Alevi Mektebi Sitesi

 

MALİK-İ EŞTER’İ MISIR VE ETRAFINA VALİ TAYİN ettİğİ ZAMAN
ONA YAZDIKLARI Emİrnâme

Bismillahirrahmanirrahim

Bu, Allah'ın kulu Emir-ül Müminin Ali'nin, Mısır'ın vergisini toplamak, düşmanlarıyla savaşmak, halkını düzene sokmak, şehirlerini onarmak için Haris-i Eşter oğlu Malik'i bu beldeye vali tayin ettiği zaman ona verdiği emirnamedir.

Ona, Allah'tan çekinmesini,  itaatini seçmesini, Allah'ın kitabındaki, farzlarına ve sünnetlerine dair emirlerine uymasını emrediyor. Çünkü saadete eren bir kimse, ancak bu farz ve sünnetlere uymakla mutlu olur ve onları inkâr edip zayi eden ise asla mutlu olamaz.

Allah'a eliyle, kalbiyle, diliyle yardım etmesini de emrediyor. Çünkü Allah, kendisine yardım edene yardım etmeyi üstlenmiştir. Allah, güçlü ve azizdir.

Yine istekler karşısında nefsiyle mücadele etmesini, onun serkeşliğini bastırmasını emrediyor. Çünkü “nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim bağışlayandır, merhamet edendir.”[1]

Şüpheli yerlerde Allah'ın kitabına itimat etmesini emrediyor. Zira her şeyin açıklaması, onda mevcuttur ve o, imanlı bir millet için rehber ve rahmettir. Yine Allah'ın rızası peşinde olmasını, gazabına sebep olan şeylerin etrafında dolaşmamasını, O’na karşı günah işlemekte ısrar etmemesini emrediyor. Zira Allah'tan kaçıp sığınabileceğin başka biri yok.

Sonra şunu bil ki, ey Malik, seni öyle bir yere göndermekteyim ki, senden önce orada, adalet veya zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen, kendinden önceki buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan, halk da senin yaptığın işleri, öylece görüp, seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan, halk da senin hakkında aynı sözleri söyleyecek. Salih kişiler, Allah-u Teâla'nın kendi kullarının dilinde cari kıldığı meth-u senâlarla tanınır.

Gözünde en sevimli azık; salih amel, mal toplamada  orta halli olmak ve halkın durumunun düzeltilmesi olmalıdır. Heva ve hevesine hakim ol; nefsini sana helal olmayan şeylerden alıkoy. Zira sevdiğin yahut nefret ettiğin şeylerde nefse hâkim olmak, ona insafla muamelede bulunmaktır. Halka merhametle davranmayı âdet edin; onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onları yemeği ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Zira halk iki sınıftır: Ya dinde seninle kardeştir veya yaratılışta seninle eşittir. Ayakları sürçebilir, kusur edebilirler, bilerek veyahut yanılarak ellerinden bazı şeyler çıkabilir. Senin yaptıklarını, Allah'ın bağışlamasını nasıl seviyorsan, sen de onları bağışla, kusurlarından geç. Allah’ın ve Peygamber’inin sünneti hakkında sana verilen bilinçten dolayı, sen onların üstündesin; seni bu işe memur eden de senin üstündedir; Allah da, seni vali tayin eden kimsenin üstündedir. Bu emirnamede sana yazdığımız şeylere sarıl.

Allah'la savaşmaya kalkışmaktan sakın; zira ne O’nun azabını önleyecek güce sahipsin, ne de O’nun bağış ve rahmetinden umudunu kesebilirsin. Halkın kusurlarını bağışlayınca, pişman olma; onlara ceza verince de sevinme. Bir mazeret bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte acele  etme. Ben bir buyruk verenin tayin ettiği görevliyim, emrime uyulması gerek demeye kalkışma. Çünkü bu çeşit düşünce gönlü bozar; dini gevşetir ve (insanı) fitneye yaklaştırır.

Bedbahtlığa düşmekten Allah'a sığın. Eğer hükümdarlığın seni kendini beğenmeye ve büyüklük taslamaya sevkeder ve kendin için azamet ve büyüklük taslarsan, başının üzerindeki Allah'ın mülkünün azametine ve O’nun, senin yapamadığın şeylere olan gücüne bak. Bu, baş kaldıran (serkeşlik eden) nefsini yatıştırır; kibrini, gururunu giderir; dağılıp giden aklını başına getirir. Sakın Allah'ın azametiyle boy ölçüşmeye, kendi gücünü ve kuvvetini O’nun kudretine benzetmeye kalkışma! Çünkü Allah, her zorbayı zelil eder ve kibirlenip büyüklük taslayanı alçaltır.

Kendin, sırdaşların, ailen ve raiyyetinden sevdiğin kimseler hususunda Allah'ın ve insanların hakkını korumada insaflı ol; böyle yapmazsan, zulmetmiş olursun. Allah'ın kullarına zulmedenin düşmanıysa Allah'tır, kulları değil; Allah ise düşmanlık ettiği kimsenin delilini batıl kılar ve bu kimse, zulümden vazgeçip tövbe edinceye dek Allah'la savaş halinde olur. Allah'ın nimetlerini zail eden şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Allah mazlumların dualarını duymaktadır ve zalimlere karşı ise pusuda beklemektedir. Böyle bir kimse, dünya ve ahirette helak olur.

Sen, hakka en yakın ve adaleti  kapsamlı olan ve halkı (hoşnutlukta) daha çok bütünleştiren işleri daha fazla sevmelisin. Çünkü umumun öfkesi ve rahatsızlığı, eşrafın rızasını ve hoşnutluğunu yok eder ve hiçe çevirir; ama umumu razı etmekle yakınları ve ileri gelenleri öfkelendirmek affedilir. Raiyetten (halktan) hiç kimse, valiye yükü daha ağır olan, bela zamanı ona en az yardım eden, adaletten hoşlanmayan, isteklerinde çok ısrar eden, kendilerine iyilik yapıldığı zaman en az teşekkür eden, iyilikte bulunulmadığı zaman mazereti çok geç kabul eden, zamanın zorluklarına daha az dayanan valinin yakınları gibi değildir. Halbuki dinin direği olan, müslümanların genelini teşkil eden ve düşmanlar karşısında duran halk kitlesidir; öyleyse onlara yönelmeli ve onlara meyil etmelisin. Yararı daha genel ve akıbeti daha hayırlı olan işlere koyulmalısın. Kuvvet yalnızca Allah'tandır.

İnsanların ayıplarını gözetleyen, onları açıp söyleyen kişiler, sana en uzak, en menfur kişiler olsunlar. Tabii ki insanlarda ayıp olabilir; valiyse bunları örtmeye en layık olan kişidir. Öyleyse, halkın sana kapalı olan ve bilmediğin ayıplarını açmaya kalkışmayasın; ayıpları elinden geldikçe ört ki, Allah da senin, raiyyetinden gizlenmesini sevdiğin  ayıplarını örtsün. Halka karşı her türlü kin bağını çöz. Halkın kalbinde sana karşı kin oluşturacak işlerden sakın; özür dileyenin özrünü kabul et; hadleri şüpheyle uzaklaştır (kesin olarak isbatlanmayan bir suça had uygulama); sence doğru olmayan şeyleri, bilmezlikten gel. Halkın kötülüğünü söyleyenlerin sözlerini, hemencecik tasdik etme. Çünkü, halkın kötülüğünü söyleyen, öğütçülere benzese bile garaz (kötü niyet) sahibidir.

Cimri kişiyle istişarede bulunma; zira seni faziletten alıkor, seni yoksullukla korkutur. Korkakla da istişare etme; zira seni işlerde zaafa düşürür. İhtiraslı (aşırı istek sahibi) kişiyle de istişare etme; sana zulümle mal yığmayı güzel gösterir. Cimrilik, korkaklık ve hırs ayrı ayrı huylardır; ama bunların hepsini bir araya toplayan şey, kötülerin tabiatında varolan Allah'a karşı kötü zanda bulunmaktır.

Yardımcılarından en kötüsü, senden önce kötü yöneticilere vezirlik eden, cinayetlerinde onlara ortak olan ve Allah'ın kullarının arasında, onların işlerini yürüten kimselerdir. Sakın böyle (sabıkası kötü olan) kimseleri kendine sırdaş edinip, geçmişlerin hükümetinde ortak oldukları gibi bunları sana verilen emanette (yetki ve makamda) ortak kılmayasın. Onlar geçmiş yöneticileri kötü uçurumlara sürüklemişlerdir. Onların gösteriş ve riyakârlıkları, seni aldatmasın. Çünkü onlar günahkârların yardımcısı, zalimlerin kardeşi ve her çeşit tamah ve sahtekârlıkların başlangıcıdırlar. Onların yerine, onlar kadar sözü geçerli olan, işlerde tecrübeli olan ve önceki tecrübeleri ile kötülük ve haksızlıkları tanıyan, seçkin kişiler bulabilirsin. Bunların sana masrafı az ve yararı çok olur. Sana besledikleri sevgi daha gerçektir; başkalarıyla ülfetleri daha azdır; zalime, zulmünde yardımcı olmadıkları gibi suçluya da suçunda ortak olmamışlar ve başkalarının hükümetinde Müslümanlara ve antlaşma yapan kimselere de zulmetmemişlerdir. İşte bunları gizli ve açık işlerin için kendine has kıl. Sonra bu grup arasında, hakkı daha açıkça söyleyen (veya acı bile olsa sana gerçeği anlatan), zayıflar hakkında daha ihtiyatkâr ve insaflı olan, ister hoşuna gitsin ister gitmesin, Allah'ın dostlarında bulunmasını hoş görmediği şeylerde seninle az işbirliğinde bulunan, (senin öfkenden endişelenmeyen ve halkın maslahatını senin hoşnutluğuna tercih eden) kimseler senin yanında daha seçkin olsun. Çünkü onlar seni haktan haberdar ederler; sana yararı olan şeye seni basiretli kılarlar. Takva, doğruluk, akıl ve asalet sahiplerine yaklaş (onlarla dost ol). Onların seni fazla övmelerine, yapmadığın işleri yapmış göstererek övünmene sebep  olmalarına müsaade etme. Zira fazla övgü, insanda bencillik ve kibir yaratır, gurura kaptırır ve bunu kabullenmek (böyle bir şeyi benimsemek) ise Allah'ın gazabına sebep olur.

Nezdinde iyilik edenle, kötülükte bulunanın yeri, aynı düzeyde olmasın; çünkü onları bir görmek, iyilik edenleri iyilikten vazgeçirir; kötülük edenleri de kötülüğe teşvik eder; bunlardan her birine karşı layık olduğu muameleyi yap. Bu senin için bir yöntem olsun; Allah bununla sana yarar ulaştırır, sen de onunla kendi yardımcılarına yarar ver.

Bil ki, halka iyilikte bulunmak, yükümlülüklerini kolaylaştırmak, yersiz istekleri onlara yüklememek gibi, valinin halka karşı iyimserliğini ispatlayacak hiç bir şey yoktur. Öyleyse halka karşı iyimserliğini ispatlayacak işleri yapmaya çalış. Zira iyimserlik, uzun süreli yorgunlukları ve sıkıntıları senden giderir. (Şunu da bil ki,) hakkında iyimser olabileceğin kimseler senin imtihanından hakkıyla çıkabilen, kötümser olacağın da imtihanından çıkamayan kimselerdir. Kıyamet gününde Allah'ın mükâfatına sebep olmasına ilaveten, halka iyi davranmakta da basiretinin çoğalması için lehine ve aleyhine olan bu durumu iyice kavra ki, halka karşı daha iyi davranabilesin.

Bu ümmetin ileri gelenlerinin (büyüklerinin), amel ettikleri ve raiyyetin (halkın) birliğine ve işlerinin düzelmesine sebep olan âdet ve gelenekleri  bozup, o âdet ve geleneklerin yerine zararı olan birtakım yeni âdet ve gelenekleri koymaya kalkışma ki, o âdetleri koyanlar, onların sevabına ermiş olur ve sen ise bunları bozmakla günah kazanmış olursun. Ülke halkının durumunun düzelmesine sebep olan yöntemlerin korunması ve toplumun hayatının sağlam bir tarza sahip olmasına sebep olacak ilkeleri yerleştirmek hususunda bilginlerle, düşünürlerle oturup müzakere yapmayı ve tartışmayı çoğalt (bu hususta onların düşüncelerinden yardım al). Bu üslup hakkı sabit kıldığı ve batılı yok ettiği gibi yeterli bir kılavuz ve örnektir de. Çünkü iyi yöntem ve gelenekler Allah'a itaat etmeyi sağlayan yollardan biridir.

Bil ki, halk çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Bunlardan hiç birinin durumu, diğer sınıfların yardımı olmaksızın doğrulmaz, düzene girmez (her sınıfın, diğer sınıfların asayiş ve huzur içerisinde olması için kendi işini yapması gerekir); hiç birinin diğerine muhtaç olmaması mümkün değildir.

Bu sınıflar şunlardan ibarettir:

(1-) Allah'ın askerleri ve ordusu. (2-) Kamu ve özel işleri düzene sokan kâtipler. (3-) Adaletle hükmeden yargıçlar. (4-) İnsaf ve yumuşaklıkla hizmet eden görevliler. (5-) Müslümanlar ve ehl-i kitaptan cizye ve haraç toplayan memurlar.[2] (6-) Tüccar ve zanaat sahipleri. (7-) Toplumun en aşağı sınıflarından olan muhtaç ve yoksul kişiler.

Allah-u Teâla bu sınıfların her birisinin payını kendi kitabında, Peygamber’inin sünnetinde ve bizim yanımızda bir ahit olarak korunan ilimde ortaya koyarak ölçüsünü belirlemiştir.

Ordu, Allah'ın izniyle halkın kalesi, valilerin ziyneti, dinin izzeti ve güvenlik ile huzurun temel taşıdır. Halk ancak orduyla varlığını sürdürüp huzura kavuşabilir. Ordu da, düşmana karşı cihatta kendisine destek olmak, arkasında bir güvencesi bulunmak ve geçimini sağlamak için Allah'ın onlar için tayin ettiği vergilerle gücünü koruyup varlığını sürdürebilir.

Sonra bu iki sınıf, ancak kadılar, zekât ve vergi memurlarıyla kâtiplerden ibaret olan üçüncü sınıfla hayatlarını sürdürebilirler. Çünkü onlar işleri düzene sokarlar, insaf ve adaleti yayarlar, gelirleri (vergileri) toplarlar, onların sayesinde genel ve özel işlerde güvence sağlanır. Bütün bu sınıfların ayakta durmaları ise, tüccar ve zanaatçılarla mümkündür. Onlar halkın muhtaç olduğu şeyleri toplayıp, çarşı ve pazarlara dökerek, başka sınıfların yapamayacağı işleri yaparlar. Son olarak da gözetilmesi gereken toplumun yoksul ve güçsüz olan alt sınıfı gelir.

Allah'ın malı (İslam devletinin gelirinden bu sınıflar için ayrılmış bütçe) onların tümünü kapsamına alıp idare edebilir. Bunlardan her birisinin kendi ihtiyaçları miktarınca valinin üzerinde hakları vardır. Valinin ise bu doğrultuda, Allah'ın ona farz kıldığı görevleri gereği gibi yerine getirebilmesi, ancak konuya gerekli önemi verip Allah'tan yardım dilemesi ve nefsini hakka riayet etmeye boyun eğdirip küçük ve büyük işlerde doğru yoldan ayrılmamaya sabretmesiyle mümkün olur.

Ordunun başına Allah, Resulü ve İmam'ın için daha çok ihlaslı, emanet ve iffet bakımından en temiz, hilimde (olgunlukta) en üstün, ilim ve siyasette ise en seçkin kimseleri komutan olarak seç. Bu komutanları, öfkelendiği zaman öfkesini yenebilen, özrü kabul eden, zayıfları esirgeyen, güçlülere karşı gevşemeyen, ne zora başvuran, ne de zaafa düşen kimselerden seçip tayin et.

Sonra toplumun soylu ve aile bakımından şereflilerine, geçmişlerinde iyilik bulunanlarına, yiğit, cesur, cömert ve bağışlayıcı olanlarına sarıl. Çünkü bunlarda yüce ve temiz huylar bir araya gelmiştir. Bunlar halkı Allah'a karşı iyimser kılıp, kaza ve kaderine iman etmelerini sağlarlar. Daha sonra da şefkatli bir babanın evladını görüp gözetmesi, esirgemesi gibi, onların işini görgözet. Onların eğitimi ve güçlü kılınması için harcadığın bütçeyi, ne kadar olursa olsun, gözünde büyütme. Onlar hakkında yapacağın muhabbet ve lütuf az bile olsa, önemsiz görünmesin sana. Zira bu, onların senin hayrını istemelerine ve senin hakkında iyi düşünmelerine sebep olur. Onların büyük işlerini göreceğim diye küçük işlerini de ihmal etme. Az bir lütfün bile bir yerde işe yarar, ondan faydalanırlar; çoğunun da yeri var, ondan da ihtiyaçsız kalamazlar.

