanlar mallarını seviyor ve nefisleri onları
arzuluyor öyleyse hazinelerinizi, güvenin yiyemeyeceği ve
hırsızın çalamayacağı gökte biriktirin.”[958]
22041. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
bir kul iki efendiye hizmet edemez, zorunlu olarak birini diğerine tercih
edecektir. İşte böylece siz hem Allah hem de dünya sevgisine bir
arada sahip olamazsınız.”[959]
22042. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, insanların en kötüsü dünyayı ilmine tercih eden, onu seven, onu
talep eden ve bu talebinde gayret gösteren alimdir. Öyle ki insanları
şaşkınlıkta bırakmayı başarabilse onu da
mutlaka yapar. Güneşin bu aydınlatan ışığı,
kör adamın gören gözü olmadıktan sonra neye yarar? Böylece bu alimin
ilmi de, onunla amel etmedikten sonra neye yarar? Ağaçların meyveleri
ne kadar da çoktur. Fakat hepsi yararlı olmaz ve yenilmez. Alimler de
çoktur, fakat hepsi ilminden yararlanmıyor. Yeryüzü ne kadar da geniştir
ama her yerinde ikame edilmemektedir.
Konuşanlar da çoktur ama hepsinin sözleri tastik edilmez. Öyleyse yünlü
elbise giyip de hatalarını sahtekarlıkla gizlemek için
başlarını aşağıya eğen, kurdun
bakışı gibi kaşları altından bakan ve sözleri
amellerine ters düşen yalancı alimlerden kendinizi koruyunuz.
Topalaktan (bir çeşit ağaç) üzüm ve Ebucehil karpuzunun dalından
da incir toplamak mümkün müdür? Böylece yalancı alimin sözü de batıl
ve yalandan başka bir eser bırakmaz. Her konuşan da doğru
konuşmaz.”[960]
22043. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
ekin yumuşak (ve düz) yerde biter; kayanın üzerinde değil.
Böylece hikmet de mütevazi olan kimsenin kalbinde gelişir; serkeş ve
kibirli kimsenin kalbinde değil. Bilmiyor musunuz ki kim
başını dik tutarsa tavan başını yarar. Kim de
başını aşağı eğerse onun gölgesinden
yararlanır. Böylece kim Allah için tevazu etmezse Allah onu alçaltır,
kim de Allah için tevazu ederse Allah onu yüceltir. Balın her tulumda
salim kalmaması gibi hikmet de her kalpte gelişmez. Tulum
delinmediği, kuruyup bozulmadığı müddetçe bal, için bir kab
olabilir. Böylece kalpler de, şehvetler onu delmediği, tamah onu
kirletmediği ve nimet onu katılaştırmadığı
sürece hikmet için bir yer olabilir.”[961]
22044. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, bir evde yangın çıkarsa o yangın evden eve sirayet ederek
bir çok evi yakar kül eder. Ama yangın çıkan ilk eve yetişilir
ve o ev temelden tahrip edilirse o zaman ateş, yakacak bir yer bulamaz.
İlk zalim de böyledir, önü alınırsa artık ondan sonra
halkın kendisine uyacağı zalim bir imam bulunmaz. Nitekim
ateş, ilk evde odun ve tahta bulamazsa o zaman hiç bir şeyi yakmaz.”[962]
22045. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, kim bir yılanın kardeşine sokmak için onu hedef
aldığını görüp de kardeşini ikaz etmez, yılan da
onu öldürürse, onun ölümünde ortak olmaktan beri olmaz. Böylece kim de
kardeşinin günah işlediğini görür de onu o günahın
sonucundan korkutmaz ve o adamı günah sararsa, onun suçuna ortak olmaktan
güven içerisinde olamz. Kim de bir zalimi zülmünden vazgeçirmeye gücü yeter de
onu vazgeçirmezse o zülmü işleyen kimse gibi olur. Zalim nasıl
korkar? Oysa ki sizin aranızda güven içinde yaşamaktadır.
Nehyedilmiyor, itirazda bulunulmuyor ve önü alınmıyor. (Sizin bu
gevşeklik ve sorumsuzluğunuzu gördükleri halde) neden zulümlerinden
vazgeçsinler ve azmasınlar ki? Sizden herhangi birinizin: “Ben
zulmetmiyorum, zülmetmek isteyen etsin” demesi ve zulmü görüp önünü
almaması acaba yeterli midir? Eğer dediğiniz gibi olsaydı o
zaman neden zalimlere azap indiğinde, onların yaptığı
işi yapmadığınız halde sizler de onlarla beraber
cezalandırılıyorsunuz?” [963]
22046. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun size
ey kötü kullar! Allah’ın kıyamet gününün korkusundan size güvence
vermesini nasıl ümit ediyorsunuz? Oysa ki siz Allah’a itaatte halktan
korkuyorsunuz, O’na karşı itaatsizlik etmekle onlara itaat
ediyorsunuz ve Allah’ın ahdine aykırı olarak halk ile olan
ahitlerinizi yerine getiriyorsunuz. Hak olarak söylüyorum ki Allah-u Teala
kulları Rab edinen kimseleri, kıyamet gününün korkusundan emin
kılmaz.”[964]
22047. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun size
ey kötü kullar! Hakir dünya ve geçici şehvetler için cennet mülkü
hakkında kusur edip kıyamet gününün vahşetini unutuyor musunuz?”
[965]
22048. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun size
ey dünya kulları! Zevale uğrayan nimet ve kısa bir hayat için
Allah’tan kaçıyorsunuz ve O’na kavuşmaktan hoşlanmıyosunuz.
Allah’ın huzuruna çıkmaktan hoşlanmadığınız
halde Allah sizi huzuruna kabul etmeyi nasıl sever? Allah kendisiyle
görüşmeyi seven kimse ile görüşmeyi sever ve kendisiyle
görüşmekten hoşlanmayan kimseyle görüşmek istemez. Siz
nasıl sadece kendinizi Allah’ın dostu sanıyorsunuz? Oysa ki siz
ölümden kaçıyorsunuz ve dünyaya sarılıyorsunuz. Ölünün kafurunun
güzel kokusu ve kefeninin beyazlığı ona hiç bir yarar
sağlamayıp hepsi toprak altında kalacağı gibi, nazarınızda
güzel ve süslü görünen dünya güzellikleri de size fayda vermeyecektir. Çünkü
bunların hepsi zevale mahkumdur. Bedenlerinizin tertemiz ve renklerinizin
de açık ve parlak olması size ne fayda sağlar? Oysa, ölüme
doğru gidiyorsunuz. Toprakta unutulup kalacaksınız ve kabirn
karanlığına gömüleceksiniz.”[966]
22049. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey dünya kulları!
Yazıklar olsun size, güneş ışığı
altındayken çerağ taşıyorsunuz; oysa ki güneşin
ışığı size yeter. Karanlıkta ise
çerağın ışığından yararlanmayı
terkediyorsunuz. Oysa ki çerağ bunun için yapılmıştır.
Böylece ilim ışığından da dünya işleri için
faydalanıyorsunuz. Oysa dünyadan size ulaşacak pay bellidir. Ama
ahiret işlerinde ilimden faydalanmıyorsunuz. Oysa size ilim bunun
için verilmiştir. “Ahiret haktır” diyorsunuz; oysa ki siz
dünyayı düzene koyuyorsunuz. Ölüm haktır diyorsunuz oysa ki siz ondan
kaçıyorsunuz. Allah duyuyor, görüyor diyorsunuz, ama amellerinizi
yazmasından korkmuyorsunuz. Duyan bir kimse sizi nasıl tastik eder?
Bilmeyerek yalan söyleyen kimsenin, bilerek yalan söyleyen kimseden mazereti daha
çoktur. Gerçi hiç bir yalana özür yoktur.”[967]
22050. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, binek binilmediğinde ve çalıştırılıp
uysallaştırılmadığında inatlaşır ve
huyu değişir. Böylece kalpler de ölümü anmakla yumuşatılmadığında
ve sürekli yapılan ibadetlerle yorulup zahmete düşürülmediğinde
sert ve katı olur.”[968]
22051. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “İçerisi
karanlık ve ürkütücü olan bir evin damında lamba yakmanın
faydası olmadığı gibi kalplerinizin o
ışıktan yoksun olduğu bir halde ilim
ışığının ağızlarınızda
olmasının, size bir faydası olmaz. Öyleyse karanlık
evlerinize doğru koşup onları aydınlatın. Böylece
katı kalplerinizi de, günahlar onları paslatmadan ve taştan daha
sert bir hale getirmeden önce çabukça hikmetle yumuşatın.”[969]
22052. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ağır yükleri
taşımaya yardımcı aramayan kişi, onları
taşımaya nasıl güç yetirir? Allah’tan mağfiret dilemeyen
kimsenin günahları nasıl dökülür? Günahları tevbe ile gidermeyen
kimse onlardan nasıl kurtulabilir? Gemisiz denizden geçen kimse,
boğulmaktan nasıl kurtulabilir? Çaba ve gayret göstererek çare yolu
aramayan kimse, dünya fitnelerinden nasıl kurtulabilir? Kılavuzsuz
yolculuk yapan kimse cennete nasıl ulaşabilir? Malından bir
kısmını dostuna bağışlamayan kimse dostunun
muhabbetine nasıl karşılık verebilir? Allah’ın
verdiği rızıktan bir miktarını O’na borç vermeyen
kimse Rabbinin sevgisini nasıl kamil kılabilir?” [970]
22053. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, bir geminin denizde gark olması denize bir noksanlık
getirmediği ve ona bir zarar vermediği gibi sizin Allah’a
karşı yaptığınız günahlar da O’na en küçük bir
noksanlık ve en ufak bir zarar veremez. Aksine kendinize zarar verir ve
kendinizi noksanlaştırırsınız. Güneşin
ışığı, istifade edenlerin çok olmasıyla eksilmez.
Canlılar onun ışığı vesilesiyle yaşayıp
hayatlarını sürdürüyorlar. Allah-u Teala’nın hazinesi de size
çok bağışta bulunmak ve rızık vermekle eksilmez.
İnsanlar O’nun rızkıyla yaşamaktalar. Allah şükredenin
rızkını çoğaltır. Şüphesiz O, şakir
(şükrü kabul eden) ve alimdir.”[971]
22054. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun size
ey kötü işçiler! İşinizin
karşılığını alıyorsunuz, rızkı
yiyorsunuz elbiseyi giyiyorsunuz, evler yapıyorsunuz; fakat size iş
verenin işini bozuyorsunuz. Çok geçmeden işin sahibi sizi isteyecek,
bozduğunuz işe bakacak, sizi aşağılatıcı bir
azba uğratacak ve boyunlarınızın kökten kesilmesini,
ellerinizin eklemlerinden ayrılmasını ve daha sonra
bedenlerinizin yeryüzünde sürüklenmesinizemredecek. Sonra da bedenleriniz
takvalılara öğüt, zalimlere de ibret olsun diye yolun ortasında
bırakılacaktır.”[972]
22055. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey kötü alimler!
Yazıklar olsun size, ölümün şimdilik sizi
yakalamadığından dolayı ertelendiğini sanmayın; ölüm
o kadar yakın ki sanki ölüm ulaşıp sizi göç ettirmiştir
bile. Öyleyse şimdiden, hak olan daveti kulaklarınıza
yerleştirin, kendi halinize ve günahlarınıza ağlayın,
gerekeni hazırlayın, hazırlığınızı
yapın ve tevbe ederek Rabbinize doğru yönelin.”[973]
22056. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
hastanın acının şiddetinden dolayı lezzetli bir
yemeğin tadını alamaması gibi dünyaya sahip olan kimse de
mal sevgisinden dolayı ibadetin tadını alamaz. Hasta adam, şifa
verici ilaçların vasfını bir tabipten duymakla haz duyar. Ama
ilaçların acılığını
hatırladığında ilaç kullanarak şifa bulma arzusu
nazarında kararır, dünya ehli kimseler de dünyanın çeşitli güzelliklerinden
tat alırlar. Ama ölümün ansızın gelişini
hatırlamaları onların yaşantılarını
karartıp mahveder.”[974]
22057. Hz.
İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
bütün insanlar yıldızlara bakıyorlar, ama yalnızca
onların rotasını ve menzillerini tanıyan kimseler onlar
vasıtasıyla (karanlık gecelerde) kendi yollarını
bulabiliyorlar. Sizler de hikmet öğreniyorsunuz ama yalnızca onunla
amel eden kimseler hidayete kavuşabilirler. Ey dünya kulları!
Yazıklar olsun size. Buğdayın tadını almak, hoş
ve hazımlı olması için onu (çerçöpten) temizleyip dövüyorsunuz.
İmanın da tadını almanız ve size fayda vermesi için
onu da halis etmeniz gerekir.”[975]
22058. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
eğer karanlık gecede katran yağıyla yanan bir çerağ
bulursanız mutlaka onun ışığından
yararlanırsınız; onun kötü kokusu sizi ondan yararlanmaktan
menetmez. Böylece hikmeti de kimde bulursanız alın. Onun o hikmete
rağbetsiz kalması onu almanıza engel olmaz.”[976]
22059. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey dünyaya tapanlar!
Yazıklar olsun size, sizler ne hekimler gibi düşünüyorsunuz, ne
akıllılar gibi anlıyorsunuz, ne kötülüklerden çekinen kullar
gibisiniz ve ne de değerli hür kişilere benziyorsunuz. Çok geçmeden
dünya sizi kökten kazıyacak ve sizi yüzüstü yere serecektir. Daha sonra
günahlarınız, saçlarınızın önünden tutarak sizi
sürükleyecek, (kendisiyle amel etmediğiniz) ilim de arkanızdan sizi
itecek; çıplak, tek ve tenha olarak size ceza veren sultana teslim
edeceklerdir ve O, kötü amelleriniz karşılığında sizi
cezalandıracaktır.”[977]
22060. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun size
ey dünya kulları! Acaba ilim vesilesiyle bütün mahlukata egemen
olmadınız mı? Ama o ilmi uzağa atıp onunla amel
etmediniz dünyaya yöneldiniz; dünya için hükmediyorsunuz, onun için
hazırlık görüyorsunuz, onu ahirete tercih ediyorsunuz ve onu
bayındır kılıyorsunuz, artık ne zamana kadar dünyaya
yöneleceksiniz? Allah’ın sizin vücudunuzda hiç payı yok mudur?” [978]
22061. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
sevdiğiniz şeyleri terketmedikçe ahirette şeref
kazanamazsınız. Tevbe etmek için yarını beklemeyin. Çünkü
yarının önünde bir gece ve bir gündüz vardır bu arada
Allah’ın kaza ve kaderi caridir (geçerlidir).”[979]
22062. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
küçük günahlar şeytanın tuzaklarındandır, onları sizin
nazarınızda pek küçük gösteriyor; derken o günahlar toplanıp
çoğalır ve sizi kuşatıverir.”[980]
22063. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, yalanı methetmek ve din hususunda kendini övmek bilinen bütün
şerlerin başı olduğu gibi dünya sevgisi de her hatanın
kaynağıdır.”[981]
22064. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
ahiret şerefine ulaşmak ve dünya olaylarına karşı
kendini koruyabilmek için her zaman kılınan namazdan daha iyi hiç bir
şey yoktur ve hiç bir şey namaz gibi insanı Rahman’a yaklaştıramaz.
Öyleyse sürekli olarak namaz kılın; namaz, insanı Allah’a
yakınlaştıran her salih amelden Allah’a daha yakın ve O’nun
katında her şeyden daha sevimlidir.”[982]
22065. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
sözle, eylemle veya kinle intikam almayan mazlumun her ameli göklerde (melekut
aliminde) çok büyüktür. Sizlerden hanginiz, ismi karanlık olan bir nur
veya ismi nur olan bir karanlık görmüştür? Böylece hiç bir kul da
mümin olduğu halde kafir, ahirete rağbet ettiği halde
dünyayı tercih eden olamaz. Acaba arpa eken buğday ve buğday
eken de arpa biçer mi? Böylece her kul, dünyada ektiği şeyi ahirette
biçer ve yaptığı her amelin
karşılığını orada görür.”[983]
22066. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, insanlar hikmet konusunda iki kısımdır: Bir kısmı
onu sözüyle sağlamlaştırır, kötü ameliyle zayi eder,
diğeri ise sözüyle sağlamlaştırır, ameliyle tastik
eder, bunların arasında oldukça fark vardır. Öyleyse ilmiyle
amel eden alimlere ne mutlu ve ilmiyle amel etmeyip de sadece dilde alim
olanlara da yazıklar olsun.”[984]
22067. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, kim ekinini, sürekli her tarafı saran zararlı otlardan
temizlemezse, zararlı otlar o ekini yok eder. Kim de dünya sevgisini
kalbinden çıkarmazsa bu sevgi onu öyle sarar ki artık ahiret
muhabbetinin tadını alamaz. Ey dünya kulları! Yazıklar
olsun size Rabbinizin camilerini bedenlerinize zindan edinin (sürekli camilerde
bulunun), kalplerinizi takva evleri yapın ve onları şehvetlere
mesken kılmayın.”[985]
22068. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
belaya daha çok tahammülsüz olanınız, dünyayı daha çok
seveninizdir. Belaya karşı daha çok sabırlı
olanınız da dünyada daha zahid olanınızdır.”[986]
22069. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey kötü alimler!
Yazıklar olsun size, siz Allah’ın dirilttiği ölüler değil
miydiniz? Sizi dirilttiğinde tekrar öldünüz.[987] Yazıklar olsun
size, siz Allah’ın ilim öğrettiği cahiller değil miydiniz?
Size ilim öğrettiğinde onu unuttunuz.[988] Yazıklar olsun size,
siz Allah’ın fakih kıldığı bilgisizler değil
miydiniz? Sizi fakih kıldığında cahil oldunuz.[989] Yazıklar olsun size, siz Allah’ın
hidayet ettiği sapıklar değil miydiniz? Sizi hidayet
ettiğinde tekrar sapıklığa düştünüz. Yazıklar
olsun size siz Allah’ın görme kudreti verdiği körler değil
miydiniz? [990]
Size görme kudreti verdiğinde tekrar kör oldunuz. Yazıklar olsun
size! Siz Allah’ın konuşma gücü verdiği dilsizler değil
miydiniz? Size konuşma gücü verdiğinde tekrar dilsiz oldunuz.[991] Yazıklar olsun size
siz Allah’tan zafer dilemiyor muydunuz? Size zafer nasip ettiğinde tekrar
geriye döndünüz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın aziz
kıldığı zeliller değil miydiniz? Aziz
olduğunuzda, tecavüz ve isyan ettiniz. Yazıklar olsun size, siz
Allah’ın yardım ettiği ve düşmanların
saldırısından korkan yeryüzündeki mustazaflar değil
miydiniz? Size yardım ettiğinde kibirlendiniz, zulüm ve isyan
ettiniz. Öyleyse kıyamet gününün zilletinden dolayı size
yazıklar olsun. O gün sizi nasıl da hakir edecektir. Ey kötü alimler!
Yazıklar olsun size, siz mülhitlerin amelini yapıyor, varislerin
(cennet ehlinin) arzularını arzuluyor ve ateşe
atılmayacağına dair güvencesi olan kimse gibi huzur
buluyorsunuz. Halbuki Allah’ın işi, sizin dilediğinize uygun
değildir. Sizler ölüm için türüyor, harap olmak için yapıyor,
bayındır kılıyor ve varisler için de toplayıp
hazırlıyorsunuz.”[992]
22070. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
Musa (a.s) size, “Allah’a yalan yere yemin etmeyin” diye emrediyordu. Ben de
“Allah’a ne yalan ve ne de doğru olarak yemin etmeyin fakat hayır
veya evet deyin” diyorum.”[993]
22071. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
dışı sağlam, içi bozuk olan beden neye yarar ki?
Kalpleriniz bozuk olduğu halde bedenleriniz ne kadar hoşunuza gitse
de hiç bir faydası olmaz. Kalpleriniz kirli olduğu halde
bedenlerinizi temizlemeniz ne yarar sağlar ki?” [994]
22072. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, yumuşak unu geçiren ve kepeği tutan elek gibi olmayın, böylece
siz, hikmeti ağzınızdan çıkarıyorsunuz, ama kin
kalbinizde baki kalıyor.”[995]
22073. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, ilk önce şerri terkedin. Daha sonra fayda vermesi için hayrı
talep edin. Hayırla şerri bir araya topladığınızda,
hayrın size bir yararı olmaz.”[996]
22074. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, nehire dalanın elbisesi ne kadar çaba gösterirse göstersin mutlaka
ıslanır. Böylece dünyayı seven kimse de günahlardan kurtulamaz.”[997]
22075. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
ne mutlu gece uyumayıp ibadetle meşgul olanlara; onlar ebedi bir nura
sahip olan kimselerdir. Çünkü onlar gecenin karanlıklarında
ibadetgahda ibadet için ayağa kalkıyorlar ve Rablerine yarının
(kıyamet gününün) zorluğundan kendilerini kurtarması için
yalvarıp yakarıyorlar.”[998]
22076. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, dünya bir tarla olarak yaratılmıştır, kullar orada
tatlı, acı, şer ve hayır ekerler. İyi ekenin hesap
günü yararlı bir neticesi olur, şer ekenin de biçme günü zorluk ve
meşakkati olur.”[999]
22077. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
hekim, cahil ile, cahil de heva ve hevesiyle denenir. Ağzınızdan
caiz olmayan çirkin sözlerin çıkmaması için onu mühürlemenizi tavsiye
ediyorum.”[1000]
22078. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, sevmediğiniz şeylere sabretmedikçe umduğunuza
ulaşamazsınız, hoşlanmadığınız
şeyleri terketmedikçe de dilediğiniz şeylere
erişemezsiniz.”[1001]
22079. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, ey dünya kulları! Dünya isteklerini azaltmayan, rağbetini ondan
kesmeyen kimse ahireti nasıl idrak edebilir?” [1002]
22080. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, ey dünya kulları! Sizler ne dünyayı seviyorsunuz ve ne de
ahireti. Eğer dünyayı sevseydiniz ona ulaşmaya vesile olan
işe değer verirdiniz ve ahireti sevseydiniz onu ümit eden kimselerin
amelini yapardınız.”[1003]
22081. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, ey dünya kulları! Sizlerden bazıları arkadaşından
zan üzerine nefret ediyor, fakat kendi nefsinden yakin üzerine nefret etmiyor.
Hak olarak söylüyorum ki, sizlerden bazıları, bazı
ayıpları söylendiğinde kızıyor, oysa onlar bir
gerçektir. Ama kendisinde olmayan bir şeyle medhedildiğinde ise seviniyor.”[1004]
22082. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olrak söylüyorum ki,
şeytanların ruhları, kalplerinizde yaşadıkları
gibi hiç bir yerde uzun süre yaşamamamışlardır. Allah
dünyayı ahiret için çalışmanızdan dolayı size vermiştir.
Sizi ahiretten alıkoyması için değil. Allah dünyayı
ibadetinize yardımcı olması için size yapıp
açmıştır. Günah işlemenize yardımcı olması
için değil. Dünyada kendisine itaat etmeyi size emretmiştir, isyan etmeyi
değil. Onu size helale ulaşma vesilesi kılmıştır,
harama değil. Onu birbirinizle ilişki kurmanız için
yaymıştır. İlişkiyi kesmeniz için değil.”[1005]
22083. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, sevaba ulaşmayı herkes arzu eder, ama yalnız amel eden kimse
ona ulaşır.”[1006]
22084. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, ağacın, güzel meyvesi olmadıkça kamil olmayacağı
gibi din de günahlardan kaçınmadıkça kemale erişmez.”[1007]
22085. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
ziraat, ancak toprak ve suyla hasıl olur; iman da ancak ilim ve amelle
doğrulur.”[1008]
22086. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, su ateşi söndürdüğü gibi hilim de gazabı söndürür.”[1009]
22087. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
suyla ateş bir kapta toplanmadığı gibi fıkıh ve
körlük de bir kalpte toplanmaz.”[1010]
22088. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
bulutsuz yağmur yağmaz, temiz bir kalp olmadıkça da
Allah’ın rızası olan bir iş yapılmaz.”[1011]
22089. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak sölüyorum ki
her şey aydınlığını güneşten
aldığı gibi, kalp de hikmetle nur kazanır. Takva da her
hikmetin başıdır. Hak her hayrın kapısıdır.
Allah’ın rahmeti de her hakkın kapısıdır, bu
kapıların anahtarı da dua, yalvarıp yakarmak ve amel
etmektir. Anahtar olmaksızın kapı nasıl açılabilir?” [1012]
22090. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum
ki, hekim bir adam sevmediği bir ağacı ekmez ve sevmediği
bir ata binmez. Mümin bir alim de Rabbinin sevmediği bir iş yapmaz.”[1013]
22091. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyom ki
saykal kılıcı düzeltip cilaladığı gibi hikmet de
kalbi cilalar, aydınlatır. Hikmet hekimin kalbinde, ölü topraktaki su
gibidir. Suyun ölü toprağı diriltmesi gibi hikmet de kalbi diriltir.
Hikmet hekimin kalbinde, karanlıktaki bir ışığa benzer
ki hekim onun ışığıyla halk arasında yürür.”[1014]
22092. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
dağların tepesinden taş taşımak, sözünü anlamayan
kimseyle konuşmaktan daha iyidir. (Böyle bir adam) taşı,
yumuşaması için suya koyan veya ölüler için yemek yapan kimseye
benzer. Ne mutlu gereksiz sözlerinin önünü, Rabbinin gazabına sebep
olacağı korkusuyla alan, anlayacağı sözden başka bir
şey söylemeyen ve ameli kendisine belirlenmeyinceye kadar da hiç kimsenin
sözüne gıpta etmeyen kişiye. Ne mutlu bilmediğini alimlerden
öğrenen ve öğrendiğini de cahillere öğreten kimseye. Ne
mutlu alimlere ilimlerinden dolayı saygı gösteren, onlarla
tartışmayan, cahilleri cehaletlerinden dolayı küçük gören, fakat
onları kendisinden kovmayan, onları kendi yanına
çağıran ve bilmedikleri şeyleri onlara öğreten kimseye.”[1015]
22093. İsa
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hak olarak söylüyorum ki
ey Havariler! Bugün siz, halk arasında ölülerin arasındaki diriler gibisiniz;
öyleyse (bu) dirilerin ölümüyle ölmeyin.” Yine Hz. İsa (a.s) Allah-u
Tebarek ve Teala’nın şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Mümin
kulum, dünyayı kendisinden aldığımda mahzun oluyor. Halbuki
bu durumda bana her zamankinden daha sevimli ve daha yakındır.
Dünyada, ona bolluk ve genişlik verdiğimde ise seviniyor; halbuki bu
durumda benim indimde her zamankinden daha kötüdür. Ve bu durumda benden daha
uzaktır.”[1016]
bak. el-Bihar, 14/283, 21. Bölüm
Kur’an :
“De ki: “Size tek bir öğüdüm vardır:
Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız, sonra
düşününüz, göreceksiniz ki arkadaşınızda bir delilik
yoktur. O yalnız çetin bir azabın öncesinde sizi uyarmaktadır.”[1017]
22094. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ne olmuş ki dünya sevgisinin
insanlardan çoğuna üstün
geldiğini ve adeta ölümün dünyada başkaları için
yazıldığını görür gibiyim... Acaba kalanlar
gidenlerden öğüt almıyorlar mı? Onlar cahillik ettiler ve
Allah’ın kitabındaki bütün öğütleri unuttular ve her kötü
akıbetin kötülüğünde (sanki) güvende
oldular.”[1018]
22095. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyada bir garip veya yolcuymuşsun
gibi ol, kendini ölülerden say, sabaha başlayınca kendine geceyi vaad
etme ve geceye çatınca kendine sabahı vaad etme. Sağlık
zamanından hastalık zamanların için (nasip), gençliğinden
yaşlılığın için ve hayatından ölümün için (nasip)
al. Zira yarın adının ne olacağını bilemezsin.”[1019]
22096. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Adeta ölüm bu dünyada bizden
başkaları için yazılmış ve adeta dünyada hak,
bizlerden başkaları için farz kılınmıştır.
Adeta teşyii olan ölüler bir an önce, bize doğru geri dönecek
misafirler gibidirler. Onların evleri mezarlarıdır ve
miraslarını adeta onlardan sonra ebediymişiz gibi yiyoruz. Her
şiddetli beladan kendimizi güvende zannediyoruz, her öğüdü unutur
olduk, aybı halkın ayıbını araştırmaktan
kendisini alıkoyan, günah yolunda olmayan helal bir yolda elde ettiği
malı harcayan, yetim ve fakirlere acıyan, anlayışlı ve
akıllı kimselerle kaynaşan, sünnete uyan, sünneti bidate
çekmeyen, malının fazlasını infak eden, dilini çok
konuşmaktan koruyan kimseye ne mutlu! İçi iyi ve tabiatı temiz
olan kimseye ne mutlu!” [1020]
22097. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İbretlerle uyanın, yolculuk
için hazırlanın, az ile kanaat edinin ve harekete hazır
bulunun.”[1021]
bak. el-Vesiyyet (1), 4079. Bölüm el-Bihar,
77/195-44
22098. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Biliniz ki
sizler, kılavuzun öne sürdüğü, kervancıbaşının
dünyanın viran olduğunu seslendiği ve münadinin ölüme
çağırdığı bir kervansınız. O halde
dünyanın sizi aldatmasından ve şeytanın sizleri Allah
hakkında kandırmasından sakının.”[1022]
22099. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başına feryat
edilen, uyanan ve sakınan kimseler gibi olunuz. Zira ki sizinle cennet ve
cehennem arasında sadece ölüm vardır. Her lahzanın
azalttığı ve her saatin yok ettiği ömrün kısa
olması gerekir. Gece ve gündüzün sürdüğü yolculuğa gitmiş gaip kimsenin bir an önce dönmesi gerekir.”[1023]
22100. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ne kadar uzun da
olsa ömrün müddeti yine de kısadır. Giden, kalan kimse için ibrettir.
Ölü diri kimse için öğüt vesilesidir. Giden dün artık geri dönmez.
İnsan ise hiç bir yarına itminan edemez. Evveli ortancasının
yol bileni, ortancası ise sonuncunun önderidir ve hepsi birbirlerinden
ayrılacaklardır.”[1024]
22101. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ne kadar uzun da
olsa ömür müddeti yine de kısadır. Giden şey kalan şey için
ibrettir, ölü diri için ibret vesilesidir. Dün artık geri dönmez, hiç bir
yarına da itminan edemezsin. Herkes bir diğerinden ayrılır
ve ona katılır. O halde Allah’a salim ve temiz bir kalp götüren kimse
dışında ne bir servetin ve ne evlatların fayda
vermediği bir güne hazırlanınız.”[1025]
22102. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Acaba sizden daha uzun
yaşayan, daha kalıcı etkileri olan, daha kalabalık
orduları ve daha çok gücü bulunan kimselerin evlerinde değil misiniz?
Onlar dünyaya taptılar, hem de nasıl taptılar, dünyayı
tercih ettiler, hem de nasıl tercih ettiler, ama sonunda horluk içinda
ondan göç ettiler.”[1026]
22103. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ordular toplayan,
kaleler inşa eden ve tahtalarda oturanlar nerede? Evler yapan, saraylar
yükselten, binlercesini seferber kılanlar nerede? Dünya günleri
onları elden ele gezdirmiş, yıllar onları yutmuştur. O
halde ölülere dönüşmüşler, mezarlarında parça parça
olmuşlardır. Geride bıraktıkları şeylerden
ümitlerini kesmişler, önceden gönderdikleri şeylerden haberdar olmuşlardır.
Böylece gerçek mevlaları olan Allah’a geri döndürülmüşlerdir. Biliniz
ki hüküm Allah’a aitttir ve o hesabı en çabuk görendir.”[1027]
22104. İmam
Ali (a.s), çoğu zaman minbere çıkıyor ve hutbeden önce
şöyle buyuruyordu: “Ey insanlar! Allah’tan korkunuz. Zira hiç bir
insan boş yere yaratılmamıştır ki neticede ömrünü
boş şeylerde geçirsin ve kendi haline
bırakılmamıştır ki istediği her faydasız
işi yapsın. Bu dünya kendisini insanın gözünde süslemiştir.
Bu dünya insanın kötümserlikle çirkin gördüğü ahiretin yerini tutamaz.
Dünyaya aldanan kimse her ne kadar bu dünyada en üstün galibiyete de
erişse, ahiretten en az nasibi olan kimse gibi değildir.”[1028]
22105. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adeta ölülerin
gitmesinden işittiğimiz çok yakında bizlere dönecek olan
misafirlerdir. Onları mezarlarına koyuyur ve adeta ebediymişiz
gibi miraslarını yiyoruz. Öğüt veren herkesi unuttuk. Oysa
herşeyi söküp atan belanın hedefleri halindeyiz.”[1029]
22106. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O halde ey duyan kimse!
Kendi sarhoşluğundan ayıl, gaflet uykundan uyan,
hızını azalt. Allah Tebareke ve Teala tarafından gelen,
kesin olan, kendisinden kaçmanın mümkün olmadığı şey
hakkında düşün. Ardından kendini övmeleri terk et, kibir ve
gururu bırak, zihnini hazırlıklı kıl,
mezarını ve varacağın yeri hatırla. Zira
geçeceğin yer mezardır ve akıbetin orasıdır. O halde
sana öğüt verilen şeyler hakkında düşünmek sana fayda
verir. Kulağına söylenen ve sana vaad edilen şeyi hatırla.”[1030]
22107. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kulları! Allah için, Allah için kendi nezdinizde en aziz ve en sevimli
şey hususunda dikkatli olun. Şüphesiz Allah, size hak yolu
göstermiş ve O’nun yolları sizin için
aydınlanmıştır: Kötü bir akibet veya ebedi bir saadet!” [1031]
22108. İmam
Ali (a.s) kendisine öğüt vermesini isteyen birisine şöyle
buyurmuştur: “Amelsiz ahiretten ümidi olan ve uzun arzularla tövbeyi
geciktiren kimseden olma; o kimse, dünya hakkında za-hitler gibi
konuşur; fakat dünyayı isteyenlerin yaptığını
yapar; ondan ne kadar verilse doymaz, men edildiğinde kanaat etmez.”[1032]
22109. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kurtlara terk edilen ve
onlara doğru götürülen kimse! Duyduğun ve gördüğün
şeylerden ibret al, gözüne uyku lezzetinden uzak durmasını, göz
yaşı dökmesini söyle. Senin mezar evin, korkuların ve çürümüşlüklerin
evidir. Senin akıbetin ölümdür. Ey hayasız! değişikliklere
uğrayan habersiz kimse! Öğüt verenlerin ve marifet öğretenlerin
sözünü dinle.”[1033]
22110. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben sizin
kulağınıza öğüt veriyorum, sizler ise ondan yüz
çeviriyorsunuz. Sizlere yetkin öğütler veriyorum, sizler ondan
kaçıyorsunuz. Aslandan kaçan ürkek merkeblere benziyorsunuz.”[1034]
22111. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı göz önünde
bulundurun, ey Allah’ın kulları! Kalemler kurumadan, ömür tükenmeden,
günahlar yerleşmeden ve hasrete davetten önce Allah’ı düşünün.”[1035]
bak. es-Suk, 1936. Bölüm, el-Vesiyyet (1), 4080.
Bölüm, el-Bihar, 77/376, 15. Bölüm
22112. İmam
Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Her kim
Allah için halis olur ve O’nun sözünü kılavuz edinirse, daha doğru
olan yola hidayet edilir. Allah ilerleme hususunda ona başarı verir,
iyi işlerde ona yardımcı olur. Zira Allah’ın komşusu
(veya Allah’a sığınan kimse) güvendedir ve korunmuştur.”[1036]
22113. İmam
Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki, Allah sizi boşuna yaratmadı.
Sizi kendi başınıza bırakacak da değildir.
Ecellerinizi yazdı, rızıklarınızı aranızda
paylaştırdı ki, her akıl sahibi mevkisini tanısın
ve bilsin ki, ancak mukadder olan şeyler kendisine ulaşır ve
ondan çevrilen hiçbir şey ona ulaşmaz” [1037]
bak. el-Bihar, 101/77, 19. Bölüm
İmam Hüseyin’in (a.s) Öğütleri
22114. İmam
Hüseyin (a.s) Kerbela’ya doğru giderken şöyle buyurmuştur: “Doğrusu bu
dünya değişip tanınmaz olmuş ve iyilikleri sırt
çevirmiş; ondan geriye kabın dibindeki azıcık
kalıntı sudan ve havası ağır olan otlaktaki gibi alçak
yaşantıdan başka bir şey kalmamıştır. Hakka
amel edilmediğini ve batıldan da
kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Böyle bir
durumda mü’minin ölümü arzulaması haktır. Ben ölümü saadet,
zalimlerle yaşamayı ise alçaklık biliyorum.”[1038]
22115. İmam
Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere Allah’tan
korkmayı tavsiye ediyorum ve sizleri Allah’ın günlerinden
sakındırıyorum. Sizlere Allah’ın bayraklarını ve
nişanelerini kaldırıyorum. Adeta korkunç olan şey korkunç
bir girişle bilinmeyen bir inişle ve acı bir tatla
gelmiştir.”[1039]
22116. İmam
Hüseyin (a.s), kendisine, “Ben isyankar bir kimseyim, günahlar
karşısında sabredemiyorum. O halde bana öğüt ver” diyen
birisine şöyle buyurmuştur: “Beş işi yap,
ondan sonra istediğin günahı işle: Evvela Allah’ın
rızkını yeme ve istediğin günahı yap, ikinci olarak
Allah’ın hakimiyetinden dışarı çık ve istediğin
günahı işle, üçüncü olarak Allah’ın seni görmediği bir yere
git ve istediğin günahı yap, dördüncüsü ise ölüm meleği senin
canını almak için geldiğinde onu kendinden uzak kıl ve
istediğin günahı işle. Beşinci olarak da cehennemin maliki
seni ateşe götürdüğünde, ateşe girme ve istediğin günahı
yap.”[1040]
bak. el-Bihar, 116/77, 20. Bölüm
İmam Zeyn’ül-Abidin’in (a.s) Öğütleri
22117. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), her Cuma Resulullah’ın (s.a.a) mescidinde şu
cümlelerle insanlara öğüt veriyor, dünyadan yüz çevirmeye ve ahirete
rağbet etmeye çağırarak şöyle buyuruyordu: “Ey insanlar!
Allah’tan korkunuz ve biliniz ki siz Allah’a geri döneceksiniz. Herkes bu
dünyada yaptığı her işi orada görecektir.”[1041]
22118. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ademoğlu!
Eyvahlar olsun sana! Bil ki karnın dolu oluşu (ahirete) meyil ve
rağbetin gevşekliği, tokluğun mestliği ve kudretin
azameti insanı amelden alıkoyan ve yavaşlatan sebeplerdendir.
Allah’ı zikretmeyi insanı unutturur, ecelin yakın oluşundan
gafil kılar. Öyle ki dünya sevgisine yakalanan kimse adeta şarap
sarhoşluğundan deli gibi olur.”[1042]
22119. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), Muhammed b. Müslim Zuheri’ye yazdığı
mektubunda şöyle buyurmuştur: “Yarın kıyamet
günü Allah’ın huzurunda durduğunda nasıl birisi
olacağına bak. Sana nimetlerine nasıl riayet ettiğini,
üzerindeki hüccetlere ne yaptığını sorduğu zaman
Allah’ın senin bir özrünü kabul edeceğini ve kusurlarına
rızayet göstereceğini zannetme. Heyhat! Heyhat! Böyle değildir.”[1043]
22120. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah, bizi ve sizi zalimlerin hilesinden,
kıskançların zulmünden ve zorbaların
zorbalığından korusun. Ey mü’minler! Dünyaya ve onun yarın
çürüyüp yok olacak mal ve solup gidecek otlarına meyleden tağutlar
ve onların yandaşları, sakın sizleri aldatmasınlar.”[1044]
22121. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve
doğrulardan olun” ayetini her okuduğu zaman şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Beni bu davetinin en üstün mertebelerinde
karar kıl, irade gücüme yardım et ve bana başarı ver ki
nefsimi güzel bir hesaba çekeyim ve beni nefsimden kurtar ki senin korkundan ve
haşyetinden dünyevi hatıralar kalbimden dışarı
çıksın.”[1045]
bak. el-Bihar, 128/78, 21. Bölüm
22122. İmam
Bakır (a.s) huzurunda bulunan bir grup Şii’ye öğüt vermiş
ve sakındırmışken onlar önemsemeyip kendileriyle
meşgul olunca öfkelenmiş, bir müddet başını önüne
eğmiş ve daha sonra başını onlara doğru
kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Eğer sözlerimin az bir kısmı bile,
sizlerden birinin kalbine otursaydı, hemen ölüverirdi. Ey cansız
bedenler! Ey kandilsiz sinekler![1046]
Sanki siz, duvara dayatılmış kuru odun ve yontulmuş
cilalı putlarsınız... Ey güzel yüz sahipleri! Ey su
kenarına çökmüş susamış develer! Niçin
vücutlarınızı bayındır, kalplerinizi helak olmuş
görüyorum.”[1047]
22123. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Siz bu
dünyada ölüm oklarının hedefisiniz. Sizden hiç kimse ömründen bir gün
geçmedikçe ömrünün yeni bir gününü karşılayamaz.”[1048]
bak. el-Vesiyyet (1), 4083. Bölüm, el-Bihar,
162/78, 22. Bölüm
22124. İmam
Sadık (a.s), kendisinden öğüt dileyen birine şöyle
buyurmuştur: “Eğer Allah Tebareke ve Teala rızık vermeyi
üstlenmişse o halde, rızkın için üzülmenin sebebi nedir ve
eğer rızık bölüştürülmüşse, o halde tamahlanmanın
anlamı nedir? Eğer hesap doğruysa o halde (mal ve servet)
biriktirmek nedendir?” [1049]
22125. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Benden bir söz
işitin ki o sizin için kül renkli, el ve ayakları siyah çizgili
atlardan daha hayırlıdır: Sizden hiç kimse boş ve ilgisiz
sözler söylemesin, faydalı sözlerin çoğunu söylemekten de
sakınsın.”[1050]
22126. İmam
Sadık (a.s), kendisinden öğüt dileyen Cabir’e şöyle
buyurmuştur: “Ey Cabir! Dünyayı uyku aleminde elde ettiğin ve
uyanınca yanında ondan bir şey görmediğin bir mal olarak
düşün. Acaba dünyada nasibin, giydiğin ve eskittiğin elbiseden
veya (yediğin ve sonra da) neye dönüştüğünü bildiğin
yiyecekten başka bir şey midir? O halde ilkleri sonlarından
alınmış olan (ve giden) ve sonra aralarında göç sesi
yükseltilen, lakin (buna rağmen) habersizce oyunla oynaşan
topluluğa hayret doğrusu.”[1051]
bak. el-Vesiyyet, 4084. Bölüm, el-Bihar, 190/78,
23. Bölüm, s. 279, 24. Bölüm
22127. İmam
Kazım (a.s), Hişam b. Hakem’e şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
Tebarek ve Teala akıllı ve anlayışlı kullarına,
kendi kitabında müjde vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Dinleyip
de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele. İşte
Allah’ın doğru yola eriştirdiği onlardır.
İşte onlar akıl sahipleridir.”[1052]
22128. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
Tebareke ve Teala akıllar vesilesiyle, hüccetini insanlara
tamamlamış, Peygamberlere beyan vesilesiyle yardım etmiş,
delillerle onlara rububiyetini göstermiş ve şöyle buyurmuştur: “İlahınız
bir tek ilâhtır. O, Rahman ve Rahim’den başka ilah yoktur. Göklerin
ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca
gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde,
Allah’ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her
türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök
arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde akleden topluluklar
için deliller vardır.”[1053]
22129. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
onları kendini tanımak için delil kılmıştır ki
bütün bu şeylerin bir müdebbiri olduğunu anlasınlar ve hakeza
şöyle buyurmuştur: “Geceyi gündüzü, güneşi ve ayı sizin
istifadenize vermiştir. Yıldızlar da O’nun buyruğuna boyun
eğmiştir. Bunlarda, akıl eden topluluklar için dersler
vardır.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Sizi topraktan, sonra
nutfeden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik
çağına ulaşmanız, sonra da yaşlanmanız için sizi
bebek olarak dünyaya çıkaran O’dur. Kiminiz daha önce öldürülür, kiminiz
de, belirtilmiş bir süreye ulaşırsınız. Belki
artık düşünürsünüz.” Ve
hakeza şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz gece ve gündüzün
birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten indirdiği
rızıkta bu vesileyle ölü yeryüzüne hayat verişinde,
rüzgarların bir yerden bir yere götürülüşünde (gökle yer
arasında duran bulutlarda) şüphesiz ki düşünen kimseler için
apaçık nişaneler vardır.”[1054] Ve Hakeza şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın, yeryüzünü ölümünden sonra
dirilttiğini bilin; size, akıl edesiniz diye açık açık
deliller anlattık.”ve hakeza şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde,
hepsi de aynı su ile sulanan, birbirine komşu toprak parçaları,
tek ve çok köklü üzüm bağları, ekinler, hurma ağaçları
vardır. Fakat onları şekil ve lezzetçe birbirinden farklı
kılmışızdır. Düşünen kimseler için bun-da
ibretler vardır.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Korku ve
ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla
yüklü bulutları meydana getiren O’dur.”ve hakeza şöyle
buyurmuştur: “De ki: “Gelin size Rabbinizin haram
kıldığı şeyleri söyleyeyim: O’na hiç bir şeyi
ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyin sizin ve onların
rızkını veren biziz, gizli ve açık kötülüklere
yaklaşmayın, Allah’ın haram kıldığı cana
haksız yere kıymayın.”Allah bunları size düşünesiniz
diye buyurmaktadır.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Emrinizde
bulunan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı
olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu
ortaklarınızı sayar mısınız? Düşünen
topluluğa ayetleri böylece uzun uzadıya açıklarız.”[1055]
22130. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
daha sonra akıl sahiplerine öğüt vermiş, onları ahirete
rağbet ettirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatı
bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Takva sahibi
olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala
akıl erdiremiyor musunuz?” [1056]
22131. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
cezalarını düşünmeyen kimseleri korkutmuş ve şöyle
buyurmuştur: “Sonra diğerlerini yok etmiştik. Sabah
akşam, onların yerleri üzerinden geçersi-niz. Akıl etmez
misiniz?” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Bu kasaba halkına
yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten, elbette bir azâb
indireceğiz” dediler. Ve şüphesiz düşünen bir topluluğa
nişane olsun diye o kasabadan açık bir nişane
bıraktık.”[1057]
22132. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıl, ilim ile birliktedir. Allah şöyle buyurmuştur: “Biz bu
misalleri insanlara veriyoruz, onları ancak alimler anlayabilir.”Ey
Hişam! Allah daha sonra aklını kullanmayanları
kınamış ve şöyle buyurmuştur: “Hani onlara:
“Allah’ın indirdiğine uyun” denilince, “hayır,
atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız” derler;
ataları bir şey akıl edemeyen ve hidayeti bulamayan kimseler
olsalar da mı (onlara uyacaklar)?” ve hakeza şöyle
buyurmuştur: “Küfredenlerin (hidayete davet edilme hususundaki) misali,
bağırıp çağırmadan başkasını
işitmeyene (hayvanlara tehlikeyi haber vermek için) seslenen kimsenin
(çobanın) misalidir. (Bu sesin kendilerine bir tehlikeyi haber
verdiğini anlamazlar.) Sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürler; bu yüzden onlar akıl edemezler.”ve hakeza şöyle
buyurmuştur: “Aralarında sana kulak veren vardır. Sen,
sağırlara, üstelik akılları da almazsa, işittirebilir
misin?” ve hakeza şöyle buyurmuştur: “Yoksa
çoklarının söz dinlediklerini veya akıl ettiklerini mi
sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da
sapık yolludurlar.”ve hakeza şöyle buyurmuştur: “Onlar
sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar
arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi aralarındaki
çekişmeleri ise serttir; onları birlik sanırsın, oysa
kalpleri birbirinden ayrıdır. Bu, akıl etmeyen bir topluluk
olmalarındandır.”[1058]
22133. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
çoğunluğu kınamış ve şöyle buyurmuştur: “Yeryüzündekilerin
çoğunluğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar.”ve
hakeza şöyle buyurmuştur: “And olsun ki onlara: “Gökleri ve yeri
yaratan kimdir?” diye sorsan, “Allah’tır” derler. De ki: “hamt Allah’a
mahsustur” , ama çoğu bilmezler.”ve hakeza şöyle
buyurmuştur: “And olsun ki onlara: “Gökten su indirip onunla, ölümünden
sonra yeri dirilten kimdir?” diye sorarsan, şüphesiz, “Allah’tır”
derler. De ki: “Övülmek Allah içindir”, fakat çoğu bunu akıl
etmezler.”[1059]
22134. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
azınlığı övmüş ve şöyle buyurmuştur: “Kullarımdan
şükredenler pek azdır.”hakeza şöyle buyurmuştur: “sayıları
da ne kadar azdır.”hakeza şöyle buyurmuştur: “Firavun
taifesinden olup da, inandığını gizleyen bir adam dedi ki:
“Rabbim Allah’tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz?” Hakeza
şöyle buyurmuştur: “Pek az kimse onunla berâber iman
etmişti.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Lakin çoğu
bilmezler.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Ve çoğu akıl
etmezler.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Ve çoğu
farkında değillerdir.”[1060]
22135. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
akıl sahiplerini en güzel şekilde anmış, onları en güzel
süsle süslemiş ve şöyle buyurmuştur: “Hikmeti dilediğine
verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır
verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.”Hakeza
şöyle buyurmuştur: “(İlimde derinleşmiş olanlar da)
“Ona inandık, (muhkem ve müteşabih) hepsi Rabbimizin
katındandır” derler. Bunu ancak akıl sahipleri
düşünebilirler.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca
gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır.”hakeza
şöyle buyurmuştur: “Sana Rabbinden indirilenin gerçek
olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak akıl
sahipleri ibret alırlar.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Geceleyin
secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin
rahmetini dileyen kimse küfreden kimse gibi olur mu? De ki: “Bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt
alırlar.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Sana
indirdiğimiz bu Kitab mübarektir; ayetlerini düşünsünler, aklı
olanlar da öğüt alsınlar.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “And
olsun ki biz Mûsa’ya doğruluk rehberi verdik.
İsrailoğullarını da, akıl sahipleri için bir öğüt
ve doğruluk rehberi olan Kitab’a, Tevrat’a varis kıldık.”Hakeza şöyle buyurmuştur: “Öğüt
ver; doğrusu öğüt iman edenlere fayda verir.”[1061]
22136. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah-u
Teala kendi kitabında şöyle buyurmuştur: “Doğrusu bunda,
kalbi olana ders vardır.”Yani akıllı olana. Ve hakeza
şöyle buyurmuştur: “And olsun ki, Lokman’a hikmet verdik.”Yani
anlayış ve akıl.”[1062]
22137. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Lokman
çocuğuna şöyle demiştir: “Hak karşısında mütevazi
ol ki, insanların en akıllısı olasın. Uyanık
kimse hak karşısında değersizdir. Ey oğulcağızım!
Dünya bir çok kimsenin boğulduğu derin bir denizdir. O halde senin bu
denizdeki gemin ilahi takva, yükü iman, yelkeni tevekkül, kaptanı
akıl, kılavuzu ilim ve dümeni sabır olmalıdır.”[1063]
22138. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Herşeyin bir kılavuzu vardır. Aklın kılavuzu da
düşünmektir. Düşünmenin kılavuzu ise susmaktır.
Herşeyin bir bineği vardır. Aklın bineği tevazudur.
Sakındırıldığın bir işi yapman sana cehalet
olarak yeter.”[1064]
22139. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
Peygamberlerini ve Resullerini kullarına sadece Allah hakkında
düşünmeleri için gönderdi. O halde her kimin marifeti daha iyi olursa, bu
daveti daha iyi kabullenir. Her kim daha akıllı ise Allah’ın
emrini daha iyi bilir ve her kimin de aklı kamil ise dünya ve ahiretteki
makamı daha yüce olur.”[1065]
22140. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Allah’ın insanlar üzerinde iki hücceti vardır, aşikar hücceti ve
gizli hücceti. Aşikar hücceti, Resuller, Peygamberler ve imamlardır.
Gizli hücceti ise akıllardır.”[1066]
22141. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıllı kimse, helalin kendisini şükründen
alıkoymadığı ve haramın sabır iplerini elinden
kapmadığı kimsedir.”[1067]
22142. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Her kim
üç şeyi üç şeye musallat kılarsa, kendi helak oluşuna
yardım etmiş gibi olur: Her kim düşüncesinin
aydınlığını uzun arzularıyla karartır,
hikmet inceliklerini çok konuşmakla yok eder[1068], ibret alma
ışığını nefsinin şehvetiyle söndürürse, heva
ve hevesine aklını viran etme yolunda yardım etmiş olur ve
her kim de aklını viran ederse din ve dünyasını bozmuş
olur.”[1069]
22143. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Kalbini
rabbinin işinden alı koyduğun ve sana galip gelmesi hususunda
heva ve hevesine itaat ettiğin halde Allah katında amelin nasıl
da temiz[1070]
kalabilir.”[1071]
22144. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Yalnızlığa tahammül etmek aklın güçlü oluşunun
nişanesidir. Allah’ı düşünen[1072] kimse dünyadan ve dünya
ehlinden kenara çekilir ve Allah nezdinde olan şeye yönelir. Allah onun
yalnızlığının dostu olur, halvetteki yari olur,
fakirlik anında ihtiyaçsızlık sebebi olur[1073] ve hiç bir aşireti
ve kabilesi olmaksızın ona izzet ve kudret
bağışlayıcı olur.”[1074]
22145. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Hakkın bayrağı Allah’a itaat için dikilmiştir,
kurtuluş itaat ile, itaat ise ilim ve marifet iledir. İlim ise
öğrenmekle elde edilir, öğrenmek akılla güçlenir, ilim sadece
rabbani alimlerden elde edilir ve ilmin marifeti akılla hasıl olur.”[1075]
22146. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Alimin az
ameli bir kaç kat (sayılır) ve kabul edilir. Heva ve hevesine
düşkünlerin ve cahillerin çok ameli ise kabul edilmez.”[1076]
22147. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıllı kimse hikmete sahip olmakla dünyanın yokluğuna da
razı olur, hikmetsiz olduğu taktirde ise tüm dünyaya bile razı
olmaz. Bu yüzden (akıl sahiplerinin) ticaretleri kazançlı
olmuştur.”[1077]
22148. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıllı kimseler, dünyanın fazlalığını da
terk etmişlerdir, nerede kaldı ki günahlarını (terk
etmesinler), zira dünyayı terk etmek fazilet, günahları terk etmek
ise farizedir (veciptir.)” [1078]
22149. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıllı kimse dünyaya ve dünyaya tapanlara bakmış ve
dünyanın sadece sıkıntıyla elde edilebildiğini
anlamış, sonra ahirete bakmış ve ahiretin de zahmet ve
sıkıntıyla elde edildiğini anlamış, böylece
sıkıntı ve meşakkatleriyle daha kalıcı olanı
talep etmiştir.”[1079]
22150. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıllı kimseler, dünyaya rağbet etmez, ahirete iştiyak
duyarlar. Zira dünyanın talib ve metlub olduğunu, ahiretin de talib
ve metlub[1080]
olduğunu bilirler. Zira her kim ahireti taleb ederse, ondaki
rızkını tümüyle ve kamil bir şekilde elde edinceye kadar
dünya da onu taleb eder. Her kim de dünyayı taleb ederse, ahiret de onu
taleb eder. Hızla ölümü gelip çatar, dünya ve ahireti bozulur.” [1081]
22151. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Her kim
malsız zenginlik diler, hasetten arınmış bir kalp ister ve
din selametini dilerse, Allah’ın dergahına yalvarıp
yakarmalı, ondan aklını kamil kılmasını
istemelidir. Zira her kimin aklı olursa, kendisine yeten şeyle kanaat
eder. Her kim de kendisine yeten şeye kanaat ederse, müstağni olur.
Her kim de kendisine yeten şeye kanaat etmezse, asla müstağni
olamaz.”[1082]
22152. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Allah
iyilik yapan bir topluluğun dilinden şöyle dediklerini
nakletmiştir: “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra
kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla;
şüphesiz sen sonsuz bağışta bulunansın.”Onlar
kalplerin saptığını, körlük ve sapıklığa
geri döndüğünü biliyorlardı. Her kim Allah hakkında
düşünmezse Allah’tan korkamaz. Her kim de ilahi düşünmezse kalbi,
görebileceği ve hakikatini kalbinde hissedebileceği bir marifete
ulaşamaz. Sözü ve ameli uyuşmayan, batınıyla zahiri
örtüşmeyen bir kimse, bu makama ulaşamaz. Zira adı yüce olan
Allah aklın gizli batınına sadece ondan görüneni ve onu ifade
edeni vasıtasıyla kılavuzluk etmiştir.”[1083]
22153. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a akıldan daha
iyi bir şeyle ibadet edilmemiştir. İnsanın aklı,
içinde çeşitli hasletler olmaksızın kemale eremez: Ondan küfür
ve kötülük çıkmamalı, hidayet ve iyiliği ümit edinmeli, malının
fazlasını bağışlamalı, fazla konuşmaktan
sakınmalı, dünyadan nasibi günlük yiyeceği olmalı, ömrü
oldukça ilme doymamalı, Allah ile horluk, onun nezdinde Allah’tan
gayrisiyle izzetten daha güzel olmalı, Allah nezdindeki tevazu kendisine
şerafet ve yücelikten daha sevimli olmalı, başkalarının
az ihsanını çok görmeli, kendisinin çok ihsanını az kabul
etmeli, bütün insanları kendisinden iyi görmeli, kendisini bütün
insanlardan daha kötü saymalıdır ve bu bütün iştir. [1084]“[1085]
22154. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıllı (kşmse), her ne kadar heva ve hevesi olsa da yalan
söylemez.”[1086]
22155. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam! Mürüvveti
olmayan kimsenin dini olmaz. [1087] Aklı olmayan
kimsenin de insanlığı olmaz. İnsanlardan en değerli
kimse dünyayı kendisi için bir değer ve makam bilmeyen kimsedir.
Biliniz ki bedenlerinizin cennet dışında bir pahası yoktur.
[1088] O halde onları
cennet dışında bir pahaya satmayın.”[1089]
22156. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimsenin
nişanelerinden biri de onda şu üç hasletin olmasıdır: Ona
sorulduğunda cevap verir, insanlar konuşmaktan aciz kalınca o
konuşur ve meclis ehlinin hayır ve salahının olduğu
görüşü belirtir. Kendisinde bu üç hasletin olmadığı kimse
ise ahmaktır.”
Müminlerin Emiri (a.s) hakeza şöyle buyurmuştur: “Meclisin
baş tarafında da bu üç hasletten birine sahip olan kimse
oturmalıdır. Bu hasletten birine sahip olmadığı halde
meclisin baş tarafına oturan kimse ahmaktır.”[1090]
22157. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hasan b. Ali (a.s)
şöyle buyurmuştur: “Bir isteğiniz olduğunda onu ehlinden
isteyiniz. Kendisine şöyle arzedildi: “Ey İbn-i Resulillah! Ehli
kimlerdir?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın kitabında beyan
ettiği ve onları anarak şöyle buyurduğu kimselerdir: “Bundan
ancak akıl sahipleri ibret alır.”İmam daha sonra şöyle
buyurmuştur: “Onlar akıl sahipleridir.”[1091]
22158. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali b. Hüseyin (a.s)[1092] şöyle
buyurmuştur: “Salihler ile oturup kalkmak, salah ve temizliğe sebep
olur. Alimlerin adabı (veya alimlerin yanından ayrılmamak)
aklı artırır, adil hükümdarlara itaat etmek, izzet ve kudretin
kemal sebebidir. Varlıktan istifade etmek, insanlığın ve
mertliğin kemalidir. [1093] İrşad ve
meşveret dilemek de nimetin hakkını eda etmektir. Eziyet
etmekten sakınmak, aklın kemal nişanesi ve dünya ve ahirette
bedenin rahatlığıdır.”[1094]
22159. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Hişam!
Akıllı kimse, kendisini yalanlamasından korktuğu kimseye
bir söz söylemez, kendisinden esirgeyeceğinden korktuğu kimseden bir
şey istemez, yapamadığı şeyi vaad etmez, ümit
bağladığı taktirde utanacağı bir şeye ümit
bağlamaz, kınanacağı bir şeye ümit bağlamaz, [1095] içinde
kalacağından korktuğu bir işe teşebüsste bulunmaz.[1096]” [1097]
22160. İmam
Rıza (a.s), bir grup ashabın arasında şöyle
buyurmuştur: “İsrailoğullarının abidi, yirmi yıl
susmadıkça, abit olmazdı. Yirmi yıl sustuktan sonra abit
olurdu.” İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötülüksüz
hayır ve dikensiz yaprak ol.”[1098]
22161. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim nefsnni hesaba
çekerse fayda görür. Her kim (Allah’tan ve kıyamet azabından)
korkarsa güvende olur. Her kim ibret alırsa basiret sahibi olur. Her kim
basiret sahibi olursa anlayış elde eder. Her kim
anlayışlı olursa, alim olur. Cahil kimsenin dostu
sıkıntıya düşer. En iyi mal ve varlık insanın yüz
suyunu koruyanıdır. En üstün akıl ise kendini
tanımaktır.”[1099]
bak. el-Bihar, 334/78, 26. Bölüm
22162. İmam
Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mü’min, Allah’tan olan bir başarıya, nefsinden olan bir
öğütçüye ve nasihatçının da nasihatını kabul etmeye
muhtaçtır.”[1100]
22163. İmam
Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kefil
olduğu kimse nasıl zayi olabilir. Allah’ın talip olduğu
kimse nasıl kaçabilir? Her kim Allah’tan başkasına yönelirse,
Allah onu kendisine havale eder. Her kim de bilmeden bir işe
kalkışırsa, bozgunculuğu düzeltmesinden daha çok olur.
Kalbiyle Allah’a yönelmek, insanı amel vesilesiyle
sıkıntıya düşürmekten daha çabuk hedefe
ulaştırır. Her kim heva ve hevesine itaat ederse,
düşmanını arzusuna ulaştırmış olur. Her kim
güzel geçinmekten uzaklaşırsa, tatsız olaylar kendisine
yaklaşır. Her kim giriş yollarını bilmezse,
çıkış yolları kendisini sıkıntıya
düşürür. Her kim denemeden önce güvenirse yokluğa,
sıkıntı ve sona maruz kalır. Her kim sebebsiz yere birini
kınarsa, ayıbı olmadığı halde kınanır.
Her kim şehvet merkebine binerse, baş aşağı
düştüğünde Allah elinden tutmaz ve onu kaldırmaz. Allah’a itimat
etmek, her pahalı ve değerli şeyin kıymetidir ve her
yüceliğe çıkmanın merdivenidir. Kötü ve şerli kimselerle
oturup kalkmaktan sakın. Zira böyle bir şahıs,
kınından çekilmiş bir kılıç gibi güzel görünümlü ama
kötü yaralayıcıdır. İşlerinde düşünerek hareket
et ki hedefine ulaşasın veya ona yakın olasın.
Allah’ın kaza ve taktiri nazil olunca (insana) yer daralır,
hıyanetkarların emini olmak, insana hıyanetkar olması için
yeterlidir. Müminin izzeti insanlardan ihtiyaçsız olmasındadır,
şükrü edilmeyen her nimet, bağışlanmayan bir günah gibidir.
Zulmün hoşnut ettiği kimsenin gazabı, sana zarar vermez.
Kardeşinin iyi niyetine razı olmayan kimse, onun bağış
ve ihsanına da razı olmaz.”[1101]
bak. el-Bihar, 358/78, 27. Bölüm
22164. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah dünyayı musibet,
ahireti ise mükâfat evi kılmıştır. Dünya musibetini, ahiret
sevabının sebebi ve ahiret sevabını da, dünya musibetinin
bedeli kılmıştır.”[1102]
22165. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ailenin içinde ölüm
döşeğinde yattığın, hiç bir tabibin gitmene engel olamadığı,
hiç bir dostun da senin için bir şey yapamadığı zamanı
düşün.”[1103]
22166. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kusur etmenin
pişmanlıklarını hatırla ki ihtiyat ve uzak
görüşlülüğü edinesin.”[1104]
22167. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim sana sevgi ve
görüşünü bir arada sunarsa, sen de ona itaatini bir arada sun.”[1105]
bak. El-Bihar 365/78, 28. Bölüm, s. 370, 380 ve
30. Bölümler
Her kim Bir Konuşmacıya Kulak Verirse Ona İbadet Etmiş Olur
22168. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir
konuşmacıya kulak verirse hakikatte ona ibadet etmiş olur. O
halde eğer konuşmacı Allah’tan söz ederse, işiten kimse
Allah’a tapmış olur. Eğer şeytandan söz ederse şeytana
tapmış olur.”[1106]
bak. 446. Konu, et-Teklid, el-İbadet, 2496.
