Gadir Sayfası

 

Ana Sayfa

 

Kitaplar’a geri dön

 

Hz. Peygamber'in (s.a.a)

Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

 

 

Fahrettin ALTAN

 

1. Cild

 

 

Adı:

Muhammed, Ahmed (s.a.a).

Lakapları:

Resulullah (s.a.a), Hatem’ul-Enbiya.

Künyesi:

Ebu’l-Kasım.

Baba-Ana:

Abdullah, Âmine.

Doğumu:

Rebi’ul-Evvel ayının 17’sinde (Miladi 571), Cuma günü şafak vakti Mekke’de doğdu.

Evliliği:

Resulullah (s.a.a) evlendiği zaman yirmi beş, İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne göre Hz. Hatice de yirmi sekiz yaşında idi.

Nübüvvet Dönemi:

Kırk yaşında, peygamberliğe seçildi. Peygamberliği on üç yıl Mekke’de ve on yıl da Medine’de olmak üzere 23 yıl sürmüştür. Nübüvveti, Receb’in 27’sinden (M.610) başlamıştır.

Hicreti:

Mekke'den Medine'ye Sefer ayının ilk gününde.

Rıhleti:

Hicretin 11. yılı Sefer ayının 28’inde, 63 yaşında Medine-i Münevvere’de dünyadan göçmüştür.

Mezarı:

Medine’de Mescid’ün-Nebi’nin yanında.

Yaşam Dönemi:

1)Nübüvvet öncesi dönem 40 yıl.

2)Nübüvvet ve Mekke’de put perestlerle mücadele dönemi 13 yıl.

3)Mekke’den Medine’ye hicret, İslam hükümlerinin icrası, İslam hükümetinin istikrarı ve İslam dininin yayılması ve neşri için çaba ve gayret dönemi  -yaklaşık 10 yıl-.

Çocukları:

Hz. Peygamber'in Hatice’den; Kasım, Tahir; Ümmü Gülsüm, Rukayye, Zeyneb ve Fatıma adlı altı çocuğu, Mariye’den de İbrahim adında bir oğlu vardı. Resulullah'ın, Fatıma (a.s) hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde vefat ettiler. Hz. Peygamber’in nesli, Hz. Fatıma’dan devam etmiştir.

 

 

 

İÇİNDEKİLER

 

ÖNSÖZ   5

RESULULLAH (S.A.A)’İN HAYATI  10

HZ. RESULULLAH’IN FAZİLETLERİ VE SİRESİ  21

Resulullah (s.a.a)’in Makamı 21

Resulullah (s.a.a)’in Evrensel Risaleti 21

Resulullah (s.a.a)’in Son Peygamber Oluşu  21

Resulullah (s.a.a)’in Zühdü  21

Resulullah (s.a.a)’in Emanettarlığı 22

Resulullah (s.a.a)’in İsmi 22

Peygamber (s.a.a)’e Salavat 22

Uykudan Kalktığında Secde Etmesi 23

Namaza Olan Aşkı 23

Vaktini Üçe Bölmesi 23

Yürüyüşü  23

Resulullah (s.a.a)’in Tevazusu  23

Resulullah (s.a.a)’in Sabrı 24

Resulullah (s.a.a)’in Cesareti 25

Resulullah (s.a.a)’in Ümmetine Karşı Şefkati 25

Resulullah (s.a.a)’in Oturuşu  27

Resulullah (s.a.a)’in Yemek Yiyişi 27

Resulullah (s.a.a)’in Su İçişi 28

Resulullah’ın Güzel Koku Kullanması 28

Resulullah’ın Aynaya Bakması 29

Resulullah (s.a.a)’in Elbise Giyişi 29

Resulullah (s.a.a)’in Davranışı 29

Resulullah (s.a.a)’in Musafahası 31

Resulullah (s.a.a)’in Oruç Tutuşu  32

Resulullah’ın Mizahı ve Gülüşü  32

Resulullah (s.a.a)’in Adap ve Ahlakı 35

HZ. RESULULLAH’IN SÖZLERİNDEN KIRK HADİS  39

Kurtuluşa Ermenin Yolu  39

Müslümanların Meseleleriyle İlgilenmek  39

En Büyük Cihat 39

Allah’ın Lanetine Uğrayan Alim! 39

Peygamberlerin Eminleri 39

Resulullah’ın, Ümmeti İçin Konuşmasını Bilen... 39

Zalimlere Destek Olanlar  40

Ehl-i Beyt’i Vücuttaki Baş Gibi Bilmenin Gerekliliği 40

İnsanların En Kötüsü  40

Dinden Çıkmak! 40

Zengine Zenginliği İçin Boyun Eğmek! 40

İyilerin Nişaneleri 40

Bir Zaman Gelecek Ki... 41

Şehitlerin Kanlarından Daha Üstün Mürekkep  41

İmamlara Uymanın Gerekliliği 41

Rahmetten Uzak Olan Kimse  41

İnsandan Sorulacak Dört Şey  41

Cahilin Nişaneleri 41

Altı Cümlede Altı Yüz Bin Söz! 42

Ümmetin İhtilaftan Kurtulması İçin Bir Vesile  42

Tavsiye Edilen Dokuz Şey  43

Peygamber’in Vasileri 43

Kırk Gün İhlasla Amel Etmenin Neticesi 43

Kıyamet Günü Ağlamayacak Gözler  44

İlmin Kapısı 44

Beş Şeyin Beş Şeyden Önce Ganimet Oluşu  44

Allah’ın Kalp ve Amellere Bakması 44

İki Değerli Emanet 44

Kimle Oturup Kalkalım?  44

Münafıkların Sıfatı 44

Halkın En Kötüleri 45

Kurtuluş Gemisi 45

Zinanın Zararları 45

Amellerin Üç Şeyle Doğrulması 45

Kötü Amellere Karşı Çıkmak  45

Ehl-i Beyt’in Sevgisi 46

Şarabın Zararları 46

Yumuşaklık ve Sertliğin Özellikleri 46

Hacca Gitmeden Ölen Kimsenin Hali 46

Şeytanın Zehirli Oku! 46

İBRETLİ ÖYKÜLER   47

1-    Cennet Ağaçları 47

2-    En Güzel Arzu  47

3-    Peygamber (s.a.a)’in Mizahı 48

4-    Haince Bakmak  48

5-    Resulullah (s.a.a)’den Beş Tavsiye  49

6-    İlmin Değeri 49

7-    Allah’ın Beğendiği Dört Haslet 50

8-    İmtihan Mihengi 50

9-    Kocaya İtaat 52

10-  Sonucu Düşünme  53

11-  Ne Zarar Ne Ziyan  53

12-  Ölüm Döşeğinde  54

13-  Hurafelere Karşı Koymak  55

14-  İşi Sağlam Yapma Dersi 56

15-  En Sevimli İsimler  56

16-  Komşunun Sınırı 57

17-  Öfkeden Sakınma  57

18-  Ayrılık Çaresi 58

19-  Hz. Peygamber ’in Gülümsemesi 59

20-  Sıraya Riayet Edin  59

21-  Resulullah (s.a.a)’in Ağlaması 59

22-  Âmanın Yanında Hicabı Korumak! 60

23-  Kötü Ahlaklılık Kabir Azabına Sebep Olur  61

24-  Bereketli On Dirhem   62

25-  Ya Resulellah! Bana Tavsiye Et! 64

26-  Yetimler İçin Ağlamak  64

27-  Dostlarla Müdara  65

28-  Çaba Veya Zengin Olma Yolu  66

29-  Günahlar Nasıl Dökülüyor?  67

30-  Şükreden Kul 67

31-  Dünya Hayatı 68

32-  Cennet Bahçelerini Dünya Hurmasına Satan Şahıs! 69

33-  Güzel Hasletler  70

34-  Amel Defterinde Küçük Yalan  71

35-  Dili Korumak  71

36-  Mutlu İnsan  72

37-  Ölülerin Dirilmesi 73

38-  Ahir Zamanın Alametleri 74

39-  Yolculukta Yardımlaşmak  78

40-  Büyük İnsan  78

41-  Vaade Vefa  79

42-  Peygamber (s.a.a)’in Mantıksız İşlere Karşı Çıkması 79

43-  Peygamber (s.a.a)’in Süt Annesine Şefkati 80

44-  İslam’da Kolaylık  80

45-  En Kötü İnsan  81

46-  Cennetin Sekiz Kapısının Açılmasına Sebep Olan Zikir  81

47-  Ümmetinden On Grup Mahşerde  82

48-  Hz. Peygamber’in Ölülerle Konuşması 83

49-  Bir Salavata Karşılık Yedi Yüz Salavat 84

50-  Hz. Peygamber (s.a.a) Açısından Kadının Görevleri 85

51-  Peygamber (s.a.a)’in Süt Kızkardeşine İhtiramının Sırrı 85

52-  Çocuğa Saygı Ve Sevgi 86

53-  Yetimlere Şefkat 86

54-  Halktan Bir Şey İstememek Şartıyla ... 87

55-  Ölüm Anında Vasiyet 87

 

HZ. RESULULLAH (S.A.A)'İN HAYATIYLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR   89


 

ÖNSÖZ

 

Hamd-u sena Allah’a, salat ve selam Peygamber’e ve O’nun tertemiz Ehl-i Beyti’ne olsun. İnsanları şaşkınlıktan kurtarmak, cehaleti gidermek, zulümle mücadele yapmak ve beşerle yaratıcısının irtibatını sağlamak yolunda bütün varlıklarını vakfeden ve insanlığa ışık tutmak ve hidayet nişanelerini göstermek için didinen ve bu yüce hedefler uğruna aziz canlarından geçen vahiy ve risalet muhafızları, hak ve adalet koruyucuları olan Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyti’nin (Allah’ın salat ve selamı onların hepsinin üzerine olsun) eserlerini yayınlamak, insanın akıl, idrak ve fıtratına sunulan ve diğer hizmetlerin temeli olan en büyük hizmettir.

İslam’ın doğru önder ve şahsiyetlerini ve tarih boyunca tanınmayan masum İmamları tanımak için en iyi yol, onların söz ve siyerlerine bakıp onları can gözüyle okumaktır. Allah’a hamd olsun ki, bu söz ve siyerler bütün kin, düşmanlık, hadis yasaklama ve tahriflere rağmen zaman aşımından korunup bugünün nesline ulaşmıştır.

Velayet aşıkları, kendi mevlâlarının ve İslam dünyasının yüce şahsiyetlerinin söz ve siyerlerini ve Hz. Peygamber’in Gadir çöllerinin kavurucu sıcağında yüz yirmi bin civarındaki kişiyi bekletmesi ve deve semerleriyle minber yaparak onun üzerine çıkıp hutbe okumasının ve coşkulu bir önsözünden sonra Hz. Ali’nin elini tutup; “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” buyurmasının sebebinin ne olduğunu, bütün dünya ve İslam alemine sunmalıdırlar.

Acaba neden Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’yi sevenler hakkında iyi dua ve düşmanları hakkında ise beddua etti.? Acaba Ali kimdi ki, Allah’ın en seçkin Peygamberi ve yaratılış unsurunun en üstünü 23 yıl boyunca, o kadar üzüntü ve zorluklardan ve insanları putların esaretinden kurtardıktan ve özgürlük tadını beşere tattırdıktan sonra, hayatının en son anlarında ve ele geçmiş en kritik fırsatta, bu kadar titizlik ve ihtimamla Hz. Ali’yi “Mevla” unvanıyla, yani Allah Teala’nın kendisi ve Peygamberine tahsis ettiği bir sıfatla halka tanıtmaktadır? Allah’dan başka düşüncesi olmayan, insanın kurtuluşundan başka risaleti olmayan ve manevi değerlerden başkasına değer vermeyen Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin vücudunda ne gördü ki onu kendisine kardeş yaparak kendi yerine atadı?!

Veya Ehl-i Beyti’ni, Kur’ân’ın eşi, alemdeki hakikatlerinin tecelligahı ve varlık esrarının hazinesi kılıp, onlara uymayı hidayetin yegane garantisi ve dalalet yolunun setti olarak tanıtmasının sebebi nedir acaba?!

Veya onları, gökyüzünün parlak yıldızları ve kurtuluş gemisi olarak tanıtmasının sebebi nedir?

Bunların (Ehl-i Beyt’in) vücutlarında yatan sır nedir ki, bütün insanların saadet ve kurtuluşu onlara uymakla gerçekleşmektedir?

İşte bu soruların ve yüzlerce sorunun cevaplarını Hz. Ali ve evladının siyer, ahlak ve düşünme hakkındaki vahye benzer sözlerinin arasında aramak gerekir. Nehc’ul- Belağa, Sahifet’us- Seccadiyye, Tuhaf’ul- Ukul ve Şia’nın diğer hadis kitaplarını iyice bir düşünerek, kelime-kelime, satır-satır okuyup Kur’ân ve Resulullah’ın hadisleriyle mukayese ederek, vasilerin son silsilesinin azametini anlamak gerekir.

Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyti’nin tevhit, nübüvvet, imamet, mead, sabır, direniş, zulme ve küfre karşı mücadele, ümitli olmak, değerleri diriltme yolunda fedakarlık, emanet, doğruluk, dürüstlük, adalet, ihsan, vefa, yiğitlik, cömertlik, insani keramet, izzet-i nefs, yüce himmetlilik, iffet, kanaat, özgürlük, kardeşlik, ihlas, hamaset, gayret, korku, nifak, heva ve heves, ahdi bozmak, hile, hıyanet, refah düşkünlüğü, zulmü kabullenmek, zorbacı güçlerin karşısında teslim olmak vb. şeyler hakkındaki sayısızca hadis ve rivayetlerini, Ehl-i Beyt’in kimler olduklarını, imametin ne olduğunu, halkın İmamlara başvurmasının gerekliliğinin sırrının ne olduğunu, Peygamber'in halifesi olmanın ne anlam taşıdığını, Al-i Muhammed’in İslam’da ne kadar büyük hakkı olduğunu anlamaları için Bihar’ul Envar, Vesail’uş- Şia, Vafi, İlel’uş- Şerayi, Tevhid-i Saduk, İhticac-ı Tabersi, Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, Tuhaf’ul- Ukul, Mişkat’ul- Envar gibi büyük ve küçük hadis mecmualarını görüp okumaları gerekir.

İşte böylece, İslam felsefelerinin en öz ve halisini kimin dilinden duyduklarını, İslami vahdetin doğru davetçilerinin kimler olduğunu, güzel örneğin kimlerde bulunduğunu, Allah’ın kimleri sevip onlara uyulmasının gerekliliğini ve kimlerin Kur’ân açısından nurlu kandiller olduğunu, Allah’ın kimlere velayet nimetini verdiğini... öğrenmiş olacaklardır.

Yine kimlerin Hz. Peygamber’in yerine oturup Kur’ân’ın muallimi, fıtrat ve sırat-ı müstakimin hidayetçisi ve kılavuzu olabileceğini bilmiş olacaklardır.

Yine, fıkhı kimden öğrenmenin gerekliliğini, Kur’an’ın tefsiri için kimin kapısının çalınmasının gerektiğini, mülhitlerin şüphelerinin cevabının nasıl verileceğini, sünnetle bid’atı birbirinden kimin ayırt edebileceğini, Peygamberlerin alim varislerinin kimler olduğunu anlamış olacaklardır.

Evet Şia alimleri Hidayet İmamlarına (Ehl-i Beyt’e) uyarak akıl, kültür, İslam, Kur’ân ve Hz. Peygamber’e çok değerli hizmetler etmişlerdir. Sürgünlerde, zindanlarda, medrese zaviyelerinde, evlerin köşe bucaklarında tam fakirlik ve mahrumiyet içerisinde, Emevi ve Abbasi halifelerinin baskısı altında, diğer acımasız şahısların egemenliğinde olmalarına ve saray alimlerinin sinsi hilesi, sömürgecilerin komplosu ve cahillerin taassubuna rağmen bu değerli hazineleri nesilden nesile aktarmış, akıl ve din hırsızlarının yağmasından korumuş ve böylece bizim elimize ulaşıp gelecek nesillere hazine olmuştur.

Ama maalesef bu değerli ve zengin eserler Türkçe diline kazandırılmamıştır. Bu son zamanlar içerisinde bazı küçük eserler, bazı değerli kardeşlerimizin çaba, gayret ve fedakarlıklarıyla halkımızın istifadesine sunulmuştur. Yeni yeni büyük eserlerin Türkçe’ye kazandırılmasına da el atılmıştır. Fakat maddi sorunlar bu işin gecikmesine sebep olmaktadır. Bir takım değerli kitapları, tercümesinden on yıldan fazla bir zamanın geçmesine rağmen maddi sorunlar nedeniyle halen bastırabilmiş değiliz. Büyük eserlere el atmaya cüret edemiyoruz. Çünkü onları bastırabilecek güce sahip değiliz. Dolayısıyla o kitaplar elimizde kalacaktır; nitekim kalmıştır da. Halkımız da maalesef sadaka-i cariye olan kültürel alanlarda katkıda bulunmaya adet etmemişlerdir.

Her Ehl-i Beyt dostunun, Şia’nın bunca değerli eserlerinden en azından bir tanesini Türkçe’ye kazandırmak için kollarını sıvaması gerekir. Çünkü bizler diğerlerine oranla çok geride kalmışız. Onların Türkçe’ye kazandırılmamış eserleri kalmamıştır. Bizim halkımız bu konuda gerçekten kusur etmiştir; bunun farkında bile değildir. Hatta alim kardeşlerimizden bazıları, çeşitli hal ve hareketleriyle bizim bu alandaki çalışmalarımızı doğru görmüyorlardı; "Bizim kalem tutacak kimsemiz yoktur, bizim bozduğumuz düzelttiğimizden daha çok olur." deyip bu ağır mesuliyetten kaçıyorlardı. O sözleri diyerek bir çoklarımızı bu işlerden soğutuyorlardı. Ama şimdi elhamdulillah bu ağır işi yapmayı artık başarabilecek bir birçok değerli alim arkadaşlarımız vardır; telif ve çevirileriyle bunu ispatlamışlardır.

Evet, Ehl-i Beyt üzerine ne kadar çalışsak yine de yetersizdir. Onlar adeta engin bir denizdirler. Denizin suyunu tamamıyla çekemeyiz, ama susuzluğumuz miktarınca ondan içmeliyiz. Bizim bu çalışmamız da o engin denizden damlalardır. Allah’ın yardımı, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyti’nin manevi lütuflarıyla inşaallah On Dört Masum (a.s)’ın kısaca hayatı, fazileti, sözleri ve sirelerini siz kardeşlerimizin istifadesine sunmaya çalışacağız. Elinizdeki bu kitap bu alanda ilk adımdır. Sizlerin de maddi ve manevi yardımlarınız, yapıcı tenkit ve tavsiyelerinizle, Allah’ın izniyle yakın bir zamanda diğer masumların hayat, fazilet, siyer ve sözlerini daha mükemmel bir şekilde sizlerin istifadesine sunmaya çalışacağız.

Bu kitabın hazırlanmasında “Bihar’ul-Envar”, “A’yan’uş-Şia”, “Usul-u Kafi”, “Tuhaf’ul-Ukul”, “Nehc’ul-Hayat”, “Fatımat’uz-Zehra Behcet’ul- Kalb’il- Mustafa”, “Müntha’l-A’mal”, “Banu-yi Numune-i İslam”, “Fezail-i Hz. Peyamber”, “Fezail-i Hz. Ali”, “Fezail-i İmam Hasan”, “Fezail-i İmam Hüseyin”, “Sire-i Nebevî”, “Sire-i Alevî”, “Sire-i Fatimî”, “Sire-i Hasenî”, “Sire-i Hüseynî”, “Nigerişi Kutah be Zindegi-yi Peyamber-i İslam”, “Pişva-yi Evvel”, “Pişva-yi Dovvum”, “Pişva-yi Sevvum”, “Ali Kist?”, “el-İmam Ali b. Ebi Talib” gibi pek çok değerli kitaplara müracaat ettik ve gereken hadis ve sözleri onlardan derledik. Daha güvenilir ve yararlı olması için de yararlanmış olduğumuz kitapların isimlerini dipnotta zikrettik. Bazı küçük kitaplardan istifade etmemize rağmen onların isimlerini değil onların yararlanmış oldukları kaynak kitapların isimlerini zikretmeye özen gösterdik. Allah Teala’dan bu çalışmalarımızı kabul buyurmasını ve ahiret için bir azık olmasını niyaz ediyoruz.

Allah’ım, Muhammed ve Al-i Muhammed’e salat ve rahmet eyle, bizleri O’nlardan ayırma, bu dünyada ziyaretlerini, ahirette ise şefaatlerini bizlere nasip eyle. Amin!


 

HZ. RESULULLAH (S.A.A)’İN HAYATI

Resulullah (s.a.a), Fil yılı, Rabiulevvel ayının on yedisinde (M.570’de) Cuma günü şafak vakti Mekke şehrinde dünyaya geldi.[1] Resulullah (s.a.a)’in değerli babası, Abdullah bin Abdulmuttalip bin Haşim bin Abdumenaf idi; değerli annesi ise Veheb bin Abdumenaf’ın kızı Amine idi. Görüldüğü gibi her iki şahsiyetin akrabalık bağı Abdumenaf’da birleşiyor.

Hz. Peygamber’in mübarek ismini, İlahi emir gereği Muhammed[2] künyesini ise Ebu’l Kasım[3] koydular.

İmam Bakır (a.s)’ın buyurduğuna göre, Hazretin doğumunun yedinci günü Ebu Talib, Peygamber (s.a.a) için bir kurban kesti ve akrabalarını misafirliğe davet ederek şöyle dedi: "Bu Ahmed’in akikasıdır.” Misafirler; “Onun ismini neden Ahmed koydun?” diye sorduklarında, Ebu Talib; “Yer ve gök ehlinin övgüsünden dolayı onun ismini Ahmed koydum.” dedi.[4] İşte bundan dolayı Emir-ul Müminin Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.a)’in de, iki ismi bulunan peygamberlerden olduğunu söylemiştir.[5]

Peygamber (s.a.a) henüz daha dünyaya gelmeden babasını kaybetti;[6] dünyaya geldikten sonra da onu, süt emmesi için Halime-i Sadiyye’ye emanet ettiler. İbn-i Sad’ın yazdığına göre, Halime Hazreti kucağına alır almaz göğsü sütle doldu; öyle ki, Peygamber ve Halime’nin açlıktan uyumayan çocuğu da o sütten doydular.[7]

Peygamber (s.a.a) üç yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle süt annesi Halime’nin yanında kaldı, daha sonra Mekke şehrine giderek kendi annesinin yanında yer aldı.

Peygamber (s.a.a) altı yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Ümm-ü Eymen’le birlikte akrabalarını görmek için Medine’ye gittiler. Bir ay Medine’de kaldıktan sonra Mekke’ye dönüşte Ebva’ya (Cuhfe’den 37 km. uzak) ulaştıklarında Hazretin değerli annesi vefat edip orada defnedildi. Ümmü Eymen Hz. Peygamber’i Mekke’ye götürdü, orada da Abdulmuttalip onun sorumluluğunu üstlendi.[8] Ama iki yıl sonra Abdulmuttalip de dünyadan göçtü.[9] Onun vasiyeti gereğince Ebu Talib yeğeni Hz. Muhammed (s.a.a)’in sorumluğunu üstlendi.[10]

İbn-i Abbas’ın naklettiğine göre Ebu Talib Hz. Peygamber ile öylesine ilgileniyordu ki, gece ve gündüz ondan bir an olsun ayrılmıyordu, onu kendi yanında yatırıyor ve onun hakkında kimseye güvenmiyordu.[11]

Resulullah (s.a.a) on iki yaşında[12] Ebu Talib’le birlikte Şam’a yolculuğa çıktı. Bu yolculukta Buheyra isminde bir rahiple karşılaştılar. Buheyra, Mesihi (Hıristiyan) alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamber’i görür görmez, O’nun ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anladı. Buheyra Ebu Talib’e dönüp şöyle dedi: “Önceki semavi kitaplarda bu gencin peygamberliğiyle ilgili haber vardır."[13]

Resulullah (s.a.a) erginlik çağına kadar Ebu Talib’in evinde kaldı. Hazret ahlak, yiğitlik, halkla geçinmek ve emanete riayet etmek bakımından öyle bir ahlaka sahipti ki, halk ona “Emin” lakabını takmıştı.[14]

Resulullah (s.a.a) yirmi yaşında iken “Hilf-ul Fudul” antlaşmasına katıldı. Bu antlaşma Beni Haşim, Beni Zühre ve Beni Temim arasında yapılan en iyi antlaşma idi. Bu antlaşma gereği mazlumlarım hakları zorbalardan alınacak ve gereken yardımlar onlardan esirgenmeyecekti.[15]

*   *   *

Hz. Hatice asaletli ve serveti olan bir kadındı ve erkekler vasıtasıyla ticaretle uğraşıyordu. Resulullah'ın doğru konuşan ve emanettar biri olduğunu öğrenince O Hazrete, kölesi Meysere ile birlikte ticaret yapmak için Şam’a gitmesini ve kendisine diğer tacirlerden daha fazla pay vereceğini önerdi. Resulullah (s.a.a) Hatice’nin bu önerisini kabul ederek onun malı ile Şam’a doğru yola çıktı. O memlekette mallarını satıp işlerini bitirdikten sonra Mekke’ye doğru hareket etti. Mekke’de ise oradan getirdikleri malları satıp, öncekilere oranla iki kat veya daha fazla kâr elde etti. Üstelik Meysere de yol boyunca Resulullah’tan gördüğü hareket ve davranışları Hatice’ye anlattı.

Hatice, birisi vasıtasıyla Resulullah’a şöyle bir mesaj gönderdi: “Ey amca oğlu, aramızdaki akrabalık bağından ve kavmin arasında yüce, şerefli, soylu, emanettar, iyi huylu ve doğru konuşan biri olmandan dolayı seninle evlenmek istiyorum.”

Hatice’nin bu evlenme teklifi öyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep açısından en köklü, şeref ve mal bakımından da bütün kadınların en üstünü idi; herkes onunla evlenmek istiyordu, ama o hiç kimseyi kabul etmiyordu.[16]

Resulullah (s.a.a) Hz. Hatice’nin evlenme teklifini kabul ederek amcalarını onu istemeye gönderdi.[17]

Resulullah (s.a.a) evlendiği zaman yirmi beş[18], İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne göre Hz. Hatice de yirmi sekiz yaşında idi.[19]

Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hz. Hatice ile evlenmesinden, ikisi erkek, dördü kız olmak üzere toplam altı çocuğu oldu. Erkeklerin isimleri; Kasım ve Tahir; kızların isimleri ise Ümmü Gülsüm, Rukayye, Zeyneb ve Fatıma’dır.[20]

Hatice-i Kubra (a.s) Resulullah (s.a.a) ile ortak yaşantısında çok fedakarlıklar yapmıştır. O bütün mal ve servetini aziz eşinin ihtiyarına bırakmış ve bütün kadınlardan önce Hz. Resulullah’a iman etmişti. Resulullah (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştur:

 “O, insanlar kafir olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni tasdik etti, halk beni mahrum bıraktığında o kendi malıyla bana yardımda bulundu.”[21]

*   *   *

Hz. Resulullah’ın yaşantısının en hassas dönemi, 40 yaşına girdiği ve Receb’in 27. günü (M.610) peygamberliğe seçildiği andır.[22] O zamandan itibaren üç yıl boyuca halkı gizlice İslam’a davet etti.[23] Hz. Resulullah’a ilk iman eden Emir-ul Müminin Hz. Ali olmuştur.[24] Ondan sonra da Hz. Hatice iman etmiştir.

Bi’setin üçüncü yılında Resulullah (s.a.a), halkı açıkça İslam’a davet etmeye emr olundu. Bu emir gereği önce kendi yakınlarını misafirliğe davet ederek onlara şöyle buyurdu:

 “Allah-u Teala beni, sizi O’na davet etmeye emretmiştir. İçinizden kim beni tasdik edip bu işte bana yardımcı olursa, sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifem olacaktır.”[25]

Teberi’nin yazdığına göre Ebu Talib oğlu Ali, Peygamber’e yardımcı olacağını ilan eden tek şahıs idi. Peygamber (s.a.a) de oradakilere şöyle buyurdu:

“Bilin ki, bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; onun sözlerini dinleyin ve emirlerine itaat edin.”[26]

Resulullah (s.a.a) akrabalarını İslam’a davet ettikten sonra, halktan da putlarını bırakıp sadece Allah’a ibadet etmelerini istedi. Bu söz onlara çok ağır geldi; az bir grup hariç hepsi Hazrete düşman kesilmeye başladı. O kritik anda, Mekke’nin büyüğü ve Peygamber’in amcası olan Ebu Talib, kardeşi oğlunun yardımına koştu ve onu yalnız bırakmayacağına dair yemin etti.[27] Gerçekten öyle de yaptı. Ebu Talib, hayatta olduğu müddetçe Kureyş Hz. Peygamber’i fazla incitemiyordu.

Kureyş büyükleri, Ebu Talib’in koruması altındaki Hz. Peygamber’i tam baskı altına alamadıklarını görünce, yeni müslüman olanları eziyet ve işkence etmeye başladılar. Peygamber (s.a.a), Müslümanların Kureyş’in zulüm ve eziyetinden kurtulmaları için onlara Habeşistan'a hicret etmeleri için izin verdi.

Hicretin altıncı yılında, Mekke müşrikleri, Peygamber (s.a.a)’i öldürme kararı aldılar. Bu yüzden Muhammed (s.a.a)’i kendilerine teslim etmedikçe Beni Haşim’le muamele yapmayacaklarına ve onlardan evlenmeyeceklerine dair kendi aralarında bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşmayı bir deri sayfasına yazarak Ka’be’nin duvarına astılar. Beni Haşim de canlarını korumak için Peygamber (s.a.a) ile “Şi’b-i Ebu Talib” deresine sığındılar; üç yıl boyunca orada kaldılar. Üç yıl sonra Allah-u Teala Peygamberine, antlaşmayı “Allah” lafzı hariç karıncaların yediğini haber verdi. Ebu Talib bu haberi Kureyişlilere iletti ve onlara; “Eğer Muhammed’in söyledikleri doğru çıkarsa ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar da: “Artık el çekeriz” dediler. Kureyşliler Ka’be’ye gidip oraya astıkları antlaşmanın “Allah” lafzı hariç karıncalar tarafından yenildiğini görünce kendi antlaşmalarından vazgeçtiler. Bi’setin onuncu yılında vuku bulan bu olay neticesinde Mekke halkından birçok kimseler İslamiyeti kabul ettiler. Böylece Beni Haşim Şi’b-i Ebu Talib’den dışarı çıkabildi.[28]

Peygamber (s.a.a), bi’setin onuncu yılında iki büyük yardımcısı olan Hz. Ebu Talib ve Hz. Hatice’yi kaybetti.[29] bu iki büyük şahsiyetin ölümü Hazrete çok ağır geldi, bundan dolayı o yılın ismini “Hüzün yılı” koydu.[30]

İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), Ebu Talib ve Hatice’yi kaybettiğinde artık Mekke’de kalması güçleşmişti... Allah-u Teala bundan dolayı Hz. Peygamber’in, Mekke’de yardımcısı olmadığından orayı terk edip Medine’ye doğru hareket etmesini emretti.”[31]

Ebu Talib merhum olduktan sonra Kureyş’in Peygamber’e eziyeti gittikçe fazlalaştı, Hazrete defalarca ihanet edip O’nun canına kıymak istediler.[32]

Mekke müşrikleri, bi’setin 13. yılı “Dar’un Nedve” denilen bir yerde toplanıp Peygamber’i öldürme kararı aldılar. Bu karara göre çeşitli kabilelerden oluşan gençler hep birlikte Hazret’e saldıracak ve kimin tarafından öldürüldüğü bilinmeyecekti.[33] Hz. Peygamber (s.a.a) İlahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve geceleyin Mekke’den ayrılarak Medine’ye doğru yola çıktı. Emir’ul- Müminin Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)’in canını korumak için O’nun yatağında yattı.[34]

*   *   *

Peygamber (s.a.a), Rabi’ul- Evvel ayının ilk günü Mekke’den ayrıldı ve aynı ayın 12. günü Medine’nin yakınlarında olan “Kuba” denilen yere vardı ve orada yaklaşık on gün Hz. Ali’yi bekledi.[35]

Bu müddet içerişinde de Kuba camisini yaptırdı. Daha sonra Hz. Ali’nin gelmesiyle Medine’ye teşrif buyurdular .

Hz. Peygamber’in hicreti ardınca Mekke Müslümanları da yavaş-yavaş Medine’ye hicret etmeye başladılar. Hz. Peygamber (s.a.a) Muhacir ve Ensar (Medine halkı) arasındaki samimiyet bağını güçlendirmek için onların aralarında kardeşlik bağı oluşturdu.