Askerlerine kardeşçe davranan ve düşmanla savaşmaktan başka bir kaygıları kalmaması için askerlerin kendilerini ve geride bıraktıkları ailelerini kapsayacak şekilde onlara bağışta bulunan komutanları diğer komutanlardan daha çok sevmelisin ve onlara daha fazla değer vermelisin; sürekli olarak onlara karşı beslediğin kalbi duyguları dile getir ki, senin yanında aziz, değerli olduklarını ve senin onların yaşamını daha da iyileştirmeyi düşündüğünü bilsinler. Güzel bir şekilde sevgi ve ikramda bulunarak, vaatlerinin doğruluğunu ispatla.

Valilerin gözlerini aydınlatan işlerin en üstünü, memlekette adaleti yaymak, halkın dostluğunu ve sevgisini kazanmaktır. Halkın sevgisi ise ancak gönüllerinin sıhhatli olmasıyla mümkün olur. Onların hayır istemeleri de ancak valilerinin korunmasına ilgi duymaları, devletlerini kendilerine bir yük olarak görmemeleri ve onların hizmet süresinin bitmesini bir an önce istememeleriyle mümkün olur.

Sonra orduyu idare etmekte, yalnız onların arasında taksim ettiğin savaş ganimetleriyle yetinme; ganimetlerin yanısıra Allah'ın nasib ettiği beyt-ül maldan da, Allah’ın dinine yardıma koşmalarını sağlayabilmen için onların eksikliklerini gider.  Askerlerin arasında cesur kişilerden beklediğin hayırseverliğin son derecesine ulaşabilmen için onlara daha fazla bağışta bulun, maddi imkan sağla, övgü ve teşekkürde bulun, tek tek herbirinin halini sor ve gönlünü al, gösterdikleri yiğitlikleri methet, öv. Çünkü onların hizmetlerini fazla dile getirmen, Allah'ın izniyle, yiğitleri teşvik eder ve geri kalanları da o yola yöneltir.

Fakat (onlara itimadın olmasıyla birlikte, onların durumlarını gözlemekten de gafil olma) halk arasında emaneti korumak ve hakkı söylemekte meşhur olan denetleyici kişileri, onların hizmetlerini sana bildirmeleri ve hizmet edenlerin, çektiği zahmetlerin sana gizli kalmadığını anlamaları için onlara gözlemci kıl. Sonra herkesin yaptığı hizmetin hakkını iyice bil; birinin çektiği zahmeti başkasına maletme; herkese noksansız olarak hakkını ver. Birisinin büyük oluşu, yaptığı küçük işi büyük görmene, yine birinin küçük oluşu, yaptığı büyük işi küçük görmene sebep olmasın. Sakın geçmişi iyi olan bir asker, küçük bir yanlışlık ve küçük bir olay için gözünden düşmesin; zira yücelik Allah'a mahsustur; onu, dilediği kimseye verir, akıbet takva sahiplerinindir.

Ordudan düşmana darbe indirenlerden biri şehid olduğunda, şehid olanın ailesine şefkatli ve güvenilir bir vasi gibi vekil ve halef olmalısın; onun yok oluşu, ailesinin yaşantısını etkilememeli. Bu şekilde muamelede bulunman, senin dostlarının kalbinde sana karşı olan muhabbeti ve onlarda olan itaat duygusunu daha çok artırır ve senin emrinde her çetin ve şiddetli tehlikeye karşı koymak için hazır olurlar.

Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in müşriklerle muamelesinde sünnetleri vardır; bizim de ondan sonra sünnetlerimiz vardır. Bu sünnetler; zalimler, kıblemize yüz çevirenler ve Müslüman ismini kendilerine takanlar hakkında uygulanmıştır. Yüce Allah irşat etmeyi sevdiği topluma; "Ey inananlar, Allah'a, Peygamber'e ve kendinizden olan emir sahiplerine itaat edin. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta Allah'a ve Peygamber'e müracaat edin. Bu, (herkes için) hem hayırlı, hem de sonu pek güzeldir."[3]diye hitap etmiştir. Diğer bir ayette de: "Eğer onu (aşikâr ettikleri sırrı) Pey-gamber'e ve içlerinden emre salahiyeti olanlara götürselerdi, elbette onlardan istinbat edenler, onu bilirlerdi. Allah'ın size ih-sanı ve acıması olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup gitmiştiniz."[4] diye buyurmuştur. Allah'a götürmek, O’nun kitabının apaçık emrine sarılmaktır. Resule götürmek de onun ihtilafa mucib olmayan apaçık sünnetine tabi olmaktır.

Biz Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i, Kur’an’ın muhkem ayetlerinden istinbat ederiz; müteşabih, nasih ve mensuh ayetlerini de biliriz.

(Ey Malik,) düşmanlara karşı, onlar gibileri hakkında bizim yaptığımız muamele gibi muamele et. Bizden gelen emirleri alabilmen için, vuku bulan her olayı ve haberi ardarda bize bildir; Allah yardımcıdır.

Sonra halis bir niyetle halk arasındaki yargı meselesini göz önünde tut. Çünkü mazlumun hakkını zalimden, güçsüzün hakkını güçlüden almak ve ilahi haddi sünnet ve şeriat gereğince uygulamaktan ibaret olan yargı, Allah'ın kullarını ıslah eden ve ülkeyi bayındır hale getiren şeylerden biridir.

Sence  halkın gözünde ilim, sabır, züht, takva ve cömertlik açısından daha üstün olan, işin çokluğundan dolayı nefesi kesilmeyen, dava taraflarının müracaatı kendisini inatçı ve bencil kılıp görüşü üzerinde ısrar etmesine sebep olmayan, bir yanlışlık yaptığında yanlışlığı üzerinde ısrar etmeyen, hakkı tanıdığında hakka dönmekten rahatsız olmayan, halkın malına göz dikmeyen, gerçekleri anlamakta ilkel ve yetersiz teşhislerle yetinmeyen, şüpheli konularda herkesten daha fazla ihtiyat eden, herkesten daha fazla delillere uyan, davacıların sürekli müracaatta bulunmasıyla dize gelmeyen, gerçeğin bilinmesinde diğerlerinden daha sabırlı olan, gerçek ortaya çıktığında ise diğerlerinden daha ciddi olan, övgü, takdir ve dalkavuklukla kendisini kaybetmeyen, mübalağa ve demagojiyle tahrik olmayan ve propagandaya kulak vermeyen kimseleri bu şerefli yargı makamına seç. Fakat bu özelliklere sahip yargıçlar çok azdır. Sonra onların hükümlerinden de haberdar olmaya çalış, geçimlerini fazlasıyla temin et ki, bu yönden bir mazeretleri kalmasın; ondan aldığı destekle halka ihtiyaçları azalsın. Katında gafil avlanmaktan emin olmaları için onlara, senin yakınlarından hiçbirinin göz dikemeyeceği yüksek bir mevki sağla. Huzuruna geldiklerinde onlara tazim et; mecliste onlara kendi yanında yer ver. Verdikleri hükümleri imzala, icra et ve onlara destek ol. Yardımcılarını, onlar gibi beğendiğin fakihlerden, takva ehlinden, Allah ve kulları için hayır isteyen kimselerden seç ki, bir iş şüpheli olduğunda ve hak gizli kaldığında gerçeği bulmak için onları konuşsun ve onların bilgisinden kendisine gizli kalan şeyde yardım alabilsin; yine onlar, halkın arasında verdiği hükümlere şahit olsunlar, Allah'ın izniyle.

Daha sonra, etrafında bulunan hadis ravileri arasından Allah'ın hükmünde ve Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in sünnetinde birbirleriyle ihtilafa (çelişkiye) düşmeyen kimseleri kadı olarak seçmekte gayret göstermelisin. Zira hükümde ihtilafa düşmek adaleti yok eder, dinde gaflete dalmaya sebep olur ve halk arasında tefrikaya yol açar. Allah-u Teâla halkın birbiriyle geçinme ve mali işler konusundaki vazifelerini açıklamıştır. Bilmedikleri şeyleri, Kur'an'ın ilmini emanet ettiği ve ahkâmı korumayı uhdelerine bıraktığı kimselere (Ehl-i Beyt’e) havale etmeyi emretmiştir. Yargıçların ihtilafa düşmesi, zulmün ve bencilliğin onların arasına girmesi, itaati farz kılınan kimselere müracaat etmeksizin kendi görüşleriyle yetinmelerinden dolayıdır. Bu tür hareketler ne dinin salahınadır, ne de Müslümanların yararına. Yargıcın vazifesi sünnet ve elinde bulunan rivayetlere uygun yargıda bulunmasıdır; aciz kaldığında ise yargı işini ehline bırakmalıdır. Ehlini bulamadığı takdirde diğer fakihlerle istişare etmelidir; bundan başka bir çözüm yolu aramaya hakkı yoktur. İki Müslüman yargıcın "veliyy-i emre" müracaat etmeksizin ihtilaflı bir mesele üzerinde durmaya hakları yoktur. Veliyy-i emir Allah'ın ona öğrettiği ilimle, onların arasında yargıda bulunduktan sonra her ikisinin de o hükmü kabul etmeleri lazımdır, ister onların görüşüne uygun olsun, ister olmasın. Bu vazifeye çok dikkat et. Çünkü bu din, kötü kişilerin ellerine tutsak düşmüştü. İslam nizamı nefsî istek ve arzularla yürütülüyordu; din, dünyanın adi ve basit amaçlarına ulaşmak için bir vesile kılınmıştı.

Şehirlerin yargıçlarına ihtilaf ettikleri her meseleyi sana bildirmelerini yaz. Sonra bu meselelere derince bir bak; Allah'ın kitabına, Peygamber'in sünnetine ve İmam’ının hadisine uygun gördüğünde imzalayıp onları bu işi yapmaya mecbur kıl. Hakkı teşhis edemediğin ve mesele şüpheli kaldığı takdirde, hükmün altında bulunanların etrafındaki fakihleri bir araya topla, meseleyi onlarla görüş, sonra onların ittifak ettikleri görüşü geçerli kıl. Zira halkın ihtilaf ettiği her mesele, imama havale edilmelidir; imam da ilahi hadleri uygulamakta Allah'tan yardım dilemeli, onu icra etmekte gayret göstermeli ve halkı kendi emrine itaat etmeye mecbur kılmalıdır. Ve güç ancak Allah’tandır.

Sonra memurlarına dikkat et. Onları sınadıktan sonra tayin et; onları şahsi eğilimlerinle ve rasgele tayin etme; çünkü bu iki iş (şahsi eğilim veya rasgele bir yetkiliyi tayin etme) zülüm ve hıyanetin çoğalmasına, halkın ise çaresizliğine sebep olur. İşler, ifsatla düzene girmez. Takvalı, bilgili, siyaset bilen şahısları işlerin başına getir. Bunları temiz ailelerden, İslam'a eskiden girmiş olanlardan, tecrübe ve hayâ sahibi kişilerden seç; çünkü onlar, ahlakça en üstün, namusça en doğru, kötü arzulardan kurtulmuş, tamahları en az, işlerin sonuçlarını en fazla dikkate alan kişilerdir. Bunlar, üzerine aldığın mesuliyette, sana yardımcı olmalıdırlar. Böyle yardımcılar bulduğunda onların ücretlerini bol bol ver ki, kendilerini doğrultsun, güçlerini kazansın ve elleri altında bulunan Müslümanların mallarını yemekten uzak dursunlar. Aynı zamanda, emrine uymayıp emanetine hıyanette bulunurlarsa bu, onların aleyhine bir delil olur sana. Sonra, işleri teftiş et, onlara doğru ve vefalı müfettişler gönder (hallerini ve işlerini görüp, anlayıp sana bildirsinler). Çünkü onların haberleri olmadan senin onlardan haberdar olman, onların emin bir surette iş görmelerine, halka yumuşaklıkla muamelede bulunmalarına sebep olur. (Onların içinde) zalimlere yardım edenlerden korun. Onlardan biri, vazifesinde hıyanet eder de müfettişlerin verdikleri rapor onun aleyhinde toplanırsa, bu tanık olarak yeter sana. Artık ona bedenî cezayı verebilir, yaptığına karşılık onu suçlu tutar, aşağılayarak onu hıyanet damgasıyla dağlar ve töhmet zincirini boynuna vurabilirsin.

Vergi işini de araştır, memurlarının işlerini düzene sok, çünkü haraç durumu ve vergi memurlarının işinin düzene girmesi, diğerlerinin işinin de düzene girmesi demektir. Onlardan başkaları, ancak onların işlerinin düzene girmesiyle düzene girebilir. Çünkü insanların hepsi verginin ve vergi memurlarının ehl-i ayalidir (onların topladığı vergiyle idare edilirler). Ancak, vergi toplamaktan ziyade memleketin kalkınmasına dikkat etmelisin; çünkü vergi memleket kalkınmadıkça toplanamaz. Memleketi kalkındırmadan, bayındır hale getirmeden vergi isteyen, şehirleri yıkıp mahveder ve Allah'ın kullarını helak eder; böyle bir buyruk sahibinin işi ve idaresi, pek az bir müddet sürer.

Sonra da bütün şehirlerin vergi memurlarını huzuruna çağırıp kendi şehirlerinin durumunu, ihtiyaçlarını ve vergi toplamak için kolay olan yollar hakkında açıklamada bulunmalarını onlardan iste. Daha sonra diğer uzmanlardan da meseleyi sor, öğren; vergi verenler verginin ağırlığından, veya vergi verecekleri şeylere bir afet gelmesinden, yahut içecekleri, sulayacakları suyun kesilmesinden veya bir bendin yıkılıp araziyi su basmasından, toprağın kaymasından, yahut da mahsulün mahvolmasından şikayet ederlerse, hallerini düzene sokacak bir derecede vergilerini azaltman gerekir. Eğer mali güçleri noksanlıklarını gidermek için zayıf olur da senden yardım dilerlerse, esirgeme, geçimlerini sağla. Zira böyle bir işin sonucu (ülkenin ve halkın) yararınadır. Bu sana güç gelmemeli. Çünkü bu bir yatırımdır; ülkenin mamur olması ve vilayetinin (memleketinin) bezenmesine sebep olacak, tekrar hazinene geri dönecektir.

Ayrıca (servet toplamak yerine halka iyi muamelede bulunmakla) halkın, sevgisini, saygısını, iyimserliğini kazanmış olursun ve hayrın çoğalmasına, halkın kolaylıkla sana cezbolmasına sebep olursun. Vergi zorla, baskıyla ve azarlamakla elde edilen bir şey değildir. Bu büyüklük ve fedakârlık (vergiyi bağışlaman), seninle halkın arasında olan bir ahittir. Bir olay vuku bulduğunda (ve yardımlarına ihtiyaç duyduğunda) kendilerine hizmet ettiğin, refah düzeyini yükselttiğin, iyi muamelede bulunduğun halka güvenebilirsin. Onları esirgeyişin, haklarında adaletle muamele edişin ve yumuşak davranışın da buna sebep olur. Bu olayda mazur olduğunu (onlara hıyanet etmediğini) bildikleri için dileğini seve seve kabul ederler; bunun meşakkatine katlanırlar, emrini yerine getirirler. Çünkü ülkede vücuda gelen bayındırlık ve servet, onlara yükleyeceğin yüke katlanmaları için onlara kuvvet verir.

Bir yerin harap olması, oradaki halkın yoksul düşmesiyle başlar; oradaki halkın yoksulluğuysa valilerin israf etmelerinden, valilikte kalacaklarına emin olmamalarından, ibret alınacak şeylerden az ibret almalarından kaynaklanır. Sen kendi hükümetinde, biriktirdiği  şeyin halkın övgüsü, Allah'ın sevabı ve imamın sevgisi olmasını seven bir kimse gibi hareket et. Güç ve kuvvet yalnızca Allah'tandır.

Sonra kâtiplerini de teftiş et; her birisinin ihtiyacını öğren, onlara derece ve makam tayin et; onların en iyi olanlarını iş başına getir. (Düşmanlara karşı) kullanacağın düzenlerini, gizli tuttuğun sözleri içeren mektupları, edep ve ahlak açısından herkesten daha temiz ve iyi olan, büyük işlerde görüş alış verişine (daha fazla) salahiyeti olan, görüş sahibi, iyiliğini isteyen ve akıllı olan, herkesten daha fazla sırrı saklayan, izzet ve ihtiram kendisini mağrur etmeyen, azdırmayan, durum ve makamları yalnızlıkta veya topluluğun önünde kendilerini sana karşı durmaya cesaretlendirmeyen kişilere teslim et. Bu kâtiplerin, etraftan (memurlarından) gelen mektupları sana sunmakta gaflet etmemeleri, senden aldıkları emri aldıkları gibi bildirmeleri, senin lehine yapılan bir antlaşmada gevşek davranmamalı, aleyhine olan anlaşmayı bozmakta zaaf göstermemeleri ve işlerde sahip oldukları mevkilerini ve hadlerini bilmeleri gerekir; çünkü kendi haddini bilmeyen kişi başkasının haddini asla bilmez.

