GADİR SAYFASI

 

Ana Sayfa

 

Makaleler

 

 

ALEVİ MEZHEBİNİN İSPATI

 

Şeyh Nurettin Reyhani

 

İndex

Bismillahirrrahmanirrahim   11

İMAM EL SADIK’IN (a.s) İLMÎ YÖNÜ   21

İMAM EL SADIK’IN (a.s.) KİŞİLİĞİ 24

SAHABELER   27

MEZHEP İMAMLARI HAKKINDA   39

 

 

 

Bismillahirrrahmanirrahim

Âlemleri yaratan, yoktan var eden, ilmin, hikme­tin, ihsanın, cemalin ve gücün sahibi yüce Allah’a hamt ve şükürler olsun. Bizi metotların en iyisine muvaffak kılan ve bize en doğru ve en hayırlı yolu gösteren Allah’ın Resulüne ve kendisinden sonra İslam dininin nurunu taşıyan Ehlibeytine binlerce selam olsun. Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor ki: "De ki siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır". (Al İmran 31)

Allah’ım sen de biliyorsun ki en büyük emelimiz mağfiretini kazanmaktır. Bunu da biliyoruz ki dünya fanidir, ahret ise bakidir. Bu dünyadaki bütün çaba­larımız senin geniş rahmetine nail olabilmektir. Bu rahmet, kalplerini hidayete erdiren, kendilerine Al­lah’tan korkmayı elzem sayan salih kullarının gaye­sidir. Bunlar ki içleri senin sevginle dolu olan, senin zikrini ağızlarından düşürmeyen, senden sakınmak­tan gözleri bir şey görmez olan varlıklardır. Onlar, senin heybetine boyun eğen kimselerdir. Allah’ım bizleri de onların yolunda onların varisleri olmamızı nasip eyle.

Allah’ım bizleri peygamberlerine inananlardan ve söylediklerini tasdik edenlerden eyle. Bilindiği gibi Hz. Muhammed son peygamber olarak gönderildik­ten sonra helal kıldığı her şey kıyamete kadar helal; haram kıldığı her şey de kıyamete kadar haram ka­lacaktır. Allah’ım sana hamdolsun ki biz de senin sa­yende Hz. Muhammed’in yolunu takip edip onun emirlerine sahip çıktık. Yasaklarından uzaklaştık. Kur’an-ı hak bildik. Bu ayet-i kerimeyi de delil gös­terdik: “Allah'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. Kötülüklerden sakının. Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki, Peygamber'imize düşen sadece apaçık tebliğdir”. (Maide 92)

Hz. Muhammed (s.a.a.v.) kendisinden sonra Hz. Ali’yi yerine tayin ettiğini şöyle buyurur: “Ben size paha biçilmez iki büyük emanet bırakıyorum; bun­lardan biri Kur’an-Kerim diğeri Ehlibeytimdir. Bun­lara tutunursanız helak olmazsınız.” Emir El Müminin Hz. Ali, inancına bağlı samimi ve muhlis biriydi. Biz de onun üstünlüklerini, faziletlerini görebiliyoruz. Düşmanları dahi faziletlerini inkar edemediler.

 

Bilindiği gibi Emeviler, önce hilelerle sonra da zorbalıkla İslam’ın temsilciliğini elde ettiler. Doğu­dan batıya kadar çok geniş bir coğrafyaya hükmetti­ler; ama İslam dininin mümessili değil heveslerinin esiri oldular. Başta Müslümanların bölünmesine, sonra mezheplerin çıkmasına sebep oldular. Arap milliyetçiliğini körüklediler, diğer halkların dinden soğumasına neden oldular. Hz. Peygamberin söyle­diklerini ve emanetlerini bir tarafa bırakıp elde et­tikleri kaba gücün sarhoşluğuyla dinimize büyük zararlar verdiler. Dinde tahrifat yaptılar. Hz. Muham­med’in vasiyetine uymadılar. Hadisler uydurdular, sahih hadisleri ortadan kaldırdılar. Hz. Ali’yi öven kişileri yıldırmak için hapishanelerde tutsak ettiler ve onlara işkence yaptılar. Hatta Müslümanların “Ali” ismini çocuklarına vermelerini yasakladılar. Ancak ne kadar onu karalamaya çalıştılarsa da ünü daha da yayıldı ve herkes tarafından tanındı. Hz. Ali’nin ünü en güzel koku olan misk kokusu gibi her tarafa ve zamana yayıldı, müminlerin kalbini fet­hetti.

Bütün faziletler Hz. Ali’ye dayanır ve her ayrılık onunla son bulacaktır. Bütün ilimlerin derin bilgisi onda yer bulur. Arapça gramerin kaşifi de odur. Eb’ül-Esved Eddüveli’ye Arapça dilbilgisi kuralla­rını (cümle, kelime ve harf bilgisini) Hz. Ali öğret­miştir. Ona “Bu ilmi kimden öğrendin?” diye sorduklarında, “İmam Ali’den.” diye cevap verirdi. Celaleddin Es-Suyuti’nin “Halifelerin Hayatı” adlı eserinde Eb’il-Esved Eddüveli dilbilgisi kitabını yazma hikayesi şöyle anlatılmıştır:

“Bir gün Hz. Ali’nin huzuruna vardım. Onu çok düşünceli gördüm. “Ya Emir El Müminin neden böyle düşüncelisiniz? diye sordum.”

İmam Ali; “Sizin memlekette Kur’an’ı Kerim’i yanlış okuduklarını duydum. Arapçayla ilgili bir kitap yazmayı düşünüyorum.” dedi.

Bunun üzerine ben şöyle dedim: “Ya Emir El Müminin Eğer böyle güzel bir iş yaparsanız; bize can verdiğiniz gibi; Arapçanm da doğru kullanılmasını ve yaşamasını sağlarsınız.” dedim.

Birkaç gün sonra; tekrar İmam Ali’nin yanına gittim. Bana bir mektup verdi. Mektupta şöyle yaz­maktaydı:

Bismillahirrahmanirrahim.

Dilbilgisi kurallarını üç bölümde incelemek mümkündür; 1-İsim 2-Fiil 3-Harf

İsim; bir şeyin varlığını bildirir. Fiil; bir işin ya­pıldığını gösterir. Harf; isim ve fiil olmayan bir şey­den haber verir. Bunu da bilmelisin ki ya Ebel Esved bu şeyler; görünen, gizlenen ve ne görünen ne de gizlenendir. Ulema ehli üstünlüklerini bu görünen şekliyle dile getirirler, gizlenen şekilleriyle değil.” der ve bu kuralara bağlı olarak sen de aklına gelen her şeyi buna ekle diye buyurur.

Birkaç gün içerisinde Arapça dil kurallarıyla ilgili aklıma gelen her şeyi yazdım ve İmam Ali’nin hu­zuruna vardım. İmam, yazılanları okuduktan sonra “Nahvi (dilbilgisi) ne güzel yazmışsın.” diyerek edatlarla ilgili önerilerini söyledi. Böylece dilbilimi­nin yaygınlaşarak bir ilim dalı olması sağlandı.

Bizler, Hz. Ali Bin Ebi Talip’e (a.s.) tabiyiz. Onun taraftarları ve takipçisiyiz. İşte bu güzel mez­hebin temelini oluşturan, yayılmasını sağlayan ve bu ağaca hayat veren, yeşerip gelişerek dallanıp budak­lanmasını sağlayan, meyve vermesini sağlamak için o suyu veren İslam kurallarının sahibi Hz. Muham- med der ki; “Ya Ali sen ve taraftarların kazananlar­dansınız. Ya, Ali sen ve taraftarların Kıyamet Günü’nde bana geldiğinizde alnınız ak ve pırıl pırıl olacaksınız; ama sizi sevmeyenler Kıyamet Gü­nü’nde bana geldiğinde üzerlerinde bir kızgınlık olacaktır. (O da cehennem azabı olsa gerek.)

Ehli Sünnet kaynaklarında da Hz. Ali’nin (a.s.) en önemli şahsiyet ve insanların en hayırlısı olduğu anlatılmaktadır. “Ali, benim hakkımı gözetleyen benim halefim (varisim) benim velim ve benim emirlerimin koruyucusudur.” Suyuti’nin rivayet et­tiğine göre (Durr’il-Mansur) Bir gün Cabir Bin Ab­dullah, Hz. Peygamber Efendimizin huzurundayken; Hz. Peygamber der ki, “Ruhum elinde olan yüce Allah’a yemin ederim ki “Ali ve taraftarları Kıyamet Günü’nde kazananlardan olacaktır.” Buna istinaden ayet-i kerimede “İnnellezîne âmenû ve’amilûssâlihâti ulâike hum hayrul beriyyeh...) “İnanan ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır.” (Beyyine 7) Yine rivayetinde İbnü Abbas der ki; “Bu ayet indiğinde Hz. Muhammed Hz. Ali’ye der ki; “Senden ve taraftarlarından Allah razı olacaktır.” İbni Merdevayh’in Hz. Ali hakkında belirttikleri Hz. Muhammed, Allahu Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de beyan edildiği gibi (sen ve taraftarların....) Hz. Ali’nin ve taraftarlarının hak yolda olduğunu kanıt­layım mahiyettedir. Bu hadisi de İbn-i Hacer’in de rivayet ettiği söylenir. İbn-i Hacer derki; Ümmi Seleme’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber Efendi­miz der ki; “Ya Ali sen ve seni sevenler -senin yolunda gidenler- cennettedir.”

