NEDEN HAZRET-İ ALİ?


Ş.
Ahmet Davut ŞANLI


    
İslam ümmetinde oluşan ihtilaf yoktur ki, bu ihtilafın çözümü Müslümanların
şefaatçisi Hatemü’l Enbiya (son peygamber) Hz. Muhammed (s.a.a.v) tarafından
gösterilmiş olmasın. Peygamber Efendimiz, her fırsatta kendisinden sonra ümmetinin
karşılaşacağı fitneleri haber vermiş ve bu fitneler karşısında ümmetinin nasıl bir yol
izlemesi gerektiğini özellikle ve defalarca vurgulamıştır:
“Yakın bir zamanda bir fitne (karışıklık) meydana geldiğinde herkes
Allah’ın kitabına sığınıp Ali Bin Ebi Talip’in eteğine sarılsın.” (Ebu Nuaym,
Hilyetü’l Evliya / Ensabu’l Eşraş, c:1 s:118 / Tarih-i Dımeşk c:1 s:89)


     
Görüldüğü gibi Hz. Muhammed (s.a.a.v.) kendisinden sonra meydana gelecek
olayları ilahî bir hikmetle önceden görmüş ve ümmetini bu konuda uyarıp oluşacak
fitneler karşısında tutmaları gereken yolu onlara göstermiştir ki bu yol, sıratu’l
müstakim (dosdoğru olan yol) olan Ehlibeyt'in yoludur. Bu yol, Hz. Ali’nin yoludur.
Burada çok önemli bir konu vardır. Acaba Hz. Muhammed (s.a.a.v.) Müslümanlara
neden başkasını değil de bu yolu takip etmelerini özellikle emretmiştir? Bunun
cevabını bizzat Hz. Muhammed veriyor:


Çünkü hak ve Ali asla birbirlerinden ayrılmaz.
“Ali hak iledir, hak da Ali ile.” (Hatip El Bağdadî, Tarih-i Bağdat c:14 s:321 /
İbn-i Asakir, Tarih-i Dımeşk c:3 s:119 / Ali El Hindî, Kenzu’l Ummal c:5 s:30)

       Hz. Ali, müminlerin emiridir.


      
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ali’ ye selam verdiğiniz zaman
ona ‘Emiyrül müminiyn’ diye hitap ediniz.” (El Yakin s:125 / Tarih-i Taberî)
İbn-i Ebil Hadit, Şerh-i Nehcü’l Belaga adlı büyük eserinde Hz. Muhammed’in
defalarca şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Ya Ali! Sen, müminlerin emirisin.”
“
Ya Ali! Sen dinin ve müminlerin ya’subusun (arı beyisin).”
“
Ya Ali! Sen emiyrün nahılsın (müminlerin arı beyisin).
”
Arı beyinin arılar için ne denli önemli olduğunu araştıran, bu benzetmeyle Hz. Ali’
nin Müslümanlar için ne kadar vazgeçilmez olduğunu ve bu benzetmenin öyle sıradan
bir şey olmadığını görecektir. Bilindiği gibi her kovanda bir tek arı beyi bulunur ve bu
arı beyi kovandaki bütün arıların tek ve tartışmasız lideridir.


        Hz. Ali, müminlerin velisidir.
       
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ali, benden sonra her müminin
velisidir.” (Ahmet Bin Hanbel, Müsned / Tirmizi, Sünen)

       Hz. Ali’nin Allah katında özel bir yeri vardır.


Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Rabbime göre durumum ne ise,
Ali’ nin de Allah’ın yanında durumu odur.” (İbn-i Hacer, Sevaiku’l Muhrika,
s:106 / Muhibuddin Taberi, Riyadun Nadire c:2 s:215 / Muhibuddin Taberi, Zehairu’l
Ukba s:64)


        
Hz. Ali hiçbir zaman Kur’an-ı Kerim’den ayrılmamıştır.


Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ali Kur’an ile, Kur’an da Ali ile
beraberdir.” (Hakim, Müstedrek c:3 s:124)


       
Hz. Ali, Kur’an-ı Kerim’in gerçek manasını bilen ve onu koruyandır.


Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ey Ali! Ben Kur’an’ın nüzûlü
uğruna savaştım.
Sen de onun gerçek manası uğruna savaşacaksın.”