Normal mektupları, gelir defterleri ve ordunun divanı gibi daha küçük işleri de dikkat göstererek seçtiğin kimselerin yetkisine bırak. Zira bunlar da önemli işlerdir; senin için faydalı olduğu gibi, yönettiğin halkın da yararınadır. Sonra onları kendi anlayış ve ferasetine güvenerek ve kendilerine olan eğilimine ve hüsn-ü zannına dayanarak seçme; çünkü bazı insanlar, göstermelik hareketlerde bulunup, güzel hizmetler vererek kendilerini valiye iyi tanıtabilirler; oysaki bu göstermelik hareketlerin ötesinde ne öğüt vermek vardır, ne de emanete riayet etmek. Senden önceki temiz kişilerin seçtikleri kişilere bak; halka karşı en güzel muamelede bulunanları, emanete riayetle tanınmış onurlu kişileri iş başına getir. Bu, (önceki durumlarını nazara almak, onları seçmekte dikkat etmek) Allah'a ve işe atadığın kişilere karşı sorumluluk hissi taşıdığını gösterir. Daha sonra bu memurlarına, halkla iyi geçinmelerini ve onlarla güzel konuşmalarını emret.

Her işinin başına, işin büyüğü kendisine güç gelmeyecek, işlerin çokluğu, kendisini şaşırtmayacak bir başkan seç. Daha sonra kendin, onların gizli durumlarını ve hallerini araştır; muhtaç olanların ve mesajları sana ulaşan kimselerin işlerini incele. Onların (kâtiplerin) vali ve kendi imamları karşısındaki durumlarının ve tutumlarının ne şekilde olduğuna dikkat et. Çünkü kâtiplerden çoğunun huyu, çabuk usanmak, tekebbür ve bencilliktir; ama Allah bir kimseyi korursa o başka. Halk, ihtiyacını sunmaya ve onu istemeye mecburdur. Kâtiplerinden birinde bir ayıp görür de aldırmazsan, o ayıpla sen de ayıplanırsın; nitekim onlarda bir fazilet olursa, Allah katında sana olan sevaba ilave olarak, o fazilet, senin hesabına da kaydedilir.

Tacirlere, sanat ve zanaat sahiplerine gelince; onlara iyi davranmalısın. Onlarla ilgili tavsiyelerimi kabul et ve onlara karşı hayırlı ol. Kendin de elin altında bulunan memurlara, onlara karşı iyi davranmalarını tavsiye et. Onlardan bir kısmı, oturdukları yerlerde ticaretle uğraşır. Bir kısmıysa bir yerden bir yere gider, mal götürüp getirir. Bir başka grubu da halkın muhtaç olduğu şeyleri ellerinin emekleriyle hazırlarlar. (Bunlara iyi muamelede bulun;) çünkü bunlar, yarar kaynaklarıdırlar; uzun yollar aşarak, ülkendeki karalarda, denizlerde, düzlüklerde, dağlıklarda gezerek, başkalarının tabiatına uygun gelmeyen bölgelere ve halkın bir adım atmaya cesaret edemediği düşman ülkelerine giderek yarar sağlarlar. Bu sınıfın ihtiramını gözet, yollarının emniyetini temin et; haklarını al. Bunlar (işlerinin tabiatı gereği) başkalarına zararı olmayan, salim kimselerdir. Kötülüklerinden korkulmaz, barışçıdırlar (bunlar tarafından bir isyan ve kargaşanın baş göstermesinden endişelenmemek gerek). Onların nazarında en sevimli iş, emniyeti daha fazla koruyan ve hükümdara yararı daha çok olan işlerdir.

Bulunduğun yerde onların işlerini gör-gözet. Uzak ve yakın şehirlerde de hallerini izle. Ama şunu da bil ki, bütün bunlarla beraber, bunların çoğunda aşırı bir hırs, kötü bir cimrilik, faydalı şeyleri stok etme ve azalınca değerinden fazlaya satma çabası vardır; buysa halkın zararına sebep olduğu gibi valilere de (buna göz yummak) ayıptır, noksanlıktır.

Stokçuluğu yasakla; çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de yasaklamıştır. Alış veriş, güzel surette, adalet terazileriyle, satanın da alanın da zarar etmeyeceği bir fiyatla olmalıdır. Sen, stokçuluğu nehyettikten sonra onu yapmaya kalkışan olursa cezalandır; fakat cezada pek ileri gitme. Zira, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de böyle yaptı.

Sonra Allah için, Allah için aşağı tabakayı gör-gözet; onlar başvuracakları bir düzen (çare) bulamayan, oldukça yoksul, muhtaç, darlıkta bunalmış, dertlere tutulmuş, kazançtan aciz kalmış kişilerdir. Bu sınıfın içinde dilenenler olduğu gibi bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey istemeyenler de vardır. Öyleyse, Allah'ın senden korumanı istediği kimselerin hakkını koru. Onlara, memur olduğun beyt-ul maldan, her şehirde, Müslümanların ganimet olarak elde ettikleri ve devlete ait olan arazinin gelirinden,  ekininden pay ayır. Onların yakın yerlerde olanlarıyla uzaklarda bulunanları aynı hakka sahiptir ve sen onlardan her birisinin hakkına riayet etmekten sorumlusun. Hiç bir düşünce seni, mahrumların durumuyla ilgilenmekten alıkoymasın. Ehemmiyetli işleri sağlamlaştırman, küçük sayılan işlere bakmaman için bir mazeret sayılmaz. Onlara karşı dikkatsiz ve himmetsiz olma; yüzünü de kibirle onlardan çevirme. Allah rızası için alçak gönüllü ol ki, Allah seni yüceltsin. Güçsüzlerin karşısında tevazu kanadını ger. Onlara, kendini bu tavra muhtaçmışsın gibi göster. Onların, gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı sayılanlarını, fakat sana gelip hallerini anlatmayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hallerini sorup anlamak için Allah'tan korkan, onlara karşı böbürlenmeyen, güvendiğin kişileri yolla ki, onların hallerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki, Allah'a ulaştığın gün, onlar hakkında mazeret göstermeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar, halk içinde başkalarından daha fazla insafa muhtaç kişilerdir. Bütün bu sınıfların haklarını vermekte (olacak kusurdan dolayı) Allah'tan af dile.

Yetimlerden, kötürümlerden, ihtiyarlardan bilhassa çaresi olmayan ve kimseden bir şey dilemeyen kimselerin durumlarıyla ilgilen; onlara (beyt-ul maldan) azık tayin et. Çünkü bunların hepsi Allah'ın kullarıdır. Onları bu durumdan kurtarmak, azıklarını vermek, haklarını temin etmekle Allah'a yaklaş. Zira amellerin ihlası, niyetlerin doğruluğuna bağlıdır.

Ayrıca halktan bazıları, kendi ihtiyaçlarını hakimin huzurunda bizzat dile getirmedikleri takdirde, işlerinin kendilerinin gıyabında yürütüleceğinden emin olmazlar. Bu ise, valilere ağırdır. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak Allah, hayırlı bir sonuca varabilmek için sabredip de Allah’ın sabredenlere vaat ettiği sevabın gerçek olduğuna inananlara o yükü hafifletir. Sen de bu sınıftan ol, Allah'tan yardım dile.

Zamanının bir kısmını ihtiyaç sahiplerine ayır; bu süre içerisinde kendini onlara vakfet; bunların işlerine bakmak için, zihnini her türlü meşguliyetten temizle; onları huzuruna çağır, yanında oturt ve onlarla görüşüp dertlerini dinle; seni yücelten ve sana makam veren Allah için tevazu et. Askerlerinden, yardımcılarından, koruyucularından, güvenlik ekibinden hiç kimse onları korkutmasın, onlara mani olmasın, o mecliste (halkın huzurunda) alçak gönüllü ol; onlarla yüz yüze geldiğinde, konuştuğunda yumuşak davran ki, onlar seninle konuşmak istediklerinde korkmadan, çekinmeden konuşsunlar. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih’in birçok yerde: "Zayıfın korkup çekinmeden, dili dolaşmadan sözünü söyleyip kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne temizliğe ulaşır, ne kutluluğa kavuşur." buyurduğunu duymuşumdur.

Sonra onların sert konuşmalarına, söz söylerken ağır laflar edenlerine tahammül et; darılmayı, sinirlenmeyi, onlarla görüşmekten kibirlenerek kaçınmayı da bırak ki, Allah da bu yüzden sana her taraftan rahmetlerini açıp yaysın; O’na itaat edenlerin sevaplarını sana versin. İhsanda bulunduğun zaman, minnet yükleme ki, verdiğin ona sinsin; vermediğin zaman da güzellikle, özür dileyerek, tevazu ederek verme ki, hiç olmazsa isteyen kişi rahatsız olmasın. Şüphesiz, Allah-u Teâla tevazu eden kimseleri sever.

Yardımcılarından en aziz ve değerlisi, herkesten  daha yumuşak davranan, müracaat edildiğinde daha güzel karşılayan, zayıf ve güçsüzlere daha çok lütufta bulunan kimseler olmalıdır, inşaallah.

Bazı işler de vardır ki, bizzat senin yapman gerekir. Bunlardan biri, kâtiplerinin cevap veremeyecekleri mektuplara cevap vermendir. Biri de halkın ihtiyacı sana arzedildiğinde, o ihtiyaçları gidermendir. Biri de kâtip ve hazinedarların yetkilerine bırakılan bütçeleri inceleyip öğrenmektir. Bu vazifede gevşeklik gösterme ve işi geciktirmeyi de ganimet bilme. Kalben ve fikren rahatlaman için bu işlerden her birisine ilgili amirlerle konuşup tartışacak bir memur tayin et. Herhangi bir işi, o işle ilgilenen yetkiliyle istişare ettikten ve üzerinde düşünüp taşındıktan sonra imzala. Her işin şefi, nezaretçisi, (doğru bildiği) hükmü vermede senden çekinmemeli, icra edilemeyecek görüşleri de dile getirmemelidir.

Her günün işini, o gün gör. Çünkü her gün yapılacak bir iş vardır. Temiz niyetle ve halkın esenliğe erişmesi için yapılan bütün işler ve sarfedilen bütün vakitler Allah için olsa da, sen vakitlerin en üstününü ve en büyük bölümünü kendinle Allah arasındaki kulluğa ayır.

Allah için dinini halis kılan ve yalnız Allah için olan farzlara, bilhassa dikkat et. Gecende, gündüzünde bedenî ibadetlerini, gerektiği gibi eda et. Ama müstehap namazlar yalnız Peygamber'e gerekli kılınmıştır. Zira Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur: "Gece-nin bir kısmında uyanıp namaz kıl, senin için nafile olarak; (bu namaz, sana mahsustur ve farz namazlardan fazla bir namazdır;) umulur ki Rabbin seni beğenilmiş ve övülmüş bir makama ulaştırır."[5] Allah, bu vazifeyi yalnız Peygamber'e mahsus kılmış, bu vesileyle de ona ikramda bulunmuştur; başkaları için bu, ihtiyarî ve müstehap bir ameldir. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Kim farz olmayan bir hayır işlerse, şüphe yok ki Allah, ona mükâfatta bulunur."[6] Öyleyse Allah'a ve O’nun keremine yaklaşmaya sebep olan her işi çok yap. Farizeleri, kusursuz ve noksansız bir şekilde, meşakkatli olsa bile yerine getir. Halka namaz kıldırdığın zaman, namazı uzatıp onları usandırmadan, çabuk, fakat erkânını yitirmeden kıldır; çünkü halk içinde hasta ve işi olan vardır. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih beni Yemen'e gönderdiği zaman Resulullah'a: “Onlara nasıl namaz kıldırayım?” diye sordum; "En zayıfının kıldığı namaz gibi kıldır, insanlara karşı merhametli davran." buyurdular.

Bütün bunlardan sonra derim ki: Buyruğunun altında bulunanlardan uzun müddet gizli kalma; çünkü valilerin halka görünmemeleri sıkıcıdır (halkı sıkar); valilerin işler hakkında bilgisiz kalmasına yol açar. Onlardan gizlenmek, valilerin birçok şeyi bilmelerine engel olur. Dolayısıyla büyük şeyler onlara küçük görünür; küçük şeylerse gözlerinde büyür; güzel ve iyi, çirkin görünür; çirkinse güzelliğe bürünür; hakla batıl birbirine karışır gider. Vali de bir insandır ancak; bir işi ondan gizlerlerse bilemez, gizli kalanları göremez. Sözün üzerinde doğruyu yalandan ayıracak bir alamet bulunmamaktadır. Öyleyse hakların karışmasını önlemek için perdeyi incelt. Sen iki kişiden birisin ancak: Ya hak yolunda eli açık, cömert birisin; o halde gereken hakkı verdikten sonra ve iyi iş gördükten sonra neden gizlenesin? Ya da cimri birisin; bağışından ümidini kestikten sonra artık halk senden bir şey istemez ki; o halde ne diye onlara görünmeyesin? Kaldı ki halkın sana müracaatlarının çoğunun sana bir ağırlığı yoktur; ya zulme uğradıklarından şikâyetçi olur; ya da  adalet isterler. Anlattığım şeylerden yararlan; hidayetini, saadetini garantileyen şeyle yetin, inşaallah.

Sonra yöneticilerin kendi reyleriyle hareket eden, tekebbürde bulunan, muamelede insafları az olan bazı adamları olabilir; bunların sebeplerini gidererek onları kökten yok et. Yakınlarına, yanında bulunanlara özel bir arazi verme veya yüklerini başkalarına yükleyerek diğer insanlara zararı dokunacak şekilde su kullanmada ve ortak bir işe girişmede anlaşma yapmaları için destek olma; bunun yararı sana değil, onlara olur, ayıbı ise dünya ve ahirette sana kalır. İşler sana ulaştığında, adaletle hükmet. Yakın olsun, uzak olsun, kime gerekiyorsa hakkını ver; bu hususta sabırlı ol, mükâfatını Allah'tan iste, akraban ve yakınların hakkında bile haktan ayrılma; işin sonunu düşün; isterse ona ağır gelsin bu iş; hayır olduğu sence malumsa yapmaktan çekinme; hakkını yerine getir.

Her ne zaman (yanlış anlaşılma) sonucu halk zalim olduğun düşüncesine kapılırsa (işin gerçeğini dile getirip yaptığını yorumlayarak) mazeretini onlara açıkla ve sana olan kötümserliği gider. Bu (halkla yüzyüze gelip meseleyi onlarla ortaya koymak) nefsin için bir riyazet ve buyruğun altındakilere de yumuşaklıkla muamelede bulunmaktır. Bu vesileyle halkı güzel ve yumuşak ahlak vesilesiyle hak yola hidayet etmekten ibaret olan muradına da erersin.

(Dış siyaset ve düşmanla muamele konusuna gelince:) Düşmanın, seninle barışmak isterse reddetme. Barışta Allah'ın rızası, ordunun huzuru vardır; böylece sen de sıkıntılarından  kurtulmuş olursun; şehirlerinse güvenliğe kavuşmuş olur. Ama barıştıktan sonra da düşmanından sakın; çünkü çok kere düşman yaklaşır, gafil olmanı bekler. Şu halde ihtiyatla hareket et, ihtimali olan her tehlikenin önüne sed çek, bütün işlerde de Allah'a güven. Bir sorun çıkıp da düşmanla barışmak veya düşmana güvence vermek zorunda kalırsan, verdiğin söz ve yaptığın antlaşmaya riayet ederek nefsini ona verdiğin söze (ahde) kalkan yap. Çünkü Allah'ın farzlarından hiç biri ahde (antlaşmaya) bağlı kalmak gibi değildir. Dilekleri birbirine aykırı, reyleri, akideleri, dinleri çeşit çeşit olduğu halde tüm milletler (verdikleri söz ve imzaladıkları) antlaşmalarına bağlıdırlar. Çünkü antlaşmayı bozmanın ve gaddarlığın vahim sonuçlarını, müşrikler dahi idrak etmiş ve bağlılığı gerekli saymışlardır. Durum böyle iken sen (ey Müslümanların emri) antlaşmanı bozma, antlaşmaya bağlılığı bir kenara itme,  buna riayet et, hıyanette bulunarak düşmanını aldatma; çünkü bu hususta Allah'a karşı cürette bulunan, çok cahil bir kimsedir. Allah ahdini, güvencesini kulları arasında bir rahmet olarak yaymıştır, o herkesin rahat edeceği bir emniyet kalesidir ve herkesin sığınacağı bir haremdir. Herkes ona doğru koşar. Onu bozmak, ona hıyanet etmek, ona hile katmak olmaz.

Sakın karşılaştığın darlıktan dolayı Allah adına verdiğin ahdi bozmaya kalkışma. Zira senin, kurtuluş ümidi olan ve sonunda üstünlük umulan bir darlığa sabretmen, yarın  kötü akıbetinden korkacağın bir hıyanetten, Allah'ın seni sorguya çekmesinden, dünya ve ahirette (özrünün) kabul olmamasından  daha hayırlıdır.