Bölüm, el-İstima’, 1902. Bölüm
Kur’an :
“Rabbinin yoluna, hikmetle ve güzel öğütle
çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu
Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda
olanları da en iyi bilir.”[1107]
22169. Cabir
bin Semere şöyle diyor: “Allah Resulü (s.a.a) Cuma günü öğüdünü
uzatmıyordu. Sadece birkaç kısa cümleyle yetiniyordu” [1108]
22170. İmam
Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim kardeşine
gizlice öğüt verirse onu süslemiş olur. Herkim de
başkalarının yanında öğüt verirse onu lekelemiş
olur.”[1109]
22171. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir topluluğun
önünde nasihat etmen (gerçekte) dövmendir.”[1110]
bak. 4141-4143. Bölümler, et-Tebliğ, 392.
Bölüm
22172. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendi nefsinden nefsine
bir gözetleyici kıl.”[1111]
22173. İmam
Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Adem oğlu!
Şüphesiz nefsinden bir vaizin var olduğu, (kendini) hesaba çekmeye
önem verdiğin, korku iç ve takva dış giysin olduğu müddetçe
sürekli hayır ve salah üzere olursun.”[1112]
22174. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), defalarca şöyle buyurmuştur: “Ey
Ademoğlu! Nefsinden bir vaizin olduğu, nefsini hesaba çekmeye önem
verdiğin, korkuyu iç elbisen ve hüznü dış elbisen
kıldığın taktirde sürekli hayır ve salah üzere
olursun. Ey Ademoğlu! Sen öleceksin ve diriltileceksin. Aziz ve celil olan
Allah’ın huzurunda duracaksın ve hesaba çekileceksin. O halde bir
cevap hazırla.”[1113]
bak. 4133. Bölüm, 22162. Hadis, 193. Konu,
el-Murakabe
22175. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkimin nefsinden bir
vaizi varsa onun Allah tarafından bir koruyucusu vardır” [1114]
22176. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin deruni bir
uyanıklığı olursa, Allah tarafından da ona koruyucular
olur.”[1115]
22177. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kimin
nefsi bir vaizi olmazsa, Allah tarafından kendisi için koruyucular da
olmaz.”[1116]
22178. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilin ki kendisine
yardım etmeyen, nefsini sakındırıp öğüt vermeyen
kimseye, başka bir kimsenin öğüdü ve sakındırması
fayda etmez.”[1117]
22179. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkime Allah nefsinden
bir vaiz karar kılmamışsa insanların vaazı ona fayda
vermez.”[1118]
22180. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin kalbi bir
vaizi, deruni bir alıkoyucusu ve irşad edici bir arkadaşı
olmazsa, düşmanı kendi boynuna bindirmiş olur.”[1119]
Kendisine Öğüdün Fayda Vermediği Kimse
22181. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisine en çok malik olan
şeyin aklının olmadığı kimse, hiç bir
öğütten fayda görmez.”[1120]
22182. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kime münezzeh olan
Allah anlayış nimetini vermezse, hiç bir vaizin öğütü kendisine
fayda vermez.”[1121]
22183. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahil kimse sakınmaz ve hiçbir öğüt ona fayda vermez.”[1122]
22184. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Değişikliklerden
ve dünya olaylarından ibret almayan kimseye öğütler fayda vermez.”[1123]
22185. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın nefsine
karşı yardımcı olmadığı bir kimse hiçbir
vaizin vaazından istifade edemez.”[1124]
22186. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın deneme ve
tecrübelerle kendisine fayda vermediği kimse hiçbir öğütten
faydalanmaz ve şürekli eksiklikle karşı karşıya olur.
Böylece inkar ettiği şeyi tanır ve tanıdığı
şeyi ise inkar eder.”[1125]
22187. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizinle öğüt
arasına bilgisizlikten bir perde gerilmiştir.”[1126]
22188. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizinle öğüt
arasında gafletten ve habersizlikten bir perde vardır.”[1127]
22189. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zamana iyimser olan
kimse, zamanın öğütlerini anlamamıştır.”[1128]
22190. İmam
Ali (a.s) oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde
şöyle buyurmuştur: “Sakın musibete
uğramadıkça nasihatten faydalanmayanlardan olma. Akıllı
olan, nasihatten öğüt alır ve yola gelir; hayvanlar (ve cahil) ise ancak dayakla uslanırlar.”[1129]
Başka bir rivayette ise şöyle yer
almıştır: “Mecbur kalmadıkça öğütten faydalanmayan
kimse olma. Zira akıllı insan edep (ve nasihatten) öğüt
alır ve hayvanlar ise sadece kırbaç darbeleriyle yola gelir.”[1130]
22191. İmam
Ali (a.s), ashabını kınarken şöyle buyurmuştur: “Size
hikmeti okudum, kaçtınız, yeterli öğüt verdim,
tutmadınız. İsyan edenlerle savaşa çağırdım,
sözüm bitmeden Sebe kavmi gibi dağıldınız! Meclislerinize
dönüp birbirlerinizi öğütlerinizle kandırıyorsunuz.”[1131]
22192. İmam
Ali (a.s), dünya ehlinin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Hevesleri, akıllarını
çelmiş; dünya kalplerini öldürmüştür... Allah’tan
sakındıran bir vicdanı ve öğüt alacağı bir vaizi
yoktur.”[1132]
bak. en-Nesihet, 3872. Bölüm, el-Hikmet, 926.
Bölüm, es-Siffe, 1835. Bölüm, 8652. Hadis
Kur’an :
“Ey iman edenler!
Yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz?
Yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında
büyük gazaba sebep olur.”[1133]
22193. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah İsa b. Meryem’e (a.s)
şöyle vahyetmiştir: “Hikmetimle kendine öğüt ver, eğer
ondan fayda görürsen o zaman insanlara da öğüt ver, aksi taktirde benden
utan.”[1134]
22194. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Al-i Davud’un hikmetinde
şöyle yer almıştır: “Ey Ademoğlu! Kendin, helak
olmaktan kurtulamadığın halde, nasıl hidayetten söz
ediyorsun?” [1135]
22195. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu insanlardan olma: Çok
öğüt verir; fakat kendisi öğüt almaz. O, sözle yol gösterendir; (ama)
ameli pek azdır. Fani olacak şeylerde yarışır; baki
kalacak şeylerde müsamaha (ihmal) eder. Ganimeti (Allah’a kulluğu)
zarar sayar; zararı (günahı) ise ganimet bilir.”[1136]
22196. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice
sakındırıcı vardır ki kendisi sakınmaz ve
öğüt veren nice kimse vardır ki kendisi öğüt almaz.”[1137]
22197. İmam
Ali (a.s) Muaviye’ye yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “...Kendi tarafından göndermiş
olduğun gösterişli, sapıklığınla bezediğin,
kötü görüşünle imzaladığın süslenmiş, malum
öğütlerinin tekrarlandığı mektubun bana geldi.”[1138]
bak. el-Ma’ruf (2), 3697. Bölüm
Öğüt Dinleyen Vaizin Sözlerinden Nurlanmaya Teşvik
22198. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
İnsanlar! Işığınızı, öğüt veren,
öğüdünü tutanın ışığından yakın. Suyu,
bulanık olmayan duru kaynaktan alın.”[1139]
22199. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Öğüt dinleyen
öğütçünün (varlık) alevinden aydınlık alın. Hayır
dileyen uyanık kimsenin nasihatini kabul edin, size öğrettiği
şeyle amel edin.”[1140]
22200. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alim ilmiyle amel
etmezse, verdiği öğüt kalbinden yağmurun kaya parçasından
döküldüğü gibi dökülür.”[1141]
bak. el-İlm, 2868. Bölüm
22201. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanları
dillerinizden başka bir şeyle davet ediniz ki sizden sakınma,
ibadet hususunda çaba, namaz ve hayır görsünler. Zira bunlar da
davetçidir.”[1142]
22202. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanları
dillerinizden gayrisiyle kendinize davet ediniz, süs olunuz ve utanç vesilesi
olmayınız.”[1143]
22203. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Mufazzal!
Şiilerimize şöyle de: “Allah’ın haramlarından
sakınarak, isyandan uzak durarak, Allah’ın hoşnutluk yolunu
katederek, bizlere doğru davetçi olunuz. Zira eğer böyle olurlarsa,
insanlar, kendiliğinden bizlere doğru koşarlar.”[1144]
22204. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kulağın
kenara itmediği ve hiçbir faydanın kendisine denk
olmadığı öğüt, konuşma dilinin sustuğu ve amel
dilinin konuştuğu öğüttür.”[1145]
bak. el-Edeb, 66. Bölüm, en-Nefs, 3919. Bölüm
22205. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden sonrakiler sizden
ibret almadan, siz sizden öncekilerden ibret alın.”[1146]
22206. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
azaba ve belaya uğrattığı sizden önceki büyüklenen
ümmetlerin başlarına gelenlerden ve uğradıkları
cezadan ibret alın. Toprağa değen yanaklarından ve
toprağa uzanmış yanlarından ibret alın.” [1147]
22207. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyada “Kuvvet bakımından bizden kuvvetli
olan kimdir?”[1148]
diyenlerden öğüt alın. İstemedikleri bineklere bindirilerek
kabirlere indirildiler, misafirliğe çağrılmadan
mezarlarına kondular.”[1149]
22208. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanlardan
ibret almazsa Allah onu insanlara ibret kılar.”[1150]
22209. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başkasından
öğüt al, başkasının ibret ve öğüt sebebi olma.”[1151]
22210. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zeka ve öğütleri
anlama gücü, insanları hatalardan korumaya davet eden etkenlerdendir.”[1152]
22211. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mutlu insan, her ne
kadar muhatabı başka birisi de olsa takva öğüdünden öğüt
alan kimsedir.”[1153]
22212. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Saadetli kimse, başkalarından
öğüt alan kimsedir.”[1154]
22213. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse
başkalarından öğüt alan kimsedir.”[1155]
22214. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana öğüt veren
kimse sana iyilik etmiştir.”[1156]
22215. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana öğüt veren
kimseyi kendinden ürkütme.”[1157]
22216. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Musa b. İmran
dostlarına öğüt verirken aniden birisi kalkıp gömleğini
yırttı. Aziz ve celil olan Allah Musa b. İmran’a şöyle
vahyetti: “Ey Musa! Ona şöyle de: “Gömleğini yırtma, aksine
benim için kalbini aç.”[1158]
552.
Konu
et-Tevfik
Başarı-Tevfik
F Bihar,
5/162, 7. Bölüm; el-Hidayet ve’l-İzlal ve’t-Tevfik ve’l-Hizlan
bak.
F 532. Konu,
el-Hidayet; 214. Konu, ez-Zalalet; 60. Konu, el-Cebir; 222. Konu, es-Saadet;
272. Konu, eş-Şakavet; el-Cihad (3), 594. Bölüm; en-Niyet, 3982.
Bölüm; el-İmtihan, 3642. Bölüm
Kur’an :
“Ey Kavmim! Rabbimden benim bir belgem
olduğu ve bana güzel bir rızık da verdiği halde, O’na
karşı gelebilir miyim? Söylesenize! Size yasak ettiğim
şeylerde, aykırı hareket etmek istemem; gücümün yettiği
kadar ıslah etmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım
ancak Allah’tandır, O’na güvendim; O’na yöneliyorum” dedi.”[1159]
22217. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı ilahi
inayettir.”[1160]
22218. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı ilahi
rahmettir.”[1161]
22219. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı rabbin
cezbeleridir.”[1162]
22220. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı Rahman
olan Allah’ın inayetidir.”[1163]
22221. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı ilk
nimettir.”[1164]
22222. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı
insanı temizliğe ve salaha çekendir.”[1165]
22223. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı en
değerli iki nasipten biridir.”[1166]
22224. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı
kurtuluşun başıdır.”[1167]
22225. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı
mutluluğun başıdır.”[1168]
22226. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı ile
mutluluk elde edilir.”[1169]
22227. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı
yumuşaklığın anahtarıdır.”[1170]
22228. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kime
başarı yardımcı olursa güzel amelde bulunur.”[1171]
22229. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kime
başarı yardımcı olmazsa, hakka yönelemez.”[1172]
22230. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarının
yardım etmediği kimse ibadetinden nasıl faydalanabilir?”[1173]
22231. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı
olmaksızın hiçbir çaba fayda vermez.”[1174]
22232. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En
hayırlı çaba başarıyla birlikte olan çabadır.”[1175]
22233. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir ilim
başarı olmadığı taktirde fayda vermez.”[1176]
22234. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarıdan
daha üstün bir nimet yoktur.”[1177]
22235. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir önder,
başarı gibi değildir.”[1178]
22236. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Afiyet gibi bir
nimet ve başarı
yardımı gibi bir afiyet yoktur.”[1179]
22237. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilin ki münezzeh olan
Allah hayır için ehil insanlar, hak için ayakta tutucu direkler, itaat
için de koruyucular tayin etmiştir. Her itaatte sizin için Allah
katından bir yardım vardır; dillere hükmeder, kalplere sebat verir.
Onda yetinenler için kifayet ve şifa isteyenlere için şifa
vardır.”[1180]
22238. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları, Allah’tan yakin
dileyin; çünkü yakin dinin başıdır... Allah’tan başarı
talep edin; çünkü başarı
sağlam bir temeldir.”[1181]
22239. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz münezzeh
olan Allah bir kul için hayır dileyince ömrünü en güzel amelde
kullanması hususunda onu başarılı kılar ve ölümden
önce kendisine itaatinde fırsatı değerlendirmekle onu
rızıklandırır.”[1182]
22240. İmam
Kazım (a.s), kendisine, “ben mükellef olduğum şey hakkında
istitaat (güç) sahibi değil miyim?” Diye soran birisine şöyle
buyurmuştur: “Sana göre istitaat nedir?” O şöyle arzetti:
“İşi yapabilme gücüdür.”İmam şöyle buyurdu: “Elbette
eğer sana yardım edilmişse, güç de verilmiştir” O
şahıs şöyle arzetti: “Meded (yardım) nedir?” İmam
şöyle buyurdu: “Başarıdır.” O şöyle arzetti:
“Başarı verilmek de nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Eğer
sana başarı verilmişse, amel edersin, (aksi taktirde) kafir
senden daha güçlü olabilir, ama ona başarı verilmediği için amel
edemez.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Bana sende gücü
yaratanın kim olduğunu söyle.”O şahıs şöyle arzetti:
“Allah Tebareke ve Teala’dır.” Daha sonra da Alim (İmam Kazım
-a.s-) şöyle buyurdu: Allah Tebarek ve Teala’nın yardımı olmadan
sen bu güçle kendine oranla, zararı def edip menfaat elde edebilir misin?”
O, “hayır” diye arzetti. İmam şöyle buyurdu: “O halde neden
sende olmayan güç ve iradeyi kendine isnat ediyorsun?” İmam daha sonra
şöyle buyurdu: “O salih şahsın şu sözünü hatırla: “Başarım
sadece Allah iledir.” [1183]
22241. İmam
Bakır (a.s), “La havle ve la kuvvete illa billah” (Allah’tan başka
güç ve kudret yoktur) cümlesinin anlamını soran birine şöyle
buyurmuştur: “Bu bizim sadece Allah’ın yardımıyla günahlardan
yüz çevirme gücüne sahip olduğumuz ve aziz ve celil olan Allah’ın
başarısıyla itaatine güç yetirdiğimiz
anlamındadır.”[1184]
22242. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah
emrettiği her işte (kula) yardım da etmiştir.”[1185]
22243. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a)
Cebrail’in aziz ve celil olan Allah tarafından geldiğini, sadece
tevfik (başarı) ile bilmiştir.”[1186]
22244. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eyyüp Peygamber (a.s)
şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım Ben senden dünyevi hiç bir şeyi
istemedim. –böylece gurura kapıldım (kapıldı.) Bu esnada
kendisine doğru bir parça bulut geldi ve ona şöyle seslendi: “Ey
Eyyüp! Bu işin başarısını sana kim vermiştir?” O
şöyle arzetti: “Sen ey Rabbim!” [1187]
22245. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizi
kendisine itaate muvaffak ettiğinden ve günahtan koruduğundan dolayı
Allah’a hamd ederiz.”[1188]
22246. İmam
Ali (a.s), oğlu Hasan’a şüphelerden kaçınma hususunda şöyle
buyurmuştur: “Bu yola girmeden önce, Allah’ın
yardımını iste; başarı elde etmek için O’na yönel; seni
şüpheye düşüren ve sapıklığa sürükleyen her
şeyden sakın.”[1189]
22247. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) ve İmam Bakır (a.s) Ramazan ayında hergün
şu duayı okuyorlardı: “Ey Allah’ım! Muhammed’e ve Ehl-i
Beyt’ine selam gönder ve bana başarı ver ki kadir gecesinde dostlarından
her birinin sahip olmasını istediğin ve her haletten daha çok
hoşnut olduğun bir halete sahip olayım.”[1190]
22248. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), Mekarim’ul-Ahlak duasında şöyle
buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Dilimi hidayet ile konuştur, bana
takva ilham et, daha temiz olan işte bana başarı ver ve beni
(senin nezdinde) daha çok beğenilen yola koy.”[1191]
22249. İmam
Ali (a.s), Malik-i Eşter’e yazdığı mektubun sonunda
şöyle buyurmuştur: “Rahmetinin
genişliğine, yüce kudretine ve her isteneni vermesine dayanarak,
Allah'ın beni ve seni hoşnut olduğu işleri başarmaya,
kendisine ve halkına yaptıklarımız için açık özürler
getirmeye, muvaffak kılmasını diliyorum.”[1192]
22250. İmam
Ali (a.s), Kusem b. Abbas’a yazdığı mektubunun sonunda
şöyle buyurmuştur: “Allah bize ve size sevdiği işlerde
başarı ihsan etsin.”[1193]
bak. es-Seadet, 1817. Bölüm, el-İmtihan,
3642. Bölüm
Başarı ve Yardımdan Mahrumiyet
Kur’an :
“Allah size yardım ederse, sizi yenecek
yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, o’ndan
başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnızca Allah’a
tevekkül etsinler.”[1194]
22251. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı ve
yardımdan mahrumiyetin her biri nefsi kendine doğru çeker. Hangisi
üstün gelirse nefis onun tarafında yer alır.”[1195]
22252. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Başarı
aklın ve başarısızlık da cehaletin
yardımcısıdır.”[1196]
22253. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Başarı sadece
Allah’tandır” ayeti ile “Allah size yardım
ederse, size galip kimse yoktur ve sizi yardımsız
bırakırsa…” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Kul aziz ve
celil olan Allah’ın emrettiği bir itaati yerine getirirse onun ameli
aziz ve celil olan Allah’ın emrine uygun olur. Bu sebeple kulu
başarılı saymışlardır. Ve yine kul bir hususta
Allah’a isyan etmeyi irade eder, Allah Tebarek ve Teala da onunla günah
arasına engel olursa ve neticede kul o günahı yapmazsa bu günahı
terk etmesi de Allah Tebarek ve Teala’nın
başarısıyladır. Ama Allah onu günahtan alıkoymaz ve
günah işlemesi için kendi haline bırakırsa, gerçekte Allah onu
kendisine bırakmış, yardım etmemiş ve başarı
vermemiştir.”[1197]
22254. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Günahlar vesilesiyle günahkara
başarısızlık hakim olur ve sonunda onu daha büyük günahlara
düşürür.”[1198]
22255. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tecrübeyi korumak
başarıdandır.”[1199]
22256. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hayret ve
şaşkınlık esnasında durmak da başarılardan
biridir.”[1200]
22257. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günah işleme
imkanını bulmamak da nimetlerden biridir.”[1201]
22258. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cisim ve gölge
birbirinden ayrılmadığı gibi dindarlık ve
başarı da birbirinden arılmaz.”[1202]
22259. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar, sizden kim Allah’tan öğüt isteyip kabul ederse,
başarıya ermiştir. Onun sözünü delil/kılavuz kabul eden “en
doğru yola hidayet”[1203]
olmuştur. Zira Allah’a sığınan emin olur;
düşmanlık eden, korku içinde yaşar.”[1204]
22260. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ı kendisine
mürşid ve hayrını dileyen kılarsa, başarı elde
eder.”[1205]
22261. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim deruni bir
uyanıklığa sahip olursa, Allah tarafından kendisine
koruyucular olur.”[1206]
22262. İmam
Ali (a.s), Osman b. Huneyf’e yazdığı mektubunda dünyaya hitaben
şöyle buyurmuştur: “Heyhat! Senin sürçme
yerlerine ayak basan kayarak düşer. Dalgalarına düşen
boğulur; (ama) senin tuzaklarından uzaklaşan başarıya
ermiştir.”[1207]
bak. el-Cihad (3), 594. Bölüm, es-Seadet, 1809.
Bölüm, eş-Şekavet, 2057. Bölüm, en-Niyyet, 2982. Bölüm
553.
Konu
el-Vefa
Vefa
F Bihar,
75/91, 47. Bölüm; Luzum’ul-Vefa bi’l-Va’d
F Kenz'ul-Ummal,
3/436; Vefa’ul-Ahd
F Bihar, 71/260;
74. Bölüm; Vefa-u Bima Ce’ele Allah al’en-Nefs
bak.
F 373. Konu,
el-Ahd; 550. Konu, el-Va’d; el-Adl, 2551. Bölüm; el-Gadir, 3036. Bölüm; ez-Zenb,
1384. Bölüm; el-Hadis, 665. Bölüm; en-Nifak, 3931. Bölüm; el-Cennet, 552.
Bölüm; el-Hadis, 2577. Bölüm
Kur’an
:
“Ey
iman edenler! Akitleri yerine getirin. İhramda iken avlanmayı helal
görmeksizin, size bildirilecek olanlar dışında, hayvanlar helal
kılındı; Allah dilediği hükmü verir.”[1208]
“Yetimin malına ergin çağa
ulaşana kadar en güzel şeklin dışında
yaklaşmayın. Ahdi de yerine getirin, doğrusu verilen ahitte
sorumluluk vardır.”[1209]
“Onlar ahdettiklerinde ahitlerine vefa ederler.”[1210]
“Akitleri yerine getirin” ifadesinin zahirinden
de anlaşılacağı gibi, Kur’an akitlere uymayı
emretmektedir. İfade, zahiri itibariyle geneldir ve geleneksel olarak akit
denilebilecek ve yerine getirilmesi sözkonusu olabilecek her muameleyi kapsar.
Akit, bu kavramın sözlük anlamını temsil eden her türlü eylem ve
söze denir. Sözlükte, bir şeyin diğer bir şeye
yapışıp ayrılmayacak şekilde bir çeşit
bağlanması anlamına gelir. Satış muamelesini buna
örnek gösterebiliriz. Çünkü bu akit, satılan şeyi satın alana
mülk olmak suretiyle bağlar. Artık satın alan satın
alınan şey üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Satış
işleminden sonra satıcının satılan şey üzerinde
ne sahipliği, ne de tasarruf yetkisi söz konusudur. Kadını
erkeğe bağlayan nikah akdini de buna örnek gösterebiliriz. Bu akdin
gerçekleşmesinden sonra erkek nikah bağı uyarınca
kadından yararlanır. Kadın bundan sonra, akit
yaptığı kişiden başkasını kendinden
yararlandıramaz. Ahd-söz verme de bunun gibidir. Söz veren kişi,
üzerine aldığı sözle ilgili olarak söz verilen şahıs
için kendi üzerinde bir hak doğurur ve üzerine aldığı sözü
çiğneme hakkına sahip değildir.
Kur’an bütün anlamlarıyla bütün akitlerin ve
sözlerin tutulmasını, her anlamıyla, her türüyle ve her
objesiyle yerine getirilmesini vurgulamış; büyük önem vermiştir.
Antlaşmalarını çiğneyenleri sert bir dille yermiş,
onları sert bir şekilde tehdit etmiştir. Buna
karşılık, burada sıralama gereğini
duymadığımız birçok ayette, söz verdiklerinde ahitlerini
yerine getirenleri ve ahitlerini tutanları övmüştür.
Konuyla ilgili ayetlerin ifade tarzları ve
konunun doğal bir akıcılıkla sunulması,
insanların fıtri akıllarıyla bunu kavrayabileceklerini
göstermektedir. Ki öyledir de. Bunun nedeni şudur: Söz verme ve sözünü
tutma, insanın yaşamı boyunca onsuz edemeyeceği bir
realitedir. Bu hususta birey ve toplum arasında herhangi bir fark yoktur.
İnsanın toplumsal hayatı üzerinde düşündüğümüz zaman,
istifade ettiğimiz bütün meziyetlerin ve güvenip
dayandığımız bütün toplumsal hakların genel toplumsal
sözleşme, akitleşme esasına ve bu genel sözleşmeden
kaynaklanan ayrıntı nitelikli sözleşmeler esasına
dayandığını görürüz. Bizler topluma kendi üzerimizde bir
hak verirsek veya kendimiz toplum üzerinde bir hakka sahip olursak, bu, ancak
sözlü olmasa bile pratikte bir akdin gereği olabilir. Sözlü ifade,
açıklamaya gerek duyulan yerde devreye girer. Bir insanın güç veya
otorite sahibi olması ya da zorbalık yapması yahut bir
mazeretinin bulunması durumunda, kendi serbest iradesiyle
gerçekleştirdiği bu akdi bozabilmesi ve çiğnemesi doğru
olursa, onun akdini çiğnemesiyle birlikte ilk önce zarar gören şey,
sosyal adalet olacaktır. Fakat sömürü ve emeğin çalınması
karşısında insanın tek sığınağı da
sosyal adalet ilkesidir. Bundan dolayıdır ki, yüce Allah verilen
sözlerin tutulmasını, yapılan akitlerin yerine getirilmesini
ısrarla vurgulamıştır. Nitekim bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Ahdi
yerine getirin, çünkü ahitten sorulacaktır.”[1211] Bu ayet, ahde
vefayı öven ve verilen sözden dönmeyi (ahde vefasızlık etmeyi)
yeren ayetlerin genelinde olduğu gibi, bir bireyin diğer bir bireye
verdiği sözü kapsadığı gibi, uluslar ve ümmetler arası
sözleşmeleri de kapsar. Hatta dinsel açıdan toplumsal
sözleşmelere uymak, bireysel sözleşmelere göre daha önemlidir. Çünkü
toplumsal sözleşmenin yerine getirilmesi ile gerçekleşen adalet daha
kuşatıcı ve eksiksiz, böyle bir sözleşmenin
çiğnenmesinin doğurduğu felaket daha genel ve
yıkıcı olur.
Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, göze gelmeyen en
ufak ve çiğnenmesi en kolay bir düzeyde olan ahitlerde bile son derece
açık ve kesin bir ifadeyle ahitlerin çiğnenmemesinin emretmiş,
bu tarz tutumları yasaklamıştır :
“(Bu, Allah ve elçisinden, anlatşma
yaptığınız müşriklere uzaklaşma
(ihtarı)dır. Dört ay daha yeryüzünde dolaşın, bilin ki siz
Allah’ı aciz bırakmazsınız ve Allah, kafirleri rezil
edecektir! En büyük hac günü, Allah ve elçisinden insanlara bir duyurudur: Allah
ve elçisi puta tapanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz bu sizin
için daha iyidir. Ve eğer dönerseniz bilin ki siz Allah’ı aciz
bırakacak değilsiniz! Kafirleri acı bir azap ile müjdele. Ancak
antlaşma yaptığınız müşriklerden anlaşma
şartlarından hiç bir şeyi size eksik bırakmayan ve size
karşı hiç kimseye arka çıkmayanlar bu hükmün
dışındadırlar. Onların antlaşmalarını,
süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Çünkü Allah sakınanları
sever. Haram aylar çıkınca, Allah’a ortak koşanları nerede
bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme
yerinde oturup onları bekleyin.”[1212]
Bu ayetler, akışlarından da
anlaşılacağı gibi Mekke’nin fethinden sonra
inmişlerdir. Allah müşrikleri alçaltmış, güçlerini yok
etmiş, otoritelerini ortadan kaldırmıştır. Bu arada
Müslümanları, egemen oldukları ve ele geçirdikleri toprakları
şirk pisliğinden temizlemeye teşvik ediyor. İman etmeleri
durumu dışında, hiçbir kayda ve şarta bağlı
olmaksızın müşriklerin kanlarını dökebileceklerini
dile getiriyor. Buna rağmen müşriklerden bir grubunu bunun
dışında tutuyor. Bunlar, Müslümanlarla aralarında
anlatşma ve saldırmazlık sözleşmesi bulunan kimselerdir.
Zayıf ve zelil düştüler diye Müslümanların bunlara kötülük
etmelerine izin vermiyor. Onların caydırıcı ve savunucu bir
güçleri yoktur diye Müslümanlar onlara zarar verici davranışlar içine
giremezler. Bütün bunlar, ahitlerin dokunulmazlığını koruma
ve takvayı güçlendirme amaçlı önlemlerdir.
Kuşkusuz, karşı taraf
yaptığı akdi bozarsa, Müslümanlar da bu akitlerini bozar ve
uğradıkları saldırıya misliyle karşılık
verirler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur :
“Ortak koşanların, Allah’ın
yanında ve elçinin yanında nasıl antlaşması olabilir?
Ancak Mescid-i Haram’da antlaştıklarınız hariç. Onlar size
dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah (ahdi
bozmaktan) sakınanları sever… Bir mümine karşı ne and, ne
de antlaşma gözetmezler. İşte saldırganlar onlardı.
Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse,
dinde sizin kardeşlerinizdirler. Biz bilen bir kavme ayetleri böyle
açıklıyoruz. Eğer anlaşma yaptıktan sonra
antlarını bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa, o küfür
önderleriyle savaşın. Çünkü onların antları yoktur, belki
vazgeçerler.”[1213]
“Kim size saldırırsa, onun size
saldırdığı kadar siz de ona saldırın ve Allah’tan
korkun…” [1214]
“Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluma
olan kininiz sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzerinde
yardımlaşın. Günah ve haddi aşma üzerinde
yardımlaşmayın. Allah’tan korkun.”[1215]
İşin özü şudur: İslam’a göre
ahdi gözetmek, gereğini yapmak her zaman için bir zorunluluktur.
Karşılıklı sözler verildikten sonra bu ahdin taraflardan
birine zarar veya yarar sağlıyor olması bir şeyi
değiştirmez. Çünkü ilişkilerde sosyal adaleti gözetmek, özel ya
da kişisel çıkarları gözetmekten daha geçerli ve daha
zorunludur. Fakat ahitleşen taraflardan birinin tek taraflı olarak
antlaşmayı bozması başka. Bu durumda diğer tarafın
da antlaşmayı bozması, uğradığı
saldırıya misliyle karşılık vermesi
kaçınılmazdır. Böyle yapılması zillete,
tutsaklaştırılmaya ve yersiz büyüklenmeye karşı bir
başkaldırıdır. Ki dini hareketin hedefi, özgürlük
hareketini destekleyip zorbalığı bertaraf etmektir.
Andolsun ki bu husus, İslam dininin
insanları öz yaratılışının gerektirdiği
hükme uygun davranmaya yöneltme bağlamında ve yine toplumsal
hayatın ancak uygulayışıyla düzene girdiği zulmün,
sömürünün ve emek istismarının ortadan
kaldırılmasının bağlı olduğu sosyal adaletin
korunması bağlamında getirmiş olduğu yüce
öğretilerden ve temel ilkelerden biridir. Kur’an-ı Kerim, bu
gerçeği açık bir dille vurgulamış ve Hz. Peygamber (s.a.a)
de bunun kusursuz uygulayıcısı olmuştur. Konu Kur’an
eksenli olmasaydı, Peygamberimizin (ona en üstün salat ve selam olsun)
hayatında yaşanan olayların bir kısmını örnek
olarak sunacaktık. Okuyucuların siyer kitaplarına ve
Peygamberimizin (s.a.a) hayatına ilişkin eserlere müracaat etmesini
salık veririz.
Antlaşmalara bağlılık
hususunda İslam’ın fiili uygulaması ile uygar ya da geri
kalmış ulusların uygulamalarını
karşılaştırır, özellikle her gün tanık
olduğumuz ve duyduğumuz güçlü uluslarla zayıf uluslar
arasında gerçekleştirilen antlaşmaları, kurulan
ilişkileri, güçlü ulusların kendi lehlerine, devletlerinin
çıkarlarına uygun olanları korumada gösterdikleri
duyarlılığı, buna karşın çıkarlarına
uygun olmayan antlaşmaları da sudan bahanelerle tek taraflı
olarak feshettiklerini göz önünde bulundurursak, bu iki uygulamanın
hakkı gözetme, hakkın hizmetinde olma açısından
taşıdıkları farkı iyice anlarız.
İslam’a bu, sözde uygar uluslara da o
tavır yakışır. Çünkü ortada iki mantık vardır.
Mantıklardan biri diyor ki: “Her ne şekilde olursa olsun, hakkı
gözetmek gerekir. Hakkın gözetilmesi toplumun yararınadır.”Diğer
mantık ise diyor ki: “Hangi yöntemle olursa olsun, hakkın zedelenmesi
pahasına bile olsa, ulusun çıkarlarını gözetmek
gerekir.”Bunların ilki dinin (İslam’ın)
mantığıdır. İkinci ise, diktatörlük, demokrasi, sosyalizm,
komünizm gibi ilkel ve uygar toplumsal ideolojilerin mantığıdır.
Şunu da biliyoruz ki, İslam bu
kararlılığı salt kavramsal olarak ahit sayılan
muameleler için göstermez. Bilakis bu hükmünü herhangi bir şeye dayanak
oluşturan her olguyu kapsayacak şekilde genelleştirir ve
gözetilmesini tavsiye eder. Bu konunun devamı sayılabilecek bazı
açıklamaları, inşallah konunun akışı içinde
sunacağız.”[1216]
22263. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yarın kıyamet
durağında bana en yakın olanınız en doğru sözlü
olanınız, emanete en çok riayet edeniniz, ahdine en bağlı
olanınız, ahlakı en güzel olanınız ve insanlara en
yakın olanınızdır.”[1217]
22264. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’a ve kıyamet gününe
iman etmişse vaad ettiğine vefa göstersin.”[1218]
22265. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Huyların en yücesi
vefadır.”[1219]
22266. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa ölçüdür.”[1220]
22267. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa efendilik
kalesidir.”[1221]
22268. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa ahitleri (veya
insanların hak ve saygınlığını) korumaktır.”[1222]
22269. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa aklın süsü ve
şerafetin göstergesidir.”[1223]
22270. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa fazla
dindarlığın ve güçlü bir emanetin nişanesidir.”[1224]
22271. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa emanetin ikizi ve
kardeşliğin süsüdür.”[1225]
22272. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa emanet için iyi bir
arkadaştır.”[1226]
22273. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa sadakat için iyi
bir arkadaştır.”[1227]
22274. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vefa sadakatin
ikizidir.”[1228]
22275. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Şüphesiz ki vefa doğrulukla beraberdir. Vefadan daha
koruyucu bir kalkan yoktur. (Kıyamette) dönüşün nasıl
olacağını (nasıl hesaba çekileceğini) bilen kimse asla
hıyanet etmez. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki hile düzenini
(vefasızlığı) uyanıklık sayıyorlar, cahiller
onları (vefasızları) uyanık addediyorlar.”[1229]
22276. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yücelik sahibi olmak bir
fazilettir, vefa ise şerafettir.”[1230]
22277. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün emanet, ahdine
bağlı kalmaktır.”[1231]
22278. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün sadakat,
ahitlerine vefa göstermektir.”[1232]
22279. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En iyi sadakat ahde
vefadır.”[1233]
22280. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin kökü, emanete
riayet etmek ve ahitlerine bağlı kalmaktır.”[1234]
22281. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel vefa göstermekle
iyiler tanınır.”[1235]
22282. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ahdine vefa gösteren
kimse, yüceliğini göstermiş olur.”[1236]
22283. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim sözünde durursa,
(dostluk için) seçilmeye layıktır.”[1237]
22284. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Verdiği sözde
durmak, yüceliğin nişanesindendir.”[1238]
22285. İmam
Seccad (a.s), kendisine, “dinin şeriatlerinin özeti nedir?” diye sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Hak söz söylemek, adil bir hüküm ve ahde vefa
göstermektir.”[1239]
22286. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse şu üç
şey hususunda mazur değildir: “Emaneti iyi veya kötü olsun herkese
geri çevirmek, iyi ve kötüye verilen ahde vefa göstermek, anne babaya iyi olsun
veya kötü olsun iyi davranmak.”[1240]
22287. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biriyle sözleştiğin
zaman vefalı ol.”[1241]
22288. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İslam’ın
yüceliklerinden biri de ahde vefa göstermektir.”[1242]
22289. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın
nişanelerinden biri de ahde vefa göstermektir.”[1243]
22290. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ahdine vefa göstermeyen
kimsenin sevgisine itina etme.”[1244]
22291. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım
söz verip vefa görmediğin ahitlerim için beni bağışla.”[1245]
22292. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en vefasızı
hükümdarlardır.”[1246]
22293. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu beş
şey benim dediğim gibidir: Cimri bir kimsenin
rahatlığı, haset eden kimsenin lezzeti, padişahın
vefası, yalancının mürüvveti ve beyinsiz kimsenin
efendiliği olmaz.”[1247]
22294. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hıyanet eden
kimsenin vefası olmaz.”[1248]
22295. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bezip usanmış
kimsenin vefası olmaz.”[1249]
554.
Konu
el-Vekar
Vakar-Ağırbaşlılık
F Bihar, 71/337,
82. Bölüm; es-Sekine ve’l-Vekar ve Gazz’is-Sevt
F Kenz'ul-Ummal,
3/252, es-Sekinet-i ve’l-Vekar
Kur’an :
“Rahman kulları yeryüzünde mütevazi yürürler.
Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve
yumuşak söz söylerler.”[1250]
“Yürüyüşünde tabi ol; sesini kış.
Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”[1251]
22296. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Vakar ve metanetten
ayrılmayın.”[1252]
22297. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İyilik elbise ve şekil
güzelliği ile değildir; iyilik sükunet ve vakar iledir.”[1253]
22298. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vakar aklın
süsüdür.”[1254]
22299. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sükunet aklın göstergesi,
vakar ise şerafetin delilidir.”[1255]
22300. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin ahlakın vakar
olmalıdır. Zira herkimin kabalığı fazla olursa
aşağılık sayılır.”[1256]
22301. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Erkeğin
güzelliği vakardır.”[1257]
22302. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vakara riayet
(insanı) hafifliğin aşağılığından
güvende kılar.”[1258]
22303. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hilmin vakarı ilmin
süsüdür.”[1259]
22304. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaşlılığın
vakarı, aydınlık ve süstür.”[1260]
22305. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
vakarı onu süsler, kabalığı ve hafifliği ise onu
ayıplı kılar.”[1261]
22306. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Topluluk arasında
vakarlı ol, halvette ise Allah’ı zikredici ol.”[1262]
22307. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zorluklarda
sabırlı ol ve sürçmelerde vakarlı ol.”[1263]
22308. İmam
Sadık (a.s), kendisine, “İnsanın hasletlerinin en güzeli
hangisidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Heybetsiz vakar,
karşılık beklemeden yapılan bağış ve dünya
metasından başkasıyla meşgul olmak.”[1264]
22309. İmam
Ali (a.s), zekat memuru olarak tayin ettiği birine şöyle
buyurmuştur: “Sonra vakar ve metanetle onlara doğru
hareket et, yanlarına varınca da selam ver ve selam vermekte kusur
etme.”[1265]
bak. 283. Konu, Eş-Şeyb,
Kur’an :
“İman edenlerin, imanlarını kat
kat artırmaları için, kalplerine huzur indiren o’dur. Göklerdeki ve
yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, hikmet sahibi
olandır.”[1266]
22310. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Erkeğin en güzel
süsü imanla birlikte olan metanetidir.”[1267]
22311. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin sarsıcı
olaylarda vakarlı, istenmeyen olaylarda sebatlı ve belalar
anında sabırlı olur.” [1268]
22312. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin sekiz haslete
sahip olmalıdır: Sarsıcı olaylar karşısında
vakarlı, zorluklarda sabırlı, hoşluk zamanlarında
şükredici, Allah’ın kendisine verdiği rızıklara
kanaatkar olmalıdır. Düşmana zulmetmemeli, dostlarına
kasıtlı davranmamalı, bedeni ondan sıkıntı ve
zahmette, insanlar ondan rahatlıkta olmalıdır.”[1269]
22313. İmam
Ali (a.s), takva sahiplerinin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Zor işlerde vakarlıdır,
tatsız işlerde sabırlıdırlar, Rahatlıkta ise
şükredenlerdendir.”[1270]
bak. el-İzzet, 2707. Bölüm
22314. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vakarın sebebi,
hilimdir.”[1271]
22315. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vakar hilime yardım
eder.”[1272]
22316. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Suskunlukla vakar
çoğalır.”[1273]
22317. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim vakarlı
olursa saygın olur.”[1274]
22318. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmin nihayeti
sükunet ve hilimdir.”[1275]
22319. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vakar için sadece
heybetten yardım alınır” [1276]
22320. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Vakar sebebiyle heybet
çoğalır.”[1277]
Metanetten Kaynaklanan Hasletler
22321. Resulullah
(s.a.a) Hz. İsa’nın aleyhi’s-selam’ın havarilerinden olan
Yahuda’nın torunlarından, Şem’un ibn-i Lavî ismiyle meşhur
bir rahibin “vakardan kaynaklana şeyler” hakkındaki sorusunun
cevabında şöyle buyurmuştur:: “Vakarın
(ağır başlılığın) semereleri lütufta
bulunmak, tedbirli olmak, emaneti eda etmek, hıyaneti terk etmek,
doğru konuşmak, namuslu olmak (fuhuştan korunmak),
malını ıslah etmek (mal ve servetini iyice koruyup yerinde
harcamak), düşmana karşı hazırlıklı olmak,
kötülükten sakındırmak ve başıboşluğu terk
etmektir. Bunlar, vakar vasıtasıyla akıllıya nasip olan
şeylerdir. Vakarlı olan, cahil ve hafif olmayan, affedip
bağışlayan ve (başkalarının hatasını)
görmezlikten gelen kimseye ne mutlu.”[1278]
555.
Konu
el-Vakf
Vakfetmek
F Bihar,
103/181; Ebvab’ul-Vukuf ve’s-Sadakat ve’l-Hebat
F Vesail’uş-Şia,
13/292; Kitab’ul-Vukuf ve’s-Sadakat
F Kenz'ul-Ummal,
16/634; Kitab’ul-Vakf
bak.
F 292. Konu,
es-Sadaka; 521. Konu, el-İnfak; 500. Konu, el-Mal
Kur’an :
“Elinde bulunandan verenin, Allah’a
karşı gelmekten sakınanın, en güzel söz olan Allah’ın
birliğini doğrulayanın işlerini
kolaylaştırırız.”[1279]
22322. Resulullah
(s.a.a), bahçesinde bir fidan ekmeye çalışan birinin yanından
geçince ona şöyle buyurmuştur: “Sana kökleri daha
sağlam, çabuk meyve veren ve meyveleri daha tatlı ve temiz olan bir
fidanı göstereyim mi?” O şöyle arzetti: “Evet, babam ve annem sana
feda olsun ey Allah’ın Resulü!” Peygamber şöyle buyurdu: “Her sabah
ve gece başladığında şöyle de: “Subhanllah
velhemdulillah, ve la ilahe illallahu vellahu ekber” (Allah münezzehitr, hamd
Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah vasfedilenden daha
büyüktür) Zira bu cümleyi söyleyecek olursan, her tesbihin için çeşitli
meyvelerden cennette sana on ağaç verilir ve onlar geriye kalan salih
işlerdendir.”
O şahıs şöyle arzetti: “Ey Allah’ın
Resulü! Şahit ol ki ben bu bağımı, Suffe ehli olan fakir
müslümanlara vakfediyorum.”Bu esnada Allah Tebarek ve Teala bu ayeti nazil
buyurdu: “Elinde bulunandan verenin, Allah’a karşı gelmekten
sakınanın, en güzel söz olan Allah’ın birliğini
doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız.”[1280]
22323. Resulullah
(s.a.a), Simğ[1281]
mülkünden bir toprak hakkında soru sorulunca şöyle buyurmuştur: “Aslını
vakfet, meyvesini ise (vakfettiğin kimselere) bırak.”[1282]
22324. Aval’il-Leali’de
Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğu yer almıştır: “Aslını
vakfet, meyvesini bırak.”Durer’ul-Leali’de ise Peygamber’den şöyle
buyurduğu yer almıştır: “Eğer istersen
aslını vakfet meyvesini
bırak.”[1283]
22325. Cabir
şöyle diyor: “Zengin olan sahabeden herkes bir şeyi
vakfetmiştir.”[1284]
22326. İmam
Ali (a.s), Siffin’den dönerken malları hakkında nasıl
davranılması gerektiği hususunda yazdığı vasiyetnamesinde
şöyle buyurmuştur: “Bu; Allah’ın kulu Müminlerin Emiri Mü’minin
Ali b. Ebu Talib’in Allah’ın rızasını kazanmak için,
kendinden sonra malları hakkında nasıl
davranılacağı konusundaki emridir; Allah bundan dolayı onu
cennetinde karar kılsın ve orada rahatlığa
kavuştursun.
...Hasan b. Ali, bu vasiyeti yerine getirir, iyi bir
şekilde bunlardan faydalanır ve yine iyi bir şekilde
harcamalarda bulunur. Eğer, Hasan’a bir şey olursa, o zaman Hüseyin
yaşıyorsa ondan sonra da bu işi o üstlenir. Hasan’ın
yaptığı gibi işleri aynı şekilde yürütür. Ali’nin
bıraktığı malda, Fatıma’nın iki oğlu ile
Ali’nin (diğer) oğulları eşittirler. Ben
Fatıma’nın iki oğlundan vasiyetimi uygulamalarını;
sadece Allah’ın rızasına erişmek, Resulullah’a
yaklaşmak, onun makamını yüceltmek ve
yakınlığımın şerafetinden dolayı istedim.
Mallarımın üzerinde tasarruf hakkına sahip olan kimseye; bu
malları aldığı gibi korumasını ve onun (hurma
ağaçlarının) meyvelerinden emrolunduğu gibi infak etmesini
ve bu köylerdeki hurma ağaçlarının fidanlarından birini
dahi satmamasını, böylece bu fidanların bütün
hurmalığı kaplamasını şart koşuyorum.”
Seyyid Razi ise şöyle diyor: “Hz. Ali’nin
bu vasiyetindeki “ella yebie min nehliha vediyyeten” cümlesinde yer alan
el-Vediyye kelimesi “hurma fidanı” anlamındadır ve çoğulu
da “vediyyun”dur. Aynı zamanda “hatta tuşkile erzuha girasen” cümlesi
de sözün en fasih ve açık olanıdır. Maksad ise içinde hurma
fidanlıklarının çok olduğu yer anlamındadır. Öyle
ki gören kimse onu tanıdığından başka bir şekilde
bulur, tanımakta zorlanır ve onun başka yer olduğunu
sanır.”[1285]
22327. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a)
ganimetleri bölüştürdü, bir parça arsa da Ali’ye verildi. Ali (a.s) o
toprakta bir çeşme kazılmasını emretti. O çeşme
kazılınca suya ulaştı ve deve boynu kadar içinden göğe
su fışkırdı. Bu yüzden İmam onu Ayn-u Yenbu
(fışkıran çeşme) olarak adlandırdı. Birisi hemen
gelerek durumu Hz. Ali’ye müjdelemek istedi. O şöyle buyudu: “Git, varisi
müjdele. Bu Allah’ın evini hac için gelen ve yoldaki yolcular için bir
sadakadır. Ne satılır, ne bağışlanır, ne de
miras alınır. O halde her kim onu satar veya
bağışlarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onun üzerine olsun. Allah ondan ne bir müstehabı kabul eder ne de
bir farzı (veya ne tövbesi kabul olur nede fidyesi.) “[1286]
22328. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) bir
orduyla birlikte dışarı çıktı. Öğlen vakti Yenbu’
bölgesine yaklaştı, öğlenin şiddetli
sıcaklığı Peygambere eziyet ediyordu. Böylece Peygamber
akasya ağacına varınca, silahlarını ağaca
astı Allah (bu savaşta) onlara fetih ve galibiyet nasip buyurdu.
Resulullah (s.a.a) o ağacın yerini (ganimetten olarak) Ali’nin
payı olarak ayırdı.” İmam Bakır (a.s) daha sonra
şöyle buyurmuştur: “Ali (a.s) daha sonra o topraktan bir miktar daha
satın aldı, kendi payına ekledi ve kölelerine o araziler için
bir su kuyusu kazmasını emretti. Su tıpkı bir devenin boyu
gibi yerden fışkırdı. Bir kişi Ali’ye doğru
koştu ve bu haber ona müjdeledi, Ali (a.s) onu sadaka kıldı ve
şöyle yazdı: “Bu Allah-u Teala için bir grubun yüzünün ak
olduğu, bir grubun ise yüzünün karardığı gün için
verilmiş bir sadakadır. Allah bu sadaka vesilesiyle yüzümü
ateşten uzak kılsın. Bu Allah-u Teala yolunda yakın ve uzak
için savaş ve barış zamanlarında yetimler, fakirler ve
köleleri azad etme yolunda verilmiş kesin bir sadakadır.”[1287]
22329. Ebu’l-Abbas,
Muhammed b. Yezid Muberred el-Kamil’de şöyle yazmaktadır: “Ebu Muhallem
Muhammed b. Hişam zikrettiği ve sonunda da Ebu Neyzer’in yer
aldığı –ki o Acem şehzadelerinden biriydi-senet
silsilesinde benim için şöyle demiştir: “Daha sonra anladım ki
Ebu Neyzer Necaşi evlatlarından idi ve küçükken İslam’a meyletmiş,
Resulullah’ın (s.a.a) yanına gelmiş, müslüman olmuş,
Peygamberin evinde kendisiyle yaşamış, Resulullah vefat edince
de o Fatıma’nın (a.s) ve evlatlarının yanına
gitmiştir.”
Ebu Neyzer şöyle diyor: “Ben biri Ebu Neyzer
çeşmesi ve diğeri de Buğeybuğe olan iki mülkün idaresini
üstlenmiştim. Ali b. Ebi Talib (a.s) yanıma geldi... Daha sonra
kazmayı eline alıp, kuyunun içine girdi, kazmaya başladı.
Bir müddet geçti, ama suya ulaşamadı. İmam alnından ter
dökülür bir halde dışarı çıktı. Alnındaki teri
temizledi, yeniden kazmayı alarak kuyunun içine girdi, kazmaya ve ses
çıkarmaya başladı. Aniden deve boynu gibi bir su
fışkırdı, Ali süratle yukarı çıkıp
şöyle buyurdu: “Allah’ı şahit tutuyorum ki bu bir
sadakadır, benim için hokka ve kalem getiriniz.”Ebu Neyzer şöyle
diyor: “Ben süratle hokka ve kalem getirdim. Ali (a.s) şöyle yazdı:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Bu vesileyle Allah’ın
kulu Müminlerin Emiri Ebi Neyzer çeşmesi ve Buğeybuğe diye
meşhur olan iki mülkü Medine fakirlerine ve yolda kalanlara sadaka karar
kılmıştır. Bu iki sadaka vesilesiyle Allah kıyamet
günü onun yüzünü ateşin sıcaklığından korusun. Bu ne
satılıktır, ne de bağışlanacak bir mülktür.
Böylece Allah onu miras alır ve o varislerin en iyisidir, şüphesiz
Hasan ve Hüseyin onlara ihtiyaç duyacak olursa bu surette onların
elindedir. Bu ikisi dışında hiç kimsenin değildir.”
Muhammed b. Hişam şöyle diyor: “Hüseyin’in (a.s)
bir borcu vardı. Muaviye Ebu Neyzer çeşmesini kendisine satması
için ona ikiyüz bin dinar gönderdi, ama Hüseyin onu satmaktan sakındı
ve şöyle buyurdu: “Onu babam, sadaka vermiş ve bu vesileyle
Allah’ın yüzünü cehennemin ateşinden korumasını
dilemiştir. Ben o iki çeşmeyi hiç bir değere satmam.”[1288]
bak. el-Mevt, 3748. Bölüm
556.
Konu
et-Tekva
Takva
F Biha, r
70/257, 56. Bölüm; et-Ta’et ve’t-Tekva ve’l-Ver’e
F Kenz'ul-Ummal,
3/89, 697; et-Tekva
bak.
F 540. Konu,
el-Vere’; el-Mevt, 3732. Bölüm; el-Bereket, 352. Bölüm; el-Havf, 1141. Bölüm;
el-Mead (3), 2988. Bölüm
Kur’an :
“Eğer
kasabaların halkı iman etmiş ve bize karşı gelmekten
sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin
bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları,
yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.”[1289]
“Bu kitap (Kur’an),
onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler (takva sahipleri) için bir
hidayettir... İşte Rablerinden bir
hidayet üzere olanlar ve kurtuluşa erenler de onlardır.”[1290]
“And olsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedir’de, Allah size
yardım etmişti; Allah’tan sakının ki
şükredebilesiniz.”[1291]
“Sakınmanızı ve böylece merhamete
uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan
biri vasıtasıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi
şaşıyorsunuz?” Dedi.”[1292]
“Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir,
hürmetler karşılıklıdır; o halde, size tecavüz edene,
size tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin. Allah’tan sakının ve
Allah’ın muttakilerle berâber olduğunu bilin.”[1293]
22330. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva huyların
reisidir.”[1294]
22331. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvalı ol,
şüphesiz ki takva Peygamberlerin ahlakıdır.”[1295]
22332. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim takva ile
rızıklanmışsa, şüphesiz dünya ve ahiret hayrıyla
rızıklanmıştır.”[1296]
22333. Resulullah
(s.a.a) Ebu Zer’e yaptığı tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Allah’tan sakın. Şüphesiz ki takva bütün
işlerin başıdır.”[1297]
22334. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva en sağlam
temeldir ve sabır en sağlam elbisedir.”[1298]
22335. İmam
Ali (a.s), kendisine, “En üstün amel nedir?” diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Takva.” [1299]
22336. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva üzere (kurulu)
sağlam temel/kök çürümez, oraya ekin ekenlerin ekini asla susuz kalmaz.”[1300]
22337. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvanın hiç bir
bedeli ve halefi yoktur.”[1301]
22338. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz takva en
iyi hazine, en sağlam sığınak, en güçlü izzet ve
iktidardır. Her kaçan kimsenin kurtuluşu, her arayan kimsenin
buluşu ve her üstünlük arayanın zaferi takvadadır.”[1302]
22339. İmam
Ebu Cafer (a.s) Said’ul Hayr’a şöyle buyurmuştur: “Sana Allah’tan
sakınmayı tavsiye ediyorum. Zira takva yok olmaktan kurtuluş
sebebi ve dönüş yerinden (ahiretten) faydalanma vesilesidir.”[1303]
22340. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva takip eden
herkesin helak olmadığı ve amel eden herkesin pişman
olmadığı bir hedeftir. Zira kurtuluşa erenler, takvayla
kurtuluşa ermiş ve ziyan edenler, günah ile ziyana ermişlerdir.”[1304]
22341. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Az da olsa Allah'tan
sakın; kendinle Allah arasında her ne kadar ince de olsa bir perde
bırak.”[1305]
22342. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim takvadan
ayrılırsa, şehvet ve lezzetlere vururlur. Günahların
şaşırtıcı çölüne düşer, tatsız olaylara
maruz kalır.”[1306]
22343. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın galip olan
hizbinden olmayı sever misin? Münezzeh olan Allah’tan sakın,
işlerinde iyi amel et. Şüphesiz Allah takva ve iyilik sahipleriyle
beraberdir.”[1307]
bak. el-Kalb, 3403. Bölüm, el-Mevt, 3732. Bölüm,
en-Nefs, 3915. Bölüm
Kur’an :
“Göklerde olanlar da, yerde olanlar da
Allah’ındır. And olsun ki, sizden önce kitap verilenlere ve size,
Allah’tan sakınmanızı tavsiye ettik. Küfrederseniz bilin ki,
göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah sınırsız
zengindir ve övgüye layıktır.”[1308]
22344. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
size takvayı tavsiye eder. Takvayı rızasının zirvesi,
mahlukata da bir ihtiyaç kılmıştır. Asla kendisinden
gizlenemeyeceğiniz ve dizginleriniz ile tüm değişen
durumlarınızı elinde tutan Allah’tan sakının.”[1309]
22345. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva Allah’ın
kullarından hoşnutluğunun nihayeti ve kullarından
istediği şeydir.”[1310]
bak. el-Vesiyyet (1), 4074-4076, 4078. Bölümler
İmam Ali’nin (a.s) Takvayı Tavsiyeleri
22346. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kulları, Allah’tan sakınmanızı tavsiye ederim; çünkü bu,
kullara tavsiye edilecek en hayırlı şeydir. Allah katında
işlerin en hayırlı sonu takvadır.”[1311]
22347. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Size örnekler getiren, ecellerinize vakit tayin
eden, Allah’tan sakının.”[1312]
22348. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Sizi hedefe götürecek azık ve
sığındığınızda sizi kurtaracak bir
sığınak olan ilahi takvaya sarılmayı tavsiye ediyorum.
Azık ve sığınak odur.”[1313]
22349. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
oğlum! Allah’tan korkup sakınmanı, emrine sürekli itaat etmeni,
kalbini (O’nun) zikriyle imar etmeni tavsiye ederim.”[1314]
22350. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Sizi güzel elbiselere bürüyen, genişçe bir
yaşayış sebepleri ihsan eden Allah’tan
sakınmanızı tavsiye ederim.”[1315]
22351. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları, Allah’tan korkup sakınmanızı ve münafıklardan
çekinmenizi tavsiye ederim.”[1316]
22352. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
kulları, size Allah’tan sakınmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü
takva kontrol edici ve ayakta duruş sebebidir. Bu yüzden onun iplerine
sımsıkı tutunun ve hakikatlerine sıkıca
yapışın.”[1317]
22353. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Size Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim.
Sizi dünyadan sakındırırım.”[1318]
22354. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere Allah’tan
sakınmayı tavsiye ediyorum. Zira ki takva her ümitli arayanın
ülküsü, her sığınak arayan kaçanın güvendiğidir.
Takvayı iç elbiseniz edinin.”[1319]
22355. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “...Sizi
ilk olarak yaratan, dönüşünüzün kendisine olduğu, arzunuza
kavuşmanızın kendisiyle sağlandığı,
amacınızın en son mercii olan, yolunuzun hedefinin kendisine
yöneldiği Allah’tan korkmanızı size tavsiye ederim.”[1320]
22356. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar Allah’tan korkmanızı, O’nun size
bağışladığı nimetlere çokca hamd etmenizi tavsiye
ediyorum.”[1321]
22357. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizi
özür getirmenize fırsat vermeyecek şekilde uyaran ve apaçık
yolu göstererek sizlere hücceti tamamlayan Allah’tan korkmanızı
tavsiye ederim.”[1322]
22358. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Size
Allah’tan korkmayı tavsiye ediyorum. Çünkü takva, Allah’ın sizin
üzerinizdeki hakkıdır ve Allah’ın yanında hak sahibi
olmanıza neden olur. Takvaya erişmek için Allah’tan yardım
dileyin ve Allah’ın mükafatına ermek için de takvadan yardım
isteyin. Dikkat edin! Takvayı koruyun ve takvayla korunun.”[1323]
22359. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere ilahi
takvayı tavsiye ediyorum. Şüphesiz takva ümitli talep eden kimsenin
gıbtası ve sığınan kaçağın güvendiği
sığınaktır.”[1324]
22360. İmam
Ali (a.s), ashabından birine yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Sana ve kendime, kendisine isyanın helal
olmadığı, kendisinden başka bir zenginliğin
olmadığı kimseden sakınmayı tavsiye ediyorum. Zira
Allah’tan korkan kimse izzetli, güçlü, tok ve suya kanmış olur,
aklı dünya insanlarının aklından üstün olur ve neticede
cismi dünya halkıyla birlikte olduğu halde kalbi ve aklı ahireti
görür, kalb nuruyla dünya sevgisinden gözlerinin gördüğü şeyleri
söndürür.”[1325]
bak. el-Vesiyyet (1), 4080. Bölüm
Takva Elbiselerin En Şerafetlisidir
Kur’an :
“Ey Adem oğulları! Ayıp
yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva
örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri
öğüt almanız içindir.”[1326]
22361. İmam
Bakır (a.s), bu ayetin (a’raf suresi, 26. Ayet) tefsirinde şöyle
buyurmuştur: “Ayette geçen libas kelimesi, giyilen elbisedir. “Riyaş”
kelimesi ise, mal ve metadır. Takva elbisesi iffettir. Zira iffetli
kimseden, elbisesi olmasa dahi ondan bir ayıp aşikar olmaz.
İffetsiz kimse ise her ne kadar elbise giymiş olsa dahi
ayıpları aşikar olur. Nitekim Allah da şöyle
buyurmuştur: “Ve takva elbisesidir hayırlı olan”
İmam daha sonra şöyle buyurmuştur: “İffet, daha
hayırlıdır.”[1327]
22362. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva elbisesi
elbiselerin en şerafetlisidir.”[1328]
22363. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim takva elbisesini
giyinirse, elbisesi eskimez.”[1329]
22364. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvayı iç
elbiseniz edinin.”[1330]
22365. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim
takva elbisesini kalbine giyerse, hayırda başkalarını
geçmiş ve amelleri kurtuluşuna neden olmuştur. Takvadan elde
ettiğiniz hayrı ganimet bilin. Cennete girmek için ona
yakışan amellerde bulunun.”[1331]
22366. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlere Allah’tan
sakınmanızı tavsiye ederim... Takvayı kalbinize giydirin ve
takva ile günahlarınızı yıkayın... Dikkat edin!
Takvayı koruyun ve kendinizi de takva vesilesiyle koruyun.”[1332]
22367. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ki cihad cennet kapılarından bir kapıdır ki Allah-u Teala
onu dostlarına açmıştır. Cihad takvanın elbisesi,
Allah’ın koruyucu muhkem bir zırhı ve sağlam bir kalkanıdır.”[1333]
22368. Allah-u
Teala’nın Musa’yla yaptığı münacaatında şöyle yer
almıştır: “Elbisen eski ama kalbin yeni olsun.”[1334]
22369. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim takva
elbisesinden soyunursa, hiç bir elbise onu örtemez.”[1335]
22370. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim takva
elbisesinden soyunursa, dünya örtülerinden hiç bir örtüyle örtünemez.”[1336]
bak. 4160. Bölüm, el-Afiyet, 2771. Bölüm, 12946,
12947. hadisler
Takva Fethedilemez Bir Kaledir
22371. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva (kendisine)
sığınan kimse için fethedilmez sağlam bir kaledir.”[1337]
22372. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva, müminin
kalesidir.”[1338]
22373. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva kendisiyle amel
eden kimse için sağlam bir kaledir.”[1339]
22374. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva en sağlam
kale, en koruyucu sığınaktır.”[1340]
22375. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin en sağlam
kaleleri takvadır.”[1341]
22376. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvaya
sığının. Şüphesiz takva koruyucu bir kalkandır,
kendisine sığınanı ve sarılanı korur.”[1342]
22377. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvadan daha iyi bir
sığınak yoktur.”[1343]
22378. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlahi
takvaya bağlanın; çünkü takva, halkası sağlam bir ip,
yüceliklerine varılmaz bir sığınaktır.”[1344]
22379. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları, biliniz ki takva sapasağlam bir kaledir.
