GADİR
SAYFASI
ALEVİLERİN HAKLI DAVASI
Ş. Nurettin REYHANİ
Aleviler, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) vasiyeti üzerine Hz. Ali’ye
(a.s) tabi olup
onun etrafında birleşenlerdir.
Hz. Muhammed (s.a.a.v) hayatı boyunca bu
vasiyetini bazen açık bazen de
dolaylı olarak Müslümanlara bildirmiştir. Örneğin
hadisi şerifinin birinde: “Ey Ali! Seni yalnız mümin olan
sever ve seni yalnız
münafık olan sevmez.” ¹ derken, Ali’yi sevenlerin cennete
gideceğini,
sevmeyenlerin ise cehennem ateşinde
yanacağını belirtmek istemiştir.( İmam
Ahmet bin Hanbel – Müsned (Cilt 1, Sayfa
84),İbnil Kesir – Tarih (Cilt 7,
Sayfa 354),İbni Hacer el Heytemi –
Savaık (Sayfa 73),Suyuti – Cami
(Cilt 2, Sayfa 299)
Hatta Şafii mezhebinin kurucusu olan Muhammed bin İdris el
Şafii bir şiirinde:
“Ali’yi sevmek her şeyden
korunmaktır
Ali ins ve cinlerin imamıdır.
Peygamberin tartışmasız
vasiyyidir
Cennetle cehennem arasındaki
sınırdır.” demiştir.
(Muhammed bin
İdris eş’ Şafii - Divan
Şiir eş’Şafii)
Güvenilirliği herkesçe kabul edilmiş kaynaklar,
Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) Hz.
Ali’yi (a.s) metheden hadisi
şerifleri ile doludur. Biz bunların sadece birkaç tanesinden
bahsedeceğiz ki bunlar
haklılığımızı ispat etmeye yeter de artar bile…
Yolumuzu
ve inancımızı eleştirenlere hitaben diyoruz ki, biz Hz.
Muhammed’in
(s.a.a.): “Ben ilmin şehriyim Ali de ilim
şehrinin kapısıdır. İlim şehrine
girmek isteyen kapıdan girsin.” hadisi şerifine istinaden, ilim
şehrine Hz.
Muhammed’in (s.a.a.v) işaret
ettiği kapıdan girdik ki, dinin gerçek hükümlerini ve
şeriatın hakikatlerini
olduğu gibi alabilelim.( Ebu
Abdullah el Hakim Müstedrek
(Cilt 3, Sayfa 226),El Muttekı el
Hindi Müntahap Kenzül Ummal (Cilt 5,
Sayfa 33), Ebu Naim – Hilye (Cilt 1,
Sayfa 61)
Din usulünde ya Eşaire ya da Mu’tezile kollarından birine
uymamız konusunda
bize baskı yapılıyor ve
dört büyük mezhepten birisine tabi olmamız isteniyor. Hâlbuki
bu mezheplerin
haklılığı ve doğruluğuna dair ne Kur’an-ı
Kerim’e ne de hadisi şerife
dayalı bir kanıt vardır.
Bizim
ise Hz. Ali (a.s) ve Ehlibeytini sevmemiz konusundaki
haklılığımız gerek
Kur’an-ı Kerim’de gerekse güvenilir
kaynaklarda mevcut olan hadisi şeriflerle
desteklenmiştir. Bunlardan birisi “sakaleyn” hadisidir. Hadisi şerifte buyuruyor
ki:
“Ben aranızda biri diğerinden
daha büyük olan iki büyük ve değerli emanet
bırakıyorum: Allah’ın
kitabı Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeytim. Bu ikisi hakkında
nasıl davranacağınıza
dikkat edin. Çünkü Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeytim,
havz başında bana
kavuşuncaya dek birbirinden ayrılmazlar.”( Heysemi –
Mecma’uz Zevaid (Cilt 9, Sayfa
162),Nisaburi – El Müstedrek üs’Sahiheyn
(Cilt 3, Sayfa 109),Heytemi Üsd’ül
Ğabe (Cilt 2, Sayfa 12) ve Savaik el
Muhrika (Sayfa 122)
Bir diğer hadis ise “sefine” hadisidir.
