Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri
Fahrettin ALTAN
3. Cilt
Adı: |
Ali (a.s). |
Lakapları: |
Emirul-Müminin, Murtaza, Haydar. |
Künyesi: |
Ebul-Hasan, Ebu Turab. |
Ana - Baba: |
Esed kızı Fatıma, Ebu Talib. |
Doğumu: |
Bisetten on yıl önce, Recep ayının 13. günü Kabenin
içinde doğmuştur. |
Hilafeti: |
Hicretin 36'sından
40'ına kadar (takriben 4 yıl dokuz ay). |
İmamet Süresi : |
30 yıl. Bu sürenin dört yıl dokuz ayında hükümet
etmiştir. |
Şahadeti: |
Hicretin 40. yılı Ramazan ayının 19. günü Kufe
Mescidinin mihrabında, en şaki kimsenin (İbn-i Mülcemin)
darbesiyle Ramazanın 21. gecesi 63 yaşında iken şahadete
erişmiştir. |
Mezarı: |
Necef-i Eşrefte. |
Yaşam Dönemi: |
1- Çocukluk dönemi (yaklaşık on yıl). 2- Peygamber-i Ekrem (s.a.a)le geçirdiği dönem
(yaklaşık yirmi üç yıl). 3- Hilafet mesnedinden uzaklaştırıldığı
dönem (yaklaşık yirmi beş yıl). 4- Hilafet dönemi (yaklaşık dört yıl, dokuz ay). |
Çocukları: |
Hz.
Fatımadan; Hasan (a.s), Hüseyin (a.s), Zeyneb (a.s), Ümmü Gülüsüm (a.s)
ve Muhsin adında beş çocuğu olmuştur. Muhsin, melunlar
tarafından anne karnında öldürülmüştür. |
KISACA HZ. ALİ (A.S)IN HAYATI
ALİ (A.S)IN FAZİLETLERİ VE SİRESİ
Hz. Ali (a.s)ın Hz. Peygamber (s.a.a) İle
Kardeşliği
Hz. Ali (a.s)ın Bağış ve
Cömertliği
Hz. Ali (a.s)ın Şecaat ve Yiğitliği
Hz. Ali (a.s)ın Cesaret ve Kudreti
Hz. Ali (a.s)ın Allah Katındaki Şanı
Hz. Ali (a.s)ın Mürüvvet ve Yiğitliği
Hz. Ali (a.s)ın Yiyecek ve Giyeceği
Peygamber (s.a.a)in Hizmetinde Olması
Kusursuzluğu ve Hakkı Savunması
Muaviyenin Yanında Methedilmesi
El ve Yüzünü Kurulamak İçin Özel Havlu
Kullanması
Allahın Rızayetine Tâbi Olması
Hz. Ali (a.s)ın Fesahat ve Belagatı
Hz. Ali (a.s)ın Sabrı ve Tahammülü
Hz. Ali (a.s)ın Cennet ve Cehennemi Bölmesi
HZ. ALİ (A.S)IN SÖZLERİNDEN KIRK HADİS
Dine Ait Bir Şeyi Terk Ederlerse!
1- Hz. Ali (a.s)ın, Kendi Katiline Karşı
Şefkati
3- Yamalı Ayakkabıdan Daha Değersiz
Bir Hükümet
6- Enuvşirevanın Kafatası
Konuşuyor!
8- Hz. Ali (a.s) Adaletten Söz Ediyor
10- Resulullahdan Duymamışsam Dilsiz
Olayım!
11-Hz. Ali (a.s) Ve Betul-Mal
13- Ömer Hz. Aliden Bahsediyor
14- Hz. Alinin Hz. Fatıma'yı
İstemesi
17- Kardeşinin
Kalbi Bizimle Miydi?
21- Neden
Dualarımız Kabul Olmuyor
23- Müminlerin
Ruhlarının Toplandığı Yer
26- Hz. Ali
(a.s)ın Allah Korkusundan Ağlaması
27- Hz. Ali
(a.s) Haris-İ Hemdaninin Yanıbaşında
29- Hizmetçiyi
Kendisine Tercih Etmek
30- Takvasız
Kuran Okuyanın Akıbeti
31- Fakirlerin
Haysiyetini Korumak Ve Onların...
32- Üç Kimseyle
Arkadaşlık Yasak
35-
Hz. Ali (a.s)ın Kabrinin
Bulunma Olayı
HZ. ALİ'NİN (A.S) HAYATIYLA
İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
Bütün hamt ve övgüler alemlerin
Rabbi olan Allaha mahsustur. Salat ve selam peygamberlerin en seçkin ve
güzidesi olan Hz. Muhammed Mustafaya ve Onun tertemiz Ehl-i Beytine olsun.
Tarih boyunca hakla batıl
hep birbiriyle karıştırılmış böylece çeşitli
fırkalara bölünmüşlerdir. Yahudiler 71 fırkaya,
Hıristiyanlar 72 fırkaya, İslam ümmeti ise 73 fırkaya
bölünmüştür. Bu 73 fırkanın her biri kendisini hak bilmektedir.
Acaba gerçekten bunların hepsi hak mıdır? Yoksa bunlardan sadece
bir tanesi mi haktır?
Resulullah (s.a.a)in
buyurduğuna göre bunlardan sadece bir tanesi haktır; geri kalanı
ise doğru değildir. Bunca fırkalar arasında o hak olan
fırkayı nasıl bulmak mümkündür? Bu hak olan fırkayı
Resulullah (s.a.a)in sözlerinde aramak gerekir.
Hz. Peygamberin, Ehl-i Beytini
Nuhun kurtuluş gemisine benzetmesi, Ehl-i Beytle Kurânı ümmete
emanet olarak bırakması, Ehl-i
Beytten öne geçmeyin helak olursunuz; onlardan geri kalmayın yine helak
olursunuz buyurması, Onları Hıtta kapısına
benzetmesi, veya Ali hak iledir, hak da
Ali ile; ben ilmin şehriyim,
Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o kapıdan gelsin; Ali
cennetle cehennemi bölendir; Ali benden sonra benim vasim ve halifemdir;
Ali bana nispetle, Harunun Musaya nispeti gibidir; Ali başımdaki
iki göz gibidir; Alinin hizbi Allahın hizbidir,
düşmanlarının hizbi ise Şeytanın hizbidir; ben kimin
mevlası isem Ali de onun mevlasıdır diye buyurmuş
olduğu sözler, hakkın kimle beraber olduğunu gün
ışığı gibi aydınlığa
çıkarmaktadır. Ama hakla batıl
karıştırılmış olduğundan dolayı bu
parlak güneşin önünü bulutlar sarmıştır. Bundan dolayı
çoğu insanlar hakkı bulmakta oldukça zorlanıyorlar.
Sıffin savaşında
bir adam Hz. Ali (a.s)ın yanına gelerek şöyle dedi: Ya Ali! Bu
iki gruptan hangisi haktır; her iki tarafta da Resulullahın
ashabı vardır; Muaviye vahiy katibidir! Resulullahın sahabesindendir!
Sen de Resulullahın damadı, amcasının oğlu ve Onun
kardeşisin?
Hz. Ali (a.s) onun
cevabında şöyle buyurdular: Hak,
şahsiyetlerle tanınmaz; önce hakkı tanı sonra hak ehlini
tanırsın; batılı tanı sonra batıl ehlini
tanırsın.
Evet hakkı tanımadan
batılı tanımak mümkün değildir; hakeza batılı
tanımadan hakkı tanımak da mümkün değildir.
Şimdi gelelim Hz. Ali
(a.s)ın hilafet meselesine. Bazıları ellerindeki delillerle
hilafetin Hz. Alinin hakkı olduğunu söylerler; bazıları
akıl ve fikirleriyle Ebu Bekirin hakkı olduğunu söylerler;
bazıları da hilafetin Hz. Alinin hakkı olduğunu fakat
maslahatın bu olmadığını söylerler.
Ben bu üç grubun
görüşlerinin delillerine değinmeksizin şöyle bir soru sormak
istiyorum? Acaba üstünlük ne iledir? Üstünlük özet olarak şunlardan
ibarettir diyebiliriz:
İman, Cihat, İlim,
Masumiyet, Cömertlik, Zahitlik, İbadet, Hilim, Sabır, Keramet,
Adalet, Ailevi üstünlük, Peygambere yakınlık, Yiğitlik, Takva,
Şecaat, Fesahat, belagat vs.
Biz bu özelliklere
baktığımızda, Hz. Ali (a.s)ın herkesten önde
geldiğini görmekteyiz. Örneğin; Hiçbir sahabe ilimde onun seviyesi
makamında değildir. Ebu Bekir ve Ömer defalarca; Ali olmasaydı,
biz helak olurduk demişlerdir. Cihat, kahramanlık ve
yiğitliğinde yine kimse onun seviyesine
çıkamamıştır. Peygambere yakınlığı,
Allaha ve resulüne ilk iman getirmesinde de kimse ondan öne geçememiştir.
Üstünlük sayılan diğer özelliklerde de onun ayarında hiçbir
kimse yoktur. Bunlar aklen, mantıken onun hilafete herkesten daha
layık olduğunu gösterir. Üstelik Onun hilafetinin Allah ve resulü
tarafından belirlendiği ve halka bildirildiğine ait de kitap ve
sünnette yüzlerce delil vardır.
Diğerlerini Hz. Aliden öne
geçiren gruplara gelince; onlar araştırmaksızın,
karşı tarafın delillerini görmeksizin, babalarından duydukları
şeylerle yetinmiş, kendilerini araştırma zahmetine
düşürmek istememişlerdir. Eğer hak ve batılın ne
olduğunu tanımış olsalardı, artık
hayranlıktan kurtulup doğru yolu bulmuş olurlardı.
Ehl-i Sünnet alimleriyle
konuştuğumuzda -ki genellikle halifeler hakkında konuşmak
istemiyorlar- bizler de Ehl-i Beyti seviyoruz, hatta sizlerden daha çok
seviyoruz! diye iddia ediyorlar. Karşılaştığım
bir hadiseyi burada nakletmekte yarar görüyorum.
Bir gece Ehl-i Sünnetin büyük alimlerinden
olan bir iki alimle Ehl-i Beyt, sahabe ve onların faziletleri
hakkında konuşuyorduk. Sünni alim dedi ki; biz Ehl-i Beyti sizden
daha çok seviyoruz!!!
Ben de onun bu sözüne
karşılık şöyle dedim: Ehl-i Beyti kuru kuruya ve sadece
dilde sevmek yeterli değildir; sözde ve amelde de onu ispatlamak gerekir.
Şimdi sizden şöyle bir soru soruyorum: Ehl-i Beyti sevdiğinizi
iddia ettiğinize göre acaba Ehl-i Beytin sözlerinden oluşan kaç
kitap sizin kitaplarınız arasında vardır? Lütfen onların
isimlerini söyleyin. Sünni alimi bu sözü duyunca bir kaç dakika sustu, sorumu
yine tekrarladım yine de cevap vermedi. Galiba Ehl-i Beyt hakkında ne
kadar kusur ettiklerinin farkına vardı. Bu arada tarihten bazı
örnekler verdik. Ravilerin de Ehl-i Beyt hakkında kusur ettiklerini,
onların Ehl-i Beyt hakkında ne kadar haksızlık
yaptıklarını delillerle vurguladık. Örneğin; Ehl-i
Sünnetin büyük kaynaklarından olan Sahih-i Buharide, Hz. Peygamberin
yanında 6 ay veya en fazla 1 yıl küsur kalan ve her saatte de
Hazretin yanında bulunmayan Ebu Hureyreden 446 hadis nakledilmiştir.
Ama Hz. Peygamber (s.a.a)in iki torunu olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s)dan
toplam 17 hadis nakledilmiştir; çocukluğundan beri Hz. Peygamberin
yanında bulunan Hz. Ali (a.s)dan ise 170 hadis nakledilmiştir. Bu
Ehl-i Beyt hakkında en büyük zulüm ve haksızlık değil
midir?
Ehl-i Beyti sevmenin ve onlara
sarılmanın manası, onların sözlerine sahip çıkmak, o
sözleri yaymak ve yaşam biçimimizi onlara göre ayarlamaktır. Ehl-i
Beyti seviyorum deyip onların sözlerinden habersiz kalmak, veya
onları okumaktan kaçınmak, Ehl-i Beytten habersiz kalmak ve Ehl-i
Beytten kaçmak demektir.
Biz bu kitapta
olabildiğince az ve öz olarak Onların siyer ve sözlerine
değindik ve onları halkımıza aktarmaya
çalıştık. Umulur ki daha himmetli insanlar çıkıp
onların bütün hal, hareket ve sözlerini halkımıza
anlatırlar inşaallah
Hz. Ali (a.s) gibi büyük bir
şahsiyeti tanıtmak benim gibi kulların haddini
aşmaktadır. Onun şahsiyetini olduğu gibi anlatabilmek pek
kolay olmadığı gibi bizlere mümkün de değildir. Zira Hz.
Peygamber (s.a.a)in kendisi şöyle buyurmuştur: Ya Ali! Seni benden ve beni de senden başkası
tanıyamaz.
Bununla birlikte yine de mümkün
olduğu kadar Onların sözlerinden yararlanalım, onları
halka anlatalım, Allah Tealanın bizlere vermiş olduğu
böyle büyük bir nimetten istifade edelim. Allah Teala cümlemizi, onların
gerçek takipçilerinden kılsın, kıyamet günü bizi onlardan
ayırmasın, onların şefaatini bizlere nasip etsin, bu
çalışmalarımızı en güzel bir şekilde bizlerden
kabul buyursun ve daha nice hizmetler yapmaya bizleri muvaffak eylesin
inşaallah. Amin.
Burada Kerküklü
kardeşimiz Kadı Oğlunun, Hz. Ali (a.s)ın methinde
Diyalog adlı söylemiş olduğu çok güzel şiirini de,
yararlı olacağı ümidiyle şurada naklediyoruz:
Söyledi Kâbede kim dünyaya gözün açtı?
Söyledim ol insan ki mihraptan ruhu uçtu.
Söyledi Ahmed, kimi kendine kardeş etti?
Dedim ol eri ki, Eminnin yerinde yattı.
Söyledi Mustafanın vasiyi kimdir bil-hak?[1]
Söyledim Muhammedin nefsi[2] ve rabbil- felak.[3]
Söyledi güneşi kim döndürdü zeval oldu?[4]
Söyledim Betûl[5] Ona göklerden helal
oldu.
Söyledi kimdir yarın saki-yi ab-ı Kevser?[6]
Söyledim Bedir Günü sahib-i ol Zulfikar.
Söyledi Muhammedin Harunun bildir mene
Söyledim Kurân hükmünü öğreten inse cine.
Dedi men kuntu mevlah [7] hadisin Gadir Günü
Kimin hakkında Ahmed söyledi? Bildir bunu.
Söyledim Cibril indi Ahmede dedi söyle:
Kardeşin Veliyyullahı millete ilan eyle.
Söyledi Fevatimi kim yetirdi mehcere?[8]
Söyledim Harun olan Muhammed Peygambere.[9]
Söyledi Tahaya[10] kim Uhudda oldu
kalkan?
Söyledim O yiğit ki kılıcın övdü Rahman.[11]
Dedi Merhebi[12] kim yıktı
yere Hayber Günü?
Dedim onun kapısın kopartan zafer günü.
Söyledi be kim dedi dünyaya gurri gayri?[13]
Söyledim Belağanı[14] git oku cevap yeri.
Söyledi hangi insan süt verdi katiline?
Söyledim yüzük veren rükuda sailine.[15]
Söyledi toplanır mı tüm bunlar bir insanda?
Söyledim evet dostum, nususu var[16] Kurânda.
Söyledi peki kimdir söyle bu yüce insan?
Söyledim mevlam Ali İmamul- ins-i vel- can.[17]
Hz. Ali (a.s), Resulullah
(s.a.a)in vasisi, halifesi ve on iki imamın ilkidir. Hz. Ali (a.s), Ammul- Filin 30. yılının on
üçüncü günü,[18] bazı rivayetlere
göre Zilhicce ayının yedinci günü[19]
Kabede dünyaya geldi.
Değerli babası, Ebu
Talib, annesi ise Esed kızı Fatımadır. Zeyd ve Haydar da
onun diğer mübarek isimlerindendir.[20]
İki meşhur künyesi de Ebul- Hasan ve Ebu Turabdır.[21]
Hazretin hiç kimsenin ortak olmadığı kendisine has lakabı
ise Emirul- Muminindir; Murtaza, Hadi, Sıddık, Faruk,
Veli, Şahid...de onun yüzlerce lakaplarından sadece bir kaç
tanesidir.[22]
Emirul- Muminin Hz. Ali
(a.s)ın çocukluk dönemi, Resulullah (s.a.a)in çocukluk döneminin
geçtiği evde geçmiştir; o evde büyüyüp
olgunlaşmıştır. Bu büyük şahsiyetlerin her ikisi de
Ebu Talibi bir baba ve yönetici olarak tanıyorlardı; Esed
kızı Fatımaya da anne diyorlardı.[23]
Bu
iki yüce şahsiyet arasındaki köklü ailevi bağlılık,
Resulullah (s.a.a)in Hz. Aliyi iyi eğitmesi ve onu özel
lütuflarından yararlandırması için uygun bir zemin
hazırlamıştı.
Hz. Ali (a.s)ın kendisi o
değerli lütufları şöyle anıyor:
Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına
alırdı;... beni koklardı; lokmayı çiğner,
ağzıma verir yedirirdi... Ben de her an, devenin yavrusu,nasıl
anasının ardından giderse, onun ardından giderdim;o her gün
bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her
yıl Hıra dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben
görürdüm, başkası görmezdi. [24]
On üç yıl böylece geçti,
Resulullah (s.a.a) İnzar ayetinin[25]
nazil olmasıyla kendi akrabalarını İslama davet etmekle
görevlendi. Muhammed bin Cerir-i Taberi, Hz. Ali (a.s)ın şöyle
buyurduğunu naklediyor:
Resulullah (s.a.a) beni
çağırdı ve şöyle buyurdu: Ya Ali! Allah-u Teala, kendi yakınlarımı inzar etmemi
(uyarıp korkutmamı) emretmiştir. Sen bizim için bir yemek yap.
Sonra Abdulmuttalib oğullarını, onlarla konuşmam için bir
araya topla da iletmekle görevli olduğum şeyi onlara ileteyim.
Ben de Resulullahın emri
üzere onları bir araya topladım, Resulullah (s.a.a) onlara hitaben
şöyle buyurdular: Allah-u Teala,
sizi Ona davet etmekle beni görevlendirmiştir. Sizlerden hanginiz,
aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olmak istiyor? Orada
bulunanların hepsi sustular. Onların hepsinden yaşta küçük
olmama rağmen; Ya Resulellah! Ben senin yardımcın olmak
istiyorum dedim. Resulullah (s.a.a) elini benim boynuma koyarak şöyle
buyurdu: Bu şahıs, benim sizin
aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; sözünü dinleyin ve
emirlerine uyun. [26]
Böylece İslamın
şanlı tarihinde, Emirul- Muminin Hz. Ali (a.s) ilk müslüman olarak
tanınmış oldu. Nitekim Zeyd bin Erkam ve İbn-i
Abbasın tanıklığıyla Hz. Peygamberin aleni
davetinden önce de Hz. Ali müslümandı.[27]
Buna ilaveten Hz. Alinin
hilafet ve vesayeti, Gadir-i Hum
günü diğer müslümanlara da açıkça beyan edildi.
İslamın aşikar
olmasıyla Kureyişlilerin Resulullaha karşı eziyetleri de
başladı, bu baskı ve eziyetler hicret zamanına kadar devam
etti. Tarihin tanıklığıyla bu müddet içerisinde
Resulullahın en büyük yardımcı ve destekçisi, Hz. Alinin
babası Ebu Talib olmuştur. Ebu Talib Kureyşin büyüğü
olmasına rağmen hiçbir zaman Resulullahı Kureyişlilere
teslim etmedi. Oğulları Ali ve Caferi ve kardeşi Hamzayı ona
yardımcı olmaya ve sürekli onun yanında bulunmaya davet etti.[28]
Bisetin onuncu
yılında Ebu Talibin ölümüyle, Kureyşin Müslümanlara olan
baskı ve eziyetleri daha da arttı. Resulullaha küstahlık
yapmaya başladılar ve defalarca onu öldürmek istediler. Nihayet her
kabileden bir kaç genç toplanıp hep birlikte ansızın Hazrete
saldırarak onu kılıçla öldürmeyi
kararlaştırdılar.[29]
Resulullah (s.a.a), İlahi
vahiy ile onların bu komplosundan haberdar oldu ve gece vakti Mekkeyi
terk etmesi emredildi. Bu yüzden Hz. Aliyi çağırarak o gece (Leyletul- Mebit) kendi yerinde yatmasını
ondan istedi. Hz. Ali de canı gönülden kabul edip onun yerinde yattı.[30]
Kureyş gençleri sabaha
doğru yalın kılıçla Resulullahın evine
saldırdılar. Ama içeriye girdiklerinde Hz. Aliyi, Peygamber
(s.a.a)in yatağında gördüler. Bu esnada çok sinirli olduklarından
dolayı Hz. Aliyi Mescidul- Harama
çekip kısa bir tutuklamadan sonra serbest bıraktılar.[31]
Allah-u Teala bu eşsiz
fedakarlığı takdir ederek şu ayeti nazil etti:
İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allahın
rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını
satar.[32]
Bu ayet birçok Şia ve Ehl-i
Sünnet müfessirlerinin görüşüne göre Hz. Ali (a.s)ın
fedakarlığı ve makamı hakkında nazil olmuştur.[33]
Resulullah (s.a.a)in Medineye hicretinin peşice, Hz.
Ali (a.s) da o şehre gitti. Hicretin ikinci yılında Hz. Fatimetüz-
Zehra ile evlendi.[34]
Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s) dünyaya geldi.[35]
Medinede İslami
bir toplumun oluşmasıyla İslamla küfür arasında çok önemli
savaşlar oldu. O önemli savaşlardan ilki Bedir savaşı idi. Bu savaş hicretin on sekizinci
ayında vuku buldu.[36]
Ondan sonra da Uhud, Handek, Hayber,
Tebuk vb. savaşlar baş gösterdi.
Tarih kitaplarının
yazdığına göre, Emirul- Muminin Hz. Ali (a.s), Tebuk savaşı hariç bu
savaşların hepsinde İslam ordusunun sancaktarı idi.[37]
Hz. Ali (a.s) Bedir
savaşında düşman ordusundan yirmi bir kişiyi öldürdü.[38]
Öldürdükleri kişiler arasında Muaviyenin dedesi Utbe,
dayısı Velid ve kardeşi Hanzele de vardı.[39]
Uhud savaşında ise (örnek
olarak diyoruz) Kureyşin meşhur savaşçılarından dokuz
kişiyi yere serdi. Bu savaşta bedeninden yetmiş yara alarak son
ana kadar Hz. Peygamberi savundu. Oysa İslam ordusundan bir kaç kişi
hariç diğerleri firar edip dağa sığındılar.
Cebrail (a.s), Hz. Alinin bu fedakarlığını görünce bir kaç
defa: Zulfikardan başka
kılıç, Aliden başka da yiğit yoktur.dedi.[40]
Handek gazvesinde,
Arapların ünlü kahramanı Amr bin Abduvedi ağır bir
darbeyle yere serdi. Bu çok değerli zaferle, düşman ordusunun kalbine
büyük bir korku saldı. Resulullah (s.a.a) o darbeyi şöyle
değerlendirdi:
Alinin Handek günündeki darbesi, ümmetimin kıyamete dek bütün
amellerinden daha üstündür. [41]
Hayber savaşında, bayrağı ilk önce Ebu
Bekir, sonra da Ömer eline alıp meydana çıktı; ama bir zafer
elde etmeksizin geri döndüler. Resulullah (s.a.a) çareyi, bayrağı Hz.
Aliye vermekte gördü. Bu yüzden şöyle buyurdu:
Yarın bayrağı öyle bir kişiye vereceğim ki, o
Allahı ve Resulünü seviyor; Allah ve Resulü de onu seviyorlar.
Sad bin Ebi Vakkas şöyle
diyor:
Biz o kişinin kim
olduğunu görmemiz için ayağa kalktık. Bu esnada Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurdu: Aliyi benim
yanıma çağırın. Hz. Ali gözleri
ağrıdığı halde Peygamber (s.a.a)in yanına geldi.
Hz. Peygamber, ağzının mübarek suyunu onun gözlerine sürerek
bayrağı onun eline verdi. Allah-u Teala Hayberi, onun eliyle fethetti.[42]
* * *
Nihayet Hz. Ali (a.s)ın
hayatının en kritik anları olan hicretin 10. Yılı
Zilhicce ayının 18. günü yetişti. O gün Hz. Peygamber (s.a.a),
yüz bin kişiyi aşan büyük bir toplulukla Haccet-ul Veda yolculuğundan dönüyordu. Gadir-i Huma vardıklarında şu Tebliğ ayeti
nazil oldu:
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu
görevini) yapmayacak olursan, Onun elçiliğini tebliğ etmemiş
olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir
olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.[43]
Bu kader belirleyici ayetin
nazil olmasıyla 120 bin kişiden oluşan kervanın
durdurulması emredildi. Onların hepsi, Resulullah (s.a.a)in
çevresinde toplandılar. Resulullah (s.a.a) namaz kıldıktan sonra
fasih bir hutbe okudu. Sonra Hz. Alinin elinden tutup kaldırarak
şöyle buyurdu:
...Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.
Allahım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol. [44]
Müslümanlar grup grup Hz. Aliyi
kutlamak ve ona biat etmek için yanına müşerref oluyorlardı.
Ömer de İmam (a.s)ın yanına gelerek şöyle dedi:
Ey Ebu Talib oğlu Ali! Ne
mutlu sana! Sen benim ve her müminin mevlası oldun.
Daha sonra Allah-u Teala
İkmal ayetini indirdi:
Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslamı seçip-beğendim.[45]
* * *
Gadir olayından
yaklaşık yetmiş gün bir zaman geçtikten sonra Resulullah (s.a.a)
vefat etti. Emirul- Muminin Ali (a.s), Hz. Peygamberin kefen ve defin
işleriyle meşgul oldu. Ama diğer bir grup, bu fırsattan
yararlanarak kendi aralarından halife seçmek için Beni Sakife denilen bir
yerde toplandılar. Kargaşa ve tartışmalardan sonra Ebu
Bekiri halife olarak seçtiler. Halk grup grup ona biat etmeye
başladı. Hz. Ali ve yaranlarından bazıları Ebu Bekire
biat etmekten kaçındılar. Ebu Bekir Ömere; Ali ve
yaranlarının peşice git onlardan biat al; biat etmezlerse
onlarla savaş diye emretti.
Ömer de kendisiyle ateş getirip[46]
biat için evden çıkmadıkları takdirde evi yakacağına
dair yemin etti![47] Öyle de oldu... Hz.
Alinin, evinin kapısını yakarak biat etmesi için zorla evinden
dışarı çıkardılar; hamile olan eşi Hz.
Fatıma (a.s)ı da kapıyla duvar arasında
sıkıştırıp Muhsin ismindeki çocuğunu daha dünyaya
gelmeden öldürdüler.[48]
Emirul-
Muminin Ali (a.s) o gön İslam ve Müslümanların maslahatını
korumak için kıyam etmedi. Ama Hz. Fatımanın
yardımıyla, aldanan Müslümanlara hakkı tebliğ etmeye
başladı ve onların İlahi görevlerini bir kez daha
hatırlattı. Ama artık iş işten geçmişti. Hz. Ali
(a.s) yapa yalnız kalmıştı, tek yardımcısı
olan aziz eşi Fatıma (a.s)ı da kaybetmişti. Bunca
musibetler, Resulullahın vefatından 75 veya 90 gün geçmeksizin vuku
bulmuştu.
* * *
Hilafet 25 yıl boyunca üç
kişinin (Ebu Bekir, Ömer, Osman) eline geçti. İmam (a.s) bu müddet
içerisinde hükümetten uzak olduğu halde ümmeti hidayet etmekle meşgul
oldu, halifelerin yanlış hareketlerini onlara hatırlattı,
ülkenin iç ve dış dini sorunlarını cevaplandırdı,
Kuranı bir araya toplamaya ve mahrumları özellikle Beni
Haşimi himaye etmeye koyuldu. Bir cümlede diyecek olursak; dini korumak
için gece-gündüz çaba sarf etti.[49]
Hz. Alinin imamet
yıldızı, üç halife döneminde de öyle parladı ki, Ebu Bekir
yaptığından pişmanlık duydu.[50]
Ömer ve Osman; Eğer Ali olmasaydı helak olurduk diyerek onun ilahî
makamını itiraf ettiler.[51]
Osmanın hilafeti
döneminde, hilafet tezgahında zulüm ve fesadın artması,
halkın incinmesi ve rahatsızlığına yol açtı; öyle
ki, bu yüzden Hicri 35de Osmanın evini muhasaraya alıp onu
öldürdüler. Sonra Hz. Alinin kapısına gelerek, onun hükümeti kabul
etmesini ısrarla istediler. Hz. Ali (a.s) hilafete gelme olayını
şöyle anlatıyor:
...Derken, halkın benim etrafıma, sırtlanın
boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey
olmadı; her yandan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler; öyle
ki, kalabalıktan Hasanla Hüseyin, ayaklar altında kalacaktı
neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme
toplandılar, bu kargaşada elbisem bile yırtılmıştı...