 

Zemahşehri’nin “Rebi’ul Abrar” adlı eserinde ri­vayet ettiğine göre Hz. Muhammed der ki; “ Ya Ali Kıyamet Günü’nde eğer Allah’ın yasakladıklarını dünyada uygulamışsan sen de benim yasakladıkla­rımı uygulamış olursun. Senin sayende de senin ya­sakladıklarını senin taraftarların da uygulamış olur.

Buna benzer birçok hadise Ehl-i sünnet kaynak­larında rastlamak mümkündür. Bunların çoğu da ger­çek (sahih) olarak Hz. Muhammed’in Hz. Ali hakkında söylemiş olduğu hadislerdir.

Hz. Muhammed’in hadislerinden bazıları: “Hz. Ali’nin bendeki yeri Harun’un Musa’nın yanındaki kıymeti kadardır.” Yine başka hadiste “Ya Ali sadece seni müminler sever ve seni sevmeyenler ise müna­fık olanlardır.” Başka bir hadiste “Size paha biçile­mez iki büyük emanet bıraktım ki benden sonra sapmayasınız diye.” Yine başka bir hadiste Hayber Savaşı’nda “Yarın tercihimi öyle birinden yana kul­lanacağım ki o hem Allah’ı hem de Resulünü sever. Allah da Resulü de onu sever. Başka bir hadiste “ Hakikat Ali’de Ali de hakikatle birliktedir.” Başka bir hadiste “Kıyamet Günü’nde herkes kendi anne ismiyle davet edilecektir; yalnızca Ali ve taraftarları baba isimleriyle davet edileceklerdir. Bunda kimin çocukları olduğu daha iyi anlaşılması açısından daha uygundur. (Mürüc Ezzheb)

Hz. Muhammed bir başka hadisinde de “Ya Ali sen ümmetimde cennete gidecekler arasında herkes­ten evvelsin ve senin taraftarların ise nurlu minber­lerin üstünde mutlu, yüzleri ak olacaktır. Ben onların şefaatçiliğine yani aracılığını yapıp onlar cennette benim komşularım olacaktır.” Bir diğer hadisinde “Ben ağacım, Fatıma ağacın dalları, Ali ağacın aşısı, Hasan ve Hüseyin ağacın meyvesi, taraftarlarımız (sevenlerimiz) ise ağacın yapraklarıdır. Bu ağacın aslı da cennettedir. Geriye kalanlar ise cennetin genelindedir”. Bir diğer hadisinde Hz. Muhammed “Cennete girecek olanların ilk dördü; ben, sen (Hz.Ali) Hasan, Hüseyin’dir. Bizim soyumuz sonra eşlerimiz, sonra da sağımızda ve solumuzda taraftarlarımızdır.’’ (Tabarani ve İbn-i Asakir Rivayet eder)

 

Hz. Ali ve taraftarları hakkındaki seçkin hadisi şeriflere ve vaat edilen cennetteki makamlarına ba­karak biz Hz. Ali’nin taraftarı olduğumuzu belirtiriz. Biz onu kendimize, imam, mevla ve veli kabul etmi­şiz. Bizler düşmanlarımızı hiçbir zaman dert edin­medik. Bizler atalarımızın yolunda ilerledik ve onların bıraktığı mirasa sahip çıktık. Çünkü onlar bizlere bu mirası bırakmaya çalışırlarken canlarını ortaya koydular. Bu miras için ölmeye razı olmuş­lardır. Ölüm bile onları Hz. Ali’nin sevgisinden ve onun yolundan alıkoymamıştır. Onlar sadık, mümin insanlardır. Bizi dünyanın güzelliği, çekiciliği ve ih­tişamı mutlu edemez. Çünkü bu dünyanın refahı sona erecek, emaneti bitecek ve üzerinde yaşayan bütün canlılar ölecektir. Ancak bizim hedefimiz dünyanın ahretidir. Ahret, dünyadan daha hayırlıdır ve ebedidir. Kalbimize Allah, Hz. Peygamber, Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisi yeter. Allah’a itaat etmekse daimi hayatın refahıdır.

Benim hayretle karşıladığım ve hala hayretler içerisinde seyrettiğim gençler! Okumaya, ilim öğren­meye gönderdiğimiz bazı çocuklarımız, maneviyattan uzak iklimde ve kalbindeki imanı kay­betmiş olarak geri dönüyorlar. Biz onları doğruya davet ederken ; onlar, tam tersine batıl düşüncelerle karşımıza çıkıp dikleniyorlar. Çünkü onların basiret­leri kapalı. Düşünmeden konuşuyorlar. Sanki öz de­ğerlerimizden habersizler. Gerçeği görmüyor, kabullenmiyorlar. Aslında kendilerine vazife olan bi­razcık idrak edip dikkatli olmalarıdır. Biraz dikkatle baksalar bizim mezhebimizdeki güzel ahlakı, şerefi, yüzümüzdeki temizliği, kalbimizdeki saflığı, doğru sözlülüğü, güzel huyluluğu, olgunluğu ve edebi gö­rebilecekler. Kardeşlerimiz, doğru inanca sahip, güzel huy ve ahlakın sahibidirler. Haktan hiçbir zaman şaşmazlar. Gözleri Allah’ın haram kıldıkla­rına kapalıdır. Kendileri için yararlı olan ilimle ya­ratanın manevi gücünün büyüklüğü karşısında diğer şeylerin acizliği görürler. Dünya onlara ne fazla ne de eksiktir. Mevcut yiyecekleriyle ve giyecekleriyle yetindiler. Mal ve mülkü çoğaltma hevesi içerisinde olmadılar. Çünkü onlar bu inanç içerisinde biliyorlar ki öldüklerinde hiçbir şeyin sahibi değillerdir. Bun­dan dolayı tek uğraşları Allah’a ibadet ve tevhittir. Çünkü onların kalpleri nurludur. Kanaatkârlardır. İşte bunlar Hz. Ali’nin taraftarlarıdır.

Sizler; Hz. Muhammed’in Veda Haccı’nda Hz. Ali için söylediklerine iman edin. Diyor ki “ Al­lah’ım Hz. Ali’ye dost olana dost ol, düşman olana düşman ol ve daima hakkı onunla beraber kıl. Onun dostu benim dostum, onun düşmanı benim düşma­nımdır. Tarih sayfalarını karıştıracak olursanız; kimin onun dostu kiminse düşmanı olduğunu anla­yacaksınız. Siz, en iyisi ona dost olana dost olun. Ha­vadan sudan konuşmayan Hz. Muhammed söylediklerini -ki sadece Allah’tan emredilmesi ge­rekeni söylemekle yükümlü olduğunu- Kur’an-ı Kerim kanıtlamaktadır. “İnmekte olan yıldıza andolsun ki; arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı o, havâdan (arzularına göre) konuşmaz. 0 (nun ko­nuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir. Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti.” (Necm 1- 2-3-4-5)

Hz. Muhammed bir hadisi şerifinde; “Ya Ali seni sadece soyu temiz olan müminler sever, seni sevme­yenler ise muhakkak ki münafıktırlar.” Bilmelisiniz ki Hz. Ali’yi kim sevmişse kendi inandığına iman etmiş, kabul etmiştir. Ancak onu düşman olarak gö­renler, onu sevmeyenler ki onlar kulakları duyma­yan, kalpleri fitneyle ve küfürle dolu olanlardır.