Hadisi şerifte buyuruyor ki: “Ehli
Beytim Nuh’un gemisi gibidir. Kim ona
bindiyse kurtuldu, kim ondan yüz
çevirdiyse boğuldu ve helak oldu.” Heysemi
– Mecma’uz Zevaid (Cilt 9,
Sayfa 168) Şeyh Süleyman el Hanefi
el Kunduzi – Yenabi’ul Meveddeh
(Sayfa 31) (Necef
baskısı)Nisaburi – El Müstedrek (Cilt 3, Sayfa 151)
Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.a..): “Ehlibeytimin aranızdaki misali,
İsrailoğullarının
Hıtta kapısı gibidir. O kapıdan geçen affedilir.” hadisi şerifi
ile Ehlibeytini, Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresinin 58. ayetinde zikredilen “Hıtta
kapısı”na benzetmiştir. Bu ayeti kerime’de
şöyle buyuruluyor: “Bir
zamanlar biz;
bu şehre girin, dilediğiniz
yerde ondan dilediğinizi bol bol yiyin, kapısından
eğilerek girin, hıtta ( ya
Rabbi bizi affet) deyin ki sizin hatalarınızı
bağışlayalım. Zira
biz, muhsinlere ziyade vereceğiz.”
Bu hadisi şeriflerden sadece bir tanesi bile, biz Alevilerin
doğru yolda olduğunu
ispat etmeye yeterlidir. Ve bunu anlamak
için bir dâhi ya da bir bilim adamı olmaya
da gerek yok. Sadece biraz insaf sahibi
olmak, biraz da kuru inat ve bencillikten
arınmış olmak kâfidir.
Ne
din usulünde El Eş’ari ya da Vasil bin Ata’ya (Mutezile) ne de mezhep
bakımından Ebu Hanife, Malik
bin Enes, Ahmet bin Hanbel ya da Muhammed bin İdris
el Şafii’ ye tabi olunması ile
ilgili hiçbir geçerli delil yokken, biz Hz. Ali (a.s) ve
Ehlibeytinin yolundan gidilmesi
gerektiğini güvenilir kaynaklara dayanarak
söyleyebiliyoruz.
Mesela
bunlardan birisi Şeyh Süleyman el Hanefi el Kunduzi’nin “Yenabi’ul
Meveddeh” adlı eserinde, Şeyhülislam el
Hamevini’nin “Feraidul
Sımtayn” adlı
kitabından yaptığı
bir alıntıda, Said bin Cübeyr’in Abdullah bin Abbas’a isnaden
Peygamber Efendimiz’ in (s.a.a.): “Ey Ali! Ben
ilmin şehriyim, sen de kapısısın.
İlmin şehrine kapıdan
başka bir yerden girilemez. Seni sevmeyip de beni
sevdiğini söyleyen, yalan
söylemiş olur. Çünkü sen bendensin, ben de
sendenim. Etin etimdir, kanın
kanımdır, canınsa canımdır. Senin kalbinin
esrarı benim kalbimin
esrarıdır. Sende görünen bende görünendir. Sana
itaat eden mutlu, itiraz edenler ise
mutsuz oldu. Senin yolundan gidenler
kazandı, sana düşman olanlar
ise hüsrana uğradı. Senin yanında olanlar
faydalandı, sana karşı
olanlar ise helak oldu. Benden sonra sen ve soyun,
Nuh’un (a.s.) gemisine benzersiniz. Kim
gemiye bindiyse kurtuldu, kim yüz
çevirdiyse helak oldu. Ehlibeytim gökteki
yıldızlara benzer; kıyamete kadar
biri gözden kayboldukça bir diğeri
görünür.” şeklinde
buyurduğu
nakledilmiştir.(Taberani – (El Avset) Şeyh Süleyman
el Hanefi el Kunduzi
Yenabi’ul Meveddeh (Sayfa 28) Nebhani –
Erba’in (Sayfa 216)
Allah-u
Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de:“O,
keyif ve hevesinden konuşmaz.
Ancak Rabbinden gelen vahiyle söyler.” (Necm
Suresi 3 ve 4. Ayetler) diye
nitelendirdiği sevgili
Peygamberimizin (s.a.a.), dini ve tarihi kaynaklarda mevcut olan
hadisi şeriflerine istinaden biz,
Hz. Ali’ye tabi olduk. O Ali ki (a.s) Hz. Peygamberin
(s.a.a.v) amcasının
oğludur. Babası, Hz. Muhammed’e (s.a.a.v) çocukluğundan
itibaren kucak açıp, gençliğine
kadar onu yetiştiren Ebu Talip’tir.