Haksız olarak kan dökmekten sakın. Çünkü azaba sebep olmak, ağır belaya yol açmak ve nimetin ortadan kalkıp ömrün çürümesine sebep olmak bakımından hiç bir şey haksız olarak dökülen kan gibi etkili değildir. Kullar arasında döktükleri kanlar hakkında (kıyamet günü) bizzat Allah hükmedecektir. Öyleyse, haram olarak kan dökmekle makam ve kudretini korumaya kalkışma. Çünkü bu, makam ve kudretin yok olmasına, onların zevale uğramasına sebep olur. Kendini Allah'ın gazabına uğratmaktan sakın. Allah-u Teâla zulümle öldürülenin mirasçısına (intikam almakta) bir kudret vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Kim zulümle öldürülürse mirasçısına, öldürene karşı bir kudret ve salahiyet verdik, ancak öldürmede aşırı gitmemeli; şüphe yok ki yardıma da mazhar edilmiştir o." [7]

Bilerek kan dökme hususunda ne Allah katında bir özrün kabul edilir, ne benim yanımda; çünkü cezası kısastır bunun. Suçluya ceza verdiğinde yanlışlıkla kamçın, yahut elin onun ölümüne sebep olursa, kudretine güvenip ululanarak, öldürülen kişinin velilerine, onun diyetini Allah'ın rızası için vermekten kaçınma.

Kendini beğenmekten, seni kendini beğenmeğe sevkeden şeylere güvenmekten ve övülmeyi istemekten çekin; çünkü bunlar, ihsan sahiplerinin ihsanlarını yok etmek, mükâfatlarını mahvetmek için, şeytanın gözettiği en güvenilir fırsatlardandır.

İdarende bulunanlara ihsanda bulunduğunda, onları minnet altında bırakmaya (ihsanını başlarına kakmaya) kalkışmayasın. Yaptığını çok görmekten de çekin. Söz verdiğinde, sözünden dönme; onlarla acele olarak da (gelişi güzel) konuşma. Başa kakmak, ihsanı yok eder; sözden dönüş, Allah'ın gazabına ve halkın nefretine yol açar; Yüce Allah: "Allah katında en beğenilmeyen şey yapmayacağınız şeyi söylemenizdir." buyuruyor.[8]

İşleri, zamanı gelmeden önce alelacele yapmayasın; yapma zamanı geldiğinde de bir işi ihmal etmeyesin; doğruluğu sence belli olmayan işi yapmakta da ısrar etmeyesin, ama doğruluğu açıkça olan işi de baştan savma. Her işi zamanında ve yerinde yap.

Herkesle bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını çoğaltmaya kalkışma; herkesin gözettiği şeylerde gaflete düşme; çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman sonra işleri örten perdeler açılır, Allah’ın azameti zuhur eder ve mazlumların hakkı zalimlerden alınır.

Öfkeni yen, kendine sahip ol. Elini, dilini gözet. Bütün bu hâllerde hemencecik cezâ vermekten çekin; cezâyı geriye at. Öfkelendiğinde, kızgınlığının yatışması ve ihtiyarını kullanabilmen için göğe taraf bak. Bunları, Rabbine ulaşacağına inanarak derdini ve üzüntünü çoğaltmadıkça uygulayamazsın.

Bil ki, bu ahitnâmede senin hidayet olman için gerekli her şey hazırlanmış ve yazılmıştır. Allah dilerse, seni hidayet eder ve bizden gördüğün bütün şeylerden öğüt alma tevfikini sana verir. Sonuçta yönetimin adalet, üstün kanunlar, Peygamber’inin sünneti ve Allah'ın kitabındaki farzlar üzere kurulu olur ve bizim nasıl hareket ettiğimizi, gördüğün miktarda örnek edinir ve ahitnâmede sana verdiğim buyruklara uymaya kendini zorlarsın. Nefsine uymak hususunda bir gevşeklik göstermemen için bu kadar delil getirdim sana. Ancak Allah (c.c.) insanı kötü şeylerden korur ve hayırlı işlere muvaffak eder. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in bana olan vasiyetlerinden bir kısmı da namaz, zekât ve kölelerin hakkına riayet etmeye teşvik konusuydu. Ben de bu ahitnâmeyi aynı tavsiyede bulunmakla sona erdiriyorum. Güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce Allah’tandır.

Ve, benim ve senin, kullar arasında mazeretleri keserek açık delilleri ikame etmemizi, kulların en güzel anışlarına, iyi ve yerinde övüşlerine mazhar olmamızı, şehirlerde iyi ve güzel eserler bırakmamızı, nimetin hakkımızda tam olgun olarak, lütuf ve ihsânın kat kat fazlasıyla verilmesini, benim de, senin de ömrümüzün kutlulukla ve şehit olarak tamamlanmasını, Allah'ın bol ve sayısız rahmetine, pek büyük kudretine, her dilenen şeyi lütfedip vermesine sığınarak, niyâz etmekteyim ve biz, gerçekten Allah'ın rızâsını istemekteyiz.

Allah'ın salâtı ve selâmı Resulullah'a ve tertemiz soyuna olsun.

DİYBAC İSMİYLE MEŞHUR OLAN HUTBESİ

Mahlukatı ve sabahı yaratan, ölüleri canlandırıp yayan, kabirdekileri dirilten Allah'a hamt olsun. Allah'tan başka ilah olmadığına, O’nun tek olduğuna, şeriki olmadığına ve Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna şehadet ederim.

Ey Allah'ın kulları, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a yönelenlerin sarıldıkları en üstün vesile: O’na, peygamberlerine ve bu peygamberlerin Allah indinden getirdikleri vahye inanmaktır; Allah yolunda cihat etmektir; cihat, İslam'ın en yüce kalesidir; Allah'ın birliğini (kelime-i tevhid olan "la ilahe illallah"ı) ikrar etmektir; bu insanın fıtratındadır; namaz kılmaktır; çünkü din, namazdan ibarettir; zekâtı vermektir; bu da bir farizedir; ramazan ayının orucunu tutmaktır; o sapasağlam bir siperdir; hacca ve umreye gitmektir; hac ve umre yoksulluğu giderip günahları bağışlatır, günahları örter ve cennete gitmeye sebep olur; sıla-i rahimde bulunmaktır; o servetin artmasına, ömrün uzamasına ve sayının çoğalmasına vesile olur; gizlice sadaka vermektir; o günahların bağışlanmasına vesile olur ve Allah'ın gazabını giderir; açıktan sadaka vermektir; o kötü ölümleri geri çevirir ve başkalarına iyilik yapmaktır, bu da kötü hadiselerden korur.

Allah'ı çok anın; bu anışların en güzelidir. Bu anma, nifaktan korunmaya ve ateşten kurtulmaya ve hayırların taksim edildiği vakit, sahibini Allah’a hatırlatmaya sebep olur. O’nu anış sesi arşın altına varır.

Çekinenlere vaat ettiği şeyleri kazanmaya çalışın; çünkü Allah'ın vaatleri vaatlerin en gerçek olanıdır. Vaat ettiği her şey, Vaat ettiği şekilde gelip ulaşacaktır. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih’a uyun; zira onun kılavuzluğu en üstün kılavuzluktur. Onun sünnetine uyun; çünkü onun sünneti, sünnetlerin en güzelidir. Kur'an'ı öğrenin; o sözlerin en güzeli, öğütlerin en kâmilidir. Kur'an'ı anlayın; çünkü o gönüllerin baharıdır. Kur’an’ın ışığıyla şifa bulun; çünkü o gönüllerdeki hastalıklara şifadır. Onu güzel bir tarzda okuyun; zira o, kıssaların en güzelidir. "Kur'an okununca dinleyin ve susun. Umulur ki rahmete erirsiniz."[9] Kur'an'ın ilmini öğrendiğinizde kurtuluşa ermeniz için bildiklerinize amel edin.

Ey Allah'ın kulları, biliniz ki, bilgisiyle amel etmeyen alim, bilgisizliğinden kurtulması mümkün olmayan, şaşırıp kalan cahile benzer. Hatta ona karşı olan delil, daha büyüktür. İlminden sapmış olan bu alim Allah katında daha fazla yerilecektir ve hasreti, cehalet içerisinde şaşırıp kalan cahilden daha fazla olacaktır. Gerçi bunların her ikisi de şaşkın, fasit, saptırıcı, fitneye uğramış, helak olan, yolları boş ve beyhude, amelleri ise batıl olan kimselerdir.

Ey Allah'ın kulları, batıl hayallere kapılmayın sonra şüpheye düşersiniz; şüpheye düşmeyin sonra kâfir olursunuz; kâfir olmayın sonra pişman olursunuz; (dini işleri basite indirgeyip) nefsinize ruhsat vermeyin sonra dalkavuk olursunuz; böyle ruhsat vermeler sizi zalimlerin yollarına götürür de helak olursunuz; hak size sunulup tanıdığınızda onun üzerinde uzlaşma ve dalkavukluk yapmayın sonra apaçık bir ziyana uğrarsınız.

Ey Allah'ın kulları, Allah'tan çekinmek ileri görüşlülüktendir. Allah'a (rahmetinin çokluğuna) aldanmamak da muhafazakârlıktandır.

Ey Allah'ın kulları, insanlar arasında, en çok kendi hayrını isteyen, Rabbine herkesten daha çok itaat edendir. Ve en fazla kendisini aldatan da Allah'a en çok isyan edendir.

Ey Allah'ın kulları, Allah'a itaat eden emin olur ve sevince kavuşur; Allah'a isyan eden de ümitsizliğe kapılıp pişman olur ve kurtuluşa eremez.

Ey Allah'ın kulları, Allah'tan yakin dileyin; çünkü yakin dinin başıdır. O’ndan afiyet isteyin; zira afiyet büyük nimettir; onu (afiyeti) dünya ve ahiretiniz için ganimet bilin. Allah'tan başarı talep edin; çünkü başarı  güçlü bir temeldir. Biliniz ki, kalbin kazandığı en iyi sıfat yakindir; yakinin en güzeli de takvadır. Doğru işlerin en iyisi, sağlam olanlarıdır; en kötü işler ise yeni çıkan şeylerdir; her yeni çıkan şey bid’attir; her bid’at ise dalalettir; sünnetleri yok eden de bid’atlardır. Aldanan, dininde aldatılan kimsedir. Özenilen ve gıpta edilen ise dinini selamette tutan ve yakini güzel olandır. Mesut kişi, başkasından ibret alandır, kötü kişi de isteğine kapılıp aldanandır.

Ey Allah'ın kulları, biliniz ki riyanın azı da şirktir; amelde ihlas yakindir; nefsi istek ve arzular insanı ateşe götürür; heva ve heves ehliyle oturup kalkmak, Kur'an’ı unutturur, şeytanı hazır kılar. Nesiy[10] küfrü arttırmadır. İsyankârların amelleri Rahman olan Allah'ın gazabına sebep olur, Allah'ın gazabı ise insanı ateşe götürür. Hanımlarla boş yere konuşmak belaya sebep olur ve kalbi saptırır. Kadınlara şehvet gözüyle bakmak, kalp gözünün nurunu söndürür. Namahreme bir göz atmak bile şeytanın tuzağıdır. Sultanla oturup kalkmak cehennem ateşini alevlendirir.

Ey Allah'ın kulları, doğru söyleyin; Allah doğru söyleyenlerle beraberdir. Yalandan sakının, yalan imanın zıddıdır. Doğru konuşan kişi, kurtuluş ve ululuğun zirvesindedir; yalancıysa helak olma uçurumunun eşiğindedir. Hakkı söyleyin ki hakla tanınasınız. Hakla amel edin ki hak ehlinden olasınız. Emaneti sahibine iade edin. Sizinle ilişkilerini kesen akrabalarla ilişki kurun. Sizi mahrum bırakanlara iyilik edin. Antlaşma yaptığınızda ona bağlı kalın. Yargıda adaletli olun. Zulüm gördüğünüzde sabredin. Size kötü muamele yaptıklarında affedin; suçları affedin; nitekim siz de suçunuzun bağışlanmasını seversiniz. Babalarınızla övünmeyin.

"Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; imandan sonra fasıklara ait adlar ne de kötüdür."[11] Şaka yapmayın. Birbirinize karşı öfkelenmeyin, kibirlenmeyin. Birbirinizin gıybetini etmeyin. “Hiç biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?”[12] Birbirinize haset etmeyin; çünkü haset, ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi imanı yiyip bitirir. Birbirinize karşı düşmanlık beslemeyin. Çünkü düşmanlık iyilikleri yok eder, bereketleri giderir.

Herkese selam verin; selamın cevabını selam verenin selamından daha güzel bir şekilde verin. Dul kadınlara, yetim çocuklara acıyın. Güçsüzlere, mazlumlara, borçlulara, Allah yolunda savaşanlara, yolda kalmışlara, dilencilere, kölelere, efendileriyle kölelikten kurtulmaları için antlaşma yapan kölelere ve yoksullara yardımda bulunun. Mazlumun destekçisi olun. Farz hakları verin. Allah yolunda nefsinizle hakkıyla savaşın. Zira Allah'ın cezası çetindir. Allah yolunda cihat edin. Misafire hürmet edin. Güzel abdest alın. Beş vakit namazınızı vaktinde kılın; zira bu namazların Allah'ın katında yüce bir makamı vardır. (Nafile namazları terketmeyin.) "Kim farz olmayan hayır amelleri yaparsa, [bu onun için hayırlıdır] şüphe yok ki Allah, mükâfat veren ve her şeyi bilendir".[13] "İyilik etmek, kötülükten sakınmak hususunda birbirinize yardım edin, suç işlemek ve düşmanlık etmek için yardımlaşmayın.”[14] “Allah'tan nasıl sakınmak lazımsa öyle sakının ve ancak Müslüman olarak ölün.”[15]

Ey Allah'ın kulları, bilin ki, arzular aklı giderir, vaatleri (kıyamet günündeki ceza ve mükâfat vaatlerini) yalanlamaya yol açar, gaflete teşvik eder, hasret doğurur. Öyleyse siz de arzuları yalanlayın, çünkü arzu aldatmadır ve sahibi de günahkâr. Korku ve ümit halinde Allah için amel edin. İstediğiniz bir şey size verildiğinde şükredin ve bu nimeti elde etmekle yeni bir ümide varmayı kararlaştırın; çünkü Allah-u Teâla Müslümanlara, “iyilikte bulunanları iyilikle mükâfatlandıracağını ve şükredenlerin nimetini çoğaltacağını” bildirmiştir. Bilin ki, ben cennet gibi talep edeninin, cehennem gibi de kaçanının gaflete daldığı bir şey görmedim ve yine azıkların korunacağı ve batınların aşikâr olacağı bir gün için çalışan kimseden daha kazançlı bir tüccar görmedim. (Biliniz ki,) Haktan gelen yararla yetinmeyen kimse, batıla uyup zarar görür. Hidayetin doğru yola sevketmediği kimseyi, sapıklık zarara uğratır ve yakinin yararından mahrum olan kimseye, şüphe zarar verir. Siz göçüp gitmeye emredilmişsiniz ve azık toplama yolu da size gösterilmiştir.

Biliniz ki, sizin için en fazla korktuğum şu iki şeydir: Uzun arzular peşinde koşmak ve nefse uymak.

Biliniz ki, gerçekten de dünya sırt çevirmiş ve fani olduğunu duyurmuştur. Gerçekten de ahiret bize doğru yönelmiş ve ulaşmak üzere olduğunu bildirmiştir. Duyun ve bilin ki, bugün hazırlık ve alıştırma, yarın ise yarışma günüdür. Yarışmayı kazananın ödülü cennettir, geride kalana ise cehennem var. Duyun ve bilin ki, siz mühlet olarak verilen sayılı günleri yaşıyorsunuz; ardındaysa çabucak ulaşan ölüm var. Kim bu sayılı günlerde, eceli gelip çatmadan ihlasla Allah'a kullukta ve iyi işlerde bulunursa, ameli ona fayda verir ve ölüm ona bir zarar vermez. Kim bu süreli günlerde, kullukta kusur eder, iyi işlerde bulunmazsa ölümü ona zarar verir ve   amelinin de ona bir yararı olmaz.

Ey Allah'ın kulları, namazı vaktinde kılmak, zekâtı zamanında vermek, Allah'a huşu ile niyazda bulunmak, akrabalarınızla iyi   ilişki kurmak, kıyamet gününden korkmak, dilenciyi mahrum bırakmamak, güçsüze ikramda bulunmak, Kur’an'ı okuyup onunla amel etmek, doğru konuşmak, ahdinize ve antlaşmanıza bağlı kalmak ve emaneti sahibine geri vermekle dininizi güçlendirmeye koşun. Allah'ın sevabına ilgi gösterip azabından korkun. Mal ve can ile Allah yolunda cihat edin. Dünyadan, kendi canınızı (tehlikeden) kurtaracak miktarda azık toplayın. Hayır iş yapın ki, herkesin önceden gönderdiği hayıra ulaştığı günde, hayırla mükâfatlanasınız. Bu sözü söyleyip Allah'tan kendim ve sizin için de mağfiret diliyorum.