Peygamber (s.a.a) bu teşebbüsü ile Medine’de İslami bir toplum oluşturmuş ve Muhacirlere yardım için de uygun bir zemin hazırlamıştı.

Bu küçük İslam toplumunun kuruluşundan daha 19 ay geçmemişken Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında savaş ateşi tutuştu. İlk önemli ateş Bedir savaşı idi, onun peşi sıra Uhud, Hendek, Hayber, Tebuk vb. savaşlar da vuku buldu.

Peygamber (s.a.a)’in savaşları iki çeşittir; birincisi, kendisinin katıldığı savaşlardır, bu savaşlara “Gazve” denilir. Diğeri ise kendisinin katılmadığı savaşlardır, bu savaşlara da “Seriyye” deniliyor. Gazvelerin sayısının 28, seriyyelerin sayısının ise 38 tane olduğunu söylemişlerdir.[36] Bunca savaş, dokuz yıldan az bir zamanda vuku bulmuştur.

Bu gazve ve seriyyeler, Müslümanların Hicaz topraklarında azamet ve güçlerinin aşikar olmasına ve birçok Arap kabilelerinin Hz. Peygamberle barış antlaşmaları imzalamalarına sebep oldu.

Bu antlaşmaların en önemlisi, Hudeybiye antlaşması idi. Hz. Peygamber bu antlaşmayı, hicretin altıncı yılında Mekke müşrikleriyle yaptı. Bu antlaşma, Hicaz toprağında nisbi bir emniyet ve huzurun oluşmasına yol açtı ve diğer topraklarda da İslam’ın yayılmasına bir ortam hazırladı.

Peygamber (s.a.a), hicretin yedinci yılında İslam’ın geniş bir şekilde yayılmasını sağlamak için birçok mektuplar yazmış ve bu mektupları İran, Rum, Habeş, Mısır, Yemame, Bahreyn vb. ülkelerin kral ve padişahlarına göndererek kendi mesajını onlara iletmiştir.[37] Resulullah bu mektuplarda onları İslam’a davet ediyordu. Bu vesileyle Hz. Peygamber’in evrensel risaleti dünyanın her tarafına bildirilmiş ve böylece İslam’ın mesajı uzak memleketlere de ulaşmıştır.

*   *   *

Hicretin sekizinci yılının Ramazan ayında Mekke şehri Peygamber tarafından fethedildi.[38] Resulullah (s.a.a) ordusuyla birlikte savaşmaksızın Mekke şehrine girdi, ilk teşebbüsünde Mekke halkının hepsini affetti ve Kabe’de bulunan üç yüz atmış putu oradan temizledi[39] ve sonra minbere çıkarak şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Allah Teala cahiliyet tekebbürünü ve atalarla övünmeyi sizin aranızdan temizledi. Bilin ki siz Ademdensiniz, Adem de balçıktandır. Bilin ki, Allah’ın en iyi kulları O’ndan korkan ve günah işlemeyendir.”[40]

Resulullah (s.a.a), Mekke’de kısa bir müddet kaldıktan sonra Medine’ye doğru hareket etti. Bir kaç aydan sonra, Rum ordusunun İslam ülkelerine saldırıp o topraklarda ilerlemeyi amaçladıklarını öğrendi. Hazret bu haberi öğrenir öğrenmez İslam ordusunun, Rum ordusuna karşı koymak için Şam sınırlarına doğru hareket etmelerini emretti, kendisi de ordunun komutanlığını üzerine aldı. Uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Hicretin dokuzuncu yılının Şaban ayında, Şam sınırında bulunan Tebuk topraklarına ulaştılar. Ama Rumlulardan hiçbir eser yoktu. Çünkü Rum ordusu, Hz. Peygamber’in komutanlığındaki İslam’ın güçlü ordusunun hareketinden haberdar olmuş ve Müslümanlar karşısında yenilgiye uğramak korkusundan aldıkları kararlarından vazgeçmişlerdi.

Resulullah (s.a.a) düşman tehlikesinin olmadığını görünce ordunun Medine’ye dönmesini emretti. “Tebuk” ismiyle meşhur olan bu gazve Hz. Peygamber’in en son gazvesi sayılmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hicaz topraklarındaki en fazla muvaffakiyet elde ettiği yıl, hicretin dokuzuncu yılıdır. Çünkü o yılın hac merasiminde müşriklerden beraat ilan edildi.[41] Bu önemli mesele, Kurban Bayramında Emir’ul- Müminin Hz. Ali vasıtasıyla düşmanlara duyuruldu ve onlara, İslam’a karşı tavırlarını belirlemeleri için dört ay fırsat tanındı. Bu beraatın ilanı neticesinde çeşitli kabilelerin elçileri Medine’ye doğru akın etmeye başladılar. Hepsi Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek İslam’ı kabul ettiklerini veya İslam’ın gölgesinde yaşamaları için cizye ödemeye hazır olduklarını ilan ettiler.

O yıl çok fazla elçinin Medine’ye akın etmesinden dolayı o yıla; “Amm’ul- Vefud” (Elçiler Yılı) ismini vermişlerdir. Böylece puta tapma adet ve geleneği Hicaz toprağından silinmiş ve yerine tevhid dini yerleşmiştir.

*   *   *

Resulullah (s.a.a), hicretin onuncu yılında hac amellerini yapmak için Mekke’ye yolculuk yapmaya hazırlandı. Müslümanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini doğru bir şekilde kamil olarak öğrenmek için yolculuğa hazırlandılar. Resulullah (s.a.a) Zilkade ayının sonuna dört gün kala Medine’den ayrıldı, Zilhiccenin dördüncü günü ise Mekke’ye vardı.[42] Hac amellerini yaptıktan sonra Müslümanlarla birlikte o şehirden ayrılarak Medine’ye doğru yola koyuldu. Yüz yirmi bin civarında olan hac kervanı “Cuhfe” denilen yere yetiştiğinde, Hz. Peygamber tarafından kervanın durdurulması emredildi. Resulullah (s.a.a) namazını kıldıktan sonra Gadir-i Hum kenarında bir hutbe okudu, sonra Hz. Ali’nin elini tutup her ikisinin koltuk altları görülecek kadar kolunu yukarıya kaldırdı. Herkes onu görüp tanıdı; sonra yüksek bir sesle şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Müminlerin kendilerinden, onlara daha evla kimdir?”

Halk: “Allah ve resulü daha iyi bilir.” dediler.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Allah-u Teala benim mevlamdır; ben de müminlerin mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım. Öyleyse ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” [43]

Resulullah (s.a.a), bu cümleyi üç defa tekrarladı. (Hanbelilerin imamı olan Ahmed bin Hanbel’e göre, dört defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şöyle buyurdular:

“Allah’ım! Onunla dost olana dost, ona düşman olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğz edene buğz et; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.”

Halk henüz dağılmadan Allah-u Teala şu ayet nazil etti:

“Bugün dininizi kemale erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslam’ı size beğendim.”

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı oldu.”

Daha sonra orada bulunan insanlar Hz. Ali’yi tebrik etmeye başladılar. Ebu Bekir ve Ömer Hz. Ali’yi ilk kutlayan kimselerdendir...

Bu vakıa, Zilhicce’nin on sekizinci günü vuku buldu. Hz. Peygamber’in halife tayin etme işi birkaç defa çeşitli yerlerde tekrarlanmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.a) Haccet’ul- Veda yolculuğundan sonra ömrünün son günlerini yaşıyordu, nihayet hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde fani dünyadan ayrılıp ebedi yurda göç etti.[44]

Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hatice’den altı çocuğu vardı, onların isimlerini daha önce zikrettik. Mariye’den de İbrahim isminde bir oğlu vardı. Resulullah (s.a.a)’in, Fatıma (a.s) hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde vefat ettiler.[45] Hz. Peygamber’in nesli, Hz. Fatıma’dan devam etti.


 

HZ. RESULULLAH (S.A.A)’İN

FAZİLETLERİ VE SİRESİ

 

Resulullah (s.a.a)’in Makamı

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Muhammed (s.a.a)’den daha üstün ve daha hayırlı bir varlık yaratmamıştır.” [46]

İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala, Peygamberlere bağışladığı her şeyi, Hz. Muhammed’e de bağışlamıştır.” [47]

İmam Kazım (a.s) da buyurmuştur ki: “Hz. Muhammed (s.a.a), Allah Teala’nın meb’us kıldığı her peygamberden daha bilgili idi.” [48]

Resulullah (s.a.a)’in Evrensel Risaleti

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“De ki: Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka tanrı bulunmayan, yaşatan, öldüren Allah’ın elçisiyim.”[49]

Yine Allah-u Teala buyuruyor ki:

“Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı-korkutucu olarak gönderdik.”[50]

Resulullah (s.a.a)’in Son Peygamber Oluşu

Allah-u Teala buyuruyor ki:

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; fakat o, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.”[51]

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Muhammed (s.a.a)’in şeriatı, kıyamet gününe kadar nesh olmayacaktır ve O’ndan sonra kıyamet gününe kadar da bir peygamber gelmeyecektir.” [52]

Resulullah (s.a.a)’in Zühdü

Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), yerde yemek yerdi, kul gibi otururdu, ayakkabısını kendisi tamir ederdi, elbisesini kendisi yamardı, eğersiz merkebe binerdi; biri daha varsa ardına bindirirdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde asılmıştı; zevcelerinden birine; “Şunu kaldır; zira ona baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum” buyurmuştu. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı; onu anmayı hatırından geçirmezdi. Dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki, ne gönül bağlayacağı güzel bir elbisesi vardı, ne de üstüne oturacağı bir sergisi.” [53]

Resulullah (s.a.a)’in Emanettarlığı

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyordu:

“Emanetleri sahiplerine geri verin. Çünkü Resulullah (s.a.a) iğne ve ipliği bile sahibine geri verirdi.” [54]

Resulullah (s.a.a)’in İsmi

Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:

“Evladınızın ismini Muhammed koyduğunuzda ona ihtiram edin, meclislerde ona yer açın, ona surat asmayın.” [55]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

“Bizim bir evladımız olduğunda onun ismini mutlaka Muhammed koyarız; yedi gün geçtiğinde istesek değiştiririz, istemesek aynen öyle kalır.” [56]

Peygamber (s.a.a)’e Salavat

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber’e salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.”[57]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Peygamber (s.a.a) anıldığında, ona çok salat edin. Çünkü kim ona bir defa salat ederse Allah-u Teala ona bin salat eder...” [58]

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Kim bana bir yazıda salat yazarsa, ismim o yazıda olduğu müddetçe melekler sürekli olarak ona mağfiret dilerler.” [59]

Salavat çeşitli şekillerde söylenebilir, ama en meşhur olanı, teşehhütte de sürekli söylediğimiz şu cümledir: “Allahumme salli ala Muhammed’in ve al-i Muhammed.”

Şunu da hatırlatalım ki, Peygamber’in âl’ini söylemeksizin O’na salat etmek, yani “Sallallahu aleyhi ve sellem” demek doğru değildir. Hazretin kendisi böyle bir salavatı nehy etmiş ve onu doğru bilmemiştir. Doğrusu şudur: “Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem”

Allah’ım! Muhammed ve al-i Muhammed’e salat eyle ve onların ferecini yakınlaştır.

Uykudan Kalktığında Secde Etmesi

İmam Bakır (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) uykudan kalktığında (alnını yere koyarak) Allah’a secde ederdi.”[60]

Namaza Olan Aşkı

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a), ne yemeği ve ne de başka bir şeyi namaza tercih etmezdi; namaz vakti ulaştığında, ne ailesini tanırdı ve ne de dostunu.”[61]

Vaktini Üçe Bölmesi

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) kendi evine gittiğinde vaktini üç kısma bölerdi: Bir kısmını Allah’a, bir kısmını ailesine ve bir kısmını da şahsi işlerine ayırırdı.”[62]

Yürüyüşü

İbn-i Abbas’tan şöyle dediği nakledilmiştir:

“Resulullah (s.a.a) yol yürürken öyle canlı ve dinamik yürürdü ki, bu yürüyüş sahibinin aciz ve yorgun insanlar gibi yürümediği hemen kendini gösterirdi.”[63]

Resulullah (s.a.a)’in Tevazusu  

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a) bir eve girdiğinde, meclisin en aşağı kısmında otururdu.” [64]

Enes bin Malik şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) hastaların ziyaretine giderdi, cenazeleri teşyi ederdi, kölenin davetini kabul ederdi, merkebe binerdi, Hayber, Beni Kureyza ve Beni Nadir günü (onlarla savaştığı günler) yularlı bir merkebe binmişti, altında liften bir palan vardı.”[65]

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) meb’us olduğu günden dünyadan göçene dek, bir yere dayanarak yemek yemedi, köleler gibi yemek yerdi, onlar gibi otururdu.”

Neden böyle yapıyordu dediklerinde; “Allah Teala’ya tevazu etmek için.” buyurdular.[66]

İmam Sadık (a.s) Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Ben ölene kadar beş şeyi, benden sonra sünnet olması için terk etmem: “Kölelerle yerde yemek yemeği, semerli merkebe binmeyi, keçiyi elimle sağmayı, yünlü elbise giymeyi ve çocuklara selam vermeyi.” [67]

Resulullah (s.a.a)’in Sabrı

Emir’ul- Müminin Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

Bir Yahudi’nin Resulullah (s.a.a)’den bir kaç dinar alacağı vardı, Hazretten o parayı istedi. Resulullah (s.a.a); “Ey Yahudi, şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur.” buyurdu. Yahudi; “Ya Muhammed! Paramı vermedikçe senden ayrılmayacağım!” dedi. Resulullah (s.a.a) cevaben; “Bu durumda ben de seninle birlikte otururum!” buyurdular.

Resulullah (s.a.a) onunla birlikte oturdu; öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını da orada kıldı. Resulullah (s.a.a)’in ashabı o Yahudi’yi tehdit etmeye başladılar. Resulullah (s.a.a) onlara bakarak şöyle buyurdu: “Onunla ne işiniz vardır?” Ashap: “Ya Resulellah! Bu Yahudi seni hapsetmiştir!” Resulullah (s.a.a) onlara cevap olarak; “Allah Teala beni, bir zimmi veya başka birisine zulüm yapmak için meb’us etmemiştir.” buyurdular.

Gün yükseldiğinde Yahudi adam şöyle dedi: “Allah’tan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ediyorum; malımın bir şatrı (yarısı) Allah yolu içindir. Allah’a andolsun ki, sana karşı böyle davranmam, sırf senin Tevrat'taki vasfını sende görmem içindi. Ben senin Tevrat’taki vasfını okumuştum. Onda şöyle yazılmıştı: “Abdullah oğlu Muhammed Mekke’de dünyaya gelecektir, Tıybe’ye (Medine’ye) hicret edecektir, sert ve katı kalpli değildir, sövgü ve çirkin söz ağzına almaz.” Ben Allah’tan başka bir İlahın olmadığına, senin de O’nun elçisi olduğuna şehadet ediyorum. Bu benim malımdır, Allah nerede emretmişse onu orada harcayabilirsin.”[68]

Resulullah (s.a.a)’in Cesareti

Hz. Ali (a.s)’dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Bedir savaşında biz (sıkıya düştüğümüzde) Resulullah’a sığınıyorduk; O, düşmana hepimizden daha yakındı; Hazret o gün herkesten daha güçlü idi.” [69]

Enes bin Malik şöyle rivayet etmiştir:

“Resulullah (s.a.a), insanların en şecaatlisi, en güzeli ve en cömerdi idi. Bir gece Medine halkı bir vahşete kapıldı, derken sese doğru hareket ettiler. Resulullah (s.a.a) de onlarla karşılaşıp Ebu Talha’nın atına binmiş ve kılıcını boynuna asmış olduğu halde şöyle buyuruyordu: “Korkmayınız! O ses, denizin (dalgalarının) sesidir!” [70]

Resulullah (s.a.a)’in Ümmetine Karşı Şefkati

Enes bin Malik şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a), ashaptan birini üç gün görmediğinde, onu sorup araştırırdı, eğer sefere gitmiş olsaydı onun hakkında dua ederdi, ama eğer hasta olmuş olsaydı o zaman onun ziyaretine giderdi.”[71]

İbn-i Abbas şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) konuştuğunda veya O’ndan bir şey sorduklarında, iyice kavramaları için sözünü üç defa tekrarlardı.”[72]

Cerir bin Abdullah da şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a), evlerinden birine girdi, derken o ev (ashapla) dolup taştı, ben de evin dışarısında oturdum. Resulullah (s.a.a) beni görünce elbisesini büküp bana atarak; “Onun üzerinde otur” buyurdular. Ben de onu yüzüme sürüp öptüm.”[73]

Selman-i Farisi de şöyle diyor:

“Bir gün Resulullah (s.a.a)’in evine gittim, Hazret bir yastığa dayanmıştı; derken onu yaslanmam için bana atarak şöyle buyurdular: “Ya Selman! Kim bir Müslüman kardeşinin yanına gittiğinde, kardeşi ona ikramda bulunur ve rahat etmesi için ona yastık verirse, Allah Teala onun günahlarını bağışlar.” [74]

Cabir bin Abdullah da şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) yirmi bir savaşa katıldı, ben o savaşlardan on dokuzuna bizzat kendim şahit oldum, ama ikisine katılamadım. Bazı savaşlarda Hazretle beraberdim. Bir gece altımdaki devem çöktü, artık hareket etmedi. Resulullah (s.a.a) insanların en arkasında hareket ediyordu. Güçsüz insanları arkasına bindirip onlar için dua ediyordu. Bana yetiştiğinde, benim ah vah ettiğimi görünce; “Bu adam kimdir?” diye sordu. Ben; “Anam babam sana feda olsun Ya Resulellah, ben Cabir bin Abdullah’ım” dedim. “Ne olmuş?” diye sordu. Cevaben; “Devem yorulmuştur, artık hareket etmiyor” dedim. Resulullah (s.a.a); “Asan var mı?” diye sordu. “Evet vardır” dedim. Hazret o asayla deveyi kaldırdı, onu sürdü ve daha sonra onu yatırıp; “Bin” dedi. Ben de ona binip o deveyle hareket ettim, benim devem onlardan ileri geçiyordu. O gece Resulullah (s.a.a) yirmi beş defa bana mağfiret diledi. Daha sonra; “Baban Abdullah’ın ne kadar evladı vardır, acaba borcu da var mıdır?” diye sordu...”[75]

Resulullah (s.a.a)’in Oturuşu

Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur

“Resulullah (s.a.a) oturduğunda genellikle kıbleye doğru oturuyordu.” [76]

Bir gün adamın birisi camiye girdi, Resulullah (s.a.a) ise yalnız oturmuştu, Hazret o adam için yer açtı (veya yerinden kımıldadı). O adam Resulullah’ın bu hareketini görünce; “Ya Resulellah! Yer geniştir” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Müslüman’ın, Müslüman kardeşinin üzerindeki olan hakkı, onun kendi yanında oturmak istediğini gördüğünde onun için yer açmasıdır (veya yerinden kımıldamasıdır.)” [77]

Resulullah (s.a.a)’in Yemek Yiyişi

Mevaliyd’us- Sadikayn kitabında şöyle yazılmıştır:

“Resulullah (s.a.a) yemek yerken ailesi ve hizmetçisiyle birlikte yemek yiyordu; onu davet eden bir kimseyle yemek yediğinde de onların yediğinden yiyordu. Bir misafir geldiğinde de misafiriyle birlikte yemek yiyordu. Önüne sofra açıldığında da şöyle diyordu: “Bismillah, Allahumme ic’alha ni’meten meşkureten, tesilu biha ni’met’el- cenneti.” (Allah’ın adıyla, Allah’ım onu (o yemeği) şükredilmiş nimet kıl ve bizi onunla cennet nimetine kavuştur.)

Yine yemek yediğinde önündeki yemekten yiyordu; namaz kılanın namazda oturduğu gibi dizlerini ve ayaklarını toparlayarak oturuyordu; fakat bir dizi diğerinden yüksekte idi ve buyuruyordu ki: “Ben kullar gibi yemek yiyorum ve onlar gibi oturuyorum.”

Sıcak yemek yemezdi, soğuduktan sonra yerdi ve şöyle buyuruyordu: “Allah Teala bize sıcak yiyecek vermemiştir, sıcak yemeğin bereketi yoktur; öyleyse onu soğutun.”

Resulullah (s.a.a) üç parmakla yemek yiyordu, kendi önündekinden yerdi, başkalarının önündekilerden yemezdi, sağ eliyle yerdi, yemeklerden etli yemeği daha çok severdi; “Et duyu ve görü gücünü artırır; et, dünya ve ahirette yiyeceklerin en üstünüdür” buyuruyordu.

Kabağı da severdi; “Kabak kardeşim Yunus’un ağacıdır” diyordu. Ama sarımsak ve soğan yemezdi. Karpuz ve özellikle et yediği zaman ellerini güzel bir şekilde yıkardı, sonra elindeki kalan suyu yüzüne sürerdi. Mümkün olduğu kadar yalnız yemek yemezdi. Bir gün ashabına; “Sizin en kötü olanınızı size bildireyim mi?” diye sordu. Ashap; “Evet” dediklerinde şöyle buyurdular: “Sizin en kötünüz; yalnız yemek yiyen, kölesini döven ve yardımını esirgeyendir.” [78]

Resulullah (s.a.a)’in Su İçişi

Resulullah (s.a.a) su içmek istediğinde “Bismillah” derdi, suyu yudum-yudum içerdi, bir iki yudum içtikten sonra durup Allah’a hamd ederdi; her su içişinde üç defa “Bismillah”, üç defa da “Elhamdülillah” derdi. Suyu emerek içerdi, bir solukta içmezdi. Bir şey içtiğinde soluk alıp vermezdi, soluk almak istediğinde kabı uzaklaştırırdı, sonra soluk alırdı. Avucuyla da su içerdi; “Avuçtan daha güzel kap yoktur” buyururdu.

Bir gün, sütle bal karıştırılmış bir şerbet getirdiklerinde onu içmekten sakındı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Ben onu haram etmiyorum, ama yarın dünya artığıyla iftihar etmeği de sevmiyorum; tevazu etmeyi seviyorum; kim Allah için tevazu ederse Allah onu yüceltir.” [79]

Resulullah’ın Güzel Koku Kullanması

Resulullah (s.a.a) kendisine misk ve amber sürüyordu; öyle ki onun yağı başında parlıyordu. Karanlık gecede kendisi görülmeden kokuyla tanınırdı; bu Peygamber (s.a.a)’dir diyorlardı.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), yemeğe harcadığından daha çok güzel kokuya harcardı.” [80]

İmam Bakır (a.s) da buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) kendisine sunulan her güzel kokuyu kullanır ve şöyle buyururdu: “Onun kokusu güzel, mahmili ise hafiftir (taşınması kolaydır); Benim lezzetim kadın ve güzel kokudadır; güzümün ışığı ise namaz ve oruçtadır.” [81]

Resulullah’ın Aynaya Bakması

Resulullah (s.a.a), aynaya bakarak saçını tarayıp düzeltiyordu, bazen de suya bakarak düzeltiyordu; ailesine süslenmekten daha ziyade ashabı için kendisine çeki-düzen veriyordu. Bir gün Aişe Resulullah (s.a.a)’in kovadaki suya bakarak saçını tarayıp düzelttiğini görünce şöyle dedi: “Babam anam sana feda olsun ya Resulellah! Kovadaki suya bakıp da saçını mı tarayıp düzeltiyorsun; oysa sen peygamber ve yaratıkların en üstünüsün?” Resulullah (s.a.a) cevabında şöyle buyurdular:

“Allah-u Teala kulunun, kardeşlerinin yanına gittiğinde onlar için hazırlanıp süslenmesini seviyor.” [82]

Resulullah (s.a.a)’in Elbise Giyişi

Resulullah (s.a.a) yeni bir elbise giydiğinde Allah’a hamd ediyordu, çıkardığında ise önce sol kolundan çıkarıyordu. Daha sonra bir fakiri çağırarak eski elbiselerini ona veriyordu. Resulullah (s.a.a)’in iki elbisesi vardı; biri Cuma gününe mahsustu, diğeri ise başka günler içindi. Resulullah (s.a.a)’in bir bezi ve bir de mendili vardı; abdestten sonra o mendille yüzünü kuruluyordu; mendil olmadığında ise üzerindeki rıdasının bir tarafıyla bu işi yapıyordu.[83]

Resulullah (s.a.a)’in Davranışı

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Bir gün bir Yahudi, Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek “Selamun aleykum” yerine “Sam’un aleykum” (ölüm sana) dedi. Aişe de Resulullah’ın yanında idi. Resulullah (s.a.a) de “Aleyke” (Sana da) diye cevap verdiler. Daha sonra başka birisi gelerek aynı sözü söyledi. Resulullah (s.a.a) de onun arkadaşına verdiği cevabın aynısını ona da verdi. Daha sonra başka birisi geldi, o da aynı sözü söyledi ve arkadaşlarına verilen cevabı aldı. Bu sırada Aişe sinirlenip şöyle dedi: “Ölüm, gazap ve lanet size olsun ey Yahudi topluluğu, ey maymun ve domuzun kardeşleri!”

Resulullah (s.a.a) Aişe’ye şöyle buyurdular: “Ya Aişe! Eğer sövmek tecessüm etseydi, kötü tecessüm ederdi; yumuşaklık neye bırakıldıysa onu süsledi ve onun makamını yüceltti.”

Aişe; “Ya Resulellah! Onların “es-samu aleykum” (ölüm size) dediğini duymadınız mı?” dediğinde Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Evet duydum, ama onlara verdiğim cevabı sen duymadın mı? “Aleykum” (size de) diye cevap verdim. Eğer bir Müslüman size selam verirse “es-selamu aleykum” diye cevabını verin, ama eğer bir kafir selam verirse sadece “aleykum” deyin.” [84]

Bahr’us- Sakka şöyle diyor:

Bir gün İmam Sadık (a.s) bana buyurdu ki: “Ey Bahr! Güzel ahlak insanı mesrur eder (neşelendirir).” Daha sonra da buyurdular ki: “Medine halkından birisinin elinde olan hadisi sana söyleyeyim mi?” Ben de; “Evet buyurun” dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Bir gün Resulullah (s.a.a) camide oturmuştu, Ensar’dan birisinin cariyesi gelip Resulullah’ın elbisesinin bir kenarından tuttu, Resulullah da onun için ayağa kalktı, ama bir şey demedi, o cariye de bir şey demedi. Bu amel üç defa tekrarlandı, dördüncü defasında yine Resulullah (s.a.a) onun için yerinden kalktı, o cariye bu defasında Hazretin arkasında yer almıştı, derken Resulullah’ın elbisesinden biraz kesip götürdü.

Halk o cariyeye; Allah belanı versin, bu yaptığın iş ne idi? Resulullah’ı üç defa yerinden kaldırdın, hiçbir şey de O’na söylemedin, O da sana bir şey söylemedi, ihtiyacın ne idi?!” dediler.

Cariye cevaben şöyle dedi:

“Bizim bir hastamız vardır, hastanın şifa bulması için ailem, Resulullah’ın elbisesinden biraz kesip onlara götürmemi benden istediler. Ben de Resulullah’ın elbisesinden tutup ondan biraz kesmek istediğimde beni görüp ayağa kalktılar, ben de, O beni gördüğü halde O’nun elbisesinden bir şey kesmekten utandım ve O’nunla konuşmak da istemiyordum! Bundan dolayı öyle yaptım.”[85]

Resulullah (s.a.a)’in Musafahası

Resulullah (s.a.a) bir kimseyle musafaha ettiğinde (tokalaştığında), o elini bırakmadıkça Hazret elini bırakmazdı; insanlar bunun farkına vardıklarında ise rahat etmesi için elini diğer eliyle onun elinden çıkarıyordu.[86]

İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Bir gün Resulullah (s.a.a) Huzeyfe ile karşılaştı, Hazret ona elini uzattı, o da elini geri çekti. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce; “Ey Huzeyfe! Ben elimi sana uzattım, sen ise elini geri çektin!” buyurdular. Huzeyfe cevaben şöyle dedi: “Ya Resulellah! Benim senin eline rağbetim vardır (onu tutmak istiyorum), ama ben cenabetliyim, cenabetli olduğum halde elimin senin eline dokunmasını sevmiyorum. Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular: “Müslümanlar birbirleriyle karşılaşırken musafaha ettiklerinde günahlarının, ağacın yapraklarının dökülmesi gibi döküldüğünü bilmiyor musun?” [87]

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Birbirinizle karşılaştığınızda, selam verin ve musafaha edin, ayrıldığınızda ise birbirinize mağfiret dileyerek ayrılın.” [88]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Musafaha edin; çünkü musafaha kinleri giderir.” [89]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlardır ki:

“Kadının, mahrem olmayan bir kimseyle musafaha yapması (tokalaşması) câiz değildir; bir elbisenin arkasından olursa (sıkmamak şartıyla) o başka.” [90]

Resulullah (s.a.a)’in Oruç Tutuşu

İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) peygamberliğe seçildiğinde o kadar oruç tutuyordu ki halk; "Peygamber iftar etmiyor." diyorlardı. Daha sonra bir gün oruç tutup bir gün iftar etmeğe başladı. Daha sonra Pazartesi ve Perşembe günlerini oruç tutuyordu. Daha sonra ayda üç gün oruç tutmaya başladı: Ayın ilk başında Perşembe günü, ortasında Çarşamba günü ve sonunda ise Perşembe günü. Devamında şöyle buyuruyordu: “Bu şekil oruç tutmak, bütün günleri oruç tutmakla eşittir.” [91]

Anbeset’ul- Abid şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) ömrünün sonuna dek Şaban ve Ramazan ayının oruçlarını tutardı ve her ayda üç gün oruç tutmayı ise ihmal etmezdi; şöyle ki ayın ilk Perşembe'sini, ortasındaki ilk Çarşamba'yı ve son Perşembe'yi oruç tutmakla geçirirdi.”[92]

Resulullah’ın Mizahı ve Gülüşü

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Peygamber (s.a.a) insanları sevindirmek için onlarla şaka ve mizah yapardı.” [93]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:

“Ben şaka yapıyorum, ama hakkın dışında bir şey söylemiyorum.” [94]

Muammer bin Hallad şöyle diyor:

Bir gün Hz. Ali (a.s)’a; “Canım sana feda olsun, insan akrabalarıyla birlikte olduğu zaman aralarında bazı sözler geçiyor, mizah edip gülüyorlar” dedim. İmam (a.s); “Eğer olmazsa sakıncası yoktur!” buyurdular. İmam’ın; “Eğer olmazsa” sözünden sövmek ve yalanın olmamasının gerektiğini düşündüm. (Yani incitici sözler olmazsa sakıncası yoktur.)

