Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri
Fahrettin
ALTAN
1.
Cild
|
|
Adı: |
Muhammed, Ahmed (s.a.a). |
Lakapları: |
Resulullah (s.a.a), Hatemul-Enbiya. |
Künyesi: |
Ebul-Kasım. |
Baba-Ana: |
Abdullah, Âmine. |
Doğumu: |
Rebiul-Evvel ayının 17sinde (Miladi 571), Cuma günü
şafak vakti Mekkede doğdu. |
Evliliği: |
Resulullah (s.a.a) evlendiği zaman yirmi beş, İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne
göre Hz. Hatice de yirmi sekiz yaşında idi. |
Nübüvvet Dönemi: |
Kırk yaşında, peygamberliğe seçildi.
Peygamberliği on üç yıl Mekkede ve on yıl da Medinede olmak
üzere 23 yıl sürmüştür. Nübüvveti, Recebin 27sinden (M.610)
başlamıştır. |
Hicreti: |
Mekke'den Medine'ye Sefer ayının ilk gününde. |
Rıhleti: |
Hicretin 11. yılı Sefer ayının 28inde, 63
yaşında Medine-i Münevverede dünyadan göçmüştür. |
Mezarı: |
Medinede Mescidün-Nebinin yanında. |
Yaşam Dönemi: |
1)Nübüvvet öncesi dönem 40 yıl. 2)Nübüvvet ve Mekkede put perestlerle mücadele dönemi 13 yıl. 3)Mekkeden Medineye hicret, İslam hükümlerinin icrası,
İslam hükümetinin istikrarı ve İslam dininin
yayılması ve neşri için çaba ve gayret dönemi
-yaklaşık 10 yıl-. |
Çocukları: |
Hz. Peygamber'in Haticeden; Kasım, Tahir; Ümmü Gülsüm, Rukayye,
Zeyneb ve Fatıma adlı altı çocuğu, Mariyeden de
İbrahim adında bir oğlu vardı. Resulullah'ın,
Fatıma (a.s) hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde
vefat ettiler. Hz. Peygamberin nesli, Hz. Fatımadan devam
etmiştir. |
İÇİNDEKİLER
HZ. RESULULLAHIN FAZİLETLERİ
VE SİRESİ
Resulullah (s.a.a)in Evrensel Risaleti
Resulullah (s.a.a)in Son Peygamber Oluşu
Resulullah (s.a.a)in Emanettarlığı
Uykudan Kalktığında Secde Etmesi
Resulullah (s.a.a)in Tevazusu
Resulullah (s.a.a)in Cesareti
Resulullah (s.a.a)in Ümmetine Karşı
Şefkati
Resulullah (s.a.a)in Yemek Yiyişi
Resulullah (s.a.a)in Su İçişi
Resulullahın Güzel Koku Kullanması
Resulullah (s.a.a)in Elbise Giyişi
Resulullah (s.a.a)in Davranışı
Resulullah (s.a.a)in Musafahası
Resulullah (s.a.a)in Oruç Tutuşu
Resulullahın Mizahı ve Gülüşü
Resulullah (s.a.a)in Adap ve Ahlakı
HZ. RESULULLAHIN SÖZLERİNDEN KIRK
HADİS
Müslümanların Meseleleriyle İlgilenmek
Allahın Lanetine Uğrayan Alim!
Resulullahın, Ümmeti İçin
Konuşmasını Bilen...
Ehl-i Beyti Vücuttaki Baş Gibi Bilmenin
Gerekliliği
Zengine Zenginliği İçin Boyun Eğmek!
Şehitlerin Kanlarından Daha Üstün Mürekkep
Altı Cümlede Altı Yüz Bin Söz!
Ümmetin İhtilaftan Kurtulması İçin Bir
Vesile
Kırk Gün İhlasla Amel Etmenin Neticesi
Kıyamet Günü Ağlamayacak Gözler
Beş Şeyin Beş Şeyden Önce Ganimet
Oluşu
Allahın Kalp ve Amellere Bakması
Yumuşaklık ve Sertliğin Özellikleri
Hacca Gitmeden Ölen Kimsenin Hali
3- Peygamber
(s.a.a)in Mizahı
5- Resulullah
(s.a.a)den Beş Tavsiye
7- Allahın
Beğendiği Dört Haslet
19- Hz.
Peygamber in Gülümsemesi
21- Resulullah
(s.a.a)in Ağlaması
22- Âmanın
Yanında Hicabı Korumak!
23- Kötü
Ahlaklılık Kabir Azabına Sebep Olur
25- Ya
Resulellah! Bana Tavsiye Et!
28- Çaba
Veya Zengin Olma Yolu
32- Cennet
Bahçelerini Dünya Hurmasına Satan Şahıs!
34- Amel
Defterinde Küçük Yalan
42- Peygamber
(s.a.a)in Mantıksız İşlere Karşı Çıkması
43- Peygamber
(s.a.a)in Süt Annesine Şefkati
46- Cennetin Sekiz
Kapısının Açılmasına Sebep Olan Zikir
47- Ümmetinden On
Grup Mahşerde
48- Hz. Peygamberin
Ölülerle Konuşması
49- Bir Salavata
Karşılık Yedi Yüz Salavat
50- Hz. Peygamber
(s.a.a) Açısından Kadının Görevleri
51- Peygamber
(s.a.a)in Süt Kızkardeşine İhtiramının
Sırrı
54- Halktan Bir
Şey İstememek Şartıyla ...
HZ. RESULULLAH
(S.A.A)'İN HAYATIYLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR
ÖNSÖZ
Hamd-u sena Allaha, salat ve selam
Peygambere ve Onun tertemiz Ehl-i Beytine olsun. İnsanları
şaşkınlıktan kurtarmak, cehaleti gidermek, zulümle mücadele
yapmak ve beşerle yaratıcısının irtibatını
sağlamak yolunda bütün varlıklarını vakfeden ve
insanlığa ışık tutmak ve hidayet nişanelerini
göstermek için didinen ve bu yüce hedefler uğruna aziz canlarından
geçen vahiy ve risalet muhafızları, hak ve adalet koruyucuları
olan Hz. Peygamber ve Ehl-i Beytinin (Allahın salat ve selamı onların
hepsinin üzerine olsun) eserlerini yayınlamak, insanın akıl,
idrak ve fıtratına sunulan ve diğer hizmetlerin temeli olan en
büyük hizmettir.
İslamın doğru önder ve
şahsiyetlerini ve tarih boyunca tanınmayan masum İmamları
tanımak için en iyi yol, onların söz ve siyerlerine bakıp
onları can gözüyle okumaktır. Allaha hamd olsun ki, bu söz ve
siyerler bütün kin, düşmanlık, hadis yasaklama ve tahriflere
rağmen zaman aşımından korunup bugünün nesline ulaşmıştır.
Velayet aşıkları, kendi
mevlâlarının ve İslam dünyasının yüce
şahsiyetlerinin söz ve siyerlerini ve Hz. Peygamberin Gadir çöllerinin
kavurucu sıcağında yüz yirmi bin civarındaki kişiyi
bekletmesi ve deve semerleriyle minber yaparak onun üzerine çıkıp
hutbe okumasının ve coşkulu bir önsözünden sonra Hz. Alinin
elini tutup; Ben kimin mevlâsı isem
Ali de onun mevlâsıdır buyurmasının sebebinin ne
olduğunu, bütün dünya ve İslam alemine sunmalıdırlar.
Acaba neden Hz.
Peygamber (s.a.a), Hz. Aliyi sevenler hakkında iyi dua ve
düşmanları hakkında ise beddua etti.? Acaba Ali kimdi ki,
Allahın en seçkin Peygamberi ve yaratılış unsurunun en
üstünü 23 yıl boyunca, o kadar üzüntü ve zorluklardan ve insanları
putların esaretinden kurtardıktan ve özgürlük tadını
beşere tattırdıktan sonra, hayatının en son anlarında
ve ele geçmiş en kritik fırsatta, bu kadar titizlik ve ihtimamla Hz.
Aliyi Mevla unvanıyla, yani Allah Tealanın kendisi ve
Peygamberine tahsis ettiği bir sıfatla halka tanıtmaktadır?
Allahdan başka düşüncesi olmayan, insanın kurtuluşundan
başka risaleti olmayan ve manevi değerlerden başkasına
değer vermeyen Hz. Peygamber, Hz. Alinin vücudunda ne gördü ki onu
kendisine kardeş yaparak kendi yerine atadı?!
Veya Ehl-i Beytini,
Kurânın eşi, alemdeki hakikatlerinin tecelligahı ve
varlık esrarının hazinesi kılıp, onlara uymayı
hidayetin yegane garantisi ve dalalet yolunun setti olarak
tanıtmasının sebebi nedir acaba?!
Veya onları,
gökyüzünün parlak yıldızları ve kurtuluş gemisi olarak
tanıtmasının sebebi nedir?
Bunların (Ehl-i
Beytin) vücutlarında yatan sır nedir ki, bütün insanların
saadet ve kurtuluşu onlara uymakla gerçekleşmektedir?
İşte bu
soruların ve yüzlerce sorunun cevaplarını Hz. Ali ve
evladının siyer, ahlak ve düşünme hakkındaki vahye benzer
sözlerinin arasında aramak gerekir. Nehcul-
Belağa, Sahifetus- Seccadiyye,
Tuhaful- Ukul ve Şianın
diğer hadis kitaplarını iyice bir düşünerek, kelime-kelime,
satır-satır okuyup Kurân ve Resulullahın hadisleriyle mukayese
ederek, vasilerin son silsilesinin azametini anlamak gerekir.
Peygamber (s.a.a) ve
Ehl-i Beytinin tevhit, nübüvvet, imamet, mead, sabır, direniş, zulme
ve küfre karşı mücadele, ümitli olmak, değerleri diriltme
yolunda fedakarlık, emanet, doğruluk, dürüstlük, adalet, ihsan, vefa,
yiğitlik, cömertlik, insani keramet, izzet-i nefs, yüce himmetlilik,
iffet, kanaat, özgürlük, kardeşlik, ihlas, hamaset, gayret, korku, nifak,
heva ve heves, ahdi bozmak, hile, hıyanet, refah düşkünlüğü,
zulmü kabullenmek, zorbacı güçlerin karşısında teslim olmak
vb. şeyler hakkındaki sayısızca hadis ve rivayetlerini,
Ehl-i Beytin kimler olduklarını, imametin ne olduğunu,
halkın İmamlara başvurmasının gerekliliğinin
sırrının ne olduğunu, Peygamber'in halifesi olmanın ne
anlam taşıdığını, Al-i Muhammedin İslamda
ne kadar büyük hakkı olduğunu anlamaları için Biharul Envar, Vesailuş- Şia, Vafi,
İleluş- Şerayi, Tevhid-i Saduk, İhticac-ı
Tabersi, Uyun-u Ahbarur- Rıza,
Tuhaful- Ukul, Mişkatul- Envar
gibi büyük ve küçük hadis mecmualarını görüp okumaları gerekir.
İşte böylece,
İslam felsefelerinin en öz ve halisini kimin dilinden
duyduklarını, İslami vahdetin doğru davetçilerinin kimler
olduğunu, güzel örneğin kimlerde bulunduğunu, Allahın
kimleri sevip onlara uyulmasının gerekliliğini ve kimlerin
Kurân açısından nurlu kandiller olduğunu, Allahın kimlere
velayet nimetini verdiğini... öğrenmiş olacaklardır.
Yine kimlerin Hz.
Peygamberin yerine oturup Kurânın muallimi, fıtrat ve
sırat-ı müstakimin hidayetçisi ve kılavuzu olabileceğini
bilmiş olacaklardır.
Yine, fıkhı
kimden öğrenmenin gerekliliğini, Kuranın tefsiri için kimin
kapısının çalınmasının gerektiğini,
mülhitlerin şüphelerinin cevabının
nasıl verileceğini, sünnetle bidatı birbirinden kimin
ayırt edebileceğini, Peygamberlerin alim varislerinin kimler
olduğunu anlamış olacaklardır.
Evet Şia alimleri
Hidayet İmamlarına (Ehl-i Beyte) uyarak akıl, kültür,
İslam, Kurân ve Hz. Peygambere çok değerli hizmetler
etmişlerdir. Sürgünlerde, zindanlarda, medrese zaviyelerinde, evlerin
köşe bucaklarında tam fakirlik ve mahrumiyet içerisinde, Emevi ve
Abbasi halifelerinin baskısı altında, diğer
acımasız şahısların egemenliğinde olmalarına
ve saray alimlerinin sinsi hilesi, sömürgecilerin komplosu ve cahillerin
taassubuna rağmen bu değerli hazineleri nesilden nesile
aktarmış, akıl ve din hırsızlarının yağmasından
korumuş ve böylece bizim elimize ulaşıp gelecek nesillere hazine
olmuştur.
Ama maalesef bu değerli ve zengin eserler
Türkçe diline kazandırılmamıştır. Bu son zamanlar
içerisinde bazı küçük eserler, bazı değerli kardeşlerimizin
çaba, gayret ve fedakarlıklarıyla halkımızın
istifadesine sunulmuştur. Yeni yeni büyük eserlerin Türkçeye
kazandırılmasına da el atılmıştır. Fakat
maddi sorunlar bu işin gecikmesine sebep olmaktadır. Bir takım
değerli kitapları, tercümesinden on yıldan fazla bir
zamanın geçmesine rağmen maddi sorunlar nedeniyle halen
bastırabilmiş değiliz. Büyük eserlere el atmaya cüret
edemiyoruz. Çünkü onları bastırabilecek güce sahip değiliz.
Dolayısıyla o kitaplar elimizde kalacaktır; nitekim
kalmıştır da. Halkımız da maalesef sadaka-i cariye
olan kültürel alanlarda katkıda bulunmaya adet etmemişlerdir.
Her Ehl-i Beyt dostunun,
Şianın bunca değerli eserlerinden en azından bir tanesini
Türkçeye kazandırmak için kollarını sıvaması gerekir.
Çünkü bizler diğerlerine oranla çok geride kalmışız.
Onların Türkçeye kazandırılmamış eserleri
kalmamıştır. Bizim halkımız bu konuda gerçekten kusur
etmiştir; bunun farkında bile değildir. Hatta alim
kardeşlerimizden bazıları, çeşitli hal ve hareketleriyle
bizim bu alandaki çalışmalarımızı doğru görmüyorlardı;
"Bizim kalem tutacak kimsemiz yoktur, bizim bozduğumuz
düzelttiğimizden daha çok olur." deyip bu ağır mesuliyetten
kaçıyorlardı. O sözleri diyerek bir çoklarımızı bu
işlerden soğutuyorlardı. Ama şimdi elhamdulillah bu
ağır işi yapmayı artık başarabilecek bir birçok
değerli alim arkadaşlarımız vardır; telif ve
çevirileriyle bunu ispatlamışlardır.
Evet, Ehl-i Beyt üzerine ne kadar
çalışsak yine de yetersizdir. Onlar adeta engin bir denizdirler.
Denizin suyunu tamamıyla çekemeyiz, ama susuzluğumuz miktarınca
ondan içmeliyiz. Bizim bu çalışmamız da o engin denizden
damlalardır. Allahın yardımı, Hz. Peygamber ve Ehl-i
Beytinin manevi lütuflarıyla inşaallah On Dört Masum (a.s)ın
kısaca hayatı, fazileti, sözleri ve sirelerini siz
kardeşlerimizin istifadesine sunmaya çalışacağız.
Elinizdeki bu kitap bu alanda ilk adımdır. Sizlerin de maddi ve
manevi yardımlarınız, yapıcı tenkit ve
tavsiyelerinizle, Allahın izniyle yakın bir zamanda diğer
masumların hayat, fazilet, siyer ve sözlerini daha mükemmel bir şekilde
sizlerin istifadesine sunmaya çalışacağız.
Bu kitabın
hazırlanmasında Biharul-Envar, Ayanuş-Şia, Usul-u
Kafi, Tuhaful-Ukul, Nehcul-Hayat, Fatımatuz-Zehra Behcetul- Kalbil- Mustafa, Münthal-Amal, Banu-yi Numune-i İslam,
Fezail-i Hz. Peyamber, Fezail-i Hz. Ali, Fezail-i İmam Hasan,
Fezail-i İmam Hüseyin, Sire-i Nebevî, Sire-i Alevî, Sire-i Fatimî,
Sire-i Hasenî, Sire-i Hüseynî, Nigerişi Kutah be Zindegi-yi
Peyamber-i İslam, Pişva-yi Evvel, Pişva-yi Dovvum,
Pişva-yi Sevvum, Ali Kist?, el-İmam Ali b. Ebi Talib gibi pek
çok değerli kitaplara müracaat ettik ve gereken hadis ve sözleri onlardan
derledik. Daha güvenilir ve yararlı olması için de
yararlanmış olduğumuz kitapların isimlerini dipnotta
zikrettik. Bazı küçük kitaplardan istifade etmemize rağmen
onların isimlerini değil onların yararlanmış
oldukları kaynak kitapların isimlerini zikretmeye özen gösterdik.
Allah Tealadan bu çalışmalarımızı kabul
buyurmasını ve ahiret için bir azık olmasını niyaz ediyoruz.
Allahım, Muhammed
ve Al-i Muhammede salat ve rahmet eyle, bizleri Onlardan ayırma, bu
dünyada ziyaretlerini, ahirette ise şefaatlerini bizlere nasip eyle. Amin!
HZ. RESULULLAH
(S.A.A)İN HAYATI
Resulullah (s.a.a), Fil
yılı, Rabiulevvel ayının on yedisinde (M.570de) Cuma günü
şafak vakti Mekke şehrinde dünyaya geldi.[1]
Resulullah (s.a.a)in değerli babası, Abdullah bin Abdulmuttalip bin
Haşim bin Abdumenaf idi; değerli annesi ise Veheb bin
Abdumenafın kızı Amine idi. Görüldüğü
gibi her iki şahsiyetin akrabalık bağı Abdumenafda
birleşiyor.
Hz. Peygamberin mübarek
ismini, İlahi emir gereği Muhammed[2]
künyesini ise Ebul Kasım[3]
koydular.
İmam Bakır
(a.s)ın buyurduğuna göre, Hazretin doğumunun yedinci günü Ebu
Talib, Peygamber (s.a.a) için bir kurban kesti ve akrabalarını
misafirliğe davet ederek şöyle dedi: "Bu Ahmedin
akikasıdır. Misafirler; Onun ismini neden Ahmed koydun? diye
sorduklarında, Ebu Talib; Yer ve gök ehlinin övgüsünden dolayı onun
ismini Ahmed koydum. dedi.[4]
İşte bundan dolayı Emir-ul Müminin Ali (a.s), Hz. Resulullah
(s.a.a)in de, iki ismi bulunan peygamberlerden olduğunu söylemiştir.[5]
Peygamber (s.a.a) henüz
daha dünyaya gelmeden babasını kaybetti;[6]
dünyaya geldikten sonra da onu, süt emmesi için Halime-i Sadiyyeye emanet
ettiler. İbn-i Sadın yazdığına göre, Halime Hazreti
kucağına alır almaz göğsü sütle doldu; öyle ki, Peygamber
ve Halimenin açlıktan uyumayan çocuğu da o sütten doydular.[7]
Peygamber (s.a.a) üç
yaşına kadar annesi Aminenin de gözetimiyle süt annesi Halimenin
yanında kaldı, daha sonra Mekke şehrine giderek kendi annesinin
yanında yer aldı.
Peygamber (s.a.a)
altı yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Ümm-ü
Eymenle birlikte akrabalarını görmek için Medineye gittiler. Bir ay
Medinede kaldıktan sonra Mekkeye dönüşte Ebvaya (Cuhfeden 37 km.
uzak) ulaştıklarında Hazretin değerli annesi vefat edip
orada defnedildi. Ümmü Eymen Hz. Peygamberi Mekkeye götürdü, orada da Abdulmuttalip
onun sorumluluğunu üstlendi.[8]
Ama iki yıl sonra Abdulmuttalip de dünyadan göçtü.[9]
Onun vasiyeti gereğince Ebu Talib yeğeni Hz. Muhammed (s.a.a)in
sorumluğunu üstlendi.[10]
İbn-i Abbasın
naklettiğine göre Ebu Talib Hz. Peygamber ile öylesine ilgileniyordu ki,
gece ve gündüz ondan bir an olsun ayrılmıyordu, onu kendi
yanında yatırıyor ve onun hakkında kimseye güvenmiyordu.[11]
Resulullah (s.a.a) on
iki yaşında[12]
Ebu Talible birlikte Şama yolculuğa çıktı. Bu yolculukta
Buheyra isminde bir rahiple karşılaştılar. Buheyra, Mesihi
(Hıristiyan) alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamberi görür
görmez, Onun ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anladı. Buheyra
Ebu Talibe dönüp şöyle dedi: Önceki semavi kitaplarda bu gencin
peygamberliğiyle ilgili haber vardır."[13]
Resulullah (s.a.a)
erginlik çağına kadar Ebu Talibin evinde kaldı. Hazret ahlak,
yiğitlik, halkla geçinmek ve emanete riayet etmek bakımından
öyle bir ahlaka sahipti ki, halk ona Emin lakabını
takmıştı.[14]
Resulullah (s.a.a) yirmi
yaşında iken Hilf-ul Fudul antlaşmasına
katıldı. Bu antlaşma Beni Haşim, Beni Zühre ve Beni Temim
arasında yapılan en iyi antlaşma idi. Bu antlaşma
gereği mazlumlarım hakları zorbalardan alınacak ve gereken
yardımlar onlardan esirgenmeyecekti.[15]
*
* *
Hz. Hatice asaletli ve
serveti olan bir kadındı ve erkekler vasıtasıyla ticaretle
uğraşıyordu. Resulullah'ın doğru konuşan ve
emanettar biri olduğunu öğrenince O Hazrete, kölesi Meysere ile
birlikte ticaret yapmak için Şama gitmesini ve kendisine diğer
tacirlerden daha fazla pay vereceğini önerdi. Resulullah (s.a.a)
Haticenin bu önerisini kabul ederek onun malı ile Şama doğru
yola çıktı. O memlekette mallarını satıp işlerini
bitirdikten sonra Mekkeye doğru hareket etti. Mekkede ise oradan
getirdikleri malları satıp, öncekilere oranla iki kat veya daha fazla
kâr elde etti. Üstelik Meysere de yol boyunca Resulullahtan gördüğü
hareket ve davranışları Haticeye anlattı.
Hatice, birisi
vasıtasıyla Resulullaha şöyle bir mesaj gönderdi: Ey amca
oğlu, aramızdaki akrabalık bağından ve kavmin
arasında yüce, şerefli, soylu, emanettar, iyi huylu ve doğru
konuşan biri olmandan dolayı seninle evlenmek istiyorum.
Haticenin bu evlenme
teklifi öyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep açısından
en köklü, şeref ve mal bakımından da bütün kadınların
en üstünü idi; herkes onunla evlenmek istiyordu, ama o hiç kimseyi kabul
etmiyordu.[16]
Resulullah (s.a.a) Hz.
Haticenin evlenme teklifini kabul ederek amcalarını onu istemeye
gönderdi.[17]
Resulullah (s.a.a)
evlendiği zaman yirmi beş[18],
İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne göre Hz. Hatice de
yirmi sekiz yaşında idi.[19]
Hz. Peygamber (s.a.a)in
Hz. Hatice ile evlenmesinden, ikisi erkek, dördü kız olmak üzere toplam
altı çocuğu oldu. Erkeklerin isimleri; Kasım ve Tahir;
kızların isimleri ise Ümmü Gülsüm, Rukayye, Zeyneb ve
Fatımadır.[20]
Hatice-i Kubra (a.s)
Resulullah (s.a.a) ile ortak yaşantısında çok fedakarlıklar
yapmıştır. O bütün mal ve servetini aziz eşinin
ihtiyarına bırakmış ve bütün kadınlardan önce Hz. Resulullaha
iman etmişti. Resulullah (s.a.a) onun hakkında şöyle
buyurmuştur:
O, insanlar
kafir olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni
tasdik etti, halk beni mahrum bıraktığında o kendi
malıyla bana yardımda bulundu.[21]
*
* *
Hz. Resulullahın
yaşantısının en hassas dönemi, 40 yaşına
girdiği ve Recebin 27. günü (M.610) peygamberliğe seçildiği
andır.[22] O
zamandan itibaren üç yıl boyuca halkı gizlice İslama davet
etti.[23]
Hz. Resulullaha ilk iman eden Emir-ul Müminin Hz. Ali olmuştur.[24]
Ondan sonra da Hz. Hatice iman etmiştir.
Bisetin üçüncü
yılında Resulullah (s.a.a), halkı açıkça İslama davet
etmeye emr olundu. Bu emir gereği önce kendi yakınlarını
misafirliğe davet ederek onlara şöyle buyurdu:
Allah-u Teala
beni, sizi Ona davet etmeye emretmiştir. İçinizden kim beni tasdik
edip bu işte bana yardımcı olursa, sizin aranızdaki
kardeşim, vasim ve halifem olacaktır.[25]
Teberinin
yazdığına göre Ebu Talib oğlu Ali, Peygambere
yardımcı olacağını ilan eden tek şahıs idi.
Peygamber (s.a.a) de oradakilere şöyle buyurdu:
Bilin ki, bu şahıs, benim sizin
aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; onun sözlerini dinleyin ve
emirlerine itaat edin.[26]
Resulullah (s.a.a)
akrabalarını İslama davet ettikten sonra, halktan da
putlarını bırakıp sadece Allaha ibadet etmelerini istedi.
Bu söz onlara çok ağır geldi; az bir grup hariç hepsi Hazrete
düşman kesilmeye başladı. O kritik anda, Mekkenin büyüğü
ve Peygamberin amcası olan Ebu Talib, kardeşi oğlunun
yardımına koştu ve onu yalnız bırakmayacağına
dair yemin etti.[27]
Gerçekten öyle de yaptı. Ebu Talib, hayatta olduğu müddetçe
Kureyş Hz. Peygamberi fazla incitemiyordu.
Kureyş büyükleri, Ebu Talibin
koruması altındaki Hz. Peygamberi tam baskı altına
alamadıklarını görünce, yeni müslüman olanları eziyet ve
işkence etmeye başladılar. Peygamber (s.a.a), Müslümanların
Kureyşin zulüm ve eziyetinden kurtulmaları için onlara
Habeşistan'a hicret etmeleri için izin verdi.
Hicretin
altıncı yılında, Mekke müşrikleri, Peygamber (s.a.a)i
öldürme kararı aldılar. Bu yüzden Muhammed (s.a.a)i kendilerine
teslim etmedikçe Beni Haşimle muamele yapmayacaklarına ve onlardan
evlenmeyeceklerine dair kendi aralarında bir antlaşma
imzaladılar. Bu antlaşmayı bir deri sayfasına yazarak
Kabenin duvarına astılar. Beni Haşim de canlarını
korumak için Peygamber (s.a.a) ile Şib-i Ebu Talib deresine
sığındılar; üç yıl boyunca orada kaldılar. Üç
yıl sonra Allah-u Teala Peygamberine, antlaşmayı Allah lafzı
hariç karıncaların yediğini haber verdi. Ebu Talib bu haberi
Kureyişlilere iletti ve onlara; Eğer Muhammedin söyledikleri
doğru çıkarsa ne yaparsınız? diye sordu. Onlar da:
Artık el çekeriz dediler. Kureyşliler Kabeye gidip oraya
astıkları antlaşmanın Allah lafzı hariç
karıncalar tarafından yenildiğini görünce kendi
antlaşmalarından vazgeçtiler. Bisetin onuncu yılında vuku
bulan bu olay neticesinde Mekke halkından birçok kimseler İslamiyeti
kabul ettiler. Böylece Beni Haşim Şib-i Ebu Talibden
dışarı çıkabildi.[28]
Peygamber (s.a.a),
bisetin onuncu yılında iki büyük yardımcısı olan Hz.
Ebu Talib ve Hz. Haticeyi kaybetti.[29]
bu iki büyük şahsiyetin ölümü Hazrete çok ağır geldi, bundan
dolayı o yılın ismini Hüzün yılı koydu.[30]
İmam Zeynul-
Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a), Ebu Talib ve Haticeyi
kaybettiğinde artık Mekkede kalması güçleşmişti...
Allah-u Teala bundan dolayı Hz. Peygamberin, Mekkede
yardımcısı olmadığından orayı terk edip
Medineye doğru hareket etmesini emretti.[31]
Ebu Talib merhum
olduktan sonra Kureyşin Peygambere eziyeti gittikçe
fazlalaştı, Hazrete defalarca ihanet edip Onun canına
kıymak istediler.[32]
Mekke müşrikleri,
bisetin 13. yılı Darun Nedve denilen bir yerde toplanıp
Peygamberi öldürme kararı aldılar. Bu karara göre çeşitli
kabilelerden oluşan gençler hep birlikte Hazrete saldıracak ve kimin
tarafından öldürüldüğü bilinmeyecekti.[33]
Hz. Peygamber (s.a.a) İlahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve
geceleyin Mekkeden ayrılarak Medineye doğru yola çıktı.
Emirul- Müminin Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)in canını korumak için
Onun yatağında yattı.[34]
*
* *
Peygamber (s.a.a),
Rabiul- Evvel ayının ilk günü Mekkeden ayrıldı ve
aynı ayın 12. günü Medinenin yakınlarında olan Kuba
denilen yere vardı ve orada yaklaşık on gün Hz. Aliyi bekledi.[35]
Bu müddet içerişinde
de Kuba camisini yaptırdı. Daha sonra Hz. Alinin gelmesiyle
Medineye teşrif buyurdular .
Hz. Peygamberin hicreti
ardınca Mekke Müslümanları da yavaş-yavaş Medineye hicret
etmeye başladılar. Hz. Peygamber (s.a.a) Muhacir ve Ensar (Medine
halkı) arasındaki samimiyet bağını güçlendirmek için
onların aralarında kardeşlik bağı oluşturdu.
Peygamber (s.a.a) bu
teşebbüsü ile Medinede İslami bir toplum oluşturmuş ve
Muhacirlere yardım için de uygun bir zemin
hazırlamıştı.
Bu küçük İslam
toplumunun kuruluşundan daha 19 ay geçmemişken Müslümanlarla Mekke
müşrikleri arasında savaş ateşi tutuştu. İlk
önemli ateş Bedir savaşı idi, onun peşi sıra Uhud,
Hendek, Hayber, Tebuk vb. savaşlar da vuku buldu.
Peygamber (s.a.a)in
savaşları iki çeşittir; birincisi, kendisinin
katıldığı savaşlardır, bu savaşlara Gazve
denilir. Diğeri ise kendisinin katılmadığı
savaşlardır, bu savaşlara da Seriyye deniliyor. Gazvelerin
sayısının 28, seriyyelerin sayısının ise 38 tane
olduğunu söylemişlerdir.[36]
Bunca savaş, dokuz yıldan az bir zamanda vuku bulmuştur.
Bu gazve ve seriyyeler,
Müslümanların Hicaz topraklarında azamet ve güçlerinin aşikar
olmasına ve birçok Arap kabilelerinin Hz. Peygamberle barış
antlaşmaları imzalamalarına sebep oldu.
Bu
antlaşmaların en önemlisi, Hudeybiye antlaşması idi. Hz.
Peygamber bu antlaşmayı, hicretin altıncı yılında
Mekke müşrikleriyle yaptı. Bu antlaşma, Hicaz
toprağında nisbi bir emniyet ve huzurun oluşmasına yol açtı
ve diğer topraklarda da İslamın yayılmasına bir ortam
hazırladı.
Peygamber (s.a.a),
hicretin yedinci yılında İslamın geniş bir
şekilde yayılmasını sağlamak için birçok mektuplar
yazmış ve bu mektupları İran, Rum, Habeş,
Mısır, Yemame, Bahreyn vb. ülkelerin kral ve padişahlarına
göndererek kendi mesajını onlara iletmiştir.[37]
Resulullah bu mektuplarda onları İslama davet ediyordu. Bu vesileyle
Hz. Peygamberin evrensel risaleti dünyanın her tarafına
bildirilmiş ve böylece İslamın mesajı uzak memleketlere de
ulaşmıştır.
*
* *
Hicretin sekizinci
yılının Ramazan ayında Mekke şehri Peygamber
tarafından fethedildi.[38]
Resulullah (s.a.a) ordusuyla birlikte savaşmaksızın Mekke
şehrine girdi, ilk teşebbüsünde Mekke halkının hepsini
affetti ve Kabede bulunan üç yüz atmış putu oradan temizledi[39]
ve sonra minbere çıkarak şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Allah Teala cahiliyet tekebbürünü ve
atalarla övünmeyi sizin aranızdan temizledi. Bilin ki siz Ademdensiniz,
Adem de balçıktandır. Bilin ki, Allahın en iyi kulları
Ondan korkan ve günah işlemeyendir.[40]
Resulullah (s.a.a),
Mekkede kısa bir müddet kaldıktan sonra Medineye doğru hareket
etti. Bir kaç aydan sonra, Rum ordusunun İslam ülkelerine
saldırıp o topraklarda ilerlemeyi amaçladıklarını
öğrendi. Hazret bu haberi öğrenir öğrenmez İslam ordusunun,
Rum ordusuna karşı koymak için Şam sınırlarına
doğru hareket etmelerini emretti, kendisi de ordunun
komutanlığını üzerine aldı. Uzun bir mesafeyi kat
ettikten sonra Hicretin dokuzuncu yılının Şaban
ayında, Şam sınırında bulunan Tebuk topraklarına
ulaştılar. Ama Rumlulardan hiçbir eser yoktu. Çünkü Rum ordusu, Hz.