(Hanbel, Müsned / Ebu Davud, Sünen)

 

       Hz. Ali’nin eşi ve benzeri yoktur.


Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ali’nin insanlar arasındaki yeri,
Kur’an’daki ‘Kul huvallahu ahad’ gibidir.” (Kenzü’l Hakayık, s:141 / Yenabiü’l
Mevedde s:235 / El Kazirunî, El Erbain s:105)


     
Hz. Ali, ümmetin ihtilaf ettikleri konuların çözümleyicisidir.


Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ey Ali! Benden sonra ümmetimin
ihtilaf ettikleri şeyleri sen açıklayacaksın.”
(İbn-i Asakir, Tarih-i Dımeşk c:2
s.482 / Kenzu’l Ummal c:5 s:33 / Menavî, Kenzu’l Hakayık s:203)


      
Hz. Ali, ilim kapısıdır.


      
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun
kapısıdır. İlim isteyen kapıya gelsin.” (Hakim, Müstedrek c:3 s:126 / Tarih-i İbni

Kesir, c: 7 s: 358 / Hanbel, Menakıb-ı Cami c: 5 s:201)


      
Hz. Ali, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) bu dünyada olduğu gibi sırlar
âlemindeki kardeşidir.


     
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ey Ali! Musa Peygamber için
kardeşi Harun ne ise sen de benim için o menzildesin.
Şu farkla ki, benden

sonra Peygamber gelmeyecektir.” (Buhari, Sahih / Müslim, Sahih / Tirmizi,
Sünen / Hanbel, Müsned)


     
Hz. Ali, Hz. Peygamber’in sırrının sahibidir.
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor:  “Sırrımın sahibi Ali Bin Ebi Talip’tir

(Yenabiül Meveddeh, s:180 / Tarih-i Dımeşk, c:2 s:311 / Kenzü’l Hakayık, c:1 s:155)


      
Hz. Ali, cennet ve cehennemi bölendir.


    
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor:  “Ya Ali! Sen Kıyamet gününde cennet ve

cehennemi bölensin. O gün ateşe bu senin, bu da benim diyeceksin.” (Yenabiül Meveddeh,

 s:285 / Sevaiku’l Muhrika s:214 / Hanbel, Müsned)


     
Hz. Ali, sıddıyk-ı ekber ve faruk-ı azamdır.


Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ya Ali! En büyük sıddık sensin. Hak ile batıl

arasındaki faruk sensin. Sen müminlerin melikisin.” (Yenabiü’l Meveddeh s:201)


Hz. Ali, Allah’ın yeryüzüne uzanan ve müminlerin ona sımsıkı sarıldığı
ipidir.


"Hep birden Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini
düşünün..." (Âl-i İmran, 103) Ehlisünnetin tefsir ve hadis âlimleri olan Hafız
Kunduzi, Şafî âlimi Şeblenci ve İbni Hacer şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Resulullah,
İmam Ali'nin elinden tutarak "Ona sarılın, bu gördüğünüz Ali, Allah'ın
sağlam ipidir." dedikten sonra bu ayeti okudu: "Hep birden Allah'ın ipine
sımsıkı sarılın.....”

 

Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Ey Ali! Sen benim dünyada ve ahirette kardeşimsin.” (Tirmizi, Sünen)


“Ey Ali! Sen bendensin, ben de sendenim.” (Buhari / Tirmizi / Hanbel)


“Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah’ ım ona dost
olana dost ol, ona yardım edene yardım et. Ona düşmanlık edene de
düşmanlık et(Kenzu’l Hakayık, c:12 s:116)


“Ey Ali! Sen benim dünyada ve ahirette kardeşimsin.” (Hanbel, Müsned)
“Ali’ nin aleyhinde konuşan benim aleyhimde konuşmuş olur.” (Hakim,
Müstedrek / Zehebî, Telhis / Hanbel, Müsned / Nisaî, Hasais)


“Kevser Havuzu’ nun başına ilk geçecek olanınız, ilk iman edeniniz olan
Ali Bin Ebi Talip’tir.”