Allah’a hamdolsun ki bize Hz. Ali’yi önder kıldı. O ki; bizim kalbimizi imanın nuruyla aydınlatan, üzerindeki nimetleri genişleten önemli bir şahsiyet­tir. Bu hakikatin gafletinde olanlar hiçbir zaman ba­şarılı olamayacaklardır. Çünkü onlar Hz. Muhammed’in gösterdiği yoldan gitmediler. Bizler Allah’a -hamdolsun ki- onun resulüne inandık ve Hz. Muhammed’in son peygamber olduğuna şahit olduk. O tüm insanların resulüdür. O güvenilir, sa­mimi ve emindir. Hz. Muhammed’in şeriatı Kıya­mete kadar sürecektir. Ehlibeytin de hak ve hidayet yolu olduğunu kabul ettik. Allah yolunun rehberi olduklarına iman ettik. Bunlar On İki İmam’dır. On­ların fetvaları, olayları değerlendirme durumları, öğ­retileri sanki tek bir ağızdan yükselen ses gibidir. Hiçbir zaman hükümlerinde çelişki, tereddüt söz ko­nusu olamaz. Bu da Ehlibeyt’in hak yolunda oldu­ğunu, mertebelerinin yüksek olduğunu gösteren en büyük kanıttır. Ne mutlu ki bizlere; çünkü onlara ta­biyiz. Başaran, muvaffak olan da bizleriz. Dolaysıyla Hz. Muhammed, Ehlibeyti vasiyet etti. Bu da dini mesuliyetin onlara verildiğinin kanıtıdır. Düşmanları dahi bütün anlattıklarımıza şahit oldular. Ancak hiç­bir zaman dürüst olmadılar. Doğruları saptırarak Hz. Muhammed’in hatası varmış gibi dinimizde yeni reformlara giriştiler, dinde tahrifata yöneldiler. Bu da dönem dönem aktif bir şekilde karşımıza çıkmakta­dır. Bu hassas ve tehlikeli olan durumun mesuliyetini üstlenen kimseler, insanları kandırmak için bahane­ler uydurdular. Yaptıkları hatalardan, kendi mezhep­lerindeki eksikliklerden, giyimden şirk koşmaya kadar birçok yanlışı doğru gösterdiler. Hor görül­mekten korkup masum rolü oynadılar. Yeni kuşak­lara bu şekilde nüfuz etmek onların hayaliymiş gibi davrandılar. Din çerçevesi içinde bu mesuliyetin sa­hibi olmak, hiçbir isnada dayanmadan bu dinin ağır yükümlülüklerini üstlenmek (ilmini) ahmakça bir davranış olsa gerek. Bunlar kendilerine bu vazifeyi uygun gördüler. Hatta bu yeteneklerini Allah vergisi olarak nitelendirip çok iyi bir şekilde vasıflandırdı­lar. Çünkü bunlar Allah’ın resulü veya elçisi gibi sta­tüler üstlenmeye kalkıştılar. Bu yolda yeteneklerini ustalıkla kullanıp ilahi bilgilerin ilhamlarını sanki peygamber efendimizden miras kalmışçasına sahip­lendiler.

Hz. Ali’nin İslam’ı dünyamıza teşrif ettiği günden Hz. Mehdi’ye kadar gelip geçen bütün imamlara se­lamlar olsun. İnancımız; On İki İmam’ın hüküm­leri, görüşleri, olaylara yaklaşımları, ilimleri ve tavsiyelerine dayanır. Biz onların yolunda yürüyo­ruz. Yolumuzu aydınlatan nur; onların gösterdiği nurdur. Örnek aldığımız şahsiyetler Hz. Muham­med’in yanından ayrılmamış, onun övgüsüne nail olmuş mümin kişilerdir. Onların üzerinde küçücük bir leke bulamazsınız. Ak paktırlar. Bu da yolumu­zun doğru yol olduğunu gösterir. Kur an-ı Kerim, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt imamları hayat görüşü­müzün sınırlarını çizen kaynaklardır.

 

İMAM EL SADIK’IN (a.s) İLMÎ YÖNÜ

İmam El Sadık (a.s.) Emevi devletinin son dö­nemi ile Abbasi Devletinin ilk dönemlerinde yaşa­mıştır. İmam yaşadığı dönemin en önemli bilim adamıdır. Hayatı çeşitli ilimleri vermekle geçmiştir. Hadis, tefsir, inanç, şeriat bilgilerini eksiksiz güve­nilir bir şekilde Hz. Muhammed’e dayandırarak açıklamıştır. Bu yüzden ona “gerçeklerin kaşifi’’ den­miştir. Bu bağlamda şeyhlerin, binlerce âlimin, fakihlerin imamı, referans olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bilim merkezinde doğa bilimleri yanında şer’î ilimleri okuttu. Dört bine yakın öğrenci yetiştirdi. Öğrencileri arasında otuz bir ciltlik bir eser vücuda getiren Hişam Bin Hakem, matematik ve trigono­metride adını dünyaya tanıtan Nasirüddin Tusi ve iki yüz cilde yakın kitap yazan ünlü kimyager Cabir bin Hayyan gibi alimler bilim dünyasında önemli bir yer edinmiştir.

İmam Sadık yaşadığı dönemin şer’i hükümlerini verdi, bu alanda kendini yetkin görenlerin hevesle­rini kursaklarında bıraktı. Saray tarafından İmam’a rakip olarak gösterilen akıl ve mantıktan uzak kişi­lerin yaydığı hurafelerle mücadele etmiş halkı ay­dınlatmak için büyük çaba sarf etti. Halkı yönlendirmeye ve onları hakimiyet altına almaya ça­lışanların da isteklerini boşa çıkardı. İmam, Allah’a iman etmiş temiz yürekli insanları himayesi altına aldı ve bu yolda onların felaha ermelerini sağladı.

Ebu Hanife :“Gördüklerim arasında Cafer Bin Muhammed kadar fıkıh âlimi olan şahsiyet görme­dim. Eğer Hz. Muhammed sünnetinin temsilcisi ola­rak Hz. Cafer El Sadık olmasaydı kesinlikle bu işin içinden çıkamazdım.“demiştir. Ebu Hanife; Hz. Cafer El Sadık’ın insanların en âlimi ve onlardan farklı olduğunu rivayet eder. Ebu Hanife, Cafer-i Sadık’ın öğrencilerindendir. O dönemin iktidarı tara­fından yönlendirilmiş ve yeni fırka ve mezheplerin çıkmasında bilgi ve birikimi kullanılmıştır. Diğer mezheplerin önderlerinin birikimleri de aynı amaç­larla kullanılarak farklı mezheplerin doğmasına neden olmuştur.

Malik İbn-i Enes: “Cafer İbn-ü Muhammed kadar âlim, itikatlı, yumuşak huylu bir şahsiyet ne görül­müş ne duyulmuştur.”

Mansur-ı Abbasi: “ Ehlibeyt’in seyyidi, âlimi, varisi Cafer El Sadık’tır”. Yine der ki; “Bana tesir eden en önemli, en büyük âlim Cafer El Sadık’tır.”

Şeyh’ül Müfıd: “Cafer El Sadık kardeşleri ara­sında babasının halefi, en büyük varisi, mertebesi yüksek mükemmel bir şahsiyettir. Aynı zamanda herkes tarafından yüceltilen imamdır. Tarih kitapla­rında da bunu görmekteyiz”.

Ünlü tarihçi Meşhur El Yakubi: “İnsanların en hayırlısı, din ilminde en âlim şahsiyet olarak karşı­mıza çıkan Hz. Cafer El Sadık’tır. Çünkü bilginler ondan bahsettiğinde; onu “âlim” olarak tanımlarlar”.

Batılı bilim adamları İslam tarihi hakkında derin önem ihtiva eden bazı çalışmalarında İmam El Sadık (a.s.) için 470 sayfadan oluşan bir metin sundu. Strasburg’ta gerçekleşen İslam Araştırmaları Mer­kezi tarafından yayımlanan ve yirmi üç bilim ada­mının katıldığı bir konferansa Amerika, Fransa, İtalya, İngiltere, İsviçre, Almanya, Belçika gibi çe­şitli ülkelerden bilim adamları iştirak etti. Hz. Cafer El Sadık’ın dünya bilimleri, şeriat bilimleri, felsefe, edebiyat, fizik (cisimlerin hareketleri), ışık sistemleri zaman ve mekandan dört temel madde olan “hava, ateş, su, toprak” geniş kimya bilgisi, tıp, astroloji ve tarih hakkındaki aydınlatıcı bilgileri bu kitapta yer buldu. Bu da gösteriyor ki Cafer El Sadık, derin ve çok geniş bir kültüre sahip üstün bir şahsiyettir.

El Cahit’in Risalesi’nde (Sendubide ‘102’) İmam Hz. Cafer El Sadık hakkında: “ O ki daha önce keş­fedilmeyen durumlara açıklık getirdi. İlmin kapıla­rını açtı. Dünya kendi ilmiyle dolup taştı." sözleriyle ışığın kaynağı olarak İmam El Sadık’ı göstenniştir.

Ehl-i Ebi Talip’in çevresinde El Sadık’tan söz edilmiştir. Malik Bin Enes, Şabet ü İbn-i Hacca Ebu Sufyan El servi vb. Cafer El Sadık hakkında derler ki “Müslüm Sahihi’ndeki bilgilerin Hz. Cafer’in ha­disine dayanmasına ihtiyaç vardır. Yine Malik, Şafii, Sicistani ve Ahmet Bin Hanbel’in de bu şekilde ri­vayetleri söz konusudur”.

Üstat Ebu Zahra: “Hz. İmam El Sadık, Kitabıyla ışık saçan bir âlimdir. Daha sonra biz Allah’ın yar­dımıyla daha da güçlendik, onun hakkında kitaplar yazdık. Hatta keramet sahibi olanların yedisi için ya­zılar yazdık. Bu bağlamda onun yüceler içinde özel bir yeri vardır”.

İmam Malik’in Hz. Cafer El Sadık hakkındaki düşünceleri farklıdır. Kendisi ve Ebu Hanife için Üstat konumdaydı. Onların üzerindeki emeği tartı­şılmaz. Onun önünde hiç kimse bir soruya cevap vermeye bir açıklık getirmeye çalışmaz.