Daha sonra buyurdular ki: “Resulullah (s.a.a)’in yanına bazen bir göçebe Arap gelip hediye veriyordu, yerinden hareket etmeden; “Hediyemin değerini ver” diyordu. Resulullah (s.a.a) de gülüyordu. Resulullah (s.a.a) gamlı ve kederli olduğunda; ‘Göçebe Arap ne yaptı? Keşke yine yanımıza gelse.’ buyuruyordu.” [95]

İhtiyar bir kadın, Resulullah’a; “Cennete gitmem için bana dua ediniz” dediğinde Resulullah (s.a.a); “Yaşlı kadınlar cennete gitmeyeceklerdir” buyurdular. Kadın bu sözü duyunca ağlamaya başladı, Resulullah (s.a.a) gülüp şöyle buyurdu: “Allah Teala’nın şu sözünü duymamış mısın?: “Gerçek şu ki, biz onları (cennetteki kadınları) yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık.”[96] Yani Allah Teala onları gençleştirir.[97]

Yine bir gün Resulullah (s.a.a) yaşlı olan Eşceî bir kadına; “Ya Eşcei! Yaşlı kadın cennete girmeyecektir.” buyurdular. Bilal onun ağladığını görünce, onun durumunu Resulullah’a iletti. Bunun üzerine Resulullah; “Zenci de öyledir; o da cennete girmeyecektir.” buyurdular. Hazretin bu sözünden dolayı ikisi de oturup ağlamaya başladılar. Abbas da onların ağlamalarını görüce onların durumunu Resulullah’a anlattı. Resulullah (s.a.a) de Abbas’a; “Yaşlı erkek de öyledir, o da cennete girmeyecektir” buyurdular. Resulullah (s.a.a) daha sonra onlara dua edip kalplerini hoş etti ve şöyle buyurdu: “Allah-u Teala onları daha güzel bir şekilde yaratacaktır, onlar nurlu gençler olarak cennete gireceklerdir.” [98]

Bir gün bir kadın Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek kocasından söz etti. Resulullah (s.a.a); “Senin kocan, gözlerinde beyazlık olan mıdır?” diye sordu. Kadın; “Hayır, gözlerinde beyazlık yoktur” dedi. Kadın Resulullah’ın bu sözünü kocasına anlattı, kocası da; “Resulullah mizah etmiş, doğru söylemiştir; acaba gözümün beyazlığının siyahından daha çok olduğunu görmüyor musun?” dedi.[99]

Halid-i Kasrî’nin dedesi bir kadını öptü, o kadın da gelip onu Resulullah’a şikayet etti, o adamı çağırdıklarında o da o kadının sözünü teyit ederek şöyle dedi: “Eğer o kadın kısas yapmak istiyorsa (ben hazırım) kısas yapsın!” Resulullah (s.a.a) ve ashabı onun bu sözünden dolayı güldüler. Resulullah (s.a.a) o adama; “Sakın bir daha bu işi yapma” buyurdular. O adam da; “Vallahi yapmayacağım” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onun suçunu affetti.[100]

Resulullah (s.a.a) Suheyb’in hurma yediğini gördüğünde ona; “Gözün ağrı yaptığı halde hurma mı yiyorsun?” dedi. Suheyb cevaben; “Ya Resulellah! Ben onu bu tarafından çiğniyorum, oysa gözüm o taraftan ağrı yapıyor!” dedi. Onun bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) güldüler.[101]

Yunus-u Şeybani şöyle diyor: İmam Cafer-i Sadık (a.s) bana; “Birbirinizle mizah ve latife yapıyor musunuz?” diye sordu. Ben de; “Çok az” dedim. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Mizah ve latife yapın; çünkü bu iş güzel ahlakın nişanesidir, sen bununla kardeşini sevindirmiş olursun. Resulullah (s.a.a) de birini sevindirmek ve hoşnut etmek için onunla mizah ve lâtife yapardı.” [102]

İmamlar birçok hadislerde ise halkı şaka yapmaktan sakındırmışlardır. Hatta “Şaka küçük bir sövgüdür” buyurmuşlardır. Eğer şaka tahkir, alay etme, başkalarını incitme, onlara gülme ve saçma-sapan sözlerle olursa kesinlikle böyle bir şaka doğru değildir ve yapılmamalıdır. Ama eğer diğerlerinin kalbini hoş etmek, onları üzüntüden çıkarmak, dertlerini unutturmak için mizah ve lâtife yoluyla yapılmış olursa bunun sevabı bile vardır.

Resulullah (s.a.a)’in Adap ve Ahlakı

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.”[103]

Yine Allah-u Teala buyuruyor ki:

“Allah’dan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi.”[104]

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) konuştuğunda bakışlarını ashabı arasında bölüyordu; ona buna (herkese) eşit olarak bakıyordu.” [105]

Yine İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a), kesinlikle ayaklarını ashabının önünde uzatmazdı.” [106]

Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), daima güler yüzlü, yumuşak huylu ve mütevazı idi; kaba, sert, bağıran, sövüp sayan, ayıp arayan ve boş yere çok öven birisi değildi.” [107]

Yine İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) bir eve gittiğinde, meclisin en aşağı kısmında otururdu.” [108]

İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında şöyle diyor:

Bazı alimler, Resulullah (s.a.a)’in adap ve ahlakını hadislerden derleyerek bir araya toplamışlardır; onlar şunlardır:

“Resulullah (s.a.a) herkesten daha hekim, daha halim, daha şecaatli, daha adil ve daha şefkatli idi. Eli, kendisine helal olmayan kadına kesinlikle dokunmamıştır. İnsanların en cömerdi idi; hiçbir dirhem ve dinar onun yanında kalmadı; eğer bir şey artmış olsaydı ve onu da verecek bir kimse bulamasaydı, onu muhtaçlara ulaştırmadıkça gece rahat edemezdi. Allah’ın verdiği rızktan, bir yılın azığından çok götürmezdi; hurma ve arpanın en düşüğünü kendisi için alırdı, geri kalanı Allah yolunda verirdi. Kim ondan bir şey isteseydi ona bağışta bulunurdu. Yerin üzerinde otururdu, yerin üzerinde yatardı, yerin üzerinde yemek yerdi; ayakkabı ve elbisesini kendisi yamardı; evin kapısını kendisi açardı; kendisi koyun sağardı; devenin sütünü sağmak için kendisi onun ayağını bağlardı; hizmetçisi el değirmenini çevirmekten yorulduğunda, onunla el değirmeni çevirirdi; abdest suyunu geceleri kendisi hazırlardı; sürekli başını aşağı eğip susardı; halkın huzurunda dayanarak oturmazdı; ailesinin işlerinde onlara yardım ederdi; eti kendisi doğrardı; yemeğe oturduğunda köleler gibi otururdu; yemekten sonra parmaklarını yalardı; kesinlikle geğirmezdi; hür ve kölenin davetini kabul ederdi; bir yudum süt olsa bile hediyeyi kabul ederdi ve onu yerdi; ama sadaka yemezdi; gözünü bir adamın yüzüne dikmezdi.

Allah için sinirlenirdi, kendisi için sinirlenmezdi; açlıktan karnına taş bağlardı; evde her ne hazırlanırdıysa onu yerdi; hiçbir şeyi geri çevirmezdi; iki elbise (üst üste) giymezdi; Yemen malı aba, yünden olan geniş cüppe, pamuk ve keten olan elbiseler giyerdi; elbiselerinin çoğu beyazdı; başına sarık sarardı; gömleği sağ taraftan giyerdi; Cuma günü için özel elbisesi vardı; yeni bir elbise giydiğinde eskisini fakirlere verirdi; bir abası vardı, nereye gitse onu ikiye katlayıp üzerinde otururdu; sağ elinin küçük parmağına gümüş yüzüğü takardı; kavunu severdi; kötü kokulardan hoşlanmazdı; abdest alırken dişlerini misvakla temizlerdi; bir hayvana bindiğinde hizmetçisi veya başkalarını da kendi arkasına alırdı; at, katır veya merkepten mümkün olan her ne varsa ona binerdi; merkebe eğersiz binerdi; (bazen) ayak yalın, abasız ve sarıksız yürürdü; cenazeleri teşyi ederdi; şehrin en uzak yerinde olsa bile hastanın ziyaretine giderdi; fakir ve yoksullarla beraber otururdu; onlarla yemek yerdi; kendi eliyle onlara yedirirdi; ilim ehli ve güzel ahlaklı kimselere ikramda bulunurdu; her kavmin büyüğüne iyilik ederek kalplerini ısındırırdı; akrabalarına ihsan ederdi, Allah’ın emrettiği hususlar hariç onların bazılarını bazılarına tercih etmezdi; kimseye zorluk çıkarmazdı; özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Kur’an’ın nazil olduğu ve öğüt verme zamanı hariç sürekli tebessüm ederdi; kahkahasız da gülerdi; hizmetçilerinin yeme, içme ve giyimlerinde başlarına dikilmezdi; kimseye sövmezdi; hiçbir kadın veya hizmetçiye lanet etmezdi; kimseyi kınamazdı; ancak, "o işi terk et." derdi; bir ihtiyaçtan dolayı yanına gelen her hür, köle ve cariyenin ihtiyacını karşılamak için kalkıp onlarla giderdi; sert ve katı kalpli değildi; çarşıda (tartışınca) sesini çok yükseltmezdi; kötüye, kötüyle karşılık vermezdi; ama bağışlayıp affederdi. Karşılaştığı herkese selam verirdi; kim bir iş için onun yanına gelmiş olsaydı, o çıkıp gidene kadar sabrederdi; bir kimsenin elinden tuttuğunda (merhabalaştığında) o elini çekmedikçe, elini çekmezdi; bir müslümanla karşılaştığında musafaha ederdi; oturup kalktığında Allh’ın zikriyle kalkardı; namaz kılarken bir adam onun yanına geldiğinde namazını kısa keserek ona yönelip; “Bir ihtiyacın mı vardır?” diye sorardı; (yoksulların ona kolayca olaşabilmesi için) meclisin baş tarafında değil, sonunda (yani kapı önünde) otururdu; genellikle kıbleye doğru otururdu; onun yanına gelen kimseye ikram ederdi; hatta bazen elbisesini bile onun altına sererdi; arkasındaki yastığı onun arkasına bırakarak onu kendisine tercih ederdi; neşe ve gazap halinde hakkın dışında bir şey söylemezdi; av etinden yerdi, ama av avlamazdı...” [109]


 

HZ. RESULULLAH (S.A.A)’İN

SÖZLERİNDEN KIRK HADİS

 

Kurtuluşa Ermenin Yolu

1- “Ey Allah’ın kulları, sizler hasta ve alemlerin Rabbi de tabip gibidir. Hastanın yararı tabibin bildiği ve onunla tedbir ettiği şeylerdedir, nefsinin istediği ve kendisinin çıkardığı (önerdiği) şeylerde değildir. Öyleyse Allah’ın emrine teslim olun ki kurtuluşa eresiniz.”[110]

Müslümanların Meseleleriyle İlgilenmek

2- “Kim sabahlar da Müslümanların meseleleriyle ilgilenmezse onlardan değildir; kim “Ey Müslümanlar!” diye feryat eden birinin sesini duyar da onun yardımına koşmazsa, Müslüman değildir.”[111]

En Büyük Cihat

3- Hz. Peygamber (s.a.a) bir grup ashabı savaşa gönderdi, döndüklerinde şöyle buyurdu:

“Çok hoş geldiniz; ne mutlu küçük cihadı yapıp boyunlarında büyük cihat kalan kavme!” Ya Resulellah, büyük cihat nedir?” diye sorduklarında; “Nefisle cihat etmektir.” buyurdular.[112]

Allah’ın Lanetine Uğrayan Alim!

4- “Ümmetimin içerisinde bidatler ortaya çıktığında alim ilmini ortaya koymalıdır; kim bunu yapmazsa Allah’ın laneti ona olsun.”[113]

Peygamberlerin Eminleri

5- “Alimler dünya işlerine girmedikçe peygamberlerin eminleri (güvendikleri vekilleri)dirler.” Ya Resulellah, dünya işlerine girmeleri nasıl olur? diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Sultana (Tağut olan hakim yöneticilere) uymalarıyla olur. Bunu yaparlarsa dininiz hususunda onlardan sakının.”[114]

Resulullah’ın, Ümmeti İçin Konuşmasını Bilen Münafıktan Korkması

6- “Ben ümmetim hakkında ne müminden korkarım ne de müşrikten; müminin önünü imanı alır, müşriki ise küfrü yok eder. Ben sizler için konuşmasını bilen dilli münafıktan korkarım; sizin bildiğinizi hoşlandığınızı söyler, ama sevmediğinizi yapar.”[115]

Zalimlere Destek Olanlar

7- “Kıyamet günü olduğunda bir münadi şöyle nida eder: Zalimler ve zalimlerin yardımcıları, onların mürekkeplerini güzelleştirenler yahut keselerinin ağzını bağlayanlar veya kalemlerini sivri edenler neredeler? Onları da zalimlerle haşr edin.”[116]

Ehl-i Beyt’i Vücuttaki Baş Gibi Bilmenin Gerekliliği

8- “Benim Ehl-i Beyt’imi kendi aranızda, vücuttaki baş ve baştaki iki göz gibi kabul edin. (Tabiatıyla) Baş, gözler olmadan yolunu bulamaz.”[117]

İnsanların En Kötüsü

9- “İnsanların en kötüsü ahiretini dünyasına satan kimsedir; bundan daha kötü olan da, ahiretini diğerlerinin dünyasına satandır.”[118]

Dinden Çıkmak!

10- “Kim bir sultanı (güç sahibini) Allah’ı gazaplandıran bir şeyle hoşnut ederse, Allah’ın dininden çıkmış olur.”[119]

Zengine Zenginliği İçin Boyun Eğmek!

11- “Kim bir zenginin yanına gelerek (zenginliği için) ona boyun eğerse, dininin üçte ikisi gider.”[120]

İyilerin Nişaneleri 

12- “İyi insanın alameti on şeydir: Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için arkadaş olur, Allah için ayrılır, Allah için sinirlenir, Allah için razı olur, Allah için çalışır, Allah’a el açar, Allah için korkar....ve Allah için iyilik yapar.”[121]

Bir Zaman Gelecek Ki...

13- “Bir zaman gelecektir ki benim ümmetim, alimleri ancak güzel elbise, Kur’ân’ı ise güzel sesle tanırlar ve Allah’a yalnız Ramazan ayında ibadet ederler. Böyle oldu mu Allah-u Teala, ilmi, hilmi ve merhameti olmayan bir hükümdarı onlara musallat kılar.”[122]

Şehitlerin Kanlarından Daha Üstün Mürekkep

14- “Kıyamet günü olduğunda, alimlerin kalemlerinin mürekkebi şehitlerin kanlarıyla ölçülür; alimlerin kalemlerinin mürekkebi şehitlerin kanlarından daha üstün gelir.”[123]

İmamlara Uymanın Gerekliliği

15- “Kim kurtuluş gemisine binmeyi, güvenilir bir kulptan tutmayı ve sağlam bir ipe sarılmayı severse, Ali’yi sevsin; onun düşmanına düşman olsun ve onun evladından olan Hidayet İmamlarına uysun; zira onlar benim halifelerim, vasilerim, benden sonra Allah’ın yaratıklarına olan hüccetleri, ümmetimin efendileri, takvalıları ve cennete rehberlik eden kimselerdir. Onların hizbi benim hizbimdir, benim hizbim ise Hizbullah’tır; onların düşmanlarının hizbi ise Hizb’uş- Şeytan’dır.”[124]

Rahmetten Uzak Olan Kimse

16- “Yükünü insanların üzerine atan kimse, melundur (Allah’ın rahmetinden uzaktır).”[125]

İnsandan Sorulacak Dört Şey

17- “Kıyamet günü olduğunda, dört şeyden sorulmadıkça insan yerinden hareket etmez: Ömrünü nerede geçirdiğinden, gençliğini nerede çürüttüğünden, malını nereden kazanıp nerede harcadığından ve biz Ehl-i Beyt’in sevgisinden.”[126]

Cahilin Nişaneleri

18- “Şem’un, cahilin nişaneleri nedir? diye sorduğunda Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Cahil ile arkadaş olursan seni zahmete düşürür, uzak durursan küfreder, sana bir şey verirse minnet eder, sen bir şey verirsen nankörlük eder, sırrını ona söylersen hıyanet eder, sırrını sana söylerse seni (onu yaymakla) suçlar, zengin olursa azar, kaba ve katı yürekli olur, fakir olursa Allah’ın nimetini inkar eder ve günahtan çekinmez, sevinçli olursa haddini aşar ve azgınlık yapar, üzülürse ümitsizliğe kapılır, gülerse kahkahayla güler, ağlarsa çığlık atar, iyilere dil uzatır, Allah’ı sevmez, O’nun haklarını gözetmez, O’ndan utanmaz, O’nu anmaz, razı etsen seni över ve sende bulunmayan iyilikleri sana nispet verir, sinirlenirse övgüleri kesilir ve sende bulunmayan kötülükleri sana nispet verir. İşte cahilin durumu budur.”[127]

Altı Cümlede Altı Yüz Bin Söz!

19- Resulullah (s.a.a): “Ya Ali! Altı yüz bin koyun, altı yüz bin dinar, yoksa altı yüz bin kelime mi (söz) istiyorsun?” buyurduğunda, Hz. Ali (a.s): “Ya Resulellah! Altı yüz bin kelime (söz) istiyorum” dedi. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdular:

“Altı yüz bin sözü altı cümlede toplayıp sana söylüyorum; onlar şunlardır: Ya Ali! İnsanların müstehap ve farz olmayan işlerle uğraştıklarını gördüğünde, sen farzları tamamlamakla meşgul ol. İnsanların, dünya işleriyle uğraştıklarını gördüğünde sen ahiret işiyle uğraş. İnsanların diğerlerinin ayıplarıyla uğraştıklarını gördüğünde sen kendi ayıplarınla meşgul ol (onları düzeltmeye çalış). İnsanları dünyayı süslemekle meşgul olduklarını gördüğünde sen, ahiretini ziynetlendirmeye çalış. İnsanların çok amel yapmakla meşgul olduklarını gördüğünde, sen temiz amel yapmakla meşgul ol. İnsanların, halka tevessül ettiklerini gördüğünde, sen Allah’a tevessül et (O’na el aç).”[128]

Ümmetin İhtilaftan Kurtulması İçin Bir Vesile

20- “Yıldızlar (denizlerde yolunu kaybedenlerin) boğulmaktan emanda kalmalarına (kurtulmalarına) bir vesile olduğu gibi, benim Ehl-i Beyt’im de ümmetimin ihtilaftan emanda kalması için bir vesiledir. Bu yüzden Arap’tan (veya herhangi bir milletten) bir kabile onlara muhalefet ederse, ihtilafa düşer ve şeytan hizbinden olur.”[129]

Tavsiye Edilen Dokuz Şey

21- “Rabbim dokuz şeyi bana tavsiye etmiştir: Gizlide ve açıkta ihlaslı olmayı, sevinç ve gazap halinde adaletli davranmayı, fakirlik ve zenginlikte iktisatlı olmayı, bana zulmedeni affetmeyi, beni mahrum bırakana ihsanda bulunmayı, benimle ilişkisini kesenle ilişki kurmayı, susmamın tefekkür, konuşmamın zikir ve bakışımın da ibret olmasını.”[130]

Peygamber’in Vasileri

22- “Ya Cabir! Benim vasilerim ve benden sonra Müslümanların İmamı; önce Ali’dir, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali bin Hüseyin, sonra “Bakır” olarak meşhur olacak Muhammed bin Ali; -Ey Cabir, sen onu (İmam Bakır’ı) göreceksin, onunla karşılaştığın vakit benim selamımı kendisine söyle- sonra Cafer bin Muhammed, sonra Musa bin Cafer, sonra Ali bin Musa, sonra Muhammed bin Ali, sonra Ali bin Musa, sonra Muhammed bin Ali, sonra Ali bin Muhammed, sonra Hasan bin Ali, sonra da Kâim (Mehdi)’dir ki, onun ismi benim ismim, künyesi benim künyemdir. O, Hasan bin Ali’nin oğludur. Allah onun eliyle yeryüzünün doğusu ve batısını fetheder. O kendi dostlarına o kadar gizli kalır ki, artık Allah’ın kalplerini imanla imtihan ettiği kimselerden başkası onun imametine inanmakta sabit kalmaz.”[131]

Kırk Gün İhlasla Amel Etmenin Neticesi

23- “Kim Allah için kırk gün ihlasla amel ederse, hikmet çeşmeleri kalbinden diline dökülür.”[132]

Kıyamet Günü Ağlamayacak Gözler

24- “Ya Ali, kıyamet günü, üç gözden başka her göz ağlayacaktır; Allah yolunda geceleri yatmayan göz, Allah’ın haram kıldığı şeylere bakmayan göz ve Allah korkusundan ağlayan göz.”[133]

İlmin Kapısı

25- “Ben ilmin şehri, Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o kapıya gelmelidir.”[134]

Beş Şeyin Beş Şeyden Önce Ganimet Oluşu

26- “Ya Ebazer! Beş şeyi beş şeyden önce ganimet bil: İhtiyarlıktan önce gençliğini, hastalıktan önce sıhhatini, fakirlikten önce zenginliğini, işin çıkmadan önce boşluğunu ve ölümden önce hayatını.”[135]

Allah’ın Kalp ve Amellere Bakması

27- “Allah-u Teala şekil ve mallarınıza bakmaz, kalp ve amellerinize bakar ancak.”[136]

İki Değerli Emanet

28- “Ey insanlar! Ben aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; onlara sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz; onlar, Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beyt’imdir.”[137]

Kimle Oturup Kalkalım?

29- Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: Meryem oğlu İsa havarilerine şöyle buyurdu: “Kendinizi Allah’a sevdirin ve O’na yaklaşın” Ya Ruhellah! Hangi vesile ile kendimizi O’na sevdirelim ve O’na yaklaşalım? dediklerinde, Hz. İsa: “Günah işleyenleri sevmeyerek ve onlara buğz ederek Allah’ın rızasını elde ediniz.” buyurdu. Ya Ruhellah! O halde kiminle oturalım? dediklerinde de Hz. İsa: “Görünüşü, size Allah’ı hatırlatan, konuşması bilginizi artıran ve ameli sizi ahirete meyillendiren kimseyle oturun.” buyurdu.[138]

Münafıkların Sıfatı

30- “Kimde şu dört sıfat olursa münafıktır; bunlardan biri de onda olursa onu terk edene kadar bir nifak sıfatı onda olur: Konuştuğunda yalan konuşan, verdiği sözde durmayan, anlaştığında hıyanet yapan, tartıştığında haktan sapan kimse.”[139]

Halkın En Kötüleri

31- “Bilin ki, ümmetimin en kötüleri, şerlerinden korkulduğundan dolayı saygı gösterilen kimselerdir. Bilin ki, şerrinden korkarak halkın saygı gösterdiği kimse benden değildir.”[140]

Kurtuluş Gemisi

32- “Biz kurtuluş gemisiyiz, kim bu gemiye binerse kurtulur, kim de ondan uzaklaşırsa helak olur. O halde kimin Allah’tan bir haceti, isteği olursa, onu biz Ehl-i Beyt’e tevessül ederek (bizi vasıta kılarak) dilesin.”[141]

Zinanın Zararları

33- “Ey Müslümanlar! Zinadan sakının; çünkü zinada, üçü dünya, üçü de ahirette olmak üzere altı hususiyet vardır: Dünyada olanlar şunlardır: Zina, değeri yok eder, fakirlik doğurur, ömrü azaltır. Ahirette olanlar da şunlardır: Zina, Allah’ın gazabına, hesabın zorluğuna ve ateşte ebedi kalmaya sebep olur.”[142]

Amellerin Üç Şeyle Doğrulması

34- “Ya Ali, şu üç şeye sahip olmayanın hiçbir ameli doğrulmaz: Kendisini Allah’a karşı günah işlemekten alıkoyacak takva, akılsızın cehaletini önleyecek ilim ve insanlarla iyi geçinebilmesini sağlayacak akıl.”[143]

Kötü Amellere Karşı Çıkmak

35- Sizlerden biriniz, bir kötü iş gördüğünde onu eliyle ortadan kaldırsın; buna gücü yetmezse diliyle ona karşı çıksın; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğz etsin; ki bu (sonuncusu) imanın en zayıf mertebesidir.”[144]

Ehl-i Beyt’in Sevgisi

36- “Bilin ki kim, Âl-i Muhammed (Ehl-i Beyt)’in sevgisi üzere (onların halleriyle hallenerek) ölürse şehit olarak ölmüştür; bilin ki kim, Âl-i Muhammed’in sevgisiyle ölürse, günahları bağışlanmış olarak ölmüştür; bilin ki kim, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, tövbe etmiş olarak ölmüştür; bilin ki kim, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, imanı kamil bir mümin olarak ölmüştür; bilin ki kim, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse ölüm meleği, sonra da Nekir ve Münker onu cennetle müjdeler; bilin ki kim, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, gelinin kocasının evine uğrulandığı gibi o da cennete uğrulanır.”[145]

Şarabın Zararları

37- “Ya Ali! Şarap içen puta tapan gibidir. Ya Ali! Allah, şarap içenin namazını kırk gün kabul etmez ve o kırk gün içerisinde ölürse kafir olarak ölmüş olur.”[146]

Yumuşaklık ve Sertliğin Özellikleri

38- “Yumuşaklık nede olursa onu süsler; sertlik de nede olursa onu çirkinleştirir.”[147]

Hacca Gitmeden Ölen Kimsenin Hali

39- “Kim (gücü olduktan sonra) hacca gitmeyi geciktirerek hacca gitmeden ölürse Allah-u Teala onu, kıyamet günü Yahudi veya Hıristiyan olarak haşr eder.”[148]

Şeytanın Zehirli Oku!

40- “Namahreme bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur, (bakanın kalbine işler); öyleyse kim Allah-u Teala’dan korkarak namahreme bakmazsa, Allah-u Teala ona öyle bir iman verir ki, onun tadını kalbinde hisseder.”[149]


İBRETLİ ÖYKÜLER

Cennet Ağaçları

Bir gün Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Kim “Subhanellah” derse, Allah Teala bu zikre karşılık kıyamet günü ona cennette bir ağaç diker.

Yine kim “La ilahe illâllah” derse, Allah Teala bu zikir karşılığında cennette ona bir ağaç diker.

Yine kim “Allah-u Ekber” derse, Allah Teala bu zikre karşılık cennette ona bir ağaç diker.”

Bu sırada Kureş’li olan bir adam şöyle dedi:

“Ya Resulellah! Bu durumda bizim cennette pek çok ağaçlarımız olacaktır. Çünkü biz sürekli olarak bu zikirleri söylüyoruz.”

Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

Evet doğrudur. Ama onları günah ateşiyle yakmaktan sakının. Zira Allah-u Teala söyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah ve resulüne itaat edin ve amellerinizi geçersiz kılmayın.”[150]

En Güzel Arzu

Ka’b oğlu Rabia şöyle diyor:

Bir gün Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdu:

“Rabia! Yedi yıl bana hizmet ettin, benden mükafat istemiyor musun?”

Arz ettim ki: “Ya Resulellah! Müsaade edin bu konu hakkında biraz düşüneyim.”

Ertesi günü Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gittiğimde Hazret şöyle buyurdu:

“Rabia! Hacetini (dileğini) iste.”

Arz ettim ki: “Allah’tan iste ki, beni de sizinle beraber cennette götürsün.”

Buyurdu ki: “Böyle bir şey istemeyi kim sana öğretti?”

Arz ettim ki: “Kimse bana öğretmedi. Ama ben biraz düşünerek şu kanatta vardım ki, eğer dünya malını istemiş olursam, yok olucudur; eğer uzun ömür ve evlat isteyecek olursam, onun sonu da ölümdür.”

Bu sırada peygamber (s.a.a) başını öne eğip biraz düşündükten sonra şöyle buyurdular: “Bunu Allah’tan isteyeceğim. Ama sen de uzun secdelerle bana yardım et ve çok namaz kıl.”[151]

Peygamber (s.a.a)’in Mizahı

Yaşlı bir kadın Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vararak cennet ehlinden olmayı arzu ettiğini dile getirdi.

Peygamber (s.a.a) ona: “Yaşlı kadın cennete gitmeyecektir” diye buyurdular.

Yaşlı kadın ağlayarak Resulullah (s.a.a)’in huzurundan ayrıldı.

Bilal-i Habeşi, o kadını ağlar bir vaziyette görünce: “Neden ağlıyorsun?” diye sordu.

Kadın cevaben şöyle dedi: “Ağlamamın sebebi Resulullah (s.a.a)’in; ‘Yaşlı kadın cennete girmeyecektir’ sözünden dolayıdır.”

Bilal, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak kadının durumunu O Hazrete iletti.

Resulullah (s.a.a): “Zenci de cennete girmeyecektir” buyurdular.

Bilal da üzülüp o kadınla beraber ağlamaya başladılar.

Peygamber (s.a.a)’in amcası Abbas onların ağladığını görünce: “Neden ağlıyorsunuz?” diye sordu. Onlar da Resulullah (s.a.a)’in onlarla ilgili buyurmuş olduğu sözünü naklettiler.

Abbas onların ağlamalarını görünce, onların durumunu Resulullah (s.a.a)’e anlattı.

Resulullah (s.a.a) yaşlı olan amcası Abbas’a da: “Yaşlı erkek de gitmeyecektir” buyurdular.

Daha sonra Resulullah (s.a.a) onların her üçünü huzuruna çağırıp gönüllerini alarak şöyle buyurdu: “Allah Teala cennet ehlini, başlarında bir taç olduğu halde nurlu bir genç simasında cennete götürecektir; yaşlı, siyah yüzlü ve çirkin kıyafetli bir şekilde değil.”[152]

Haince Bakmak

Bir adam Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi: Ya Resulellah! Filan şahıs komşunun namusuna (haince) bakıyor. İmkanı olursa, iffete aykırı çirkin ameli yapmaktan da perva etmez.

Resulullah (s.a.a) bu sözleri duyunca bu olaydan dolayı çok sinirlendi ve: “Onu benim yanıma getirin” diye emretti.

Orada bulunan bir şahıs da şöyle dedi: “Ya Resulellah! O sizin takipçilerinizden, sizin ve Ali’nin (a.s) velayetini kabul eden şahıslardandır. Sizin düşmanlarınızdan da teberri etmektedir (uzak durmaktadır).

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular:

“O sizin takipçilerinizdendir söyleme. Çünkü bu söz yalandır. Zira bizim takipçilerimiz bize uyan ve amelleri de bizim amellerimiz gibi olan kimselerdir. Bu adam hakkında söylediğiniz sözler, bizim amel ve davranışımıza uygun değildir.”[153]

Resulullah (S.A.A)’Den Beş Tavsiye

Hz. Peygamber (s.a.a)’in ashabından olan Ebu Eyyub-i Ensari Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi:

“Ya Resulellah! Bana öyle az ve öz bir vasiyet edin ki, onu kafamda tutabilip onunla amel edebileyim.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

Şu beş şeyi sana tavsiye ediyorum:

1- Halkın elindekine göz dikme ve ondan ümidini kes. Çünkü bu zenginliğin ta kendisidir.

2- Tamahtan sakın. Zira tamah peşin fakirliktir.

3- Namazı öyle kıl ki, sanki bu senin en son namazındır ve artık diri kalıp da diğer namaz kılamayacaksın.

4- Sonradan mecbur kalıp da özür dileyeceğin bir ameli yapmaktan sakın.

5- Kendin için sevdiğin şeyi (dini) kardeşin için de sev.[154]

İlmin Değeri

Resulullah (s.a.a) bir gün camiye gittiğinde camide iki topluluk gördü. Topluluklardan biri ilmi konular hakkında konuşuyordu. Bu toplulukta İslamî meseleler tartışılıyordu. Diğer topluluk ise, dua ve münacat topluluğu idi; bu topluluk da dua edip Allah’a yalvarıp yakarıyorlardı.

Peygamber (s.a.a) bu durumu görünce şöyle buyurdular: Her iki toplantı da güzel ve hayra doğrudur. Bir grup Allah’a dua ediyor, bir grup da bilgisizleri bilgilendiriyor. Ben ikinci grubu (yani ilmî müzakere edenleri), duayla meşgul olan birinci gruba tercih ediyorum. Çünkü benim kendim de Allah Teala tarafından eğitim ve öğretim için gönderilmişim.”

Resulullah (s.a.a) bu sözleri buyurduktan sonra ilmi müzakere eden grubun yanına gitti ve onlarla beraber oturdu.[155]

Allah’ın Beğendiği Dört Haslet

Allah-u Teala Resulüne (s.a.a) şöyle vahyetti: “Ben, Ebu Talib oğlu Cafer’i dört sıfatından dolayı takdir ediyorum.”

Peygamber (s.a.a) bu vahiyden dolayı Cafer’i çağırtıp mevzuyu ona açıkladı. Cafer şöyle dedi:

“Allah Teala sana vahiy etmiş olmasaydı, ben bu sıfatları açıklamazdım.

Ya Resulellah! Ben kesinlikle şarap içmedim; çünkü içtiğim takdirde aklımın zail olacağını biliyordum.

Kesinlikle yalan konuşmadım; zira yalan konuşmak yiğitliğe aykırıdır.

Kesinlikle zina etmedim; çünkü namusumla aynı amelin yapılmasından korktum.

Kesinlikle puta tapmadım; zira puta tapanın bir yararı olmadığını biliyordum.”

Resulullah (s.a.a) mübarek eliyle onun omzuna vurarak şöyle buyurdular: “Allah Teala’nın, cennette meleklerle uçman için sana iki kanat vermesi O’na haktır.”[156]

İmtihan Mihengi

Sa’lebe bin Hatib el-Ensarî Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Allah Teala’dan bana servet vermesini iste.”

 Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular: “Ey Sa’lebe! Şükrünü yerine getirdiğin az mal, şükrünü yerine getiremeyeceğin çok maldan daha iyidir.”

Sa’lebe bu sözü dinledikten sonra gitti. Birkaç gün sonra yine aynı sözünü tekrarladı. Bu defa Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Ey Sa’lebe! Ben senin için bir örnek değil miyim? Allah’ın Resulü gibi olmak istemiyor musun? Allah’a and olsun ki, eğer yeryüzündeki dağların benim için altın ve gümüş olmasını ve benimle hareket etmesini istesem, bunu yapabilirim. Ama gördüğün gibi ben Allah’ın takdirine razıyım.”