(İbn-i Abdülbir, El İstiab c:3 s:28 / İbn-i Ebi’l Hadid, Şerh-i
Nehcü’l Belağa c:13 s: 119 / Hakim Nişaburî, Müstedrek c:3 s:17)


“Ali’nin bana olan yakınlığı, benim Rabbime olan yakınlığım gibidir.”
(Siyretü’l Halebî, c:3 s:391 / Riyadü’n Nadire c:2 s:215 / Zehairü’l Ukba s:64 /
Sevaiku’l Muhrika s:106)


Hz. Ali’ nin bu konularda neler söylediğine kulak verelim:


1) “…Peygamber her yıl Hira Dağı’ na ibadete çekilirdi. Onu benden başka
kimse görmezdi.
Ona vahiy geldiğinde şeytanın feryadını duydum. “Ya

Resulullah, bu feryat nedir?” dedim. “Bu feryat eden şeytandır. Kendisine
kulluk edilmesinden ümidini kesti artık.
Sen benim duyduğumu duyuyor,

gördüğümü görüyorsun; ancak Peygamber değilsin. Vezirsin ve hayırlar
üzerindesin.”
(Nehcü’l Belağa, 192. hutbe)


2) “Ben Allah’ın Resulunun kardeşi ve sıddıyk-ı ekberim. Bu sözü benden
sonra yalancı ve iftiracıdan başkası söyleyemez.
Ben insanlardan önce yedi
yıl Resulullah ile namaz kıldım.”
(Cerir Et Taberî, Tarihu’l Ümem c.2 s:312 / İbn-i
Kesir, El Kâmil c:3 s:112 / Hakim, El Müstedrek, c:3 s:112)


3) “Sizin aranızda iman bayrağını ben diktim. İlahî hükümlerin helal ve
haramını ben size öğrettim.”
(İbn-i Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa c:6 s:873)


4) “Ben konuşan Kur’an’ım. Sorun her şeyi bana beni yitirmeden. Ant olsun
Allah’a Kur’an’da hiçbir ayet yoktur ki; niçin ve kimin hakkında indi, nerede
indi, düzlükte mi, dağlıkta mı hepsini en iyi bilenim ben.”
(Taberi, c:2 s:198 /
Fethü’l Bari, c:8 s:485 / Ensabu’l Eşraf, c:1 s:99)


5) “Ben cennetle cehennemin bölüştürücüsüyüm. Kıyamet gününde ateşe
bu senin, bu da benim diyeceğim.”
(Tarih-i Dımeşk, c:2 s:244 / Et Taberanî, El
Bidayet, c:7 s:355)


      
Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) Hz. Ali için söylediği hadisleri toplamaya kalksak
kitaplar doldurulur. Hadislerin bu kadarı bile Hz. Ali’nin nasıl bir fazilete sahip
olduğunu, Allah’ın ve Peygamberin yanında en yüksek mertebeye nasıl ulaştığını
göstermeye yeterlidir.


      
Hz. Muhammed (s.a.a.v.) ne güzel buyurmuştur: “Şayet ağaçlar kalem,
denizler mürekkep olsa; cinler hesap tutsa, insanlar da kâtip olsalar Ali Bin
Ebi Talip’in faziletlerini kıyamet gününe kadar sayamazlar.”

(Menakıb-ı Havarezmî, s:2, 235 / Yenabiü’l Mevedde s:121 / Mizanü’l İtidal c:3 s:467 /

 Lisanü’l Mizan c:5 s:63 / Kifayetü’l Talib s:251 / Tezkiretü’l Huffaz s:8 / Feraidü’l Sımteyn)


Sahabelerin ve mezhep imamlarının Ali hakkındaki sözleri de dikkate
şayandır.


     
İbn-i Abbas’ ın bu sözü meşhurdur: “Ali’yle kıyaslanacak hiçbir önder
görmedim.” (Uyunu’l Ahbar, c:1 s:110)


     
Ahmet Bin Hanbel: “Ebu Talip’in oğlu Ali ile kimse kıyaslanmaya layık
değildir.” (İbn-i Cüzi, Menakıb-ı Ahmet Bin Hanbel s:160-163)


    
Ahmet Bin Hanbel: “Peygamber’in sahabeleri arasında Ali’nin eriştiği
mertebeye hiçbir sahabe erişememiştir.” (Hakim, Müstedrek c: 3 s:107 /
Havarezmî, Menakıb s:3)


