GADİR SAYFASI
EHLİBEYTİN VELAYETİNE GİRMEK
Ş. İzzettin USLU
Ali gibisi varken
başka bir arayış içine girmenin -ayetlerle ve hadislerle
sabittir ki- sonu hüsrandır. Bütün bu açıklama, hadis ve
uyarılardan sonra akıl ve
insaf sahipleri her türlü mezhep taassubunu bırakarak
aşağıdaki ayete tekrar tekrar
yanıt vermelidir:
Hakka ulaştıran
mı uyulmaya daha layıktır; yoksa doğru yola
ulaştırılmadıkça
hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?
(Yunus suresi, 39.
ayet)
Dergimizin bir önceki
sayısında değerli hocamız Sayın Ahmet Davut
ŞANLI,
yazısını bu şekilde soru niteliğindeki bir ayetle
bitirmişti. Bu soru bana bu yazıyı
yazmam konusunda ilham verdi. Sayın hocamıza teşekkür ederek
yazısında en
başından en sonuna kadar belirttiği tüm düşüncelerini
paylaştığımı belirtiyor ve
Alevilerin tercihlerini ne yönde kullandıkları konusuna değinmek
istiyorum. Bedeli çok
ağır olduğu hâlde biz Aleviler, tercihimizi Hakka
ulaştıranlardan yana kullandık.
Tarihin seyri içerisinde biz de defalarca bu sabır ve sebat
imtihanından geçtik.
Horlandık, dışlandık, eziyete ve en kötüsü iftiralara
uğradık. Bazen fetvalarla çoğu
zaman da fetvasız, kılıçtan geçirildik; hurma
ağaçlarında dara çekildik; Allaha
şükürler olsun Ehlibeytin velayeti konusunda tereddüde düşmedik. Bir
an için bile olsa
velayetten, Ehlibeyte muhabbetten şaşmadık. Nasıl
vazgeçebiliriz ki, Yasirin oğlu
Ammar akla hayale gelmeyecek işkencelere rağmen vazgeçti mi
inancından?
Ya annesi Sümeyye, ya babası
Yasir düştüler mi can kaygısına? Şahadet
şerbetini içmediler mi herkesten önce inançları uğruna?
Ammar bin Yasir, Malik bin El Harisil Eşteri Nahi, Muhammet bin Ebubekir;
kimin
velayeti yolunda şehit oldular?
Hucr bin Adiy ve
arkadaşları Merc Azra denilen yerde kimin muhabbeti uğruna
ve nasıl şehit edildiler?
Reşid Haceri, Meysem bin Yahya
Et Temmar, Amr bin Humeg kimin velayeti
uğruna Muaviyenin Valileri tarafından katledilerek şahadete
kavuştular?
Ya Kanber bin Kaden Ed Devsi,
Kumeyl bin Ziyad, Said bin Cubeyr niçin
katledildi zalimlerin zalimi Haccac tarafından?
Ebu Zerr niye sürgün edildi ucu bucağı çöl olan Rebezeye?
Üveysül Karani, Ebu Eyyub Ensari
(Eyüp Sultan) kimin velayetine bağlandılar?
Şüphesiz ki Allah, insanları dünyada başıboş gezsinler
diye yaratmamıştır. Emrettiği
şeyler üzerinde imtihana tabi tutmuştur insanları. Hz. Ali
şöyle buyurur: Canınız
tehlike altındayken bizlere sövmeniz istendiğinde bize
sövebilirsiniz, hâl böyle iken
size günah yazılmayacaktır; ancak bizden beri (uzak) olmanız
istenirse o zaman
boyunlarınızı derhal kılıçlara uzatınız.
(El Hüseyin Bin Hamdan El Hasiybi, Hidayetül
Kübra)
Allahü Ekber! Bunu gören, duyan,
okuyan hangi insan duygulanmaz ve kendini
sorgulamaz? Velayetin önemi daha nasıl anlatılır? Lütfen dikkat
buyrulsun, Ölmek
insanlar için velayetten çıkmaktan çok daha iyidir buyruluyor. Hz. Ali
hâşâ büyüklük
taslamak veya zulmetmek için mi insanları ölüme sürüklüyor, elbette
hayır. Hz. Ali
insanların hayrına olan bir şeyi nasihat ediyor.