Sapıklık ise hor ve gevşek bir kaledir; ehlini koruyamaz,
kendisine sığınanları saklayıp,
barındıramaz.”[1345]
22380. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çünkü
takva bugün bir sığınak ve kalkan, yarın ise cennete bir
yoldur. Takvanın yolu açık, yolcusu kârlıdır.”[1346]
22381. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’tan sakınırsa,
güçlü yaşar. Düşman topraklarında güvenlik içinde gezer.”[1347]
22382. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’tan
sakınırsa, Allah onu korur.”[1348]
bak. el-İslam, 1866. Bölüm
Kur’an :
“Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca,
Allah’ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.”[1349]
“Bu, Allah’ın size indirmiş
olduğu buyruğudur. Kim Allah’ın buyruğuna karşı
gelmekten sakınırsa, O, onun kötülüklerini örter, ecrini büyültür.”[1350]
22383. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva salah ve
doğruluğun anahtarıdır.”[1351]
22384. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir şey takva
kadar dini doğrultmamıştır.”[1352]
22385. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz takva
dinin bayındırlığı, yakinin
dayanağıdır, ve şüphesiz takva salahın anahtarı
ve kurtuluşun meşalesidir.”[1353]
22386. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlahi
takva, doğruluk ve istikametin anahtarı, ahiretin yegane
azığıdır. İnsanın her türlü kölelikten
kurtuluş ve helak oluştan korunma sebebidir. İsteyen, onunla
başarıya ulaşır, ona sığınan kurtulur ve
arzulara onunla ulaşılır.”[1354]
22387. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın salah
sebebi takvadır.”[1355]
22388. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
korkusu (takva), Allah’ın dostlarını O’nun koymuş
olduğu haramlarını çiğnemekten alı-koyar,
dostlarının kalplerini, O’nun korkusuna bağlar. Öyle ki
onları seherlere kadar ayakta tutar, kavurucu bir günde (oruç tutarak)
susuz bırakır da gene onlarda yorgunluk yerine rahatlık,
susuzluk yerine suya kanmışlık görülür. Ölümün yakın
olduğunu gördüklerinden salih amele koşarlar.”[1356]
22389. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben
sözüme kefilim, söylediklerimi yapacağım. Önündeki bela ve olaylardan
ibret alan kimseyi şüpheli şeylere düşmekten takva
alıkoyar... Bilin ki günahlar, dizginleri kopmuş azgın atlara
benzer. Onlara binenler günahkardır ve binicilerini ateşe atarlar.
Bilin ki takva ise itaatkar/ram olan bir deve gibidir ki dizginleri/yuları
binicilerinin elindedir ve onları cennete götürür.”[1357]
22390. İmam
Sadık (a.s) kendisine, Allah-u Teala’nın, “Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar... uğrayınca” ayeti hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kulun yapmak
istediği, ama Allah’ı hatırlayınca ondan vazgeçtiği
günahtır.”[1358]
22391. İmam
Sadık (a.s), söz konusu ayette geçen “taif” kelimesinin anlamı
hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Maksat kulun yapmak istediği,
ama Allah’ı hatırlayınca gözünü açıp ondan vazgeçtiği
günahtır.”[1359]
22392. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bilin ki takva ile
hataların zehirli iğnesi sökülür, yakin ile de yüce hedefe
ulaşılır.”[1360]
bak. en-Nefs, 3921. Bölüm, ez-Zikr, 1340. Bölüm,
el-Kalb, 3388, 3403, 3412. Bölümler
Kur’an :
“Bu kitap (Kur’an), onda asla şüphe yoktur.
O, muttakiler (takva sahipleri) için bir hidayettir.”[1361]
“Ey iman edenler! Allah’tan
sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir
anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar.
Allah büyük, bol nimet sahibidir.”[1362]
bak. Bakara, 66, Al-i İmran, 138, Maide,
46, Yunus, 6
22393. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim takva
ağaçlarını ekerse, hidayet meyvelerini toplar.” [1363]
22394. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğru
yola hidayet olmak, fesattan uzaklaşmak ve ahiretini ıslah etme
yolunda ihtiraslı olmak takvalı insanın özelliklerindendir.”[1364]
22395. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hidayet
ışıklarıyla aydınlanan akıllar ve takva
meşalelerine bakan gözler nerede?” [1365]
bak. el-Hidayet, 4002. Bölüm
Kur’an :
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir
erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline
koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah
katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok
sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.”[1366]
22396. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz rabbiniz birdir,
babanız bir, dininiz bir, Peygamberiniz de birdir. Hiç bir arabın
aceme üstünlüğü yoktur, hiç bir acemin de araba, hiç bir beyazın
siyaha, hiç bir siyahın da beyaza takva dışında bir
üstünlüğü yoktur.”[1367]
22397. Resulullah
(s.a.a), Mekke’nin fethedildiği yılda, Fazl b. Abbas ve Üsame b. Zeyd
ile birlikte Allah’ın evine girdi, daha sonra dışarı
çıktı, kapının kolundan tutup şöyle buyurdu: “Hamd kulunu
onaylayan, vaadini yerine getiren, tek başına bütün hiziplere galip
gelen Allah’a mahsustur. Allah arabın böbürlenmesini ve tekebbürünü
babalarıyla birlikte ortadan kaldırdı. Hepiniz Ademdensiniz,
Adem de topraktandır. Sizin Allah nezdinde en yüce olanınız en
takvalı olanınızdır.”[1368]
22398. Resulullah
(s.a.a), veda hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Rabbiniz
birdir, babanız birdir. Biliniz ki hiç bir arabın aceme, hiç bir
acemin araba, hiç bir beyazın siyaha ve hiç bir siyahın da beyaza
takva dışında bir üstünlüğü yoktur. Sizin Allah nezdinde en
yüce olanınız en takvalı olanınızdır. “Size
ilettim mi?” Hepsi şöyle dediler: “Evet, ey Allah’ın Resulü!” Daha
sonra Peygamber şöyle buyurdu: “O halde burada hazır olanlar, burada
olmayanlara bildirsin.”[1369]
22399. Şeyh
Mufid şöyle diyor: “İşittiğime göre bir gün Selman-i
Farsi Resulullah’ın mescidine girmiş ve insanlar ona sahip
olduğu hakkı, saçının aklığı ve Peygamber ve
Ehl-i Beyt’i (a.s) nezdindeki özel konumu sebebiyle saygı göstermiş,
onu meclisin üst yerinde bir yere oturtmuşlardır. Ömer de mescide
girince, gözü Selman’a ilişti ve şöyle dedi: “Araplar arasında
baş köşede oturan bu Acem de kimdir?” Resululah (s.a.a) minbere
çıktı, bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: “İnsanlar Adem’in
zamanından bugüne kadar bir tarağın dişleri gibidirler,
arabın aceme, beyazın siyaha takva dışında bir
üstünlüğü yoktur.”[1370]
22400. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Arap olmak baba ve soy ile
değildir, belki dil iledir. Her kim arapça konuşursa, araptır.
Biliniz ki sizler Adem’in çocuklarısınız, Adem de topraktan
yaratılmıştır. Sizin Allah nezdinde en yüce
olanınız, en takvalı olanınızdır.”[1371]
22401. İmam
Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir Kureyşli’nin
ve hiçbir Arab’ın tevazu dışında soy üstünlüğü yoktur
ve takva dışında bir yücelik söz konusu değildir.” [1372]
22402. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Övünmek amel iledir,
şerafet ve büyüklük ise mal ile, yücelik ise takva iledir.”[1373]
22403. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünya yüceliği zenginliktir, ahiret
yüceliği ise takvadır.”[1374]
22404. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünya şerafeti zenginlik iledir,
ahiret şerafeti ise takva iledir.”[1375]
22405. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvanın zahiri
dünya şerafeti, batını ise ahiret şerafetidir.”[1376]
22406. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir yücelik takvadan
daha aziz değildir.”[1377]
22407. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüceliğin
anahtarı takvadır.”[1378]
22408. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim takvalı
olursa...kuraklıktan sonra üzerine fazilet
yağmurları yağar. Kendisinden uzaklaşıp
kaçmış olan rahmet geri gelir, Yerin dibine çekildikten sonra nimetler
onun için fışkırır, azalıp
kıtlaşmasından sonra üzerine şiddetli ve bol bereket
yağmurları yağar.”[1379]
22409. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
bir kulunu günahların zilletinden takvanın izzetine
ulaştırınca onu hiç bir mal olmaksızın zengin
kılmış, hiç bir aşireti olmaksızın güçlü
kılmış, yanında hiç bir insan olmadan onu
yalnızlıktan kurtarmıştır.”[1380]
22410. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvanın
yücelttiği kimseyi aşağılamayın, dünyanın
yücelttiğini yüceltmeyin.”[1381]
bak. el-İman, 298. Bölüm, el-Ma’rifet (1),
2585. Bölüm, el-Fazilet, 3217. Bölüm, el-Kerem, 3480. Bölüm, el-Fehr, 3174.
Bölüm, 3174. Bölüm, en-Nas, 3966. Bölüm
22411. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
korkmak kalplerinizin hastalığının devası,
akıllarınızın körlüğünün basireti, bedenlerinizin
hastalıklarının şifası, göğüslerinizin
fesadının salahı, nefislerinizin kirlerinin temizleyicisi,
görmeyen gözlerinizin aydınlığı, kalbinizin her korkudan
güvenliği ve karanlıklarınızın
ışığıdır.”[1382]
22412. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hastalıkları
takva ile tedavi edin ve ölüm gelip çatmadan takvaya yönelin.”[1383]
22413. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hastalıkları
takva ile tedavi ediniz ve ölüp gelip çatmadan önce takvaya yöneliniz.”[1384]
bak. el-Kalb, 3405. Bölüm, el-Kur’an, 3295.
Bölüm, ed-Deva, 1290. Bölüm
22414. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva,
tutunacak olursan seninle Allah arasından en sağlam vesile ve
Allah’ın elim azabından koruyucu bir kalkandır.”[1385]
22415. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ilahi takvanın kulpu sağlam bir ipi ve zirvesi yüce bir
sığınağı vardır.”[1386]
22416. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlahi
takvaya sarılın. Zira takva halkası sağlam bir ip ve
zirvesi yüce bir sığınaktır.”[1387]
22417. İmam
Ali (a.s) takva sahiplerinin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın kullarından en
sevdiği, nefsine karşı Allah’ın kendisine yardım
ettiği kişidir... Doğru yolu görmüş ve onu
izlemiştir. İşaretleri bilmiş, darboğazları geçmiştir.
Yapışılması gereken kulpların en sağlamına
yapışmış, tutunulacak iplerin en kuvvetlisine
sarılmıştır.”[1388]
bak. 91. Konu, el-Mehebbet (3), 92, el-Mehebbet
(4), es-Sebeb, 1726. Bölüm, el-İman, 277. Bölüm
Takvanın Amellerin Kabulundeki Rolü
Kur’an :
“Onlara, Adem’in iki oğlunun
kıssasını doğru olarak anlat: ikisi birer kurban
sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki
edilmemişti. Kabul edilmeyen, “And olsun seni öldüreceğim” deyince,
kardeşi: “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder” demişti.”[1389]
22418. Resulullah
(s.a.a), Ebu Zer’e yaptığı vasiyetinde şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Takva ile olan amele daha çok önem ver.”[1390]
22419. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Takvasız amelden daha çok takva ile
amel etmeye önem ver. Zira takva ile iç içe olan bir amel az değildir.
Kabul edilen bir amel nasıl az olsun ki! Çünkü aziz ve celil olan Allah
şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah sadece takva sahiplerinden
kabul eder.”[1391]
22420. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amelin kabul
olmasına amelin kendisinden daha çok önem veriniz. Zira takva ile birlikte
olan bir amel, asla az değildir. Kabul olan bir amel nasıl az olsun
ki?” [1392]
22421. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva ile birlikte olan
hiç bir amel az değildir, kabul olan amel nasıl az olsun?” [1393]
22422. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah amelleri sadece şu iki sıfatla kabul eder: Takva ve
ihlas.”[1394]
22423. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s), kendisine, “Ey eba Muhammed! Ben kadın esiriyim, bu
yüzden de bir gün zina ediyorum, bir gün de oruç tutuyorum, acaba bu ona
kefaret olabilir mi?” Diye soran birisine İmam şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah nezdinde hiç bir şey itaat
edilmesinden ve isyan edilmemesinden daha sevimli değildir. O halde ne zina
et, ne de (kefaret olarak) oruç tut!” Ebu Ca’fer o şahsı kendine
doğru çekti, elini tuttu ve şöyle buyurdu: “Ey Maymun![1395] Cehennem ehlinin
işlerini yapıyor ve cenneti mi ümit ediyorsun?” [1396]
22424. Masum
(a.s) şöyle buyurmuştur: “Çabalayın ve gayret gösterin.
Eğer amel etmezseniz, (en azından) isyan etmeyiniz. Zira yapan kimse
viran etmez, az da olsa binası yükselir, ama yapıp viran eden
kimsenin binası asla yükselmez.”[1397]
bak. el-Amel (1), 2946, 2948. Bölümler
Her kim Allah’tan Sakınırsa, Allah Ona Bir Çıkış Yolu Taktir Eder
Kur’an :
“Allah, kendisine karşı gelmekten
sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği
yerden rızık verir.[1398]
Kadınlarınızdan ay hali görmekten kesilenler ile henüz ay hali
görmemiş olanların iddetleri hususunda şüpheye düşerseniz,
bilin ki, onların iddet beklemesi üç aydır; gebe olanların
iddeti, doğurmaları ile tamamlanır. Allah, buyruğuna
karşı gelmekten sakınan kimseye işinde kolaylık
verir.”[1399]
22425. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir haslet vardır ki her kim bu
hasletten ayrı düşmese dünya ve ahiret ona itaat eder ve cenneti elde
eder.”Kendisine şöyle arzedildi: “O haslet nedir ey Allah’ın Resulü!”
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “takvadır. Her kim
insanların en izzetlisi olmak istiyorsa Allah’tan sakınmalıdır”
Peygamber (s.a.a) daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Her kim
Allah’tan sakınırsa Allah onun için bir çıkış yolu
taktir eder ve onu hiç hesaba katmadığı yerden
rızıklandırır.”[1400]
22426. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer gök ve yeryüzü bir kula
başkaldırırsa ve o kul, Allah’tan çok sakınırsa,
şüphesiz Allah o ikisi arasında kendisi için yarık ve
çıkış yolu taktir eder.”[1401]
22427. Resulullah
(s.a.a), “her
kim Allah’tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu
taktir eder” ayetini okudu ve şöyle buyudu: “Yani dünya
şüphelerinden, ölümün zorluklarından ve kıyamet gününün
sıkıntılarından çıkış yolu.”[1402]
22428. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Takva ticaretine koyulun ki
hiç bir sermayeniz ve ticaretiniz olmadan size rızka ulaşasınız.”
Peygamber daha sonra şu ayeti tilavet buyurdu: “Her kim Allah’tan
korkarsa, Allah onun için bir çıkış yolu taktir eder ve onu hiç
hesaba katmadığı yerden rızıklandırır.”[1403]
22429. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri Allah için birşeyi terk edince,
Allah ona hiç hesaba katmadığı bir yerden daha iyisini verir.
Sizden biri Allah’a itinasızlık eder ve bilmeden bir şey
söylerse, Allah da ona hiç düşünmediği yerden ona daha kötüsünü nasip
eder.”[1404]
22430. İmam
Ali (a.s), Rebeze’ye sürgüne gönderildiğinde Ebuzer’e şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Sen Allah için
kızdın. Kendisi için gazablandığın kimseye ümit
bağla. Gökler ve yerler bir kula kapansa, eğer o kul Allah’tan
sakındıysa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Sana
ancak hak arkadaş olur, senden yalnız batıl kaçar.”[1405]
22431. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh
olan Allah’tan korkan kimse için Allah, her hüzünden bir çıkış,
her darlıktan bir kurtuluş yolu takdir eder.”[1406]
22432. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim
takvaya yapışırsa; bütün zorluklar yaklaşmış
olsalar bile kendisinden uzaklaşır, bütün acı işler
tatlılaşır, önüne yığılmış dağ
gibi dalgalar aralanır, yorgunluklardan sonraki bütün zorluklar kolaylaşır.”[1407]
22433. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim ilahi bir
takvayla Allah’a sığınacak olursa Allah onu korur, her kime de
Allah yönelir ve onu korursa o gökten yere düşmekten
korkmamalıdır. Eğer yeryüzü ehline bir bela inerse ve hepsini
çepeçevre kuşatırsa o takva vasıtasıyla her türlü beladan
güvende kalır. Nitekim Allah-u Teala da şöyle buyurmuyor mu? “Gerçekten
de takva sahipleri bir güvenlik yerindedirler.”[1408]
22434. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah kendisinden korkan
kimseye, sevmediği şeyleri sevdiği şeylere
çevireceğine ve onu hesaba katmadığı yerden
rızıklandıracağına dair garanti vermiştir.”[1409]
22435. İmam
Ebu Ca’fer (a.s) Sa’d’ul Hayr’a yazdığı bir mektubunda
şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah takva
vasıtasıyla kulun aklının erişemediği şeyi
kendisinden uzaklaştırır. Takva vesilesiyle körlük ve cehaleti
ondan giderir. Nuh ve kendisiyle gemide olanlar da takva sebebiyle
kurtuluşa erdiler, salih ve takipçileri yıldırımdan
kurtuldular. Takva vesilesiyle sabredenler kurtuluşa erdi ve o gruplar
helak olmaktan kurtuldular.”[1410]
22436. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz
ki, “Kim Allah’tan sakınırsa Allah, onun için fitnelerden bir çıkış yolu”
ve karanlıklarda bir nur verir. Gölgesi Allah’ın arşı, nuru
O’nun cemali, ziyaretçileri melekler, arkadaşları peygamberler olur
ve (Allah) kendisi için özel
hazırlanmış ve canının istediği her şeyi
elde edebileceği bir yurtta onu ebedi kılar.” [1411]
bak. ed-Dünya, 1263. Bölüm, er-Rızk, 1488.
Bölüm
Kur’an :
“Şüphesiz takva sahipleri, güçlü hükümdar
(olan Allah) katında, doğruluk yerinde, cennetler ve nehirler
içinde-dirler.”[1412]
22437. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Takva sahipleri efendi, fakihler
liderdirler. Onların nezdinde oturmak ise ibadettir.”[1413]
22438. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Takva sahipleri efendi, alimler ve
fakihler önderdir. Onlardan ilmin sorumluluklarını yerine
getireceklerine dair söz alınmıştır. Onların huzuru
bereket sebebidir ve onlara bakmak aydınlıktır.”[1414]
22439. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimler emindirler,
takva sahipleri kaledirler ve yöneticiler ise efendidirler.”[1415]
22440. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Şunu bilin ki muttakiler, hem dünyanın
geçici faydalarını, hem de bir müddet sonra gelecek olan ahiretin
faydalarını elde ettiler. Onlar dünya ehlinin dünyadaki nimetlerine ortak
oldular, fakat dünya ehli onların ahiretteki nimetlerine ortak
olamadılar.”[1416]
22441. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet, takva
sahiplerinin gelinleridir.”[1417]
bak. el-Miad (3), 2988. Bölüm
Takva Sahiplerinin Özellikleri
Kur’an :
“Gerçeği getiren ve onu doğrulayanlar,
işte onlar, Allah’a karşı gelmekten sakınmış
olanlardır.”[1418]
“Yüzlerinizi
doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir; lakin iyilik,
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitab’a, peygamberlere iman eden;
yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara,
yoksullara ve kölelere sevdiği halde mal veren; namaz kılan, zekât
veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve
savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru
olanlardır ve takva sahipleri ancak onlardır.”[1419]
“Doğrusu, Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak
bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan
önce iyi davrananlardı. Onlar, geceleri az uyuyanlardı. Seher
vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi. Onların mallarında
muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi.”[1420]
“Bağışlamanız Allah’tan
sakınmaya daha uygundur.”[1421]
“Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta
tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi
adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah’a karşı
gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının,
doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.”[1422]
Bak. Bakara, 2-5, Al-i İmran, 133-136
22442. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki gerçek
zenginler takva sahipleridir. Dünyanın azlığı onları
müstağni kılmıştır. Masrafları ve zahmetleri
azdır. Eğer hayır ve iyiliği unutursan, sana hatırlatırlar,
eğer onunla amel edersen, sana yardımcı olurlar. Şehvet ve
lezzetlerini arkalarına atmışlardır, rablerine itaat etmeyi
önlerine koymuşlardır. Hayır yoluna ve Allah
dostlarının dostluğuna göz dikmişlerdir. Onları
seviniz, onları veli edininiz ve onlara uyunuz.”[1423]
22443. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva sahipleri dünya
ehlinin en az masraflısı ve sana en çok yardım edenleridir.
Onları anınca sana yardım ederler. Eğer unutursan sana
hatırlatırlar. Sürekli Allah’ın işini ayakta tutarlar.
Şüphesiz Allah’ın dostluğu için, her türlü muhabbetten koparlar.
Kendi hükümdarına (Allah’a) itaat etmek için dünyadan
kaçmışlardır. Büyük bir samimiyetle aziz ve celil olan Allah’a
ve onun dostluk ve sevgisine yönelmişlerdir. Asıl maksadın da o
olduğunu bilmişlerdir. Çünkü onun yüce bir makamı vardır.”[1424]
22444. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri Ali
(a.s) sürekli şöyle buyururdu: “Takva sahiplerinin kendileriyle
tanındığı bir takım alametleri vardır:
Doğruluk, emanettarlık, ahde vefa, kadınların arasına
az karışmak, esirgemeden ihsanda bulunmak, güzel davranmak, çok
sabretmek, kendisini aziz ve celil olan Allah’a yaklaştıracak bir
ilme tabi olmak.”[1425]
22445. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva sahibinin üç
nişanesi vardır: Amelde ihlas, arzunun kısalığı
ve fırsatlardan isifade etmek.”[1426]
22446. Rivayete
göre Hz. Ali’nin ashabından muttaki olan Hemmam adlı biri: “Ey
Müminlerin Emiri bana muttakileri anlat. Hem öyle anlat ki, anları görür
gibi olayım” dedi. Müminlerin Emiri: “Allah’tan sakın ve iyi amelde bulun; şüphesiz
Allah muttakilerle ve ihsanda bulunanlara beraberdir.”[1427] diyerek
geçiştirmek istedi. Hemmam bu sözü yeterli bulmadı.
İsteğinde diretti. Bunun üzerine Hz. Ali Allah’a hamd-u senadan ve
Peygamber’e salavat gönderdikten sonra şöyle buyurdu:
“Münezzeh ve yüce olan Allah,
mahlukatı yarattı; yarattığı zaman onların itaatlerinden
müstağni ve günahlarından da güvende idi. Çünkü isyan edenin
isyanı ona zarar vermediği gibi, itaat edenin itaati de ona fayda
vermez. Aralarında geçimliklerini taksim etmiş, dünyadaki yerlerine
yerleştirmiştir. Ama muttakiler fazilet sahibidirler,
konuşmalarında doğrudurlar, tarzları
ılımlıdır, davranışları tevazu iledir.
Gözlerini Allah’ın kendilerine haram kıldığı şeyden
sakınırlar, kulaklarını kendilerine faydalı olan ilme
vakfederler. Huzur ve bela durumlarında halleri aynıdır,
(değişiklik arzetmez.) Allah’ın onlara tayin ettiği ecel
olmasaydı, ruhları göz kırpacak bir an bile olsun; azaptan
korkmak, sevabı arzulamak sebebiyle bedenleriyle durmazdı.
Gözlerinde yaratıcı büyük ve
bundan dolayı da onun dışındakiler gözlerinde küçüktür.
Cennete oranla orayı görüp nimetler içinde yaşayan ve cehenneme oranla
da orayı görüp azab çeken kimse gibidirler. Kalpleri mahzundur. Kötülüklerinden
herkes emindir, bedenleri zayıf, ihtiyaçları az ve iffetlidirler.
Çarçabuk geçen günlerde sabrettiler, sonunda uzun bir rahata erdiler. Rableri
onlara bu karlı alış verişi
kolaylaştırmıştır. Dünya onları ister, onlar
dünyayı istemezler; dünyanın esaretinden canlarını fidye
vererek kurtulurlar.
Geceleri
ayakları üzerinde durup Kur’an ayetlerini, anlamını düşünerek
ağır ağır (tertil üzere) okurlar, Onunla hüzünlere dalar,
dertlerinin çaresini onda bulurlar. O sırada müjdeleyen bir ayet
geçtiği zaman, o sevabı elde etmeyi umarlar, şevkle ona
yönelirler; (mükafatını) gözlerinin önünde zannederler. Korkutucu
bir ayet geçtiği zaman, can kulaklarını ona verirler. Cehennem
alevlerinin uğultusu adeta kulaklarında
yankılanmaktadır. Onlar
(rükûda) iki büklüm olurlar; alınları, elleri, dizleri ve ayak
parmakları ile yerlere (secdeye) kapanırlar. Böylece Allah’ın
azabından kurtulmayı dilerler.
Gündüzleri ise
halim, alim, iyi ve muttaki olurlar. Korku onları okçunun yonttuğu ok
gibi inceltmiştir. Onlara bakan hasta zanneder; oysa onlarda hiç bir
hastalık yoktur ve “halk yanlış düşünüyor” der.
Şüphesiz
onlar büyük bir iş ile meşguldürler. Az amellerine razı
olmazlar, fazlasını da çok görmezler. Kendilerini itham eder,
amellerinden korkarlar. Bir kimse içlerinden birini överse, o övülmekten
korkar ve “Kendimi başkalarından daha iyi bilirim, Rabbim ise beni
benden daha iyi bilir” der. “Allah’ım söyledikleri sözlerden beni sorumlu
tutma, beni zannettiklerinden daha üstün kıl, onların bilmedikleri
suçlarımı da bağışla” diye söylenirler.
Onlardan birinin
alametleri; senin onu dini işlerde güçlü, uzak görüşlülükte
yumuşak, imanda şeksiz şüphesiz, ilimde hırslı,
bilgisi hilimle içiçe, zenginlikte kanaatkar, ibadetinde huşu içinde,
fakirlikte muhteşem, zorlukta sabırlı, helal peşinde,
hidayette neşat, tamahtan kurtulmuş ve salih amel işlediği
halde korku içinde yaşayan biri olarak görmendir. Gündüz akşama
kadar düşüncesi şükür, gece sabaha kadar işi zikirdir. Korkuyla
geceler, neşeyle sabahlar, gaflete düşmekten çekinerek korkar,
rahmet ve fazilete nail olduğundan sevinir. Nefsi, onu istemediği bir
şeye zorlarsa, sevip istediğini ona vermez. Sevdiği şey,
zevali olmayan nimettir. Sakındığı, baki olmayan (geçici)
şeylerdir. Hilmini ilimle, sözünü amelle birleştirip
pekiştirmiştir. Onu emeli yakın, hatası az, kalbi huşu
içinde, nefsi kanaatkar, yemesi az, işi kolay, dini korunmuş,
şehveti ölmüş, öfkesi yenilmiş, hayır umulan, şerrinden
emin olunan biri olarak görürsün.
Eğer,
gafiller içinde de olsa, zikredenlerden yazılır; zikredenlerin
içinde olsa, gafillerden sayılmaz. Zulmedeni bağışlar,
kendisine vermeyene verir. Kendisine gelmeyi kesene gider, kötü sözden uzak,
sözü yumuşak, kötü olarak kınanacak işi yok, iyiliği her an
mevcuttur. Hayrı (insanlara) yönelmiş, şerri (insanlardan) yüz
çevirmiştir.
Zor işlerde
vakarlıdır, tatsız işlerde sabırlıdır,
rahatlıkta ise şükredenlerdendir. Kendisine buğz edene
zulmetmez, birini sevdiğinden günaha girmez. Aleyhine şahadet
edilmeden hakkı itiraf eder, emaneti zayi etmez, söyleneni unutmaz,
kimseye lakap takmaz, komşusuna zarar vermez, başkalarının
musibetine sevinmez, batıla girmez, haktan ayrılmaz. Susarsa
sustuğuna üzülmez, güldüğünde sesini yükseltmez. (Dostları
tarafından) isyan ve zulme uğradığı zaman, Allah
kendisine yapılanı cezalandırıncaya kadar sabreder (onu
Allah’a havale eder.)
Kendisini
zorluğa salar, oysa insanlar ondan rahattadır. Kendisini ahireti
için yorar, insanları ise rahata erdirir. Bir kimseden
uzaklaşması, temizliğinden ve zühdündendir. Bir kimseye
yaklaşması, yumuşaklığı ve
acımasındandır. Uzaklaşması büyüklükten ve kibirden;
yaklaşması da hile ve tuzaktan değildir.
Ravi diyor ki: “Söz
buraya geldiğinde Hemmam feryad edip düştü ve hemen oracıkta can
verdi. Bunun üzerine Ali (a.s) şöyle buyurdu:
“Vallahi ben de
bunun olmasından korkuyordum.”Sonra
ekledi: “Yerinde, tam ve olgun öğütler, ehline işte böyle tesir
etmeli, değil mi?”
Birisi ona: “Öyleyse
sana neden böyle tesir etmedi ey Müminlerin Emiri?”dedi. O da şöyle
buyurdu:
“Yazıklar
olsun sana. Her ecel için aşamayacağı bir vakit ve
geçemeyeceği bir sebep vardır! Dur, sakın bunun gibi bir
şeyi bir daha söyleme! Bu, şeytanın senin dilinle söylediği
bir sözdü!” dedi.”[1428]
bak. ed-Din, 1319. Bölüm, el-İman, 291-297.
Bölümler
Kur’an :
“Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah
yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları
sakınasınız diye buyurmaktadır.”[1429]
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz
kılındığı gibi, takva sahibi olasınız diye,
size de farz kılındı.”[1430]
Bak. Bakara, 63, A’raf, 63
22447. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva dinin meyvesi ve
yakinin nişanesidir.”[1431]
22448. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul sakıncası olmayan bir
şeyi sakıncalı olan bir şeye düşeceği korkusuyla
terk etmedikçe, takva sahiplerinin derecesine ulaşamaz.”[1432]
22449. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Takva sahipleri şüpheye düşme
korkusuyla sakınmaması gereken şeyler hususunda bile Allah’tan
sakınan kimselerdir.”[1433]
22450. Resulullah
(s.a.a) Ebuzer’e yaptığı tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Ey Ebuzer! İnsanın nefsini hesaba çekmesi, nereden
içtiğini,- nereden yediğini ve nereden giyindiğini hesaba
çekmesi ve neticede bunların helal yoldan mı veya haram yoldan
mı olduğunu bilmedikçe oratağını hesaba çekmesinden
daha şiddetli olmadıkça takva sahiplerinden sayılmaz.”[1434]
22451. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herşeyin bir madeni vardır,
takvanın madeni ise ariflerin
(Allah’ı tanıyanların) kalbidir.”[1435]
22452. İmam
Ali (a.s), şu duayı çok okurdu: “Hükmedilen bir kul
olarak, nefsime zulmederek sabahladım. Allah’ım benim üzerimde
hüccetin var; benim sana karşı bir hüccetim yok. Ancak bana
verdiğini almaya, beni koruduğundan korunmaya güç yetirebiliyorum.”[1436]
bak. 200. Konu, er-Riyazet, 256,
eş-Şehadet, el-İsmet 275. Bölüm, el-İman, 287. Bölüm,
ez-Zuhd, 1618. Bölüm
22453. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya
bağlanmış bir kalpte takvanın yer etmesi haramdır.”[1437]
22454. İmam
Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanların
yüzünden sakınmazsa Allah’tan da sakınmaz.”[1438]
22455. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki
dilini tutmadıkça hiç kimseye takvanın fayda verdiğini
bilmiyorum.”[1439]
22456. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim
düşmanlık ederse şüphesiz Allah’tan sakınamaz.”[1440]
bak. el-Hikmet, 924, 925, el-İman, 286.
Bölüm, et-Tema’, 2420. Bölüm, el-Heva, 4044. Bölüm, ez-Zuhd, 1619. Bölüm
Kur’an :
“Ey iman edenler! Allah’tan,
sakınılması gerektiği gibi sakının ve sizler
ancak Müslüman olarak can verin.”[1441]
22457. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan hakkıyla korkunuz. Yani O’na
itaat edilmeli, isyan edilmemeli, sürekli zikredilmeli ve
unutulmamalıdır.”[1442]
22458. İmam
Sadık (a.s) kendisine, “Allah’tan hakkıyla sakınınız” ayeti sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Gerçek takva) Allah’a itaat edilmesi isyan
edilmemesi, sürekli Allah’ın zikredilmesi, asla unutulmaması,
teşekkür edilmesi ve nankörlük edilmemesidir.”[1443]
22459. Ebu
Basir şöyle buyurmuştur: “İmam Sadık’a (a.s) “Allah’tan
hakkıyla sakınınız” ayetini sordum şöyle buyurdu:
“Bu ayet neshedilmiştir.”Ben şöyle arzettim: “Bu ayetin nasihi
nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’tan gücünüz yettiğince
sakının.”” [1444]
22460. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
hakkıyla korkun, rızayetini elde etmek yolunda çalışın
ve sizleri uyardığı elim azabından sakının”[1445]
22461. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ilahi
takva sürekli olarak kendisini geçmiş ve gelecek ümmetlere sunmuştur.
Zira Allah yarın başlattığı şeyi iade ettiği
ve verdiği şeyi geri aldığında insanlar takvaya
ihtiyaç duyarlar Takvayı hakkıyla yüklenenler ne de azdır.”[1446]
22462. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Size
Allah’tan korkmayı tavsiye ediyorum. Çünkü takva Allah’ın sizin
üzerinizdeki hakkıdır...Takva; yarın duyacakları
ihtiyaçları sebebiyle geçip gitmiş ve kalmış milletler için
sürekli kendini takdim etmiştir. O gün Allah her şeyi ilk haline
döndürecek, verdiğini alacak ve verdiklerinin de hesabını
soracaktır. Takvayı kabullenmiş ve onu gereği gibi
yüklenmiş kimseler ne kadar da azdır! İşte bunlar
sayıca azdırla.” [1447]
22463. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kollarını
sıvayan, kendini ilgi ve bağlardan soyutlayan, çaba gösteren, çabuk
davranan, var olan süresinde boş durmayan, korkarak yola koyulan, gitmekte
olduğu hedefine ve dönüş yeri olan yere doğru bakan kimse gibi
Allah’tan sakının.”[1448]
22464. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Allah’tan gönlünü O’na veren, düşüncesiyle
bedenini korku saran, gece namazlarıyla uykusuz kalan, geceyi ümitle,
gündüzleri de susuzlukla geçiren akıllı kişinin korktuğu
gibi korkun. Zühd ile
şehvetlerini öldürmüştür.”[1449]
22465. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O
halde Allah’tan o kimse gibi korkun ki, duydu ve boyun eğdi, günah
işledi ve itiraf etti, korktu ve amel etti, sakındı ve itaate
koştu, yakin etti ve iyiliğe yöneldi, ibret verildi ve ibret
aldı.”[1450]
22466. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
o kimse gibi korkun ki, yakin etti ve iyiliğe yöneldi, ibret verildi ve
ibret aldı, korkutuldu ve korktu, günahtan men edildi ve men oldu, basiret
verildi ve basiretli kılındı, cezadan korktu ve hesap günü için
amel etti.”[1451]
22467. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Allah’tan kalbi fikir ve düşünceyle
meşgul olan, dili Allah’ı
zikir ile hareket eden ve Allah korkusunu güvende olmak için önceden gönderen
kimse gibi (Allah’tan) korkun”[1452]
22468. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva (Allah’a isyandan)
sakınmaktır.”[1453]
22469. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İsmet ( günahtan
korunma) takvaya bağlıdır.”[1454]
22470. İmam
Sadık (a.s) kendisine, takvanın anlamı sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Takva Allah’ın sana emrettiği yerde yok olmaman ve
Allah’ın seni sakındırdığı yerde de hazır
bulunmamandır.”[1455]
22471. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva insanın
kendisini günaha sürüklediği her şeyden sakınmasıdır.”[1456]
22472. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvalı kimse
günahlardan sakınan kimsedir.”[1457]
22473. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvanın esası
şehveti terk etmektir.”[1458]
22474. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim şehvetine
musallat olursa, takvalıdır.”[1459]
22475. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva sahiplerinin
sakınması şehvet ve lezzetlerin varlığında ortaya
çıkar.”[1460]
22476. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvanın esası
dünyayı terk etmektir.”[1461]
22477. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva imanın
temelidir.”[1462]
22478. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sakın onların
ağlaması seni kandırmasın. Zira takva kalplerdedir.”[1463]
22479. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Takvanın tümü bilmediğin
şeyi öğrenmen ve bildiğin şeyle amel etmendir.”[1464]
22480. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takvanın
çıkışının sonları sakınmanın
girişinin başlarıdır.”[1465]
bak. 4170. Bölüm, el-Vera’, 4061. Bölüm
Takva ve Dereceleri Hakkında Bir Kaç Bölümde Bir Çift Söz
Hiç bir kanun iman olmaksızın
gerçekleşmez iman da yüce huylar ve ahlak vesilesiyle korunur ve o ahlak
da tevhit vasıtasıyla icra garantisini elde eder. O halde tevhit,
insanın saadet ağacının köklerini geliştirir, yüce
ahlakın dal ve yapraklarını onda büyütür ve temiz meyvelerini
toplumda yetiştiren de bu dallardır. Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın, hoş bir sözü; kökü
sağlam, dalları göğe doğru olan Rabbinin izniyle her zaman
meyve veren hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini
görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misal
gösteriyor. Çirkin bir söz de, yerden koparılmış, kökü olmayan
kötü bir ağaca benzer.”[1466]Allah,
Allah’a imanı köklü bir ağaca benzetmiştir ve bu ağaçtan
maksadı da şüphesiz ki tevhittir. Bu ağacın meyveleri
olduğunu, bu meyvelerin de her an rabbinizin izniyle yetiştiğini
ve bu tevhit ağacın meyvesinin de salih amel olduğunu ve hakeza
takva, iffet, marifet, cesaret, adalet, rahmet ve benzeri yüce ahlaklardan bu
ağacın bir takım dalları olduğunu belirtmiştir.
Allah başka bir yerde ise şöyle
buyurmuştur: “Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de salih
amel yükseltir.”[1467]
Allah bu ayette Allah’a doğru yükselme saadetini –ki bu Allah’a
yakınlaşmadır-temiz söze özgün kılmıştır ve
bu temiz söz de hak ve doğru olan inançtır ve o inançla uyumlu olan
amel ise o inancı yukarı götüren ve yükselişine yardım
edendir.
Hepinizin de bildiği gibi insan birçok ve
çeşitli hayat işlerinde birbiriyle yardımlaşan bireyler
topluluğu vasıtasıyla, türsel kemale ulaşabilir ve
hayatında saadete –yani hayatın en büyük hedefini teşkil eden
şeye-ulaşabilir. Zira bir insan tek başına bütün bu
işleri yapamaz. Bu da insanı, yani bu toplumsal
varlığı bir takım kanun ve kaideler yasamaya muhtaç
kılmıştır. Bu vesileyle bireylerin haklarının
çiğnenmesi önlenmiş, toplum bireylerinden her biri gücü oranında
çalışmış, daha sonra da işlerinin
sonuçlarını mübadele etmeye kalkışmış, her
birisi, amelinin değeri miktarınca başkalarının
amelinin neticesinden istifade etmiştir. Aynı zamanda güçlü ve
muktedir bir şahsın zulüm etmesine, zayıf bireylerin
haklarının çiğnenmesine ve zulme maruz kalmasına da engel
olunmuştur.
Şüphesiz bu kanun ve kurallar da bu kanun ve
kurallarla aynı ölçüde olan cezalar olduğu taktirde icra edilebilir.
Böylece bu kanun ve kurallar kanunlardan ve hukuki ilkelerden sapanları ve
insanların hakkına tecavüz edenleri tehdit etmeli, onların kötülüğünü
cezalandırmalıdır. Aynı zamanda onları iyi işlere
teşvik eden bir takım kanun ve kurallar da olmalıdır ve
hakeza insanlar üzerinde adilane ve doğru bir hakimiyetle bu
kanunların icrasını garantileyen hakim bir güç de gereklidir.
Bu arzunun gerçekleşmesi de kanunları
uygulayan gücün, suçları tanıması ve suçlular üzerinde tasallutu
olduğu taktirde mümkündür. Ama eğer suçu tanımaz veya
bilgisizliği, ya da gafleti sebebiyle bir suç işlenirse –ki böylesi
durumlar elbette çoktur-bu durumda hiç bir şey suçun gerçekleşmesine
engel olamaz. Kanunlar ise kendi kendine suçu önleyecek bir ele sahip
değildir. Hakeza eğer icra gücü, gerekli güçlerin yokluğu veya
siyaset ve ameldeki ihmalkarlık sebebiyle güçsüz kalırsa ve sonuçta
da güçlü kimseler topluma hakim olur veya suçlunun gücü icra gücünden daha çok
olursa, kanunlar çiğnenir, insanların hakkına tecavüz
yaygınlaşır. İnsan da –önceki konularda da defalarca
dediğimiz gibi-tabiatıyla menfaatçi olduğu ve menfaatleri
kendine doğru çekmek istediği için başkalarına zarar verir.
Bu musibet, sapma gücünün bizzat icra gücünde
yoğunlaştığı durumda daha da büyür veya işleri
yöneten kimsenin varlığında toplanması durumunda daha da
korkunç bir hal alır. Bu taktirde ise insanları zayıflık ve
zillete sürükler, onu adalet çizgisine çekme ve hak yola döndürmek gücünden
yoksun hale düşürür. Sonuç olarak da böyle bir durumda icra gücü veya
hakim şahıs istediğini yapan biri konumuna gelir, hiç bir güç de
ona karşı koyamaz ve onun istediği herşey olacaktır.
İnsanlık tarihi bu zalimlerin,
isyankarların halk üzerindeki acımasız
zorbalıklarının kıssası ile doludur. Şu anda da
dünyanın bir çok yerinde bunu aynen müşahade etmekteyiz. O halde
toplumsal kanun ve kurallar, her ne kadar adil kavramlar içerse de ve ceza
hükümleri her ne kadar katı olsa da kendiliğinden toplumda icra
edilemez ve sapkınlıkları önleyemez. İnsan, sadece yüce
insani ahlak ile zulüm ve fesadın köklerini kazıyabilir. Örneğin
hakka uyma hasleti, insanlığa saygı göstermek, adalet, yücelik,
hayat, acıma ve merhamet duygusunu yaygınlaştırma ve
benzeri hasletler...
Dolayısıyla da kanunlarını
ahlaki temellere oturtmayan gelişmiş ülkelerin, kudretini, gücünü ve
adaletini görünce aldanmamak gerekir. Çünkü bu işlerin icra garantisi
yoktur. Zira onlar, toplumsal düşünceye sahip bir topluluktur,
onların her bireyi sadece kendi milletinin hayrını ve
faydasını istemekte, halkından zarar ve ziyanı
uzaklaştırmayı düşünmektedir. Onların
halkının diğer zayıf milletleri köleleştirmek,
onları sömürmek, ülkelerini yağmalamak, can ve namuslarını
mübah görmek dışında bir hedefleri yoktur. Bu ilerleme ve
terakki ise sadece geçmiş zalimlerin ve cebbarların bireylere
yüklediği zorbalıkları, bunların toplumlara reva
görmesidir. O halde bugünkü millet, dünkü bireyin yerini
almıştır, kelimeler asıl manasından
uzaklaştırılmış ve karşıt kavramlar
onların yerine geçirilmiştir. Özgürlük, şerafet, adalet ve
faziletten söz edilmekte, ama aşağılık, zulüm ve rezalet
kastedilmektedir.
Kısaca kanun ve kurallar sadece insani yüce
ahlak temelleri üzerine kurulduğu ve dayanakları bu ahlak olduğu
durumda, güvende olabilir.
Bu ahlaki ilkeler ise sadece tevhide
dayandığı durumda toplumun saadetini temin edebilir, insanı
layık ve doğru amellere sürükleyebilir. Yani alemin –ve bu cümleden
insanın-yaratıcısının tek, ebedi ve ezeli
olduğuna ve hiç bir şeyin onun ilminin dışında
olmadığına, hiç kimsenin ona galip gelme gücüne sahip
bulunmadığına ve herşeyi en kamil düzen üzere
yarattığına, bütün eşyayı onlara hiç bir ihtiyacı
olmaksızın yarattığına, çok geçmeden herşeyin ona
döneceğine, amellerinin hesabının görüleceğine, iyinin iyi
işi sebebiyle mükafat göreceğine, kötünün ise kötü ameli sebebiyle
cezalanağına, onların ise ya cennette ve nimette, ya da cehennem
ve ebedi azapta olacağına iman ile mümkündür.
Açıkça görüldüğü gibi ahlak, böyle bir
inanca dayandığı taktirde insana sadece amelleriyle
Allah’ın rızayetini elde etmesi için çalışması
kalmaktadır. Takva ve Allah’tan korkmak ise onu her türlü suçu
işlemekten alıkoyan bir engeldir. Eğer ahlakın çocuğu
böyle bir inancın –tevhit akidesinin-memesinden süt emmezse şüphesiz
insan için hayat işlerinde, bu fani dünyanın metasından istifade
etmek ve maddi hayatın lezzetlerinden lezzetlenmek dışında
bir hedef kalmamaktadır. Hayatlarını dengeleyen ve toplumsal
hayat kanunlarını koruyan tek şey ise toplumun
dağılmasını ve bozulmasını
önlemek için aralarında bir takım kanunlara bağlı
kalmaları ve toplumu korumak, bu yolla diğer isteklerine ulaşmak
için bir takım isteklerinden mahrum kalmaları düşüncesidir.
Böyle bir insanın yegane hedefi, hayatı zamanında
insanların kendisini övmesi, ölümünden sonra da adının
altın satırlarla tarih sayfalarına yazılmasıdır.
Elbette halkın insanın işlerini
övmesi de bir yere kadar teşvik edicidir. Ama bu konu sadece halkın
haberdar olduğu önemli işlerde ortaya çıkmaktadır.
Halkın haberdar olmadığı cüzi veya gizli işlerde böyle
bir engel söz konusudur. Ama insanın ününün, güzel adının ve
hatırasının diri kalması –genellikle bazı hususlarda
etkilidir, özellikle içinde fedakarlığın olduğu bazı
hususlarda etkilidir. Tıpkı vatan yolunda öldürülmek, mal
bağışlamak, ülkenin ilerlemesi ve hükümet temellerini güçlenmesi
için vakit harcamak ve benzeri şeyler -hem bunlara inanan hem de uhrevi
hayatın boş bir inanç olduğunu bilen kimselerden ortaya
çıkamaz. Zira böyle bir inanca göre öldükten ve dünyadan göçtükten sonra
kendisi olmadığından artık insanların övgüsünün veya
iyi adının kendisine bir faydası yoktur. Hangi akıllı
insan, başkaları faydalansın diye kendisini mahrum kılar
veya başkaları yaşasın diye kendini ölüme atar. Zira ona
göre ölümden sonra sadece yokluk vardır, hurafe inançlarda en küçük bir
iltifatla temelden yıkılmakta, yerle bir olmaktadır.
O halde açıklığa
kavuştuğu gibi bu etkenlerden hiç biri tevhidin yerini tutamaz ve
insanı günahlardan kanun ve kuralları çiğnemekten alı
koyamaz. Özellikle eğer amel tabiatıyla açığa
çıkmayan, özellikle açıklandığı zaman, kendisini
gerektiren bir takım delillerle tam tersini ifşa eden hususlardan
olursa bu durum daha da vahimleşir. Tıpkı Mısır
Aziz’inin eşi ile Yusuf’un daha önce de söylediğimiz macerası
gibi. Yusuf iki yolun başında yer aldı: Mısır Aziz’ine
eşi hakkında hıyanette bulunmak ve Aziz nezdinde Züleyha
tarafından kendisini kastettiğine dair ithama uğramak.
İşte burada Hz. Yusuf’u (a.s) günahtan ve hıyanetten
alıkoyan şey, hiç bir başka engel olmadığı halde
sadece rabbinin makamı hakkındaki marifet ve ilmi idi.
2-Dini Takva Şu Üç Şeyle Hasıl Olur :
İsterseniz şöyle deyin ki münezzeh olan
Allah’a bu üç yoldan biriyle ibadet edilir: Korku, ümit ve sevgi. Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Ahirette çetin azâb da vardır.
Allah’ın hoşnutluğu ve bağışlaması da
vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.”[1468]
O halde imanlı şahıs, dünyanın mahiyetine teveccüh
etmelidir ve dünya metasının bir kandırıcı
olduğunu, susuz insanın sandığı çöldeki bir serap gibi
olduğunu, ama yakınlaştıkça ondan hiç bir şeyin
kalmadığını bilmelidir. O dünyayı, hayat işlerinin
hedefi kılmamalı ve bu dünyanın ardından başka bir
alemin de olduğuna inanmalıdır. Orada insan amellerinin
neticesine ulaşacak ve bu sonuç ya kötü işleri
karşısında göreceği acı azap, ya da iyi ve layık
amelleri karşısında göreceği ilahi mağfirettir.
Dolayısıyla da o azaptan korkmalı ve o mağfirete ümit
bağlamalıdır. Ayrıca Allah’ın hoşnutluğu da
vardır ve insan Allah’ın hoşnutluğunu kendi
hoşnutluğuna tercih etmelidir.
Elbette insanlar, bu üç yoldan birini tercih
noktasında farklıdırlar. Çoğunluğu teşkil eden
bazısına korku galiptir, Allah’ın zalimlere, isyankarlara ve
günahkarlara vaad ettiği azabı düşününce içlerindeki korku
artar, bedenleri daha çok titrer bu esas üzere Allah’ın azabının
korkusundan ibadetine doğru yönelir.
Diğer bazısının ise tamah ve
ümidi daha çoktur. Allah’ın vaadlerine, sevaplarına ve salih
kulları için hazırladığı derecelere teveccüh
ettiklerinde ümit ve tamahları daha da artmakta, Allah’ın rahmet ve
mağfiretine tamahlanarak, takvalarını artırmaya
çalışmakta, salih amele daha çok bağlılık
göstermektedirler.
Üçüncü grup ise, Allah’ı tanıyan ve
ilahi makama arif olan kimselerdir. Allah’a ne cezasının korkusundan
ibadet ederler, ne de sevap ümidiyle, aksine ona ibadete layık olduğu
hasebiyle ibadet ederler. Çünkü Allah’ı güzel isimlerin ve üstün
sıfatların sahibi olarak tanımışlardır ve
Allah’ı rableri, faydalarının maliki, kendilerinin ve
başkalarının iradesinin hakimi bilmektedirler. İşleri
yöneten sadece odur, onlar sadece Allah’ın kullarıdırlar. Kulun
rabbine ibadetten hoşnutluğunu, kendi hoşnutluğundan öne geçirmesinden
başka bir görevi yoktur. Bu yüzden Allah’a ibadet eder,
yaptıkları her işte ve terk ettikleri her hususta onun
rızayetini talep ederler. Onlar ne azaba teveccüh eder, ne de korkudan
ibadete yönelirler. Onlar azaba teveccüh etmez ve korkudan ibadete yönelmezler.
Hakeza tamah ile de ibadet etmez ve mükafata iltifat etmezler. Gerçi
Allah’ın azabından korkar ve rahmetini ümit ederler. Müminlerin Emiri
bu konuya işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Ben sana
ateşinin korkusundan veya cennetine tamahlanarak ibadet etmiyorum. Aksine
seni badete layık buldum ve bu yüzden sana ibadet ediyorum.”
Bu grup bütün isteklerini ve çeşitli
arzularını Allah’ın hoşnutluğuna yönelttiklerini ve
amellerini tümüyle rablerine ibadet olan tek bir hedefe
doğrulttukları sebebiyle kalplerinde ilahi muhabbet zuhur eder. Çünkü
bunlar Allah’ı, kendilerine tanıttığı şekilde
tanımışlardır. Allah ise kendini güzel isimle
adlandırmış, zatını her türlü güzel sıfatla
nitelendirmiştir. İnsanın özelliklerinden biri de güzelliğe
cezbolmasıdır. Hele bu bir de mutlak güzellik olursa! Allah
şöyle buyurmaktadır: “İşte Rabbiniz Allah O’dur.
O’ndan başka ilah yoktur. O her şeyin
yaratıcısıdır”[1469]
ve hakeza şöyle buyurmuştur.”Yarattığı
her şeyi güzel yaratan...”[1470] Burada
yaratılışın güzellik esasınca döndüğünü ve bu
yaratılış ve güzelliğin birbiriyle bağlı olduğunu,
her birinin diğerinin örneği olduğunu ifade edilmektedir. Bir
çok ayetlerde de hatırlatıldığı üzere Allah’ın
yarattığı herşey onun varlığının
nişanesidir. Gökte ve yerde olan herşeyde akıl sahipleri için
bir nişane vardır. O halde varlık aleminde Allah-u
Teala’nın varlığına delalet etmeyen, onun cemal ve celalini
ifade etmeyen hiç bir şey yoktur. Dolayısıyla eşya ve
varlıklar sahip oldukları yaratılış türü ve
güzellikleriyle Allah’ın sonsuz cemalinin nişanesidir ve Allah’a
bitmeyen güzelliği sebebiyle hamdederler. Kendilerinde var olan
çeşitli eksiklikler sebebiyle de Allah’ın mutlak zenginliğinin
göstergesidirler. Onlar mukaddes ve yüce Allah’ı tesbih ve tenzih ederler.
Allah nitekim şöyle buyurmuştur: “O’nu hamd ile tesbih
etmeyen hiç bir şey yoktur.”[1471]
O halde halkın bu grubu varlıkları tanıma hususunda
rablerinin kendilerine gösterdiği ve onları kendilerine
tanıttığı yoldan giderler. O yol da şudur ki
varlıklar Allah’ın nişaneleridir. Hakkın cemal ve celal
sıfatlarının birer alametidir. Varlıkların
kendiliğinden bir asalet ve özgürlüğü yoktur. Sadece kendi
güzellikleriyle kendileri dışındaki sonsuz güzelliği
tecelli ettiren bir ayna konumundadırlar. Onlar fakirlik ve
yoksulluklarıyla kendilerini ihata eden mutlak zenginlik sahibini
göstermektedirler. Sahip oldukları horluk ve düşüklükle üstlerindeki
yüce Allah’ın izzet ve kibiryasını beyan etmektedirler. Bu
bakışla varlık alemine bakan kimsenin çok geçmeden ruhu izzet ve
azamet dergahına cezb olacak, kalbi ilahi muhabbet ve aşkla dolacak,
kendisini ve herşeyi unutacak, nefsani arzuları ve istekleri içinden
temizleyecektir. Sonuçta bu kimse kalbini içinde Allah’tan başka hiç bir
şeyin olmadığı selim bir kalbe dönüştürecektir.
Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “İman
edenlerin Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.”[1472]
Bu delil üzere bu yolu arayanlar diğer iki
yolu yani korkudan ibadet ve ümit ve tamah üzere ibadet yolunu şirkten
uzak bir yol olarak görmemektedirler. Zira korkudan Allah’a tapan kimse
hakikatte kendilerinden azabı uzaklaştırmak için ona
sarılmaktadırlar. Tıpkı tamah ve sevap üzere Allah’a ibadet
eden kimseler gibi. Zira bunlar da hakikatte onu nimet ve yüceliğe
ulaşma vesilesi kılmaktadırlar. Eğer Allah’a ibadet
etmeksizin hedeflerine ulaşabilselerdi, Allah’a ibadet etmez, onu tanımazlardı.
Nitekim daha önce de İmam Sadık’ın (a.s) şöyle
buyurduğunu nakletmiştik: “Din muhabbetten başka bir şey
midir?” Başka bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “Ben
Allah’a aşk ve muhabbet üzere ibadet ediyorum. Bu makam temiz insanlardan
başka hiç kimsenin ulaşamadığı gizli bir
makamdır...”Allah’a aşk ve sevgi duyanları temizler olarak
adlandırmasının sebebi de onların nefsani heva ve
heveslerden ve maddi isteklerden uzak olmalarıdır. O halde ibadette
ihlas, sadece sevgi ve aşk ile kemale erer.
3-Muhabbet Nasıl İhlasa Sebep Olur?
Allah-u Teala’ya azap korkusundan ibadet etmek,
insanı bir takım şeyleri terk etmeye zorlamaktadır. Yani
ahirette kurtuluş için zühde ve dünyaya rağbet göstermemeye. O halde
zahidin işi, haram olan şeylerden veya haram anlamını
taşıyan işlerden, yani vacipleri terk etmekten uzak
durmasıdır. Allah’a sevap ve mükafat üzere ibadet etmek de
insanı bir takım amellere zorlamaktadır. Yani dünyada, cennet ve
ahiret nimetlerine ulaşmak için bir takım salih amellerle ibadet
etmeye zorlamaktadır. O halde abid olan kimsenin işi de farzları
veya farz anlamını taşıyan şeyleri, yani haramı
terk etmeyi gerçekleştirmektir. Bu her iki yolda hakikatte insanı din
için ihlasa sürüklemektir, dinin Rabbi için ihlasa değil. Ama münezzeh
olan Allah’ın sevgisi kalbi, Allah’tan başkasına örneğin
evlat, eş, mal, servet, makam gibi bağlılıktan hatta
insanın kendisini lezzetler ve nefsani arzulardan koparıp almakta,
temizlemektedir. Kalbi sadece Allah’a, din, Peygamber ve bir şekilde
Allah’la irtibatı olan bir şeye özgü kılmaktadır. Zira bir
şeyi sevmek, onun etkilerini de sevmeyi gerektirir. O halde böyle bir
insan, işler arasında sadece Allah’ın sevdiği işleri
sever ve düşman olduğu işlere düşman kesilir. Allah’ın
hoşnutluğu ile ve Allah’ın hoşnutluğu için hoşnut
olur. Allah’ın gazabı için gazaplanır. Bu sevgi, insan için amel
yolunu aydınlatan bir nurdur. Nitekim Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında
yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu…”[1473]
Bu muhabbet, onu iyiliklere ve salih amellere hidayet ettiren ruhtur. Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur: “Katından bir ruh ile
onları desteklemiştir.”[1474]
Böyle bir insandan güzellik
dışında bir şeyin çıkmamasının ve her türlü
hoş olmayan işten uzak durmasının hikmeti de işte
budur. Alemdeki varlıklardan herhangi birine ve alemde ortaya çıkan
olaylardan birine önemli olsun veya olmasın, az veya çok
baktığı zaman onu sevmekte ve güzelliğini görmektedir. Zira
onları salt nişaneler olarak görmektedir ve bu nişaneleri de her
türlü çirkinlikten ve kötü işlerden uzak ve bu eşyaların
ardında olan mutlak güzellik ve cemalın, tecelli ettirdiğini
bilmektedir.
Bu sebeple böyle bir insan rabbinin nimetlerinden
sevinç içindedir. Bu sevincinde hiç bir hüzün yoktur. Hiç bir dert ve hüznün
olmadığı lezzetler içindedir. İçinde hiç bir korku ve
endişenin olmadığı güvenlik içinde yüzmektedir. Çünkü kötü
etkiler, insanın kötülüğünü derk ettiği ve şer ve
kötülüğü gördüğü zaman ortaya çıkar. Güzellikten başka bir
şey görmeyen ve olayları da kendi rızayeti ve kalbinin
meramıyla örtüşme içinde gören bir insanın, hüzün korku, kötü
görülen ve kendisine eziyet eden herhangi bir şeyi görmesi söz konusu
değildir. Aksine münezzeh olan Allah’tan başka hiçkimsenin
bilmediği bir sevinç içindedir. Bu da sıradan nefislerin
derkedebileceği ve künhüne varabileceği bir aşama değildir.
Sıradan insanlar sadece nakıs düşünceleriyle belli bir
şekilde onu idrak edebilirler.
“İyi bilin ki, Allah’ın
dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah’a iman
etmiş ve O’na karşı gelmekten sakınmışlardır”[1475]
gibi ayetler bu manaya işaret etmektedir. Hakeza şöyle
buyurmuştur: “İşte güven; onlara, iman edip
haksızlık karıştırma-yanlaradır. Onlar doğru
yoldadırlar.”[1476]
Bunlar Allah’a
yakınlaştırılmış olan kimselerdir. Zira onlar ile
rableri arasına hiç bir hissedilir,
vehmedilir şeyler, nefsani arzular ve şeytani vesveseler engel
olamaz. Çünkü gördükleri herşey, Allah-u Teala’yı aşikar
kılmaktadır, örten bir perde değildir! Bu yüzden de Allah onlara
ilmi yakini vermiş, kendisi ile onlar arasındaki perdeyi kenara
çekerek, nezdindeki maddi kör gözlerden gizli olan hakikatleri onlar için
aşikar kılmıştır. Allah-u Teala bu anlama işaret
ederek şöyle buyurmuştur: “Ama iyilerin defteri
yüksek katlardadır. O yüksek katların ne olduğunu sen bilir
misin? O, gözde meleklerin gördüğü, yazılı bir Kitaptır.”[1477]
Hakeza Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin, eğer
kesin olarak bir bilseniz, and olsun ki, cehennemi görürdünüz.”[1478]
Bu konuda bu kitabın altıncı
cildinde “Ey
iman edenler! Siz kendinize bakın”[1479] ayetinin
tefsirinde gerekli açıklamayı yapmış bulunmaktayız.
Özetle bu grup hakikatte Allah’a tevekkül eden,
işlerini Allah’a havale eden, Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnut
olan, emrine teslim olan kimselerdir. Zira onlar iyilikten başka bir
şey görmemiş, güzellikten başka bir şey müşahade
etmemişlerdir. Bu anlam da, bu tevhidi inançla uyumlu olan yüce ahlaki
ilkelerin ve üstün melekelerin ruhlarında kökleşmesine ve neticede de
amellerinde ihlas sahibi oldukları gibi ahlaklarında da ihlas sahibi
olmalarına sebep olmuştur. Allah için din ihlasının
anlamı da budur. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “O diridir, O’ndan
başka ilah yoktur. Dini yalnız O’na has kılarak O’na
yalvarın.”[1480]
4-Kulun Allah Vesilesiyle Halis Olması
İşte bu da kulun deruni
ihlasını Allah’a mensup bilmesi anlamındadır. Zira kul
kendisinde gördüğü herşeyi Allah’tan bilmektedir, O’nu herşeyin
maliki saymaktadır, Allah’ın mülkiyetine
çıkardığı herşeyin gerçek maliki Allah’tır. O
halde eğer kul dinini –veya deyiniz ki kendisini-Allah için halis
kılarsa, bu hakikatte onu kendisine halis kılan Allah’tır.
Burada varolan bir nükte de münezzeh olan
Allah’ın bazı kullarını doğru bir fıtrat ve
mutedil bir yaratılışla icat etmiş olmasıdır. Bu
delil sebebiyle de bu grup baştan keskin zihinleri,doğru
algılayışları, temiz ruhları ve selim kalpleriyle
yetişmişlerdir. Fıtrat sefası ve nefsin selametiyle de
ihlas nimetine ulaşmışlardır. Oysa diğerleri büyük bir
çaba ve gayretle buna ulaşmaktadırlar. Hatta onların
ulaştığı ihlas bundan daha da yücedir. Zira derunları
engelleyici her türlü pisliklerden temizlenmiştir. Zahiren Kur’an örfünde
Allah’ın ihlas sahibi olarak nitelendirdiği kimseler de
bunlardır.
Bunlar peygamberler ve masum imamlardır.
Kur’an-ı Kerim açık bir şekilde Allah’ın bu grubu
seçtiğini, kendisi için topladığını ve kendisi için
halis kıldığını beyan etmektedir ve şöyle
buyurmaktadır: “Bir kısmını seçtik ve doğru
yola eriştirdik.”[1481]
Hakeza şöyle buyurmuşitur: “O, sizi
seçmiş ve dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.”[1482]
Allah bu gruba öyle bir ilim ve marifet
vermiştir ki onları her türlü günah işlemekten ve isyana
bulaşmaktan alı koymaktadır. Bu marifet ve ilim sayesinde küçük
veya büyük her türlü günahın ortaya çıkışı mümkün
olmamaktadır. İsmet ve adalet melekesinin farkı da budur. Zira
her ikisi de günah ve masiyetin meydana gelmesine engel olmaktadır. Ama
şahıstaki ismet varlığı, artık masiyetin ve
günahın ortaya çıkışını imkansız
kılmaktadır. Aksine adalet melekesi bu işi imkansız
kılmamaktadır.
Önceden de dediğimiz gibi bu grubun
özelliklerinden biri de rableri hakkında başkalarının sahip
olmadığı bir marifete sahip olmalarıdır. Münezzeh olan
Allah bu manayı tekit ederek şöyle buyurmuştur: “Allah
onların vasıflandırmalarından münezzehtir. Allah’ın
içten bağlı kulları bunların
dışındadır.”[1483] Daha önce de
dediğimiz gibi ilahi sevgi bu grubun
sadece Allah’ın istediği şeyi istemesine ve Allah’a isyana yüz
çevirmelerine sebep olmaktadır. Allah bu konuyu sözünün bir kaç yerinde
iblisin sözünden naklen beyan etmiştir. Tıpkı şu ayet gibi:
“İblis:
“Senin kudretine and olsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan
kulların bir yana, hepsini azdıracağım” dedi.”[1484]
İsmetin ilim zümresinden olduğunun
delillerinden biri de Peygambere hitap eden şu ayettir. “Eğer sana
Allah’ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir
takımı seni sapıtmağa çalışırdı.
Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana
da bir zarar vermezler. Allah sana Kitab ve hikmet indirmiş, sana
bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana olan nimeti
büyüktür.”[1485] Biz Nisa
suresinin tefsirinde de bu ayetin açıklanmasını geniş bir
şekilde yapmış bulunmaktayız. Hakeza Allah-u Teala Yusuf’un
dilinden de şöyle buyurmaktadır: Yusuf: “Rabbim! Hapis
benim için, bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer
tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve
bilmeyenlerden olu-rum.”dedi.”[1486]
İsmetin ilim ve marifet türünden bir
şey olduğu konusu bir kaç nüktede açıklığa
kavuşmaktadır. Evvela bu ilmin diğer marifetlerle
farklılığı ameli etkilerinin yani insanı uygun olmayan
işlerden alıkoymasının ve uygun olan işlere
teşvik etmesinin sürekli sapmaz ve kesin bir tesir oluşudur.
Diğer ilim ve marifetler ise bunun aksinedir. Yani bu, tesirlerinin
ekseriyetini ve sürekli olmayışını ifade etmektedir.
Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Gönülleri kesin
olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü
onları bile bile küfrettiler.”[1487] Hakeza
başka bir ayete ise şöyle buyurmuştur: “Heva ve hevesini
ilah edinen ve bilgisi olduğu halde Allah’ın
şaşırttığı kimseyi gördün mü?”[1488] Hakeza
başka bir ayete ise şöyle buyurmuştur: “Ancak,
kendilerine ilim geldikten sonra birbirini çekememezlikten
ayrılığa düştüler.” [1489]
Hakeza buna Allah-u Teala’nın şu sözü
de delalet etmektedir: “Allah, Allah’ın halis kulları
dışında nitelendirenlerin nitelendirdiği şeylerden
münezzehtir.”Zira halis olanlar yani peygamberler ve imamlar Allah-u
Teala’nın sıfat ve isimleri ilgili marifetleri bizlere beyan
ettikleri halde ve biz de Kur’an yoluyla bu ilim ve marifetleri elde etmemize
rağmen bu ayeti şerife Allah’ı bizim onun hakkında
yaptığımız nitelendirmelerden münezzeh kabul etmektedir.
Ama bu ihlas sahibi kimselerin nitelendirmelerini doğru saymaktadır.
Bu da onların ilim ve marifetinin bizim ilim ve marifetimizden başka
oluşunu ifade etmetkedir. Gerçi bir açıdan her iki ilmin de taalluk
ettiği şey birdir.
İkinci nükte de şudur ki bu ilim ve
marifet yani ismet melekesi insanı iradi fillerinde özgür olmaktan
alıkoymamaktadır. Ve onu icbara, mecburiyet ve çaresizliğe
sürüklememektedir. İlim ve marifet özgür iradenin temellerinden biri
olduğu halde nasıl böyle bir etkiye sahip olabilsin ki? Hatta ilim ve
marifet gücü irade diye bir gücün ortaya çıkmasına sebep
olmaktadır. Örneğin esenlik dileyen bir kimse, sıhhat ve selamet
dileyen bir kimse falan sıvının hemen öldüren bir zehir
olduğuna yakın ederse kesinlikle kendi iradesiyle onu içmekten
sakınacaktır. Bir fiilin faili de cebir ve mecburiyetin yapma veya
terketme taraflarından birini imkan haletinden imkansızlık
haline dönüştürmesiyle mecbur olmaktadır.
Bu konunun şahidi de şu ayeti
şerifedir. “...bir kısmını seçtik ve doğru
yola eriştirdik. Bu, Allah’ın kullarından dilediğini
eriştirdiği yoludur. Şirk koşarlarsa amelleri boşa
çıkar.”[1490] Bu ayette
onların (peygamberlerin) Allah’a şirk koşabildikleri halde ilahi
hidayetin onlara engel olduğunu beyan etmektedir. Bu dediğimiz
şeylerin başka bir delili de şu ayettir. “Ey Peygamber!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun
elçiliğini yapmamış olursun.”[1491] Ve bu konuda
benzeri bir çok ayetler vardır.
O halde masum insan kendi iradesiyle günahtan
uzak durmaktadır. Onların günahlardan uzak duruşunun ismet ve
Allah’ın korumasına isnat edilmesi, masum olmayan insanların
günahlardan uzak durmasının ilahi başarıya isnadı
gibidir.
Bu konunun, peygamberlerin ve imamların
ismetinin Ruh’ul Kudus’ün teyidiyle gerçekleştiğini ifade eden
haberler ve rivayetler ve Kur’ani ifadelerle bir çelişkisi yoktur. Zira
Ruh’ul Kudus’e isnadı müminin iman ruhuyla teyit edilmesi gibidir.
Sapıklığın ve delaletin şeytana ve şeytani
vesveselere isnadı gibidir. Bu isnatlardan hiç birisi fiilin irade ve
ihtiyar sahibi bir failden ortaya çıkmış bir fiil olma
haletinden çıkmasına sebep olmamaktadır. Bu konuya dikkat edin.
Evet bir grup ise şöyle diyor: “Münezzeh
olan Allah insanı günahtan korumaktadır ama irade ve
ihtiyarını ortadan kaldırmakla değil, sebepler ve etkilerle
savaşarak ve onlara üstün gelerek bu işi yapmaktadır.
Örneğin bir irade yaratarak veya bir melek göndererek şahsın
iradesine karşı koymaktadır ve onun iradesinin etkilenmesine
engel olmaktadır veya onun yolunu değiştirmekte ve kastettiği şeye ters bir hedefe
yönlendirmektedir. Tıpkı zayıf bir insanı istediği
gibi davranmaktan alıkoyan güçlü bir insan gibi.
Gerçi bu gruptan bazısı cebirye
mezhebine girer, ama bu görüşün tüm takipçileri arasında ortak olan
bu ve benzeri görüşlerin dayandığı temel ilke
varlıkların yaratıcıya ihtiyacının sadece vücuda
gelmesinde olduğu, vücuda geldikten sonra kendi bekaları için
artık Allah’a ihtiyaçları olmadığı
inancıdır. Zira münezzeh olan Allah da diğer sebeplerin
yanısıra bir sebeptir. Ama Allah daha güçlü olduğu için
varlıkların beka haletinde de istediği bir tasarrufta
bulunabilir, engelleyebilir veya özgür bırakabilir, diriltebilir ve
öldürebilir. Afiyet verebilir veya hasta kılabilir. Rızkını
genişletebilir ve daraltabilir. Ve benzeri işler... Örneğin
eğer bir kulu kötülükten alıkoymak isterse bir melek yaratarak onunla
tabiatının gerektirdiği hususunda savaşır, iradesini
kötülük yönünden hayır yönüne değiştirir. Veya bir kulu da
sapıklığa layık olduğuı için saptırırsa
iblisi ona musallat eder iblis de onu iyiliklerden kötülüğe yöneltir. Ve
bu tasarruflar da icbar ve zorlamaya varacak ölçüde bir tasarruf değildir.
Vicdani müşahadelerimiz de bu görüşü
reddetmektedir. Zira iyi veya kötü yaptığımız işlerde
açıkça müşahade ettiğimiz gibi bize aykırı olan,
bizimle çekişen ve bize galip gelen başka bir sebep mevcut
değildir. Varolan tek şey nefsimizdir ve şuur ve bilinçle
irtibat halinde olan bir irade üzere ve bu ikisi de (bilinç ve irade) nefisle
irtibat olduğu halde amellerini yapmaktadır. Nefsimizin
dışında olduğunu akli ve nakli delillerin de isbat
ettiği melek ve şeytan insandan sonra yer alan etkenlerdir
yanısıra değil.
Ayrıca tevhidi marifetler, Kur’an ve tevhidi
ifade eden tüm öğretiler bu görüşü tümüyle reddetmektedir ki geçen
konular arasında bu konuda pek çok açıklamalarda bulunduk. [1492]
Kur’an :
“Allah şüphesiz adaleti, iyilik
yapmayı, yakınlara bakmayı emreder;
hayasızlığı, fenalığı ve haddi
aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.”[1493]
22481. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Takvanın üsaresi “Şüphesiz
Allah adaleti ve iyiliği emreder” ayetindedir.”[1494]
22482. Mecme’ul
Beyan’da şöyle yer almaktadır: “Abdullah b. Mes’ud
şöyle demiştir: “Bu ayet iyilik ve kötülük hakkında
Allah’ın kitabında yer alan en kapsamlı ayettir... Rivayette de
yer aldığına göre Osman b. Mez’un şöyle demiştir:
“Resulullah (s.a.a) bizlere islamı kabul etmeyi teklif edince biz utanarak
müslüman olduk. İslam kalbime yerleştiğinde bir gün resulullah
düşünceye dalmışken hizmetine vardım, aniden gözlerini
göğe dikti adeta bir şeyler anlatmak istiyordu. Kendine gelince o
haletini sordum ve şöyle buyurdu: “Evet seninle sohbet edince aniden
Cebrail’i havada gördüm bana şu ayeti nazil buyurdu: “Şüphesiz
Allah adaleti ve iyiliği emreder” Peygamber bu ayeti sonuna kadar
benim içime okudu işte o an İslam kalbimde kökleşti amcası
Ebu Talib’in yanına gittim, konuyu ona anlattım. Ebu Talib şöyle
dedi: “Ey Kureyş ailesi Muhammed’e uyunuz ki kurtuluşa eresiniz.
Çünkü o sizlere sadece yüce insani hasletleri emretmektedir...
İkrime’den şöyle nekledilmektedir:
Peygamber (s.a.a) bu ayeti Velid b. Muğire için okudu ve Velid şöyle
dedi: “Ey kardeşimin oğlu tekrarla” Resulullah (s.a.a) ayeti tekrar
okudu Velid şöyle dedi: “Bu sözün bir tatlılığı
vardır ve özel bir güzelliğe sahiptir. Üstü meyve doludur altı
yemyeşil ve nimet doludur. Bu beşerin sözü değildir.”[1495]
bak. el-Adl, 2547. Bölüm, eş-Şeria,
1981. Bölüm, el-İslam, 1872. Bölüm
22483. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan en takvalı
olanı lehine ve aleyhine olan şeylerde hakkı söyleyen kimsedir.”[1496]
22484. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın farzlarıyla amel et ki
insanların en takvalısı olasın.”[1497]
22485. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanların en
takvalısı olmayı severse Allah’a tevekkül etmelidir.”[1498]
bak. el-Vera’, 4063. Bölüm
Kur’an :
“Onlar: “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve
çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar
ihsan et ve bizi, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder yap”
derler.”[1499]
22486. İmam
Ali (a.s) Peygamberin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Muttakilerin imamı, hidayete erenlerin gözüdür.”[1500]
22487. Resulullah
(s.a.a) Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Müslümanların
efendisi ve takva sahiplerinin imamı hoş geldin.”[1501]
22488. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe götürüldüğüm zaman… Allah
bana Ali hakkında üç haslet vahyetti: O müslümanların efendisi, takva
sahiplerinin imamı ve yüzü, eli ve ayağı ak olanların
lideridir.”[1502]
Kur’an :
“Ehline namaz kılmalarını emret,
kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana
rızık veren biziz. Sonuç Allah’a karşı gelmekten
sakınanındır.”[1503]
“Bu ahiret yurdunu,
yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç
Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[1504]
“Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen
olaylardır. Sen de, milletin de daha önce bunları bilmezdiniz.
Sabret, sonuç, takva sahiplerinindir.”[1505]
22489. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
size afiyet ve selametlik verirse ona yönelin, derde, belaya uğrarsanız
sabredin.”[1506]
22490. İmam
Ali (a.s) takva hakkında öğüt verirken şöyle buyurmuştur: “(Muttakilere
gelince...) “Rablerinden sakınanlar
bölük bölük cennete sevk edilirler.”[1507]
Onlar azaptan güvende, kınanmaktan kurtulmuş, ateşten pek
uzakta, güvenli evlerde yer almış, yerlerinden hoşnut
olmuşlardır. Onlar öyle kimselerdir ki işleri dünyada
tertemizdir, gözleri ağlar, dünyada huşu ile boyun eğmek ve
bağışlanma dilemekle, geceleri gündüz; insanlardan çekinip
korkmakla da gündüzleri gecedir. Allah da onlara cenneti konak kıldı,
yaptıklarının karşılığını verdi. “Onlar buna ehil ve layık kimselerdir.”[1508]
Orada mülkleri devamlı, nimetleri kalıcıdır.”[1509]
Allame Tabatabai (Allah kendisinden razı
olsun) İslamda toplumsal ilişkiler hakkındaki sözünün
onbeşinci bölümünde şöyle buyurmaktadır:
Hak Din Sonunda Tüm Dünyaya Galip Gelecektir
Akibet Takva Sahiplerinindir
İnsan türü, kendisine armağan edilen
fıtri yapısı sebebi ile gerçek mutluluğu ister. Bu da ancak
toplumsal hayat bazında nefsine dünyevi ve uhrevi hayattan pay
sağlayarak organik ve ruhi hayatının tahtına oturmasıyla
gerçekleşir. Daha önce belirtildiği üzere bu, İslam’ın ve
tevhit dininin ta kendisidir.
İnsanlığın, amacı
doğrultusunda ilerlemesi ve kemalinin doruğuna yükselmesi sürecinde
görülen sapmalara gelince, bunlar fıtratın hükmünün geçersiz
oluşundan değil, uygulamadaki hatalardan
kaynaklanmıştır. Yaratılışın güttüğü
gaye ise, er veya geç kesinlikle gerçekleşecektir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed,
Allah’ı bir bilici olarak yüzünü doğruca dine çevir, fıtrata
uygun olarak dine dön ki, O insanları ona göre yarattı.
İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu
bilmez.” Allah
demek istiyor ki, gerçi çoğu insanların fıtratları bu
gerçeği özet halinde biliyor, ama insanları onu
ayrıntılı ve net olarak bilmiyorlar. “Böyle yaparlar ki,
kendilerine verdiğimiz nimete nankörlük etsinler. Haydi biraz maddi yarar
sağlayıp eğlenin bakalım. Yakında sonunuzun ne
olduğunu öğreneceksiniz… İnsanların elleri ile
işledikleri kötülükler yüzünden karada ve denizde fesat çıktı.
Allah belki dönerler diye onlara yaptıklarının bir bölümünün
cezasını tattırıyor.”[1510]
Bir başka ayetlerde de şöyle buyuruyor: “Allah öyle bir
topluluk ortaya çıkaracak ki, Allah onları sevdiği gibi onlar da
O’nu severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere
karşı onurlu davranırlar. Allah yolunda cihad ederler. Hiç
kimsenin yergisinden ve kınamasından çekinmezler.”[1511]
“Andolsun biz zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yeryüzüne mutlaka
salih kullarım varis olacaktır” diye yazdık.”[1512]
“Sonuç, takvanındır.”[1513]
Gerek bunlar gerekse benzeri anlama gelen
ayetler, bize İslam’ın tam bir üstünlük kuracağını ve
dünyaya tamamen egemen olacağını haber veriyor.
Şöyle diyenlerin sözlerine kulak asma:
Efendim İslam tarihte belirli bir üstünlük kurdu. Onun günleri tarih
zincirinin bir halkası idi. Tarihin sonraki halkaları üzerinde
belirli oranda etkili oldu. Şimdiki uygarlık farkında olarak
veya olmayarak ona dayandı. Fakat bir daha tam bir üstünlük kurması,
yani bütün maddeleri, şekilleri ve amaçları ile bir din hükümeti
oluşturması, insan tabiatının kabul edemeyeceği ve
asla kabul etmeyeceği bir ihtimaldir. Bu nitelikte bir tecrübesi hiç
olmamıştır ki, dış dünyada meydana geleceğine ve
insan türü üzerinde tam bir hakimiyet kuracağına güvenilsin.
Onlar öyle diyor; ama sen biliyorsun ki, bizim
üzerinde konuştuğumuz anlamı ile İslam, insan türünün
gayesi ve kemal noktasıdır. İnsan farkında olarak ya da
olmayarak içgüdüsü ile o gayeye yönelmiştir. Birçok varlık
türlerinden elde edilen kesin tecrübeler, onların varoluşları
ile uyumlu gayelere yönelmiş olduklarını kendilerini bu gayelere
yaratılış düzeninin sevkettiğini kanıtlıyorlar.
İnsan bu yaratıkların bütününden ayrı ve kopuk
değildir.
Üstelik, günümüz dünyasının insan
toplumlarında geçerli olan hiç bir sistem, hiçbir yol, meydana
çıkışında, varlığını sürdürmesinde ve
egemenliğinde kesin bir geçmiş tecrübeye
dayanmamıştır. İşte Hz. Nuh’un, Hz. İbrahim’in,
Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın şeriatları. Bunlar
zamanlarında ortaya çıkmış ve insanlar arasında
geçerli olmuşlardır. Brahma’nın, Buda’nın, Mani’nin ve
diğer önderlerin getirdikleri sistemler de öyledir.
Demokrasi ve Komünizm gibi diğer maddi
uygarlık sistemleri de böyledir. Bunların hepsi hiç bir geçmiş
tecrübeye dayanmaksızın çeşitli insan toplumlarına,
çeşitli uygulama biçimleri ile geçerli ve egemen olmuşlardır.
Yalnız sosyal sistemlerin ortaya
çıkabilmeleri ve toplumda kökleşebilmeleri için, amaçlarına
ulaşma yolunda yorgunluğa ve bıkkınlığa yenik
düşmeyecek düzeyde güçlü taraftarlar, kesin kararlar ve yüce gayretler
gereklidir. Zamanın insan iradesini frenleyebileceğini, gayretlerin
boşa gideceğini sakın sanma. Bu bakımdan Rahmani ayetler ve
idealler ile şeytani olanlar arasında fark yoktur. [1514]
bak. el-Hatime, 1002, 1003. Bölümler, el-Bihar,
36/292/70, 37
557.
Konu
et-Tekiyye
Takiye
F Bihar,
75/393, 87. Bölüm; et-Tekiyye ve’l-Mudarat
F Vesail’uş-Şia,
11/459-498, 24-36. Bölüm; et-Tekiyye
bak.
F 227. Konu,
es-Sırr; 159. Konu, el-Mudarat; 456. Konu, el-Kitman
Kur’an :
“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri
veli (dost ve yönetici) edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir
değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır.
Allah sizi kendisiyle korkutur, dönüş Allah’adır.”[1515]
“Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor
altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah’ı inkar
edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazâb vardır;
büyük azâb da onlar içindir.”[1516]
“Firavun taifesinden olup da,
inandığını gizleyen bir adam dedi ki: “Rabbim
Allah’tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size
Rabbinizden belgelerle gelmiştir.”[1517]
22491. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takiyye müminin
kalkanıdır. Her kimin takiyesi yoksa imanı da yoktur. (Ravi
şöyle diyor: ben şöyle arzettim: “Fedan olayım! Allah Tebarek ve
Teala’nın “Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan
kimse müstesna” ayeti hakkında ne diyorsunuz?” İmam şöyle
buyurdu: “Takiyye bundan başka bir şey midir?” [1518]
22492. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takiyye Allah’ın
kendisiyle yaratıkları arasında (koyduğu) bir
kalkandır.”[1519]
22493. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
sakının ve dininizi sakınarak koruyun ve dininizi takiyye ederek
güçlendirin.”[1520]
22494. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dininiz hususunda
takvalı olunuz ve onu takiyye ile gizleyiniz. Zira takiyyesi olmayan
kimsenin imanı yoktur. Sizler insanlar arasında, kuşlar
arasındaki bal arıları gibisiniz. Eğer kuşlar bal
arısının içinde ne olduğunu bilecek olurlarsa bunların
tümünü yer ve geriye hiçbir şey bırakmazlar.”[1521]
22495. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki
Allah kendi katında “hab” dan daha sevimli bir şeyle ibadet
edilmemiştir” Ben (ravi) şöyle arzettim: “Hab nedir?” İmam
şöyle buyurdu: “Takiyye.”[1522]
22496. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hükümet dikdatör ve
zorba bir hükümet olursa zahirde onlarla kaynaşın ve batında
onlara muhalif olun.”[1523]
22497. İmam
Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın “İyilikle kötülüğü
defederler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İyilik
takiyyedir kötülük ise ifşa etmektir.”[1524]
22498. İmam
Sadık (a.s) “Sizinle onların arasına sağlam bir sed
yapayım” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu (sed)
takiyyedir.” İmam daha sonra “Onu ne aşabildiler ve ne de
delip geçebildiler”ayeti hakkında da şöyle buyurmuştur: “Bundan
maksat da takiyyedir.”[1525]
22499. İmam
Sadık (a.s) Allah-u Tealanın “Sizinle onların
arasına sağlam bir sed yapayım” ayeti hakkında
sorulunca şöyle buyurmuştur: “Maksat takiyyedir. “onu ne
aşabildiler ve ne de delip geçebildiler”ayeti hakkında ise
şöyle buyurmuştur: “Onda bir delik açamadılar takiyye ile amel
edildiği zaman ona hiç bir şey yapamazlar. Takiyye güçlü bir kaledir.
Seninle Allah’ın düşmanları arasında bir gedik açamayacakları
sağlam bir seddir.
Ravi şöyle diyor: “İmam’a (a.s) “Rabbimin
tayin ettiği zaman gelince onu yerle bir eder” ayetini sordum,
şöyle buyurdu: “Maksat aşikar olduğunda takiyyeyi ortadan
kaldırmaktır. Bu esnada Allah düşmanlarından intikam
alır.”[1526]
22500. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizleri
kalbiyle seven, bizlere (takiyyeden dolayı) diliyle buğzeden bizimle
birlikte cennettedir.”[1527]
22501. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin sürekli
mücahittir. Çünkü batıl devletinde takiyyesi sebebiyle Allah’ın
düşmanlarına karşı savaşır, hak devletinde ise
kılıcı vesilesiyle!”[1528]
22502. İmam
Sadık (a.s) Ebu Cafer Muhammed b. Nu’man Ehval’e yaprığı
tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: “Ey İbn-i Nu’man
zalim bir devlet iş başına geçince yolda yürü ve takiyye
ettiğin kimseyi selam ile karşıla. Zira devlete itiraz eden
kimse kendini helak eder ve öldürür. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.”[1529]
Takiyyenin Caiz Olduğu Hususlar
22503. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takiyye zaruretin icap
ettiği her hususta geçerlidir.”[1530]
22504. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takiyye insanın
mecbur olduğu her husustadır. Zira Allah bu halette onu insana helal
kılmıştır.”[1531]
22505. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takiyye zaruret ortaya
çıktığı yerdedir. Takiyye eden kimse ne zaman takiyye
yapılması gerektiğini daha iyi bilir.”[1532]
22506. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki
Allah’ın Peygamberine nazil buyurduğu hakikati bu ordum arasında
feryat edecek olsaydım ve onu Allah’ın Peygamber’inden işittiğim
esasınca açık kılacak, ona davet edecek ve tefsir edecek
olsaydım bu orduda (ordunun) en zayıfları ve en düşükleri
dışında hiç kimse baki kalmaz ve hepsi ürker ve etrafımdan
dağılırlardı. Eğer Resulullah’ın (s.a.a) bana
tavsiyesi, ondan işittiklerim ve hakkımda bana emrettikleri
olmasaydı şüphesiz bu işi yapardım; lakin Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun mecbur olduğu şeyi Allah
kendisine helal ve mübah kılmıştır.”[1533]
bak. Vesail’uş Şia, 11/467, 25. Bölüm
22507. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takiyyenin bir
takım yerleri vardır. Herkim onları yerlerinden
uzaklaştırırsa onu
sağlamlaştırmamıştır. Takiyenin yerleri, kötü bir
kavmin zahiri hüküm ve amellerinin, hak hüküm ve amellere aykırı
olduğu durumlardır. Bu yerde mümine insanlar arasında takiyye
üzere yaptığı her amel dinini yok etmekle sonuçlanmaması
şartıyla caizdir.”[1534]
22508. İmam
Rıza (a.s) kendisini görmeye gelen Şiilerinden uzak durdu ve
onları huzuruna kabul etmedi. Sebebini sorduklarında da şöyle
buyurmuştur: “Çünkü sizler Müminlerin Emiri’nin (a.s) şiileri
olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Oysa bir çok amelleriniz bu iddianın
aksinedir. Bir çok farzlarda kusur ediyorsunuz, dini kardeşlerinizin büyük
haklarına riayet hususunda gevşeklik gösteriyorsunuz. Takiyyenin
gerekli olmadığı yerde takiyye ediyorsunuz ve takiyye edilmesi
gereken yerde de takiyye etmiyorsunuz.”[1535]
22509. Meysemi
Nehrevani şöyle diyor: “Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib (a.s) bana
seslendi ve şöyle buyurdu: “Ey Meysem! Ben-i Ümeyye’nin soysuzu Ubeydullah
b. Ziyad seni benden beri olmaya davet ettiğinde nasıl
olacaksın?” Ben şöyle arzettim: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’a yemin
olsun ki asla sizden beri olmam.” İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu
taktirde Allah’a yemin olsun ki seni öldürür ve darağacına asar.” Ben
şöyle arzettim: “Sabrederim, ve bu Allah yolunda bir şey
değildir.”İmam şöyle buyurdu: “Ey Meysem! Bu taktirde benimle
aynı derecede olursun.”[1536]
22510. Şöyle
rivayet edilmiştir: “Müseylemet’ül Kezzab iki müslümanı
yakaladı ve onlardan birine şöyle dedi: “Muhammed hakkında ne
diyorsun?” O da şöyle dedi: “O Allah’ın Resulüdür.”Müseylemet’ül
Kezzab şöyle dedi: “Benim hakkımda ne diyorsun?” şöyle dedi: Sen
de Allah’ın elçisisin.”Müseyleme onu serbest bıraktı ve
diğer birine şöyle dedi: Muhammed hakkında ne diyorsun?” O
şöyle dedi: “O Allah’ın Resulüdür. Müseyleme şöyle dedi: “Benim
hakkımda görüşün nedir?” O şöyle dedi: “Kulağım
ağır duyuyor.” Müseyleme üç defa sorusunu sordu ve o Müslüman da her
defasında aynı cevabı verdi. Müseyleme onu öldürdü ve bu haber
Resulullah’a ulaştığında şöyle buyurdu: “O birincisi
Allah’ın ruhsatı ile hareket etmiştir. İkincisi ise hakkı
aşikar kılmıştır. Ne mutlu ona.”[1537]
22511. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çok yakında bana
kötü söz söylemeniz emredilecektir. Kötü söz söylerseniz sakıncası
yoktur. Ayrıca sizden benden beri olduğunuzu ilan etmenizi
isteyeceklerdir, boyunlarınızı uzatınız ama asla beri
olduğunuzu ilan etmeyiniz. Zira ben fıtrat (tevhit ve islam)
üzereyim.”[1538]
bak. Vesail’uş Şia, 11/478, 1009. Bölüm
ve s. 12/13, ve s. 481/21
22512. İmam
Ebu Cafer (a.s) Sa’dul Hayr’a yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Eğer benim hakkımda zanlara kapılmandan
korkmasaydım şüphesiz senin için gizlediğim hakikatleri
aşikar kılardım. Ve gizlediğim bir takım gerçekleri
sana söylerdim. Lakin ben sana karşı takiyye ediyorum ve senin baki
kalmanı istiyorum. Korkması ve takiyye edilmesi gereken bir yerde hiç
kimseden takiyye etmeyen kimse akıllı değildir. Hilim alimin
elbisesidir. O halde asla ondan soyunma.”[1539]
Takiyyenin Caiz Olmadığı Hususlar
22513. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takiyye gerçekte kan
dökülmesini önlemek içindir. O halde takiyye kan dökmeye sebep olursa
artık takiyye değildir. Allah’a yemin olsun ki eğer sizleri
bizlere yardım etmeye davet ederlerse, “Biz bu işi yapmayız,
aksine biz takiyye ediyoruz” dersiniz. Takiyyeyi anne ve babanızdan daha
çok seveceksiniz. Kaim kıyam edince bu konuda size sormaya ihtiyaç duymaz.
Size bir çok nifak ehli hususunda Allah’ın haddini cari kılar.”[1540]
22514. İmam
Bakır (a.s) veya İmam Sadık (a.s) mest üzerine meshetme
hususunda takiyyenin hükmünü soran Zürare’ye şöyle buyurmuştur: “Üç şey
hususunda ben takiyye etmiyorum: Şarap içmek, mest üzerine meshetmek ve
temettu haccı.”[1541]
bak. 4180. Bölüm, 22507, 22508. Hadisler,
el-İmamet (1), 157, 158. Bölümler, el-Bid’at, 334. Bölüm, Vesail’uş
Şia, 11/483, 31. Bölüm
558.
Konu
et-Tevekkul
Tevekkül
F Bihar, 71/98,
63. Bölüm; et-Tevekkol ve’t-Tefviz
F Kenz'ul-Ummal,
3/100, 703, et-Tevekkol
bak.
F 190. Konu,
er-Rıza (1); 426. Konu, et-Tefviz; 243. Konu, et-Teslim; 431. Konu, el-Keder;
443. Konu, el-Kaza (1); 283. Konu, el-Meşiyyet
F Ez-Zann,
2482 ve 2483. Bölümler; ed-Dünya, 1268. Bölüm; el-Gazve, 3049. Bölüm; el-Yakin,
4258. Bölüm
Kur’an :
“Allah’ın rahmetinden dolayı, sen
onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı
kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır
giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında
onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah
tevekkül edenleri sever.”[1542]
“Ölümsüz, diri olan Allah’a güven, O’nu överek
tespih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi
yeter.”[1543]
“Güçlü ve merhametli olan Allah’a güven.”[1544]
22515. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın dört
rüknü vardır. Aziz ve celil olan Allah’a tevekkül etmek, Allah’ın
kaza ve kaderine razı olmak, Allah’ın emrine teslim olmak ve
işleri Allah’a havale etmek.”[1545]
22516. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın dört
rüknü vardır: Allah’a tevekkül, işleri Allah’a havale etmek, Allah’ın
kazasından hoşnut olmak, aziz ve celil olan Allah’ın emri
karşısında teslimiyette bulunmak.”[1546]
22517. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkül en iyi
dayanaktır.”[1547]
22518. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkül sermayedir.”[1548]
22519. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkül hikmetin
kalesidir.”[1549]
22520. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a tevekkül her
türlü kötülükten kurtulma ve her türlü düşmandan korunma vesilesidir.”[1550]
22521. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İbadetin
doğruluğu tevekkül iledir.”[1551]
22522. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin hakikati
tevekküldedir.”[1552]
bak. el-İman, 276. Bölüm, et-Tekva, 4175.
Bölüm
Kur’an :
“Allah size
yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız
bırakıverirse, o’ndan başka size yardım edecek kimdir?
İnananlar yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.”[1553]
“Allah sana bir sıkıntı verirse,
o’ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası
onu engelleyemez. O, her şeye kadirdir.”[1554]
“Sana fayda da zarar da veremeyecek, Allah’tan
başkasına yalvarma; öyle yaparsan şüphesiz, zalimlerden olursun.
Allah sana bir sıkıntı verirse, onu o’ndan başkası
gideremez. Sana bir iyilik dilerse O’nun nimetini engelleyecek yoktur. O’nu
kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır,
merhametlidir.”[1555]
“De ki: “Allah’ın bize
yazdığından başkası başımıza gelmez. O
bizim mevlamızdır, iman edenler Allah’a güvensin.”[1556]
bak. Fatır, 2, 10, Zümer, 38, Şura,
10, Fetih, 11, Teğabün, 13, Cin, 22, En’am, 80, Ahzab, 17
22523. Cebrail
kendisine Allah’ı tevekkülü soran Peygambere şöyle buyurmuştur: “Bir
yaratığın sana ne zarar ne de fayda veremeyeceğini, sana
engel olamayacağını bilmen ve yaratıktan ümidini kesmendir.
Kul böyle olunca artık Allah’tan başka hiç kimse için çalışmaz.
Ümidi ve korkusu Allah’tan başkası için olmaz. Allah’tan başka
hiç kimseye tamah gözüyle bakmaz. İşte tevekkül budur.”[1557]
22524. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkül
kendi gücünden beri olmak ve ilahi kaza ve kaderin getireceği şeyi
beklemektir.”[1558]
22525. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sana
rızık verenin münezzeh olan Allah’tan başkası
olmadığını bilmen, sana tevekkül olarak yeter.”[1559]
22526. İmam
Sadık (a.s) kendisine tevekkülün tarifi hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmamandır.”[1560]
22527. Ebu
Basir İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakletmiştir: “Her şeyin
bir haddi ve sınırı vardır.”Ben (Ebu Basir) şöyle
arzettim: “Fedan olayım! Tevekkülün had ve sınırı nedir?”
İmam şöyle buyurdu: “Yakindir.” Ben şöyle arzettim: “Yakinin
haddi ve sınırı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Allah’tan
başka hiçbir şeyden korkmamandır.”[1561]
22528. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkülün
nişanelerinden biri de Allah’tan başka hiç kimseden
korkmamandır.”[1562]
22529. İmam
Rıza (a.s) kendisine tevekkülün haddi nedir? diye sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Allah’tan başka hiç bir kimseden korkmamandır.”[1563]
22530. İmam
Rıza (a.s) hakeza bu soru hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
başka hiç kimseden korkmamandır.”[1564]
22531. Misbahu’ş
Şeria’da şöyle yer almıştır: “Tevekkülün en küçük
mertebesi senin için taktir edilen şeyden öne geçmeye
çalışmaman, sana nasip kılınan şeye koşmaman sana
ulaşmayacak şeye tamahlanmamandır ki böylece sonuçta bu
işlerden biriyle bilmeden imanın iplerini çözmüş olursun.”[1565]
Gerçek şu ki,
insan madde âleminde iradesini gerçekleştirmek ve muradına erebilmek
için bir bölümü tabiî (doğal) ve diğer bir bölümü ruhî olan bazı
sebeplere muhtaçtır. İnsan önem verdiği bir işe girişmek
isteyip de muhtaç olduğu tabiî sebepleri
hazırladığında, kendisi ile hedefi arasında ruhî
(psikolojik) sebeplerden başka bir engel kalmaz. Bu ruhî sebepler irade
zayıflığı, korku, üzüntü, taşkınlık,
hırs, sefihlik, suizan ve benzeri genel ve önemli faktörlerdir. Bu durumda
insan Allah'a tevekkül ettiği takdirde -ki bu kesinlikle mağlup
edilemez olan bir sebeple ilişki kurmaktır ve bütün sebeplerin
üzerinde olan bir sebeptir- iradesi öylesine güçlenir ki, hiçbir
karşıt ve yıkıcı ruhî sebep onu mağlup edemez ve
sonuç mutlaka başarı ve mutluluk olur.
Allah'a tevekkül
etmenin, güvenip dayanmanın bir başka yönü de vardır ki, bu yönü
etki bakımından onu olağan üstülüklerin (mucizelerin)
arasına katar. Aşağıdaki ayette bu açıkça görülür: "Kim Allah'a tevekkül ederse (güvenirse), O ona
yeter. Allah yapacağı işi mutlaka yerine getirir.”(Talâk,
3) Daha önce mucize konusunu incelerken bu meselenin bir bölümüne
değinmiştik.[1566][1567]
bak. el-Havf, 1144. Bölüm, el-Yakin, 4252. Bölüm,
es-Sebr, 2171. Bölüm, er-Riza (1), 1514. Bölüm, eş-Şirk, 1992. Bölüm,
ed-Dua, 1200. Bölüm
Kur’an :
“İnsanlar onlara,
“düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu
topladılar, onlardan korkun” dediler. Bu, onların imanını
artırdı da: “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” dediler.
Bu yüzden kendilerine bir fenalık
dokunmadan, Allah’tan nimet ve bollukla geri döndüler; Allah’ın
rızasına uydular. Allah büyük, bol nimet sahibidir.”[1568]
“Onlara Nuh’un başından geçenleri anlat!
Kavmine, “Ey kavmim! Eğer durumum, Allah’ın ayetlerini
hatırlatmam size ağır geliyorsa ki ben Allah’a
güvenmişimdir; siz ve koştuğunuz ortaklar elbirliği edin;
yapacağınız iş sonra size bir tasa vermesin. Sonra onu bana
uygulayın ve beni ertelemeyin” demişti.”[1569]
“Ben, ancak benim de sizin de Rabbiniz olan
Allah’a güvenirim. Hiç bir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış
bulunsun. Rabbim elbette doğru yoldadır.”[1570]
“Ey Milletim! Rabbimden benim bir belgem
olduğu ve bana güzel bir rızık da verdiği halde, O'na
karşı gelebilir miyim? Söylesenize! Size yasak ettiğim
şeylerde, aykırı hareket etmek istemem; gücümün yettiği
kadar islah etmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım
ancak Allah'tandır, O'na güvendim; O'na yöneliyorum dedi.”[1571]
“İman edip salih amel işleyenleri,
içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetteki
köşklere yerleştiririz. Sabredip, Rablerine güvenerek iş
görenlerin ecri ne güzeldir!” [1572]
bak. Yunus, 84, 85, Yusuf, 67, İbraahim,
11, 12, Şuara, 14, 15, 61, 62
22532. İbn-i
Şehraşub şöyle diyor: “Nemrut, Kufe’nin etrafında Kusa
nehri yakınlarında Katnana beldesinden odun toplamalarını
emretti. Ve bir ateş yaktı ama İbrahim’i o ateşe
atamadı. İblis onlar için bir mancınık yaptı ve o
vesileyle İbrahim’i ateşe attılar. Cebrail de havada olan
İbrtahim’in yanına vardı ve şöyle dedi: “Bir hacetin var
mıdır?” İbrahim şöyle buyurdu: “Sana yoktur bana Allah
yeter o en iyi koruyucudur.”Mikail onun yanına geldi ve şöyle
buyurdu: “Eğer istersen senin için ateşi söndürürüm. Zira yağmur
ve suların hazinesi benim elimdedir.” İbrahim şöyle buyurdu:
“İstemiyorum.” Rüzgar meleği yanına geldi ve şöyle buyurdu:
Eğer istersen ateşi havaya savururum.”İbrahim şöyle
buyurdu: “İstemiyorum.” Cebrail şöyle buyurdu: “O halde Allah’tan
dile: “İbrahim şöyle buyurdu: “O kendisi halimi bilmektedir ve bir
şey istemeye hacet yoktur.”[1573]
22533. Ali
b. İbrahim şöyle diyor: “İbrahim’i (a.s) mancınıkla
ateşe attıklarında Cebrail havada İbrahim’in yanına
vardı ve şöyle dedi: “Ey İbrahim! Senin benden bir hacetin var
mıdır?” İbrahim şöyle buyurdu: “Sana hayır ama
Alemlerin Rabbine bir hacetim vardır.”Bunun üzerine Cebrail ona üzerine
şöyle yazılan bir yüzük verdi: “Allah’tan başka mabud yoktur ve
Muhammed Allah’ın elçisidir. Sırtımı Allah’a dayadım,
işimi Allah’a dayandırdım ve emrimi Allah’a bıraktım.
Bunun üzerine Allah ateşe şöyle vahyetti: “Soğuk ve esenlik
ol.”[1574]
Bak. En-Nübüvvet (2), 3787. Bölüm
22534. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden yetmiş bin kişi
sorgusuz ve hesapsız cennete girer. Onlar kendilerini dağlamayanlar[1575], başkalarını
dağlamayanlar, muska takmayanlar, kötüye yorumlamayanlar ve rablerine
tevekkül edenlerdir.”[1576]
22535. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendini dağlar ve muska
takarsa tevekkülden nasipsizdir.”[1577]
Kur’an :
“Sizden iki takım bozulmaya yüz tutmuş
idi; oysa Allah onların dostu idi. İman edenler yalnız Allah’a
tevekkül etsinler.”[1578]
Bak. Maide, 11,23, Tevbe, 52
22536. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkül yakinin
güçlülüğündendir.”[1579]
22537. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel tevekkülden güzel
yakin anlaşılır.”[1580]
22538. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel tevekkül
şüphesiz güzel yakinin doğruluğundandır.”[1581]
22539. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin hakikati
tevekküldedir.”[1582]
22540. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan
imanı en güçlü olan kimse münezzeh olan Allah’a en çok tevekkül edendir.”[1583]
22541. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a itminan eden
kimse ona tevekkül eder.”[1584]
22542. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun Allah’a güzel
tevekkül etmesi Allah’a itminanı miktarıncadır.”[1585]
22543. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a itimat et ki
mümin olasın.”[1586]
22544. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ın
kaza ve kaderinden razı olursa ona tevekkül etmesi gerekir.”[1587]
bak. 4183. Bölüm, el-Yakin, 4252, 4258. Bölümler
22545. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en güçlüsü olmaktan
sevinç duyan kimse Allah’a tevekkül etmelidir[1588]
22546. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim insanların en güçlüsü
olmayı severse Allah’a tevekkül etmelidir.”[1589]
22547. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a tevekkül eden
kimse asla mağlup olmaz ve Allah’a sarılan (tevessül eden) kimse de
yenilmez.”[1590]
22548. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbin kuvvet
kaynağı Allah’a tevekküldür.”[1591]
22549. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik ve izzet
müminin kalbinde dönerler ve tevekkül olan bir noktaya
ulaştığında orada ikamet ederler.”[1592]
22550. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik ve izzet her
tarafta gezerler ve tevekkül yerini bulduklarında ise orayı vatan
edinirler.”[1593]
22551. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir kimse doğru bir
niyetle Allah’a tevekkül ederse başkalarının işlerinin
ihtiyacı ona düşer. Zira mevlası ihtiyaçsız ve
öğülmüş olduğu halde onun (başkalarına) muhtaç
olması nasıl mümkündür?!”[1594]
22552. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
tevekkül eden kimse hiçbir zaman ilahi yardımdan mahrum olmaz.”[1595]
22553. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’a tevekkül
ederse zorluklar kendisine boyun eğer ve sebepler kendisine
kolaylaşır.”[1596]
22554. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a tevekkül eden
kimsede şüpheler aydınlığa kavuşur.”[1597]
22555. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkül eden kimse
hiçbir sıkıntıya düşmez.”[1598]
22556. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkülü doğru
olmayan kimse nasıl hırs sıkıntısından
kurtulabilir?!” [1599]
22557. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaza ve kadere
tevekkül daha rahat edicidir.”[1600]
22558. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Uğursuz saymak da bir tür
şirktir. Bizden bir kimse de bir şekilde uğursuz yorumlamaya
düçar olabilir ama tevekkül etmekle onu ortadan kaldırır.”[1601]
22559. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah’a
tevekkül ve itimat ediniz. Zira ki O (insanı) başkalarından
müstağni kılar.”[1602]
22560. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan istediği
halde Allah’ın kendisine vermediği kimdir? Hakeza Allah’a tevekkül
ettiği halde Allah’ın kendisine kifayet etmediği kimdir? Hakeza
Allah’a itimat ettiği halde Allah’ın kendisini kurtarmadığı
kimdir?” [1603]
22561. Lokman
(a.s) oğluna şöyle öğüt vermiştir: “Ey
oğulcağızım! Aziz ve celil olan Allah’a itimat et ve
ardından insanlar arasında araştır, bak; Allah’a itimat
ettiği halde Allah’ın kendisini kurtarmadığı birisi
var mıdır? Oğulcağızım! Allah’a tevekkül et ve
insanlar arasında araştırıp bir bak ki Allah’a tevekkül
ettiği halde Allah’ın kendisine kifayet etmediği kimse kimdir?” [1604]
22562. İmam
Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’ya itimat
etmek her değerli şeyin pahasıdır ve her yüce şeye
ulaşmanın merdivenidir.”[1605]
22563. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a itimat emin
müminden başka hiç kimsenin sığınamadığı bir
kaledir.”[1606]
22564. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a itimat etmek en
güçlü ümittir.”[1607]
22565. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’a itimat ederse
Allah ona sevinç gösterir ve herkim de Allah’a tevekkül ederse Allah
işleri hususunda kendisine kifayet eder.”[1608]
22566. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ itimat
ederse yakini korunmuş olur.”[1609]
bak. el-Gina, 3113. Bölüm, eş-Şeytan,
2016. Bölüm, el-Velayet (2), 4234. Bölüm, 22852. Hadis
Kur’an :
“Allah, ona beklemediği yerden
rızık verir. Allah’a güvenen kimseye O yeter. Allah, buyruğunu
yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü var etmiştir.”[1610]
“Peki”
derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir
takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey
kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara
aldırış etme. Allah’a güven, vekil olarak Allah yeter.”[1611]
“Allah, düşmanlarınızı çok
iyi bilir. Allah size dost olarak da yeter, yardımcı olarak da
yeter.”[1612]
“Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz
Allah sana kafidir, seni ve iman edenleri yardımıyla
destekleyendir. Ve (Allah) kalplerini
uzlaştırmıştır. Eğer yeryüzünde olan her şeyi
infak etsen bile, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın,
ama Allah onları uzlaştırdı. Doğrusu O güçlüdür,
hikmet sahibidir.
Ey Peygamber! Allah sana ve sana uyan müminlere
yeter.”[1613]
“Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana
yeter; o’ndan başka ilah yoktur, yalnız O’na güveniyorum ve O büyük
arşın Rabbidir.”[1614]
bak. Tevbe, 59
22567. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’a tevekkül ederse Allah
geçimine kifayet eder ve hiç hesaba katmadığı yerden ona
rızık verir.”[1615]
22568. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bütün insanlar şu ayete
sarılsalardı o onlara yeterdi : “Allah’a güvenen kimseye O yeter.
Şüphesiz Allah, buyruğunu yerine getirendir.”[1616]
22569. İmam
Sadık (a.s), Muaviye b. Veheb’e şöyle buyurmuştur: “Herkime tevekkül
verilirse ona yeterlilik verilmiştir.”Sonra şöyle
buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah’ın kitabını
okudun mu: “Herkim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter.”[1617]
22570. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer sizler hakkıyla Allah’a
tevekkül etseydiniz Allah da boş bir mide ile gidip dolu bir mide ile geri
dönen kuşlara rızık verdiği gibi size de rızık
verirdi.”[1618]
22571. İmam
Ali (a.s) Kufe’den Huririye (Hariciler) ile savaşmak için
dışarı çıkmak isteyince bir müneccim ona bu saatte hareket
etmemesi gerektiğini tavsiye etmesi üzerine imam gitti ve Haricilerle
savaştı ve onlara galip geldi ve şöyle buyurdu: “Biliniz ki Hz.
Muhammed’in (s.a.a) bir müneccimi yoktu ve bundan sonra da bizim bir
müneccimimiz olmayacaktır. (Allah) Kisra ve Kayser’in
topraklarını yüzümüze açtı. Ey insanlar! Allah’a tevekkül ediniz
ve Allah’a itimat ediniz. Zira ki o her şeyden müstağnidir.”[1619]
22572. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a tevekkül bütün
işlerin kifayet edenidir.”[1620]
22573. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a tevekkül,
Allah’a dayanan kimse için değerli bir kifayettir.”[1621]
22574. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah’a
tevekkül et zira ki o kendine tevekkül edenlere kifayet edeceğini
garantilemiştir.”[1622]
22575. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim tevekkül ve kanaat eder ve
razı olursa isteklerine kifayet edilir.”[1623]
22576. İmam
Ali (a.s) bir duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Sen dostları için en çok ünsiyet edilen ve sana tevekkül edenlere tek
başına yetensin.”[1624]
bak. er-Rızk, 1488. Bölüm, et-Tekva, 4167.
Bölüm
22577. Resulullah
(s.a.a) kendisine, “Devemin dizini bağlayıp sonra mı Allah’a
tevekkül edeyim yoksa onu bırakıp da öyle mi tevekkül edeyim? diyen
birsine şöyle buyurmuştur: “Dizlerini bağla ve tevekkül et.”[1625]
22578. Resulullah
(s.a.a) devemi salı veriyorum ve tevekkül ediyorum” diyen birisne
şöyle buyurmuştur: “Onu bağla ve öyle tevekkül et.”[1626]
22579. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Helal rızık
elde etmeyi talep etmeyi terketme. Zira helal rızık sana dinin
hususunda daha çok yardımcı olur. Devenin ayaklarını
bağla sonra da tevekkül et.”[1627]
22580. İmam
Ali (a.s) Cemel savaşında sancağı verdiği oğlu
Muhammed b. Hanefiye’ye şöyle buyurmuştur: “Dağlar yerinden
ayrılsa sen yerinden ayrılma, dişini sık, başını
Allah’a emanet et, ayağını yere bas ve diren, gözünü ordunun ta
sonuna dik, gözünü kıs ve bil ki yardım ve zafer ancak
şanı yüce olan Allah katındandır.”[1628]
22581. İmam
Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın Müminler sadece Allah’a
tevekkül etmelidir” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Müminlerden
maksat çiftçilerdir.”[1629]
22582. Resulullah
(s.a.a) ekin ekmediklerini gördüğü bir topluluğa şöyle
buyurmuştur: “Sizler ne yapıyorsunuz?” onlar şöyle arzettiler:
“Biz tevekkül edenleriz.”Peygamber şöyle buyurdu: “Hayır sizler (mütevekkil)
tevekkül edenler değil, (müttekil) yük olanlarsınız.”[1630]
22583. İmam
Ali (a.s) salim oldukları halde caminin bir köşesinde
oturduklarını gördüğü bir topluluğa şöyle
buyurmuştur: “Sizler kimlersiniz?” Onlar şöyle arzettiler: “Biz
tevekkül edenleriz.”İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Hayır sizler
asalaklarsınız. Eğer gerçekten tevekkül eden kimselerseniz
tevekkülünüz sizleri nereye ulaştırmıştır?” Onlar
şöyle arzettiler: “Eğer bir şey bulursak yeriz eğer
bulamazsak sabrederiz.”İmam şöyle buyurdu: “Bizim köpeklerimiz de
aynı şeyi yapıyorlar.” Onlar şöyle dediler: “O halde ne
yapalım?” İmam şöyle buyurdu: “Bizim
yaptığımızı yapın.”Onlar şöyle dediler: “Sen
ne yapıyorsun?” İmam şöyle buyurdu: “Eğer bir şey
bulursak onu bağışlarız ve
bulamazsak şükrederiz.”[1631]
22584. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aklını kullandıktan sonra
(Allah’a) tevekkül etmek bir öğüttür.”[1632]
22585. Allah-u
Tealanın “Kim Allah’tan sakınırsa Allah ona bir
çıkış yolu açar ve hiç hesaba katmadığı yerden
rızıklandırır” ayeti nazil olduğunda ashabtan bir
grub evlerinde oturdular ve ibadetlerine koyuldular. Çünkü Allah’ın
rızıklarını garantilediğinden emin oldular. Peygamber
bu durumdan haberdar olunca onların işini kınadı ve
şöyle buyurdu: “Ben işini gücünü terkedip
ağızını Rabbine doğru açan ve “Allahım!
Rızkımı ver” diyen kimseden nefret ederim.”[1633]
22586. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’tan
sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu taktir eder ve onu
hesaba katmadığı yerden rızıklandırır” ayeti
nazil olduğunda Allah Resulünün bir grup ashabı
kapılarını kapadılar ve ibadete koyularak şöyle
dediler: “Bize kifayet edilmiştir (rızkımız
garantilenmiştir.)” Peygamber (s.a.a) bu olayı işittiğinde
onlara birini gönderdi ve şöyle buyurdu: “Sizleri bu işi yapmaya hangi
şey yönlendirmiştir?” Onlar şöyle dediler: “Ey Allah’ın
Resulü rızkımız garantilenmiştir. Bu yüzden ibadete
yöneldik.”Peygamber şöyle buyurdu: “Bilin ki her kim böyle yaparsa
duası müstecap olmaz. Rızkınızı talep etmeye koyulun.”[1634]
bak. er-Rızk, 1479. Bölüm
Kur’an :
“Rabbinin adını an; her şeyi
bırakıp yalnız O’na yönel. O, doğunun ve batının
Rabbidir; o’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse O’nu vekil tut.”[1635]
“Allah’a
sarılın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel
yardımcıdır.”[1636]
“Allah’ın
ayetleri size okunur, aranızda da Peygamber’i bulunurken nasıl
küfredersiniz? Kim Allah’ın Kitab’ına sarılırsa
şüphesiz doğru yola hidayete olur.”[1637]
“Çünkü
benim dostum, Kitab’ı indiren Allah’tır. O, iyilerin sahibidir.”
“O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendilerine
yardım edemezler ki size yardım etsinler.”[1638]
“Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen
Allah’tan başka bir veli mi edinirim? De. “Doğrusu ben ilk Müslüman
olmakla emrolundum” ve sen asla şirk koşanlardan olma” [1639]
“Sakın şirk koşanların, “ona
bir hazine indirilmeli veya yanında bir melek gelmeli değil miydi?”
demelerinden ötürü kalbin daralmasın ve sana vahyolunanın bir
kısmını terk etmeyesin? Sen ancak bir uyarıcısın,
Allah her şeye vekildir.”[1640]
bak. Neml, 62, Fatır, 10, Zümer, 62, 63
22587. Müminlerin
Emiri’nin ve onun neslinden olanların İmamların Şaban
ayında okdukları Şabaniye münacatında şöyle yer
almaktadır: Ey Mabudum! Sana yönelmenin kemalini bana ihsan et. Kalbimizin
gözlerini sana bakmak nuruyla aydınlat.”[1641]
22588. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’a yönelirse Allah onun
omuzlarından her zahmeti kaldırır ve her kim de dünyaya
yönelirse Allah onu kendi haline bırakır.”[1642]
22589. İmam
Ali (a.s) oğlu İmam Hasan’a (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bütün
işlerinde rabbine sığın; böylece, tam bir
sığınağa, güçlü bir koruyucuya
sığınmış olursun.”[1643]
bak. el-İsmet, 2750. Bölüm, 13709. Hadis,
elvelayet (2), 4234. Bölüm, 22853. Hadis
Kur’an :
“Gerçek dua ve ibadet ancak O’nadır. O’ndan
başka çağırdıkları putlar kendilerine hiç bir cevap
vermezler. Durumları, suyun ağzına gelmesi için
avuçlarını ona açmış bekleyen adamın durumu gibidir.
Hiç bir zaman suya kavuşamaz. İşte kâfirlerin
yalvarışı da böyle, boşunadır. De ki: “Göklerin ve
yerin Rabbi kimdir?” , “Allah’tır” de. Onu bırakıp, kendilerine
bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?”[1644]
“Allah’ın peygambere dünyada ve ahirette
yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı
bağladığı bir ipe kendini asıp, boğsun; bir
düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel
olabilir mi?” [1645]
bak. Nahl, 73, İsra, 2, 56, Kehf, 26, Hac,
12, Secde, 4
22590. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim dünyaya yönelirse Allah onu kendi
haline bırakır.”[1646]
22591. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan başka hiç kimseye dayanma,
aksi taktirde Allah seni o kimseye havale eder.”[1647]
22592. İmam
Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’tan
gayrisine yönelirse Allah onu kendisine (o kimseye) havale eder.”[1648]
22593. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Bir yaratık benim yerime başka bir
yaratığa sarılırsa gök ve yerin kapılarını
yüzüne kaparım. Böylece beni çağırdığında ona
icabet etmem ve benden dilerse ona ihsanda bulunmam.”[1649]
22594. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: Benden başkasına sığınan her
yaratığın elini göklerin ve yerin iplerinden ve sebeplerinden
mahrum kıları. O halde eğer benden dilerse ona
bağışta bulunmam ve beni çağırsa ona icabet etmem.”[1650]
22595. Aziz
ve celil olan Allah’ın Davud’a şöyle vahyettiği rivayet
edilmiştir: “Kullarımdan bir kul benim yerime
yaratıklarımdan birine sarılır bende bunu niyetinden
anlarsam elini semavi nimetlerden mahrum kılarım. Yeryüzünü
ayağının altından çekerim ve hangi vadide helak
olacağını önemsemem.”[1651]
22596. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Davud’a şöyle
vahyetmiştir: ... Her kul benim yerime bir başka yaratığa
sığınır ve ben de bunu niyetinden bilirsem elini semavi
nimetlerden keser havayı ayaklarının altından çekerim.”[1652]
22597. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Aziz ve celil olan Allah Dabud’a
şöyle vahyetmiştir: “Kullarımdan
bir kul yaratıklarımdan birine yönelir ve ben de bunu niyetinden
anlarsam elini göklerin ve yerlerin sebeplerinden keser ve yeryüzünü
ayaklarının altından çekerim ve hangi vadide helak
olacağını önemsemem.”[1653]
22598. Muahamemd
b. Aclan şöyle diyor: “Şiddetli bir fakirliğe düştüm.
Perişanlık zamanında elimden tutacak bir dostum yoktu. Boynumda
büyük bir borç vardı ve alacaklı alacağını alma
hususunda israr ediyordu. Sonunda o zaman Medine’nin valisi olan ve birbirini
tanıdığımız Hasan b. Yezid’in evine doğru yola
koyuldum. Eskiden tanıştığımız ve halimden
haberdar olan Muhamemd b. Abdillah b. Ali bin Hüseyin’i yolda gördüm. Elimden
tuttu ve bana şöyle buyurdu: “Senin durumundan haberdar oldum. Şimdi
sıkıntılarından kurtulman için kime ümit
bağladın.”Ben şöyle dedim: “Hasan b. Zeyd’e” o şöyle
buyurdu: “Bu taktirde bil ki hacetin verilmeyecektir ve isteğine
ulaşamayacaksın. Bu işi yapabilecek ve
bağışlayanların en çok bağışlayanına
yönel, isteklerini ondan iste. Zira ben amcam oğlu Cafer b. Muhamemd’in
babasından, onun da ceddinden, onun da babası Hüseyin b. Ali’den,
onun babası Ali’den, onun da Peygamberden şöyle buyurduğunu
işittim: “Aziz ve celil olan Allah Peygamberine yaptığı
vahiylerinden birinde şöyle buyurmuştur: İzzet ve celalime yemin
olsun ki her kim benden başkasına ümit bağlarsa ümidini
ümitsizliğe çeviririm, ona ateşten zillet elbisesi giydiririm ve onu
genişliğimden ve ihsanımdan uzak kılarım. Acaba kulum
zorluklar ve sıkıntılar elimde olduğu halde zorluklarda ve
sıkıntılarda acaba benden başkasına mı umut
bağlar. Acaba ben zengin ve bağışlayan bir kimse
olduğum halde benden başkasına mı gözünü diker. Oysa
kapalı kapıların anahtarları benim yanımdadır. Ve
benim kapım bana dua edenlere açıktır. Her
sıkıntı ve müşkülatın benim elimde olduğunu ve
benden başka hiç kimsenin bu sıkıntıları
gideremeyeceğini bilmiyor mu? O halde ne olmuş da ümidini benden
çevirmiş bulunmaktadır. Oysa ben yüceliğim ve keremimden
dolayı ona istemediği şeyleri de verdim. Şimdi benden
yüzçevirmiş ve benden istememektedir. Sıkıntılarda ellerini
benden başkasına uzatmaktadır. Ben istenmeden
bağışta bulunan bir Allah olduğum halde benden
istendiği halde icabet etmez miyim? Asla. (Muhakkak icabet ederim.)
Bağış ve keremim bana ait değil midir? Dünya ve ahiret
benim elimde değil midir? Eğer yedi gök ve yerin ehli tümüyle benden
isterse isteklerinin tümünü gideririm. Bütün bunlar mülkümden sivri
sineğin kanadı kadarını bile eksiltmez. Malikinin ben
olduğu bu mülk nasıl azalır? Bana isyan eden ve beni
gözetlemeyen kimse ne de çaresizdir.
Ben
(Muhamed bin Aclan) ona şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah!
Bu hadisi benim için yeniden söyle.”O üç defa bana tekrarladı. Ben
şöyle dedim: “Allah’a yemin olsun ki bundan sonra ihtiyacımı hiç
kimseden istemeyeceğim.” Çok geçmeden Allah kendi nezdinden bana
rızık verdi ve bağışta bulundu.”[1654]
bak. el-Bihar, 7/130/71
22599. İmam
Kazım (a.s) Allah-u Teala’nın “Her kim Allah’a tevekkül
ederse o kendisine yeter” ayeti hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Allah’a tevekkül etmenin dereceleri vardır. Onlardan
biri tüm işlerinde Allah’a tevekkül etmen, sana yaptığı her
şeyden hoşnut olman ve senin hakkında hiç bir hayrı ve
lütfu esirgemediğini bilmen ve bu konuda hükmün onun hükmü olduğunu
bilmendir. O halde işlerini Allah’a havale ederek ona tevekkül et. O ve
diğer işlerinde ona itimat et.”[1655]
22600. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkülün dereceleri vardır. Bir derecesi;
bütün işlerinde O’na güvenmen, O’dan tüm işlerinde razı olman,
hiçbir hayır ve hiçbir hususta senin hakkında kusur
(haksızlık) etmediğini ve hükmün de O’nun elinde olduğunu
bilmendir. Öyleyse O’na tevekkül et ve işleri O’na bırak. Diğer
bir derecesi de; ilminin kuşatmadığı gayb-ı ilahi’ye
iman etmendir; o gaybın ilmini Allah’a ve O’nun eminlerine bırakman,
gayb ve gayb olmayan her şeyde Allah’a güvenmendir”[1656]
bak. el-İman, 273. Bölüm
22601. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendine itminan etmek
şeytan için en güvenilir fırsatlardan biridir.”[1657]
22602. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendine itminan etmenden
sakın; zira o şeytanın en büyük tuzaklarından biridir.”[1658]
22603. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
yaratıklarından en fazla buğzettiği/sevmediği iki
kişidir. Birincisi Allah’ın (günahları sebebiyle) kendi
başına bıraktığı ve dolayısıyla
doğru yoldan çıkan kimsedir…İkinci kimse ise bilgisizlikleri
kendinde toplayıp ümmetin
bilgisizleri arasında kendine bir yer edinmiş kimsedir.”[1659]
22604. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın en
hoşlanmadığı kişi, kendi başına
bıraktığı kimsedir. O, doğru yoldan sapar, delilsiz,
kılavuzsuz olarak gider. Dünya nimetini devşirmeye çağrılsa
çalışır; ahiret ekinini biçmeye çağrılsa tembellik
eder.”[1660]
bak. 33. Konu, el-Ucub, el-Gurur, 3042. Bölüm,
en-Nübüvvet (4), 3847. Bölüm, el-Amel (1), 2952, 2953. Bölümler
559.
Konu
el-Valid ve’l-Veled
Baba ve Oğul
F Bihar,
74/22, 2. Bölüm; Birr’il-Valideyn ve’l-Evlad
F Bihar,
104/77-106; Ebvab-u Evlad ve Ahkamuhum
F Vesail’uş-Şia,
15/204, 92. Bölüm; Vucub-u Birr’il-Valideyn
F Kenz'ul-Ummal,
16/417, 583; fi Birr’il-Evkad ve Hukukihim
F Kenz'ul-Ummal,
16/461, 557; fi Birr’il-Valideyn
bak.