 

İMAM EL SADIK’IN (a.s.) KİŞİLİĞİ

İmam El Sadık Ehlibeyt’in temelini oluşturan imamlarındandır. Bilgisi, merhameti, inancı ve insan sevgisiyle dolu yüreğiyle kendine münhasır bir kişi­liğe sahipti. Emevi - Abbasi Devletleri zamanında zulme maruz kalan insanların koruyucusuydu. Zalim iktidarlarla büyük bir cesaretle mücadele etmiş, fi­kirlerini açık yüreklilikle ifade etmiştir. Bu yönle­riyle müminlerin kalplerinde taht kurmuş, halkın gö­zünde hatırı sayılan bir lider olmuştur.

Toplum bilimciler tarafından sosyal kişiliği öv­güye mazhar olmuştur. Şeriatı korumuş, her türlü tahrifat ve sahteciliğe karşı savaşmıştır. Dinde olu­şacak tahrifatın gelecekte toplumda büyük yaralara sebep olacağını bildiği için sahtekârların hamlelerine zamanında müdahale etmiştir. Bu da toplumda öv­güyle ve memnuniyetle karşılanmış imama duyulan sevgi ve bağlılığı perçinlemiştir.

Farklı anlayış ve bakış açısına sahip insanların yanlış yola saplanmalarına engel olmak amacıyla ilmi mücadeleye çok önem vermiş; insanları akıl ve mantık yoluyla doğruya ve güzele yönlendirmeyi ba­şarmıştır. Bu mücadele; hurafeler, uydurma hadisler, sosyal hayatta ortaya çıkan yeni durumlar ve tartış­maya açık görüşlerle olmuştur.

Ehlibeyt imamlarına duyulan sevgi ve bağlılıktan korkan Emevi ve Abbasi yöneticileri, iktidarlarım korumak için ehlibeyti karalamaya, sahte âlimleri halka yutturmaya çalıştılar ve İslamiyet’le ilgisi ola­mayan kurallarla halkı yönetmeye çalıştılar. Yanlışı doğrudan ayırt edebilen ve haksızlıkları görebilen Müslümanlar, bu uygulamalara karşı çıkınca çeşitli işkence ve zorbalıklarla susturulmaya ve bertaraf edilmeye çalışıldı.

Bir taraftan cahilliğin, bir taraftan İslam karşıtla­rının bilinçli ve maksatlı müdahaleleri bir taraftan da iktidarların zulmü karşısında biçare kalan halka; umut veren, onları aydınlatan ve yaşam sevinci katan İmam Sadık’tan başkası değildi. İmam Sadık insan­ların zulme ortak olmalarını engellemek amacıyla in­sanlara nasihatlerde bulunmuş, zulme ortak olanların alınlarında “Allah’ın rahmetine nail değildir.” yazı­sının yazılı olacağını söyleyerek Abbasi hükümetine yardım edenleri boykota çağırmıştır. Zulüm edene bu zulmün kendisine döneceğini herkesin anlamasını isteyen imam zulmün kalkması için her türlü çabayı harcamıştır.

Salih müminlerin birlik ve beraberlik içinde ya­şamalarını isteyen İmam tahrifat üzerine din inşa edenlere karşı mücadeleyi tavsiye etmiştir. Bunun dışında Mufaddal Bin Umar’a “Ümmetime altı özel­liği haberdar etmeni istiyorum.” diyerek aşağıdaki nasihatleri sıralar:

1)                        Verilen emanet sahibine teslim etmelidir.

 

2)    Bir insan kendisi için neler istiyorsa, karşı­sındaki insan için aynı şeyleri istemelidir.

3)    İnsan yaptıklarına dikkat etmelidir. Çünkü her işin bir sonucu vardır. Sonucu da suç teş­kil edebilir.

4)    Bazı işlerin sonucunda şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya kalabilirsin dikkatli ol.

5)    Dağlarda yürürken her şeyin düz olduğunu sanma. Çünkü bir anda çukura düşebilirsin.

6)    Yanmdakine yapamayacağın bir şeyin sözünü verme.

Hz. Cafer El Sadık’ın Ebu Useme’ye bir vasiyeti vardır: “Allah’a iman edin, Allah’tan korkun ve Allah yolunda mücadele edin, doğruyu söyleyin, ah­laklı olun, komşularınıza saygı gösterin, her zaman iyiliği düşünün ve öyle davranın. Bize layık olmaya çalışın. Güzel olun. Bize sessiz dua edin. Sırrımızı iyi muhafaza edin. Sırrımızı ifşa eden kendi kılıcıyla bizi katleden gibidir. Bu yüzden o büyük bir sorum­luluktur.” demiştir.

Hz. Muhammed, Selman El Farisi hakkında der ki; “Selman benim Ehlibeytim'dendir.” Yine der ki “Eğer ilim Süreyya yıldızında ise, bizde ona ulaşa­bilecek El Farisi ehlinden bir şahsiyet var.” Bu sözle Selman el Farisi’yi kast etmiştir.

Yukarıda sıraladığımız ve kitaplarda yer alan bil­giler Hz. Cafer El Sadık’ın toplum üzerinde ne kadar etkili olduğu gösteren delillerdir. İlimde, irfanda, imanda ve şecaatte üstün niteliğe sahip bir imamdır. Toplumun sevgisini kazanmış, halkı yürekten bağ­lamış aydın bir şahsiyettir. Ehlibeyt imamlarının ta­mamı hakkındaki görüşler hep bu doğrultudadır. Allah, onları bu kutsal makama layık görmüş ve bütün insanlara rehber kılmıştır.

 

SAHABELER

Hz. Muhammed’e (s.a.a.v) yoldaşlık eden, canla­rını onun yolunda feda eden, onun yolundan hiç şaş­mayan, barışta ve savaşta yanında bulunan sahabeler ki; işte onlar en hayırlı ve vefakar şahsiyetlerdir. Bunlar; Selman El Farisi, Mıkdat Bin El Esved El Kindi, Ebu Zer El Ğıffari, Abdullah Bin Revaha El Ensari, Ammar Bin Yasir, Kays Bin Cabir Bin Ab­dullah El Ansari ve Ubade Bin Essamit gibi örnek şahsiyetlerdir. Hz. Muhammed, bu sahabeleri örnek davranışlarından dolayı övgüde bulunmuş ve onları cennetle müjdelemiştir. Hepsine selamlar olsun.

Bedir Savaşı’nda İslam ordusuyla Kureyş ordusu karşılaşınca Hz. Muhammed ordusuna dönüp sorduğunda; Mikdat Bin El Esved yanıtlar: “Ya Resul Allah, İsrail oğullarının Hz. Musa’ya söylediklerini bizim de sana söyleyebileceğimizi mi düşünüyorsun; “Git, sen ve rabbinle onlara karşı savaş, biz burada oturuyoruz. Lâkin bizler seninle beraber mücadele edecek ve savaşacağız. Senin hak olarak gönderildi­ğine yemin ederim. Sevinçten Resul Efendimiz’in yüzü parladı. Peygamber, bu sözlerine karşılık onu övdü.

Ebu Zer El Ğıffari hakkında Hz. Muhammed der ki “Bu dünya üzerinde ondan daha doğru sözlü şah­siyet yoktur.”

Abdullah Bin Ruvaha hakkında da “O da bana inanan en kadim şahsiyetlerden ve zorluklara tanık olanlardandır. Aynı zamanda fazilet sahibi şahsiyet­lerdendir.

Haris Bin Hazerci; Bedir, Uhud, Hendek, Hudey- biye ve Hayber savaşlarında bulunduğunu söylemiş­tir. O ki; her zaman Hz. Muhammed’in yanında bulunurdu. Verilen emirleri tereddütsüz yerine geti­rirdi. Bu bağlamda der ki “Kafirleri kendi yolların­dan çeviriniz.”

Zeyd İbn’ül-Haris Caferi Tayyar, Abdullah Bin Revaha ( O, hem kendini hem de Müslümanları Rumlarla karşılaştıklarında cesaretlendirdi.) şehitle­rin amirleridir. Abdullah Bin Ruvaha da yoldaşı Cafer-i Tayyar gibi yürekli bir şekilde savaş meyda­nına indi ve şehit oldu. Buna da Hz. Muhammed tanık olmuştur. Hatta onu cennetle müjdelemiştir. Ri­vayet edilir ki Hz. Muhammed onunla vedalaşırken onun için söylediği şiirde “Allah sana verdiği güzel­likte sürekli kılsın. Tıpkı Hz. Musa’nın kendi ima­nında sabit kaldığı gibi ve Allah tarafından korunduğu gibi seni de korusun.