HAYRA TEŞVİK edİCİ, AZAptAN
KORKUTucu, HİKMETLİ VE ÖĞÜT VERİCİ SÖZLERİ[16]

Bilin ki, hilekâr ve aldatıcı olan ateştedir. Öyleyse, Allah'tan korkun; O'nun kudret ve azametinden sakının. Allah-u Teâla kullarına hücceti tamamladıktan ve onları korkuttuktan sonra onların katından kovulmalarını ve tedricî olarak helaka düşmelerini sevmez. Tedricî olarak helaka düşmeden dolayıdır ki, kulun çabası hedeften sapar; ahde vefa etmeyi unutur ve güzel iş yaptığını zanneder; daima batıl evhamlar ve aldatıcı ümitlere kapılarak kendisine gelen semavî haberlerden gaflet içerisinde yaşar, kendi nefsine zorluklar hazırlar ve bütün güç ve gayretiyle kendisini helak eder. Alınan ahd gereğince Allah'ın verdiği mühleti kullanır. Gaflet ehliyle oturup kalkar. Günahkârlarla sabahlayıp Allah'a itaat etme konusunda Müminlerle tartışır; ayyaşların hile ve gösterişlerinden hoşlanır. İşte bunlar şüpheye dalıp onu ahlak edinmiş kimselerdir; başkalarına karşı büyüklük taslayarak iftirayla haksızlık ederler ve bunu Allah'a bir yakınlık sanırlar; onlar heva ve hevesleriyle iş görürler; cahillikleri ve körlüklerinden dolayı hekimlerin sözlerini değiştirirler. Şöhret ve gösteriş için hikmeti öğrenirler. Ama onların, ne hedefe götürecek doğru yolları, ne yürüyecekleri yolda işaretleri ve ne de onlara kılavuzluk edecek ışıkları vardır. Ecelleri ulaşana ve son menzile varıncaya kadar durumları böyledir. Ama Allah, yaptıkları işlerin neticesini bunlara gösterip gözlerinden gaflet perdesini kaldırınca, sırt çevirdikleri şeylere yönelirler, yöneldiklerine sırt çevirirler ve geride bıraktıkları dünyaya geri dönüp, karşı karşıya bulundukları dünyadan uzaklaşmak isterler. Kavuştukları arzuları, sağladıkları istekleri, giderdikleri ihtiyaçları onlara bir yarar sağlamaz; bunlar, kendilerine bir vebal olur ve  ömürleri boyunca peşinde koştukları şeylerden kaçarlar.

Ben sizi bu uçuruma düşmekten sakındırıyorum. Allah'tan çekinmenizi emrediyorum size. O'ndan başka yarar veren biri yok. Öyleyse her kim doğru konuşuyorsa, batınını sarmış olan kötülükleri ıslah edip düzeltmek için kendisini çabaya sevketmelidir. Çünkü basiretli insan; bir şey işittiğinde düşünen, etrafa bakıp gerçekleri görebilen, ibretlerden yararlanabilen, aydınlık yolda yürüyen, heva ve heves uçurumuna yuvarlanmamak için karanlık yoldan uzak duran, hakkı yanıltarak, sözü değiştirerek ve doğrulukta değişiklik yaparak kendisini saptırmaları için azgınlara yardım etmeyen kimsedir.

Size söylenen sözleri söyleyin (nakledin). Size rivayet edilen sözleri kabul edin. Sizden istenilmeyen şeyleri kendinize yük edinmeyin. Çünkü yaptığınız işlerin, söylediğiniz sözlerin veya yöneldiğiniz her maksadın sonucuna ve cezasına katlanacak olan sizlersiniz. Şüpheden sakının; çünkü şüphe, fitne için bir vesile kılınmıştır. Daima kolaylığı kasdedin ve ona yönelin (kendinizi üstesinden gelemediğiniz şüpheli meselelerin tehlikesine atmayın). Halkla güzel konuşun; onlarla iyi geçinin. Allah'a boyun eğin, O’na karşı korkulu ve mütevazı olun. Birbirinize karşı tevazu edin; insaflı davranın; bağışta bulunun; öfkenizi yutun; çünkü bu Allah'ın tavsiyesidir. Haset ve kin beslemekten kaçının; zira bunlar cahiliye döneminin işleri ve özelliklerindendir. "Herkes yarın için ne hazırlamışsa ona baksın. Ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır."[17]

Ey insanlar, şuna kesin inanın ki, kul her ne kadar çok çaba gösteren, tedbirli ve faal biri olursa olsun, Allah-u Teâla "zikr-i hekim"de mukadder kıldığı nasipten fazla ona bir şey vermez. Nitekim kişi her ne kadar güçsüz, aciz ve az tedbirli biri de olsa (Allah-u Teâla) "zikr-i hekim"de mukadder kıldığı şeyi ondan esirgemez.[18]

Ey insanlar, hiçbir kimse kurnazlıkla ile en küçük bir şey artıramadığı gibi beceriksizliğiyle de bir şeyi kaybetmez. Bu noktayı bilip bununla amel eden bir kimse, hem kârlıdır hem de herkesten daha rahat. Bu sırrı terkeden kimse ise, zarara uğrar, meşgalesi de herkesten daha çok olur. Nice nimet içerisinde olduklarını sanan zengin, müreffeh kimseler vardır ki, nimetleri onlara bir tuzaktır ve nice halkın nazarında düşkün, belaya duçar olmuş kimseler vardır ki, bu bela onların hayrınadır.

Ey duyup işiten! sarhoşluğundan ayıl; gafletinden uyan, hızını  kes, biraz bekle. Allah'tan gelen geri çevrilemez; kaçış yolu ve çaresi olmayan vaadler hakkında biraz düşün. Övünmeyi terket. Tekebbürü bırak. Gideceğin yer için hazırlıklı ol. Kabrini ve ahiret evini hatırla; varacağın yer ve sonun orasıdır. Ne yaparsan onu bulursun; ne ekersen onu biçersin ve ne verirsen onu alırsın. Önceden ne gönderirsen yarın onunla karşılasırsın. Sana yapılan bu öğüt ve nasihatlere uy ve yararlan. Duyduğun ve Vaat edildiğin şeyi aklında tut; çünkü onu akılda tutmanın iki özelliği var: Ya onunla amel edersin ve Allah'a itaat etmene sebep olur ya da bir kenara bırakırsın ve hüccet sana tamamlanmış olur. Gafletten uyan! Dikkatli ol! Ciddiyetle çalış! "Hiç bir haber veren sana böyle haber veremez."[19]

Allah-u Teâla'nın Zikr-i Hekim (Kur'an-ı Kerim)’de önemle    üzerinde durduğu rıza ve gazabına; sevap ve azabına mihver kıldığı kesin haramlar şunlardır: -İnsan bu haramlardan birini karakter edinip tövbe etmeden Allah'a dönerse her ne kadar iyi sözlü, güzel görünüşlü olsa ve başkası onu faziletini itiraf etse de Mümin olamaz.-

1- Farz ibadetlerde Allah'a şirk koşmak

2- Aşırı öfkesini kendisini helak ederek gidermek.

3- Bir amelin doğruluğunu itiraf ettiği halde o ameli yapmayıp aksi işlerde bulunmak, sözüyle ameli birbirini tutmamak.

4- İsteğini elde etmek için dinde bir bid'at çıkarmak.

5-Yapmadığı işlerden dolayı halkın kendisini övmesinden hoşlanması.

6- İnsanlara karşı iki dilli ve iki yüzlü olmak, onların arasında tekebbürle yürümek.  Bu sözleri anla; çünkü örnek benzerine delalet eder (her şeyi örneği ile tanımak mümkündür). Hayvanlar, karınlarını doyurmak kaygısındadır; yırtıcı hayvanların kaygıları ise başkalarına saldırıp zulmetmektir; kadınların kaygıları, dünya ziynetiyle bezenmek, dünyada bozgunculuk etmektir. Fakat iman ehli olanlar, kıyamet azabından sakınan, alçak gönüllü olan ve korkanlardır.

SUÇLULARIN DURUMUNU açIklayan SÖZLERİ[20]

Amel etmeksizin ahirete ümit besleyen, uzun arzularına rağmen tövbeye ümitvar olan, dünyada zahitlerin sözlerini söyleyip ve kendilerini dünyaya adamış olanların yaptıklarını yapan, dünya malından, mülkünden her ne kadar verilirse doymak bilmeyen, eğer verilmezse kanaat etmeyen, verilenin şükründen âcizken verilmeyeni isteyip duran, halkı kötülükten alıkoyup kendisi kaçınmayan, kendi yapmadığı halde emreden, temiz kişileri sevip amellerini yapmayan, suçluları sevmediği halde onlardan biri olan, günahlarının çokluğundan dolayı ölümden hoşlanmadığı halde hayatının en son anına kadar günahı terketmeyen, “Bu kadar amel edip kendimi yoracağıma niçin oturup (Allah'ın rahmetini) arzu etmiyeyim?” diyen, mağfiret dileyip sürekli günah işleyen, öğüt alabilecek kadar yaşadığı halde öğüt almayan, geçmişi hatırladığında, "Eğer çalışıp zahmet çekseydim ne iyi olurdu" deyip önündeki fırsatları değerlendirmeyen, hastalandığında amel etmede yaptığı kusurlardan dolayı pişmanlık duyup iyileştiğinde emin ve mağrur olarak amel etmeyi geciktiren, sıhhatliyken kendisini beğenip belaya uğradığında ümitsizliğe kapılan, zannettiği konularda nefsine yenik düşüp kesin bilgisi olan konularda nefsini yenemeyen kimselerden olma. Böyle biri ne paylaştırılmış rızka kanaat eder, ne Allah'ın kefalet ettiğine güvenir; farz olan işleri terkettiği için kendisinden kuşkulanır; zenginleşince böbürlenip, fitnelere kapılır; fakirleşince ümidi kesilip güçsüzleşir. Günahı çok olsa da fazlasına yönelir; nimeti, bol olsa da artmasını ister; verilen nimete ise şükretmez; başkalarının önemsenmeyen kusurlarını görür, kendisinin büyük suçlarını görmezlikten gelir. Bir şehvetle karşılaşınca tövbe etmek ümidiyle kendisini lezzete kaptırır. Oysa tövbenin nasıl olacağını da bilmez. Ne mükâfata ilgi ve iştiyak kendisine fayda sağlar, ne de azap korkusu ona engel olur.

Bir şey istediğinde ısrar eder, amele gelince gevşek davranır. Sözde önderlik yapar, amelde (herkesten) geri kalır. Yapmadığı işin yararını umar, işlediği suçların cezasına aldırmaz. Dünyanın geçici nimetine doğru koşar, (ahiretin) baki kalan nimetlerini cahilliğinden terkeder. Ölümden korkar, ama fırsatı yitirmesinden ürkmez. Başkasının az suçunu çok bulur, oysa kendisinde ondan fazlasını az sayar; başkaları için az bulduğu kulluğu kendisi söz konusu olunca fazla görür; kendi suçundan az suç işleyenin akıbetinden korkar, fakat kendisi onun yaptığından daha az olan bir amele ümit bağlar. İnsanları yerip durur, kendisineyse dalkavuklukta bulunur. Afiyet bulup, gönlü razı olduğunda halkın emanetini verir, öfkelenip belaya uğradığında halkın emanetine hıyanet eder. Afiyet ve selamete kavuşunca tövbe ettiğini sanır, bela ve sıkıntıya düşünce cezaya uğradığını zanneder. Orucu erteler, uyumak için acele eder; geceyi namaz ve ibadetle geçirmez, gündüzü oruç tutmaz. Gece uykusuzluğuna katlanmadan sabah olmasını, açlık çekmeden de akşamın gelmesini bekler.

Kendisinden aşağıda olandan Allah'a sığınır, ama kendisinden üstün olandan Allah'a sığınmaz. Halk için kendisini zahmete atar, ama Rabbi için kendisini zahmete düşürmez. Zenginlerle uykuya dalmak, onun için yoksullarla rüku etmekten (Allah'ı anmaktan) daha sevimli olur. Azlıktan sinirlenir, öfkelenir; fakat çoklukta isyan eder. Kendi yararı için başkalarına zarar verir ve kendi zararına olduğunda başkalarının yararını istemez. (Herkesin) kendisine itaat etmesini  ve emrinden çıkılmamasını sever. Almak ister, vermek istemez. Başkalarını doğru yola sevketmekle uğraşır, kendisi ise azgınlaşır.

Allah'a isyanda halktan korkar, halk hakkında Allah'tan korkmaz. Nimetlerinden dolayı Allah'a hamd etmez, nimetinin fazlalaşmasından dolayı O'na şükretmez; iyiliği emredip kötülükten alıkoymaz. Ömrü şüphede geçer. Hastalandığında ihlasla amel edip tövbe eder, iyileştiğindeyse taş yürekli, katı kalpli olup günaha döner. Daima kendi aleyhine çalışır, lehine çalışmaz. Amellerinin ona ne getireceğini ve onu nereye çekip götüreceğini ve ne zamana kadar böyle süreceğini bilmez. Allah'ım, bizi kendinden korkan kullarından eyle. Ey nasihat isteyen, söylediklerimi belle, tut ve koru, istersen geri dön git.

MUTTAKİLERİn VASIFLArInI açIklayan sözlerİ

Onlar dünyada fazilet ehlidirler. Sözleri gerçektir. Orta halli giyinirler. Mütevazı bir şekilde yürürler. İtaatle Allah'a karşı huzu ve huşuda bulunurlar. Allah'ın onlara haram ettiği şeylerden gözlerini yumarlar. Kulaklarını yalnızca (onlara fayda verecek) bilgiye çevirirler. Nimete eren gönüller nasıl rahatlayıp huzur içinde oluyorsa, onların gönlü de ilahî kaza ve kadere razı olduklarından sıkıntı ve bela anında öylece rahat ve huzur içinde olur. Allah, kullarının   ecellerini takdir etmeyip ölüm vakitlerini belirlemiş olmasaydı, ruhları sevaba olan iştiyak ve azap korkusundan dolayı göz açıp kapatıncaya kadar dahi bedenlerinde duramazdı.

Gözlerinde, Yaratan uludur ve O'ndan başkası ise küçüktür. Cennete karşı, sanki cenneti gözleriyle görüyor ve nimetlerinden yararlanıyorlarmış gibidirler. Cehenneme karşı ise sanki onu gözleriyle görüyor ve orada azaba uğruyorlarmış gibidirler. Kalpleri mahzundur, kimseye zararları dokunmaz. Beklentileri azdır, bedenleri zayıftır, nefisleri pek iffetlidir, İslam'a çokça yardım ederler. Çabucak geçip giden günlerde sabrederler, ardından Kerim olan Rabb'in onlar için hazırlayıp kolaylaştırdığı uzun ve kârlı rahatlığa ulaşırlar. Dünya onları diler, onlarsa dünyayı dilemezler. Dünya onların peşine takılır, fakat onlar onu âciz bırakırlar.

Gece oldu mu, ayağa kalkıp saflar kurarlar; ibadete koyulurlar; Kur'an ayetlerini (harfleri sayılacak kadar) ağır bir şekilde ve anlamını düşünerek okurlar, bununla hüzünlenip dertlerinin dermanını (şifasını) Kur'an'da bulurlar. Hüzünleri, günahlarına ve gönül yaralarına ağlamalarını şiddetlendirir. Kur'an'dan teşvike (mükâfata) dair bir ayet okuyunca onu elde etmek ümidiyle onun üzerinde dururlar; gönülleri şevkten dolup taşar, sanki Allah'ın Vaat ettiği mükâfat gözlerinin önüne serilmiştir. Korkutucu bir ayete vardıklarında da can kulağıyla onu dinlerler, sanki cehennem alevlerinin (yücelirken) çıkardığı ses ve gürültü kulaklarının dibindedir ve onu işitmektedirler. (Korkudan) iki kat bükülmüşler; alınlarını, ellerini, dizlerini, ayak parmaklarını yere sererek secdeye kapanmışlardır; yüce Allah'tan azap zincirlerine vurulmaktan kurtulmayı dilerler.

Gündüzlerine gelince, hekim, bilgin, salih ve muttakidirler. (Allah) korkusu onların bedenlerini yontulmuş ok gibi inceltmiştir, zayıflatmıştır; onları gören hasta sanır (oysaki hastalıkları yoktur). Onlara bakan akıllarını yitirdiklerini zanneder; oysaki onları, büyük bir iş meşgul etmektedir. Allah-u Teâla'nın kudret ve azametini, ölümü, kıyametin ahvalini, dehşetini hatırladıklarında kalplerine korku düşer, akılları başlarından gider. Korku onları kapladığında, Allah için, temiz işlere koşarlar. Az ibadete razı olmazlar, çok amellerini gözlerinde büyütmezler. Sürekli kendilerini suçlu bilir ve amellerinden kaygılanırlar. Onlardan birisini övseler söylenen sözden korkar ve der ki: Ben kendimi başkalarından daha iyi tanırım, Rabbim ise beni benden daha iyi tanır. Allah'ım! Söyledikleri sözler yüzünden beni suçlama; onların zanlarından daha üstün kıl beni; onların bilmedikleri suçlarımı affet, çünkü sen gizlileri bilensin.