Peygamberin komutanlığındaki İslamın güçlü ordusunun
hareketinden haberdar olmuş ve Müslümanlar karşısında
yenilgiye uğramak korkusundan aldıkları kararlarından vazgeçmişlerdi.
Resulullah (s.a.a)
düşman tehlikesinin olmadığını görünce ordunun
Medineye dönmesini emretti. Tebuk ismiyle meşhur olan bu gazve Hz.
Peygamberin en son gazvesi sayılmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.a)in
Hicaz topraklarındaki en fazla muvaffakiyet elde ettiği yıl,
hicretin dokuzuncu yılıdır. Çünkü o yılın hac
merasiminde müşriklerden beraat ilan edildi.[41]
Bu önemli mesele, Kurban Bayramında Emirul- Müminin Hz. Ali
vasıtasıyla düşmanlara duyuruldu ve onlara, İslama
karşı tavırlarını belirlemeleri için dört ay
fırsat tanındı. Bu beraatın ilanı neticesinde çeşitli
kabilelerin elçileri Medineye doğru akın etmeye
başladılar. Hepsi Hz. Peygamberin huzuruna gelerek İslamı
kabul ettiklerini veya İslamın gölgesinde yaşamaları için
cizye ödemeye hazır olduklarını ilan ettiler.
O yıl çok fazla
elçinin Medineye akın etmesinden dolayı o yıla; Ammul- Vefud
(Elçiler Yılı) ismini vermişlerdir. Böylece puta tapma adet ve
geleneği Hicaz toprağından silinmiş ve yerine tevhid dini
yerleşmiştir.
*
* *
Resulullah (s.a.a),
hicretin onuncu yılında hac amellerini yapmak için Mekkeye yolculuk
yapmaya hazırlandı. Müslümanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini
doğru bir şekilde kamil olarak öğrenmek için yolculuğa
hazırlandılar. Resulullah (s.a.a) Zilkade ayının sonuna dört
gün kala Medineden ayrıldı, Zilhiccenin dördüncü günü ise Mekkeye
vardı.[42] Hac
amellerini yaptıktan sonra Müslümanlarla birlikte o şehirden
ayrılarak Medineye doğru yola koyuldu. Yüz yirmi bin civarında
olan hac kervanı Cuhfe denilen yere yetiştiğinde, Hz.
Peygamber tarafından kervanın durdurulması emredildi. Resulullah
(s.a.a) namazını kıldıktan sonra Gadir-i Hum kenarında
bir hutbe okudu, sonra Hz. Alinin elini tutup her ikisinin koltuk altları
görülecek kadar kolunu yukarıya kaldırdı. Herkes onu görüp
tanıdı; sonra yüksek bir sesle şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Müminlerin kendilerinden, onlara daha evla
kimdir?
Halk: Allah ve resulü daha iyi bilir.
dediler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurdular:
Allah-u Teala benim mevlamdır; ben de müminlerin
mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım. Öyleyse ben
kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. [43]
Resulullah (s.a.a), bu
cümleyi üç defa tekrarladı. (Hanbelilerin imamı olan Ahmed bin
Hanbele göre, dört defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şöyle
buyurdular:
Allahım! Onunla dost olana dost, ona düşman
olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğz edene buğz et; ona
yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden
yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz
ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.
Halk henüz
dağılmadan Allah-u Teala şu ayet nazil etti:
Bugün dininizi kemale erdirdim, nimetimi size
tamamladım ve din olarak İslamı size beğendim.
Bunun üzerine Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurdular:
Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı,
Allah benim risaletime ve benden sonra Alinin velayetine razı oldu.
Daha sonra orada bulunan insanlar Hz. Aliyi
tebrik etmeye başladılar. Ebu Bekir ve Ömer Hz. Aliyi ilk kutlayan
kimselerdendir...
Bu vakıa,
Zilhiccenin on sekizinci günü vuku buldu. Hz. Peygamberin halife tayin etme
işi birkaç defa çeşitli yerlerde tekrarlanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.a)
Haccetul- Veda yolculuğundan sonra ömrünün son günlerini
yaşıyordu, nihayet hicretin on birinci yılı Sefer
ayının yirmi sekizinde fani dünyadan ayrılıp ebedi yurda
göç etti.[44]
Hz. Peygamber (s.a.a)in
Haticeden altı çocuğu vardı, onların isimlerini daha önce
zikrettik. Mariyeden de İbrahim isminde bir oğlu vardı.
Resulullah (s.a.a)in, Fatıma (a.s) hariç bütün evlatları kendi hayatı
döneminde vefat ettiler.[45]
Hz. Peygamberin nesli, Hz. Fatımadan devam etti.
Hz. Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: Allah-u Teala Muhammed
(s.a.a)den daha üstün ve daha hayırlı bir varlık
yaratmamıştır. [46]
İmam Sadık
(a.s) da şöyle buyurmuştur: Allah-u
Teala, Peygamberlere bağışladığı her şeyi,
Hz. Muhammede de bağışlamıştır. [47]
İmam Kazım
(a.s) da buyurmuştur ki: Hz.
Muhammed (s.a.a), Allah Tealanın mebus kıldığı her
peygamberden daha bilgili idi. [48]
Resulullah
(s.a.a)in Evrensel Risaleti
Allah-u Teala şöyle
buyuruyor:
De ki: Ey insanlar, ben
sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka
tanrı bulunmayan, yaşatan, öldüren Allahın elçisiyim.[49]
Yine Allah-u Teala
buyuruyor ki:
Biz seni ancak bütün
insanlara bir müjdeci ve uyarıcı-korkutucu olarak gönderdik.[50]
Resulullah
(s.a.a)in Son Peygamber Oluşu
Allah-u Teala buyuruyor
ki:
Muhammed, sizin
erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; fakat o, Allahın
elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.[51]
İmam Rıza
(a.s) şöyle buyurmuştur:
Muhammed (s.a.a)in şeriatı, kıyamet
gününe kadar nesh olmayacaktır ve Ondan sonra kıyamet gününe kadar
da bir peygamber gelmeyecektir. [52]
Hz. Ali (a.s) bu hususta
şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a), yerde yemek yerdi, kul gibi
otururdu, ayakkabısını kendisi tamir ederdi, elbisesini kendisi
yamardı, eğersiz merkebe binerdi; biri daha varsa ardına
bindirirdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde
asılmıştı; zevcelerinden birine; Şunu kaldır;
zira ona baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum
buyurmuştu. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı; onu
anmayı hatırından geçirmezdi. Dünyayı o kadar gözden
çıkarmıştı ki, ne gönül bağlayacağı güzel
bir elbisesi vardı, ne de üstüne oturacağı bir sergisi. [53]
Resulullah
(s.a.a)in Emanettarlığı
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyuruyordu:
Emanetleri sahiplerine geri verin. Çünkü Resulullah
(s.a.a) iğne ve ipliği bile sahibine geri verirdi. [54]
Resulullah (s.a.a)
şöyle buyuruyordu:
Evladınızın ismini Muhammed
koyduğunuzda ona ihtiram edin, meclislerde ona yer açın, ona surat
asmayın. [55]
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurdu:
Bizim bir evladımız olduğunda onun
ismini mutlaka Muhammed koyarız; yedi gün geçtiğinde istesek
değiştiririz, istemesek aynen öyle kalır. [56]
Allah-u Teala şöyle
buyuruyor:
Hiç şüphesiz,
Allah ve melekleri Peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona
salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.[57]
İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur:
Peygamber (s.a.a) anıldığında, ona
çok salat edin. Çünkü kim ona bir defa salat ederse Allah-u Teala ona bin salat
eder...
[58]
Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki:
Kim bana bir yazıda salat yazarsa, ismim o
yazıda olduğu müddetçe melekler sürekli olarak ona mağfiret
dilerler. [59]
Salavat çeşitli
şekillerde söylenebilir, ama en meşhur olanı, teşehhütte de
sürekli söylediğimiz şu cümledir: Allahumme salli ala Muhammedin ve
al-i Muhammed.
Şunu da
hatırlatalım ki, Peygamberin âlini söylemeksizin Ona salat etmek,
yani Sallallahu aleyhi ve sellem demek doğru değildir. Hazretin
kendisi böyle bir salavatı nehy etmiş ve onu doğru
bilmemiştir. Doğrusu şudur: Sallallahu aleyhi ve âlihi ve
sellem
Allahım! Muhammed
ve al-i Muhammede salat eyle ve onların ferecini
yakınlaştır.
Uykudan
Kalktığında Secde Etmesi
İmam
Bakır (a.s) buyurmuştur ki:
Resulullah (s.a.a)
uykudan kalktığında (alnını yere koyarak) Allaha
secde ederdi.[60]
Namaza Olan Aşkı
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
Resulullah (s.a.a), ne yemeği ve ne de
başka bir şeyi namaza tercih etmezdi; namaz vakti
ulaştığında, ne ailesini tanırdı ve ne de
dostunu.[61]
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
Resulullah (s.a.a) kendi evine
gittiğinde vaktini üç kısma bölerdi: Bir kısmını
Allaha, bir kısmını ailesine ve bir kısmını da
şahsi işlerine ayırırdı.[62]
İbn-i
Abbastan şöyle dediği nakledilmiştir:
Resulullah
(s.a.a) yol yürürken öyle canlı ve dinamik yürürdü ki, bu yürüyüş
sahibinin aciz ve yorgun insanlar gibi yürümediği hemen kendini
gösterirdi.[63]
Resulullah
(s.a.a)in Tevazusu
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a) bir eve girdiğinde, meclisin en
aşağı kısmında otururdu. [64]
Enes bin Malik
şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a)
hastaların ziyaretine giderdi, cenazeleri teşyi ederdi, kölenin
davetini kabul ederdi, merkebe binerdi, Hayber, Beni Kureyza ve Beni Nadir günü
(onlarla savaştığı günler) yularlı bir merkebe
binmişti, altında liften bir palan vardı.[65]
İmam Sadık
(a.s) buyurmuştur ki:
Resulullah (s.a.a) mebus olduğu günden dünyadan
göçene dek, bir yere dayanarak yemek yemedi, köleler gibi yemek yerdi, onlar
gibi otururdu.
Neden böyle
yapıyordu dediklerinde; Allah
Tealaya tevazu etmek için. buyurdular.[66]
İmam Sadık
(a.s) Resulullah (s.a.a)in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Ben ölene kadar beş şeyi, benden sonra sünnet
olması için terk etmem: Kölelerle yerde yemek yemeği, semerli
merkebe binmeyi, keçiyi elimle sağmayı, yünlü elbise giymeyi ve
çocuklara selam vermeyi. [67]
Emirul- Müminin Hz. Ali
(a.s) buyurmuştur ki:
Bir Yahudinin
Resulullah (s.a.a)den bir kaç dinar alacağı vardı, Hazretten o
parayı istedi. Resulullah (s.a.a); Ey
Yahudi, şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur. buyurdu.
Yahudi; Ya Muhammed! Paramı vermedikçe senden
ayrılmayacağım! dedi. Resulullah (s.a.a) cevaben; Bu durumda ben de seninle birlikte
otururum! buyurdular.
Resulullah (s.a.a)
onunla birlikte oturdu; öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve
sabah namazlarını da orada kıldı. Resulullah (s.a.a)in
ashabı o Yahudiyi tehdit etmeye başladılar. Resulullah (s.a.a)
onlara bakarak şöyle buyurdu: Onunla
ne işiniz vardır? Ashap: Ya Resulellah! Bu Yahudi seni
hapsetmiştir! Resulullah (s.a.a) onlara cevap olarak; Allah Teala beni, bir zimmi veya başka
birisine zulüm yapmak için mebus etmemiştir. buyurdular.
Gün yükseldiğinde
Yahudi adam şöyle dedi: Allahtan başka bir ilah
olmadığına ve Muhammedin de Onun kulu ve elçisi olduğuna
tanıklık ediyorum; malımın bir şatrı
(yarısı) Allah yolu içindir. Allaha andolsun ki, sana
karşı böyle davranmam, sırf senin Tevrat'taki vasfını
sende görmem içindi. Ben senin Tevrattaki vasfını okumuştum.
Onda şöyle yazılmıştı: Abdullah oğlu Muhammed Mekkede dünyaya gelecektir, Tıybeye
(Medineye) hicret edecektir, sert ve katı kalpli değildir, sövgü ve
çirkin söz ağzına almaz. Ben Allahtan başka bir
İlahın olmadığına, senin de Onun elçisi olduğuna
şehadet ediyorum. Bu benim malımdır, Allah nerede
emretmişse onu orada harcayabilirsin.[68]
Resulullah
(s.a.a)in Cesareti
Hz. Ali (a.s)dan
şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bedir savaşında biz (sıkıya
düştüğümüzde) Resulullaha sığınıyorduk; O,
düşmana hepimizden daha yakındı; Hazret o gün herkesten daha
güçlü idi. [69]
Enes bin Malik
şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.a),
insanların en şecaatlisi, en güzeli ve en cömerdi idi. Bir gece
Medine halkı bir vahşete kapıldı, derken sese doğru
hareket ettiler. Resulullah (s.a.a) de onlarla karşılaşıp
Ebu Talhanın atına binmiş ve kılıcını
boynuna asmış olduğu halde şöyle buyuruyordu: Korkmayınız! O ses, denizin
(dalgalarının) sesidir! [70]
Resulullah
(s.a.a)in Ümmetine Karşı Şefkati
Enes bin Malik
şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a),
ashaptan birini üç gün görmediğinde, onu sorup
araştırırdı, eğer sefere gitmiş olsaydı onun
hakkında dua ederdi, ama eğer hasta olmuş olsaydı o zaman
onun ziyaretine giderdi.[71]
İbn-i Abbas
şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a)
konuştuğunda veya Ondan bir şey sorduklarında, iyice
kavramaları için sözünü üç defa tekrarlardı.[72]
Cerir bin Abdullah da
şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a),
evlerinden birine girdi, derken o ev (ashapla) dolup taştı, ben de
evin dışarısında oturdum. Resulullah (s.a.a) beni görünce
elbisesini büküp bana atarak; Onun üzerinde otur buyurdular. Ben de onu
yüzüme sürüp öptüm.[73]
Selman-i Farisi de
şöyle diyor:
Bir gün Resulullah
(s.a.a)in evine gittim, Hazret bir yastığa
dayanmıştı; derken onu yaslanmam için bana atarak şöyle
buyurdular: Ya Selman! Kim bir Müslüman
kardeşinin yanına gittiğinde, kardeşi ona ikramda bulunur
ve rahat etmesi için ona yastık verirse, Allah Teala onun
günahlarını bağışlar. [74]
Cabir bin Abdullah da
şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a)
yirmi bir savaşa katıldı, ben o savaşlardan on dokuzuna
bizzat kendim şahit oldum, ama ikisine katılamadım. Bazı
savaşlarda Hazretle beraberdim. Bir gece altımdaki devem çöktü,
artık hareket etmedi. Resulullah (s.a.a) insanların en arkasında
hareket ediyordu. Güçsüz insanları arkasına bindirip onlar için dua
ediyordu. Bana yetiştiğinde, benim ah vah ettiğimi görünce; Bu adam kimdir? diye sordu. Ben; Anam
babam sana feda olsun Ya Resulellah, ben Cabir bin Abdullahım dedim. Ne olmuş? diye sordu. Cevaben;
Devem yorulmuştur, artık hareket etmiyor dedim. Resulullah (s.a.a);
Asan var mı? diye sordu. Evet vardır dedim. Hazret o asayla
deveyi kaldırdı, onu sürdü ve daha sonra onu yatırıp; Bin dedi. Ben de ona binip o deveyle
hareket ettim, benim devem onlardan ileri geçiyordu. O gece Resulullah (s.a.a)
yirmi beş defa bana mağfiret diledi. Daha sonra; Baban Abdullahın ne kadar evladı vardır, acaba borcu
da var mıdır? diye sordu...[75]
Yine İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur
Resulullah (s.a.a) oturduğunda genellikle
kıbleye doğru oturuyordu. [76]
Bir gün adamın
birisi camiye girdi, Resulullah (s.a.a) ise yalnız oturmuştu, Hazret
o adam için yer açtı (veya yerinden kımıldadı). O adam
Resulullahın bu hareketini görünce; Ya Resulellah! Yer geniştir
dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
Müslümanın, Müslüman kardeşinin üzerindeki
olan hakkı, onun kendi yanında oturmak istediğini
gördüğünde onun için yer açmasıdır (veya yerinden
kımıldamasıdır.) [77]
Resulullah
(s.a.a)in Yemek Yiyişi
Mevaliydus- Sadikayn
kitabında şöyle yazılmıştır:
Resulullah (s.a.a)
yemek yerken ailesi ve hizmetçisiyle birlikte yemek yiyordu; onu davet eden bir
kimseyle yemek yediğinde de onların yediğinden yiyordu. Bir
misafir geldiğinde de misafiriyle birlikte yemek yiyordu. Önüne sofra açıldığında
da şöyle diyordu: Bismillah, Allahumme icalha nimeten meşkureten,
tesilu biha nimetel- cenneti. (Allahın
adıyla, Allahım onu (o yemeği) şükredilmiş nimet
kıl ve bizi onunla cennet nimetine kavuştur.)
Yine yemek
yediğinde önündeki yemekten yiyordu; namaz kılanın namazda
oturduğu gibi dizlerini ve ayaklarını toparlayarak oturuyordu;
fakat bir dizi diğerinden yüksekte idi ve buyuruyordu ki: Ben kullar gibi yemek yiyorum ve onlar gibi
oturuyorum.
Sıcak yemek
yemezdi, soğuduktan sonra yerdi ve şöyle buyuruyordu: Allah Teala bize sıcak yiyecek
vermemiştir, sıcak yemeğin bereketi yoktur; öyleyse onu
soğutun.
Resulullah (s.a.a) üç
parmakla yemek yiyordu, kendi önündekinden yerdi, başkalarının
önündekilerden yemezdi, sağ eliyle yerdi, yemeklerden etli yemeği
daha çok severdi; Et duyu ve görü gücünü
artırır; et, dünya ve ahirette yiyeceklerin en üstünüdür buyuruyordu.
Kabağı da
severdi; Kabak kardeşim Yunusun
ağacıdır diyordu. Ama sarımsak ve soğan yemezdi.
Karpuz ve özellikle et yediği zaman ellerini güzel bir şekilde
yıkardı, sonra elindeki kalan suyu yüzüne sürerdi. Mümkün olduğu
kadar yalnız yemek yemezdi. Bir gün ashabına; Sizin en kötü olanınızı size bildireyim mi? diye
sordu. Ashap; Evet dediklerinde şöyle buyurdular: Sizin en kötünüz; yalnız yemek yiyen, kölesini döven ve
yardımını esirgeyendir. [78]
Resulullah
(s.a.a)in Su İçişi
Resulullah (s.a.a) su
içmek istediğinde Bismillah
derdi, suyu yudum-yudum içerdi, bir iki yudum içtikten sonra durup Allaha hamd
ederdi; her su içişinde üç defa Bismillah,
üç defa da Elhamdülillah derdi.
Suyu emerek içerdi, bir solukta içmezdi. Bir şey içtiğinde soluk
alıp vermezdi, soluk almak istediğinde kabı
uzaklaştırırdı, sonra soluk alırdı. Avucuyla da
su içerdi; Avuçtan daha güzel kap
yoktur buyururdu.
Bir gün, sütle bal
karıştırılmış bir şerbet getirdiklerinde onu
içmekten sakındı. Daha sonra şöyle buyurdu: Ben onu haram etmiyorum, ama yarın dünya artığıyla
iftihar etmeği de sevmiyorum; tevazu etmeyi seviyorum; kim Allah için tevazu
ederse Allah onu yüceltir. [79]
Resulullahın
Güzel Koku Kullanması
Resulullah (s.a.a)
kendisine misk ve amber sürüyordu; öyle ki onun yağı
başında parlıyordu. Karanlık gecede kendisi görülmeden
kokuyla tanınırdı; bu Peygamber (s.a.a)dir diyorlardı.
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a), yemeğe
harcadığından daha çok güzel kokuya harcardı. [80]
İmam Bakır
(a.s) da buyurmuştur ki:
Resulullah (s.a.a) kendisine sunulan her güzel kokuyu
kullanır ve şöyle buyururdu: Onun kokusu güzel, mahmili ise hafiftir
(taşınması kolaydır); Benim lezzetim kadın ve güzel
kokudadır; güzümün ışığı ise namaz ve
oruçtadır. [81]
Resulullah (s.a.a),
aynaya bakarak saçını tarayıp düzeltiyordu, bazen de suya bakarak
düzeltiyordu; ailesine süslenmekten daha ziyade ashabı için kendisine
çeki-düzen veriyordu. Bir gün Aişe Resulullah (s.a.a)in kovadaki suya
bakarak saçını tarayıp düzelttiğini görünce şöyle
dedi: Babam anam sana feda olsun ya Resulellah! Kovadaki suya bakıp da
saçını mı tarayıp düzeltiyorsun; oysa sen peygamber ve
yaratıkların en üstünüsün? Resulullah (s.a.a) cevabında
şöyle buyurdular:
Allah-u Teala kulunun, kardeşlerinin yanına
gittiğinde onlar için hazırlanıp süslenmesini seviyor. [82]
Resulullah
(s.a.a)in Elbise Giyişi
Resulullah (s.a.a) yeni
bir elbise giydiğinde Allaha hamd ediyordu,
çıkardığında ise önce sol kolundan çıkarıyordu.
Daha sonra bir fakiri çağırarak eski elbiselerini ona veriyordu.
Resulullah (s.a.a)in iki elbisesi vardı; biri Cuma gününe mahsustu,
diğeri ise başka günler içindi. Resulullah (s.a.a)in bir bezi ve bir
de mendili vardı; abdestten sonra o mendille yüzünü kuruluyordu; mendil
olmadığında ise üzerindeki rıdasının bir
tarafıyla bu işi yapıyordu.[83]
Resulullah
(s.a.a)in Davranışı
İmam Cafer
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Bir gün bir Yahudi,
Resulullah (s.a.a)in yanına gelerek Selamun
aleykum yerine Samun aleykum
(ölüm sana) dedi. Aişe de Resulullahın yanında idi. Resulullah
(s.a.a) de Aleyke (Sana da) diye cevap verdiler. Daha sonra
başka birisi gelerek aynı sözü söyledi. Resulullah (s.a.a) de onun
arkadaşına verdiği cevabın aynısını ona da
verdi. Daha sonra başka birisi geldi, o da aynı sözü söyledi ve
arkadaşlarına verilen cevabı aldı. Bu sırada Aişe
sinirlenip şöyle dedi: Ölüm, gazap ve lanet size olsun ey Yahudi
topluluğu, ey maymun ve domuzun kardeşleri!
Resulullah (s.a.a)
Aişeye şöyle buyurdular: Ya
Aişe! Eğer sövmek tecessüm etseydi, kötü tecessüm ederdi;
yumuşaklık neye bırakıldıysa onu süsledi ve onun
makamını yüceltti.
Aişe; Ya
Resulellah! Onların es-samu aleykum
(ölüm size) dediğini duymadınız mı? dediğinde
Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: Evet
duydum, ama onlara verdiğim cevabı sen duymadın mı?
Aleykum (size de) diye cevap verdim. Eğer bir Müslüman size selam
verirse es-selamu aleykum diye cevabını verin, ama eğer bir
kafir selam verirse sadece aleykum deyin. [84]
Bahrus- Sakka
şöyle diyor:
Bir gün İmam
Sadık (a.s) bana buyurdu ki: Ey
Bahr! Güzel ahlak insanı mesrur eder (neşelendirir). Daha sonra
da buyurdular ki: Medine halkından
birisinin elinde olan hadisi sana söyleyeyim mi? Ben de; Evet buyurun
dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdular:
Bir gün Resulullah
(s.a.a) camide oturmuştu, Ensardan birisinin cariyesi gelip
Resulullahın elbisesinin bir kenarından tuttu, Resulullah da onun
için ayağa kalktı, ama bir şey demedi, o cariye de bir şey
demedi. Bu amel üç defa tekrarlandı, dördüncü defasında yine
Resulullah (s.a.a) onun için yerinden kalktı, o cariye bu defasında
Hazretin arkasında yer almıştı, derken Resulullahın
elbisesinden biraz kesip götürdü.
Halk o cariyeye; Allah
belanı versin, bu yaptığın iş ne idi?
Resulullahı üç defa yerinden kaldırdın, hiçbir şey de Ona
söylemedin, O da sana bir şey söylemedi, ihtiyacın ne idi?! dediler.
Cariye cevaben
şöyle dedi:
Bizim bir hastamız
vardır, hastanın şifa bulması için ailem,
Resulullahın elbisesinden biraz kesip onlara götürmemi benden istediler.
Ben de Resulullahın elbisesinden tutup ondan biraz kesmek
istediğimde beni görüp ayağa kalktılar, ben de, O beni
gördüğü halde Onun elbisesinden bir şey kesmekten utandım ve
Onunla konuşmak da istemiyordum! Bundan dolayı öyle yaptım.[85]
Resulullah
(s.a.a)in Musafahası
Resulullah (s.a.a) bir kimseyle musafaha
ettiğinde (tokalaştığında), o elini
bırakmadıkça Hazret elini bırakmazdı; insanlar bunun
farkına vardıklarında ise rahat etmesi için elini diğer
eliyle onun elinden çıkarıyordu.[86]
İmam Cafer Sadık (a.s)
buyurmuştur ki:
Bir gün Resulullah (s.a.a) Huzeyfe ile
karşılaştı, Hazret ona elini uzattı, o da elini geri
çekti. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce; Ey Huzeyfe! Ben elimi sana uzattım, sen ise elini geri çektin! buyurdular.
Huzeyfe cevaben şöyle dedi: Ya Resulellah! Benim senin eline
rağbetim vardır (onu tutmak istiyorum), ama ben cenabetliyim,
cenabetli olduğum halde elimin senin eline dokunmasını
sevmiyorum. Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık
şöyle buyurdular: Müslümanlar
birbirleriyle karşılaşırken musafaha ettiklerinde
günahlarının, ağacın yapraklarının dökülmesi gibi
döküldüğünü bilmiyor musun? [87]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
Birbirinizle
karşılaştığınızda, selam verin ve musafaha
edin, ayrıldığınızda ise birbirinize mağfiret
dileyerek ayrılın.
[88]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
Musafaha
edin; çünkü musafaha kinleri giderir. [89]
Yine Resulullah (s.a.a)
buyurmuşlardır ki:
Kadının,
mahrem olmayan bir kimseyle musafaha yapması (tokalaşması) câiz
değildir; bir elbisenin arkasından olursa (sıkmamak
şartıyla) o başka. [90]
Resulullah
(s.a.a)in Oruç Tutuşu
İmam Cafer Sadık (a.s)
buyurmuştur ki:
Resulullah (s.a.a) peygamberliğe
seçildiğinde o kadar oruç tutuyordu ki halk; "Peygamber iftar
etmiyor." diyorlardı. Daha sonra bir gün oruç tutup bir gün iftar
etmeğe başladı. Daha sonra Pazartesi ve Perşembe günlerini
oruç tutuyordu. Daha sonra ayda üç gün oruç tutmaya başladı:
Ayın ilk başında Perşembe günü, ortasında
Çarşamba günü ve sonunda ise Perşembe günü. Devamında şöyle
buyuruyordu: Bu şekil oruç tutmak,
bütün günleri oruç tutmakla eşittir. [91]
Anbesetul- Abid şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a) ömrünün sonuna dek
Şaban ve Ramazan ayının oruçlarını tutardı ve her
ayda üç gün oruç tutmayı ise ihmal etmezdi; şöyle ki ayın ilk
Perşembe'sini, ortasındaki ilk Çarşamba'yı ve son
Perşembe'yi oruç tutmakla geçirirdi.[92]
Resulullahın
Mizahı ve Gülüşü
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur
ki:
Peygamber
(s.a.a) insanları sevindirmek için onlarla şaka ve mizah
yapardı. [93]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:
Ben
şaka yapıyorum, ama hakkın dışında bir şey
söylemiyorum. [94]
Muammer bin Hallad şöyle diyor:
Bir gün Hz. Ali (a.s)a; Canım sana feda
olsun, insan akrabalarıyla birlikte olduğu zaman aralarında
bazı sözler geçiyor, mizah edip gülüyorlar dedim. İmam (a.s); Eğer olmazsa sakıncası
yoktur! buyurdular. İmamın; Eğer
olmazsa sözünden sövmek ve yalanın olmamasının
gerektiğini düşündüm. (Yani incitici sözler olmazsa
sakıncası yoktur.)
Daha sonra buyurdular ki: Resulullah (s.a.a)in yanına bazen bir göçebe Arap gelip hediye
veriyordu, yerinden hareket etmeden; Hediyemin değerini ver diyordu.
Resulullah (s.a.a) de gülüyordu. Resulullah (s.a.a) gamlı ve kederli
olduğunda; Göçebe Arap ne yaptı? Keşke yine yanımıza
gelse. buyuruyordu. [95]
İhtiyar bir kadın, Resulullaha;
Cennete gitmem için bana dua ediniz dediğinde Resulullah (s.a.a); Yaşlı kadınlar cennete
gitmeyeceklerdir buyurdular. Kadın bu sözü duyunca ağlamaya
başladı, Resulullah (s.a.a) gülüp şöyle buyurdu: Allah
Tealanın şu sözünü duymamış mısın?: Gerçek
şu ki, biz onları (cennetteki kadınları) yeni bir inşa
(yaratma) ile inşa edip yarattık. Onları hep bakireler olarak
kıldık.[96]
Yani Allah Teala onları gençleştirir.[97]
Yine bir gün Resulullah (s.a.a)
yaşlı olan Eşceî bir kadına; Ya Eşcei! Yaşlı kadın cennete girmeyecektir. buyurdular.
Bilal onun ağladığını görünce, onun durumunu
Resulullaha iletti. Bunun üzerine Resulullah; Zenci de öyledir; o da cennete girmeyecektir. buyurdular.
Hazretin bu sözünden dolayı ikisi de oturup ağlamaya
başladılar. Abbas da onların ağlamalarını görüce
onların durumunu Resulullaha anlattı. Resulullah (s.a.a) de Abbasa;
Yaşlı erkek de öyledir, o da
cennete girmeyecektir buyurdular. Resulullah (s.a.a) daha sonra onlara dua
edip kalplerini hoş etti ve şöyle buyurdu: Allah-u Teala onları daha güzel bir şekilde
yaratacaktır, onlar nurlu gençler olarak cennete gireceklerdir. [98]
Bir gün bir kadın Resulullah (s.a.a)in
yanına gelerek kocasından söz etti. Resulullah (s.a.a); Senin kocan, gözlerinde beyazlık olan
mıdır? diye sordu. Kadın; Hayır, gözlerinde
beyazlık yoktur dedi. Kadın Resulullahın bu sözünü
kocasına anlattı, kocası da; Resulullah mizah etmiş,
doğru söylemiştir; acaba gözümün beyazlığının
siyahından daha çok olduğunu görmüyor musun? dedi.[99]
Halid-i Kasrînin dedesi bir kadını
öptü, o kadın da gelip onu Resulullaha şikayet etti, o adamı
çağırdıklarında o da o kadının sözünü teyit
ederek şöyle dedi: Eğer o kadın kısas yapmak istiyorsa
(ben hazırım) kısas yapsın! Resulullah (s.a.a) ve
ashabı onun bu sözünden dolayı güldüler. Resulullah (s.a.a) o adama; Sakın bir daha bu işi yapma
buyurdular. O adam da; Vallahi yapmayacağım dedi. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.a) onun suçunu affetti.[100]
Resulullah (s.a.a) Suheybin hurma
yediğini gördüğünde ona; Gözün
ağrı yaptığı halde hurma mı yiyorsun? dedi.
Suheyb cevaben; Ya Resulellah! Ben onu bu tarafından çiğniyorum,
oysa gözüm o taraftan ağrı yapıyor! dedi. Onun bu sözü üzerine
Resulullah (s.a.a) güldüler.[101]
Yunus-u Şeybani şöyle diyor:
İmam Cafer-i Sadık (a.s) bana; Birbirinizle
mizah ve latife yapıyor musunuz? diye sordu. Ben de; Çok az dedim.
Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: Mizah ve latife yapın; çünkü bu iş güzel ahlakın
nişanesidir, sen bununla kardeşini sevindirmiş olursun.
Resulullah (s.a.a) de birini sevindirmek ve hoşnut etmek için onunla mizah
ve lâtife yapardı. [102]
İmamlar birçok hadislerde ise halkı
şaka yapmaktan sakındırmışlardır. Hatta Şaka küçük bir sövgüdür
buyurmuşlardır. Eğer şaka tahkir, alay etme,
başkalarını incitme, onlara gülme ve saçma-sapan sözlerle olursa
kesinlikle böyle bir şaka doğru değildir ve
yapılmamalıdır. Ama eğer diğerlerinin kalbini hoş
etmek, onları üzüntüden çıkarmak, dertlerini unutturmak için mizah ve
lâtife yoluyla yapılmış olursa bunun sevabı bile
vardır.