     
Eş Şafî: “Ben düşmanlarının kıskançlığı yüzünden, dostlarının ise korkudan
faziletlerini gizlemiş olmasına rağmen faziletleri doğu ile batıyı dolduracak
derecede yayılmış olan Ali’ye şaşıyorum.” (Taberî, Rıyadü’n Nadire c:2 s:282 /
İbn-i Hacer, Sevaiku’l Muhrika s:118)


     
Ahmet Bin Hanbel: “Resulullahın ashabı içinde Hz. Ali kadar fazileti sahih
senetlerle bildirilen hiç kimse yoktur.” (İbn-i Cüzî, Menakıb-ı Hanbel s:160 /
İbn-i Ebi Yalî, Tabakatü’l Hanabile c:1 s:319 / Hakim, El Müstedrek)


      
Hz. Ali o derecede hakkı temsil ediyor ki münafıkların kim olduğu, Ali’ye olan
sevgiyle anlaşılabiliyordu. Münafık demek, ikiyüzlü demektir. Temiz sahabelerin yüz
akı Ebu Said El Hudri:  “Biz münafıkları Ali’ yi sevmemeleriyle tanıyorduk.” diye
buyurmuştur. Hani Hz. Muhammed defalarca buyurmuştu: “Ya Ali! Seni ancak
müminler sever ve sana ancak münafıklar buğzeder (kin besler).” (Sünen-i
Nisaî c:2 s:271 / Sünen-i Tirmizî c:13 s:168 / Müstedrek c:3 s:483)

Başka bir hadiste de “Ali’ye duyulan sevgi imandır, düşmanlık da münafıklıktır.”

 (Müslim, Sahih c:1 s:48 / İbn-i Hacar, Sevaik s:73 / Ali El Hindî, Kenzu’l Ummal c:5 s: 105)


        
İşte Ali budur. Ali, hak ile bâtılı ayırandır. Acaba başka kim gelebilmiş bu
dereceye kim?


Taberanî’nin El Evsat kitabında İbn-i Abbas’ın şöyle dediği nakledilir: “Ali’nin özel
on sekiz üstün özelliği vardı ki, bunlar ümmetin içindekilerden hiç kimsede
yoktur.”


Buharî, Tarihü’l Kebir adlı eserinde bir sahabenin ağzından şu ifadeye yer vermiştir:
“Ali, Peygamber’in sünnetini en iyi bilendir.”

Ensabu’l Eşraf adlı eserde bir sahabeden şöyle bir nakil geçer: “Dinî farzları, Ali herkesten

 iyi bilirdi.”

Yine  Medineli sahabelerden naklen şu ifadeler de vardır: “Biz kendi aramızda kadılık
hususunda Ali’yi Medine halkının en bilgilisi olarak tanıyorduk.” (Ensabu’l Eşraf,

c:1 s: 97 / El İstiab, c:1 s:9 / Tabakat, c:2 s:388)


     
Peygamberimizin hanımlarından Ayşe’nin de konuyla ilgili bir sözü Suyutî’ nin Tarihü’l
Hülefa adlı eserinde mevcuttur: “Ali, Resulullah’tan sonra sünneti en iyi
bilendir.” Yine ünlü sahabelerden İbn-i Mesut’un bir sözü Hakim’in Müstedrek adlı
kitabında geçer: “Biz kendi aramızda İslam hükümlerini en iyi bilen Ali’dir,
diyorduk.” O yüzdendir ki Hz. Ali, halife olduğu zaman Hasan Basri, şunları
söyleyecektir: “Ali, halifeliği zamanında halka doğru yolu gösterdi. Din
eğrilmişken onu düzeltti.” (İbn-i Ebi Şeybe, El Musannef) Bu söz aslında çok şey
ifade ediyor.
Peygamber’den sonra dinin eğrilmiş olduğunu yani Peygamber
zamanında doğru olan yolun sonradan eğrildiğini ve Hz. Ali ile bu yolun tekrar
doğrulduğunu anlatıyor.


      
Peygamberimizden sonra Ali’siz yürünmek istendi bu yolda. Bütün bu üstün
özellikleri bir kalemde silinip Hz. Ali dışlandı, eziyete uğradı, evi yakılmak istendi, eşi
ve sevgili Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma’nın evine zorla girildi ve bu zor kullanım
sonucunda Hz. Fatıma’nın çocuğunu düşürmesine neden olundu, münafıklıktan ilahî
damga yemiş kişilere dahi görev verilirken kendisi yönetimden ve her şeyden
mümkün olduğunca uzaklaştırıldı. Eşi mirasından mahrum edildi. Ve daha birçok şey
yaşatıldı.