Muttakilerin her birinin özelliklerinden bazıları da şunlardır: Sen onu; dinde güçlü, yumuşaklıkta korkulu (ihtiyatlı), imanda şüphesiz, ilme haris, ılımlılıkta zeki, infakta şefkatli, dinde derin düşünceli, hilimde ilimli, zenginlikte orta halli, ibadette huşulu, yoklukta süslü, çetin zamanlarda direnişli, çilekeşlere karşı şefkatli, yerinde bağışta bulunan, kazançta yumuşak, helal rızk peşine giden, hidayette neşeli, tamahtan kurtulmuş, istikamette (doğru yolda) iyi iş yapan, şehvet karşısında kendisini koruyan, cahillerin onu medhetmesinden mağrur olmayan, kendi amelini muhasebe etmeyi terketmeyen, kendisini suçlu bilen, güzel ve temiz işlere koyulan, fakat Allah'tan korkup duran biri olarak görürsün.

Akşamları kaygısı şükürdür. Sabahları ise kaygısı zikirdir. Geceyi korkulu geçirir. Gündüzü neşeli başlatır. Korkusu sakındırıldığı gaflete düşme endişesinden dolayıdır. Neşesi ise, elde ettiği fazilet ve rahmetten dolayıdır. Eğer nefsi azıp sevmediği şeylerde kendisine teslim olmazsa, isteklerini ondan esirgeyerek onu cezalandırır.

Sevinci korktuğu şeyden kurtulmaktadır. Asıl sevinci ise, ebedi nimetlere kavuşmaktır. Yok olup bitecek şeylere meyilsizdir. Hilmi ilimle, ilmi de amelle birliktedir. Tembellik ve bitkinlikten uzaktır. Sürekli şen ve neşelidir, arzuları çabuk erişilebilecek şeylerdir; yoldan kayması azdır. Alçak gönüllüdür. Nefsi, elde ettiğini yeterli bulur (hırsa düşmez). Cehaleti gizlidir; işi kolaydır; dini korunmuştur; şehveti ölmüştür; öfkesini yutmuştur. Ahlakı tertemizdir; kendisine söylenilen sırları dostlarına açmaz; düşmanların şahitliğini gizlemez. (Düşmanları lehinde olsa bile hakka tanıklık yapmaktan çekinmez). Göstermelik bir iş yapmaz. Utançtan dolayı (hayırlı) bir işi terketmez. Ondan hayır umulur; şerrindense emin olunur. Gafillerin içinde olsa da zikredenlerden olur.

Kendisine zulmedeni bağışlar. Kendisinden esirgeyene esirgemez. Kendisiyle ilişkiyi kesenle ilişki kurar; hilim ondan uzaklaşmaz; onu bezeyen ahlâkı ve ameli elde etmekten aciz kalmaz. Kötü söz, (çirkin hareket) ondan uzaktır; sözü yumuşaktır; hilesi yoktur; iyi işleri çoktur; işi güzeldir; hayrı sürekli insanlara ulaşır ama şerri olmaz. Sarsıntılı durumlarda metindir ve hoş olmayan işlerde sabreder; bollukta ve refahta şükreder. Öfkelendiği kimseye zulmetmez. Sevdiği kimse için günah işlemez; haksızlıkla bir şeyi iddia etmez; üzerinde olan başkasının hakkını inkâr etmez. Şahit getirilmeden önce gerçeği itiraf eder; kendisine emanet olarak verileni zayi etmez; başkalarını yerici lakaplarla çağırmaz. Ne zulmeder, ne zulmetmek ister. Komşusuna zarar vermez; birisinin bir belaya, musibete düşmesinden dolayı sevinmez. Doğru işe koşar; emaneti sahibine verir; çirkin işlere ilgisizdir.

Marufu emreder, münkerden sakındırır. Dünya işlerine bilgisi olmadan girmez. Haktan ayrılmaz; susarsa, susması onu kaygıya düşürmez; gülerse sesini yükseltmez. Elinde olan miktara kanaat eder; öfke onu yenemez; heva ve heves onu aldatamaz; cimrilik ona galip gelmez; halkın malına göz dikmez; ilim öğrenmek için halka karışır; salim kalmak için susar; anlamak için sorar. Hayır sözü dinlemesi, öğrenip başkalarını aciz bırakmak için olmadığı gibi, güzel söz konuşması da diğerleri karşısında kibirlenmek için değildir. Ona zulüm edilirse Allah-u Teâla intikam alıncaya kadar sabreder.

Nefsi, onun elinden sürekli rahatsızdır; fakat insanlar ondan hayır umarlar. Nefsini ahireti için yorar; insanları nefsinden rahata ulaştırır, emin kılar. Birinden uzaklaşması, (kötü harekete) buğzetmesi, öfkelenmesi, nefsini korumasındandır. Birine yaklaşması, yumuşaklıktan, rahmetten (ve esenlikten)dir. Uzaklaşması kibirden, ululuktan olmaz; yaklaşması ise hileden ve tatlı dille aldatmak için değildir. Kendinden önceki hayır ehline uyar ve sonradan gelen iyi iş yapacaklara önder olur. [21]

İMAN ve küfrün temellerİnİ
ve KISIMLARINI açIkladIğI HUTBESİ [22]

Hiç kuşkusuz, işleri Allah başlattı; onlardan istediğini kendisi için seçti, sevdiğini kendisine mahsus kıldı. İmanı beğendi, onu kendi isminden[23] türeterek sevdiği kuluna bağışladı. Sonra susamışlarının kolay bir şekilde yararlanabilmeleri için imanın ne olduğunu açıkladı. Kanunlarını kolaylaştırdı. Uzaklaşmak isteyenlere karşı, temelini güçlü ve muhkem kıldı. Onu, taşıyanlar için üstünlük vesilesi, içine girenler için güven yeri kıldı. Uyanlara kılavuz, süslenmek isteyenlere ziynet, inananlara din, sığınanlara sığınak, sarılanlara ip, hükümlerini söyleyenlere delil, anlayanlara şeref, onu konuşanlara hikmet, onunla nurlanmak isteyenlere ışık, tartışmaya kalkışanlara hüccet, istidlalde bulunanlara zafer, belleyip de tutanlara ilim, rivayet edenlere hadis, yargıda bulunanlara hüküm, muhaddislere hilim, düşünüp tedbir alanlara akıl, düşünenlere anlayış, akledenlere yakin, bir işe başlamak isteyenlere basiret, doğru yolun alametini arayanlara nişane, öğüt almak isteyenlere ibret, iman edenlere kurtuluş, salih insanlar için Allah'la dostluk vesilesi, gözetleyenler için Allah’a yakınlık vesilesi, tevekkül edenler için güvence, işlerini Allah'a bırakanlara ve O'nun rızasına razı olanlara huzur, iyilere renk, yarışanlara hayır, sabredenlere kalkan, muttakilere elbise, doğru yolu bulanlara temizlik, Müslümanlara emniyet, doğrulara ise esenlik kıldı.

İman hakkın temelidir. Bu temelin yolu ise hidayettir, sıfatı iyiliktir, iftiharı olgunluktur. İman aydın bir yoldur; ışık veren bir meş’ale ve çerağlara nurdur. İman (sahibi) amaçta yüce ve yarışta birincidir. İman meydanında yarış atları hazırdır; ödül, imrenilecek değerdedir; yarışma vesileleri eskiden beri mevcuttur; atları, asil attır. Meş’alesi iyi amellerdir; lambaları iffettir;  bu yarışın bitiş noktası ölümdür; hazırlık yeri dünyadır; koşuya girenlerin toplantı yeri kıyamettir; kazananların ödülü cennettir; geriye kalanların cezası cehennemdir; malzemesi takvadır; yarışanlar, iyi iş yapanlardır.

İmanla temiz işler anlaşılır; temiz işlerle din ilmi yaşar; din ilmiyle ölümden korkulur; ölümle dünya son bulur ve dünya ahiretin karşısında yer almıştır.[24] Kıyamette cennet yaklaştırılır; cennet, cehennem ehline hasret; cehennem  ise muttakilere öğüttür; takva ihsan kabilindendir.[25] Takva öyle bir hedeftir ki, peşinde gidenler helak olmaz; onunla amel eden pişmanlık duymaz. Çünkü mutluluğa erenler takvayla ermişlerdir. Hüsrana uğrayanlar ise günah işleyerek ziyan görmüşlerdir. Akıllı kimseler günahtan sakınmalı ve takva ehli öğüt almalıdır.

İman, dört sütun üzerine kuruludur: Sabır, yakin, adalet ve cihat.

Sabır dört şeye dayalıdır: Özlem, korku züht ve gözetleme. Cenneti özleyen, şehvetlerden vazgeçer. Cehennemden korkan, haramlardan çekinir. Dünyada zahit olan kişiye, (dünya) musibetleri kolay gelir. Ölümü gözetleyen hayır işlere koşar.

Yakin dört şeye dayalıdır: Basiret, hikmeti yorumlamak ve inceliklerine dikkat etmek, geçmişlerden öğüt almak ve geçmişlerin sünnetini bilmek. Basiret sahibi gözü açık olur ve hikmetin inceliklerini tanıyıp yorumlayabilir. Hikmeti te'vil edebilen ibret alınacak şeyi tanır. İbret alınacak şeyi tanıyan ise sünnetullahı (toplumda geçerli olan ilahi kanunları) bilir. Sünneti bilen kimse de sanki geçmiş kavimlerle yaşamış gibi olur.

Adalet dört temele dayanmaktadır: Derin anlayış, ilmi derinlik, açık hükümle karara varmak, olgunlukta sabit olmak. Anlayış sahibi olan bütün ilimleri tefsir eder (onların derinliğine dalar); hükmü tanıyan ondan sapmaz; hilimli (olgun) olansa yaptığı işte aşırıya gitmez ve insanlar arasında övgüyle yaşar.

cihat da dört ilkeye dayalıdır: Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker,[26] zorluk anlarında doğru olmak, fasık kimselere karşı düşmanlık beslemek. Marufu (iyiliği) emreden kişi Müminlere güç verir. Münkerden alıkoyan kâfirlerin burunlarını yere sürer; zorluk anlarında kendisine düşen vazifeyi yapmış olur; fasıklara karşı düşmanlık besleyen Allah için öfkelenir. Her kim Allah için öfkelenirse Allah da onun öfkesi için öfkelenir. İşte bunlar imanın hakikati, erkânı ve kısımlarıdır.

Küfür de dört temel üzere kuruludur: Fasıklık, haddi aşmak, şek ve şüphe.[27] Fasıklık dört kısımdır: Kabalık ve vefasızlık, kalp körlüğü, gaflet, kibirlenip haddi aşmak. Vefasız kaba insan, Mümini küçümseyip tahkir eder, din bilginlerini kızdırır, ahdi bozmaya ısrar eder. Kalp gözü kör olan, zikri (Allah'ı ve Resulünü hatırlamayı) unutur, ahlakı kötü olur, Allah'a karşı isyan eder, şeytan ona musallat olur. Gafil olan, kendisi hakkında cinayet işler, gerisin geriye döner, sapıklığını hidayet sanır; dilekler onu aldatır; iş işten geçtiğinde, perde gözünün önünden kaldırıldığında, sanmadığı şey (azap) Allah tarafından ona aşikâr kılındığında hasret ve pişmanlığa düşer. Kibirlenip Allah'ın emrinden çıkan, şüpheye düşer. Allah-u Teâla şüpheye düşeni günah işleyip Rabbinin verdiği mühlete aldandığı için kendi kudreti ile zelil eder; aynı zamanda kendi azameti ile onu küçültür.

Haddi aşmak da dört kısımdır: Derine dalmak,[28] hak üzerinde çekişip durmak, doğru yoldan sapmak, tefrika oluşturmak. (Kendi düşünce yeteneğinin kaldıramayacağı meselelerde) derine dalan gerçeğe ulaşamaz; onun bu çabası  hayret ile sapıklık girdabında boğulmaktan başka bir şeye yaramaz; bir fitneden kurtulmadan bir başkasına tutulur ve daima şaşkınlık içinde karışık fikirlere dalar. Münakaşa ve mücadele yapan kimselerin arasına tefrika girer ve sürekli inat etmelerinden dolayı işleri yok olup gider. Kim doğru yoldan saparsa iyi şey ona kötü görünür; kötülükse güzelleşir ve sapıklık sarhoşluğuna tutulur. Ayrıcalık ve nifak peşinde olan kimse ise, hayatında çıkmazlarla karşılaşır, işleri zorlaşır, kurtuluş yolu da daraldıkça daralır. Her kim Müminlerin yolundan başka bir yola tabi olursa, din kopar.

Şek de dört kısımdır: Tereddüt, korkmak, kararsızlık ve (olayların akışına) teslim olmak.[29] Allah'ın hangi nimetleri hakkında şüpheciler şüphe ediyor? Kim karşılaşacağı tehlikelerden korkarsa geri adım atar; kim dininde tereddüt ederse, sürekli yerinde sayar; öncüler onu geride bırakır, geride kalanlar da ona yetişir. Böyle birisi şeytanların tırnakları altında çiğnenip gider. Dünya ve ahiret tehlikelerine teslim olan (bir çözüm yolu düşünmeyen), her iki dünyada da helak olur. Bundan ise ancak yakin ışığıyla kurtulmak mümkün olur.

Şüphe de dört şeye dayalıdır: Süslenmekten hoşlanmak, nefsin aldatması, eğrileri yorumlamak ve hakla batılı karıştırmak. Süslenmekten hoşlanmak, insanı delilden vazgeçirir. Nefsin aldatması, şehvetlere dalmaya sebep olur. Eğri hareket etmek çok sapmaya sebep olur. Hakla batılı karıştırmak, üst üste yığılan karanlıklardır. İşte küfrün erkânları ve bölümleri bunlardır.

Nifak da dört temel üzere kurulmuştur: Heva ve hevese tabi olmak, din hususunda gevşeklik göstermek, öfke ve tamah.

Heva ve hevese tabi olmak da dört şey üzere kuruludur: Zulüm, tecavüz, şehvet, isyan. Zulmedenin zarar ve felaketi çok olur; yalnız kalır, onun aleyhine birleşilir. Tecavüz edenin akıbeti güvende olmaz ve kalbi salim kalmaz. Kendisini şehvetten kurtaramayan hasret girdabına dalar ve onda yüzüp kalır. İsyan edense bilerek, özürsüz ve delilsiz yolundan sapar.

Din hususunda gevşeklik etmek de dört kısımdır: Korku, aldanmak, oyalanmak ve arzu. Korku insanı haktan alıkor. Dünyaya aldanmak, ahirete önem vermemeye sebep olur. Oyalanmaksa insanı körlük uçurumuna düşürür. Eğer arzu olmasaydı, insan kendi bulunduğu durumunun hesabını (gözden geçirip) bilirdi. Ve eğer kişi kendi bulunduğu durumunu bilseydi vahşet ve korkudan hemen ölürdü.

Öfkeye gelince; o da dört kısımdır: Kibirlenmek, övünmek, gururlanmak ve bağnazlık (taassup). Kibirlenen, (ilerleyeceğine) geriler. Övünen günah işler. Gurura kapılan yanlış işlerde ısrar eder. Mutaassıp olan zulmeder. Gerileme, fısk ve günaha ısrar eden ne kötü bir haldedir.

Tamah da dört kısımdır: Sevinç, gurur, inatçılık ve tekebbür. (Dünya güzelliklerine) sevinmek, Allah katında sevilmeyecek bir şeydir. Gururlu olmak, bencilliktir. İnatçılık, günaha sürüklediği kimse için bir beladır. Tekebbür; oyun, eğlenmek, meşguliyyet ve iyiyi kötüyle değiştirmektir. İşte bunlar nifakın erkân ve kısımlarıdır.

Allah kullarına karşı kahirdir; güçlüdür; bereketi boldur; hikmeti açık; delili üstün, koyduğu din halis, sözü haktır; ihsanı (azabından) öncedir; yaratıklardan seçkindir; ölçüleri adalettir; mesajları iletilmiş; bekçileri hazırdır. Sonra Allah, kötülükleri günah, günahı fitne, fitneyi de pislik karar kılmıştır. İyiliği ganimet, (kulundan) razı olmayı tövbe vesilesi, tövbeyi de temizleyici kılmıştır. Tövbe eden hidayet bulur; fitneye düşense Allah'a yönelip günahını itiraf ederek Allah'ın vaadlerini tasdik etmedikçe sapık kalır. Allah'ın azabına müstahak olan ise helak olur.