Resulullah
(s.a.a)in Adap ve Ahlakı
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak
üzerindesin.[103]
Yine Allah-u Teala buyuruyor ki:
Allahdan bir rahmet dolayısıyla,
onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli
olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi.[104]
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur
ki:
Resulullah
(s.a.a) konuştuğunda bakışlarını ashabı
arasında bölüyordu; ona buna (herkese) eşit olarak bakıyordu. [105]
Yine İmam Sadık (a.s)
buyurmuştur ki:
Resulullah
(s.a.a), kesinlikle ayaklarını ashabının önünde
uzatmazdı. [106]
Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:
Resulullah
(s.a.a), daima güler yüzlü, yumuşak huylu ve mütevazı idi; kaba,
sert, bağıran, sövüp sayan, ayıp arayan ve boş yere çok
öven birisi değildi. [107]
Yine İmam Sadık (a.s)
buyurmuştur ki:
Resulullah
(s.a.a) bir eve gittiğinde, meclisin en aşağı
kısmında otururdu.
[108]
İbn-i Şehraşub Menakıb
kitabında şöyle diyor:
Bazı alimler, Resulullah (s.a.a)in adap
ve ahlakını hadislerden derleyerek bir araya
toplamışlardır; onlar şunlardır:
Resulullah (s.a.a) herkesten daha hekim, daha
halim, daha şecaatli, daha adil ve daha şefkatli idi. Eli, kendisine
helal olmayan kadına kesinlikle dokunmamıştır.
İnsanların en cömerdi idi; hiçbir dirhem ve dinar onun yanında
kalmadı; eğer bir şey artmış olsaydı ve onu da
verecek bir kimse bulamasaydı, onu muhtaçlara
ulaştırmadıkça gece rahat edemezdi. Allahın verdiği
rızktan, bir yılın azığından çok götürmezdi;
hurma ve arpanın en düşüğünü kendisi için alırdı, geri
kalanı Allah yolunda verirdi. Kim ondan bir şey isteseydi ona
bağışta bulunurdu. Yerin üzerinde otururdu, yerin üzerinde
yatardı, yerin üzerinde yemek yerdi; ayakkabı ve elbisesini kendisi
yamardı; evin kapısını kendisi açardı; kendisi koyun
sağardı; devenin sütünü sağmak için kendisi onun
ayağını bağlardı; hizmetçisi el değirmenini
çevirmekten yorulduğunda, onunla el değirmeni çevirirdi; abdest
suyunu geceleri kendisi hazırlardı; sürekli başını
aşağı eğip susardı; halkın huzurunda dayanarak
oturmazdı; ailesinin işlerinde onlara yardım ederdi; eti kendisi
doğrardı; yemeğe oturduğunda köleler gibi otururdu;
yemekten sonra parmaklarını yalardı; kesinlikle geğirmezdi;
hür ve kölenin davetini kabul ederdi; bir yudum süt olsa bile hediyeyi kabul
ederdi ve onu yerdi; ama sadaka yemezdi; gözünü bir adamın yüzüne
dikmezdi.
Allah için sinirlenirdi, kendisi için
sinirlenmezdi; açlıktan karnına taş bağlardı; evde her
ne hazırlanırdıysa onu yerdi; hiçbir şeyi geri çevirmezdi;
iki elbise (üst üste) giymezdi; Yemen malı aba, yünden olan geniş
cüppe, pamuk ve keten olan elbiseler giyerdi; elbiselerinin çoğu
beyazdı; başına sarık sarardı; gömleği sağ
taraftan giyerdi; Cuma günü için özel elbisesi vardı; yeni bir elbise
giydiğinde eskisini fakirlere verirdi; bir abası vardı, nereye
gitse onu ikiye katlayıp üzerinde otururdu; sağ elinin küçük
parmağına gümüş yüzüğü takardı; kavunu severdi; kötü
kokulardan hoşlanmazdı; abdest alırken dişlerini misvakla
temizlerdi; bir hayvana bindiğinde hizmetçisi veya başkalarını
da kendi arkasına alırdı; at, katır veya merkepten mümkün
olan her ne varsa ona binerdi; merkebe eğersiz binerdi; (bazen) ayak
yalın, abasız ve sarıksız yürürdü; cenazeleri teşyi
ederdi; şehrin en uzak yerinde olsa bile hastanın ziyaretine giderdi;
fakir ve yoksullarla beraber otururdu; onlarla yemek yerdi; kendi eliyle onlara
yedirirdi; ilim ehli ve güzel ahlaklı kimselere ikramda bulunurdu; her
kavmin büyüğüne iyilik ederek kalplerini
ısındırırdı; akrabalarına ihsan ederdi,
Allahın emrettiği hususlar hariç onların
bazılarını bazılarına tercih etmezdi; kimseye zorluk
çıkarmazdı; özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Kuranın nazil
olduğu ve öğüt verme zamanı hariç sürekli tebessüm ederdi; kahkahasız
da gülerdi; hizmetçilerinin yeme, içme ve giyimlerinde başlarına
dikilmezdi; kimseye sövmezdi; hiçbir kadın veya hizmetçiye lanet etmezdi;
kimseyi kınamazdı; ancak, "o
işi terk et." derdi; bir ihtiyaçtan dolayı yanına gelen
her hür, köle ve cariyenin ihtiyacını karşılamak için
kalkıp onlarla giderdi; sert ve katı kalpli değildi;
çarşıda (tartışınca) sesini çok yükseltmezdi; kötüye,
kötüyle karşılık vermezdi; ama bağışlayıp
affederdi. Karşılaştığı herkese selam verirdi;
kim bir iş için onun yanına gelmiş olsaydı, o
çıkıp gidene kadar sabrederdi; bir kimsenin elinden tuttuğunda
(merhabalaştığında) o elini çekmedikçe, elini çekmezdi; bir
müslümanla karşılaştığında musafaha ederdi;
oturup kalktığında Allhın zikriyle kalkardı; namaz
kılarken bir adam onun yanına geldiğinde namazını
kısa keserek ona yönelip; Bir
ihtiyacın mı vardır? diye sorardı; (yoksulların
ona kolayca olaşabilmesi için) meclisin baş tarafında
değil, sonunda (yani kapı önünde) otururdu; genellikle kıbleye
doğru otururdu; onun yanına gelen kimseye ikram ederdi; hatta bazen
elbisesini bile onun altına sererdi; arkasındaki
yastığı onun arkasına bırakarak onu kendisine tercih
ederdi; neşe ve gazap halinde hakkın dışında bir
şey söylemezdi; av etinden yerdi, ama av avlamazdı... [109]
1- Ey Allahın
kulları, sizler hasta ve alemlerin Rabbi de tabip gibidir. Hastanın
yararı tabibin bildiği ve onunla tedbir ettiği şeylerdedir,
nefsinin istediği ve kendisinin çıkardığı (önerdiği)
şeylerde değildir. Öyleyse Allahın emrine teslim olun ki
kurtuluşa eresiniz.[110]
Müslümanların
Meseleleriyle İlgilenmek
2- Kim sabahlar da
Müslümanların meseleleriyle ilgilenmezse onlardan değildir; kim Ey Müslümanlar!
diye feryat eden birinin sesini duyar da onun yardımına
koşmazsa, Müslüman değildir.[111]
3- Hz. Peygamber (s.a.a)
bir grup ashabı savaşa gönderdi, döndüklerinde şöyle buyurdu:
Çok hoş geldiniz;
ne mutlu küçük cihadı yapıp boyunlarında büyük cihat kalan
kavme! Ya Resulellah, büyük cihat nedir? diye sorduklarında; Nefisle
cihat etmektir. buyurdular.[112]
Allahın
Lanetine Uğrayan Alim!
4- Ümmetimin içerisinde
bidatler ortaya çıktığında alim ilmini ortaya
koymalıdır; kim bunu yapmazsa Allahın laneti ona olsun.[113]
5- Alimler dünya
işlerine girmedikçe peygamberlerin eminleri (güvendikleri
vekilleri)dirler. Ya Resulellah, dünya işlerine girmeleri nasıl
olur? diye sorduklarında şöyle buyurdular: Sultana (Tağut olan
hakim yöneticilere) uymalarıyla olur. Bunu yaparlarsa dininiz hususunda
onlardan sakının.[114]
Resulullahın, Ümmeti
İçin Konuşmasını Bilen Münafıktan Korkması
6- Ben ümmetim
hakkında ne müminden korkarım ne de müşrikten; müminin önünü
imanı alır, müşriki ise küfrü yok eder. Ben sizler için
konuşmasını bilen dilli münafıktan korkarım; sizin
bildiğinizi hoşlandığınızı söyler, ama
sevmediğinizi yapar.[115]
7- Kıyamet günü olduğunda bir
münadi şöyle nida eder: Zalimler ve zalimlerin
yardımcıları, onların mürekkeplerini güzelleştirenler
yahut keselerinin ağzını bağlayanlar veya kalemlerini sivri
edenler neredeler? Onları da zalimlerle haşr edin.[116]
Ehl-i Beyti Vücuttaki Baş Gibi Bilmenin
Gerekliliği
8- Benim Ehl-i Beytimi
kendi aranızda, vücuttaki baş ve baştaki iki göz gibi kabul
edin. (Tabiatıyla) Baş, gözler olmadan yolunu bulamaz.[117]
9- İnsanların
en kötüsü ahiretini dünyasına satan kimsedir; bundan daha kötü olan da,
ahiretini diğerlerinin dünyasına satandır.[118]
10- Kim bir
sultanı (güç sahibini) Allahı gazaplandıran bir şeyle
hoşnut ederse, Allahın dininden çıkmış olur.[119]
Zengine
Zenginliği
İçin Boyun Eğmek!
11- Kim bir zenginin
yanına gelerek (zenginliği için) ona boyun eğerse, dininin üçte
ikisi gider.[120]
12- İyi insanın
alameti on şeydir: Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için
arkadaş olur, Allah için ayrılır, Allah için sinirlenir, Allah
için razı olur, Allah için çalışır, Allaha el açar, Allah
için korkar....ve Allah için iyilik yapar.[121]
13- Bir zaman
gelecektir ki benim ümmetim, alimleri ancak güzel elbise, Kurânı ise
güzel sesle tanırlar ve Allaha yalnız Ramazan ayında ibadet
ederler. Böyle oldu mu Allah-u Teala, ilmi, hilmi ve merhameti olmayan bir
hükümdarı onlara musallat kılar.[122]
Şehitlerin
Kanlarından Daha Üstün Mürekkep
14- Kıyamet günü
olduğunda, alimlerin kalemlerinin mürekkebi şehitlerin kanlarıyla
ölçülür; alimlerin kalemlerinin mürekkebi şehitlerin kanlarından daha
üstün gelir.[123]
İmamlara Uymanın
Gerekliliği
15- Kim kurtuluş
gemisine binmeyi, güvenilir bir kulptan tutmayı ve sağlam bir ipe
sarılmayı severse, Aliyi sevsin; onun düşmanına
düşman olsun ve onun evladından olan Hidayet İmamlarına
uysun; zira onlar benim halifelerim, vasilerim, benden sonra Allahın
yaratıklarına olan hüccetleri, ümmetimin efendileri,
takvalıları ve cennete rehberlik eden kimselerdir. Onların hizbi
benim hizbimdir, benim hizbim ise Hizbullahtır; onların
düşmanlarının hizbi ise Hizbuş- Şeytandır.[124]
16- Yükünü insanların üzerine atan
kimse, melundur (Allahın rahmetinden uzaktır).[125]
17- Kıyamet günü
olduğunda, dört şeyden sorulmadıkça insan yerinden hareket
etmez: Ömrünü nerede geçirdiğinden, gençliğini nerede çürüttüğünden,
malını nereden kazanıp nerede harcadığından ve
biz Ehl-i Beytin sevgisinden.[126]
18- Şemun,
cahilin nişaneleri nedir? diye sorduğunda Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurdular:
Cahil ile arkadaş
olursan seni zahmete düşürür, uzak durursan küfreder, sana bir şey
verirse minnet eder, sen bir şey verirsen nankörlük eder,
sırrını ona söylersen hıyanet eder, sırrını
sana söylerse seni (onu yaymakla) suçlar, zengin olursa azar, kaba ve katı
yürekli olur, fakir olursa Allahın nimetini inkar eder ve günahtan
çekinmez, sevinçli olursa haddini aşar ve azgınlık yapar,
üzülürse ümitsizliğe kapılır, gülerse kahkahayla güler,
ağlarsa çığlık atar, iyilere dil uzatır, Allahı
sevmez, Onun haklarını gözetmez, Ondan utanmaz, Onu anmaz,
razı etsen seni över ve sende bulunmayan iyilikleri sana nispet verir,
sinirlenirse övgüleri kesilir ve sende bulunmayan kötülükleri sana nispet
verir. İşte cahilin durumu budur.[127]
Altı
Cümlede Altı Yüz Bin Söz!
19- Resulullah (s.a.a):
Ya Ali! Altı yüz bin koyun, altı yüz bin dinar, yoksa altı yüz
bin kelime mi (söz) istiyorsun? buyurduğunda, Hz. Ali (a.s): Ya
Resulellah! Altı yüz bin kelime (söz) istiyorum dedi. Bunun üzerine
Resulullah şöyle buyurdular:
Altı yüz bin sözü
altı cümlede toplayıp sana söylüyorum; onlar şunlardır: Ya
Ali! İnsanların müstehap ve farz olmayan işlerle
uğraştıklarını gördüğünde, sen farzları
tamamlamakla meşgul ol. İnsanların, dünya işleriyle
uğraştıklarını gördüğünde sen ahiret işiyle
uğraş. İnsanların diğerlerinin ayıplarıyla
uğraştıklarını gördüğünde sen kendi
ayıplarınla meşgul ol (onları düzeltmeye çalış).
İnsanları dünyayı süslemekle meşgul olduklarını
gördüğünde sen, ahiretini ziynetlendirmeye çalış.
İnsanların çok amel yapmakla meşgul olduklarını
gördüğünde, sen temiz amel yapmakla meşgul ol. İnsanların,
halka tevessül ettiklerini gördüğünde, sen Allaha tevessül et (Ona el
aç).[128]
Ümmetin
İhtilaftan Kurtulması İçin Bir Vesile
20- Yıldızlar
(denizlerde yolunu kaybedenlerin) boğulmaktan emanda kalmalarına
(kurtulmalarına) bir vesile olduğu gibi, benim Ehl-i Beytim de
ümmetimin ihtilaftan emanda kalması için bir vesiledir. Bu yüzden Araptan
(veya herhangi bir milletten) bir kabile onlara muhalefet ederse, ihtilafa
düşer ve şeytan hizbinden olur.[129]
21- Rabbim dokuz
şeyi bana tavsiye etmiştir: Gizlide ve açıkta ihlaslı
olmayı, sevinç ve gazap halinde adaletli davranmayı, fakirlik ve
zenginlikte iktisatlı olmayı, bana zulmedeni affetmeyi, beni mahrum
bırakana ihsanda bulunmayı, benimle ilişkisini kesenle ilişki
kurmayı, susmamın tefekkür, konuşmamın zikir ve
bakışımın da ibret olmasını.[130]
22- Ya Cabir! Benim
vasilerim ve benden sonra Müslümanların İmamı; önce Alidir,
sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali bin Hüseyin, sonra Bakır olarak
meşhur olacak Muhammed bin Ali; -Ey Cabir, sen onu (İmam
Bakırı) göreceksin, onunla
karşılaştığın vakit benim selamımı
kendisine söyle- sonra Cafer bin Muhammed, sonra Musa bin Cafer, sonra Ali bin
Musa, sonra Muhammed bin Ali, sonra Ali bin Musa, sonra Muhammed bin Ali, sonra
Ali bin Muhammed, sonra Hasan bin Ali, sonra da Kâim (Mehdi)dir ki, onun ismi
benim ismim, künyesi benim künyemdir. O, Hasan bin Alinin oğludur. Allah
onun eliyle yeryüzünün doğusu ve batısını fetheder. O kendi
dostlarına o kadar gizli kalır ki, artık Allahın
kalplerini imanla imtihan ettiği kimselerden başkası onun
imametine inanmakta sabit kalmaz.[131]
Kırk
Gün İhlasla
Amel Etmenin Neticesi
23- Kim Allah için
kırk gün ihlasla amel ederse, hikmet çeşmeleri kalbinden diline
dökülür.[132]
Kıyamet
Günü Ağlamayacak
Gözler
24- Ya Ali,
kıyamet günü, üç gözden başka her göz ağlayacaktır; Allah
yolunda geceleri yatmayan göz, Allahın haram kıldığı
şeylere bakmayan göz ve Allah korkusundan ağlayan göz.[133]
25- Ben ilmin
şehri, Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o kapıya
gelmelidir.[134]
Beş Şeyin Beş Şeyden Önce Ganimet
Oluşu
26- Ya Ebazer! Beş
şeyi beş şeyden önce ganimet bil: İhtiyarlıktan önce
gençliğini, hastalıktan önce sıhhatini, fakirlikten önce
zenginliğini, işin çıkmadan önce boşluğunu ve ölümden önce
hayatını.[135]
Allahın
Kalp ve Amellere Bakması
27- Allah-u Teala
şekil ve mallarınıza bakmaz, kalp ve amellerinize bakar ancak.[136]
28- Ey insanlar! Ben
aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; onlara
sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa
düşmezsiniz; onlar, Allahın kitabı ve Ehl-i Beytimdir.[137]
29- Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki: Meryem oğlu İsa havarilerine şöyle buyurdu:
Kendinizi Allaha sevdirin ve Ona yaklaşın Ya Ruhellah! Hangi
vesile ile kendimizi Ona sevdirelim ve Ona yaklaşalım?
dediklerinde, Hz. İsa: Günah işleyenleri sevmeyerek ve onlara
buğz ederek Allahın rızasını elde ediniz. buyurdu.
Ya Ruhellah! O halde kiminle oturalım? dediklerinde de Hz. İsa:
Görünüşü, size Allahı hatırlatan, konuşması
bilginizi artıran ve ameli sizi ahirete meyillendiren kimseyle oturun.
buyurdu.[138]
30- Kimde şu dört
sıfat olursa münafıktır; bunlardan biri de onda olursa onu terk
edene kadar bir nifak sıfatı onda olur: Konuştuğunda yalan
konuşan, verdiği sözde durmayan, anlaştığında
hıyanet yapan, tartıştığında haktan sapan kimse.[139]
31- Bilin ki, ümmetimin
en kötüleri, şerlerinden korkulduğundan dolayı saygı
gösterilen kimselerdir. Bilin ki, şerrinden korkarak halkın
saygı gösterdiği kimse benden değildir.[140]
32- Biz kurtuluş gemisiyiz, kim bu
gemiye binerse kurtulur, kim de ondan uzaklaşırsa helak olur. O halde
kimin Allahtan bir haceti, isteği olursa, onu biz Ehl-i Beyte tevessül
ederek (bizi vasıta kılarak) dilesin.[141]
33- Ey Müslümanlar!
Zinadan sakının; çünkü zinada, üçü dünya, üçü de ahirette olmak üzere
altı hususiyet vardır: Dünyada olanlar şunlardır: Zina,
değeri yok eder, fakirlik doğurur, ömrü azaltır. Ahirette olanlar
da şunlardır: Zina, Allahın gazabına, hesabın
zorluğuna ve ateşte ebedi kalmaya sebep olur.[142]
34- Ya Ali, şu üç
şeye sahip olmayanın hiçbir ameli doğrulmaz: Kendisini Allaha
karşı günah işlemekten alıkoyacak takva,
akılsızın cehaletini önleyecek ilim ve insanlarla iyi
geçinebilmesini sağlayacak akıl.[143]
35- Sizlerden biriniz,
bir kötü iş gördüğünde onu eliyle ortadan kaldırsın; buna
gücü yetmezse diliyle ona karşı çıksın; buna da gücü
yetmezse kalbiyle ona buğz etsin; ki bu (sonuncusu) imanın en
zayıf mertebesidir.[144]
36- Bilin ki kim, Âl-i Muhammed (Ehl-i
Beyt)in sevgisi üzere (onların halleriyle hallenerek) ölürse şehit
olarak ölmüştür; bilin ki kim, Âl-i Muhammedin sevgisiyle ölürse,
günahları bağışlanmış olarak ölmüştür; bilin
ki kim, Âl-i Muhammedin sevgisi üzere ölürse, tövbe etmiş olarak
ölmüştür; bilin ki kim, Âl-i Muhammedin sevgisi üzere ölürse, imanı
kamil bir mümin olarak ölmüştür; bilin ki kim, Âl-i Muhammedin sevgisi
üzere ölürse ölüm meleği, sonra da Nekir ve Münker onu cennetle müjdeler;
bilin ki kim, Âl-i Muhammedin sevgisi üzere ölürse, gelinin
kocasının evine uğrulandığı gibi o da cennete
uğrulanır.[145]
37- Ya Ali! Şarap
içen puta tapan gibidir. Ya Ali! Allah, şarap içenin namazını
kırk gün kabul etmez ve o kırk gün içerisinde ölürse kafir olarak
ölmüş olur.[146]
Yumuşaklık ve Sertliğin
Özellikleri
38-
Yumuşaklık nede olursa onu süsler; sertlik de nede olursa onu
çirkinleştirir.[147]
Hacca Gitmeden Ölen
Kimsenin Hali
39- Kim (gücü olduktan
sonra) hacca gitmeyi geciktirerek hacca gitmeden ölürse Allah-u Teala onu,
kıyamet günü Yahudi veya Hıristiyan olarak haşr eder.[148]
40- Namahreme bakmak,
şeytanın oklarından zehirli bir oktur, (bakanın kalbine
işler); öyleyse kim Allah-u Tealadan korkarak namahreme bakmazsa, Allah-u
Teala ona öyle bir iman verir ki, onun tadını kalbinde hisseder.[149]
İBRETLİ ÖYKÜLER
Bir gün Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurdular: Kim Subhanellah derse, Allah Teala bu zikre
karşılık kıyamet günü ona cennette bir ağaç diker.
Yine kim La ilahe illâllah derse, Allah
Teala bu zikir karşılığında cennette ona bir ağaç
diker.
Yine kim Allah-u Ekber derse, Allah Teala bu
zikre karşılık cennette ona bir ağaç diker.
Bu sırada Kureşli olan bir adam
şöyle dedi:
Ya Resulellah! Bu
durumda bizim cennette pek çok ağaçlarımız olacaktır. Çünkü
biz sürekli olarak bu zikirleri söylüyoruz.
Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle
buyurdular:
Evet doğrudur. Ama onları günah
ateşiyle yakmaktan sakının. Zira Allah-u Teala söyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Allah ve resulüne itaat edin ve amellerinizi geçersiz
kılmayın.[150]
Kab oğlu Rabia şöyle diyor:
Bir gün Resulullah (s.a.a) bana şöyle
buyurdu:
Rabia! Yedi yıl bana hizmet ettin,
benden mükafat istemiyor musun?
Arz ettim ki: Ya Resulellah! Müsaade edin bu
konu hakkında biraz düşüneyim.
Ertesi günü Resulullah (s.a.a)in huzuruna
gittiğimde Hazret şöyle buyurdu:
Rabia! Hacetini (dileğini) iste.
Arz ettim ki: Allahtan iste ki, beni de
sizinle beraber cennette götürsün.
Buyurdu ki: Böyle bir şey istemeyi kim
sana öğretti?
Arz ettim ki: Kimse
bana öğretmedi. Ama ben biraz düşünerek şu kanatta vardım
ki, eğer dünya malını istemiş olursam, yok olucudur;
eğer uzun ömür ve evlat isteyecek olursam, onun sonu da ölümdür.
Bu sırada peygamber (s.a.a)
başını öne eğip biraz düşündükten sonra şöyle
buyurdular: Bunu Allahtan isteyeceğim. Ama sen de uzun secdelerle bana
yardım et ve çok namaz kıl.[151]
Yaşlı bir
kadın Peygamber (s.a.a)in huzuruna vararak cennet ehlinden olmayı
arzu ettiğini dile getirdi.
Peygamber (s.a.a) ona: Yaşlı
kadın cennete gitmeyecektir diye buyurdular.
Yaşlı kadın ağlayarak
Resulullah (s.a.a)in huzurundan ayrıldı.
Bilal-i Habeşi, o kadını
ağlar bir vaziyette görünce: Neden ağlıyorsun? diye sordu.
Kadın cevaben şöyle dedi:
Ağlamamın sebebi Resulullah (s.a.a)in; Yaşlı kadın
cennete girmeyecektir sözünden dolayıdır.
Bilal, Resulullah (s.a.a)in huzuruna vararak
kadının durumunu O Hazrete iletti.
Resulullah (s.a.a): Zenci de cennete
girmeyecektir buyurdular.
Bilal da üzülüp o kadınla beraber
ağlamaya başladılar.
Peygamber (s.a.a)in amcası Abbas
onların ağladığını görünce: Neden
ağlıyorsunuz? diye sordu. Onlar da Resulullah (s.a.a)in onlarla
ilgili buyurmuş olduğu sözünü naklettiler.
Abbas onların ağlamalarını
görünce, onların durumunu Resulullah (s.a.a)e anlattı.
Resulullah (s.a.a) yaşlı olan
amcası Abbasa da: Yaşlı erkek de gitmeyecektir buyurdular.
Daha sonra Resulullah (s.a.a) onların her
üçünü huzuruna çağırıp gönüllerini alarak şöyle buyurdu:
Allah Teala cennet ehlini, başlarında bir taç olduğu halde
nurlu bir genç simasında cennete götürecektir; yaşlı, siyah
yüzlü ve çirkin kıyafetli bir şekilde değil.[152]
Bir adam Peygamber (s.a.a)in huzuruna vararak
şöyle dedi: Ya Resulellah! Filan şahıs komşunun namusuna
(haince) bakıyor. İmkanı olursa, iffete aykırı çirkin
ameli yapmaktan da perva etmez.
Resulullah (s.a.a) bu sözleri duyunca bu
olaydan dolayı çok sinirlendi ve: Onu benim yanıma getirin diye
emretti.
Orada bulunan bir
şahıs da şöyle dedi: Ya Resulellah! O sizin takipçilerinizden,
sizin ve Alinin (a.s) velayetini kabul eden şahıslardandır.
Sizin düşmanlarınızdan da teberri etmektedir (uzak
durmaktadır).
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular:
O sizin takipçilerinizdendir söyleme. Çünkü
bu söz yalandır. Zira bizim takipçilerimiz bize uyan ve amelleri de bizim
amellerimiz gibi olan kimselerdir. Bu adam hakkında söylediğiniz
sözler, bizim amel ve davranışımıza uygun değildir.[153]
Resulullah (S.A.A)Den
Beş Tavsiye
Hz. Peygamber (s.a.a)in ashabından olan
Ebu Eyyub-i Ensari Resulullah (s.a.a)in huzuruna vararak şöyle dedi:
Ya Resulellah! Bana öyle az ve öz bir vasiyet
edin ki, onu kafamda tutabilip onunla amel edebileyim.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
Şu beş şeyi sana tavsiye
ediyorum:
1- Halkın elindekine göz dikme ve ondan
ümidini kes. Çünkü bu zenginliğin ta kendisidir.
2- Tamahtan sakın. Zira tamah peşin
fakirliktir.
3- Namazı öyle kıl ki, sanki bu
senin en son namazındır ve artık diri kalıp da diğer
namaz kılamayacaksın.
4- Sonradan mecbur kalıp da özür
dileyeceğin bir ameli yapmaktan sakın.
5- Kendin için sevdiğin şeyi (dini)
kardeşin için de sev.[154]
Resulullah (s.a.a) bir gün camiye
gittiğinde camide iki topluluk gördü. Topluluklardan biri ilmi konular
hakkında konuşuyordu. Bu toplulukta İslamî meseleler
tartışılıyordu. Diğer topluluk ise, dua ve münacat
topluluğu idi; bu topluluk da dua edip Allaha yalvarıp
yakarıyorlardı.
Peygamber (s.a.a) bu
durumu görünce şöyle buyurdular: Her iki toplantı da güzel ve hayra
doğrudur. Bir grup Allaha dua ediyor, bir grup da bilgisizleri
bilgilendiriyor. Ben ikinci grubu (yani ilmî müzakere edenleri), duayla
meşgul olan birinci gruba tercih ediyorum. Çünkü benim kendim de Allah
Teala tarafından eğitim ve öğretim için gönderilmişim.
Resulullah (s.a.a)
bu sözleri buyurduktan sonra ilmi müzakere eden grubun yanına gitti ve
onlarla beraber oturdu.[155]
Allahın
Beğendiği Dört Haslet
Allah-u Teala Resulüne (s.a.a) şöyle
vahyetti: Ben, Ebu Talib oğlu Caferi dört sıfatından
dolayı takdir ediyorum.
Peygamber (s.a.a) bu vahiyden dolayı
Caferi çağırtıp mevzuyu ona açıkladı. Cafer
şöyle dedi:
Allah Teala sana vahiy etmiş
olmasaydı, ben bu sıfatları açıklamazdım.
Ya Resulellah! Ben kesinlikle şarap
içmedim; çünkü içtiğim takdirde aklımın zail
olacağını biliyordum.
Kesinlikle yalan konuşmadım; zira
yalan konuşmak yiğitliğe aykırıdır.
Kesinlikle zina etmedim; çünkü namusumla
aynı amelin yapılmasından korktum.
Kesinlikle
puta tapmadım; zira puta tapanın bir yararı
olmadığını biliyordum.
Resulullah (s.a.a) mübarek eliyle onun omzuna
vurarak şöyle buyurdular: Allah Tealanın, cennette meleklerle uçman
için sana iki kanat vermesi Ona haktır.[156]
Salebe bin Hatib el-Ensarî Resulullah
(s.a.a)in huzuruna gelerek şöyle dedi: Ya Resulellah! Allah Tealadan
bana servet vermesini iste.
Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle
buyurdular: Ey Salebe! Şükrünü yerine getirdiğin az mal,
şükrünü yerine getiremeyeceğin çok maldan daha iyidir.
Salebe bu sözü
dinledikten sonra gitti. Birkaç gün sonra yine aynı sözünü
tekrarladı. Bu defa Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
Ey Salebe! Ben
senin için bir örnek değil miyim? Allahın Resulü gibi olmak
istemiyor musun? Allaha and olsun ki, eğer yeryüzündeki
dağların benim için altın ve gümüş olmasını ve
benimle hareket etmesini istesem, bunu yapabilirim. Ama gördüğün gibi ben
Allahın takdirine razıyım.
Salebe gitti, daha
sonra tekrar gelerek şöyle dedi: Ya Resulellah! Dua et Allah bana mal ve
servet versin. Ben Allahın, fakirlerin, akrabaların ve herkesin
hakkını vereceğim.
Resulullah (s.a.a),
Salebenin bundan vazgeçmeyeceğini görünce: Allahım! Salebeye
mal ve servet ver diye dua etti.
Resulullah
(s.a.a)in duasından sonra Salebe bir koyun aldı. Koyun hızla
çoğalmaya başladı; öyle ki artık Medine şehri onun
koyunlarını alamayacak bir hale geldi. Artık şehirde
kalamayıp Medinenin dışına çıktı.
Salebe önceleri
bütün namazlarını camide Peygamber (s.a.a)in arkasında
kılıyordu. Ama koyunları çoğaldığından
dolayı artık cemaat namazına katılamayıp Peygamber
(s.a.a)in arkasında cemaat namazı kılmanın faziletinden
mahrum kaldı. Sadece Cuma günleri Medineye gelerek cuma
namazını Peygamber (s.a.a)in arkasında kılıyordu.
Dünya
malının sorunları gittikçe çoğalıyor ve gün geçtikçe
serveti artmağa başlıyordu. Öyle ki artık Medinenin
kenarında bile kalamayarak mecburen Medinenin uzak çöllerine gidip orada
yaşamak zorunda kaldı. Cuma namazını kılmak
fırsatını da elinden çıkardı. Artık Medine
şehriyle ilişkisi tamamıyla
kopmuş oldu.
Peygamber (s.a.a),
Salebenin mallarının zekatını almak için bir memuru onun
yanına gönderdi. Memur, Peygamber (s.a.a)in emrini ona ileterek
malının zekatını vermesini istedi. Salebe
malının zekatını vermekten çekinerek şöyle dedi: Bu
(zekat) Yahudi ve Hıristiyanlardan alınan cizyenin aynısı
veya onun bir benzeridir. Biz kafir miyiz?
Peygamber (s.a.a)in
memuru geri dönerek Salebenin durumunu O Hazrete anlattı. Peygamber
(s.a.a) onun halinden haberdar olunca şöyle buyurdular: Salebeye
yazıklar olsun!
Bu esnada şu
ayet nazil oldu:
Onlardan kimi: And olsun, eğer bize bol
ihsanından verirse, gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden
olacağız diye Allaha ahdetmişti.
Onlara kendi bol ihsanından verince,
onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt
dönenlerdir.
Böylece Allaha verdikleri sözü
tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle
karşılaşacakları güne kadar kalplerinde nifakı
yerleşik kıldık.[157]
Salebe
başarıyla imtihandan çıkamadı ve sonuçta bedbahtlıkla
dünyadan göçüp gitti.[158]
Ensardan birisi yolculuğa çıkmak
istediğinde hanımına: Ben yolculuktan dönmedikçe evden
çıkmaya hakkın yoktur dedi. Kadın, kocası yolculuğa
çıktıktan sonra babasının hastalandığını
duydu.