Hz. Muhammed ashabından olan Huzeyme Bin Sabit Bin Fakih için “züşşahadeteyn” yani şahitliği iki kişinin yerine geçer, diye buyurmuştur. Peygam­ber Efendimiz, bedeviden bir at satın almıştı. Para­sını vermek için eve gitmesi gerekiyordu. Peygamber önde hızlı bir şekilde giderken bedevi daha yavaş yürüyüp geride kalmıştı. Peygamber Efendimizin atı satın aldığını bilmeyen bazı kimse­ler, bedeviye atın satılık olup olmadığını sormuş, sa­tılıktır, cevabım alınca da bir fiyat vermişlerdi. Ve­rilen fiyat Peygamber Efendimizin verdiğinden fazla olunca bedevi, atı başkasına satmaya kalkıştı. Pey­gamber Efendimiz, “Atı ben satın aldım.“diyince, bedevi inkar edip yüce Peygamberden, atı satın al­dığına şahitlik edecek iki kişi getirmesini istedi. Oysa ki, alışveriş sırasında yanlarında kimse yoktu. Sahabeler bir taraftan Peygamber Efendimizin tav­rını merak ederken, diğer taraftan da bedevinin fazla ileri gitmesine sinirlendiler. Çünkü, adam şahit gös­terilmesinde ısrar etmekteydi.

Merak ve heyecanın yükseldiği bir anda Huzeyme ortaya çıkıp şahitlik yapacağını söyledi Pey­gamber Efendimiz, Huzeyme’ye, pazarlık sırasında yanlarında bulunmadığını hatırlatıp, buna rağmen nasıl şahitlik yapacağını, buyurması üzerine, Hu- zeyme; “Ya Resulallah, ben senin gökten getirmiş olduğun hakikatlere inanıyor ve tasdik ediyorum. Çünkü, kesin olarak biliyorum ki, sen, haktan başka bir şey söylemezsin.“dedi. Huzeyme’nin tavır ve sözlerinden çok memnun olan Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Huzeyme, kimin için şahitlik ya­parsa onun şahadeti iki kişi yerine geçer.” Bu hadise, sahabenin Peygamber Efendimize olan sadakat ve bağlılığına güzel bir örnek teşkil etti. Sahabe bu sa­dakatte o kadar yüceldiler ki, onların ulaştıkları ma­kamlar adeta ulaşılmaz bir seviye ve üstünlük kazandı. İslam tarihine geçen bu olay aynı zamanda Huzeyme için de büyük bir şeref vesilesi oldu. Adı, İslam tarihine, şahitliği iki şahit yerine geçen kimse anlamına gelen, “Züşşehadeteyn” olarak geçip şöh­ret buldu.

Ebu Eyyüp El Ensari’yle de ne kadar iftihar edilse azdır. Hz. Muhammed Medine’ye göç ettiğinde onun evinde konuk oldu. Orda herkes Hz. Muhammed’i kendi evinde konuk etmek için uğraşıp duruyordu. O anda Hz. Muhammed devesinin üzerindeydi. “Siz devemi serbest bırakın kimin evine geçerse ben de orada kalacağım.“der. Deve gider Ebu Eyyüp El En- sari’nin evinin önünde diz çöker. Dolaysıyla Hz. Muhammed de ona konuk olur. Hz. Paygamber’den sonra 668’de İstanbul İslam ordusu tarafından kuşa­tıldı. Bu muhasarada Ebu Eyyüp El Ensari de bulu­nuyordu. Kuşatma sürerken İstanbul’da şehit olur ve orada gömülür. Gömüldüğü yere ihtişamlı bir mezar yaptırılmış olup mekan Müslümanlarca çeşitli yer­lerden gelip onu ziyaret ederler.

Biz de bu eshab-ı resul gibi Hz. Muhammed’in yolundan gidiyoruz. Onlarla övünüyoruz. Onlar ki Hz. Muhammed’in doğrularıdır. Onunla bütün sa­vaşlarda bulunup savaştılar. Ondan bir an bile ayrıl­madılar. Nitekim onların ilim sahalarına indiğimizde diyebiliriz ki; Allah’ın yanında büyük makama sa­hiptirler.

El Amesü’nün Ebi Abdurrahman Essüllemi’nn ri­vayetine göre Siftin Savaşı’nda Ammar Bin Yasir, Ashab-ı Resulle birlikte Hz. Ali’nin yanında Mua- viye’ye karşı savaşmışlardır. Bir gün Haşini Bin Ütebeye: “Ya Haşim bu pırıltının altında cennete ilerle. Bugün Hz. Muhammed’in taraftarları ve sevenleri bayrağının altında buluşuyor. Vallahi onlar bizi yenip hezimete uğratsalar bile, bizlerin hak yolda onların batıl yolda olduklarını yine düşünecektim. “ Sonra der ki “ Biz, Muhammed’in resul olarak gönderil­mesi üzerine düşmanla savaştık. Bugün de onun emirleri üzerine savaşıyoruz. Bu savaş ki sıkıntıları yerlerinden söker atar. Dostu da dostundan ayırt eder. Veya hak yolu buldurur.

Hz. Muhammed’in sözleri de dosdoğrudur. O, ki doğru konuşanların en mükemmelidir. Kim şirk koş­madan temiz niyetle Hz. Muhammed’e bu şekilde iman ederse bilsin ki cennetle müjdelenecektir. Sa­habelerin içlerinde en ufak bir şüphe yoktur. Temiz bir bağla ve sevgiyle Peygambere bağlı olmuşlardır. Allah’a ve Resulüne karşı bu sevgi ve bağlılık onlara cennetin kapılarını açtı. Hz. Muhammed tarafından cennetle müjdelenen ashab-ı kiramdan oldular.

Ancak nifak sahipleri, işte onlar yalanın mucit­leridir. Yalan hadislerin dağıtıcılarıdır. Kendi put­laştırdıkları şahsiyetleri methettiler. Bazen putlaştırdıkları şahsiyetleri yücelteyim derken Hz. Muhammed’i küçük düşürdüler. Bazen de onları farklı kılmak, onlara başka nitelikler katayım derken onları da yerin dibine soktular. Övgüye mazhar gör­dükleri şahsiyetler hakkında anlatılan bazı olaylar aşağıda verildi. Bu olayları okuduğunuzda Müslü­manların bugün neden böyle parçalandığını, akıl ve mantık yerine hurafelerin neden baskın olduğunu daha iyi anlarsınız:

Aşağıdaki olayda Hz. Muhammed yalancı du­ruma düşürülmüş; o üstün addedilen zat da yüceltil­miştir. Buna benzer bir çok uydurma olay İslam literatürünee girmiştir. Maalesef bu olaylar bazı mezhep mensuplarınca da halen iftiharla dillendirilmektedir:

1)             Enes Bin Malik; Yahudilerden bir kadın Hz. Muhammed’in yanına gelir; “Ya Resulallah, rü­yamda evimin avlusundaki hurma ağacı devrildi. Eşim de seferde. Bu rüyanın tabiri nedir?” Hz. Mu hammed “Artık hiçbir zaman eşinle bir araya gele­meyeceksin. Bunun için de sabretmen vaciptir.” der. Kadın da ağlayarak orayı terk eder. Yolda giderken üstün kabul edilen bir zatla karşılaşır. Ona da du­rumu anlatır. Ancak peygamber efendimize olayı an­lattığını söylemez. Üstün Zat “Sen git, eşinle bu gece bir araya geleceksin.”der. Kadın, söylenenleri düşü­nerek evine döner. Gece olunca kadının eşi gelir. Kadın Hz. Muhammed’in yanına gider, eşinin gel­diğini haber eder: Hz. Muhammed ona uzun uzun bakarken, Hz. Cebrail gelir; Ya Muhammed senin söylediğin doğruydu. Lâkin Üstün addedilen zat söy­leyince -ki Allah ondan çekindi- onu yalancı çıkar­mak istemedi. Bunun içindir ki o zatın hatırı için sadakati ve kerameti için onu diriltti!

Üstünlüğü kanıtlanmak için uydurulan aşağıdaki olayda meleklerin o zata secde ettiği anlatılıyor:

2)             Ümmetin âlimlerinden olan Şeyh Yusuf Fişiyyu Elmalaki; “Eğer “Üstün addedilen Zat”, Hz. Muhammed’e yaklaşıp konuşursa Hz. Cebrail say­gıdan dolayı ayağa kalkardı. Peygamber Efendimiz de bu durum üzerine sorar; Cebrail de, ezelden beri o zatın “Şeyhlik” durumu vardır. Allah meleklere secde edin diyince büyük bir kubbe gördüm. Üze­rinde o zatın adının çoğu yerde yazılı olduğunu gör­düm. Orada ‘Secde edin’.yazılıydı. Ben de o zatın heybetinden secde ettim.” diye anlatılmaktadır.

Sıradan bir kişiyi yücelteceğim, diye Allah’ın sevgili resulünü aşağılama gafletinde bulunan bu ya­zarların haline bakın. Nasıl da Hz. Muhammed adına yalanı caiz görmüşler. Hz. Muhammed değil de hep o zat doğru söylüyormuş. O zatı yalancı çıkarmamak için Hz. Peygamber yalancı durumuna düşürülmüş. Güya Allah, o zatı vahiy meleği seçmiş. Aynı za­manda meleklerin reisi yapmıştır. Melekler Adem’e Allah emrettiğinden değil o zattan korktukları için secde ettikleri anlatılmış. Bu uydurma sözlere inan­dırılan insanlara yazık değil mi? Allah bizi Allah ve Resulüne atılan iftiralardan korusun.