Ama şunu da bilin ki, andolsun tohumu yarana, bu topluluk biat
için toplanmasaydı, Allahın, zalimin doyup zulmetmemesi, mazlumun aç
kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahd-ü peyman
olmasaydı hilafet devesinin yularını sırtına
atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kasesiyle suvarır giderdim. Siz
de anlamışsınızdır ki, şu dünyanızın
değeri, bir dişi keçinin aksırığındaki burnunun
sümüğünden de değersizdir bence. [52]
Emir-ul Muminin Hz. Ali (a.s),
halkın isteğini kabul ederek zahiri hilafet makamını
üstlendi; halk da ona biat etti. Sonra valilerini şehirlere gönderdi, Zübeyr
ve Talha da şehirlere gönderilecek olan valilerdendi, ama memur
oldukları yere gönderilmeden makamlarını kaybettiler. Çünkü
onlar, Hz. Ali (a.s)ın elinden valilik makamı hükmünü
aldıklarında; Bu sıla-i rahimden dolayı Allah sana mükafat
versindediler. İmam (a.s) bu sözden rahatsız olup; Müslümanların önderliğinin
sıla-i rahimle ne ilişkisi vardır diyerek valilik hükmünü
onlardan geri aldı.[53]
Talha ve Zübeyr artık
kendileri için bir yer ve makam görmeyince, Allahın evini (Kabeyi)
ziyaret etmek bahanesiyle Aişenin oturduğu Mekke şehrine gidip Aişeyi, Osmanın
kanını Hz. Aliden almaya tahrik ettiler.
Onlar bu iş için Basrayı seçtiler, kendileriyle
birlikte büyük bir topluluğu da oraya çektiler. Hz. Ali (a.s) muhaliflerin
hareketinden haberdar olunca, yaranlarından dört yüz kişiyle birlikte
o şehre gidip savaş çıkmasını önlemek için çok çaba
sarf etti. Ama onlar Hz. Alinin sözünü kabul etmeyerek Hicretin 36.
yılının Cemadil- Evvel ayında Cemel savaşını başlattılar. Nakisinlerin (biatlerini bozanların)
bu savaşı, Cemel savaşı
olarak adlandı. Çünkü Aişenin tahtırevanı bir devenin
üzerinde idi.[54] Onun taraftarları,
onun etrafını sarmışlardı. Nihayet Aişenin
devesi yere düşürülerek ordusu dağılıp Aişe
mağlup oldu. Hz. Ali (a.s)ın emriyle, Aişe Medineye gönderildi. Ama İmam (a.s)ın kendisi Medineye gitmedi. Hicretin 36.
yılının Recep ayında Kufe
şehrine döndü.[55]
Bu savaştan sonra, Hicri
37de vaki olan Sıffin
savaşına hazırlandı. Bu savaşı Kasitin (zalim)lerin baş
elemanı olan Muaviye başlattı. Muaviye ikinci halife
zamanından itibaren Şam
hükümetinin valisi idi. Hz. Ali (a.s)ın zahiri hükümeti döneminde onunla
biat etmekten kaçındı ve kendi adına halktan biat aldı. O,
Osmanı mazlum halife tanıtarak kendisini onun kanının
sahibi olarak göstermeye çalıştı. İmam (a.s) hakkında
öyle bir tebligat yaptı ki, Sıffinde
Şamlı bir genç, Hz. Alinin namaz
kılmadığını söylemişti.[56]
Velhasıl, Hz. Ali (a.s),
Muaviyenin ordusuna karşı koymak için Kufeden ayrıldı. Fırat
nehri, Kerbela, Sabat, Enbar ve Rıkka şehirlerinden geçerek Şam topraklarından olan Sıffine ayak bastı, orada
savaş ateşi tutuştu ve bu savaş dört ay sürdü. Bu
savaşta Hz. Ali (a.s)ın ordusu Muaviyenin ordusuna galip geldi;
öyle ki, Muaviye atını alıp kaçmak istedi. Amr bin As ona;
Nereye? diye sordu. Muaviye; Durumun nasıl olduğunu görüyorsun,
şimdi düşüncen nedir? dedi. Amr bin As cevaben şöyle dedi: Bir
yoldan başka kurtuluş yoktur; o da şudur ki, Kuranları
kaldırıp onları Kurana davet etmelisin. Muaviyenin ordusu
Kuranları kaldırıp; Sizi Allahın kitabına davet
ediyoruz dediler. Emirul- Muminin Ali (a.s);
Bu bir hiledir, bir aldatmadır, onlar Kuran ehli değillerdir,[57] natık Kuran
benim. [58]
buyurdular.
Bununla birlikte Amr bin
Asın hilesi, Hz. Alinin ordusundan bazıları arasında
etkili oldu. Onlar Emirul- Muminin Ali (a.s)ı hakemiyeti kabullenmeye
mecbur ettiler. Hz. Ali tarafından (bir grup ashabın tahmiliyle) Ebu
Musa Eşari, Muaviye tarafından ise Amr bin As savaşın
kaderini belirlemek için tayin edildiler. O ikisi birbiriyle istişare
ettikten sonra Hz. Ali ve Muaviyeyi kendi makamlarından
uzaklaştıracaklarını kararlaştırdılar.
İlk önce Ebu Musayı minbere çıkardılar, o cehaletle Hz.
Aliyi makamından azletti. Sonra Amr bin As minbere çıkıp
aldıkları kararın aksine şöyle dedi: Ben bu yüzüğü
parmağıma taktığım gibi Muaviyeyi kendi yerinde baki
bırakıyorum. Amr bin Asın hilesi ile halkın içerisinde
tekrar kargaşa ve ihtilaf çıktı; bu iki şahıs Kuran
hükmüyle hakemlik yapmadılar diyerek kavga edip dağıldılar.
Hakemiyeti Hz. Ali (a.s)a
tahmil eden grup, bu planlarının suya düştüğünü görünce
tekrar İmama karşı muhalefet etmeye kalkıştılar;
Hz. Aliye; Allahın emrine dönmemiz için neden kılıçla bizi doğrultmadın?!
diye itiraz etmeğe başladılar; La hükme illa lillah (Hüküm
verme ancak Allaha aittir) diyerek slogan attılar.[59]
Hz. Ali (a.s) onların bu sözünü duyunca şöyle buyurdu: Hak bir sözdür; ama onunla batıl
kastediliyor. [60]
Kendilerine Havariç veya Marikin (dinden çıkanlar) denilen bu grup, Kufeden çıkıp Kufenin yakınında yer alan Harvra denilen bir köyde
toplandılar. Onlar Hz. Alinin emirlerine karşı
çıktılar. İmam (a.s)ın dostu ve memuru olan Abdullah bin
Habbab ve onunla birlikte olanları katlettiler. Nihayet hicretin 39.
yılında, alevi hükümeti karşısında Nehrevan savaşının
ateşi körüklendi. Bu savaşta on kişi hariç onların hepsi
kılıçtan geçirildi. Ama İmam (a.s)ın ordusundan sadece bir
kaç kişi şehit düştü.[61]
Bu fitneden sonra, Havariçden üç kişi Mekkede toplanıp
Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı sinsi
müzakerelerden sonra, Hz. Ali, Muaviye ve Amr bin Ası öldürmeyi
kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Hz.
Aliyi öldürmeyi üstlendi; bu uyumsuz komployu uygulamak için Kufeye doğru hareket etti. Ramazan
ayının 19. Gününün şafak vakti zehirli kılıcıyla
Hz. Ali (a.s)ın kafasına ağır bir darbe indirdi.[62]
İmam Zeynul- Abidin (a.s)ın buyurduğuna göre o darbe,
İmam (a.s) secdegahta iken onun mübarek başına indirildi.[63]
Emirul Muminin Ali (a.s), o
melunun darbesinin isabetinden sonra şöyle buyurdu: Fuztu ve Rabbil Kabe! (Kabenin
Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim!)[64]
İmam Ali (a.s) iki gün
kendi evinde yattıktan sonra, hicretin 40. yılı Ramazan
ayının yirmi birinde şahadete erişti.[65]
Hz. Ali (a.s)dan birçok konularda,
çok değerli hikmetli sözler nakledilmiştir. Nehcul- Belağa
kitabı o sözlerden sadece bir bölümüdür. Nehcul- Belağa kitabı üç bölümden ibarettir: Hutbeler,
Mektuplar ve Hikmetler (Kısa sözler). Bu kitap edebiyat
kitaplarının en seçkinlerindendir.
Nehcul- Belağaya 210dan fazla şerh ve açıklamalar
yazılmış ve bugünün çeşitli dillerine tercüme
edilmiştir.
Hz. Fatıma (a.s)dan
beş çocuğu olmuştur; isimleri şunlardır: Hasan (a.s),
Hüseyin (a.s), Zeyneb (a.s), Ümmü Gülüsüm (a.s) ve Muhsin. Muhsin, melunlar
tarafından anne karnında öldürülmüştür.
Ümmül- Beninden de Kerbelada şehit düşen dört
çocuğu olmuştur. Adları şunlardır: Abbas (a.s), Cafer,
Osman ve Abdullah.
Havle-i Hanefiyyeden de
Muhammed-i Hanefiyye dünyaya gelip değerli babasının yaranlarından
sayılmaktadır.
Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurmuştur:
Ali
bendendir; ben de Alidenim. [66]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
Ali bana nispet, bedenimdeki başım gibidir. [67]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlar ki:
Ali insanların en üstünüdür; bunu kabul etmeyen kafirdir. [68]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlar ki:
Ali, yaratıkların en iyisidir. [69]
Zeyd Aliden, Ali Hüseyinden,
Hüseyin de Ali bin Ebu Talibden, Resulullahın bir kılı tutarak
şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
Kim senden olan bir kılı incitirse (senin kılına
dahi dokunursa) beni incitmiştir, beni inciten Allahı
incitmiştir; Onu incitene Allahın laneti olsun. [70]
Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur:
Eğer ormanlar kalem, deniz mürekkep, cinler hesap eden, insanlar
katip olurlarsa, Ali bin Ebi Talibin faziletlerini sayamazlar. [71]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki:
Allah-u Teala, kardeşim Aliye sayılmayacak kadar çok
faziletler vermiştir. Kim onun faziletlerinden birini, ona ikrar
ettiği halde zikrederse, Allah-u Teala onun geçmişte ve son zamanda
işlediği günahlarını affeder. Kim onun faziletlerinden
birini yazarsa, melekler sürekli olarak o yazıdan bir eser kaldıkça
ona mağfiret dilerler. Kim onun faziletlerinden birini dinlerse, Allah
Teala, onun işitmek yoluyla işlediği günahlarını
bağışlar. Kim onun faziletlerinden olan bir yazıya bakarsa,
Allah Teala, onun bakmak yoluyla işlediği günahlarını
affeder. [72]
Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur:
Müminin amel defterinin başlığı, Ali bin Ebi
Talibin sevgisidir. [73]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuş ki:
Alinin sevgisi imandır; buğzu ise küfürdür. [74]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlar ki:
Kim Aliyi severse beni sevmiştir; kim Aliye buğz ederse
bana buğz etmiştir.
[75]
Resulullah (s.a.a) yine buyurmuştur ki:
Ya Ali! Halk arasındaki misalin, Kurândaki Kulhu vellahu ehed
(İhlas) suresine benzer; kim onu bir defa okursa, adeta Kurânın
üçte birini okumuştur; kim onu iki defa okursa, adeta Kurânın üçte
ikisini okumuştur; kim onu üç defa okursa, adeta Kurânnın hepsini
okumuştur. Ya Ali, sen de böylesin! Kim seni kalbiyle severse, imanın
üçte birini elde etmiştir; kim kalbi ve diliyle seni severse imanın
üçte ikisini elde etmiştir; kim seni kalbi, dili ve eliyle severse
imanın hepsini elde etmiştir. Beni hak olarak peygamber gönderen
Allaha andolsun ki, eğer yeryüzünün ehli, gök ehli gibi seni sevmiş
olsaydı, Allah onlardan bir kişiyi bile ateşle azap etmezdi. [76]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuş ki:
Ya Ali! Müminden başkası seni sevmez; münafıktan
başkası da sana buğz etmez. [77]
Enes bin Malik şöyle diyor:
Hz. Peygamberin yanında
kebap olmuş bir kuş vardı; onu yemeden önce şöyle dua etti:
Allahım, senin yanında en
sevimli olan kulunu bana gönder de bu kuşu benimle yesin. Derken Ali
bin Ebi Talib geldi; onu Peygamberle beraber yediler. [78]
Bu hadis Hadis-i Tayr olarak meşhurdur. Şia ve Ehl-i Sünnet alimlerinin
çoğu onu rivayet etmişlerdir. Bazı şairler bu hadisle
ilgili şiirler de söylemişlerdir...[79]
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
Ali bin Ebi Talibin velayeti benim kalemdir; kim kaleme girerse
azabımdan kurtulur. [80]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki:
Miraç gecesi beni göğe götürdüklerinde Peygamberleri
topladılar, ben de onlarla beraber oturdum. Bir melek gelerek bana
şöyle dedi : Allah-u Teala buyuruyor ki; Bu peygamberlerden ne üzere
gönderildiklerini sor. Ne üzere gönderildiniz?diye sorduğumda; Senin
velayetin ve Ali bin Ebi Talibin velayeti üzere gönderildik dediler. [81]
Sad bin Ebi Vakkas şöyle
diyor:
Resulullah (s.a.a), Tebuk gazvesinde Hz. Aliyi (Medinede) kendi yerine halife tayin
etti. Bunun üzerine Hz. Ali; Ya
Resulellah, beni kadın ve çocuklar arasında mı halife ettin?
dediğinde, Hz. Peygamber şöyle buyurdular: Acaba bana olan nispetinin Harunun Musaya olan nipbeti gibi
olmasına razı olmuyor musun? Şu farkla ki, benden sonra
peygamber yoktur. [82]
Bu hadis Menzilet hadisi olarak meşhurdur. Bu hadis en sahih ve sabit
hadislerdendir. Hz. Alinin imameti için en büyük delillerdendir.
Resulullah (s.a.a) buyurdular
ki:
Her peygamberin vasi ve varisi vardır; benim vasi ve varisim ise
Ebu Talib oğlu Alidir. [83]
İnzar ayeti Resulullah
(s.a.a)e nazil olduğunda Hazret akrabalarını yemeğe davet
etti. Yemeklerini yedikten sonra ayağa kalkarak şöyle buyurdular:
Ey Abdulmuttalip oğulları! Allah Teala, beni bütün halka
genel olarak ve size de özel olarak peygamber göndermiş ve bana yakın akrabalarını korkut
emrini vermiştir. Ben de sizi dile hafif gelen ama terazide ağır
olan iki söze davet ediyorum. Eğer onları kabul ederseniz Arap ve
gayri Araba hakim olursunuz ve bütün ümmetler sizin emriniz altında
olurlar; onlarla cennete girer ve onlarla cehennem ateşinden
kurtulursunuz. O iki söz; Allahtan gayri bir mabudun
olmadığına ve benim de onun elçisi olduğuna şehadet getirmektir.
Her kim bu konuda (herkesten önce) benim davetime icabet eder ve bu risaleti
gerçekleştirmemde bana yardımcı olursa benim kardeşim,
vasim, vezirim, varisim ve benden sonra halifem olacaktır.
O mecliste hazır
bulunanlardan, on yaşında olan Hz. Ali (a.s)dan başka hiç kimse
cevap vermedi. Resulullah (s.a.a) bu sözü üç kez tekrarladı. Her üç
defasında da Hz. Aliden başka Onun davetini kabul eden olmadı.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) orada hazır olan cemaata şöyle
buyurdular: Bu (Ali), sizin
aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir. [84]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlar ki:
Ali Kurân iledir; Kurân da Ali iledir. Bunlar Kevser havuzunun
başında bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar. [85]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlar ki:
Allah Teala Aliye rahmet etsin. Allahım, hakkı, o nereye
döndüyse onunla döndür. [86]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlar ki:
Aliden ayrılan benden ayrılmıştır; benden
ayrılan ise Allahtan ayrılmıştır. [87]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlardır ki:
Ali hak iledir; hak da Ali iledir. Bunlar kıyamet günü havuzun
başında yanıma gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar. [88]
Resulullah (s.a.a) bu hususta
şöyle buyurmuştur:
Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır; ilim
isteyen o kapıdan gelmelidir. [89]
Bu hadis mütevatir ve kesin olan
hadislerdendir. Allame-i Emini, El- Gadir kitabında Ehl-i Sünnet
alimlerinden 143 kişinin bu hadisi naklettiklerini
yazmıştır. [90]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki:
Ümmetimin en alimi Alidir. [91]
Emirul- Muminin Hz. Ali de
şöyle buyurmuştur:
Kurânda olan her ayeti Resulullaha okudum, O da onun
manasını (tefsirini) bana öğretti. [92]
Hz. Ali (a.s)dan şöyle
nakledilmiştir:
Gaip sırlarını benden sorun; çünkü ben peygamber ve
elçilerin ilminin varisiyim.
[93]
Ehl-i Sünnet ve Şia
alimleri Hz. Alinin şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
Beni kaybetmeden önce istediğiniz şeyi benden sorun. Allaha
andolsun ki, eğer fetva kürsüsünde oturursam, Tevrat ehli arasında
Tevratın hükmü ile, İncil ehli arasında, İncil ile, Zebur
ehli arasında Zebur ile ve Kurân ehli arasında Kurânla fetva
veririm. Öyle ki eğer Allah Teala o kitapları konuşturmuş
olursa Ali doğru dedi, bizde nazil olan hükme göre fetva verdi derlerdi. [94]
Hz. Ali (a.s)ın sorulara
çok çabuk cevap vermesi herkesi şaşırtıyordu. Bir gün Ömer
şöyle dedi: Ya Ali, beni şaşırtan, bütün ilmi, fıkhi
ve siyasi ilimleri çok iyi bilmen değildir, benim asıl
şaşırdığım şey senin çok çabuk ve beklemeden
cevap vermendir. Hz. Ali (a.s) onun bu sözüne karşılık
şöyle buyurdu: Ey Ömer, bu elimde
kaç parmak vardır? Ömer; Beş parmak vardır dedi.
İmam (a.s); Öyleyse neden bu
sorunun cevabında düşünmedin? Ömer; Bu açıktır,
düşünmeğe gerek yoktur dediğinde, Hz. Ali (a.s); Bütün meseleler de benim yanımda beş
parmak gibi açıktır. buyurdular.[95]
Abdullah bin Ömer şöyle
diyor:
Resulullah (s.a.a), ashabı
arasında kardeşlik akdi okudu, Ali gözlerinden yaşlar
aktığı halde gelerek şöyle dedi: Ya Resulellah, ashabın arasında kardeşlik akdi
yaptın; ama benimle hiç kimse arasında kardeşlik akdi
yapmadın! Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdular: Sen dünya ve ahirette benim
kardeşimsin. [96]
Bu hadis Muahat veya Uhuvvet Hadisi
olarak meşhurdur. Bu manada, Şia ve Ehl-i Sünnet kitaplarında
hadisler oldukça çoktur. Bu çeşit hadisler, Hz. Alinin diğer
sahabelerden çok üstün olduğunu göstermektedir. Çünkü Resulullah (s.a.a),
ahlak ve diğer yönlerden birbirine benzeyenleri, birbirleriyle kardeş
yapıyordu.[97]
Hz. Ali (a.s), Basra valisi olan
Osman bin Huneyfe bir mektup yazarak şöyle buyurdu:
Ben sizin İmamınız olmama rağmen iki eski elbise
ve iki ekmekle yetiniyorum. Eğer istesem en iyi elbiseleri giyip
buğday ve baldan yapılmış en iyi yemekleri yiyebilirim. Ama
nefsim bana galip gelemez. Acaba halkın; O İmam ve halifedir
demesiyle yetinip yoksulların üzüntülerinde ortak olmayayım mı? [98]
Abdullah bin
Abbas şöyle diyor:
Zikarda,
Emirul- Muminin Hz. (a.s)ın yanına vardım, Hazret
ayakkabısını dikiyordu. Bana; Bu ayakkabının değeri kaçtır? diye sordu.
Onun bir değeri yoktur dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular: Allaha andolsun ki, o benim için, bir
hakkı ayakta tutmak veya bir batılı yok etmek hariç size emir
olmamdan daha sevimlidir. [99]
Hz. Ali (a.s)
bazen şöyle buyuruyordu: Bu abaya o
kadar yama diktirmişim ki, artık onu yamayandan utanıyorum.
[100]
Çok ibadet ettiğinden
Zeynul- Abidin lakabı kendisine verilen Ali bin Hüseyin (a.s)a; Senin
ibadetin ceddin Hz. Alinin ibadetine oranla nasıldır? dediklerinde
şöyle buyurdular: Benim ibadetim,
ceddim Hz. Alinin ibadeti yanında, onun ibadetinin Resulullah (s.a.a)in
ibadeti yanında olduğu gibidir. (Yani benim ibadetim nere onun
ibadeti nere!)[101]
Hz. Ali (a.s)ın cariyesi
Ümmü Saide; Hz. Ali Ramazan ayında mı daha çok ibadet ederdi yoksa
başka aylarda mı? diye sorduklarında; Hz. Ali (a.s) her gece
dua ve ibadetle meşguldü, Ramazan ve diğer aylar Onun için
eşitti dedi.[102]
Hz. Ali (a.s) farz namazlara
ilaveten müstahapları da kılıyordu; kesinlikle gece
namazını terk etmezdi; hatta savaş zamanlarında bile ondan
gaflet etmiyordu. Leyletul- Herir
gecesinde sabaha yakın ufuğa bakıyordu, İbn-i Abbas; O
taraftan endişede misin, düşman o yönde mi
saklanmıştır? dediğinde; Hayır, namaz vaktinin ulaşıp
ulaşmadığına bakıyorum buyurdular.[103]
Hz. Ali (a.s) Allaha şöyle
yakarıyordu: Allahım,
cezandan korkarak ve sevabını umarak sana ibadet etmedim; fakat seni
ibadet için layık görüp ibadet ettim. [104]
İmam Sadık (a.s)dan
şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Emirul- Muminin Hz. Ali (a.s) ev için odun topluyordu, su
getiriyordu, evi süpürüyordu; Faıima (a.s) ise el değirmeniyle un
öğütüyordu, hamur yapıyordu ve yemek pişiriyordu. [105]
İmam Hasanül- Askeri (a.s)dan
şöyle nakledilmiştir:
Bir gün bir mümin babayla
oğlu, Hz. Ali (a.s)ın evine geldiler. İmam (a.s) onların
ayağına kalktı, onları ağırladı ve
onları evin baş tarafında oturtup kendisi de onların karşısında
oturdu. Daha sonra yemek getirmelerini emretti, yemek getirildiğinde;
babayla oğul o yemekten doyasıya yediler. Daha sonra
(İmamın hizmetçisi) Kanber, ellerini yıkamaları için bir
leğenle ibrik ve ellerini kurulamaları için de bir havlu getirdi.
Kanber, babanın eline su dökmek için ileri gelince, Hz. Ali (a.s) hemen
ibriği onun elinden alıp kendisi onun eline su dökmek istedi. Ama
adam kendisini yere atarak şöyle dedi: Ya Emirel- Muminin! Allah beni
görüyor, sen elime su dökmek mi istiyorsun!? İmam (a.s); Kalk otur, elini yıka; Allah Teala seni
de ve senden farkı olmayan kardeşini de görüyor... Nihayet adam
yerden kalkıp İmamın onun eline su dökmesine razı oldu.
İmam (a.s); Eğer Kanber eline
su dökseydi, nasıl ellerini rahatça yıkayacaktınsa öylece rahat
bir şekilde ellerini yıka buyurdular. Adam ellerini
yıkadıktan sonra İmam (a.s) ibriği oğlu Muhammed-i
Hanefiyyeye verip şöyle buyurdular: Oğlum!
Eğer bu oğul babası olmadığı bir zamanda
yanıma gelmiş olsaydı mutlaka onun eline su dökerdim. Ama Allah
Teala oğulla baba bir yerde olduklarında onların aynı
seviyede olmasını istememektedir. Baba babanın eline su döktü,
oğul da oğlun eline su döksün. İmam (a.s)ın bu sözü
üzerine Muhammed-i Hanefiyye de oğlun eline su döktü. [106]
İmam Caferus- Sadık
(a.s) babasından şöyle naklediyor:
Hz. Ali (a.s), zimmi
(İslamın sığınağında olan) bir adamla yol
arkadaşı oldu.
Zimmi- Ey Allahın kulu!
Nereye gitmek istiyorsun? dedi.
Hz. Ali - Kufeye buyurdular.
Zimmi adam, Kufe yolunu
bırakıp başka bir yola girince Hz. Ali (a.s) da onunla birlikte
o yola koyuldu.
Zimmi - Sen Kufeye gitmek
istemiyor muydun?
Hz. Ali- Evet.
Zimmi - Öyleyse yolunu terk
ettin.
Hz. Ali- Biliyorum.
Zimmi-
Bunu bildiğin halde, neden yolunu bırakıp da benimle geldin?
Hz. Ali- Arkadaştan ayrılınca onu uğurlamak için onunla
gitmek güzel arkadaşlığın kemalindendir, Peygamberimiz bize
böyle emretmiştir.
Zimmi - Böyle mi
emretmiştir?
Hz. Ali- Evet.
Zimmi - İşte onun bu
güzel amellerinden dolayı halk ona uymuştur. Ben senin dininde
olduğuma dair seni tanık tutuyorum.
Zimmi adam Hz. Ali (a.s)la
birlikte Peygamber (s.a.a)in yanına dönüp Müslüman oldu. [107]
Osmanın ölümünden sonra
Arap bir adam Hz. Ali (a.s)ın yanına gelerek; Benim birçok
hastalığım vardır; nefes darlığı, cahillik
ve fakirlik dedi. Hz. Ali (a.s) da cevaben şöyle buyurdular: Hastalığı tabibe,
cahilliği alime, fakirliği ise zenginin yanına götür. O
adam; Siz hem tabip, hem alim ve hem de zenginsiniz dedi. İmam (a.s)
onun bu sözü üzerine hizmetçilerine şöyle buyurdular: Ona, 1000 dirhem hastalığını iyileştirmesi,
1000 dirhem durumunu düzeltmesi ve 1000 dirhem de cahilliğini gidermesi
için toplam 3000 dirhem verin. [108]
Ebus- Seadat, Fezailul-
İtret kitabında şöyle diyor:
Bir rivayete göre Hz. Ali (a.s)
müşriklerden biriyle savaşıyordu. Bu esnada müşrik; Ey Ebu
Talib oğlu, kılıcını bana bağışla
dedi. Hz. Ali (a.s) kılıcını ona doğru atınca
müşrik; Hayret! Ey Ebu Talibin oğlu, böyle bir anda
kılıcını bana mı veriyorsun? dedi. Hz. Ali (a.s); Ey filani! Sen bana el açtın, el
açanı geri çevirmek cömertlikten değildir buyurunca, kafir olan
adam kendisini toprağa attı ve; Din ehlinin davranışı
işte böyledir diyerek Hz Ali (a.s)ın ayaklarını öpüp
Müslüman oldu.[109]
İmam Seccad (a.s) Yezidin
önünde kendisini tanıtırken Hz. Ali (a.s)ın sıfat ve
faziletlerini sayarak şöyle buyurdular:
Ben öyle bir adamın oğluyum ki, herkesten daha cesaretli ve
yiğit idi; iradede herkesten daha güçlü idi; savaşta bir aslan gibi
düşmanı öldürüyordu; kuru otlarda esen bir kasırga gibi
onları dağıtıyordu. [110]
Allame İbn-i Ebi Cumhur el-
İhsai şöyle naklediyor:
Cabir-i Ensari şöyle
rivayet etmiştir: Basrada (Cemel Savaşında) Hz. Ali (a.s)la
birlikte idim. Yetmiş bin kişi bir kadınla (Aişe ile)
toplanmışlardı, savaştan kaçan her insanın; Ali beni
hezimete uğrattı, yaralanan her şahsın; Ali beni
yaraladı, can veren herkesin; Ali beni öldürdü dediklerini gördüm.