Sa’lebe gitti, daha sonra tekrar gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Dua et Allah bana mal ve servet versin. Ben Allah’ın, fakirlerin, akrabaların ve herkesin hakkını vereceğim.”

Resulullah (s.a.a), Sa’lebe’nin bundan vazgeçmeyeceğini görünce: “Allah’ım! Sa’lebe’ye mal ve servet ver” diye dua etti.

Resulullah (s.a.a)’in duasından sonra Sa’lebe bir koyun aldı. Koyun hızla çoğalmaya başladı; öyle ki artık Medine şehri onun koyunlarını alamayacak bir hale geldi. Artık şehirde kalamayıp Medine’nin dışına çıktı.

Sa’lebe önceleri bütün namazlarını camide Peygamber (s.a.a)’in arkasında kılıyordu. Ama koyunları çoğaldığından dolayı artık cemaat namazına katılamayıp Peygamber (s.a.a)’in arkasında cemaat namazı kılmanın faziletinden mahrum kaldı. Sadece Cuma günleri Medine’ye gelerek cuma namazını Peygamber (s.a.a)’in arkasında kılıyordu.

Dünya malının sorunları gittikçe çoğalıyor ve gün geçtikçe serveti artmağa başlıyordu. Öyle ki artık Medine’nin kenarında bile kalamayarak mecburen Medine’nin uzak çöllerine gidip orada yaşamak zorunda kaldı. Cuma namazını kılmak fırsatını da elinden çıkardı. Artık Medine şehriyle ilişkisi tamamıyla  kopmuş oldu.

Peygamber (s.a.a), Sa’lebe’nin mallarının zekatını almak için bir memuru onun yanına gönderdi. Memur, Peygamber (s.a.a)’in emrini ona ileterek malının zekatını vermesini istedi. Sa’lebe malının zekatını vermekten çekinerek şöyle dedi: “Bu (zekat) Yahudi ve Hıristiyanlardan alınan cizyenin aynısı veya onun bir benzeridir. Biz kafir miyiz?”

Peygamber (s.a.a)’in memuru geri dönerek Sa’lebe’nin durumunu O Hazrete anlattı. Peygamber (s.a.a) onun halinden haberdar olunca şöyle buyurdular: “Sa’lebe’ye yazıklar olsun!”

Bu esnada şu ayet nazil oldu:

“Onlardan kimi: “And olsun, eğer bize bol ihsanından verirse, gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız” diye Allah’a ahdetmişti.

Onlara kendi bol ihsanından verince, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir.

Böylece Allah’a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde nifakı yerleşik kıldık.”[157]

 Sa’lebe başarıyla imtihandan çıkamadı ve sonuçta bedbahtlıkla dünyadan göçüp gitti.[158]

Kocaya İtaat

Ensardan birisi yolculuğa çıkmak istediğinde hanımına: “Ben yolculuktan dönmedikçe evden çıkmaya hakkın yoktur” dedi. Kadın, kocası yolculuğa çıktıktan sonra babasının hastalandığını duydu.

Bunun üzerine bir kadın vasıtasıyla Peygamber (s.a.a)’e şöyle bir mesaj gönderdi: “Kocam yolculuğa çıkmıştır, yolculuğa çıktığında: “Ben eve dönmedikçe evden dışarı çıkma” diye emretti. Şimdi babamın ağır bir şekilde hastalandığını duydum. Müsaade edin onun ziyaretine gideyim.

Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

“Evinde otur ve kocana itaat et.”

Böylece aradan birkaç gün geçti. Kadın babasının hastalığının ağırlaştığını duydu. İkinci kez yine peygamber (s.a.a)’e: “Ya Resulellah! İzin verin babamın ziyaretine gideyim” diye bir mesaj gönderdi.

Peygamber (s.a.a): “Hayır, evinde oturarak kocanın sözüne itaat et” diye cevap verdiler.

Kadın bir müddetten sonra babasının öldüğünü duydu. Üçüncü kez yine bir adam vasıtasıyla Resulullah’a şöyle bir mesaj gönderdi: “Ya Resulellah! İzin verin babamın ağıt merasimine katılayım, ona namaz kılayım!”

Peygamber (s.a.a) bu defa yine izin vermeyerek: “Evinde otur, kocana itaat et!” buyurdular.

Kadının babası defnedildikten sonra Peygamber (s.a.a) bir kimseyi o kadının yanına göndererek ona: “Kocana itaat ettiğinden dolayı, Allah Teala senin ve babanın günahlarını affetti” denilmesini buyurdular.[159]

  Sonucu Düşünme

Bir adam Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek: “Ya Resulullah! Bana nasihat et” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Nasihat etsem amel eder misin?” diye buyurdu.

Adam: “Evet” dedi.

Peygamber (s.a.a) ondan söz aldıktan ve konunun önemini ona anlattıktan sonra şöyle buyurdular:

“Sana tavsiye ediyorum ki, bir iş yapmak istediğinde o işin sonucunu göz önünde bulundur ve onun hakkında düşün. Eğer sonucu hidayet ve kurtuluş ise, o işi yap; aksi takdirde ondan uzaklaş ve onu yapmaktan sakın (Yani Allah’ın rızası o işte olursa, onu yap; aksi takdirde onu terk et.)”[160]

  Ne Zarar Ne Ziyan

 Cundeb oğlu Semure’nin bir hurma ağacı vardı. O hurmaya bakmak için Ensar’dan olan birinin evinden geçtiğinde Ensari izin almaksızın onun evinden geçip kendi ağacının yanına gidiyordu.

Bir gün Ensari adam şöyle dedi: Ey Semure! Sen sürekli haber vermeksizin bizim evden geçiyorsun; geçmek istediğinde önce izin al sonra geç; izin almadan habersiz olarak geçme.

Semure onun sözünü kabul etmeyip şöyle dedi: Kendi yoluma izin almam. Burası benim yolumdur, istediğim zaman giderim.

Ensari adam onu Resulullah (s.a.a)’e şikayet etti. Resulullah (s.a.a) de Semure’yi ihzar ederek şöyle buyurdu:

“Filan adam senden şikayet etti ve senin izin almadan onun ailesinin yanından geçtiğini söyledi. Bundan sonra oraya gitmek istediğinde izin al ve haber vermeden onların evinden geçme.”

Semure cevaben şöyle dedi: Ya Resulellah! Ağacımın yolu için de mi izin alayım?

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “O ağaçtan vazgeç ve ben onun yerine filan yerde sana bir hurma ağacı vereyim.”

Semure: “Hayır” dedi.

Resulullah (s.a.a): “O ağacın yerine sana iki ağaç vereyim” buyurdu.

Semure: “Hayır, kabul etmiyorum” dedi.

Resulullah (s.a.a) ağacın sayısını ona kadar çıkardı. Semure yine: “Kabul etmiyorum” dedi.

Resulullah (s.a.a): “O ağaçtan vazgeç, onun karşılığında sana cennette bir hurma ağacı vereyim” buyurdu.

Semure: “İstemiyorum” dedi.

Bu defa Resulullah şöyle buyurdular:

“Şüphesiz sen zararlı bir kimsesin, bir mümine zarar vermeye de hakkın yoktur.”

Sonra Ensari adama dönerek: “Git hurma ağacını yerinden çıkar ve onu Semure’nin önüne at” diye emretti. Adam da Peygamber (s.a.a)’in emrini yerine getirdi. Resulullah da Semure’ye: “Şimdi o ağacı götür, istediğin yerde onu ek” diye buyurdular.[161]

  Ölüm Döşeğinde

Müslümanlardan biri ölüm döşeğine düştüğünde Peygamber (s.a.a) bir grup ashapla birlikte onun ziyaretine gitti. O sırada o Müslüman baygın bir haldeydi.

Resulullah (s.a.a) ölüm meleğine: “Bu adamı serbest bırak ondan soru sorayım” diye buyurdular.

Bu esnada söz konusu şahıs kendine geldi.

Peygamber (s.a.a): “Ne görüyorsun?” diye sordu.

Hasta adam: “Birçok beyazlık ve birçok karartı görüyorum” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Onlardan hangisi sana daha yakındır?” diye buyurdu.

Hasta adam: “Karartı bana daha yakındır” dedi.

Resulullah (s.a.a) ona: “Allahummeğfir liyel kesire min measîk vakbil minnil yesîre min taatik.” [162] söylemesini buyurdular.

Hasta adam bu duayı okuduktan sonra tekrar bayıldı.

Peygamber (s.a.a) ölüm meleğine: “Ey ölüm meleği! Onu biraz serbest bırak da ona soru sorayım” buyurdu.

Bu esnada hasta adam kendisine geldi.

Peygamber (s.a.a): “Ne görüyorsun?” diye sordu.

Hasta adam: “Birçok karartı ve birçok beyazlık” dedi

Peygamber (s.a.a): “Onlardan hangisi sana daha çok yakındır?” diye sordu.

Hasta adam: “Beyaz daha yakındır” dedi. Peygamber (s.a.a) orada bulunanlara dönerek: “Allah Teala arkadaşınızı bağışladı” buyurdular.

İmam Sadık (a.s) bu öyküyü naklettikten sonra şöyle buyurdular: “Can vermekte olan birinin yanına gittiğinizde bu söylenen duayı ona telkin edin (tekrarlaması için ona söyleyin).”[163]

  Hurafelere Karşı Koymak

Resulullah (s.a.a)’in oğlu İbrahim öldüğünde güneş tutuldu. Bazı kimseler: “Güneşin tutulması İbrahim’in ölümünden dolayıdır” dediler.

Peygamber (s.a.a) bu sözü duyunca, İbrahim’in cenazesini defnetmeden halkı camiye davet edip minbere çıkarak Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdular:

“Ey insanlar! Güneş ve ay Allah’ın nişanelerinden iki nişanelerdir. O’nun emriyle hareket ediyor ve O’nun emrine itaat etmektedirler. Kesinlikle bir kimsenin ölümünden veya hayatından dolayı tutulmazlar; güneş veya ay tutulduğu vakit ayet namazı kılın.”

Daha sonra minberden inerek cemaatle ayet namazı kıldılar. Sonra Hz. Ali (a.s)’a: “Kalk oğlum İbrahim’i defin için hazırla” diye buyurdular. Hz. Ali (a.s) da İbrahim’in cenazesine gusül verip onu kefenledi ve sonra da onu defnettiler...[164]

  İşi Sağlam Yapma Dersi

Resulullah (s.a.a), oğlu İbrahim’in cenazesini defnettikten sonra gözleri yaşla dolarak şöyle buyurdu: “Göz yaşarıyor, kalp mahzun oluyor ama, Allah’ın öfkesine sebep olacak bir söz söylemiyorum.”

Sonra şöyle buyurdu: “Ey İbrahim! Biz senin ölümünle hüzünlüyüz.”

Daha sonra Resulullah (s.a.a) kabrin bir köşesinin iyice kapanmadığını görünce onu mübarek elleriyle düzeltti. Daha sonra şöyle bu yurdular:

“Sizlerden herhangi biriniz bir iş yaptığında onu sağlam yapsın.” [165]

  En Sevimli İsimler

Cabir-i Ensari şöyle diyor:

Allah’ın resulüne arz ettim ki: “Ali bin Ebi Talib’in şânı hakkında ne buyuruyorsun?”

Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “O benim canımdır.”

Arz ettim ki: “Hasan ve Hüseyin’in şanı hakkında ne buyuruyorsun?”

Buyurdular ki: “O ikisi benim ruhumdurlar ve onların anneleri Fatıma benim kızımdır. Kim onu incitirse, beni incitmiştir; kim onu hoşnut ederse, beni hoşnut etmiştir. Allah şahit olsun ki, ben onlarla savaşanlarla savaş halindeyim, onlarla sulh edenlerle sulh içerisindeyim.

Ey Cabir! Dua edip de kabul olmasını istiyorsan, onların ismiyle Allah’ı çağır. Zira o isimler Allah katında en sevimli isimlerdir.”[166]

  Komşunun Sınırı

Ensar’dan olan bir adam Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben filan mahallede bir ev aldım. En yakın komşum öyle bir kimsedir ki, ne hayırı bekleniyor ve ne de şerrinden güvendeyim.”

Resulullah (s.a.a) Ali’ye (a.s), Selman’a, Ebuzer’e ve dördüncü şahısın kim olduğunu unuttum, zannedersem o da Mikdad idi, buyurdular ki:

“Gidin camiye ve yüksek sesle şöyle deyin: “Komşusu şerrinden güvende olmayan kimsenin imanı yoktur.”

Onlar yüksek sesle üç defa bu sözü camide halka ilan ettiler. Daha sonra şöyle demelerini emretti: Sağ, sol, ön ve arka taraftan kırk ev komşu sayılmaktadır.” Onlar da tekrar yüksek sesle bunu halka duyurdular.[167]

  Öfkeden Sakınma

Bir adam Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi: “Ya Resulellah! Benim saadet ve mutluluğuma sebep olacak bir şey bana öğret.”

Resulullah (s.a.a): “Git, öfkelenme.”

Nasihat isteyen adam: “Bu nasihat bana yeter” deyerek kendi aile ve kabilesinin yanına döndü. Kendi memleketine döndüğünde kötü bir olayın vuku bulduğunu gördü. Onun kabilesi başka bir kabileyle ihtilaf etmiş; her iki taraf silah ve zırhlarını kuşanarak birbirlerinin karşısında yer almışlardı.

Yolculuktan gelen bu şahıs, durumun çok kritik olduğunu  görür görmez hemen savaş elbisesini giyerek kabilesinin safında yer aldı.

Bu esnada Resulullah (s.a.a)’in ona: “Öfkelenme” diye buyurmuş olduğu sözü hatırlayarak savaş silahını yere bırakıp akrabalarıyla savaşmak isteyen kabileye doğru giderek şöyle dedi:

“Ey cemaat! Bizden taraf size ulaşan yaralama, öldürme ve dövme gibi nişanesi (katil ve vuranı) belli olmayan her çeşit zarar ve ziyan benim üzerimedir, onu benim kendim ödeyeceğim. Katil ve vuranı belli olan her çeşit yara ve katlin diyetini de akrabalarımın kendilerinden alabilirsiniz.”

Savaşa hazır olan kabile, onun bu önerisini duyunca, kalpleri yumuşayarak öfkeleri yatıştı ve ona teşekkür ederek şöyle dediler: “Bizim bu gibi şeylere hiçbir ihtiyacımız yoktur, kendimiz bu işe daha layığız.” İşte böylece her iki kabile o adamın ön ayak olması ve önerisiyle gazap ve öfkelerini yenerek birbirleriyle sulh edip kin ve düşmanlık ateşini söndürmüş oldular. [168]

  Ayrılık Çaresi

Ensar’dan bir adam Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben sizden ayrı kalmaya tahammül edemiyorum. Eve gittiğimde sizi hatırlayıp, size olan aşırı sevgi ve alakadan dolayı mal mülkü terk edip sizi yakından görmek için sizin ziyaretinize geliyorum. Bu esnada kıyameti hatırlıyorum. Ya Resulellah! Siz cennete gidip onun en yüksek derecesinde yer aldığınızda, ben o gün sizin ayrılığınıza nasıl tahammül edebilirim?”

Ensari adamın sözlerinden az sonra bu ayeti şerife nazil oldu:

“Allah’a ve Resulüne itaat edenler, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.” [169]

Resulullah (s.a.a) o adamı çağırtıp nazil olan ayeti ona okuyarak onu müjdeledi. Yani, Hz. Peygamber (s.a.a)’e gerçekten uyanlar cennette O’nunla beraber olacaklardır.[170]

 Hz. Peygamber ’in Gülümsemesi

Bir gün Resulullah (s.a.a) gülümseyerek göğe bakıyordu, bir adam Hazretin gülmesinin sebebini sorunca Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Evet göğe bakıyordum, iki melek, kendi yerinde ibadetle meşgul olan mümin bir kulun gece gündüz yaptığı ibadetlerinin mükafatını yazmaları için yeryüzüne indiler, fakat onu, hasta olduğundan dolayı ibadetgahında bulamayınca göğe çıkıp Hak Teala’ya şöyle arz ettiler: “Ey Rabbimiz! Biz o mümin kulun ibadetini yazmak için her zamanki gibi onun ibadetgahına gittik, fakat onu orada bulamadık, hasta yatağına düşmüştü.”

Allah-u Teala, o meleklerin cevabında şöyle buyurdu: “O mümin kul, hasta yatağında olduğu sürece, her gün ibadetgahında olduğu zaman ona yazdığınız her günün sevabı miktarınca ona sevap yazın. Hasta yatağında olduğu müddetçe onun hayır amellerinin mükafatı bana aittir; onun mükafatını ben vereceğim.”[171]

  Sıraya Riayet Edin

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir gün Resulullah (s.a.a) istirahat halinde idi. Oğlu İmam Hasan su istedi. Resulullah (s.a.a) de bir kaba biraz süt sağıp onu Hasan’a (a.s) verdi. Hüseyin (a.s) bu durumu görünce sütü almak için yerinden kalktı. Ama Resulullah (s.a.a) ona mani olup sütü Hasan’a verdi. Bu durumu görünce şöyle dedim: “Ya Resulellah! Güya Hasan’ı daha çok seviyorsun” Resulullah cevaben buyurdular ki: “Hayır, öyle değildir. Benim Hasan’ı savunmamın sebebi, öncelik onun hakkı olduğu içindir. Çünkü O, daha önce su istemişti, sıraya riayet etmek gerekir.” [172]

Resulullah (s.a.a)’in Ağlaması

Resulullah (s.a.a) bir gece zevcesi Ümmü Seleme’nin evinde idi. Gece yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah’a yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümmü Seleme, Resulullah (s.a.a)’ı yatağında görmeyince kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah (s.a.a) evin karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah’a şöyle yalvarıp yakarıyor:

“Allah’ım! Bağışladığın nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların bana gülme vesilesi kılma, kıskançları bana musallat etme.

Allah’ım! Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme.

Allah’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten (beladan) koru.”

Ümmü Seleme Resulullah (s.a.a)’in bu durumunu görünce ağlayarak kendi yerine döndü. Resulullah (s.a.a) Ümmü Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip ağlamasının sebebini sordu.

Ümmü Seleme şöyle dedi:

“Ya Resulellah! Senin ağlaman beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah katında olan onca büyük makam ve yakınlığınıza rağmen Allah’tan böyle korkuyorsunuz, Allah’tan bir an bile sizi kendi başınıza bırakmamasını istiyorsunuz, o halde vay bizim halimize!”

Resulullah (s.a.a) onun sözüne karşılık şöyle buyurdular:

“Nasıl korkmayayım, nasıl ağlamayayım, nasıl kendi akıbetimden korkmayayım, nasıl kendi makam ve mevkime güveneyim! Oysa ki Allah Teala, Hz. Yunus’u bir an kendi haline bıraktı ve onun başına gelmemesi gereken şey geldi!” [173]

Âmanın Yanında Hicabı Korumak!

Ümmü Seleme şöyle diyor:

Peygamber (s.a.a)’in huzurunda idik. Meymune isminde olan hanımlarından birisi de orada idi. Bu esnada âma (kör) olan İbn-i Ümmü Mektum Resulullah’ın huzuruna geldi. Resulullah (s.a.a) bana ve Meymune’ye: “İbn-i Ümmü Mektum’un karşısında hicabınızı (kendinizi) koruyun.”

Ya Resulellah, o âma değil midir, hicaplı olmamızın ne anlamı vardır? dediğimizde de şöyle buyurdular:

“Siz de mi körsünüz? Siz onu görmüyor musunuz?” [174]

Kötü Ahlaklılık Kabir Azabına Sebep Olur

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Sa’d bin Muaz’ın ölüm haberini Resulullah (s.a.a)’e verdiklerinde, Hazret kalkıp ashabıyla birlikte onun evine gittiler. Resulullah’ın emri ile Sa’d’a gusül verdiler. Gusül ve kefenleme işleminden sonra onu bir tabuta bırakıp defnetmek için kabristana götürdüler.

Cenazeyi teşyi ederken Resulullah (s.a.a) yalın ayak ve abasız hareket ediyordu, kabrin yakınına ulaşana dek bazen tabutun sağ, bazen de sol tarafını tutuyordu. Resulullah (s.a.a)’in bizzat kendisi kabrin içine girip cenazeyi kabre bıraktı; taş, tuğla ve diğer şeylerin getirilmesini emretti. Daha sonra mübarek elleriyle cenazenin üzerini kapatıp onun üzerine toprak döktüler.

Bu esnada Sa’d’ın annesi kabrin kenarına gelerek şöyle dedi: “Ey Sa’d ! Cennet sana kutlu olsun.”

Resulullah (s.a.a) bu sözü ondan duyar duymaz şöyle buyurdular: “Ey Sa’d’ın annesi !Sus! Allah adına bu kadar kesin ve yakin ile konuşma. Şimdi Sa’d kabir azabına duçar olmuştur ve bundan dolayı eziyet görür.”

Daha sonra kabristandan geri döndüler. Hz. Peygamber’le birlikte olan halk şöyle dediler: “Ya Resulellah ! Sa’d için yaptığın işleri şimdiye kadar hiç kimse hakkında yapmamışsınız. Ayak yalın, abasız onun cenazesini teşyi ettiniz; tabutun bazen sağ bazen de sol tarafından tutuyordunuz !”

Resulullah (s.a.a) onların cevabında şöyle buyurdular:

“Melekler de abasız ve ayakkabısız idiler; ben de onlara uydum, elim Cebrail’in elinde olduğundan dolayı o tabutun neresinden tutuyorduysa ben de o tarafından tutuyordum.”

Halk bu sözleri duyunca şöyle dediler:

“Ya Resulellah ! Sa’dın cenazesine namaz kıldınız, mübarek ellerinizle onu kabre bıraktınız, kabri kendi elinizle düzelttiniz, yine de kabir Sa’d’ı sıktı mı diyorsunuz?”

Resulullah (s.a.a) cevaben: “Evet, kabir azabına duçar oldu. Çünkü o, evinde kötü ahlaklı idi, kabir azabı bundan dolayı idi.” [175]

Bereketli On Dirhem

Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) tarafından O’na bir gömlek almak için çarşıya gitmekle görevlendi. Hz. Ali (a.s) da çarşıya gidip on iki dirheme bir gömlek alarak eve döndü.

Resulullah (s.a.a): “Bu gömleği kaça aldın?” diye sordu.

Hz. Ali: “On iki dirheme” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Bu gömleği öyle sevmiyorum, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba satıcı bunu geri almaya hazır olur mu?” buyurdu.

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: Gömleği alıp çarşıya döndüm, Peygamber’in isteğini satıcıya ilettim, satıcı da kabul etti. Parayı alıp Peygamber (s.a.a)’in yanına döndüm. Bir gömlek almak için Resulullah (s.a.a) ile birlikte çarşıya doğru hareket ettik. Yolun yarısında Resulullah (s.a.a)’ın gözü, ağlayan bir cariyeye ilişti. Resulullah (s.a.a) onun yanına gidip: “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Cariye cevaben şöyle dedi. “Ev sahibi bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya gönderdi. Fakat ben parayı nasıl kaybettiğimi bilemiyorum, şimdi eve dönmekten korkuyorum.”

Resulullah (s.a.a) on iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve: “İstediğin şeyleri al ve eve dön” diye buyurdular.

Resulullah (s.a.a) Allah’a şükredip çarşıya doğru hareket etti, çarşıdan dört dirheme bir gömlek alıp giydi. Eve döndüğünde, yol üzerinde bir çıplağı görünce gömleğini çıkarıp ona verdi. Kendisi tekrar çarşıya geri döndü, yine dört dirheme bir gömlek alıp giydi ve eve doğru hareket etti. Yolun yarısında yine aynı cariyeyi üzüntülü ve şaşkın bir halde gördü. Bunun üzerine: “Neden evinize gitmedin?” diye sordu.

Cariye: “Ya Resulellah, gecikmişim, beni dövmelerinden korkuyorum” dedi.

Resulullah: “Gel birlikte gidelim, evinizi bana göster ben affetmeleri için aracı olurum” buyurdu.

Resulullah (s.a.a) o cariye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine yetiştiklerinde cariye: “İşte bu bizim evdir” dedi.

Resulullah (s.a.a) kapının arkasından yüksek bir sesle: “Ey ev sahibi! Selam’un- aleykum” dedi. Bir cevap gelmedi. Tekrar ikinci kez selam verdi, yine bir cevap duyulmadı. Üçüncü kez bir daha selam verdiğinde: “Aleyke’s- selam ya Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh” diye cevap verdiler.

Resulullah (s.a.a): “Neden ilk defa cevap vermediniz? Acaba benim sesimi duymadınız mı?” diye sordu.

Ev Sahibi; "İlk defasında duyduk, senin olduğunu bile anladık." dedi.

Resulullah (s.a.a): “ Öyleyse neden geç cevap verdiniz?” diye sordu.

Ev sahibi: "Senin sesini bir kaç defa duymak istedik." dedi.

Resulullah (s.a.a): “Sizin bu cariyeniz gecikmiştir, onu muahaza etmemeniz (cezalandırmamanız) için size ricaya geldim” dedi.

Ev sahibi: "Ya Resulellah! Sizin mübarek ayağınızın hürmetine bu cariye artık şimdiden azattır (hürdür)." dedi.

Daha sonra Resulullah (s.a.a) kendi kendisine şöyle dedi: “Allah’a şükür, ne de bereketli on iki dirhemdi! İki çıplağı örttü, bir köleyi ise azat etti.” [176]

Ya Resulellah! Bana Tavsiye Et!

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor:

Bir şahıs Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek Hazretin ona tavsiye etmesini istedi. Resulullah (s.a.a) ona şöyle tavsiye ettiler:

“Benim sana tavsiyem şudur ki; parçalansan, ateşe atılıp yakılsan bile Allah’a şirk koşma.

Annene ve babana eziyet etme; eğer dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap.

İhtiyacından fazla kalan malını dini kardeşinin ihtiyarına bırak.

Müslüman kardeşinle karşılaştığında açık yüzlü ol.

Halka ihanet etme.

Gördüğün her Müslümana selam ver.

İnsanları İslam’a doğru davet et.

Bil ki, her sorunu çözmenin (sıkıntısı olanın sıkıntısını gidermenin), Hz. Yakub’un oğullarından bir köleyi azat etmek kadar sevabı vardır.

Bil ki, şarap ve her sarhoş edici şey de haramdır.” [177]

Yetimler İçin Ağlamak

Uhud savaşında İslam savaşçılarından çoğu şahadete erişti, Hz. Hamza da o savaşta şehit düştü, hatta Hz. Peygamber (s.a.a)’in şehit olduğu haberi bile yayıldı.

Savaş sona erdikten sonra, Medine kadınları Uhud’a doğru hareket edip Peygamber (s.a.a)’in istikbaline koştular; herkes kendi şehitlerini bırakıp, Peygamber’i sorup arıyorlardı.

Bu arada Cehş’in kızı Zeynep Peygamber (s.a.a) ile karşılaştı.

Hz. Peygamber: “Sabırlı ve tahammüllü ol!”dedi.

Zeynep: " Niçin?" diye sordu.

Hz. Peygamber: “Kardeşin Abdullah’ın şahadetinden dolayı” diye buyurdu.

Zeynep: "Şahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!" dedi.

Hz. Peygamber: “Sabret!” dedi.

Zeynep: “Ne için?” dedi.

Hz. Peygamber: “Dayın Hamza’nın şahadetinden dolayı” diye buyurdu.

Zeynep: "Biz hepimiz Allah’tanız ve hepimiz O’na doğru döneceğiz, şahadet makamı ona mübarek olsun!" dedi.

Resulullah (s.a.a) biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek şöyle buyurdu: “Sabırlı ol!”

Zeynep: "Şimdi niçin?" diye sordu.

Resulullah:“Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şahadetinden dolayı” diye buyurdu.

Zeynep bu sözü duyunca yüksek bir sesle ağladı ve can yakıcı bir şekilde sızladı. Zeyneb’e; "Neden kocan için böyle ağlıyorsun?" diyenlere şöyle cevap verirdi: “Ağlamam kocam için değildir. Çünkü o Peygamber (s.a.a)’in yanında şahadet makamına erişmiştir. Benim ağlamam onun yetimleri içindir. Zira eğer çocuklar babalarını benden sorarlarsa onlara ne cevap vereyim?”[178]

Dostlarla Müdara

Ebu Hureyre şöyle diyor:

Resulullah (s.a.a) bir gün oturdukları halde birden dişleri görülür bir şekilde güldüler. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:

 “Ümmetimden iki kişi gelip Allah Teala’nın huzurunda duracaklar; onlardan biri diyecek ki: "Allah’ım! Benim hakkımı ondan al!

Allah Teala buyuracak ki: “Kardeşinin hakkını ver!”

Borçlu adam arz edecek ki: Allah’ım! Benim iyi amellerimden bir şey kalmamıştır (ona verecek dünyevi bir malım da yoktur).”

Hak sahibi de diyecek ki: “Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!”

Sonra Resulullah (s.a.a)’in gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurdular:

“O gün (kıyamet günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen kimseye şöyle buyurur: "Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak, ne görüyorsun?"

O zaman başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle; "Allah’ım! Bunlar kimin içindir?" diyecektir.

Allah Teala: “O hakkın değerini bana veren kimse içindir” buyurur.

Hak sahibi: "O hakkın değerini kim sana ödeyebilir?" diye sorar.

Allah Teala: “Sen” diye cevap verir.

Hak sahibi: "Ben nasıl ödeyebilirim?" diye sorar.

Allah Teala: “Ondan geçmenle (hakkını bağışlamanla)” diye cevap verir.

Hak sahibi: "Allah’ım! Ondan geçtim." der.

Daha sonra Allah Teala buyuracak ki: “Dini kardeşinin elini tut, birlikte cennete gidin !”

Bu esnada Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Takvalı olun, birbirinizin arasını bulun!”[179]

Çaba Veya Zengin Olma Yolu

Bir adam bir şey istemek için Hz. Peygamber’in yanına gitti. Oraya ulaştığında Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydu:

“Kim bizden bir şey isterse veririz, kim ihtiyaçsız olmaya çalışırsa Allah onu ihtiyaçsız kılar.”

Adamcağız Resulullah (s.a.a)’in bu sözünü duyunca Hazretten bir şey istemeden huzurlarından ayrıldılar. İkinci kez yine Resulullah’ın yanına gelip bir şey istemeksizin evine geri döndü. Üçüncü kez yine Resulullah’tan aynı sözü duyunca bir şey istemeksizin evine geri döndü.

Sonra komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıktı, bir miktar odun toplayıp pazara götürerek bir buçuk kilo arpaya odunları sattı. Elde ettiği arpayı, ekmek yaparak ailesiyle birlikte yediler. Adam yılmadan bu işine devam etti, ilk önce bir balta satın aldı, daha sonra elde ettiği kazançtan iki genç deve ve bir köle aldı, böylece durumu düzelip zenginleşti. Daha sonra Resulullah’ın yanına giderek macerayı Hazrete anlattı. Resulullah (s.a.a) onun sözünü dinledikten sonra şöyle buyurdular:

“Demedim mi kim bizden bir şey isterse ona veririz, ihtiyaçsız olmaya çalışırsa Allah onu ihtiyaçsız kılar?!”[180]

  Günahlar Nasıl Dökülüyor?

Ebu Osman şöyle diyor:

Ben Selman-i Farisî ile bir ağacın altında oturmuştuk. O, ağacın bir dalından tutarak onu silkti. Derken ağacın üzerindeki bütün yapraklar döküldü.

Bu esnada bana dönerek: “Neden böyle yaptığımı sormuyor musun?” dedi.

Ben de: “Neden böyle yaptınız?” diye sordum.

Selman-i Farisi şöyle dedi:

“Bir gün Resulullah (s.a.a)’in huzurunda bir ağacın altında oturmuştuk. Resulullah (s.a.a) ağacın kurumuş dalını tutarak onu silkti. Derken ağacın bütün yaprakları yere döküldü. Daha sonra şöyle buyurdular:

“Ya Selman! Neden böyle yaptığımı sormuyor musun?”

Ben: “Neden böyle yaptınız?” diye sordum.