Bunun üzerine bir kadın
vasıtasıyla Peygamber (s.a.a)e şöyle bir mesaj gönderdi: Kocam
yolculuğa çıkmıştır, yolculuğa
çıktığında: Ben eve dönmedikçe evden dışarı
çıkma diye emretti. Şimdi babamın ağır bir
şekilde hastalandığını duydum. Müsaade edin onun
ziyaretine gideyim.
Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle
buyurdular:
Evinde otur ve kocana itaat et.
Böylece aradan birkaç gün geçti. Kadın
babasının hastalığının
ağırlaştığını duydu. İkinci kez yine
peygamber (s.a.a)e: Ya Resulellah! İzin verin babamın ziyaretine
gideyim diye bir mesaj gönderdi.
Peygamber (s.a.a): Hayır, evinde
oturarak kocanın sözüne itaat et diye cevap verdiler.
Kadın bir
müddetten sonra babasının öldüğünü duydu. Üçüncü kez yine bir
adam vasıtasıyla Resulullaha şöyle bir mesaj gönderdi: Ya
Resulellah! İzin verin babamın ağıt merasimine
katılayım, ona namaz kılayım!
Peygamber (s.a.a) bu
defa yine izin vermeyerek: Evinde otur, kocana itaat et! buyurdular.
Kadının
babası defnedildikten sonra Peygamber (s.a.a) bir kimseyi o
kadının yanına göndererek ona: Kocana itaat ettiğinden
dolayı, Allah Teala senin ve babanın günahlarını affetti
denilmesini buyurdular.[159]
Bir adam Resulullah
(s.a.a)in yanına gelerek: Ya Resulullah! Bana nasihat et dedi.
Resulullah (s.a.a):
Nasihat etsem amel eder misin? diye buyurdu.
Adam: Evet dedi.
Peygamber (s.a.a)
ondan söz aldıktan ve konunun önemini ona anlattıktan sonra
şöyle buyurdular:
Sana tavsiye
ediyorum ki, bir iş yapmak istediğinde o işin sonucunu göz
önünde bulundur ve onun hakkında düşün. Eğer sonucu hidayet ve
kurtuluş ise, o işi yap; aksi takdirde ondan uzaklaş ve onu
yapmaktan sakın (Yani Allahın rızası o işte olursa,
onu yap; aksi takdirde onu terk et.)[160]
Cundeb oğlu Semurenin bir hurma
ağacı vardı. O hurmaya bakmak için Ensardan olan birinin
evinden geçtiğinde Ensari izin almaksızın onun evinden geçip
kendi ağacının yanına gidiyordu.
Bir gün Ensari adam
şöyle dedi: Ey Semure! Sen sürekli haber vermeksizin bizim evden
geçiyorsun; geçmek istediğinde önce izin al sonra geç; izin almadan
habersiz olarak geçme.
Semure onun sözünü
kabul etmeyip şöyle dedi: Kendi yoluma izin almam. Burası benim
yolumdur, istediğim zaman giderim.
Ensari adam onu
Resulullah (s.a.a)e şikayet etti. Resulullah (s.a.a) de Semureyi ihzar
ederek şöyle buyurdu:
Filan adam senden
şikayet etti ve senin izin almadan onun ailesinin yanından
geçtiğini söyledi. Bundan sonra oraya gitmek istediğinde izin al ve
haber vermeden onların evinden geçme.
Semure cevaben
şöyle dedi: Ya Resulellah! Ağacımın yolu için de mi izin
alayım?
Resulullah (s.a.a)
şöyle buyurdu: O ağaçtan vazgeç ve ben onun yerine filan yerde sana
bir hurma ağacı vereyim.
Semure: Hayır
dedi.
Resulullah (s.a.a):
O ağacın yerine sana iki ağaç vereyim buyurdu.
Semure: Hayır,
kabul etmiyorum dedi.
Resulullah (s.a.a)
ağacın sayısını ona kadar çıkardı. Semure
yine: Kabul etmiyorum dedi.
Resulullah (s.a.a):
O ağaçtan vazgeç, onun karşılığında sana
cennette bir hurma ağacı vereyim buyurdu.
Semure:
İstemiyorum dedi.
Bu defa Resulullah
şöyle buyurdular:
Şüphesiz sen
zararlı bir kimsesin, bir mümine zarar vermeye de hakkın yoktur.
Sonra Ensari adama
dönerek: Git hurma ağacını yerinden çıkar ve onu
Semurenin önüne at diye emretti. Adam da Peygamber (s.a.a)in emrini yerine
getirdi. Resulullah da Semureye: Şimdi o ağacı götür,
istediğin yerde onu ek diye buyurdular.[161]
Müslümanlardan biri
ölüm döşeğine düştüğünde Peygamber (s.a.a) bir grup ashapla
birlikte onun ziyaretine gitti. O sırada o Müslüman baygın bir
haldeydi.
Resulullah (s.a.a)
ölüm meleğine: Bu adamı serbest bırak ondan soru sorayım
diye buyurdular.
Bu esnada söz konusu
şahıs kendine geldi.
Peygamber (s.a.a):
Ne görüyorsun? diye sordu.
Hasta adam: Birçok
beyazlık ve birçok karartı görüyorum dedi.
Resulullah (s.a.a):
Onlardan hangisi sana daha yakındır? diye buyurdu.
Hasta adam:
Karartı bana daha yakındır dedi.
Resulullah (s.a.a)
ona: Allahummeğfir liyel kesire min measîk vakbil minnil yesîre min
taatik. [162]
söylemesini buyurdular.
Hasta adam bu
duayı okuduktan sonra tekrar bayıldı.
Peygamber (s.a.a)
ölüm meleğine: Ey ölüm meleği! Onu biraz serbest bırak da ona
soru sorayım buyurdu.
Bu esnada hasta adam
kendisine geldi.
Peygamber (s.a.a):
Ne görüyorsun? diye sordu.
Hasta adam: Birçok
karartı ve birçok beyazlık dedi
Peygamber (s.a.a):
Onlardan hangisi sana daha çok yakındır? diye sordu.
Hasta adam: Beyaz
daha yakındır dedi. Peygamber (s.a.a) orada bulunanlara dönerek:
Allah Teala arkadaşınızı bağışladı
buyurdular.
İmam Sadık
(a.s) bu öyküyü naklettikten sonra şöyle buyurdular: Can vermekte olan
birinin yanına gittiğinizde bu söylenen duayı ona telkin edin
(tekrarlaması için ona söyleyin).[163]
Resulullah
(s.a.a)in oğlu İbrahim öldüğünde güneş tutuldu. Bazı
kimseler: Güneşin tutulması İbrahimin ölümünden
dolayıdır dediler.
Peygamber (s.a.a) bu
sözü duyunca, İbrahimin cenazesini defnetmeden halkı camiye davet
edip minbere çıkarak Allaha hamd-u sena ettikten sonra şöyle
buyurdular:
Ey insanlar! Güneş
ve ay Allahın nişanelerinden iki nişanelerdir. Onun emriyle
hareket ediyor ve Onun emrine itaat etmektedirler. Kesinlikle bir kimsenin
ölümünden veya hayatından dolayı tutulmazlar; güneş veya ay
tutulduğu vakit ayet namazı kılın.
Daha sonra minberden
inerek cemaatle ayet namazı kıldılar. Sonra Hz. Ali (a.s)a:
Kalk oğlum İbrahimi defin için hazırla diye buyurdular. Hz.
Ali (a.s) da İbrahimin cenazesine gusül verip onu kefenledi ve sonra da
onu defnettiler...[164]
Resulullah (s.a.a),
oğlu İbrahimin cenazesini defnettikten sonra gözleri yaşla
dolarak şöyle buyurdu: Göz yaşarıyor, kalp mahzun oluyor ama,
Allahın öfkesine sebep olacak bir söz söylemiyorum.
Sonra şöyle
buyurdu: Ey İbrahim! Biz senin ölümünle hüzünlüyüz.
Daha sonra
Resulullah (s.a.a) kabrin bir köşesinin iyice
kapanmadığını görünce onu mübarek elleriyle düzeltti. Daha
sonra şöyle bu yurdular:
Sizlerden herhangi
biriniz bir iş yaptığında onu sağlam yapsın. [165]
Cabir-i Ensari
şöyle diyor:
Allahın
resulüne arz ettim ki: Ali bin Ebi Talibin şânı hakkında ne
buyuruyorsun?
Resulullah (s.a.a)
buyurdular ki: O benim canımdır.
Arz ettim ki: Hasan
ve Hüseyinin şanı hakkında ne buyuruyorsun?
Buyurdular ki: O ikisi
benim ruhumdurlar ve onların anneleri Fatıma benim
kızımdır. Kim onu incitirse, beni incitmiştir; kim onu
hoşnut ederse, beni hoşnut etmiştir. Allah şahit olsun ki,
ben onlarla savaşanlarla savaş halindeyim, onlarla sulh edenlerle
sulh içerisindeyim.
Ey Cabir! Dua edip
de kabul olmasını istiyorsan, onların ismiyle Allahı
çağır. Zira o isimler Allah katında en sevimli isimlerdir.[166]
Ensardan olan bir
adam Resulullah (s.a.a)in huzuruna gelerek şöyle dedi: Ya Resulellah!
Ben filan mahallede bir ev aldım. En yakın komşum öyle bir
kimsedir ki, ne hayırı bekleniyor ve ne de şerrinden
güvendeyim.
Resulullah (s.a.a)
Aliye (a.s), Selmana, Ebuzere ve dördüncü şahısın kim
olduğunu unuttum, zannedersem o da Mikdad idi, buyurdular ki:
Gidin camiye ve
yüksek sesle şöyle deyin: Komşusu şerrinden güvende olmayan
kimsenin imanı yoktur.
Onlar yüksek sesle
üç defa bu sözü camide halka ilan ettiler. Daha sonra şöyle demelerini
emretti: Sağ, sol, ön ve arka taraftan kırk ev komşu
sayılmaktadır. Onlar da tekrar yüksek sesle bunu halka duyurdular.[167]
Bir adam Resulullah
(s.a.a)in huzuruna vararak şöyle dedi: Ya Resulellah! Benim saadet ve
mutluluğuma sebep olacak bir şey bana öğret.
Resulullah (s.a.a):
Git, öfkelenme.
Nasihat isteyen
adam: Bu nasihat bana yeter deyerek kendi aile ve kabilesinin yanına
döndü. Kendi memleketine döndüğünde kötü bir olayın vuku
bulduğunu gördü. Onun kabilesi başka bir kabileyle ihtilaf
etmiş; her iki taraf silah ve zırhlarını kuşanarak
birbirlerinin karşısında yer almışlardı.
Yolculuktan gelen bu
şahıs, durumun çok kritik olduğunu görür görmez hemen savaş elbisesini
giyerek kabilesinin safında yer aldı.
Bu esnada Resulullah
(s.a.a)in ona: Öfkelenme diye buyurmuş olduğu sözü
hatırlayarak savaş silahını yere bırakıp
akrabalarıyla savaşmak isteyen kabileye doğru giderek şöyle
dedi:
Ey cemaat! Bizden
taraf size ulaşan yaralama, öldürme ve dövme gibi nişanesi (katil ve
vuranı) belli olmayan her çeşit zarar ve ziyan benim üzerimedir, onu
benim kendim ödeyeceğim. Katil ve vuranı belli olan her çeşit
yara ve katlin diyetini de akrabalarımın kendilerinden
alabilirsiniz.
Savaşa
hazır olan kabile, onun bu önerisini duyunca, kalpleri yumuşayarak
öfkeleri yatıştı ve ona teşekkür ederek şöyle dediler:
Bizim bu gibi şeylere hiçbir ihtiyacımız yoktur, kendimiz bu
işe daha layığız. İşte böylece her iki kabile o
adamın ön ayak olması ve önerisiyle gazap ve öfkelerini yenerek
birbirleriyle sulh edip kin ve düşmanlık ateşini söndürmüş
oldular. [168]
Ensardan bir adam
Resulullah (s.a.a)in yanına gelerek şöyle dedi: Ya Resulellah! Ben
sizden ayrı kalmaya tahammül edemiyorum. Eve gittiğimde sizi
hatırlayıp, size olan aşırı sevgi ve alakadan
dolayı mal mülkü terk edip sizi yakından görmek için sizin
ziyaretinize geliyorum. Bu esnada kıyameti hatırlıyorum. Ya
Resulellah! Siz cennete gidip onun en yüksek derecesinde yer
aldığınızda, ben o gün sizin
ayrılığınıza nasıl tahammül edebilirim?
Ensari adamın
sözlerinden az sonra bu ayeti şerife nazil oldu:
Allaha ve Resulüne
itaat edenler, işte onlar, Allahın kendilerine nimet verdiği
peygamberler, doğrular, şehitler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi
arkadaştır onlar. [169]
Resulullah (s.a.a) o
adamı çağırtıp nazil olan ayeti ona okuyarak onu müjdeledi.
Yani, Hz. Peygamber (s.a.a)e gerçekten uyanlar cennette Onunla beraber
olacaklardır.[170]
Bir gün Resulullah (s.a.a) gülümseyerek göğe bakıyordu, bir
adam Hazretin gülmesinin sebebini sorunca Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurdular: Evet göğe bakıyordum, iki melek, kendi yerinde ibadetle
meşgul olan mümin bir kulun gece gündüz yaptığı
ibadetlerinin mükafatını yazmaları için yeryüzüne indiler, fakat
onu, hasta olduğundan dolayı ibadetgahında bulamayınca
göğe çıkıp Hak Tealaya şöyle arz ettiler: Ey Rabbimiz!
Biz o mümin kulun ibadetini yazmak için her zamanki gibi onun ibadetgahına
gittik, fakat onu orada bulamadık, hasta yatağına
düşmüştü.
Allah-u Teala, o meleklerin cevabında
şöyle buyurdu: O mümin kul, hasta yatağında olduğu sürece,
her gün ibadetgahında olduğu zaman ona yazdığınız
her günün sevabı miktarınca ona sevap yazın. Hasta yatağında
olduğu müddetçe onun hayır amellerinin mükafatı bana aittir;
onun mükafatını ben vereceğim.[171]
Hz. Ali (a.s) şöyle
buyuruyor: Bir gün Resulullah (s.a.a) istirahat halinde idi. Oğlu
İmam Hasan su istedi. Resulullah (s.a.a) de bir kaba biraz süt
sağıp onu Hasana (a.s) verdi. Hüseyin (a.s) bu durumu görünce sütü
almak için yerinden kalktı. Ama Resulullah (s.a.a) ona mani olup sütü
Hasana verdi. Bu durumu görünce şöyle dedim: Ya Resulellah! Güya
Hasanı daha çok seviyorsun Resulullah cevaben buyurdular ki:
Hayır, öyle değildir. Benim Hasanı savunmamın sebebi,
öncelik onun hakkı olduğu içindir. Çünkü O, daha önce su
istemişti, sıraya riayet etmek gerekir. [172]
Resulullah (s.a.a)in Ağlaması
Resulullah (s.a.a) bir gece zevcesi Ümmü Selemenin
evinde idi. Gece yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir
köşesinde dua ve ağlamakla (Allaha yalvarıp yakarmakla)
meşgul oldu. Ümmü Seleme, Resulullah (s.a.a)ı yatağında
görmeyince kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah
(s.a.a) evin karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe
kaldırmış, ağlayarak Allaha şöyle yalvarıp
yakarıyor:
Allahım!
Bağışladığın nimetleri benden esirgeme. Beni,
düşmanların bana gülme vesilesi kılma, kıskançları
bana musallat etme.
Allahım! Beni
kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme.
Allahım! Beni hiçbir
zaman ve hiçbir an kendi başıma bırakma; kendin beni her
şeyden ve her afetten (beladan) koru.
Ümmü Seleme Resulullah
(s.a.a)in bu durumunu görünce ağlayarak kendi yerine döndü. Resulullah
(s.a.a) Ümmü Selemenin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip
ağlamasının sebebini sordu.
Ümmü Seleme şöyle
dedi:
Ya Resulellah! Senin
ağlaman beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah
katında olan onca büyük makam ve yakınlığınıza
rağmen Allahtan böyle korkuyorsunuz, Allahtan bir an bile sizi kendi başınıza
bırakmamasını istiyorsunuz, o halde vay bizim halimize!
Resulullah (s.a.a) onun
sözüne karşılık şöyle buyurdular:
Nasıl
korkmayayım, nasıl ağlamayayım, nasıl kendi
akıbetimden korkmayayım, nasıl kendi makam ve mevkime güveneyim!
Oysa ki Allah Teala, Hz. Yunusu bir an kendi haline bıraktı ve onun
başına gelmemesi gereken şey geldi! [173]
Âmanın Yanında Hicabı Korumak!
Ümmü Seleme şöyle
diyor:
Peygamber (s.a.a)in
huzurunda idik. Meymune isminde olan hanımlarından birisi de orada idi.
Bu esnada âma (kör) olan İbn-i Ümmü Mektum Resulullahın huzuruna
geldi. Resulullah (s.a.a) bana ve Meymuneye: İbn-i Ümmü Mektumun
karşısında hicabınızı (kendinizi) koruyun.
Ya Resulellah, o âma
değil midir, hicaplı olmamızın ne anlamı vardır?
dediğimizde de şöyle buyurdular:
Siz de mi körsünüz? Siz
onu görmüyor musunuz? [174]
Kötü Ahlaklılık Kabir Azabına
Sebep Olur
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyuruyor:
Sad bin Muazın
ölüm haberini Resulullah (s.a.a)e verdiklerinde, Hazret kalkıp
ashabıyla birlikte onun evine gittiler. Resulullahın emri ile Sada
gusül verdiler. Gusül ve kefenleme işleminden sonra onu bir tabuta
bırakıp defnetmek için kabristana götürdüler.
Cenazeyi teşyi
ederken Resulullah (s.a.a) yalın ayak ve abasız hareket ediyordu,
kabrin yakınına ulaşana dek bazen tabutun sağ, bazen de sol
tarafını tutuyordu. Resulullah (s.a.a)in bizzat kendisi kabrin içine
girip cenazeyi kabre bıraktı; taş, tuğla ve diğer
şeylerin getirilmesini emretti. Daha sonra mübarek elleriyle cenazenin üzerini
kapatıp onun üzerine toprak döktüler.
Bu esnada Sadın
annesi kabrin kenarına gelerek şöyle dedi: Ey Sad ! Cennet sana
kutlu olsun.
Resulullah (s.a.a) bu
sözü ondan duyar duymaz şöyle buyurdular: Ey Sadın annesi !Sus!
Allah adına bu kadar kesin ve yakin ile konuşma. Şimdi Sad
kabir azabına duçar olmuştur ve bundan dolayı eziyet görür.
Daha sonra kabristandan
geri döndüler. Hz. Peygamberle birlikte olan halk şöyle dediler: Ya
Resulellah ! Sad için yaptığın işleri şimdiye kadar
hiç kimse hakkında yapmamışsınız. Ayak yalın,
abasız onun cenazesini teşyi ettiniz; tabutun bazen sağ bazen de
sol tarafından tutuyordunuz !
Resulullah (s.a.a)
onların cevabında şöyle buyurdular:
Melekler de abasız
ve ayakkabısız idiler; ben de onlara uydum, elim Cebrailin elinde
olduğundan dolayı o tabutun neresinden tutuyorduysa ben de o
tarafından tutuyordum.
Halk bu sözleri duyunca
şöyle dediler:
Ya Resulellah !
Sadın cenazesine namaz kıldınız, mübarek ellerinizle onu
kabre bıraktınız, kabri kendi elinizle düzelttiniz, yine de
kabir Sadı sıktı mı diyorsunuz?
Resulullah (s.a.a)
cevaben: Evet, kabir azabına duçar oldu. Çünkü o, evinde kötü
ahlaklı idi, kabir azabı bundan dolayı idi. [175]
Hz. Ali (a.s), Hz.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) tarafından Ona bir gömlek almak için
çarşıya gitmekle görevlendi. Hz. Ali (a.s) da çarşıya gidip
on iki dirheme bir gömlek alarak eve döndü.
Resulullah (s.a.a): Bu
gömleği kaça aldın? diye sordu.
Hz. Ali: On iki
dirheme dedi.
Resulullah (s.a.a): Bu
gömleği öyle sevmiyorum, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba
satıcı bunu geri almaya hazır olur mu? buyurdu.
Hz. Ali (a.s) şöyle
diyor: Gömleği alıp çarşıya döndüm, Peygamberin
isteğini satıcıya ilettim, satıcı da kabul etti. Parayı
alıp Peygamber (s.a.a)in yanına döndüm. Bir gömlek almak için
Resulullah (s.a.a) ile birlikte çarşıya doğru hareket ettik.
Yolun yarısında Resulullah (s.a.a)ın gözü, ağlayan bir
cariyeye ilişti. Resulullah (s.a.a) onun yanına gidip: Neden
ağlıyorsun? diye sordu. Cariye cevaben şöyle dedi. Ev sahibi
bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya
gönderdi. Fakat ben parayı nasıl kaybettiğimi bilemiyorum,
şimdi eve dönmekten korkuyorum.
Resulullah (s.a.a) on
iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve: İstediğin şeyleri
al ve eve dön diye buyurdular.
Resulullah (s.a.a)
Allaha şükredip çarşıya doğru hareket etti,
çarşıdan dört dirheme bir gömlek alıp giydi. Eve
döndüğünde, yol üzerinde bir çıplağı görünce gömleğini
çıkarıp ona verdi. Kendisi tekrar çarşıya geri döndü, yine
dört dirheme bir gömlek alıp giydi ve eve doğru hareket etti. Yolun
yarısında yine aynı cariyeyi üzüntülü ve şaşkın
bir halde gördü. Bunun üzerine: Neden evinize gitmedin? diye sordu.
Cariye: Ya Resulellah,
gecikmişim, beni dövmelerinden korkuyorum dedi.
Resulullah: Gel
birlikte gidelim, evinizi bana göster ben affetmeleri için aracı olurum
buyurdu.
Resulullah (s.a.a) o
cariye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine yetiştiklerinde cariye:
İşte bu bizim evdir dedi.
Resulullah (s.a.a)
kapının arkasından yüksek bir sesle: Ey ev sahibi! Selamun-
aleykum dedi. Bir cevap gelmedi. Tekrar ikinci kez selam verdi, yine bir cevap
duyulmadı. Üçüncü kez bir daha selam verdiğinde: Aleykes- selam ya
Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh diye cevap verdiler.
Resulullah (s.a.a):
Neden ilk defa cevap vermediniz? Acaba benim sesimi duymadınız
mı? diye sordu.
Ev Sahibi;
"İlk defasında duyduk, senin olduğunu bile
anladık." dedi.
Resulullah (s.a.a):
Öyleyse neden geç cevap verdiniz? diye sordu.
Ev sahibi: "Senin
sesini bir kaç defa duymak istedik." dedi.
Resulullah (s.a.a):
Sizin bu cariyeniz gecikmiştir, onu muahaza etmemeniz
(cezalandırmamanız) için size ricaya geldim dedi.
Ev sahibi: "Ya
Resulellah! Sizin mübarek ayağınızın hürmetine bu cariye
artık şimdiden azattır (hürdür)." dedi.
Daha sonra Resulullah
(s.a.a) kendi kendisine şöyle dedi: Allaha şükür, ne de bereketli
on iki dirhemdi! İki çıplağı örttü, bir köleyi ise azat
etti. [176]
Ya Resulellah! Bana Tavsiye Et!
Hz. Ali (a.s) şöyle
diyor:
Bir şahıs
Resulullah (s.a.a)in huzuruna gelerek Hazretin ona tavsiye etmesini istedi.
Resulullah (s.a.a) ona şöyle tavsiye ettiler:
Benim sana tavsiyem
şudur ki; parçalansan, ateşe atılıp yakılsan bile
Allaha şirk koşma.
Annene ve babana eziyet
etme; eğer dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap.
İhtiyacından
fazla kalan malını dini kardeşinin ihtiyarına bırak.
Müslüman kardeşinle
karşılaştığında açık yüzlü ol.
Halka ihanet etme.
Gördüğün her
Müslümana selam ver.
İnsanları
İslama doğru davet et.
Bil ki, her sorunu
çözmenin (sıkıntısı olanın
sıkıntısını gidermenin), Hz. Yakubun
oğullarından bir köleyi azat etmek kadar sevabı vardır.
Bil ki, şarap ve
her sarhoş edici şey de haramdır. [177]
Uhud savaşında
İslam savaşçılarından çoğu şahadete erişti,
Hz. Hamza da o savaşta şehit düştü, hatta Hz. Peygamber
(s.a.a)in şehit olduğu haberi bile yayıldı.
Savaş sona erdikten
sonra, Medine kadınları Uhuda doğru hareket edip Peygamber (s.a.a)in
istikbaline koştular; herkes kendi şehitlerini bırakıp,
Peygamberi sorup arıyorlardı.
Bu arada Cehşin
kızı Zeynep Peygamber (s.a.a) ile karşılaştı.
Hz. Peygamber:
Sabırlı ve tahammüllü ol!dedi.
Zeynep: "
Niçin?" diye sordu.
Hz. Peygamber: Kardeşin
Abdullahın şahadetinden dolayı diye buyurdu.
Zeynep:
"Şahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!" dedi.
Hz. Peygamber: Sabret!
dedi.
Zeynep: Ne için? dedi.
Hz. Peygamber:
Dayın Hamzanın şahadetinden dolayı diye buyurdu.
Zeynep: "Biz
hepimiz Allahtanız ve hepimiz Ona doğru döneceğiz,
şahadet makamı ona mübarek olsun!" dedi.
Resulullah (s.a.a) biraz
durduktan sonra Zeynebe dönerek şöyle buyurdu: Sabırlı ol!
Zeynep: "Şimdi
niçin?" diye sordu.
Resulullah:Eşin
Musab bin Umeyrin şahadetinden dolayı diye buyurdu.
Zeynep bu sözü duyunca
yüksek bir sesle ağladı ve can yakıcı bir şekilde
sızladı. Zeynebe; "Neden kocan için böyle
ağlıyorsun?" diyenlere şöyle cevap verirdi: Ağlamam
kocam için değildir. Çünkü o Peygamber (s.a.a)in yanında şahadet
makamına erişmiştir. Benim ağlamam onun yetimleri içindir.
Zira eğer çocuklar babalarını benden sorarlarsa onlara ne cevap
vereyim?[178]
Ebu Hureyre şöyle
diyor:
Resulullah (s.a.a) bir
gün oturdukları halde birden dişleri görülür bir şekilde
güldüler. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
Ümmetimden iki kişi gelip Allah
Tealanın huzurunda duracaklar; onlardan biri diyecek ki:
"Allahım! Benim hakkımı ondan al!
Allah Teala buyuracak
ki: Kardeşinin hakkını ver!
Borçlu adam arz edecek
ki: Allahım! Benim iyi amellerimden bir şey
kalmamıştır (ona verecek dünyevi bir malım da yoktur).
Hak sahibi de diyecek
ki: Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!
Sonra Resulullah
(s.a.a)in gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurdular:
O gün (kıyamet
günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir
kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen
kimseye şöyle buyurur: "Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak,
ne görüyorsun?"
O zaman
başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle;
"Allahım! Bunlar kimin içindir?" diyecektir.
Allah Teala: O
hakkın değerini bana veren kimse içindir buyurur.
Hak sahibi: "O
hakkın değerini kim sana ödeyebilir?" diye sorar.
Allah Teala: Sen diye
cevap verir.
Hak sahibi: "Ben
nasıl ödeyebilirim?" diye sorar.
Allah Teala: Ondan
geçmenle (hakkını bağışlamanla) diye cevap verir.
Hak sahibi:
"Allahım! Ondan geçtim." der.
Daha sonra Allah Teala buyuracak
ki: Dini kardeşinin elini tut, birlikte cennete gidin !
Bu esnada Resulullah
(s.a.a) buyurdular ki: Takvalı olun, birbirinizin arasını
bulun![179]
Bir adam bir şey
istemek için Hz. Peygamberin yanına gitti. Oraya
ulaştığında Resulullah (s.a.a)in şöyle
buyurduğunu duydu:
Kim bizden bir şey
isterse veririz, kim ihtiyaçsız olmaya çalışırsa Allah onu
ihtiyaçsız kılar.
Adamcağız
Resulullah (s.a.a)in bu sözünü duyunca Hazretten bir şey istemeden
huzurlarından ayrıldılar. İkinci kez yine
Resulullahın yanına gelip bir şey istemeksizin evine geri
döndü. Üçüncü kez yine Resulullahtan aynı sözü duyunca bir şey
istemeksizin evine geri döndü.
Sonra komşusundan bir balta emanet alıp çöle
çıktı, bir miktar odun toplayıp pazara götürerek bir buçuk kilo
arpaya odunları sattı. Elde ettiği arpayı, ekmek yaparak
ailesiyle birlikte yediler. Adam yılmadan bu işine devam etti, ilk
önce bir balta satın aldı, daha sonra elde ettiği kazançtan iki
genç deve ve bir köle aldı, böylece durumu düzelip zenginleşti. Daha
sonra Resulullahın yanına giderek macerayı Hazrete
anlattı. Resulullah (s.a.a) onun sözünü dinledikten sonra şöyle
buyurdular:
Demedim mi kim
bizden bir şey isterse ona veririz, ihtiyaçsız olmaya
çalışırsa Allah onu ihtiyaçsız kılar?![180]
Ebu Osman şöyle diyor:
Ben Selman-i Farisî ile bir ağacın
altında oturmuştuk. O, ağacın bir dalından tutarak onu
silkti. Derken ağacın üzerindeki bütün yapraklar döküldü.
Bu esnada bana dönerek: Neden böyle
yaptığımı sormuyor musun? dedi.
Ben de: Neden böyle yaptınız? diye
sordum.
Selman-i Farisi şöyle dedi:
Bir gün Resulullah (s.a.a)in huzurunda bir
ağacın altında oturmuştuk. Resulullah (s.a.a)
ağacın kurumuş dalını tutarak onu silkti. Derken
ağacın bütün yaprakları yere döküldü. Daha sonra şöyle
buyurdular:
Ya Selman! Neden böyle
yaptığımı sormuyor musun?
Ben: Neden böyle yaptınız? diye
sordum.
Buyurdular ki: Müslüman bir kimse, güzel bir
şekilde abdest alıp beş vakit namazlarını
kılarsa, bu ağacın yaprakları döküldüğü gibi onun da
günahları dökülür.[181]
İmam Ali (a.s), Yahudi birisine
Resulullah (s.a.a)in her açıdan bütün peygamberlerden daha üstün
olduğunu vasf ederken O Hazretin ibadetine değinerek şöyle
buyurdular:
Resulullah (s.a.a) namaza
kalktığında, şiddetli bir şekilde
ağladığından dolayı kaynayan tencereden duyulan ses
gibi O Hazretin göğüs ve karnından ağlamak sesi duyuluyordu.
Oysa Allah Teala onu azabından güvende kılmıştı. Bu
ibadet ve ağlamasıyla Rabbine huşu etmek ve ona uyanlara imam ve
örnek olmak istiyordu. O kadar namaz ve ibadet için ayakta durdu ki,
ayakları şişti; yüzünün rengi sarardı. Gecelerin hepsini
ibadetle geçiriyordu; öyle ki Allah-u Teala ayet nazil ederek şöyle buyurdu:
Tâhâ!
Biz sana bu Kurânı güçlük çekmen için indirmedik.[182]
Birisi Resulullahın bu halini görünce:
Ya Resulellah! Allah-u Teala senin geçmiş ve son günahlarını
affetmemiş midir; o halde neden bu kadar zahmet çekiyorsun?
dediğinde Resulullah (s.a.a): Evet öyledir; ama Allahın
şükreden kulu olmayayım mı? diye buyurdular.[183]
İbn-i Sinan, İmam Sadık
(a.s)dan naklen şöyle nakletmektedir:
Bir adam (İbn-i Mesud) Resulullah
(s.a.a)in yanına geldiğinde O Hazretin hasır üzerinde
yatmış olduğunu ve uykudan kalkınca da hasır ve liften
olan yastığın Onun bedeni ve yüzünde iz bırakmış
olduğunu görüyor. Derken elini iz bırakılan yere sürerek
şöyle diyor: Ne Kesra[184]
ve ne de Kayser[185]
böyle bir duruma razı olmamışlardır; onlar ipek ve kadife
üzerinde yatıyorlardı; oysa sen bu hasır üzerinde
yatmışsın!
Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne
karşılık şöyle buyuruyor:
Allaha and olsun ki, ben onlardan daha
üstünüm, ben onlardan daha değerliğim. Ben nere, dünya nere! (Dünya
benim için önemli değildir.) Dünyanın durumu, gölgesi olan
ağacın altına gidip kısa bir süre orada dinlenen, gölge
kaybolunca da kalkıp oradan göçüp giden ve orayı terk eden bir
yolcunun durumuna benzer.[186]
(Dünya, sürekli kalıcı bir yurt
değildir. Öyleyse, baki ve sürekli kalacağımız yurt için
uğraşıp orayı onarmaya çalışalım.)
Cennet Bahçelerini Dünya Hurmasına Satan
Şahıs!