Ordunun sağ kolunda olduğumda Hz. Alinin sesini duyuyordum; sol
kolunda olduğumda yine onun sesini duyuyordum. Talhanın can
verdiği an onun yanından geçerken; Kim bu oku sana attı
dediğimde; Ali bin Ebi Talib attı dedi. Bunu duyunca; Ey
Bilkıys ve İblis hizbi! Ali ok atmamıştır, onun elinde
sadece kılıç vardır dedim. Talha dedi ki: Ey Cabir! Alinin
göğe çıktığını, yere indiğini, doğudan
ve batıdan geldiğini görmüyor musun? Doğu ile batıyı
bir şey yapmıştır, süvariye yetiştiğinde onu
mızrak vs. şeyle dürtüyor; biriyle
karşılaştığında onu öldürüyor, yaralıyor ve
yüzüstü yere seriyor veya; Ey Allahın düşmanı öl dediğin
de o adam ölüyor, ondan hiç kimse kurtulamıyor. [111]
Savaşlardan birinde Hz. Ali
(a.s)ın komutanları İmama: Eğer yenilgiye uğrarsak
sizi nerede bulabiliriz? diye sorduklarında şöyle buyurdular: Beni nerede bıraktıysanız
ben oradayım, oradan başka bir yere ayrılmam. [112]
Hz. Ali (a.s)a; Rakiplerine
nasıl galip geldin? dediklerinde;
Karşılaştığım herkes, bana kendi aleyhine
yardım etti. buyurdular.
Seyyid Rezi; Hz. Ali (a.s) bu
sözüyle, heybetinin karşı tarafın kalbine korku
düşürdüğüne işaret etmiştir.[113]
diyor.
Hz. Ali (a.s) meydanda
dolaşırken soluklar kesilirdi. Ona hamle eden herkes çok çabuk ölümü
tatardı. Süfyani Sevri şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) müslümanların
arasında çelik bir dağ gibiydi; kafir ve münafıklar için ise
kuvvetli bir rakipti. Allah müslümanların izzet ve yüceliğini,
kafirlerin ise zillet ve aşağılığını Onun
eline vermişti.[114]
Enes, Ömer bin Hattaptan
şöyle naklediyor: Hz. Ali (a.s), beşikte iken bir yılanın
ona doğru hareket ettiğini görünce, ellerini kundakta bağlı
olmasına rağmen kundaktan çıkarıp yılanın
boynundan tuttu, yılana bir bakıp parmaklarını ona geçirdi
ve sıkarak onu öldürdü. Annesi onu o halde görünce bağırıp
yardım diledi, bu sese akrabaları toplandı. Sonra annesi Aliye;
Şüphesiz sen bir haydar (aslan)sın dedi.[115]
Hz. Ali (a.s)ın
şecaat ve kolunun gücünü düşmanları bile methetmiştir.
İki parmağıyla Halid bin Velidin boğazını sıkıştırdığı
ve Halid bin Velidin neredeyse ölmek üzere olduğu muşhurdur.[116]
Hz. Ali (a.s) Uhud
savaşında, Beniabduddar kabilesinin savaşçılarını
öldürdükten sonra o kabileden Sevap adlı bir köle Peygamberi öldürmek için
yemin etti. Bu köle çok iri cüsseli ve kuvvetliydi. Müslümanlar korkuya
kapılarak onunla savaşmaktan çekindiler. Ama Hz. Ali (a.s) onun
karşısına çıkarak ona öyle bir darbe vurdu ki, belinden
ikiye böldü; öyle ki üst bölümü yere düştü ve alt bölümü ise ayakları
üstünde kalmıştı. Her iki ordu Hz. Alinin bu vuruşundan
hayretler içerisindeydi ve müslümanlar gülüyorlardı.[117]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki:
Eğer
yer ve gökler terazinin bir kefesine, Alinin imanı da diğer kefesine
bırakılırsa, Alinin imanı daha ağır basar. [118]
Hz. Ali (a.s)ın Kumeyl
Duası adıyla meşhur olan duası, Onun güçlü iman ve
yakinini göstermektedir. Yine Onun korku ve ümit içeren Sabah Duası ve
diğer dua ve yakarışları Onun teveccüh ve ihlasının
göstergesidir. Zarar bin Zamre Muaviyenin yanına geldiğinde Muaviye;
Aliyi bana tarif et dediğinde Zarar İmam (a.s)ın
özelliklerinden bir kısmını Muaviyeye beyan ettikten sonra
şöyle dedi:
Hz. Ali geceleri (ibadet için)
çok az uyuyordu; gece ve gündüzleri çok Kuran okuyordu; canını Allah
yoluna adamıştır; Allahın azameti
karşısında göz yaşı döküyordu; kendisini bizden
saklamazdı; bizden altın dolu keseler toplamazdı;
yakınlarına şefkatli idi; cefakarlara (kendisine zulmedenlere)
sert davranmazdı; gecenin zifiri karanlığında Onu,
kendisini yılan vurmuş bir insan gibi büküldüğünü ve üzüntülü
bir fert gibi Allah korkusundan ağladığını ve
şöyle dediğini görürdün:
Ey
dünya, bana mı cilve yapıyorsun, beni mi kendine meftun etmek
istiyorsun? Heyhat! Benim sana ihtiyacım yoktur; sana üç talak vermişim;
artık sana dönmem mümkün değildir. Sonra şöyle buyuruyordu:
Ah azığın
azlığından, seferin uzunluğundan, yolun zorluğundan!
Muaviye bunları duyunca
kendisini tutamayıp ağlamaya başladı ve; Ey Zarar yeter,
Allaha andolsun ki, Ali öyleydi, Allah ona rahmet etsin dedi.[119]
Uzun bir hadiste Hz. Ali (a.s)
şöyle buyurmuştur: Bugün,
şimdiye kadar hiç kimseye söylemediğim bir sözü söyleyeceğim, o
da şu ki; bir defasında Resulullah (s.a.a)den benim için
mağfiret dilemesini istedim. Mağfiret dileyeceğim buyurdu.
Sonra kalkıp namaz kıldı, elini duaya
kaldırdığında şöyle dediğini duydum:
Allahım, Alinin senin katındaki hakkı hürmetine, Aliyi
bağışla. Ya Resulullah! Bu nasıl duadır
dediğimde, Resulullah (s.a.a); Allah katında senden daha
değerli biri var mıdır ki onun vasıtasıyla Allahtan
şefaat dileyeyim? buyurdular. [120]
İbn-i Şerhaşup Menakıb Kitabında şöyle
naklediyor: Hz. Ali (a.s) Amr b. Abdevudu yere serince onun
başını hemen bedeninden ayırmadı. Huzeyfe Hz. Aliyi
bu işinden dolayı tenkit edince Resulullah (s.a.a); Sus ey Huzeyfe, Ali
duraklamasının sebebini açıklayacaktır. buyurdu. Hz.
Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)in yanına geldiğinde Resulullah (s.a.a)
ona, Amr b. Abdevudun başını bedeninden ayırmadaki
duraklamasının sebebini sordu. Hz. Ali cevaben şöyle dedi: Amr bin Abdevud anneme küfretti ve yüzüme
tükürdü, onu kendi nefsim için öldürmemden korktum, bundan dolayı öfkemin
yatışması için onu bıraktım, daha sonra Allah için onu
öldürdüm. [121]
Resulullah (s.a.a)den
şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Eğer hilim, bir kişi şeklinde olursa, mutlaka Ali
olur. [122]
Hz. Ali (a.s) bir köleyi
defalarca çağırdığı halde cevap vermediğinden
dolayı dışarı çıkıp onu kapının önünde
görünce; Seni cevap vermemeye sürükleyen
sebep nedir? diye sordu. Köle cevaben; Senin cezalandırmandan
güvende olmamdır dedi. İmam (a.s) onun bu sözü üzerine; Hamd Allâha ki beni,
yaratıklarının emin bildiği kimselerden kıldı.
Git, sen Allah rızası için artık hürsün. buyurdular.[123]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki:
Benim elim ve Alinin eli, adalette eşittir. [124]
Yine buyurmuştur ki:
Ali,
Allahın ahdine daha vefalı olanınızdır; Allahın
emri için daha çok kıyam edeninizdir; daha çok adaletlinizdir; daha çok
eşit böleninizdir; Allah katında fazileti daha büyük
olanınızdır. [125]
Hz. Ali (a.s) hak ve adalet
adamı idi. Bu meselede öyle ciddi idi ki, kendi çocuğunu zenci bir
köle ile aynı seviyede görüyordu. Mazlumların hakkını almak
için kendi memurlarını sorgulayıp onlardan zalim olanları
cezalandırıyordu. Bu yüzden şöyle buyuruyordu: Benim yanımda güçsüz fakirler,
azizdir; zalimler ise hakirdirler. [126]
Hz. Ali (a.s) kendisini
Allahın karşısında sorumlu görüyordu, hedefi adaleti icra
etmekti. Sosyal adalete riayet ederdi, hatta en yakınları ile
başkaları arasında bir fark koymazdı. Akil, Onun
kardeşi olmasına rağmen Beytul- Maldan kendi hakkından
fazla bir şey alamadı. İmam (a.s)ın kendisi bu konuda
şöyle buyuruyor:
...Allaha andolsun, (kardeşim) Akili fakir olarak gördüm. Sizin
malınızdan (beytülmal) üç kilo buğday istedi ve
çocuklarını yüzleri solmuş zayıf bir halde gördüm. Benden
ısrarla buğday istiyordu. Onun sözlerine kulak asıp dinimi
satacağımı sandı. Sonra bir demiri kızartıp ibret
alsın diye ona yaklaştırdım. Acıdan
bağırdı, neredeyse Onun sıcaklığından
yanacaktı. Dedim Ey Akil, analar yasında ağlasın! Sen bu
küçük acıya dayanamayıp bağırıyorsun, ben nasıl
cehennem ateşine tahammül edeyim?
Bundan daha ilginç şudur ki, bir adam (münafık olan
Eşas b. Kays) geceleyin bir hediye kaba koyup yanıma getirdi, adete
yılanın ağzının suyuyla hamur edilmişti. Ona; Bu
hediye mi, zekat mı, yoksa sadaka mı? diye sordum. Eğer sadaka
ise biz Ehl-i Beyte haramdır, dedim. O da; Hediyedir, zekat ve sadaka
değildir diye cevap verdi.
Ona dedim ki, annen ölümünde ağlasın! Acaba Allahın
dini yoluyla gelip beni aldatmak mı istiyorsun? Acaba deli mi
olmuşsun yoksa; (Aliyi aldatmak için) boş sözler mi diyorsun?
Allaha andolsun eğer yedi göğü bütün altındakilerle
bana verseler ve bir karıncanın ağzından arpa
samanını alarak Allaha isyan et deseler, bu işi yapmam. Bu
dünyanız benim yanımda çekirgenin ağzında olan yaprak
dALİ gibi değersizdir. Alinin bu geçici dünya mALİ ve
lezzetleriyle ne işi vardır! [127]
İbn-i Ebil Hadid
şöyle diyor: Muaviyenin ordusu Fırat
kıyısını kuşattıklarında Muaviye
şöyle dedi: Onları, Osmanı susuzluktan öldürdükleri gibi susuzluktan
öldürün. Hz. Ali ve ashabı; Su
içmemize mani olmayın dediklerinde onlar cevaben; Allaha andolsun
ki, size bir damla dahi su vermeyeceğiz; İbn-i Affan (Osman)ın
öldüğü gibi siz de susuzluktan öleceksiniz. dediler.
İmam (a.s), ashabının susuzluktan
helak olacağını görünce, Muaviyenin ordusuna ağır bir
saldırı düzenleyip bir çoklarını öldürdükten sonra
onları kendi yerlerinden uzaklaştırarak suyu ele geçirdiler.
Artık Muaviyenin ordusu susuz kalmış oldu. Hz. Ali
(a.s)ın ashabı; Ya Emirel Muminin! Onlar seni sudan men ettikleri
gibi sen de onları sudan men et, susuzluk kılıcıyla
onları öldür, artık savaşa gerek duymayasın! dediklerinde
Hz. Ali (a.s): Hayır, Allaha
andolsun ki, ben onların yaptığı gibi
yapmayacağım; Fırattan su almaları için onlara müsaade
edin buyurdular.[128]
İmam Bakır (a.s)
şöyle buyurmuştur:
Allaha andolsun ki, Hz. Ali (a.s) köleler gibi yemek yiyor ve onlar
gibi toprağın üstünde oturuyordu. İki gömlek alıyordu,
onlardan en iyisini kölesine veriyordu. Eğer elbisesinin kolu ve
eteği uzun olsaydı onu kesiyordu. Beş senelik hilafetinde
taş üstüne bir taş koymayıp altın ve gümüş
biriktirmedi. Halka ekmek ve et veriyordu, kendisi ise arpa ekmeği
yiyordu. Allah Tealanın beğendiği iki işle
karşılaştığında en zorunu seçiyordu. Bin köleyi
kendi emeği ile alıp serbest bıraktı. Hiç kimse onun
yaptığı işi yapmaya kadir değildi. [129]
Abdullah bin Ebi Rafi şöyle
diyor:
Hz. Ali (a.s) yemek yerine, tuz
veya sirkeyle yetiniyordu. Bundan biraz iyisini getirdiklerinde, sebze veya az
bir deve sütüne kanaat ediyordu. Et çok az yiyor ve şöyle buyuruyordu: Karnınızı, hayvanların
kabirleri yapmayın. [130]
Adiy bin Hatem şöyle diyor:
Bir gün Hz. Alinin yanına
gittiğimde Onun yemek yediğini gördüm. Yemeği sadece biraz arpa
ekmeği, su ve tuzdu. Bunun üzerine; Ey Müminlerin Emiri! Siz gündüzleri
bu kadar zahmet çekmenize ve geceleri de bu kadar ibadet etmenize rağmen
yediğiniz yemek bu kadar mıdır? dediğimde şöyle
buyurdular: Nefsin azmaması için,
onu böyle bir riyazete alıştırmak gerekir. Sonra şöyle
buyurdu: Nefsi, kanaatla zayıf ve
hasta kıl; eğer böyle yapmazsan, senden hakkından daha
fazlasını ister. [131]
Yezid bin Kaneb şöyle
diyor:
Biz kendi gözümüzle Kabenin
arka taraftan yarıldığını ve Eset kızı
Fatımanın Kabenin içerisine girip gözümüzden kaybolduğunu
gördük, sonra Kabenin duvarı birleşerek eski halini aldı. Biz
Kabenin kilidini açmak istedik ama açılmadı. Bunun üzerine bu
işin Allah tarafından olduğunu anladık. Fatıma dört
gün sonra ellerinde Hz. Ali (a.s) olduğu halde Kabeden çıkıp
geldi ve şöyle dedi: ...Ben Allahın evine girdim. Cennet
meyvelerinden ve yapraklarından yedim; dışarı çıkmak
istediğimde ise bir münadi bana şöyle seslendi:
Ey Fatıma! Onun ismini Ali koy. Zira O Ali (yüce)dir ve
Aliyyul- Ala olan Allah Teala buyuruyor ki: Ben Onun
ismini kendi ismimden aldım, Onu kendi sıfatlarımla
sıfatlandırdım ve Ona ilmimin sırrını
öğrettim. Putları benim evimde kıracak olan Odur ve benim
evimin üzerinde ezan okuyup beni ululayacak olan Odur. Onu sevip emirlerine
uyan kimseye ne mutlu! Ona düşman olup emirlerine karşı
çıkan kimseye de yazıklar olsun! [132]
İmam Hüseyin (a.s)
şöyle buyurmuştur:
Eğer benim yüz oğlan çocuğum olsaydı, onların
hepsinin ismini Ali koymak isterdim. [133]
Hz. Ali (a.s)
buyurmuştur ki:
Allaha and olsun ki, nazil olan her ayetin, neyin
hakkında nazil olduğunu ve nerede nazil olduğunu biliyorum.
Çünkü Rabbim bana algılayan bir kalp ve çok soru soran bir dil
bağışlamıştır.[134]
Bureydetul-
Eslemî şöyle diyor:
Resulullah
(s.a.a) ile yolculuğa çıktığımızda, Hz. Ali (a.s)
O Hazretin eşyasının sahibi idi; onu kendisinden
ayırmazdı. Bir yerde konakladığımızda, Hz.
Peygamberin eşyalarını incelerdi. Tamire ihtiyaç gördüğü
her şeyi tamir ederdi. Tamir edilmesi gereken şey ayakkabı veya
naleyn bile olsaydı, onu dikerek tamir ederdi.[135]
Hz. Ali (a.s) buyurmuştur
ki:
... Kusur bulmaya çalışan, göz ve kaşıyla işaret
eden her kimse, benim hakkında bir kusur ve ayıp
bulamamıştır. Benim yanımda en düşük insan,
hakkını (zalimden) alıncaya dek azizdir; güçlü olan kimse ise,
diğerlerin hakkını ondan alıncaya dek güçsüzdür. Biz
Allahın kaza ve kaderine razı, Onun emrine ise teslimiz.[136]
Zırar bin Zamure
el-Kenanî, Muaviyenin yanına gittiği bir sırada Muaviye ona:
Aliyi bana tavsif et dedi. Zırar cevaben: Beni bu işten muaf
et.. dedi. Muaviye: Muaf etmem; söylemelisin deyince, Zırar şöyle
dedi: Söylemem gerekiyorsa o zaman bil ki, o şöyle birisi idi:
Allaha and olsun ki o,
aklın algılayabilmesinden çok yüce ve gücü çok şiddetli birisi
idi. Aydınlatıcı söz söylerdi; adaletle hükmederdi; ilim ve
hikmet onun her yönünden kaynar ve coşardı. Dünya ve süsünden
vahşet ederdi; gece ve karanlığında rahatlık
hissederdi (ibadet etmekle huzur bulurdu).
Allaha and olsun ki o, çok
basiretli ve yüce fikirli birisi idi...(Tevazu nişanesi olan) kısa
elbise ve katıksız yemeği severdi. Allaha and olsun ki o,
bizlerden birisi gibi idi; onun yanına gittiğimizde bizi kendine
yaklaştırırdı; ondan bir şey istediğimizde icabet
ederdi; bize bu kadar şefkatli ve yakın olmasına rağmen
heybetinden dolayı onunla konuşmaya cesaret edemiyorduk.[137]
Zazan şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s)
pazarda tek başına dolaşıyordu; yolunu kaybedene yol
gösteriyordu; güçsüzlere yardımda bulunuyordu; satıcı ve
sebzecilerin yanından geçtiğinde Kurânı açıp şu
ayeti onlara okuyordu: İşte
ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk
çıkarmayı istemeyenlere (armağan) ediyoruz. (Güzel) sonuç da
takva sahiplerinindir.[138]
Hz. Ali (a.s) buyurmuştur
ki:
Eğer isteseydim, balın safını ve
buğdayın halisini yemeğe ve ipek elbise giyinmeğe yol
bulabilirdim. Fakat heyhat! Hicazda veya Yemamede bir ekmek bile bulamayan,
tokluk, doyumluk denen şeye ulaşamayan nice yoksullar varken nefsimin
beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeğe götürmesi nasıl mümkün
olabilir! Çevremde aç karınlar, susuzluktan yanmış ciğerler
varken geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim![139]
İmam Sadık (a.s)
buyurmuştur ki:
Emirul- Muminin Ali (a.s) bazen kendisiyle birlikte hurma
çekirdeği yükü olduğu halde şehirden çıkıp çöle
doğru gidiyordu. Ya Ebel- Hasan! Kendinle götürdüğün bu yük nedir?
diye sorduklarında: İnşaallah bunların her biri bir hurma
ağacıdır buyuruyordu. Sonra gidip onlardan hiçbir tane
bırakmaksızın hepsini ekiyordu.[140]
İmam bakır (a.s)
buyurmuştur ki:
... Emirul- Muminin Ali (a.s) beş yıl yöneticilik
yaptı; bu müddet içerisinde bir tuğlayı bir tuğla ve bir
kerpici bir kerpiç üzerine bırakmadı; her hangi bir araziyi kendisine
tahsis etmedi; kendisinden sonra beyaz dirhem ve kızıl dinar miras
bırakmadı.[141]
Hz. Ali (a.s) hakkında
şöyle söylemişlerdir:
Hz. Ali (a.s) sanki
kırılıp sonra düzeltilmişti;[142]
beyaz saçlarını boyamazdı; hafif bir şekilde yürürdü;
sürekli tebessüm ederdi.[143]
İmam Sadık (a.s)
buyurmuştur ki:
Emirul- Muminin Hz. Ali (a.s) namaz için abdest
aldığında yüzünü onunla kuruladığı özel bir
havlusu vardı; yüzünü kuruladıktan sonra onu bir çiviye asardı
ve İmam (a.s)dan
başka kimse ona dokunmazdı.[144]
Abduhayr şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s)ın
parmağına taktığı dört yüzüğü vardı:
Şeref ve yüceliği için Hadid-i Sini, korunması için de Akik
yüzük takardı. Yakut yüzüğünün kaşına şöyle
yazılmıştı: Lâ ilâhe
illâllah el-melikul- hakkul- mubin Firuzenin kaşına da
şöyle yazılmıştı: Allahu Melikul- hak Hadid-i Sininin kaşına da
şöyle yazılmıştı: el-İzzetu lillahi cemian Akikin kaşına da şu
üç cümle yazılmıştı: Mâşaellah,
lâ kuvvete illa billah, esteğfirullah[145]
İbn-i Abbas diyor ki:
Hz. Ali (a.s) bütün
işlerinde Allah Tealanın rızayetine (razı olduğu
şeye) tabi oluyordu. İşte bundan dolayı Murtaza diye
adlanmıştır.[146]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur
ki:
Aliyi anmak, ibadettir. [147]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki:
Meclislerinizi, Ebu Talib oğlu Aliyi anmakla ziynet edin. [148]
İnsanın
konuşması, mantık ilmi bakımından insanı
diğer yaratıklardan ayıran bir özelliktir. Yüce Allah (c.c) onu
kendi hikmetiyle insana bir özellik olarak vermiştir. Nutuk ne kadar güzel
olursa dinleyicilerde daha etkili olur. İslamın zuhuruna yakın
cahiliyet döneminde Arabistanda İmreul- Kays gibi çok fasih adamlar
sihirli şiirler söylüyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s)ın fesahati
bütün Arap fasihlerini şaşırtmış ve hayrete
düşürmüştü. Bu yüzden de Ona Nutkun
Emiri diyorlardı.[149]
Sünni alimlerinden olan
İbn-i Ebil- Hadid diyor ki; Hz. Ali fasih ve belagatlı
konuşanların üstadı ve rehberidir. Onun kelamının
Allahın kelamından aşağı ve mahlukun kelamından
da yukarı olduğunu diyorlar. Bütün güzel konuşma üstatları,
hitabeyi Onun hutbe ve sözlerinden öğrenmişlerdir. Bunun ispatı
Nehcul- Belağayla
anlaşılır. Zira ashaptan güzel konuşma yeteneğine
sahip hiçbir kimse, Onun onda veya yirmide birini bile
yazamamıştır. [150]
Hz. Ali (a.s)ın söz ve
nutku herkesi hayret içerisinde bırakmıştır. İbn-i
Şehraşubun nakline göre Peygamber (s.a.a)in ashabı camide
oturup ilmi ve edebi meseleler üzerinde sohbet ediyorlardı. Bu arada
oradakilerden biri; Arap dilinde, elif harfi olmayan kelime çok azdır
dedi. Hz. Ali (a.s) da orada idi.; kalkıp içinde elif olmayan 700 kelimeli
bir hutbe okudu. Başka bir hutbesi daha vardır ki, noktalı harf
onun içinde yoktur.
Şu açıktır ki,
düşünmeksizin elifsiz ve noktasız 700 kelimelik bir hutbe okuyan
kimsenin fesahat ve belagatta ve Arap edebiyatında ne kadar güçlü
olduğu herkesin malumudur.
Hz. Resulullah (s.a.a) kendisinden
sonraki meydana gelecek fitneleri ve olayları Hz. Ali (a.s)a haber verdi
ve ona sabır ve tahammülü tavsiye etti. Hz. Ali (a.s) da dinin
korunması için yirmi beş yıl sabretti. Hz. Ali (a.s)ın
kendisi bu hususta şöyle buyuruyor: Çok
defalar hakkımı almak için bu kavimle savaşmak istedim; ama
Peygamber (s.a.a)in vasiyeti ve dinin korunması için hakkımdan
vazgeçtim. [151]
Hangi sabır bundan daha
büyük olabilir ki, Halid bin Velid gibi haddini bilmez adamlar İmamın
evine zorla girmiş ve Onu Ebu Bekire biat etmesi için mescide zorla
götürmüşlerdir. Oysaki eğer kılıcını eline
almış olsaydı, Arabistanda hiçbir muhalif baki
bırakmazdı.
Nakledildiğine göre, Hz.
Ali (a.s)ı zorla camiye götürdüklerinde Yahudi bir adam şehadet
getirip müslüman oldu. Sebebini sorduklarında şöyle dedi: Ben bu
adamı tanıyorum. Bu adam savaşa gelince bütün
savaşçıların kalbine korku düşüyor ve vücutları
titriyordu. Bu adam Hayber kalesini
fethetti, kalenin demir kapısını bir kaç adam açıp
kapatıyordu, ama o yalnız başına onu bir defada
kaldırdı. Ama şimdi bir kaç hakir adamın
karşısında sessiz durmuş; bu durum hikmetsiz değildir;
Onun tahammülü din içindir; çünkü bu din hak olmasaydı, O sabretmezdi.
Böylece İslamın hak din oluşu bana sabit oldu ve müslüman
oldum. [152]
Hz. Ali (a.s) Peygamber
(s.a.a)in vefatından sonra sürekli olarak ruhu
sıkıntıdaydı ama sabırdan başka hiçbir çaresi
yoktu. İbn-i Ebil Hadidin nakline göre Hz. Ali (a.s) bir adamın;
Ben mazlumum sesini duyunca şöyle buyurdular: Gel benimle seslen ki, ben sürekli mazlumdum. [153]
Hz. Ali (a.s) Peygamberden
sonraki mazlumiyetini Şıkşıkıyye
hutbesinde açıkça şöyle beyan etmiştir: ...Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ama gözünde diken
ve boğazında kemik kalmış birisi gibi sabrettim.
Mirasımın yağma edildiğini görüyordum...
Abdullah bin Haris
babasından, o da Emirul- Muminin Hz. Ali (a.s)dan şöyle
buyurduğunu naklediyor: Pegamber (s.a.a)in yanına gittim; Ebu Bekir
ve Ömer de Hazretin yanında idiler. Resulullah (s.a.a) ile Aişenin
arasında oturdum. Aişe bana; Benimle Resulullahın dizleri
üzerinden başka oturacak bir yer bulamadın mı? dedi. Resululah
(s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:
Sussana ya Aişe! Ali hakkında beni incitme; O dünya ve ahirette
benim kardeşimdir; O Emirul- Muminindir; Allah Teala kıyamet günü
onu sırat köprüsü üzerinde oturtacaktır; kendi dostlarını
cennete, düşmanlarını ise cehenneme sokacaktır. [154]
Mufazzal bin Ömer İmam
Sadık (a.s)dan şöyle buyurduğunu naklediyor: Hz. Ali (a.s) buyurdular ki: Ben
Allahın, cennetle cehennem arasını bölen kuluyum; ben en büyük
farukum (hakla batılın arasını ayıranım)... [155]
Bir gün Harun İmam
Rıza (a.s)a şöyle dedi: Ya Ebel- Hasan! Ceddin Emirul- Muminin Ali
bin Ebi Talibden bana haber ver; Hangi delil ve sebepten dolayı O
cennetle cehennemi bölendir? Bu söz sürekli olarak zihnimi meşgul
etmektedir. İmam Rıza (a.s) cevaben şöyle buyurdular: Ey müminlerin emiri! Babanın
dedelerinden, onların da Abdullah bin Abbastan şöyle naklettiklerini
görmemiş misin?: Resulullah (s.a.a)den duydum ki şöyle buyuruyordu:
Alinin sevgisi imandır, buğzu ise küfürdür. Memun; Evet
görmüşüm dedi. İmam Rıza (a.s); İşte bu, cennetle cehennemin bölünmesidir; bundan
dolayıdır ki Hz. Ali (a.s) cennetle cehennemi bölendir.
Memun, İmam (a.s)ın
bu sözü üzerine; Ya Ebel- Hasan, Allah beni senden sonra
yaşatmasın; tanıklık ediyorum ki sen Resulullahın
ilminin varisisin. dedi.