Buyurdular ki: “Müslüman bir kimse, güzel bir şekilde abdest alıp beş vakit namazlarını kılarsa, bu ağacın yaprakları döküldüğü gibi onun da günahları dökülür.”[181]

  Şükreden Kul

İmam Ali (a.s), Yahudi birisine Resulullah (s.a.a)’in her açıdan bütün peygamberlerden daha üstün olduğunu vasf ederken O Hazretin ibadetine değinerek şöyle buyurdular:

“Resulullah (s.a.a) namaza kalktığında, şiddetli bir şekilde ağladığından dolayı kaynayan tencereden duyulan ses gibi O Hazretin göğüs ve karnından ağlamak sesi duyuluyordu. Oysa Allah Teala onu azabından güvende kılmıştı. Bu ibadet ve ağlamasıyla Rabbine huşu etmek ve ona uyanlara imam ve örnek olmak istiyordu. O kadar namaz ve ibadet için ayakta durdu ki, ayakları şişti; yüzünün rengi sarardı. Gecelerin hepsini ibadetle geçiriyordu; öyle ki Allah-u Teala ayet nazil ederek şöyle buyurdu:

“Tâhâ! Biz sana bu Kur’ân’ı güçlük çekmen için indirmedik.”[182]

Birisi Resulullah’ın bu halini görünce: “Ya Resulellah! Allah-u Teala senin geçmiş ve son günahlarını affetmemiş midir; o halde neden bu kadar zahmet çekiyorsun?” dediğinde Resulullah (s.a.a): “Evet öyledir; ama Allah’ın şükreden kulu olmayayım mı?” diye buyurdular.”[183]

  Dünya Hayatı

İbn-i Sinan, İmam Sadık (a.s)’dan naklen şöyle nakletmektedir:

Bir adam (İbn-i Mesud) Resulullah (s.a.a)’in yanına geldiğinde O Hazretin hasır üzerinde yatmış olduğunu ve uykudan kalkınca da hasır ve liften olan yastığın O’nun bedeni ve yüzünde iz bırakmış olduğunu görüyor. Derken elini iz bırakılan yere sürerek şöyle diyor: “Ne Kesra[184] ve ne de Kayser[185] böyle bir duruma razı olmamışlardır; onlar ipek ve kadife üzerinde yatıyorlardı; oysa sen bu hasır üzerinde yatmışsın!”

Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyuruyor:

“Allah’a and olsun ki, ben onlardan daha üstünüm, ben onlardan daha değerliğim. Ben nere, dünya nere! (Dünya benim için önemli değildir.) Dünyanın durumu, gölgesi olan ağacın altına gidip kısa bir süre orada dinlenen, gölge kaybolunca da kalkıp oradan göçüp giden ve orayı terk eden bir yolcunun durumuna benzer.”[186]

(Dünya, sürekli kalıcı bir yurt değildir. Öyleyse, baki ve sürekli kalacağımız yurt için uğraşıp orayı onarmaya çalışalım.)

  Cennet Bahçelerini Dünya Hurmasına Satan Şahıs!

İbn-i Abbas şöyle diyor:

Bir şahısın hurmalarından birisinin dalı, aileli ve fakir bir komşusunun bahçesine geçmişti. Ağaç sahibi bazen izinsiz olarak komşusunun evinin bahçesine geçip hurma yığmak için ağacın üzerine çıkıyordu. Bazen birkaç hurma fakir adamın bahçesine düşüyordu, düşür düşmez fakir adamın çocukları o hurmaları götürüyorlardı. Ama ağaç sahibi ağaçtan aşağı indiğinde yere dökülen hurmaları o çocukların elinden alıyordu. Hurmalardan birini çocukların ağzında gördüğünde hemen parmağını onların ağzına sokarak o hurmayı onların ağzından çıkarıyordu.

Fakir adam, ağaç sahibinin bu davranışını görünce, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna giderek ağaç sahibinden şikayet etti.

Resulullah (s.a.a) fakir adama: “Sen git, ben bu sorunu halletmeye çalışacağım” buyurdular.

Resulullah (s.a.a) ağaç sahibini görüp: “Dalı falan adamın evine sarkan hurma ağacını cennette olan bir hurma ağacı karşılığında bana veriyor musun?” diye buyurdular.

Adam cevaben: “Benim pek çok hurma ağacım vardır, ama onların arasında bu ağacın meyvesi kadar sevdiğim bir ağaç yoktur” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Eğer o ağacı bana verirsen karşılığında cennette bir bahçe sana veririm” buyurdular.

Cahil adam: “Hayır, veremem!” dedi.

Peygamber (s.a.a)’in ashabından olan Ebu Dahdah Resulullah (s.a.a)’in bu sözünü duyunca şöyle dedi: “Ya Resulullah! Eğer bu ağacı alıp size verirsem, o adama bu ağaç karşılığında vereceğin şeyi bana da verir misin?”

Resulullah (s.a.a): “Evet” diye buyurdu.

Ebu Dahdah hurma ağacı sahibiyle konuşmak için o adamın yanına gitti. Adam Ebu Dahdah’a şöyle dedi: “Muhammed bu ağacın karşılığında bana cennet ağaçları vermek istiyordu, ama ben kabul etmeyerek O’na: ‘Benim pek çok hurma ağaçlarım vardır, ama onların arasında bu ağacın meyvesi kadar sevdiğim biri yoktur’ dedim.”

Ebu Dahdah: “O ağacı bana satmaya hazır mısın?”

Ağaç sahibi: “Hayır! Ama eğer karşılığında kırk hurma ağacı verirsen o başka.”

Ebu Dahdah: “Bu eğri ağaç karşılığında ne kadar da ağaç istiyorsun!”

Ebu Dahdah biraz sustuktan sonra: “Tamam kırk hurma ağacı veriyorum.”

Tamahkar adam: “Doğra söylüyor isen birkaç şahit getir.”

Ebu Dahdah birkaç şahit getirip muameleyi tamamladıktan sonra Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Söz konusu hurma ağacını aldım, artık o benim mülküme geçti; şimdi onu sana takdim ediyorum; lütfen kabul buyurunuz; o adamın kabul etmediği cennet bahçesini de bana bağışlayınız.”

Peygamber (s.a.a) daha sonra fakir adamın yanına giderek: “Bu ağacı falan adam ağaç sahibinden senin ve ailen için aldı” diye buyurdular.[187]

İşte böylece kısır görüşlü tamahkar adam birkaç günlük dünya hayatı için cennet bahçesini elden verdi.

  Güzel Hasletler

Hişam bin Salim İmam Sadıktan şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Bir grup kafir esiri Peygamber (s.a.a)’in yanına getirdiklerinde, Peygamber (s.a.a) bir kişi hariç hepsinin öldürülmesini emretti.

Ölümden kurtulan şahıs şaşkınlıkla: “Neden onların arasından sadece beni serbest bıraktınız?!” diye sordu.

Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

“Cebrail Allah-u Teala’dan, sende, Allah ve resulünün sevdiği şu beş hasletin olduğunu bana haber verdi:

Namusuna çok kıskanç (ona leke gelmeye razı olmayacak) birisisin.

Cömertsin.

Güzel ahlaka sahipsin.

Doğru konuşansın.

Şecaatli ve yiğit birisisin.

Esir olan adam Resulullah (s.a.a)’in bu sözlerini duyunca Müslüman oldu ve son anına kadar da bu akide üzere baki kaldı.”[188]

  Amel Defterinde Küçük Yalan

Umeys kızı Esma şöyle diyor:

Ben Aişe’nin evlendiği gece ona eşlik ediyordum. Onu hazırlayıp bir grup kadınlarla birlikte Resulullah’ın yanına götürdüm. Allah’a and olsun ki, Resulullah’ın yanında bir süt kabından başka yiyecek bir şey yoktu. Resulullah (s.a.a) o sütten bir miktar içti. Sonra o süt kabını Aişe’ye verdi. Aişe onu almaktan utandı. Ona: “Resulullah’ın elini geri çevirme, onu al” dedim. Aşie de utandığı bir halde o süt kabını alıp ondan biraz süt içti.

Daha sonra Resulullah (s.a.a): “Süt Kabını arkadaşlarına ver” dedi.

Onlar: “Bizim iştahımız yoktur” dediler.

Onların bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Açlıkla yalanı asla bir araya toplamayın.”

Esma diyor; ben dedim ki: “Ya Resulellah! Eğer bizlerden biri, bir şeyi istediği halde iştahım yoktur derse bu yalan mı sayılır?”

Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: “Evet, yalan sayılıyor; amel defterine küçük yalanlar dahi küçük yalan olarak yazılmaktadır.” [189]

  Dili Korumak

Hişam bin Salim İmam Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor:

Resulullah (s.a.a), yanına gelen bir sahabeye şöyle buyurdular: “Seni, Allah’ın onun vesilesiyle cennete götürecek bir işe kılavuzluk edeyim mi?”

Sahabe: Evet ya Resulellah.”

Peygamber (s.a.a): “Allah’ın sana verdiğinden halka infak et, diğerlerine de ver.”

Sahabe: “Kendim diğer kimselerden daha muhtaç olursam ne yapayım?”

Peygamber (s.a.a): “Mazluma yardımda bulun.”

Sahabe: “Kendim ondan daha güçsüz olursam ne yapayım?”

Peygamber (s.a.a): “Cahili hidayet et.”

Sahabe: “Eğer kendim ondan daha cahil olursam ne yapayım?”

Peygamber (s.a.a): “O zaman hayır şeyler dışında dilini koru. Seni cennete götürecek olan bu hasletlerden birinin sende olmasını istemiyor musun?”[190]

  Mutlu İnsan

İmam Sadık (a.s)’dan naklen şöyle rivayet etmişlerdir: Bir gün Resulullah (s.a.a) ashabıyla birlikte iki dağ arasındaki yoldan geçerken şöyle buyurdular: “Şimdi karşınıza, şeytanın kendisine üç gün yaklaşmadığı bir şahıs çıkacaktır.”

Çok geçmeksizin, derisi kemiklerine yapışan, gözleri çukura inen ve dudakları çok yeşillik yediğinden dolayı yeşil olan bir Arap gözüktü.

Yakına gelince: “Peygamber kimdir?” diye sordu.

Peygamber (s.a.a)’i ona gösterdiklerinde, Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek: “Ya Resulellah! İslam’ı bana öğret” dedi.

Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: “De ki: “Eşhedu en lâ ilahe illâllah ve eşhedu enne Muhammed’en resulullah”[191]

Göçebe Arap bu şehadet kelimesini ikrar etti.

Resulullah (s.a.a): “Beş vakit namazlarını kılmalısın; Ramazan ayı orucunu tutmalısın.”

Göçebe Arap: “Kabul ediyorum.”

Resulullah (s.a.a): “Hac amellerini yapman, zekatını vermen ve cenabet guslü dökmen gerekir.”

Göçebe Arap: “Kabul ettim.”

Peygamber-i Ekrem ve ashabı, söz konusu Arap İslam’ı kabul ettikten sonra kendi yollarına devam ettiler. Bir miktar yol kat ettikten sonra göçebe Arab’ın devesi kafileden geriye kaldı.

Peygamber (s.a.a) onu görmeyince durup onu sordu. Ashap: “Onun devesi iyi hareket edemediğinden dolayı kafileden geri kaldı” dediler.

Müslümanlar geri dönerek onu aramaya koyuldular. Nihayet onu ordunun arkasında buldular. Onun devesinin ayağı bir farenin yuvasına geçerek hem devenin ve hem de onun boynu kırılmıştı; ikisi de orada can vermişlerdi.

Peygamber (s.a.a) orada bir çadır kurmalarını ve ona gusül vermelerini emretti. Daha sonra kendisi çadıra girerek onu kefenledi.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) alnından ter döküldüğü halde çadırdan dışarı çıkarak şöyle buyurdular:

“Bu göçebe Arap aç olduğa bir halde dünyadan göçtü; o, iman edip imanını zulümle karıştırmayan kimselerdendir; o, tertemiz bir imanla dünyadan ayrıldı. İşte bundan dolayı huriler cennet meyveleriyle onu karşılamaya geldiler; onun etrafını sararak şöyle diyorlar: Ya Resulellah! Siz aracı olunuz da bu adam cennette bizimle evlensin ve biz onun eşi olalım.”[192]

  Ölülerin Dirilmesi

“Ubey bin Halef” isminde İslam düşmanlarından biri, çürümüş bir kemiği (Resulullah’ın mead hakkındaki sözlerini batıl etmek hayaliyle) Peygamber (s.a.a)’in huzuruna geldi. O çürümüş kemiği elinde ezerek havaya serpip şöyle dedi:

“Hangi bir kudret, bu çürümüş ve toprak olmuş kemikleri yeniden diriltebilir ve hangi akıl onu kabullenebilir?”

Allah-u Teala Peygamber (s.a.a)’e onun cevabında şöyle buyurmasını vahyetti:

“Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: ‘Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecek?’ O, her yaratmayı bilir.”[193]

  Ahir Zamanın Alametleri

İbn- i Abbas diyor ki:

Resulullah (s.a.a) ömrünün son yılında yapmış olduğu veda haccında biz de O’nunla birlikte idik. Resulullah (s.a.a) Ka’be’nin kapısının halkasını tutarak bize dönüp şöyle buyurdular:

“Ey insanlar, ahir zâmanın alametlerini size söyleyeyim mi?”

O gün Resulullah’a herkesten yakın olan Selman: “Evet ya Resulellah” diye cevap verdi.

Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

“Namazı zayi etmek, şehvet peşice gitmek, heva hevese uymak, zenginleri ululamak ve dini dünyaya satmak ahir zamanın alametlerindendir. O zaman müminin kalbi, gördüğü kötülüklerden ve onları önlemeğe gücünün olmadığından dolayı tuzun suda eridiği gibi karnında erir.”

Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vaki olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a and olsun ki, böyle bir durum vaki olacaktır. Ya Selman, o zamanda amirler zalim, vezirler fasık, başkanlar zalim, eminler ise hâin olacaklar.”

Selman: “Ya Resulellah, böyle bir şey vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Allah’a and olsun ki evet. Ya Selman, o zaman, iyi işler kötü ve kötü işler ise iyi sayılacak; hâin emin sayılacak, emin ise hıyanet edecek; yalancı doğrulanacak, doğru konuşan ise yalanlanacaktır!”

Selman: “Ya Resulellah, bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman, o zaman kadınlar emirlik (yöneticilik) yapacak, cariyelerle istişare edilecek, çocuklar minbere çıkacak, yalan konuşmak hoş ve güzel sayılacak, zekat vermek zarar, beyt’ul-mala ait mal ise ganimet sayılacak; evlatlar, anne ve babalarına kaba, arkadaşlarına ise iyi davranacaklar; kuyruklu yıldız doğacaktır!”

Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki böyle olacaktır. Ya Selman! O zamanda kadınlar ticarette kocalarıyla ortak olacaklar, yağmur gayet azalacak, cömertler cimri olacak, fakirler küçümsenecek, pazarlar birbirine yakın olacak, biri: “Bir şey satmadım” diyecek, diğeri: “Bir kâr etmedim” diyecek; harkes Allah’tan şikayet edecek.”

Selman: “Ya Resulellah! Bu gibi şeyler olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki bunlar gerçekleşecektir. O zaman halka öyle insanlar hükümet edecek ki, itiraz etmek için konuşurlarsa öldürülürler; susarlarsa malları yağma edilir; hakları çiğnenilir, kanları dökülür, kalpleri korkuyla dolur; onları korkuya kapılmış olarak görürsün.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a and olsun ki, bunlar vuku bulacaktır. Ya Selman! O zamanda doğu ve batıdan eşyalar (ve kanunlar) getirilecek, ümmetim çeşitli renklere girecek (ahlakları bozulacak), ümmetimden (dini bilgi açısından) zayıf olanların vay haline, Allah'tan taraf onların vay haline! Ne küçüğe acıyacaklar, ne büyüğe saygı gösterecekler, ve ne de günahkarın suçundan geçecekler. Sözleri sövüş ve çirkin sözlerdir; cüsseleri insan cüssesi gibidir, oysa kalpleri şeytanların kalpleri gibidir.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zamanda erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla yetinecek; evdeki kızlara kıskanıldı gibi erkek çocuklara da kıskanılacaktır; erkekler kendilerini kadınlara benzetecek, kadınlar da kendilerini erkeklere benzetecekler; kadınlar eğeri olan bineklere binecekler, ümmetimden taraf Allah’ın laneti onların üzerine olsun!”

Selman: “Ya Resulellah, bunlar vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki bunlar vuku bulacaktır. Kilise ve havraların süslendiği gibi camiler süslenecektir; Kur’ânlar ziynetlenecektir; minareler yükselecektir; namaz kılanların safları, kalplerin birbirlerine karşı kin duymasına ve dillerin farklı olmasıyla birlikte artıp çoğalacaktır.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki böyle olacaktır. (Ya Selman!) O zaman ümmetimin erkekleri altınla süslenecek, ipek elbise ve kaplanın postunu giyecekler.

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a ant olsun ki bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O Zaman halk arasında fâiz yaygınlaşacak, gaybet ve rüşvetle muamele yapılacak ve din bırakılıp dünya tutulacaktır.”

Selman : “Ya Resulellah! Bu durum gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, ruhum elinde olan Allah’a and olsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman talak artacaktır, Allah için had (şer’i ceza) uygulanmayacak ve (bu işleriyle) Allah’a bir zarar dokunduramayacaklar.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O zaman şarkı söyleyen kadınlar ve çalgı aletleri ortaya çıkacak ve ümmetimin kötüleri onların peşice gidecekler.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki bunlar olacaktır. Ya Selman! O zaman ümmetimin zenginleri gezi, orta hallileri ticaret, fakirleri ise gösteriş için hacca gidecekler. İşte o zaman bir grup insan, Kur’an’ı Allah’tan gayrisi için öğrenecekler, onunla şarkı için algılayacaklar, velediz zinalar çoğalacak, Kur’an’la teğanni edilecek, dünya için birbirlerine düşman olacaklar.”

Selam: “Ya Resulullah! Bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a and olsun ki böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman ihtiram kalkacak, günah kazanılacak, kötüler iyilere musallat olacak, yalan yaygınlaşacak, inat aşikar olacak, fakirlik çoğalacak, elbiselerle övünecekler, zamansız yağmurlara uğrayacaklar, tavla, satranç, küçük davul ve çalgı aletlerini benimseyecekler; iyiliğe emretmek ve kötülükten sakındırmayı kötü sayacaklar, gerçek mümin o zamanda cariyeden daha hor ve hakir olacak, Kurân okuyanlar ve ibadet edenler birbirlerini azarlayacaklar; oysa onlar gökler aleminde ercas ve encas (çirkef ve necis) olarak çağrılmaktalar.”

Selman: “Ya Resulullah! Bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zaman zenginler fakirlikten korkacak; öyle ki fakir bir adam cemaatin arasında dolaştığında eline bir şey bırakan kimse bulunmayacaktır.”

Selman: “Ya Resulullah! Böyle bir zaman gelecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a and olsun ki böyle bir zaman vuku bulacaktır. Ya Selman! O zaman ruveybize insanlar söz sahibi olacaklar.”

Selman: “Ya Resulullah, anam ve babam sana feda olsun “ruveybize” kimdir?” diye sorduğunda Resulullah buyurdular ki: “Toplumun işleri hakkında konuşmaya liyakati olmayan (hakir ve ahmak) kimsedir. Çok geçmeksizin herkesin duyacağı bir şekilde yerden bir ses kopacak, sonra yer içerisindeki altın ve gümüş hazinelerini dışarı çıkaracak, ama (kıyamet yaklaştığından dolayı) insana bir faydası olmayacaktır...”[194]

Yolculukta Yardımlaşmak

Peygamber (s.a.a) bir grup ashabıyla yolculuğa çıkmıştı. Yolun yarısında, bir koyun kesip ondan yemek yapmalarını emretti. Ashaptan biri: “Ben koyun kesme işini üstleniyorum” dedi. Diğer biri ise: “Onun postunu soymayı da ben üstleniyorum” dedi. Üçüncü bir şahıs da: “Onu parçalayıp doğramayı da ben üstleniyorum” dedi. Dördüncü şahıs da: “Onu pişirmeyi de ben üstleniyorum” dedi. Resulullah (s.a.a) de: “Ben de size odun toplayacağım” buyurdular.

Ashap: “Ya Resulellah! Sen zahmet çekme biz bu işi yaparız” dediler. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Sizin bu işi yapacağınızı biliyorum ama Allah Teâla, arkadaşlarıyla yolculuk yapıp da kendisi için bir ayrıcalık tasarlayan kimseyi sevmez.”

Daha sonra kalkıp odun toplamaya başladı.[195] Evet, güzel ahlak işte budur.

Büyük İnsan

Resulullah (s.a.a), İslam ordusunu Tebuk savaşına sevk ettiğinde, Beni Selme kavminin büyüklerinden olan Cedd b. Kays, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi:

“Müsaade edin bu savaşa katılmayayım! Beni sarışınların (Rumluların) kızlarıyla fitneye sokma! Zira ben onları görmekle günaha düşmekten korkuyorum.”

Resulullah (s.a.a) de ona, savaşa katılmaması için izin verdi. Bu esnada şu ayet nazil oldu:

“Onlardan öylesi de var ki: “Bana izin ver, beni fitneye düşürme” der. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kafirleri mutlaka kuşatacaktır.”[196]

Allah-u Teâla bu ayeti nazil ederek o şahsın söz ve amelini mahkum etmiştir.

İbn-i Abbas ve Mücahid de şöyle derler:

Bu ayet nazil olduğunda Peygamber (s.a.a), Beni Selme tâifesine dönerek: “Sizin büyüğünüz kimdir?” diye sordu.

Cevaben: “Cedd b. Kays’tır; fakat o korkak ve cimri birisidir” dediler.

Onların bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Cimrilik derdi, en kötü derttir.”

Daha sonra şöyle buyurdu: “Sizin büyüğünüz, ak yüzlü ve cömert bir genç olan Bişr b. Burra’dır.”[197]

Vaade Vefa

Peygamber (s.a.a), sabah erken büyük bir kayanın yanında buluşmak için bir adama söz verdi. O adam gitti fakat güneş yükselip hava sıcak oluncaya kadar gelmedi. Ashap, Peygamber (s.a.a)’in güneşin şiddetli sıcağından rahatsız olduğunu görünce: “Ya Resulellah! Ana ve babalarımız sana feda olsun! Eğer yerinizi değişir de gölgeye giderseniz sizin için iyi olur” dediler.

Resulullah (s.a.a) onların cevabında şöyle buyurdular: “Ben burada beklemeye söz vermişim; başka yere gitmem doğru olmaz...”[198]

Peygamber (s.a.a)’in Mantıksız İşlere Karşı Çıkması

Peygamber (s.a.a)’in süt annesi olan Halime şöyle diyor:

“Peygamber (s.a.a) üç yaşında iken bir gün bana şöyle dedi: “Anne! Neden iki kardeşimi (maksat Halime’nin kendi çocuklarıdır) gündüzleri görmüyorum?”

Arzettim ki: “Evladım! Onlar gündüzleri koyunları otlatmak için çöle götürüyorlar.”

Peygamber (s.a.a): “Ben neden onlarla birlikte gitmiyorum” dedi.

Arzettim ki: “Onlarla birlikte çöle gitmeyi istiyor musun?”

Peygamber (s.a.a): “Evet” buyurdu.

Ben ertesi gün Peygamber (s.a.a)’in saçına yağ sürdüm, gözlerine sürme çektim ve onun korunması için bir muska da boynuna astım. Ama çocukluktan saçma sapan ve mantıksız işlere karşı çıkan Peygamber (s.a.a), onu hemen boynundan çıkarıp attı. Sonra bana dönerek şöyle buyurdu:

“Anneciğim! Bu nedir?! Benimle, beni koruyacak birisi vardır!”[199]

Hz. Peygamber’in Süt Annesine Şefkati

Peygamber (s.a.a)’in süt annesi olan Halime, yılların birinde ihtiyacını karşılamak için Mekke’de Resulullah (s.a.a)’in yanına uğradı. O zaman Peygamber (s.a.a) Hatice’yle evlenmişti. Halime, kıtlık ve kuraklıktan dolayı hayvanlarının öldüğünü söyledi.

Peygamber (s.a.a) bu hususta Hatice’yle konuştu. Hatice de, Peygamber (s.a.a)’in sözü üzerine Halime’ye kırk koyun ve deve  bağışladı. Halime de o malları alarak ailesine geri döndü.

Halk İslam dinine davet edilince, Halime ve kocası Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek İslam dinini kabul ettiler.[200]

İslam’da Kolaylık

Bir adam İslam kanunlarından birini çiğneyerek günah işlemişti. Bu günahkar adam Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: Helâk oldum! Helâk oldum!

Peygamber (s.a.a): “Ne yapmışsın?!”

Günahkâr: “Ramazan ayında eşimle cinsel ilişkide bulundum. Şimdi çare nedir?”

Peygamber (s.a.a): “Bir köle al ve serbest bırak.”

Günahkâr: “Bunu yapamam.”

Peygamber (s.a.a): “İki ay oruç tut.”

Günahkâr: “İki ay oruç tutmaya gücüm yoktur.”

Peygamber (s.a.a): “Git atmış fakiri doyur.”

Günahkâr: “Atmış fakiri doyuracak bir malım yoktur.”

Peygamber (s.a.a) biraz sustu. Bu sırada bir adam gelerek Peygamber (s.a.a)’e bir sepet hurma verdi.

Peygamber (s.a.a) günahkâr adama: “Bu sepet hurmayı al, onu fakir halka dağıt” diye buyurdu.

Günahkâr adam: “Ey Allah’ın elçisi! Bu şehirde benden daha fakiri yoktur” dedi.

Peygamber (s.a.a) gülerek şöyle buyurdular: “O halde bu hurmaları kendi ailen ve çocuklarının arasında taksim et.”[201]

En Kötü İnsan

Peygamber (s.a.a), Aişe’nin evinde bulunduğu bir sırada bir adam Hazretin yanına gelmek için izin istedi. Peygamber (s.a.a) Aişe’ye: “Bu adam kavminin en kötü insanıdır” diye buyurdu. Bu esnada Aişe kalkıp başka bir odaya geçti.

Sonra Peygamber (s.a.a) o adama içeri girmesi için izin verdi. Söz konusu şahıs içeri girdiğinde Peygamber (s.a.a) onu güler yüzle karşıladı ve onunla konuşmakla meşgul oldu. Adam, konuşmaları sona erdikten sonra kalkıp Peygamber (s.a.a)’in huzurundan ayrıldı.

Aişe gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Sen o adam hakkında az önce öyle dedin ama o içeri girince onu güler yüzle ve hoş bir şekilde karşıladın.”

Resulullah (s.a.a) Aişe’nin bu sözüne karşılık şöyle buyurdu: “Allah’ın en kötü kulu, çirkin sözlü olduğundan dolayı kendisiyle oturulması istenmeyen kimsedir. (Ben, çirkin sözlü olduğundan dolayı, saygısızlık yapmaması için onu güler yüzle karşıladım.)”[202]

Cennetin Sekiz Kapısının Açılmasına Sebep Olan Zikir

Şeybet’ul-Huzulî isminde mümin bir adam Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben yaşlanmışım; namaz, oruç, hac ve cihad gibi yaptığım bir takım amelleri artık yapmaya kadir değilim. O halde bana yararlı olacak bir söz öğret ve vazifemi hafiflet.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Çevrende bulunan tüm taş ve kesekler senin bu haline ağladılar. O halde sabah namazını kılıp bitirdiğinde (bu güçsüzlüğü telafi etmek için) on defa şöyle de: “Subhanellah’il-azim ve bihamdihi vela hâvle velâ kuvvete illa billah’il-aliyy’ il-azim.”[203]

Allah-u Teâla bu vesileyle seni körlükten, cinnetten, cüzamdan (abraş hastalığından), fakirlikten ve yaşlılıktan kaynaklanan güçsüzlüklerden kurtarır.”

Yaşlı adam: “Ya Resulellah! Bu, dünya içindir; ahiret için ne vardır?” dedi.

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Her namazın ardından şöyle de: “Allahummehdini min indike ve efiz aleyye min fazlike venşur aleyye min rahmetike ve enzil aleyye min berekatike.”[204]

Yaşlı adam bu sözleri aldıktan sonra gitti. Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer bu yaşlı adam bu zikri sürekli söyler ve kasıtlı olarak onu terk etmezse, cennetin sekiz kapısı onun yüzüne açılır ve istediği kapıdan cennete girer.”[205]

Ümmetinden On Grup Mahşerde

Peygamber (s.a.a)’in ashabından bir grup kimse Ebu Eyyub-i Ensarî’nin evinde oturmuşlardı. Resulullah (s.a.a)’in kenarında oturan Muaz b. Cebel, Hazretten şu ayetin manasını sordu: “Sûr’a üflendiği gün, bölük bölük Allah’a gelirsiniz.”[206]

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Muaz! Büyük bir şeyden soru sordun.”

Sonra gözlerini aşağı dikti ve şöyle buyurdu: “Ümmetimden on grup simaları değişmiş bir şekilde ve Müslümanlardan ayrı olarak haşrolurlar. Bazıları maymun, bazıları domuz, bazılarının ayakları havada, başları ise aşağıya doğru olduğu halde yüz üstü mahşere taraf sürüklenirler. Yine bazıları kör, bazıları sağır ve lal (dilsiz), bazıları ise ağızlarından cerahat salyaları sarktığı ve mahşer ehlinin bundan rahatsız oldukları bir halde dillerini çiğneyerek haşrolurlar. Yine bazıları eli-kolu kesik, bazıları ateş dallarına asılmış, bazıları kokmuş ve bozulmuş ölünün kokusundan daha kötü bir kokuyla, bazıları da katrandan daha yapışkan olan bir cübbe giymiş oldukları halde haşrolurlar. Maymun şeklinde olan kimseler, koğuculuk yapanlardır; domuz şeklinde olan kimseler, haram yiyenlerdir; ayakları havada ve başları aşağıda olarak yüz üstü mahşere sürüklenen kimseler, faiz yiyenlerdir; kör olarak haşr olanlar, zalimlerdir; sağır ve lal (dilsiz) olanlar, bencil kimselerdir; ağızlarından cerahat salyaları sarkan ve dillerini çiğneyen kimseler, sözleri amelleriyle çelişen alim ve kadılardır; el ve ayakları kesik olanlar, komşuya eziyet edenlerdir; ateş dallarına asılanlar, zalim sultana söz taşıyanlardır; kokmuş ölüden daha kötü kokulu olanlar, Allah’ın hakkını ödemeyen ve şehvet peşinde olan kimselerdir; katrandan daha yapışkan olan bir cübbe giymiş olanlar, kibirli ve gururlu kimselerdir.”[207]

Hz. Peygamber’in Ölülerle Konuşması

Bedir savaşı sona erdi, İslam düşmanları firar ettiler ve Kureyş’in büyüklerinden bazıları helak oldular. Peygamber (s.a.a), kafir ve müşrik ölülerin bir kuyuya atılmalarını emretti. Ümeyye b. Halef’in cenazesi dışında bütün cenazeler kuyuya atıldı. Onun cenazesinin yerde kalmasının sebebi ise, onun çok şişman olup cenazesinin kokuşup dağılmış olmasından dolayı idi.

Peygamber (s.a.a) onun bu halini görünce şöyle buyurdu: “Onu kendi haline bırakın, üstü kapanana dek üzerine taş toprak dökün.”

Daha sonra Peygamber (s.a.a) onların bulunduğu kuyunun başına gelip onları isimleriyle çağırarak şöyle buyurdu: “Allah’ın bize vermiş olduğu vaadi, bizim hak bulduğumuz gibi siz de doğru buldunuz mu? Sizler Peygamberinize çok kötü akrabalardınız, siz beni tekzip ettiniz, ama diğer kimseler beni tasdik ettiler; siz beni vatanımdan çıkardınız, ama başkaları bana sığınak verdiler; siz benimle savaştınız, ama yabancılar bana yardımda bulundu.”

Bu sırada ashaptan birisi (Ömer b. Hattap) şöyle dedi: “Ya Resulellah! Bunlar ölmüş cenazelerdir, onlarla nasıl konuşuyorsun ve bu konuşmanın ne faydası vardır?!”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sus ey Hattab’ın oğlu! Şüphesiz onlar, Allah’ın onlara vermiş olduğu vaadin hak olduğunu anladılar; onlar sizlerden daha iyi duymaktadırlar ama onların konuşmaya güçleri yoktur.”[208]

Bir Salavata Karşılık Yedi Yüz Salavat

Bir gün Peygamber (s.a.a), Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a şöyle buyurdu: “Ya Ali! Seni müjdelememi istiyor musun?”

Hz. Ali (a.s): “Evet, anam ve babam sana feda olsun! Sen her zaman, her şeyin müjde vericisi idin.”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Cebrail yanıma geldi ve ilginç bir şeyi bana bildirdi.”

Hz. Ali (a.s): “İlginç şey ne idi?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Cebrail haber verdi ki, dostlarımızdan her kim ailemle birlikte bana salavat gönderirse, göklerin kapıları onun yüzüne açılır ve melekler ona yetmiş salavat gönderirler; günahkar olursa, ağacın yaprakları döküldüğü gibi günahları dökülür ve Allah-u Teâla ona şöyle buyurur: “Lebbeyke ya abdî ve sa’deyke” (Ey kulum! Sözünü dinlemeye hazırım ve ne mutlu sana!)