İbn-i Abbas şöyle diyor:
Bir şahısın hurmalarından
birisinin dalı, aileli ve fakir bir komşusunun bahçesine
geçmişti. Ağaç sahibi bazen izinsiz olarak komşusunun evinin
bahçesine geçip hurma yığmak için ağacın üzerine
çıkıyordu. Bazen birkaç hurma fakir adamın bahçesine
düşüyordu, düşür düşmez fakir adamın çocukları o
hurmaları götürüyorlardı. Ama ağaç sahibi ağaçtan
aşağı indiğinde yere dökülen hurmaları o
çocukların elinden alıyordu. Hurmalardan birini çocukların
ağzında gördüğünde hemen parmağını onların
ağzına sokarak o hurmayı onların ağzından
çıkarıyordu.
Fakir adam, ağaç sahibinin bu
davranışını görünce, Resulullah (s.a.a)in huzuruna giderek
ağaç sahibinden şikayet etti.
Resulullah (s.a.a) fakir adama: Sen git, ben
bu sorunu halletmeye çalışacağım buyurdular.
Resulullah (s.a.a) ağaç sahibini görüp:
Dalı falan adamın evine sarkan hurma ağacını cennette
olan bir hurma ağacı karşılığında bana
veriyor musun? diye buyurdular.
Adam cevaben: Benim pek çok hurma
ağacım vardır, ama onların arasında bu
ağacın meyvesi kadar sevdiğim bir ağaç yoktur dedi.
Resulullah (s.a.a): Eğer o
ağacı bana verirsen karşılığında cennette
bir bahçe sana veririm buyurdular.
Cahil adam: Hayır, veremem! dedi.
Peygamber (s.a.a)in ashabından olan Ebu
Dahdah Resulullah (s.a.a)in bu sözünü duyunca şöyle dedi: Ya Resulullah!
Eğer bu ağacı alıp size verirsem, o adama bu ağaç
karşılığında vereceğin şeyi bana da verir
misin?
Resulullah (s.a.a): Evet diye buyurdu.
Ebu Dahdah hurma ağacı sahibiyle
konuşmak için o adamın yanına gitti. Adam Ebu Dahdaha
şöyle dedi: Muhammed bu ağacın
karşılığında bana cennet ağaçları vermek
istiyordu, ama ben kabul etmeyerek Ona: Benim pek çok hurma
ağaçlarım vardır, ama onların arasında bu
ağacın meyvesi kadar sevdiğim biri yoktur dedim.
Ebu Dahdah: O ağacı bana satmaya
hazır mısın?
Ağaç sahibi: Hayır! Ama eğer
karşılığında kırk hurma ağacı verirsen
o başka.
Ebu Dahdah: Bu eğri ağaç
karşılığında ne kadar da ağaç istiyorsun!
Ebu Dahdah biraz sustuktan sonra: Tamam
kırk hurma ağacı veriyorum.
Tamahkar adam: Doğra söylüyor isen
birkaç şahit getir.
Ebu Dahdah birkaç şahit getirip muameleyi
tamamladıktan sonra Resulullah (s.a.a)in huzuruna gelerek şöyle
dedi: Ya Resulellah! Söz konusu hurma ağacını aldım,
artık o benim mülküme geçti; şimdi onu sana takdim ediyorum; lütfen
kabul buyurunuz; o adamın kabul etmediği cennet bahçesini de bana
bağışlayınız.
Peygamber (s.a.a) daha sonra fakir adamın
yanına giderek: Bu ağacı falan adam ağaç sahibinden senin
ve ailen için aldı diye buyurdular.[187]
İşte böylece kısır
görüşlü tamahkar adam birkaç günlük dünya hayatı için cennet
bahçesini elden verdi.
Hişam bin Salim İmam Sadıktan
şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir grup kafir esiri Peygamber (s.a.a)in
yanına getirdiklerinde, Peygamber (s.a.a) bir kişi hariç hepsinin
öldürülmesini emretti.
Ölümden kurtulan şahıs
şaşkınlıkla: Neden onların arasından sadece beni
serbest bıraktınız?! diye sordu.
Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle
buyurdular:
Cebrail Allah-u Tealadan, sende, Allah ve
resulünün sevdiği şu beş hasletin olduğunu bana haber
verdi:
Namusuna çok kıskanç (ona leke gelmeye
razı olmayacak) birisisin.
Cömertsin.
Güzel ahlaka sahipsin.
Doğru konuşansın.
Şecaatli ve yiğit birisisin.
Esir olan adam Resulullah (s.a.a)in bu
sözlerini duyunca Müslüman oldu ve son anına kadar da bu akide üzere baki
kaldı.[188]
Umeys kızı Esma şöyle diyor:
Ben Aişenin evlendiği gece ona
eşlik ediyordum. Onu hazırlayıp bir grup kadınlarla
birlikte Resulullahın yanına götürdüm. Allaha and olsun ki,
Resulullahın yanında bir süt kabından başka yiyecek bir şey
yoktu. Resulullah (s.a.a) o sütten bir miktar içti. Sonra o süt
kabını Aişeye verdi. Aişe onu almaktan utandı. Ona:
Resulullahın elini geri çevirme, onu al dedim. Aşie de
utandığı bir halde o süt kabını alıp ondan biraz
süt içti.
Daha sonra Resulullah (s.a.a): Süt
Kabını arkadaşlarına ver dedi.
Onlar: Bizim iştahımız yoktur
dediler.
Onların bu sözü üzerine Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurdular: Açlıkla yalanı asla bir araya
toplamayın.
Esma diyor; ben dedim ki: Ya Resulellah!
Eğer bizlerden biri, bir şeyi istediği halde iştahım
yoktur derse bu yalan mı sayılır?
Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: Evet, yalan
sayılıyor; amel defterine küçük yalanlar dahi küçük yalan olarak
yazılmaktadır. [189]
Hişam bin Salim İmam Sadık
(a.s)dan şöyle buyurduğunu naklediyor:
Resulullah (s.a.a), yanına gelen bir
sahabeye şöyle buyurdular: Seni, Allahın onun vesilesiyle cennete
götürecek bir işe kılavuzluk edeyim mi?
Sahabe: Evet ya Resulellah.
Peygamber (s.a.a): Allahın sana
verdiğinden halka infak et, diğerlerine de ver.
Sahabe: Kendim diğer kimselerden daha
muhtaç olursam ne yapayım?
Peygamber (s.a.a): Mazluma yardımda
bulun.
Sahabe: Kendim ondan daha güçsüz olursam ne
yapayım?
Peygamber (s.a.a): Cahili hidayet et.
Sahabe: Eğer kendim ondan daha cahil
olursam ne yapayım?
Peygamber (s.a.a): O zaman hayır
şeyler dışında dilini koru. Seni cennete götürecek olan bu
hasletlerden birinin sende olmasını istemiyor musun?[190]
İmam Sadık (a.s)dan naklen
şöyle rivayet etmişlerdir: Bir gün Resulullah (s.a.a) ashabıyla birlikte
iki dağ arasındaki yoldan geçerken şöyle buyurdular: Şimdi
karşınıza, şeytanın kendisine üç gün
yaklaşmadığı bir şahıs çıkacaktır.
Çok geçmeksizin, derisi kemiklerine
yapışan, gözleri çukura inen ve dudakları çok yeşillik
yediğinden dolayı yeşil olan bir Arap gözüktü.
Yakına gelince: Peygamber kimdir? diye
sordu.
Peygamber (s.a.a)i ona gösterdiklerinde,
Peygamber (s.a.a)in huzuruna gelerek: Ya Resulellah! İslamı bana
öğret dedi.
Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: De ki:
Eşhedu en lâ ilahe illâllah ve eşhedu enne Muhammeden resulullah[191]
Göçebe Arap bu şehadet kelimesini ikrar
etti.
Resulullah (s.a.a): Beş vakit
namazlarını kılmalısın; Ramazan ayı orucunu
tutmalısın.
Göçebe Arap: Kabul ediyorum.
Resulullah (s.a.a): Hac amellerini yapman,
zekatını vermen ve cenabet guslü dökmen gerekir.
Göçebe Arap: Kabul ettim.
Peygamber-i Ekrem ve ashabı, söz konusu
Arap İslamı kabul ettikten sonra kendi yollarına devam ettiler.
Bir miktar yol kat ettikten sonra göçebe Arabın devesi kafileden geriye
kaldı.
Peygamber (s.a.a) onu görmeyince durup onu
sordu. Ashap: Onun devesi iyi hareket edemediğinden dolayı kafileden
geri kaldı dediler.
Müslümanlar geri dönerek onu aramaya
koyuldular. Nihayet onu ordunun arkasında buldular. Onun devesinin
ayağı bir farenin yuvasına geçerek hem devenin ve hem de onun
boynu kırılmıştı; ikisi de orada can vermişlerdi.
Peygamber (s.a.a) orada bir çadır
kurmalarını ve ona gusül vermelerini emretti. Daha sonra kendisi
çadıra girerek onu kefenledi.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) alnından ter
döküldüğü halde çadırdan dışarı çıkarak
şöyle buyurdular:
Bu göçebe Arap aç olduğa bir halde
dünyadan göçtü; o, iman edip imanını zulümle
karıştırmayan kimselerdendir; o, tertemiz bir imanla dünyadan
ayrıldı. İşte bundan dolayı huriler cennet
meyveleriyle onu karşılamaya geldiler; onun etrafını
sararak şöyle diyorlar: Ya Resulellah! Siz aracı olunuz da bu adam
cennette bizimle evlensin ve biz onun eşi olalım.[192]
Ubey bin Halef isminde İslam
düşmanlarından biri, çürümüş bir kemiği (Resulullahın
mead hakkındaki sözlerini batıl etmek hayaliyle) Peygamber (s.a.a)in
huzuruna geldi. O çürümüş kemiği elinde ezerek havaya serpip
şöyle dedi:
Hangi bir kudret, bu çürümüş ve toprak
olmuş kemikleri yeniden diriltebilir ve hangi akıl onu
kabullenebilir?
Allah-u Teala Peygamber (s.a.a)e onun
cevabında şöyle buyurmasını vahyetti:
Kendi yaratılışını
unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: Çürümüş-bozulmuşken, bu
kemikleri kim diriltecek? O, her yaratmayı bilir.[193]
İbn- i Abbas diyor ki:
Resulullah (s.a.a) ömrünün son
yılında yapmış olduğu veda haccında biz de
Onunla birlikte idik. Resulullah (s.a.a) Kabenin kapısının
halkasını tutarak bize dönüp şöyle buyurdular:
Ey insanlar, ahir zâmanın alametlerini
size söyleyeyim mi?
O gün Resulullaha herkesten yakın olan
Selman: Evet ya Resulellah diye cevap verdi.
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
Namazı zayi etmek, şehvet
peşice gitmek, heva hevese uymak, zenginleri ululamak ve dini dünyaya
satmak ahir zamanın alametlerindendir. O zaman müminin kalbi, gördüğü
kötülüklerden ve onları önlemeğe gücünün olmadığından
dolayı tuzun suda eridiği gibi karnında erir.
Selman: Ya Resulellah! Böyle bir şey
vaki olacak mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, canım elinde
olan Allaha and olsun ki, böyle bir durum vaki olacaktır. Ya Selman, o
zamanda amirler zalim, vezirler fasık, başkanlar zalim, eminler ise
hâin olacaklar.
Selman: Ya Resulellah, böyle bir şey
vuku bulacak mı?
Resulullah (s.a.a): Allaha and olsun ki
evet. Ya Selman, o zaman, iyi işler kötü ve kötü işler ise iyi
sayılacak; hâin emin sayılacak, emin ise hıyanet edecek;
yalancı doğrulanacak, doğru konuşan ise
yalanlanacaktır!
Selman: Ya Resulellah, bunlar
gerçekleşecek mi?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman, o zaman kadınlar emirlik
(yöneticilik) yapacak, cariyelerle istişare edilecek, çocuklar minbere
çıkacak, yalan konuşmak hoş ve güzel sayılacak, zekat
vermek zarar, beytul-mala ait mal ise ganimet sayılacak; evlatlar, anne
ve babalarına kaba, arkadaşlarına ise iyi davranacaklar;
kuyruklu yıldız doğacaktır!
Selman: Ya Resulellah! Böyle bir şey
vuku bulacak mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki böyle olacaktır. Ya Selman! O zamanda kadınlar ticarette
kocalarıyla ortak olacaklar, yağmur gayet azalacak, cömertler cimri
olacak, fakirler küçümsenecek, pazarlar birbirine yakın olacak, biri: Bir
şey satmadım diyecek, diğeri: Bir kâr etmedim diyecek; harkes
Allahtan şikayet edecek.
Selman: Ya Resulellah! Bu gibi şeyler
olacak mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki bunlar gerçekleşecektir. O zaman halka öyle insanlar hükümet edecek ki,
itiraz etmek için konuşurlarsa öldürülürler; susarlarsa malları
yağma edilir; hakları çiğnenilir, kanları dökülür, kalpleri
korkuyla dolur; onları korkuya kapılmış olarak görürsün.
Selman: Ya Resulellah! Bunlar olacak
mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, canım elinde
olan Allaha and olsun ki, bunlar vuku bulacaktır. Ya Selman! O zamanda
doğu ve batıdan eşyalar (ve kanunlar) getirilecek, ümmetim
çeşitli renklere girecek (ahlakları bozulacak), ümmetimden (dini
bilgi açısından) zayıf olanların vay haline, Allah'tan
taraf onların vay haline! Ne küçüğe acıyacaklar, ne büyüğe
saygı gösterecekler, ve ne de günahkarın suçundan geçecekler. Sözleri
sövüş ve çirkin sözlerdir; cüsseleri insan cüssesi gibidir, oysa kalpleri
şeytanların kalpleri gibidir.
Selman: Ya Resulellah! Bunlar
gerçekleşecek mi?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zamanda erkekler erkeklerle,
kadınlar da kadınlarla yetinecek; evdeki kızlara
kıskanıldı gibi erkek çocuklara da
kıskanılacaktır; erkekler kendilerini kadınlara benzetecek,
kadınlar da kendilerini erkeklere benzetecekler; kadınlar eğeri
olan bineklere binecekler, ümmetimden taraf Allahın laneti onların
üzerine olsun!
Selman: Ya Resulellah, bunlar vuku bulacak
mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki bunlar vuku bulacaktır. Kilise ve havraların süslendiği gibi
camiler süslenecektir; Kurânlar ziynetlenecektir; minareler yükselecektir;
namaz kılanların safları, kalplerin birbirlerine karşı
kin duymasına ve dillerin farklı olmasıyla birlikte artıp
çoğalacaktır.
Selman: Ya Resulellah! Bunlar vuku bulacak
mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki böyle olacaktır. (Ya Selman!) O zaman ümmetimin erkekleri altınla
süslenecek, ipek elbise ve kaplanın postunu giyecekler.
Selman: Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak
mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha ant olsun
ki bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O Zaman halk arasında fâiz
yaygınlaşacak, gaybet ve rüşvetle muamele yapılacak ve din
bırakılıp dünya tutulacaktır.
Selman : Ya Resulellah! Bu durum
gerçekleşecek mi?
Resulullah (s.a.a): Evet, ruhum elinde olan
Allaha and olsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman talak
artacaktır, Allah için had (şeri ceza) uygulanmayacak ve (bu
işleriyle) Allaha bir zarar dokunduramayacaklar.
Selman: Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak
mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O zaman şarkı söyleyen
kadınlar ve çalgı aletleri ortaya çıkacak ve ümmetimin kötüleri
onların peşice gidecekler.
Selman: Ya Resulellah! Bunlar olacak
mı?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki bunlar olacaktır. Ya Selman! O zaman ümmetimin zenginleri gezi, orta
hallileri ticaret, fakirleri ise gösteriş için hacca gidecekler.
İşte o zaman bir grup insan, Kuranı Allahtan gayrisi için öğrenecekler,
onunla şarkı için algılayacaklar, velediz zinalar
çoğalacak, Kuranla teğanni edilecek, dünya için birbirlerine
düşman olacaklar.
Selam: Ya Resulullah! Bunlar
gerçekleşecek mi?
Resulullah (s.a.a): Evet, canım elinde
olan Allaha and olsun ki böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman ihtiram
kalkacak, günah kazanılacak, kötüler iyilere musallat olacak, yalan
yaygınlaşacak, inat aşikar olacak, fakirlik çoğalacak,
elbiselerle övünecekler, zamansız yağmurlara uğrayacaklar, tavla,
satranç, küçük davul ve çalgı aletlerini benimseyecekler; iyiliğe
emretmek ve kötülükten sakındırmayı kötü sayacaklar, gerçek
mümin o zamanda cariyeden daha hor ve hakir olacak, Kurân okuyanlar ve ibadet
edenler birbirlerini azarlayacaklar; oysa onlar gökler aleminde ercas ve encas
(çirkef ve necis) olarak çağrılmaktalar.
Selman: Ya Resulullah! Bunlar
gerçekleşecek mi?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zaman zenginler fakirlikten
korkacak; öyle ki fakir bir adam cemaatin arasında dolaştığında
eline bir şey bırakan kimse bulunmayacaktır.
Selman: Ya Resulullah! Böyle bir zaman
gelecek mi?
Resulullah (s.a.a): Evet, Allaha and olsun
ki böyle bir zaman vuku bulacaktır. Ya Selman! O zaman ruveybize insanlar
söz sahibi olacaklar.
Selman: Ya Resulullah, anam ve babam sana
feda olsun ruveybize kimdir? diye sorduğunda Resulullah buyurdular ki:
Toplumun işleri hakkında konuşmaya liyakati olmayan (hakir ve
ahmak) kimsedir. Çok geçmeksizin herkesin duyacağı bir şekilde
yerden bir ses kopacak, sonra yer içerisindeki altın ve gümüş
hazinelerini dışarı çıkaracak, ama (kıyamet
yaklaştığından dolayı) insana bir faydası
olmayacaktır...[194]
Peygamber (s.a.a) bir grup ashabıyla
yolculuğa çıkmıştı. Yolun yarısında, bir
koyun kesip ondan yemek yapmalarını emretti. Ashaptan biri: Ben
koyun kesme işini üstleniyorum dedi. Diğer biri ise: Onun postunu
soymayı da ben üstleniyorum dedi. Üçüncü bir şahıs da: Onu
parçalayıp doğramayı da ben üstleniyorum dedi. Dördüncü
şahıs da: Onu pişirmeyi de ben üstleniyorum dedi. Resulullah
(s.a.a) de: Ben de size odun toplayacağım buyurdular.
Ashap: Ya Resulellah! Sen zahmet çekme biz bu
işi yaparız dediler. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
Sizin bu işi
yapacağınızı biliyorum ama Allah Teâla,
arkadaşlarıyla yolculuk yapıp da kendisi için bir
ayrıcalık tasarlayan kimseyi sevmez.
Daha sonra kalkıp odun toplamaya
başladı.[195] Evet, güzel ahlak
işte budur.
Resulullah (s.a.a), İslam ordusunu Tebuk
savaşına sevk ettiğinde, Beni Selme kavminin büyüklerinden olan
Cedd b. Kays, Resulullah (s.a.a)in huzuruna gelerek şöyle dedi:
Müsaade edin bu savaşa
katılmayayım! Beni sarışınların (Rumluların)
kızlarıyla fitneye sokma! Zira ben onları görmekle günaha
düşmekten korkuyorum.
Resulullah (s.a.a) de ona, savaşa
katılmaması için izin verdi. Bu esnada şu ayet nazil oldu:
Onlardan
öylesi de var ki: Bana izin ver, beni fitneye düşürme der. Bilin ki
onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kafirleri mutlaka
kuşatacaktır.[196]
Allah-u Teâla bu ayeti nazil ederek o
şahsın söz ve amelini mahkum etmiştir.
İbn-i Abbas ve Mücahid de şöyle
derler:
Bu ayet nazil olduğunda Peygamber
(s.a.a), Beni Selme tâifesine dönerek: Sizin büyüğünüz kimdir? diye
sordu.
Cevaben: Cedd b. Kaystır; fakat o
korkak ve cimri birisidir dediler.
Onların bu sözü üzerine Resulullah
(s.a.a) şöyle buyurdu: Cimrilik derdi, en kötü derttir.
Daha sonra şöyle buyurdu: Sizin
büyüğünüz, ak yüzlü ve cömert bir genç olan Bişr b. Burradır.[197]
Peygamber (s.a.a), sabah erken büyük bir
kayanın yanında buluşmak için bir adama söz verdi. O adam gitti
fakat güneş yükselip hava sıcak oluncaya kadar gelmedi. Ashap,
Peygamber (s.a.a)in güneşin şiddetli sıcağından rahatsız
olduğunu görünce: Ya Resulellah! Ana ve babalarımız sana feda
olsun! Eğer yerinizi değişir de gölgeye giderseniz sizin için
iyi olur dediler.
Resulullah (s.a.a) onların cevabında
şöyle buyurdular: Ben burada beklemeye söz vermişim; başka yere
gitmem doğru olmaz...[198]
Peygamber (s.a.a)in Mantıksız
İşlere Karşı Çıkması
Peygamber (s.a.a)in süt annesi olan Halime
şöyle diyor:
Peygamber (s.a.a) üç yaşında iken
bir gün bana şöyle dedi: Anne! Neden iki kardeşimi (maksat
Halimenin kendi çocuklarıdır) gündüzleri görmüyorum?
Arzettim ki: Evladım! Onlar gündüzleri
koyunları otlatmak için çöle götürüyorlar.
Peygamber (s.a.a): Ben neden onlarla birlikte
gitmiyorum dedi.
Arzettim ki: Onlarla birlikte çöle gitmeyi
istiyor musun?
Peygamber (s.a.a): Evet buyurdu.
Ben ertesi gün Peygamber (s.a.a)in
saçına yağ sürdüm, gözlerine sürme çektim ve onun korunması için
bir muska da boynuna astım. Ama çocukluktan saçma sapan ve
mantıksız işlere karşı çıkan Peygamber (s.a.a),
onu hemen boynundan çıkarıp attı. Sonra bana dönerek şöyle
buyurdu:
Anneciğim! Bu nedir?! Benimle, beni
koruyacak birisi vardır![199]
Hz. Peygamberin Süt Annesine Şefkati
Peygamber (s.a.a)in süt annesi olan Halime,
yılların birinde ihtiyacını karşılamak için
Mekkede Resulullah (s.a.a)in yanına uğradı. O zaman Peygamber
(s.a.a) Haticeyle evlenmişti. Halime, kıtlık ve
kuraklıktan dolayı hayvanlarının öldüğünü söyledi.
Peygamber (s.a.a) bu hususta Haticeyle
konuştu. Hatice de, Peygamber (s.a.a)in sözü üzerine Halimeye kırk
koyun ve deve
bağışladı. Halime de o malları alarak ailesine
geri döndü.
Halk İslam dinine davet edilince, Halime
ve kocası Peygamber (s.a.a)in yanına gelerek İslam dinini kabul
ettiler.[200]
Bir adam İslam kanunlarından birini
çiğneyerek günah işlemişti. Bu günahkar adam Peygamber
(s.a.a)in huzuruna gelerek şöyle dedi: Helâk oldum! Helâk oldum!
Peygamber (s.a.a): Ne
yapmışsın?!
Günahkâr: Ramazan ayında eşimle
cinsel ilişkide bulundum. Şimdi çare nedir?
Peygamber (s.a.a): Bir köle al ve serbest
bırak.
Günahkâr: Bunu yapamam.
Peygamber (s.a.a): İki ay oruç tut.
Günahkâr: İki ay oruç tutmaya gücüm
yoktur.
Peygamber (s.a.a): Git atmış fakiri
doyur.
Günahkâr: Atmış fakiri doyuracak
bir malım yoktur.
Peygamber (s.a.a) biraz sustu. Bu sırada
bir adam gelerek Peygamber (s.a.a)e bir sepet hurma verdi.
Peygamber (s.a.a) günahkâr adama: Bu sepet
hurmayı al, onu fakir halka dağıt diye buyurdu.
Günahkâr adam: Ey Allahın elçisi! Bu
şehirde benden daha fakiri yoktur dedi.
Peygamber (s.a.a) gülerek şöyle
buyurdular: O halde bu hurmaları kendi
ailen ve çocuklarının arasında taksim et.[201]
Peygamber (s.a.a), Aişenin evinde
bulunduğu bir sırada bir adam Hazretin yanına gelmek için izin
istedi. Peygamber (s.a.a) Aişeye: Bu adam kavminin en kötü
insanıdır diye buyurdu. Bu esnada Aişe kalkıp başka
bir odaya geçti.
Sonra Peygamber (s.a.a) o adama içeri girmesi
için izin verdi. Söz konusu şahıs içeri girdiğinde Peygamber
(s.a.a) onu güler yüzle karşıladı ve onunla konuşmakla
meşgul oldu. Adam, konuşmaları sona erdikten sonra kalkıp
Peygamber (s.a.a)in huzurundan ayrıldı.
Aişe gelerek şöyle dedi: Ya
Resulellah! Sen o adam hakkında az önce öyle dedin ama o içeri girince onu
güler yüzle ve hoş bir şekilde karşıladın.
Resulullah (s.a.a) Aişenin bu sözüne
karşılık şöyle buyurdu: Allahın en kötü kulu, çirkin
sözlü olduğundan dolayı kendisiyle oturulması istenmeyen
kimsedir. (Ben, çirkin sözlü olduğundan dolayı,
saygısızlık yapmaması için onu güler yüzle karşıladım.)[202]
Cennetin Sekiz Kapısının
Açılmasına Sebep Olan Zikir
Şeybetul-Huzulî isminde mümin bir adam
Resulullah (s.a.a)in huzuruna vararak şöyle dedi: Ya Resulellah! Ben
yaşlanmışım; namaz, oruç, hac ve cihad gibi
yaptığım bir takım amelleri artık yapmaya kadir
değilim. O halde bana yararlı olacak bir söz öğret ve vazifemi
hafiflet.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
Çevrende bulunan tüm taş ve kesekler senin bu haline ağladılar.
O halde sabah namazını kılıp bitirdiğinde (bu
güçsüzlüğü telafi etmek için) on defa şöyle de: Subhanellahil-azim ve bihamdihi vela hâvle velâ kuvvete illa
billahil-aliyy il-azim.[203]
Allah-u Teâla bu vesileyle seni körlükten,
cinnetten, cüzamdan (abraş hastalığından), fakirlikten ve
yaşlılıktan kaynaklanan güçsüzlüklerden kurtarır.
Yaşlı adam: Ya Resulellah! Bu,
dünya içindir; ahiret için ne vardır? dedi.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: Her
namazın ardından şöyle de: Allahummehdini
min indike ve efiz aleyye min fazlike venşur aleyye min rahmetike ve enzil
aleyye min berekatike.[204]
Yaşlı adam bu sözleri aldıktan sonra
gitti. Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: Eğer bu
yaşlı adam bu zikri sürekli söyler ve kasıtlı olarak onu
terk etmezse, cennetin sekiz kapısı onun yüzüne açılır ve
istediği kapıdan cennete girer.[205]
Peygamber (s.a.a)in ashabından bir grup
kimse Ebu Eyyub-i Ensarînin evinde oturmuşlardı. Resulullah
(s.a.a)in kenarında oturan Muaz b. Cebel, Hazretten şu ayetin
manasını sordu: Sûra
üflendiği gün, bölük bölük Allaha gelirsiniz.[206]
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Ey
Muaz! Büyük bir şeyden soru sordun.
Sonra gözlerini aşağı dikti ve
şöyle buyurdu: Ümmetimden on grup simaları değişmiş
bir şekilde ve Müslümanlardan ayrı olarak haşrolurlar.
Bazıları maymun, bazıları domuz, bazılarının
ayakları havada, başları ise aşağıya doğru
olduğu halde yüz üstü mahşere taraf sürüklenirler. Yine
bazıları kör, bazıları sağır ve lal (dilsiz),
bazıları ise ağızlarından cerahat salyaları
sarktığı ve mahşer ehlinin bundan rahatsız
oldukları bir halde dillerini çiğneyerek haşrolurlar. Yine
bazıları eli-kolu kesik, bazıları ateş dallarına
asılmış, bazıları kokmuş ve bozulmuş ölünün
kokusundan daha kötü bir kokuyla, bazıları da katrandan daha
yapışkan olan bir cübbe giymiş oldukları halde
haşrolurlar. Maymun şeklinde olan kimseler, koğuculuk
yapanlardır; domuz şeklinde olan kimseler, haram yiyenlerdir;
ayakları havada ve başları aşağıda olarak yüz
üstü mahşere sürüklenen kimseler, faiz yiyenlerdir; kör olarak haşr
olanlar, zalimlerdir; sağır ve lal (dilsiz) olanlar, bencil
kimselerdir; ağızlarından cerahat salyaları sarkan ve
dillerini çiğneyen kimseler, sözleri amelleriyle çelişen alim ve
kadılardır; el ve ayakları kesik olanlar, komşuya eziyet
edenlerdir; ateş dallarına asılanlar, zalim sultana söz
taşıyanlardır; kokmuş ölüden daha kötü kokulu olanlar,
Allahın hakkını ödemeyen ve şehvet peşinde olan
kimselerdir; katrandan daha yapışkan olan bir cübbe giymiş
olanlar, kibirli ve gururlu kimselerdir.[207]
Hz. Peygamberin Ölülerle Konuşması
Bedir savaşı sona erdi, İslam
düşmanları firar ettiler ve Kureyşin büyüklerinden
bazıları helak oldular. Peygamber (s.a.a), kafir ve müşrik
ölülerin bir kuyuya atılmalarını emretti. Ümeyye b. Halefin
cenazesi dışında bütün cenazeler kuyuya atıldı. Onun
cenazesinin yerde kalmasının sebebi ise, onun çok şişman
olup cenazesinin kokuşup dağılmış olmasından
dolayı idi.
Peygamber (s.a.a) onun bu halini görünce
şöyle buyurdu: Onu kendi haline bırakın, üstü kapanana dek
üzerine taş toprak dökün.
Daha sonra Peygamber (s.a.a) onların
bulunduğu kuyunun başına gelip onları isimleriyle
çağırarak şöyle buyurdu: Allahın bize vermiş
olduğu vaadi, bizim hak bulduğumuz gibi siz de doğru buldunuz
mu? Sizler Peygamberinize çok kötü akrabalardınız, siz beni tekzip
ettiniz, ama diğer kimseler beni tasdik ettiler; siz beni vatanımdan
çıkardınız, ama başkaları bana sığınak
verdiler; siz benimle savaştınız, ama yabancılar bana
yardımda bulundu.
Bu sırada ashaptan birisi (Ömer b.
Hattap) şöyle dedi: Ya Resulellah! Bunlar ölmüş cenazelerdir,
onlarla nasıl konuşuyorsun ve bu konuşmanın ne faydası
vardır?!
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Sus ey
Hattabın oğlu! Şüphesiz onlar, Allahın onlara vermiş
olduğu vaadin hak olduğunu anladılar; onlar sizlerden daha iyi
duymaktadırlar ama onların konuşmaya güçleri yoktur.[208]
Bir Salavata Karşılık Yedi Yüz
Salavat
Bir gün Peygamber (s.a.a), Emirul-Müminin Ali
(a.s)a şöyle buyurdu: Ya Ali! Seni müjdelememi istiyor musun?
Hz. Ali (a.s): Evet, anam ve babam sana feda
olsun! Sen her zaman, her şeyin müjde vericisi idin.
Hz. Peygamber (s.a.a): Cebrail yanıma
geldi ve ilginç bir şeyi bana bildirdi.
Hz. Ali (a.s): İlginç şey ne idi?
Hz. Peygamber (s.a.a): Cebrail haber verdi
ki, dostlarımızdan her kim ailemle birlikte bana salavat gönderirse,
göklerin kapıları onun yüzüne açılır ve melekler ona
yetmiş salavat gönderirler; günahkar olursa, ağacın
yaprakları döküldüğü gibi günahları dökülür ve Allah-u Teâla ona
şöyle buyurur: Lebbeyke ya abdî ve sadeyke (Ey kulum! Sözünü dinlemeye
hazırım ve ne mutlu sana!)
Daha sonra meleklere şöyle buyurur: Ey
meleklerim! Siz ona yetmiş salavat gönderdiniz ama ben ona yedi yüz
salavat gönderiyorum.[209]
Hz. Peygamber (s.a.a) Açısından
Kadının Görevleri
Bir kadın Peygamber (s.a.a)in huzuruna
gelerek şöyle dedi: Ya Resulellah! Erkeğin kadın üzerinde olan
hakları nelerdir?
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
Kadın kocasına itaat etmeli ve onun
emrinden çıkmamalıdır; kadın kocasının izni
olmadan onun malından sadaka vermemelidir; kadın kocasının
izni olmadan müstehap oruç tutmamalıdır; kadın her halde (yasak
günler hariç) kendisini kocasına sunmalı ve onun yetkisinde
olmalıdır; kadın, kocasının izni olmadan evden
dışarı çıkmamalıdır; izinsiz kocasının
evinden çıkarsa, evine dönene dek gökle yer ve gazapla rahmet meleklerinin
lanetine maruz kalır.[210]
Peygamber (s.a.a)in Süt
Kızkardeşine İhtiramının Sırrı
Resulullah (s.a.a)in bir süt kız
kardeşi vardı. Bu kız kardeşi bir gün Resulullah (s.a.a)in
yanına geldi. Resulullah (s.a.a) onu görünce sevindi ve cübbesini onun
için yere serdi ve onu o cübbenin üzerinde oturttu. Daha sonra ona dönüp
tebessüm ederek onunla konuşmaya başladı. Nihayet süt kız
kardeşi kalkıp gitti.