Ebu Salt-ı Herevi diyor ki:
İmam Rıza (a.s) evine döndükten sonra; Ey Resulullahın
oğlu! Memuna ne kadar da güzel cevap verdiniz! dediğimde İmam
(a.s) şöyle buyurdular:
Ben onun kabul edeceği bir yolla konuştum. Andolsun Allaha,
babamdan duydum ki babaları vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)dan
şöyle naklettiler: Ya Ali! Sen kıyamet günü cennetle cehennemi
böleceksin; ateşe diyeceksin ki; Bu (adam) benimdir, bu da senindir. [156]
1- İmam (a.s) Malik Eştere yazdığı vasiyetinde
şöyle buyurmuştur:
...Halkın kusurlarını
bağışlayınca pişman olma, onlara ceza verince de
sevinme. Bir mazeret bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte
acele etme. Ben bir buyruk verenin tayin ettiği görevliyim, emrime
uyulması gerek demeye kalkışma. Çünkü bu çeşit düşünce gönlü bozar, dini gevşetir ve
(insanı) fitneye yaklaştırır. Bedbahtlığa
düşmekten Allaha sığın. Eğer
hükümdarlığın seni kendini beğenmeğe ve büyüklük
taslamaya sevk eder ve kendin için azamet ve büyüklük taslarsan,
başının üzerindeki Allahın mülkünün azametine ve Onun,
senin yapmadığın şeylere olan gücüne bak; bu, baş
kaldıran (serkeşlik eden) nefsini yatıştırır;
kibrini, gururunu giderir; dağılıp giden aklını
başına getirir. Sakın Allahın azametiyle boy
ölçüşmeye, kendi gücünü ve kuvvetini Onun kudretine benzetmeye
kalkışma. Çünkü Allah, her zorbayı zelil eder ve kibirlenip
büyüklük taslayanı alçaltır...[157]
2- Yemek yerken Allahı
çok anın, konuşmayın. Çünkü yemek, Allahın nimet ve
rızklarından biridir; şükrü ve hamdı ise size farzdır.
Nimet elinizden çıkmadan, ona iyi davranın (kadrini bilin
şükrünü yerine getirin); zira nimet (sahibinden) ayrılır ve
sahibinin kendisine nasıl muamele ettiğine dair şahadet eder.
Kim Allahın az rızkına razı olursa, Allah da onun az ameline
razı olur.[158]
3- Kurânla oturan bir kimse
kalktığında mutlaka bir fazlalık veya bir eksiklikle
kalkar; hidayeti fazlalaşır veya körlüğü azalır. Şunu
da bilin ki Kurânla olan kimsenin bir ihtiyacı kalmaz, Kurândan
ayrılanın ise bir zenginliği olmaz.[159]
4- Bir toplumun
yaptığına razı olan, o işe katkısı
olanlardan sayılır; Batıl işte bizzat bulunan kimsenin iki
suçu vardır, o işi işlemek suçu ve o işe razı olmak
suçu.[160]
5- İmandan sorduklarında
şöyle buyurdu:
İman dört direk üstünde
durur: Sabır, yakin, adalet, cihat. Sabır dört
kısımdır: Özlem, korku, çekinmek, hazırda durmak. Cenneti
özleyen, nefsani dileklerden vazgeçer; cehennemden korkan, haramlardan çekinir,
dünyada çekinen dünya musibetlerini hiçe sayar; ölüme karşı
hazırda duransa hayırlı işlere koşar.
Cihat da dört
kısımdır: İyiliği emretmek, kötülüklerden
sakındırmak, mücadele sahalarında sıdk ile direnmek, hakka
uymayanlara kin beslemek. İyiliği emretmek, müminlerin bellerini
güçlendirir; kötülükten sakındırmak, kafirlerin burunlarını
toprağa sürter; mücadele sahalarında sıdk ile direnen, kendi
vazifesini yapar; hakka uymayanlara kin besleyen ve Allah için kızan ise
öyle bir hale (makama) erir ki, Allah onun için (onun düşmanlarına)
kızar ve kıyamet günü onu razı eder.[161]
6- Cihat, cennetin
kapılarından bir kapıdır; Allah onu ancak özel
kullarının yüzüne açmıştır. Cihat takva elbisesi,
Allahın sağlam zırhı ve güvenilir kalkanıdır.
Kim cihadı terk ederse, Allah ona zillet elbisesini giydirir.[162]
7- Gerçekten de fitneler, heva
ve heveslere uymakla ve Allahın kitabına ters düşen hükümlerin
bidat olarak çıkarılmasıyla başlar. Bu işlerde
insanlar diğer insanlara Allahın dini dışında hüküm
sürer. Batıl haktan tam ayrılsaydı, arayanlara gizli
kalmazdı; eğer hak da batıla
karıştırılmaktan kurtulsaydı, düşmanların
dili ondan kesilirdi. Fakat bundan (haktan) bir demet, ondan (batıldan) da
bir demet alınıp sonra birbirine karıştırılıyor,
böyle olduğunda da şeytan kendi dostlarına musallat oluyor;
sadece Allahın önceden kendilerine bir lütufta bulunduğu kimseler
kurtuluyor.[163]
8- Allahın dini
kişilerle tanınmaz; hakkın nişaneleriyle tanınır.
Öyleyse hakkı tanı, hakka uyanları tanırsın.[164]
9- Sakın
başkasının kölesi olma; çünkü Allah seni hür
yaratmıştır.[165]
10-İyiliği emretmek
ve kötülükten sakındırmak, ne insanın ecelini
yaklaştırır ve ne de rızkını azaltır; ama
sevabı artırır ve mükafatı çoğaltır. Bunlardan
daha faziletli olan ise zalim bir yönetici karşısında adaletli
bir söz söylemektir.[166]
11- İyi ve yumuşak
davranışla ıslah olmayan kimseyi, güzel ceza ıslah eder.[167]
12- Belimi iki adam kırmıştır;
konuşmasını bilen fasıkla şuursuz abit. O diliyle
fasıklığını örtüyor ve bu da ibadetiyle cehaletini.
Fasık alimlerle cahil abitlerden korkun! Aldananları bunlar aldatır.
Ben Hz. Resulullahtan duydum şöyle buyuruyordu: Ey Ali! ümmetimin helak
oluşu, dilli münafıkların eliyledir.[168]
13- İyi insanla kötü insan
senin yanında aynı seviyede olmamalıdır. Çünkü bu, iyileri
iyilik yapmaktan soğutur; kötüleri de kötülük yapmaya sevkeder.[169]
14- İnsanlar
dünyalarını düzene sokmak için dinlerine ait bir şeyi terk
ettiler mi, Allah ondan daha zararlı bir şeyi onların yüzüne
açar.[170]
15- Dünya, körün gözünün
işlediği son yerdir, ondan ötesini göremez; ama gözü sağlam olan
bakışını ondan öteye vardırır ve ebedi evin
(gerçek barınağın) onun ötesinde olduğunu anlar. Öyleyse
gözü olan ona göz dikmez; kör olan ise ona göz diker; gözü olan ondan azık
toplar, kör olan ise ona azık toplar.[171]
16- Kendini, kendinle
diğerleri arasındaki şeylerde ölçü yap; kendin için
sevdiğini başkaları için de sev; kendin için sevmediğini
başkaları için de sevme; sana zulüm yapılmasını
sevmediğin gibi sen de zulüm yapma; kendine iyilik yapılmasını
sevdiğin gibi, sen de iyilik yap; diğerlerine kötü
saydığın şeyleri kendine de kötü say; insanların
senden olana razı olmasını istediğin gibi sen de onlardan
olana razı ol; bilmediğini söyleme; hatta her bildiğini de
söyleme; sana söylenmesini istemediğin şeyi diğerlerine
söyleme.[172]
17- Ey oğlum, tefekkür
nur, gaflet zulmet, cehalet ise sapıklıktır. Mutlu,
başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep en iyi mirastır.
Güzel ahlak en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte
bereket (bolluk) olmadığı gibi fısk-u fücurda da zenginlik
olmaz.[173]
18- Çok konuşan çok hata
yapar, çok hata yapanın hayası az olur, hayası az olanın
günahtan çekinişi azalır, günahtan az çekinenin kalbi ölür, kalbi
ölen kimse ise ateşe girer.[174]
19- Söyleyene bakma,
söylediğine bak.[175]
20- Bütün hayırlar üç
şeyde toplanmıştır: Bakış, susma ve konuşma.
İbret almak için olmayan her bakış boştur; fikirle birlikte
olmayan her susma gaflettir; içerisinde zikir olmayan her konuşma
faydasızdır. Ne mutlu bakışı ibret, susması
fikir, konuşması zikir, hatalarına ağlayan ve eziyet
etmeyeceğinden insanların emin oldukları kimseye.[176]
21- Oğulun, babanın
boynunda hakkı vardır; babanın da oğlun boynunda hakkı
vardır. Babanın oğlun boynundaki hakkı, Allaha
karşı günah olmayan her şeyde ona itaat etmesidir; oğlun
babanın boynundaki hakkı ise oğluna güzel isim koyması, onu
iyi terbiye etmesi ve ona Kurânı öğretmesidir.[177]
22- Dünya, onunla doğru
davranana doğruluk yurdudur; ondan bir şey anlayana kurtuluş
evidir, ondan azık toplayana zenginlik diyarıdır. Dünya, Allah
peygamberlerinin mescidi, vahyinin iniş yeri, meleklerinin namazgahı,
dostlarının ticaret yurdudur; orada rahmet elde eder ve cenneti
kazanırlar. Dünya, ayrılacağını bildirdiği,
uzaklaşacağından haber verdiği ve kendisinin
faniliğini anlattığı halde onu kınayan kimdir? Dünya
neşesiyle onları neşeye teşvik etmiştir,
belasıyla beladan korkutmuştur; bazen korkutmuş, bazen
sakındırmıştır; bazen meyillendirmiş, bazen inzar
etmiştir. Öyleyse ey dünyayı kınayan ve dünyanın
aldatmasına kapılan, ne vakit dünya aldattı seni? Toprağa
atıp çürüttüğü babalarının helak oldukları yerlerle mi
aldattı seni; yoksa yer altına attığı
analarının yattığı yerlerle mi kandırdı
seni?![178]
23- Sizin için korktuğum
şeylerin en korkuncu iki şeydir; heva ve hevese uymak ve uzun
dileklere kapılmak. Heva ve hevese uymak insanı haktan alıkoyar;
uzun dileklere kapılmak ise ahireti unutturur.[179]
24- Kim gizlideki durumunu
düzeltirse, Allah onun açıktaki durumunu düzeltir. Kim dini için
çalışırsa, Allah dünyasını temin eder. Kim kendisiyle
Allah arasında olanı güzelleştirirse, Allah onunla insanlar
arasında olanı güzelleştirir.[180]
25- Bütün işin, ailen ve
çocukların için uğraşmak olmasın; çünkü ailen ve
çocukların Allahın dostlarıysa Allah dostlarını
kaybetmez, eğer Allahın düşmanlarıysa niçin Allahın
düşmanları için bu kadar çalışıp durasın?[181]
26- Kim Allah katında
makamının nasıl olduğunu bilmek istiyorsa, günah
işlediği zaman Allahın kendi yanındaki makamının
nasıl olduğuna baksın.[182]
27- Yüzünün suyu
donmuştur; ancak bir şey istersen yumuşar, sızıp
damlamaya başlar. Öyleyse kime yüz suyu döktüğüne dikkat et.[183]
28- İnsan oğluna
kibirlenmek yakışır mı hiç? Dün bir meni
parçasıydı, yarın bir leş olacak...[184]
29- Gerçek fakihin (din
aliminin) kim olduğunu size söyleyeyim mi? Gerçek fakih, insanların
Allaha isyan etmesine müsaade etmeyen, onları Allahın rahmetinden
ümitsizleştirmeyen, onları Allahın azabına karşı
emin kılmayan ve Kurânı bırakıp başka şeylere
yönelmeyen kimsedir. Bilinçsiz ibadette, fikirsiz ilimde, tedebbür (dikkat ve
tefekkür) edilmeyen kıraatte hayır yoktur.[185]
30- Günlerinizi maceralar
anlatmak, şöyle böyle yaptım demekle geçirmeyiniz. Çünkü amellerinizi
koruyan muhafızlar sizinle bilirliktedir. Allahı, her yerde
anın. Peygamber (s.a.a)e ve Ehl-i Beytine salavat getirin. Zira Allah-u
Teala, O Hazreti andığınızda ve Ona saygıda
bulunduğunuzda duanızı kabul eder.[186]
31- Gerçekten takvalı
kimseler, hem geçici dünyanın nimetlerinden yararlandılar, hem de
ahirette verilecek nimetleri kazandılar; dünya ehlinin dünyasına
ortak oldular, ama dünya ehli onların ahiretinde onlara ortak
olamadı.[187]
32- Bir insan, ciddi veya
şaka olan her türlü yalanı terk etmedikçe imanın
tadını alamaz.[188]
33- Eğer dinini dünyaya
tabi kılarsan, hem dinini hem de dünyanı bozar ve ahirette zarara
uğrayanlardan olursun; ama dünyanı ahiretine tabi kılarsan, hem
dinini, hem de ahiretini korur ve ahirette kurtuluşa erenlerden olursun.[189]
34- Dünya, insanın elinin
altında yumuşak olan ama içinde öldürücü zehir bulunan bir
yılana benzer; aldanan bilgisiz ona meyleder, akıllı
kişiyse ondan çekinir.[190]
35- Ey Kumeyl, bu kalpler
kaptırlar, bunların en iyisi daha geniş olanıdır.
Öyleyse söylediklerimi koru. İnsanlar üç kısımdır: Ya
rabbani alimdir, ya kurtuluş için öğrenendir, ya da her sesin
peşice giden ve her rüzgara kapılan ahmak kimselerdir ki, bunlar ne
ilim nuruyla aydınlanmış, ne de sağlam bir direğe
sığınmışlardır.[191]
36- Size beş şey
vasiyet ediyorum, eğer onları elde etmek için develere binip
seferlere düşseniz de değer mi değer: Hiçbiriniz Rabbinden
başkasından bir şey ummasın, günahından başka bir
şeyden korkmasın, sizden birinize bilmediği bir şey
sorulduğunda bilmiyorum demeye utanmasın; hiçbiriniz bilmediği
bir şeyi öğrenmekten çekinmesin. Sabredin, çünkü sabır imana
nispetle cesetteki baş gibidir; başı olmayan bedende hayır
olmadığı gibi sabrı olmayan imanda da hayır yoktur.[192]
37- İnsanlarla öyle
kaynaşın ki, öldüğünüzde ağlasınlar size; sağ
kaldığınızda ise özlesinler sizi.[193]
38- Amelsiz dua (veya davet)
eden, yaysız ok atmak isteyen kişiye benzer.[194]
39- Cennet, amelle
kazanılır; emelle değil.[195]
40- Müminin ayıpları
ortaya çıkıp horlanarak cennete girmesi ne de kötüdür.
İşlediğiniz günahlarınızın affedilmesi için
kıyamet günü size şefaat dilemekten dolayı bizi zahmete
düşürmeyin. Kıyamet günü kendinizi
düşmanlarınızın yanında utandırmayın. Allah
katındaki makamınızı bırakıp bu değersiz
dünyaya kapılarak kendinizi tekzip etmeyin.[196]
Emirul-Muminin
Hz. Ali (a.s), İbn-i Mülcemin eliyle bir kılıç darbesi
aldıktan sonra, darbenin şiddetinden dolayı bir müddet
bayıldı. Ayıldıktan sonra İmam Hasan (a.s) bir kapta
babasına süt getirdi. İmam Ali (a.s) sütten biraz içtikten sonra geri
kalanı İmam Hasana vererek şöyle buyurdu: Bu sütü esirinize
(yani İbn-i Mülceme) verin.
Daha
sonra buyurdular ki: Oğlum! Sana olan hakkım hürmetine yenilecek ve
içeceklerin en iyisinden ona verin. Ben ölünceye kadar ona karşı iyi
davranın. Yediğiniz şeylerden ona yedirin, içtiğiniz
şeylerden de ona içirin.
Daha
sonra Hz. Ali (a.s)ın verdiği sütü İbn-i Mülceme götürdüler ve
o (lanetli) de onu alıp içti.[197]
Bir
gün Emirul-Muminin Hz. Ali (a.s), hilafeti döneminde Kufenin
dışında İslamın sığınağında
yaşayan zimmi (Yahudi veya Hıristiyan) birisiyle yol
arkadaşı oldu.
Zimmi
adam: Ey Allahın kulu! Nereye gidiyorsun dedi.
Hz.
Ali (a.s): Kufeye buyurdular.
Her
ikisi kavşağa kadar birlikte yola devam ettiler. Zimmi
şahıs kavşağa yetiştiğinde ayrılıp
kendi yoluna gitmek istediğinde, Müslüman arkadaşının da
Kufe yoluna gitmeyip onunla beraber geldiğini gördü.
Zimmi
adam: Sizin kendiniz, Kufeye gideceğinizi söylemediniz mi? diye sordu.
Hz.
Ali (a.s): Evet, söyledim buyurdu.
Zimmi
adam: Siz Kufe yolundan gitmediniz, Kufe yolu öteki yoldur dedi.
Hz.
Ali (a.s): Farkındayım, ama en iyi arkadaşlık,
arkadaşı ayrıldığında onu birkaç adım
uğurlamaktır. Peygamberimiz bize böyle emretmiştir.
İşte bundan dolayı birkaç adım seni uğurlamak
istiyorum. Daha sonra kendi yoluma döneceğim diye buyurdu.
Zimmi
adam: Sizin peygamberiniz böyle mi emretmiştir? diye sordu.
Hz.
Ali (a.s): Evet buyurdu.
Zimmi
adam: Peygamberinizin dininin dünyaya böyle bir hızla yayılması
ve böyle çok takipçiler bulması, kesinlikle onun bu güzel ahlakından
dolayıdır dedi.
Zimmi
adam Emirul-Muminin Hz. Ali (a.s)la birlikte Kufeye döndü. Onun,
müslümanların halifesi olduğunu öğrenince Müslüman olduğunu
açıklayarak şöyle dedi: Sen şahit ol ki, ben sizin dininiz
üzereyim.[198]
Hz.
Ali (a.s), İslam ordusuyla birlikte ahdi bozan muhalifleri ezmek için
Basraya doğru hareket ettiler. Basranın yakınlarında
Zîkar denen bir yere ulaştıklarında, yorgunluklarını
gidermek ve orduyu savaşa hazırlamak için onlara oturup dinlenme emri
verdi.
Abdullah
bin Abbas şöyle diyor:
Ben
orada Emirul-Muminin Hz. Ali (a.s)ın huzuruna vardığımda,
Hazretin, (ordu komutanı ve müslümanların reisi olmasına
rağmen) kendi ayakkabısını yamadığını
gördüm.
Hz.
Ali (a.s) bana dönerek şöyle buyurdular: İbn- i Abbas! Bu
ayakkabının değeri ne kadar olabilir?
Ben
dedim ki: Bunun hiçbir değeri yoktur.
Buyurdular
ki: Allaha and olsun ki, bu değersiz ayakkabı size hükümet ve
önderlik etmekten bana daha sevimlidir. Bu hükümet ve önderlikle hakkı
diriltip batılı yok edersem o başka.[199]
(Evet
bir hükümetin değeri, hakkı diriltmeğe batılı ise yok
etmeğe bağlıdır. Aksi takdirde ne değeri olabilir ki!)
Emirul-Muminin
Hz. Ali (a.s) halka konuşma yaptıklarında şöyle buyurdular:
Ey
insanlar! Sizin aranızdan ayrılmadan önce, bana ne sormak isterseniz
sorun. Allaha and olsun ki, sorduğunuz her soruya cevap vereceğim.
Bu
sırada Sad bin Vakkas ayağa kalkarak şöyle dedi: Ey
Emirul-Muminin! Benim baş ve sakalımda ne kadar kıl var?
Hz.
Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
Allaha
and olsun ki, habibim Resulullah (s.a.a) senin bu soruyu benden
soracağını bana haber vermiştir! Senin başındaki
her kılın altında sana lanet eden bir melek ve
sakalının her kılı altında da seni tahrik eden bir
şeytan vardır. Senin evinde de Resulullah (s.a.a)in torunu Hüseyini
öldürecek bir çocuk (Ömer bin Sad) vardır! Bunun nişanesi ise,
söylediğim şeyin mısdakıdır.
Ömer
bin Sad o zaman elleri ve karnı üzerinde emekliyordu. Hz. Hüseyin (a.s)
kıyam ettiğinde Ömer bin Sad Hz. Hüseyin (a.s)ı öldürmeyi
üstlendi ve sonuç Hz. Ali (a.s)ın buyurduğu gibi oldu.[200]
Ala
bin Zeyd, Hz. Ali (a.s)ın Basradaki zengin ashabından biri idi.
Hasta olduğundan dolayı Hz. Ali (a.s) onun ziyaretine gitti. Evinin
genişliği ve güzelliği İmam (a.s)ın dikkatini çekti.
O bu işinde israf yapmıştı.
İmam
(a.s) şöyle buyurdular:
Ey
Ala! Bu büyüklükteki evi dünyada ne yapacaksın? Oysa sen ahirette böyle
bir eve daha muhtaçsın. (Çünkü bu evde birkaç günden fazla
kalmayacaksın. Ahirette de böyle geniş evinin olmasını
istiyorsan, bu evde misafir ağırla, akrabalara ihsanda bulun, ilahi
ve dini kardeşlerinin hakkını öde. Bu işleri
yapmış olursan, Allah-u Teala diğer dünyada bu ev gibi sana geniş
ev verir.
Ala:
Senin emirlerine uyacağım dedi. Sonra şöyle arz etti: Ey
Emirul-Muminin! Ben kardeşim Asimden şikayetçiyim.
İmam
(a.s): Neden, ne yapmıştır? diye sordu.
Ala
cevaben şöyle dedi: Rahat olmayan giymiş, dünyadan koparak inzivaya
çekilmiş, yaşantıyı kendisiyle ailesine
zorlaştırmıştır.
İmam
(a.s): Onu benim yanıma getirin diye emretti.
Asimi
getirdiklerinde Emirul-Muminin Ali (a.s) yüzünü ekşiterek şöyle
buyurdular:
Ey
kendi nefsinin düşmanı! Şeytan aklını çalarak seni bu
yola sürüklemiştir. Kendi çoluk çocuğundan utanmıyor musun? Neden
çocuklarına merhamet etmiyorsun? Tertemiz rızkları sana helal
eden Allahın onlardan yararlanmanı istemediğini mi
zannediyorsun? Sen Allah katında böyle bir düşünceden daha
düşüksün.
Asim:
Ey Emirul-Muminin! Sen neden kuru ve katıksız ekmek yiyor ve rahat
olmayan elbise giyiyorsun? Ben sana uymuşum dediğinde İmam
(a.s) şöyle buyurdular:
Yazıklar
olsun sana! Ben senin gibi değilim, benim başka bir vazifem
vardır. Çünkü ben müslümanların önderiyim. Ben yiyecek ve
giyeceğimi, fakirlerin fakirliğin zorluk ve meşakkatine tahammül
etmeleri için onların yiyecek ve giyeceklerinin haddine indirmeliyim. Bu
benim önderlik vazifemdir. Ama senin böyle bir vazifen yoktur.
Asim,
İmam (a.s)ın sözlerinden sonra normal elbisesini giyip kendi
işiyle meşgul oldu.[201]
Hz.
Ali (a.s)a, Muaviyenin büyük bir orduyla İslam topraklarına
saldırmak istediği haberi verildiğinde İmam (a.s)
düşmanlara karşı koymak için güçlü bir orduyla Kufeden
dışarı çıkarak Sıffine doğru hareket ettiler. Sıffine
hareket ederken, yollarının üzerinde bulunan (Sasani
Padişahlarının başkenti olan) Medain şehrine
uğrayıp Kesra sarayına girdiler.
Hz.
Ali (a.s) namazı kıldıktan sonra bir grup ashabıyla
birlikte Enovşirevan sarayının viranelerini gezmekle meşgul
oldular. Sarayın her bölümüne ulaştıklarında, Hz. Ali
(a.s), orada yapılan işleri ashabına açıklıyordu; öyle
ki, Hazretin bu izahı ashabın
şaşkınlığına yol açtı. Bu yüzden onlardan
biri şöyle dedi:
Ya
Emirel- Muminin! Sarayın durumunu öyle bir şekilde anlatıyorsunuz
ki, sanki uzun bir süre burada yaşamışsınız!
Sarayın
salonlarını gezerlerken Hz. Ali (a.s) harabenin kenarında
çürümüş bir kafatası görünce ashabından birine: Onu götür ve
benimle birlikte gel! diye buyurdular.
Daha
sonra Hz. Ali (a.s) Medain sarayının eyvanına gelerek orada
oturdu. Bir leğen getirmelerini, onun içerisine bir miktar su dökmelerini
ve o kafatasını leğenin içerisine bırakmalarını
emretti. Kafatasını getiren adam da onu o leğenin içerisine
bıraktı.
Bu
esnada Hz. Ali (a.s) kafatasına hitaben şöyle buyurdular: Ey
Kafatası! Allah aşkına söyle bakalım; ben kimim ve sen
kimsin?
Kafatası
açık bir ifadeyle şöyle dedi: Sen, Müminlerin emiri, vasilerin
efendisi ve muttakilerin liderisin; ben ise, Allahın kullarından bir
kulum.
Hz.
Ali (a.s): Durumun nasıldır? diye sordu.
Kafa
tası cevaben şöyle dedi:
Ey
Emirel- Muminin! Ben adaletli bir padişahtım, elimin
altındakilere şefkatli ve merhametliydim. Hükümetimde kimseye zulüm
yapılmasına razı olmazdım. Ama Mecusi (ateşe tapan)
dindeydim. İslam Peygamberi dünyaya geldiği zaman, benim sarayım
yarıldı. Peygamberliğe seçildiğinde, İslamı
kabul etmek istedim ama, saltanat sevgisi beni iman ve İslamdan
alıkoydu. Fakat şimdi pişmanım. Keşke ben de iman
etmiş olsaydım. Şimdi ben cennetten mahrumum. Ama adaletimden
dolayı cehennem ateşinden de güvendeyim. Ey Emirel- Muminin! Vay
benim halime! Eğer iman etmiş olsaydım, ben de seninle olurdum.
Enovşirevanın
çürümüş kafatasının sözleri öyle yürek yakıcıydı
ki, o sözleri duyan herkes etkilenerek yüksek sesle ağlamaya
başladılar.[202]
(İnşaallah
bizler, ölüm yetişmeden önce kurtuluş fikrinde oluruz.)
Emirul-Muminin
Hz. Ali (a.s)ın muhlis ashabından biri olan Kumeyl şöyle diyor:
Bir
gün İmam (a.s)a: Ey Emirel- Müminin! Bir kul günah yapıyor, sonra
da mağfiret diliyor. Acaba mağfiret dilemenin haddi (gerçeği)
nedir? diye sordum.
İmam
(a.s): Ey Kumeyl! Mağfiret dilemenin haddi tövbedir? buyurdular.
Kumeyl:
Sadece bu kadar mı?
İmam
(a.s): Hayır!
Kumeyl:
Nasıldır öyleyse?
İmam
(a.s): Kul bir günah işlediğinde, tahrik ile Esteğfirullah
(Allahdan bağış diliyorum) diyor.
Kumeyl:
Tahrik nedir?
İmam
(a.s): Dil ve dudakları, hakikati peşinden getirmek kastıyla
hareket ettirmektir.
Kumeyl:
Hakikat nedir?
İmam
(a.s): Kalple tasdik etmek (samimi bir kalple mağfiret dilemek) ve
mağfiret dilediği günahı tekrarlamamaya karar vermektir.
Kumeyl:
Bunları yaparsam mağfiret dileyenlerden sayılır
mıyım?
İmam
(a.s): Hayır!
Kumeyl:
Neden?
İmam
(a.s): Çünkü sen henüz mağfiret dilemenin aslına
ulaşmamışsın.
Kumeyl:
Mağfiret dilemenin aslı nedir?
İmam
(a.s): Günahtan tövbe etmektir. İşte bu, ibadet edenlerin ilk
derecesidir; bir de ileride her çeşit günahtan kaçınmaya karar
vermektir.
Mağfiret
dileme altı mananın gerçekleşmesiyle olur:
Geçmiş (günahlara) karşı
pişmanlık duymak.
Günahı, ebedi olarak terk etmeye karar vermek.
Kendinle diğer yaratıklar arasında
bulunan hakları eda etmek.
Bütün farzlarda, Allahın hakkını
ödemek.
Haramdan biten etleri, deri kemiğe
yapışacak derecede eriterek yerine (helalden biten) et meydana
getirmek (vücudu helal yoldan geliştirmek).
Vücuda,
günahın tadını tattırdığı gibi, ona itaat
etmenin de zorluk ve acısını tattırmak.[203]
Hz. Ali (a.s) Beytül- Malı
bölerken fark koymaksızın onu halk arasında eşit olarak
bölüyordu. Hz. Alinin bu tutumu bazı kimseleri rahatsız
etmişti, bundan dolayı bir çokları da Muaviyenin yanında yer
almışlardı.
Hz. Alinin dostlarından
bazıları Hazretin huzuruna varıp şöyle dediler: Eğer
siyasetçi kimseleri iş başına getirir ve onları
başkalarına tercih etmiş olursunsa, işlerin ilerlemesi için
daha uygun olur.
Hz. Ali (a.s) onların bu
önerisinden sinirlenip şöyle buyurdular:
Acaba hükümetim altındaki
insanlara zulmederek bu vesileyle kendi çevremde dostlar toplamamı mı
bana öneriyorsunuz ? Allaha ant olsun ki yer ve gök var olduğu müddetçe
bu işi yapmayacağım. Eğer mal kendimin olsaydı onu
eşit olarak bölerdim, nerede kaldı ki mal Allahın
malıdır !