 

        Profesör Doktor Zekeriya BEYAZ, gazetedeki köşe yazısında bu konuda
bakın ne diyor: “İster Alevi olalım, ister Sünni olalım ama akıl ve mantığımızı,
adalet ve hakkaniyet duygumuzu dumura uğratmayalım, olayları o yüce
insani özelliklerimizle görelim ve değerlendirelim. O zaman büyük ölçüde
bir noktada buluşur ve gerçekleri yakalarız... Dolayısıyla da ihtilaflar büyük
ölçüde sona erer ve Alevi-Sünni kardeşliğimiz de iyice pekişir.
Ama akıl ve
mantığımızı, insaf ve vicdanımızı karartırsak, o zaman gerçekleri
yakalayamayız.
Tabii o gerçeği başkaları öğrenmiş olacağından ihtilaflar da

kendiliğinden ortaya çıkacaktır...”

       İşte akıl ve sağduyuya dayalı aydın olmanın bilinci ve sorumluluğuyla dolu,
bağnaz olmayan bir tutum. İnsanım diyen mezhep taassubuna girmeden, birilerine
hoş görünme adına kalemini ve vicdanını satmadan olayları değerlendirebilme
olgunluğuna eriştiğinde insanlar oturup konuşabilecek ve bağnaz tutumların ördüğü
kalın duvarlar teker teker yıkılıp eller güvenle birbirlerine uzatılacaktır. Kardeşliğin
önünde duran en büyük engel, mezhep taassuplarıdır.
Taassup yani körü körüne

bağlanış sadece dinde değil, her alanda tehlikelidir ve dolayısıyla bundan özellikle
kaçınmak gerekir. Peki, bu kolay bir iş mi? Taassuptan beslenen, taassuptan çıkar
sağlayan kişilere alet olunmazsa ve başkasının fikir girdabına girilmezse veya bu
girdaba illa ki girilecekse önce olaylar, durumlar dikkatlice incelenirse taassup
yenilebilir.
Burada esas görev, aydınlarımıza düşüyor. Prof. Dr. Zekeriya BEYAZ’ın

yazısı şöyle devam ediyor:


“... Şurası kesin bir gerçektir ki; Hz. Peygamber'den sonra, başta Hz. Ali
olmak üzere Ehlibeyti dışladılar, haklarını kıstılar, itibarsız hale getirdiler,
hatta daha sonraları onlara, yani Ehlibeyte büyük zulümler yaptılar.
Tabii burada hemen aklımıza şöyle bir soru gelecektir: Kim dışladı
Ehlibeyti, kimler zulmetti Ehlibeyte? Hemen cevap verelim, Müslümanların
idaresini ele alan yöneticiler... Daha açık söyleyelim; Hz. Ebubekir, Hz.
Ömer ve Hz. Osman dışladılar; Muaviye ve oğlu Yezit zulmettiler...
…Ehlibeyte ve Hz. Ali'ye yapılan bütün zulüm ve haksızlıklar, ictihad
örtüsü ile örtülmüştür. Evet, altını çizerek ifade edelim ki; bu anlayış,
İslam'ın ruhuna da insanlık faziletine de aykırıdır. Hakkaniyet ve adalete
aykırı olan bir karar ve uygulama, "İctihaddır..." denilip dinen meşru
görülemez.

…Üzülerek açıklayalım ki; Sünni âlimlerimiz, eskiden beri Ehlibeyte
karşı yapılan her türlü haksızlık ve dışlamaları, ictihad perdesi ile örtmüşler
ve o haksızlığı yapanları da mazur görmüşlerdir.”
(‘İnanç Dünyası’ adlı köşe
yazısı, Sabah gazetesi)