F el-Edeb, 70,
71. Bölümler; el-Kaza (2), 3377. Bölüm; en-Nazar, 3884. Bölüm
Kur’an :
“Doğurana ve doğurduğuna and
olsun ki” [1661]
22605. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan için en büyük
gün, annesinden doğduğu gündür.”[1662]
22606. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan için en büyük
gün doğduğu gündür. İnsan için en küçük gün ise öldüğü
gündür.”[1663]
22607. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu yaratık için en
korkunç zaman üç yerdir: Doğup, annesinin karnından çıkıpta
dünyayı gördüğü gün, öldüğü ahiret ve ehlini gördüğü gün ve
dirildiği ve dünyada görmediği hükümleri gördüğü gün.”[1664]
22608. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her ağacın bir meyvesi
vardır, kalbin meyvesi ise çocuktur.”[1665]
22609. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Evlat (insanın) iki
düşmanından biridir.”[1666]
22610. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuğunu kaybetmek
ciğer yakıcıdır (içler acısıdır.)” [1667]
22611. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuğunun
yaratılışının, ahlakının ve
davranışlarının kendine benzemesi insanın
mutluluğundandır.”[1668]
22612. İmam
Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
mutluluklarından biri de kendisine yardımcı olacak bir
çocuğunun olmasıdır.”[1669]
22613. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz falan
kimse -ki İmam adını da zikretmiştir- şöyle
demiştir: “Ben çocuk sahibi olmaya ilgi duymuyordum, sonunda bir gün
Arefe’de dua eden, ağlayan ve şöyle diyen bir genç gördüm:
“Allah’ım! Babam ve annem! Babam ve annem!” Onu işittiğim
zamandan beri çocuk sahibi olmaya ilgi duydum.”[1670]
bak. Vesail’uş Şia, 15/94, 1. Bölüm
Kur’an :
“Mallarınızın ve
çocuklarınızın, aslında bir sınama olduğunu ve büyük
ecrin Allah katında bulunduğunu bilin.”[1671]
“Ey iman edenler! Sizi, mallarınız ve
çocuklarınız Allah’ı anmaktan alıkoymasın; böyle
olanlar hüsrana uğrayanlardır.”[1672]
“Ey iman edenler! Eşleriniz ve
çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olur, onlardan sakının;
ama, siz affeder, suçlarını örter ve
bağışlarsanız bilin ki Allah da bağışlar ve
acır. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir
imtihandır. Büyük ecir ise Allah katındadır.”[1673]
22614. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarımız
ciğerlerimizdir, küçüklerimiz emirlerimizdir, büyüklerimiz ise
düşmanlarımızdır, eğer yaşarlarsa bize imtihan
olurlar ve eğer ölürlerse bizi üzerler.”[1674]
22615. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Evlat imtihan
sebebidir.”[1675]
22616. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarımız korkutucu, eritici
ve hüzün vericidir.”[1676]
22617. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşlerinin
çoğunu eşine ve çocuklarına ayırma. Zira ehlin ve
çocukların Allah'ın dostları ise Allah onları zayi etmez,
yok eğer Allah'ın düşmanları ise o halde neden
Allah'ın düşmanlarına üzülüyor ve çalışıyorsun?” [1677]
22618. Abdullah
b. Bureyde şöyle diyor: “Babamdan şöyle dediğini işittim:
“Resulullah (s.a.a) minberde hutbe okuyordu, Hasan ve Hüseyin
kırmızı renkli bir gömlek giymiş bir halde, düşüp kalkarak
geliyorlardı. Resulullah (s.a.a) minberden indi, onları
kaldırdı, önüne oturttu ve şöyle buyurdu: “Hakikatte
mallarınız ve evlatlarınız imtihandır.” [1678]
22619. İmam
Ali (a.s), Mesih’in sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Ne
onu imtihana düşürecek bir hanımı, ne hüzünlendirecek bir
çocuğu vardı.”[1679]
bak. el-Fitne, 3150. Bölüm
22620. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocukları seviniz ve onlara
karşı merhametli olunuz” [1680]
22621. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Musa b. İmran (a.s)
şöyle arzetti: “Ey Rabbim! Senin nezdinde hangi amel daha üstündür?” Allah
şöyle buyurdu: “Çocukları sevmek. Zira onların tabiatı
tevhidim üzeredir. Eğer onlar ölürlerse, onları rahmetimle cennete
götürürüm.”[1681]
22622. Resulullah
(s.a.a), yanında bir çocuk olan ve onu öpen Osman b. Maz’un’a şöyle
buyurmuştur: “Bu çocuk senin midir?” O şöyle dedi: “Evet.” Peygamber
şöyle buyurdu: “Onu seviyor musun ey Osman?” O şöyle arzetti: “Evet
ey Allah’ın Resulü! Onu seviyorum” Peygamber şöyle buyurdu: “Senin
ona olan sevgini arttırmayayım mı?” O şöyle arzetti:
“Artır, babam ve annem sana feda olsun.”Peygamber şöyle buyurdu: “Her
kim, kendi nefsinden bir genci sevindirirse, Allah da kıyamet günü onu
sevindirir...”[1682]
22623. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
kula çocuğuna karşı beslediği aşırı sevgi
dolayısıyla merhamet eder.”[1683]
22624. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim evladını öperse, aziz
ve celil olan Allah ona bir sevap yazar. Her kim evladını
sevindirirse, Allah da kıyamet günü onu sevindirir, her kim ona Kur’an
öğretirse (kıyamet gününde) anne ve babası
çağrılır ve onlara öyle bir elbise giydirilir ki
parıltısından cennet ehlinin yüzü aydınlanır.”[1684]
22625. Resulullah
(s.a.a) kendisine, “Ben asla bir çocuğu öpmedim” diyen ve sonra da giden
birisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu adam benim nezdimde
ateş ehlindendir.”[1685]
22626. Resulullah
(s.a.a), Hasan ve Hüseyin’i (a.s) öpünce Ekre’ b. Habis’in, “Benim on
çocuğum var, şu ana kadar birini dahi öpmedim” demesi üzerine
şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah merhametini senden almışsa
bu beni ilgilendirmez–veya buna benzer bir söz söyledi-!” [1686]
22627. Ebu
Hureyre şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) Hasan ve Hüseyin’i öpüyordu,
Uyeyne –başka bir rivayete göre ise Ekre’ b. Habis-şöyle dedi: “Ben
on çocuğum arasından birini dahi öpmedim.” Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Her kim merhamet etmezse, ona da merhamet edilmez.”
Hafs-i Ferra’nın rivayetinde ise şöyle
yer almıştır: “Resulullah (s.a.a) öyle bir kızdı ki,
rengi değişti ve o şahsa şöyle buyurdu: “Eğer Allah
kalbinden merhametini çekip almışsa, ben sana ne yapayım?
Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen kimse
bizden değildir.”[1687]
bak. el-Halik, 1070. Bölüm, Vesaiil’uş
Şia, 15/201, 88. Bölüm ve s. 202, 89. Bölüm
22628. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin çocuğu varsa ona çocukça
davranmalıdır.”[1688]
22629. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin çocuğu olursa, onunla
çocuk olsun.”[1689]
22630. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin çocuğu
varsa, çocukluk etsin.”[1690]
22631. Cabir
şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a)’ın huzuruna vardım. Hasan ve
Hüseyin’in Peygamberin sırtına bindiğini ve peygamberin de onlar
için diz çöküp eğildiğini ve onlara şöyle buyurduğunu
gördüm: “Ne de iyi bineğiniz var ve sizler ne de iyi binicilersiniz.”[1691]
22632. Ömer
b. Hattab şöyle diyor: “Hasan ve Hüseyin’i Peygamber’in (s.a.a) omuzuna
binerken gördüm, şöyle dedim: “Sizlerin ne de iyi bir atı
var.”Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu ikisi ne de iyi süvaridir.”[1692]
22633. Ebu
Hureyre şöyle diyor: “Bu iki kulağımla işittim ve bu
iki gözümle de gördüm ki Resulullah (s.a.a) her iki eliyle Hasan ve Hüseyin’i
(a.s) omuzlarından tutmuştu, ayakları, Resulullah’ın
(s.a.a) ayakları üzerindeydi ve Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyordu:
“Terakka ayne bekka” (yukarı çık.) Ebu Hureyre şöyle diyor:
“Çocuk Peygamber’in bedeninden yukarı çıktı,
ayaklarını Resulullah’ın (s.a.a) göğsüne bıraktı,
Peygamber şöyle buyurdu: “Ağzını aç.” Onu öptü ve
şöyle buyurdu: “Allah’ım! Ben bunu seviyorum, sen de onu sev.”
Allame Meclisi bu hadisin altında şöyle diyor:
“İbn-i Beyyi’, İbn-i Mehdi ve Zemahşeri’nin kitabında ise
şöyle buyurduğu yer almıştır: “Huzukkete, Huzukkete
terekke eyne bekke”[1693] Allah’ım ben bunu
seviyorum, sen de onu ve onu seveni sev...”
Cezeri ise şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) Hasan ve
Hüseyin’i oynatıyor ve şöyle buyuruyordu: “Huzukkete, huzukkete,
terekke eyne bekke” Çocuk Peygamberin bedeninden yukarı çıktı,
öyle ki ayaklarını Peygamberin (s.a.a) göğsüne
bıraktı.”[1694]
Kur’an :
“Orada Zekeriya
Rabbine dua etti: “Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy
bahşet, doğrusu sen duayı işitirsin.”[1695]
“Rabbim! Bana iyilerden olacak bir çocuk ver”
diye yalvardı.”[1696]
“Onlar: “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve
çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak
insanlar ihsan et ve bizi, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
önder yap” derler.”[1697]
bak. Meryem, 5, Enbiya, 90
22634. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Salih çocuk cennet güllerinden bir
güldür.”[1698]
22635. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Salih çocuk Allah tarafından
kulları arasında bölüştürülen bir demet güldür.”[1699]
22636. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Salih evlada sahip olmak insanın
mutluluğundandır.”[1700]
22637. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Salih evlat, iki ünden
en güzelidir.”[1701]
22638. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurmuştur. “Aziz ve celil olan Allah’ın mümin kulundan
mirası ölümünden sonra Allah’a ibadet eden evladıdır.”İmam
Sadık (a.s) daha sonra Zekeriyya ayetini tilavet buyurdu: Bana ve Al-i
Yakub’a varis olacak kendi nezdinden bana bir veli bağışla!”[1702]
22639. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın mümin
kulundan mirası kendisi için (mümin kul) mağfiret dileyen salih
evlattır.”[1703]
22640. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben Rabbimden ne güzel
yüzlü ve ne de boylu boslu bir çocuk istedim. Ben rabbimden Allah’a itaat eden,
ondan korkan ve kendisine baktığımda Allah’a itaat ettiğini
görünce gözümün aydınlanacağı bir çocuk istedim.” [1704]
22641. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsa b. Meryem sahibinin azap
çektiği bir mezarın yanından geçti, ertesi yıl o
mezarın yanından geçti ve o şahsın azap çekmediğini
görünce, şöyle arzetti: “Ey rabbim! Geçen yıl bu mezarın yanından
geçtim, sahibi azap görüyordu, bu yıl buradan geçtim, artık azap
görmüyor?” Azameti yüce olan Allah ona şöyle vahyetti: “Ey Ruhullah! Onun
salih oğlu büyüdü, bir yol yaptı, bir yetimin sorumluluğunu
üstlendi, ben de oğlunun bu işleri sebebiyle onu bağışladım.”[1705]
bak. Vesail’uş Şia, 15/97, 2. Bölüm
22642. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötü evlat,
şerafeti yok eder ve ataları kötüler.”[1706]
22643. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kötü evlat, ataları
lekeler, sonradan gelen evlatları ise bozar.”[1707]
22644. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Musibetlerin en kötüsü
kötü haleftir (kötü evlattır.)” [1708]
22645. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Evlatların en
kötüsü, itaat etmeyendir.” [1709]
Kur’an :
“Aralarından birine bir kızı
olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir.
Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye
çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı
gömsün? Ne kötü hükmediyorlar.”[1710]
22646. Hamza
b. Humran merfu bir hadiste şöyle diyor: “Bir şahıs Peygamberin
(s.a.a) huzurunda iken çocuğunun dünyaya geldiğini ona haber
verdiler. Bunun üzerine rengi soldu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ne
oldu?” O şöyle arzetti: “Hayırdır” Peygamber şöyle buyurdu:
“Söyle.” O şöyle arzetti: “Evden dışarı çıkınca
eşim doğum sancısına tutuldu, şimdi de bana bir
hayır getirmiş ve bir kız doğurmuştur.” Peygamber
şöyle buyurdu: “Ağırlığını yeryüzü
taşır, gökyüzü ona gölge eder, Allah rızkını verir ve
o kokladığın bir demet güldür.”[1711]
22647. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Resulullah’a (s.a.a), bir
kızının dünyaya geldiğini haber verdiklerinde şöyle
buyurmuştur: “O bir demet güldür, rızkını aziz ve celil
olan Allah verir.”[1712]
22648. İbrahim
Kerhi, güvenilir ashabınızdan birinin şöyle dediğini
naklediyor: “Ben
Medine’de iken evlendim, İmam Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu:
“Nasıl gördün?” Ben şöyle arzettim: “Her erkeğin kadında
bulduğu hayrı ben de onda buldum, lakin bana hıyanet
etti.”İmam şöyle buyurdu: “Nasıl hıyanet etti?” O
şöyle arzetti: “Kız doğurdu.” İmam şöyle buyurdu:
“Öyle anlaşılıyor ki kızı sevmiyorsun, oysa Aziz ve
celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Babalarınız ve
evlatlarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın
olduğunu siz bilmezsiniz.”[1713]
22649. İmam
Sadık (a.s), kız çocuğu dünyaya geldiği için rahatsız
olan birine şöyle buyurmuştur: “Bana de bakayım!
Acaba Allah Tebareke ve Teala sana vahyedip de, “ben mi senin için seçeyim,
yoksa kendin mi seçeceksin?” diye sorsa ne söylerdin?” O şöyle arzetti:
“Ben şöyle derdim: “Ey rabbim! Sen benim için seç.”İmam şöyle buyurdu:
“O halde şimdi Allah senin için seçmiştir.”[1714]
22650. İmam
Sadık (a.s), Carut b. Münzir’e şöyle buyurmuştur: “İşittiğime
göre bir kızın doğduğu için rahatsız olmuşsun!
Ondan sana bir zarar gelmez, o kokladığın bir demet güldür,
rızkı temin edilmiştir, Peygamber (s.a.a) de bir kaç
kızın babasıydı.”“[1715]
22651. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kız çocuklarını kötü
görmeyin. Zira onlar değerli ünsiyet edilen kimselerdir.”[1716]
22652. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin kızı olur, onun
eğitimini ve öğretimini güzel yapar, Allah’ın kendisine
verdiği nimetlerden onu bol bol nasiplendirirse, o kız kendisi için
cehennem ateşi karşısında bir engel ve perde olur.”[1717]
22653. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bu kızlar
şefkatli, yardımcı ve bereketlidirler.”[1718]
22654. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kimin bir
kızı dünyaya gelir de ona eziyet etmez, aşağılık
saymaz ve erkek çocuklarını ona tercih etmezse, Allah o kız
vasıtasıyla onu cennete götürür.”[1719]
22655. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kız çocukları iyilik,
erkek çocukları ise nimettir. İyiliklere mükafat verilir, nimetlerin
ise hesabı sorulur.”[1720]
22656. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Erkek çocukları
nimet, kız çocukları ise iyiliktir. Allah nimetlerin
hesabını sorar iyilikler için ise mükafat verir.”[1721]
22657. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Perde gerisindeki kız çocukları
ne de güzel çocuklardır. Her kim bunlardan birine sahip olursa, Allah onu
kendisi için cehennem ateşi karşısında bir perde karar
kılar.”[1722]
22658. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala kadınlara
erkeklerden daha merhametlidir. Erkek, mahremi olan kadınlardan birini
sevindirecek olursa Allah da kıyamet günü onu sevindirir.”[1723]
Çocuklar Arasında Adalete Teşvik
22659. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
korkunuz ve çocuklarınız arasında adaletli
davranınız.”[1724]
22660. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocukların
senin üzerindeki hakları, aralarında adaletli davranmandır.
Nitekim senin de onlar üzerindeki hakkın, onların sana iyilik
etmeleridir.”[1725]
22661. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınız arasında,
onların saygı ve muhabbet hususunda sizler arasında adil
davranmasını istediğiniz gibi, sizler de bağış ve
ihsan hususunda aralarında adaletli davranın.”[1726]
22662. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan korkunuz ve
çocuklarınız arasında (size karşı) iyilikle
davranmalarını sevdiğiniz gibi siz de onlara karşı
adaletli olunuz.” [1727]
22663. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınız arasında
(size karşı) iyilik ve sevgide adalet üzere davranmalarını
sevdiğiniz gibi siz de onlara karşı adaletli olunuz.” [1728]
22664. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza bir şey
vermek hususunda aralarında adaletli olun. Eğer ben birine üstünlük
verecek olusaydım, kadınlara üstünlük verirdim.”[1729]
22665. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala çocuklar arasında öpme
hususunda bile eşit davranılmasını sever.”[1730]
22666. Resulullah
(s.a.a) iki çocuğundan birini öpüp
diğerini öpmeyen bir adamı görünce şöyle buyurmuştur: “Neden o ikisi
arasında eşit davranmadın.”[1731]
22667. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki
ben bazen diğer çocuğumun hakkı olduğu halde,
çocuklarımdan (başka) biriyle oynar, onu dizlerimin üzerine oturtur,
çok sevgi gösterir, çok taktir ederim. Ama bu işi yapmamın sebebi
onu, diğer çocuklarımın zararından korumam ve onun
kardeşlerinin Yusuf’a yaptıklarını yapmalarına engel
olmak içindir.”[1732]
22668. Nu’man
b. Beşir şöyle diyor: “Babam bana bir mükafat verdi, annem Amra binti
Revaha şöyle dedi: “Bu işe Peygamberi (s.a.a) de şahit
tutmadıkça razı olmam.”Babam Peyamberin huzuruna gitti ve şöyle
arzetti: “Ben, eşim Amra’nın çocuğuna mükafat verdim, annesi
bana sizi şahit tutmamızı emretti.”Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Bütün çocuklarına böyle mükafat verdin mi?” Ben, “Hayır”
diye arzettim. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’tan kork ve çocukların
arasında adaletle davran, ben zulme tanıklık etmem.”[1733]
bak. el-Keza (2), 3377. Bölüm, Vesail’uş
Şia, 13/343, 11. Bölüm
Kur’an :
“Rabbin, yalnız O’na tapmanızı ve
ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her
ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı
“Of” bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep
tatlı söz söyleyesin. Onlara acıyarak alçak gönüllülük
kanatlarını ger ve de ki: “Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri
gibi sen de onlara merhamet et!”[1734]
22669. Resulullah
(s.a.a) kendisine anne babanın çocuklar üzerindeki hakkı sorulunca
şöyle buyurmuştur: “O ikisi senin cennet ve cehennemindir.” [1735]
22670. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Baba ve anneye iyilik
ediniz”
ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İyilik etmek,
onlara güzel davranman ve her ne kadar ihtiyaçsız olsalar da
ihtiyaçlarını bildirmek ve senden istemek mecburiyetinde
kalmalarına izin vermemendir.” [1736]
22671. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim ömrünün uzun ve
rızkının çok olmasını istiyorsa, anne ve babasına
iyilik etsin ve sıla-i rahimde bulunsun.”[1737]
22672. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya iyilik en
üstün hasletlerdendir.”[1738]
22673. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya iyilik en
büyük görevdir.”[1739]
22674. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Babalarınıza
karşı iyi davranın ki evlatlarınız da size iyi
davransın.”[1740]
22675. Resulullah
(s.a.a) kendisine Allah nezdinde en sevimli şeyin ne olduğunu soran
İbn-i Mes’uda şöyle buyurmuştur: “Namazı vaktinde
kılmaktır.”Ben (İbn-i Mes’ud) şöyle arzettim: “Daha sonra
nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Anne babaya iyilik etmektir.”[1741]
22676. Resulullah
(s.a.a), huzuruna gelerek, “Hicret etmek için geldiğim zaman anne babam
ağlıyorlardı” diyen birisine şöyle buyurmuştur: “Onların
yanına geri dön, onları ağlattığın gibi
sevindir.”[1742]
22677. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim anne babasına iyilik ederse
ne mutlu ona. Allah ömrünü artırmıştır.”[1743]
22678. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
kendisine, anne ve babaya şükranda bulunulmasını
emretmiştir. O halde her kim anne babasına şükranda
bulunmamışsa Allah’a şükranda bulunmamış olur.”[1744]
22679. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah’ın süt
kız kardeşi yanına geldi, Peygamber ona çok saygı gösterdi,
daha sonra onun kardeşi geldi, ama Peygamber ona kızkardeşine
davrandığı gibi davranmadı. Şöyle arzedildi: “Ona
kardeşine davrandığınız gibi davranmadınız.”Peygamber
şöyle buyurdu: “Çünkü, kız kardeşi ondan daha çok babasına
iyilik etmiştir.”[1745]
22680. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın hoşnutluğu
babanın hoşnutluğundadır ve Allah’ın
hoşnutsuzluğu babanın hoşnutsuzluğundadır.”[1746]
22681. İmam
Seccad (a.s), anne babaya yaptığı duasında şöyle
buyurmuştur: “Allah’ım, öyle et ki, zalim sultandan
korkar gibi onlardan (anne ve babadan) korkayım; şefkatli anne gibi
onlara iyilik edeyim. Anne ve babama itaatimi ve onlara iyi davranmamı,
uyku düşkünü kimsenin uykusundan daha göz aydınlatıcı ve
çok susamış kimsenin içtiği sudan daha yürek serinletici
kıl ki onların isteğini kendi isteğime tercih edeyim.”[1747]
Her Ne Kadar Kötü de Olsa Anne Babaya İyiliğe Teşvik
22682. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah
şu üç şey hakkında muhalefet etmeye izin vermemiştir:
İyi ve kötü de olsa sahibine emaneti geri çevirmek, iyi ve kötü de olsa
ahdine vefa göstermek, iyi ve kötü de olsa anne babaya iyilik etmek.”[1748]
22683. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya iyilik
farzdır, ama eğer müşrik olurlarsa, isyan hususunda onlara ve
diğer hiçkimseye itaat etme. Zira yaratıcıya isyan hususunda hiç
bir yaratığa itaat etmemek gerekir.”[1749]
22684. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ne kadar müşrik
de olsa anne babaya (itaat) farzdır ama Allah’a isyan hususunda onlara
itaat etmemek gerekir.”[1750]
22685. İmam
Sadık (a.s) babası muhaliflerden olan birine şöyle
buyurmuştur: “Onlara dostlarımızdan olan müslümanlara iyi
davrandığın gibi iyi davran.”[1751]
Ölümlerinden Sonra Anne Babaya İyilik Etmeye Teşvik
22686. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü iyilerin efendisi, anne
babasına ölümlerinden sonra da iyilik edendir.”[1752]
22687. Resulullah
(s.a.a), bir şahsa yaptığı tavsiyesinde şöyle
buyurmuştur: “Anne ve babana itaat et, diri de olsalar, ölü de olsalar
onlara iyilikde bulun. Hatta eğer aileni ve varlığını
terk etmeni isteseler dahi bu işi yap. Zira bu da imanın bir
parçasıdır.”[1753]
22688. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz insan bazen
anne babası hayattayken onlara iyilik eder ama öldüklerinde ne
onların borcunu öder ve ne onlara mağfiret diler. Bu durumda Allah
onu (anne babaya) karşı isyankar olarak yazar. Bazen de insan anne
babası hayattayken onlara itaat etmez ve iyilikte bulunmaz ama öldükleri
taktirde borçlarını öder, onlara mağfiret diler, bu yüzden de
aziz ve celil olan Allah onu iyilerden yazar.”[1754]
22689. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinin ölü veya
diri, anne babasına iyilik etmesine ne engel olabilir? Onlar adına
namaz kılsın, onlar adına sadaka versin, onlar adına hacca
gitsin, onlar adına oruç tutsun ki sevabı hem onlara
ulaşsın, hem de aynı ölçüde kendisi için yazılsın.
Aziz ve celil olan Allah iyiliği ve sıla-i rahimi için kendisine bir
çok hayır ve bereketi arttırır.”[1755]
22690. Resulullah
(s.a.a) anne babanın ölümünden sonra iyilik etme hakkında sorulunca
şöyle buyurmuştur: “Evet onlar için dua etmek, onlar için
mağfiret dilemek, vefatlarından sonra vasiyetlerini yerine
getirmek,onların akrabalarına sıla-ı rahimde bulunmak ve
dostlarına saygı göstermekledir” [1756]
Cennet Annelerin Ayakları Altındandır
22691. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cennet annelerin ayakları
altındadır.”[1757]
22692. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Musa b. İmran
şöyle arzetti: “Ey rabbim! Bana tavsiyede bulun.”Allah şöyle buyurdu:
“Sana kendim hakkında tavsiyede bulunuyorum.”O şöyle arzetti: “Ey
rabbim! Bana tavsiyede bulun.”Allah şöyle buyurdu: “Sana kendim
hakkımda tavsiyede bulunuyorum.”–bu cümleyi üç defa buyurdu-Musa
şöyle arzetti: “Ey rabbim! Bana tavsiyede bulun.”Allah şöyle buyurdu:
“Sana annen hakkında tavsiyede bulunuyorum.”O şöyle arzetti: “Ey
rabbim! Bana tasiyede bulun.”Allah şöyle buyurdu: “Sana annen
hakkında tavsiyede bulunuyorum.”O şöyle arzetti: “Ey rabbim! Bana
tavsiyete bulun.”Allah şöyle buyurdu: “Sana baban hakkında tavsiyede
bulunuyorum.”[1758]
22693. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birisi Allah Resulünün
huzuruna vardı ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü! Kime
iyilik edeyim” peygamber: “Annene.” O şahıs şöyle arzetti: “Daha
sonra kime iyilik edeyim.”Peygamber şöyle buyurdu: “Annene.” O
şahıs şöyle arzetti: “sonra kime?” Peygamber şöyle arzetti:
“Annene.” O şahıs daha sonra kime iyilik edeyim diye sorunca
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Babana.”[1759]
22694. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ama, annenin senin
üzerindeki hakkı, hiç kimsenin hiç kimseyi
taşıyamayacağı bir yerde seni
taşıdığını ve hiç kimsenin hiç kimseye veremeyeceği kalbinin meyvesini sana
verdiğini bilmendir. Seni bütün organlarıyla korudu, aç olduğuna
önem vermedi, ama seni doyurdu, kendisi susuz kaldı, ama seni suya
kandırdı, kendisi çıplak kaldı ama seni giydirdi, kendisi
güneş altında durdu, ama seni gölgeye attı, senin için uykuyu
kendine haram kıldı, seni sıcaktan ve soğuktan korudu ki
sana sahip olsun ve seni kaybetmesin. O halde Allah’ın
başarısı ve yardımı olmaksızın onun
hakkını eda edemezsin.”[1760]
22695. Ömer
b. Hattab şöyle diyor: “Biz Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte bir
vadinin tepesine çıktık, orada koyunlarını otlatan bir genç
gördüm ve onun gençliği ve diriliği beni aldı. Ben şöyle
arzettim: “Ey Allah’ın Resulü! Keşke onun gençliği Allah yolunda
harcansaydı” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Belki de
Allah’ın yollarından bir yoldadır da sen bilmiyorsun?” Peygamber
o genci çağırdı ve şöyle dedi: “Ey genç! Senin geçimini
üstlenen biri var mı?” O şöyle dedi: “Evet.” Peygamber şöyle
buyurdu: “O kimdir?” Genç şöyle arzetti: “Annem.” Peygamber şöyle
buyurdu: “Ona sahip çık zira cennet onun ayaklarının
altındadır.”[1761]
22696. Resulullah
(s.a.a), cihada katılmak isteyen ama annesinin engel olduğu bir
şahsa şöyle buyurmuştur: “Annenin yanında
kal, onun yanında kalmanın, cihada katılarak elde edeceğin
sevabın benzeri bir sevabı vardır.”[1762]
22697. Resulullah
(s.a.a), cihada katılmak hususunda görüşünü soran birine şöyle
buyurmuştur: “Annen var mıdır?” O şöyle arzetti: “Evet!”
Peygamber şöyle arzetti: “O halde onunla kal. Çünkü cennet onun
ayaklarının altındadır.”Bu hadisi İbn-i Mace ve Nesai
kendileri ve Hakim rivayet etmişlerdir ve Hakim şöyle demiştir:
“Senedi doğrudur.”
Taberani de diğer bir senet zinciriyle bunu rivayet
etmiştir ve ifadesi şöyledir: “Peygamberin huzuruna gelerek, cihada
katılma hususunda görüşünü sordum. Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Anne baban hayatta mıdırlar?” Ben şöyle arzettim:
“Evet.” Peygamber şöyle buyurdu: “Onların yanında kal. Zira
cennet onların ayakları altındadır.”[1763]
22698. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cennette aniden bir karinin (Kur’an
okuyan kimsenin) sesini işittim ve, “bu kimdir?” diye sordum, şöyle dediler:
“Harise b. Nu’man’dır.” Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Anne
babaya iyiliğin neticesidir. (bu) anne babaya iyiliğin neticesidir ve
o annesine karşı insanların en iyi davrananıydı.”[1764]
22699. İbrahim
b. Muhzim şöyle diyor: “Gece geç vakitte İmam Sadık’ın
(a.s) huzurundan ayrılıp Medine’deki evine gittim. Annem benimle
yaşıyordu. Ben onunla tartıştım ve ona kaşrı
kaba davrandım. Sabah olunca namaz kıldım ve İmam
Sadık’ın (a.s) yanına vardım. Yanına
vardığımda hemen şöyle buyurdu: “Ey Ebi Muhzim! Neden dün
annene kabalık ettin? Onun karnının içinde yer ettiğin bir
ev olduğunu, eteğinin içinde uyuduğun bir beşik
olduğunu, göğsünün kendisinden içtiğin bir kap olduğunu
bilmiyor musun?” Ben şöyle arzettim: “Biliyorum” İmam şöyle
buyurdu: “O halde onunla barış, ona kabalık etme.”[1765]
22700. Resulullah
(s.a.a) kendisine gelerek yapmadığım çirkin bir iş
kalmamıştır acaba tövbe etme imkanım var mıdır?
Diyen birisine, “Acaba anne ve babandan biri hayatta mıdır?” diye
sordu. Ben (o şahıs) şöyle arzettim: “Babam hayattadır.” Peygamber
şöyle buyurdu: Git ve ona iyilik et.” O şahıs gittikten sonra
şöyle buyurmuştur: “Keşke annesi de hayatta olsaydı.”[1766]
Kur’an :
“Rabbin, yalnız O’na tapmanızı ve
ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her
ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı
“Of” bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep
tatlı söz söyleyesin.”[1767]
22701. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Senin yanında
yaşlılığa erişince” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Eğer seni
inicitirlerse, onlara “of” bile deme. Eğer sana vururlarsa,
onları azarlama.”[1768]
22702. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya en küçük
saygısızlık onlara “öf” demektir. Aziz ve celil olan Allah “öf”
demekten daha basit bir şey görmüş olsaydı şüphesiz ondan
da sakındırırdı.”[1769]
22703. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah, “of”
kelimesinden daha az bir şey bulsaydı, şüphesiz ondan da
sakındırırdı. “Öf” demek anne babaya karşı
saygısızlığın en küçük mertebesidir.”[1770]
22704. İmam
Sadık (a.s) Allah-u Teala’nın “Onlara rahmet
kanatlarını ger” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlara sadece
rahmet ve şefkat gözüyle bak. Onlara sesini yükseltme. Elini onların
elinden üstün tutma ve onlardan öne geçme.”[1771]
22705. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Babam oğluyla yolda
giden ve oğlunun kendisine dayandığı bir şahsı
gördü. Babam (a.s) o çocuktan çok rahatsız oldu. Hayatta olduğu
müddetçe de onunla konuşmadı.”[1772]
22706. İmam
Bakır (a.s), ““Of” bile demeyesin”ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Bu üzmenin en küçüğüdür; Allah onu ve ondan daha
fazlasını haram kılmıştır.”[1773]
22707. İmam
Sadık (a.s) Allah-u Tealanın “Onlara yüce sözler
söyle” ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer seni dövseler
“Allahım! Onları bağışla” de.”[1774]
22708. İmam
Sadık (a.s), kendisine, “Babam bana bir ev bağışladı
ve şimdi de kararından vazgeçip onu geri almak istiyor” diyen
birisine şöyle buyurmuştur: “Baban kötü bir iş
yapmıştır, ama eğer onunla tartışırsan, sesini
yükseltme. Eğer o sesini yükseltirse, sen sesini alçalt.”[1775]
22709. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın anne babasına
sövmesi büyük günahlardandır. İnsan, birinin babasına söver, o
da buna karşılık onun babasına söver veya birinin annesine
söver ve netice olarak o şahıs da kendisinin annesine söver.”[1776]
Anne Babaya İsyan
22710. Resulullah
(s.a.a), Yemen ehline yazdığı bir mektupta şöyle
buyurmuştur: “Allah nezdinde kıyamet günü günahların en
büyüğü, Allah’a şirk koşmak, mümin insanı haksız yere
öldürmek, Allah yolunda yapılan savaş meydanlarından kaçmak ve
anne babaya isyan etmek.”[1777]
22711. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İtaat etmeyen evlada şöyle
denir: “İstediğin şeyi
yap ama şüphesiz seni bağışlamayacağım.” [1778]
22712. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya isyan etmek
büyük günahlardandır. Zira Allah-u Teala itaat etmeyen evladı mutsuz
ve isyankar olarak karar kılmıştır.”[1779]
22713. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Havayı karartan
(toplumu bozan) günahlardan biri de anne babaya isyandır.”[1780]
22714. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya isyan
fakirliğe sebep olur ve zillete sürükler.”[1781]
22715. İmam
Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya isyan,
acı görmemiş kimse için evlat acısıdır.”[1782]
22716. İmam
Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gençlik zamanında
çocuğun babasına küstahlığı, büyük yaşta ona
itaatsizlikle sonuçlanır.”[1783]
22717. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim evladına
beddua ederse fakirliğe mübtela olur.”[1784]
Bak. Ed-Dua, 1203. Bölüm
22718. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah iki işin cezasını
dünyada verir: Taşkınlık ve anne babaya isyan.”[1785]
22719. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah, anne babaya
isyanı, şu açıdan haram kılmıştır: Aziz ve
celil olan Allah’a itaat başarısından mahrumiyete, anne babaya
saygısızlığa, nimete nankör olmaya, şükür ve
hamdın ortadan kalkmasına, neslin azalmasına ve kesilmesine
sebep olur. Zira anne babaya itaatsizlik, anne babaya
saygısızlığa, hak ve hukuklarının
tanınmamasına ve akrabalık bağlarının
kesilmesine, anne babanın evlada rağbetsiz olmasına sebep olur.
Çocuğun anne babasına iyilik etmemesi onların da kendisini
terbiye işini terk etmesine sebep olur.”[1786]
bak. Ez-Zenb, 1384. Bölüm, Vesail’uş
Şia, 15/216, 104. Bölüm
Anne Babaya İtaatsizlik Örnekleri
22720. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Anne babaya isyandan
biri de insanın onlara sert bakmasıdır.”[1787]
22721. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim anne
babasına onlar kendisine zulmetseler bile öfkeli bir bakışla
bakarsa Allah onun namazını kabul etmez.”[1788]
22722. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim anne babasını üzerse
onlara isyan etmiş olur.”[1789]
22723. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her anne babaya
saygısızlığın üzerinde anne babaya bir
saygısızlık vardır. Şahıs anne babasından
birini öldürürse artık onun üzerinde anne babaya daha kötü bir isyan
yoktur.”[1790]
Babanın Çocuk Üzerindeki Hakkı
22724. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Babanın
evlat, evladın da baba üzerinde bazı hakları vardır.
Babanın evlat üzerindeki hakkı, (evladın) Allah'a isyan
dışında her şeyde ona (babasına) itaat etmesidir.”[1791]
22725. Resulullah
(s.a.a) babanın evlat üzerindeki hakkı sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Onu adıyla çağırmasın, ondan öne
geçmesin, ondan öne oturmasın ve ona sövülmesine sebep olmasın.”[1792]
22726. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Babanın evlat üzerindeki
haklarından biri de babanın kızdığı zaman
evladın teslimiyet göstermesidir.”[1793]
22727. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Baba ve annenin evlat
üzerinde üç hakkı vardır: Her haliyle onlara teşekkür etmesi,
kendisine yaptığı emir ve yasaklarda Allah’a isyan
dışında onlara itaat etmesi, gizli ve aşikar, onların
hayrını dilemesidir.”[1794]
22728. İmam
Zeyn’ül-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Babanın
hakkına gelince, o senin aslın ve kökündür. Zira eğer o
olmasaydı, sen de olmazdın. O halde bil ki kendinde
beğendiğin her hasletin, senin varlığındaki kökü ve
menşei babandır. O halde Allah’a hamd et ve o nimet için babana
teşekkür et ve (bil ki) Allah’tan başka güç yoktur.”[1795]
Hem Evlat ve Hem de Malı Babaya Aittir
22729. Resulullah
(s.a.a), babasını şikayette bulunan birine şöyle
buyurmuştur: “Hem sen, hem varlığın babana aittir.”[1796]
22730. Resulullah
(s.a.a) kendisine, “Babam malımı almak istiyor” diyen birisine
şöyle buyurmuştur: “Sen ve malın babana aitsin.”[1797]
22731. Resulullah
(s.a.a), birisinin kendisine, “Babam varlığımı
gasbetmiştir” demesi üzerine şöyle buyurmuştur: “Hem sen hem de
malın babana aittir.”[1798]
22732. Resulullah
(s.a.a), kendisine, “Kendime ait malım ve ailem vardır. Babamın
da kendisine ait malı ve ailesi vardır. Şimdi malımı
almak istiyor” diyen birisine şöyle buyurmuştur: “Hem kendin hem
de malın babana aittir.”[1799]
22733. İmam
Sadık (a.s), kendisine, “evladın ne kadar malı babaya
helaldır?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Mecbur
kaldığı zaman günlük yiyeceğini israf haddinde olmamak
şartıyla alabilir.”Ravi şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim:
“O halde, babasını yanına getiren birisine Peygamberin
şöyle buyurması nedendir: Sen ve varlığın babana
aittir” İmam şöyle buyurdu: “O babasını Peygamberin
yanına getirdi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Bu babam
annemden kalan miras payımı bana vermiyor.”Babası Resulullah’a
onu oğluna veya kendisine harcadığını arzetti.
İşte burada Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Hem sen hem
varlığın babana aittir.” O adamın bir şeyi yoktu (ki
oğluna versin) çünkü bütün malı evladına ve kendisine
harcanmıştı. Acaba Resulullah babayı evladı için
hapseder miydi?”[1800]
22734. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evladın baba üzerindeki hakkı,
ona okuma yazmayı, yüzmeyi, ok atmayı öğretmesi ve helal
dışında bir yiyecek yedirmemesidir.”[1801]
22735. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuğun baba
üzerindeki hakkı ona güzel isim koyması, onu güzel terbiye etmesi ve
ona Kur’an öğretmesidir.”[1802]
22736. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evladın baba üzerindeki hakkı
kendisi için iyi bir isim seçmesi, büluğa erdiği zaman onu
evlendirmesi ve ona okuma-yazma öğretmesidir.”[1803]
22737. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuğun baba üzerindeki üç
hakkı şunlardır: Kendisi için güzel isim seçmesi, ona okuma
yazma öğretmesi ve bulüğ çağına erdiğinde onu
evlendirmesi.”[1804]
22738. Resulullah
(s.a.a), çocuğun baba üzerindeki hakkı sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Ona güzel bir isim takması, güzel terbiye etmesi, güzel
bir iş ve meslek öğretmesidir.”[1805]
22739. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuğun baba
üzerinde üç hakkı vardır: Kendisi için iyi bir anne seçmesi,
kendisine iyi bir isim bulması ve onu terbiyesi için
çalışmasıdır.”[1806]
22740. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evladın baba üzerindeki hakkı,
onun için güzel bir isim takması ve onu güzel terbiye etmesidir.”[1807]
22741. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evladın baba üzerindeki hakkı
ona güzel bir isim takması, kendisine güzel bir sanat öğretmesi ve
güzel terbiye etmesidir.”[1808]
22742. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim çocuğunu evlendirme
çağına ulaştırır ve malî imkanı olduğu halde
onu evlendirmezse ve o çocuktan bir hata ortaya çıkarsa günahı
babanın boynunadır.”[1809]
22743. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evladına iyilik etmesi üzere
yardım eden, hata ve günahlarını bağışlayan ve
Allah’ın dergahına onun için dua eden kimseye Allah rahmet etsin.”[1810]
22744. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evladına iyilik etmesi için
yardım eden babaya Allah rahmet etsin.”[1811]
22745. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
evladına iyilik etmesi kendi anne babasına iyilik etmesi gibidir.”[1812]
22746. İmam
Sadık (a.s), kendisine, “kime iyilik edeyim?” diye soran bir şahsa
şöyle buyurmuştur: “Babana ve annene” O şöyle arzetti: “Onlar
dünyadan gittiler.”İmam şöyle buyurdu: “Evladına iyilik et” [1813]
22747. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza saygı
gösteriniz ve onları güzel bir şekilde terbiye ediniz.”[1814]
22748. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızı üç haslet
üzere terbiye ediniz: Peygamberi sevmek, Ehl-i Beyt’i sevmek ve Kur’an okumak
üzere.”[1815]
22749. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir baba evladına terbiyeden
daha güzel bir bağışta bulunmamıştır.”[1816]
Başka bir rivayette ise Resulullah’ın
(s.a.a) şöyle buyurduğu yer almıştır: “Hiç bir baba
evladına edepten daha değerli bir şey miras
bırakmamıştır.”
22750. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuk yedi yıl oyun
oynamalı, yedi yıl ilim öğrenmeli ve yedi yıl da helal ve
haramı öğrenmeye koyulmalıdır.”[1817]
22751. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızı
ilim öğrenmeye zorlayınız.”[1818]
22752. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gençlerinize Mürcie
fırkasından daha önce hadis öğretiniz.”[1819]
22753. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizim ilmimizden
çocuklarınıza bir şey öğretin ki Allah onun
vasıtasıyla kendilerine fayda versin ve Mürcie fırkası
kendi görüşleriyle onlara üstün gelmesin.”[1820]
22754. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza ok atmayı
öğretin. Zira bu düşmana gelip gelmeye sebep olur.”[1821]
22755. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza yüzmeyi ve ok
atmayı öğretiniz.”[1822]
22756. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızı yedi
yaşında namaz kılmaya zorlayın, on yaşında iken
namaz kılmakları zaman tenbih edin ve yataklarını
birbirinden ayırın.”[1823]
22757. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınız yedi
yaşına girdiğinde onlara namazı öğretin, on
yaşına ulaştıklarında namazı terk ettikleri için
onları tenbih edin ve yataklarını birbirinden ayırın.”[1824]
22758. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza
namaz kılmayı öğretiniz. Bulüğ çağına
erdiklerinde onları namazı terkettikleri için hesaba çekiniz.”[1825]
22759. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz
çocuklarımıza yedi yaşına girdiklerinde güçlerinin
yettiği kadar günün belli bir miktarınca yarım gün, daha az veya
daha çok oruç tutmalarını emrederiz. Açlık ve susuzluk onlara
galebe çaldığında ise iftar etmelerini emrederiz. Böylece bu
teşvik üzere oruç tutmaya alışır, oruç tutma gücünü elde
ederler. Sizler de çocuklarınız dokuz yaşına
girdiğinde onlara güçleri yettiğince günün belli bir miktarında
oruç tutmalarını, susuzluk onlara galebe çaldığında da
oruçlarını açmalarını emrediniz.”[1826]
22760. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz
çocuklarımıza beş yaşına geldiklerinde namaz
kılmayı emrederiz, sizler de çocuklarınızı yedi
yaşında namaz kılmaya zorlayın. Biz çocuklarımıza
yedi yaşına girdiklerinde güçleri yettiğince günün belli bir miktarında
oruç tutmalarını emrederiz... bu hadisin devamı tıpkı
önceki hadis gibi devam etmektedir.”[1827]
22761. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuk yedi yıl efendidir, yedi
yıl hizmetçidir ve yedi yıl da vezirdir (yardımcıdır).
Eğer yirmi bir yaşına kadar ona yaptığın
yardımdan hoşnut olursan (terbiyesi iyi sonuçlanırsa) pekala
aksi taktirde omuzuna vur (ve onu kendi haline bırak) sen artık onun
hakkında Allah nezdinde maruz sayılırsın.”[1828]
bak. 294. Konu, es-Siğer; 255,
eş-Şebab, el-Edeb, 70-71. Bölümler; el-İlm, 2918. Bölüm; el-Akl,
2826. Bölüm, 1361. Hadis; el-Muhaccet’ul Beyza, 5/124 konu
22762. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuğun anne babasına
karşı saygısızlık etmemesi gerektiği gibi, anne
baba da onlara karşı saygısızlık etmemelidir.”[1829]
22763. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Çocuğun anne babasına
saygısızlık etmemesi geerktiği gibi, anne babası da
çocuğuna –salih olduğu taktirde-saygısızlık
etmemelidir.”[1830]
22764. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Babanın çocuğu üzerinde
hakları olduğu gibi çocuğun da babanın üzerinde
hakları vardır.”[1831]
560.
Konu
el-Vilayet (1)
Hükümet-Yöneticilik
F Vesail’uş-Şia,
12/135, 45. Bölüm; Tahrim’ul-Velayet mi Kıbel’-il-Caiz
F Bihar,
78/271-277; Kitab’us-Sadık (a.s) ile ve ili’l-Ahvaz
F Bihar, 77/126;
Vesaya’un-Nebi li Meaz b. Cemel lemma be’sehu ile’l-Yemin
F Kenz'ul-Ummal,
5/584, Kitab’ul-Hilafet me’el-İmaret
bak.
F 22. Konu,
el-İmamet; 76. Konu, el-Cined; 165. Konu, ed-Devlet; 251. Konu,
es-Siyaset; 494. Konu, el-Mülk; 541. Konu, el-Vezaret; 19. Konu,
el-İmaret; 444. Konu, el-Kaza (2)
F el-Hak, 906.
Bölüm; el-İmamet, 150. Bölüm; el-Fesad, 3304. Bölüm; el-İmtihaan,
3642. Bölüm; el-Hadis, 18561 ve 18565. Bölümler; el-Kesb, 3483. Bölüm; ez-Zann,
2475. Bölüm; el-Ahd, 2963. Bölüm; el-Hadis, 14419. Bölüm
Kur’an :
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin,
Peygamber’e ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir
şeyde çekişirseniz ve Allah’a ve ahiret gününe iman etmişseniz
onu Allah’a ve Peygamber’e götürün. Bu, hayırlı ve netice
itibarıyla en güzeldir.”[1832]
Peygamber’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş
olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, biz seni onlara koruyucu göndermedik.”[1833]
“Sizin dostunuz ancak Allah, O’nun Peygamber’i
ve namaz kılan, zekât veren ve rüku eden müminlerdir.”[1834]
22765. İhticac-i
Tebersi kitabında Müminlerin Emirinden (a.s) uzun bir hadis
nakledilmiştir ve bu hadisin bir bölümünde şöyle yer
almıştır: “Bazı şeylerin işini seçilmiş
emin kimselerin eline verdi. O halde onların işi kendisinin
işidir. Emirleri onun emridir. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Kim
Resule itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiştir” [1835]
bak. el-İmamet (3), 176. Bölüm
22766. İbn-i
Abbas, Allah-u Teala’nın “Şüphesiz sizin veliniz Allah Resulü
ve iman edenlerdir” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ayet Ali
(a.s) hakkında nazil olmuştur.”[1836]
Bak. El-İmamet, 176. Bölüm
22767. Cabir
b. Abdillah Ensari şöyle diyor: “Aziz ve celil olan Allah Peygamberi
Muhammed’e (s.a.a), “Allah’a itaat ediniz, Resule ve sizden olan emir
sahiplerine itaat ediniz” ayetini nazil kıldığı zaman
ben şöyle arzettim: “Ey Resulullah! Allah ve Resulü bizler için bellidir.
Ama Allah’ın itaatlerini size itaate bağlı kabul ettiği
emir sahipleri kimlerdir?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Cabir!
Onlar benim halifelerim ve benden sonraki müslümanların
imamlarıdır. Onların ilki Ali b. Ebi Talib’dir, daha sonra
Hasan, daha sonra Hüseyin daha sonra Ali b. Hüseyin, daha sonra Tevrat’ta
Bakır diye meşhur olan Muhammed b. Ali’dir ve sen ey Cabir, onu derk
edeceksin, onu gördüğün zaman kendisine selamımı ilet. Ondan
sonra Cafer b. Muhammed Sadık’tır, daha sonra Musa b. Cafer, daha
sonra Ali b. Musa ve daha sonra Muhammed b. Ali’dir, daha sonra Ali b.
Muhammed, daha sonra Hasan b. Ali, daha sonra da benim adımı ve
künyemi taşıyan Allah’ın yeryüzündeki hücceti ve
yaratıkları arasındaki bakiyyesi olan İbn-i Hasan b.
Ali’dir.
O yüce olan Allah’ın kendisinin eliyle alemin doğu
ve batısını fethettiği kimsedir. O şiilerinden ve
dostlarından gaybete çekilir. Bu gaybet döneminde Allah’ın kalbini
imanla denediği kimseler dışında hiç kimse onun imamet
inancında sabit kalmaz.”
Cabir şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Ey
Resulullah! Onun gaybeti zamanında şiiler vücudundan istifade
edebilecekler midir?” Resulullah şöyle buyurdu: “Evet, beni Peygamber
olarak gönderene yemin olsun ki onlar gaybeti zamanında da onun
varlığından istifade edecekler, velayet nurundan,
insanların, bulutların arkasındaki güneşten istifade
ettikleri gibi aydınlanacaktır. Ey Cabir! Bu konu Allah’ın gizli
sırlarından ve örtülü ilmindendir. O halde sen de onu ehlinden
başkasından gizle.”[1837]
Allame Tabatabai (r.a) İslam Toplumunda
ilişkiler hususundaki sözünün 12. Bölümünde şöyle diyor:
“İslam toplumunun önderliği (velayet-i
emri) Peygamberimizin uhdesine bırakılmıştır.
Kur’an-ı Kerim açık bir dille ona itaat etmenin, direktiflerine
uymanın farz olduğunu bildirmiştir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah’a itaat
edin. Peygambere itaat edin.”[1838] Hakeza “Biz sana bu hak
içerikli kitabı indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın
gösterdiği gibi hüküm veresin.”[1839] Hakeza “Peygamber, müminler
için kendilerinden daha önde gelir.”[1840] Hakeza “De ki: Eğer
Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah sizi sevsin.”[1841] Kur’an’da bunlar
gibi çok sayıda ayet var. Bu ayetler Peygamberimizin İslam toplumuna
yönelik velayetinin ya bazı ya da bütün yönlerini içerir.
Bu konuda araştırmacının
gayesini tatmin edecek yöntem, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hayatını
inceleyip doyurucu miktarda nazari bilgi almak, arkasından ahlak, ibadet,
muamelat, siyaset, diğer, ilişkiler ve uygulamalar alanlarında
inen ayetlerin tümüne başvurmaktır. İlahi vahyin zevkinden
süzerek elde edilen bu delil, bir iki cümlelik sözle de bulunmayacak derecede
yeterli dile ve tatmin edici açıklamaya sahiptir.
Burada araştırmacının özen
göstereceği bir başka ince nokta vardır ki, o da şudur:
İbadetleri yapmayı, cihat emrini yerine getirmeyi, hadleri ve
kısasları uygulamayı ve diğer İslam hükümlerini içeren
ayetlerin çoğunda hitap bütün müminlere yöneltilmektedir, sadece
Peygamberimize hitap edilmemektedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Namazı ayakta tutun.”[1842]
Hakeza “Allah yolunda
infak edin.”[1843]
Hakeza “Oruç tutmak
üzerinize farz kılındı.”[1844]
Hakeza “Sizden hayra
çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir
topluluk olsun.”[1845]
Hakeza “Allah yolunda
cihad edin.”[1846]
Hakeza “Allah için gerektiği
gibi cihad edin.”[1847]
Hakeza “Zina eden erkek
ve kadının her birine yüz kırbaç vurun.”[1848]
Hakeza
“Hırsızlık eden erkeğin ve kadının ellerini
kesin.”[1849]
Hakeza “Kısasta
sizin için hayat vardır.”[1850]
Hakeza
“Şahitliği Allah için yapın.”[1851]
Hakeza “Ve topluca
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.
Dağılıp ayrılmayın.”[1852]
Hakeza “Dinin
gereklerini yerine getirin ve onun hakkında ayrılığa
düşmeyin.”[1853]
Hakeza “Muhammed sadece
bir peygamberdir. Ondan önce daha nice peygamberler gelip geçmiştir.
Şimdi eğer o ölür ya da öldürülürse topuklarınız üzerinde
geri mi döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerinde geri dönerse, Allah’a hiçbir
zarar vermeyecektir. Şükredenleri ise Allah ödüllendirecektir.”[1854] Bu konuda
bunların dışında daha bir çok ayet vardır.
Bu ayetlerin hepsinden çıkan sonuç
şudur: Bu din Allah’ın insanlara yüklediği toplumsal bir
boyadır. O, kulların kafir olmalarına razı değildir.
Dinin gereklerinin yerine getirilmesi, insanların tümünün gerçekleştireceği
bir görevdir. O halde toplumun işleri, toplumu oluşturan
insanların omuzlarındadır.
Bu konuda bazı fertlerin diğerlerine
göre ayrıcalığı ve özelliği yoktur. Peygamber ile
başkaları bu konuda eşittir. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, içinizden
çalışan hiç bir kimsenin yaptığını boşa
çıkarmam.”[1855] Bu ayetin
kayıtsız-şartsız ifadesi gösteriyor ki, İslam
toplumunun unsurlarının toplumlarının kendisi üzerindeki
etkisi hem teşrii, hem de tekvini açıdan O’nun tarafından göz
önünde tutuluyor ve O bu etkiyi boşa çıkarmıyor. Yüce Allah
başka bir ayette de şöyle buyuruyor: “Allah yeryüzünü
dilediği kullarına miras bırakır. İyi son,
(günahlardan) sakınanlar içindir.”[1856]
Evet, Peygamberin (s.a.a) omuzlarında dine
çağrı, yol gösterme ve eğitme görevleri vardır. Yüce Allah
şöyle buyuruyor: “Peygamber onlara Allah’ın ayetlerini okur,
onları kötülükterden arındırır, onlara kitabı ve
hikmeti öğretir.”[1857] Resulullah
(s.a.a), ümmetin işlerini yürütmek, dünyada ve ahirette önderliklerini
üstlenmek ve hayatta oldukça onlara liderlik yapmak için Allah tarafından
belirlenmiştir.
Fakat burada araştırmacılar
tarafından göz ardı edilmemesi gereken nokta şudur: Bu yol,
Allah’ın malını taht sahibi sultanın haracı sayan,
Allah’ın kullarını onun köleleri kabul eden, köleleri
saydığı Allah’ın kullarına dilediği gibi
davranan, onlar üzerinde istediği gibi hükmeden saltanat egemenliği
yolundan başka bir yoldur. Yine bu yol, maddi yararlanma esasına
dayanan demokratik veya antidemokratik bir toplumsal yöntem de değildir.
Bunlar ile İslam arasında benzeşmeye, aralarında
özdeşlik kurulmasına engel, açık ayrılıklar
vardır.
Bu farklılıkların en
önemlilerinden biri şudur: Söz konusu toplumlar maddi çıkar
esası üzerine kuruldukları için istihdam ve sömürme ruhu iliklerine
işlemiştir. Bu da insan tahakkümü sistemini doğurur. Bu sistemde
her şey insanın iradesine ve keyfi davranışlarına
bağlıdır. Egemen insanın diğer insana el atması,
istediği gibi onu eli altına alması ve ondan beklediği her
şeyi elde etmesi mübah sayılır.
Bu, geçmiş yüz yıllardaki keyfi
monarşi yöntemidir. Ki bu gün uygar toplum kılığında
ortaya çıktı. Bu durumu güçlü milletlerin zayıf milletlere
yaptıkları zulümlerde ve haksızlıklarda görüp
durduğumuz gibi, onların tarih tarafından kaydedilen kötülükleri
ile ilgili hatırımızla da sabittir.
Geçmiş yüzyılların bir firavunu,
bir Kayseri veya bir Kisrası (bir imparatoru) baskılarla,
entrikalarla zayıflar üzerinde meramını, istediği ve arzu
ettiği gibi yürütürdü. Sonra da eğer canı mazeret beyan etmek
isterse bütün bu yaptıklarının saltanatın gereği
olduğu, ülke yararına olduğu, devletin temelini güçlendirmek
için yapıldığı mazeretine
sığınırdı. Yaptıklarının onun
dehasının ve üstün kişi oluşunun hakkı olduğuna
inanırdı. Kılıcını bu sözde hakkının
delili olarak gösterirdi.
Bu günde eğer güçlü milletler ile zayıf
milletler arasındaki siyasi ilişkileri derinliğine incelersen,
tarihin ve tarihi olayların geri geldiğini ve gözlerimiz önünde
tekrarladığını görürsün. Yalnız geçmişteki tek
adama dayalı biçim, şimdilik toplumsal biçim ile yer
değiştirdi. Ama ruh aynı ruh, keyfi arzu aynı keyfi
arzudur. Oysa İslam’a gelince, onun yolu bu keyfi arzulardan uzaktır.
Onun delili, Peygamberimizin fetihlerindeki ve anlaşmalarındaki uygulamalarıdır.
İslam dışı toplumların
yöntemleri ile İslam yöntemi arasındaki başlıca farklardan
bir başkası da şudur: İnsanlık tarihi boyunca
görüldüğü ve belgelendiği üzere toplumların kesimleri
arasında, sonu fertler arası kargaşaya varan
ayrıcalıklar mutlaka vardır. Toplum kesimleri arasındaki
servet, mevki, makam ayrıcalıkları sonuçta toplumlarda
kargaşa belirmesini kaçınılmaz kılar. Fakat İslam
toplumunun kesimleri arasında benzeşme vardır. Birbirleri
arasında öncelik, üstünlük, övünme ve seçkinlik yoktur. İnsanın
mayasının isteği ve vazgeçilmez arzusu olan farklılık,
sadece takvadadır ve bunun belirleyicisi insanlar değil,
Allah’tır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Biz
sizi bir erkek ile bir kadından yarattık. Sizi milletlere ve halklara
ayırdık ki, tanışasınız. Allah katında en
üstün olanınız, kötülüklerden en çok sakınanızdır.”[1858] “İyiliklerde
birbiriniz ile yarışın.”[1859]
Buna göre İslam’da yöneten ile yönetilen,
amir ile memur, reis ile reisin emri altındakiler, özgür insan ile köle,
erkek ile kadın, zengin ile fakir, büyük ile küçük eşit
konumdadır. Dini kanunların haklarında yürütülmesi ve sosyal
olaylarda aralarında sınıf farklılıklarının
olmaması açısından bu saydıklarımızın hepsi
birdir. Peygamberimizin uygulamaları bunun delilidir. Selam ve övgü bu
uygulamayı yapanın üzerine olsun.
Bu önemli farklardan biri de şudur:
İslam’da yürütme gücü, toplumda ayrıcalıklı ve seçkin bir
zümrenin tekelinde değildir. Tersine bu güç toplumun bütün fertlerine
yaygındır. Buna göre herkes hayra çağırmakla, iyiliği
emredip kötülükten sakındırmakla yükümlüdür. İslam toplumunun
yöntemi ile diğer toplumların yöntemleri arasında daha birçok
farklılıklar vardır ki, bunlar dikkatli
araştırıcıların gözünden kaçmaz.
Bunların hepsi Peygamberimizin
hayatında böyle idi. Peygamberimizden sonra toplum yöneteminde iki
görüş belirdi. Müslümanların çoğunluğu toplumda bir
halifenin Müslümanlar tarafından seçilmesi yöntemini benimserken, Şii
Müslümanlar halifenin Allah ve Peygamber tarafından nasla
belirlendiğini, bu halifelerin kelam kitaplarında
ayrıntılı biçimde anlatıldığı üzere on iki
İmam olduğu görüşünü savunmuşlardır.
Fakat bu görüş ayrılıkları
bir yana, Peygamberimizden (s.a.a) ve zamanımızda olduğu gibi
Hz. Mehdi’nin gıybetinden sonra İslam hükümetinin işinin
Müslümanlara bırakıldığı tartışmasızdır.
Kur’an’dan bu konuda çıkan sonuca göre toplumun önderini Peygamberimizin
uygulamaları uyarınca belirleme yetkisi Müslümanların elindedir.
Bu da krallık veya imparatorluk değil, imamlık sistemidir.
Belirlenen önderin Müslümanlara yönelik uygulamaları şöyle
olmalıdır: Hükümleri değiştirmeksizin korumak. Temel
hükümler dışında, daha önce belirtildiği gibi, güncel ve
yerel olaylarda istişare ilkesini benimsemek. Bu konudaki delil, “Sizin için
Peygamberde uyulacak güzel bir örnek vardır.”[1860] Ayetinin
yanı sıra, daha önce değindiğimiz Peygamberimizin
önderliğini vurgulayan ayetlerin bütünüdür.[1861]
bak.
el-İmamet (1), 138, 147. Bölümler, el-İmamet (2), 167. Bölüm
Kötü Yöneticilerin İş Başına Geçmesine Sebep Olan Şey
Kur’an :
“Onun önünde ve arkasında Allah'ın
emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum
kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda
bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi,
artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların
Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.”[1862]
22768. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Olduğunuz gibi idare edilirsiniz” [1863]
22769. Ebu
Cafer (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ümmet kendine ait
(semavi) kitabı arkalarına attığı zaman Allah da
ilmini onlardan almıştır ve düşmanların velayetini
kabul ettikleri zaman da onlara musallat kılmıştır.”[1864]
22770. İmam
Ali (a.s) ashabını kınayarak şöyle buyurmuştur: “Nefsim, (kudret)
elinde olana andolsun, bu kavim (Muaviye taraftarları) sizi yenecektir.
Onların sizden daha haklı olduklarından değil;
önderlerinin batıl emirlerini koşarak uymalarından, sizin de
benim hakka yönelik emrime itaat etmeyişinizden.”[1865]
22771. Peygamber
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle
buyurmuştur: “Yaratıklarımdan beni tanıyan kimse bana isyan
ederse, yaratıklarımdan beni tanımayan bir kimseyi ona musallat
kılarım.”[1866]
bak. el-Fesad, 3201. Bölüm, el-Ma’ruf (2), 2692.
Bölüm, ez-Zenb, 1379, 1382. Bölümler
Kur’an :
“Bu ahiret yurdunu,
yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç
Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[1867]
22772. İmam
Ali (a.s), Allah-u Teala’nın, “O ahiret yurdunu...”ayeti
hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu ayet adil ve mütevazi
yöneticiler ile insanlardan diğer güç sahipleri hakkında nazil
olmuştur.”[1868]
22773. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanın
işlerinden birinin yöneticiliğini elde eder, adaletli davranır,
evinin kapısını insanların yüzüne açık tutar,
insanlara kötülük etmez ve insanların işleriyle ilgilenirse aziz ve celil olan Allah’a kıyamet günü
onu korkudan güvende kılması ve cennete koyması bir hak olur.”[1869]
22774. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim ümmetimin işlerinden birinin
sorumluluğunu üstlenir, onlara karşı iyi niyetli olursa, Allah-u
Teala da ona insanların kalbinde bir heybet verir. Her kim de onlara
ihsanını açarsa, ona ümmetin dostluk ve sevgisini nasip eder. Her kim
ümmetin malına elini uzatmaktan sakınırsa, aziz ve celil olan
Allah da varlığını artırır. Her kim bir mazlumun
hakkını zalimden alırsa, cennette benimle arkadaş olur. Her
kimin affı ve bağışı çok olursa, ömrü uzar ve her
kimin adaleti kapsamlı olursa, düşmanları karşısında
yardım görür.”[1870]
bak. el-Adl, 2543. Bölüm
22775. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zalim yöneticiler,
ümmetin kötüleri ve imamların düşmanlarıdırlar.”[1871]
22776. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yırtıcı,
obur ve acımasız bir hayvan, cellat ve zalim olan hükümdardan daha
iyidir.”[1872]
22777. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hükümdarların en
kötüsü günahsız kimsenin kendisinden korktuğu kimsedir.”[1873]
22778. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin hükümeti zalim
olursa devleti de zail (yok) olur.”[1874]
22779. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Müslümanların
işlerinden birinin sorumluluğunu üstlenir ve onlara hıyanette
bulunursa o ateştedir” [1875]
22780. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zalimin hükumetine
rağbetsizlik adilin hükümetine rağbet miktarıncadır.”[1876]
22781. İmam
Ali (a.s), Mısır ehline yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Bana üzüntü veren şey bu ümmetin
başına sefih, zalim ve facir kimselerin musallat olmaları,
Allah’ın malını aralarında dolaştırmaları,
Allah’ın kullarını köle yapmaları, salihleriyle
savaşmaları, fasıklarını dost ve yardımcı
edinmeleridir.”[1877]
bak. 19. Konu, el-İmaret, el-Kaza (2), 3363.
Bölüm, ez-Zulm, 2447. Bölüm
Yöneticilerin Valilerin Zulmüne Ortak Oluşu
22782. İbn-i
Abbas şöyle diyor: “Bir gün, Osman’ın Ali’yi (a.s)
şikayetine şahit oldum. Bu cümleden, Ali’ye söylediği sözlerden
biri şuydu: “Seni Allah’a ant içiririm ki sakın tefrika ve
ayrılık kapısını açma.”Ali (a.s) şöyle buyurdu:
“Tefrika kapısını açmaktan veya tefrika için ortak
sağlamaktan Allah’a sığınırım. Ama seni Allah ve
Resulünün sakındırdığı şeyden
sakındırıyorum... Ümeyye oğullarından beyinsiz
kimselerin müslümanların namus, can ve malına el uzatmalarına,
neden izin veriyorsun? Allah’a yemin olsun ki eğer senin valilerin alemin
batısında bile zulüm etseler, sen onun günahına ortaksın!”