Daha sonra şöyle
buyurdular:
Eğer bir kimse, iyi bir
işi yerinde yapmazsa, bir kaç gün gönlü karanlık kimselerin
yanında övülebilir, onların kalbinde sevgi oluşturabilir. Fakat
kötü bir hadiseyle karşılaşınca ve onların
yardımına muhtaç olduğu zaman dünya malı ve makamı için sana sevgi duyan
kimseler, seni en fazla kınayan ve sana karşı en kötü dostlardan
olurlar. [204]
Ebu Besir diyor ki, Hz.
Sadık (a.s)a: Adiyat suresindeki geçen Yabis (Kumsal çöl) Vadisinin
macerası ve Hicri 8. Yılda (o mekanda) İslam ordusunun
kahramanlıklarıyla ilgili olay nedir? dediğimde İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurdular:
Yabis çölünün halkı on iki
bin süvari nizam idi, ölüm anına kadar Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s)a
karşı savaşacaklarına dair ahdedip el ele verdiler.
Cebrail onların bu
antlaşmasını Resulullaha haber verdi. Resullullah (s.a.a) de
Ebu bekri, daha sonra Ömeri bir orduyla onlara doğru gönderdi. Bunlar bir
netice elde etmeksizin geri dönüyorlar.
Peygamber (s.a.a) bu kez Hz.
Aliyi, muhacir ve ensardan oluşan dört bin kişiyle Yabis Vadisine
doğru gönderiyor. Hz. Ali (a.s), ordusuyla birlikte Yabis Vadisine
doğru hareket etti. İslam ordusunun Hz. Alinin komutasında onlara
doğru yürüdüğü düşmana bildirildi. Düşman
silahçılarından iki yüz kişi savaş alanına doğru
koştular. Hz. Ali (a.s) da bir grup ashabıyla birlikte onlara
doğru yürüdü. Düşmana ulaştıklarında onların tarafından:
Siz kimsiniz, nereden gelmişsiniz, ne yapmak istiyorsunuz ? diye soruyorlar.
Hz. Ali (a.s) onların
cevabında şöyle buyurdu:
Ben Resulullahın
amcasının oğlu, Onun kardeşi ve elçisi Ebu Talip oğlu
Aliyim, sizi, Allahın birliğine ve Hz. Muhammedin
peygamberliğine iman etmenizi davet ediyorum, eğer iman ederseniz
yorar ve zararda Müslümanlarla ortak olursunuz.
Onlar Hz. Alinin sözüne
karşılık şöyle dediler:
Senin sözünü işittik,
savaşa hazır ol ve bil ki, biz seni ve ashabını
öldüreceğiz! Bizim vaadimiz yarın sabahtır.
Hz. Ali (a.s) da onlara cevaben
şöyle buyurdu:
Yazıklar olsun size, beni
ordunuzun çok olmasıyla mı tehdit ediyorsunuz? Bilin ki, biz
Allahtan, meleklerden ve Müslümanlardan sizin aleyhinize yardım
alacağız. Yüce Allahın gücünden başka bir güç ve kudret
yoktur.
Düşman kendi yerine dönüp
mevzisini pekinleştirdi. Hz. Ali (a.s) da ordusuna dönüp savaşa
hazırlanmaya koyuldu. Hz. Ali (a.s) Müslümanlara, gece vakti bineklerinin
cihazlarını hazırlamalarını,
kuşanmalarını ve sabah erken düşmana saldırmak için
hazır bir vaziyette olmalarını emretti.
Sabah şafağı
söktüğünde Ali (a.s) ordusuyla birlikte namaz kılıp düşmana
saldırdılar. Düşman öyle gafil avlandı ki,
Müslümanların onlara nereden saldırdığını
anlayamadı. İslam ordusunun geride kalanı henüz
yetişmemişken onlardan çoğu öldürülüp neticede bir çokları
da esir alındı ve malları ise Müslümanların eline geçti.
Cebrail-i Emin, Hz. Ali ve
İslam ordusunun muzaffer olduğunu Hz. Peygambere haber verdi.
Resulullah (s.a.a) minbere çıkıp Allaha hamt ettikten sonra
Müslümanların düşmana galip olduğunu ve İslam ordusundan
sadece iki kişinin şahadete eriştiğini halka duyurdu.
Daha sonra Peygamber (s.a.a) ve
ashabı Medineden çıkıp Hz. Aliyi istikbal etmeğe
koştular. Medinenin bir fersahlığında Hz. Alinin
ordusuyla karşılaşıp onlara hoş geldiniz dediler. Hz.
Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)i görünce bineğinden aşağı
indi, Peygamber (s.a.a) de bineğinden aşağı inip Hz.
Alinin alnından öptü. İslam ordusunun istikbaline gelen Müslümanlar
da Hz. Peygamber gibi Hz. Aliyi kutlayıp bu fethi tebrik ettiler,
düşmandan elde edilen bolca ganimeti ve esirleri görerek daha çok
sevindiler.
Bu esnada Cebrail-i Emin gök
yüzüne inerek ve bu zaferden dolayı Âdiyât suresini Resulullaha
getirdi:
Soluk soluğa koşan
atlara ant olsun, (tırnaklarıyla) ateş çakıp saçanlara,
sabah vakti baskın yapanlara, derken orada tozu dumana katanlara, bununla
bir (düşman) topluluğun orta yerine kadar dalanlara...
Peygamber (s.a.a)in gözlerinden
sevinç yaşları boşandı, işte burada o meşhur sözü
Hz. Aliye buyurdular:
Eğer ümmetimden bir grubun,
Hıristiyanların Hz. İsa hakkında dedikleri söz gibi senin
hakkında söylemesinden korkmasaydım, senin hakkında öyle bir söz
söylerdim ki, her nereden geçseydin ayağının altındaki
toprağı götürür onunla teberrük ederlerdi! [205]
Ebu Müslim şöyle diyor:
Bir gün ben, Hasan-ı Basri
ve Enes bin Malik birlikte Ümmü Selemenin ( Peygamberin zevcesi) evine gittik.
Enes evin kapısı önünde oturarak içeri girmedi. Ama benle
Hasan-ı Basri içeriye geçtik. Hasan-ı Basri Ümmü Selemeye selam
verdi, o da de selamın cevabını verdi.
Daha sonra Ümmü Seleme:
Evladım sen kimsin? diye sordu.
Hasan-ı Basri: Ben
Hasan-ı Basriyim.
Ümmü Seleme: Ne için
gelmişsin?
Hasan-ı Basri: Resulullah
(s.a.a)in Ali bin Ebu Talib hakkındaki hadisini bana söylemen için
gelmişim.
Ümmü Seleme: Allaha ant olsun
ki, bu iki kulağımla Peygamberden duyduğum bir hadisi sana
söyleyeceğim; eğer yalan söylemiş olursam sağır
olayım! Bu iki gözümle gördüm, görmemiş isem kör olayım! Kalbim
onu almıştır, eğer buna tanıklık etmese Allah onu
mühürlesin! Eğer Resulullah (s.a.a)den duymamış ise dilsiz
olayım. Resulullah (s.a.a) Ali bin Ebu Talibe şöyle buyurdular:
Ya Ali! Kim kıyamet günü
Allahın huzurunda hazır olduğu gün senin velayetini inkar
ederse, müşrik ve puta tapanların safında yer almış
olacaktır.
Hasan-ı Basri bu hadisi
duyunca şöyle dedi:
Allâh-u Ekber,
tanıklık ediyorum ki, gerçekten Ali bin Ebu Talib benim ve bütün
müminlerin mevlasıdır.
Ümmü Selemenin evinden
dışarı çıktığımızda, Enes bin Malik,
Hasan-ı Basriye; Neden tekbir getirdin?diye sordu. O da sebebini ona
açıkladı. Bunun üzerine Peygamberin hizmetçisi Enes bin Malik
şöyle dedi: Bu Hadisi, Resulullah (s.a.a) üç, dört defa
buyurmuştur.[206]
Zazan şöyle naklediyor:
Hz. Ali (a.s)ın hilafeti
döneminde Beytul Mala ait bir çok mallar Kufeye geliyordu. Hz. Ali
(a.s)ın hizmetçisi Kanber, Beytul-Maldan bir kaç altın ve
gümüş kap İmam (a.s)ın huzuruna getirip şöyle dedi:
Bütün ganimetleri taksim ettin,
ama onlardan kendin için hiçbir şey götürmedin! Bundan dolayı ben bu
kabaları senin için zahire ettim.
İmam Ali (a.s) bu sözü
ondan duyunca kılıcını çekip şöyle buyurdu: Vay
haline! Evime ateş getirmek mi istiyorsun!
Daha sonra İmam (a.s) o
kapları parça-parça etti ve şehrin yöneticilerini
çağırtıp halkın arasında adaletle bölmeleri için o
bölünmüş kapları onlara verdi.[207]
Bir gün Hz. Ali (a.s), su
kırbasını omzuna alıp giden bir kadını gördü. Ona
acıdığından ileri gidip su kırbasını
alıp onun evine götürdü. Sonra durumunun nasıl olduğunu sordu.
Kadın şöyle dedi: Ali bin Ebi Talib, eşimi memuriyete gönderdi,
o da o memuriyette öldürüldü, şimdi bir kaç yetim çocuk bana
kalmıştır, onları geçindirmeye de gücüm yoktur.
İhtiyaçtan dolayı halka hizmet etmek mecburiyetindeyim.
Hz. Ali (a.s) bu sözleri
dinledikten sonra evine döndü ve o geceyi sabaha kadar rahatsız bir
şekilde geçirdi. Sabahleyin, içi yiyecekle dolu olan bir sepet götürüp o
kadının evine doğru hareket etti. Yolun yarısında bazıları
Hz. Ali (a.s)a; Sepeti verin biz götürelim diyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s)
onlara cevaben: Kıyamet günü benim amellerimi kim omuzlanacaktır?
diye buyuruyordu.
Nihayet o kadının
evine yetişti, kapıyı çaldı.
Kadın - Kim o ?
Hz. Ali - Dün sana yardım
edip su kırbasını evinize getiren kimseyim, çocuklarına
yiyecek getirmişim, kapıyı aç!
Kadın kapıyı
açıp şöyle dedi:
- Allah senden razı olsun,
benimle Ali bin Ebu Talib arasında Allah hükmetsin.
Hz. Ali (a.s) içeri girip
kadına şöyle dedi:
- Ekmek mi yapıyorsun
yoksa çocukları mı saklıyorsun?
Kadın- Ben ekmeği daha
güzel yaparım, sen çocukları sakla!
Kadın unu hamur yaptı,
Hz. Ali (a.s) da kendisiyle birlikte getirdiği eti kebap yapıp
hurmayla çocukların ağzına bırakıyordu. Sevgi ve
şefkatle babacasına lokmayı çocukların ağzına
bırakırken her defasında: Evlatlarım! Eğer Ali sizin
hakkınızda kusur etmişse onu helal edin buyuruyordu.
Hamur hazır olunca Hz. Ali
(a.s) tandırı yakıp yüzünü onun ateşine
yaklaştırarak şöyle diyordu: Ey Ali! Ateşin tadını
(yakıcılığını) tat! İşte bu, öksüz
çocuk ve dul kadınların durumundan habersiz olan kimsenin
cezasıdır.
Komşunun hanımı
tesadüfen Hz. Aliyi görüp tanıdı, işte bundan dolayı
aceleyle ev sahibi kadının yanına gidip şöyle dedi:
Yazıklar olsun sana! Bu şahıs, Müslümanların önderi ve bu
ülkenin yöneticisi Ali bin Ebu Taliptir.
Kadıncağız
dediği sözlerden utanç duyduğu halde aceleyle Hazreti Alinin
yanına gelip: Ey Emirel-Muminin! Senden utanç duyuyorum, beni affet
dedi.
Hz. Ali (a.s) da cevaben: Senin
ve çocuklarının hakkında kusur yaptığımdan
dolayı ben senden utanç duyuyorum! buyurdular.[208]
Ebu Vail şöyle diyor:
Bir gün Ömer bin Hattap bana:
Yakına gel de Alinin şecaat ve yiğitliğini sana
anlatayım dedi. Yanına yaklaşınca şöyle dedi:
Uhud savaşında
kaçmamak için Peygamberle ahitleşmiştik; bizden kaçan sapık,
bizden ölen ise şehit ve Peygamber de onun ailesinin sorumlusu ve
himayecisi olacaktı. Savaş zamanı aniden, her biri yüz
savaşçıya bedel olan yüz şecaatli komutan grup grup bize
saldırdılar; öyle ki artık biz savaş gücünü kaybettik,
perişan bir vaziyette savaş alanından kaçtık. Bu
sırada Aliyi gördüm, güçlü bir aslan gibi yerden biraz kum götürüp
yüzümüze serpti ve şöyle dedi:
Yüzünüz çirkin ve kara olsun! Nereye
kaçıyorsunuz?
Biz bu sözlerle savaş
meydanına dönmedik, bu defa bize saldırdı, elindeki
kılıçtan kan damlıyordu, şöyle feryat etti: Siz biat edip
biatinizi bozdunuz. Allaha ant olsun ki, sizler öldürülmeye kafirlerden daha
layıksınız.
Alinin gözlerine baktım,
sanki iki zeytin meşalesi gibi ateş ondan saçıyordu veya kanla
dolu iki kâse gibi idi. Bize saldırdığı takdirde hepimizi
öldüreceğine yakin ettim. Bundan dolayı ben herkesten daha önce ona
doğru koşup şöyle dedim: Ey Ebel Hasan! Allah aşkına!
Allah aşkına! Araplar savaşta bazen kaçıyor, bazen de
saldırıyorlar ve yeni saldırı kaçmanın
hasarını telafi ediyor.
Bu sözüm üzerine güya kendisini
kontrol etti, yüzünü bizden çevirdi. O zamandan şimdiye kadar, Alinin o
günkü heybetinden kalbime işleyen vahşeti asla
unutmamışım![209]
Zahhak bin Mezahim, Hz. Aliden
onun şöyle buyurduğunu naklediyor:
Ashaptan bazıları
benim yanıma gelerek şöyle dediler:
Peygamber (s.a.a)in huzuruna
varıp Fatime hakkında Onunla konuşsan ne olur?...
Ben Peygamber (s.a.a)in
huzuruna gittim, beni gördüklerinde gülümseyip şöyle buyurdular: Ya Ebel
Hasan! Ne için gelmişsin? Ne istiyorsun?
Ben
akrabalığımızdan, ilk müslüman olmamdan ve onun
yanındaki cihatlarımdan söz ettim.
Resulullah (s.a.a) buyurdular
ki: Doğru söyledin, söylediğinden bile daha üstünsün.
Bunun üzerine: Ya Resulullah!
Fatimenin bana eş olmasını kabul ediyor musunuz? diye arz
etim.
Resulullah (s.a.a) buyurdular
ki:
Ya Ali ! Senden önce de
Fatimeyi istemeğe geldiler, mevzuyu Fatimeye söylediğimde razı
olmamak eseri yüzünden okunuyordu. Şimdi sen burada bekle, ben tekrar
döneceğim.
Resulullah (s.a.a) Fatimenin
yanına gittiğinde, Fatime (babasını görünce) hemen yerinden
kalkıp Hazretin abasını omzundan almış, ayakkabısını
çıkarmış, ayaklarını yıkaması için su
getirmiş ve ayaklarını yıkadıktan sonra geçip kendi
yerinde oturmuştur.
Sonra Resulullah (s.a.a) ona
şöyle buyurmuş:
Ali bin Ebu Talib öyle bir
kimsedir ki, sen onun akrabalık, fazilet ve islamiyetinden iyice
haberdarsın, ben de Allahdan istemiştim ki, Allah katında en
iyi ve sevimli birisiyle seni evlendirsin, şimdi o seni istemek için
gelmiştir.
Bu esnada Fatime susmuş ve
yüzünü geri çevirmemiştir. Resulullah (s.a.a) Fatimenin yüzünden herhangi
bir rahatsızlık (razı olmamak eseri) hissetmediğini görünce
yerinden kalkıp: Allah-u Ekber ! Fatimenin susması onun razı
olduğunun nişanesidir buyurdular.
Sonra Cebrail Resulullahın
yanına gelip şöyle dedi: Ey Muhammed! Fatimeyi Aliyle nikahla!
Allah Teala, Fatimeyi Ali için, Aliyi de Fatime için beğenmiştir.
İşte böylece Peygamber
(s.a.a) Fatimeyi benimle evlendirdi. Sonra Resulullah (s.a.a) benim
yanıma gelip elimi tutarak şöyle buyurdular: Allahın
adıyla kalk ve şöyle de: Ala bereketin vema şaallahu, la havle
illa billahi tevekkeltu aleyhi
(Bereket üzere, Allahın
isteği üzerine, güçler ancak Allah iledir, Allaha tevekkül ettim.) Sonra
beni Fatimenin yanına götürüp şöyle dediler: Allahım! Bu
ikisi, yaratıklarının benim yanımda en sevimli
olanlarıdırlar, onları sev, evlatlarını çok bereketli
et, kendi tarafından onlara bir muhafız kıl, ben onların
her ikisini ve evlatlarını kovulmuş şeytanın
şerrinden sana emanet ediyorum. [210]
Hz. Ali
(a.s)ın şahadetinden sonra İmarenin kızı Sude,
Muaviyenin kendilerine tayin etmiş olduğu zalim bir validen
şikayet etmek için onun yanına gitti.
Sude, Siffin
savaşında Hz. Ali (a.s)ın ordusuyla birlikte idi ve halkı
Muaviyenin ordusu aleyhine kışkırtıyordu.
Muaviye onun
kim olduğunu öğrenince onun şikayetini dinlemedi ve onu
kınayarak şöyle dedi:
Sıffin
savaşında Alinin ordusunu aleyhimize
kışkırtmış olduğunu unutmuş musun? Nihayet
şöyle dedi: İsteğin nedir?
Sude cevaben
şöyle dedi:
Allah-u
Teala, bizim işimiz ve sana farz kıldığı
hakkımız hakkında seni sorgulayacaktır. Sürekli senden
taraf bazı kimseler (vali olarak) bize geliyor, senin onlara vermiş
olduğun saltanat gücüyle bizlere baskı ve zulüm yapıyor,
buğday sümbülü gibi bizi biçiyor, üzerlik gibi bizi çiğniyor, bizi
hor-hakir ediyor ve ölümü bize tattırıyor. İşte bu
Buşr b. Ertat sizden taraf gelerek erkeklerimizi öldürdü,
mallarımızı yağmaladı. Eğer senin itaatini
gözetmeseydik, ona karşı çıkabilirdik, zulmünün önünü
alabilirdik. Onu azledersen teşekkür ederiz, aksi takdirde size
karşı düşman kesiliriz. Muaviye onun bu sözlerine
karşı şöyle dedi:
Ey Sûde,
beni kavminle mi tehdit ediyorsun? Seni serkeş deveye bindirterek
Buşr b. Ertatın yanına döndürmeği ve senin hakkında
onun hüküm vermesini karar aldım!
Sûde,
(Muaviyenin bu tavrına karşı) başını önüne
eğip biraz düşündükten sonra şu iki beyt şiiri okudu:
Allah
rahmet etsin o ruha ki, kabrin onu kuşatmasıyla adalet de onunla
defnedildi.
O,
hakkın dışında bir şey aramayacağına dair
onunla ahitleşmişti; derken hakla iman (onun imanıyla hak)
birleşmiş oluverdi.
Muaviye: Ey
Sude! Bu sözden kimi kastediyorsun? diye sorduğunda, Sude cevaben
şöyle dedi:
Allaha
andolsun ki, o şahıs Emirul-Müminin Ali b. Ebi Talibdir. Onun
hükümeti döneminde memurlardan biri sadaka toplamak için bizim bölgeye geldi.
Bize zulmedince onu şikayet etmek için Hz. Alinin yanına gittim.
Onun yanına vardığımda o namaz kılmak için ayağa
kalkmıştı. Beni görünce namazdan vazgeçip şefkat ve
merhametle benim yanıma gelerek: Bir işin mi vardır? diye
sordu. Ben de Evet dedim. Sonra memurun bize yaptığı zulmü ona
anlattım. Sözlerimi duyunca ağladı. Daha sonra şöyle
buyurdu: Allahım, sen şahitsin ki ben onlara, yaratıklarına
zulüm yapmaları için emretmedim.
Sonra bir
deri çıkararak şöyle yazdı:
Rahman ve
Rahim Allahın adıyla. Rabbinizden taraf size bir delil ve burhan
(Kuran) gelmiştir. O halde muamelelerde ölçü ve terazileri doğru ve
tam tutun; halkın eşyalarından bir şey azaltmayın,
onları eksik ölçmeyin; yeryüzünde onu ıslah ettikten sonra
bozgunculuk yapmayın; inanmış iseniz bu sizin için daha
hayırladır. Mektubumu okuduğunda, emrimiz doğrultusunda
toplamış olduğun malları, onları senden alacak birisi
yanına gelene dek koru. Vesselam.
Sonra o
mektubu, o şahısa ulaştırmam için bana verdi. Ben de o
mektubu sahibine ulaştırdım. Derken o memur, mezkur mektupla
azledilmiş olduğu halde bizden uzaklaşmış oldu.
Muaviye bu
sözleri duyunca şöyle dedi: Bu kadına, istediği şekilde
bir mektup yazın ve onu bir şikayeti olmaksızın razı olduğu
halde kendi şehrine geri döndürün.[211]
Suveyd b.
Ğafle şöyle diyor:
Emirul-Müminin
Hz. Ali (a.s)ın hilafeti için halktan biat alındıktan sonra,
bir gün Onun huzuruna vardım. Huzuruna vardığımda Onun
küçük bir hasır üzerinde oturmuş olduğunu gördüm. Onun
oturduğu odada o hasırdan başka bir şey yoktu.
Bu durumu
görünce şöyle dedim:
Ya
Emirel-Muminin! Beytul-Mal sizin yetkinizde olduğu halde, odanızda
hasırdan başka ihtiyaç duyulan diğer bir şey görmüyorum!
Emirul-Müminin
Ali (a.s) cevaben buyurdular ki:
Ey
Ğafle! Akıllı bir kimse, kendisinden başka bir yere göçüp
gideceği bir evde ev eşyası toplamaz. Bizim,
varacağımız huzurlu ve emniyetli bir ev önümüzde vardır; en
iyi eşyalarımızı oraya gönderiyoruz. Biz yakında oraya
göç edeceğiz.[212]
Hz. Ali
(a.s)ın hilafeti döneminde vuku bulan ilk savaş, Cemel
savaşı idi. Hz. Ali (a.s)ın ordusu bu savaşta galip
olmasıyla savaş sona erdi. Hz. Ali (a.s)ın ashabından olup
savaşa katılmış olanlardan biri şöyle dedi:
Keşke
kardeşim burada olsaydı da, Allah Tealanın sizi düşmana
nasıl galip ettiğini görseydi; o da hoşnut olarak ecir ve
mükafata erişmiş olurdu.
İmam
(a.s) o sahabeye: Kardeşinin kalp ve fikri bizimle miydi?
Sahabe:
Evet.
İmam
(a.s): Öyleyse o da bu savaşta bizimle beraber olmuştur. Sadece o
değil, babalarının sulbünde ve annelerinin rahimlerinde olanlar
bile, bizimle aynı fikir ve akide üzere olurlarsa, onlar da bizle bu
savaşta hazır olmuşlardır; onlar yakında dünyaya ayak
basacaklar ve din onların vesilesiyle güçlenecektir.[213]
Resulullah
(s.a.a) için iki iri deve getirdiklerinde Hazret ashabına şöyle
buyurdu:
İçinizde
dünya hakkında düşünmeksizin iki rekat namaz kılacak birisi var
mıdır? Kim kılarsa ona bu iki deveden birini vereceğim.
Resulullah
(s.a.a) bu sözünü birkaç kez tekrarladı. Ashaptan hiç kimse cevap
vermeyince Emirul-Müminin Hz. Ali (a.s) ayağa kalkarak: Ya Resulellah!
Ben buyurduğunuz şekilde iki rekat namaz kılmaya
hazırım dedi.
Resulullah
(s.a.a): Çok iyi, kıl diye buyurdu.
Emirul-Müminin
Ali (a.s) namaza başladı. Namazın selamını
verdiğinde Cebrail yeryüzüne inerek şöyle dedi: Allah-u Teala
buyuruyor ki: Bu develerden birini Aliye ver.
Resulullah
(s.a.a) buyurdu ki:
Ben, namaz
kılarken dünya işleriyle ilgili herhangi bir şeyi
düşünmemeyi şart koşmuştum. Oysa Ali teşehhüt okurken:
Develerden hangisini alayım diye düşündü.
Cebrail:
Allah-u Teala buyuruyor ki: Alinin hedefi, semiz olan deveyi alıp onu
keserek fakirlere vermekti, bundan dolayı düşüncesi Allah içindi,
kendisi veya dünya için değildi dedi.
Bu esnada
Peygamber (s.a.a), Hz. Aliye teşekkür ve onu takdir etmek için her iki
deveyi ona verdi.
Allah-u
Teala da bir ayetin zımnında Hz. Aliyi takdir etmek için şöyle
buyurdu:
İnne
fî zalike lezikra limen kane lehu kalbun ev elkas-sema ve huve şehid.
Hiç
şüphesiz bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse
için elbette bir öğüt vardır.[214]
Sonra
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
Kim iki rekat
namaz kılar da dünya işleri hakkında bir şey
düşünmemiş olursa, Allah-u Teala ondan razı olup
günahlarını affeder.[215]
Şair
olan Neccaşi Hz. Ali (a.s)ın taraftarlarından biridir ve
söylediği coşkulu şiirlerle Hz. Ali (a.s)ın ordusunu
Muaviyenin aleyhine tahrik ediyordu. Defalarca Hz. Ali (a.s)ın ordusunda
düşmana karşı savaştı. Ama bu şahıs bir kez
şeytanın vesvesesine uyarak Ramazan ayında şarap içti. Halk
Onun şarap içtiğini görünce onu yakalayıp Hz. Ali
(a.s)ın yanına getirdiler ve
onun şarap içtiğini ispatladılar.
Hz. Ali
(a.s) onun şarap içmiş olduğuna kanaat edince kendisi ona seksen
kırbaç vurdu ve bir gece de hapse attı. Sonraki gün Neccaşinin
getirilmesini emretti. Getirdiklerinde ona yirmi kırbaç daha vurdu.
Neccaşi
iki kez kırbaçlandığını görünce şöyle dedi:
Ya
Emirel-Muminin! Bu yirmi kırbaç ne içindi?
Hz. Ali
(a.s) cevaben: Bu yirmi kırbaç, Ramazan ayının
ihtiramını gözetmediğin ve bu ayda şarap içmeye cesaret
ettiğin içindi.[216]
Kadı
Şureyh[217] şöyle diyor:
Seksen
dinara bir ev alarak kendi adıma yazdırdım ve buna dair
şahitler tuttum.
Bunun haberi
Emirul-Müminin Ali (a.s)a ulaşınca beni çağırtarak
şöyle buyurdu:
Ey
Şureyh! Seksen dinara bir ev almış ve bir mektup yazarak da buna
dair tanıklar mı tutmuşsun?!
Ben: Evet,
doğrudur dedim.
Hz. Ali
(a.s), bana sert bir şekilde bakarak şöyle buyurdular:
Ey
Şureyh! Allahtan kork. Yakın bir zamanda Azrail sana doğru
gelecektir, ne yazına (senedine) bakacak ve ne de şahitlerinden soru soracak
ama seni o evden çıkarıp kabrine teslim edecektir.
Ey
Şureyh! Çok iyi düşün! Sakın bu evi başkasının
malıyla almayasın ve onun değerini helal olmayan maldan
vermiş olmayasın! Bu durumda dünya ve ahirette zarara
uğrayanlardan olursun.
Daha sonra şöyle
buyurdular:
Ey
Şureyh! Bil ki, eğer evi aldığında benim yanıma
gelmiş olsaydın, senin için bu senede öyle bir yazı
yazardım ki, bu evi bir dirheme ve bir dirhemden daha aza bile almaya
rağbet etmezdin. Ben şöyle bir senet yazardım:
Bu ev,
zelil bir kulun, ahiret yurduna göçmeye hazır olan ölü bir
şahıstan aldığı bir evdir; öyle bir ev ki,
aldatıcı evlerdendir; fani ve helak olacakların
toprağındandır. Bu evin dört sınırı vardır:
Birinci sınır, âfet ve belalara ulaşır; ikinci
sınır, musibet ve ölümlere yetişir; üçüncü sınır,
helak edici heva ve heveslere dayanır; dördüncü sınır ise,
aldatıcı şeytana varır; işte bu ev, dördüncü
sınıra açılmaktadır.