İnsanların Hakk indinde ilk önce
velayet konusunda sorguya çekileceklerini; hatta namazdan, hacdan, zekâttan
önce
insanlara velayetin sorulacağını bildiği için bunu
öğütlüyor. Çünkü velayetten
çıkmanın hiçbir gerekçesi
gönülden bağlananlara rahmet olsun diye Gerekirse ölün, ama asla
velayetten
çıkmayın. diyor.
İmam Muhammed Bâkır (a.s.)
bakın ne güzel buyurmuştur:
İslam beş şey üzerine kurulmuştur. Namazı
dosdoğru kılmak, hacca gitmek,
Ramazan ayında oruç tutmak, zekât vermek ve biz Ehlibeytin velayeti.
Bunlardan ilk
dördünün ruhsatı vardır; ama velayette ruhsat yoktur. Çünkü
hac farz olmaz, hasta olan namazını oturarak kılar ve orucunu
bozabilir. Ancak
velayet; sağlıklı, hasta, fakir ve zengin herkese farzdır.
(Vesailüş-Şia c:1 s:14)
Yeri gelmişken Hz. Alinin
sır arkadaşlarından ve ashabın büyüklerinden Hucr
bin Adiyin ibret verici vasiyetlerini burada belirtmekte sonsuz yarar var
kanaatindeyim. Bilindiği gibi halifeliği zamanında Muaviye,
bütün valilere bir
emirname gönderir ki bu emirname şu şekildeydi:
Bundan böyle Ali ile onun Ehlibeytinin
fazileti hakkında bir şey anlatacak olan
kimsenin mal, can ve namus dokunulmazlığı kalmayacaktır.
Hutbelerde Ali ve
Ehlibeytine (hâşâ) lanet okunacaktır. (Ebul Hasan El Medaini, El
Ahdas / Mevdudi
s:234 /Taberi, c:4 s:188 / İbnil Esir, c:3 s:234 / İbn-i Kesir,
Bidaye c: 8 s: 80)
Ne acıdır ki bu
uygulama 1001 ay devam etmiştir, Emevilerden Ömer bin
Abdülazize kadar. O da bu kötü âdeti kaldırmanın bedelini
canıyla ödemiştir.
Hucr bin Adiy ve arkadaşları, camilerde yapılan bu sövgüleri
duyunca çok sert
bir tepki göstermiş ve bunun üzerine Muaviyenin Valisi Ubeydullah bin
Ziyad
tarafından tutuklanmış, sonrasında Merc Azra denilen yere
götürülerek orada
arkadaşlarıyla beraber şehit edilmişlerdir. Tüm arkadaşları
gözlerinin önünde teker
teker şehit edildikten sonra sıra Hucra gelince ona Vasiyetini
yap. denir. Benim üç
vasiyetim var, der Hucr. Birincisi benim iki gözümün
ışığı oğlumu benden önce şehit
edin. O bugüne kadar efendisi Alinin velayetinde benimle adım adım
yürüdü. Onu
gözümün önünde şehit edin ki şehit olduğunu gözlerimle göreyim,
ben de bu
dünyadan rahat ayrılayım. Zira ben, ondan önce şehit olup
gidersem benim kadar
acılara dayanamayıp Alinin velayetinden çıkabilir ve cennette
benimle beraber olmaz.
Ben onun ebedi olarak cehennemde kalma ihtimaline karşılık
oğlumun şehit olmasını
istiyorum. (Mehmet KITAY, Hakiki İslam Tarihi s:293 İkinci vasiyeti
ayağındaki
pranga ve ellerindeki zincirlerle defnedilmesi, üçüncü vasiyeti abdest
alıp iki rekât
namaz kılması)
Yazar Mehmet KITAY, bu olayı
kitabında anlattıktan sonra bir yorum yapıyor ki
Allah ondan razı olsun tüm anne babaların dikkatini çekiyor: Biz de
kendi
evlatlarımızın saadetini düşünmeliyiz. Onların
başıboş, gelişigüzel hayat sürmelerine
göz yummamalıyız. Onların dinine ve imanına zarar getirecek
şeylerden onları
korumalıyız. Zira üç beş günlük hayatın
yaşantısına aldanıp ebedi saadetten mahrum
kalabilirler.