Hz.
Muhammed (s.a.a.v) peygamberliğini ilan ettiği vakit Hz. Ebu Talip,
Kureyş
kabilesini toplayıp Hz. Peygamber’in
(s.a.a.v) her zaman arkasında olacağını açıkça
ifade etmiştir. Kureyş
kabilesine, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) kılına zarar gelmesi
halinde Haşimoğulları ile
birlikte, soyundan kimse kalmayıncaya kadar kendileriyle
savaşacağını
bildirmiştir.
İşte
Hz. Peygamber’ in (s.a.a.v) bu amansız koruyucusu olan Ebu Talip,
bazı
kesimlerce müşrik ve cehennem
ehlinden sayılmıştır. Hz. Peygamberin (s.a.a.v) yüzü
suyu hürmetine cehennemde ateşin en
sığ olduğu yerde bulunacakmış… Bu iddialar
Hz. Ali ve onun masum soyuna (a.s.s.)
güttüğü nefretle bilinen Muğiyre bin Şube’nin
rivayetlerine
dayandırılmaktadır. Ve maalesef ki Müslümanların büyük bir
çoğunluğu
bu asılsız iddialara
kanmış durumdadır.
Ama
Hz. Muhammed’e (s.a.a.), peygamberliğini ilan etmeye
başladığından beri
sürekli düşmanlık gösteren ve
Peygamber’ e bütün gücüyle karşı çıkan, Kureyş
kabilesini kendisine karşı
ayaklandıran, hatta hicrete engel olmak için, Kureyş kâfirleri
ile birlikte Hz. Peygamber’ in
öldürülmesine ilişkin kararlar aldıran Ebu Süfyan, hicret
gerçekleştikten sonra da Medine’de
Hz. Peygamber’e (s.a.a.v) olan düşmanlığını
sürdürmüştür. Hatta Hz. Peygamber’ e
karşı açılan savaşlarda ( Uhud, Hendek….)
İslam düşmanlarının
kumandanlığını bizzat kendisi yapmıştır. Hz.
Muhammed’ e
(s.a.a.v) karşı bu düşmanca
tutumunu, Müslümanlar büyük bir güçle Mekke’yi
fethedene kadar sürdürmüş; ancak
zayıf düşüp bir şey yapamayacağını
anladığı
zaman cebren ve kerhen İslamı
kabul etmiştir.
İşte
bazılarına göre, Ebu Süfyan gibi Hz. Peygamberin (s.a.a.v) en büyük
düşmanı olan bir münafık
cennetlik sayılırken, Hz. Peygamber’ i (s.a.a.v) hayatı
boyunca koruyan ve gözeten Ebu Talip
cehennem ehlinden sayılmıştır. Bu kalpleri kör
eden, kulakları
sağırlaştıran cahil taassup olmasa, hangi akıl ve
vicdan böyle bir
düşünceyi kabul eder? La
havle vela kuvveta illa billah...
Şimdi biraz da Hz. Ali (a.s) ve
Muaviye’den bahsedeceğiz.
Hz.
Ali (a.s), Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) amcasının oğludur. Hz.
Peygamber
kendisini daha küçük yaştayken
yanına almış ve kendi evinde yetiştirmiştir. Hz. Ali
(a.s) her zaman ve her mekânda Hz. Peygamber’in
yanında olmuştur. Adeta onun
oğlu gibiydi. Hz. Muhammed (s.a.a.v) peygamberliğini ilan
ettiğinde de ona ilk iman
yoluyla emredilmiştir. (İmam Ahmet bin Hanbel – Müsned
(Cilt 5, Sayfa 26) El
Mutteki el Hindi – Kenzül Ummal (Cilt 6,
Sayfa 153) İbni Abd’il Berr –
İsti’ap (Cilt 3, Sayfa 36)
Hz. Ali (a.s), Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) hayatının sonuna kadar yanında
olmuştur. Hz. Ali
(a.s) İslam kahramanıdır. Bütün
savaşlarda Hz. Peygamberin
sancağını kendisi taşımıştır. İslam’
ın yayılmasını engellemek isteyenlerin en güçlü
kahramanlarını, savaşlarda
öldürüp etkisiz hale getirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.a.v)
hayattayken Hz. Ali’nin (a.s),
kendisinden sonra Müslümanların halifesi ve müminlerin
emiri olacağını
Allah’ın emriyle birkaç kere ilan etmiştir. Hz.