      
Evet, Hz. Ali, Hz. Peygamber’den sonra her türlü haksızlık ve dışlamalara maruz
bırakıldı ama Hz. Ali, güneş misali etrafını aydınlatmaya devam etti ve başta halifeler
olmak üzere herkesin sorunlarının çözümleyicisi kendisi oldu.
Yanlış karar veren
halifelerin hatalarını düzeltti.
Böylelikle hem mağdurun mağduriyeti giderildi hem de

bu mağduriyete neden olacak olanlar bu nedenle helak olmaktan kurtuldu. Hz. Ali’yi
her türlü haktan mahrum edenler, başları sıkıştığında Ali’ye başvurmaktan başka çare
bulamadılar.
Suyutî’nin Tarihü’l Hülefa adlı eserinde, 2. Halife Ömer Bin Hattab’ın şu

sözü geçer: “Ali, İslam hükümlerini hepimizden iyi bilir.”


     
Aynı halife, bir sorunla karşılaşması durumunda Hz. Ali’ye olan ihtiyacını şu
şekilde ifade etmiştir: “Ali’nin olmadığı yerde çözülmesi gereken bir sorunla
karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.” (Tabakat, c:2 s:339 / Suyutî, Tarihü’l Hülefa /
Ensabu’l Eşraf, c:3 s:406)


     
2. Halife Ömer’e bu sözü söyleten çok olay olmuştur. Yanlış karar veren halifenin
hatadan dönmesini hep Ali sağlamıştır.
Bu yüzden Halife Ömer, tarihe geçen şu sözü

de söyleyecektir: “Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu (yok olurdu).” (Taberî,
Riyadu’n Nadire c:2 s:194 / Kenzu’l Ummal c:3 s:96,228 / İbn-i Abdülbir, İstiab c:2
s:261 / Fedailil Hamse fi Sihahis Sitte c:2 s:224,225 / Havarezmî, Menakıb s:48 / İbni Cevzî,

Sıbt Tezkiresi, s:87)


        
Bütün bu anlatılanlara bakıldığında Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) neden Hz. Ali’ yi
ümmetinin önderi, müminlerin emiri, ümmetinin karşılaşacağı sorunların çözümleyicisi
olarak seçtiğini kolayca anlarız.
Çünkü Hz. Ali’ nin üstlendiği misyon (amaç) budur.
Onun örnek kişiliği, Müslümanlığı ve kahramanlığı hakkında üç yüz ayet inmiştir.
Bunun gerçekliği konusunda kimse şüpheye düşmesin. Bu sözü edilen ayetler bizzat
sünni kaynaklarda da kayıtlıdır.
İbn-i Asakir Tarihi’ ne, Fahrettin Razi’nin Tefsirine,

Taberî’nin Tefsiri’ne, Esbabün Nüzul’e, Meşarik Envaril Yakin’e, Yenabiü’l Mevedde’ye
ve daha birçok kaynağa bakılabilir. Hz. Ali, cennetle cehennemi bölendir. Ateşe bu
senin, bu benim diyecek olandır.
O, sıddıyk-ı ekber ve faruk-ı azamdır. O, emiyrül

müminiyndir. Kısacası o, Ali’dir. Ali gibisi varken başka bir arayış içine girmenin
ayetlerle ve hadislerle sabittir ki sonu hüsrandır.
Hz. Ali, hidayet sancağıdır. Hz. Ali,

sıratül müstakimdir. Hz. Muhammed (s.a.a.v.) şöyle buyuruyor:

 

“Ali, hidayet bayrağıdır ve evliyamın imamıdır. Bana itaat edenin nurudur.

Takvalılara lazım olan kelimedir. Onu seven, beni sever; ona buğz (kin, düşmanlık)
eden, bana buğz eder.” (Hilyetü’l Evliya, c:1 s:67)

 

“…Sen ancak ve ancak bir uyarıcısın ve korkutucusun ve her kavmin bir hidayete

eriştiricisi vardır.”
(Ra’d: 7. ayet) Resulullah şöyle buyurdu: “Uyarıcı, korkutucu benim. Hidayete
eriştiren de Ali’dir.
Ey Ali! Hidayete erişmek isteyenler ancak sende
hidayeti bulurlar.”
(İbn-i Sebbağ El Malikî, Fusulil Mühime c:2 s:107,122) / Tarih-i
Dımeşk c:2 s:417 / Şevahidüt Tenzil c:1 s:293 / Kifayetü’t Talib s:233 / Feraidü’l
Sımteyn, c:1 s:148 / Dürrü’l Mensur c:4 s:45 / Et Taberî, Camiü’l Beyan c:13 s:108 /
Alusî, Ruhu’l Meanî c:13 s:97 / Tefsir Eş-Şevkanî c:3 s:70 / Tefsir-i İbn-i Kesir c:3
s:502 / Nurul Ebsar s:71 / Müntahabatü’l Kenz c:5 s:34)