Bu evi,
arzularla aldanmış bir şahıs, kanaat izzetinden
çıkarak dünyaya tapma zilletine düşmek değeriyle, kısa bir
süreden sonra ölecek bir kimseden almıştır...[218]
Evet, zahit
ve basiretli insanların dünya malına bakışları
işte böyledir.
Emirul-Müminin
Hz. Ali (a.s) bir Cuma günü Kufede çok güzel bir konuşma yaptı.
Konuşmasının sonunda şöyle buyurdular:
Ey millet!
Şu yedi büyük musibetten Allaha sığınmamız gerekir:
1-
Alimin sürçmesinden.
2-
Abidin ibadetten usanmasından.
3-
Müminin muhtaç olmasından.
4-
Eminin hıyanet etmesinden.
5-
Zenginin fakir olmasından.
6-
Azizin zelil bir duruma düşmesinden.
7-
Fakirin hasta olmasından.
Bu esnada
bir adam ayağa kalkarak şöyle dedi: Doğru buyurdunuz ey
Emirul-Muminin! Biz saptığımızda sen kıblemizsin,
karanlıkta kaldığımızda sen nursun. Allah
Teala'nın: Udunî estecib lekum (Bana dua edin size icabet
edeyim)[219] diye buyurmuş
olduğu sözü hakkında senden soru sormak istiyorum. Allah-u
Tealanın böyle buyurmasına rağmen neden duamız kabul
olmuyor?
Hz. Ali
(a.s) cevaben şöyle buyurdular:
Dualarınızın
kabul olmamasının sebebi, kalplerinizin sekiz şey hususunda
hiyanet etmesinden dolayıdır:
Birincisi:
Siz Allahı tanıdınız fakat size farz
kıldığı şekilde hakkını eda etmediniz. Bu
yüzden bu tanıyış size bir şeyi kazandırmadı.
İkincisi:
Siz Allahın Peygamberine iman ettiniz ama onun sünnetine karşı
çıktınız ve şeriatini öldürdünüz. O halde
imanınızın neticesi nerede kaldı! (Yok olup gitti.)
Üçüncüsü:
Allahın size nazil etmiş olduğu kitabı (Kuranı)
okudunuz fakat onunla amel etmediniz; Kuranı canı gönülden kabul
ettik ve ona uyacağız dediniz ama ona muhalefet ettiniz.
Dördüncüsü:
Biz cehennem ateşinden korkuyoruz dediniz, o halde korkunuz nerede
kaldı?!
Beşincisi:
Cennete rağbet etmekteyiz, dediniz. Ama her an sizi ondan
uzaklaştırmakta olan şeyleri yapıyorsunuz; o halde cennete
olan rağbet ve iştiyakınız nerede kaldı?!
Altıncısı:
Siz Allahın nimetini yediniz. Ama o nimete karşı Allaha
şükür etmediniz.
Yedincisi:
Allah-u Teala sizi şeytanla düşman olmaya emretti ve buyurdu ki: Şüphesiz
şeytan sizin düşmanınızdır; o halde ona düşman
kesilin. Ama siz dilde onunla düşmanlık ettiniz, amelde ise
muhalefet etmeksizin onu dost edindiniz (ona uydunuz).
Sekizincisi:
Siz halkın kusurlarını gözlerinizin önüne diktiniz. Ama kendi
ayıplarınızı attınız (onları görmezlikten
geldiniz) ve kınanmaya kendisinden daha layık olduğunuz kimseyi
kınamaya kalkıştınız. Bununla birlikte hangi dua sizin
için kabul olabilir! Oysa siz duanın kapı ve yollarını
kapadınız. O halde Allahtan korkun, amellerinizi düzeltin, biatinizi
halis edin, iyiliğe emredin, kötülükten sakındırın.
Bunları yaptığınız takdirde Allah-u Teala
duanızı kabul eder.[220]
Zenci birisi
Hz. Ali (a.s)ın huzuruna gelerek şöyle dedi: Ya Emirel-Muminin!
Ben hırsızlık yaptım, beni günahtan arındır (bana
had uygula)!
Hz. Ali
(a.s): Şayet koru olmayan yerden hırsızlık
yapmışsın buyurarak yüzünü ondan çevirdi.
Zenci: Ya
Emirel-Muminin! Koruk olan yerden hırsızlık yaptım, had
(şeri ceza) uygulayarak beni arındır!
Hz. Ali
(a.s): Şayet (şeri cezayı gerektiren) nisap miktarınca
hırsızlık yapmamışsın buyurarak tekrar yüzünü
ondan çevirdi.
Zenci adam:
Ya Emirel-Muminin! Nisap miktarınca hırsızlık
yaptım!
Zenci adam
üç kez ikrar ve itiraf edince Hz. Ali (a.s) onun (sağ elinin dört)
parmağını kesti. Hz. Ali (a.s)ın yanından
ayrılıp parmakları kesik olduğu halde evine
döndüğünde, ağır bir darbe almasına rağmen yol boyunca
yüksek bir sesle şöyle diyordu:
Ey millet!
Elimi, müminlerin emiri, muttakilerin imamı, secde azaları nurlu
olanların komutanı, dinin lideri ve vasilerin efendisi olan Hz. Ali
(Allahın emrine göre) kesti...
Bu
sözleriyle Hz. Ali (a.s)ı durmadan methediyordu. İmam Hasan ve
İmam Hüseyin (a.s) onun bu sözlerini duyunca ona doğru giderek onu
karşıladılar. Daha sonra Hz. Ali (a.s)ın yanına gelerek:
Eli kesilmiş olan Zenci birisinin yolda seni methettiğini gördük
dediler. Hz. Ali (a.s) eli kesilmiş olan zenciyi getirdiklerinde ona
hitaben: Elini kesmiş olduğum halde beni mi methediyorsun? diye
buyurdu.
Zenci adam
cevaben şöyle dedi: Ya Emirel-Muminin! Sen beni günahtan
arındırdın; şüphesiz senin sevgin benim et ve kemiğime
işlemiştir; eğer sen beni doğram doğram etsen de senin
sevgin benim kalbimden çıkmaz.
Hz. Ali
(a.s) onun hakkında dua etti, sonra kesilen parmaklarını kendi
yerine bıraktı; derken parmakları eskisi gibi düzelip
sağ-salim oldu.[221]
Esbeğ
b. Nebate şöyle diyor:
Bir gün
Emirul-Müminin Hz. Ali (a.s) Kufeden çıkıp Ğariyyeyne
(Kufenin dışında iki kutsal mekana) geldi ve oradan geçtiğinde
biz ona ulaştık. Onun, altında bir şey olmaksızın
sırt üstü toprak üzerinde uzanmış olduğunu gördük.
Kanber Hz.
Ali (a.s)ın toprak üzerinde yatmış olduğunu görünce
şöyle dedi: Ya Emirel-Müminin! Abamı altınıza sermeme
müsaade eder misiniz?
Hz. Ali
(a.s): Hayır! Burası müminlerin makanıdır, (bu iş)
onların meclislerinde rahatsızlıklarına sebep
olmaktır buyurdu.
Esbağ
diyor; arzettim ki: Ey Emirel-Muminin! Müminlerin türbesinin ne olduğunu
biliyoruz; o ya olup veya olacaktır; ama onların meclislerinde
rahatsızlıklarına sebep olmaktadır ne demektir!
Hz. Ali
(a.s) cevaben şöyle buyurdu:
Ey
İbn-i Nebate (Nebatenin oğlu)! Perde gözlerinin önünden
kalkmış olursa, müminlerin ruhlarının burada halkalar
halinde birbirlerini ziyaret etmelerini ve birbirleriyle
konuşmalarını görmüş olursun. İşte burası
müminlerim ruhlarının bulunduğu yerdir.[222]
Hz. Ali
(a.s)ın şahadetinden sonra kardeşi Akil Muaviyenin
sarayına uğradı. Muaviye Akilden,
kızartılmış demir olayını sordu. Akil kardeşi
Ali (a.s)ı hatırlayınca ağlayarak şöyle dedi:
Ey Muaviye!
İlk önce kardeşim Ali hakkında diğer bir şey
söyleyeceğim, daha sonra sorunun cevabını vereceğim.
Bir gün Hz.
Ali (a.s)ın oğlu Hüseyine bir misafir geldi. Hüseyin (a.s) onu
ağırlamak için bir dirhem borç ederek onunla bir ekmek aldı.
Ekmekle yenilecek bir katık olmadığından dolayı
hizmetçileri Kanbere, Yemenden getirilmiş olan bal tulumlarından
birini getirip açmasını istedi. Hüseyin (a.s) bir rıtl
(ölçek/litre) bal ondan götürdü.
Hz. Ali (a.s)
(Müslümanların arasında) onu bölmek istediğinde, tulumun
ağzının açıldığından
şüphelendiğinden dolayı şöyle buyurdu:
Ey Kanber!
Galiba bu tulumun ağzı açılmış ve bir şeyler
yapılmıştır!
Kanber
cevaben: Evet, doğrudur diyerek olayı ona anlattı. Hz. Ali
(a.s) çok sinirlendiğinden: Hüseyni bana getirin diye emretti. Hüseyin
(a.s)ı getirdiklerinde kırbacı kaldırıp ona vurmak
istediğinde Hüseyin (a.s): Amcam Caferin hakkı hürmetine beni
affet dedi. Hz. Aliyi kardeşi Caferi Tayyarın hakkına ant verdiklerinde
öfkesi yatışıyordu. Hz. Ali (a.s) bu sözü duyunca onu vurmaktan
vazgeçerek şöyle buyurdu:
Neden bal
müslümanların arasında bölünmeden ona el vurdun?
Hüseyin
(a.s) cevaben: Babacığım! Bizim onda bir hakkımız
vardır, ben ödünç olarak ondan bir miktar götürdüm, bizim
payımızı verdiğinizde borcumu ödeyeceğim dedi.
Hz. Ali
(a.s) buyurdular ki:
Baban sana
feda olsun, senin onda hakkın olsa da müslümanlar kendi hakkından
yararlanmadıkça (onların hakkı verilmedikçe) senin ondan
yararlanmaya hakkın yoktur.
Sonra
buyurdular ki:
Eğer
Resulullahın senin ön dişlerinden öptüğünü görmüş
olmasaydım, bu işinden dolayı canını incitirdim.
Daha sonra
Kanbere bir dirhem vererek ona: Bununla edebildiğin kadar en iyi bal al
onun yerine bırak diye emretti.
Akil diyor
ki:
Hz. Ali
(a.s)ın tulumun ağzını açarak Kanberin alınan
balı ona döktüğünü ve Hazretin onun ağzını eliyle
kıvırarak bağladığını görür gibiyim! Hz. Ali
(a.s) ağladığı halde şöyle diyordu:
Allahım!
Hüseyini bağışla; zira o farkına varmamıştır.[223]
Muaviye bu
sözleri dinledikten sonra şöyle dedi:
Öyle bir
kimsenin faziletinden söz ettin ki, kimse onun faziletini inkar etmemektedir.
Allah rahmet etsin Ebul- Hasana, şüphesiz o, kendisinden öncekilerden
(fazilet açısından) öne geçmiştir ve kendisinden sonra
gelecekleri de aciz bırakmıştır. Şimdi
kızartılmış demir hikayesini bize anlat...[224]
Akil, bal macerasını naklettikten
sonra şöyle dedi:
Evet ey Muaviye! Ben şiddetli bir mali
sıkıntıya duçar oldum. Durumum çok kötü oldu. Kardeşim
Alinin huzuruna giderek ondan yardım dildim. Ama o önem vermedi.
Eve dönüp çocuklarımı toplayarak,
açlık ve yoksulluk eseri yüzlerinden okunduğu bir halde onları
Onun yanına götürdüm. Buyurdu ki: Akşam yanıma gel de sana bir
şey vereyim.
Akşam olunca çocuklardan birisi elimden
tutarak beni kardeşim Alinin yanına götürdü. Ali beni götüren
çocuğun bir kenara gitmesini emretti. Sonra şöyle buyurdu:
Yakına gel de bir şey vereyim!
Ben çok
sıkıntılı ve ihtiraslı olduğumdan dolayı
bana bir kese para vereceğini zannettim. Fakat elimi uzatıp onu almak
istediğimde, elim, ateş saçan bir demire dokundu. Hemen onu atıp
ve kasabın eli altında böğüren bir boğa gibi ses
çıkardım. Ali benim bu durumumu görünce şöyle dedi:
Akil! Annen mateminde ağlasın! Sen
dünya ateşinde kızartılan bir demirin hararetinden böyle
bağırıyorsun. Eğer kıyamet günü benimle sen, ateşten olan zincirlerle bağlanmış
olursak o zaman ne yaparız?
Sonra şu ayeti okudular: Boyunlarında demir halkalar ve
zincirler olduğu halde, sıcak suya sürüklenecekler, sonra da
ateşte yakılacaklardır.[225]
Daha sonra şöyle buyurdu: Akil!
Allahın, Beytul-Maldan senin için belirlediği haktan fazla, benim
yanımda kızartılmış demir dışında bir
şey yoktur. O halde evine dön.
Muaviye bu hikayeyi duyunca
şaşkınlığından şöyle dedi: Kadınlar,
Ali gibi birisini asla doğuramayacaklar![226]
Hz. Ali (a.s)ın
ashabından olan Hibbe İrnî isminde birisi şöyle diyor:
Bir gece Nevf ile birlikte Kufenin Darul-İmaresinin
(hükümet konağının) bahçesinde yatmıştık. Gecenin
son zamanlarında Hz. Ali (a.s)ın Darul-İmareden yavaşça
dışarı çıktığını, aşırı
bir korkunun kendisini sardığını, dengesini
koruyamadığını ve elini duvara koyarak
şaşkınlık ve hayranlık içinde olanlar gibi göğe
doğru bakıp şu ayeti okuduğunu gördük:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında,
gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim
sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.
Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken, (her
vakit) Allahı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı
hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen
bunu boşuna yaratmadın. seni tesbih ederiz. Bizi cehennem
azabından koru!
Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu
rüsva etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.
Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, Rabbinize inanın diye imana
çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Artık
bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört,
ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz.[227]
Hibbe İrnî şöyle devam
ediyor: Hz. Ali (a.s) sürekli bu ayetleri okuyordu. Bu azametli güzelliklere ve
bu azametli güzelliklerin yaratıcısına öyle gönül vermişti
ki ve kendisinden öyle geçmişti ki adeta aklını yitirmişti.
Hibbe ve Nevf
yattıkları yerden bu ilginç manzarayı seyrediyorlardı.
Nihayet Hz. Ali (a.s) yavaş yavaş Hibbenin yattığı
yere yaklaşarak şöyle buyurdu: Hibbe! Uyumuş musun, uyanık
mısın?
Hibbe cevabında:
Uyanığım; ya Emirel-Müminin, siz onca aydın
geçmişinize ve onca züht, takva ve eşsiz ibadetinize rağmen
Allahtan böyle korkuyorsunuz, o halde vay bizim halimize, biz zavallılar
ne yapmalıyız!
Hz. Ali (a.s) gözlerini
aşağı dikerek ağladı. Sonra şöyle buyurdu: Ey
Hibbe! Hepimiz bir gün Allahın karşısında
duracağız, amellerimizden hiçbiri Ona gizli değildir. Ey Hibbe!
Allah-u Teâla bana ve sana boynun şah damarından daha
yakındır; hiçbir şey bizimle Allah arasında engel olamaz.
Sonra Nevfe dönerek şöyle
buyurdu: Ey Nevf! uykuda mısın?
Nevf: Hayır,
uyanığım. Ya Emirel-Müminin! Sizin hayret verici durumunuz, bu
gece biraz gözyaşı dökmeme sebep oldu.
İmam (a.s): Ey Nevf!
Eğer bu gece Allahın korkusundan çok ağlarsan, yarın
Allahın karşısında gözlerin aydın olur. Ey Nevf!
Allah korkusundan kimin gözünden bir damla yaş akarsa, bu göz
yaşı ateşten olan denizleri söndürür
Emirul-Müminin (a.s), Hibbe ve
Nevfe ettiği nasihatlerin sonunda ise şöyle buyurdu: Ben size, her
an Allahtan korkunuz diyorum.
Daha sonra o ikisinin
yanından geçti ve yürekleri yakarcasına şöyle diyordu:
Ey Rabbim! Keşke bir
bilseydim; acaba senden gafil olduğumda benden yüz mü çeviriyorsun yoksa
yine bana teveccüh mü ediyorsun? Keşke bir bilseydim; bu uzun uykumla ve
nimetlerinin şükründe kusur etmemle halim senin nezdinde
nasıldır?
Hibbe diyor ki: Allaha
andolsun ki, Hz. Ali (a.s) şafak atana kadar bu halde Allaha
yalvarıp yakarıyordu.[228]
Haris-i Hemdani İmam Ali
(a.s)ın dostlarından biri idi ve İmam (a.s)ın
yanında özel bir makamı vardı. Haris hastalanınca, Hz. Ali
(a.s) onun ziyaretine gitti. Hal hatır sorduktan sonra şöyle buyurdu:
Ey Haris! Sena müjde veriyorum
ki, ölüm anında, sırat köprüsünden geçtiğinde, Kevser havuzunun
kenarında ve mukaseme (taksim) zamanı beni görecek ve
tanıyacaksın.
Haris: Mukaseme nedir? diye
sordu.
Hz. Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Mukaseme (taksim etme) ateşle olacaktır. Kıyamet günü
cehennem ateşiyle halkı taksim edeceğim. Ateşe
diyeceğim ki: Ey ateş! Bu adam benim dostumdur onu bırak ve bu
şahıs ise benim düşmanımdır onu yakala!
Sonra Hz. Ali (a.s) Harisin
elinden tutarak şöyle buyurdu: Ey Haris! Ben senin elinden tuttuğum
gibi Peygamber (s.a.a) de benim elimden tuttu. O esnada ben Kureyş ve
münafıkların haset ve kıskançlığından O Hazrete
şikayet ettim. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
Kıyamet günü
olduğunda ben Allahın sağlam ipinden tutacağım, sen
de beni tutacaksın ve şialar da senin eteğinden
tutacaklardır
Hz. Ali (a.s) sonra üç defa
şöyle buyurdu: Ey Haris! Sen sevdiğin kimseyle ve yapmış
olduğun amelle birlikte olacaksın.
Bu esnada Haris yerinden
kalkıp, aşırı sevincinden cübbesini yerde çekerek
şöyle diyordu: Bundan sonra artık ölüme doğru mu gidiyorum,
yoksa ölüm mü bana doğru geliyor bu hususta hiçbir korkum yok.
Bu hadisi, Ehl-i Beyt şairi
(Seyyid Himyeri), bir şiire dökerek şöyle demiştir:
Ey Hemdani! Kim ölürse beni
karşısında görecektir,
Ölen ister mümin olsun ister
münafık.
Onun gözleri beni tanıyor,
ben de onu tanıyorum,
Sıfatıyla, ismiyle ve ameliyle.
Sen Sırat köprüsünde beni
tanıyacaksın,
O halde kayma ve sürçmeden
korkma.
Ben o yakıcı
susuzlukta sana soğuk su içireceğim,
Onun tatlı bir bal
olduğunu sanacaksın.
Sorgu için seni
durdurduklarında ateşe diyeceğim ki;
Onu bırak, ona yaklaşma;
zira bu şahsın,
Velayet ipiyle bağlı
bir ipi vardır.[229]
Suveyde b. Gafle şöyle
diyor:
Bir gün öğleden sonra Hz.
Ali (a.s)ın yanına uğradım. Hz. Alinin, sofranın
kenarında oturduğunu ve sütü ekşimiş bir kapla kepekli bir
ekmeğin de o sofrada bulunduğunu gördüm. Hz. Ali (a.s) bazen eliyle
ve bazen de diziyle o ekmeği kırıyor ve ekşimiş sütle
onu yiyordu. Hz. Ali (a.s) bana: Sen de gel ye diye buyurdu. Cevabında:
Ben niyetliyim dedim.
Buyurdular ki: Resulullah
(s.a.a)in şöyle buyurduğunu duydum: Kim oruç tuttuğu için
canı istediği yemekten sakınır da ondan yemezse, ona cennet
yemeklerinden yedirmek ve cennet içeceklerinden içirmek Allaha hakkolur.
Suveyde sözünün devamında
şöyle diyor: İmam (a.s)ın biraz ötesinde duran hizmetçisi Fizzenin
yanına giderek ona dedim ki: Vay senin haline! Neden bu yaşlı
adam hakkında Allahtan korkmuyor, Onun halini gözetmiyor ve Ona kepekli
ekmek veriyorsun?!
Fizze cevabımda şöyle
dedi: Suveyde, bizim suçumuz değildir. İmam (a.s)ın kendisi,
ekmeğinin elenmemiş undan yapılmasını
emretmiştir.
Suveyde Hz. Ali (a.s)ın
yanına dönerek Fizzenin vermiş olduğu cevabı İmam
(a.s)a söyledi.
İmam Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Anam ve babam İslam Peygamberine Feda olsun! Onun ekmeği,
elenmemiş undan idi. Bu dünyadan göçene dek, üç gün ardı ardınca
buğday ekmeğinden doyasıya ekmek yememiştir.[230]
Hz. Ali (a.s)ın, yemek
yemesinde de Resulullah (s.a.a)i örnek aldığı bu kıssadan
da anlaşılmaktadır.
Hz. Ali (a.s) hizmetçisi Kamberle
birlikte gömlek almak için Kufe pazarına gitti. Pazarda elbise satan
birisine: İki gömlek ihtiyaçtır buyurdu.
Elbise satan adam İmam
(a.s)ı tanıyınca: Ya Emirel-Müminin! Ne çeşit gömlek
istesen vardır dedi.
İmam (a.s), o
şahsın kendisini tanıdığını anlayınca,
onun dükkanından geçip alış verişle meşgul olan
diğer bir elbise satıcısının yanına gitti. Ondan,
biri üç diğeri ise iki dirhem olan iki gömlek aldı. Sonra Kanbere:
Üç dirhemlik gömleği sen giy buyurdu. Kanber: Efendim, Üç dirhemlik
elbise size yakışır. Zira siz, halka konuşmak için minbere
çıkıyor ve onlara vaaz ediyorsun; değerli elbisenin hatibin
üzerinde olması daha uygundur dedi.
Hz. Ali (a.s): Kanber! Sen
gençsin, gençlik de süslü olmayı ister. Ayriyeten ben Rabbimden, elbise
hususunda kendimi sana tercih etmekten hâyâ ediyorum. Zira Peygamber (s.a.a)in
şöyle buyurduğunu duydum: Giydiğiniz şeylerden onlara
(hizmetçilere) giydirin ve yediğiniz şeylerden onlara yedirin.
Hz. Ali (a.s) gömleği
giyince, gömleğin kolunun elinden uzun olduğunu gördü. Bundan
dolayı onun fazla olan miktarını kesip ondan muhtaçlar için
takke yapmalarını emretti.
Bu esnada gömleği satan
genç: Müsaade edin gömleğin kesilen yenini dikeyim dedi.
İmam (a.s): Bırak
öyle kalsın. Zira ömrün geçmesi, elbiseyi süslemekten daha
hızlıdır buyurdu.
Hz. Ali (a.s) parayı
vererek oradan ayrıldı. Biraz uşaklaştığında
dükkanın asıl sahibi geldi. Oğlunun gömlekleri pahalı
sattığını anlayınca, Hazretin yanına gidip özür
dileyerek şöyle dedi: Ya Emirel-Müminin! Oğlum sizi
tanımamış, bundan dolayı gömlekleri size pahalı
satmıştır; fazla olan iki dirhemi geri almanızı rica
ediyorum.
Hz. Ali (a.s) şöyle
buyurdu: Ben ve oğlun, gömleklerin fiyat hususunda yeteri kadar
konuştuk, pazarlık yaptık ve her ikimiz de razı olduk.
Binaenaleyh muamele her iki tarafın rızayetiyle
gerçekleşmiştir. Ben iki dirhemi geri almayı kesinlikle kabul
etmeyeceğim.[231]
Gecelerin birinde
Emirul-Muminin Ali (a.s) Kufe mescidinden kendi evine doğru hareket ediyordu.
İmam (a.s)ın özel ashabından olan Kumeyl b. Ziyad da O Hazretle
birlikte idi. Yolları üzerinde olan bir evin kenarından geçerken ev
sahibinin yüksek ve güzel bir sesle şu ayeti okuduğunu gördüler: Yoksa geceleyin secde ederek ve
kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini
dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resulüm) De ki: Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları
hakkıyla düşünür?[232]
Kumeyl bu adamın Kuran
okumasından çok hoşlandı ve kalbinde ona aferin dedi Hz. Ali
(a.s) Kumeylin bu durumunu farkedince şöyle buyurdu:
Ey Kumeyl! Onun güzel sesle
Kuran okuması seni aldatmasın. Çünkü o cehennem ehlidir. (Nice
Kuran okuyanlar vardır ki Kuran onlara lanet etmektedir.) Yakın bir
zamanda söylediğim şey senin için aşikar olacaktır.
Kumeyl İmam (a.s)ın
bu sözünden şaşkınlığa uğradı. Şöyle ki
İmam (a.s) onun fikir ve düşüncesini okudu ve söz konusu
şahısın o manevi haliyle cehennem ehlinden olduğunu buyurdu.
Bir müddet geçtikten sonra
Havariç olayı ortaya çıktı. Bunlar, İmam Ali (a.s)
karşısında durarak Onunla savaşmaya
kalkıştılar. İmam Ali (a.s) da, Hafızul-Kuran
olmalarına rağmen onlarla savaştı. Savaş sona erdikten
sonra o azgınların başları yere serilmişti. Müminlerin
Emiri Hz. Ali (a.s) Kumeyle dönerek, kılıcının kanı
kurumamışken o başlardan birine işaret ederek şöyle
buyurdu: Ey Kumeyl! Bu baş, o gece Kuran okuyan kimsenin başıdır;
sen o gece onun hakkındaki sözümden
şaşırmıştın!
Kumeyl İmam (a.s)ın
başından öperek mağfiret diledi.[233]
Bir adam Hz. Ali (a.s)ın
yanına gelerek şöyle dedi:
Ya Emirel-Müminin! Benim bir
hâcetim vardır.
İmam (a.s) şöyle
buyurdu: Hâcetini (isteğini) yerin üzerine yaz! Zira ben, senin
sıkıntını yüzünden okuyorum (dilinle söylemene gerek
yoktur).
Fakir adam yerin üzerine
şöyle yazdı: Ben fakir ve muhtacım.
Hz. Ali (a.s) Kanbere: Ona iki
değerli elbise ver diye emretti.
Fakir adam onları
aldıktan sonra birkaç beyt şiirle Hz. Ali (a.s)a teşekkür etti.
İmam (a.s) Kanbere: Ona
yüz dinar da ver buyurdu.
Orada bulunanlardan
bazısı: Ya Emirel-Müminin! Onu zengin ettin dediler.
İmam (a.s) onların bu
sözüne karşılık şöyle buyurdu: Ben Peygamber (s.a.a)den
duydum ki şöyle buyuruyordu: Halka mevkilerine göre davranınız,
onların şahsiyetlerini göz önünde bulundurunuz.
İmam (a.s) sözünün
devamında şöyle buyurdu:
Doğrusu ben bazı
insanlara şaşırıyorum. Onlar köleleri parayla
alıyorlar ama hürleri iyilikle almıyorlar.[234]
Hz. Ali (a.s) minbere
çıktığında şöyle buyurdu:
Müslüman bir kimse üç kimseyle
dost ve arkadaş olmaktan kaçınmalıdır:
1- Laubali.
2- Ahmak (aklı az olan).
3- Yalancı.
Laubali bir kimse, işini
sana güzel göstermeye çalışır ve senin de onun gibi olmanı
ister. Böyle bir kimse, dünya ve ahiret işlerinde sana yardımcı
olmaz. Onunla dost ve arkadaş olmak cefa ve taş yürekliliğe
sebep olur; onun senin yanına gelip gitmesi ise utanç vesilesidir.
Ahmağa gelince; ondan sana
bir hayır ulaşmaz; sorunları gidermesi, çaba gösterse dahi ondan
beklenmez; yarar ulaştırmak istese, (ahmaklığından
dolayı) sana zarar verir; o halde onun ölümü, hayatından daha
hayırlıdır; susması konuşmasından daha iyidir;
uzaklığı, yakın olmasından daha güzeldir.
Yalancıya gelince; onunla
yaşamak asla sana tatlı olmaz; senin sözünü başkasına
götürür ve onların sözlerini de sana getirir; bir sözü bitirdiğinde,
başka bir söze başlar; bazen doğru da konuşur ama halk
sözüne inanmaz; halkın arasını bozmaya çalışır ve
gönüllerde kin icat eder. O halde Allahtan korkun ve kendiniz için kimlerle
dost olacağınıza bakın. [235]
Bir gün bir şahıs
Emirul-Muminin Ali (a.s)ı evine konuk olarak davet etti. İmam (a.s)
cevabında şöyle buyurdu:
Davetini üç şartla kabul
ederim:
1- Evin dışından
benim için bir şey getirmeyeceksin.