da cennet ehli olmalarını arzu etmeliyiz. (Mehmet KITAY, Hakiki
İslam Tarihi s:293)
Değerli kardeşlerim,
elimizde bulunan ve değerini hiçbir kelimeyle
anlatamayacağımız cevherin, marifetin kıymetini bilelim. Ne
olur bu cevhere, marifete
layık olalım. Eşimizi, çocuklarımızı,
akrabalarımızı, dostlarımızı, sevdiklerimizi
uyaralım
ve onların inşallah cennet ehli olmaları yolunda, velayete
sımsıkı bağlı bireyler
olmaları yolunda gayret gösterelim. Kadını, erkeğiyle bir
tek bireyimiz bile velayeti,
namazı, orucu ve diğer ibadetleri asla hafife almamalı; aksine
onları canı pahasına
sahiplenmelidir. Kadınımız da bu ibadetleri yerine getirmeli,
erkeğimiz de; gencimiz
de yaşlımız da. Yoksa önce kendimize sonra topluma yazık
ederiz. Allah bizi
kaybedenlerden değil, kurtulanlardan olmamızı nasip etsin.
Evet, konumuza tekrar dönelim ve
şu soruyu yanıtlayalım: Ehlibeytin
velayetine girenler bedel ödedi de hidayet önderleri olan Ehlibeyt, bundan geri
mi
kalmıştır? Zaman bize hidayet önderleri olmakla bu bedeli ilk
ödeyenlerin bizzat
Ehlibeytin kendisinin olduğunu gösterdi. İslamın
yerleşmesi ve putperestliğin ortadan
kalkması yolunda eşsiz mücadele gösteren, tüm savaşlarda Hz.
Muhammedin
(s.a.a.v.) hak sancağını taşıyan ve bu
savaşların kazanılmasını sağlayan, kimsenin
karşılarına çıkmaya cesaret edemediği en
azılı ve yola gelmez düşmanları tek kılıç
darbesiyle yok eden, şu anda isimleri en başköşede anılan
kişiler savaş
meydanlarında Peygamberi düşmanların ortasında
bırakıp can kaygısıyla ceylan gibi
sekip kaçarken Hz. Muhammedi yanındaki birkaç kişiyle koruyan Hz.
Aliden; adeta
yaptıkları dolayısıyla intikam
alınmıştır. Hz. Muhammed (s.a.a.v.) bunu, bu dünyadan
göç etmeden önce sezmiş ve şu uyarıyı
yapmıştır:
Ey halk, ne oluyor size? Âl-i
İbrahim zikrolunduğunda yüzünüz gülüyor ve nefsiniz
bundan hoşlanıyor da Muhammed ve Ehlibeyti zikrolunduğunda
kalbinize kasvet
geliyor ve yüzünüz buruşuyor. Vallahi yetmiş peygamberin
yaptığı iyi amelleri
yapsanız dahi, Ali ve evlatlarını sevmedikçe cennete giremezsiniz.
Allahın bir hakkı
vardır ki onu sadece Allah, ben ve Ali biliriz. Benim bir hakkım
vardır ki onu sadece
Allah ve Ali bilir. Ve Alinin bir hakkı vardır ki onu sadece Allah
ve ben biliriz. (Hafız
Muhammed Bin El Fevaris, El Erbain s:24)
Zamanla Peygambere muhalefet o kadar yükseldi
ki bu muhalefet ekseninde
başı çeken Kureyşliler, işi küstahlık derecesine kadar
taşıdılar ve Peygamberin geldiği
soy olan Beni Haşimi hedef alarak Çiçek bazen de bataklıkta
yeşerir. sözünü
kullanmışlardır. (Yenabiül Mevedde s:11)
Bu yüzden Hz. Muhammed (s.a.a.v.),
Ehlibeytinin uğrayacağı sıkıntılardan
dolayı üzüntü ve endişe duyar. Bir defasında: "Benden
sonra Ehlibeytim bu ümmetin
elinden pek çok perişanlıklar çekecek ve ümmetim tarafından
öldürüleceklerdir." diye
buyurmuştur. (Yenabiul-Mevedde, s:111)
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) bir gün Bazıları
Ehlibeytim konusunda eziyet
ediyorlar bana. diye buyurur. Bunu duyan ensar (Medineli Müslümanlar)
derhal
silahlanıp savaşa hazır hâlde Peygamberin yanına giderler.