Osman şöyle dedi: “Sen haklısın, ben bu
işi yapacağım ve senin ve müslümanların rahatsız
olduğu valileri azledeceğim.”Sonra birbirinden ayrıldılar,
ama Mervan b. Hakem Osman’ı bu işten engelledi ve şöyle dedi:
“İnsanlar sana karşı küstahlaşır, o halde valilerinden
hiç birini azletme.”[1878]
22783. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Valinin,
Allah’ın emrettiklerini gereği gibi ihtimamla yerine getirirken,
halkın ıslahına çabalarken, Allah’dan yardım dilemesi, hakka
riayet etmesi, işler ister hafif olsun ister ağır, sabır
göstermesi gerekir.”[1879]
Yöneticinin Kendisine Kaşrı Görevi
22784. İmam
Ali (a.s) Malik EŞter’i Mısır’a vali tayin ettiğinde
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Salih
insanları, Allah’ın kullarının diliyle söylettiği
şeylerden anlamak mümkündür. Senin
için kıymetli azık, salih amel olsun. Nefsine hakim ol. Sana
düşen; helal olmayan şeylerde nefsini dizginlemektir. Zira onu
dizginlemek sevdiği veya sevmediği şeyler hususunda ona
karşı insaflı olmaktır.” [1880]
22785. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “İçinde,
iktidarından dolayı kibir ve gurur gibi bir duygu ortaya
çıktığı zaman senin üzerinde olan Allah’ın mülkünün
azametini düşün ve senin güç yetiremediğin şeylere nasıl
güç yetirdiğini gör. Bu, tamahından dolayı isyan edip
serkeşlik eden nefsini yatıştırır, kibirni ve gururunu
yok eder, kaybolup giden aklını da başına getirir.”[1881]
22786. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah’ın azametiyle
boy ölçüşmeye; gücünü, onun yüce kuvvetine benzetmeye kalkışma.
Çünkü Allah, her zorbayı ezip zelil eder; her kibirlenip büyüklük
taslayanı alçaltır, küçük düşürür.”[1882]
22787. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah’a karşı
insaflı ol; halka, ailenin seçkinlerine, kendilerine özel ilgi
duyduğun emrindeki kimselere karşı insaflı davran. Böyle
yapmazsan, ancak zulmetmiş olursun.”[1883]
22788. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Kendini
beğenmekten, seni nefsinle böbürlenmeye sevk eden şeylere
güvenmekten, aşırı övgüyü sevmekten sakın. Çünkü bunlar, ihsan
sahiplerinin ihsanlarını helak etmek için şeytanın
aradığı uygun fırsatlardır.”[1884]
22789. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Senden önce geçen adil
yönetimlerden, üstün kanunlardan; Peygamber'imizin
bıraktıklarından, Allah’ın ki-tabındaki yükümlülüklerden
öğüt alman, bizim bilerek yaptığımızı
gördüğün şeylere uyman ve bu emirnamede sana verdiğim emirlere
tabi olmaya çalışman gerekir.”[1885]
22790. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim hükümetinde
gurura kapılırsa, ahmaklığını ifşa
etmiş olur.”[1886]
22791. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim hükümetinde
tekebbüre kapılırsa, azledildiği zaman çok horluğa
düşer.”[1887]
22792. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın
azledildiğinde çektiği horluk ve aşağılık,
hükümeti zamanındaki kötülüğü ölçüsüncedir.”[1888]
bak. el-Murakiber, 1544. Bölüm, Vesail’uş
Şia, 12/150, 49. Bölüm
Yöneticinin Yönetimindeki Önemli Görevleri
22793. İmam
Ali (a.s) Ömer bin Hattap’a şöyle buyurmuştur: “Şu üç
şeyi eğer hatırında tutar ve onunla amel edersen artık
başka bir şeye muhtaç olmazsın. Eğer onları
terkedersen hiçbir şey sana fayda vermez.”Ömer şöyle dedi: “Onlar
nedir Ey Ebe’l Hasan?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Yakın ve
yabancı kimse hakkında had ve cezaları uygulaman, hoşnutluk
ve gazap halinde Allah’ın kitabı esasınca hüküm vermen,
kızıl ve beyaz derili arasında (Beyt’ül malı) adil bir
şekilde bölüştürmendir.”Ömer şöyle dedi: “Canıma andolsun
ki kısa ve çok açık bir şekilde beyan ettin.”[1889]
22794. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yönetici bir kimsenin
insanların özeli ve geneli hakkında şu üç şeye riayet
etmesi gerekir: “İyileri iyilikle mükafatlandırmalıdır ki
insanların iyiliğe rağbeti artsın, tevbe etmesi ve
sapıklıktan dönmesi için kötü
kimselerin günahlarını örtmek ve insanların arasında ihsan
ve insaf yoluyla ülfet icat etmek.”[1890]
22795. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç şeyde
ihmalkârlık hükümdara yakışmaz: Sınırları
korumak, mazlumların haklarını aramak ve işleri için salih
kimseleri seçmek.”[1891]
22796. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Kanlardan ve
onları helal olmaksızın akıtmaktan sakın. Çünkü ondan
daha çok Allah’ın gazabına sebep olan, sonuç açısından daha
büyük bir şey yoktur. Kanların haksız yere dökülmesi nimetin
daha çok zevaline ve müddetin kesilip ömrün bitmesine sebep olacak bir şey
yoktur.”[1892]
22797. İmam
Ali (a.s), Mısır yöneticiliğine gönderdiği zaman Muhammed
b. Ebi Bekir’e verdiği emrinde şöyle buyurmuştur: “Bakışta
da, görüşte de bir tut onları. Böylece büyükler kendilerine
meylettiğini düşünüp onlar adına zulmetmeni istemesinler,
zayıflar da adaletinden ümitsizliğe düşmesinler.”[1893]
22798. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Kendin ve ailen için
sevdiğin şeyi halk için de sev. Kendin ve ailen için
beğenmediğin şeyi halk için de beğenme. Zira bu iş
hücceti daha çok tamamlar ve milletin düzelmesinde daha çok etkilidir.”[1894]
Yöneticinin Merhametli ve Yumuşak Huylu Olmasının Farz Oluşu
22799. İmam
Ali (a.s) Mısır’a tayin ettiğinde Malik Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Halkına
merhametle muamele etmeyi kalbine şiar, onları sevip, lütfetmeyi
kendine huy edin. Onlara karşı onları yemeyi ganimet bilen
yırtıcı bir canavar gibi olma. Çünkü, onlar iki
sınıftır: Bir kısmı, dinde kardeşindir, bir
kısmı ise yaratılışta senin eşindir. Onlar
yanılıp hata edebilirler, kusurları olabilir, kasten veya hata
ile ellerinden bir şey çıkabilir. O halde Allah’ın seni
bağışlamasından nasıl sevinip hoşnut olursan, sen
de onlara karşı bağışlayıcı davranıp
kusurlarını affet. Çünkü sen, onlardan üstünsün; seni bu işe
tayin eden senden üstün ve Allah da seni vali tayin edenden üstündür.”[1895]
22800. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Her kim ümmetimin
işlerinden birinin sorumluluğunu üstlenir de onlara sıkı davranırsa, sen de
ona sıkı davran. Her kim ümmetimin işlerinden birini üstlenir ve
onlara merhametli davranırsa sen de
ona merhametli davran.”[1896]
22801. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanlardan birisine hükümdar
olursa, kıyamet günü getirilir, cehennem köprüsünün
karşısında tutlulur, eğer güzel davranmışsa,
kurtuluşa erer ve eğer kötü davranmışsa köprü
yarılır ve o cehenneme düşer.”[1897]
bak. 159. Konu, el-Mudara, 192. konu, er-Rifk
Yönetici Halkın Genelinin Rızayetini Elde Etmelidir
22802. İmam
Ali (a.s) Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Senin için
işlerin en sevimlisi hakta orta yolda olan, adalette en genel bulunan ve
halkın hoşnutluğunu en çok toplayan iş olmalıdır.
Çünkü genelin öfkesi özelin rızayetini faydasız kılar; oysa
genelin hoşnutluğuyla öze-lin öfkesi örtülüp giderilir. Zira bu
yakınlar hakime bol-lukta en ağır gelen, darlıkta en az
yardım eden, haklarında insafla hükmedilmesini hoş görmeyen, isteklerinde
inatla direnen, verildiğinde az şükreden, verilmediğinde özrü
zor kabul eden, zamanın güçlüklerine karşı en az direnç gösteren
kimselerdir. Dinin direği olan, İslam cemaatini oluşturan,
düşmanlara karşı duran, ümmetin çoğunluğu olan
halkı daha çok sevmeli ve onlara daha fazla meyletmelisin.”[1898]
Yöneticinin İstihdam Hususunda Riayet Etmesi Gereken Şeyler
22803. İmam
Ali (a.s) Mısır’a tayin ettiğinde Malik Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Memurların
işleri konusunda çok dikkatli ol. Onları denedikten sonra
görevlendir. Dostluk sebebiyle ve başkalarına danışmadan
tayin etme. Çünkü bu ikisi (dostluk sebebiyle ve başkalarına
danışmadan tayin etmek), zulüm ve hıyanet şubelerinin bir
araya gelmelerine sebep olur. Bunları iyi ailelerden, İslam’a
eskiden girmiş olan tecrübeli ve hayalı kişilerden seç.”[1899]
22804. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir genci bir gruba başkan
kılar ve o grup arasında Allah’ın daha çok beğendiği
bir kimse bulunursa şüphesiz Allah’a hıyanet etmiş olur.”[1900]
22805. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir topluluğun
arasından onlar arasında Allah’ın daha çok beğendiği
biri varken başka birisini seçerse, Allah’a, Resulü’ne ve müminlere
hıyanet etmiştir.”[1901]
Yöneticinin Seçmemesi Gereken Kimse
22806. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki biz bu işi
isteyeni veya bu iş hususunda ihtiraslı olan kimseyi bu işe
tayin etmeyiz.”[1902]
22807. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biz asla, işimizi dileyen kimseyi o
işe tayin etmeyiz.”[1903]
22808. Resulullah
(s.a.a) Abdurahhman bin Semure’ye şöyle buyurmuştur: “Ey Abdurrahman
bin Semure! Sakın yöneticiliği talep etme. Zira eğer senin
istemenle bu makam sana verilecek olursa onu idare etmekte kendi haline
bırakılırsın ve eğer sen istemeden sana
bırakılacak olursan onu idare etmekte yardım edilirsin.”[1904]
22809. Ebu
Musa şöyle diyor: “Ben iki şahısla birlikte
Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna vardım. Onlardan biri kelime-i
şehadet getirdi ve daha sonra şöyle dedi: “Biz işlerinde bizden
yardım alman için geldik (veya bize bir makam ver)” İkincisi de
aynı sözleri söyleyince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bize göre
sizin en hain olanınız, bu işi isteyeninizdir... Böylece
Peygamber hayatta olduğu müddetçe hiç bir hususta o iki kimseden
yardım istemedi.”[1905]
bak. el-Kaza (2), 3364. Bölüm
Liyakatsiz Bir Şekilde Yüceltilen Kimse
22810. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim yeterliliği
olmaksızın yüceltilirse, suçu olmaksızın
aşağıya indirilir.”[1906]
22811. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim kifayet ve
liyakata sahip olursa, yöneticiliğe layıktır.”[1907]
Yöneticinin Kökten Sökmesi Gereken Şey
22812. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Sonra
valinin, kendi reyleriyle hareket eden, zulüm işleyen, muamelede
insafları az olan, adaleti gözetmeyen bazı yakınları
vardır. Bunların sebeplerini yok ederek köklerini kopar.”[1908]
22813. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Senden
en uzak ve nezdinde en sevilmeyen kimse, halkın ayıplarını
araştıranlar olsun.”[1909]
bak. 68. Konu, et-Tecessus
Hakim Valilerini Araştırmalıdır
22814. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Yaptıklarını
denetle, onların peşice vefalı ve sadık kişilerden
seçilmiş ajanlar gönder; çünkü, onların gizli işlerinden
haberdar olman, emin olarak işlerini yapmalarına, halka şefkatle
muamele etmelerine sebep olur. Memur yardımcılarının seni
ihanete düşürmesinden sakın. İçlerinden biri, görevine ihanet
ettiği ve ajanların raporları hıyanetinde
birleştiği zaman, bu sana delil olarak yeter. Artık onun
bedenine ceza vermeli, yaptıklarından dolayı onu
sorgulamalısın. Sonra onu zillete düşürüp hıyanetle damgalamalı,
suçluluk utancını boynuna takmalısın.”[1910]
Bak. 68. Konu, et-Tecessus
22815. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanın
işlerinden birinin sorumluluğunu üstlenir, adaletli davranır,
kapısını insanların yüzüne açar, perdesini kenara iter,
insanların işleriyle ilgilenirse Allah’ın da kıyamet günü
onu korkudan güvende kılması ve cennetine koyması bir hak olur.”[1911]
22816. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendisiyle diğer
mümin arasında bir kapıcı (sekreter vb. ) olursa Allah da onunla
cennet arasında, her duvarın diğer duvarla
fasılasının bin yıllık yol miktarınca olduğu
yetmiş bin duvar bina eder.”[1912]
22817. İmam
Ali (a.s), Mekke valisi Kusem b. Abbas’a yazdığı mektubunda
şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla aranda dilinden başka
vasıta, yüzünden başka perde olmasın. İhtiyaç sahibinin
karşına çıkmasına mani olma; çünkü o, ilk müracaatında
kapılarından kovulursa, işi görüldükten sonra da seni övmez.”[1913]
22818. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik-i Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Halkından
uzun müddet gizlenme. Çünkü valinin raiyetinden gizlenmesi, halkı
sıkıntıya sokan işlerdendir ve işlerdeki bilgisinin
azlığına delalet eder. Onlardan gizlenmek bir çok şeyi
bilmelerine engel olur, onların gözüne büyük şeyler küçük; küçük
şeyler büyük görünür. İyilik kötü görünür; kötülük güzel görünür;
sonuçta hakla batıl birbirine karışır.”[1914]
22819. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Zamanının bir
kısmını haksızlıklara uğrayanlara,
ihtiyaçlarını, sıkıntılarını sana söylemek
isteyenlere ayır. Onlarla herkese açık bir yerde oturarak konuş.
O mecliste, yaratanına karşı mütevazi ol. Askerlerinden, yardımcılarından,
koruyucularından korkmadan, çekinmeden seninle konuşmalarını
sağla. Resulullah’ın bir çok yerde “Allah, zayıfın
korkarak, dili dolaşarak dert anlatmaya
çalıştığı, fakat güçlüden hakkını
alamadığı bir ümmeti asla temizlemeyecektir” dediğini
duydum. O halde onların sert konuşmalarına ve konuşma
yetersizliklerine tahammül et. Sıkılmayı, büyüklenerek onlarla
konuşmaktan çekinmeyi bırak.”[1915]
bak. 129. Konu, el-Hacet
Harac İşlerini Araştırmanın Gereği
22820. İmam
Ali (a.s), Malik Eşter’e Mısır’a vali tayin ettiğinde
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Verginin
toplanmasını da denetle, memurların durumunu düzelt; vergilerin
ve vergi memurlarının ıslahı, onların
dışındakilerin de ıslahı demektir.
Başkaları, ancak onların ıslah olmasıyla düzene
girebilir. Çünkü insanların hepsi verginin ve vergi memurlarının
ailesidir. Vergi toplamaktan çok, toprağın imarına,
kalkınmasına dikkat etmeye çalışmalısın. Çünkü
vergi ancak toprak imar oldukça toplanabilir. Bir yerin harap olması,
halkının yoksul düşmesinden kaynaklanır; halkın yoksul
düşmesi ise, valilerin kendilerine mal yığmalarından,
makamlarının devamlı olacağını düşünerek
su-i zanda bulunmalarından, ibret alınacak şeylerden az istifade
etmelerindendir.”[1916]
Yöneticinin Müslümanların Malını Bağışlamaktan Sakınması
22821. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hükümdarın
müslümanların genel malından bağışta bulunması
zulüm ve hıyanettir.”[1917]
22822. İmam
Ali (a.s), Erdeşir Huree’deki valisi Maskala b. Hubeyre Şeybani’ye
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Bazı
işlerini bana haber verdiler; eğer yaptıysan Allah’ın gazabına
uğradın, imamını da kızdırdın demektir.
Müslümanların ok atarak, at koşturarak elde ettikleri, elde ederken
uğrunda kanlarını döktükleri, canlarını verdikleri
ganimetleri kavminden istediğin kimselere
paylaştırmışsın. Tohumu yarana, mahlukatı
yaratana and olsun ki, eğer bu doğruysa, gerçekten benim yanımda
çok aşağılık ve itibar açısından da çok
değersiz biri olursun. Rabbinin hakkını
aşağılama, küçük görme ve dinini mahvederek dünyanı
düzeltme. Yoksa işlediklerinden en çok hüsrana uğrayanlardan olursun.
Haberin olsun ki, senin yanında bulunan Müslümanların da, benim
yanımda bulunanların da ganimette hakları eşittir. Onlar
haklarını almak için bana gelir ve razı olarak giderler.”[1918]
bak. el-Mal, 3765, 3766. Bölümler
Darda Kalan Borçlunun Borcunu Ödemek Yöneticinin Görevidir
22823. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Alacaklı kimse, alacaklı
olduğu şahsı müslümanların yöneticilerinden birinin
yanına götürür ve borçlu kimsenin sıkıntıda oluşu o
yöneticiye belli olursa o borç borçlunun omuzlarından kalkar ve
yöneticinin boynuna düşer. Yönetici kimse onu elindeki müslümanların
malından ödemelidir.”[1919]
22824. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir kimse birinden
alacaklı olur da, borçlu kimse de o malı israf etmemiş veya günah
yolunda harcamamışsa ve ödemek durumunda değilse, borçlunun ona
Allah’ın işlerinde genişlik verinceye ve borcunu ödeyecek duruma
gelinceye kadar mühlet vermesi gerekir. Eğer adil imam iş
başındaysa, onun borcunu ödemesi gerekir. Zira Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: “Her kim geriye birmal bırakırsa o mal onun
varislerinindir. Her kim de geriye borç veya külfet bırakırsa, imam,
Peygamberin garantilediği ve üstlendiği şeyi ödemelidir.”[1920]
22825. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bu
rızkı kendisine ve ailesine harcamak için helal yoldan talep ederse,
Allah yolundaki mücahit gibidir. Eğer hayat kavgasında mağlub
düşerse Allah ve Resulü’nün kefaletini borç alır, ailesini giderini
temin eder. Eğer borcunu ödemeden dünyadan giderse, imam onun borcunu ödemekle
yükümlüdür. Eğer ödemezse günahı onun boynunadır.”[1921]
bak. Vesail’uş Şia, 13/90, 9. Bölüm,
Mustedrek’ul Vesail, 13/397, 9. Bölüm
Yöneticinin Bizzat Yapması Gereken İşler
22826. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “İşlerinden
bazılarını bizzat senin yapman gerekir. Bunlar, katiplerinin
aciz kaldığı durumlarda memurlarına cevap vermen; arz
edildiğinde halkın ihtiyacını hemen gidermendir. Bu
iş yardımcılarını sıkabilir, vaktinde yapmayabilirler.
Her günün işini o gün yap. Çünkü, her gün yapılacak özel işler
vardır.”[1922]
Yöneticinin Mustaz’af Kimselere Teveccüh Etmesinin Farz Oluşu
22827. İmam
Ali (a.s), Mısır’a vali tayin ettiğinde Malik Eşter’e
yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Allah için,
Allah için, çaresiz olan aşağı tabakayı gözet. Onlar
yoksul, muhtaç, darlıktan bunalmış, dertlerle boğuşan,
kazançtan aciz kişilerdir. İçlerinde dilenenler olduğu gibi, bir
şey uman fakat, kimseden bir şey istemeyenler de vardır. Allah
onlara bir hak tayin etmiş ve senden de ona riayet etmeni istemiştir.
O halde onu korumaya çalış. Onlara beytülmalinden bir pay ayır…
Onlardan, insanlar tarafından hakir görülen fakat, gelip sana dert anlatmayanları
ara bul. Onları bulmak, hallerini anlamak için, Allah’tan korkan, büyüklenmeyen,
mütevazi kişiler yolla da o kimselerin durumlarını sana
iletsinler. Sonra insanlar hakkında buluşma gününde Allah’a mazeret
getirebileceğin bir şekilde davran. Fakirler ve sefiller, insanlar
içinde insafa en fazla layık kişilerdir. Haklarını eda
etmede, Allah katında bir mazeretin olacak şekilde hareket et.”[1923]
561.
Konu
el-Velayet (2)
Evliyaullah
Velayet(2)
Allah’ın Dostları
F Bihar, 69/254,
37. Bölüm; Sıfat’ul-Hıyar’il-İbad ve Evliyaullah
bak.
F 435. Konu,
el-Mukarrebun; 90. Konu, el-Muhabbet (2)
F el-Uzlet,
2718. Bölüm; el-Kelam, 3528. Bölüm; el-Huşu, 1024. Bölüm
Kur’an :
“İyi bilin ki, Allah’ın
dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah’a iman
etmiş ve O’na karşı gelmekten
sakınmışlardır.”[1924]
“Yoksa Mescid-i Haram’a girmekten men ederlerken
Allah onlara niçin azâb etmesin? Hem de O’nun dostu değiller; O’nun
dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat
çoğu bunu bilmiyorlar.”[1925]
22828. Mesih
(a.s), kendisine, “Ne korkusu ne de hüznü olan Allah’ın veli kulları
kimlerdir?” diye soran Havarilere şöyle buyurmuştur: “İnsanlar,
dünyanın zahirine göz diktikleri halde onlar dünyanın
batınına bakarlar. İnsanlar şimdiye göz diktikleri halde
onlar dünyanın ötesine bakarlar. Bu yüzden dünyadan (faziletlerini)
öldüreceğinden korktukları şeyleri öldürürler. Çok yakında
terk edeceğini bildikleri şeyi terk ederler. İşte bu yüzden
(ahiretleri için) her ne kadar fazla nasipleri olsa da az sayarlar.
Dünyayı hatırlamayı kendileri için zarar görürler. Dünyevi bir
şeye ulaşma sevinçlerini gam ve hüzün kabul ederler... Allah-u
Teala’yı sever, onun nuruyla nurlanır, onun vesilesiyle
başkalarını aydınlatırlar. Onlar içinilginç bir haber
vardır ve onların yanlarında ilginç bir haber vardır. Kitap
onlarla payidardır, onlar da kitapla. Kitap onlara konuşur, onlar da
kitapla, kitap onlar vesilesiyle bilinir, onlar da kitapla birlikte.
Ulaştıkları şey sebebiyle kendileri için başka bir
istek görmezler. Ümit ettikleri şeyin dışında bir arzu
taşımazlar, korktukları şeyin dışında
başka bir korku tanımazlar.”[1926]
22829. İmam
Ali (a.s), hakeza bu soruya cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Onlar Allah-u
Teala’ya ibadette ihlasa bürünenlerdir. İnsanlar dünyanın zahirini
gördükleri bir zamanda onlar bu dünyanın batınını
müşahade ederler. Bu yüzden de diğer insanlar bu güne aldandıkları
halde onlar geleceği bilirler.
Dolayısıyla dünyadan çok yakında terk edeceklerini bildikleri
şeyi terk ederler ve kendilerini çok yakında öldüreceklerini
bildikleri şeyleri öldürürler.”[1927]
22830. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
dünyanın zahirine bakarken, Allah’ın velileri, onun
batınına bakarlar; insanlar dünyanın bugünüyle meşgul
olurken (çabuk elde edilen şeyler peşinde koşarken), onlar
dünyanın sonuyla (ahiret hazırlığıyla) meşgul
olurlar; onlar dünyanın kendilerini öldürmesinden çekindikleri şeyleri
öldürürler; kendilerini terk edecek olanları bilir, onları terk
ederler; başkalarının dünyadan elde ettiği çok şeyi
(ahiret nimetine oranla) az görürler; onu elde etmeyi kaybetmek sayarlar;
insanların uzlaştığı şeye düşman,
düşmanlık ettikleri şeye de dostturlar. Kitap onlarla bilinir;
onlar da Kitab’ı bilirler; Kitap onlarla ayakta durur; onlar da Kitab’la
ayakta dururlar; umdukları şeyden daha üstün bir şey ummazlar;
korktukları şeyden daha üstün bir şeyden korkmazlar.”[1928]
22831. Resulullah
(s.a.a), Allah-u Teala’nın, “Bilin ki Allah’ın veli
kullarına korku yoktur ve onlar üzülmezler” ayeti hakkında
şöyle buyurmuştur: “Onlar Allah yolunda birbirini seven
kimselerdir.”[1929]
22832. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah’ın dostları insanlardan O’nu en çok zikreden, O’na şükrü
devamlı olan ve belalarına karşı sabrı daha büyük
olanlardır.”[1930]
22833. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
Allah-u Teala’nın velileri ecelini yakın ve arzularını
yalancı görenler, amelleri çok ve sürçmesi az olanlardır.”[1931]
22834. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
dostları Adem yaratıldığı günden beri sürekli
zayıf bırakılmışlar ve azınlıkta
olmuşlardır.”[1932]
22835. İmam
Ali (a.s), Allahu Teala’nın, “Şüphesiz Allah’ın veli kullarına
korku yoktur…” ayetini okuyunca şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
dostlarının kimler olduğunu biliyor musunuz?” Şöyle
arzettiler: “Onlar kimlerdir ey Müminlerin Emiri?!” İmam şöyle
buyurdu: “Onlar biz ve bize uyanlardır. O halde her kim bizden sonra bize uyarsa
ne mutlu bize ve daha çok ne mutlu onlara!” Şöyle arzettiler: “Ey
Müminlerin Emiri! Neden ne mutlu bize ve daha çok ne mutlu onlara? Biz ve onlar
her ikimiz de bir yolda değil miyiz?” İmam şöyle buyurdu:
“Hayır, zira onlar sizin taşımadığınız bir
yükü yaşıyorlar ve sizin tahammül etmediğiniz şeylere
tahammül ediyorlar.”[1933]
bak. el-İmamet, 235. Bölüm
22836. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali b. Hüseyin’in (a.s)
kitabında şöyle yazıldığını gördüm: “Biliniz
ki Allah’ın dostları…” Allah’ın farzlarını yerine
getirdikleri, Resululah’ın (s.a.a) sünnetine sarıldıkları,
Allah’ın haramlarından kaçındıkları ve dünyanın
debdebesine itina göstermedikleri taktirde Allah’ın veli
kullarıdırlar.”[1934]
22837. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Basir! Gaybeti
halinde zuhurunu bekleyen ve zuhur ettiğinde de kendisine itaat eden
Kaim’imiz’in Şiilerine ne mutlu! Onlar Allah’ın
dostlarıdır, onlara ne bir korku vardır ve ne de onlar
hüzünlenirler.”[1935]
22838. Resulullah
(s.a.a), Allah’ın veli kulları hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Kendilerini gördüklerinde, Allah’ın
hatırlandığı kimselerdir.”[1936]
22839. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’ı tanır ve
azametini derk ederse, ağzını konuşmaya, karnını
yiyeceğe kapatır ve kendisini oruç ve gece ibadetle geçirmekle
eskitir.”Şöyle arzettiler: “Babalarımız ve annelerimiz sana feda
olsun ey Allah’ın Resulü! Bunlar mı Allah’ın
dostlarıdır?” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ın
dostları sessiz kalır, onların sessizliği Allah’ın
zikridir, bakarlar; bakışları ibrettir, konuşurlar, sözleri
hikmettir; yol yürürler, yol yürüyüşleri insanlar arasında bereket
sebebidir. Eğer ecelleri yazılmamış olsaydı, azap
korkusundan ve sevap iştiyaklarından canları bir an bedenlerinde
karar kılmazdı.”[1937]
22840. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala
dostunu, kulları arasında gizlemiştir. O halde Allah’ın
kullarından hiç birini küçümsemeyiniz. Zira o Allah’ın dostu olabilir
ve sen onu bilemezsin.”[1938]
22841. Resulullah
(s.a.a), Cebrail’den (a.s) naklen Allah-u Teala’nın şöyle
buyurduğunu söylemiştir: “Her kim, dostumu hor görürse benimle
savaşa girişmiştir.”[1939]
22842. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphe
hakka benzediği için “şüphe” olarak adlandırılmıştır.
Allah dostlarının şüphelerdeki aydınlığı,
iman ve yakinleridir. Yolları hidayet-kurtuluş yollarıdır.
Ama Allah’ın düşmanlarını şüphelerde, dalalet ve
sapıklık davet eder. Kılavuzları da körlük ve
şaşkınlıktır.”[1940]
22843. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın dostluğu ve saadet
birine layık olunca ölüm gözünün önüne gelir, arzu arkasına gider.
Şeytanın dostluğu ve şekavet birine layık olunca da
arzu gözünün önüne gelir ve ölüm arkasına gider.”[1941]
22844. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah,
kullarından birinin büyüklenmesine izin verseydi, onu nebileri ve
evliyası arasından seçerdi. Fakat onlara büyüklenmeyi kötü gördü,
onlar için tevazuya razı oldu.”[1942]
22845. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz
ki cihad cennet kapılarından bir kapıdır ki Allah-u Teala
onu dostlarına açmıştır.”[1943]
22846. İmam
Ali (a.s), dünyanın sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Bu yüzden Allah onu dostlarına özgü
kılmamıştır ve onu düşmanlarından
esirgememiştir.”[1944]
22847. İmam
Ali (a.s), dünyanın sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Allah dünyayı
dostlarına sevap, düşmanlarına da ceza olarak
beğenmemiştir.”[1945]
22848. İmam
Ali (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “(Dünya) Allah’ın
vahyinin iniş yeri ve dostlarının ticaret yurdudur. Onlar, orda
çalışmalarıyla rahmeti elde ettiler, cenneti kazandılar.”[1946]
22849. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah dünyada dostunu,
düşmanına hedef karar kılmıştır.”[1947]
22850. Tenbih’ul-Havatir
adlı kitapta şöyle yer almıştır: “Zekeriyya (a.s)
oğlu Yahya’yı sürekli üzgün, ağlar ve düşünür bir halde
görünce şöyle buyurdu: “Ey rabbim! Ben senden faydalanacağım bir
evlat istedim ve sen bana faydalanmadığım bir evlat nasip
ettin.”Allah şöyle buyurdu: “Sen benden veli istedin ve veli bundan
başkası değildir. Günahsızlar belalara hedeftir.”[1948]
Bak. El-Mehabbet, 481. Bölüm
22851. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
korkusu (takva), Allah’ın dostlarını O’nun koymuş
olduğu haramlarını çiğnemekten alıkoyar,
dostlarının kalplerini, O’nun korkusuna bağlar.”[1949]
22852. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Üç haslet Allah’ın veli
kullarının sıfatıdır: Her işte Allah’a itimat
etmek, herşeyden Allah vasıtasıyla müstağni olmak ve
herşeyde Allah’a muhtaç kalmak.”[1950]
22853. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım!
Şüphesiz sen dostların için en çok ünsiyet edilen, sana tevekkül
edenlere tek başına yetensin. Gizliliklerini görür, iç-lerinden
geçenlere vakıf olur, basiret derecelerini bilirsin sen.
Sırları, senin nezdinde aşikardır. Kalpleri, hasretle
senden yardım ister. Gurbet ve yalnızlık onları korkuya
düşürürse seni zikretmekle ünsiyet edinirler. Üzerlerine musibetler
yağdığı zaman sana sığınırlar. Çünkü
işlerin dizginlerinin senin elinde ve kaynaklarının senin
emrinde olduğunu bilirler.”[1951]
bak. el-Ma’rifet (3) 2611, 2612. Bölümler,
es-Seher, 1919. Bölüm, el-Hayr, 1173. Bölüm, el-İman, 291, 297. Bölümler,
et-Takva, 4169. Bölüm, el-Kitman, 3455. Bölüm, el-Halk, 1103. Bölüm
562.
Konu
el-Ye’s
Ümidini Kesmek
F Bihar,
72/336, 120. Bölüm; el-Ye’s min Ruhillah
F Vesail’uş-Şia,
6/313, 36. Bölüm; İstiğna-i an’in-Nas
bak.
F 449. Konu,
el-Kunur; 20. Konu, el-Emel
F Ez-Zenb, 1375.
Bölüm; es-Sual (2), 1712. Bölüm; er-Rica, 1447 ve 1449. Bölümler;
el-İhlas, 1038. Bölüm; el-İmamet (3), 242. Bölüm; el-akih, 3241.
Bölüm
Kur’an :
“And olsun ki, insana nimetimizi
tattırır, sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz
bir nanköre döner. Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona
bir nimet tattırırsak “musibetler başımdan gitti” der;
doğrusu o, şımarıp böbürlenen biridir. Bunların
dışında, sabredip iyi işler işleyen kimseler,
işte onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.”[1952]
bak. İsra, 83, Rum, 36
22854. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Esirgediğinde
zamandan ümidini kesme, verdiğinde ise ona itimat etme ve ondan
sakınabildiğin kadar çok sakın.”[1953]
22855. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En büyük bela
ümitsizliktir.”[1954]
22856. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ümitsizlik sahibini
öldürür.”[1955]
22857. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ümitsizlik
mutsuzluktur.”[1956]
22858. İmam
Ali (a.s), münafıkların sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Ferahlıkta olanı çekemezler, belaya düşenin
beter olmasını isterler, ümitli olanları ümitsiz kılarlar.”[1957]
22859. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amelsiz ahireti uman
kimse gibi olma… Afiyet elde edince kendisini beğenir belaya duçar olunca
ümitsizliğe kapılır…Eğer müstağni olursa azar ve
fitneye düşer eğer muhtaç olursa ümitsizliğe düşer ve
gevşer.”[1958]
22860. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu
ümmetin en iyisi hakkında bile Allah’ın azabından emin olma;
zira Allah şöyle buyurmuştur: “Allah’ın
rahmetinden kafir topluluktan başkası ümitsiz olmaz.[1959]”[1960]
22861. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her yüz çeviren için de
ümitsiz olmayın. Çünkü yüz çevirenin bir ayağı kaysa bile öbürü
sabit kalır. Böylece, ikisi sabitleşir (ve düşmez.)” [1961]
bak. el-İmamet (3), 239, 240. Bölümler,
er-Rica, 1449. Bölüm
İnsanların Elinde Olan Şeylerden Ümidini Kesmenin Faydaları
22862. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların
sahip olduğu şeyden elini kesmek müminin dininin izzet sebebidir.”[1962]
22863. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya rağbetsiz ol ki Allah seni
sevsin ve insanların elinde olan şeylere itinasız ol ki insanlar
seni sevsin.”[1963]
22864. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “En iyi sermaye Allah’a
itimat etmek ve insanların sahip olduğu şeylerden ümidini
kesmektir.”[1964]
22865. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En büyük zenginlik
insanların malında gözü olmamaktır.”[1965]
22866. Cebrail
(a.s) Peygamberin (s.a.a) huzuruna gelince şöyle buyurmuştur: “Bil ki
insanın şerefi geceyi (ibadetle) ihya etmesiyle ve izzeti insanlardan
müstağni oluşuyladır.”[1966]
22867. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(İnsanların
elinde olan şeyden) ümidini kesmek de iki başarıdan biridir.”[1967]
22868. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(İnsanların
elinde olan şeyden) ümidini kesmek canı rahatlığa
kavuşturur.”[1968]
22869. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(İnsanların
elinde olan şeyden) ümidini kesmek yenilenmiş bir özgürlüktür.”[1969]
22870. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(İnsanların
elinde olan şeyden) ümitsizlik özgürlük sebebidir ve tamah zarar
vericidir.”[1970]
22871. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(İnsanların
elinde olan şeyden) ümitsizlik esire izzet bağışlar, tamah
ise emiri zillete sürükler.”[1971]
22872. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tamahın helak sebebi
olduğu yerde (insanların elinde olan şeylerden) ümitsizlik hedefe ulaşma sebebidir.”[1972]
22873. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “En büyük rahatlık
insanlardan ümidini kesmektir.”[1973]
22874. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tamah esaretinden
kurtuluş, (insanlardan) ümidini kesmekle mümkündür.”[1974]
22875. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(İnsanlardan)
ümidini kesmeyi hızlandırmak iki galibiyetten biridir.”[1975]
22876. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Elinde bulunanı
korumak, başkasının elindekini istemekten daha sevimlidir bana.
Ümitsizliğin acısı (başkasının elindekinden
ümitsizlik), insanlardan bir şey istemekten daha
hayırlıdır.”[1976]
bak. ed-Dua, 1202. Bölüm, el-Hayr, 1157. Bölüm,
5326. Hadis, es-Sual (2), 1709, 1710. Bölümler, el-İzz, 2711. Bölüm
563.
Konu
el-Yetim
Yetim
F Bihar,
79/266, 103. Bölüm; Ekl-u Mal’il-Yetim
F Bihar, 75/1,
31. Bölüm; el-İşret me’l-Yetami
F Kenz'ul-Ummal,
3/168, 174-178; er-Rahmet bi’l-Yetim
F Kenz'ul-Ummal,
15/177, Kefalet’ul-Yetim
F Vesail’uş-Şia,
12/180, 70. Bölüm; Tahrim-u Akl-i Mal’il-Yetim
Kur’an :
İsrailoğulları’ndan,
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara,
yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel konuşun,
namazı kılın, zekâtı verin” diye söz
almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz. Sizler
zaten döneksiniz.”[1977]
“Yakınlarına,
yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere sevdiği
halde mal veren” [1978]
bak. Bakara, 220,
Fecr, 17, 18, Maun, 2, 3
22877. İmam
Ali (a.s) şahadetinden önce yazdığı vasiyetinde şöyle
buyurmuştur: “Yetimler hakkında Allah’tan korkunuz! Onları bir
gün dövüp ve bir gün aç bırakmaktan sakınınız. Sizin
varlığınızla onlar ortadan kalkmasın, zira Allah
Resulünden şöyle buyurduğunu işittim: “Her kim ihtiyaçsız
oluncaya kadar bir yetimin sorumluluğunu üstlenirse aziz ve celil olan
Allah da bu iş sebebiyle ona cenneti farz kılar. Yetimin
malını yiyen kimseye cehennem
ateşini farz kıldığı gibi.”[1979]
22878. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir yetimi müstağni oluncaya
kadar geçindirirse Allah bu işi sebebiyle cenneti ona farz kılar.
Nitekim yetim malını yiyenlere de cehennem ateşini farz
kılmıştır.”[1980]
22879. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yetim için merhametli baba gibi ol ve bil
ki neyi ekersen onu biçersin.”[1981]
22880. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin erkek ve
kadın bir yetimin başını sevgiyle okşarsa, Allah
okşadığı her saç miktarınca ona sevap yazar.”[1982]
22881. Resulullah
(s.a.a), orta ve işaret parmağını göstererek şöyle
buyurmuştur: “Ben ve yetimi geçindiren kimse –elbette aziz ve celil olan
Allah’tan korkarsa-cennette bu ikisi gibi olacağız.”[1983]
22882. Resulullah
(s.a.a) işaret ve orta parmağını birbirinden
ayırmış bir halde göstererek şöyle buyurmuştur: “Ben ve yetimin
sorumlusu cennette bu ikisi gibiyiz.” [1984]
22883. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cennette daru’l ferah (ferahlık
yurdu) diye adlandırılan bir yurt vardır ve oraya sadece
müminlerin yetimlerini sevindiren kimseler girer.”[1985]
22884. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim iki müslüman arasından
yetimi yiyecek ve içeceğine ortak kılarsa, şüphesiz Allah da onu
bağışlanmayacak bir günah işlemedikçe cennetine götürür.”[1986]
22885. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim üç yetime bakarsa, geceleri
ibadetle geçiren, gündüzleri oruç tutan, gece gündüz Allah yolunda
kılıç sallayan kimse gibidir. Ben de o cennette bu ikisi gibi –orta
ve işaret parmağını birbirine yapıştırarak-
yan yana olacağız-.”[1987]
22886. Resulullah
(s.a.a) taş kalpli olduğundan şikayette bulunan bir kişiye
şöyle buyurmuştur: “Kalbinin yumuşamasını ve
isteğine ulaşmayı ister misin? O halde yetime merhamet et,
başına merhamet elini sür, yiyeceğinden ona da yedir, bu durumda
kalbin yumuşar ve isteğine ulaşmış olursun.”[1988]
bak. Vesail’uş Şia, 2/926, 91. Bölüm
Kur’an :
“Yetimlerin mallarını haksız yere
yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış
olurlar, zaten onlar alevlenmiş ateşe atılacaklardır.”[1989]
Bak. Nisa, 2,6, En’am, 152, İsra, 34
22887. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yiyeceklerin en kötüsü yetimin
malını haksız yere yemektir.”[1990]
22888. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü bir grup insan
ağızlarında ateşler alevlendiği halde
mezarlarından dışarı çıkarlar.” Şöyle arzedildi:
“Ey Allah’ın Resulü! Onlar kimlerdir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Onlar
yetimin malını yiyenlerdir…”[1991]
22889. Resulullah
(s.a.a), mirac hadisinde şöyle buyurmuştur: “Baktığımda
aniden dudakları deve dudağına benzeyen, bir topluluk gördüm.
Başlarına bir kişi dikilmiş, dudaklarından tutuyor,
ateşten kaya parçalarını ağızlarına koyuyor ve
ağızlarının içine atıyordu. O taşlar
altlarından dışarı çıkıyor ve onlar inek gibi
böğürüyordu. Şöyle dedim: “Ey Cebrail! Onlar kimlerdir?” Cebrail
şöyle buyurdu: “Onlar yetimlerin malını haksız yere
yiyenlerdir ve onlar hakikatte karınlarında ateş
yemişlerdir.”[1992]
22890. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göğe götürüldüğüm gece
karınlarına ateş atılan bir topluluk gördüm, ateş
altlarından dışarı çıkıyordu. Ben şöyle
dedim: “Bunlar kimlerdir?” Cebrail şöyle dedi: “Bunlar yetimlerin
malını haksız yere yiyenlerdir.”[1993]
22891. İmam
Sadık (a.s), büyük günahlar hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Onlardan biri yetim malını haksız yere
yemektir.”[1994]
Yetim Malını Yemenin Haram Oluşunun Sebebi
22892. İmam
Rıza (a.s), yetim malını yemenin haram oluş sebebi
hakkında Muhammed b. Sinan’a yazdığı mektubunda şöyle
buyurmuştur: “Yetim malını haksız yere yemenin haram
oluş sebebi, bu işte bir çok fesadın oluşundandır.
Evvela yetim malını yediğinde onu öldürmeye yardım
etmiş olur. Zira yetim muhtaçtır ve kendisini idare edemez, kendi ayakları
üstünde duramaz, anne ve babası gibi kimsesi yoktur ki ona baksın ve
onu idare etsin, o halde malını yediği gibi adeta onu
öldürmüş, fakirlik ve çaresizliğe sürüklemiş gibidir... Ve bu
yetim büluğ çağına eriştiğinde ve büyüdüğünde
ondan intikam almasına sebep olur. Onlar arasında kin,
düşmanlık ve nefret vücuda gelir ve sonunda birbirlerini ortadan
kaldırırlar.”[1995]
22893. Fatımat’uz-Zehra
(a.s) konuşmalarının birinde şöyle buyurmuştur: “Allah yetim
malını yemekten sakındırmayı, zulmü önlemek için farz
kılmıştır.”[1996]
22894. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İmamından kopan kimsenin durumu
babasını kaybetmiş yetimden daha zordur. Ona
ulaşamıyorlar. Mübtela oldukları dini meselelerin hükmünü de
bilemiyorlar. Biliniz ki Şiilerimizden her kim ilmimizden haberdar olursa
şeriatımızı bilmeyen ve ulaşması mümkün olmayan
kimse de onun kucağında yetimdir. Biliniz ki her kim onu hidayette ve
irşatta bulunur ve şer’i hükümlerimizi ona öğretirse yüce
cennette bizimle birlikte olacaktır.”[1997]
22895. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şiilerimizin alimleri (kıyamet
günü) haşrolurlar ve ilimlerinin çokluğu ve Allah’ın
kullarını irşaddaki çabaları ölçüsünce onlara yücelik
elbiseleri giydirilir. Öyle ki onlardan her birine nurdan milyonlarca elbise
giydirilir. Aziz ve celil olan rabbimizin münadisi şöyle seslenir: “Ey
Al-i Muhamemd’in yetimlerine bakanlar! Ey babalarından yani
imamlarından koparılmış, bu yetimlere can ve hayat
bağışlayanlar! Bunlar, sizin öğrencileriniz ve onlara
baktığınız ve kendilerine hayat ve neşat
verdiğiniz yetimlerdir. Şimdi onlara dünyada ilim elbisesini
giydirdiğiniz gibi elbise giydiriniz.”[1998]
22896. İmam
Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bakıcılarından
ayrılmış ve cehalete gömülmüş Al-i Muhammed’in yetimlerine
bakan, onu cehaletten çıkaran, karmaşık işleri ona
aydınlatan kimsenin bir yetime bakan, ona su ve yemek veren kimseden
üstünlüğü, güneşin suha yıldızına üstünlüğü
gibidir.”[1999]
22897. İmam
Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim gizliliğimiz
sebebiyle bize duyduğu muhabbetten dolayı bize ulaşamayan bir
yetime bakar, kendisine nasip olan ilmi ona öğretir, onu hidayet ederse
aziz ve celil olan Allah şöyle buyurur: “Ey yüce ve yardımsever kul!
Ben yücelik ve bağışlamaya senden daha layığım. Ey
meleklerim! Ona öğretiği her harf sayısınca, cennette onun
için milyonlarca saray bina ediniz ve bu saraylara yakışan diğer
nimetleri de ona ekleyiniz.”[2000]
bak. el-İlm, 2838, 2845. Bölümler
564.
Konu
el-Yakin
Yakin
F Bihar, 70/13,
52. Bölüm; el-Yakn, in
F Kenz'ul-Ummal,
3/437, 800; el-Yakin
F Bihar, 41/1,
99. Bölüm; Yakin-u Emir’el-Müminin Salavat’ul-Llai Aleyhi ve Sabirhi
Ale’l-Mekarihi
bak.
F 276. Konu,
eş-Şekk; el-Batıl, 363. Bölüm; er, Rıza, 1516. Bölüm;
el-İbadet, 2492. Bölüm; et-Tevekkül, 4186. Bölüm; el-Marifet (3), 2607.
Bölüm
Kur’an :
“Sabredip ayetlerimize kesin olarak
inanmalarından ötürü, aralarından, onları buyruğumuzla
doğru yola götüren önderler yaptık.”[2001]
22898. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki dünyada insanlara yakinden ve
afiyetten daha iyi bir şey verilmemiştir. O halde Allah’tan bu
ikisini dileyin.”[2002]
22899. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah’tan afiyet dileyiniz.
Zira afiyetten sonra yakin gibi bir şey verilmemiştir ve küfürden
sonra şekten daha kötü bir şey verilmemiştir.”[2003]
22900. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah’tan
yakin dileyin ve Allah’a afiyet içinde rağbet edin. Zira afiyet en büyük
nimettir. Kalpte payidar kalan en iyi şey ise yakindir. Zarar görmüş
kimse dininde zarar gören kimsedir. Gıpta edilen kimse ise yakini
hususunda gıpta edilen kimsedir.”[2004]
22901. İmam
Ali (a.s), defalarca şöyle buyurmuştur: “Allah’tan yakin dileyin
ve hayırlı akibet isteyin. Kalpte dönen en iyi şey yakindir.”[2005]
22902. Resulullah
(s.a.a), kendisine, “Hangi ameli yapayım?” diye soran Muaz’a şöyle
buyurmuştur: “Ey Muaz! Yakin hususunda Peygamberine uy.”Muaz şöyle
diyor: “Ben şöyle arzettim: “Siz Allah’ın Resulüsünüz, ben ise
Muaz’ım.”Peygamber şöyle buyurdu: “Her ne kadar ilminde eksiklik olsa
da” [2006]
22903. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbinde yakinin
serinliğini hisseden kimse ne de büyük saadete ermiştir.”[2007]
22904. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kalbe ilka edilen en iyi şey
yakindir.”[2008]
22905. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik olarak yakin yeterlidir.”[2009]
22906. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim yakin ederse
kurtuluşa erer.”[2010]
22907. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim yakin elde ederse
kurtulur.”[2011]
22908. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin et ki
kurtuluşa eresin.”[2012]
22909. İmam
Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı vasiyetinde
şöyle buyurmuştur: “Kalbini öğüt ve nasihatla diri tut, zühtle öldür
ve yakinle güçlendir.”[2013]
22910. İmam
Ali (a.s), meleklerin sıfatı hakkında şöyle
buyurmuştur: “Kuşku kıvılcımları
dal budaklarıyla, azimli imanlarını hedef almamıştır.
Zanlar, yakinlerinin köklerine nüfuz etmemiştir.”[2014]
22911. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Son hedef yakin ile elde
edilir.”[2015]
22912. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin dinin
başıdır.”[2016]
22913. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin en üstünü
yakindir.”[2017]
22914. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün iman güzel
yakindir.”[2018]
22915. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanınızı
yakinle güçlendiriniz, zira yakin dinin en üstünüdür.” [2019]
22916. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin düzeni güzel
yakindir.”[2020]
22917. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin meyvesi yakininin
güçlenmesidir.”[2021]
22918. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin gücü din
miktarıncadır.”[2022]
bak. ed-Din, 1294, 1295, 1298. Bölümler
22919. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin imanın
direğidir.”[2023]
22920. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın ölçüsü
güzel yakindir.”[2024]
22921. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman yakine ihtiyaç
duyar.”[2025]
22922. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sabır imanın
yarısıdır ve yakin imanın tamamıdır.”[2026]
22923. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin dininde güçlüdür,
yumuşaklığı uzak görüşlülükle iç içe
kılmıştır ve imanı yakin ile birliktedir.”[2027]
bak. ed-Din, 1299. Bölüm
22924. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman İslam’dan
üstündür. Yakin de imandan üstündür. Yakinden daha az bulunur bir şey
mevcut değildir.”[2028]
22925. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara yakinden
daha az herhangi bir şey verilmemiştir.”[2029]
22926. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar içinde
hiçbir şey yakin kadar az bölüştürülmemiştir.”[2030]
22927. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kullar arasında
herşeyden daha az bölüştürülen beş haslet vardır: Yakin,
kanaat, sabır, şükür ve beşincisi de bütün bunların kemale
erme sebebi olan akıldır.”[2031]
bak. el-İman, 295. Bölüm
22928. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin ibadettir.”[2032]
22929. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin ile ibadet kemale
erer.”[2033]
22930. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin ibadet olarak
yeter.”[2034]
22931. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir amel niyet olmaksızın
ve hiç bir ibadet yakin olmaksızın değer ifade etmez.”[2035]
bak. el-İbadet, 2494. Bölüm
22932. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin en üstün
ibadettir.”[2036]
22933. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin ile birlikte olan
az ve sürekli olan amel Allah nezdinde yakin ile birlikte olmayan çok amelden
daha üstündür.”[2037]
22934. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin ile birlikte olan
uyku şek ile birlikte olan namazdan daha iyidir.”[2038]
bak. es-Seher, 1930. Bölüm
22935. İmam
Sadık (a.s), Ebu Basir’e şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Muhammed!
İslam ilk basamaktır.”Ben (Ebu Basir) şöyle arzettim: “Evet.”
İmam şöyle buyurdu: “İman islamdan bir basamak daha
yukarıdadır.”Ben, “Evet” diye arzettim. İmam şöyle buyurdu:
“Takva imandan bir basamak yukarıdadır.” Ben, “Evet” diye arzettim.
İmam şöyle buyurdu: “Yakin takvadan bir basamak yukarıdadır.”Ben,
“evet” diye arzettim. Peygamber şöyle buyurdu: “İnsanlara yakin gibi
hiç bir şey az verilmemiştir. Sizler hakikatte islam’ın en alt
derecesine sarıldınız. O halde elinizden kaçmamasına dikkat
edin.”[2039]
22936. İmam
Rıza (a.s), İslam ve iman hakkında sorulunca şöyle
buyurmuştur: “Ebu Cafer (İmam Bakır –a.s-) şöyle
buyurmuştur: “Din İslam’dır, iman ondan bir derece daha
üstündür, takva imandan bir derece üstündür, yakin ise takvadan bir derece
üstündür. İnsanlar arasında yakinden daha az bir şey bölüştürülmemiştir.”[2040]
22937. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman islam’dan bir
derece daha üstündür, takva imandan bir derece üstündür, yakin takvadan bir
derece üstündür ve insanlar arasında yakinden daha az bir şey bölüştürülmemiştir.”[2041]
22938. İmam
Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman islam’dan bir
derece üstündür, takva imandan bir derece üstündür, yakin takvadan bir derece
üstündür ve insanlar arasında hiç bir şey yakin gibi az
bölüştürülmemiştir.”[2042]
22939. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinin nihai hedefi
imandır, imanın nihai hedefi ise yakindir.”[2043]
bak. Ez-Zujd, 1620. Bölüm, ed-Din, 1293. Bölüm
22940. Mişkat’ul-Envar
kitabında şöyle yer almıştır: “İmam Ali
(a.s) Hasan ve Hüseyin’e (a.s) şöyle sordu: “Yakin ve iman arasındaki
mesafe ne kadardır?” O ikisi sustular. İmam Hasan’a (a.s) şöyle
buyurdu: “Cevap ver ey Eba Muhammed!” O şöyle arzetti: “Bir
karış.” İmam Ali (a.s), “Nasıl?” diye sordu. O şöyle
arzetti: “Çünkü iman kulağımızla işittiğimiz,
kalplerimizle inandığımız şeydir, yakin ise
gözlerimizle gördüğümüz ve bundan gözlerimizden gizli kalan şeyleri
anlamamızdır.”[2044]
İman Kalpte Sabittir Yakin İse Zihinden Geçenlerdir
22941. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İman kalpte sabittir, yakin ise
zihinden geçenlerdir.”[2045]
22942. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman kalptedir,
yakin ise zihinden geçenlerdir.”[2046]
22943. Şöyle
rivayet edilmiştir: “Zenginlik olarak yakin, meşguliyet olarak
ibadet yeterlidir. Ve şüphesiz iman kalp iledir, yakin ise zihinden
geçenlerdir.”[2047]
22944. İmam
Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman kalpte
sabittir, yakin ise zihinden geçenlerdir. Yakin kalpten geçince kalp demir
parçası gibi olur, kalpten çıkıp gidince de eskimiş bir
paçavra gibi olur.”[2048]
Kur’an :
“Dikkat edin, eğer kesin olarak bir
bilseniz! And olsun ki, cehennemi göreceksiniz. And olsun ki onu gözünüzle
görürsünüz. Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya
çekileceksiniz. [2049]
İbrahim: “Rabbim! Ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster” dediğinde, “İnanmıyor musun?
“deyince de, “Hayır öyle değil, fakat kalbim iyice itminana ersin”
demişti.”Öyleyse dört çeşit kuş al, onları kendine
alıştır, sonra onları parçalayıp her dağın
üzerine bir parça koy, sonra onları çağır; koşarak sana
gelirler. O halde Allah’ın güçlü ve hikmet sahibi olduğunu bil”
demişti.”[2050]
“Böylece yakin edenlerden olması için
İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösterdik.”[2051]
22945. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Eğer ilm’ul-yakin
ile bilirseniz” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani açık
bir şekilde ve müşahade ile.”[2052]
22946. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Gören kimse, kendisine haber verilen
kimse gibi değildir.”[2053]
22947. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Haber, görmek gibi değildir. Allah-u
Teala Musa’ya kavminin buzağıya ne yaptıklarını haber
verince, levhaları yere atmadı, ama yaptıklarını
gözleriyle görünce levhayı yere attı ve kırıldı.”[2054]
22948. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala şöyle
buyurmuştur: “Üç şeyi kullarımın gözünden gizledim.
Eğer insan onlardan birini görecek olursa, asla kötü amel etmez: Eğer
perdemi kenara itecek olursam, beni yakin elde edecek şekilde görecek
olursa ve onları öldürdükten sonra yaratıklarıma ne
yapacağımı görecek olursa…” [2055]
Kur’an :
“Doğrusu kesin gerçek budur.”[2056]
“O, şüphesiz kesin gerçektir.”[2057]
Hak, dış gerçekle mutabık olan
ilimden, yakin ise içinde şüphe olmayan ilimdenibarettir. O halde hak
yakine, tekid için getirilen açıklamaya dayalı bir tür izafedir.”[2058]
Meclisi (r.a) şöyle diyor: “Yakin üç
mertebeye sahiptir: İlm’ul-Yakin, Ayn’ul-Yakin ve Hakk’ul-Yakin.”
Dikkat edin, eğer kesin olarak bir (ilm’ul
yakin ile) bilseniz! Andolsun ki cehennemi görürsünüz.” “Sonra andolsun ki onu
gözünüzle görürsünüz.” “Doğrusu yakin ile kesin gerçek budur.”Bu üç mertebe arasındaki fark, bir örnekle
açıklığa kavuşur. Örneğin ateş hakkında
İlm’ul-Yakin’e sahip olmak, görülen şeyleri onun
ışığıyla müşahade etmektir. Ayn’ul-yakin ise
ateş kütlesini görmektir. Hakk’ul-yakin ise ateşte yanmak,
insanın varlığının ateşte yok olması ve salt
ateşe dönüşmesidir. Bundan daha üstün bir artma kabiliyeti olan bir
mertebe yoktur. “Eğer perde kenara çekilecek olursa, asla yakinim
artmaz.”[2059](Hz.
Ali’nin -a.s- sözü)
22949. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey
Allah’ın kulları! Allah’ın kullarından en sevdiği,
nefsine karşı Allah’ın kendisine yardım ettiği kişidir.
O kimse hüznü giyinip kuşanmış, korkuya bürünmüştür.
Derken, hidayet ışığı gönlünü
aydınlatmış… Doğru yolu görmüş ve onu izlemiştir.
İşaretleri bilmiş, darboğazları geçmiştir.
Yapışılması gereken kulpların en sağlamına
yapışmış, tutunulacak iplerin en kuvvetlisine
sarılmıştır. Artık o gün ışığı
gibi parlak yakini inanca ermiştir.”[2060]
22950. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim, hakikatin
basireti üzere aniden onlara yönelmiş, yakin ruhunu elde etmişlerdir;
refah içerisinde olanların zor gördüğü şeyleri onlar kolay
bulmuşlar; cahillerin korkup kaçtıkları şeylerle onlar
ünsiyet etmişlerdir. Ruhları en yüce makama (Allah’ın rahmetine)
asılı olduğu halde, bedenleriyle dünyada yaşamaktalar.
İşte bunlar Allah’ın yeryüzündeki halifeleridir ve halkı
O’nun dinine davet etmekteler. Âh! Âh! Onları görmeyi ne kadar da
arzuluyorum!”[2061]
22951. Cebrail
(a.s), Peygamberin huzuruna geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah Resulü! Allah
Tebarek ve Teala beni senden önce hiç kimseye vermediği bir hediyeyle sana
gönderdi.”Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “O nedir? diye sordum.”
“Cebrail şöyle dedi: “Sabır ve ondan daha iyisini…” Allah Resulü
(s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben, yakinin anlamı nedir?” diye sordum,
Cebrail şöyle dedi: “Yakini olan kimse Allah için onu görüyormuş gibi
amel eder. Zira eğer Allah’ı görmüyorsa, Allah onu görmektedir ve
yakini bir şekilde bilir ki kendisine isabet eden bir şeyin hata
etmesi mümkün değildi ve kendisine isabet etmeyen bir şeyin de
kendisine isabet etmesi mümkün değildi. Bunların tümü tevekkülün
dalları ve zühdün basamaklarıdır.”[2062]
22952. İmam
Rıza (a.s), kendisine yakini soran Yunus’a şöyle buyurmuştur: “Allah’a tevekkül
etmek, Allah karşısında teslimiyet içinde olmak, Allah’ın
kaza ve kaderinden hoşnut olmak ve işleri Allah’a havale
etmektir.”Yunus şöyle diyor: “Ben şöyle arzettim: “Bunların
anlamı nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Ebu Cafer (a.s) da böyle
buyurmuştur.”[2063]
22953. Resulullah
(s.a.a), kendisine imanı soran birisine şöyle buyurmuştur: “İhlas’tır.”O
şöyle arzetti: “Yakin nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Tasdiktir.”[2064]
22954. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İslam, (Allah
karşısında) teslimiyettir; teslimiyet yakîndir; yakîn tasdik
etmektir; tasdik ikrar etmektir; ikrar eda etmektir; eda etmek ise ameldir.”[2065]
22955. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin
aydınlıktır.”[2066]
bak. et-Tevekkül, 4183, el-İslam, 1876.
Bölüm
Yakin Sahibi Kimsenin Nişaneleri
22956. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yakin sahibi kimsenin alameti altı
şeydir: Allah’ın hakkaniyetine yakin etmiş ve bu yüzden ona iman
etmiştir, ölümün gerçek olduğuna yakin etmiştir ve bu yüzden
ondan çekinmektedir, kıyametin gerçek olduğuna yakin etmiş ve bu
yüzden de (o günün) rezaletinden korkmaktadır. Cennetin gerçek
olduğuna yakin etmiş ve bu yüzden de ona iştiyak
duymaktadır, cehennemin gerçek olduğuna yakin etmiş ve bu yüzden
de ondan kurtulmak için çalışmaktadır, hesabın gerçek
olduğuna yakin etmiş ve bu yüzden de kendisini hesaba çekmektedir.”[2067]
22957. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin sahibi kimsenin
kendisi hakkındaki hüznü, diğer tüm insanların hüznünden daha
çoktur.”[2068]
22958. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şevk yakin ehlinin
hasletidir.”[2069]
22959. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Arzunun
kısalığı, amelde ihlas ve dünyaya rağbetsizlik yakin
sahibi olmanın delilidir.”[2070]
22960. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dostlarından
ayrılacağını, toprağa yerleşeceğini, hesapla
karşılaşacağını, kendisinden geriye
bıraktığının kendisine fayda vermeyeceğini,
önceden gönderdiği şeye muhtaç olacağını yakinen bilen
kimseye arzusunu kısaltması ve uzun amellere koyulması
yakışır.”[2071]
22961. İmam
Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “ve altında o ikisine
ait bir hazine vardı”ayeti hakkında şöyle
buyurmuştur: “Biliniz ki o, altın ve gümüş hazinesi
değildi. Aksine şu dört cümleydi: “Ben Allah’ım ve benden
başka ilah yoktur. Her kim ölüme yakin ederse, ağzı gülerek
açılmaz. Her kim hesaba yakin ederse, kalbi sevinmez. Her kim kadere yakin
ederse, Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmaz.”[2072]
22962. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Takva dinin semeresi ve
yakinin nişanesidir.”[2073]
22963. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakini olan kimse,
amelde çaba gösterir.”[2074]
22964. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin yakini
doğru olursa, mücadele ve tartışmaya rağbet göstermez.”[2075]
22965. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinsiz hiçbir amel ve
huşusuz hiçbir yakin olmaz.”