2- Evde bulunana şeyi de
benden esirgemeyeceksin.
3- Aileni de zahmete
düşürmeyeceksin.
İmam (a.s)ı davet
eden şahıs İmam (a.s)ın bu şartlarını kabul
etti, İmam (a.s) da onun davetine icabet etti. [236]
İslamda misafir davet
etmek ve davetçinin davetini kabul etmek tavsiye edilmiştir. Ama
gösteriş için yapılan davetler veya konukları, büyük bir masrafa
girerek ağırlamak veya ev sahibi ve ailesini zahmete düşürmek
doğru değildir.
Hz. Ali (a.s)ın taraftarlarından olan
Darmiye isminde yaşlı ve şişman bir kadın Mekkede
yaşıyordu. Muaviye hac mevsiminde Mekkeye gittiğinde o
hanımı yanına getirmelerini emretti. O kadın Muaviyenin yanına
gelince, Muaviye ona: Seni neden çağırttığımı
biliyor musun?
Darmiye: Hayır, Allah
biliyor.
Muaviye: Neden Aliyi seviyor da beni
sevmiyorsun?
Darmiye: Aliyi adaletli olduğu için
seviyorum. O eşitliği gözetiyordu, o fakirleri ve dindarları seviyordu.
Seni sevmememin sebebi ise, Hz. Alinin hilafete senden daha lâyık
olmasına rağmen Onunla savaşman, halkın kanını
heva ve hevesin için haksız yere akıtman, adaletsiz hüküm vermen ve
canın istediği şekilde hükümet etmendir.[237]
Emirul-Müminin Ali
(a.s)ın şahadetinden sonra O Hazretin evlatları geceleyin
gizlice İmam (a.s)ın cenazesini yüksek bir yerde toprağa
gömdüler. Bu olayın üzerinden yıllar geçti. İmam (a.s)ın
evlat ve yakınlarından başka kimse Onun kabrinin nerde
olduğunu bilmiyordu. Nihayet Harun Reşidin hilafeti döneminde bir
olay İmam (a.s)ın kabrinin bulunmasına sebep oldu.
Abdullah b.
Hazim kabrin bulunması hakkında şöyle diyor:
Bir gün Harun Reşidle
birlikte av avlamak için Kufeden dışarı çıktık.
Ğariyyeyn (Necef) bölgesine ulaştık. O bölgede birçok ceylanlar
gördük, derken tazı ve av köpeklerini onları yakalamak için
salıverdik. Ceylanlar kaçarak o bölgede bulunan yüksek bir tepenin üzerine
çıkıp orada durdular. Tazı ve av köpekleri tepenin üzerine
çıkmayıp geri döndüler. Köpekler geri dönünce ceylanlar tepeden
aşağı indiler. Yine tazı ve av köpekleri onları takip
etmeye başladılar. Ceylanlar da tekrar o tepeye
sığındılar. Tazı ve av köpekleri yine geri döndüler.
Bu olay üç kez tekrarlandı.
Ceylanların
tepeye sığınmaları, tazı ve av köpeklerinin ise oraya
çıkmaya cesaret edememeleri Harunu oldukça şaşırttı.
Bu olay üzerine Harun şöyle
dedi: Kufeye gidin, en yaşlı olan kimseyi bularak benim yanıma
getirin.
Harunun görevlendirdiği
kişiler, Esed kabilesinden yaşlı bir adamı bularak Harun
Reşidin yanına getirdiler.
Harun o yaşlı
adamı görünce: Ey yaşlı adam! Bu tepe nedir? Bu tepe hususunda
bizi aydınlat!
Yaşlı adam: Babam
babalarından şöyle nakletti: Bu tepe Hz. Alinin kabridir; Allah-u
Teâla orayı emniyetli harem kılmıştır. Kim oraya
sığınırsa, güvende olur. İşte bundan dolayı
ceylanlar O Hazretin haremine sığınarak tehlikeden
korunmuşlardır.
Harun Reşid bu sözleri o
yaşlı adamdan duyunca atından aşağı indi, abdest
almak için su istedi, abdest aldıktan sonra o tepenin kenarında (iki
rekat) namaz kıldı ve yüzünü toprağa koyarak ağlayıp
dua etti. Daha sonra Hz. Ali (a.s)ın kabrinin üzerinde dört
kapılı bir kubbe yapmalarını emretti.
İşte böylece Hz. Ali
(a.s)ın kabri takriben yüz otuz yıldan sonra aşikar oldu.[238]
HZ. ALİ'NİN (A.S) HAYATIYLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR
S. 1- Hz. Ali (a.s)ın meşhur lakabı nedir?
C. 1- Emir'ul- Müminin.
S. 2- Hz. Ali (a.s)ın künyesi nedir?
C. 2- Ebu'l Hasan.
S. 3- Hz. Ali (a.s)ın anne ve babasının adı nedir?
C. 3- Babasının adı Ebu Talib,
annesinin adı ise Esed kızı Fatıma'dır.
S. 4- Hz. Ali (a.s) ne zaman ve nerede doğdu?
C. 4- Hz. Ali (a.s), Resullulah
(s.a.a)'in bisetinden on yıl önce Recep ayının on üçüncü günü
Ka'be'nin içerisinde dünyaya geldi.
S. 5- Hz. Ali (a.s)ın mübarek ismini kim seçti?
C. 5- Hz. Ali (a.s)ın
annesi Esed kızı Fatıma şöyle buyuruyor: Ka'be'den
çıkmak isteğimde bir hatif (melek) şöyle dedi: Ey Fatıma! Bu bebeğin ismini Ali
koy. Çünkü Aliyy'ul- A'la (yücelerin yücesi) olan Allah Teala buyuruyor ki;
Ben onun ismini kendi ismimden aldım, edebimle onu edeplendirdim, en
derin bilgimi ona öğrettim. O putları benim evimde (Ka'be'de)
kıracaktır, evimin üzerinde ezan okuyacaktır, beni takdis ve
temcit edecektir (büyültüp ululayacaktır); onu sevene ve onun emrine uyana
ne mutlu; ona karşı düşmanlık yapan ve onun emrinden
çıkana ise yazıklar olsun [239]
S. 6- Hz. Ali (a.s)'a neden Emirul- Muminin diyorlar?
C. 6- Bu konuda
bazıları şöyle demişlerdir:
a)
Hz. Ali (a.s), karşısına çıkana galip
olduğundan dolayı bu lâkap ona verilmiştir.
b)
Hz. Ali (a.s)ın cennetteki Peygamberlerin makamına
ulaşan yüce makamından dolayı, bu lâkap ona verilmiştir.
c)
Ka'be'nin putlarını yok ettiğinde, Hz. Peygamber'in
omzuna çıkıp onları kırdığından dolayı
bu lâkap ona verilmiştir.
d)
Hz. Peygamber'den sonra, ilim ve bilgi açısından herkesten
yüksekte olduğundan dolayı bu makam ona verilmiştir.
S. 7- Neden Hz. Ali (a.s)ın ismi Kurân'da açıkça
zikredilmemiştir?
C. 7- Bir kaç nedenlerden
dolayı Hz. Ali (a.s)ın ismi Kurân'da açıkça
zikredilmemiştir:
a)
Hz. Ali (a.s)ın velayet meselesi, bir imtihan vesilesidir,
insanlar o vesileyle imtihan ediliyorlar. Bu sözün delili, Ankebut suresinin
evvelindeki şu ayettir: İnsanlar,
(yalnızca) iman ettik diyerek sınanmadan
bırakılıvereceklerini mi sandılar?[240]
Şia ve Ehl-i Sünnet alim ve müfessirlerinin nakline göre bu ayetten
maksat, Müslümanların Hz. Ali (a.s)ın velayetiyle
sınanmasıdır.
b)
Hz. Ali (a.s)ın ismi Kurân'da açıkça geçseydi de yine
insanlar makam ve dünya sevgisinden dolayı ona muhalefet edeceklerdi.
Nitekim Kurân'ın bazı ayetine muhalefet etmişlerdir.
c)
Kurân'ın hükümleri geneldir, detayı Peygamber-i Ekrem
vesilesiyle açıklanmıştır. Bir kaç ayette velayet ve
imametten de söz edilmiştir, Hz. Peygamber (s.a.a) de onları halka
açıklayıp iletmiştir.[241]
S. 8- Hz. Ali (a.s) kaç yaşında Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)'e
iman etti?
C. 8- On yaşında.
S. 9- İslam ve Resulullah (s.a.a)'i fedakarca savunan ilk Müslüman
kimdi?
C. 9- Hz. Ali bin Ebi Talib
(a.s) idi.
S. 10- Hz. Ali (a.s)ın,
Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra yaptığı ilk iş
ne idi?
C. 10- Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)'in
vefatından sonra Kurân'ı toplamak, onu tanzim etmek, tenzil, te'vil,
nasih ve mensubunu belirlemekle meşgul oldu.
S. 11- Hz. Ali'ye neden Ebu Turab diyorlar?
C. 11- Hz. Ali (a.s) genellikle
toprağın üzerinde oturduklarından dolayı, Ebu Turap makamıyla meşhur
olmuştur.[242]
S. 12- Zahir (Galip) kimin lakabıdır ve bu lakabı
neden ona verilmiştir?
C. 12- Zahir destekçi,
yardımcı, galip olan manalarına geliyor. Bunun Hz. Ali'ye lâkap
olmasının sebebi şudur ki, Ebu Talib, Hz. Ali (a.s)ın
birisiyle güreştiğinde onu yıktığını ve ona
galip olduğunu görünce; Zahere
Ali yani Ali galip oldu diyordu, bu yüzden Hz. Aliye Zahir dediler.[243]
S. 13- Hz. Ali (a.s) sporlardan hangisini daha çok severdi?
C. 13- Güreş sporunu daha çok seviyordu.
S. 14- Hz. Ali (a.s) kaç yaşından itibaren güreş
yapıyordu?
C. 14- On yaşından.
S. 15- Hz. Ali (a.s),Eğer
işlerde eşraf sınıfını halkın diğer
sınıflarına tercih etsen, işlerin ilerlemesi için daha
uygun olur diyen bir grup dostlarına cevap olarak ne buyurdular?
C. 15- Şöyle buyurdular: Dost toplamak için elimin altındaki
insanlara zulüm etmemi mi emrediyorsunuz? Allah'a an dolsun ki,
yaşadığım müddetçe bu işi yapmayacağım.
Eğer bu mal kendi malım da olsaydı onu eşit olarak
bölecektim; oysa ki bu mal Allah'ın malıdır (onu eşit
olarak bölmek daha gereklidir). [244]
S. 16- İslam'da ilk şükür secdesi yapan kimdir ve bunu nerede
yaptı?
C. 16- İslam'da ilk şükür secdesi
yapan Hz. Ali'dir. Hz. Peygamber'in yatağında yattığı
o çok tehlikeli geceyi başarıyla sona erdirip İlahi imtihandan
başı dik olarak çıktığından dolayı
şükür secdesi yapmıştır.
S. 17- Cennete ilk girecek olan kimse kimdir, niçin?
C. 17- Cennete ilk girecek olan
Hz. Ali'dir. Zira Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ya Ali! Cennete ilk girecek olan
şahıs sensin.
Hz. Ali (a.s); Hatta sizden de mi önce? dediğinde Resulullah (s.a.a); Evet; çünkü sen dünyada benim
sancaktarımdın, ahrette de sen benim sancaktarımsın;
sancaktar daima öndedir buyurdular.[245]
S. 18- Bereat suresi ve
Resulullah'ın bildirisi nerede okundu ve bunları okuyan
şahıs kimdi?
C. 18- Hz. Ali (a.s)
bunları kurban bayramı günü Mekke-i Muazzama'da okudu.
S. 19- Hz. Ali (a.s) neden cennet ve cehennemi bölen olarak
adlanmıştır?
C. 19- Hz. Sadık (a.s)
şöyle buyuruyor: Çünkü Hz. Ali
(a.s)'ın sevgisi ve dostluğu imandır, ona buğz ve
düşmanlık ise küfürdür. Bundan dolayı O Hazretin gerçek
dostları cennete, düşmanları ise cehenneme gireceklerdir. O'na
Kasim'un- nari ve'l cenneti (Cennet ve cehennemi bölen) denilmesi, işte
bu sebepten dolayıdır. [246]
S. 20- İmamlarımız arasında açıkça göze çarpan
iki sünnet nedir?
C. 20- Bütün
İmamlarımızın arasında açıkça göze çarpan iki
sünnet şunlardır:
a)
İbadet, Allah korkusu ve takva; Allah, kıyamet, cennet ve
cehennemi görürcesine Allah korkusundan ağlayıp titriyorlardı.
b)
Mahrum, muhtaç ve mustaz'aflarla dert ortağı olup mümkün
olduğu kadar onlara yardımda bulunuyorlardı.
S. 21- Hz. Ali (a.s)ın muhalifleriyle Hz. Peygamber (s.a.a)'in
muhalifleri arasındaki farklılık ne idi?
C. 21- Hz. Peygamber'in
muhalifleri tevhidin esasını açıkça inkar eden bir grup kafir ve
puta tapanlardı. Ama Hz. Ali (a.s)ın muhalifleri zahirde İslami
sloganlar atan, ama gerçek amel ve hedefleri İslam'ın
zıddına olan bir takım Müslümanlardı.[247]
S. 22- Hz. Ali (a.s) kaç yıl hilafetten uzaklaştı?
C. 22- Yirmi beş yıl.
S. 23- Hz. Ali (a.s)ın hilafet dönemi kaç yıl sürdü?
C. 23- Dört yıl dokuz ay;
yani hicretin 36. yılından 40. yılına kadar.
S. 24- Hz. Ali (a.s)ın hükümetinin hedefleri ne idi?
C. 24- Hz. Ali
(a.s)ın hükümetinin hedeflerini iki kelimede özetlemek mümkündür: Her
çeşit zulmü yok etmek ve yeryüzünde adaleti hakim kılmak. Diğer
bir ibareyle; Zalimlere karşı mücadele vermek ve mazlumları
savunmak.
S. 25- Hz. Ali (a.s)ın hilafeti döneminde, kaç dahili savaş
baş gösterdi?
C. 25- Hz. Ali (a.s)ın
hilafeti döneminde, iç savaş olan üç büyük savaş vuku buldu:
1)
Nakisin tarafından başlatılan Cemel savaşı.
2)
Kasitin tarafından başlatılan Sıffin savaşı.
3)
Marikin tarafından başlatılan Nehrevan savaşı.
S. 26- Hz. Resulullah (s.a.a)'in
vefatından sonra, kaç grup Hz. Ali'yle savaştı ve onlar
kimlerdi?
C. 26- Hz. Hz. Peygamber
(s.a.a), Hz. Ali'ye şöyle buyurmuştu: Benden sonra üç grupla
savaşacaksın:
a)
Nakisin; yani ahitlerini bozanlar.
b)
Kasitin; yani isyan eden zalimler.
c)
Marikin; yani kanun ve şer'i olan hükümetin emrinden
çıkıp onun aleyhine kıyam eden asiler (Havariç)
S. 27- Hz. Ali (a.s)ın zamanındaki iç savaşların
asıl hedefleri ne idi?
C. 27- Bu ocaklar söndüren üç
savaşın asıl hedefleri, çeşitli bahanelerle, adalet
esası üzerine kurulan adil hükümeti yıkmak ve istedikleri hükümeti
başa geçirmekti. Ama Hz. Ali (a.s) bütün düşmanların karşısında
durup taviz vermedi ve onların çirkin hedeflerine teslim olmadı.
S. 28- Sıffin savaşının çıkmasına sebep
ne idi?
C. 28- Muaviye'nin, Emirul-
Muminin Hz. Ali (a.s) karşısındaki diktatörlüğü ve
çeşitli şehirlere saldırıda bulunması, O hazretin
halkı Muaviye'nin aleyhine seferber etmesine sebep oldu. Bu karardan sonra
Sıffin savaşı vuku
bulmuş oldu.
S. 29- Sıffin savaşı hangi tarihte başladı ve
ne kadar sürdü?
C. 29- Sıffin
savaşı Hicretin 36. yılı Şevval ayının
beşinde başladı, doğurduğu neticelerle birlikte on
sekiz ay sürdü.
S. 30- Cemel savaşı nerede
başladı ve bu savaşta muhaliflerin önderi kimdi?
C. 30- Cemel Savaşı
Basra'da vuku buldu. Bu savaşta Aişe bir deveye binip halkı Hz.
Ali'ye karşı savaşmak için tahrik ediyor ve muhaliflere önderlik
yapıyordu.
S. 31- Havariç kimlerdi ve onların sloganları ne idi?
C. 31- Havariç zahirde abit ve
zahid görünen ve alınları çok secdeden dolayı nasır
bağlayan bir grup saf ve ahmak kimselerdi. Bu ahmaklıklarından
dolayı ne yaptıklarının farkında değillerdi.
Onların sloganları İslami idi; ama amelleri İslam'ın
aleyhine idi. Hz. Ali onların hakkında şöyle buyurmuştur: Bunlar hakkı, batılın
karanlığında arıyorlar. Havaric'in sloganı
şu idi La hukme illa lillah (Hüküm
ancak Allah'ındır). Bunlar Hz. Ali (a.s) ve Muaviye'nin batıl
üzere oldukları ve hükmün sadece Allah'a mahsus olduğu inancında
idiler. [248]
S. 32- Hz. Ali (a.s)ın
zırhının (savaş elbisesinin), neden sadece ön
kısmı vardı?
C. 32- Hz. Ali (a.s) bunun
nedeni hakkında şöyle buyurmuştur: Ben kesinlikle düşmana sırt çevirmeyeceğimden
dolayı zırhın arka kısmının olmasına
ihtiyacım yoktur.
Osman bin Huneyf'e
yazdıkları mektupta da şöyle buyurmuştur: Eğer bütün Arap birbirlerine destek
olarak benimle savaşmaya kalkışsalar, ben yine onlardan yüz
çevirmem. [249]
S. 33-
Kaşif'ul- kerbi an vech-i Resulillah (Resulullah'ın yüzünden
gamı gideren) kimin lakabı idi?
C. 33 Hz. Ali (a.s)ın
lakabıdır. Çünkü bütün savaşlarda Hz. Ali (a.s), fedakar bir
savaşçı idi, elini Zülfikar'a attığında
Müslümanların muzaffer olması kesindi. Düşmanlardan taraf
Peygamber (s.a.a)'e bir gam ve üzüntü ulaştığında ve
düşman ordusu onu öldürmeye yeltendiklerinde, Hz. Ali (a.s)ın vücudu
Hz. Peygamber (s.a.a)'in gam ve üzüntüsünün giderilmesine sebep oluyordu. Bu
sebepten dolayı Hz. Ali'ye Kaşif'ul- kerbi an vechi Resulullah
(s.a.a) diyorlardı.
S. 34- Hz. Ali (a.s) hangi savaşa katılmadı? Neden?
C. 34- Hz. Ali (a.s), Hz.
Peygamber (s.a.a)'in emriyle Medine'de kalıp Tebuk savaşına katılamadı. Peygamber-i Ekrem
(s.a.a) münafıkların, kendisinin gıyabında yeni kurulan
İslami hükümeti devirmek için fırsat peşinde
olduklarını çok iyi bildiğinden dolayı, Hz. Ali
(a.s)ın Medine'de kalmasını istedi. Bu karar, komplocuları
çok rahatsız etti. Çünkü Hz. Ali (a.s)ın gözetimiyle artık
kendi planlarını uygulamaya muvaffak olamayacaklarını
anlamış oldular.
S. 35- Leylet'ul Mebit nedir?
C. 35- Leyletul- Mebit, Hz. Peygamber'in rahatlıkla
Mekke'yi terk etmesi ve düşmanların planlarının etkisiz
hale gelmesi için Hz. Ali (a.s)ın O hazretin yatağında
yattığı geceye denir.
S. 36- Hz. Ali
(a.s)ın fedakarlığı hakkında nazil olan ayet nedir ve
bu ayet ne zaman ve nerede nazil olmuştur?
C. 36- Hz. Ali (a.s), Hz.
Resulullah (s.a.a)'in canının kurtulması için O Hazrettin
yatağında yattıktan sonra, onun bu fedakarlığı
hakkında şu ayet nazil oldu:
İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın
rızasını arayıp kazanmak amacıyla nefsini satın
alır (Kendini Allah'a feda eder, nefsini O'nun rızası
karşısında Allah'a satar). Allah, kullarına karşı
şefkatli olandır. [250]
S. 37- Sözleri,
Kurân ve Resulullah'ın buyruklarından aşağı, fakat
diğer insanların sözlerinden çok yukarı olan kitabın ismi
ne idi ve bu kitap kime aittir?
C. 37- Bu kitap, Hz. Ali
(a.s)ın sözlerini içeren Nehcul-
Belağa kitabıdır. Bu eseri okumakla Hz. Ali (a.s)ın
sadece savaş kahramanı olmadığı, konuşma ve bilgi
sahasında da eşsiz bir yiğit olduğu
anlaşılmış oluyor.[251]
S. 38- Hz. Ali (a.s)ın
Nehcul- Beleğe kitabını kim toplamış ve ne zaman
toplamıştır?
C. 38- Hitabe ve şairlikte
asrının eşsiz alimi olan merhum Seyyid Razi, Hicretin dördüncü
yüz yılının yarılarında Hz. Ali (a.s)'ın
bazı hutbe ve mektuplarını seçip bu mecmuaya Nehcul-
Beleğe ismi vermiştir.
S. 39- Nehcul- Belağa kitabı nasıl kitaptır?
C. 39- Nehcul- Belağa
kitabı, Hz. Ali (a.s)ın hutbe, mektup, öğüt ve kısa
sözlerini içeren bir kitaptır. Arap dili edebiyatının en fasih
ve beliğ metnidir. Hz. Ali bu hutbe, mektup ve kısa sözlerde
insanın dünya ve ahreti için gerekli olan her şeyi
açıklamıştır.
S. 40- İmam, ne gibi sıfatlara sahip olmalıdır?
C. 40- İmamın sahip
olması gereken bazı sıfatlar şunlardır:
1-
Masum olmalı.
2-
Sabırlı ve tahammüllü olmalı.
3-
Adaletli olmalı.
4-
Şecaatli olmalı.
5-
Nefsani isteklerine hakim olmalı.
6-
Geçmişi iyi ve güzel olmalı.
7-
Allah'ın kitabına uygun hüküm vermeli.
8-
Halka nisbet onların baba ve analarından daha şefkatli
olmalı.
9-
Yüce tedbiriyle toplumu idare edip onları
geliştirmeli.
10- Halkın ihtiyaç duyduğu
bütün dilleri bilip konuşabilmeli.
11- Zahid olmalı.
12- Halkın dedi-kodusu onu
etkilememeli.
13- Sade bir
yaşantısı olmalı.
14- Öncü olmalı.
15- Tarih felsefesini bilmeli.
16- Şikayetlere yetişmeli.
17- İhlaslı olmalı.
18- İslam'ın
Menfaatını korumak için gayret etmeli.
19- Hukukta eşitliği
sağlamalı.
20- Dünya siyasetlerini bilmeli
S. 41- Hz. Ali (a.s)ın kaç yüzüğü vardı ve onlara ne
gibi sözler yazılmıştı?
C. 41- Dört yüzüğü vardı:
1-
Firuze yüzüğünün üzerine şöyle
yazılmıştı: Allah-u
Hakk'ul- Mubin.
2-
Demirden olan yüzüğünün kaşına da şöyle
yazılmıştı: El
izzetu lillahi camian.
3-
Akikten olan yüzüğünün üzerine de şöyle
yazılmıştı: Maşaallahu,
La kuvvete illa billahi, Esteğfirullah.
Diğer bir yüzüğünün
üzerine de şöyle yazılmıştı: La ilahe illellah'ul melik'ul hakk'ul mubin.
S. 42- Hz. Ali (a.s)ın kölesinin ismi ne idi?
C. 42- Kamber idi.
S. 43- Hz. Ali (a.s) nerede ve kimin darbesiyle başı kana
boyandı?
C. 43- Hz. Ali (a.s), hicretin
40. yılında Ramazan ayının 19. günü sabah namazı
kılarken insanların en şakisi olan İbn-i Mulcem-i Muradi
eliyle Kufe camisinde başı kanına boyandı.
S. 44- Hz. Ali (a.s) hasta yatağında evlatlarına ne gibi
şeyleri tavsiye etti?
C. 44- Şöyle buyurdular:
Daima takvayla süslenin, dünya peşine gitmeyin, elinizden
çıkan şeye eseflenmeyin, hakkı söyleyin, zalimlerle
savaşın, mazlumlara yardımcı olun.
İki ciğer paresi olan
İmam Hasan ve İmam Hüseyn'e de şöyle buyurdular.
Zalimin düşmanı, mazlumun yaveri olun, adaletle
davranın, katilime bir darbeden fazla vurmayın; çünkü o bana sadece
bir darbe vurmuştur.
S. 45- Hz. Ali (a.s) nerede ve ne zaman şahadete erişti?
C. 45 Hz. Ali (a.s) Ramazan
ayının yirmi birinci gecesinde, 63 yaşında iken Kufe'de
şahadete erişti.
S. 46- Hz. Ali (a.s)ın katilinin ismi nedir?
C. 46- Abdurrahman bin Mulcem-i
Muradi.
S. 47- Hz. Ali (a.s)ın hayatı kaç döneme ayrılır?
C. 47- Dört döneme ayrılır:
1)
Çocukluk dönemi.
2)
Hz. Peygamber (s.a.a)'le birlikte olduğu dönem.
3)
Hilafet sisteminden uzaklaştığı dönem.
4)
Hilafet dönemi.
S. 48- Hz. Ali (a.s), kaç yıl Hz. Peygamberle
birlikte idi?
C. 48- Yirmi üç yıl
civarında.
S. 49- Masum İmamlar
arasında hangi İmam Adalet mücessemesi olarak meşhurdur?
C. 49- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s).
S. 50- Vefat ettiğinde
Resulullah (s.a.a)'in kendi gömleğini ona kefen yaptığı,
cenazesine namaz kıldığı ve kabir azabından
rahatlaması için de kabrine girdiği şahısın ismi
nedir?
C. 50- Hz. Ali (a.s)ın
değerli annesi Esed kızı Fatıma (r.a)'dır.
S. 51- Adiyat suresi kimin hakkında ve nerede nazil
olmuştur?
C. 51- Bazı rivayetlere
göre Adiyat suresi, hicretin 6.
yılında vuku bulan Zatus-
Selasil savaşında Hz. Ali (a.s) muzaffer olduğu için nazil
olmuştur.[252]
S. 52- Hz. Ali (a.s) hangi
savaşta tanınmayacak bir şekilde şiddetle yaralandı?
C. 52- Uhud savaşında.
S. 53- Hz. Ali (a.s)ın meşhur kılıcının
ismi nedir?
C. 53- Zulfikar.
S. 54- Hz. Ali (a.s)ın kılıcına neden Zulfikar
diyorlar?
C. 54- İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurmuştur: Sebebi
şudur ki, o kılıcın ortasında omurga kemiklerine
benzer bir çizgi vardı. Zulfikar;
yani omurga sahibi. Zulfikar,
Cebrail'in gökten getirdiği ve halkası gümüşten olan bir
kılıçtı.
S. 55- Zulfikar nerede ve kimin vasıtasıyla Hz. Ali'ye verildi?
C. 55- Uhud savaşında,
Hz. Peygamber (s.a.a)'in vasıtasıyla Hz. Ali'ye verildi.
S. 56- La feta illa Ali, la seyfe illa zulfikar (Ali gibi genç, Zulfikar
gibi kılıç yoktur) sözü nerede söylendi ve bunu söyleyen
şahıs kimdi?
C. 56- Uhud savaşında Hz.
Ali (a.s) tüm gücüyle Hz. Peygamberi savunarak düşmanı yere
serdiğinde orada bulunanlar, gökten bir hatifin (Cebrail'in) şöyle
dediğini duydular: La feta illa
Ali, la Seyfe illa zulfikar.
S. 57- Hangi savaşta Hz. Ali (a.s)ın kılıcı
kırıldı?
C. 57- Uhud savaşında.
S. 58- Cebrail ve Resulullah (s.a.a),
Uhud savaşında Hz. Ali (a.s)ın şahsiyeti hakkında ne
söylediler?
C. 58- Uhud savaşında
Cebrail Hz. Peygamber'e nazil olarak Hz. Ali (a.s)ın
fedakarlığı hakkında şöyle dedi: Ey Muhammed! Kardeşlik ve fedakarlığın manası
işte budur. Hz. Peygamber (s.a.a); Ali bendendir ben de Ali'denim buyurdu. Cebrail de: Ben de sizinleyim dedi.
S. 59- Allah'ın dergahına
yakın ve meleklerin en büyüğü olan Cebrail ne zaman ve nerede Hz.
Peygamber ve Hz. Ali gibi olmayı arzu etti?
C. 59- Uhud savaşında.
S. 60- Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali (a.s)'ın imanı
hakkında ne buyurmuştur?