Ancak Peygamberimiz
Ensarı sakinleştirerek
Kureyşin bu olumsuz ve yola gelmez tavrını gören Hz. Muhammed
(s.a.a.v.)
her defasında onları uyarıyordu: Ehlibeytime zulüm
eziyet etmekle bana eziyet
Keşşaf Tefsiri/Şura suresinin 23. ayetinin tefsirinde)
Hz. Muhammedden (s.a.a.v.) sonra
muhacir diye de anılan Kureyşliler,
Peygamberimizin öngördüğü gibi Hz. Aliye karşı büyük bir kin
kustular. Hz. Ali,
yapılacak zulmün kendisiyle bitmeyeceğini bu zulmün evlatlarına
da yansıyacağını
biliyordu. Konuyla ilgili yakın dostlarına şu sözü
buyurmuştu: Kureyşliler, Hz.
Peygambere besledikleri kin ve düşmanlığı bana
karşı sürdürdüler ve benim
evlatlarıma da aynı şeyi yapacaklar. Benim Kureyşle bir
alıp veremediğim yok. Ben
Allah ve Resulünün emriyle onlarla savaştım. (Yenabiül Mevedde
s:111)
Muhterem kardeşlerim, Hz.
Muhammed (s.a.a.v.), ailesinin başına ne
geleceğini biliyordu ve bunu her fırsatta belirtiyordu. Sevgili
kızı Hz. Fatımanın evinin
yakılmak istendiği ve atılan tekme sonucu bebeğini
düşürdüğü ve bütün bu olayların
Peygamberimizin dünya değiştirmesinden sadece günler sonra
gerçekleştiği
malumunuzdur. Hz.
Ali de ailesinin başına ne geleceğini biliyordu ve bunu her
fırsatta
belirtiyordu. Hz. Alinin oğlu Ehlibeytin ikinci İmamı ve Hz.
Muhammedin sevgili
torunu Hz. Hasan, Muaviye tarafından zehirlendi. Kerbelada Hz. Alinin
diğer oğlu ve
İslam Peygamberinin reyhanesi ki Ehlibeytin üçüncü imamıydı-
Hz. Hüseyin (ve
Peygamber ailesinden 72 kişi) Kerbelada Muaviyenin oğlu Yezitin
emriyle katledildi.
12. İmam hariç sırasıyla Ehlibeytin tüm imamları teker
teker şehit edildi. Onların her
biri babalarının, dedelerinin şehit edildiği gibi
kendilerinin de şehit edileceklerini
biliyorlardı; ama asla dünyanın geçici, aldatıcı, sahte
hayatına kanmadılar ve
etraflarını bir güneş gibi aydınlatmaya devam ettiler.
İşte bütün bunlar bizim için birer
örnektir. Cennet kolay değil, cennet onu hak edenlerin olacak.
İslama karşı giriştikleri savaşta Kureyşlilerin
kimi babasını, kimi dayısını, kimi kardeşini
Hz. Alinin Zülfikarıyla kaybetmişti.
Hz. Ali (a.s) sonraları Muaviyeye yazdığı bir mektupta
şöyle diyecektir:
... Bir savaşta deden
Utbeye, dayın Velite ve kardeşin Hanzeleye indirdiğim
kılıç
şimdi yanımdadır. (Nehcü'l-Belağa, Subhi Salih, 64. mektup, 28.
mektupta da bu
konuya değinmiştir. Bu savaş, Bedir Savaşıdır.)
Dolayısıyla görünüşte
Müslüman olmalarına rağmen içlerinde Haşimilere ve
özellikle Hz. Aliye karşı kin güdüyorlardı. Gerçekten de
Kureyş denilen bu güruh, işe
ilk olarak halifelik hakkını Aliden gasp ederek
başladılar. Emevilerin başı çektiği bu
güruhun kini; İmam Alinin camilerde 1001 ay boyunca sövülmesine,
İmam Hasanın
zehirletilmesine, İmam Hüseyinin ve Peygamberin soyundan 72 kişinin
Kerbelada
katledilmesine, geri kalan Ehlibeyt imamlarının on ikincisi hariç
hepsinin şehit
edilmesine, Ehlibeyt taraftarlarının diri diri toprağa
gömülmelerine, işkencelerle
öldürülmelerine, yüz binlere varan sayılarla topluca katledilmelerine
kadar varacaktı.