Tesadüfen aynı gün Resulullah (s.a.a)in
süt kardeşi de O Hazretin yanına geldi. Ama Peygamber (s.a.a), süt
kız kardeşine davrandığı gibi ona davranmadı.
Bu durumu gören birisi şöyle dedi: Ya
Resulellah! Neden kız kardeşe, erkek kardeşten daha çok ihtiram
ettin; halbuki erkek kardeş, ihtirama daha layıktı?
Peygamber (s.a.a) onun cevabında
şöyle buyurdular:
Bunun sebebi, süt kız kardeşimin,
anne ve babasına erkek kardeşten daha çok ve daha iyi hizmet etmesi
içindir. Bundan dolayı kız kardeşe, erkek kardeşten daha
çok ihtiram ettim.[211]
Bir gün Peygamber-i Ekrem
(s.a.a) cemaatle namaz kılıyordu ve İmam Hüseyin (a.s) da O
Hazretin yakınında idi. Peygamber (s.a.a) secdeye
kapandığında, Hüseyin (a.s) O Hazretin sırtına
biniyordu. Peygamber (s.a.a) başını secdeden
kaldırdığında, onu tutup kendi yanına
bırakıyordu. Bu durum birkaç defa tekrarlandı ve Peygamber (s.a.a)
namazını böylece tamamlamış oldu.
Bu olaya şahit olan
Yahudi birisi şöyle dedi: Siz çocuklara karşı öyle
davranıyorsunuz ki, bizler kesinlikle böyle davranmıyoruz.
Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: Siz de Allaha ve Onun Peygamberine imam etmiş olsaydınız,
çocuklara karşı (böyle) şefkatli ve merhametli olurdunuz.[212]
Cafer-i Tayyar
savaşta şehit düştüğünde, haberi Medineye
ulaştı. Peygamber (s.a.a) Caferin evine giderek onun eşine
(Umeys kızı Esmaya) şöyle buyurdu: Caferin çocuklarını
yanıma getir.
Çocuklar gelince
Resulullah (s.a.a) çocukları bağrına basarak ağladı.
Caferin oğlu
Abdullah şöyle diyor: Çok iyi hatırlıyorum ki, o gün Peygamber
(s.a.a) annemin yanına geldi. Annem şöyle dedi: Ya Resulellah! Cafer
şahadete mi erişti?
Peygamber (s.a.a)
cevabında: Evet! diye buyurdu ve babamın şehit olduğunu
anneme bildirdi. O anda merhamet ve şefkat eliyle benim ve kardeşimin
başını okşayarak ağlıyor ve babam hakkında dua
ediyordu. Daha sonra anneme: Ey Esma! Sana müjde vereyim mi? diye buyurdu.
Annem: Evet, annem ve
babam sana feda olsun dedi.
Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdular: Yüce Allah, Caferin kesilmiş kollarına
karşılık ona, cennette uçması için iki kanat verdi.[213]
Halktan Bir Şey İstememek
Şartıyla Peygamber (s.a.a)le Biat Etmek
Bir gün Peygamber (s.a.a)
ashabına: Benimle biat etmek istemiyor musunuz? diye sordular.
Ashap: Ya Resulellah!
Seninle biat etmeye hazırız.
Peygamber (s.a.a):
Benimle halktan bir şey istemeyeceğinize dair biat ediniz.
Bu olaydan sonra
Peygamber (s.a.a)in ashabı o kadar dikkatli davranıyorlardı ki,
eğer onlardan biri bir binek üzerinde olup da elinden kırbaç yere
düşmüş olsaydı, kendisi bineğinden aşağı
inip onu götürür ve kimseye onu bana ver demezdi.
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyuruyor: Bizim şialarımız kimseden bir
şey istemezler. Kim ihtiyacı olmadan dilenirse, adeta şarap
içmektedir.[214]
Uhud savaşında,
Peygamber (s.a.a)in fedakar ashabından olan Sad b. Rabiy ağır
yaralar alarak yere düştü. Savaş ateşi sona erdikten sonra
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: Sizden hanginiz beni Sadın
durumundan haberdar edebilir?
Ashaptan birisi: Ben onu
aramaya gidiyorum dedi.
Peygamber (s.a.a), bir
yeri işaret ederek: Orayı ara diye buyurdu.
Sadı aramakla görevli
olan şahıs diyor ki: Ben Peygamber (s.a.a)in işaret
ettiği yere gittim ve Sadın ölülerin arasına düşmüş
olduğunu gördüm. Ey Sad! diye sesledim. Sad cevap vermedi. Tekrar
yüksek sesle şöyle dedim: Ey Sad! Resulullah senin halinden haberdar
olmak istiyor.
Sad, Peygamber
(s.a.a)in ismini duyunca, yarı canı olan civcivler gibi
başını yerden kaldırarak: Doğru mu söylüyorsun,
Peygamber yaşıyor mu?[215] diye sordu.
Ben de cevabında:
Evet, Allaha yemin olsun ki Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Sad, on
iki yara alarak yere düşmüştür dedim.
Sad şöyle dedi:
Allaha şükürler olsun ki durumum Peygamber (s.a.a)in buyurduğu
gibidir. Peygamber (s.a.a) doğru buyurmuştur, bedenimde on iki ok
yarası vardır. Peygamber (s.a.a)in yanına döndüğünde selamımı
Ona söyle ve O Hazretin yarenlerine de de ki: Sad dedi ki: Allaha and olsun
ki (kıyamet günü), eğer siz sağ olduğunuz halde Peygamber
(s.a.a)in bedenine bir diken batarsa, Allah katında hiçbir mazeretiniz olmayacaktır.
Daha sonra Sad derin bir
nefes çekti, öldürülen bir deve gibi kan boğazından
dışarı döküldü ve gözlerini dünyaya yumdu.
Ben Peygamber (s.a.a)in
yanına dönüp Sadın sözlerini Ona ilettim. Peygamber (s.a.a)
şöyle buyurdu: Allah Sada rahmet etsin, hayata iken bana yardımda
bulunda ve ölüm anında da beni ashaba tavsiye etmektedir.[216]
HZ. RESULULLAH (S.A.A)'IN
HAYATIYLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR
S. 1- Hz. Resulullah (s.a.a)in meşhur
lakapları nedir?
C. 1- Resulullah, Hatemül- Enbiya.
S. 2- Hz. Resulullah (s.a.a)in anne ve babasının
adları nedir?
C. 2- Babasının adı Abdullah,
annesinin adı ise Amine'dir.
S. 3- Hz. Resulullah (s.a.a) ne zaman ve
nerede dünyaya geldi?
C. 3- Miladi 571 yılının,
Rabiulevvel ayının 17'sinde, Cuma günü, şafak vakti, Mekke-i
Muazzama'da dünyaya geldi.
S. 4- Hz. Resulullah (s.a.a)in iki isimli
olmasının sebebi nedir?
C. 4- İki isimli olmasının
sebebi şudur: Muhammed ismini ceddi Abdulmuttalib, Ahmed ismini ise
(Abdulmuttalib'den önce) annesi Amine Peygamber için seçmişti.[217]
Hz. Peygamber'in kendisi de şöyle buyurmuştur: Yeryüzünde övülmüş olduğumdan dolayı Muhammed
ismiyle, göklerde yeryüzünden daha fazla övüldüğümden dolayı da
Ahmed ismiyle adlandırılmışım. [218]
S. 5- Resulullah (s.a.a)'in ismi Kurân'da kaç
defa zikredilmiştir?
C. 5- Hz. Peygamber'in mübarek ismi Kurân'da
beş defa zikredilmiştir:
a) Muhammed
yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip
geçmiştir. [219]
b) Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin
babası değildir, ancak o Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.[220]
c) İman
edip salih amellerde bulunan ve Muhammed'e indirilene (Kurân'a) -ki o
Rablerinden olan bir haktır- iman edenlerin, (Allah), kötülüklerini örtüp
bağışlamış, durumlarını düzeltip ıslah
etmiştir.[221]
d) Muhammed,
Allah'ın Resulüdür. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere
karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. [222]
e) Hani
Meryem oğlu İsa: Ey İsrail oğulları, gerçekten ben,
sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı
doğrulayıcı ve benden sonra ismi Ahmed olan bir peygamberin de
müjdeleyicisiyim demişti.[223]
Hz. Peygamberin ismi,
sıraladığımız ilk dört surede Muhammed, beşinci
surede ise Ahmed olarak geçmiştir.
S. 6- Hz. Resulullah (s.a.a)in şekli,
siması ve ahlaki sıfatları nasıldı?
C. 6- Hz. Resulullah (s.a.a)in siması
dolunay gibi nurluydu, gözleri de azametli görünüyordu, boyu çok uzun
değildi, saçları ne çok kıvırcık ve ne de çok
yatıktı, yüzü beyaz ve nurlu idi, uzun ve keman kaşlı idi,
alnının arasında bir damar vardı ki gazaplandığında
kabarıp şişiyordu, burnu sivri idi, mehasini (sakalı)
gürdü, dişleri parlak ve inci gibiydi, bedenindeki azaların hepsi
normaldı, göğsü ve karnı aynı hizada idi, iki omzunun arası
genişti, bedeninin eklemlerindeki kemiklerin başı iri idi, (bunlar
şecaat ve kuvvet nişanesidir ve Araplar arasında methedilen bir
şeydir), teni beyaz ve nurlu idi, parmakları uzundu, kol ve
bacakları uzun ve düz idi, ayakları düz taban
olmadığından yerle temas etmiyordu.
Vakarla yürüyordu,
karşılaştığına selam verirdi, gerek görmeden
konuşmazdı, konuştuğunda da az ve öz konuşurdu,
kimseyi tahkir etmezdi, az nimeti çok sayardı, hiçbir nimeti kötülemezdi,
gülmelerinin çoğu gülümsemekti, ashabından birini görmediğinde
onu araştırıp sorardı, onların durumlarından
haberdar olurdu, ashabından gafil olmazdı (batıla yönelmemeleri
için onları gözetiyordu), temizliğe çok önem verirdi, daima
dişlerini fırçaladıktan sonra abdest alırdı,
hastaların ziyaretine giderdi, Müslümanların cenazesini teşyi
ederdi, misafirleri ağırlardı.[224]
S. 7- Hz. Resulullah (s.a.a) dünyaya geldikten
sonra, Onun bakıcılığını hangi kadın
üstlendi?
C. 7- Halime-i Sa'diyye üstlendi.
S. 8- Hz. Resulullah (s.a.a) ne kadar ve
nerede süt annesinin yanında kaldı?
C. 8- Dört yıl, çöllerde göçebeler
arasında kaldı.
S. 9- Halime, dört yıl boyunca kaç kez
hz. Peygamber'i annesinin yanına götürdü?
C. 9- İki veya üç defa.
S. 10- Hz. Peygamber (s.a.a), kaç
yaşında iken annesi vefat etti?
C. 10- Altı yaşında.
S. 11- Hz. Resulullah (s.a.a), kaç
yaşında iken ceddi Abdulmuttalip vefat etti?
C. 11- Sekiz yaşında.
S. 12- Hangi peygamber, Hz. Resulullah
(s.a.a)in dünyaya gelmesini müjdelemiş ve hangi surede buna
değinilmiştir?
C. 12- Hz. İsa Mesih müjdelemiş, Saf
suresi altıncı ayette da buna değinilmiştir.
S. 13- Senet'ul- Feth (fetih ve bolluk
yılı), hangi yıldı?
C. 13- Hz. Peygamberin nuru, Hz. Amine'ye
intikal ettiğinde, bir kaç yıl boyunca kıtlık
sıkıntısına duçar olan halka rahmet yağmuru
yağdı; öyle ki o yıla Senet'ul- Feth (fetih ve bolluk yılı)
ismi verildi.
S. 14- Amm'ul- Hüzn (hüzün ve gam
yılı), hangi yıldır ve bu yıla bu ismi veren kimdir?
C. 14- Hz. Ebu Talib, Bi'setin onuncu
yılı Recep ayının yirmi altısında vefat
ettiklerinde Hz. Resulullah (s.a.a) onun musibetinde çok ağladı ve
Ebu Talib için, Allah sana mükafat
versin buyurdular. Üç (veya bir rivayete göre otuz beş) günden sonra,
Hz. Hatice de vefat etti. Resulullah (s.a.a) kendi eliyle onu Hacun (Mekke'de
bir yerin ismidir)'da defnettiler. Resulullah (s.a.a) o ikisinin
vefatından sonra, öyle bir gam ve üzüntüye kapıldı ki,
artık evden dışarı çok az çıkıyordu. Bu yüzden o
yıla Ammul- Hüzn (Hüzün ve gam yılı) ismini verdiler.
S. 15- Hz. Peygamber (s.a.a) bi'setten önce
halk arasında hangi lâkapla meşhurdu?
C. 15- Emaneti iyi koruduğundan
dolayı Muhammed-i Emin lakabıyla meşhur olmuştu.
S. 16- Hz. Resulullah (s.a.a), peygamber
olmadan önce hangi dine mensuptu?
C. 16- Hz. Peygamberin, peygamber olmadan
önce hangi dine mensup olduğu hakkında üç görüş vardır:
a)Hz. İsanın vasilerindendi (Onun
dinine mensuptu)
Hz. İbrahim'in
dinine mensuptu.
c) İlham ve vahiy yoluyla elde
ettiği özel bir şeriata sahipti. Bir çok rivayetler üçüncü
görüşü teyit etmektedir. Örneğin Hz. Ali'den şöyle rivayet
etmişlerdir: Hz Peygamber süt emmekten kesildiğinde Allah-u Teala,
en büyük meleğini gece-gündüz daima doğru ve güzel yollara sevk etmek
için ona eşlik ettirdi.[225]
S. 17-
Hz. Peygamber (s.a.a), kaç yaşında peygamberliğe seçildi?
C. 17- Kırk yaşında.
S. 18- Hz. Peygamber (s.a.a) 'in bedenindeki
peygamberlik nişanelerinden biri ne idi?
C. 18- İki omuzu arasındaki nübüvvet
mührüyle meşhur olan bir ben idi.
S. 19- Hz. Peygamber (s.a.a)in bi'setin ilk
yıllarındaki ilkesi neydi?
C. 19- Şu cümle idi: Kulu la ilahe illellahu tuflihun (Allah'tan başka bir ilah
yoktur deyin ki, kurtuluşa eresiniz.)
S. 20- Hz. Peygamber (s.a.a),
peygamberliğe seçilmesinin sebeplerinden birini nasıl beyan
etmiştir?
C. 20- Hz. Peygamber (s.a.a); Güzel ahlak ve insani değerleri kemale
erdirmek için peygamberliğe seçildim. buyurmuştur.
S. 21- Hz. Peygamber (s.a.a)in zamanında
İslam dininin ilerlemesine mani olan en büyük engel ne idi?
C. 21- En büyük engel, cahil Arapların
beynini dolduran efsane ve hurafelerdi. Hz. Peygamber (s.a.a) bundan
dolayı, cahiliye eserlerini yok etmek için var gücüyle
çalışıyordu. Bu hedefle Muaz bin Cebel'i Yemen'e
gönderdiğinde ona şöyle buyurmuştur: Ey Muaz! Cahiliye eserlerini, batıl fikir ve inançları yok
et, düşünmek ve akıl etmekle ilgili İslami ilkeleri ihya etmeye
çalış.
S. 22- Hz. Peygamber (s.a.a)in
peygamberliğe seçilmesi ve İslam'ın zuhuru, hangi
padişahın dönemine rastlamıştır?
C. 22- İslam'ın zuhuru ve Hz.
Peygamber'in biseti, Husrev Perviz'in şahlığı dönemine
rastlamıştır.
S. 23- Peygamber-i Ekrem (s.a.a), kaç yıl
gizli olarak tebliğ etti?
C. 23- Üç yıl.
S. 24- Peygamber-i Ekrem (s.a.a), ne zamandan
itibaren açıkça tebliğ yapmakla görevlendirildi, bu mesele ile ilgili
olan ayet hangisidir ve hangi surededir?
C. 24- Bisetin 3. Yılında Allah-u
Teala tarafından davetini açıkça tebliğ etmekle görevlendirildi.
O görevle ilgili şu ayet nazil oldu:
En
yakın akrabalarını (aşiretini) uyarıp korkut.[226]
S. 25- Hz. Peygamber (s.a.a)e, ilk iman eden
şahıs kimdir?
C. 25- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s)'dır.
S. 26- Hz. Peygamber'e, ilk iman kadın ve
kişinin isimleri nelerdir?
C. 26- Kadınlardan ilk iman eden Hz.
Hatice, erkeklerden ilk iman eden ise Hz. Ali'dir.
S. 27- Kureyş'in ileri gelenleri, Hz.
Peygamber'in dininin yayılmasını önlemek ve ona karşı
savaşmak için ne gibi yollara baş vurdular?
C. 27- Kureyş'in ileri gelenleri,
İslam dininin yayılmasını önlemek için çeşitli
hilelere başvurdular. Onlardan bazıları şunlardır:
Hz. Peygamber'e mal ve makam vaadinde
bulunmak.
Hz. Peygamber'e iman edenleri tahkir, tehdit
ve işkence etmek.
Hz. Peygamber'e çirkin iftiralarda bulunmak.
Kurân'a karşı koymak.
Kurân'ı dinlemeyi yasaklamak.
Bireylerin iman etmelerini engellemek.
S. 28- Kur'ân'ın ilk ayeti, nerede Hz.
Peygambere nazil oldu ve bu ayet hangi surededir?
C. 28- Kurânın ilk ayeti, Hira
Mağarasında Hz. Peygamber'e nazil oldu. Onunla ilgili ayet Alak
suresindedir.
S. 29- Hz. Peygamber (s.a.a), bisetinin ilk
yılında, hangi ülkelerin padişahlarıyla
mektuplaşıp onları tevhit ve İslam'a davet ettiler?
C. 29- İslam dini evrensel bir din
olduğundan ve Hz. Peygamber de halka gönderilen son elçi olduğundan
dolayı Hz. Peygamber (s.a.a), dünyanın büyük şah ve
krallarına (Örneğin: İran şahı, Husrev Perviz'e, Rum
İmparatoru Hirakl'e, Mısır hükümdarı Mukavkıs'a)
mektuplar yazarak onları İslam dinine davet etti. Peygamber'in bu
mektupları oldukça kısa ve net idi.[227]
S. 30- Hangi etkenler İslam'ın çok
çabuk ilerlemesine sebep oldu?
C. 30- İslam tarihini
incelediğimizde on nedenin, İslam'ın ilerlemesinde çok etkili
olduğunu görmekteyiz:
1) Kurânın çekiciliği ve
İslam'ın hakkaniyeti.
2) Hz. Peygamber ve Müslümanların
direniş ve şecaati.
3) İslam'ın mahrum ve mustaz'aflara
teveccüh etmesi.
4) Hz. Peygamber (s.a.a)'in mantıklı
davranış ve taktikleri.
5) Hz. Peygamber'in güzel ahlakı ve
şahsiyetinin güçlü çekiciliği.
6) Hz. Peygamber'in Allah Teala'ya derin
imanı ve tevekkülü.
7) Müslümanların şahadete ve ibadete
aşık olmaları.
8) Hz. Ali (a.s)ın kahramanca savaş
ve fedakarlıkları.
9) Hz. Peygamber'in mucizeleri ve gaybi
yardımlar.
10) Hz. Peygamber'in akrabalarının
yardımı ve Beni Haşim'in seferberliği.[228]
S. 31- Resulullah (s.a.a), çeşitli ülke
ve şehirlerin emir, hükümdar ve önderlerine kaç mektup yazdılar?
C. 31- Hz. Peygamber (s.a.a)'in, çeşitli
unvanlarla yazdığı mektuplardan 185 mektup bize
ulaşmıştır.
S. 32- Resulullah (s.a.a)in
mektuplarını yazanlar kaç kişiydi?
C. 32- Resulullah (s.a.a)in
mektuplarını yazanlar 23 kişiden fazla idi (26, 42 kişi
olduğunu yazanlar da vardır); onlardan biri de Hz. Ali (a.s) idi.
S. 33- Resulullah (s.a.a)e, neden Ümmi
diyorlar?
C. 33- İmam Cevad (a.s) şöyle
buyuruyor:
Hz. Peygamber'e Ümmi denilmesinin sebebi,
Mekke'li olduğundan dolayı idi; Mekke de Ümm'ül- Kura idi.
Kurân-ı Kerim de şöyle buyuruyor: İşte bu, önündekileri
doğrulayıcı ve Ümm'ül-Kura (Mekke) ile çevresindekileri uyarman
için indirdiğimiz kutlu kitaptır.[229]
S. 34- Hz. Peygamber'e neden Dai,
Beşir ve Nezir diyorlar?
C. 34- Dai, yani davet eden; Hz. Peygamber
(s.a.a.), halkı İslam dinine davet ettiğinden dolayı
kendisine bu lâkap verilmiştir. Beşir, yani müjde veren; Resulullah
(s.a.a), kendisine uyanları cennetle müjdelediğinden dolayı bu
lâkapla anılmıştır.
Nezir, yani uyarıp korkutan; Hz.
Peygamber (s.a.a), Allah'a ve kendisine uymayan fertleri cehennemin
azabından korkuttuğundan dolayı bu lâkapla
adlanmıştır.[230]
S. 35-
Hz. Peygamber (s.a.a)in kaç çocuğu vardı?
C. 35- İmam Sadık (a.s) şöyle
buyuruyor: Resulullah (s.a.a)'in
Haticeden: Tahir, Kasım, Fatime, Ümm-i Gülsüm, Rukayye ve Zeyneb isminde
altı çocuğu oldu.
Bir rivayete göre, Mariyeden, İbrahim isminde bir oğlu da
olmuştur.
S. 36- Hz. Peygamber'in kaç amcası
vardı ve isimleri nelerdi?
C. 36- Şeyh Tusi ve diğerlerin
naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.a)'in dokuz amcası vardı,
isimleri şöyledir: Zübeyr, Ebu Talip, Hamza, Gıydak, Zarrar,
Mukavvim, Ebu Lehep, Abbas ve Haris.
Abdulmuttalib'in en büyük oğlu Haris idi,
bundan dolayı Abdulmuttalib'e Ebu Haris (Haris'in babası)
diyorlardı.
S. 37- Hz. Peygamber (s.a.a)in
amcalarından hangisi Hazretin en katı düşmanı idi?
C. 37- Ebu Leheb.
S. 38- Hz. Peygamber'in amcalarından
hangisinin lakabı Seyyid'üş- Şüheda idi ve hangi savaşta
şehit edildi?
C. 38- Amcası olan Hz. Hamza'nın
lakabı Seyyid'üş- Şüheda idi; Uhud savasında ise
şahadete erişti.
S. 39- Hz. Peygamber (s.a.a)in müezzininin ismi
ne idi?
C. 39- Bilal-i Habeşi.
S. 40- Peygamber-i Ekrem'in şairi kimdi?
C. 40- Hasan bin Sabit.
S. 41- Yeryüzünde Peygamber ve
İmamların olması neden gereklidir?
C. 41- İmam Bakır (a.s) şöyle
buyuruyor:
Nebi
veya İmam yeryüzünde olduğunda, Allah-u Teala azabı yeryüzünden
kaldırır.
Resulullah (s.a.a) de şöyle
buyurmuştur:
Yıldızlar
gök ehlinin emniyet vesileleridir; Ehl-i Beyt'im de yeryüzü ehlinin emniyet
vesileleridir.
Peygamber ve İmamların yeryüzünde
olmalarının gerekliğinden maksat, biz insanların hidayeti
ve mutluluğu içindir. Masum İmamlar her çeşit günahtan tertemiz
olduklarından ve Allah'a isyan etmediklerinden dolayı, onların
vücudunun bereketiyle göklerin bereketleri bizlere yağmaktadır.[231]
S. 42- Güzel örnek lakabı,
Kurânın hangi sure ve ayetinde Peygamber-i Ekrem'e isnat
edilmiştir?
C. 42- Ahzab suresinin 21. ayetinde buna
değinilmiştir. Ayetin meali şudur:
Ant
olsun, sizin için, Allah ve ahret gününü umanlar ve Allah'ı çokça
zikredenler için Allah'ın Resulünde güzel örnekler vardır.
S. 43- Kurân'da Güzel örnek tabiri kaç
kişi hakkında söylenmiştir?
C. 43- Kurân'da sadece iki büyük
şahsiyet hakkında bu tabir kullanılmıştır: Hz.
İbrahim ve Hz. Peygamber (s.a.a)
S. 44- Neden Peygamber-i Ekrem (s.a.a), bütün
peygamberlerin en üstünü olarak tanıtılmış, oysa ki
onların hepsinden sonra peygamberliğe seçilmiştir?
C. 44- Bunun sebebi şudur ki, Hz.
Peygamber (s.a.a) Allah'ın vahdaniyetine ikrar eden ilk
şahıstır. Zira Allah-u Teala, Peygamberlerden ahit alıp; Elestu bi rabbikum (Ben sizin Rabbiniz
değil miyim?) buyurduğu gün, Resulullah (s.a.a) Allah'ın
birliğini tasdik etmiştir; bu meselede herkesten öne geçtiğinden
dolayı bütün peygamberlerden üstün olarak
tanıtılmıştır.[232]
S. 45- Resul ve Nebi arasındaki fark
nedir?
C. 45- Nebi, hiçbir insan vasıta
olmaksızın Allah Teala tarafından haber veren bir kimsedir. Ama
Resul Allah Teala tarafından halkı hidayet etmek için onlara
gönderilen kimsedir. Resula elçi, mübelliğ, beşir ve nezir de denilmektedir.
Öyleyse her resul nebidir, ama her nebi resul değildir.
S. 46- İslam'ın başlangıç
tarihi nedir?
C. 46- İslam tarihi, Resulullah
(s.a.a)'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği günden
başlamıştır.
S. 47- Neden Hz. Peygamberin hicreti
İslam tarihinin başlangıç yılı olarak belirlendi?
C. 47- İslam Tarihinden önce Amm'ul-
Fil (Peygamber'in doğduğu yıl) Arapların tarihinin
başlangıç noktası idi. Ama Müslümanlar onu, İslam tarihinin
ilk sayfası olarak kabul etmediler. Çünkü o gün, İslam ve imandan bir
eser yoktu; hatta bi'set yılını da İslam'ın
başlangıç tarihi saymadılar. Zira o gün Müslümanların
sayısı üç kişiyi aşmıyordu. Ama hicretin ilk
yılında, İslam ve Müslümanlara büyük zaferler nasip oldu.
Medine'de bağımsız bir hükümet kuruldu, Müslümanlar avarelikten
kurtulup bir noktada toplandılar. Hz. Peygamber'in hicreti ile yeni bir
tarih sayfası açılmış oldu, Peygamber ve Müslümanlar çok
baskılı olan bir muhitten, özgür ve müsait olan bir muhite ayak
basmış oldular. Bu hicretin bereketiyle, İslam kendisi için
siyasi ve askeri bir teşkilat kurup güçlü bir hükümet oldu. Eğer
hicret olmasaydı, İslam Mekke muhitinde defnedilir, insanlık
dünyası bu çok büyük feyizden mahrum kalmış olurdu. Bu zaferden
dolayı hicret yılı İslam tarihinin başlangıç
yılı olarak kabul edildi.[233]
S. 48- Peygamber-i Ekrem'in hicretinden önce
Müslümanların tarihsel referansı ne idi?
C. 48- Hicretten önce Müslümanların tarih
referansı, Amm'ul- Fil idi. Bunun sebebi şudur: Ebrehe'nin ordusu
fillere binerek Ka'beyi yıkmak için Mekke'ye gelmişlerdi. Allah Teala
Ebrehe ve ordusunu helak etti. Hicaz Arapları o yılı mübarek
bildiklerinden dolayı, ismini Amm'ul- Fil yani Fil Yılı
olarak koydular. Peygamber (s.a.a)'in doğumu da o yıla
rastlamıştı. O olaydan 71 yıl, yani hicretin 18.
Yılına kadar, Amm'ul- Fil Müslümanların tarihsel referansı
idi. Ama dediğimiz tarihte Hz. Ali (a.s)ınkılavuzluğuyla,
Resulullah (s.a.a)'in Mekke'den Medine'ye hicreti Müslümanların tarihsel
referansı olarak kabul edildi.
S. 49- Resulullah (s.a.a)in, Medine'ye
ulaştıktan sonra ilk işi ne idi?
C. 49- Resulullah (s.a.a)'in ilk işi,
cami yaptırmak idi.
S. 50- Hz. Resulullah (s.a.a), Medine'ye
vardıktan sonra kimin evine gitti?
C. 50- Ebu Eyyub-i Ensari'nin evine gitti.
S. 51- Hz. Resulullah (s.a.a), neden onca
davet edenler arasında sadece Ebu Eyyub-i Ensarinin evini seçti?
C. 51- Bunun iki sebebi olabilir:
1) Ebu Eyyub-i Ensari salih ve dürüst bir
müslümandı, halkın açısından onun şahsiyetinde olumsuz
bir nokta yoktu.
2) Medine'de ondan daha fakir bir kimse yoktu,
bundan dolayı onun evini seçmek şu mesajı veriyordu:
a) Hz. Peygamber (s.a.a) bu işiyle, fakir
ve muhtaçları himaye ediyordu.
b) Bu işiyle, Müslümanlara mütevazı
olmalarını, fakirleri fakir olduklarından dolayı tahkir,
zenginlere de zenginliklerinden dolayı ihtiram edilmemesini öğretiyordu.
c) Bu işiyle, zenginlerin kendisiylez
yakın olmakla yoksulları O'nun çevresinden uzaklaştırma
ümitlerini suya düşürmüş oluyordu.[234]
d) bu işiyle, servetin Allah katında
üstünlük nişanesi olmadığını vurguluyordu.
e) Bu işiyle, Müslümanlara zahitlik dersi
veriyordu.
f) O zamanda fakir birinin evine gitmek, bir
çeşit alçak gönüllülük ve gururdan uzaklaşmaktı.[235]
S. 52- Hz. Resulullah (s.a.a)in Medine'deki
ilk mucizesi ne idi?
C. 52- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine-i
Münevvere'ye hicret ettikten sonra, o şehre girdiğinde Müslümanlar
devenin yularını tutup yalvararak O Hazreti evlerine davet
ediyorlardı. Resululah (s.a.a) onlara cevaben şöyle buyurdu: Devenin yularını
bırakın, o kimin evinin önünde yatarsa, ben onun konuğu olurum.
Bunun üzerine deveyi bıraktılar,
deve hareket edip Ebu Eyyub-i Ensari'nin evine ulaştığında,
onun kapısının önünde yattı. Ebu Eyyub, bunu görünce yüksek
sesle: Ey anne! Kapıyı aç. Zira kalplerin en değerli şahsı
olan Hz. Muhammed (s.a.a) geldi dedi.
Ebu Eyyub'un, gözleri kör olan annesi
kapıyı açıp şöyle dedi: Esef, yüz esef! Keşke gözüm
olsaydı da Resulullah (s.a.a)'in nurlu yüzünü görseydim.
Resulullah (s.a.a) bunu duyunca, lütfedip
rahmet elini onun gözlerine çekti. O anda gözleri iyileşerek Hz.
Peygamberin nurlu yüzünü gördü. Bu Resulullah (s.a.a)'in Medine'deki ilk
mucizesi idi.
S. 53- Hz. Resulullah (s.a.a), ashap ve
ailesiyle birlikte kaç yıl ve nerede iktisadi ambargoya tabi tutuldu?
C. 53- Üç yıl, Şi'bi Ebu Talib'de.
S. 54- Hz. Peygamber-in, Medine'ye hicret
ettikten sonra ilk teşebbüsleri ne idi?
C. 54- Hz. Peygamber (s.a.a) cami
yaptırdıktan sonra, yıllarca birbirleriyle savaşan Evs ve
Hazreç kabilelerini barıştırdı; Muhacir ve Ensar
arasında kardeşlik akdi yaptı, İslami tevhidi, itikadi
bağlılığı ve kardeşliği, kabilevi
ilişkiler yerine geçirdi; verdiği bu emirle gerçekte İslami
toplumun anayasasını Medine'de tedvin etti; her şeyden yoksun
cahilce sapık insanlardan; fedakar, cömert ve kardeş bir toplum
oluşturdu. İkinci yıldan itibaren, İslam
düşmanlarının saldırıları
karşısında kendilerini savunup onlara karşı koyabilmek
için teşkilatlı bir güç kurdu.
S. 55- Hz. Resulullah (s.a.a)'in gazvelerinin
(savaşlarının) sayısı kaçtır?
C. 55- Hz. Peygamber'in gazvelerinin
sayısı hakkında görüş ihtilafı vardır; On
dokuzdan, yirmi yediye kadar diyenler olmuştur; ama sadece dokuz gazvede
savaş ve çatışma çıkmıştır.
S. 56- Gazve ile Seriyye arasındaki
fark nedir?
C. 56- Resulullah (s.a.a)'in bizzat kendisinin
katıldığı savaşlara Gazve diyorlar. Ama Hz.