C. 60- Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: Eğer
yer ve gökler, terazinin bir kefesinde, Alinin de imanı onun diğer
kefesinde olursa, kesinlikle Alinin imanı ağır basar.
S. 61- İslami irfanın
temelini atan ilk şahıs kimdir?
C. 61- Hz. Ali (a.s)'dır. Çünkü Hz. Ali
(a.s) Uveys-i Karani, Kumeyl bin Ziyad ve Meysem-i Temmar gibi zahid ve irfan
ehli şahsiyetleri eğitmiştir.
S. 62- Nahiv ilminin kaideleri kimin emriyle ilk defa tanzim edildi?
C. 62- Hz. Ali (a.s)'ın emriyle.
S. 63- Farz iş nedir ve ondan daha farz olan nedir?
C. 63- Hz. Ali (a.s) şöyle
buyuruyor: Günahlardan tövbe etmek
farzdır, ama günahları terk etmek daha farzdır.
S. 64- Şaşırılacak şey nedir ve ondan daha
şaşırılacak olan nedir?
C. 64- Hz. Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Günlerin
dolaşmasında çok şaşırılacak şeyler
vardır, ama halkın günlerin dolaşmasındaki gafleti onlardan
daha şaşırtıcıdır.
S. 65- Zor şey nedir ve ondan daha zor olan nedir?
C. 65- Yine Hz. Ali (a.s)
şöyle buyuruyor: Musibetler
karşısında sabretmek zordur, ama sabretmenin
mükafatını kaybetmek daha zordur.
S. 66- Yakın şey nedir ve ondan daha yakın olan nedir?
C. 66-Yine Hz. Ali (a.s)
şöyle buyurmuştur: Ümit edilen
her şey yakındır, ama onlardan daha yakın olan ölümdür.
[253]
S. 67- Hz. Ali (a.s)ın kaç eşi ve çocuğu vardı?
C. 67- Hz. Ali (a.s)ın hanımı
ve çocukları hakkında tarih ve rivayetler muhteliftir. Ama şeyh
Mufid (r.a)'in İrşad kitabında dediğine göre; Hz. Ali
(a.s)ın hayatı döneminde (hür ve cariye olarak) yediden çok
hanımı varmış, bu hanımlardan; on biri erkek ve on
beşi kız olmak üzere yirmi altı çocuğu olmuştur.
S. 68- Hz. Ali (a.s)ın yakın ashabı kimlerdi?
C. 68- Hz. Ali (a.s)ın sevgisi
ve itaati yolunda canlarından geçmeye hazır olan fedakar ve çok
yakın ashabından bazıları şunlardır:
1-
Malik Eşter-i Nehai.
2-
Üveys-i Kareni.
3-
Muhammed bir Ebubekr.
4-
Hz. Ali (a.s)ınözel kölesi olan Kanber.
5-
Sehl bin Huneyf.
6-
Meysem-i Temmar.
7-
Kumeyl bin Ziyad.
8-
Abdullah bin Abbas.
9-
Reşid-i Hicri.
10- Sa'saa bin Savhan.
11- Ammar bin Yasır.
12- Hucr bir Adi.
13- Kays bin Sa'd.
14- Adiy bin Hatem.
15- Zeyd bin Savhan.[254]
S. 69- Hz. Ali (a.s)ın imamet suresi kaç yıldı?
C. 69- Otuz yıl idi.
S. 70- Şia sözcüğünün manası nedir ve Resulullah'ın
vefatından sonra kimlere Şii denildi?
C. 70- Şia, yani takipçi,
taraftar, uyan...demektir. Hz. Ali (a.s)ın, Hz. Peygamber'den sonra Onun
halifesi olduğuna inananlara Şia denir.
S. 71- Acaba Kurân'da Şia
kelimesi geçmiş midir, geçmişse hangi surede geçmiştir? Bir
örnek zikrediniz.
C. 71- Kurân'ın bir kaç
yerinde Şia kelimesi
geçmiştir. Örneğin: Allah Teala Saffat suresinin 83. ayetinde
şöyle buyuruyor: Ve inne min
şiatihi le İbrahim (İbrahim de onun -Nuh'un-
şialarındandı).
S. 72- Şiiler ne zamandan itibaren ve nasıl teşekkül
buldular?
C. 72- Resulullah (s.a.a)'in
vefatından sonra, Hz. Ali'nin Hz. Peygamber tarafından hilafet
makamına atandığına inanan ve onu bu makama herkesten daha
layık gören Peygamber'in bir grup vefalı ashabı, bu inanç üzere
baki kaldı ve böylece Şiiler yavaş-yavaş teşekkül
bulmuş oldular.
S. 73-Acaba hadislerde On İki imama değinilmiş midir?
C. 73- Evet hadislerde on iki İmama
değinilmiştir: Örnek olarak iki rivayete işaret ediyoruz:
1-
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Benim halifelerim on iki kişidir.
2-
Bir gün Resulullah (s.a.a) İmam Hüseyn'e bakarak şöyle
buyurdular: Bu İmamdır,
İmam'ın oğludur, İmam'ın kardeşidir ve dokuz
İmamın babasıdır.
S. 74- Hz. Adem'in ilmine, Hz. Nuh'un
takvasına, Hz. İbrahim'in sabrına, Hz. Musa'nın azametine
ve Hz. İsa'nın ibadetine bakmak isteyen, kime bakmalıdır?
C. 74- Peygamber-i Ekrem (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: Adem
(a.s)'ın ilmine, Nuh (a.s)'ın takvasına, İbrahim
(a.s)'ın sabrına, Musa (a.s)'ın azametine ve İsa
(a.s)'ın ibadetine bakmak isteyen, Ali bin Ebi Talib'e baksın.
S. 75- Hz. Ali (a.s)ın kabri kaç yıl gizli kaldı?
C. 75- Yüz otuz yıl gizli
kaldı.
S. 76- Hz. Ali (a.s)ın kabri ne zaman ve nasıl aşikar
oldu?
C. 76- Harun Raşid'in
hilafeti döneminde bir hadise Hz. Ali (a.s)ın kabrinin bulunmasına
sebep oldu. Hadise şöyledir: Bir gün Harun Raşid ve
arkadaşları av avlanmak için Kufe'nin çöllerine gidiyorlar, bir kaç
ceylanın orada bulunan bir tepeye sığındığını
ve av köpeklerinin ise geri döndüklerini görüyorlar. Harun Raşid, Abdullah
ismindeki bir şahısa şöyle diyor: Acele et o tepeyi
araştır, galiba orası kutsal bir yerdir. Orayı
araştırdıkları sırada Beni Esed kabilesinden olan
yaşlı bir kişiyle karşılaşıyorlar. Harun
Raşidin yanına getirdiklerinde şöyle diyor:
Babam babasından, Hz. Ali
(a.s)ın kabrinin o tepede olduğunu nakletmiştir; Allah Teala
orayı emniyetli bir harem kılmıştır.
Harun bunu duyunca su isteyip abdest
alıyor, o tepenin yanına gidip orada namaz kılıyor,
kendisini o toprağın üzerine atarak ağlıyor. Böylece Hz.
Ali (a.s)ın kabri 130 yıl gizli kaldıktan sonra bulunmuş
oluyor.[255]
S. 77- Neden Hz. Ali (a.s)ın kabri bir müddet gizli kaldı?
C. 77- Bunun sebebi, O Hazretin
çok kinli düşmanlarının olmasından dolayıdır;
özellikle Beni Ümeyye ve Havariç O Hazrete çok katı düşman idiler,
eğer Onun kabrinin nerede olduğunu bilmiş olsalardı, kabri
yarıp O Hazretin naşına saygısızlık
yapmış olabilirlerdi.[256]
S. 78- Hz. Ali (a.s)ın kabri nerededir?
C. 78- Necef-i Eşref'tedir.
[1] - Peygamber (s.a.a)in gerçek vasisi kimdir?
[2] - Resulullah (s.a.a) ile Yahudiler arasında cerayan eden Mübahele olayıyla ilgili olarak inen Âl-i İmran suresinin 61. Ayetine işarettir. Bu ayette Hz. Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)in nefsi olarak adlandırılmıştır.
[3] - Sabahın Rabbine and olsun.
[4] - Güneşi kim geri çevirdi de öğle vakti oldu? Rivayetlere göre, Hz. Ali (a.s) bir savaşta ikindi namazını geciktirmiş; güneş batmak üzereyken Allahın izniyle güneşi geri döndürerek namazını kılmıştır.
[5] - Hz. Fatıma (a.s)ın isimlerindendir.
[6] - Cennetteki Kevser suyunu dağıtan.
[7] - Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır hadisine işaret edilmektedir.
[8] - Fevatim=Fatımalar. Yetirdi=Yetiştirdi. Mehcer=Hicret edilen yer olup maksat Medinedir. Resulullah (s.a.a) Medineye hicret etme kararını aldığında Hz. Aliyi Mekkede kendi yerine vasi olarak tayin etmiş ve kendisine bazı tavsiyelerde bulunmuştu. Bu tavsiyeler arasında, Mekkede işleri bittikten sonra Fatımaları (kızı Fatımatüz- Zehra, Hz. Alinin annesi Esed kızı Fatıma ve Zübeyr kızı Fatıma) da alıp Medineye doğru hareket etmesi de yer alıyordu.
[9] - Resulullah (s.a.a)in Hz. Aliye söylediği; Harun Musaya nasıldıysa, sen de bana öylesin şeklindeki hadise işarettir.
[10] - Resulullah (s.a.a)in isimlerinden.
[11] - Aliden başka yiğit, Zülfikardan başka kılıç yoktur. anlamındaki kudsi hadise işarettir.
[12] - Hayber Yahudilerinin pehlivanı.
[13] - Hz. Alinin; Ey dünya! Beni aldatamazsın, git başkasını aldat anlamındaki sözüne işarettir.
[14] - Maksat, Nehcul- Belağadır.
[15] - Sail=Dilenci. Müfessirlerin ittifakıyla Hz. Alinin hakkında nazil olan Mâide suresinin 55. ve 56. Ayetlerine işarettir. Bu ayetlerin meali şöyledir: Sizin veliniz; ancak Allah, Resulü ve namazı dosdoğru kılan ve rüku halinde zekat veren müminlerdir. Kim, Allahı Resulünü ve (sözü edilen) müminleri veli edinirse, (işte o, Allahın hizbindendir ve) hiç şüphesiz galip gelecek olanlar, Allahın hizbidir.
[16] - Nususu=Nasları, açık ifadeleri.
[17] - İnsanlar ve cinlerin İmamı.
[18] - İrşad, c.1, s.5. Fusulul- Muhimme, s.30.
[19] - Emali-yi Tusi, s.709.
[20] - Meanil- Ahbar, s.59-120.
[21] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.8.
[22] - Menakıb-i Harezmi,s.8.
[24] - Nehcul- Belağa, h. 192.
[25] - Şuara/214.
[26] - Tarih-i Taberi, c.2, s.62.
[27] - İstîab, c.3, s.1090.
[28] - Şerh-i Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebiil- Hadid, c.14, s.76.
[29] - Tarih-i Yakubi, c.1, s.355-356.
[30] - Tabakat-i İbn-i Sad, c.1, s.228.
[31] - Tarih-i Taberi, c.2, s.101.
[32] - Bakara/207
[33] - Şevahidut- Tenzil, c.1, s.123. Şerh-i Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebil- Hadid, c.13, s.262.
[34] - Murucuz- Zeheb, c.2, s.295.
[35] - Kafi, c.1, s.461.
[36] - Fusulul- Muhimme, s.53.
[37] - Zehairul- Ukba, s.75.
[38] - Fusulul- Muhimme, s.53.
[39] - Nehcul- Belağa, mektup: 64.
[40] - Şerh-i Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebil- Hadid, c.14, s.250.
[41] - Yenabiul- Mevedde, s.137.
[42] - Bkz. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.180. Hasaisun- Nesai, s.36. Saffetus- Saffe, c.1, s.131. Sahih-i Muslim, c.5, s.23. Menakıb-i Harezmi, s.60. Riyazun- Nazire, c.3, s.152.
[43] - Mâide/67.
[44] - Zehairul- Ukba, s.67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.18.
[45] - Mâide/3. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.19. Şevahidut- Tenzil, c.1, s.203.
[46] - İkdul- Ferid, c.3, s.273.
[47] - Tarih-i Taberi, c.2, s.443.
[48] - İsbatul- Vasiyye, s.124.
[49] - Nakş-i Eimme der İhya-i Din, c.14, s.16-87.
[50] - El-İmame ves- Siyase, s.18. Şerh-i Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebil- Hadid, c.2, s.46.
[51] - Yenabiul- Mevedde, s.70. el-Gadir, c.8, s.214.
[52] - Nehcul- Belağa,hutbe:3.
[53] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.75-77.
[54] - Arapçada deveye Cemel diyorlar.
[55] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.78-83.
[56] - El-Miyarul- Muvazine, s.160.
[57] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.87-88.
[58] - Yenabiul- Mevedde, s.69.
[59] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.88-93.
[60] - Nehcul- Belağa, hikmet:198.
[61] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.93.
[62] - Mekatilut- Talibiyyin, s.43-49.
[63] - Emali-yi Tusi, s.365.
[64] - Yenabiul- Mevedde, s.65.
[65] - Mekatilut- Talibiyyin, s.54.
[66] - Tezkiretul- Havas, s.42. Menakıb-i İbn-i Meğazili,s.222. Hasais-u Nesai, s.78.
[67] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.92. Zehairul- Ukba, s.63. Yenabiul- Mevedde, s.185.
[68] - Kenzul- Ummal, c.11, s.625, h. 33045.
[69] - Şevahidut- Tenzil, c.2, s.471. Menakıb-i Harezmi, s.62.
[70] - Şevahidut- Tenzil, c.2, s.147. Menakıb-i Harezmi, s.235. Emali-yi Saduk, s.271.
[71] - Menakıb-i Harezmi, s.2 ve 235.
[72] - Menakıb-i Harezmi, s.2. Emali-yi Saduk, s.119.
[73] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.243. Yenabiul- Mevedde, s.91, 125,284. Tarih-i Bağdat, c.4, s.410.
[74] - Yenabiul- Mevedde, s.55.
[75] - 63- Müstedrekus- Sahihayn, c.3, s.130. İstîab, c.3, s.1101.
[76] - 64- Yenabiul- Mevedde, s.125.
[77] - 65- Sahih-i Muslim, c.1, s.120. İstîab, c.3, s.1100.
[78] - Zehairul- Ukba, s.61. Hasaisun- Nesaî, s.34. Menakıb-i Harezmî, s.59. Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.156.
[79] - Bkz. El-Gadir, c.2, s.218. Biharul- Envar, c.38, s.348.
[80] - Şevahidut- Tenzil, c.1, s.170. Emali-yi Saduk, s.195.
[81] - Tefsir-i Ebuul- Futuh, c.10,s.92. Şevahidut- Tenzil, c.2, s.223. Menakıb-i Harezmî, s.221.
[82] - Zehairul- Ukba, s.63. Menakıb-i Harezmî, s.59. Mustedrek-u Alas- Sahihayn, c.3, s.133.
[83] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.201. Menakıb-i Harezmî, s.42. Riyazun- Nazire,c.2, s.138.
[84] - Tarih-i Taberi, c.2, s.217. İrşad-ı Mufid, c.1, bölüm: 7. Yenabiul- Mevedde, s.105
[85] - Mustedrek-u Alas- Sahihayn,c.3, s.124.
[86] - a.g.e. s.125. Menakıb-i Harezmî,s.56.
[87] - Menakıb-i Harezmî, s.57.
[88] - Tarih-i Bağdat,c.14, s.321.
[89] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.80.
[90] - Bkz. el-Gadir, c.6, s.61.
[91] - Yenabiul- Mevedde, s.70.
[92] - Şevahidut- Tenzil, c.1, s.43.
[93] - Yenabiul- Mevedde, bab14, s.69.
[94] - Hz. Ali Kimdir?, s.236.(Fazlullah Kompani)
[95] - a.g.e. s.238.
[96] - Zehairul- Ukba, s.66. Menakıb-i İbn-i Meğazilî,s.37.
[97] - Bkz. Biharul- Envar, c.38, s.330. el-Gadir,c.3, s.112.
[98] - Nehcul- Belağa, mektup: 45.
[99] - Nehcul- Belağa, hutbe:33.
[100] - Nehcul- Belağa, hutbe: 159.
[101] - Şerh-i Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebil- Hadid,c.1, s.27.
[102] - Hz. Ali Kimdir?, s.231.
[103] - a.g.e. s.230.
[104] - Biharul- Envar, c.41, s.14.
[105] - Biharul- Envar, c.41, s.54.
[106] - Biharul Envar, c.41, s.55, hadis:55.
[107] - Biharul- Envar, c.41, s.53.
[108] - Camiul- Ahbar, s.162.
[109] - Biharul- Envar, c.41, s.69.
[110] - Biharul- Envar, c.45, s.138.
[111] - El- Mecla, s.410.
[112] - Hz. Ali Kimdir?, s.242.
[113] - Nehcul- Belağa, hutbe:318.
[114] - Hz. Ali Kimdir?, s.244.
[115] - Biharul- Envar, c.41, s.274.
[116] - Hz. Ali Kimdir?, s.243.
[117] - Muntehel- Amal.
[118] - Ğayetul- Meram, s.509. Fezailul- Hamse, c.1, s.191.
[119] - Emali-yi Saduk, meclis: 91, hutbe: 2.
[120] - Şerh-i Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebil- Hadid, c.20,s.316.
[121] - Müstedrekul- Vesail, c.3, s.202.
[122] - Feraidus- Simtayn, c.2, s.68.
[123] - Biharul- Envar, c.41, s.48, 49.
[124] - Menakıb-i Ali bin Ebu Talib, s.129. ( M. İbn-i Meğazili)
[125] - Feraidus- Simtayn, c.1, s.176.
[126] - Hz. Ali Kimdir?, s.259
[127] - Nehcul- Belağa, Söz: 215.
[128] - Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebil- Hadid,c.1, s.23.
[129] - Emali-yi Saduk, Meclis: 47, H. 14.
[130] - Bihar, c.41, s.148. Yenabiul- Mevedde, bab: 51, s.150.
[131] - Biharul- Envar, c.40, s.345.
[132] - Biharul- Envar, c.35, s.8. Keşful Ğumme, s.19.
[133] - Kafi, c.6, s.19.
[134] - Ensabul- Eşraf, c.2, s.98, H. 27.
[135] - Bihar, c.37, s.303.
[136] - Nehcul- Balağa, hutbe:37.
[137] - Hilyetul- Evliya, c.1, s.84.
[138] - Menakıb, c.2, s.104. (Kasas/83)
[139] - Nehcul- Balağa, Mektup: 45.
[140] - Kafi, c.5, s.75.
[141] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c2, s.95.
[142] - Zorluklar görmüş ve tecrübeler kazanmış olduğu yüzünden okunuyordu.
[143] - Usdul- Ğabe, c.4, s.123.
[144] - Mehasin, c.2, s.207, H. 1618.
[145] - Hisal, s.199.
[146] - Menakıb, c.3, s.110.
[147] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.206. Menakıb-i Harezmî, s.261.
[148] - Biharul- Envar, c.38, s.199.
[149] - Hz. Ali Kimdir?, s.252.
[150] - Nehcul- Belağa-i İbn-i Ebil- Hadid, c.1, s.12.
[151] - Hz. Ali Kimdir?, s.246.
[152] - a.g.e.
[153] - a.g.e.
[154] - Biharul- Envar, c.39, s.194.
[155] - Biharul- Envar, c.39, s.198.
[156] - Biharul- Envar, c.39 s.193.
[157] - Tuhaful- Ukul, s.239.
[158] - Tuhaful- Ukul, s.189.
[159] - El-Hayat, c.2, s.101.
[160] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih), s.499.
[161] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.473.
[162] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.69.
[163] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih)s.88.
[164] - Biharul- Envar, c.68, s.120.
[165] - Gurerul- Hikem, Fasıl 85, Hadis: 219.
[166] - Gurerul- Hikem, Fasıl 8, Hadis 272.
[167] - Gurerul- Hikem, Fasıl 77, Hadis 547.
[168] - El-Hayat, c.2, s.337.
[169] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.430.
[170] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.487.
[171] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.191.
[172] - Tuhaful- Ukul, s.135.
[173] - Tuhaful- Ukul, s.159.
[174] - Tuhaful- Ukul, s.157.
[175] - Gurerul- Hikem, Fasıl 85, Hadis 40.
[176] - Tuhaful- Ukul, s.421.
[177] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.546.
[178] - Biharul- Envar, c.77, s.418.
[179] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.83
[180] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.551.
[181] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.536.
[182] - Tuhaful- Ukul, s.189.
[183] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.535.
[184] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.555.
[185] - Biharul- Envar, c.78, s.41.
[186] - Tuhaful- Ukul, s.181.
[187] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.383.
[188] - Usulul- Kafi, c.2, s.340.
[189] - Gurerul- Hikem, Fasıl 10, Hadis 44.
[190] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.489.
[191] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.495.
[192] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.482.
[193] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.470.
[194] - Nehcul- Belağa, (Suphi Salih) s.434.
[195] - Gurerul- Hikem, Fasıl 18, Hadis 119.
[196] - Tuhaful- Ukul, s.183.
[197] - Bihar,
c.42, s.289
[198] - Bihar,
c.41, s.53; c.74, s.157
[199] - Bihar,
c.32, s.76
[200] - Bihar,
c.10, s.125
[201] - Bihar,
c.40, s.336; c.41, s.121
[202] - Bihar,
c.41, s.24
[203] - Bihar,
c.6, s.27
[204] - Biharul
- Envar,c.41,s.111
[205] -
Biharul-Envar, c.21, s.72
[206] -
Biharul-Envar, c.42,s.143
[207] - Biharul
- Envar,c.41,s.113
[208] -
Biharul-Envar, c.41, s.52
[209] -
Biharul-Envar, c.20,s.53
[210] -
Biharul-Envar, c.43,s.91
[211]- Bihar,
c.41, s.119
[212]- Bihar,
c.70, s.321
[213]- Bihar,
c.32, s.245; c.100, s.96
[214]- Kâf
/ 37
[215]- Bihar,
c.36, s.191
[216]- Bihar,
c.40, s.297
[217]- Kadı
Şureyh, köse ve çok kurnaz birisi idi; halkın ihtilaflarını
çok ilginç bir şekilde çözüyor ve kadılık işlerinde
şaşırılacak bir uzmanlığa sahipti. Ömer b. Hattap
onu Kufeye kadı olarak atamıştı. Ama Hz. Ali (a.s) onu
(bazı nedenlerden dolayı) kadılık makamından azletmek
istedi. Fakat Kufe halkı bu karara karşı çıkarak:
Şureyhi azletmemelisin. Çünkü onu bu makama Ömer
atamıştır. Biz sana, Ebu Bekirle Ömerin yaptıklarını
değiştirmemek şartı üzere biat ettik! demeye
başladılar.
Muhtar-ı
Sakafi, hükümeti ele geçirdiğinde onu Kufeden, halkının hepsi
Yahudi olan bir köye sürdü. Haccac Kufenin hakimi olduğunda onu Kufeye
getirtti ve çok yaşlı olmasına rağmen kadılıkla
meşgul olmasını istedi. Ama o, bu emir hususunda mazeret diledi
ve mazereti de kabul edildi.
Onun
hakkında ilginç bir hikaye nakledilmiştir. O hikaye şöyledir:
Şureyh
bir müddet Necef-i Eşrefte idi. (Şehrin dışında)
Namaza durduğunda, bir tilki gelip onun etrafında oynayarak fikrini
dağıtıyordu. Bu olay bir süre böylece devam etti. Nihayet
Şureyh bir adam heykeli yaparak onu bir yere bıraktı. Ondan
sonra o tilki, onu gerçek bir adam zannederek gelip onun etrafında
oynamaya başlıyordu. Bir gün Şureyh arkadan gelerek o tilkiyi
yakaladı. Bundan dolayı bu olay Arapların arasında bir
darbul-mesel olarak söylendi. Şöyle diyorlardı: Şurehu edha
mines- saleb. (Şureyh, tilkiden daha kurnaz ve hilekardır.)
Şureyh
yetmiş beş yıl kadılık yapmış, sadece
ömrünün son iki yılı bu makamdan uzak kalmıştır. Yüz
yirmi yaşında ise vefat etmiştir.
[218]- Bihar,
c.33, s.458; c.41, s.155; c.77, s.297
[219]- Mümin
/ 60
[220]- Bihar,
c.93, s.376
[221]- Bihar,
c.41, s.202
[222] - Bihar,
c.6, s.242. (Bazı hadislerde müminlerin ruhlarının
Vadiyus-Selamda toplandıkları nakledilmiştir.
[223] - Bu olay,
İmam Hüseyin (a.s)ın imamet makamından önce vuku
bulmuştur. Biharul-Envar 41 cildinin 112. sayfasında ise bu olay
imam Hasana nispet verilmiştir.
[224] - Bihar,
c.42, s.117
[225] - Mumin (Ğafir) / 71-72
[226] - Bihar, c.42, s.118
[227] - Âl-i İmran / 90-93
[228] - Bihar, c.41, s.16-22;
c.69, s.275-276; c.77, s.401; c.87, s.201
[229] - Bihar, c.6, s.179
[230] - Bihar, c.40, s.331; c.41,
s.138; c.66, s.322. Az bir farklılıkla.
[231] - Bihar, c.40, s.324; c.74,
s.143; c.103, s.93. Az bir farklılıkla.
[232] - Zümer / 9
[233] - Bihar, c.33, s.399
[234] - Bihar, c.41, s.34; c.74,
s.407
[235] - Bihar, c.74, s.205
[236] - Bihar, c.75, s.455
[237] - Bihar, c.33, s.260
Tarihte nakledildiğine
göre, Darmiyenin kırıcı sözlerinden sonra Muaviye onun bu
ihanetinin intikamı için şöyle dedi: İşte bundan
dolayı karnın şişmiştir!
Darmiye söz altında
kalmayarak: Bütün millet, karnın büyüklüğü hususunda senin annen
Hindi örnek verirler! dedi.
Muaviye: Aliyi nasıl
gördün?
Darmiye: Hz. Ali asla
hilafetle aldanmadı, dünya Onu aldatmadı, Onun sözleri
karanlık kalpleri aydınlatıyordu ve kalplerin pasını
gideriyordu.
Muaviye: Doğru
söyledin. Şimdi benden ne istiyorsun?
Darmiye: Kızıl
yünlü yüz deveye ihtiyacım vardır.
Muaviye onun isteğini
yerine getirdikten sonra şöyle dedi: Allaha andolsun ki, Ali
yaşasaydı, kesinlikle bu kadar mal sana vermezdi.
Darmiye: Doğru
söyledin, Hz. Ali, heva ve hevesi üzerine, kimseye Müslümanların
malından bir dirhem bile vermezdi.
[238] - Bihar, c.100, s.252. Hz.
Ali (a.s)ın şahadeti hicri 40da vuku bulmuştur, Harun
Reşid ise hicri 170de hilafete yetişmiştir; binaenaleyh Hz. Ali
(a.s)ın kabri takriben 130 yıl saklı kalmıştır.
[239] - Ali Kist?, s. 6; Fazlullah Kompani.
[240] - Ankebut/2.
[241] - Ali Kist?, s. 329. Hz. Ali (a.s)ın Kurân'da isminin geçtiğini delillerle isbat edenler olmuştur. Örneğin Meryem suresinin 50. Ayetinde geçmiştir diyorlar. Ayet şöyledir; "Ve cealna lisane sıdkın Aliyyen. M.
[242] - Aslında bu lakabı Hz. Peygamber ona vermiştir. Hz. Ali savaşlardan birinden döndüğünde yorgunluğundan dolayı toprağın üzerinde uyudu. Gelip bu durumu gören Resulullah (s.a.a) iltifat olsun diye, "Kum ya eba Turab" (kalk ey toprağın babası) buyurdular. Bundan dolayı bu lâkapla meşhur oldu. M.
[243] - Dastanha-ı Şenideni ez Çehardeh Masum (a.s).
[244] - Dastanha-i Şenideni ez Çehardeh masum.
[245] - İleluş- Şerayi, .1, s. 205.
[246] - A.K., s. 193.
[247] - Seyri Der Sire-i Eimme-i Ethar, M. Mutahhari.
[248] - Ali Kist?, s. 195; Fazlullah-i Kompani.
[249] - Nehcul- Belağa, 45. mektup, Osman bin Huneyfe mektubu.
[250] - Bakara/207.
[251] - Çehardeh Ahter-i Tabnak, s. 68, Bircendi.
[252] - Mecma'ul- Beyan, c. 10, s. 528.
[253] - Ali Kist? s. 267; Fazlullah Kompani.
[254] - Ali Kist? s. 405.
[255] - Dastanha-i Şenideni ez Çehardeh Masum -a.s- s. 56.
[256] - Destanha-i Şenideni ez Çehardeh Masum.