Daha sonra meleklere şöyle buyurur: “Ey meleklerim! Siz ona yetmiş salavat gönderdiniz ama ben ona yedi yüz salavat gönderiyorum.”[209]

Hz. Peygamber (s.a.a) Açısından Kadının Görevleri

Bir kadın Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Erkeğin kadın üzerinde olan hakları nelerdir?”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Kadın kocasına itaat etmeli ve onun emrinden çıkmamalıdır; kadın kocasının izni olmadan onun malından sadaka vermemelidir; kadın kocasının izni olmadan müstehap oruç tutmamalıdır; kadın her halde (yasak günler hariç) kendisini kocasına sunmalı ve onun yetkisinde olmalıdır; kadın, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkmamalıdır; izinsiz kocasının evinden çıkarsa, evine dönene dek gökle yer ve gazapla rahmet meleklerinin lanetine maruz kalır.”[210]

Peygamber (s.a.a)’in Süt Kızkardeşine İhtiramının Sırrı

Resulullah (s.a.a)’in bir süt kız kardeşi vardı. Bu kız kardeşi bir gün Resulullah (s.a.a)’in yanına geldi. Resulullah (s.a.a) onu görünce sevindi ve cübbesini onun için yere serdi ve onu o cübbenin üzerinde oturttu. Daha sonra ona dönüp tebessüm ederek onunla konuşmaya başladı. Nihayet süt kız kardeşi kalkıp gitti.

Tesadüfen aynı gün Resulullah (s.a.a)’in süt kardeşi de O Hazretin yanına geldi. Ama Peygamber (s.a.a), süt kız kardeşine davrandığı gibi ona davranmadı.

Bu durumu gören birisi şöyle dedi: “Ya Resulellah! Neden kız kardeşe, erkek kardeşten daha çok ihtiram ettin; halbuki erkek kardeş, ihtirama daha layıktı?”

Peygamber (s.a.a) onun cevabında şöyle buyurdular:

“Bunun sebebi, süt kız kardeşimin, anne ve babasına erkek kardeşten daha çok ve daha iyi hizmet etmesi içindir. Bundan dolayı kız kardeşe, erkek kardeşten daha çok ihtiram ettim.”[211]

Çocuğa Saygı Ve Sevgi

Bir gün Peygamber-i Ekrem (s.a.a) cemaatle namaz kılıyordu ve İmam Hüseyin (a.s) da O Hazretin yakınında idi. Peygamber (s.a.a) secdeye kapandığında, Hüseyin (a.s) O Hazretin sırtına biniyordu. Peygamber (s.a.a) başını secdeden kaldırdığında, onu tutup kendi yanına bırakıyordu. Bu durum birkaç defa tekrarlandı ve Peygamber (s.a.a) namazını böylece tamamlamış oldu.

Bu olaya şahit olan Yahudi birisi şöyle dedi: “Siz çocuklara karşı öyle davranıyorsunuz ki, bizler kesinlikle böyle davranmıyoruz.”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Siz de Allah’a ve O’nun Peygamberine imam etmiş olsaydınız, çocuklara karşı (böyle) şefkatli ve merhametli olurdunuz.”[212]

Yetimlere Şefkat

Cafer-i Tayyar savaşta şehit düştüğünde, haberi Medine’ye ulaştı. Peygamber (s.a.a) Cafer’in evine giderek onun eşine (Umeys kızı Esma’ya) şöyle buyurdu: “Cafer’in çocuklarını yanıma getir.”

Çocuklar gelince Resulullah (s.a.a) çocukları bağrına basarak ağladı.

Cafer’in oğlu Abdullah şöyle diyor: “Çok iyi hatırlıyorum ki, o gün Peygamber (s.a.a) annemin yanına geldi. Annem şöyle dedi: “Ya Resulellah! Cafer şahadete mi erişti?”

Peygamber (s.a.a) cevabında: “Evet!” diye buyurdu ve babamın şehit olduğunu anneme bildirdi. O anda merhamet ve şefkat eliyle benim ve kardeşimin başını okşayarak ağlıyor ve babam hakkında dua ediyordu. Daha sonra anneme: “Ey Esma! Sana müjde vereyim mi?” diye buyurdu.

Annem: “Evet, annem ve babam sana feda olsun” dedi.

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Yüce Allah, Cafer’in kesilmiş kollarına karşılık ona, cennette uçması için iki kanat verdi.”[213]

Halktan Bir Şey İstememek Şartıyla Peygamber (s.a.a)’le Biat Etmek

Bir gün Peygamber (s.a.a) ashabına: “Benimle biat etmek istemiyor musunuz?” diye sordular.

Ashap: “Ya Resulellah! Seninle biat etmeye hazırız.”

Peygamber (s.a.a): “Benimle halktan bir şey istemeyeceğinize dair biat ediniz.”

Bu olaydan sonra Peygamber (s.a.a)’in ashabı o kadar dikkatli davranıyorlardı ki, eğer onlardan biri bir binek üzerinde olup da elinden kırbaç yere düşmüş olsaydı, kendisi bineğinden aşağı inip onu götürür ve kimseye onu bana ver demezdi.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Bizim şialarımız kimseden bir şey istemezler. Kim ihtiyacı olmadan dilenirse, adeta şarap içmektedir.”[214]

Ölüm Anında Vasiyet

Uhud savaşında, Peygamber (s.a.a)’in fedakar ashabından olan Sa’d b. Rabiy’ ağır yaralar alarak yere düştü. Savaş ateşi sona erdikten sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Sizden hanginiz beni Sa’d’ın durumundan haberdar edebilir?”

Ashaptan birisi: “Ben onu aramaya gidiyorum” dedi.

Peygamber (s.a.a), bir yeri işaret ederek: “Orayı ara” diye buyurdu.

Sa’d’ı aramakla görevli olan şahıs diyor ki: “Ben Peygamber (s.a.a)’in işaret ettiği yere gittim ve Sa’d’ın ölülerin arasına düşmüş olduğunu gördüm. “Ey Sa’d!” diye sesledim. Sa’d cevap vermedi. Tekrar yüksek sesle şöyle dedim: “Ey Sa’d! Resulullah senin halinden haberdar olmak istiyor.”

Sa’d, Peygamber (s.a.a)’in ismini duyunca, yarı canı olan civcivler gibi başını yerden kaldırarak: “Doğru mu söylüyorsun, Peygamber yaşıyor mu?”[215] diye sordu.

Ben de cevabında: “Evet, Allah’a yemin olsun ki Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sa’d, on iki yara alarak yere düşmüştür” dedim.

Sa’d şöyle dedi: “Allah’a şükürler olsun ki durumum Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu gibidir. Peygamber (s.a.a) doğru buyurmuştur, bedenimde on iki ok yarası vardır. Peygamber (s.a.a)’in yanına döndüğünde selamımı O’na söyle ve O Hazretin yarenlerine de de ki: Sa’d dedi ki: “Allah’a and olsun ki (kıyamet günü), eğer siz sağ olduğunuz halde Peygamber (s.a.a)’in bedenine bir diken batarsa, Allah katında hiçbir mazeretiniz olmayacaktır.”

Daha sonra Sa’d derin bir nefes çekti, öldürülen bir deve gibi kan boğazından dışarı döküldü ve gözlerini dünyaya yumdu.

Ben Peygamber (s.a.a)’in yanına dönüp Sa’d’ın sözlerini O’na ilettim. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah Sa’d’a rahmet etsin, hayata iken bana yardımda bulunda ve ölüm anında da beni ashaba tavsiye etmektedir.”[216]


HZ. RESULULLAH (S.A.A)'IN HAYATIYLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR

 

S. 1- Hz. Resulullah (s.a.a)’in meşhur lakapları nedir?

C. 1- Resulullah, Hatem’ül- Enbiya.

S. 2- Hz. Resulullah (s.a.a)’in anne ve babasının adları nedir?

C. 2- Babasının adı Abdullah, annesinin adı ise Amine'dir.

S. 3- Hz. Resulullah (s.a.a) ne zaman ve nerede dünyaya geldi?

C. 3- Miladi 571 yılının, Rabiulevvel ayının 17'sinde, Cuma günü, şafak vakti, Mekke-i Muazzama'da dünyaya geldi.

S. 4- Hz. Resulullah (s.a.a)’in iki isimli olmasının sebebi nedir?

C. 4- İki isimli olmasının sebebi şudur: “Muhammed” ismini ceddi Abdulmuttalib, “Ahmed” ismini ise (Abdulmuttalib'den önce) annesi Amine Peygamber için seçmişti.[217] Hz. Peygamber'in kendisi de şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde övülmüş olduğumdan dolayı “Muhammed” ismiyle, göklerde yeryüzünden daha fazla övüldüğümden dolayı da “Ahmed” ismiyle adlandırılmışım.” [218]

S. 5- Resulullah (s.a.a)'in ismi Kur’ân'da kaç defa zikredilmiştir?

C. 5- Hz. Peygamber'in mübarek ismi Kur’ân'da beş defa zikredilmiştir:

a) “Muhammed yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir.” [219]

 b) “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, ancak o Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.”[220]

c) “İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed'e indirilene (Kur’ân'a) -ki o Rablerinden olan bir haktır- iman edenlerin, (Allah), kötülüklerini örtüp bağışlamış, durumlarını düzeltip ıslah etmiştir.”[221]

d) “Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler.” [222]

e) “Hani Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir peygamberin de müjdeleyicisiyim demişti.”[223]

Hz. Peygamber’in ismi, sıraladığımız ilk dört surede “Muhammed”, beşinci surede ise “Ahmed” olarak geçmiştir.

S. 6- Hz. Resulullah (s.a.a)’in şekli, siması ve ahlaki sıfatları nasıldı?

C. 6- Hz. Resulullah (s.a.a)’in siması dolunay gibi nurluydu, gözleri de azametli görünüyordu, boyu çok uzun değildi, saçları ne çok kıvırcık ve ne de çok yatıktı, yüzü beyaz ve nurlu idi, uzun ve keman kaşlı idi, alnının arasında bir damar vardı ki gazaplandığında kabarıp şişiyordu, burnu sivri idi, mehasini (sakalı) gürdü, dişleri parlak ve inci gibiydi, bedenindeki azaların hepsi normaldı, göğsü ve karnı aynı hizada idi, iki omzunun arası genişti, bedeninin eklemlerindeki kemiklerin başı iri idi, (bunlar şecaat ve kuvvet nişanesidir ve Araplar arasında methedilen bir şeydir), teni beyaz ve nurlu idi, parmakları uzundu, kol ve bacakları uzun ve düz idi, ayakları düz taban olmadığından yerle temas etmiyordu.

Vakarla yürüyordu, karşılaştığına selam verirdi, gerek görmeden konuşmazdı, konuştuğunda da az ve öz konuşurdu, kimseyi tahkir etmezdi, az nimeti çok sayardı, hiçbir nimeti kötülemezdi, gülmelerinin çoğu gülümsemekti, ashabından birini görmediğinde onu araştırıp sorardı, onların durumlarından haberdar olurdu, ashabından gafil olmazdı (batıla yönelmemeleri için onları gözetiyordu), temizliğe çok önem verirdi, daima dişlerini fırçaladıktan sonra abdest alırdı, hastaların ziyaretine giderdi, Müslümanların cenazesini teşyi ederdi, misafirleri ağırlardı.[224]

S. 7- Hz. Resulullah (s.a.a) dünyaya geldikten sonra, O’nun bakıcılığını hangi kadın üstlendi?

C. 7- Halime-i Sa'diyye üstlendi.

S. 8- Hz. Resulullah (s.a.a) ne kadar ve nerede süt annesinin yanında kaldı?

C. 8- Dört yıl, çöllerde göçebeler arasında kaldı.

S. 9- Halime, dört yıl boyunca kaç kez hz. Peygamber'i annesinin yanına götürdü?

C. 9- İki veya üç defa.

S. 10- Hz. Peygamber (s.a.a), kaç yaşında iken annesi vefat etti?

C. 10- Altı yaşında.

S. 11- Hz. Resulullah (s.a.a), kaç yaşında iken ceddi Abdulmuttalip vefat etti?

C. 11- Sekiz yaşında.

S. 12- Hangi peygamber, Hz. Resulullah (s.a.a)’in dünyaya gelmesini müjdelemiş ve hangi surede buna değinilmiştir?

C. 12- Hz. İsa Mesih müjdelemiş, Saf suresi altıncı ayette da buna değinilmiştir.

S. 13- Senet'ul- Feth (fetih ve bolluk yılı), hangi yıldı?

C. 13- Hz. Peygamber’in nuru, Hz. Amine'ye intikal ettiğinde, bir kaç yıl boyunca kıtlık sıkıntısına duçar olan halka rahmet yağmuru yağdı; öyle ki o yıla “Senet'ul- Feth” (fetih ve bolluk yılı) ismi verildi.

S. 14- Amm'ul- Hüzn (hüzün ve gam yılı), hangi yıldır ve bu yıla bu ismi veren kimdir?

C. 14- Hz. Ebu Talib, Bi'setin onuncu yılı Recep ayının yirmi altısında vefat ettiklerinde Hz. Resulullah (s.a.a) onun musibetinde çok ağladı ve Ebu Talib için, “Allah sana mükafat versin” buyurdular. Üç (veya bir rivayete göre otuz beş) günden sonra, Hz. Hatice de vefat etti. Resulullah (s.a.a) kendi eliyle onu Hacun (Mekke'de bir yerin ismidir)'da defnettiler. Resulullah (s.a.a) o ikisinin vefatından sonra, öyle bir gam ve üzüntüye kapıldı ki, artık evden dışarı çok az çıkıyordu. Bu yüzden o yıla “Amm’ul- Hüzn” (Hüzün ve gam yılı) ismini verdiler.

S. 15- Hz. Peygamber (s.a.a) bi'setten önce halk arasında hangi lâkapla meşhurdu?

C. 15- Emaneti iyi koruduğundan dolayı Muhammed-i Emin lakabıyla meşhur olmuştu.

S. 16- Hz. Resulullah (s.a.a), peygamber olmadan önce hangi dine mensuptu?

C. 16- Hz. Peygamber’in, peygamber olmadan önce hangi dine mensup olduğu hakkında üç görüş vardır:

a)Hz. İsa’nın vasilerindendi (Onun dinine mensuptu)

Hz. İbrahim'in dinine mensuptu.

c) İlham ve vahiy yoluyla elde ettiği özel bir şeriata sahipti. Bir çok rivayetler üçüncü görüşü teyit etmektedir. Örneğin Hz. Ali'den şöyle rivayet etmişlerdir: “Hz Peygamber süt emmekten kesildiğinde Allah-u Teala, en büyük meleğini gece-gündüz daima doğru ve güzel yollara sevk etmek için ona eşlik ettirdi.”[225]

 S. 17- Hz. Peygamber (s.a.a), kaç yaşında peygamberliğe seçildi?

C. 17- Kırk yaşında.

S. 18- Hz. Peygamber (s.a.a) 'in bedenindeki peygamberlik nişanelerinden biri ne idi?

C. 18- İki omuzu arasındaki nübüvvet mührüyle meşhur olan bir ben idi.

S. 19- Hz. Peygamber (s.a.a)’in bi'setin ilk yıllarındaki ilkesi neydi?

C. 19- Şu cümle idi: “Kulu la ilahe illellahu tuflihun” (Allah'tan başka bir ilah yoktur deyin ki, kurtuluşa eresiniz.)

S. 20- Hz. Peygamber (s.a.a), peygamberliğe seçilmesinin sebeplerinden birini nasıl beyan etmiştir?

C. 20- Hz. Peygamber (s.a.a); “Güzel ahlak ve insani değerleri kemale erdirmek için peygamberliğe seçildim.” buyurmuştur.

S. 21- Hz. Peygamber (s.a.a)’in zamanında İslam dininin ilerlemesine mani olan en büyük engel ne idi?

C. 21- En büyük engel, cahil Arapların beynini dolduran efsane ve hurafelerdi. Hz. Peygamber (s.a.a) bundan dolayı, cahiliye eserlerini yok etmek için var gücüyle çalışıyordu. Bu hedefle Muaz bin Cebel'i Yemen'e gönderdiğinde ona şöyle buyurmuştur: “Ey Muaz! Cahiliye eserlerini, batıl fikir ve inançları yok et, düşünmek ve akıl etmekle ilgili İslami ilkeleri ihya etmeye çalış.”

S. 22- Hz. Peygamber (s.a.a)’in peygamberliğe seçilmesi ve İslam'ın zuhuru, hangi padişahın dönemine rastlamıştır?

C. 22- İslam'ın zuhuru ve Hz. Peygamber'in biseti, Husrev Perviz'in şahlığı dönemine rastlamıştır.

S. 23- Peygamber-i Ekrem (s.a.a), kaç yıl gizli olarak tebliğ etti?

C. 23- Üç yıl.

S. 24- Peygamber-i Ekrem (s.a.a), ne zamandan itibaren açıkça tebliğ yapmakla görevlendirildi, bu mesele ile ilgili olan ayet hangisidir ve hangi surededir?

C. 24- Bisetin 3. Yılında Allah-u Teala tarafından davetini açıkça tebliğ etmekle görevlendirildi. O görevle ilgili şu ayet nazil oldu:

“En yakın akrabalarını (aşiretini) uyarıp korkut.”[226]

S. 25- Hz. Peygamber (s.a.a)’e, ilk iman eden şahıs kimdir?

C. 25- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s)'dır.

S. 26- Hz. Peygamber'e, ilk iman kadın ve kişinin isimleri nelerdir?

C. 26- Kadınlardan ilk iman eden Hz. Hatice, erkeklerden ilk iman eden ise Hz. Ali'dir.

S. 27- Kureyş'in ileri gelenleri, Hz. Peygamber'in dininin yayılmasını önlemek ve ona karşı savaşmak için ne gibi yollara baş vurdular?

C. 27- Kureyş'in ileri gelenleri, İslam dininin yayılmasını önlemek için çeşitli hilelere başvurdular. Onlardan bazıları şunlardır:

Hz. Peygamber'e mal ve makam vaadinde bulunmak.

Hz. Peygamber'e iman edenleri tahkir, tehdit ve işkence etmek.

Hz. Peygamber'e çirkin iftiralarda bulunmak.

Kur’ân'a karşı koymak.

Kur’ân'ı dinlemeyi yasaklamak.

Bireylerin iman etmelerini engellemek.

S. 28- Kur'ân'ın ilk ayeti, nerede Hz. Peygamber’e nazil oldu ve bu ayet hangi surededir?

C. 28- Kur’ân’ın ilk ayeti, Hira Mağarasında Hz. Peygamber'e nazil oldu. Onunla ilgili ayet “Alak” suresindedir.

S. 29- Hz. Peygamber (s.a.a), bisetinin ilk yılında, hangi ülkelerin padişahlarıyla mektuplaşıp onları tevhit ve İslam'a davet ettiler?

C. 29- İslam dini evrensel bir din olduğundan ve Hz. Peygamber de halka gönderilen son elçi olduğundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.a), dünyanın büyük şah ve krallarına (Örneğin: İran şahı, Husrev Perviz'e, Rum İmparatoru Hirakl'e, Mısır hükümdarı Mukavkıs'a) mektuplar yazarak onları İslam dinine davet etti. Peygamber'in bu mektupları oldukça kısa ve net idi.[227]

S. 30- Hangi etkenler İslam'ın çok çabuk ilerlemesine sebep oldu?

C. 30- İslam tarihini incelediğimizde on nedenin, İslam'ın ilerlemesinde çok etkili olduğunu görmekteyiz:

1) Kur’ân’ın çekiciliği ve İslam'ın hakkaniyeti.

2) Hz. Peygamber ve Müslümanların direniş ve şecaati.

3) İslam'ın mahrum ve mustaz'aflara teveccüh etmesi.

4) Hz. Peygamber (s.a.a)'in mantıklı davranış ve taktikleri.

5) Hz. Peygamber'in güzel ahlakı ve şahsiyetinin güçlü çekiciliği.

6) Hz. Peygamber'in Allah Teala'ya derin imanı ve tevekkülü.

7) Müslümanların şahadete ve ibadete aşık olmaları.

8) Hz. Ali (a.s)’ın kahramanca savaş ve fedakarlıkları.

9) Hz. Peygamber'in mucizeleri ve gaybi yardımlar.

10) Hz. Peygamber'in akrabalarının yardımı ve Beni Haşim'in seferberliği.[228]

S. 31- Resulullah (s.a.a), çeşitli ülke ve şehirlerin emir, hükümdar ve önderlerine kaç mektup yazdılar?

C. 31- Hz. Peygamber (s.a.a)'in, çeşitli unvanlarla yazdığı mektuplardan 185 mektup bize ulaşmıştır.

S. 32- Resulullah (s.a.a)’in mektuplarını yazanlar kaç kişiydi?

C. 32- Resulullah (s.a.a)’in mektuplarını yazanlar 23 kişiden fazla idi (26, 42 kişi olduğunu yazanlar da vardır); onlardan biri de Hz. Ali (a.s) idi.

S. 33- Resulullah (s.a.a)’e, neden “Ümmi” diyorlar?

C. 33- İmam Cevad (a.s) şöyle buyuruyor:

“Hz. Peygamber'e “Ümmi” denilmesinin sebebi, Mekke'li olduğundan dolayı idi; Mekke de “Ümm'ül- Kura” idi. Kur’ân-ı Kerim de şöyle buyuruyor: “İşte bu, önündekileri doğrulayıcı ve Ümm'ül-Kura (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu kitaptır.”[229]

S. 34- Hz. Peygamber'e neden “Dai”, “Beşir” ve “Nezir” diyorlar?

C. 34- Dai, yani davet eden; Hz. Peygamber (s.a.a.), halkı İslam dinine davet ettiğinden dolayı kendisine bu lâkap verilmiştir. Beşir, yani müjde veren; Resulullah (s.a.a), kendisine uyanları cennetle müjdelediğinden dolayı bu lâkapla anılmıştır.

Nezir, yani uyarıp korkutan; Hz. Peygamber (s.a.a), Allah'a ve kendisine uymayan fertleri cehennemin azabından korkuttuğundan dolayı bu lâkapla adlanmıştır.[230]

 S. 35- Hz. Peygamber (s.a.a)’in kaç çocuğu vardı?

C. 35- İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Resulullah (s.a.a)'in Hatice’den: Tahir, Kasım, Fatime, Ümm-i Gülsüm, Rukayye ve Zeyneb isminde altı çocuğu oldu.”

 Bir rivayete göre, Mariye’den, İbrahim isminde bir oğlu da olmuştur.

S. 36- Hz. Peygamber'in kaç amcası vardı ve isimleri nelerdi?

C. 36- Şeyh Tusi ve diğerlerin naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.a)'in dokuz amcası vardı, isimleri şöyledir: Zübeyr, Ebu Talip, Hamza, Gıydak, Zarrar, Mukavvim, Ebu Lehep, Abbas ve Haris.

Abdulmuttalib'in en büyük oğlu Haris idi, bundan dolayı Abdulmuttalib'e “Ebu Haris” (Haris'in babası) diyorlardı.

S. 37- Hz. Peygamber (s.a.a)’in amcalarından hangisi Hazretin en katı düşmanı idi?

C. 37- Ebu Leheb.

S. 38- Hz. Peygamber'in amcalarından hangisinin lakabı “Seyyid'üş- Şüheda” idi ve hangi savaşta şehit edildi?

C. 38- Amcası olan Hz. Hamza'nın lakabı “Seyyid'üş- Şüheda” idi; Uhud savasında ise şahadete erişti.

S. 39- Hz. Peygamber (s.a.a)’in müezzininin ismi ne idi?

C. 39- Bilal-i Habeşi.

S. 40- Peygamber-i Ekrem'in şairi kimdi?

C. 40- Hasan bin Sabit.

S. 41- Yeryüzünde Peygamber ve İmamların olması neden gereklidir?

C. 41- İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:

“Nebi veya İmam yeryüzünde olduğunda, Allah-u Teala azabı yeryüzünden kaldırır.”

Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurmuştur:

“Yıldızlar gök ehlinin emniyet vesileleridir; Ehl-i Beyt'im de yeryüzü ehlinin emniyet vesileleridir.”

Peygamber ve İmamların yeryüzünde olmalarının gerekliğinden maksat, biz insanların hidayeti ve mutluluğu içindir. Masum İmamlar her çeşit günahtan tertemiz olduklarından ve Allah'a isyan etmediklerinden dolayı, onların vücudunun bereketiyle göklerin bereketleri bizlere yağmaktadır.[231]

S. 42- “Güzel örnek” lakabı, Kur’ân’ın hangi sure ve ayetinde Peygamber-i Ekrem'e isnat edilmiştir?

C. 42- Ahzab suresinin 21. ayetinde buna değinilmiştir. Ayetin meali şudur:

“Ant olsun, sizin için, Allah ve ahret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulünde güzel örnekler vardır.”

S. 43- Kur’ân'da “Güzel örnek” tabiri kaç kişi hakkında söylenmiştir?

C. 43- Kur’ân'da sadece iki büyük şahsiyet hakkında bu tabir kullanılmıştır: Hz. İbrahim ve Hz. Peygamber (s.a.a)

S. 44- Neden Peygamber-i Ekrem (s.a.a), bütün peygamberlerin en üstünü olarak tanıtılmış, oysa ki onların hepsinden sonra peygamberliğe seçilmiştir?

C. 44- Bunun sebebi şudur ki, Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'ın vahdaniyetine ikrar eden ilk şahıstır. Zira Allah-u Teala, Peygamberlerden ahit alıp; “Elestu bi rabbikum” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurduğu gün, Resulullah (s.a.a) Allah'ın birliğini tasdik etmiştir; bu meselede herkesten öne geçtiğinden dolayı bütün peygamberlerden üstün olarak tanıtılmıştır.[232]

S. 45- “Resul” ve “Nebi” arasındaki fark nedir?

C. 45- “Nebi”, hiçbir insan vasıta olmaksızın Allah Teala tarafından haber veren bir kimsedir. Ama “Resul” Allah Teala tarafından halkı hidayet etmek için onlara gönderilen kimsedir. Resul’a elçi, mübelliğ, beşir ve nezir de denilmektedir. Öyleyse her resul nebidir, ama her nebi resul değildir.

S. 46- İslam'ın başlangıç tarihi nedir?

C. 46- İslam tarihi, Resulullah (s.a.a)'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği günden başlamıştır.

S. 47- Neden Hz. Peygamber’in hicreti İslam tarihinin başlangıç yılı olarak belirlendi?

C. 47- İslam Tarihinden önce “Amm'ul- Fil” (Peygamber'in doğduğu yıl) Arapların tarihinin başlangıç noktası idi. Ama Müslümanlar onu, İslam tarihinin ilk sayfası olarak kabul etmediler. Çünkü o gün, İslam ve imandan bir eser yoktu; hatta bi'set yılını da İslam'ın başlangıç tarihi saymadılar. Zira o gün Müslümanların sayısı üç kişiyi aşmıyordu. Ama hicretin ilk yılında, İslam ve Müslümanlara büyük zaferler nasip oldu. Medine'de bağımsız bir hükümet kuruldu, Müslümanlar avarelikten kurtulup bir noktada toplandılar. Hz. Peygamber'in hicreti ile yeni bir tarih sayfası açılmış oldu, Peygamber ve Müslümanlar çok baskılı olan bir muhitten, özgür ve müsait olan bir muhite ayak basmış oldular. Bu hicretin bereketiyle, İslam kendisi için siyasi ve askeri bir teşkilat kurup güçlü bir hükümet oldu. Eğer hicret olmasaydı, İslam Mekke muhitinde defnedilir, insanlık dünyası bu çok büyük feyizden mahrum kalmış olurdu. Bu zaferden dolayı hicret yılı İslam tarihinin başlangıç yılı olarak kabul edildi.[233]

S. 48- Peygamber-i Ekrem'in hicretinden önce Müslümanların tarihsel referansı ne idi?

C. 48- Hicretten önce Müslümanların tarih referansı, “Amm'ul- Fil” idi. Bunun sebebi şudur: Ebrehe'nin ordusu fillere binerek Ka'beyi yıkmak için Mekke'ye gelmişlerdi. Allah Teala Ebrehe ve ordusunu helak etti. Hicaz Arapları o yılı mübarek bildiklerinden dolayı, ismini “Amm'ul- Fil” yani “Fil Yılı” olarak koydular. Peygamber (s.a.a)'in doğumu da o yıla rastlamıştı. O olaydan 71 yıl, yani hicretin 18. Yılına kadar, “Amm'ul- Fil” Müslümanların tarihsel referansı idi. Ama dediğimiz tarihte Hz. Ali (a.s)’ınkılavuzluğuyla, Resulullah (s.a.a)'in Mekke'den Medine'ye hicreti Müslümanların tarihsel referansı olarak kabul edildi.

S. 49- Resulullah (s.a.a)’in, Medine'ye ulaştıktan sonra ilk işi ne idi?

C. 49- Resulullah (s.a.a)'in ilk işi, cami yaptırmak idi.

S. 50- Hz. Resulullah (s.a.a), Medine'ye vardıktan sonra kimin evine gitti?

C. 50- Ebu Eyyub-i Ensari'nin evine gitti.

S. 51- Hz. Resulullah (s.a.a), neden onca davet edenler arasında sadece Ebu Eyyub-i Ensari’nin evini seçti?

C. 51- Bunun iki sebebi olabilir:

1) Ebu Eyyub-i Ensari salih ve dürüst bir müslümandı, halkın açısından onun şahsiyetinde olumsuz bir nokta yoktu.

2) Medine'de ondan daha fakir bir kimse yoktu, bundan dolayı onun evini seçmek şu mesajı veriyordu:

a) Hz. Peygamber (s.a.a) bu işiyle, fakir ve muhtaçları himaye ediyordu.

b) Bu işiyle, Müslümanlara mütevazı olmalarını, fakirleri fakir olduklarından dolayı tahkir, zenginlere de zenginliklerinden dolayı ihtiram edilmemesini öğretiyordu.

c) Bu işiyle, zenginlerin kendisiylez yakın olmakla yoksulları O'nun çevresinden uzaklaştırma ümitlerini suya düşürmüş oluyordu.[234]

d) bu işiyle, servetin Allah katında üstünlük nişanesi olmadığını vurguluyordu.

e) Bu işiyle, Müslümanlara zahitlik dersi veriyordu.

f) O zamanda fakir birinin evine gitmek, bir çeşit alçak gönüllülük ve gururdan uzaklaşmaktı.[235]

S. 52- Hz. Resulullah (s.a.a)’in Medine'deki ilk mucizesi ne idi?

C. 52- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine-i Münevvere'ye hicret ettikten sonra, o şehre girdiğinde Müslümanlar devenin yularını tutup yalvararak O Hazreti evlerine davet ediyorlardı. Resululah (s.a.a) onlara cevaben şöyle buyurdu: “Devenin yularını bırakın, o kimin evinin önünde yatarsa, ben onun konuğu olurum.”

Bunun üzerine deveyi bıraktılar, deve hareket edip Ebu Eyyub-i Ensari'nin evine ulaştığında, onun kapısının önünde yattı. Ebu Eyyub, bunu görünce yüksek sesle: “Ey anne! Kapıyı aç. Zira kalplerin en değerli şahsı olan Hz. Muhammed (s.a.a) geldi” dedi.

Ebu Eyyub'un, gözleri kör olan annesi kapıyı açıp şöyle dedi: “Esef, yüz esef! Keşke gözüm olsaydı da Resulullah (s.a.a)'in nurlu yüzünü görseydim.”

Resulullah (s.a.a) bunu duyunca, lütfedip rahmet elini onun gözlerine çekti. O anda gözleri iyileşerek Hz. Peygamberin nurlu yüzünü gördü. Bu Resulullah (s.a.a)'in Medine'deki ilk mucizesi idi.

S. 53- Hz. Resulullah (s.a.a), ashap ve ailesiyle birlikte kaç yıl ve nerede iktisadi ambargoya tabi tutuldu?

C. 53- Üç yıl, Şi'bi Ebu Talib'de.

S. 54- Hz. Peygamber-in, Medine'ye hicret ettikten sonra ilk teşebbüsleri ne idi?

C. 54- Hz. Peygamber (s.a.a) cami yaptırdıktan sonra, yıllarca birbirleriyle savaşan “Evs” ve “Hazreç” kabilelerini barıştırdı; Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik akdi yaptı, İslami tevhidi, itikadi bağlılığı ve kardeşliği, kabilevi ilişkiler yerine geçirdi; verdiği bu emirle gerçekte İslami toplumun anayasasını Medine'de tedvin etti; her şeyden yoksun cahilce sapık insanlardan; fedakar, cömert ve kardeş bir toplum oluşturdu. İkinci yıldan itibaren, İslam düşmanlarının saldırıları karşısında kendilerini savunup onlara karşı koyabilmek için teşkilatlı bir güç kurdu.