Peygamber'in zamanında Onun emriyle vuku bulan savaşlara Seriyye
diyorlar.
S. 57- Resulullah (s.a.a) kaç gazvede
şahsen düşmanla savaştı ve o gazvelerin isimleri nedir?
C. 57- Dokuz gazvede düşmanla
savaştı; o gazveler isimleri şunlardır:
Bedir.
Uhud.
Hendek.
Beni Kureyza.
Hayber.
Feth-i Mekke.
Huneyn.
Beni Mustalak.
Taif.
S. 58- Müslümanların, İslam'ın
ilk yıllarındaki savaşlarda sloganları ne idi?
C. 58- Müslümanların Bedir ve Uhud
savaşındaki sloganları; Ya
nasrellah! İkterib! (Ey İlahi yardım! Yaklaş). Beni
Nazir savaşındaki sloganları; Ya Ruh'ul- Kudüs! Erih (Ey Ruh'ul Kudüs! Rahatlık ver). Beni
Mustalak savaşındaki sloganları; Ela İlellah'il- Emir! (Bilin ki bütün işler Allah'a
doğrudur!). Tebuk savaşındaki sloganları; Ya Ehad! Ya Samed! (Ey tek olan! Ey
ihtiyacı olmayan!) Mekke Fethindeki sloganları ise; Nehnu İbadullahi hâkken (Biz
Allah'ın gerçek kuluyuz) idi.[236]
S. 59- Handek savaşı hangi
yılda vuku buldu ve Hz. Peygamber, düşmanın ordusunun
saldırısını önlemek için ne gibi bir plan uyguladı?
C. 59- Handek savaşı, Hicretin
beşinci yılında, Ebu Süfyan'ın
komutanlığında düşmanın saldırısıyla
vuku buldu. Müslümanlar, Selman-i Farisi'nin önerisi ve Resulullah (s.a.a)'in
kabul etmesiyle, kafirlerin karşısında doğal bir engel
oluşturmak için Medine'nin etrafında bir Handek (kanal)
kazdılar.
S. 60- Medine etrafında Handek kazmak ne
kadar sürdü?
C. 60- Handek kazmak bir ay sürdü, Resulullah
(s.a.a)'in kendisi de handek kazmakta onlara yardım ediyorlardı.
S. 61- Handek savaşının
diğer ismi nedir ve neden o isimle meşhur oldu?
C. 61- Handek savaşının
diğer ismi Ahzabdır. Çünkü Kureyş bütün Araplardan yardım
isteyip her kabileden bir ordu hazırlamıştı; bundan
dolayı bu isimle meşhur oldu.
S. 62- Hz. Peygamber (s.a.a), hangi
savaşta, Ali (a.s)ındarbesi,
insan ve cinlerin ibadetinden daha üstündür buyurdular?
C. 62- Handek savaşında Hz. Ali
(a.s. ) Amr bin Abduved'e galip gelince, Hz. Resulullah (s.a.a) o sözü
buyurdular.
S. 63- Resulullah (s.a.a): Bugün İslam'ın tümü. küfrün
tümüyle karşı karşıyadır sözünü nerede ve hangi
şahsiyeti kastederek buyurdular?
C. 63- Handek savaşında Hz. Ali
(a.s. ) düşman ordusunun kahramanı olan Amr bin Abduved'le
karşı karşıya geldiğinde, Hz. Peygamber (s.a.a) mezkur
sözü buyurdular.
S. 64- Bedir savaşı hangi yılda
vuku buldu?
C. 64- Hicret'in ikinci yılında.
S. 65- Bedir savaşında Hz.
Peygamberin ashabı ve düşmanın ordusu kaç kişi idi?
C. 65- Bedir savaşında
düşmanın ordusunun sayısı 950, Müslümanların
sayısı ise 313 kişi idi. Bununla birlikte Müslümanlar iman gücü
ve tam bir fedakarlıkla savaşıp düşmanları yenilgiye
uğrattılar.
S. 66- Uhud savaşı hangi yılda
ve nerede vuku buldu?
C. 66- Uhud savaşı Hicretin üçüncü
yılında, Medine dağlarının kenarında vuku buldu.
S. 67- Uhud savaşında
Müslümanların yenilgisine sebep olan en önemli etkenler nelerdi?
C. 67- Uhud savaşında
Müslümanların yenilgisine sebep olan en önemli etkenlerden dördü
şunlardır:
1) Münafık bir şahıs olan
Abdullah bin Ubey'in, en hassas bir zamanda İslam ordusunun takriben üçte
birini oluşturan adamlarıyla Medine'ye geri dönmesi.
2) Askeri disipline riayet etmemek ve
işlerde kargaşalık.
3) Müslümanların kaçmasında etkili
olan Peygamber'in öldürülme haberinin yayılması.
4) Müslümanların direnişinin
kırılması.[237]
S. 68- Müslümanların Bedir
savaşında galip, Uhud savaşında ise yenilgiye
uğramalarının sebebi ne idi?
C. 68- Müslümanların Bedir
savaşında galip gelmesinin nedeni, onların Allah yolunda cihat
etmek, O'nun rızasına erişmek ve tevhit dinini yaymak
dışında bir gayelerinin olmamasıydı. Ama Uhud
savaşında ilk zaferden sonra bir çok müslümanın hedef ve niyeti
değişti. Kureyşin geride bıraktığı
ganimetler, bir çok müslümanın ihlasını bozdu ve Peygamber'in emirlerini
unutturdu.
S. 69- Meleklerin kendisine gusül verdiği
gencin ismi ne idi ve bu vakıa hangi savaşta vuku buldu?
C. 69- Bu gencin ismi Hanzele idi, meleklerin
ona gusül verme vakıası Uhud savaşında vuku buldu. Olay
şöyledir: Hanzale'nin evlenme gecesi geldiğinde Resulullah (s.a.a),
geceyi evlenmek töreniyle geçirmesi için ona izin verdi. Hanzele o gecenin
sabahı güsul etmeden önce savaş meydanına koştu, Ebu
Süfyan'ı yere serdikten sonra Kuryş ordusundan mızraklı bir
kişi vasıtasıyla şahadete erişti. Resulullah (s.a.a): Ben meleklerin Hanzele'ye gusül
verdiğini gördüm buyurdular. Bundan olayı ona Gasil'ul-
Melaike dediler.[238]
S. 70- Uhud savaşında Resulullah
(s.a.a)i savunan fedakar kadınlardan birinin ismi ne idi?
C. 70- Onun ismi Nesibe, Künyesi ise Ümmü
Amr idi. O, İslam askerlerine su ulaştırmak için Uhud
savaşına katıldı. Ama Resulullah (s.a.a)in tehlikede
olduğunu görür görmez, su kırbasını yere koydu, elindeki
olan kılıçla o hazreti savunmaya başladı.
S. 71- Hicretin kaçıncı
yılında ay tutulmasından dolayı Resulullah (s.a.a) ayet
namazı kıldılar?
C. 71- Hicretin beşinci
yılında.
S .72- Hac hangi yılda farz
kılındı ve onunla ilgili ayet hangisidir?
C. 72- Bu konu hakkında iki görüş
vardır: Bazılar, hicretin altıncı yılında hac
emrinin nazil olduğu, bazıları da hicretin dokuzuncu
yılında şu ayetin: Haccı
da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman
tarafından) kuşatılırsanız, artık size kolay
gelen kurbanı gönderin. [239]
nazil olmasıyla haccın farz kılındığını
söylüyorlar.
S. 73- Resulullah (s.a.a) hangi yıl ve
hangi savaşta havf (korku) namazı kıldılar?
C. 73- Hicretin altıncı
yılında Zat'ur- Rika savaşında korku namazı
kıldılar.
S. 74- Hz. Resulullahın
ağzının mübarek suyuyla Hz. Ali (a.s)ın gözünün
ağrısının iyileşme meselesi, nerede ve ne zaman vuku
buldu?
C. 74- Heyber savaşı ve Hayber'i
feth ettikleri zamanda vuku buldu. Resulullah (s.a.a)'ın ashabından
bazıları Hayber'i fethetmeye muvaffak olamayınca hazret
şöyle buyurdular: Bu
bayrağı yarın öyle bir kişiye vereceğim ki, o Allah ve
Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever; Allah, Hayber'i onun eliyle
fethedecektir. Sonra; Ali
nerededir? diye sordu. Gözleri ağrıyor, hareket etmeye gücü
yoktur. dediler. Resulullah (s.a.a); O'nu
getirin buyurdular. Hz. Ali'yi Resulullah (s.a.a)'in yanına
getirdiklerinde onun başını dizlerinin üzerine koyup mübarek
ağzının suyunu gözlerine sürdüler, o anda ağrısı
iyileşti... Nihayet Hayber kalesini fethetti.
S. 75- Fetih suresi ne zaman nazil oldu ve
verdiği müjde ne idi?
C. 75- Fetih suresi, hicretin yedinci
yılında, Hz. Resulullah (s.a.a) Hudeybiye'den döndüklerinde o hazrete
nazil oldu ve Hayber fethini müjdeledi.
S. 76- Mute savaşı ne zaman vuku
buldu ve o savaşın çıkmasına sebep ne idi?
C. 76- Mute savaşı, Hicretin
sekizinci yılında vaki oldu; sebebi de şu idi: Resulullah
(s.a.a) Haris bin Umeyr-i Ezdi'yi bir mektupla Şam'ın etrafında
yeralan Busr'a kasabasının hakimine doğru gönderdi; Mute
bölgesine yetiştiğinde, Kayser dergahının büyüklerinden
biri onunla karşılaştı ve onu öldürdü. Bu haber Hz.
Peygamber (s.a.a)'e ulaştığında ordunun savaş için
hazırlanmasını emretti...
S. 77- Hz. Peygamber (s.a.a), savaş
zamanları ashabıyla istişare ediyor muydu?
C. 77- Evet, istişare ediyordu.
Örneğin: Bedir savaşında, Kureyş'in kervanı
Müslümanların elinden kurtulup kaçtığı ve
düşmanının da yeterli bir teçhizatla Mekke'den savaş için
hareket ettiği bir sırada, Resulullah (s.a.a) savaşmak için
ashabının görüşünü aldı, onlarla istişareden sonra
savaşmaya karar verdi.
S. 78- Amm'ul- Vufud hangi yıldır,
bunun manası nedir ve hangi surede buna değinilmiştir?
C. 78- Hicretin dokuzuncu yılında,
İslam'ın askeri gücü, Arabistan'ın çoğu yerlerine hakim
olduğunda, Arab'ın azgın kabileleri yavaş- yavaş
Müslümanlara yakınlaşmayı ve onların dinini kabullenmeyi
düşündüler. Bundan dolayı Arab'ın çeşitli kabilelerinin
önderleri ve bazı gruplar kendi önderleriyle birlikte Hz. Peygamber'in
huzuruna gelerek İslam'ı kabul ettiklerini açıkladılar.
Kabilelerin vekilleri Medine'ye o kadar gelip gittiler ki o yıla Amm'ul-
Vufud adını koydular. Vufud, heyetlerdemektir; Amm'ul- Vufud,
yani heyet ve elçilerin geldiği yıl. Kur'ân-ı Kerim Nasr
suresinde, bu heyetlerin gelişi ve İslam'ın zaferinden söz
etmiştir.
S. 79- Tebuk nedir ve Tebuk gazvesi hangi
yılda vuku bulmuştur?
C. 79- Tebuk çeşmenin kenarında
yapılan yüksek ve sağlam bir kalenin ismiydi. Bu kale Suriye
sınırında, Hicaz ve Şam yolunun arasında yer
almıştı. Tebuk gazvesi de hicretin 9. Yılında meydana
gelmiştir.
S. 80- Ceyş'ul- Usre neyin ismidir ve
neden bu isimle meşhur olmuştur?
C. 80- Ceyş'ul- Usre, İslam
ordusunun adı idi, Resulullah (s.a.a) ordusuyla Medine ve Tebuk yolu
arasında çok zorluklarla karşılaştıklarından
dolayı o hazretin ordusuna Ceyş'ul- Usre denilmiştir.
S. 81- Resulullah (s.a.a)in en son
katıldığı gazvenin ismi ne idi?
C. 81- Tebuk Gazvesidir
S. 82- Cihad-ı Esğer ve Cihad-ı
Ekber'den maksat nedir?
C. 82- Resulullah (s.a.a)in buyurduğuna
göre, Cihat-ı Esğer (küçük cihad) yani savaş meydanında
düşmanla savaşmak; ama Cihad-ı Ekber (büyük cihad) yani nefsi
isteklerle mücadele etmek, demektir.
S. 83- İslam'da yapılan ilk tabut ne
zaman ve kimin için yapıldı?
C. 83- Hicretin sekizinci yılında,
Resulullah'ın kızı ve Ebu'l As bin Rebi'nin de hanımı
olan Zeyneb vefat ettiğinde onun için bir tabut yaptılar ve bu
İslam'da yapılan ilk tabuttur.[240]
S. 84- Resulullah'ın miraç
kıssası Kur'ân'ın hangi sure ve ayetinde zikredilmiştir?
C. 84- Bu kıssa, İsra suresinin
ilk ayetinde zikredilmiştir, Necm suresinin ayetlerinde de ona
değinilmiştir. Allah Teala İsra Suresinin ilk ayetinde
şöyle buyuruyor: Bir
kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için kulunu bir gece Mescid-i
Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O Allah
münezzeh (ve yücedir). Gerçekten O, işiten ve görendir.
S. 85- Resulullah'ın miraçı ne zaman
vuku bulmuştur?
C. 85- Hicretten altı ay önce, diğer
bir nakle göre bi'setin ikinci yılında vuku bulmuştur. Ama
İbn-i İshak ve İbn-i Hişam Hz. Peygamber (s.a.a)'in
miraçının bi'setin onuncu yılında vuku bulduğunu
söylüyorlar. Beyhaki de miraçın, bi'setin on ikinci yılında vuku
bulduğunu vurgulamaktadır.
S. 86- Resulullah (s.a.a) kaç defa miraça
gitti?
C. 86- İmam Sadık (a.s)'ın
rivayetine göre 120 defa miraça gitti.[241]
S. 87- Miraç'ta hz. Resulullaha ne gibi
şeyler tavsiye edildi?
C. 87- Bütün miraçlarda Allah Teala, Hz. Ali
ve ondan sonraki İmamların velayet ve imametini, diğer
farzlardan daha çok tavsiye etti.
S. 88- Resulullah (s.a.a)in miracı, ne
şekilde idi?
C. 88- Pek çok rivayetler, Hz. Peygamberin
miracının ruhani değil cismani olduğunu bildirmekteler.
S. 89- Resulullah (s.a.a)in
miracının sebebi ne idi?
C. 89- İmam Seccad (a.s. ) bu hususta
şöyle buyuruyor: Allah
Teala'nın Hz. Peygamber'i miraaa götürmesi; hakikatleri, cennet ve
cehennemi, ilginç ve harika yaratıklarını, onların sır
ve remizlerini, hilkat aleminin genişliğini ve sonsuz kudretinin
eserlerini O Hazret'e göstermek ve Onu bunlardan haberdar kılmak içindi.
S. 90- miraç gecesinde Resulullah (s.a.a)in
kendisiyle miraca gittiği bineğin ismi ne idi?
C. 90- Burak idi.
S. 91- Resulullah (s.a.a) miraç
yolculuğuna nereden başladı?
C. 91- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) miraç
yokluğuna bacısı Ümmü Haninin evinden başladı,
Filistin'de vaki olan Beyt'ul- Mukaddes'e doğru hareket etti, Beyt'ul-
Lehm'i (Hz. İsa'nın doğum yerini), peygamberlerin ev ve eserlerini
gördükten kısa bir süre sonra o noktadan göklere doğru üruç etti
(yükseldi).
S. 92- Menzilet hadisini kim buyurmuş
ve kimin hakkında buyrulmuştur?
C. 92- Menzilet hadisini Resulullah (s.a.a)
Hz. Ali hakkında buyurmuştur. Hadis şöyledir: Ya Ali, sen bana nispet, (menzilet-makam
açısından) Harun'un Musa'ya olan nispeti gibisin; şu farkla ki,
benden sonra bir peygamber olmayacaktır.
Bu hadiste menzilet lafzı
geçtiğinden dolayı menzilet hadisiyle meşhur olmuştur.
S. 93- Resulullah (s.a.a)in çocuklara selam
vermesinin sebebi ne idi?
C. 93- Resulullah (s.a.a) bu hususta
şöyle buyurmuştur: Çocuklara
selam vermeyi, benden sonra sünnet olması için ölünceye kadar terk
etmeyeceğim [242]
S. 94- Ramazan ayının orucu ne zaman
farz kılındı?
C. 95- Ramazan ayının orucu,
hicretin ikinci yılı Şaban ayının sonunda farz
kılındı. Bakara Suresinin 183. ayeti orucun farz
kılınması, 184 ve 185. ayetleri de orucun zaman ve süresi hakkındadır.
S. 95- Neden Allah Teala, Hz. Peygamberin ümmetine
otuz gün, diğer ümmetlere ise otuz günden fazla oruç farz kıldı?
C. 95- Resulullah (s.a.a) bir Yahudi'nin
sorusunun cevabında şöyle buyurdular: Hz. Adem cennette nehy edildiği ağaçtan bir miktar
yediğinde, o yediği şey otuz gün onun karnında baki kaldı.
Bundan dolayı Allah Teala onun nesline otuz gün aç ve susuz kalmayı
farz kıldı. Daha sonra o otuz günü, Oruç adıyla benim ümmetime
farz kıldı.
Resulullah (s.a.a) sözünün devamında
şu ayeti okudu: Ey iman edenler,
sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de
yazıldı (farz kılındı). Umulur ki,
sakınırsınız [243]
S. 96- Fıtra zekatı, ne zaman farz
kılındı?
C. 96- Hicretin ikinci yılında
Fıtır (Ramazan) bayramı günü, Fıtra zekatı farz
kılındı.
S. 97- İlk fıtır ve kurban
bayramı namazı, ne zaman ve kimin vasıtasıyla
kıldırıldı?
C. 97- Hicretin ikinci yılında Hz.
Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla kıldırıldı.
S. 98- Resulullah (s.a.a) neden erkek evlat
sahibi olamadı (erkek evlatları yaşamadı)?
C. 98- İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: Sebebi şudur ki,
Resulullah (s.a.a) nebi ve resul olarak yaratıldı, Ali (a.s) da Onun
vasisi ve halefisi (yerinde oturanı) olarak yaratıldı. Eğer
Resulullah (s.a.a)'in erkek çocuğu olsaydı, O hazretten sonra O'nun
halifesi olup, Hz. Ali'den öne geçmiş olurdu; neticede Hz. Ali
(a.s)ınvasilik ve halifeliği gerçekleşmiş olmazdı. [244]
S. 99- Hz. Peygamber (s.a.a)in en büyük
kızının ismi ne idi ve hangi yılda vefat etti?
C. 99- Hz. Peygamber (s.a.a)'in en büyük
kızı Zeyneb idi, bi'setten önce teyzesi oğlu Ebu'l Asla
evlenmişti, hicretin sekizinci yılının sonlarında
vefat etti.
S. 100- Hz. Peygamber (s.a.a)in yakın
ashabından bir kaç kişinin ismi ne idi?
C. 100- Hz. Peygamber (s.a.a)'in yakın
ashabının isimleri şunlardır:
Selman-ı Farisi. (Hz. Ali onu
Lokman-ı Hekim'den üstün biliyordu.)
Ebuzer-i Gifari. (Hz. Peygamber (s.a.a) onu
ümmetin sıddıkı ve zühtte de İsa bin Meryem'in bir benzeri
kabul ediyordu.)
Ebu Ma'bed Mikdad bin Esved.
Bilal bin Riyah-i Habeşi. (Hz. Peygamber
(s.a.a)'in müezzini.)
Cabir bin Abdullah-i Ensari. (Bedir
savaşına katılan ve Er'bain günü İmam Hüseyin'in kabrini
ilk ziyaret eden şanı yüce sahabedir.)
Huzeyfe bin Yemani.
Ebu Eyyub-i Ensari. (Resulullah (s.a.a)
Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde onun evine misafir oldular.)
Halid bin Said bin As. (İlk iman
edenlerdendir. Onun Müslüman olmasının sebebi şudur: Uykuda bir
ateşin alevlendiğini görüyor, babası onu o ateşe atmak
istiyor, fakat Resulullah onu kendisine doğru çekip ateşten
kurtarıyor. Bundan dolayı uykudan uyanınca gidip Müslüman
oluyor.)
Huzeyme bin Sabit-i Ensari.
Zeyd bin Harise.
Ebu Ducane.
Abdullah bin Mes'ud-i Hüzeli.
Ammar bin Yasir.
Kays bin Asım-i Minkari.
S. 101- Beni Selim kabilesinden bin
kişilik bir grubun imanına sebep olan kertenkele meselesi ne idi?
C. 101- Bir gün göçebe bir Arap kertenkeleyi
elbisesinin kolunda saklayıp Hz. Peygamber (s.a.a)'in yanına gelerek
yüksek bir sesle: Bu kertenkele sana iman etmedikçe ben iman etmem. deyip
kertenkeleyi yere attı. Resulullah (s.a.a); Ey kertenkele! diye buyurdu. Kertenkele herkesin
işiteceği açık bir dille; Buyurun, emredin dedi. Resulullah
(s.a.a); Kime tapıyorsun? diye
sordu. Kertenkele, Arşı gökte, rahmeti cennette, azabı da
cehennemde olan Allah'a dedi. Resulullah (s.a.a); Ben kimim?diye buyurdular.
Kertenkele; Sen alemlerin rabbinin resulü ve Peygamberlerin sonuncususun. Seni
tasdik eden kurtuluşa erer, seni tekzip eden ziyana uğrar. dedi.
Göçebe Arap bunları duyunca çok etkilenip
Hz. Peygambere dönerek şöyle dedi:
Şehadet ederim ki, Allah birdir,
eşi yoktur, sen ise O'nun Resulüsün.
Göçebe Arap bunları dedikten sonra kamil
bir imanla kabilesine doğru döndü, onları İslam'a davet etti,
neticede onun kabilesinden bin kişi Müslüman oldu.[245]
S. 102- Tebliğ ayeti nerede ve hangi
münasebetten dolayı Resulullah'a nazil oldu?
C. 102- Tebliğ ayeti, Hz. Peygamber'in
son haccı olan Haccet'ul- Vedada Hz. Ali (a.s)ınvelayet ve
hilafetiyle ilgili nazil oldu. Ayetin Meali şöyledir:
Ey
Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini)
yapmayacak olursan O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun,
Allah seni insanlardan koruyacaktır. [246]
S. 103- Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi halife
seçmesiyle ilgili ayet ne zaman nazil oldu?
C. 103- Resulullah (s.a.a) Veda Haccından
dönerken Gadir-i Hum denilen yerde nazil oldu.
S. 104- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'yi halife
seçerken ne buyurdular?
C. 104- Resulullah (s.a.a) öğle
namazını Gadir-i Hum'da kıldırdıktan sonra halk
devenin eğerleriyle Resulullah (s.a.a) için bir minber yaptılar.
Resulullah (s.a.a) Allah'a hamt ve senadan sonra Hz. Ali (a.s)ınelini
tutup şöyle buyurdular:
Ben kimin mevlası isem, Ali de onu
mevlasıdır; Allah'ım Ali'yi seveni sev, ona düşman olana
düşman ol, ona yardım edene yardım et, yardımını
ondan esirgeyene yardımını esirge.
S. 105- Kurân'ın en son ayeti nerede
Resulullah (s.a.a) 'e nazil oldu ve bu ayet hangi surededir?
C. 105- Kurânın en son ayeti, Hz.
Peygamber (s.a.a) Haccet'ul- Veda'da Hz. Ali'yi kendisine vasi ve halife tayin
ettikten sonra nazil oldu. Bu ayet, Maide suresinin üçüncü ayetidir. Ayetin
meali şöyledir:
Bugün
küfre sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkamaktan) umut
kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün
dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi size tamamladım ve bir din
olarak İslam'ı seçip, beğendim.
S. 106- Hz. Peygamberin en son
haccının ismi nedir?
C. 106- Resulullah (s.a.a)'in en son
haccının çeşitli isimleri vardır. Örneğin:
Haccet'ul- Veda.
Haccet'ul- Kemal.
Haccetut Temam.
Haccetul- Belağ.
S. 107- Gadir-i Hum vakasının,
ebedileşmesinin sebebi nedir?
C. 107- Gadir-i Hum vakıasının
edebileşmesinin sebeplerinden biri, iki ayetin bu önemli vakıa
hakkında nazil olmasıdır. Kurân var oldukça, bu tarihi
vakıa da var olacaktır. O iki ayet, Maide Suresinin 67. ayetiyle 3.
ayetidir.
S. 108- Hicretin onuncu yılında
Medine'ye gelerek iman eden, fakat doğum yerine döndükten sonra
peygamberlik iddiasında bulunan şahsın ismi nedir?
C. 108- Bu şahsın ismi
Museylemedir. Vatanına döndükten sonra peygamberlik iddiasında bulundu,
bazı saf veya mutaassıp insanları çevresine topladıktan az
müddet sonra, bir grup ashabıyla birlikte öldürülerek bu batıl
davası da temizlenmiş oldu.
S. 109- Resulullah (s.a.a), ömrünün son
anlarında usul-u dinden hangi aslı savundu?
C. 109- Resulullah (s.a.a) mübarek ömrünün son
anlarına kadar, halifenin asıl ekseninden sapmaması için imamet
esasını savundu. Hz. Ali (a.s)ınhilafetini yazılı
olarak sağlamlaştırmak ve kendisinden sonra canlı bir senet
bırakmak için şöyle buyurdular: Önemli
bir şeyi yazmam için bana kâğıt ve mürekkep getirin
Ama risalet ve imamet makamına
saygısızlık yapan bir grup kimseler, Ömer başta olmak üzere
Peygamber sayıklıyor diyerek o mektubun yazılmasına mani
oldular.
S. 110- Acaba Hz. Peygamber'den sonra imamet
ve önderlik makamı, nasla olan bir makam mı, yoksa seçimle olan bir
makam mıdır?
C. 110- Bu konuda Müslümanlar arasında
iki görüş vardır; Şiiler, imamet ve yöneticilik
makamının tensibi bir makam (yani Allah'ın emriyle)
olduğuna inanmaktalar. Ama Sünniler, bu makamın intihabi bir makam
olduğunu (yani Hz. Peygamberden sonra ümmetin önderini halkın
seçmesi gerektiği) kanaatindeler. Elbette bu iki grup, kendi
görüşleri için, çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir.
S. 111- Hz. Peygamber (s.a.a)'i öldürmek
komplosunda rolü olan Ebu Leheb'in hanımının ismi ne idi?
C. 111- Ümmü Cemil idi.
S. 112- Küfrün ele başlarından olup
atını Hz. Peygamber (s.a.a)i öldürmek için besleyen ve sonunda Hz.
Peygamber'in eliyle öldürülen şahsın ismi nedir?
C. 112- Ubey bin Halef'tir.
S. 113- Vahyin katipleri kaç kişiydi ve
isimleri nedir?
C. 113- Onların meşhurları
şunlardır:
Hz. Ali bin Ebi Talib.
Abdullah bin Mes'ud.
Zeyd bin Sabit.
Muaz bin Cebel.
Ubey bin Ka'b.
S. 114- Resulullah (s.a.a)'in bize emanet
bıraktığı iki değerli şey nedir?
C. 114- İki değerli emanetin biri
Kurân, diğeri ise Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyti'dir.
S. 115- Kurân'ın içeriği kaç
mevzudan ibarettir?
C. 115- Kurân'ın içeriği dört
mevzudan ibarettir:
Akaid.
Şeriat ve kanunlar (ibadat ve muamelat).
Ahlaki sözler.
Eğitici öyküler.
S. 116- Kurân'ın tahriften
korunmasına sebep olan etken nedir?
C. 116- Resulullah (s.a.a)in ileri
görüşlüğü (tedbiri), Müslümanların Kurân'ı ezberlemeleri,
onu yazma ve yayınlamadaki çaba ve gayretleri.
S. 117- Resulullah (s.a.a)'in mucizeleri kaç
kısımdır?
C. 117- Resulullah
(s.a.a)in mucizeleri yedi kısma ayrılır:
Semavi cisimlere ait olan mucizeler: Ayın
ikiye bölünmesi, güneşin geri çevrilmesi; yağmur, mâide (sofra),
yemek ve meyvelerin gökten inmesi.
Cansız ve canlı varlıklardan
görülen mucizeler: Taş ve ağacın Hazrete selam vermesi, Onun
emriyle ağacın hareket etmesi; elinde kumların tesbih ve zikir
etmesi ve hurma yaprağının Ebu Ducane'ye kılıç
olması gibi.
Hayvanlarda görülen mucizeler: Âl-i Zuheyr'in
buzağısının konuşup halkı o Hazretin
peygamberliğine davet etmesi; kurdun, devenin, kertenkelenin ve
zehirlenmiş koyunun konuşmaları gibi.
Ölüleri diriltmek ve hastalara şifa
vermek hakkındaki mucizeler: Hz. Ali (a.s)ıngözünün
ağrısının O Hazretin mübarek ağzının suyuyla
iyileşmesi; bir kaç hurmayla kaç bin kişiyi doyurması;
parmaklarının arasından çıkan suyla bir grup
insanların at ve develerinin suya kanması; etini yediği ceylanı
diriltmesi, Muaz bin Afra'nın elini iyileştirmesi gibi.
Düşmanların şerrinin etkili
olmaması hakkındaki mucizeler: Alay edenlerin helak olması, Utbe
bin Ebi Leheb'in aslan vesilesiyle parçalanması gibi.
O Hazretin şeytan ve cinlere musallat
olması ve onlardan bazılarının iman etmesi hususundaki
mucizeleri.
Gayptan haber vermekle ilgili mucizeler.[247]
S. 118- Hz. Peygamber (s.a.a)in daima diri ve
ebedi olan mucizesi nedir?
C. 118- Hz. Peygamber (s.a.a)'in ebedi olan
mucizesi, Kurân-ı Kerim'dir. Kurân sadece lafız, fesahat ve
belağat açısından mucize değildir, belki mana, ahkam ve
kanunlara sahip olma açısından da mucizedir. İlim ilerledikçe,
İslam ve Kuran'ın ebedileşme sırrı daha da
aydınlanıyor.
S. 119- Mucize nedir?
C. 119- Mucize, diğer kimselerin
yapmasından aciz olduğu olağan üstü bir iştir. Mucize
şu özelliklere sahip olmalıdır:
İnsanların, hatta yeteneklilerin
gücünün üzerindeki bir iş olmalıdır.
Tehaddiyle (meydan
okumakla) birlikte olmamalıdır.
Nübuvvet iddiasıyla birlikte
olmalıdır. (Bu özellik Peygamberlere mahsus).
S. 120- Acaba Hz. Peygamber (s.a.a)
kendisinden istenilen bütün mucizeleri yapıyor muydu?
C. 120- Hz. Peygamber (s.a.a)'den mucize
istemeleri, eğer gerçekten doğru ve hakikati tanımak için
olsaydı, Hazret Allah'ın izniyle mucize yapardı. Ama mucize
istemeleri bahane veya alay için olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.a) o
isteği kabul etmezdi.
S. 121- Acaba peygamberler, mucize göstermekte
Allah'ın iznine muhtaç mıydılar?
C. 121- Evet Allah'ın iznine
muhtaçtılar.
S. 122- Mucize, sihir ve büyü arasındaki
fark nedir?
C. 122- Sihirbazlar, bazı eğitim ve
öğretimlerle sihir ve büyücülük yapıyorlar. Ama peygamberlerin
mucizesi Allah'ın onlara verdiği kudretle olmaktadır; hiçbir
eğitim ve öğretime ihtiyaçları yoktur. Sihirbazlar ancak birkaç
şeyde sihir yapabilirler, ama peygamberler her çeşit olağan üstü
işler yapıyorlar.
S. 123- Peygamberlerin özelliklerinden biri
olan masumiyetten maksat nedir?
C123- Peygamberlerin masumiyetinden maksat,
onların kendi risalet (görev)lerinde yanılıp hata
yapmamalarıdır. Onlar sahip oldukları ilim ve yakinden
dolayı, günah yapmaz ve günah yapmayı akıllarından bile
geçirmezlerdi.
S. 124- Kurân'da zikredilen Hatemun-
Nebiyyinden maksat nedir?
C. 124- Hatemun- Nebiyyin'den maksat,
peygamberlik döneminin sona ermesi, artık vahiy yoluyla yeni bir dinin
gelmeyeceği ve İslam dininin İlahi dinlerin en sonuncusu
olmasıdır.
S. 125- Neden peygamberler insan türünden
idiler?
C. 125- Peygamberlerin insan türünden
olmasının sebebi, yapatıklarının, biz insanlar için
örnek olması içindir. Eğer insan cinsinden olmayıp biz insanlar
gibi yaşamasaydılar, usve ve örnek olarak
tanıtılmazlardı. Bundan dolayı peygamberler bizim gibi
yiyip içiyor, evleniyor, hayatlarını sürdürmek etmek için
çalışıyor ve bir süre sonra bu dünyadan göçüyorlardı. Vahiy
yoluyla Allah Teala ile ilişkileri sayesinde, hakikat peşinde olan
insanlar için yaşam örneği idiler.[248]
S. 126- İlk İslami
antlaşmanın ismi nedir bu antlaşma nerde yapıldı ve
onun içeriği ne idi?