Ali’nin bütün
Müslümanların, bilhassa Müminlerin velisi olduğunu belirtmiştir.
(İmam Ahmet bin
Hanbel – Müsned (Cilt 5, Sayfa 347) İbnil
Kesir – Tarih (Cilt 7, Sayfa 344)
Et’tirmizi – Cami (Cilt 2, Sayfa 222)
Hâlbuki Muaviye, Hz. Peygambere (s.a.a.v) karşı yürütülen
bütün
mücadelelerde, babası Ebu Süfyan ile
işbirliği içerisinde olmuştur. Hz. Muhammed’in
(s.a.a.v) öldürülmesi kararının
alındığı toplantıda bizzat yer
almıştır. Hz. Peygamber’i
engellemek için, bütün yollara başvurmuş, savaşlarda bütün
maharetini ortaya
koymuştur. Bu tutumunu da Mekke’nin fethine kadar
sürdürmüştür. Ne zaman ki
Mekke kuşatma altına
alınıp fethedildi, bir şey yapamayacağını anlayan
Muaviye,
cebren ve kerhen İslam’ ı
Peygamber tarafından katline karar
verilip sonradan affedilenlerdendir. Hatta
sözlerinden dönmemeleri için kendilerine maaş bile bağlanmıştır. Muaviye, İslam’
ı
özünde hiçbir değişiklik
olmamıştır. ( İbni Ebil Hadid – Şerh (Cilt 1, Sayfa
113)
İbni Hacer el Askalani – İsabe
(Cilt 2, Sayfa 402)
Muaviye bu haliyle, İslam’ ın ikinci halifesi Ömer bin Hattab
döneminde, bütün
yetkilere sahip, idaresi sorgulanmayan
tek vali olmuştur. En büyük sahabe, vahiy
kâtibi(!), müminlerin emiri gibi hak
etmediği unvanlarla zikredilmiştir. Muaviye’yi
sevmek sevap, sevmemekse suç; dostluğu iman,
düşmanlığı asilik sayılmıştır.
Hâl
böyle iken, hayatı boyunca Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) övgülerine nail olan
Hz. Ali (a.s), Muaviye’ nin rızasını kazanmak arzusunda olan
Müslümanlarca, en ağır
hakaret ve sövgülere layık görülmüştür.
Hz. Ali’ye (a.s) sövgü, dinin bir gereğiymiş
gibi (hâşâ sümme hâşâ)
gösterilmiş, hatta daha da ileri gidilerek, Hz. Ali’ye
sövmeyenlerin namazının
girişilmiştir. Maalesef bu çaba hedefine ulaşmış ve bu durum
altmış sene sürmüştür.
Bununla beraber Muaviye’nin yanında
yer alanlar, hadisi şerif rivayetine yetkili
kılınmış, her
söyledikleri doğru
sağlayanlardan
sayılmışlardır. Hz. Ali (a.s) taraftarlarının
ise naklettiği hadislere ve
şahitliklerine itimat edilmemiş, katilleri vacip
sayılmış ve her türlü haktan mahrum
edilmişlerdir. Bütün bunlar, Müslümanları Hz. Ali’ye (a.s) ve
Ehlibeytine (a.s.) karşı
Muaviye etrafında toplamak
maksadıyla yapılmıştır.
Kâinatta
hiçbir makul insan böyle bir mantığı
Ehlibeytine karşı yürütülen bu
haksız muameleyi hangi vicdan
cevabını gelin Kur’an-ı Kerim’de Mü’minün suresinin 91. ayetinden öğrenelim: “Allah
onların (müşriklerin)
yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir.”
Biz aleviler Allah’a şükürler olsun ki, Ali bin
Ebu Talip’e bağlıyız. Onu imam,
vasi, veli ve halife olarak
masum soyunu bütün varlığımızla sevmeye bizi muvaffak
etmesini diliyoruz.
Allah’ın salât ve
selamları daima Muhammed’in ve Ehlibeytinin
üzerlerinde olsun.
Kaynak:
(1) AKAD (Alevi Kültürünü Araştırma
Derneği) DERGİSİ Yıl: 1,
Sayı: 1, Eylül 2007, S.11-13
Makale internet adresi:
http://gadir.free.fr/makale/haklidava.htm