Allah'ın indinde olan bağışlar yani tövbe, rahmet, müjde ve büyük hilim, ne kadar fazla, geniş ve boldur! Ve onun cezası, ateşi, izzeti, kudreti, amansız ve şiddetli yakalaması da ne kadar korkutucudur. Allah'ın itaatine muvaffak olan, O'nun yüceliğini seçmiştir; daima günah işleyense onun şiddetli azabını tadacaktır. İşte son ev orasıdır.

KUMEYL B. ZİYAD’A ÖĞÜTLERİ [30]

Ey Kumeyl, bu gönüller birer kaptır; en iyi kap içindekini en iyi koruyan ve zarfiyeti geniş olandır. Benim şu sözümü asla unutma. İnsanlar üç kısımdır: Rabbâni âlim, kurtuluş yolu üzere (kurtuluş yolunu bulmak için) ilim taleb eden kişiler ve geri kalan (üçüncü grup ise), her sesin peşine takılan, her esintiye kapılıp giden ahmak ve düşük kimselerdir. Onlar ne yollarını bulmaları için ilim ışığıyla aydınlanmışlardır, ne de kendilerini kurtarabilecekleri güvenilir bir desteğe dayanmışlardır.

Ey Kumeyl, ilim maldan hayırlıdır; ilim seni korur, malı ise sen korursun. Mal, vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır. İlim hâkimdir, mal mahkum. (İlimle mal hakkında karar verilir).

Ey Kumeyl, âlime sevgi beslemek, uyulması gereken ve mükâfatı gerektiren bir esastır. İnsan hayatta ilimle (Allah'a) itâat mertebesini kazanır; ölümünden sonra da bıraktığı iyi eserleriyle. Oysa ki malın menfaati,  malın yok olmasıyla elden çıkar. Malları hazinelerde biriktirenler, hayatta iken bile ölüdürler (gerçek hayattan mahrumdurlar); âlimler ise, âlem var oldukça bâkidirler. Cisimleri kaybolup gitse de eserleri yüreklerde  mevcuttur.

Sonra göğüslerine işaretle şöyle devam ettiler: Burada çok derin ve geniş bir bilgi vardır; fakat bunu taşıyabilecek ehil kimseleri bulamıyorum. Bulduklarım ise, ya sözü çabuk alan, ama güvenilmeyen, dini dünya isteğine âlet eden, Allah'ın delil ve burhanlarıyla Allah'ın dostlarına karşı üstünlük dâvâsına girişen, Allah'ın nimetleriyle O'na isyana kalkışan kimselerdir. Veya hakkı taşıyanlara boyun eğen, fakat hakkın inceliklerine basireti olmayan, kendine yönelen ilk şüpheyle tereddüte düşerek kalbinde şek yerleşen kimsedir. Oysa ne bu, (ilim öğrenmeye layıktır) ne de o. Ya da dünya lezzetine sarılan, şehvete uymaya yatkın olan veya mal, mülk toplamaya düşkün olan şahıslardır ki bunlardan hiç biri dini koruyabilecek, basiret ve yakin sahibi kişiler değillerdir; bunlar daha çok otlayan hayvanlara benzemektedirler.

Böylece ilim, ilim ehlinin ölümüyle ölüp gider. Fakat yeryüzü, Allah için delil ve hüccetiyle kaim (ayakta) bulunan birisinden boş (mahrum) kalmaz; ama ya meydanda olur, bilinir; yahut Allah'ın apaçık delillerinin bâtıl olmaması ve kitabını rivayet edecek (halka açıklayacak) kimselerin yok olmaması için korkar, gizlenir.

Nerededir onlar? Sayıları azdır onların, ama değerleri pek büyüktür. Allah, onlar gibi başka birilerine teslim edinceye, onların benzerlerinin gönüllerine yerleştirinceye dek delillerini onlarla korur.

İlim, onları iman gerçeklerine vardırmış, yakin ruhunu yakından idrâk etmişlerdir. Dünyaperest insanların zor ve ağır gördüğü şeyleri kolay karşılarlar; cahillerin kaçındıkları, hor gördükleri şeyler hoş görünür onlara; ruhları melekut alemine bağlı olan bedenlerle dünyada yaşarlar.

Ey Kumeyl, işte onlardır Allah'ın yaratıkları arasındaki eminleri (güvenilir kulları), yeryüzündeki halifeleri ve beldelerindeki ışıkları. Bunlardır, (halkı) Allah’ın dinine çağıranlar. Ah, ne de özlerim onları görmeyi! Allah'tan kendim ve senin için mağfiret diliyorum.

KUMEYL B. ZİYAD'A KISA TAVSİYElerİ

Ey Kumeyl, her gün Allah'ın ismini zikret; "La havle ve la kuvvete illa billah" (Bütün güç ve kuvvetler ancak Allah’tandır) de ve Allah'a tevekkül et (sığın). Bizi hatırla; ismimizi anarak bize salavât getir ve bunu kendin ve korunmasına önem verdiğin şeyler için tekrarla;  o günün şerrinden amânda olursun, inşâallah.

Ey Kumeyl, Yüce Allah, Resulullah salla’llahu aleyhi ve alih’e edep öğretti; Resulullah salla’llahu aleyhi ve alih de bana. Ben de Müminleri terbiye edenim ve bu edepleri erdemli insanlara mirâs olarak bırakanım.

Ey Kumeyl, her ilmi açan benim; bütün sırları sona vardıran da Kaim (Hz.  Mehdi) aleyhi’sselâm'dır.

Ey Kumeyl, (Resulullah salla’llahu aleyhi ve alih’in Ehl-i Beyt’i) hep birbirinden olan (ve aynı kökten türeyen) bir soydur. Allah duyan ve bilendir.[31]

Ey Kumeyl, ilim ve âdâbı yalnızca  bizden  alırsan, işte o zaman bizden sayılırsın.

Ey Kumeyl, yapacağın her harekette marifete (bilgi ve şuura) muhtaçsın.

Ey Kumeyl, yemek yediğinde Allah'ın ismiyle başla ki, O’nun ismiyle hiç bir hastalık zarar veremez ve bütün dertlere de şifadır. Ey Kumeyl, yemeğini başkalarıyla ye ve cimrilik yapma; sen kimseye rızık veremezsin (her kesin rızkını Allah verir); oysa Allah bunun karşılığında sana bol mükâfat verir. Sofra başında hoş davran; sofra arkadaşını sevindir ve hizmetçini suçlama. Ey Kumeyl, yemek yerken (sofrada oturmanı) uzun sürdür ki arkadaşın da doysun, başkaları da rızkını alsın. Ey Kumeyl, yemekten sonra, verdiği rızk karşısında Allah'a hamd et, sesli bir şekilde şükret ki, başkaları da sana uysun; o zaman daha çok sevap alırsın.

Ey Kumeyl, midenin tümünü yemekle doldurma, su ve havâya da yer bırak; henüz iştahlıyken el çek ki, yemeğin lezzetini alasın. Vücudun sağlığı, az yiyip, az içmededir.

Ey Kumeyl, ancak zekât veren, Müminlere kardeşçe davranan ve akrabalarıyla iyi ilişkisi olan kimselerin malında bereket olur. Ey Kumeyl, Mümin akrabalarına, diğer Müminlerden daha çok pay ayır; onlara daha çok rauf ve şefkatli davran ve yoksullara sadaka ver.

Ya  Kumeyl, sana el açan kimseyi, eli boş çevirme, sadece bir üzüm veya hurma tanesi verebilecek durumda olsan bile. Muhakkak sadaka,  Allah katında büyür.

Ey Kumeyl, Müminin süsü, alçak gönüllülükdür; güzelliği iffetdir; şerefi, dini araştırıp anlamaktır; izzeti, boş konuşmaları ve dedikoduları terketmektir.

Ey Kumeyl, halkın her sınıfında bir grup diğerinden daha üstün olur; sakın düşük seviyeli olanlarıyla tartışma; bana yönelik yakışmaz bir söz söyleseler bile tahammül et ve Allah'ın: "...Cahiller onlara söz söyleyince, selam olsun, diye cevap verirler."[32] diye vasıflandırdığı kimselerden ol.

Ey Kumeyl, bütün hallerde hakkı söyle. Takvalı insanlarla dost ol; fâsıkları terket; münafıklardan uzak dur ve hâin insanlarla arkadaş olma.

Ey Kumeyl, ilişki kurmak veya alışveriş yapmak için zalimlerin kapısını çalma. Sakın onlara tâzim etme. Toplantılarında Allah'ın gazabına uğramana vesile olacak şekilde  hazır bulunma. Eğer mecburiyet gereği yanlarında bulunursan, sürekli  Allah'ı  zikret; O'na tevekkül eyle ve şerlerinden Allah'a sığın; başını aşağı sal; kalbinle yaptıklarını inkâr et; Allah'ı onların duyacağı kadar sesli bir şekilde tâzim et. Böylece, Allah da seni teyid eder ve onların şerrinden korur.

Ey Kumeyl, Allah'a ve O'nun dostlarının velayetine ikrardan sonra kulların en iyi itaati, iffetli, tahammüllü ve sabırlı olmalarıdır.

Ey Kumeyl, maddî sıkıntını açığa vurma; izzet-i nefsini koruyarak onu gizli tut ve Allah için sabret.

Ey Kumeyl,  kardeşine  sırrını  açmanın  mahzuru yoktur; fakat kardeşin kimdir (biliyor musun)? Seni zorluklarda  yalnız  bırakmayan,  boynuna  diyet yahut kan  parası  geldiğinde  kendini kenara çekmeyen, (muhtaç olduğunda) ağız açmadan ihtiyacını gideren, seni, durumunu izhar etmeye mecbur edecek derecede kendi haline bırakmayan (sürekli durumundan haber alan) kimsedir. Eğer kardeşin, seni hak yoldan ayırmak istiyorsa, ıslahına çalış.

Ey Kumeyl, Mümin, Müminin aynasıdır; ihtiyacını giderir ve durumunu güzelleştirir. Ey Kumeyl, Müminler kardeştirler, kardeş hiç bir şeyi kardeşine tercih etmez.

Ey Kumeyl, kardeşini sevmiyorsan, kardeşi değilsin. (Gerçek) Mümin, bizim söylediğimizi söyleyendir; bizim sözümüze hilaf eden, bizden geri kalır; bizden geri kalan, bize varamaz; bizimle olmayan cehennem ateşinin en alt tabakasında yer alır.

Ey Kumeyl, sinesinde derdi olan, balgam çıkarır (yüreğinde sırrı olan diline döker). O halde birisi sana bizden (sır olarak) bir şey söyler ve senden kimseye açmamanı isterse, sakın onu açığa vurma. Aksini yaparsan, tövben kabul olmaz; öyle olunca da, son durağın cehennem ateşi olur.

Ey Kumeyl, Resulullah salla’llahu aleyhi ve alih’in Ehl-i Beyt'inin sırrını başkalarına açmak, tahammül edilecek şey değildir; açan kimsenin tövbesi kabul olmaz; sana söylediklerimi yakin ehli Müminden başkasına açma.

Ey Kumeyl, her zorlukla karşılaştığında: "La havle ve la kuvvete illa billah" (Bütün güç ve kuvvetler ancak Allah'tandır) dersen, zorlukta (sana) yeter. Her nimete ulaştığında: "Elhamdulillah" de, rızkın daha da artar. Rızkın gecikirse, Allah'tan mağfiret dile ki bolluğa çıkasın.

Ey Kumeyl, bizim velayetimizle mal ve evladını Şeytan'ın ortaklığından kurtar.

Ey Kumeyl, (iman vardır, gönüllerde) yerleşmiştir; (iman da vardır, gönüllere) eğreti konar. Sakın (imanı) eğreti olanlardan olma. (İmanı) yerleşmişlerden olmak istersen, buna ancak, seni saptırmayacak ve yoldan çıkarmayacak ana caddeden (Ehl-i Beyt'in velayetinden) ayrılmadığın takdirde ulaşırsın.

Ey Kumeyl, hiç bir farzın ruhsatı olmadığı gibi, hiç bir sünnetin de şiddeti yoktur. ( Yapılması sıkı tutulmamıştır.)

Ey Kumeyl, (şunu bil ki her zaman) günahların iyiliklerinden, gafletin zikrinden ve Allah'ın sana verdiği nimetler, yaptığın amellerden daha çoktur. Ey Kumeyl, sürekli olarak Allah'ın verdiği nimet ve afiyetten yararlanmaktasın; o halde sen de sürekli O’nun hamd-ü senâsı, tesbih ve takdisi, şükrü ve zikriyle meşgul ol.

Ey Kumeyl, Allah'ın: "... Allah'ı unutmuşlar  da O da, kendilerini unutturmuştur onlara" deyip "İşte onlar fasıkların ta kendileridir."[33] diye fasık olarak nitelediği kimselerden olma sakın.

Ey Kumeyl, (sırf) namaz kılman, oruç tutman ve sadaka vermen önemli değildir; (asıl) önemli olan, namazını (ve  diğer amellerini) temiz bir kalple Allah'ın râzı olduğu bir şekilde ve tam bir huşu içinde yerine getirmendir. Nerede ve neyin üzerinde namaz kıldığına dikkat et; bunları doğru ve helâl yoldan elde etmiş olmazsan, kabul olmayacaktır.

Ey Kumeyl, kalpte olan dile dökülür; kalp de aldığı gıdayla hayat kazanır; kalbine ve bedenine verdiğin yiyeceğe dikkat et; helâl olmazsa Allah, tesbih ve şükrünü kabul etmez.

Ey Kumeyl, şunu bil ve anla ki, biz, halkın emanetini vermemek hususunda kimseye izin vermemişiz; kim böyle bir izni benden nakletmişse, bâtıl ve yalan söylemiştir ve yalanının cezâsı, cehennem ateşidir. Andolsun ki Resulullah salla’llahu aleyhi ve alih vefâtından az önce bana üç kere şöyle buyurdu: "Ya Ebe'l Hasan, emaneti sahibine teslim et, ister iyi adam olsun, ister fâcir; emanet ister büyük olsun, ister küçük, hatta iplik ve iğne bile olsa.

Ey Kumeyl, cihat ancak âdil imâmla câizdir ve ganimet ancak faziletli imâmla helâl olur.

Ey Kumeyl, eğer (Allah tarafından) peygamber gönderilmeseydi, fakat yeryüzünde takvâlı bir Mümin bulunup da (peygamberlerin vazifesini yüklenerek halkı) Allah'a dâvet etseydi, sence bu işinde haklı mıydı, yoksa haksız mı?  Vallahi,  Allah onu bu  işe tayin  edip  ve onu lâyık kılmadıkça  haksızdır.[34]

Ey Kumeyl, din Allah'ındır; onun başına  resul, nebi yahut vâsiden (Allah'ın tayin ettiği halifeden) başka kimsenin geçmesine izin vermez.

Ey Kumeyl, (rehberlik makâmı) sadece, nübüvvet, risâlet  ve imâmetle sınırlıdır; geriye kalan ya tâbi olup  izleyenlerdir,  yahut  da sapık ve bid'at ehli olanlardır.  "Allah ancak  takvalılardan (iyi amellerini)  kabul eder."[35]

Ey Kumeyl, Allah; Kerim, Halim (cezâ vermede acele etmeyen), Azim ve Rahim'dir.   O,   ahlâkını  bize tanıtmış, onlarla sıfatlanmayı ve halkı da aynı yöne sevketmeyi emretmiştir bize. Biz de bu vazifeyi hiç karşı gelmeksizin yerine getirdik, hiç bir nifâk göstermeden icra ettik, yalanlamadan tasdik ettik ve şüphe etmeden kabullendik.

Ey Kumeyl, ne itâat edilmek için dalkavukluk yaparım, ne sözümden çıkmasınlar diye (boş) vaadlerde bulunurum, ne de bana Emir-ül Müminin desinler diye göçebelerin  vereceği yemeğe rağbet ederim.

Ey Kumeyl, (mal, makâm vb.) bir şeyi elde eden, fâni bir dünyayı elde etmiştir. Biz ise, ebedî ve bâki bir âhireti elde ettik.

Ya  Kumeyl, herkes âhirete doğru hareket etmekte; bizim   âhirette  rağbet  ettiğimiz şey, Allah'ın rızası ve  muttakilere  vereceği  cennetin  yüksek dereceleridir.

Ey Kumeyl, yeri cennet olmayan kimseyi, elemli bir azâp ve sürekli bir zilletle müjdele!

Ey Kumeyl, ben her durumda Allah'a, verdiği tevfik ten dolayı hamd ediyorum. Şimdi istersen, kalk (git) artık.

MUHAMMED İBN-İ EBİ BEKR'İ MISIR'A VALİ TAYİN ETTİĞİNDE
KENDİSİNE BUYURDUĞU TAVSİYELERİ

Bu, Allah'ın kulu Emir-ül Müminin Ali'nin, Muhammed ibn-i Ebi Bekr'i Mısır'a vali tayin ettikleri zaman kendilerine verdikleri emirnâmedir.