“Budur benim doğru yolum, onu takip edin. Sizi ondan ayıracak başka
yollara sapmayın.”
(En’am, 153. ayet)

Bu ayetin tefsiriyle ilgili İmam Muhammed el-Bâkır (a.s.) ve Cafer-i Sadık (a.s.) şöyle

buyurmaktadırlar: “Burada doğru yol, imam demektir. Başka yollara sapmayın,

yani sapık imamların peşine takılmayın, yolunuzu şaşırırsınız. Allah’ın yolu bizim yolumuzdur.”

       Salebî kendi tefsirinde Fatiha suresini tefsir ederken şu hadisi nakletmiştir:
“Doğru yol, Muhammed (s.a.a.v.) ve Ehlibeytinin yoludur.” Aynı tefsirde “Bizi doğru
yola hidayet et.” ayeti hakkında “Bizi Muhammed ve Ehlibeytinin sevgisine
hidayet et, demektir.” hadisini İbn-i Abbas’tan nakletmiştir.


       
İkinci Halife Ömer; Ali ile diğer bir kişi arasında hakemlik ederken İmam Ali’ye
künyesi ile hitap etti. İmam Ali: “Hasmımın karşısında niye beni övüyor ve
saygı gösterisinde bulunuyorsun?” diye buyurdu. İkinci Halife Ömer şöyle dedi:
“Babam size feda olsun. Allah sizin hatırınıza bize doğru yolu gösterdi.
Sizin evde nur nazil oldu ve bizi karanlıklardan çıkarıp nura
iletti.”
(Zimahşeri, Rabiü’l Ebrar c:3 s:595)


İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sıratü’l müstakim (dosdoğru
olan yol), Emirül Müminin Ali’dir.” (El Fakih / Tefsirül Ayyaşi / Allame Tabatabai,
El Mizan Fi Tefsirü’l Kur’an)
    

       Yine İmam Cafer-i Sadık (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sıratü’l müstakim, Allah’ı
bilmeye giden yoldur. Bu yolun biri ahirette biri dünyada olmak üzere iki
yönü vardır.
Dünyadaki yol, itaat edilmesi zorunlu olan imamdır. İmamı

tanıyan ve onun rehberliğinde yol alan kimse ahiretteki yoldan yani
cehennem üzerinde kurulan köprüden geçer. Onu dünya hayatında
tanımayan kimsenin ahirette ayağı kayar, cehenneme yuvarlanır.”
(El Meanî)


      
Hz. Muhammed (s.a.a.v.), bu yöndeki uyarısını sayısız defa yapmıştı:

“Size bıraktığım iki emanetten Kur’an ile Ehlibeytimden öne geçmeyin, helak
olursunuz.
Geride de kalmayın, helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye
de kalkışmayın, yoksa yine helak olursunuz.
Zira onlar sizden daha
bilgindirler.”

(Suyutî, Durru’l Mensur c:2 s:20 / Usdu’l Gabe, c:3 s:137 / Kenzü’l
Ummal, c:1 958. hadis)


      
Evet, daha önce belirtildiği gibi Ali gibisi varken başka bir arayış içine girmenin
ayetlerle ve hadislerle sabittir ki- sonu hüsrandır.
Bütün bu açıklama, hadis ve
uyarılardan sonra akıl ve insaf sahipleri her türlü mezhep taassubunu bırakarak
aşağıdaki ayete yanıt vermelidir:


“Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır; yoksa doğru yola
ulaştırılmadıkça hidayete ulaşmayan mı?
Ne oluyor size, nasıl
hükmediyorsunuz?” (Yunus suresi, 39. ayet)

 

Kaynak:

AKAD (Alevi Kültürünü Araştırma Derneği)  DERGİSİ Yıl: 3, Sayı: 6, Aralık 2009, S.17-21

Makale internet adresi: 

http://gadir.free.fr/makale/nedenhzali.htm