22966. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yakinin nişanelerinden biri de hiç
kimseyi Allah’ı gazaplandırarak hoşnut etmemen, Allah’ın
sana verdiği bir şey sebebiyle hiç kimseyi övmemen ve Allah’ın
sana vermediği bir şey sebebiyle
de hiç kimseyi kınamamandır.”[2076]
22967. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin nişanelerinden
biri de Allah’ı gazaplandırarak insanları hoşnut etmemen ve
Allah’ın ihsanından sana bağışlamaması sebebiyle,
onları kınamamandır. Zira hırslı kimsenin hırsı,
rızkı kendisine sevketmediği gibi, meyilsiz insanın
meyletmemesi de onu geri çeviremez.”[2077]
bak. el-Ma’ruf (2), 2700. Bölüm, 12788. Hadis,
el-İman, 291-297. Bölümler, et-Takva, 4169. Bölüm
Müminin Yakini Amelinde Görülür
22968. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminin yakini de,
münafığın şekki de amellerinde görülür.”[2078]
22969. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ameli terk eden kimse,
amelin mükafatına yakin etmemiştir.”[2079]
22970. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan
Allah’ın kendisini gördüğüne yakin ettiği halde Allah’a isyan
eden kimse şüphesiz Allah’ı bakanların en düşüğü
taktir etmiştir.”[2080]
22971. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakininizi şekke ve
ilminizi cehalete dönüştürmeyiniz.”[2081]
22972. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Varlığını
bağışlamak, yakinin süsüdür.”[2082]
bak. en-Nur, 3960. Bölüm, el-İlm, 2881,
2888. Bölümler
22973. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakini şek ve heva
ve hevesin galibiyeti bozar.”[2083]
22974. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hırsı çok olan
kimsenin yakini az olur.”[2084]
22975. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hırslı kimseye
itaat etmek yakini bozar.”[2085]
22976. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hırs yakini bozar.”[2086]
22977. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhtiraslı
kimse iki haslete mahrum kalmış ve iki hasletle birlikte
olmuştur: Kanaattan mahrumdur ve bu yüzden de rahatlığı
yoktur, hoşnutluktan mahrumdur ve bu yüzden de yakini kaybetmiştir.”[2087]
22978. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin bozulma sebebi
hırstır.”[2088]
22979. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Din hususunda
cedelleşmek yakini ortadan kaldırır.”[2089]
22980. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mal sevgisi dini
gevşetir, yakini bozar.” [2090]
22981. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya tapan kimselere
karışmak dini lekeler ve yakini gevşetir.”[2091]
22982. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Karşılık
göreceğine yakin etmeyen kimsenin şekki yakinini bozar.”[2092]
bak. et-Tema’, 2420. Bölüm, el-İman, 284,
286. Bölümler
22983. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hakikatte ben, ümmetim için yakinin
gevşekliğinden korkuyorum.”[2093]
22984. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben ümmetim için sadece yakinin
zayıflığı hususunda korkuyorum.”[2094]
22985. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakini gevşek olan
kimsenin mürüvveti nakıs olur.”[2095]
22986. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı gazaplandırarak
insanları hoşnut kılman, Allah’ın sana verdiği
rızık için insanları övmen ve Allah’ın sana vermediği
şey sebebiyle insanları kınaman yakinin
gevşekliğindendir.”[2096]
22987. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin olsun ki şüpheler doğmuş, kesin şeyleri
bürümüştür. Hatta sanki, üstlenilen şey (rızık) size
farzmış; farz kılınan (amel) da sizden
kaldırılmış gibidir (Böyle telakki edilmeye
başlanmıştır.)”[2097]
Yakini Kendisine Fayda Vermeyen Kimse
22988. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kimin
yakini kendisine fayda vermezse, şek ona zarar verir. Her kimin mevcut
aklı ve düşüncesi kendisine fayda vermezse, gaip olan aklı ve
düşüncesi ona fayda vermek hususunda daha acizdir.”[2098]
22989. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki her kime hak
fayda vermezse, batıl zarar verir. Her kimi hidayet doğru yola
koyamazsa, sapıklık onu yoldan çıkarır.”[2099]
bak. Eş-Şek, 2088. Bölüm, el-Hak, 897.
Bölüm
22990. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sabır, yakinin ilk
gereğidir.”[2100]
22991. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sabır yakinin
meyvesidir.”[2101]
22992. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sabır yakindendir.”[2102]
22993. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin sahibi kimsenin
silahı, belaya sabretmek ve genişlik zamanında
şükretmektir.”[2103]
22994. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sabırlı ol,
zira ki sabır sağlam bir kaledir ve yakin ehlinin ibadetidir.”[2104]
22995. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amelde ihlas, yakinin
gücünden ve niyetin doğruluğundandır.”[2105]
22996. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhlasın sebebi
yakindir.”[2106]
22997. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Halis niyet, dinin
gücünün miktarı kadardır.”[2107]
22998. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Amelde ihlas ve arzunun
kısalığı yakinin delilidir.”[2108]
22999. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin, ihlas ve
fedakarlık sahipleri, a’raf ashabındandır.”[2109]
23000. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin nihayeti
ihlastır. İhlasın nihayeti ise kurtuluştur.”[2110]
23001. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
Kulları! Biliniz ki riyanın azı da şirktir, amelde ihlas
ise yakindir.”[2111]
23002. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin zühd meyvesini
verir.”[2112]
23003. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zühd, yakinin
esasıdır.”[2113]
23004. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin doğru
olursa fani olanı baki olana değiştirmez ve yüce olanı
aşağılık olana satmazsın.”[2114]
23005. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın fani
olan şeye rağbetsiz olması, kalıcı olan şeye
yakini ölçüsüncedir.”[2115]
23006. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fani olana
bağlandığı halde ahirete yakin ettiğini iddia eden
yalan söylemektedir.”[2116]
23007. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ahirete yakin eden kimse
dünyaya hırs duymaz.”[2117]
23008. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Heva ve
heves elbisesinden soyunan ve dünya bağlarını kesip atan yakin
sahipleri nerede?”
[2118]
23009. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin en üstün zühttür.”[2119]
Bak. Ez-Zühd, 16/7. Bölüm
23010. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkülün
güzelliği, yakinin güzelliğinin delilidir.”[2120]
23011. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevekkül, yakinin
güçlülüğünden kaynaklanır.”[2121]
23012. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin hakikati
tevekküldedir.”[2122]
Bak. 4252. Bölüm, 22951. Hadis, et-Tevekkül,
4185. Bölüm
23013. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kaza ve kaderinden
hoşnutluk, güzel yakin sahibi olmanın delilidir.”[2123]
23014. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hoşnutluk, yakinin
meyvesidir.”[2124]
23015. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taktir edilen
şeylerden hoşnut olan kimsenin yakini güçlüdür.”[2125]
23016. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hoşlanılmayan
kaza ve kadare hoşnutluk, yakinin en üstün derecelerindendir.”[2126]
Bak. Er-Rıza, 1519, 1520. Bölümler
23017. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah, hikmet ve celali üzere
rahatlık ve genişliği hoşnutluk ve yakinde karar
kılmıştır.”[2127]
23018. İmam
Ali (a.s), oğlu Hasan’a (a.s) yaptığı tavsiyesinde
şöyle buyurmuştur: “Sabrın gücü ve
güzel yakin ile sana yönelen dertleri, belaları kendinden
uzaklaştır.”[2128]
23019. İmam
Seccad (a.s), münacaatında şöyle buyurmuştur: “Kerem ve
yüceliğin adına senden gözümün aydınlığına sebep
olan şeyleri bana bağışta bulunmanı dilerim... Ve
yakinden kendisi vesilesiyle dünya musibetlerini bana
kolaylaştıranı ver. Körlük perdelerini basiret gözlerimden
kenara it.”[2129]
bak. el-İnfak, 3942. Bölüm
23020. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman dört temel
üzere kuruludur: Sabır, yakin, adalet ve cihat…Yakinin dört şubesi
vardır, uyanık basiret, hikmetin derinliğine ulaşmak, ibret
verici öğütleri tanımak ve ilklerin metodu. Her kim uyanık
basirete sahip olursa, hikmetin derinliklerine ulaşır. Her kim de
hikmetin derinliğine ulaşırsa, ibreti tanır. Her kim de
ibreti tanırsa, sanki ilklerle birlikte yaşamıştır.”[2130]
23021. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yakinin dört şubesi vardır:
Uyanık basiret, hikmetin derinliğine erişmek, ibret verici
etkenleri tanımak ve sünnete uymak, her kimin uyanık basireti olursa,
hikmetin derinliğine ulaşır. Her kim hikmetin derinliğine
ulaşırsa, ibreti tanır. Her kim ibreti tanırsa, sünnete
uyar ve her kim de sünnete uyarsa, ilklerle birlikte yaşamış gibi olur.”[2131]
23022. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakinin dört şubesi
vardır: Anlayışın zirvesi, derin ilim, apaçık ve
tomurcuklanan hikmet ve hilim bahçesi. Anlayışlı olan kimse,
belirsiz ilimleri yorumlar. Her kim de belirsiz ilimleri yorumlarsa hikmet
çeşmelerini tanır. Her kim de hikmet çeşmelerini tanırsa
hilim sahibi olur, işlerinde kusur etmez ve insanlar arasında (sevinç
içinde) yaşar.”[2132]
23023. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanı olan
kimse yakinini artırır.”[2133]
23024. İmam
Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın
kulları! Kendinizi ıslah etmekle Allah’ın nimetlerini taktir
edin ki yakininiz artsın ve değerli ve kıymetli bir fayda elde
edesiniz.”[2134]
23025. İmam
Rıza (a.s), Allah’ın İbrahim’e buyurduğu: “İmanın
yok mudur?” O şöyle dedi: “Elbette iman ettim, lakin kalbimin itminana
ermesi için” sözü hakkında, “İbrahim’in kalbinde şey mi
vardı?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Hayır, o
yakin sahibiydi. Ama Allah’tan yakinini artırmasını
dilemişti.”[2135]
23026. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakin, kulu yüce bir
mertebeye ve ilginç bir makama ulaştırır. Resulullah’ın
(s.a.a) huzurunda şöyle denildi: “İsa b. Meryem suyun üstünde yürüyordu.”Peygamber
şöyle buyurdu: “Eğer yakini daha fazla olsaydı, havada da
yürürdü.”Böylece Resulullah yakin makanın azametini ifade etti.”[2136]
23027. Bir
gün Havariler İsa’yı (a.s) görmediler, onu aramak için
dışarı çıktılar ve onun suyun üzerinde yürüdüğünü
gördüler. Onlardan birisi şöyle arzetti: “Ey Allah’ın elçisi! Sana
doğru gelelim mi?” İsa şöyle buyurdu: “Evet” O şahıs,
bir ayağını suya daldırdı ve diğer
ayağını da suya daldırmak istedi ki suyun dibine girdi.
İsa şöyle dedi: “Elini ver ey imanı az kimse! Eğer
insanın bir tane veya zerre kadar yakini olacak olsa idi bu taktirde suyun
üzerinde yürürdü.” [2137]
23028. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İsa b. Meryem suyun üzerinde
yürüyordu, eğer yakini fazla olsaydı havada da yürürdü.”[2138]
23029. Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer kardeşim İsa’nın
yakini sahip olduğundan daha çok olsaydı, şüphesiz havada yürür,
suyun üzerinde namaz kılardı.”[2139]
23030. İmam
Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer perde kenara
çekilecek olsa yine yakinimden bir şey artmaz.”[2140]
bak. el-İman, 272. Bölüm, ez-Zuhd, 1623.
Bölüm, el-Ma’rifet, 2607. Bölüm, el-Ucb, 2013. Bölüm, 11798. Bölüm
Şu ayetlerde verilen örneklerden de
anlaşıldığı üzere salt bir şeye iman etmek, o
şey hakkında ilim sahibi olmak anlamında değildir: “Kendileri için
doğru yol belli olduktan sonra artlarına dönenleri…”[2141]
Hakeza: “Şüphesiz,
küfredenlere, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol
belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelenler”[2142]
Hakeza: “Gönülleri kesin olarak
kabul ettiği halde, onları bile bile küfrettiler” [2143]
Hakeza: “Bilgisi olduğu halde
Allah’ın şaşırttığı…” [2144]
Bu ayetler gördüğümüz gibi ilim olduğu
halde irtidat, küfür, inkar ve sapıklığı da ispat
etmektedir. O halde bir şey hakkında salt ilim sahibi olmak ve
hakkaniyetine kesin inanmak, imanın hasıl olması hususunda
yeterli değildir. Böyle bir ilim sahibini mümin saymak mümkün
değildir. Aksine o ilmin gereklerine de bağlı olmak,
muhtevasına inanmak, kalbi bir inanca sahip olmak ve ameli etkilerini az
da olsa açığa çıkarmak gerekir. O halde Allah-u Teala’nın
yegane mabut olduğunu ondan başka ilah olmadığını
bilen ve bu ilminin gerektirdiğine –yani ubudiyetine ve sadece ona tapmaya
da-bağlı olan kimse mümin sayılır. Ama eğer böyle bir
ilim ve marifete sahip olduğu halde ona bağlı olmaz ve
ubudiyetinin nişanesi olan hiç bir ameli yerine getirmezse, böyle bir
şahıs alimdir, ama mümin değildir.
Buradan da bazılarının şu
sözünün doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır:
“İman, salt ilim ve tasdikden ibarettir.” Zira dediğimiz gibi ilim ve
küfür bir arada düşünülebilir.
Hakeza bazılarının, “İman
amelden ibarettir” sözünün de batıl olduğu açığa
çıkmaktadır. Zira iman da nifakla bir araya gelmektedir. Çünkü
münafık da amel etmektedir, bazen de hak ve hakikati ilmi bir zuhurla
bilmektedir, ama aynı zamanda ona iman etmemiştir.
O halde iman, bir şey hakkında ilim
sahibi olmak ve ona o ilmin ameli etkilerinin ortaya çıkacağı
bir şekilde bağlı olmaktan ibarettir. Öte yandan ilim ve
bağlılık da artma ve eksilme, şiddet ve zayıflama
göstermektedir. Dolayısıyla bu iki unsurdan teşkil olan iman,
artma ve eksilme, şiddet ve zaaf gösterebilmektedir. Dolayısıyla
da imanın derece ve mertebeleri, hiç kimsenin şüphe edemeyeceği
zaruri meselelerdendir.
Bu çoğu bilginlerin görüşüdür. Hakikat
da budur: “İmanlarını
kat kat artırmaları için”ayeti ve benzeri ayetler
de bu konuya delalet etmektedir. Hakeza Ehl-i Beyt’ten (a.s) nakledilen
hadisler de imanın mertebelerini ortaya koymakta ve bu görüşü teyit
etmektedir.
Ebu Hanife, İmam’ul-Harameyn ve
diğerleri ise imanın artıp azalmadığı
görüşündedir ve bu konuda ortaya koydukları delile göre de iman kesin
bir merhaleye ulaşmış olan tasdikten ibarettir. Böyle bir
anlamda da artış ve eksilme olmamaktadır. Dolayısıyla
tasdik eden bir kimse, ister itaati tasdikine eklesin, ister günahı, onun
tasdiki olduğu gibi durmakta ve asla değişmemektedir.
Bunlar imanın azalıp
çoğaldığına delil eden ayetleri tevil ve tevcih
etmişler ve şöyle demişlerdir: “İman şahsi ve baki
kalmayan bir ilinektir ve ilmin bekası da misallerin teceddüdü türündedir.
Yani azalıp çoğalan misallerin yenilenmesi şeklinde zamana
intibakıdır. Örneğin Peygamber hakkında iman, sürekli ve
aralıksız gerçekleşmektedir ve başkaları hakkında
ise az veya çok zaman aralıklarıyla gerçekleşmektedir. O halde
imanın artmasından maksat, imanın parçalarının
sürekliliğidir ve bu süreklilik, hiç bir zaman aralığı
olmaksızındır veya az bir zaman aralıklarıyla
gerçekleşmektedir.
Hakeza imanın başka bir kesreti de
vardır ve o da imanın taalluk ettiği işlerin kesretine
bağlıdır. Dinin şeriat ve hükümleri tedricen nazil
olduğu hasebiyle ve müminler de tedrici nüzulu sebebiyle ona iman
ettikleri için ve hükümlerin sayısı da sürekli arttığı
için onların imanı da tedricen artmıştır ve genel
olarak imanın artmasından maksat, sayılarının
artmasıdır.” Bu görüşün gevşekliği ve
temelsizliği apaçık ortadadır. Zira evvela imanın kesin bir
tasdikin adı olduğu görüşü kabul edilir bir görüş
değildir. Çünkü açıkladığımız gibi iman,
bağlılık ve iltizam ile iç içe bulunan kesin tasdikin bir
adıdır. Elbette onların tasdikten maksadı, iltizam ve
bağlılıkla birlikte olan ilim olursa o başka.
Ayrıca imanın artış ve
eksiliş kabul etmeyişini söylemeleri de delilsiz bir iddiadır ve
de delil iddianın kendisidir. İmanın ilineksel bir iş
olduğu ve ilineklerin de misallerin teceddü şeklinde bekası
hususundaki delilleri de onların iddiasını ispat hususunda
yeterli değildir. Zira gördüğümüz gibi bazı imanlar
olayların fırtınası karşısında asla yerinden
sarsılmamaktadır ve bunun karşısında bir takım
imanlar ise en küçük olaylar karşısında gevşemektedir ve en
küçük şüphelerle sarsılmaya girmekte ve yok olmaktadır. Bu
ihtilaf ve farklılığı misallerin teceddüdü ve zaman
aralıklarının azlığı ve çokluğu ile tevil
etmek mümkün değildir. Dolayısıyla onu ister istemez,
imanın zayıflığı ve güçlülüğüne isnat etmek
gerekir. Misallerin yeniliğine ve çeşitliğine ister
inanalım, ister inanmayalım bu böyledir. Ayrıca misallerin
teceddüdü meselesinin batıl olduğu da kendi yerinde apaçık bir
şekilde izah edilmiştir.
Onları tasdik eden kimse, tasdikine itaati
veya masiyeti ilave etse bile, onun tasdikinde bir etkisi yoktur ve
tasdiği asla değiştirmez demeleri de kabul edilir bir görüş
değildir. Çünkü imanın itaat sebebiyle güçlenmesi ve günah
işlemek sebebiyle azalması da şüphe edilmez bir konudur.
İmanın etkilerinin güçlenmesi veya zayıflaması da eserin
kaynağının güçlülüğünü veya
zayıflığını haber vermektedir. Nitekim Allah-u Teala
şöyle buyurmuştur: “Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de
salih amel yükseltir.”[2145] Hakeza
şöyle buyurmuştur: “Sonra Allah’ın ayetlerini yalan
sayıp, onları alaya alarak kötülük yapanların sonu pek kötü
oldu.”[2146]
Onlar imanın artıp
çoğaldığına delalet eden ayetleri tevil etmişlerdir.
Bu tevilleri de doğru değildir. Çünkü onların ilk tevillerine
göre imanı kamil olmayan kimse –yani kalbinde imanın
eczalarından boş olan aralıkların bulunduğu
kimse-hakikatte hem mümindir, hem de kafirdir. Bu ise Allah-u Teala’nın
kelamında teyit edilmeyen veya işaretle dahi ima edilmeyen bir
nüktedir.
“Onların çoğu, ortak
koşmadan Allah’a iman etmezler”[2147]
ayeti de imanın artıp çoğaldığına delalet
etmektedir. Onu reddetmemektedir. Zira ayetin anlamı da şudur ki onlar
müşrik oldukları halde mümindirler. Zira imanları şirke ve
şirkleri de salt imanlarına oranladır. Bu da imanın
artıp çoğaldığı anlamındadır.
Onların ikinci tevil ve yorumu da
şudur: İmanın azalıp çoğalması taalluk
ettiği şeylerin, yani Allah tarafından inen hüküm ve
şeriatlerin kesretine bağlıdır. O halde bu artış
ve kesret taalluk ettiği şeylerin haline imanın
sıfatıdır ve imanın bu sıfatla nitelendirilmesi de
hakikatte taalluk ettiği şey sebebiyledir. Bu görüş de
doğru değildir. Zira eğer “imanlarını kat
kat artırmaları için…” ayetinden maksat bu tür bir
artış olsaydı, bu ayetteki iman artışının
sayısız hükümlerin teşri edilmesinin ve nazil
buyurulmasının hedef ve neticesi olarak zikredilmesi müminlerin
kalplerine huzu ve güvenin indirilmesinin neticesinden daha münasip olurdu.”[2148]
Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i
Beyt’ine (a.s) selam gönder, imanımı en kamil merhaleye
ulaştır, yakinimi en üstün yakin kıl ve benden kabul buyur ey
kötülükleri iyiliklere çeviren ve merhamet edenlerin en merhametlisi!
Bu kitabı bitirme
başarısını bana veren Allah’a hamdolsun. Bu kitabın
telifi H. 1405 yılının, ramazan ayının 23. gecesi,
mübarek kadir gecesinde sona ermiştir. Hamd başlangıçta ve sonda
Allah’a mahsustur. Selam olsun efendimiz Muhammed’e (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ine,
ve’s-Selam.
Hükümet Yöneticilerine Hediye Vermenin Haram Oluşu
Müşriğin Hediyesini Kabul Etmekten Sakınmak
Mübarek Mekanlara Hediye Vermek
Yaşlılık Zamanında Gençleşen Şey
Himmetinin Doruğuna Ulaşan Kimseler
Yüce Himmetli Olmanın Sonuçları
Heva ve Heves İbadet Edilen Bir İlahtır
Heva ve Heves Basireti Kör Eder
Heva ve Hevesin Başlangıcı ve Sonu
Her kim Şehvetle Arkadaş Olursa, Nefsi Hasta Olur
Gizli Şehvetlerden Sakındırmak
Heva ve Hevese Muhalefet Göstermek
Kurtuluş Şehvetlere Muhalefettedir
Heva ve Hevesin Akla Galebe Çalması
Aklın Heva ve Hevese Galebe Çalması
İnsanların En Güçlüsü Heva ve Hevesine Galip Gelendir
İtaatlerin En Üstünü Şehvetleri Terk Etmektir
Her kim Şehvetine Galebe Çalırsa, Aklı Aşikar Olur
Her kim Şehvetine Galip Gelirse Nefsine Sahip Olur
Her kim Heva ve Hevesine Üstün Gelirse Dünya Mecburen Ona Yönelir
5-İslam’a Göre Kadınların ve Yetimlerin Durumu
7-Miras Sistemlerinin Karşılaştırılması
Ahlak Vezirleri (yardımcıları)
Kendilerine Terazilerin Kurulmadığı Kimse
Abdest ve Namazda Vesveseden Sakınmak
Allah’ın Musa’ya (a.s) Vasiyetleri
Allah’ın İsa’ya (a.s) Tavsiyeleri
Hızır’ın (a.s) Musa’ya (a.s) Tavsiyeleri
Allah’ın (c. C) Muhammed’e (s.a.a) Tavsiyeleri
Resulullah’ın (s.a.a) Tavsiyeleri
İmam Ali’nin (a.s) Tavsiyeleri
1-Hz. Ali’nin Oğlu Hasan’a (a.s) Tavsiyeleri
2-Oğlu Hüseyin’e (a.s) Tavsiyeleri
3-Oğlu Hasan ve Hüseyin’e (a.s) Vasiyetleri
Hz. Ali’nin Vefat Anındaki Tavsiyeleri
İmam Zeyn’ül-Abidin’in (a.s) Vasiyetleri
İmam Bakır’ın (a.s) Tavsiyeleri
İmam Sadık’ın (a.s) Vasiyetleri
İmam Kazım’ın (a.s) Tavsiyeleri
İmam Cevad’ın (a.s) Tavsiyeleri
İmam Askeri’nin (a.s) Tavsiyeleri
Varise Zarar Vermekten, Zulümden Ve Hakkı Yok Etmekten Sakındırmak
Yüceliğinden Dolayı Mütevazi Olan Kimse
Zengine Zenginliği Sebebiyle Tevazu Gösteren Kimse
Tevazu Sahibi Olmaya Yardımcı Olan Şey
Sürekli Abdestli Olmanın Fazileti
Allah Resulü’nün (s.a.a) Abdesti
Vaad Etmek İki Kölelikten Biridir
İmam Hüseyin’in (a.s) Öğütleri
İmam Zeyn’ül-Abidin’in (a.s) Öğütleri
Her kim Bir Konuşmacıya Kulak Verirse Ona İbadet Etmiş Olur
Her kimin Deruni Vaizi Olmazsa
Kendisine Öğüdün Fayda Vermediği Kimse
Öğüt Dileyen Vaizin Sözlerinden Nurlanmaya Teşvik
Başarı Ve Yardımdan Mahrumiyet
Metanetten Kaynaklanan Hasletler
İmam Ali’nin (a.s) Takvayı Tavsiyeleri
Takva Elbiselerin En Şerafetlisidir
Takva Ele Geçirilmez Bir Kaledir
Salahın Ve Doğruluğun Anahtarı Takvadır
Takvanın Amellerin Kabulundeki Rolü
Her kim Allah’tan Sakınırsa, Allah Ona Bir Çıkış Yolu Taktir Eder
Takva Sahiplerinin Özellikleri
Takva ve Mertebeleri Hakkında Bir Kaç Bölüm Hakkında Bir Çift Söz
2-Dini Takva Şu Üç Şeyle Hasıl Olur :
3-Muhabbet Nasıl İhlasa Sebep Olur?
4-Kulun Allah Vesilesiyle Halis Olması
Hak din sonunda tüm dünyaya galip gelecektir
Takiyyenin Caiz Olduğu Hususlar
Takiyyenin Caiz Olmadığı Hususlar
Tevekkül hakkında Bir Çift Söz
Çocuklar Arasında Adalete Teşvik
Her ne Kadar Kötü De Olsa Anne Babaya İyiliğe Teşvik
Ölümlerinden Sonra Anne Babaya İyilik Etmeye Teşvik
Cennet Annelerin Ayağı Altındandır
Babanın Çocuk Üzerindeki Hakkı
Hem Evlat ve He de Malı Babaya Aittir
İslâm Toplumunun Önderi ve Tutumu
Kötü Yöneticilerin İş Başına Geçmesine Sebep Olan Şey
Yöneticilerin Valilerin Zulmüne Ortak Oluşu
Yöneticinin Kendisine Kaşrı Görevi
Yöneticinin Yönetimindeki Önemli Görevleri
Yöneticiye Merhametli ve Yumuşak Huylu Olmasının Farz Oluşu
Yönetici Halkın Genelinin Rızayetini Elde Etmelidir
Yöneticinin İstihdam Hususunda Riayet Etmesi Gereken Şeyler
Yöneticinin Seçmemesi Gereken Kimse
Liyakatsiz Bir Şekilde Yüceltilen Kimse
Yöneticinin Kökten Sökmesi Gereken Şey
Hakim Valilerini Araştırmalıdır
Harac İşlerini Araştırmanın Gereği
Yöneticinin Müslümanların Malını Bağışlamaktan Sakınması
Darda Kalan Borçlunun Borcunu Ödemek Yöneticinin Görevidir
Yöneticinin Bizzat Yapması Gereken İşler
Yöneticinin Mustaz’af Kimselere Teveccüh Etmesinin Farz Oluşu
İnsanların Elinde Olan Şeylerden Ümidini Kesmenin Faydaları
Yetimlere Riayet Etmeye Teşvik
Yetim Malını Yemenin Haram Oluşunun Sebebi
İmanın Nihai Hedefi Yakin Elde Etmektir
İman Kalpte Sabittir Yakin İse Hatıralardır
Yakin Sahibi Kimsenin Nişaneleri
Müminin Yakini Amelinde Görülür
Yakini Kendisine Fayda Vermeyen Kimse
İman ve İmanın Artışı Hakkında Bir Çift Söz
[1] Neml , 35
[2] el-Kafi , 5/144/14
[3] Bihar , 75/44/1
[4] el-Kafi , 5/143/7
[5] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza , 2/74/343
[6] Bihar , 77/166/2
[7] el-Kafi , 5/144/12
[8] Kenz'ul-Ummal , 15062
[9] a. g. e. 15067
[10] a. g. e. 15068
[11] a. g. e. 15070
[12] Sahih-i Buhari , 6753
[13] Nehc'ül-Belağa , 224. hutbe
[14] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid , 3/203 , 204
[15] Bihar , 75/345/42
[16] Cami’ul-Ahbar , 439/1234
[17] Nehc'ül-Belağa , 156. hutbe
[18] Kenz'ul-Ummal , 14475 , 14479
[19] a. g. e. 15104
[20] a. g. e. 15105
[21] Müstedrek’ül-Vesail , 13/208/15128
[22] Kenz'ul-Ummal , 14485
[23] a. g. e. 14486
[24] a. g. e. 14487
[25] el-Kafi , 5/142/3
[26] a. g. e. s. 141/2
[27] Kenz'ul-Ummal , 14473
[28] el-Kafi , 5/143/9
[29] el-Fakih , 3/299/4070
[30] Bihar , 77/54/3
[31] Sünen-i Ebi Davud , 3536
[32] el-Kafi , 5/143/8
[33] Kenz'ul-Ummal , 14482
[34] el-Kafi , 5/141/1
[35] Bihar , 75/45/2
[36] Kenz'ul-Ummal , 28891
[37] Bihar , 2/25/88
[38] Kenz'ul-Ummal , 28892
[39] Tenbih'ul-Havatir , 2/212
[40] Gurer'ul-Hikem , 9884
[41] Bihar , 77/20/4
[42] Kenz'ul-Ummal , 46164
[43] a. g. e. 46165
[44] Bihar , 103/188/4
[45] a. g. e. s. 189/5
[46] el-Fakih , 3/300/4076
[47] İlel’uş-Şerayi’ , 408/1
[48] a. g. e. s. 409/3
[49] Tenbih'ul-Havatir , 1/272
[50] Gurer'ul-Hikem , 4623
[51] Nehc'ül-Belağa , 83. hutbe
[52] a. g. e. 85
[53] Tuhef'ul-Ukul , 56
[54] el-Hisal , 73/112
[55] Nehc'ül-Belağa , 143. hikmet
[56] Gurer'ul-Hikem , 1634
[57] a. g. e. 1039
[58] Nehc'ül-Belağa , 3. hutbe
[59] Nehc'ül-Belağa , 1. hutbe
[60] Tuhef'ul-Ukul , 317
[61] Kasas , 59
[62] En'am , 6
[63] Enbiya , 9
[64] et-Terğib ve't-Terhib , 1/86/10
[65] Gurer'ul-Hikem , 4665
[66] Nehc'ül-Belağa , 169. hutbe
[67] Gurer'ul-Hikem , 5137
[68] Tuhef'ul-Ukul , 369
[69] el-Hisal , 52/66
[70] a. g. e. h. 65
[71] el-Kafi , 2/316/6
[72] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza , 2/53/204
[73] Gurer'ul-Hikem , 5097
[74] Bihar , 78/111/6
[75] a. g. e. s. 207/67
[76] a. g. e. s. 280/1
[77] Tuhef'ul-Ukul , 409
[78] Bihar , 78/281/1
[79] Kenz'ul-Ummal , 43952
[80] a. g. e. 6161
[81] el-Hisal , 79/128
[82] Gurer'ul-Hikem , 712
[83] Bihar , 2/266/25
[84] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[85] a. g. e. 147. hutbe
[86] Nehc’üs-Saade , 1/477
[87] Nehc'ül-Belağa , 79. mektup
[88] a. g. e. 131. hutbe
[89] a. g. e. 97
[90] Gurer'ul-Hikem , 5900
[91] a. g. e. 3287
[92] et-Terğib ve't-Terhib , 3/611/3
[93] En'am , 47
[94] Ahkaf , 35
[95] Gurer'ul-Hikem , 10020
[96] a. g. e. 10021
[97] a. g. e. 10026
[98] a. g. e. 10027
[99] a. g. e. 10030
[100] a. g. e. 10033
[101] Nehc'ül-Belağa , 16. hutbe
[102] Bihar , 78/159/10
[103] Nehc'ül-Belağa , 147. hikmet
[104] a. g. e. 149
[105] a. g. e. 117
[106] a. g. e. 188. hikmet ; 16. hutbe
[107] a. g. e. 161. hikmet
[108] a. g. e. 31
[109] a. g. e. 53. mektup
[110] 189. hikmet
[111] a. g. e. 157. hutbe
[112] a. g. e. 91
[113] a. g. e. 169
[114] a. g. e. 119
[115] a. g. e. 187
[116] Bakara suresi. 195
[117] Bihar , 49/130/3
[118] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza , 2/139/2
[119] a. g. e. 1/19/1
[120] el-Kafi , 4/53/7
[121] Dur’ul-Mensur , 1/500
[122] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[123] Gurer'ul-Hikem , 4977
[124] Bihar , 78/165/1
[125] Gurer'ul-Hikem , 2982
[126] a. g. e. 991
[127] a. g. e. 8526
[128] Sahifet’us-Seccadiyet’ul-Camie , 471 , 200.
dua
[129] Gurer'ul-Hikem , 7161
[130] Kenz'ul-Ummal , 43021
[131] el-Hisal , 40/25
[132] Gurer'ul-Hikem , 3235
[133] a. g. e. 3212
[134] Bihar , 78/9/64
[135] Gurer'ul-Hikem , 2167
[136] Nehc'ül-Belağa , 47. hikmet
[137] Gurer'ul-Hikem , 8320
[138] a. g. e. 9707
[139] a. g. e. 2453
[140] a. g. e. 2438
[141] a. g. e. 2288
[142] Nehc'ül-Belağa , 370. hikmet ;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid , 19/300
[143] Bihar , 77/182/10
[144] el-Kafi , 8/45/8
[145] Gurer'ul-Hikem , 3586
[146] a. g. e. 8970
[147] Ankebut , 69
[148] Gurer'ul-Hikem , 8784
[149] a. g. e. 8785
[150] a. g. e. 8902
[151] Sahifet’us-Seccadiye , 439 , 199. dua
[152] Bihar , 94/148/21
[153] Sahifet’us-Seccadiye , 441 , 199. dua
[154] a. g. e.
[155] Bihar , 98/89/3
[156] Gurer'ul-Hikem , 3305
[157] a. g. e. 3328
[158] Nehc'ül-Belağa , 460. hikmet
[159] Gurer'ul-Hikem , 1477
[160] a. g. e. 2962
[161] a. g. e. 1388
[162] a. g. e. 1387
[163] Bihar , 78/164/1
[164] Gurer'ul-Hikem , 9435
[165] a. g. e. 9280
[166] a. g. e. 4277
[167] a. g. e. 10059
[168] a. g. e. 6187
[169] a. g. e. 1674
[170] a. g. e. 7850
[171] a. g. e. 8406
[172] a. g. e. 5763
[173] Gurer'ul-Hikem , 616-617
[174] a. g. e. 1945-1946
[175] a. g. e. 9142
[176] a. g. e. 3749
[177] a. g. e. 9685
[178] a. g. e. 5420
[179] a. g. e. 2303
[180] a. g. e. 5945
[181] Tuhef'ul-Ukul , 318
[182] Gurer'ul-Hikem , 8019
[183] a. g. e. 9086
[184] a. g. e. 9256
[185] a. g. e. 10778
[186] Bihar , 78/10/67
[187] Gurer'ul-Hikem , 946
[188] a. g. e. 9974
[189] Nehc'ül-Belağa , 234. hutbe
[190] el-Kafi , 8/155/144
[191] Kenz'ul-Ummal , 32412
[192] Gurer'ul-Hikem , 8830
[193] Tenbih'ul-Havatir , 1/48
[194] Gurer'ul-Hikem , 3294
[195] a. g. e. 9642
[196] Bihar , 77/376/1
[197] Gurer'ul-Hikem , 7542
[198] a. g. e. 9110
[199] a. g. e. 8970
[200] el-Mevaiz’ul-Adediye , 146
[201] Rum , 29
[202] Muhammed , 14
[203] Gurer'ul-Hikem , 1048
[204] a. g. e. 3486
[205] a. g. e. 1098
[206] Nehc'ül-Belağa , 50. hutbe
[207] Gurer'ul-Hikem , 1326
[208] Sünen-i ed-Derimi , 401
[209] Gurer'ul-Hikem , 1678
[210] Bihar , 70/76/6
[211] Gurer'ul-Hikem , 957
[212] a. g. e. 142
[213] a. g. e. 28
[214] Kenz'ul-Ummal , 6160
[215] Gurer'ul-Hikem , 3925
[216] a. g. e. 2853
[217] et-Terğib ve't-Terhib , 1/87/13
[218] el-Müheccet’ül-Beyza , 5/115
[219] Meryem , 59
[220] Nisa , 27
[221] Gurer'ul-Hikem , 876
[222] a. g. e. 2121
[223] a. g. e. 1661
[224] a. g. e. 2505
[225] a. g. e. 49
[226] a. g. e. 8589
[227] a. g. e. 2440
[228] a. g. e. 10212
[229] a. g. e. 4885
[230] el-Kafi , 8/136/103
[231] Nehc'ül-Belağa , 176. hutbe
[232] a. g. e.
[233] Gurer'ul-Hikem , 50
[234] a. g. e. 27
[235] a. g. e. 5244
[236] a. g. e. 6813
[237] Gurer'ul-Hikem , 4254
[238] a. g. e. 5323
[239] a. g. e. 8823
[240] Furkan , 43
[241] Casiye , 23
[242] Gurer'ul-Hikem , 2217 , 2218
[243] Dur’ul-Mensur , 6/261
[244] Gurer'ul-Hikem , 449
[245] Sad , 26
[246] Müstedrek’ül-Vesail , 12/113/1366
[247] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[248] Gurer'ul-Hikem , 3807
[249] a. g. e. 3849
[250] a. g. e. 9168
[251] Nehc'ül-Belağa , 87. hutbe
[252] Gurer'ul-Hikem , 2745
[253] a. g. e. 3133
[254] a. g. e. 2746
[255] a. g. e. 6790
[256] a. g. e. 8999
[257] a. g. e. 1789
[258] a. g. e. 1458
[259] a. g. e. 922
[260] a. g. e. 6298
[261] a. g. e. 3176
[262] a. g. e. 6300
[263] Nehc’ul Belağa, 211. hikmet
[264] Kenz'ul-Ummal , 28965
[265] Nehc'ül-Belağa , 78. hutbe
[266] A'raf , 175 , 176
[267] Gurer'ul-Hikem , 8794
[268] a. g. e. 8354
[269] a. g. e. 2671
[270] Mişkat’ul-Envar , 260
[271] el-Kafi , 2/336/4
[272] Gurer'ul-Hikem , 2559
[273] el-Kafi , 2/335/1
[274] Bihar , 77/82/3
[275] Vesail’uş-Şia , 11/164/4
[276] Naziat , 40 , 41
[277] Gurer'ul-Hikem , 9791
[278] a. g. e. 8179
[279] a. g. e. 4921
[280] a. g. e. 5257
[281] a. g. e. 9722
[282] a. g. e. 5263
[283] a. g. e. 5061
[284] a. g. e. 5090
[285] Tuhef'ul-Ukul , 370
[286] Gurer'ul-Hikem , 2310
[287] a. g. e. 5393
[288] Bihar , 77/153/119
[289] Nehc'ül-Belağa , 176. hutbe
[290] a. g. e. 289. hikmet
[291] Gurer'ul-Hikem , 1194
[292] Nehc'ül-Belağa , 193. hutbe
[293] Gurer'ul-Hikem , 3579
[294] Nehc'ül-Belağa , 220. hutbe
[295] Gurer'ul-Hikem , 7000
[296] Bihar , 94/126/19
[297] a. g. e. s. 156/22
[298] Gurer'ul-Hikem , 5934
[299] a. g. e. 6421
[300] a. g. e. 4939
[301] Gurer'ul-Hikem , 6418
[302] Nehc'ül-Belağa , 76. hutbe
[303] Gurer'ul-Hikem , 5212
[304] Gurer'ul-Hikem , 2560
[305] Gurer'ul-Hikem , 6444
[306] a. g. e. 2434
[307] Gurer'ul-Hikem , 5098
[308] el-Fakih , 4/391/5834
[309] Bihar , 78/53/87
[310] a. g. e. 77/239/1
[311] Tuhef'ul-Ukul , 398
[312] Gurer'ul-Hikem , 7959
[313] a. g. e. 6414
[314] a. g. e. 5533
[315] Gurer'ul-Hikem , 9197
[316] a. g. e. 8140
[317] a. g. e. 1720
[318] Tenbih'ul-Havatir , 2/122
[319] Gurer'ul-Hikem , 4902
[320] Tenbih'ul-Havatir , 2/122
[321] Gurer'ul-Hikem , 8358
[322] a. g. e. 6050
[323] a. g. e. 6412
[324] a. g. e. 5899
[325] Gurer'ul-Hikem , 2741
[326] a. g. e. 10606
[327] a. g. e. 3237
[328] Nehc'ül-Belağa , 95. hutbe
[329] el-Kafi , 2/335/2
[330] Nehc'ül-Belağa , 424. hikmet
[331] Gurer'ul-Hikem , 6541
[332] a. g. e. 8907
[333] Bihar , 78/163/1
[334] a. g. e. s. 81/67
[335] Nehc'ül-Belağa , 161. hutbe
[336] a. g. e. 45. mektup
[337] a. g. e. 87. hutbe
[338] Gurer'ul-Hikem , 8223
[339] Mean’il-Ahbar , 195/1
[340] Tenbih'ul-Havatir , 1/60
[341] Gurer'ul-Hikem , 3181
[342] Tenbih'ul-Havatir , 2/10
[343] a. g. e.
[344] Gurer'ul-Hikem , 7205
[345] Gurer'ul-Hikem , 8226
[346] Nehc'ül-Belağa , 245. hikmet ; Bihar ,
72/68/28
[347] Gurer'ul-Hikem , 4054
[348] Gurer'ul-Hikem , 2148
[349] Nehc'ül-Belağa , 449. hikmet
[350] Nehc'ül-Belağa , 83. hutbe
[351] el-Müheccet’ül-Beyza , 5/169
[352] Gurer'ul-Hikem , 8593
[353] Nehc'ül-Belağa , 31. hikmet
[354] Gurer'ul-Hikem , 2449
[355] a. g. e. 6803
[356] Nehc'ül-Belağa , 56. mektup
[357] Gurer'ul-Hikem , 4107
[358] a. g. e. 6992
[359] Gurer'ul-Hikem , 3134
[360] a. g. e. 5236
[361] a. g. e. 3135
[362] a. g. e. 4527
[363] Bihar , 78/243/42
[364] Gurer'ul-Hikem , 6020
[365] a. g. e. 5026
[366] a. g. e. 7953
[367] a. g. e. 5849
[368] Bihar , 70/71/21
[369] Gurer'ul-Hikem , 8995
[370] a. g. e. 2272
[371] a. g. e. 10526
[372] a. g. e. 10915
[373] a. g. e. 10573
[374] a. g. e. 5930
[375] a. g. e. 6411
[376] a. g. e. 2966
[377] a. g. e. 3202
[378] a. g. e. 7870-7871
[379]a. g. e. 5952
[380] a. g. e. 4354
[381] el-Kafi , 2/335/2
[382] Kenz’ul ummal, 1161
[383] Nehc’üs-Saade , 3/128
[384] el-Kafi, 2/137/2 ve 1. hadis
[385] a.g.e
[386] Bihar, 78/310/1
[387] Gurer'ul-Hikem , 5390
[388] Al-i İmran , 75
[389] Kenz'ul-Ummal , 46134
[390] Bihar , 103/175/3
[391] el-Kafi , 5/238/1
[392] Vesail’uş-Şia , 13/228/4
[393] Kenz'ul-Ummal , 46133
[394] a. g. e. 46136
[395] Nehc'ül-Belağa , 91. hutbe
[396] a. g. e.
[397] a. g. e. 86
[398] a. g. e. 215. hutbe
[399] a. g. e. 407. hikmet
[400] a. g. e. 31. mektup
[401] Nisa , 11
[402] Mecme’ul-Beyan , 3/23
[403] Merhum Allame Tabatabai Mizan , c. 4 , s. 217
de bu hadisin açıklamasında şöyle yazmaktadır:“ Daha önce defalarca
dediğimiz gibi rivayetlerde yer alan nüzul sebeplerinin farklı
olmasının sakıncası yoktur. Bir ayetin birden fazla nüzul
sebebi olabilir. Bu sebepler ayetin belli bir hususta nazil olduğu
hususuyla çelişmemektedir.
[404] Dur’ul-Mensur , 2/444
[405] el-Kafi , 7/85/3
[406] a. g. e. h. 2
[407] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza , 2/98/1
[408] İlel’uş-Şerayi’ , 570/2
[409] a. g. e. h. 3
[410] Bakara suresi , 29. ayet
[411] Ahzab suresi , 4-5. ayetler
[412] Bakara suresi , 216. ayet
[413] Nisa suresi , 19. ayet
[414] Tefsir’ul-Mizan , 4/212
[415] Kenz'ul-Ummal , 30422
[416] a. g. e. 30423
[417] el-Kafi , 7/141/5
[418] Kenz'ul-Ummal , 30432
[419] el-Kafi , 7/140/1
[420] Kenz'ul-Ummal , 30435
[421] a. g. e. 30447
[422] a. g. e. 30446
[423] el-Kafi , 7/143/5
[424] Kenz'ul-Ummal , 30428
[425] Neml , 16
[426] Meryem, 5,6
[427] Kenz'ul-Ummal , 30454
[428] a. g. e. 30458
[429] a. g. e. 14101
[430] Kenz'ul-Ummal , 7284
[431] a. g. e. 7299
[432] a. g. e. 7300
[433] a. g. e. 7281
[434] Gurer'ul-Hikem , 10067
[435] Kenz'ul-Ummal , 7280
[436] Gurer'ul-Hikem , 4972
[437] Bihar , 70/304/18
[438] Kenz'ul-Ummal , 7275
[439] Bihar , 70/305/24
[440] Nehc'ül-Belağa , 371. hikmet
[441] a. g. e. 4
[442] a. g. e. 1746. hutbe
[443] Gurer'ul-Hikem , 6108
[444] a. g. e. 6133
[445] a. g. e. 6143
[446] Emali’et-Tusi , 281/544
[447] el-Kafi , 2/76/3
[448] Bihar , 77/26/6
[449] a. g. e. 70/306/30
[450] el-Kafi , 2/77/5
[451] Gurer'ul-Hikem , 493
[452] a. g. e. 476
[453] a. g. e. 10079
[454] a. g. e. 3935
[455] el-Kafi , 2/78/10
[456] Bihar , 70/309/38
[457] Gurer'ul-Hikem , 4636
[458] a. g. e. 9739
[459] a. g. e. 1436
[460] a. g. e. 1107
[461] a. g. e. 4280
[462] a. g. e. 10081
[463] a. g. e. 1867
[464] a. g. e. 10689
[465] a. g. e. 5512
[466] a. g. e. 5547
[467] el-Kafi , 2/76/2
[468] Gurer'ul-Hikem , 750
[469] a. g. e. 8331
[470] el-Mehasin , 1/65/9
[471] el-Kafi , 2/77/4
[472] Ehl-i Sünnet rivayetlerinde ise şöyle
yer almıştır:“ Eğer kemanlar gibi eğrilinceye kadar
oruç da tutsanız ve kemanın ipleri gibi oluncaya kadar namaz da
kılsanız , “ Bu teşbih açısından daha iyidir.
(Biharın dipnotundan naklen)
[473] Bihar , 84/258/56
[474] a. g. e. 70/296/1
[475] Gurer'ul-Hikem , 3137
[476] Tenbih'ul-Havatir , 2/88
[477] Gurer'ul-Hikem , 86
[478] a. g. e. 3097
[479] a. g. e. 3888
[480] a. g. e. 3871
[481] a. g. e. 6720
[482] Kenz'ul-Ummal , 7299
[483] Gurer'ul-Hikem , 2161
[484] Kenz'ul-Ummal , 7289
[485] Kenz'ul-Ummal , 7276
[486] a. g. e. 7291
[487] a. g. e. 7274
[488] a. g. e. 7292
[489] a. g. e. 7297
[490] a. g. e. 8795
[491] a. g. e. 7296
[492] a. g. e. 7308
[493] a. g. e. 7278
[494] a. g. e. 7304
[495] a. g. e. 7306
[496] a. g. e. 7312
[497] a. g. e. 7320
[498] a. g. e. 7286
[499] el-Kafi , 2/77/8
[500] Bihar , 70/303/15
[501] Gurer'ul-Hikem , 1712
[502] Kenz'ul-Ummal , 7279
[503] Kenz'ul-Ummal , 7282
[504] a. g. e. 7283
[505] a. g. e. 7322
[506] Bihar , 69/368/4
[507] el-Kafi , 2/77/7
[508] Bihar , 70/308/38
[509] el-İhtisas , 227
[510] Mean’il-Ahbar , 335
[511] Nehc'ül-Belağa , 113. hikmet
[512] Bihar , 70/305/25
[513] Gurer'ul-Hikem , 3368
[514] a. g. e. 2839
[515] Ta-Ha , 29-32
[516] Furkan , 35
[517] Kasas suresi , 34. ayet
[518] Tefsir’ul-Mizan , 14/146
[519] Bihar , 78/6/57
[520] a. g. e. 16/318/7
[521] Nehc'ül-Belağa , 192. hutbe
[522] Bihar , 16/11/12
[523] Kenz'ul-Ummal , 14933
[524] a. g. e. 14630
[525] Sünen-i Ebi Davud , 2932
[526] et-Terğib ve't-Terhib , 3/220/3
[527] Gurer'ul-Hikem , 8054
[528] Gurer'ul-Hikem , 10121
[529] Bihar , 78/22/86
[530] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[531] Kurb’ul-Esnad , 68/217
[532] Sünen-i ed-Darimi , 318
[533] el-Kafi , 1/21/14
[534] A’raf , 8-9
[535] Enbiya , 47
[536] Zilzal suresi , 6-8. ayetler
[537] Kehf suresi , 105. ayet
[538] Müminun suresi , 102-103. ayetler
[539] Karia suresi , 6-11. ayetler
[540] Al-i İmran suresi , 102. ayet
[541] Tefsir’ul-Mizan , 8/10 ; Allame Tabatabai’nin
tüm sözüne bakınız.
[542] Bu rivayet de amellerin tartılması hususunda
söylediklerimizi teyit etmektedir. Yani bu rivayette yer alan ince nüktelerden
biri de İmam’ın şöyle buyurmasıdır:“ Ameller hakikatte
insanların yaptığı işin bir sıfatıdır”
İmam bu cümlede şöyle buyurmaktadır:“ Bu hususlardaki amellerden
maksat , insandan ortaya çıkan doğal hareketler değildir. Zira
bu hareketler hem itaat hem de günah yolunda gerçekleşmektedir. Aksine
amellerden maksat , insanın amellerine isnat edilen ve dini ve toplumsal
kanunların ameller için muteber saydığı
sıfatlardır. Örneğin cinsel ilişkide yapılan
hareketler , eğer toplumsal bir kanuna veya şer’i bir izne
dayanıyorsa , bu nikah olarak adlandırılır. Eğer
bunlara mutabık değilse zina sayılır. Oysa insanın
uyguladığı hareketlerin tabiat ve mahiyeti her iki halde de
aynıdır. İmam (a.s) da kendi görüşünü iki delille ortaya
koymaktadır. Birincisi amellerin sıfat olduğu ve bir
ağılığının olmadığıdır.
İkincisi de Allah-u Teala’nın eşyayı tartmaya
ihtiyacının bulunmadığıdır. Çünkü Allah cehalet
sıfatıyla muttasıf değildir. (el-Mizan , c. 8 , s. 16)
[543] el-İhticac , 2/247/223
[544] Verdiğimiz bu bilgiler
ışığında bu hadisin anlamı da
açıklığa kavuşmaktadır. Zira ölçü , amel ve hak
inançlardır. Böyle bir amel ve inanç da Peygamberler ve vasilerinin
yanındadır.”(el-Mizan , a. g. e)
[545] Bihar , 7/249/6
[546] Bihar , 77/109/1
[547] el-Kafi , 2/143/10
[548] Bihar , 71/215/13
[549] Nehc'ül-Belağa , 114. hutbe
[550] Kenz'ul-Ummal , 39768
[551] a. g. e. 39024
[552] Kehf , 105
[553] Emali’es-Seduk , 409/1
[554] Kaf , 16
[555] Nas , 1-6
[556] Kenz'ul-Ummal , 1709
[557] a. g. e. 1715
[558] el-Kafi , 2/425/3
[559] el-Kafi , 2/425/4
[560] el-Kafi , 2/425/5
[561] Nehc'ül-Belağa , 91. hutbe
[562] el-Kafi , 1/12/10
[563] a. g. e. 3/358/2
[564] Mü’minun , 97 , 98
[565] Zuhruf , 36
[566] Kenz'ul-Ummal , 1267
[567] a. g. e. 1266
[568] a. g. e. 1245
[569] el-Kafi , 2/424/1
[570] a. g. e. h. 2
[571] el-Hisal , 612/10
[572] Bihar , 97/100/24
[573] a. g. e. 81/203/5
[574] el-Fakih , 1/339/986
[575] Tenbih'ul-Havatir , 2/120
[576] Bihar , 72/127/13
[577] el-Kafi , 2/463/2
[578] Kenz'ul-Ummal , 1268
[579] Hadisin metninde geçen muvasat kelimesi
başkalarını geçimine ve rızkına ortak kılmak ve
sıkıntı ve sorunlarda yardılaşmak
anlamındadır.
[580] Gurer'ul-Hikem , 1312
[581] a. g. e. 420
[582] a. g. e. 3023
[583] a. g. e. 9578
[584] a. g. e. 3405
[585] a. g. e. 10276
[586] Bihar , 74/395/22
[587] Gurer'ul-Hikem , 5013
[588] el-Hisal , 8/26
[589] a. g. e. 47/48
[590] Bihar , 74/231/28
[591] Vesail’uş-Şia , 8/414/1
[592] Bu rivayetin anlamı şii ve sünni
arasında meşru konulardan biridir. İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle
diyor:“ Ebu Amr , Muhammed b. Abdulvahid , Zahid Lugavi , Sa’leb’in kölesi ve
hakeza Muhammed b. Habib kendi Emalisinde şöyle nakletmişlerdir:“
Uhud günü Allah Resulü’nün (s.a.a) dostlarından çoğu kaçınca ,
müşrik gruplar Peygambere karşı saldırıya geçti.
Resulullah şöyle buyurdu:“ Ey Ali! Bu toplulukları benden
uzaklaştır.”Ali onlara saldırdı. Cebrail Resulullah’a
şöyle dedi:“ İşte bu yardımlaşma ve dert
ortağı olmadır. Melekler bu gencin
yardımlaşmasına ve dert ortaklığına
şaşırmıştır.”(Kafi’nin dipnotundan naklen)
[593] el-Kafi , 8/110/90
[594] Nehc'ül-Belağa , 197. hutbe
[595] Kurb’ul-Esnad , 78/253
[596] el-Hisal , 47/50
[597] el-mehasin , 1/283/558
[598] Mekarim'ul-Ahlak , 2/380/2661
[599] Vesail’uş-Şia , 8/414/2
[600] Kenz'ul-Ummal , 43761
[601] Şura , 13
[602] Nisa , 131
[603] Ankebut , 8
[604] Lokman , 14
[605] Ahkaf , 15
[606] En’am , 151 , 152 , 153
[607] el-Hisal , 217/41
[608] Bihar , 77/32/7
[609] Meryem , 31 , 32
[610] Tuhef'ul-Ukul , 496 , 499
[611] Kıses’ul-Enbiya , 157/171
[612] Hadiste geçen “ mihzar” kelimesi çok
konuşan anlamındadır. (en-Nihaye , 5/256
[613] Kaynakta da aynı şekilde yer
almıştır , ama doğru olanı Herimen değil , “
Hezmen” dir.
[614] Kenz'ul-Ummal , 44176
[615] el-Hisal , 111/83
[616] Tuhef'ul-Ukul , 36
[617] İrşad’ul-Kulub , 199
[618] Emali’et-Tusi , 508/1111
[619] Kenz'ul-Ummal , 44156
[620] ed-Deavat , Ravendi , 98/231
[621] Kenz'ul-Ummal , 3935
[622] a. g. e. 44361
[623] a. g. e. 44152
[624] Tuhef'ul-Ukul , 56
[625] Mekarim'ul-Ahlak , 2/363-364/2661
[626] a. g. e.
[627] a. g. e.
[628] a. g. e.
[629] a. g. e.
[630] a. g. e.
[631] a. g. e.
[632] a. g. e.
[633] a. g. e.
[634] a. g. e.
[635] a. g. e.
[636] Kenz'ul-Ummal , 44319
[637] a. g. e. 44320
[638] el-Hisal , 345/12
[639] Kenz'ul-Ummal , 43150
[640] el-Kafi , 8/150/130
[641] Kenz'ul-Ummal , 5770
[642] et-Terğib ve't-Terhib , 4/106/39
[643] a. g. e. s. 107/39
[644] a. g. e. 3/532/30
[645] Bihar , 78/200/28
[646] et-Terğib ve't-Terhib , 3/532/29
[647] Nehc'ül-Belağa , 47. mektup
[648] Bihar , 77/4/1
[649] Bihar , 77/45/2
[650] a. g. e. s. 46/3
[651] Tuhef'ul-Ukul , 6
[652] el-Kafi , 8/79/33
[653] Bihar , 77/69/9
[654] Tuhef'ul-Ukul , 10
[655] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[656] Tuhef'ul-Ukul , 88
[657] Nehc'ül-Belağa , 47. mektup
[658] a. g. e. 188. hutbe
[659] a. g. e. 99
[660] el-Kafi , 5/36/1
[661] Bihar , 78/77/48
[662] Tuhef'ul-Ukul , 211
[663] el-Kafi , 2/136/23
[664] Nehc'ül-Belağa , 23. mektup
[665] Vesail’uş-Şia , 18/123/42
[666] Tuhef'ul-Ukul , 197
[667] Nehc’üs-Saade , 2/435
[668] el-Kafi , 2/331/5
[669] ed-Durret’ul-Bahire , 26
[670] Müstetrafat’is-Serair , 144/13
[671] Cu’fi , kürsi vezninde olup Yemen’de bir
kabilenin başkanı olan Cu’f b. Sa’d b. Aşire b. Mizhec’e
mensuptur. O Cabir b. Yezid b. Hers b. Abdi Yeğud Cu’fi olup , İmam
Bakır ve İmam Sadık’ın (a.s) ashabındandır. Bir
kaç yıl sürekli İmam Bakır’ın (a.s) huzurundan istifade
etmiştir. 128 yılında İmam Sadık’ın (a.s)
zamanında dünyadan göçmüştür. Allah ona rahmet etsin.
(Tuhef’ul-Ukul’un haşiyesinden naklen)
[672] A’raf, 201
[673] Tuhef'ul-Ukul , 284
[674] Emali’et-Tusi , 676/1429
[675] Emali’el-Müfid , 194/25
[676] Bihar , 78/200/27
[677] Tuhef'ul-Ukul , 376
[678] Keşf’ul-Gumme , 2/396
[679] el-Kafi , 8/2/1
[680] Tuhef'ul-Ukul , 367
[681] el-Kafi , 8/49/9
[682] a. g. e. 4/18/2
[683] Tuhef'ul-Ukul , 455
[684] Burada Yunus’a (a.s) işaret edilmektir.
İtaatsizlikten maksadı ise , kavmine gazaplanması ve rabbinin
izni olmaksızın onlardan kaçmasıdır. Rivayet edildiği
üzere Yunus (a.s) kavmine azap vaad edince , Allah dışarı
çıkmasını emretmeden önce kavminden ayrıldı. Söylemek
gerekir ki buradaki isyan ve itaatsizlik de mutlak en üstün ve en evla olan bir
işi terk etmek anlamındadır. Zira burada henüz Allah’tan bir
emir gelmemiştir ve sonuç olarak da Yunus bunu yapmamak suretiyle , isyan
etmiş sayılmazdı. Hakeza bir işten sakındırma da
yoktu ki netice olarak onu istemekle rabbe muhalefet edilmiş olsun.
Dolayısıyla isyan ve itaatsizlik kelimesinin itlakı mecazi ve
evla ve en üstünü terk etmek anlamındadır. Bu iş Peygamberlerin
kemal derecelerine kıyasen isyan ve itaatsizlik sayılmaktadır.
(Kafi’nin dipnotundan naklen)
[685] Dünya hakkında cennet denilmesi Feyz’in
(r. a) buyurduğu gibi belki de balığın karnıyla
mukayesedir. (Kaynağın haşiyesinden naklen)
[686] İmam (a.s) kulları ve dünyanın
debdebesine aldanan alimleri , ruhban ve ahbara (yahudi din adamlarına)
teşbih etmesinin sebebi de ilim ve hakikati gizlemek , Allah’ın
sözlerini tahrif etmek , haksız yere insanların malını
yemek , onları Allah yolundan alıkoymak , ahireti dünyaya satmak idi.
Nitekim ahbar ve ruhbanlar da böyleydiler. Kur’an bir çok yerde onları
böyle anmıştır.
[687] Yöneticilerden maksat , padişahlar ,
halkı idare edenler ile onların zalim
yardımcılarıdır.
[688] Necm suresi , 31. ayete işarettir.
[689] el-Kafi , 8/52-55
[690] Tuhef'ul-Ukul , 487
[691] Bakara , 180
[692] Vesail’uş-Şia , 13/352/6
[693] Kenz'ul-Ummal , 46051
[694] a. g. e. 46052
[695] Bihar , 103/194/3
[696] Kenz'ul-Ummal , 46050
[697] a. g. e. 46055
[698] a. g. e. 46064
[699] Tehzib’ul-Ahkam , 9/174/708
[700] Bakara , 132 , 133
[701] Felah’us-Sail , 66
[702] Kenz'ul-Ummal , 46069
[703] a. g. e. 46081
[704] el-Kafi , 7/11/5
[705] Vesail’uş-Şia , 13/356/1
[706] el-Kafi , 7/62/18
[707] Vesail’uş-Şia , 13/358/1
[708] el-Fakih , 4/184/5420
[709] Nehc'ül-Belağa , 254. hikmet
[710] Kenz'ul-Ummal , 44164
[711] Bihar , 78/270/111
[712] Maide , 54
[713] Bihar , 77/168/6
[714] Nehc'ül-Belağa , 113. hikmet
[715] el-Hisal , 118/62
[716] Bihar , 78/80/65
[717] a. g. e. 75/120/11
[718] Gurer'ul-Hikem , 939
[719] a. g. e. 1643
[720] a. g. e. 5220
[721] Tuhef'ul-Ukul , 489
[722] Tenbih'ul-Havatir , 1/201
[723] Bihar , 75/119/5
[724] Nehc'ül-Belağa , 192. hutbe
[725] a. g. e. 193
[726] a. g. e. 91
[727] a. g. e. 192. hutbe
[728] a. g. e. 1
[729] Bihar , 75/117/1
[730] a. g. e. s. 121/13
[731] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza , 2/50/192
[732] el-Kafi-2/124/13
[733] a. g. e.
[734] Bihar , 78/80/66
[735] a. g. e. 75/123/20
[736] Tuhef'ul-Ukul , 296
[737] Bihar , 78/277/113
[738] a. g. e. 77/179/10
[739] Gurer'ul-Hikem , 1952
[740] Bihar , 71/425/68
[741] Kenz'ul-Ummal , 5749
[742] Maide , 54
[743] Tenbih'ul-Havatir , 2/66
[744] Bihar , 75/119/4
[745] Gurer'ul-Hikem , 1447
[746] Bihar , 73/169/5
[747] Nehc'ül-Belağa , 228. hikmet
[748] Bihar , 77/43/13
[749] Sevab’ul-A’mal , 294/1
[750] Nehc'ül-Belağa , 406. hikmet
[751] Kenz'ul-Ummal , 5724
[752] a. g. e. 8506
[753] Bihar , 75/118/3
[754] Bihar , 75/120/9
[755] el-Kafi , 2/123/9
[756] Bihar , 78/372/9
[757] el-Kafi , 2/122/3
[758] Gurer'ul-Hikem , 4613 , 4614
[759] Bihar , 75/120/11
[760] Bihar , 77/287/1
[761] a. g. e. 78/90/95
[762] Gurer'ul-Hikem , 4302
[763] Tuhef'ul-Ukul , 386
[764] Bihar , 78/312/1
[765] Nehc'ül-Belağa , 224. hikmet
[766] Gurer'ul-Hikem , 522 , 523
[767] Tenbih'ul-Havatir , 2/120
[768] Kenz'ul-Ummal , 5722
[769] Nehc'ül-Belağa , 192. hutbe
[770] el-Kafi , 2/121/1
[771] Kenz'ul-Ummal , 5719
[772] Bihar , 75/120/7
[773] Kenz'ul-Ummal , 5730
[774] a. g. e. 5721
[775] a. g. e. 5720
[776] Tuhef'ul-Ukul , 399
[777] Bihar , 75/123/22
[778] a. g. e. 77/53/3
[779] a. g. e. 75/120/11
[780] Kenz'ul-Ummal , 5729
[781] a. g. e. 5737
[782] el-Kafi , 2/122/2
[783] Gurer'ul-Hikem , 2250
[784] a. g. e. 4048
[785] a. g. e. 11
[786] a. g. e. 9468
[787] a. g. e. 677-678
[788] a. g. e. 310-311
[789] a. g. e. 3179-3180
[790] a. g. e. 1051-1052
[791] a. g. e. 1505
[792] a. g. e. 2361
[793] Bihar , 78/7/59
[794] Gurer'ul-Hikem , 301
[795] Nehc'ül-Belağa , 147. hutbe
[796] Maide , 6
[797] Bihar , 80/238/12
[798] el-Kafi , 3/72/8
[799] Bihar , 80/237/11
[800] Vesail’uş-Şia , 1/256/2
[801] Bihar , 80/237/11
[802] el-Fakih , 1/58/129
[803] İlel’uş-Şerayi’ , 283/1
[804] Bihar , 77/52/3
[805] Kenz'ul-Ummal , 26059
[806] a. g. e. 26039
[807] a. g. e. 26027
[808] a. g. e. 26031
[809] a. g. e. 26030
[810] İlel’uş-Şerayi’ , 279/1
[811] a. g. e. 257/9
[812] Bihar , 80/237/11
[813] Emali’es-Seduk , 174/8
[814] Sahih-i Müslim , 248
[815] et-Terğib ve't-Terhib , 1/151/6
[816] Bihar , 80/308/18
[817] Bakara , 222
[818] Vakia , 79
[819] Emali’el-Müfid , 60/5
[820] Kenz'ul-Ummal , 26066
[821] a. g. e. 26065
[822] a. g. e. 25999
[823] a. g. e. 26042
[824] Vesail’uş-Şia , 1/264/7
[825] a. g. e. 1/265/8 ; Avail’ul-Lai , 1/23/2
[826] el-Kafi , 3/25/4
[827] Bihar , 78/45/50
[828] a. g. e. 74/264/3
[829] Sefinet’ul-Bihar , 8/525
[830] Buğdaygillerden güzel kokusu olan bir
bitkidir.