Ali bir gün Ey Abdülmüttalipoğulları! dedi. Kureyş,
Peygamberin hayatında
olduğu gibi vefatından sonra da size karşı olan
amansız düşmanlığını sürdürüyor. O
hâlde Kureyşin sözü geçerli oldukça size hiçbir hak tanınmayacak.
Allaha yemin
ederim ki, kılıçtan başka bunları hiçbir şey
düzeltmez. Bu arada Ömer oğlu Abdullah,
bu sözleri dinliyordu. Ey Ebel Hasan, sen Müslümanları birbirine
kırdırmak mı
istiyorsun? dedi. Hz. Ali, Sus, Allah seni kahretsin. Yemin ederim ki baban
olmasaydı
ve ezelden beri bana karşı takındığı sinsi durum
olmasaydı, şimdi ne Osman ne de
Abdurrahman karşımda boy gösterebilirdi. diye
karşılık verdi. (İbn-i Ebil Hadid, Şerh
c:2 s:391)
Resulullahın amcası
Abbas, Peygambere: Kureyş birbirleriyle
karşılaştıklarında güler
yüz gösteriyorlar ama bizi gördüklerinde tanımadığımız
yüzlerle karşılaşıyoruz. dedi.
Resulullah öfkelenip şöyle buyurdu: Muhammedin canını
elinde bulundurana ant
olsun ki sizi, Allah ve Resulu için sevmedikçe onların kalbine iman
girmemiş
demektir. (İbn-i Kesir, El Bidaye c:9 s:28 /
El Fesval Marife Vet Tarih, c:1 s:295)
Hz. Fatıma ya sorulur: Neden
halk sizin ve Alinin aleyhinde olup onun
(Alinin) kesin olan hakkını gasp ettiler? Hz. Fatıma
şöyle buyurdu:
Bunların hepsi Bedir Savaşından kalan kinler ve Uhud
Savaşının
intikamlarıdır. Bu kinler münafık kalplerde saklıydı.
Ama hedeflerine ulaştıklarında
(hükümeti gasp ettiklerinde) kinlerini bize kustular. (Bihar-ül Envar, c.43,s.156
/
Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.2,s.205 / Nehcul- Hayat, s.46
ve 117)
Hirre
faciasından sonra Muaviyenin oğlu Yezitin okuduğu şiir,
bu gizli emelin
dışavurumundan başka bir şey değildir. Peygamberimizin
Medine şehri hakkında
Medine halkını zulmetmek suretiyle korkutanlar Allahı
korkutmak istemiş gibidir.
Allahın, meleklerin ve bütün halkın laneti onların üzerinedir.
Kıyamet günü de Allah,
günahlara karşı fidye
Bir başka hadiste şöyle
buyrulmuştur: Medineye karşı fenalık düşüneni
Allah,
cehennem ateşinde kurşun eritir gibi yakar. (Mevdudî, Hilafet ve
Saltanat s:248)
Bu hadislere rağmen Yezit, daha
faciasını yaşatacaktır. Bu olayı insaflı Ehli
Sünnet âlimi Mevdudîden olduğu gibi
aktaralım:
HIRRE FACİASI
Medine
halkı fasık ve facir nazarıyla baktığı Yezite ve
iktidarına karşı ayaklanarak
valiyi
şehir hudutları dışına atmış yerine Abdullah
bin Hanzalayı getirmişlerdir. Bu
hadise
kendisine haber verilince Yezit, Müslim bin Ukbe El Murriyi on iki bin askerle
Medineye
gönderdi ve kendisine şu talimatı verdi: Şehir halkına üç
gün mühlet ver.
Bu
süre içinde isyandan vazgeçip itaat etmeleri gerekir. Aksi takdirde onlarla
muharebe
et. Zafer kazandıktan sonra da bütün şehir üç gün boyunca yağma
edilecektir.
Muharebe başladı. Yezitin emri gereğince ordu mensuplarına
evlerin
yağma
edilmesi hususunda müsaade verildi. Yani onlara Üç gün boyunca bu şehirde
istediğiniz
rezaletleri yapabilirsiniz. dendi. İşte her şey bu üç gün
içinde cereyan etti.