Aşağıdaki bir başka uyduruk olayda Peygamber dururken sıradan bir şahsın sakalına niyaz ediliyor. Allah’tan değil de o zatın sakalına edilen niyaz hi­kayesini okumak istemez misiniz;

3)      Yafıi, Ravdi-Rayahin adlı kitabında o zat hakkında bahsettiği kadarıyla “ Biz mecliste oturmuşken kör bir adam yanımızdan geçti. Selam verdi. Biz de selamına karşılık verdik. Onu Hz. Muhamed’in yakınına oturttuk. Sonra der ki, kim peygamber efendimizin aşkı için bir isteğimi yerine getirecek. O zat, isteğin nedir ya Şeyh, diye sorar. O da, benim bir ailem var; ama verebileceğim bir şey yok. Ben istiyorum ki kim bize bir şeyler verirse biz de onu Hz. Muhammed’in yolunda harcayalım. O zat, ben sana Hz. Muhammed sevgisini kaldırabileceğin miktarını vereceğim. Var mı başka bir isteğin, diye sorar. Adam, benim bir kızım var. Ben hayattayken Hz. Muhammed aşkı için onunla evlenmek isteyen birini istiyorum. O zat, ben Hz. Muhammed için onunla evlenirim. Başka bir isteğin var mı? Adam, evet istiyorum ki elimi o zatın sakalına dokundurmaktır. Hz. Muhammed sevgisi için o zat sakalını kör adamın eline koyar, sakalımı Hz. Muhammed için tut. Adam o zatın sakalını tutar , Ya rabbi sana sorarım ki o zatın sakalının hürmeti için gözlerimi bağışla, diye niyaz eder. Allah, ona gözlerini bağışlar. Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize der ki, “Ya Muhammed, Rabbinden selamlar olsun ki “ Kim körse ve bana o zatın sakalının hürmetine yardım isterse onların hepsine gözlerini bağışlardım. Hatta yeryüzünde kör bir insan bırakmazdım.”

Şu kalbi kör adama dikkat edin. O zatın sakalının hürmeti için Allah’tan yardım istiyor. Hz. Muhammed’ten sakalının hürmeti için Allah’tan yardım is­temiyor.

İktidarlarını korumak için Hz. Peygamberi küçük düşüren, onu yalancılıkla itham eden bozguncular birçok hadis uydurdular. Hz Muhammed’i çok seven ve küçüklüğünden beri onu koruyan Ebu Talib için uydurulan hadise bir bakın: “Ebu Talib için ateşten bir kürsüde oturuyor. Ebu Süfyan ise cennettedir.” Hz. Peygamber’e karşı savaşan Ebu Süfyan cennete layık görülüyor. Hz. Muhammed’i koruyan ve İslam için mücadele için Ebu Talib’e ise cehennem reva görülüyor. Bu bir haksızlık değil mi? Bugün dahi bunu söyleyen mezheplerin bulunması garip değil mi? Bu soruların cevabını okura bırakıyorum.

Ebu Talib’in, Hz Muhammed için kendini siper ettiğini kanıtlayan anlatılar aşağıda sıralanmıştır:

“Ya Ebu Talib sen yeğenini koruyorsun ve ona yardım ediyorsun. Oysa sen makam sahibi bir büyüğümüz, efendimizsin. Fakat yeğenin bizim ataları­mızı ve dinimizi aşağılıyor. Biz buna karşıyız ve anlayış gösteremeyiz. Bunun üzerine Ebu Talib, Hz. Muhammed’e giderek Kureyş kavminin sıkıntılarını anlatıyor. Peygamber efendimiz hakkında böyle düşünmeleri Ebu Talib’i üzüyor. Hz. Muhammed dedi ki “Amcacığım, sağıma Güneş’i, soluma Ay’ı koy­salar, ölsem de Allah’ın emrinden vazgeçmem. Bunun üzerine Ebu Talib yeğenini yanma alarak ağ­lamaya başladı ve dedi ki; “Şimdi git ve sana tebliğ edilenleri bildir. Ben ne olursa olsun senin yanında­yım ve seninle birlikteyim. Ölene kadar seni koru­yacağım ve ben hak dinindenim.

İbn-i İshak: Ebu Talib ve Hz. Muhammed ara­sında geçen konuşmayı bakın nasıl naklediyor:

(Şiir mealen)

“Kimse yanına yaklaşamaz ölümüne kadar.

Sana gelen emir doğrultusundan ne yapacaksan yap ve açıkça her şeyi söyle.

Bana doğruyu anlattın. Sen benim nasihatçimsin. Doğruyu söyledin önceden de adın emindi.

Doğru bir din sundun ve bu din dinlerin en hayırlısıdır.

Ne kadar ayıplasalar da küfretseler de beni affe­dici görürsün”

Başka bir şiirinde . “Bütün ömrümce sevdim ve gördüm Ahmed’imi. Hak yoluna ulaşmanın sevgi­siyle sevdim. Onu nefsimle korudum ve canımı ko­yarak korudum. Dünyayı kötülüklerine rağmen o güzelleştirdi. Allah onu korudu ve hak dinini verdi.

Hz. Ebu Talib her zaman peygamber efendimize inanmış ve onu korumuştur. Ebu Talib gerçek bir mümindi. Peygamber efendimizi korumak için taraf­sızmış gibi göründü. Ömrü boyunca Kureyşe karşı Hz. Muhammed’in yanında oldu, onu korudu. Allah’tan ona kötülük gelmedi. Hz. Muhammed’i kötülüklerden uzak tuttu ve Allah ondan razı oldu.

Yürekten inanan sahabeler peygamber efendimi­zin sevgili dostları ve onun övgüsüne nail olmuş şah­siyetlerdir. Her zaman Hz. Peygamberin yanında bulunmuş, ona her zaman destek olmuşlardır. Hz. Resul, Ebu Talib’i övdüğü gibi ona bağlı kalanları hep övmüştür. Sünni kitaplar da dahil olmak üzere tüm kitaplarda sahabeler hakkında övgüyle söz edil­miştir. Sahabeler hep onun emrinde kalarak bağlılık­larını dile getirmiş kalben ve lisanen onu sevmişler­dir. Olumsuz ne söylenmişse de hiçbir düşünceden etkilenmemiş, kötülüklerden uzak durmuşlardır. Peygamberi seven onun yolunda yürüyen bu şahsi­yetler gerçek müminlerdir. Allah bizi onların yolun­dan ayırmasın ve bu yolda sabit kılsın. Bize onlarla birlikte aynı yerde nasip eylesin.

Her zaman Allah’ın Resulüne karşı gelmiş ve düşmanlık beslemiş olan şahısların üstün vasıflarla övülmeleri çok yersizdir. Ebu Hanife , Malik, Şafii ve Ahmet Bin Hanbel gibiler üç halife için derler ki; Hz. Resule en yakın kişilerdi. Oysa Peygamber, sa­vaşta hiçbir zaman onları yetkili kişiler kılmadı. Hz. Muhammed 18 yaşındaki Zeyd’in oğluna güvenmiş onu yetkili kılmış ama onlara önemli herhangi bir görev vermemiştir. Kaldı ki bu zatlar 50-60 yaşma ermişlerdi.

Peygamberin güvenini kazanamamış bu üçlü, peygamber efendimizi sevmiş olsalardı cenazesini terk edip hilafet derdine düşmezlerdi. Hz. Muhammed’in cenazesini kaldıran ilim deryası olan Ehli- beyt’e karşı geldiler. Ümmetini teslim ettiği Ehlibeyt’ten hilafeti zorla aldılar.

Gadir Günü’nde Hz. Ali’ye biat ettiler. Ömer: “ Ne mutlu sana ya Ali, benim ve müminlerin Mevlası oldun.”dedi. Fakat bu dediğini sonra unuttu veya işine gelmedi. Hz. Ali yerine hilafeti başka birine teslim etti. Kerhen de olsa Hz. Ali’ye hilafeti sonra­dan teslim ettiler; ama aradan birkaç sene geçmeden Emeviler, ona karşı savaştı. Hilafet, Emevilerin elinde kaldı.

Peygamber’den sonra Hz. Fatıma’ya miras kalan Fedek hurmalıklarına el koydular. Bu yetmezmiş gibi ona eziyet ettiler. Habuki Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştu. “Fatıma benden bir parçadır. Ona eziyet eden bana etmiş olur. Bana eziyet eden Allah’a eziyet etmiş olur. Allah’a eziyet edeni de Allah, onu ateşe atar. Fatıma’yı seven beni sever, beni seven Allah’ı sever; Allah’ı seven ise cennete girer. Allah ondan razı olur.”

İlk üç halife döneminde Hz. Peygamber ve Hz. Ali’yi seven ve ona gönülden bağlı olan kişilerin devlet yönetiminden uzak tutulduğu açıkça görülür. Devlet yönetimine seçilen kişilerin ortak yanı Hz. Peygamber ve Hz. Ali’ye karşı olmaları ve onları sevmemeleriydi. Halifelerin yanlı tutumları, Ehli­beyte karşı haksız ve yersiz uygulamaları, işkence ve zorbalıkları hiçbir zaman unutulmayacak yarala­rın açılmasına neden oldu. Üç Halife yaptıkları hak­sızlıklardan dolayı pişmanlıklar duydular. Bu pişmanlıklar ölümlerine yakın dönemlerinde rahatça görülür.