C. 126- İlk İslami
antlaşmanın ismi, Akabe antlaşması'dır. Bi'setin on
ikinci yılında Medine halkından bir grup insanlar müslüman
olduktan sonra, on iki kişiden oluşan bir grupla Medine'den hareket
edip Akabe'de Resulullah (s.a.a) ile görüştüler. İlk İslami
antlaşma orada yapılmış oldu. Antlaşmanın
içeriği şöyle idi:
Aşağıdaki vazifelerle amel
etmemiz için Resulullah (s.a.a)'le antlaştık:
Allah'a ortak koşmayacağız.
Hırsızlık ve zina
yapmayacağız.
Çocuklarımızı
öldürmeyeceğiz.
Birbirimize iftira etmeyeceğiz.
Kötü işler yapmayacağız, iyi
işlerde itaat edeceğiz.[249]
S. 127- Darün- Nedve nedir?
C. 127- Darun- Nedve, Kureyş
büyüklerinin, zorluk ve sorunlara çözüm yolu bulmak için
toplandıkları yerin ismidir.
S. 128- Alkollü ve genel olarak sarhoş
edici meşrubatın haram kılınmasıyla ilgili ayet hangi
yılda inmiştir?
C. 128- Alkollü meşrubat ve sarhoş
edici şeylerin haram kılınma emri, hicretin dördüncü
yılında Hz. Peygamber (s.a.a)'e nazil oldu.[250]
S. 129- Resulullah (s.a.a) kadınlardan
nasıl bey'at aldı ve bey'atin sebebi ne idi?
C. 129- Bey'atin alınma şekli
şöyle idi: Resulullah (s.a.a) suyla dolu bir kab getirmelerini istedi,
kabı getirdiklerinde hazret içine biraz esans döktüler, sonra elini onun
içine daldırıp Mümtehine suresinin şu on ikinci ayetini
okudular:
Ey
Peygamber, mümin kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi şirk
koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarnı
öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak
(Gayr-i meşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak),
maruf (iyi ve yararlı bir iş) konusunda sana isyan etmemek üzere, sana
bey'at etmek amacıyla geldikleri zaman, onların bey'atlerini iste.
Şüphesiz Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.
Sonra
yerinden kalktı ve kadınlara şöyle buyurdu: Kurân'dan
okuduğum şartlarla bana bey'at etmek isteyenler kabın
içerisindeki suya elini dokundurarak mezkur şartlara vefalı kalacağını
bildirsinler.
Bu bey'atin sebebi, Mekkeli kadınlar
arasında iffetli olmayan kadınların olması idi. Onlardan
bey'at alınmadığı takdirde iğrenç işlerine,
gizlide de olsa devam etmeleri ihtimali vardı.
S. 130- Kıblenin Beyt'ul- Mukaddesten
Ka'be'ye doğru değişmesinin emri hangi yılda Hz.
Peygamber'e nazil oldu ve bunun sebebi ne idi?
C. 130- Hicretin ikinci yılında
kıblenin değişme emri Hz. Peygamber'e nazil oldu. Bunun sebebi
ise şu idi: Yahudiler, kendisini kamil bir din bilen İslam'ın
müstakil bir kıblesinin olmamasını onun için bir eksiklik
sayıyor ve İslam'ın evrensel bir din olduğuna
inanmıyorlardı. Zu Kıbleteyn Mescidi, o önemli
vakıanın anısıdır.[251]
S. 131- Arapların Hz. Peygamber
(s.a.a)in önderliğinde yaptığı ilk hac merasimi ne zaman
ve hangi yılda yapıldı?
C. 131- Hicretin 8. Yılı zilkade
ayının yarısında yapıldı. Yani Hz. Peygamber
(s.a.a) Huneyn ganimetlerini bölüp bitirdikten sonra, haccın manevi
merasimine hazırlandılar.
S. 132- Hz. Peygamber (s.a.a) hicretin
8.yılında Mekke'yi terk edince, Mekke'ye kimi vali tayin etti ve
bunun sebebi ne idi?
C. 132- Hz. Peygamber (s.a.a), hicretin 8.
Yılında Mekke'yi terk ettiklerinde, sabırlı ve
akıllı bir genç olan Attab bin Esidi Mekke'ye vali tayin etti. Bu
bölgenin siyasi ve dini işlerini doğru bir şekilde idare etmek
ve gıyabında bir kargaşalık çıkmaması için
bazılarının o bölgede görevlendirilmesi gerekiyordu.
S. 133- Neden Hz. Peygamber (s.a.a) onca
yaşlı kişilerin olmasına rağmen yirmi
yaşındaki bir genci Mekke'ye vali tayin etti?
C. 133- Hz. Peygamber (s.a.a) yeni Müslüman
olmuş 23 yaşındaki bir genci (Attab bin Esid'i), Mekke'ye vali
tayin ederek onu bir çok yaşlılara tercih etmekle vehimler seddini
kırdı. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ameliyle, yüksek makamlara erişmenin
liyakate bağlı olduğunu ve yaş küçüklüğünün layık
olduğu takdirde buna mani olmadığını
ispatlamış oldu.
S. 134- Dırar mescidi, kimin emriyle,
nerede ve ne hedef için yapıldı?
C. 134- Dırar Mescidi, Ebu Amir'in (Uhud
savaşının meşhur şehidi olan Hanzalenin babası)
emriyle Kuba denilen köyde Müslümanların camisi karşısında
yapıldı. Ebu Amir, din ve dini kültürün hakim olduğu bir ülkede
dini yıkmak için en iyi vesilenin din adından su istifade ederek her
şeyden daha fazla dine zarar verebileceğini hissetmişti. Bundan
dolayı Dırar Mescidini yapmaya teşebbüs etti.
S. 135- Resulullah (s.a.a)in, yerle bir
edilmesi, direklerinin yakılması, yerinin de bir müddete kadar çöplük
olarak kullanılmasını emrettiği caminin ismi nedir ve onun
yıkılması ne gibi sonuçlar doğurdu?
C. 135- O caminin ismi Dırar idi. Onun
yıkılması, nifak grubunun gövdesine çok ağır darbe
indirdi. Artık o günden sonra, bu nifak grubunun bağları
çözülmüş oldu. Onların tek himayecisi olan Abdullah bin Ubey de
Tebuk savaşından iki ay sonra öldü, onun ölmesiyle bu nifak ordusu
daha bir bozguna uğradı.
S. 136- Resulullah (s.a.a)in, Hz. Ali'yi
Yemen'e gönderirken ona yaptığı dört önemli tavsiye ne idi?
C. 136- Hz.
Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurdu:
Dua ve münacatı kendine meslek edin, zira
dua genellikle icabetle beraberdir.
Tüm hallerinde şükredici ol. Çünkü
şükretmek nimetin çoğalmasına sebep olur.
Bir kimse veya bir grupla anlaşma
yaptığında, o anlaşmayı saygılı say.
Halka hile yapmaktan, onları aldatmaktan
sakın. Zira kötü adamların hileleri kendilerine döner.
S. 137-
Ulu'l- Azm ne demektir ve kaç peygamber Ulu'l- Azm olarak
tanıtılmıştır?
C. 137- Peygamberlerden beş tanesi
şeriat (kitap ve risalet) sahibi olduklarından dolayı onlara
Ulu'l- Azm denilmiştir. Onlar şunlardır:
Hz. Nuh.
Hz. İbrahim.
Hz. Musa Hz. İsa.
Hz. Muhammed.[252]
S. 138- Ulu'l azm olan pegamberlerin
isimleri hangi surede geçmiştir?
C. 138- Ulu'l- Azm peygamberlerin isimleri,
Ahzab suresinin yedinci ve Şura suresinin on üçüncü ayetlerinde
geçmiştir.
S. 139- Hz. Peygamberin neseb-i şerifini
beyan edin?
C. 139- Hz. Peygamber'in nesebi
(babaları) şöyledir:
Abdullah.
Abdulmuttalib.
Haşim.
Abdumenaf.
Kusay.
Kelab.
Murre.
Ka'b.
Luvey.
Galiba.
Fihr.
Malik.
Nizar.
Mead.
Adnan.
Adnan'a kadar Hz. Peygamber (s.a.a)'in nesep silsilesi
hakkında, nesep uzmanları arasında görüş ittifakı
vardır. Ama Adnan'dan Hz. Adem'e dek bir çok görüş ihtilafı
vardır. Bundan dolayı bir rivayete göre Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurmuştur:
Benim
nesebim Adnan'a yetiştiğinde oroda durun[253]
S. 140- Hz. Peygamber (s.a.a)in nesep
silsilesi kaç vasıtayla Hz. Ademe ulaşıyor?
C. 140- Kırk sekiz vasıtayla Hz.
Adem'e ulaşıyor. Bu silsile içerisinde Hz. İbrahim, Hz.
İsmail, Hz. Nuh, Hz. İdris gibi peygamberler de bulunmaktadır.
S. 141- Cahiliye asrında Hz. Peygamber'in
birinci ceddi olan Abdulmuttalib'in sünnet edindiği ve Allah
Teala'nın da İslam kanununda onu kabul ettiği beş şey
nedir?
C. 141- Sünnet olan o beş şey
şunlardır
Üvey annenin üvey evlâtlarına haram
olması.
Hazinenin humusunun farz olması.
Zemzem kuyusundan
hacılara su vermenin gerekliği.
Öldüren insanın diyetinin 100 deve olarak
kararlaştırılması.
Ka'be'nin etrafında yedi defa tavaf
etmek.
S. 142- Hangi zamanda, Arabistan yarım
adasında puta tapma sünnetinin kökü kazıldı?
C. 142- Hicretin dokuzuncu yılında
Mekke'de Hz. Ali vasıtasıyla Bereat suresi ve Resulullah (s.a.a)'in
bildirisi okunduktan dört ay geçmişken müşrikler grup-grup tevhit
dinine yöneldiler. Böylece hicretin onuncu yılının yarılarında,
Arabistan yarım adasında puta tapmanın kökü kesilmiş oldu.
S. 143- Hangi tarihte öğle, ikindi ve
yatsı namazları dört, akşam namazı ise üç rek'at olarak
farz kılındı?
C. 143- Hicretten önce beş vakit
namazlar, ikişer rekat olarak kılınıyordu. Ama hicretin ilk
yılında Allah'ın emriyle misafir olmayanların
namazlarına yedi rekat daha artırıldı; yani öğle,
ikindi ve yatsı namazları dörder rekat, akşam namazı ise üç
rekat olarak kılındı.
S. 144- Ezan ve ikamet ne zaman, ibadi
müstahap vazifelerden sayıldı?
C. 144- Hicretin ilk yılında.
S. 145- Allah Teala'nın, Enfal suresinin
45, 46 ve 47. ayetlerinde Müslümanlara tavsiye ettiği zafer ve galibiyetin
remzi (sırrı) nedir?
C. 145- Allah
Teala'nın Müslümanlara açıkladığı altı zafer ve
galibiyet remzi şunlardır.
Dayanıklı
olmak.
Allah'ı çokça
zikretmek.
Allah ve Resulüne itaat
etmek.
Çekişmemek ve
birliği korumak.
Sabretmek (direnmek).
Azgınlık ve
gösteriş yapmamak.[254]
S. 146- Hicap (örtünme)
emri ne zaman nazil oldu?
C. 146- Hicretin
beşinci yılında Nur suresinin 31. ayetinin nazil olmasıyla
kadınlar için örtünme farz kılındı.
S. 147- Özel
ibadetgahlarında Allah Teala ile münacat eden peygamberler kimlerdi?
C. 147- Üç Peygamber özel
ibadethaglarında Allah Tealayla münacat etmişlerdir:
Hz. Musa Tur
dağında, Hz. Yunus denizde balığın karnında, Peygamber-i
Ekrem (s.a.a) de Beyt'ul- Mamurda.[255]
S. 148- Hilf'ul- Fudul
antlaşması ne idi ve niçin bu isimle meşhur oldu?
C. 148- Nakl
edilğine göre cahiliye döneminde Fuzeyl bin Hars, Fuzeyl bin Vidaa, ve
Mufazzal isminde üç kişi, Mekke'de mazlumları savunacaklarına
dair yemin ettiler. Bu üç kişinin ismi Fadl maddesinde ortak
olduğundan dolayı onların antlaşması Hilf'ul- Fudul
olarak meşhur oldu. İlginç şu ki Resulullah (s.a.a) de bu
antlaşmaya katılmıştı.[256]
S. 149- Allah'ın
yarattığı ilk şey ne idi?
C. 149- Bir hadiste
şöyle geçmiştir:
Allah'ın yaratığı ilk şey, Hz.
Muhammed (s.a.a) ile Hz. Ali (a.s)ınnurlarıydı.
S. 150- Hz. Peygamberin
söz ve amellerinin tümüne ne diyorlar?
C. 150- Sünnet ve siret
diyorlar.
S. 151- Peygamberler
vasıtası ile halka iletilen teklifler (ahkam), onların
kendilerini de kapsıyor muydu?
C. 151- Evet,
onların kendilerini de kapsıyordu; bazen onların vazifeleri daha
ağır oluyordu da diyebiliriz.
S. 152- Hz. Peygamber
(s.a.a), halkı hidayet ve irşat etmesine ve onca çektiği
zahmetlere karşılık, halktan ücret istiyor muydu?
C. 152- Hayır,
istemiyordu; hiçbir peygamber de istememiştir.[257]
S. 153- Acaba sadece
peygamberler mi adaleti hakim kılmakla mükelleftirler?
C. 153- Hayır,
halkın kendisi de kıyam edip onu hakim kılmakla mükelleftirler.
Nitekim Kurân şöyle buyuruyor:
Ant olsun, biz peygamberimizi apaçık olan
belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye... [258]
S. 154- Velime nedir?
Resulullah (s.a.a) kaç şey hakkında onu tavsiye etmiştir?
C. 154- Velime, ziyafet
manasına gelmektedir. Resulullah (s.a.a) beş şey için velime
verilmesini tavsiye etmiştir: Evlenmek, yeni doğan çocuk,
çocuğun sünnet edilmesi, yeni ev almak, hac seferinden dönmek.
S. 155- Resulullah
(s.a.a) açısından komşuluk haddi ne kadardır?
C. 155- Dört taraftan
kırk ev komşu sayılmaktadır.
S. 156- İslam'da
hangi kanun ve kuralların uygulanması farz
kılınmıştır?
C. 156- Allah,
Resulullah, masum İmam veya O'nlar tarafından toplumda vekil tayin
edilen şahısların koydukları kanunların uygulanması
farzdır.
S. 157- Hz. Peygamber
(s.a.a) açısından, bütün bereketler ne zaman İslam ümmetinden
kaldırılmış olur?
C. 157- İslam ümmeti
(Müslümanlar) iyiliğe emr, kötülükten nehiy etmedikleri zaman.
S. 158- Hz. Peygamber
(s.a.a) açısından, ne zaman yer ve gökten İslam ümmetinin
yardımına koşan bulunmaz?
C. 158- Emr-i bilmaruf
ve nehy-i an'il münkerden yüz çevirdikleri zaman.
S. 159- Hangi yollarla,
gerçek peygamberi gerçek olmayan sahte peygamberlerden ayırt edip
tanımak mümkündür?
C. 159- Üç yolla
peygamberleri tanımak mümkündür:
Mucizesinin olması.
Önceki Peygamberin onun
gelmesini müjdelemesi .
Onun peygamberlik iddiasının
doğruluğuna delalet eden nişanelerini (güvenilir ve yalancı
olmaması gibi) araştırmak.
S. 160- Resulullah (s.a.a)
ne günü ve nerede vefat ettiler?
C. 160- Resulullah
(s.a.a), Hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi
sekizinde Pazartesi günü Medine-i Münevvere'de vefat ettiler.
S. 161- Resulullah
(s.a.a) kaç yaşında iken vefat ettiler?
C. 161- 63
yaşında.
S. 162- Resulullah
(s.a.a)'in, gusül, kefen ve defin işlerini kim yaptı?
C. 162- Hz. Ali bin Ebi
Talib (a.s).
S. 163-
Resulullah'ın nübüvvet suresi kaç yıl sürdü?
C. 163- Yirmi üç
yıl, yani 40 yaşından 63 yaşına kadar.
S. 164- Hz. Peygamber'in
hayatı kaç döneme ayrılır?
C. 164- Üç döneme
ayrılır:
Peygamberlikten önceki
dönem (kırk yıl).
Peygamberlikten sonra
Mekke'deki dönem (13 yıl).
Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonraki
dönem (10 yıl).
S. 165- Peygamber 'in
merkad-i şerifi (mezarı) nerededir?
C.
165- Medine-i Münevvere'de Mescid'ün- Nebi'nin kenarındadır.
[1] - İkbalul- Amal, c. 3, s. 121.
[2] - Kafi, c. 8, s. 301.
[3] - Tabakat, c. 1, s. 106.
[4] - Kafi, c. 6, s. 34.
[5] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 1, s. 245.
[6] - Kısasul- Enbiya-i Ravendi, s. 316.
[7] - Tabakat, c. 1, s. 111.
[8] - Tabakat, c. 1, s. 112-117.
[9] - Sire-i İbn-i İshak, s. 68.
[10] - El- İsabe, c. 4, s. 115. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 1, 36.
[11] - Kemalud- Din, c. 1, s. 172.
[12] - Tabakat-i İbn-i Sad, c. 1, s. 121.
[13] - Sire-i İbn-i İshak, s. 73. Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 191. Tarih-i Teberi, c. 2, s. 32.
[14] - Tabakat-i İbn-i Sad, c. 1, s. 128.
[15] - Tabakat-i İbn-i Sad, c. 1, s. 128.
[16] - Sire-i İbn-i İshak, s. 81. Tarih-i Teberi, c. 2, s. 34.
[17] - Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 40.
[18] - Misbahul- Müteheccid, s. 732.
[19] - Keşful- Ğumme, c. 2, s. 136. Fusulul- Muhimme, s. 147. Ensabul- Eşraf, c. 1, s. 98. Şezeratuz- Zeheb, c. 1, s. 14.
[20] - El- Hisal, c. 2, s. 404. Kurbul- Esnad, s. 9. Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 340.
[21] - İstiâb, c. 2, s. 721. Usdul- Ğabe, c. 7, s. 84. el-İsâbe, c. 4, s. 62. Tezkiretul- Havas, s. 303.
[22] - Kafi, c. 4, s. 149.
[23] - Kemalud- Din, c. 3, s. 345.
[24] - İstiâb, c. 3, s. 1090-1095.
[25] - Tarih-i Teberi, c. 2, s. 62.
[26] - Tarih-i Teberi, c. 2, s. 62.
[27] - El-Huccet-u Alaz- Zahib, s. 249.
[28] - Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 350.
[29] - Tabakat, c. 1, s. 125.
[30] - Kısasul- Enbiya, s. 317.
[31] - Kafi, c. 8, s. 340.
[32] - Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 355.
[33] - Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 358.
[34] - Tabakat, c. 1, s. 228.
[35] - Kafi, c. 8, s. 339.
[36] - Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 256.
[37] - Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 254.
[38] - Emali-yi Tusi, s. 342. Tefsir-i Ayyaşi, c. 2, s. 73.
[39] - Emali-yi Tusi, s. 336.
[40] - Kafi, c. 8, s. 246.
[41] - Tefsir-i Ayyaşi, c. 2, s. 72.
[42] - Kafi, c. 4, s. 245.
[43] - Zehairul- Ukba, s. 67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s. 18.
[44] - Biharul- Envar, c. 22, s. 514-531.
[45] - Biharul- Envar, c. 22, s. 151.
[46] - Kafi, c. 1, s. 440.
[47] - Kafi, c. 1, s. 225.
[48] - Kafi, c. 1, s. 226.
[49] - Araf/158.
[50] - Sebe/28.
[51] - Ahzab/40.
[52] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 80.
[53] - Nehcul- Belağa, hutbe: 160.
[54] - Mecmuâtul- Verram, c. 1, s. 20.
[55] - Sahifetur- Rıza (a.s), s. 88.
[56] - Kafi, c. 6, s. 18.
[57] - Ahzab/56.
[58] - Kafi, c. 2, s. 492.
[59] - Muniyetul- Murid, s. 347.
[60] - Mekarimul- Ahlak, s. 39.
[61] - Sünenün- Nebi, s. 268.
[62] - Mekarimul- Ahlak, s. 13.
[63] - Bihar, c. 16, s. 236.
[64] - Biharul- Envar, c. 16, s. 240.
[65] - Biharul- Envar, c. 16, s. 229.
[66] - Biharul- Envar, c. 16, s. 229.
[67] - Biharul- Envar, c. 16, s. 215.
[68] - Biharul- Envar, c. 16, s. 216.
[69] - Biharul- Envar, c. 16, s. 232.
[70] - Biharul- Envar, c. 16, s. 232.
[71] - Biharul- Envar, c. 16, s. 233.
[72] - Biharul- Envar, c. 16, s. 235.
[73] - Biharul- Envar, c. 16, s. 235.
[74] - Biharul- Envar, c. 16, s. 235.
[75] - Biharul- Envar, c. 16, s. 233.
[76] - Biharul- Envar, c. 16, s. 240.
[77] - Biharul- Envar, c. 16, s. 240.
[78] - Biharul- Envar, c. 16, s. 241-246.
[79] - Biharul- Envar, c. 16, s. 246-247.
[80] - Biharul- Envar, c. 16, s. 248.
[81] - Biharul- Envar, c. 16, s. 248-249.
[82] - Biharul- Envar, c. 16, s. 248-249.
[83] - Bazı hadislerde ise abdestten sonra yüz ve ellerin havlu veya mendille kurulanmamasının müstahap olduğu zikredilmiştir. (Biharul- Envar, c. 16, s. 251.)
[84] - Biharul- Envar, c. 16, s. 258, hadis: 43.
[85] - Biharul- Envar, c. 16, s. 264.
[86] - Biharul- Envar, c. 16, s. 260.
[87] - Biharul- Envar, c. 16, s. 269, hadis: 83
[88] - Mizanul- Hikme, c. 5, s. 354.
[89] - Biharul- Envar, c. 78, s. 243.
[90] - Kenzul- Ummal, hadis: 25346.
[91] - Biharul- Envar, c. 16, s. 270.
[92] - Biharul- Envar, c. 16, s. 271.
[93] - Mekarimul- Ahlak, c. 1, s. 59.
[94] - Mekarimul- Ahlak, c. 1, s. 58.
[95] - Biharul- Envar, c. 16, s. 259, hadis: 45.
[96] - Vâki / 35-36.
[97] - Biharul- Envar, c. 16, s. 295.
[98] - Biharul- Envar, c. 16, s. 295.
[99] - Biharul- Envar, c. 16, s. 294.
[100] - Biharul- Envar, c. 16, s. 295.
[101] - Biharul- Envar, c. 16, s. 296.
[102] - Biharul- Envar, c. 16, s. 298.
[103] - Kalem/4.
[104] - Kafi, c. 2, s. 671.
[105] - Kafi, c. 2, s. 671.
[106] - Âl-i İmran/159.
[107] - Mekarimul- Ahlak, c. 1, s. 45.
[108] - a.g.e. c. 1, s. 66.
[109] - Biharul- Envar, c. 16, s. 226-228.
[110] - Mecmuatul- Verram, c. 2, s. 117.
[111] - Biharul- Envar, c. 74, s. 339.
[112] - Vesailuş- Şia, c. 11, s. 122.
[113] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 54.
[114] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 46.
[115] - Biharul- Envar, c. 2, s. 110.
[116] - Biharul- Envar, c. 75, s. 372.
[117] - Fusulul- Muhimme, s. 8. Mecmauz- Zevaid, c. 9, s. 172.
[118] - Biharul- Envar, c. 77, s. 46.
[119] - Tuhaful- Ukul, s. 107.
[120] - Tuhaful- Ukul, s. 23.
[121] - Tuhaful- Ukul, s. 45.
[122] - Biharul- Envar, c. 22, s. 454.
[123] - Leâlil- Ahbar, c. 2, s. 272.
[124] - Yenabiul- Mevedde, s. 445.
[125] - Tuhaful- Ukul, s. 71.
[126] - Tuhaful- Ukul, s. 105.
[127] - Tuhaf ul- Ukul, s. 39.
[128] - Mevaizul- Adediyye, bab. 6, fasıl 4, hadis: 1.
[129] - Savaikul- Muhrika, s. 87.
[130] - Tuhaful- Ukul, s. 69.
[131] - Yenabiul- Mevedde, bab. 94, s. 494.
[132] - Camius- Seadat, s. 2, s. 202.
[133] - Tuhaful- Ukul, s. 23.
[134] - Camius- Sağir, s. 1, s. 415.
[135] - Biharul- Envar c. 77, s. 75.
[136] - Biharul- Envar c. 77, s. 88.
[137] - Sünen-i Tirmizi, hadis: 4036.
[138] - Tuhaful- Ukul, s. 81.
[139] - Hisal-u Saduk, c. 2, s. 254.
[140] - Tuhaful- Ukul, s. 107.
[141] - Feraidus- Simtayn, s. 5. Ercehul- Metalib, s. 461.
[142] - Hisal-u Saduk, c. 1, s. 320.
[143] - Tuhaful- Ukul, s. 21.
[144] - Müsned-i Ahmet b. Hanbel, c. 3, s. 49.
[145] - Tefsir-i Keşşaf, s. 4, s. 220.
[146] - Biharul- Envar, c. 77, s. 47.
[147] - Tuhaful- Ukul, s. 88.
[148] - Biharul- Envar, c. 77, s. 58.
[149] - Camius- Seadat, c. 2, s. 12.
[150] - Muhammed
/ 33 Bihar, c. 8, s. 186; c. 93, s. 168
[151] - Bihar,
c. 69, s. 407
[152] - Bihar,
c. 16, s. 295. Adresi sorulacak!!!
[153] - Bihar,
c. 68, s. 155
[154] - Bihar,
c. 74, s. 168
[155] - Bihar,
c. 1, s. 206
[156] - Bihar,
c. 22, s. 272. Hz. Alinin kardeşi Cafer Mevte savaşında
kolları kesilerek şahadete erişti. Allah Teala, iki eli
karşılığında cennette uçması için ona iki kanat
verdi.
[157] - Tevbe /
75 -77
[158] - Bihar,
c. 22, s. 40
[159] - Bihar,
c. 22, s. 145
[160] - Bihar,
c. 94, s. 70
[161] - Bihar,
c. 22, s. 135
[162] -
Allahım, sana karşı yaptığım birçok
günahlarımı bağışla ve sana yaptığım az
itaatimi kabul buyur.
[163] - Bihar,
c. 6, s. 197
[164] - Bihar,
c. 22, s. 155
[165] - Bihar,
c. 22, s. 157
[166] - Bihar,
c. 94, s. 21
[167] - Bihar,
c. 74, s. 152
[168] - Bihar,
c. 73, s. 277
[169] - Nisa /
69
[170] - Bihar,
c. 17, s. 14
[171] -
Biharul-Envar, c. 22; s. 83
[172] -
Biharul-Envar, c. 43, s. 283
[173] -
Biharul-Envar, c. 47, s. 374
[174] - Biharul
Envar,c.104,s. 37
[175] -
Biharul-Envar,c.6,s.220
[176] - Biharul
Envar, c.16, s. 214
[177] -
Biharul-Envar,c. 77,s. 136
[178] - Biharul
- Envar,c. 20,s. 63
[179] - Biharul
- Envar,c. 77,s. 182
[180] - Biharul
- Envar,c. 78,s. 108
[181]- Bihar, c.
82, s. 319
[182] - Tâha /
1-2
[183] - Bihar,
c. 17, s. 257 ve 287
[184] -
İran Padişahı.
[185] - Rum
kıralı.
[186] - Bihar,
c. 16, s. 282; c. 73, s. 123 ve 126; c. 79, s. 322
[187] - Bihar,
c. 22, s. 60 ve 100; c. 96, s. 117; c. 103, s. 127. Bu öykü, üç rivayetten
istifade edilerek nakledilmiştir.
[188] - Bihar,
c. 18, s. 108; c. 69, s. 383; c. 71, s. 384
[189]- Bihar, c.
72, s. 258
[190]- Bihar, c.
71, s. 296
[191] -
Tanıklık ediyorum ki, Allahdan başka ilah yoktur ve Muhammed
de Onun elçisidir.
[192]- Bihar, c.
22, s. 75; c. 68, s. 282
[193]- Yâsin /
78 Bihar, c. 18, s. 202
[194]- Bihar, c.
6, s. 306
[195] - Bihar, c. 76, s. 273
[196] - Tevbe / 49
[197] - Bihar, c. 21, s. 193
[198] - Bihar, c. 75, s. 95
[199] - Bihar, c. 15, s. 392
[200] - Bihar, c. 15, s. 401
[201] - Bihar, c. 96, s. 279
[202] - Bihar, c. 22, s. 131; c.
75, s. 281
[203] - Azim olan Allah (bütün
noksan sıfatlardan münezzehtir), Ona hamd ediyorum, yüce ve azim olan
Allahın gücü ve kudreti dışında bir güç ve kudret yoktur.
[204] -
Allahım! Beni kendi tarafından hidayet et, fazl ve ihsanından
bana akıt, rahmetinden bana yay ve bereketinden bana indir.
[205] - Bihar, c. 86, s. 19
[206] - Nebe / 18
[207] - Bihar, c. 7, s. 89
[208] - Bihar, c. 6, s. 254
[209] - Bihar, c. 94, s. 56
[210] - Bihar, c.103, s. 248
[211] - Bihar, c. 74, s. 56
[212] - Bihar, c. 43, s. 296
[213] - Bihar, c. 82, s. 92
[214] - Bihar, c. 96, s. 158.
Uddetud-Dai kitabında ise şöyle nakledilmiştir:
adeta
ateş yemektedir.
[215] - Çünkü düşman
savaş meydanında Peygamber (s.a.a)in öldüğünü ilan
etmişti.
[216] - Bihar, c. 22, s. 62
[217] - Sire-i Halebi, c. 1, s. 93.
[218] - El-Mizan c. 19, s. 93.
[219] - Al-i İmran/144.
[220] - Ahzab/140.
[221] - Muhammed/2.
[222] - Fetih/29.
[223]- Saf/6.
[225] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 57; Muhammed İştihardi.
[227]- Çardeh Ahter-i Tabnak, s. 21; Ahmed Bircendi.
[228] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 91; Muhammedi İştihardi.
[229] - En'am/92. İlel'uş- Şerayi, c. 1 s. 151. Mektebe gitmediğinden dolayı, Ümmi denildiğini de söyleyenler olmuştur.
[230] - İlel'uş- Şerayi, c. 1 s. 154. Şeyh Saduk.
[231] - Bir rivayete göre: "Yeryüzü hiçbir zaman hüccetsiz kalmaz; yeryüzünde Allah'ın hücceti olmazsa, yer kendi ehlini içine çeker; bir anda her şey yok olup gider."
[232]- İlel'uş- Şerayi c. 1 s. 151. Diğer sebebi de şu olabilir ki, Allah-u Teala bütün kainatı o hazretin mübarek varlığından dolayı yaratmıştır, Onun hilkat nuru, bütün peygamberlerden öncedir; ilim, takva, sabır, şecaat vb. şeyler açısından da onlardan çok ileride idi; kitabı da bütün semavi kitaplardan üstündür. Bunlardan dolayı diğer peygamberlerden daha üstün ve faziletli olmuştur.
[233]- Furuğ-u Edebiyet, c. 1 s. 435. Ayetullah Cafer Subhani.
[234] - Çünkü zenginler Peygambere, "Bunları kendinden uzklaştır, biz sana uyalım" diyorlardı.
[235] - Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam (s.a.a) s. 106.
[236]- Nigah-i ber Zindeganiy-i Peygamber-i İslam (s.a.a), s. 117
[237]- Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 127.
[238] - Furuğ-u Edebiyet, c. 2, s. 42.
[239] - Bakara/196.
[240]- Diğer bir nakle göre ilk tabut Hz. Fatıma (a.s. )'ın emriyle onun için yaptırılmıştır.
[241] - Beyt'ul- Ahzan, Şeyh Abbas-i Kummi.
[242]- İlel'uş- Şerayi, c. 1, s. 157.
[243]- İlel'uş- Şerayi, c. 2, s. 79.
[244]- İleluş- Şerayi, c. 1 s. 159.
[246] - Maide/67.
[247]- Münteha'l Amal, c. 1, s. Şeyh Abbas-i Kummi.
[248] - Şinaht-ı İslam, s. 57, Hüsyin Rudseri...
[249] - Furuğ-u Edebiyet, c. 1 s. 406.
[250] - Bu konuyla ilgili ayet, Bakara Suresinin 219. Ayetidir.
[251] - Çehardeh Ahter-i Tabnak s. 39, Bircendi.
[252]- Ulu'l- azm gerçi irade, karar ve istikamet sahipleri anlamınadır. Ama İamlarımızın tefsirlerinde müstakil şeriat ve kitap sahipleri manasına tefsir edilmiştir Eğer ayette geçen "min'er- rusul" kelimesindeki "min" harfi te'biz için olursa, peygamberlerden bazıları "Ulu'l- Azm" olurlar, hepsi değil. Ama "min" harfi beyan için olursa, o zaman bütün peygamberler Ulu'l- Azm olarak kastedilmiş olurlar.