Her
taraf yağma edilip dağıtıldı. Şehir halkı,
muharebelere iştirak etmeyenler dahi
sebepsiz
yere keyfi olarak kılıçtan geçirildi. İmam Zührînin
anlattığına göre yedi yüz
zat,
halktan da on bin kadar insan katledildi. Zulmün
derecesine bakın ki, evlere
saldıran
askerler ellerine geçirdikleri malları almakla yetinmediler. Üstelik masum
kadınların
üzerine de çullandılar. Hafız İbn-i Kesir bu hususta şöyle
yazar: Bu hadise
esnasında
bin kadar kadın kendi kocalarından gayrı kimselerden hamile
kaldı.
Şimdi
diyelim ki Medine halkı hükümete isyan etti
.. Fakat halkı isyan
Müslüman
bir memlekette hatta gayri Müslim bir beldede hatta muharip kâfir bir
ülkede
böyle bir muamelenin serbestçe icra edileceğini akıl
şey
görülmüş, işitilmiş midir? Hele bu hareketler başka bir
şehirde değil de Medinede
cereyan
etsin. Öyle bir şehir ki, oranın fazileti hakkında Allahın
Resulünden nice
hadisler
rivayet edilmiştir. (Mevdudî, Hilafet ve Saltanat s:247/248 Bu
olayın
ayrıntıları
için İbn-i Esir c:3 s:310 / Taberi c:4 s:372 / El Bidaye c:8 s:219a
bakılabilir.)
Hırre faciasıyla ilgili
tarihçilerin ve yakın dönem araştırmacıların
açıklamalarını
görelim:
Hırre
olayında Medinede bin kızın ırzına geçildi.
(Celalettin Suyutî, Tarihül
Hülefa)
Bu
faciadan hemen sonra Yezitin komutanları Medine halkından zorla
Yezitin
kulları
olarak biat aldılar. Bu biat sırasında Yezitin halis kulu
olmayı reddedenlerin
boynu
derhal vuruldu. (Mesudî, Muruc c:3 s:79)
Yezitin komutanlarından Hüseyin
bin Numeyr, Kâbenin etrafına mancınıklar
yerleştirip
Beytullahı ateş ve taş yağmuruna tuttu. Bu
saldırılarda Kâbe tutuşup
yanmış
ve duvarları yıkılmıştır. (Yakubî Tarihi, c:2
s:181 / Taberî c:4 s:383 / İbnül
Esir
c:3 s:316 / El Bidaye c:8 s:225 / Tehzibüt Tehzib c:11 s:361)
Hırre
olayında kadınlar ve çocuklar hariç on bin insan öldürüldü.
Bunların yedi
yüzü
muhacir ve ensar sahabelerdi. Bedir Savaşına katılmış
sahabelerden hayatta
kalanların
tümü bu savaşta öldürüldü. Medinenin yağmalanması
sırasında
kadınlardan
başka bin bakire kızın ırzına geçildi. (Ali AKIN,
Peygamberimizin Hayatı,
Kuran
ve İlk Sapmalar s:420)
Şimdi Allah aşkına bir
defalığına bile olsa taassup elbisesini bir kenara atıp
Ehlibeytin
tertemiz betülü olan Peygamberimizin kızı Hz. Fatımanın bu
sözünü
değerlendirelim.
Bunların
hepsi Bedir Savaşından kalan kinler ve Uhud
Savaşının
intikamlarıdır.
Bu kinler münafık kalplerde saklıydı. Ama hedeflerine
ulaştıklarında
(hükümeti
gasp ettiklerinde) kinlerini bize kustular. diye
buyurmuştur Fatımatüz
Zehra.
Hz. Fatıma bu sözü söylemedi deyip işin içinden çıkılamaz.
Sorunlar böyle
gerçekleri
inkâr ederek çözüme kavuşmaz. Hırre faciasından sonra Yezit
büyük bir
sevinçle
İbnüz Zebarinin Uhut Savaşında söylediği şiiri
okumuştur: Keşke Bedir
Savaşında
ölen büyüklerim bunu görselerdi
. Haşimoğulları peygamberlik
iddiasını
ortaya
atmakla hükümdarlık için bir oyun oynadılar. Oysa Allahtan gelen bir
hadis de
yok
inen bir vahiy de. (Belazurî, Ensabul Eşraf c:5 s:42
/ İbn-i Kesir, El Bidaye c:8
s:221
/ İbn-i Kuteybe, El İmame c:1 s:173 / İbn-i Hacer, El İsabe
c:3 s:475)
Bunlar inkâr edilebilir mi ya da
bunları inkâr etmek en başta Hz. Muhammede
(s.a.a.v.)
ve onun tertemiz Ehlibeytine zulüm değil mi? Nerede acı bir gerçek
dile
getirilse
Bu,
Rafizîlerin (reddedenlerin yani güya Şiilerin) uydurmasıdır.
denilerek
zulüm
üstüne zulüm inşa etmek ve ayrılık, fesat, düşmanlık
tohumları ekmek kime ne
fayda
verecektir?
yazar:
Rezalet
büyüdü. Musibet boyunu
Hiçbir
gün Hüseyinin öldürüldüğü güne benzemeyecektir.