[831] Çadırın etrafına bir badikart
oluşturmak için istifade edilen dikenli bir bitki çeşidi.
[832] Tenbih'ul-Havatir , 1/38
[833] Dur’ul-Mensur , 1/300
[834] Nehc'ül-Belağa , 188. hutbe
[835] a. g. e. 226.hutbe
[836] a. g. e. 223.hutbe
[837] Nahl suresi , 106. ayet
[838] Al-i İmran suresi , 28. ayet
[839] Teğabün suresi , 16. ayet
[840] Al-i İmran suresi , 102. ayet
[841] Tefsir’ul Mizan, 4/125
[842] Bakara , 84
[843] Mümtehine , 8 , 9
[844] Nehc'ül-Belağa , 27. hutbe
[845] a. g. e. 29
[846] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza , 2/28/24
[847] Nehc'ül-Belağa , 56. hikmet
[848] Gurer'ul-Hikem , 7517
[849] a. g. e. 1291-1292
[850] a. g. e. 9276
[851] Nehc'ül-Belağa , 442. hikmet
[852] Gurer'ul-Hikem , 5712
[853] el-İhtisas , 243 , 244
[854] Bihar , 77/58/3
[855] Nehc'ül-Belağa , 26. hutbe
[856] a. g. e. 13
[857] a. g. e. 109. hutbe
[858] a. g. e. 27. mektup
[859] Rum , 60
[860]Gafir , 77
[861] Al-i İmran , 9
[862] Ra’d , 21
[863] et-Tevhid , 406/3
[864] Kenz'ul-Ummal , 10416
[865] Nehc'ül-Belağa , 110. hutbe
[866] a. g. e. 157
[867] a. g. e. 185
[868] Kenz'ul-Ummal , 6866
[869] a. g. e. 6865
[870] a. g. e. 6870
[871] Bihar , 75/96/18
[872] Kenz'ul-Ummal , 6876
[873] Gurer'ul-Hikem , 9692
[874] Bihar , 75/97/20
[875] Kenz'ul-Ummal , 6872
[876] a. g. e. 6868
[877] Gurer'ul-Hikem , 10063 , 10064
[878] a. g. e. 2183
[879] a. g. e. 2249
[880] Nehc'ül-Belağa , 336. hikmet
[881] Gurer'ul-Hikem , 1646 , 1647
[882] a. g. e. 1134
[883] et-Terğib ve't-Terhib , 4/9/12
[884] Mekarim'ul-Ahlak , 1/57/39
[885] a. g. e. s. 64/63
[886] Bihar , 75/94/10
[887] Gurer'ul-Hikem , 10297
[888] Bihar , 78/250/94
[889] el-Fakih , 3/165/3610
[890] Saf , 2 , 3
[891] Bihar , 75/96/17
[892] el-Kafi , 2/363/1
[893] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[894] Kenz'ul-Ummal , 6869
[895] a. g. e. 6871
[896] Bihar , 104/73/23
[897] Nehc'ül-Belağa , 289. hikmet
[898] Yunus , 57
[899] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[900] Gurer'ul-Hikem , 321
[901] a. g. e. 1354
[902] a. g. e. 4191
[903] a. g. e. 4588
[904] a. g. e. 9884
[905] Kenz'ul-Ummal , 44155
[906] a. g. e. 44232
[907] el-Kafi , 2/459/23
[908] Bihar , 78/306/1
[909] Tuhef'ul-Ukul , 35
[910] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid , 13/99
[911] Tuhef'ul-Ukul , 85
[912] a. g. e. 80
[913] Gurer'ul-Hikem , 6459-6460
[914] a. g. e. 7059
[915] a. g. e. 8306
[916] a. g. e. 4032
[917] a. g. e. 3630
[918] Bihar , 77/430/44
[919] Gurer'ul-Hikem , 8938
[920] a. g. e. 7549
[921] Nehc'ül-Belağa , 196. hikmet
[922] a. g. e. 131
[923] a. g. e. 106. hutbe
[924] Gurer'ul-Hikem , 3460
[925] a. g. e. 7338
[926] a. g. e. 9236
[927] Bihar , 71/324/14
[928] Emali’es-Seduk , 394/1
[929] Gurer'ul-Hikem , 3361
[930] a. g. e. 3123
[931] a. g. e. 3362
[932] Nehc'ül-Belağa , 176. hutbe
[933] Gurer'ul-Hikem , 10622
[934] Nehc'ül-Belağa , 149. hutbe
[935] Nur , 34
[936] Nehc'ül-Belağa , 198. hutbe
[937] a. g. e. 176
[938] Maide , 117
[939] Tuhef'ul-Ukul , 501
[940] a. g. e.
[941] a. g. e.
[942] a. g. e.
[943] a. g. e.
[944] a. g. e.
[945] a. g. e.
[946] a. g. e.
[947] a. g. e.
[948] a. g. e. 502
[949] a. g. e.
[950] a. g. e.
[951] a. g. e.
[952] a. g. e.
[953] Tuhef'ul-Ukul , 502
[954] a. g. e.
[955] a. g. e.
[956] a. g. e.
[957] a. g. e. 503
[958] a. g. e.
[959] a. g. e.
[960] a. g. e.
[961] a. g. e. 504
[962] a. g. e.
[963] a. g. e.
[964] a. g. e. 505
[965] a. g. e.
[966] a. g. e.
[967] a. g. e. 506
[968] a. g. e.
[969] a. g. e. 506
[970] a. g. e.
[971] a. g. e. 507
[972] a. g. e. 507
[973] a. g. e. 507
[974] Tuhef'ul-Ukul , 507
[975] a. g. e.
[976] a. g. e. 508
[977] a. g. e.
[978] a. g. e.
[979] a. g. e.
[980] a. g. e.
[981] a. g. e.
[982] a. g. e.
[983] a. g. e.
[984] a. g. e. 509
[985] a. g. e.
[986] a. g. e.
[987] Dünyaya ve nefsani isteklere dalmak ve ahiret
için çalışmayı terk etmekle öldünüz. Zira sizler ahiret, ahiret
nimtleri ve ahirette ebedi yaşamak üzere yaşatıldınız
ama ondan yüz çevirdiniz ve dünyaya yöneldiniz. Dolayısıyla da bu
yüzden ölülere dönüştünüz hatta onlardan daha kötü bir hale geldiniz. Zira
ahirette azaba düçar olacaksınız ve nimetlerinden mahrum
kalacaksınız. (Bihar’ın dipnotundan naklen, 14/312)
[988] Zira bildiğiniz şeylerle amel
etmediniz. Adeta ilminizi unuttunuz, (Bihar’ın dipnotundan naklen, 14/312)
[989] İlim ve bilginizle amel
etmediğinizden dolayı cahil oldunuz. (Bihar’ın dipnotundan
naklen 14/312)
[990] Yani Allah sizlere basiret verdi ama, siz
basireti kabul etmediniz ve basiret sizlere fayda vermedi. Zira sizler
tıpkı basiretsiz kimseler gibi amel etmektesiniz. (Bihar’ın
dipnotundan naklen, 14/312)
[991] Zira Allah’ın dilinize cari
kıldığı şeyleri (hakikat ve bilgileri)
açıklamaktan sakındınız. (Bihar’ın dipnotundan naklen,
14/312)
[992] a. g. e. 509
[993] a. g. e.
[994] a. g. e. 510
[995] a. g. e.
[996] a. g. e.
[997] a. g. e.
[998] a. g. e.
[999] a. g. e. 510
[1000] a. g. e. 511
[1001] a. g. e.
[1002] a. g. e.
[1003] a. g. e.
[1004] a. g. e.
[1005] a. g. e.
[1006] a. g. e.
[1007] a. g. e.
[1008] a. g. e. 512
[1009] a. g. e.
[1010] a. g. e. 512
[1011] a. g. e.
[1012] a. g. e.
[1013] a. g. e. 512
[1014] a. g. e.
[1015] a. g. e.
[1016] a. g. e. 513
[1017] Sebe , 46
[1018] Bihar , 77/125/32
[1019] A’lam’ud-Din , 339
[1020] Kenz'ul-Ummal , 44175
[1021] Tenbih'ul-Havatir , 2/120
[1022] Bihar , 77/374/36
[1023] a. g. e. 78/70/31
[1024] Emali’es-Seduk , 96/5
[1025] Bihar , 78/69/24
[1026] a. g. e. s. 16/73
[1027] Bihar , 77/374/36
[1028] Tenbih'ul-Havatir , 1/79
[1029] Bihar , 77/395/14
[1030] a. g. e. s 408/38
[1031] Nehc'ül-Belağa , 157. hutbe
[1032] a. g. e. 150. hikmet
[1033] Nehc’üs-Saade , 2/40
[1034] a. g. e. s. 566
[1035] a. g. e. s. 3/129
[1036] Bihar , 78/104/3
[1037] Tuhef'ul-Ukul , 232
[1038] a. g. e. 245
[1039] Bihar , 78/120/3
[1040] a. g. e. s. 126/7
[1041] Emali’es-Seduk , 407/1
[1042] Bihar , 78/129/1
[1043] a. g. e. s. 132/2
[1044] Tuhef'ul-Ukul , 252
[1045] Bihar , 78/153/18
[1046] El-Vafi kitabında, "Ey fitilsiz kandiller" diye zikredilmiştir; bu nakil daha uygundur.
[1047] Tuhef'ul-Ukul , 291
[1048] Bihar , 78/179/59
[1049] a. g. e. s. 190/1
[1050] Emali’et-Tusi , 225/391
[1051] Tenbih'ul-Havatir , 2/30
[1052] el-Kafi , 1/13/12
[1053] a. g. e.
[1054] Bu bölüm Casiye suresinin beşinci
ayetinin muhtevasıdır , aynı ifadesi değil.
[1055] el-Kafi , 1/13/12
[1056] a. g. e. 1/14/12
[1057] a. g. e.
[1058] a. g. e.
[1059] a. g. e. 1/15/12
[1060] a. g. e.
[1061] a. g. e.
[1062] a. g. e. s. 16/12
[1063] a. g. e.
[1064] a. g. e.
[1065] a. g. e.
[1066] a. g. e.
[1067] a. g. e.
[1068] Bu konunun sebebi;
(insan) uzun arzular sebebiyle dünyaya ve dünya lezzetlerine yönelmekte,
neticede tefekkürden geri kalmaktadır veya bütün arzuların
gerektirdiği şey, düşüncenin gereği olan bir şeyi yok
etme sebebidir. Hikmet inceliklerini çok konuşmakla ortadan kaldırmak
ise, insanın çok konuştuğu sırada hikmetten geri kalması,
veya insanlar onun çok konuştuğunu işitince de onun hikmetli
sözlerine kulak asmazlar, teveccüh etmezler veya çok konuşmaya
başlayınca Allah hikmeti kalbinden temizler. (Kafi’nin dipnotundan
naklen)
[1069] a. g. e. 1/17/12
[1070] Metinde yer alan zekat bazen büyüme ve bazen
de temizlik anlamındadır. Burada her ikisi de muhtemeldir.
(kaynağın dipnotunda yer aldığı üzere)
[1071] a. g. e. 1/17/12
[1072] Yani Allah’ın zatının ve
sıfatlarının , hükümlerinin ve şeraitlerinin marifeti
kendisine hasıl olur veya şu anlamdadır ki Allah ona akıl
ihsan eder veya işleri Allah’a varacak birilimle tanır. Direkt veya
endirekt o ilmi Peygamberlerden ve ilahi hüccetlerden alır veya aklı
öyle bir dereceye ulaşır ki Allah ilmini bir insan öğretmeksizin
ona ihsan eder. (Kafi’nin dipnotundan naklen.)
[1073] Yani Allah onu müstağni kılar veya
şu anlamdadır ki dünya perestler mal ve servetle zengin olduğu
gibi onun da zenginliği Allah , Allah’a yakınlık ve hak ile
münacaatla hasıl olur. (Kafi’nin dipnotundan naklen
[1074] a. g. e. 1/17/12
[1075] a. g. e. 1/17/12
[1076] a. g. e.
[1077] a. g. e.
[1078] a. g. e.
[1079] a. g. e. 1/18/12
[1080] Dünyanın talib oluşu şu
anlamdadır ki dünya mukadder olan rızkı dünyada yaşanlara
mukadder ecelleri gelip çatıncaya kadar ulaştırır.
Dünyanın metlub oluşu ise şu anlamdadır ki dünyayı
isteyenlerin bütün çabası ve gayreti dünyayı elde etmek ve kendileri
için en iyi hayatı temin etmek yönündedir. Ahiretin talib oluşu ise
dünya ehlinin ölümünün ve ecelinin gelip çatması , onları ahiret
yurduna sürmesidir. Ahiretin metlub oluşu ise ahireti taleb edenlerin çaba
ve gayretleri uhrevi nimetlere erişmek ve böylece o alemde en iyi hal ve
güne sahip olmak içindir. Dünyanın talip oluşu , söylendiği
anlamda herkesin bildiği bir şeydir. Zira dünya ehlinin
rızkı herkes için taktir edilmiş , garantilenmiş ve mutlaka
insana ulaşacaktır. İnsan ister istesin, ister istemesin , bu
kendisine gelip çatacaktır. Yeryüzündeki bütün canlıların
rızkı , Allah’ın elindedir , ahiret de taliptir. Zira ecel de
taktir edilmiş rızık gibidir: “De ki:“ Eğer ölümden ve
öldürülmekten kaçarsanız , asla bu kaçışınızın
size bir faydası olmaz ve o durumda çok az faydalanacaksınız.”
(Kafi’nin dipnotundan naklen)
[1081] a. g. e. 1/18/12
[1082] a. g. e.
[1083] a. g. e. 1/18/12
[1084] Yani dinin tüm işleri bununla kemale
ermektedir veya buna sahip olmakla din bütün işlerine erişmiş
sayılır. (Şayet maksat , aklın bu işlerle kemal ve
tamamiyete erdiğidir. ) –Kafi’nin dipnotundan naklen
[1085] a. g. e.
[1086] a. g. e. s. 19/12
[1087] Sebebi de şudur ki aklı olmayan
kimse , hangi işlerin kendine layık olduğunu ve hangi
işlerin de kendisine yakışmadığını bilemez.
Bu yüzden de kendine yakışan şeyleri terk eder , kendisine
yakışmayan şeyleri ise yerine getirir. Böyle bir kimse de dinden
nasipsiz olur. Mürüvvet ise insanlık ve mertliğin kemali
anlamındadır. Bu sıfat bir çok yüce hasletleri ve güzel
adabı da ihtiva etmektedir. (Kafi’nin dipnotundan naklen)
[1088] Yani cennet dışında hiç bir
şey insanın bedeninin pahası olmaya layık değildir.
İmam (a.s) bedeni kalıcı ve ebedi hususlarda kullanmayı ,
cennete satmaya benzetmiştir. Sebebi de şudur ki bedenler nefsin
diğer aleme teveccühü sebebiyle günden güne eksilme ve eskime halindedir.
Eğer nefis , saadete erişmiş bir nefis olursa tüm çabası bu
dünyadaki tüm çabasının nihayeti ve bedensel hayatın kesilmesi ,
münezzeh olan Allah ve cennet nimetlerine doğru olur. Zira hidayet ve
doğruluk yolunda yürür. O halde adeta Allah-u Teala ile
yaptığı bir muamelede bedenini cennet karşısında
satmaktadır ve Allah da onu bu yüzden yaratmıştır. Ama
eğer nefis şekavet ehli olursa , tüm çabası ve ecelinin gelip
çatması , şeytanla ve ateş azabıyla iç içe olmaktır.
Çünkü sapıklık yolunda yürür. O halde adeta bedenini şeytanla
yaptığı muamelede yok olan şehvetlere ve hayvani lezzetlere
satmıştır. Şehvet ve lezzetler de çok geçmeden acı ve
yakıcı bir ateşe dönüşecektir. Bu ateş bugün
insanların duyu organlarından gizli ve örtülüdür. Yarın
kıyamet günü ortaya çıkacaktır:“ Gören kimseye cehhennem
aşikar olur” Bu şeytanla yapılan
alışveriştir. İşte burada batıla yönelenler ,
zarar görürler. (Sadr’ul-Müteellihin’den
naklen , Kafi’nin dipnotu)
[1089] a. g. e. 1/19/12
[1090] a. g. e.
[1091] a. g. e.
[1092] İmam’ın (a.s) bu sözü insanlarla
muaşerete, onlarla ünsiyet edinmeye, fazilet ehlinin faziletlerinden
nasiplenmeye teşviktir ve aynı zamanda da uzlete çekilmekten ve
insanlardan uzak durmaktan sakındırmaktır. Zira uzlet ve
insanlardan uzak durmak , nifakın , vesvesenin , Muhammed’i kamil yoldan
mahrumiyetin ve makam-i mahmuttan mahrumiyetin , bir çok faziletlerin ve
iyiliklerin terk edilişinin, şer’i sünnetlerin, toplu adapların,
kapsamlı adapların ve cemaatin terk edilişinin ahlaki yücelikler
kapısını kapamasının ve insani yüce hasletlerin
ortadan kalkışının sebepleridir. (Kafi’nin dipnotundan
naklen)
[1093] Yani sermayeyi , ticaret , kazanç ve iş
yoluyla geliştirmek ve büyütmek , insanlığın kemalinin
nişanesidir. Zira bu durumda insan , diğerlerine muhtaç olmaz.
Ayrıca kendisine layık olan işleri yapma imkanına
kavuşur. (Kafi’nin dipnotundan naklen)
[1094] a. g. e. 1/20/12
[1095] Yani akıllı kimse , salahiyetini ve
liyakatini aşan şeylere ümit bağlamaz. (Kafi’nin dipnotundan
naklen)
[1096] Yani hiç bir şeyi vakti gelmeden yerine
getirmez. (Kafi’nin dipnotundan naklen)
[1097] a. g. e.
[1098] Kıses’ul-Enbiya , 160/176
[1099] Bihar , 78/352/9
[1100] Tuhef'ul-Ukul , 457
[1101] ed-Durret’ul-Bahire , 39
[1102] Tuhef'ul-Ukul , 483
[1103] A’lam’ud-Din , 311
[1104] a. g. e.
[1105] Tuhef'ul-Ukul , 483
[1106] Bihar , 72/264/1
[1107] Nahl , 125
[1108] Sünen-i Ebi Davud , 1107
[1109] Tuhef'ul-Ukul , 489
[1110] Gurer'ul-Hikem , 9968
[1111] a. g. e. 2429
[1112] Tuhef'ul-Ukul , 280
[1113] Emali’et-Tusi , 115/176
[1114] Bihar , 78/67/11
[1115] Gurer'ul-Hikem , 8747
[1116] Bihar , 41/133/45
[1117] Nehc'ül-Belağa , 90. hutbe
[1118] Tuhef'ul-Ukul , 294
[1119] Emali’es-Seduk , 358/2
[1120] Gurer'ul-Hikem , 8992
[1121] a. g. e. 8945
[1122] a. g. e. 1729
[1123] a. g. e. 9011
[1124] a. g. e. 9010
[1125] Nehc'ül-Belağa , 176. hutbe
[1126] a. g. e. 282. hikmet
[1127] Gurer'ul-Hikem , 4450
[1128] a. g. e. 7549
[1129] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[1130] Tuhef'ul-Ukul , 83
[1131] Nehc'ül-Belağa , 97. hutbe
[1132] a. g. e. 109
[1133] Saf , 2 , 3
[1134] Kenz'ul-Ummal , 43156
[1135] Emali’et-Tusi , 203/346
[1136] Nehc'ül-Belağa , 150. hikmet
[1137] Gurer'ul-Hikem , 5630-5361
[1138] Nehc'ül-Belağa , 7. mektup
[1139] a. g. e. 105. hutbe
[1140] Gurer'ul-Hikem , 2545
[1141] Münyet’ül-Mürid , 146 ve 181
[1142] el-Kafi , 2/78/14
[1143] a. g. e. s. 77/9
[1144] Müstedrek’ül-Vesail , 12/206/13893
[1145] Gurer'ul-Hikem , 3538
[1146] Nehc'ül-Belağa , 32. hutbe
[1147] a. g. e. 192
[1148]-
Fussilet/15
[1149] a. g. e. 111
[1150] Gurer'ul-Hikem , 8931
[1151] Kenz’ul-Fevaid , Keraceki , 1/279
[1152] Nehc’üs-Saade , 1/56
[1153] el-Kafi , 8/151/132
[1154] Emali’es-Seduk , 395/1
[1155] Gurer'ul-Hikem , 1284
[1156] a. g. e. 7924
[1157] a. g. e. 7828
[1158] el-Kafi , 8/129/98
[1159] Hud , 88
[1160] Gurer'ul-Hikem , 73
[1161] a. g. e. 162
[1162] a. g. e. 539
[1163] a. g. e. 952
[1164] a. g. e. 545
[1165] a. g. e. 295
[1166] a. g. e. 1642
[1167] a. g. e. 942
[1168] a. g. e. 858
[1169] a. g. e. 4196
[1170] a. g. e. 273
[1171] a. g. e. 8470
[1172] a. g. e. 9246
[1173] a. g. e. 7005
[1174] a. g. e. 10802
[1175] a. g. e. 5008
[1176] a. g. e. 10680
[1177] a. g. e. 10637
[1178] Nehc'ül-Belağa , 113. hikmet
[1179] Tuhef'ul-Ukul , 286
[1180] Nehc'ül-Belağa , 214. hutbe ;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid , 11/65
[1181] Tuhef'ul-Ukul , 150
[1182] Gurer'ul-Hikem , 3587
[1183] Bihar , 5/42/68
[1184] et-Tevhit , 242/3
[1185] Gurer'ul-Hikem , 9572
[1186] et-Tevhid , 242/2
[1187] Zühd , Hüseyin b. Said , 69/183
[1188] Nehc'ül-Belağa , 194. hutbe
[1189] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[1190] İkbal’ul-A’mal , 1/204
[1191] Sahifet’us-Seccadiye , 85 , 20. dua
[1192] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[1193] a. g. e. 67
[1194] Al-i İmran , 160
[1195] Gurer'ul-Hikem , 1781
[1196] a. g. e. 718-719
[1197] et-Tevhid , 242/1
[1198] Tenbih'ul-Havatir , 2/102
[1199] Nehc'ül-Belağa , 211. hikmet
[1200] Tuhef'ul-Ukul , 83
[1201] Gurer'ul-Hikem , 3395
[1202] a. g. e. 7218
[1203]-
İsra/9
[1204] Nehc'ül-Belağa , 147. hutbe
[1205] Gurer'ul-Hikem , 8477
[1206] a. g. e. 8747
[1207] Nehc'ül-Belağa , 45. mektup
[1208] Maide , 1
[1209] İsra , 34
[1210] Bakara, 177
[1211] İsra suresi , 34. ayet
[1212] Tevbe suresi , 1-5. ayetler
[1213] Tevbe suresi , 7-12. ayetler
[1214] Bakara suresi , 194. ayet
[1215] Maide suresi , 2. ayet
[1216] Tefsir-i el-Mizan , 5/158-161
[1217] Bihar , 75/94/12
[1218] a. g. e. 77/149/77
[1219] Gurer'ul-Hikem , 2859
[1220] Bihar , 75/94/9
[1221] Gurer'ul-Hikem , 1044
[1222] a. g. e. 2132
[1223] a. g. e. 1601
[1224] a. g. e. 1430
[1225] a. g. e. 1865
[1226] a. g. e. 9933
[1227] a. g. e. 9931
[1228] a. g. e. 271
[1229] Nehc'ül-Belağa , 41. hutbe
[1230] Gurer'ul-Hikem , 13
[1231] a. g. e. 3018
[1232] a. g. e. 3020
[1233] a. g. e. 3327
[1234] a. g. e. 1762
[1235] a. g. e. 4331
[1236] a. g. e. 8281
[1237] a. g. e. 8690
[1238] a. g. e. 2193
[1239] el-Hisal , 113/90
[1240] a. g. e. 123/118
[1241] Bihar , 75/94/11
[1242] Gurer'ul-Hikem , 9432
[1243] a. g. e. 9414
[1244] a. g. e. 10260
[1245] Nehc'ül-Belağa , 78. hutbe
[1246] Bihar , 77/112/2
[1247] Bihar , 78/194/10
[1248] Gurer'ul-Hikem , 888
[1249] Maet’ul-Kelimet’ul-Licahiz , 41
[1250] Furkan , 63
[1251] Lokman, 19
[1252] Kenz'ul-Ummal , 6402
[1253] a. g. e. 6401
[1254] Gurer'ul-Hikem , 270
[1255] a. g. e. 785-786
[1256] a. g. e. 7397
[1257] a. g. e. 4744
[1258] a. g. e. 9800
[1259] a. g. e. 10073
[1260] a. g. e. 10076
[1261] a. g. e. 10068
[1262] a. g. e. 7145
[1263] a. g. e. 7147
[1264] Bihar , 71/337/1
[1265] Nehc'ül-Belağa , 25. mektup
[1266] Fetih , 4
[1267] Emali’es-Seduk , 395/1
[1268] Bihar , 78/27/94
[1269] el-Kafi , 2/47/1
[1270] Nehc'ül-Belağa , 193. hutbe
[1271] Gurer'ul-Hikem , 5534
[1272] a. g. e. 300
[1273] a. g. e. 4182
[1274] a. g. e. 7666
[1275] a. g. e. 6380
[1276] Bihar , 78/7/59
[1277] Gurer'ul-Hikem , 4184
[1278] Tuhef'ul-Ukul , 17
[1279] Leyl , 5-7
[1280] Bihar , 103/182/4
[1281] Lisan’ul-Arab’da şöyle yer
almıştır:Semğ Ömer b. Hattab’ın Medine’de
vakfettiği mülktür.
[1282] Kenz'ul-Ummal , 46150
[1283] Müstedrek’ül-Vesail , 14/47/16074 ve h. 16075
[1284] a. g. e. h. 16073
[1285] Nehc'ül-Belağa , 24. mektup
[1286] et-Tehzib , 9/148/609
[1287] Kenz'ul-Ummal , 46158
[1288] Müstedrek’ül-Vesail , 14/62/16110
[1289] A’raf , 96
[1290] Bakara , 2 , 3
[1291] Al-i İmran, 123
[1292] A’raf , 63
[1293] Bakara , 194
[1294] Nehc'ül-Belağa , 410. hikmet
[1295] Gurer'ul-Hikem , 6086
[1296] Kenz'ul-Ummal , 5641
[1297] Bihar , 70/289/21
[1298] Gurer'ul-Hikem , 822 , 823
[1299] Bihar , 70/288/16
[1300] Nehc'ül-Belağa , 16. hutbe
[1301] Gurer'ul-Hikem , 2154
[1302] Bihar , 77/374/36
[1303] el-Kafi , 8/52/16
[1304] Kenz'ul-Ummal , 44216
[1305] Nehc'ül-Belağa , 242. hikmet
[1306] Gurer'ul-Hikem , 3625
[1307] a. g. e. 2828
[1308] Nisa , 131
[1309] Nehc'ül-Belağa , 183. hutbe
[1310] Gurer'ul-Hikem , 3620
[1311] Nehc'ül-Belağa , 173. hutbe
[1312] Nehc'ül-Belağa , 83. hutbe
[1313] a. g. e. 114
[1314] a. g. e. 31. mektup
[1315] a. g. e. 182. hutbe
[1316] a. g. e. 194
[1317] a. g. e. 195
[1318] a. g. e. 196
[1319] el-Kafi , 8/17/3
[1320] Nehc'ül-Belağa , 198. hutbe
[1321] Nehc'ül-Belağa , 188. hutbe
[1322] a. g. e. 83
[1323] Nehc'ül-Belağa , 191. hutbe ;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid , 13/115
[1324] Bihar , 78/39/16
[1325] Tenbih'ul-Havatir , 2/195
[1326] A’raf , 26
[1327] Tefsir-i Kummi , 1/226
[1328] Gurer'ul-Hikem , 4686
[1329] a. g. e. 9019
[1330] Bihar , 78/39/16
[1331] Nehc'ül-Belağa , 132. hutbe
[1332] Nehc'ül-Belağa , 191. hutbe
[1333] a. g. e. 27
[1334] Bihar , 77/31/7
[1335] Tuhef'ul-Ukul , 88
[1336] Gurer'ul-Hikem , 8946
[1337] a. g. e. 1558
[1338] a. g. e. 1046
[1339] a. g. e. 1128
[1340] a. g. e. 1330
[1341] a. g. e. 2952
[1342] Gurer'ul-Hikem , 2553
[1343] Nehc'ül-Belağa , 371. hikmet
[1344] a. g. e. 190. hutbe
[1345] a. g. e. 157
[1346] a. g. e. 191
[1347] Bihar , 70/283/5
[1348] a. g. e. 78/199/24
[1349] A’raf , 201
[1350] Talak , 5
[1351] Gurer'ul-Hikem , 941
[1352] a. g. e. 9474
[1353] a. g. e. 3623
[1354] Nehc'ül-Belağa , 230. hutbe
[1355] Gurer'ul-Hikem , 5514
[1356] Nehc'ül-Belağa , 114. hutbe
[1357] a. g. e. 16
[1358] Bihar , 70/287/13
[1359] a. g. e. h. 14
[1360] Nehc'ül-Belağa , 157. hutbe
[1361] Bakara , 2
[1362] Enfal , 29
[1363] Bihar , 78/90/95
[1364] Gurer'ul-Hikem , 7357
[1365] Nehc'ül-Belağa , 144. hutbe
[1366] Hucurat , 13
[1367] Kenz'ul-Ummal , 5655
[1368] Bihar , 70/287/10
[1369] et-Terğib ve't-Terhib , 3/612/9
[1370] Müstedrek’ül-Vesail , 12/89/13598
[1371] Bihar , 70/288/17
[1372] a. g. e. h. 19
[1373] Mean’il-Ahbar , 405/76
[1374] Kenz'ul-Ummal , 5649
[1375] a. g. e. 5650
[1376] Gurer'ul-Hikem , 1990
[1377] Bihar , 70/288/16
[1378] a. g. e. 78/9/65
[1379] Nehc'ül-Belağa , 198. hutbe
[1380] Bihar , 70/282/1
[1381] Nehc'ül-Belağa , 191. hutbe
[1382] Nehc'ül-Belağa , 198. hutbe
[1383] Gurer'ul-Hikem , 5154
[1384] Nehc'ül-Belağa , 191. hutbe
[1385] Gurer'ul-Hikem , 2079
[1386] a. g. e. 3619
[1387] Nehc'ül-Belağa , 190. hutbe
[1388] Nehc'ül-Belağa , 87. hutbe
[1389] Maide , 27
[1390] Kenz'ul-Ummal , 8501
[1391] Bihar , 70/286/8
[1392] Kenz'ul-Ummal , 8496
[1393] el-Kafi , 2/75/5
[1394] Gurer'ul-Hikem , 5887
[1395] Hadisin metninde “ Ebu Zenne” olarak yer
almıştır ki maymunun künyesidir.
[1396] el-Kafi , 5/541/5
[1397] Bihar , 70/286/8
[1398] Talak, 2,3
[1399] Talak, 4
[1400] Bihar , 70/285/7
[1401] a. g. e. h. 8
[1402] Mecme’ul-Beyan , 10/460
[1403] Kenz'ul-Ummal , 5666
[1404] a. g. e. 8499
[1405] Nehc'ül-Belağa , 130. hutbe
[1406] Gurer'ul-Hikem , 8847
[1407] Nehc'ül-Belağa , 198. hutbe
[1408] Bihar , 70/285/8
[1409] a. g. e.
[1410] el-Kafi , 8/52/16
[1411] Nehc'ül-Belağa , 183. hutbe
[1412] Kamer, 54,55
[1413] Emali’et-Tusi , 225/392
[1414] Kenz'ul-Ummal , 5653
[1415] Bihar , 70/287/11
[1416] Nehc'ül-Belağa , 27. mektup
[1417] Bihar , 70/288/18
[1418] Zümer , 33
[1419] Bakara , 177
[1420] Zariyat , 15-19
[1421] Bakara , 237
[1422] Maide , 8
[1423] Bihar , 78/166/2
[1424] el-Kafi , 2/133/16
[1425] el-Hisal , 483/56
[1426] Gurer'ul-Hikem , 7370
[1427]-
(Nahl/128
[1428] Nehc'ül-Belağa , 193. hutbe
[1429] En’am , 153
[1430] Bakara , 183
[1431] Gurer'ul-Hikem , 1714
[1432] Kenz'ul-Ummal , 5642
[1433] Tenbih'ul-Havatir , 2/62
[1434] Kenz'ul-Ummal , 8501
[1435] a. g. e. 5638
[1436] Nehc'ül-Belağa , 215. hutbe
[1437] Gurer'ul-Hikem , 4904
[1438] Bihar , 78/377/3
[1439] Nehc'ül-Belağa , 176. hutbe
[1440] a. g. e. 298. hikmet
[1441] Al-i İmran , 102
[1442] Dur’ul-Mensur , 2/282
[1443] Bihar , 70/291/31
[1444] a. g. e. s. 287/12
[1445] Gurer'ul-Hikem , 2521
[1446] a. g. e. 3618
[1447] Nehc'ül-Belağa , 191. hutbe
[1448] a. g. e. 210. hutbe
[1449] Nehc'ül-Belağa , 83. hutbe
[1450] a. g. e.
[1451] Gurer'ul-Hikem , 6598
[1452] a. g. e. 6600
[1453] Gurer'ul-Hikem , 188
[1454] a. g. e. 4316
[1455] Bihar , 70/285/8
[1456] Gurer'ul-Hikem , 2162
[1457] a. g. e. 1871
[1458] a. g. e. 5236
[1459] a. g. e. 8284
[1460] a. g. e. 6224
[1461] a. g. e. 9721
[1462] Tuhef'ul-Ukul , 217
[1463] Bihar , 70/286/9
[1464] Tenbih'ul-Havatir , 2/120
[1465] Gurer'ul-Hikem , 1812
[1466] İbrahim suresi , 24-26. ayetler
[1467] Fatır suresi , 10. ayet
[1468] Hadid suresi , 20. ayet
[1469] En’am suresi , 102. ayet
[1470] Secde suresi , 7. ay et
[1471] İsra suresi , 44. ayet
[1472] Bakara suresi , 165. ayet
[1473] En’am suresi , 122. ayet
[1474] Mücadele suresi , 22. ayet
[1475] Yunus suresi , 62 ve 63. ayetler
[1476] En’am suresi , 82. ayet
[1477] Mutaffifin suresi , 18-20. ayetler
[1478] Tekasür suresi , 5-6. ayetler
[1479] Maide suresi , 105. ayet
[1480] Gafir suresi , 65. ayet
[1481] En’am , 87
[1482] Hac , 78
[1483] Saffat , 159 , 160
[1484] Sad , 82 , 83
[1485] Nisa , 113
[1486] Yusuf , 33
[1487] Neml , 14
[1488] Casiye , 23
[1489] Casiye, 17
[1490] En’am , 87 , 88
[1491] Maide , 67
[1492] Tefsir’ul Mizan 11/155 , 164
[1493] Nahl suresi , 90. ayet
[1494] Nur’us-Sakaleyn , 3/78/197
[1495] Mecme’ul-Beyan , 6/587
[1496] Emali’es-Seduk , 27/4
[1497] Bihar , 71/196/4
[1498] Mean’il-Ahbar , 196/2
[1499] Furkan , 74
[1500] Nehc'ül-Belağa , 116. hutbe
[1501] Tarih-i Dimeşki (İmam Ali’nin
biyografisinde) 2/440/949
[1502] a. g. e. s. 258/774
[1503] Ta-Ha , 132
[1504] Kasas , 83
[1505] Hud , 49
[1506] Nehc'ül-Belağa , 98. hutbe
[1507]-
Zümer/73
[1508]-
Fetih/26
[1509] Nehc’ul Belağa, 190. hutbe
[1510] Rum sures , 30-41. ayetler
[1511] Maide suresi , 54. ayet
[1512] Enbiya suresi , 105. ayet
[1513] Taha suresi , 132. ayet
[1514] Tefsir’ul Mizan , 4/131
[1515] Al-i İmran , 28
[1516] Nahl , 106
[1517] Gafir , 28
[1518] Kurb’ul-Esnad , 35/114
[1519] el-Kafi , 2/220/19
[1520] Emali’el-Müfid , 100/2
[1521] el-Kafi , 2/218/5
[1522] a. g. e. s. 219/11
[1523] a. g. e. s. 220/20
[1524] Mehasin , 1/400/900
[1525] Tefsir-i Ayyaşi , 2/351/85
[1526] a. g. e. 2/381/86
[1527] Gurer'ul-Hikem , 8173
[1528] İlel’uş-Şerayi , 467/22
[1529] Bihar , 78/288/2
[1530] a. g. e. 75/399/33
[1531] el-Kafi , 2/220/18
[1532] el-Kafi , 2/219/13
[1533] Bihar , 75/413/64
[1534] el-Kafi , 2/168/1
[1535] Vesail’uş-Şia , 11/470/9
[1536] a. g. e. 11/477/7
[1537] Müstedrek’ül-Vesail , 12/274/14082
[1538] Emali’et-Tusi , 210/362
[1539] el-Kafi , 8/55/16
[1540] Vesail’uş-Şia , 11/483/2
[1541] el-Kafi , 3/32/2
[1542] Al-i İmran , 159
[1543] Furkan , 58
[1544] Şuara , 217
[1545] Kurb’ul-Esnad , 354/1268
[1546] el-Kafi , 2/47/2
[1547] Gurer'ul-Hikem , 492
[1548] a. g. e. 249
[1549] a. g. e. 544
[1550] Bihar , 78/79/56
[1551] Gurer'ul-Hikem , 5802
[1552] a. g. e. 6484
[1553] Al-i İmran , 160
[1554] En’am , 17
[1555] En’am , 106 , 107
[1556] Tevbe , 51
[1557] Mean’il-Ahbar , 261/1
[1558] Gurer'ul-Hikem , 1916
[1559] a. g. e. 4895
[1560] Bihar , 71/156/74
[1561] el-Kafi , 2/57/1
[1562] Bihar , 71/158
[1563] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza , 2/50/192
[1564] Bihar , 78/338/24
[1565] Misbah’uş-Şeria , 416
[1566]- [bk. el-Mizan, c.1, Bakara suresi, 23-24.
ayetlerin tefsiri, Mucize ve Mahiyeti]
[1567] Tefsir’ul Mizan , 4/60 ve hakeza 1/58 , 88
[1568] Al-i İmran , 173 , 174
[1569] Yunus , 71
[1570] Hud , 56
[1571] a. g. s , 88
[1572] Ankebut , 58 , 59
[1573] Bihar , 71/155/70
[1574] Tefsir-i Kummi , 2/73
[1575] Cahiliye döneminin hurafelerinden birisidir. Kötülüklerden korunmak için böyle bir işe başvuruyorlardı.
[1576] Kenz'ul-Ummal , 5683
[1577] Sünen-i Ebi Mace , 3489
[1578] Al-i İmran , 122
[1579] Gurer'ul-Hikem , 699
[1580] a. g. e. 4286
[1581] a. g. e. 3380
[1582] a. g. e. 6484
[1583] a. g. e. 3150
[1584] a. g. e. 8069
[1585] a. g. e. 4832
[1586] Bihar , 71/135/15
[1587] Gurer'ul-Hikem , 10936
[1588] Kenz'ul-Ummal , 5686
[1589] Cami’ul-Ahba , r 321/904
[1590] a. g. e. 322/907
[1591] Gurer'ul-Hikem , 3082
[1592] Bihar , 78/186/17
[1593] el-Kafi , 2/65/3
[1594] Müstedrek’ül-Vesail , 11/217/12786
[1595] Gurer'ul-Hikem , 8128
[1596] a. g. e. 9028
[1597] a. g. e. 8985
[1598] a. g. e. 7451
[1599] a. g. e. 7007
[1600] a. g. e. 1318
[1601] Sünen-i Ebi Mace , 3538
[1602] Kenz'ul-Ummal , 8513
[1603] Bihar , 78/183/8
[1604] a. g. e. 71/156/73
[1605] a. g. e. 78/364/5
[1606] Bihar , 78/79/56
[1607] Gurer'ul-Hikem , 605
[1608] Cami’ul-Ahbar , 322/905
[1609] Gurer'ul-Hikem , 8264
[1610] Talak , 3
[1611] Nisa, 81
[1612] Nisa , 45
[1613] Enfal , 62 , 64
[1614] Tevbe , 129
[1615] Kenz'ul-Ummal , 5693
[1616] Bihar , 77/87/3
[1617] el-Kafi , 2/65/6
[1618] Kenz'ul-Ummal , 5684
[1619] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid , 2/270
[1620] Gurer'ul-Hikem , 72
[1621] a. g. e. 1559
[1622] a. g. e. 4504
[1623] Bihar , 71/154/66
[1624] Nehc'ül-Belağa , 227. hutbe
[1625] Sünen-i Tirmizi , 2517
[1626] Kenz'ul-Ummal , 5698
[1627] Emali’et-Tusi , 193/326
[1628] Nehc'ül-Belağa , 11. hutbe
[1629] Tefsir-i Ayyaşi , 2/222/6
[1630] Müstedrek’ül-Vesail , 11/217/12789
[1631] Müstedrek’ül-Vesail , 11/220/12798
[1632] Kenz'ul-Ummal , 5696
[1633] Nur’us-Sakaleyn , 5/357/49
[1634] el-Kafi , 5/84/5
[1635] Müzzemmil , 8 , 9
[1636] Hac , 78
[1637] Al-i İmran , 101
[1638] A’raf , 196 , 197
[1639] En’am , 14
[1640] Hud , 12
[1641] Bihar , 94/99/13
[1642] a. g. e. 77/178/10
[1643] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[1644] Ra’d , 14 , 16
[1645] Hac , 15
[1646] Kenz'ul-Ummal , 5693
[1647] Müstedrek’ül-Vesail , 11/217/12790
[1648] ed-Durret’ul-Bahire , 39
[1649] Kenz'ul-Ummal , 8512
[1650] Emali’et-Tusi , 585/12010
[1651] Bihar , 71/144/42
[1652] Kenz'ul-Ummal , 5690
[1653] el-Kafi , 2/63/1
[1654] Bihar , 71/154/67
[1655] el-Kafi , 2/65/5
[1656] Tuhef'ul-Ukul , 443
[1657] Gurer'ul-Hikem , 1466
[1658] a. g. e. 2678
[1659] Nehc'ül-Belağa , 17. hutbe
[1660] a. g. e. 103
[1661] Beled , 3
[1662] el-İhtisas , 342
[1663] el-Fakih , 1/194/595
[1664] el-Hisal , 107/71
[1665] Kenz'ul-Ummal , 45415
[1666] Gurer'ul-Hikem , 1668
[1667] a. g. e. 6542
[1668] el-Kafi , 6/4/2
[1669] a. g. e. s. 2/2
[1670] a. g. e. s. 3/5
[1671] Enfal , 28
[1672] Münafikun , 9
[1673] Teğabün , 14 , 15
[1674] Cami’ul-Ahbar , 283/755
[1675] el-Kafi , 6/50/9
[1676] Cami’ul-Ahbar , 284/758
[1677] Nehc'ül-Belağa , 352. hikmet
[1678] Bihar , 43/284/50
[1679] Nehc'ül-Belağa , 160. hutbe
[1680] el-Kafi , 6/49/3
[1681] Bihar , 104/105/103
[1682] Kenz'ul-Ummal , 45958
[1683] el-Kafi , 6/50/5
[1684] a. g. e. s. 49/1
[1685] a. g. e. s. 50/7
[1686] Mekarim'ul-Ahlak , 1/474/1625
[1687] Bihar , 43/2872/49
[1688] el-Fakih , 3/483/4707
[1689] Kenz'ul-Ummal , 45413
[1690] el-Kafi , 6/50/4
[1691] Bihar , 43/285/50
[1692] a. g. e.
[1693] “ Huzukkete” küçük olan ve küçük adımlar
atan kimse anlamındadır. Eyne bekke ise , küçük gözler
anlamındadır. Terekke ise yukarı çık
anlamındadır.
[1694] Bihar , 43/286/51
[1695] Al-i İmran , 38
[1696] Saffat , 100
[1697] Furkan , 74
[1698] el-Kafi , 6/3/10
[1699] a. g. e. s. 2/1
[1700] Bihar , 104/98/67
[1701] Gurer'ul-Hikem , 1665
[1702] Bihar , 104/101/85
[1703] Mekarim'ul-Ahlak , 1/471/1610
[1704] Bihar , 104/98/66
[1705] Vesail’uş-Şia , 11/560/2
[1706] Gurer'ul-Hikem , 10065
[1707] a. g. e. 10066
[1708] a. g. e. 2963
[1709] a. g. e. 5688
[1710] Nahl , 58 , 59
[1711] el-Kafi , 6/5/6
[1712] Bihar , 104/97/62
[1713] el-Kafi , 6/4/1
[1714] a. g. e. s. 6/11
[1715] el-Kafi , 6/6/9
[1716] Kenz'ul-Ummal , 45374
[1717] a. g. e. 45391
[1718] a. g. e. 45399
[1719] a. g. e. 45400
[1720] Bihar , 78/206/59
[1721] el-Kafi , 6/7/12
[1722] Mekarim'ul-Ahlak , 1/472/1613
[1723] el-Kafi , 6/6/7
[1724] Kenz'ul-Ummal , 45349
[1725] a. g. e. 45358
[1726] Kenz'ul-Ummal , 45347
[1727] a. g. e. 45348
[1728] Bihar , 104/92/16
[1729] Kenz'ul-Ummal , 45346
[1730] a. g. e. 45350
[1731] Bihar , 74/84/94
[1732] Tefsir-i Ayyaşi , 2/166
[1733] Kenz'ul-Ummal , 45957
[1734] İsra , 23 , 24
[1735] et-Terğib ve't-Terhib , 3/316/10
[1736] el-Kafi , 2/157/1
[1737] et-Terğib ve't-Terhib , 3/317/16
[1738] Bihar , 77/212/1
[1739] Gurer'ul-Hikem , 4423
[1740] Bihar , 74/65/31
[1741] et-Terğib ve't-Terhib , 3/314/1
[1742] a. g. e. s. 315/5
[1743] a. g. e. s. 317/17
[1744] el-Hisal , 156/196
[1745] Bihar , 74/82/85
[1746] et-Terğib ve't-Terhib , 3/322/30
[1747] Sahifet’us-Seccadiye , 102 , 24. dua
[1748] Bihar , 74/56/15
[1749] el-Hisal , 608/9
[1750] Bihar , 74/72/55
[1751] Bihar , 74/56/14
[1752] a. g. e. s. 86/100
[1753] el-Kafi , 2/158/2
[1754] a. g. e. s. 163/21
[1755] a. g. e. s. 159/7
[1756] et-Terğib ve't-Terhib , 3/323/32
[1757] Kenz'ul-Ummal , 45439
[1758] Mişkat’ul-Envar , 162
[1759] el-Kafi , 2/159/9
[1760] Bihar , 74/6/1
[1761] Kenz'ul-Ummal , 11670
[1762] a. g. e. 14569
[1763] et-Terğib ve't-Terhib , 3/316/11 ve 12
[1764] Kenz'ul-Ummal , 45937
[1765] Besair’ud-Derecat , 243/3
[1766] Bihar , 74/82/88
[1767] İsra , 23
[1768] el-Kafi , 2/158/1
[1769] a. g. e. s. 348/1
[1770] a. g. e. s. 349/7
[1771] a. g. e. s. 158/1
[1772] a. g. e. s. 349/8
[1773] Bihar , 74/78/76
[1774] el-Kafi , 2/158/1
[1775] Vesail’uş-Şia , 18/224/2
[1776] Kenz'ul-Ummal , 45455
[1777] et-Terğib ve't-Terhib , 3/327/4
[1778] Bihar , 74/80/82
[1779] İlel’uş-Şerayi’ , 479/2
[1780] Bihar , 74/74/61
[1781] a. g. e. 74/84/95
[1782] Tuhef'ul-Ukul , 489
[1783] Bihar , 104/99/77
[1784] Kenz'ul-Ummal , 45458
[1785] Bihar , 74/74/66
[1786] el-Kafi , 2/349/7
[1787] Bihar , 74/61/26
[1788] Kenz'ul-Ummal , 45537
[1789] el-Kafi , 2/348/4
[1790] Nehc'ül-Belağa , 399. hikmet
[1791] el-Kafi , 2/159/5
[1792] Kenz'ul-Ummal , 45512
[1793] Tuhef'ul-Ukul , 322
[1794] Bihar , 74/6/1
[1795] Kenz'ul-Ummal , 45932
[1796] a. g. e. 45933
[1797] a. g. e. 45941
[1798] a. g. e. 45942
[1799] el-Kafi , 5/136/6
[1800] Kenz'ul-Ummal , 45340
[1801] Nehc'ül-Belağa , 399. hikmet
[1802] Kenz'ul-Ummal , 45191
[1803] Mekarim'ul-Ahlak , 1/474/1627
[1804] Bihar , 74/85/99
[1805] a. g. e. 78/236/67
[1806] Kenz'ul-Ummal , 45192
[1807] a. g. e. 45193
[1808] a. g. e. 45337
[1809] Bihar , 104/98/70
[1810] Kenz'ul-Ummal , 45147
[1811] Mekarim'ul-Ahlak , 1/475/1633
[1812] Bihar , 104/98/69
[1813] Kenz'ul-Ummal , 45410
[1814] a. g. e. 45409
[1815] a. g. e. 45411
[1816] Vesail’uş-Şia , 12/247/12
[1817] Kenz'ul-Ummal , 45953
[1818] Vesail’uş-Şia , 12/247/14
[1819] a. g. e. 15/197/5
[1820] Kenz'ul-Ummal , 45341
[1821] Vesail’uş-Şia , 12/247/13
[1822] Kenz'ul-Ummal , 45324
[1823] a. g. e. 45330
[1824] Gurer'ul-Hikem , 6305
[1825] el-Kafi , 4/124/1
[1826] a. g. e. 3/409/1
[1827] Kenz'ul-Ummal , 45338
[1828] Bihar , 104/93/22
[1829] a. g. e. 74/70/45
[1830] Kenz'ul-Ummal , 45344
[1831] Nur’us-Sakaleyn , 1/521/423
[1832] Nisa, 59
[1833] Nisa , 80
[1834] Maide , 55
[1835] Nur’us-Sakaleyn , 1/521/423
[1836] Tefsir-i el-Mizan , 6/22
[1837] Nur’us-Sakaleyn , 1/499/331
[1838]Teğabün suresi , 12. ayet
[1839] Nisa suresi , 105. ayet
[1840] Ahzab suresi , 6. ayet
[1841] Al-i İmran suresi , 31. ayet
[1842] Nisa suresi , 77. ayet
[1843] Bakara suresi , 195. ayet
[1844] Bakara suresi , 183. ayet
[1845] Al-i İmran suresi , 104. ayet
[1846] Maide suresi , 35. ayet
[1847] Hac suresi , 78. ayet
[1848] Nur suresi , 2. ayet
[1849] Maide suresi , 38. ayet
[1850] Bakara suresi , 179. ayet
[1851] Talak suresi , 2. ayet
[1852] Al-i İmran suresi , 103. ayet
[1853] Şura suresi , 13. ayet
[1854] Al-i İmran suresi , 144. ayet
[1855] Al-i İmran suresi , 195. ayet
[1856] A’raf suresi , 128. ayet
[1857] Cuma suresi , 2. ayet
[1858] Hücurat suresi , 13. ayet
[1859] Bakara suresi , 148. ayet
[1860] Ahzap suresi , 21. ayet
[1861] Tefsir’ul Mizan, 4/121
[1862] Ra’d, 11
[1863] Kenz’ul Ummal, 14972
[1864]el-Kafi , 8/53/16
Nehc'ül-Belağa , 97. hutbe
[1865]Nehc'ül-Belağa , 97. hutbe
[1866] el-Fakih , 4/404/5871
[1867] Kasas , 83
[1868] Bihar , 75/340/18
[1869] a. g. e. s. 359/74
[1870] Gurer'ul-Hikem , 10122
[1871] a. g. e. 5626
[1872] Gurer'ul-Hikem , 5687
[1873] a. g. e. 8365
[1874] et-Terğib ve't-Terhib , 3/176/40
[1875] Gurer'ul-Hikem , 3448
[1876] Nehc'ül-Belağa , 62. mektup
[1877] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i
Ebi'l-Hadid , 9/15
[1878] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[1879] a. g. e.
[1880] a. g. e.
[1881] a. g. e.
[1882] a. g. e.
[1883] a. g. e.
[1884] a. g. e.
[1885] a.g.e
[1886] Gurer’ul Hikem, 8717
[1887] a. g. e. 1898
[1888] et-Tehzib , 6/227/547
[1889] Tuhef'ul-Ukul , 319
[1890] a. g. e.
[1891] a.g.e
[1892] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
a. g. e. 27
[1893]a. g. e. 27. mektup
[1894] Bihar , 75/27/12
[1896] Kenz'ul-Ummal , 14300
[1897] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[1898] a. g. e.
[1899] Bihar , 23/75/24
[1900] et-Terğib ve't-Terhib , 3/179/1
[1901] Sahih-i Müslim , 3/1456/14
[1902] a. g. e. s. 1457/15
[1903] Sünen-i Ebi Davud , 2929
[1904] a. g. e. 2930
[1905] Gurer'ul-Hikem , 8613
[1906] a. g. e. 8692
[1907] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[1908] a. g. e.
[1909] a. g. e.
[1910] Tenbih'ul-Havatir , 2/165
[1911] a. g. e. s. 163
[1912] Nehc'ül-Belağa , 67. mektup
[1913] a. g. e. 53. mektup
[1914] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[1915] a. g. e.
[1916] Gurer'ul-Hikem , 4725
[1917] Nehc'ül-Belağa , 43. mektup
[1918] Tefsir-i Kummi , 1/94
[1919] a. g. e.
[1920] Vesail’uş-Şia , 13/91/2
[1921] Nehc'ül-Belağa , 53. mektup
[1922] a. g. e. 53. mektup
[1923] a.g.e.
[1924] Yunus , 62 , 63
[1925] Enfal , 34
[1926] Dur’ul-Mensur , 4/370
[1927] Bihar , 69/319/35
[1928] Nehc'ül-Belağa , 432. hikmet
[1929] Dur’ul-Mensur , 4/373
[1930] Gurer'ul-Hikem , 3571
[1931] a. g. e. 3552
[1932] Bihar , 68/154/10
[1933] a. g. e. 69/277/10
[1934] Bihar , 69/277/11
[1935] Nur’us-Sakaleyn , 2/309/94
[1936] Dur’ul-Mensur , 4/370
[1937] el-Kafi , 2/237/25
[1938] el-Hisal , 209/31
[1939] Bihar , 70/16/8
[1940] Nehc'ül-Belağa , 38. hutbe
[1941] el-Kafi , 3/258/27
[1942] Nehc'ül-Belağa , 192. hutbe
[1943] a. g. e. 27
[1944] a. g. e. 113. hutbe
[1945] a. g. e. 415. hikmet
[1946] a. g. e. 131
[1947] Bihar , 68/221/10
[1948] Tenbih'ul-Havatir , 1/86
[1949] Nehc'ül-Belağa , 114. hutbe
[1950] Bihar , 103/20/2
[1951] Nehc'ül-Belağa , 227. hutbe
[1952] Hud , 9-11
[1953] Gurer'ul-Hikem , 10302
[1954] a. g. e. 2860
[1955] a. g. e. 6731
[1956] a. g. e. 6842
[1957] Nehc'ül-Belağa , 194. hutbe
[1958] a. g. e. 150. hikmet
[1959]-
Araf/99
[1960] Nehc’ul Belağa, 377. hikmet
[1961] Nehc'ül-Belağa , 100. hutbe
[1962] Vesail’uş-Şia , 6/314/5
[1963] a. g. e. 6/315/9
[1964] a. g. e. h. 11
[1965] Nehc'ül-Belağa , 342. hikmet
[1966] el-Hisal , 7/20
[1967] Gurer'ul-Hikem , 1606
[1968] a. g. e. 636
[1969] a. g. e. 756
[1970] a. g. e. 52-53
[1971] a. g. e. 1091-1092
[1972] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup ;
Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid , 16/113
[1973] Bihar , 78/249/87
[1974] Gurer'ul-Hikem , 1751
[1975] a. g. e. 4577
[1976] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[1977] Bakara, 177
[1978] Bakara , 83
[1979] el-Kafi , 7/51/7
[1980] a. g. e. 75/4/8
[1981] a. g. e. 77/171/7
[1982] a. g. e. 75/4/9
[1983] Nur’us-Sakaleyn , 5/597/23
[1984] et-Terğib ve't-Terhib , 3/346/1
[1985] Kenz'ul-Ummal , 6008
[1986] et-Terğib ve't-Terhib , 3/347/5
[1987] a. g. e. 3/347/4
[1988] a. g. e. s. 349/14
[1989] Nisa , 10
[1990] Emali’es-Seduk , 395/1
[1991] Tefsir-i Ayyaşi , 1/225/47
[1992] Dur’ul-Mensur , 2/443
[1993] Biha , r 79/267/2
[1994] a. g. e. 75/10/32
[1995] İlel’uş-Şerayi’ , 480/1
[1996] Bihar , 79/268/7
[1997] a. g. e. 2/2/1
[1998] Tefsir-i Mensub ila İmam Askeri ,
340/216
[1999] Bihar , 2/3/4
[2000] a. g. e. s. 4/5
[2001] Secde , 24
[2002] Kenz'ul-Ummal , 4334
[2003] a. g. e. 7338
[2004] Bihar , 70/176/33
[2005] Bihar , 69/395/88
[2006] Müstedrek’ül-Vesail , 11/196/12727
[2007] Gurer'ul-Hikem , 9556
[2008] Emali’es-Seduk , 395/1
[2009] Bihar , 70/176/32
[2010] Gurer'ul-Hikem , 7706
[2011] a. g. e. 7720
[2012] a. g. e. 2242
[2013] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[2014] Nehc'ül-Belağa , 91. hutbe
[2015] a. g. e. 157
[2016] Gurer'ul-Hikem , 852
[2017] a. g. e. 2868
[2018] a. g. e. 2992
[2019] a. g. e. 6797
[2020] a. g. e. 9976
[2021] a. g. e. 4635
[2022] a. g. e. 6184
[2023] a. g. e. 398
[2024] a. g. e. 9726
[2025] a. g. e. 11019
[2026] Kenz'ul-Ummal , 7331
[2027] Bihar , 67/271/3
[2028] el-Kafi , 2/51/1
[2029] a. g. e. s. 52/4
[2030] a. g. e. h. 5
[2031] Bihar , 70/173/26
[2032] Gurer'ul-Hikem , 31
[2033] a. g. e. 4199
[2034] a. g. e. 7042
[2035] Bihar , 77/168/6
[2036] Gurer'ul-Hikem , 856
[2037] el-Kafi , 2/57/3
[2038] Gurer'ul-Hikem , 9958
[2039] el-Kafi , 2/52/4
[2040] a. g. e. h. 5
[2041] a. g. e. h. 6
[2042] Bihar , 70/171/21
[2043] Gurer'ul-Hikem , 6345 , 6346
[2044] Mişkat’ul-Envar , 15
[2045] Kenz'ul-Ummal , 7339
[2046] Bihar , 70/178/38
[2047] a. g. e. h. 44
[2048] a. g. e. 78/185/16
[2049] Tekasür , 5 , 8
[2050] Bakara , 260
[2051] En’am , 75
[2052] el-Mehasin , 1/385/852
[2053] Kenz'ul-Ummal , 44130
[2054] a. g. e. 44111
[2055] a. g. e. 29858
[2056] Vakia , 95
[2057] Hakka , 51
[2058] Tefsir’ul Mizan, 19/140
[2059] el-Bihar, 70/142
[2060] Nehc'ül-Belağa , 87. hutbe
[2061] Nehc'ül-Belağa , 147. hikmet
[2062] Bihar , 77/20/4
[2063] el-Kafi , 2/52/5
[2064] et-Terğib ve't-Terhib , 1/53/3
[2065] Nehc'ül-Belağa , 125. hikmet
[2066] Gurer'ul-Hikem , 68
[2067] Tuhef'ul-Ukul , 20
[2068] Gurer'ul-Hikem , 2012
[2069] a. g. e. 663
[2070] a. g. e. 10970
[2071] Bihar , 73/167/31
[2072] a. g. e. 70/182/52
[2073] Gurer'ul-Hikem , 1714
[2074] a. g. e. 7988
[2075] a. g. e. 8709
[2076] Bihar , 77/61/4
[2077] Bihar , 70/172/22
[2078] Gurer'ul-Hikem , 3551
[2079] a. g. e. 1545
[2080] Bihar , 78/92/98
[2081] Gurer'ul-Hikem , 10336
[2082] Bihar , 77/131/41
[2083] Gurer'ul-Hikem , 11011
[2084] a. g. e. 7996
[2085] a. g. e. 5986
[2086] a. g. e. 724
[2087] Bihar , 73/161/6
[2088] Gurer'ul-Hikem , 5513
[2089] a. g. e. 1177
[2090] a. g. e. 4876
[2091] a. g. e. 5072
[2092] a. g. e. 8961
[2093] a. g. e. 7332
[2094] a. g. e. 7341
[2095] Tuhef'ul-Ukul , 201
[2096] Bihar , 77/185/30
[2097] Nehc'ül-Belağa , 114. hutbe
[2098] Bihar , 77/417/39
[2099] Kenz'ul-Ummal , 44225
[2100] Gurer'ul-Hikem , 1616
[2101] a. g. e. 411
[2102] Mişkat’ul-Envar , 20
[2103] Gurer'ul-Hikem , 5560
[2104] a. g. e. 6134
[2105] a. g. e. 1301
[2106] a. g. e. 5538
[2107] a. g. e. 6192
[2108] a. g. e. 10970
[2109] a. g. e. 1975
[2110] a. g. e. 6347-6348
[2111] Bihar , 77/291/2
[2112] Gurer'ul-Hikem , 843
[2113] a. g. e. 516
[2114] a. g. e. 7588
[2115] a. g. e. 5488
[2116] a. g. e. 7237
[2117] a. g. e. 8256
[2118] a. g. e. 2823
[2119] a. g. e. 391
[2120] a. g. e. 4286
[2121] a. g. e. 699
[2122] a. g. e. 6484
[2123] a. g. e. 4284
[2124] a. g. e. 728
[2125] a. g. e. 8467
[2126] Bihar , 71/152/60
[2127] Kenz'ul-Ummal , 7333
[2128] Nehc'ül-Belağa , 31. mektup
[2129] Bihar , 94/145/21
[2130] el-Hisal , 231/74
[2131] Hilyet’ul-Evliya , 1/74
[2132] Kenz'ul-Ummal , 8803
[2133] Gurer'ul-Hikem , 7987
[2134] el-Kafi , 2/268/1
[2135] Bihar , 70/176/34
[2136] Bihar , 70/179/45
[2137] Dur’ul-Mensur , 2/203
[2138] Kenz'ul-Ummal , 7342
[2139] a. g. e. 7343
[2140] Gurer'ul-Hikem , 7569
[2141] Muhammed suresi , 25. ayet
[2142] Muhammed suresi , 32. ayet
[2143] Neml suresi , 14. ayet
[2144] Casiye suresi , 23. ayet
[2145] Fatır suresi , 10. ayet
[2146] Rum suresi , 10. ayet
[2147] Yusuf suresi , 106. ayet
[2148] Tefsir’ul-Mizan , 18/259