S. 55- Hz. Resulullah (s.a.a)'in gazvelerinin (savaşlarının) sayısı kaçtır?

C. 55- Hz. Peygamber'in gazvelerinin sayısı hakkında görüş ihtilafı vardır; On dokuzdan, yirmi yediye kadar diyenler olmuştur; ama sadece dokuz gazvede savaş ve çatışma çıkmıştır.

S. 56- “Gazve” ile “Seriyye” arasındaki fark nedir?

C. 56- Resulullah (s.a.a)'in bizzat kendisinin katıldığı savaşlara “Gazve” diyorlar. Ama Hz. Peygamber'in zamanında O’nun emriyle vuku bulan savaşlara “Seriyye” diyorlar.

S. 57- Resulullah (s.a.a) kaç gazvede şahsen düşmanla savaştı ve o gazvelerin isimleri nedir?

C. 57- Dokuz gazvede düşmanla savaştı; o gazveler isimleri şunlardır:

Bedir.

Uhud.

Hendek.

Beni Kureyza.

Hayber.

Feth-i Mekke.

Huneyn.

Beni Mustalak.

Taif.

S. 58- Müslümanların, İslam'ın ilk yıllarındaki savaşlarda sloganları ne idi?

C. 58- Müslümanların Bedir ve Uhud savaşındaki sloganları; “Ya nasrellah! İkterib!” (Ey İlahi yardım! Yaklaş). Beni Nazir savaşındaki sloganları; “Ya Ruh'ul- Kudüs! Erih” (Ey Ruh'ul Kudüs! Rahatlık ver). Beni Mustalak savaşındaki sloganları; “Ela İlellah'il- Emir!” (Bilin ki bütün işler Allah'a doğrudur!). Tebuk savaşındaki sloganları; “Ya Ehad! Ya Samed!” (Ey tek olan! Ey ihtiyacı olmayan!) Mekke Fethi’ndeki sloganları ise; “Nehnu İbadullahi hâkken” (Biz Allah'ın gerçek kuluyuz) idi.[236]

S. 59- Handek savaşı hangi yılda vuku buldu ve Hz. Peygamber, düşmanın ordusunun saldırısını önlemek için ne gibi bir plan uyguladı?

C. 59- Handek savaşı, Hicretin beşinci yılında, Ebu Süfyan'ın komutanlığında düşmanın saldırısıyla vuku buldu. Müslümanlar, Selman-i Farisi'nin önerisi ve Resulullah (s.a.a)'in kabul etmesiyle, kafirlerin karşısında doğal bir engel oluşturmak için Medine'nin etrafında bir Handek (kanal) kazdılar.

S. 60- Medine etrafında Handek kazmak ne kadar sürdü?

C. 60- Handek kazmak bir ay sürdü, Resulullah (s.a.a)'in kendisi de handek kazmakta onlara yardım ediyorlardı.

S. 61- Handek savaşının diğer ismi nedir ve neden o isimle meşhur oldu?

C. 61- Handek savaşının diğer ismi “Ahzab”dır. Çünkü Kureyş bütün Araplardan yardım isteyip her kabileden bir ordu hazırlamıştı; bundan dolayı bu isimle meşhur oldu.

S. 62- Hz. Peygamber (s.a.a), hangi savaşta, “Ali (a.s)’ındarbesi, insan ve cinlerin ibadetinden daha üstündür” buyurdular?

C. 62- Handek savaşında Hz. Ali (a.s. ) Amr bin Abduved'e galip gelince, Hz. Resulullah (s.a.a) o sözü buyurdular.

S. 63- Resulullah (s.a.a): “Bugün İslam'ın tümü. küfrün tümüyle karşı karşıyadır” sözünü nerede ve hangi şahsiyeti kastederek buyurdular?

C. 63- Handek savaşında Hz. Ali (a.s. ) düşman ordusunun kahramanı olan Amr bin Abduved'le karşı karşıya geldiğinde, Hz. Peygamber (s.a.a) mezkur sözü buyurdular.

S. 64- Bedir savaşı hangi yılda vuku buldu?

C. 64- Hicret'in ikinci yılında.

S. 65- Bedir savaşında Hz. Peygamber’in ashabı ve düşmanın ordusu kaç kişi idi?

C. 65- Bedir savaşında düşmanın ordusunun sayısı 950, Müslümanların sayısı ise 313 kişi idi. Bununla birlikte Müslümanlar iman gücü ve tam bir fedakarlıkla savaşıp düşmanları yenilgiye uğrattılar.

S. 66- Uhud savaşı hangi yılda ve nerede vuku buldu?

C. 66- Uhud savaşı Hicretin üçüncü yılında, Medine dağlarının kenarında vuku buldu.

S. 67- Uhud savaşında Müslümanların yenilgisine sebep olan en önemli etkenler nelerdi?

C. 67- Uhud savaşında Müslümanların yenilgisine sebep olan en önemli etkenlerden dördü şunlardır:

1) Münafık bir şahıs olan Abdullah bin Ubey'in, en hassas bir zamanda İslam ordusunun takriben üçte birini oluşturan adamlarıyla Medine'ye geri dönmesi.

2) Askeri disipline riayet etmemek ve işlerde kargaşalık.

3) Müslümanların kaçmasında etkili olan Peygamber'in öldürülme haberinin yayılması.

4) Müslümanların direnişinin kırılması.[237]

S. 68- Müslümanların “Bedir” savaşında galip, “Uhud” savaşında ise yenilgiye uğramalarının sebebi ne idi?

C. 68- Müslümanların Bedir savaşında galip gelmesinin nedeni, onların Allah yolunda cihat etmek, O'nun rızasına erişmek ve tevhit dinini yaymak dışında bir gayelerinin olmamasıydı. Ama Uhud savaşında ilk zaferden sonra bir çok müslümanın hedef ve niyeti değişti. Kureyş’in geride bıraktığı ganimetler, bir çok müslümanın ihlasını bozdu ve Peygamber'in emirlerini unutturdu.

S. 69- Meleklerin kendisine gusül verdiği gencin ismi ne idi ve bu vakıa hangi savaşta vuku buldu?

C. 69- Bu gencin ismi Hanzele idi, meleklerin ona gusül verme vakıası Uhud savaşında vuku buldu. Olay şöyledir: Hanzale'nin evlenme gecesi geldiğinde Resulullah (s.a.a), geceyi evlenmek töreniyle geçirmesi için ona izin verdi. Hanzele o gecenin sabahı güsul etmeden önce savaş meydanına koştu, Ebu Süfyan'ı yere serdikten sonra Kuryş ordusundan mızraklı bir kişi vasıtasıyla şahadete erişti. Resulullah (s.a.a): “Ben meleklerin Hanzele'ye gusül verdiğini gördüm” buyurdular. Bundan olayı ona “Gasil'ul- Melaike” dediler.[238]

S. 70- Uhud savaşında Resulullah (s.a.a)’i savunan fedakar kadınlardan birinin ismi ne idi?

C. 70- Onun ismi “Nesibe”, Künyesi ise “Ümmü Amr” idi. O, İslam askerlerine su ulaştırmak için Uhud savaşına katıldı. Ama Resulullah (s.a.a)’in tehlikede olduğunu görür görmez, su kırbasını yere koydu, elindeki olan kılıçla o hazreti savunmaya başladı.

S. 71- Hicretin kaçıncı yılında ay tutulmasından dolayı Resulullah (s.a.a) ayet namazı kıldılar?

C. 71- Hicretin beşinci yılında.

S .72- Hac hangi yılda farz kılındı ve onunla ilgili ayet hangisidir?

C. 72- Bu konu hakkında iki görüş vardır: Bazılar, hicretin altıncı yılında hac emrinin nazil olduğu, bazıları da hicretin dokuzuncu yılında şu ayetin: “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman tarafından) kuşatılırsanız, artık size kolay gelen kurbanı gönderin.” [239] nazil olmasıyla haccın farz kılındığını söylüyorlar.

S. 73- Resulullah (s.a.a) hangi yıl ve hangi savaşta havf (korku) namazı kıldılar?

C. 73- Hicretin altıncı yılında “Zat'ur- Rika” savaşında korku namazı kıldılar.

S. 74- Hz. Resulullah’ın ağzının mübarek suyuyla Hz. Ali (a.s)’ın gözünün ağrısının iyileşme meselesi, nerede ve ne zaman vuku buldu?

C. 74- Heyber savaşı ve Hayber'i feth ettikleri zamanda vuku buldu. Resulullah (s.a.a)'ın ashabından bazıları Hayber'i fethetmeye muvaffak olamayınca hazret şöyle buyurdular: “Bu bayrağı yarın öyle bir kişiye vereceğim ki, o Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever; Allah, Hayber'i onun eliyle fethedecektir.” Sonra; “Ali nerededir?” diye sordu. “Gözleri ağrıyor, hareket etmeye gücü yoktur.” dediler. Resulullah (s.a.a); “O'nu getirin” buyurdular. Hz. Ali'yi Resulullah (s.a.a)'in yanına getirdiklerinde onun başını dizlerinin üzerine koyup mübarek ağzının suyunu gözlerine sürdüler, o anda ağrısı iyileşti... Nihayet Hayber kalesini fethetti.

S. 75- Fetih suresi ne zaman nazil oldu ve verdiği müjde ne idi?

C. 75- Fetih suresi, hicretin yedinci yılında, Hz. Resulullah (s.a.a) Hudeybiye'den döndüklerinde o hazrete nazil oldu ve Hayber fethini müjdeledi.

S. 76- Mute savaşı ne zaman vuku buldu ve o savaşın çıkmasına sebep ne idi?

C. 76- Mute savaşı, Hicretin sekizinci yılında vaki oldu; sebebi de şu idi: Resulullah (s.a.a) Haris bin Umeyr-i Ezdi'yi bir mektupla Şam'ın etrafında yeralan “Busr'a” kasabasının hakimine doğru gönderdi; Mute bölgesine yetiştiğinde, Kayser dergahının büyüklerinden biri onunla karşılaştı ve onu öldürdü. Bu haber Hz. Peygamber (s.a.a)'e ulaştığında ordunun savaş için hazırlanmasını emretti...

S. 77- Hz. Peygamber (s.a.a), savaş zamanları ashabıyla istişare ediyor muydu?

C. 77- Evet, istişare ediyordu. Örneğin: Bedir savaşında, Kureyş'in kervanı Müslümanların elinden kurtulup kaçtığı ve düşmanının da yeterli bir teçhizatla Mekke'den savaş için hareket ettiği bir sırada, Resulullah (s.a.a) savaşmak için ashabının görüşünü aldı, onlarla istişareden sonra savaşmaya karar verdi.

S. 78- “Amm'ul- Vufud” hangi yıldır, bunun manası nedir ve hangi surede buna değinilmiştir?

C. 78- Hicretin dokuzuncu yılında, İslam'ın askeri gücü, Arabistan'ın çoğu yerlerine hakim olduğunda, Arab'ın azgın kabileleri yavaş- yavaş Müslümanlara yakınlaşmayı ve onların dinini kabullenmeyi düşündüler. Bundan dolayı Arab'ın çeşitli kabilelerinin önderleri ve bazı gruplar kendi önderleriyle birlikte Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek İslam'ı kabul ettiklerini açıkladılar. Kabilelerin vekilleri Medine'ye o kadar gelip gittiler ki o yıla “Amm'ul- Vufud” adını koydular. Vufud, “heyetler”demektir; “Amm'ul- Vufud”, yani “heyet ve elçilerin geldiği yıl”. Kur'ân-ı Kerim Nasr suresinde, bu heyetlerin gelişi ve İslam'ın zaferinden söz etmiştir.

S. 79- “Tebuk” nedir ve Tebuk gazvesi hangi yılda vuku bulmuştur?

C. 79- Tebuk çeşmenin kenarında yapılan yüksek ve sağlam bir kalenin ismiydi. Bu kale Suriye sınırında, Hicaz ve Şam yolunun arasında yer almıştı. Tebuk gazvesi de hicretin 9. Yılında meydana gelmiştir.

S. 80- “Ceyş'ul- Usre” neyin ismidir ve neden bu isimle meşhur olmuştur?

C. 80- Ceyş'ul- Usre, İslam ordusunun adı idi, Resulullah (s.a.a) ordusuyla Medine ve Tebuk yolu arasında çok zorluklarla karşılaştıklarından dolayı o hazretin ordusuna Ceyş'ul- Usre denilmiştir.

S. 81- Resulullah (s.a.a)’in en son katıldığı gazvenin ismi ne idi?

C. 81- Tebuk Gazvesi’dir

S. 82- Cihad-ı Esğer ve Cihad-ı Ekber'den maksat nedir?

C. 82- Resulullah (s.a.a)’in buyurduğuna göre, “Cihat-ı Esğer” (küçük cihad) yani savaş meydanında düşmanla savaşmak; ama Cihad-ı Ekber (büyük cihad) yani nefsi isteklerle mücadele etmek, demektir.

S. 83- İslam'da yapılan ilk tabut ne zaman ve kimin için yapıldı?

C. 83- Hicretin sekizinci yılında, Resulullah'ın kızı ve Ebu'l As bin Rebi'nin de hanımı olan Zeyneb vefat ettiğinde onun için bir tabut yaptılar ve bu İslam'da yapılan ilk tabuttur.[240]

S. 84- Resulullah'ın miraç kıssası Kur'ân'ın hangi sure ve ayetinde zikredilmiştir?

C. 84- Bu kıssa, “İsra” suresinin ilk ayetinde zikredilmiştir, “Necm” suresinin ayetlerinde de ona değinilmiştir. Allah Teala İsra Suresinin ilk ayetinde şöyle buyuruyor: “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O Allah münezzeh (ve yücedir). Gerçekten O, işiten ve görendir.”

S. 85- Resulullah'ın miraçı ne zaman vuku bulmuştur?

C. 85- Hicretten altı ay önce, diğer bir nakle göre bi'setin ikinci yılında vuku bulmuştur. Ama İbn-i İshak ve İbn-i Hişam Hz. Peygamber (s.a.a)'in miraçının bi'setin onuncu yılında vuku bulduğunu söylüyorlar. Beyhaki de miraçın, bi'setin on ikinci yılında vuku bulduğunu vurgulamaktadır.

S. 86- Resulullah (s.a.a) kaç defa miraça gitti?

C. 86- İmam Sadık (a.s)'ın rivayetine göre 120 defa miraça gitti.[241]

S. 87- Miraç'ta hz. Resulullah’a ne gibi şeyler tavsiye edildi?

C. 87- Bütün miraçlarda Allah Teala, Hz. Ali ve ondan sonraki İmamların velayet ve imametini, diğer farzlardan daha çok tavsiye etti.

S. 88- Resulullah (s.a.a)’in miracı, ne şekilde idi?

C. 88- Pek çok rivayetler, Hz. Peygamber’in miracının ruhani değil cismani olduğunu bildirmekteler.

S. 89- Resulullah (s.a.a)’in miracının sebebi ne idi?

C. 89- İmam Seccad (a.s. ) bu hususta şöyle buyuruyor: “Allah Teala'nın Hz. Peygamber'i miraaa götürmesi; hakikatleri, cennet ve cehennemi, ilginç ve harika yaratıklarını, onların sır ve remizlerini, hilkat aleminin genişliğini ve sonsuz kudretinin eserlerini O Hazret'e göstermek ve O’nu bunlardan haberdar kılmak içindi.”

S. 90- miraç gecesinde Resulullah (s.a.a)’in kendisiyle miraca gittiği bineğin ismi ne idi?

C. 90- Burak idi.

S. 91- Resulullah (s.a.a) miraç yolculuğuna nereden başladı?

C. 91- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) miraç yokluğuna bacısı Ümmü Hani’nin evinden başladı, Filistin'de vaki olan Beyt'ul- Mukaddes'e doğru hareket etti, Beyt'ul- Lehm'i (Hz. İsa'nın doğum yerini), peygamberlerin ev ve eserlerini gördükten kısa bir süre sonra o noktadan göklere doğru üruç etti (yükseldi).

S. 92- “Menzilet” hadisini kim buyurmuş ve kimin hakkında buyrulmuştur?

C. 92- Menzilet hadisini Resulullah (s.a.a) Hz. Ali hakkında buyurmuştur. Hadis şöyledir: “Ya Ali, sen bana nispet, (menzilet-makam açısından) Harun'un Musa'ya olan nispeti gibisin; şu farkla ki, benden sonra bir peygamber olmayacaktır.”

Bu hadiste “menzilet” lafzı geçtiğinden dolayı menzilet hadisiyle meşhur olmuştur.

S. 93- Resulullah (s.a.a)’in çocuklara selam vermesinin sebebi ne idi?

C. 93- Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Çocuklara selam vermeyi, benden sonra sünnet olması için ölünceye kadar terk etmeyeceğim” [242]

S. 94- Ramazan ayının orucu ne zaman farz kılındı?

C. 95- Ramazan ayının orucu, hicretin ikinci yılı Şaban ayının sonunda farz kılındı. Bakara Suresinin 183. ayeti orucun farz kılınması, 184 ve 185. ayetleri de orucun zaman ve süresi hakkındadır.

S. 95- Neden Allah Teala, Hz. Peygamberin ümmetine otuz gün, diğer ümmetlere ise otuz günden fazla oruç farz kıldı?

C. 95- Resulullah (s.a.a) bir Yahudi'nin sorusunun cevabında şöyle buyurdular: “Hz. Adem cennette nehy edildiği ağaçtan bir miktar yediğinde, o yediği şey otuz gün onun karnında baki kaldı. Bundan dolayı Allah Teala onun nesline otuz gün aç ve susuz kalmayı farz kıldı. Daha sonra o otuz günü, “Oruç” adıyla benim ümmetime farz kıldı.”

Resulullah (s.a.a) sözünün devamında şu ayeti okudu: “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki, sakınırsınız” [243]

S. 96- Fıtra zekatı, ne zaman farz kılındı?

C. 96- Hicretin ikinci yılında Fıtır (Ramazan) bayramı günü, Fıtra zekatı farz kılındı.

S. 97- İlk fıtır ve kurban bayramı namazı, ne zaman ve kimin vasıtasıyla kıldırıldı?

C. 97- Hicretin ikinci yılında Hz. Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla kıldırıldı.

S. 98- Resulullah (s.a.a) neden erkek evlat sahibi olamadı (erkek evlatları yaşamadı)?

C. 98- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sebebi şudur ki, Resulullah (s.a.a) nebi ve resul olarak yaratıldı, Ali (a.s) da O’nun vasisi ve halefisi (yerinde oturanı) olarak yaratıldı. Eğer Resulullah (s.a.a)'in erkek çocuğu olsaydı, O hazretten sonra O'nun halifesi olup, Hz. Ali'den öne geçmiş olurdu; neticede Hz. Ali (a.s)’ınvasilik ve halifeliği gerçekleşmiş olmazdı.” [244]

S. 99- Hz. Peygamber (s.a.a)’in en büyük kızının ismi ne idi ve hangi yılda vefat etti?

C. 99- Hz. Peygamber (s.a.a)'in en büyük kızı Zeyneb idi, bi'setten önce teyzesi oğlu Ebu'l As’la evlenmişti, hicretin sekizinci yılının sonlarında vefat etti.

S. 100- Hz. Peygamber (s.a.a)’in yakın ashabından bir kaç kişinin ismi ne idi?

C. 100- Hz. Peygamber (s.a.a)'in yakın ashabının isimleri şunlardır:

Selman-ı Farisi. (Hz. Ali onu Lokman-ı Hekim'den üstün biliyordu.)

Ebuzer-i Gifari. (Hz. Peygamber (s.a.a) onu ümmetin sıddıkı ve zühtte de İsa bin Meryem'in bir benzeri kabul ediyordu.)

Ebu Ma'bed Mikdad bin Esved.

Bilal bin Riyah-i Habeşi. (Hz. Peygamber (s.a.a)'in müezzini.)

Cabir bin Abdullah-i Ensari. (Bedir savaşına katılan ve “Er'bain günü” İmam Hüseyin'in kabrini ilk ziyaret eden şanı yüce sahabedir.)

Huzeyfe bin Yemani.

Ebu Eyyub-i Ensari. (Resulullah (s.a.a) Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde onun evine misafir oldular.)

Halid bin Said bin As. (İlk iman edenlerdendir. Onun Müslüman olmasının sebebi şudur: Uykuda bir ateşin alevlendiğini görüyor, babası onu o ateşe atmak istiyor, fakat Resulullah onu kendisine doğru çekip ateşten kurtarıyor. Bundan dolayı uykudan uyanınca gidip Müslüman oluyor.)

Huzeyme bin Sabit-i Ensari.

Zeyd bin Harise.

Ebu Ducane.

Abdullah bin Mes'ud-i Hüzeli.

Ammar bin Yasir.

Kays bin Asım-i Minkari.

S. 101- “Beni Selim” kabilesinden bin kişilik bir grubun imanına sebep olan kertenkele meselesi ne idi?

C. 101- Bir gün göçebe bir Arap kertenkeleyi elbisesinin kolunda saklayıp Hz. Peygamber (s.a.a)'in yanına gelerek yüksek bir sesle: “ Bu kertenkele sana iman etmedikçe ben iman etmem.” deyip kertenkeleyi yere attı. Resulullah (s.a.a); “Ey kertenkele!” diye buyurdu. Kertenkele herkesin işiteceği açık bir dille; “Buyurun, emredin” dedi. Resulullah (s.a.a); “Kime tapıyorsun?” diye sordu. Kertenkele, “Arşı gökte, rahmeti cennette, azabı da cehennemde olan Allah'a” dedi. Resulullah (s.a.a); “Ben kimim?”diye buyurdular. Kertenkele; “Sen alemlerin rabbinin resulü ve Peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdik eden kurtuluşa erer, seni tekzip eden ziyana uğrar.” dedi.

Göçebe Arap bunları duyunca çok etkilenip Hz. Peygambere dönerek şöyle dedi:

“Şehadet ederim ki, Allah birdir, eşi yoktur, sen ise O'nun Resulüsün.”

Göçebe Arap bunları dedikten sonra kamil bir imanla kabilesine doğru döndü, onları İslam'a davet etti, neticede onun kabilesinden bin kişi Müslüman oldu.[245]

S. 102- “Tebliğ” ayeti nerede ve hangi münasebetten dolayı Resulullah'a nazil oldu?

C. 102- Tebliğ ayeti, Hz. Peygamber'in son haccı olan Haccet'ul- Veda’da Hz. Ali (a.s)’ınvelayet ve hilafetiyle ilgili nazil oldu. Ayetin Meali şöyledir:

“Ey Peygamber, Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun, Allah seni insanlardan koruyacaktır.” [246]

S. 103- Hz. Peygamber’in Hz. Ali'yi halife seçmesiyle ilgili ayet ne zaman nazil oldu?

C. 103- Resulullah (s.a.a) Veda Haccından dönerken “Gadir-i Hum” denilen yerde nazil oldu.

S. 104- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'yi halife seçerken ne buyurdular?

C. 104- Resulullah (s.a.a) öğle namazını Gadir-i Hum'da kıldırdıktan sonra halk devenin eğerleriyle Resulullah (s.a.a) için bir minber yaptılar. Resulullah (s.a.a) Allah'a hamt ve senadan sonra Hz. Ali (a.s)’ınelini tutup şöyle buyurdular:

“Ben kimin mevlası isem, Ali de onu mevlasıdır; Allah'ım’ Ali'yi seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, yardımını ondan esirgeyene yardımını esirge.”

S. 105- Kur’ân'ın en son ayeti nerede Resulullah (s.a.a) 'e nazil oldu ve bu ayet hangi surededir?

C. 105- Kur’ân’ın en son ayeti, Hz. Peygamber (s.a.a) Haccet'ul- Veda'da Hz. Ali'yi kendisine vasi ve halife tayin ettikten sonra nazil oldu. Bu ayet, Maide suresinin üçüncü ayetidir. Ayetin meali şöyledir:

“Bugün küfre sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkamaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi size tamamladım ve bir din olarak İslam'ı seçip, beğendim.”

S. 106- Hz. Peygamber’in en son haccının ismi nedir?

C. 106- Resulullah (s.a.a)'in en son haccının çeşitli isimleri vardır. Örneğin:

Haccet'ul- Veda.

Haccet'ul- Kemal.

Haccet’ut Temam.

Haccet’ul- Belağ.

S. 107- Gadir-i Hum vakasının, ebedileşmesinin sebebi nedir?

C. 107- Gadir-i Hum vakıasının edebileşmesinin sebeplerinden biri, iki ayetin bu önemli vakıa hakkında nazil olmasıdır. Kur’ân var oldukça, bu tarihi vakıa da var olacaktır. O iki ayet, Maide Suresinin 67. ayetiyle 3. ayetidir.

S. 108- Hicretin onuncu yılında Medine'ye gelerek iman eden, fakat doğum yerine döndükten sonra peygamberlik iddiasında bulunan şahsın ismi nedir?

C. 108- Bu şahsın ismi Museyleme’dir. Vatanına döndükten sonra peygamberlik iddiasında bulundu, bazı saf veya mutaassıp insanları çevresine topladıktan az müddet sonra, bir grup ashabıyla birlikte öldürülerek bu batıl davası da temizlenmiş oldu.

S. 109- Resulullah (s.a.a), ömrünün son anlarında usul-u dinden hangi aslı savundu?

C. 109- Resulullah (s.a.a) mübarek ömrünün son anlarına kadar, halifenin asıl ekseninden sapmaması için imamet esasını savundu. Hz. Ali (a.s)’ınhilafetini yazılı olarak sağlamlaştırmak ve kendisinden sonra canlı bir senet bırakmak için şöyle buyurdular: “Önemli bir şeyi yazmam için bana kâğıt ve mürekkep getirin”

Ama risalet ve imamet makamına saygısızlık yapan bir grup kimseler, Ömer başta olmak üzere “Peygamber sayıklıyor” diyerek o mektubun yazılmasına mani oldular.

S. 110- Acaba Hz. Peygamber'den sonra imamet ve önderlik makamı, nasla olan bir makam mı, yoksa seçimle olan bir makam mıdır?

C. 110- Bu konuda Müslümanlar arasında iki görüş vardır; Şiiler, imamet ve yöneticilik makamının tensibi bir makam (yani Allah'ın emriyle) olduğuna inanmaktalar. Ama Sünniler, bu makamın intihabi bir makam olduğunu (yani Hz. Peygamber’den sonra ümmetin önderini halkın seçmesi gerektiği) kanaatindeler. Elbette bu iki grup, kendi görüşleri için, çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir.

S. 111- Hz. Peygamber (s.a.a)'i öldürmek komplosunda rolü olan Ebu Leheb'in hanımının ismi ne idi?

C. 111- Ümmü Cemil idi.

S. 112- Küfrün ele başlarından olup atını Hz. Peygamber (s.a.a)’i öldürmek için besleyen ve sonunda Hz. Peygamber'in eliyle öldürülen şahsın ismi nedir?

C. 112- Ubey bin Halef'tir.

S. 113- Vahyin katipleri kaç kişiydi ve isimleri nedir?

C. 113- Onların meşhurları şunlardır:

Hz. Ali bin Ebi Talib.

Abdullah bin Mes'ud.

Zeyd bin Sabit.

Muaz bin Cebel.

Ubey bin Ka'b.

S. 114- Resulullah (s.a.a)'in bize emanet bıraktığı iki değerli şey nedir?

C. 114- İki değerli emanetin biri Kur’ân, diğeri ise Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyti'dir.

S. 115- Kur’ân'ın içeriği kaç mevzudan ibarettir?

C. 115- Kur’ân'ın içeriği dört mevzudan ibarettir:

Akaid.

Şeriat ve kanunlar (ibadat ve muamelat).

Ahlaki sözler.

Eğitici öyküler.

S. 116- Kur’ân'ın tahriften korunmasına sebep olan etken nedir?

C. 116- Resulullah (s.a.a)’in ileri görüşlüğü (tedbiri), Müslümanların Kur’ân'ı ezberlemeleri, onu yazma ve yayınlamadaki çaba ve gayretleri.

S. 117- Resulullah (s.a.a)'in mucizeleri kaç kısımdır?

C. 117- Resulullah (s.a.a)’in mucizeleri yedi kısma ayrılır:

Semavi cisimlere ait olan mucizeler: Ayın ikiye bölünmesi, güneşin geri çevrilmesi; yağmur, mâide (sofra), yemek ve meyvelerin gökten inmesi.

Cansız ve canlı varlıklardan görülen mucizeler: Taş ve ağacın Hazrete selam vermesi, O’nun emriyle ağacın hareket etmesi; elinde kumların tesbih ve zikir etmesi ve hurma yaprağının Ebu Ducane'ye kılıç olması gibi.

Hayvanlarda görülen mucizeler: Âl-i Zuheyr'in buzağısının konuşup halkı o Hazretin peygamberliğine davet etmesi; kurdun, devenin, kertenkelenin ve zehirlenmiş koyunun konuşmaları gibi.

Ölüleri diriltmek ve hastalara şifa vermek hakkındaki mucizeler: Hz. Ali (a.s)’ıngözünün ağrısının O Hazretin mübarek ağzının suyuyla iyileşmesi; bir kaç hurmayla kaç bin kişiyi doyurması; parmaklarının arasından çıkan suyla bir grup insanların at ve develerinin suya kanması; etini yediği ceylanı diriltmesi, Muaz bin Afra'nın elini iyileştirmesi gibi.

Düşmanların şerrinin etkili olmaması hakkındaki mucizeler: Alay edenlerin helak olması, Utbe bin Ebi Leheb'in aslan vesilesiyle parçalanması gibi.

O Hazretin şeytan ve cinlere musallat olması ve onlardan bazılarının iman etmesi hususundaki mucizeleri.

Gayptan haber vermekle ilgili mucizeler.[247]

S. 118- Hz. Peygamber (s.a.a)’in daima diri ve ebedi olan mucizesi nedir?

C. 118- Hz. Peygamber (s.a.a)'in ebedi olan mucizesi, Kur’ân-ı Kerim'dir. Kur’ân sadece lafız, fesahat ve belağat açısından mucize değildir, belki mana, ahkam ve kanunlara sahip olma açısından da mucizedir. İlim ilerledikçe, İslam ve Kuran'ın ebedileşme sırrı daha da aydınlanıyor.

S. 119- Mucize nedir?

C. 119- Mucize, diğer kimselerin yapmasından aciz olduğu olağan üstü bir iştir. Mucize şu özelliklere sahip olmalıdır:

İnsanların, hatta yeteneklilerin gücünün üzerindeki bir iş olmalıdır.

Tehaddiyle (meydan okumakla) birlikte olmamalıdır.

Nübuvvet iddiasıyla birlikte olmalıdır. (Bu özellik Peygamberlere mahsus).

S. 120- Acaba Hz. Peygamber (s.a.a) kendisinden istenilen bütün mucizeleri yapıyor muydu?

C. 120- Hz. Peygamber (s.a.a)'den mucize istemeleri, eğer gerçekten doğru ve hakikati tanımak için olsaydı, Hazret Allah'ın izniyle mucize yapardı. Ama mucize istemeleri bahane veya alay için olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.a) o isteği kabul etmezdi.

S. 121- Acaba peygamberler, mucize göstermekte Allah'ın iznine muhtaç mıydılar?

C. 121- Evet Allah'ın iznine muhtaçtılar.

S. 122- Mucize, sihir ve büyü arasındaki fark nedir?

C. 122- Sihirbazlar, bazı eğitim ve öğretimlerle sihir ve büyücülük yapıyorlar. Ama peygamberlerin mucizesi Allah'ın onlara verdiği kudretle olmaktadır; hiçbir eğitim ve öğretime ihtiyaçları yoktur. Sihirbazlar ancak birkaç şeyde sihir yapabilirler, ama peygamberler her çeşit olağan üstü işler yapıyorlar.

S. 123- Peygamberlerin özelliklerinden biri olan masumiyetten maksat nedir?

C123- Peygamberlerin masumiyetinden maksat, onların kendi risalet (görev)lerinde yanılıp hata yapmamalarıdır. Onlar sahip oldukları ilim ve yakinden dolayı, günah yapmaz ve günah yapmayı akıllarından bile geçirmezlerdi.

S. 124- Kur’ân'da zikredilen “Hatem’un- Nebiyyin”den maksat nedir?

C. 124- Hatem’un- Nebiyyin'den maksat, peygamberlik döneminin sona ermesi, artık vahiy yoluyla yeni bir dinin gelmeyeceği ve İslam dininin İlahi dinlerin en sonuncusu olmasıdır.