Suyuti’nin “Halifeler Tarihi” adlı kitabında hali­feler hakkında birkaç olay anlatılıyor. Bu olayları zikredip kararı okurlara bırakmak tarafsız bir elçinin görevidir.

“Bir halife, bahçe gibi bir yere girdi ve elinde pekmezle ağacın gölgesine oturdu. Ağaçtaki kuşa bakarak dedi ki; keşke senin gibi kuş olsam. Ne mutlu sana ağaçtan besleniyorsun, gölgesinden fay­dalanıyorsun ve Allah’tan sana bir hesap sorulma­yacak. Keşke bir ağaç olsam ve sonra dedi ki ot olmak isterdim. İnekler ve öküzler yesin ve sonra dışkı olarak çıkarsalar ve insan olmasam.

Başka bir Halife; “Kavmimin yanında bir koyun olsaydım ve beni besleselerdi. Ardından kesip bir bölümünü ızgara, bir bölümünü sucuk gibi kurutul­muş et yapsalardı, yeselerdi ve insan olmasaydım.”

İslam ümmetini temsil eden halifelere bakın. Biri kuş, ağaç, ot olmak istiyor. Bir diğeri koyun olmak istiyor. Bunların peşinden gidilerek hidayete ermek mümkün mü?

 

MEZHEP İMAMLARI HAKKINDA

 

Emevi ve Abbasi Halifelerinin Ehlibeyt İmamla­rına karşı sahte kahramanlar yaratmaya çalıştığını ve o dönemin ulemasının bilgi birikimlerini de kullana­rak mezhepler yaratmaya çalıştığından daha önce bahsedilmişti. Bu şahsiyetlerin halk tarafından itibar görmesi için de Hz. Peygamberin tanık gösterilmesi gerekiyordu. Bunun için hadis uydurma vazifesi bi­nlerine verildi. Onlar da bakın neler uydurmuş:

“Ümetimden Numan adında biri, soyadı Ebu Hanife ümmetimin nurudur.”

Başka bir uydurma hadiste Hz. Resulallah şöyle buyuruyor; “Ümmetimden biri var; adı Numan, so­yadı Ebu Hanife, Allah bundan sonra benim sünne­timi onun ellerinde yenileyecektir. Onu seven beni sever, onu sevmeyen beni de sevmez”. Hz. Resulallah demiş ki: “Tüm peygamberler benimle iftihar eder. Ben de Ebu Hanife ile iftihar ederim”.

İbn’ül-Cevzi’nin uydurması ise ilginçtir: “Gizli­likleri ortaya çıkarmaya yolları yetmez.” Oysa Hz. Resul, Hz. İsa ve Hz. Musa ümmetlerinde Ebu Ha­nife gibi biri olsaydı zora düşmezlerdi. Ebu Hani­fe’nin taraftarları da çoktur.

Yukarıdaki uydurma hadislerle Ebu Hanife övülürken aşağıdaki sözler; onun kişiliği hakkında şüp­helerin doğmasına neden olmaktadır. Bakınız Ebu Hanife ve Şafii ve İbni Hanbel için neler yazılmış;

Buhari : “Ebu Hanife Numan Bin Sabit El Kavfı ve Ebu Sufyan El servi dedi ki; Ebu Hanife Küfür ettiğinden iki defa tövbe etmiştir”.

Ünlü hadisçi Al Bağdadi: “Ebu Hanife, küfrün­den dolayı tövbe etti.”diye yazmış.

Naim, Al Fazari Sufyan Ebu Uyaynah’ın yanındaydım. Ebu Hanife’den bahsederken; “Allah’ın laneti onun üzerine olsun. İslam’ı ayıplayarak yıkan kişidir. İslam dünyasında İslam’ı karalayan biri olmamıştır”.

Maliki: “Ebu Hanife gerçekten şerrin kendisiydi. O olmasaydı İslam Ümmetini kılıçla öldürmek daha kolaydı. Ama o kılıçtan daha kötü bir şekilde fitne ile öldürmüştür.”

Abdurrahman Bin Leyla Ebu Hanife hakkında örnekler verirken beyitlerinde: “Kötülüklerin ta kendisidir. Zurrin oğlu Ömer, Masirin oğlu Kays ve Gutaybati Dakkab ona razı olmazdı. Ebu Hanife kötülüklerin ve kafirlerin hasıdır. Tüm müşriklerin ortağıdır. Ayrıca bütün bölgelerdeki sarhoşlar, Ebu Hanife’nin tebaasından daha hayırlıdır.”

Sahib-i El Gadiri; dört imam hakkında bunları yazmıştır:  “Zaim El-Mazini Hz. Peygamberimizi rüyasında görür ve Şafii hakkında soru sorar. ‘Kim benim sünnetimi ve sevgimi isterse İdris’in oğlu Al Şafii’ye istediklerini söylesin. O benden ben de ondanım’, demiştir”.

Muhammed bin Nasır Et-Tirmizi o dedi ki; “29 sene Hadisler yazdım. Maliki’nin örneklerini (olay­larını) ve sözlerini duydum. Şafii hakkında hiç iyi fi­kirlerim olmadı.

Medine’de Peygamber Mescidinde oturuyordum. Aniden uykuya daldım. Peygamber Efendimizi rü­yamda gördüm. Ya Resullalah Ebu Hanife Hakkındaki düşüncelerini yaz. Yok, dedi. Maliki hakkında düşüncelerini sordum. Bu soruya olumlu bakmadı. Dedim ki Şafii hakkındaki düşüncelerini yaz. Dal­gın ve sinirli bir şekilde Bunun hakkında düşüncem olmaz. “Benim sünnetime karşı gelmiştir.” Bu rüya­nın tesirinden Mısır’a gittim ve Şafii ile ilgili kitabı yazdım.

Ahmed Bin Nusayr Buyurdu ki: Rüyamda Hz. Resulallah’ı gördüm. Dedim ki; Ya Resulallah ümmetimden kiminle dinimizi ve din işlerimizi yapalım. Kendi aramızda onu takip edip dinimize sahip çıka­lım. Ona inanalım. Dedi ki ; Muhammed Bin İdris El Şafii’dir. O da bendendir. Allah ondan razı olmuş­tur. Onun yolunda gidenlerden de razı olmuştur. Kı­yamete kadar ondan razı olacaktır. Dedi ki başka kime inanalım? Dedi ki Ahmed Bin Hanbel, o ilimde Âlim ve bilgili biridir. Ahmed Bin Nusayr El Tirmizi dedi ki “ Çocukken gördüğüm bir rüyada Hz. Resu- lallahı gördüm ve dedim ki kendisine. Din hakkında birçok ihtilaflar gördüm ve bu görüşler çoğaldı. Ebu Hanife hakkında ne düşünüyorsun? Dedi ki; Of... Of, diyip ellerini çırptı. Maliki hakkında düşüncen nedir? Ellerini kaldırdı ve ofladı. Doğruyla beraber yanlış da yaptı.

Bir Hanifi imamına sahip çıkarak Ebu Hureyre’den nakledelim. Kendisi tarafından peygambere dayandırılan Hadiste diyor ki; Ümmetimden biri Ebu Hanife olarak adlandırılan ümmetimin nuru ve üm­metimde Muhammed Bin İdris olarak bilinen zat, fit­neleri İblisin fitnesinden daha fazla olacak ve konuşmaları ümmetime İblisten daha fazla zarar ve­recektir.

Malikiler, Malik Bin Enes’i en büyük alim say­mışlar; ondan önce ve sonra onun kadar derin bilgiye sahip başka alimin olmayacağına inanmışlar, Kur’an’ın okunmasında ve yorumlanmasında onu başvurulacak yegane merci (otorite) bilmişlerdir. İlim yalnız Maliki’deymiş ve kurtuluş yalnızca on- daymış gibi bir beklenti içinde olmuşlar, Onun yo­lunu takip ederek hidayete ereceklerini düşünmüşlerdir.

Halbuki Hz. Peygamber ihtilafların oluşması du­rumunda :“Size iki emanet bırakıyorum. Bunlar, Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt’imdir.” Hz. Peygambe­rin mirası Ehlibeyt’tir. İlim mercii ve hidayet onlarla olacaktır. Ehlibeyt imamları yaşantılarıyla, sosyal münasebetleriyle, yazdıkları eserler ve yetiştirdik­leri öğrencilerle İslam’a büyük katkı sağladılar. Eser­leri bugüne kadar insanlara yol gösterici olmuştur. Dinimizin doğru yaşanmasında ve yayılmasında büyük etkileri olmuştur. Takip edilmesi gereken imamlar Ehlibeyt imamlarıdır. Çünkü onların konuş- tuklari ve yaptıkları Kur’an Ta hiçbir zaman çelişme- miştir. Diğer Mezhep önderleri için bir söyleme ge­reği duymuyorum. Belki bugün sanıldığı gibi iyi insanlardır. Onu Allah bilir. Ancak birbiri hakkında söyledikleri bugün anlatıldığı kadar yüksek mezi­yetli insanlar olmadıklarını gösteriyor.