Ona, Allah'tan çekinmesini, gizlide, açıkta O'na itaat etmesini, O'ndan korkmasını, Müslümanlara yumuşak, facirlere sert davranmasını, zimmilere adaletli olmasını, mazlumun hakkını (zalimden) almasını, zalime karşı şiddet göstermesini, halkın işlediği suçları affetmesini, mümkün olduğu kadar ihsanda, bağışta bulunmasını emrediyor. Allah-u Teâla ihsanda ve iyilikte bulunanlara mükâfat, günahkârlara ise ceza verir.

Yine ona, Mısır halkını itaat ve birliğe davet etmesini emrediyor. Zira, onlar için bunda afiyet ve çok mükâfat vardır ki, onlar bu mükâfatın ne hesabını bilirler, ne de hakikatini idrak ederler.

Yine ona, halka alçak gönüllülük kanadını germesini, oturduğu yerde ve bakışlarında onlara eşit davranmasını, hakta yakınlarını kendisinden uzak olanlarla eşit tutmasını, halkın arasında adaletle hükmetmesini, hükumetini adalet üzere kurmasını, heva ve hevese uymamasını, Allah için olan bir işte, kınayanların kınamasından korkmamasını tavsiye ediyor. Zira Allah, kendisinden çekinen, itaat ve emrini başkalarının emrine (hoşnut olmasına) tercih eden kimselerle beraberdir.

Yazan: (Hz. Ali(a.s)'ın özel katibi) Ebu Rafi oğlu Ubeydullah.

Muhammed İbn-İ Ebİ Bekr'İ Mısır'a valİ olarak
gönderdİkten sonra mısırlılara hİtaben
yazdıkları mektuptan seçmeler

Allah'ın kulu Emir-ül Müminin Ali'den, Muham-med ibn-i Ebi Bekr'e ve Mısır halkına:

Selamun aleykum.

Ey Muhammed, mektubun gelip bana ulaştı, sorduğun soruyu anladım, yapılması gerekli olan ve Müslümanların durumunu düzeltebilecek şeyler için gayret göstermen beni hoşnut etti. Bu işlerin, senin iyi niyetli ve iyi görüşlü olduğundan ileri geldiğini anladım.

Her oturup kalkmada, açıkta ve gizlide Allah'tan çekinmelisin. Halk arasında yargıda bulunduğunda, onlara tevazu kanatlarını ger; onlara iyi muamelede bulun; güler yüzlü ol. Bakışta da, görüşte de tarafları bir tut, fark gözetme ki, büyükler (kudret sahipleri) senin onlardan yana olmanı beklemesinler (kendilerine meylettiğini sanmasınlar); zayıflar da adaletinden meyus olmasınlar. Müddeiden (davacıdan) beyyine (iki âdil şahit) iste; inkar edene ise yemin ettir. Bir kimse kardeşiyle sulh ettiğinde, o sulhu geçerli kıl; yalnız bu sulhla helali haram, haramı da helal etmek isterlerse o hariç; sadık, vefalı, hayâlı, edepli, takvalı fakihleri, facir, yalancı, hilekâr ve düzenbazlara tercih et. İyi iş yapan salih kimseler kardeşin; facir, gaddar, sahtekâr kimseler ise düşmanın olmalıdır. Benim en çok sevdiğim kardeş, Allah'ı herkesten daha çok anan ve O'ndan daha çok korkan kimsedir. Senin de inşaallah bu kimselerden olmanı ümit ederim.

Sorumlu olduğunuz işler ve kendisine doğru ilerlemekte olduğunuz sonuç hususunda size Allah'tan çekinmenizi tavsiye ediyorum. Zira Allah-u Teâla Ku'ran'da buyurmuştur ki: Herkes kendi kazancının rehinidir."[36] Yine buyurmuştur ki: "Allah kendisinden (azabından) sakınmanızı emretmektedir ve herkesin dönüşü de Allah'a doğrudur."[37] Başka bir yerde de: "Andolsun Rabbine ki onların hepsinden yaptığı işleri soracağız."[38] diye buyurmaktadır. Öyleyse Allah'tan çekinin; takvalı olun; çünkü bu sıfat (yani takva) diğer hiçbir özelliğin içermediği hayırları içermektedir ve diğer hiçbir şeyle elde edilmeyen dünya ve ahiret hayırlarını, onunla elde etmek mümkündür. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Çekinenlere, "Rabbiniz ne indirdi size?" denince, "Hayır indirdi" derler. Bu dünyada güzel hareket edenlere güzel bir mükâfat var; ahiret eviyse elbette daha da hayırlıdır ve çekinenlerin evleri, gerçekten de ne güzeldir."[39]

Ey Allah'ın kulları, bilin ki çekinenler, hem gelip geçiveren dünyanın faydalarını elde ettiler; hem de bir zaman sonra gelecek ahiretin faydalarını elde edecekler. Onlar dünya ehlinin dünyalarına ortak oldular; ama, dünya ehli onların ahiretine ortak olamadı. Allah-u Teâla Kur'an'da buyuruyor ki: "De ki: Allah'ın, kulları için meydana getirdiği süslenilecek şeylerle rızık olarak verdiklerinin içinden tertemiz şeyleri, kim haram etmiştir ki? De ki: Bunlar, dünyada inanan kişilerindir, ahiretteyse yanlız onlara aittir..."[40]

Çekinenler, dünyada konakladılar, en güzel bir konaklayışla, dünya nimetlerini yediler en güzel bir yeyişle.

Ey Allah'ın kulları, bilin ki Allah'tan çekinip, Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine saygınızı koruduğunuzda diğer fırkaların namaz, oruç ve sadakaları sizlerden daha çok olmuş olsa bile, sizler, O’na en güzel ibadet, en güzel zikir ve en güzel şükrü etmişsinizdir; sabrın, şükrün, gayret göstermenin en yüce mertebelerine ulaşmışsınızdır; çünkü bu durumda sizler Allah'a daha çok vefalı, dostlarının ve Rasulullah'ın Ehl-i Beyt'inden olan ulü-l emrin hayrını daha çok istiyen kimselersiniz.

Ey Allah'ın kulları, ölümden, onun yaklaşmasından, meşakkatinden sakının; ölüm için azık hazırlayın. Çünkü o büyük bir mesajla gelip çatmada; ya beraberinde hiç bir şerri (kötülüğü) olmayan bir hayır veya hiç bir hayrı olmayan bir şerle ulaşır. Cennete, cennet için iş yapandan daha yakın kim var; cehenneme de cehennem ehlinden daha yakın kim olabilir? Öyleyse, nefsiniz ölüm hususunda sizinle çekişmek (onu aklınızdan çıkarmak) istediğinde, ölümü çok anın. Çünkü ben Peygamber-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve alih'in şöyle buyurduğunu duydum: "Lezzetleri yok eden şeyi (yani ölümü) çok anın." Şunu da bilin ki, ölümden sonraki merhaleler, Allah'ın affedip bağışlamadığı kimse için ölümden daha çetin ve daha şiddetlidir.

Ey Muhammed, bil ki, seni en fazla askerimin bulunduğu beldeye (Mısır'a) vali tayin ettim. Bu ülkede, kendi nefsinden, dininden korkman, günde bir saat bile olsa bu hususta düşünmen gerekir. Halktan birisini  hoşnut etmek için Allah'ı gazaba getirme! Sakın. Çünkü Allah’n rızası her şeyin bedelidir; ama hiçbir şey Allah'ın bedeli olamaz. Zalime karşı şiddetli ol; onun önünü al (yapacağı kötü işi engelle); iyi iş yapanlara karşı yumuşak davran, onları kendine yaklaştır, kendine sırdaş ve kardeş kıl.

Sonra, namazına dikkat et; bak nasıl kılıyorsun; çünkü sen imamsın. Bir imam, halka namaz kıldırır, onların namazında bir noksanlığa sebep olursa onların bütün günahı o imamın üzerine olur; fakat o imamın arkasında namaz kılan kimselerin namazından bir şey eksilmez (onların namazı doğrudur). Bir imam, namazı kâmil bir şekilde kılarsa, arkasında namaz kılan kimselerin sevabı kadar, onların sevabından bir şey eksilmeksizin, sevap alır. Abdestine de dikkat et; zira abdest namazın kâmil olmasına sebep olur. Abdestli olmayan kimsenin namazı batıl olur. Şunu da bil ki, amellerinden her birinin kabul olup olmaması, senin namazına bağlıdır. Namazını yok eden kimse, İslam'ın diğer hükümlerini daha çok yok eder.

Ey Mısır halkı, yaptığınızın söylediğinizi, gizli halinizin açıktaki durumunuzu tasdik etmesi, söylediğinizin yaptığınıza ters düşmemesi için gayret edin. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih: "Ben ümmetim için ne Müminden korkarım, ne müşrikten. Çünkü Mümini Allah, imanı yüzünden kötülükten korur; müşriki de şirki yüzünden rezil ve kahreder. Fakat sizlere diliyle güzel söz söyleyen, hareketiyle çirkin işlerde bulunan ve hiç bir kimseden de korkusu olmayan, tatlı dilli münafıktan korkuyorum." buyurmuştur. Yine Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur: "İyiliklerinden hoşnut olup, kötülüklerinden üzülen kimse gerçekten de Mümindir." Yine buyurmuştur ki: "Şu iki özellik münafık bir kimsede bir araya toplanmaz: Güzel tutumlu olmak, sünneti iyice bilmek."

Ey Ebu Bekr'in oğlu Muhammed, bil ki, en üstün din bilgisi, dinde vera'lı olmak (şüpheli şeylerden sakınmak) ve Allah'ın emrine amel etmektir. Allah-u Teâla bizi ve seni O'na şükretmekte, O'nu anmakta, hakkını eda etmekte, itaatını yerine getirmekte muvaffak kılsın. Şüphesiz, O işitici ve yakındır. Bil ki dünya, bela (imtihan) ve fena, ahiret ise beka ve mükâfat (ceza) yurdudur; mümkün olduğu kadar, baki kalanı, fani olan şeye tercih et, onu süsle. Allah-u Teâla, emrettiği şeylerde kusur etmememiz, alıkoyduğu şeylere yaklaşmamamız için bize gösterdiği şeyleri görmeyi, anlattığı şeyleri anlamayı bize nasip eylesin. Tabii ki sen dünyadaki nasibini elde etmeye mecbursun, fakat ahiret nasibini elde etmeye daha çok muhtaçsın. Öyleyse biri ahiret, diğeri dünya için olan iki işle karşılaştığında ahiret işine öncelik ver. Mümkün olduğu takdirde hayır işe daha fazla ilgi göster; niyetini o işte halis et, güzelleştir. Allah-u Teâla hayır ve hayır ehlini seven kulu, onu yapmaya muvaffak olmasa bile, niyeti miktarınca mükâfatlandırır; o hayır işi yapan kimsenin aldığı sevap kadar sevap alır, inşaallah.

Sonra, Allah'tan sakınmayı (takvalı olmayı) ve sonra da İslam'ın kapsamlı yedi kuralını sana tavsiye ediyorum: Allah'tan kork; Allah için olan bir işte hiçbir kimseden çekinme; çünkü en iyi söz, amelin doğruladığı sözdür. Bir konuda iki çeşit yargıda bulunma; zira iki çeşit yargıda bulunduğun takdirde haktan (doğru yoldan) saparsın. Kendin ve ailen için sevdiğin şeyi, halkın ve milletin için de sev; kendin ve ailen için sevmediğin, beğenmediğin şeyi onlar için de sevme, beğenme. Allah katında mazur görüleceğin bir işe sarıl. Halkın durumunu düzelt, onları düzene sok. Hak yolunda kendini tehlikelere at; Allah için olan bir işte kınayanların kınamasından çekinme; yüzünü haktan çevirme. Bir Müslüman seninle istişare ettiğinde hayrını söyle ve kendini Müslümanların yakında ve uzakta olanı için bir örnek kıl. İyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Sana ulaşan her musibete karşı sabırlı ol; çünkü sabır ve tahammül, işlerin en sağlamıdır. Selam, Allah’ın rahmeti ve bereketi sana olsun.


<< [1]  [2]  [3] >>

 


 



[1]- Yusuf/53.

[2]- Cizye, İslam’ın güvencesinde yaşayan gayr-i müslim kitap ehlinden kişi başına alınan vergidir. Haraç ise gayri müslimlerden ve bazen de müslümanlardan alınan toprak vergisidir.

[3]- Nisâ/59-60.

[4]- Nisâ/83.

[5]- İsrâ/81.

[6]- Bakara/153.

[7]- İsrâ/33

[8]- Saff/3.

[9]- A’raf/204

[10]- Kameri takvimde değişiklik yaparak haccı kendi mevsiminden geciktirmek.

[11]- Hucurat/11.

[12]- Hucurat/12.

[13]- Bakara/158.

[14]- Mâide/2.

[15]- Âl-i İmrân/102

[16]-  Bu sözlerin bir bölümünü merhum Seyyit Razi farklı bir şekilde Nehc-ul Belağa'nın 151. hutbesinde nakletmiştir.

[17]- Haşr/18.

[18]- “Zikr-i Hakim” yani hikmete dayalı kitap (yazı). Burada maksat kulların taktirlerinin yazılıp belirlenmiş olduğu ilahi kitaptır. Bellidir ki, bu ilahi kitaptaki taktirler hikmet ve hak üzeredir. İnsan kendisinde taktirinin değiştirilmesini hakkedecek bir değişiklik oluşturmadığı müddetçe, telaş ve tedbirle bu taktirin kendisi hakkında uygulanmasını önleyemez. Çünkü bu, her şeyin hakkettiği yerde olmasını gerektiren ilahi hikmet ve adaletle çelişir. Ama insan kendi zatında bir değişiklik icat ederek yeni bir konumda yer alırsa o zaman insanın taktiri Allah’ın emriyle değişebilir. Bu hususta birçok ayet ve hadis de mevcuttur.

[19]- Fatır/14.

[20]- Bu sohbet farklı bir şekilde “Birisi Hz. Ali'den öğüt isteyince Hz. Ali aleyhi's-selâm şöyle buyurdu” başlığı altında Nehc-ul Belağa'da da geçer; Nehc-ul Belağa’nın Kısa Sözler Bölümü, 150. söz.

[21]- Bu hutbenin metnini merhum Seyyid Razî farklı bir şekilde Nehc-ül Belağa'nın 191. hutbesinde şöyle nakletmiştir: Emir-ül Müminin Hz. Ali aleyhi’s-selâm'ın ashabından Hemmam adlı birisi Hz. Ali aleyhi’s-selâm'a şöyle dedi: Ey Emir-el Müminin, bana Allah'tan çekinen muttakilarin vasıflarını anlat, hem de öylesine anlat ki onları görür gibi olayım." Hz. Ali, onun bu sözüne fazla önem  vermeyerek; "Ya Hemmam! Allah'tan çekin; iyi amelde bulun, çünkü Allah, çekinenler ve iyilikte bulunanlarla beraberdir." buyurdu. Hemmam bu sözü yeterli bulmadı; daha fazla açıklamada bulunması için Hz. Ali aleyhi’s-selâm'ı yemin ettirdi. Hz. Ali, bunun üzerine Allah'a hamd-u senada  bulunduktan sonra yukarıdaki hutbeyi okudu; Nehc-ül Belağa'nın nakline göre söz hutbenin bu noktasına gelince Hemmam feryad edip düştü ve can verdi. Hz. Ali aleyhi’s-selâm buyurdular ki: "Vallahi ben bundan korkuyordum."

[22]- Bu hutbenin bir bölümü Nehc-ül Belağa'nın 31. numaralı kısa sözler bölümünde ve bir kısmı da 104. hutbede nakledilmiştir.

[23]- Maksat, Allah Teala’nın “Mümin=emniyete ulaştıran” ismidir.

[24]- Nehc-ül Belağa'da: "dünya ile ahiret kazanılır" diye geçmiştir.

[25]- Kafi’de: “imanın esasıdır” diye geçmektedir.

[26]- İyiliği emredip kötülükten sakındırmak.

[27]- Şek herhangi bir konuda bir türlü karar verememek, şüphe ise hakla batılı karıştırmaktır.

[28]- Ruhi istıkrarın kaybolmasına sebep olacak şekilde manevi konularda fikir yürütmek.

[29]- Başka bir rivayete göre “cehalet karşısında teslim olmak.”

[30]- Kumeyl b. Ziyâd en-Nehaî şöyle naklediyor: Emir-ül Müminin Ali aleyhi’s-selâm elimden tutarak beni Kufe'nin kenarında yer alan mezarlığa doğru götürdüler. Şehrin dışarısına varınca bir âh çekerek şu sözleri buyurdular:

[31]- Bu cümle Kur'an'dan iktibastır. Al-i İmran/34.

[32]- Furkan/63

[33]- Haşr/19

[34]- Yani rehberlik  ve  tebliğ  gibi  ilâhî görevleri, ancak Allah'ın tayin ettiği kimseler üstlenebilir.

[35]- Maide/27.

[36]- Müddessir/45.

[37]- Âl-i İmran/28.

[38]- Hicr/92.

[39]- Nahl/30.

[40]- A'raf/32.