S. 125- Neden peygamberler insan türünden idiler?

C. 125- Peygamberlerin insan türünden olmasının sebebi, yapatıklarının, biz insanlar için örnek olması içindir. Eğer insan cinsinden olmayıp biz insanlar gibi yaşamasaydılar, usve ve örnek olarak tanıtılmazlardı. Bundan dolayı peygamberler bizim gibi yiyip içiyor, evleniyor, hayatlarını sürdürmek etmek için çalışıyor ve bir süre sonra bu dünyadan göçüyorlardı. Vahiy yoluyla Allah Teala ile ilişkileri sayesinde, hakikat peşinde olan insanlar için yaşam örneği idiler.[248]

S. 126- İlk İslami antlaşmanın ismi nedir bu antlaşma nerde yapıldı ve onun içeriği ne idi?

C. 126- İlk İslami antlaşmanın ismi, Akabe antlaşması'dır. Bi'setin on ikinci yılında Medine halkından bir grup insanlar müslüman olduktan sonra, on iki kişiden oluşan bir grupla Medine'den hareket edip Akabe'de Resulullah (s.a.a) ile görüştüler. İlk İslami antlaşma orada yapılmış oldu. Antlaşmanın içeriği şöyle idi:

Aşağıdaki vazifelerle amel etmemiz için Resulullah (s.a.a)'le antlaştık:

Allah'a ortak koşmayacağız.

Hırsızlık ve zina yapmayacağız.

Çocuklarımızı öldürmeyeceğiz.

Birbirimize iftira etmeyeceğiz.

Kötü işler yapmayacağız, iyi işlerde itaat edeceğiz.[249]

S. 127- “Dar’ün- Nedve” nedir?

C. 127- Dar’un- Nedve, Kureyş büyüklerinin, zorluk ve sorunlara çözüm yolu bulmak için toplandıkları yerin ismidir.

S. 128- Alkollü ve genel olarak sarhoş edici meşrubatın haram kılınmasıyla ilgili ayet hangi yılda inmiştir?

C. 128- Alkollü meşrubat ve sarhoş edici şeylerin haram kılınma emri, hicretin dördüncü yılında Hz. Peygamber (s.a.a)'e nazil oldu.[250]

S. 129- Resulullah (s.a.a) kadınlardan nasıl bey'at aldı ve bey'atin sebebi ne idi?

C. 129- Bey'atin alınma şekli şöyle idi: Resulullah (s.a.a) suyla dolu bir kab getirmelerini istedi, kabı getirdiklerinde hazret içine biraz esans döktüler, sonra elini onun içine daldırıp Mümtehine suresinin şu on ikinci ayetini okudular:

“Ey Peygamber, mümin kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarnı öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak (Gayr-i meşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), maruf (iyi ve yararlı bir iş) konusunda sana isyan etmemek üzere, sana bey'at etmek amacıyla geldikleri zaman, onların bey'atlerini iste. Şüphesiz Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.”

 Sonra yerinden kalktı ve kadınlara şöyle buyurdu: “Kur’ân'dan okuduğum şartlarla bana bey'at etmek isteyenler kabın içerisindeki suya elini dokundurarak mezkur şartlara vefalı kalacağını bildirsinler.”

Bu bey'atin sebebi, Mekkeli kadınlar arasında iffetli olmayan kadınların olması idi. Onlardan bey'at alınmadığı takdirde iğrenç işlerine, gizlide de olsa devam etmeleri ihtimali vardı.

S. 130- Kıblenin Beyt'ul- Mukaddes’ten Ka'be'ye doğru değişmesinin emri hangi yılda Hz. Peygamber'e nazil oldu ve bunun sebebi ne idi?

C. 130- Hicretin ikinci yılında kıblenin değişme emri Hz. Peygamber'e nazil oldu. Bunun sebebi ise şu idi: Yahudiler, kendisini kamil bir din bilen İslam'ın müstakil bir kıblesinin olmamasını onun için bir eksiklik sayıyor ve İslam'ın evrensel bir din olduğuna inanmıyorlardı. Zu Kıbleteyn Mescidi, o önemli vakıanın anısıdır.[251]

S. 131- Arapların Hz. Peygamber (s.a.a)’in önderliğinde yaptığı ilk hac merasimi ne zaman ve hangi yılda yapıldı?

C. 131- Hicretin 8. Yılı zilkade ayının yarısında yapıldı. Yani Hz. Peygamber (s.a.a) Huneyn ganimetlerini bölüp bitirdikten sonra, haccın manevi merasimine hazırlandılar.

S. 132- Hz. Peygamber (s.a.a) hicretin 8.yılında Mekke'yi terk edince, Mekke'ye kimi vali tayin etti ve bunun sebebi ne idi?

C. 132- Hz. Peygamber (s.a.a), hicretin 8. Yılında Mekke'yi terk ettiklerinde, sabırlı ve akıllı bir genç olan Attab bin Esid’i Mekke'ye vali tayin etti. Bu bölgenin siyasi ve dini işlerini doğru bir şekilde idare etmek ve gıyabında bir kargaşalık çıkmaması için bazılarının o bölgede görevlendirilmesi gerekiyordu.

S. 133- Neden Hz. Peygamber (s.a.a) onca yaşlı kişilerin olmasına rağmen yirmi yaşındaki bir genci Mekke'ye vali tayin etti?

C. 133- Hz. Peygamber (s.a.a) yeni Müslüman olmuş 23 yaşındaki bir genci (Attab bin Esid'i), Mekke'ye vali tayin ederek onu bir çok yaşlılara tercih etmekle vehimler seddini kırdı. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ameliyle, yüksek makamlara erişmenin liyakate bağlı olduğunu ve yaş küçüklüğünün layık olduğu takdirde buna mani olmadığını ispatlamış oldu.

S. 134- “Dırar” mescidi, kimin emriyle, nerede ve ne hedef için yapıldı?

C. 134- Dırar Mescidi, Ebu Amir'in (Uhud savaşının meşhur şehidi olan Hanzale’nin babası) emriyle Kuba denilen köyde Müslümanların camisi karşısında yapıldı. Ebu Amir, din ve dini kültürün hakim olduğu bir ülkede dini yıkmak için en iyi vesilenin din adından su istifade ederek her şeyden daha fazla dine zarar verebileceğini hissetmişti. Bundan dolayı Dırar Mescidi’ni yapmaya teşebbüs etti.

S. 135- Resulullah (s.a.a)’in, yerle bir edilmesi, direklerinin yakılması, yerinin de bir müddete kadar çöplük olarak kullanılmasını emrettiği caminin ismi nedir ve onun yıkılması ne gibi sonuçlar doğurdu?

C. 135- O caminin ismi Dırar idi. Onun yıkılması, nifak grubunun gövdesine çok ağır darbe indirdi. Artık o günden sonra, bu nifak grubunun bağları çözülmüş oldu. Onların tek himayecisi olan “Abdullah bin Ubey” de Tebuk savaşından iki ay sonra öldü, onun ölmesiyle bu nifak ordusu daha bir bozguna uğradı.

S. 136- Resulullah (s.a.a)’in, Hz. Ali'yi Yemen'e gönderirken ona yaptığı dört önemli tavsiye ne idi?

C. 136- Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurdu:

Dua ve münacatı kendine meslek edin, zira dua genellikle icabetle beraberdir.

Tüm hallerinde şükredici ol. Çünkü şükretmek nimetin çoğalmasına sebep olur.

Bir kimse veya bir grupla anlaşma yaptığında, o anlaşmayı saygılı say.

Halka hile yapmaktan, onları aldatmaktan sakın. Zira kötü adamların hileleri kendilerine döner.

 S. 137- “Ulu'l- Azm” ne demektir ve kaç peygamber Ulu'l- Azm olarak tanıtılmıştır?

C. 137- Peygamberlerden beş tanesi şeriat (kitap ve risalet) sahibi olduklarından dolayı onlara “Ulu'l- Azm” denilmiştir. Onlar şunlardır:

Hz. Nuh.

Hz. İbrahim.

Hz. Musa Hz. İsa.

Hz. Muhammed.[252]

S. 138- “Ulu'l azm” olan pegamberlerin isimleri hangi surede geçmiştir?

C. 138- Ulu'l- Azm peygamberlerin isimleri, Ahzab suresinin yedinci ve Şura suresinin on üçüncü ayetlerinde geçmiştir.

S. 139- Hz. Peygamber’in neseb-i şerifini beyan edin?

C. 139- Hz. Peygamber'in nesebi (babaları) şöyledir:

Abdullah.

Abdulmuttalib.

Haşim.

Abdumenaf.

Kusay.

Kelab.

Murre.

Ka'b.

Luvey.

Galiba.

Fihr.

Malik.

Nizar.

Mead.

Adnan.

Adnan'a kadar Hz. Peygamber (s.a.a)'in nesep silsilesi hakkında, nesep uzmanları arasında görüş ittifakı vardır. Ama Adnan'dan Hz. Adem'e dek bir çok görüş ihtilafı vardır. Bundan dolayı bir rivayete göre Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Benim nesebim Adnan'a yetiştiğinde oroda durun”[253]

S. 140- Hz. Peygamber (s.a.a)’in nesep silsilesi kaç vasıtayla Hz. Adem’e ulaşıyor?

C. 140- Kırk sekiz vasıtayla Hz. Adem'e ulaşıyor. Bu silsile içerisinde Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Nuh, Hz. İdris gibi peygamberler de bulunmaktadır.

S. 141- Cahiliye asrında Hz. Peygamber'in birinci ceddi olan Abdulmuttalib'in sünnet edindiği ve Allah Teala'nın da İslam kanununda onu kabul ettiği beş şey nedir?

C. 141- Sünnet olan o beş şey şunlardır

Üvey annenin üvey evlâtlarına haram olması.

Hazinenin humusunun farz olması.

Zemzem kuyusundan hacılara su vermenin gerekliği.

Öldüren insanın diyetinin 100 deve olarak kararlaştırılması.

Ka'be'nin etrafında yedi defa tavaf etmek.

S. 142- Hangi zamanda, Arabistan yarım adasında puta tapma sünnetinin kökü kazıldı?

C. 142- Hicretin dokuzuncu yılında Mekke'de Hz. Ali vasıtasıyla Bereat suresi ve Resulullah (s.a.a)'in bildirisi okunduktan dört ay geçmişken müşrikler grup-grup tevhit dinine yöneldiler. Böylece hicretin onuncu yılının yarılarında, Arabistan yarım adasında puta tapmanın kökü kesilmiş oldu.

S. 143- Hangi tarihte öğle, ikindi ve yatsı namazları dört, akşam namazı ise üç rek'at olarak farz kılındı?

C. 143- Hicretten önce beş vakit namazlar, ikişer rekat olarak kılınıyordu. Ama hicretin ilk yılında Allah'ın emriyle misafir olmayanların namazlarına yedi rekat daha artırıldı; yani öğle, ikindi ve yatsı namazları dörder rekat, akşam namazı ise üç rekat olarak kılındı.

S. 144- Ezan ve ikamet ne zaman, ibadi müstahap vazifelerden sayıldı?

C. 144- Hicretin ilk yılında.

S. 145- Allah Teala'nın, Enfal suresinin 45, 46 ve 47. ayetlerinde Müslümanlara tavsiye ettiği zafer ve galibiyetin remzi (sırrı) nedir?

C. 145- Allah Teala'nın Müslümanlara açıkladığı altı zafer ve galibiyet remzi şunlardır.

Dayanıklı olmak.

Allah'ı çokça zikretmek.

Allah ve Resulüne itaat etmek.

Çekişmemek ve birliği korumak.

Sabretmek (direnmek).

Azgınlık ve gösteriş yapmamak.[254]

S. 146- Hicap (örtünme) emri ne zaman nazil oldu?

C. 146- Hicretin beşinci yılında Nur suresinin 31. ayetinin nazil olmasıyla kadınlar için örtünme farz kılındı.

S. 147- Özel ibadetgahlarında Allah Teala ile münacat eden peygamberler kimlerdi?

C. 147- Üç Peygamber özel ibadethaglarında Allah Teala’yla münacat etmişlerdir:

Hz. Musa Tur dağında, Hz. Yunus denizde balığın karnında, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de Beyt'ul- Mamur’da.[255]

S. 148- “Hilf'ul- Fudul” antlaşması ne idi ve niçin bu isimle meşhur oldu?

C. 148- Nakl edilğine göre cahiliye döneminde Fuzeyl bin Hars, Fuzeyl bin Vidaa, ve Mufazzal isminde üç kişi, Mekke'de mazlumları savunacaklarına dair yemin ettiler. Bu üç kişinin ismi “Fadl” maddesinde ortak olduğundan dolayı onların antlaşması “Hilf'ul- Fudul” olarak meşhur oldu. İlginç şu ki Resulullah (s.a.a) de bu antlaşmaya katılmıştı.[256]

S. 149- Allah'ın yarattığı ilk şey ne idi?

C. 149- Bir hadiste şöyle geçmiştir:

“Allah'ın yaratığı ilk şey, Hz. Muhammed (s.a.a) ile Hz. Ali (a.s)’ınnurlarıydı.”

S. 150- Hz. Peygamber’in söz ve amellerinin tümüne ne diyorlar?

C. 150- Sünnet ve siret diyorlar.

S. 151- Peygamberler vasıtası ile halka iletilen teklifler (ahkam), onların kendilerini de kapsıyor muydu?

C. 151- Evet, onların kendilerini de kapsıyordu; bazen onların vazifeleri daha ağır oluyordu da diyebiliriz.

S. 152- Hz. Peygamber (s.a.a), halkı hidayet ve irşat etmesine ve onca çektiği zahmetlere karşılık, halktan ücret istiyor muydu?

C. 152- Hayır, istemiyordu; hiçbir peygamber de istememiştir.[257]

S. 153- Acaba sadece peygamberler mi adaleti hakim kılmakla mükelleftirler?

C. 153- Hayır, halkın kendisi de kıyam edip onu hakim kılmakla mükelleftirler. Nitekim Kur’ân şöyle buyuruyor:

“Ant olsun, biz peygamberimizi apaçık olan belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye...” [258]

S. 154- “Velime” nedir? Resulullah (s.a.a) kaç şey hakkında onu tavsiye etmiştir?

C. 154- Velime, ziyafet manasına gelmektedir. Resulullah (s.a.a) beş şey için velime verilmesini tavsiye etmiştir: Evlenmek, yeni doğan çocuk, çocuğun sünnet edilmesi, yeni ev almak, hac seferinden dönmek.

S. 155- Resulullah (s.a.a) açısından komşuluk haddi ne kadardır?

C. 155- Dört taraftan kırk ev komşu sayılmaktadır.

S. 156- İslam'da hangi kanun ve kuralların uygulanması farz kılınmıştır?

C. 156- Allah, Resulullah, masum İmam veya O'nlar tarafından toplumda vekil tayin edilen şahısların koydukları kanunların uygulanması farzdır.

S. 157- Hz. Peygamber (s.a.a) açısından, bütün bereketler ne zaman İslam ümmetinden kaldırılmış olur?

C. 157- İslam ümmeti (Müslümanlar) iyiliğe emr, kötülükten nehiy etmedikleri zaman.

S. 158- Hz. Peygamber (s.a.a) açısından, ne zaman yer ve gökten İslam ümmetinin yardımına koşan bulunmaz?

C. 158- Emr-i bil’maruf ve nehy-i an'il münkerden yüz çevirdikleri zaman.

S. 159- Hangi yollarla, gerçek peygamberi gerçek olmayan sahte peygamberlerden ayırt edip tanımak mümkündür?

C. 159- Üç yolla peygamberleri tanımak mümkündür:

Mucizesinin olması.

Önceki Peygamberin onun gelmesini müjdelemesi .

Onun peygamberlik iddiasının doğruluğuna delalet eden nişanelerini (güvenilir ve yalancı olmaması gibi) araştırmak.

S. 160- Resulullah (s.a.a) ne günü ve nerede vefat ettiler?

C. 160- Resulullah (s.a.a), Hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde Pazartesi günü Medine-i Münevvere'de vefat ettiler.

S. 161- Resulullah (s.a.a) kaç yaşında iken vefat ettiler?

C. 161- 63 yaşında.

S. 162- Resulullah (s.a.a)'in, gusül, kefen ve defin işlerini kim yaptı?

C. 162- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s).

S. 163- Resulullah'ın nübüvvet suresi kaç yıl sürdü?

C. 163- Yirmi üç yıl, yani 40 yaşından 63 yaşına kadar.

S. 164- Hz. Peygamber'in hayatı kaç döneme ayrılır?

C. 164- Üç döneme ayrılır:

Peygamberlikten önceki dönem (kırk yıl).

Peygamberlikten sonra Mekke'deki dönem (13 yıl).

Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonraki dönem (10 yıl).

S. 165- Peygamber 'in merkad-i şerifi (mezarı) nerededir?

C. 165- Medine-i Münevvere'de Mescid'ün- Nebi'nin kenarındadır.

 



[1] - İkbal’ul- A’mal, c. 3, s. 121.

[2] - Kafi, c. 8, s. 301.

[3] - Tabakat, c. 1, s. 106.

[4] - Kafi, c. 6, s. 34.

[5] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 1, s. 245.

[6] - Kısas’ul- Enbiya-i Ravendi, s. 316.

[7] - Tabakat, c. 1, s. 111.

[8] - Tabakat, c. 1, s. 112-117.

[9] - Sire-i İbn-i İshak, s. 68.

[10] - El- İsabe, c. 4, s. 115. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 1, 36.

[11] - Kemal’ud- Din, c. 1, s. 172.

[12] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 121.

[13] - Sire-i İbn-i İshak, s. 73. Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 191. Tarih-i Teberi, c. 2, s. 32.

[14] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 128.

[15] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 128.

[16] - Sire-i İbn-i İshak, s. 81. Tarih-i Teberi, c. 2, s. 34.

[17] - Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 40.

[18] - Misbah’ul- Müteheccid, s. 732.

[19] - Keşf’ul- Ğumme, c. 2, s. 136. Fusul’ul- Muhimme, s. 147. Ensab’ul- Eşraf, c. 1, s. 98. Şezerat’uz- Zeheb, c. 1, s. 14.

[20] - El- Hisal, c. 2, s. 404. Kurb’ul- Esnad, s. 9. Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 340.

[21] - İstiâb, c. 2, s. 721. Usd’ul- Ğabe, c. 7, s. 84. el-İsâbe, c. 4, s. 62. Tezkiret’ul- Havas, s. 303.

[22] - Kafi, c. 4, s. 149.

[23] - Kemal’ud- Din, c. 3, s. 345.

[24] - İstiâb, c. 3, s. 1090-1095.

[25] - Tarih-i Teberi, c. 2, s. 62.

[26] - Tarih-i Teberi, c. 2, s. 62.

[27] - El-Huccet-u Ala’z- Zahib, s. 249.

[28] - Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 350.

[29] - Tabakat, c. 1, s. 125.

[30] - Kısas’ul- Enbiya, s. 317.

[31] - Kafi, c. 8, s. 340.

[32] - Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 355.

[33] - Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 358.

[34] - Tabakat, c. 1, s. 228.

[35] - Kafi, c. 8, s. 339.

[36] - Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 256.

[37] - Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 254.

[38] - Emali-yi Tusi, s. 342. Tefsir-i Ayyaşi, c. 2, s. 73.

[39] - Emali-yi Tusi, s. 336.

[40] - Kafi, c. 8, s. 246.

[41] - Tefsir-i Ayyaşi, c. 2, s. 72.

[42] - Kafi, c. 4, s. 245.

[43] - Zehair’ul- Ukba, s. 67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s. 18.

[44] - Bihar’ul- Envar, c. 22, s. 514-531.

[45] - Bihar’ul- Envar, c. 22, s. 151.

[46] - Kafi, c. 1, s. 440.

[47] - Kafi, c. 1, s. 225.

[48] - Kafi, c. 1, s. 226.

[49] - A’raf/158.

[50] - Sebe/28.

[51] - Ahzab/40.

[52] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 80.

[53] - Nehc’ul- Belağa, hutbe: 160.

[54] - Mecmuât’ul- Verram, c. 1, s. 20.

[55] - Sahifet’ur- Rıza (a.s), s. 88.

[56] - Kafi, c. 6, s. 18.

[57] - Ahzab/56.

[58] - Kafi, c. 2, s. 492.

[59] - Muniyet’ul- Murid, s. 347.

[60] - Mekarim’ul- Ahlak, s. 39.

[61] - Sünen’ün- Nebi, s. 268.

[62] - Mekarim’ul- Ahlak, s. 13.

[63] - Bihar, c. 16, s. 236.

[64] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 240.

[65] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 229.

[66] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 229.

[67] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 215.

[68] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 216.

[69] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 232.

[70] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 232.

[71] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 233.

[72] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 235.

[73] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 235.

[74] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 235.

[75] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 233.

[76] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 240.

[77] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 240.

[78] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 241-246.

[79] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 246-247.

[80] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 248.

[81] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 248-249.

[82] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 248-249.

[83] - Bazı hadislerde ise abdestten sonra yüz ve ellerin havlu veya mendille kurulanmamasının müstahap olduğu zikredilmiştir. (Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 251.)

[84] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 258, hadis: 43.

[85] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 264.

[86] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 260.

[87] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 269, hadis: 83

[88] - Mizan’ul- Hikme, c. 5, s. 354.

[89] - Bihar’ul- Envar, c. 78, s. 243.

[90] - Kenz’ul- Ummal, hadis: 25346.

[91] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 270.

[92] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 271.

[93] - Mekarim’ul- Ahlak, c. 1, s. 59.

[94] - Mekarim’ul- Ahlak, c. 1, s. 58.

[95] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 259, hadis: 45.

[96] - Vâki / 35-36.

[97] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 295.

[98] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 295.

[99] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 294.

[100] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 295.

[101] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 296.

[102] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 298.

[103] - Kalem/4.

[104] - Kafi, c. 2, s. 671.

[105] - Kafi, c. 2, s. 671.

[106] - Âl-i İmran/159.

[107] - Mekarim’ul- Ahlak, c. 1, s. 45.

[108] - a.g.e. c. 1, s. 66.

[109] - Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 226-228.

[110] - Mecmuat’ul- Verram, c. 2, s. 117.

[111] - Bihar’ul- Envar, c. 74, s. 339.

[112] - Vesail’uş- Şia, c. 11, s. 122.

[113] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 54.

[114] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 46.

[115] - Bihar’ul- Envar, c. 2, s. 110.

[116] - Bihar’ul- Envar, c. 75, s. 372.

[117] - Fusul’ul- Muhimme, s. 8. Mecma’uz- Zevaid, c. 9, s. 172.

[118] - Bihar’ul- Envar, c. 77, s. 46.

[119] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 107.

[120] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 23.

[121] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 45.

[122] - Bihar’ul- Envar, c. 22, s. 454.

[123] - Leâl’il- Ahbar, c. 2, s. 272.

[124] - Yenabi’ul- Mevedde, s. 445.

[125] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 71.

[126] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 105.

[127] - Tuhaf ‘ul- Ukul, s. 39.

[128] - Mevaiz’ul- Adediyye, bab. 6, fasıl 4, hadis: 1.

[129] - Savaik’ul- Muhrika, s. 87.

[130] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 69.

[131] - Yenabi’ul- Mevedde, bab. 94, s. 494.

[132] - Cami’us- Seadat, s. 2, s. 202.

[133] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 23.

[134] - Cami’us- Sağir, s. 1, s. 415.

[135] - Bihar’ul- Envar c. 77, s. 75.

[136] - Bihar’ul- Envar c. 77, s. 88.

[137] - Sünen-i Tirmizi, hadis: 4036.

[138] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 81.

[139] - Hisal-u Saduk, c. 2, s. 254.

[140] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 107.

[141] - Feraid’us- Simtayn, s. 5. Erceh’ul- Metalib, s. 461.

[142] - Hisal-u Saduk, c. 1, s. 320.

[143] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 21.

[144] - Müsned-i Ahmet b. Hanbel, c. 3, s. 49.

[145] - Tefsir-i Keşşaf, s. 4, s. 220.

[146] - Bihar’ul- Envar, c. 77, s. 47.

[147] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 88.

[148] - Bihar’ul- Envar, c. 77, s. 58.

[149] - Cami’us- Seadat, c. 2, s. 12.

[150] - Muhammed / 33 Bihar, c. 8, s. 186; c. 93, s. 168

[151] - Bihar, c. 69, s. 407

[152] - Bihar, c. 16, s. 295. Adresi sorulacak!!!

[153] - Bihar, c. 68, s. 155

[154] - Bihar, c. 74, s. 168

[155] - Bihar, c. 1, s. 206

[156] - Bihar, c. 22, s. 272. Hz. Ali’nin kardeşi Cafer Mevte savaşında kolları kesilerek şahadete erişti. Allah Teala, iki eli karşılığında cennette uçması için ona iki kanat verdi.

[157] - Tevbe / 75 -77

[158] - Bihar, c. 22, s. 40

[159] - Bihar, c. 22, s. 145

[160] - Bihar, c. 94, s. 70

[161] - Bihar, c. 22, s. 135

[162] - “Allah’ım, sana karşı yaptığım birçok günahlarımı bağışla ve sana yaptığım az itaatimi kabul buyur.”

[163] - Bihar, c. 6, s. 197

[164] - Bihar, c. 22, s. 155

[165] - Bihar, c. 22, s. 157

[166] - Bihar, c. 94, s. 21

[167] - Bihar, c. 74, s. 152

[168] - Bihar, c. 73, s. 277

[169] - Nisa / 69

[170] - Bihar, c. 17, s. 14

[171] - Bihar’ul-Envar, c. 22; s. 83

[172] - Bihar’ul-Envar, c. 43, s. 283

[173] - Bihar’ul-Envar, c. 47, s. 374

[174] - Bihar’ul Envar,c.104,s. 37

[175] - Bihar’ul-Envar,c.6,s.220

[176] - Bihar’ul Envar, c.16, s. 214

[177] - Bihar’ul-Envar,c. 77,s. 136

[178] - Bihar’ul - Envar,c. 20,s. 63

[179] - Bihar’ul - Envar,c. 77,s. 182

[180] - Bihar’ul - Envar,c. 78,s. 108

[181]- Bihar, c. 82, s. 319

[182] - Tâha / 1-2

[183] - Bihar, c. 17, s. 257 ve 287

[184] - İran Padişahı.

[185] - Rum kıralı.

[186] - Bihar, c. 16, s. 282; c. 73, s. 123 ve 126; c. 79, s. 322

[187] - Bihar, c. 22, s. 60 ve 100; c. 96, s. 117; c. 103, s. 127. Bu öykü, üç rivayetten istifade edilerek nakledilmiştir.

[188] - Bihar, c. 18, s. 108; c. 69, s. 383; c. 71, s. 384

[189]- Bihar, c. 72, s. 258

[190]- Bihar, c. 71, s. 296

[191] - “Tanıklık ediyorum ki, Allah’dan başka ilah yoktur ve Muhammed de O’nun elçisidir.”

[192]- Bihar, c. 22, s. 75; c. 68, s. 282

[193]- Yâsin / 78 Bihar, c. 18, s. 202

[194]- Bihar, c. 6, s. 306

[195] - Bihar, c. 76, s. 273

[196] - Tevbe / 49

[197] - Bihar, c. 21, s. 193

[198] - Bihar, c. 75, s. 95

[199] - Bihar, c. 15, s. 392

[200] - Bihar, c. 15, s. 401

[201] - Bihar, c. 96, s. 279

[202] - Bihar, c. 22, s. 131; c. 75, s. 281

[203] - “Azim olan Allah (bütün noksan sıfatlardan münezzehtir), O’na hamd ediyorum, yüce ve azim olan Allah’ın gücü ve kudreti dışında bir güç ve kudret yoktur.”

[204] - “Allah’ım! Beni kendi tarafından hidayet et, fazl ve ihsanından bana akıt, rahmetinden bana yay ve bereketinden bana indir.”

[205] - Bihar, c. 86, s. 19

[206] - Nebe / 18

[207] - Bihar, c. 7, s. 89

[208] - Bihar, c. 6, s. 254

[209] - Bihar, c. 94, s. 56

[210] - Bihar, c.103, s. 248

[211] - Bihar, c. 74, s. 56

[212] - Bihar, c. 43, s. 296

[213] - Bihar, c. 82, s. 92

[214] - Bihar, c. 96, s. 158. Uddet’ud-Dai kitabında ise şöyle nakledilmiştir: “… adeta ateş yemektedir.”

[215] - Çünkü düşman savaş meydanında Peygamber (s.a.a)’in öldüğünü ilan etmişti.

[216] - Bihar, c. 22, s. 62

[217] - Sire-i Halebi, c. 1, s. 93.

[218] - El-Mizan c. 19, s. 93.

[219] - Al-i İmran/144.

[220] - Ahzab/140.

[221] - Muhammed/2.

[222] - Fetih/29.

[223]- Saf/6.

 [224] - Muntehe'l- A'mal, c. 1, s. 52; Şeyh Abbas-i Kummi.

[225] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 57; Muhammed İştihardi.

 [226] - Şuara/214.

[227]- Çardeh Ahter-i Tabnak, s. 21; Ahmed Bircendi.

[228] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 91; Muhammedi İştihardi.

[229] - En'am/92. İlel'uş- Şerayi, c. 1 s. 151. Mektebe gitmediğinden dolayı, Ümmi denildiğini de söyleyenler olmuştur.

[230] - İlel'uş- Şerayi, c. 1 s. 154. Şeyh Saduk.

[231] - Bir rivayete göre: "Yeryüzü hiçbir zaman hüccetsiz kalmaz; yeryüzünde Allah'ın hücceti olmazsa, yer kendi ehlini içine çeker; bir anda her şey yok olup gider."

[232]- İlel'uş- Şerayi c. 1 s. 151. Diğer sebebi de şu olabilir ki, Allah-u Teala bütün kainatı o hazretin mübarek varlığından dolayı yaratmıştır, O’nun hilkat nuru, bütün peygamberlerden öncedir; ilim, takva, sabır, şecaat vb. şeyler açısından da onlardan çok ileride idi; kitabı da bütün semavi kitaplardan üstündür. Bunlardan dolayı diğer peygamberlerden daha üstün ve faziletli olmuştur.

[233]- Furuğ-u Edebiyet, c. 1 s. 435. Ayetullah Cafer Subhani.

[234] - Çünkü zenginler Peygambere, "Bunları kendinden uzklaştır, biz sana uyalım" diyorlardı.

[235] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam (s.a.a) s. 106.

[236]- Nigah-i ber Zindeganiy-i Peygamber-i İslam (s.a.a), s. 117

[237]- Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 127.

[238] - Furuğ-u Edebiyet, c. 2, s. 42.

[239] - Bakara/196.

[240]- Diğer bir nakle göre ilk tabut Hz. Fatıma (a.s. )'ın emriyle onun için yaptırılmıştır.

[241] - Beyt'ul- Ahzan, Şeyh Abbas-i Kummi.

[242]- İlel'uş- Şerayi, c. 1, s. 157.

[243]- İlel'uş- Şerayi, c. 2, s. 79.

[244]- İlel’uş- Şerayi, c. 1 s. 159.

 [245]- Dastanha-i Şenideni ez Çehardeh Masum (a.s), s. 23, Muhammed İştihardi.

[246] - Maide/67.

[247]- Münteha'l Amal, c. 1, s. Şeyh Abbas-i Kummi.

[248] - Şinaht-ı İslam, s. 57, Hüsyin Rudseri...

[249] - Furuğ-u Edebiyet, c. 1 s. 406.

[250] - Bu konuyla ilgili ayet, Bakara Suresinin 219. Ayetidir.

[251] - Çehardeh Ahter-i Tabnak s. 39, Bircendi.

 [252]- Ulu'l- azm gerçi irade, karar ve istikamet sahipleri anlamınadır. Ama İamlarımızın tefsirlerinde müstakil şeriat ve kitap sahipleri manasına tefsir edilmiştir Eğer ayette geçen "min'er- rusul" kelimesindeki "min" harfi te'biz için olursa, peygamberlerden bazıları "Ulu'l- Azm" olurlar, hepsi değil. Ama "min" harfi beyan için olursa, o zaman bütün peygamberler Ulu'l- Azm olarak kastedilmiş olurlar.

 [253] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam (s.a.a) s. 18.

 [254] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam (s.a.a), s. 124.

 [255] - Meraği Tefsiri, c. 27, s. 18.

 [256]  - Bundan dolayı da çok mutluydu, bazen onu anıp iftihar ediyordu.

 [257] - Hz. Peygamber (s.a.a) sadece; “Zahmetlerime karşılık akrabalarıma sevgi gösterin” buyurmuştur.

 [258] - Hadid/25.