Yezit cevap olarak
yazdığı mektupta gerçek yüzünü gösteriyor:
Ey
ahmak! Biz yenilenmiş bir eve geldik. Serilen yataklara uzandık.
Yumuşak
yastıklara
dayandık. Yaptığımız savaşlar bunun içindi.
(Belazurî Tarihinden naklen
Muhammed
et Tiycanî, Kurandaki Sünnet Ehlibeyte Gönül Verenlerin Yoludur s:201)
Görüldüğü gibi Yezitin amacı
din, iman değil; öncelikle Bedir Savaşının
intikamını
almak ve sonra serilen yataklara uzanıp yumuşak yastıklara
dayanmaktır.
Tarih
bütün bu rezillikleri kaydetmişken hâlâ Bunlar Rafizîlerin
uydurmalarıdır.
demek
insafa, vicdana, insanlığa sığar mı?
Evet, Ehlibeytin yolunda yürümek bedel
ister; ama bu bedeli ilk önce bizzat
Ehlibeytin
kendisi ödedi. Yeri gelmişken bir olayı anlatmakta fayda vardır.
Vaktiyle
biri,
Resulullahın yanına gelmiş ve Ey
Allahın Peygamberi! demiş. Ben
seni çok
seviyorum. Hz. Peygamber
Bekle, çok bela göreceksin.
söyleyebilirim.
cevabını vermiş. Adam devam etmiş:
Amcanızın oğlu Ali yi de çok
seviyorum. demiş.
Peygamber bu söze O hâlde çok düşmanın olacak,
bunu
söyleyebilirim. demiş. Adam yine devam
etmiş: Ben Hasan ve Hüseyini de
çok
seviyorum. demiş. Allahın Resulü bu
sefer son cevabını vermiş: Fakirliğe
ve
zulme
şimdiden kendini hazırla.
Muhammet Et Tiycanî, Ve Hidayete
Erdim adlı kitabında aktardığı bu yazıya
şöyle
devam ediyor:
Bu yolda yürümenin bedeli
ağırdır. Bu bedeli önce Ebu Abdullah El Hüseyin (Hz. Hüseyin)
ile ailesi ve aşireti ödemiştir. Ondan sonra
tarih boyunca hatta bugüne kadar Hz. Alinin
taraftarları, Ehlibeyte bağlılıklarının
faturasını çok ağır ödemeye devam ediyorlar.
(Tiycanî, Ve Hidayete Erdim s:196)
Hz. Muhammedin cennet gençlerinin
efendileri diye buyurduğu İmam Hasan
ve
İmam Hüseyin; Muaviye ve oğlu Yezit tarafından katledilecektir.
Hz. Peygamberin
soyu
Kerbelada çoluk çocuk demeden görülmemiş bir vahşetle ortadan
kaldırılmaya
çalışılacaktır.
Ehlibeytin sonuncusu hariç diğer imamları da sapık halifeler
tarafından
zehirletilerek
şehit edilecektir. Ehlibeyte ve Peygamberin soyuna düşmanlık o
kadar
ileri
boyuta varacak ki Muaviye, bu tertemiz soya camilerde 1001 ay boyunca lanet ve
sövgülerde
bulunma geleneğini başlatacaktır. Sonraları Ali adı
yasaklanacak ve Ali
adındaki
çocuklar öldürülecektir. Hz. Alinin taraftarları da görülmemiş
işkencelere
uğrayacak,
kimi diri diri toprağa gömülecek kimi her gün bir organı kesilmek
suretiyle
şehit
edilecek, kimileri de yüz binlerle birlikte kılıçtan geçirilecektir.