Hanbeli imamı Ahmet diyor ki:  “İbni Ebi Zeib, Maliki Bin Enes’ten daha hayırlıdır”.

Yahya Bin Said El Kıttan diyor ki; “Süfyan, Maliki’den her şeyde üstündür”.

Ehl-i sünnet kitapları sürekli birbirlerini takip etmiştir. Ayrıca Emevi ve Abbasi iktidarları Hz. Resulallah hadislerini tahrif etmişlerdir. Bu yalanlarını yaymaya kalkacak olursak ciltler halinde kitaplar ya­zılır. Fakat akıl sahipleri için bu kadarı kafidir ve kalplerini doğruya götürmesi için yeterlidir.

Hz. Ali’nin kerameti Allah tarafından verilmiştir. İslamın içinde yer alan nifak ehli ise küfürlerini sak­ladı. Yaptıkları ihanetler meydana çıkmayacaktı; ama amelleri küfür ehlinden olduklarının delili oldu. Hz. Resulün her savaşından kaçtılar. Uhud’ta, Hayber’de, Huneyn’de olduğu gibi. Hayber Savaşı’nda Hz. Peygamberimiz bayrağı/komutayı Ebubekir’e verdi. İki saat sonra savaştan kaçtı. Ertesi gün aynı şekilde Ömer’e komutayı verdi. O da yoldaşı Ebu Bekir gibi iki saat sonra kaçtı. Peygamber Efendi­miz; “Yarın komutayı öyle birine vereceğim ki savaş­tan kaçmayan, savaşa tekrar tekrar giden, Allah’ı ve beni seven ; Allah’ın sevdiği ve benim sevdiğim amcamın oğlu Ali’dir. Sizler de ona güvenin ve onun eliyle fethe ulaşacağız. Çağırın yanıma gel­sin”. Yanına geldiğinde Hz. Resul ağzının suyundan aldı.

Allah aşkına söyleyin kiminle iftihar edelim? Peygamber Efendimize her türlü eziyeti eden Ebu Sufyan Ta mı yoksa oğlu Muaviye’le mi, yoksa Amr Bin As’la mı ve Halid Bin Velid’le mi Yoksa Al Mugayret-i İbin Şabah ve El Velid Bin Ukbah Ve Mervan Bin Hakem ve Ziyad Bin Ebiyh’le mi?

Bunlar Hz. Ali’ye karşı savaşmış ve ona düşman­lık etmişlerdir. Hz. Peygamber Efendimiz birçok hutbesinde dediği gibi “ Ya Ali kim sana karşı sa­vaştıysa benimle savaşmıştır. Benimle savaşan Al­lah’la savaşmıştır.” Bazı mezhepler bunlarla iftihar ediyor. Hak yolda olduklarını, bizim de batıl yolda olduğumuzu iddia ediyorlar. Allah u Teala onların basiretlerini bağlamıştır. Onlar hakikati göremezler.

Bunlar bataklığa saplanmış, ayıplanmış ve kötü­lük içinde olan kişilerdir. Onların reisi Ebu Sufyan, nefretiyle nifakın bayrağını almış ve küfrün temsil­cisi olmuştur. Ayrıca Uhud Savaşı’nda askerleriyle beraber Peygamber Efendimize karşı savaşmıştır. Hayatının son dönemlerinde Ebu Sufyan kör oldu. Emeviler, Hilafeti Osman Bin Affan’a vermek için onun evinde toplandılar: Aranızda yabancı kimse var mı? diye sordu. Yok, dediler. Hilafeti hak yol dı­şında hemen alınız, dedi. Çocukların topu kaptığı gibi hemen. Topluca itiraz ettiler ve dediler ki sen insanlarla aramıza fitne mi sokacaksın? Ama onun oğlu Muaviye’ye lanetler olsun ki; o hak imamı olan Hz. Ali’ye karşı savaşmıştır. Halbuki Hz. Muham- med İmam Ali’nin velayetini tavsiye etmişti. Hz. Ali’yi sevmelerini ve ona biat etmelerini emretmiş­tir.

Görüldüğü gibi Aleviler Hz. Muhammed’in va­siyetine uydular; onun mirasına sımsıkı sarıldılar. Hz. Muhammed’in yanından ayrılmayan ve onun il­tifatına mazhar olan ashabına ve onların ilmine sev­giyle bağlılıklarını beyan ettiler. Kur’an-ı Kerim, sünneti nebevi ve Ehlibeyt’in çerçevelediği dairenin dışına çıkmadılar, inançlarını bu eksende yaşamaya ve yaşatmaya çalıştılar.

Aleviliği, İslam dışında göstermeye, kendi mez­heplerini hak mezhep olarak göstererek insanları kendi istedikleri doğrultuda yaşatmaya, kin ve nefret duygularını topluma enjekte etmeye çalışan sözde âlim sınıfının çabalan boşa çıkacaktır. Yüzyıllardır sahte kahramanlık, zühtlük, sadıklık, adil olma ve bilgili olma gibi uydurma olay, efsane ve menkıbe­leri bugün de sahiplenen bu sözde âlim sınıfı, istediği kadar uğraşsın, Ehlibeyt’in nurunu söndüremeyecektir. O nurun takipçileri olan bizleri yolumuzdan dön- düremeyecektir. Bilakis onların her çabası imanımızı ve itikadımızı güçlendirmekte, bağlılığımızı ve sev­gimizi kat be kat arttırmaktadır.

Çocukları için gece gündüz çalışan anne babalara da bir sözüm var: Çocuklarınızın eğitimi için her türlü çabayı sarf ediyorsunuz. Bu davranışlarınızı takdirle karşılıyorum; fakat çocuklarınızın aldığı eği­tim yalnızca bu dünyayı kurtarıyor. Çocuklarımız doktor, mühendis, öğretmen vb. oluyor; ama kültü­ründen habersiz bir insan olarak yetiştiği için ya­bancı gözlerle bizleri seyrediyor. Denizin ortasındaki dümensiz gemi gibi bir o yöne bir bu yöne savrulup duruyorlar. Onları bu belirsizlikten kurtaracak, güven duygusunu aşılayacak, inançlarını kuvvetlen­direcek ve mutlu olmalarını sağlayacak temel bilgi İslam’dır. Bu bilgiyi onlara verelim; bu güzellikleri tatsınlar, misk gibi yayılan Ehlibeyt felsefesini solu­sunlar, Hz. Muhammed’in sünnetini yaşasınlar, Allah aşkıyla yüreklerini doldursunlar ki huzura er­sinler.

Yukarıda Aleviliğin hak mezhep olduğunu göste­ren delillerin bir kısmını saydık. Kendini hak mez­hep olduğunu iddia edenlerin uydurmaları ve mezhep önderlerinin kişilikleri hakkında anlatılan­ların üzerinde durduk. Onların birbirini nasıl yalan­ladığını ve nasıl ihtilafa düştüklerini gördük. Kendi eserlerinde birbirine çamur atmışlar, olmayan olay­ları olmuş gibi anlatmışlar, yalan zemin üstüne mes­citlerini kurmuşlardır. Bağnaz olmayan her insan tarafsız bir gözle bakarsa onların bu ihtilafını görür. Onların pir saydıkları Ahmet Bin Hanbel, Ebu Hanife, Malik Bin Enes ve Bin İdris Şafii gibi kişilerin Ehlibeyt imamlarıyla kıyaslanamayacağını bu şe­kilde kanıtlamış olduk.

Bu çalışma Alevi kardeşlerimizin duygularını perçinleştirmek, hak yolda olduklarını yinelemek, inançlarını tazelemek ve İslam dünyasındaki yerini görmelerini sağlamak amacıyla yapıldı. Hz. Muhammed ve Ehlibeyt ile ilgili görüşler Alevi ve Sünni ta­rihçi ve yazarların kalemlerinden verildi.

İlk üç halife ve hak mezhep olarak bilinen mezheplerin imamları hakkındaki görüşler için yalnızca Sünni yazar ve ulemanın eserlerinden alıntılar ya­pıldı ki çalışmamızda bir kasıt olduğu düşünülme­mesi içindir. Burada maksat başkalarını eleştirmek, yermek ve küçük düşürmekten ziyade gerçeği ol­duğu gibi aktarmak insanların bunu görerek ve bile­rek kabullenmelerini sağlamaktır. Kimseyi de yolundan döndürme gibi bir gayemiz yoktur. Herke­sin inancı kendine; ama gerçekler saklanamaz. Güneş balçıkla sıvanmaz.

 

Kaynak:

AKAD (Alevi Kültürünü Araştırma Derneği)  DERGİSİ Yıl: 5, Sayı: 8, Aralık 2011, S.21-32

Makale internet adresi: 

http://gadir.free.fr/makale/alevimezhebi.htm