Nitekim Hz. Ali şöyle
buyurmuştu: Bir dağ bile beni sevdiğini
söylese, mutlaka
azaba
uğrar. Rivayet edilmektedir ki
tek
başına yaşasa, orada bir adam ortaya çıkar ve ona eziyet
eder, sıkıntı verir. İşte
Ehlibeyte
bağlanmak, Peygamberin vasiyetine uyup onların izinde yürümek büyük
bir
sabır
ve bedel isteyen imtihan ister. Çünkü ayette geçtiği gibi Allah
sabredenlerle
beraberdir.
Ehlibeytin takipçileri konusunda İmam Cafer-i Sadık şöyle
buyuruyor:
Bizler
sabredeniz; ama taraftarlarımız bizden daha
sabırlıdır.
Canım
sorduğumda
İmam buyurdu ki: Biz, sabrımızın
sonucunda ne kazanacağımızı
biliyoruz;
ama onlar sadece bize muhabbetlerinden mükâfatını bilmedikleri
şeyler için
(bu
kadar zulme) sabrediyorlar. (Usul-i Kâfi)
Bugünün insanı İslamda
oluşan bölünmeyi bunları bilmeden nasıl
değerlendirecek?
İlahiyat fakültesi mezunu çok hocayla, gençle sohbetlerim oldu,
çoğunun
bile daha 12 imam hadisini, Gadir-i Hum hadisini, Sefine-i Nuh hadisini,
Sekaleyn
hadisini, Velayet ayetini, Ehlibeyt kavramının gerçek
manasını bilmediklerine
hatta
duymadıklarına şahit oldum. Hâl böyle olunca diğer
vatandaşlar nasıl bilecek
bunları?
Bunlar üniversitelerde bile öğretilmiyor, anlatılmıyor.
Nasıl anlatılsın ki? İbn-i
Ebil
Hadid, Şerh-i Nehcül Belaga adlı eserinde şöyle yazar:
Hilafet için aday olan
Sad
Bin Ubade, bir gün halifeliğin Alinin hakkı olduğunu
kanıtlayan bir hadisi oğlu
Kaysın
yanında söyler. Kays, babasına çok kızar ve Sen,
Peygamberin hadisini
kulağınla
işittiğin hâlde bir de halife olmayı kendine
yakıştırdın, öyle mi?
dedikten
sonra
Kendime ahd ediyorum, bundan sonra seninle tek bir kelime
bile
konuşmayacağım. Hâlbuki
Kaysın babasına karşı öyle saygı ve
bağlılığı vardı ki
dillere
destandı.
İşte bu yüzden gerçekler
anlatılmıyor, gizlenebildiği kadar gizleniyor,
çarpıtılabildiği
kadar çarpıtılıyor. Gerçekleri
anlatmak isteyenler de sindirildikçe
sindiriliyor,
ezildikçe eziliyor; hatta hiçbir vicdanın
uğratılıyor,
katlediliyor. Çünkü Sad Bin Ubadenin oğlu Kaysın tepkisi gibi bir
tepkinin
oluşmasından
korkuluyor. Şu anda insanlar tarih kitaplarını okusa, hadis
kitaplarını
incelese,
taraflı ya da tarafsız hangi gözle bakarlarsa baksınlar
kesinlikle gerçeğin
farkına
varacaklardır. Buna en iyi örnek, koyu bir Ehlisünnet âlimi iken Iraka
yaptığı
yolculuk
sırasında ufku açılan ve Ehlibeytin velayetine bağlanmakla
kendi deyimiyle
hidayete
erdim diyen Paris Sorbon Üniversitesi Profesörü Tunuslu Muhammed Et
Tiycanî
Es Semavîdir. Kendisi Allah sağlıklı uzun ömür versin
hayattadır ve canlı bir
örnek
olarak karşımızdadır. Gerçeklerin farkına varıp
velayete bağlananlara selam
olsun.
En
başından beri vurgulandığı gibi Ehlibeyte
bağlanmak, Peygamberin
vasiyetine
uyup onların izinde yürümek büyük bir sabır ve bedel isteyen imtihan
ister.
Ne
mutlu bu imtihandan başarıyla çıkana. Allah bizleri Ehlibeytin
nurlu yolundan
ayırmasın.
Kaynak:
AKAD (Alevi Kültürünü Araştırma
Derneği) DERGİSİ Yıl: 4, Sayı: 7, Eylül
2010, S.17-21
Makale internet
adresi:
http://gadir.free.fr/makale/ehlibeytinvelayeti.htm